diff --git "a/Konstantin Dimitriyeviç_Merv Seyahatnamesi_1886.txt" "b/Konstantin Dimitriyeviç_Merv Seyahatnamesi_1886.txt" new file mode 100644--- /dev/null +++ "b/Konstantin Dimitriyeviç_Merv Seyahatnamesi_1886.txt" @@ -0,0 +1,1367 @@ +|\/| +_____ + + + Dimitriyeviç + Konstantin + 1886 + 14210 + 5626 + 1367 + +_____ + +Biz hayli uzun trenin birinci mevki‘ larından birinin iki +yolcuya mahsûs bölmesinde yol arkadaşım bulunan ile karşı karşıya +olarak pencereden garîb ve acîb manzaraları seyredip gitmekte iken uzaktan +dünyânın hiç bir memleketine benzetilemeyecek manzarayı hâvî ve hem +de sanki şimendifer hattının bir cihetinde türlü türlü yeşilliklerle karışık +olmak şartıyla yığın gibi görünen bir ictimâ-gâh müşahede olundu. Ve yol +refîkim ’de bana dönerek: + +-"İşte cihân şöhretine mazhar olan Merv budur.. Eğer arzu ederseniz +mevkife de çıkabiliriz” dedi. + +Ben de kendi kendime: + +-"Merv ismini iyice hatırlayıp daha mektep dershânelerinde coğrafya +okuduğumuz esnâlarda bile fevkalâde iştihârını işitmiş olduğum beldeye +dâir ahvâl ve mâcerâ-yı târihîyi zihnen tasavvur ve mülâhaza ediyor” +dedikten sonra ’e dönüp: + +"Pekâlâ ammâ orada şimdi dahi görülmeye şâyân şeyler mevcut mudur?” +diye sordum. Ol vakit , benim bu civârlarda pek acemî bir seyyâh bulunduğumu derhâl anlayarak: "Çok şey! Demek ki siz Çar ’ın Merv civârında +edinmiş olduğu çiftliklerden de bî-haber bulunuyorsunuz. Hâlbuki işbu +susuz ve bazı vakit insanın bir yudum su için hemen cânından mâ‘adâ her +şeyini fedâ edebileceği memlekette sun‘î ve bir takım artezyen +kuyuları ile derece-i umrânın son mertebesine îsâl edilen yerlere dair de +ma‘lûmâtınız yoktur.” dedi. Ol vakit ben ona cevâb olarak "Fi’l-hakîka +Petersburg ’da iken arasıra Çar’ın Murgâb Çiftliği nâmı altında Türkistân ’da +şâyân-ı ehemmiyyet bir emlâki bulunduğunu işitmiş idim. Demek ki +buna Merv Çiftliği de derler, öyle mi?” dedim. + +bu sözüme cevaben: + +"Evet ona yerliler Merv Çiftliği ve Murgâb Çiftliği dedikleri gibi pek +eskiden Bayram Ali Çiftliği de derlerdi. Çünkü oradan uzak olmayarak Türkistân +müslümânları tarafından pek ziyâde ri‘âyet edilen bir türbede medfûn +olan mezkûr Bayram Ali isminin şöhreti de burada pek büyüktür” dedi. +Doğrusu yoldaşım ’nin benim evvelce merâkımı tahrîk eylemesi +üzerine artık kendim dahi sâlifu’l-beyân çiftliği iyice ziyâret edebilmek hevesine düştüm. +Ve binâenaleyh uzun trenin ber-mu‘tâd mevkıflere tekarrub +ettiği sırada hareketini ağırlaştırmasıyla beraber kendi kendime: "Aman bir +an evvel tevakkuf etse de insek!” diye sabırsızlığa da katlandım. Bu esnâda +vagonun her iki yanındaki pencerelerden bakılacak olursa etrâf ve cevânibimizin +ser-â-pâ pek ince kumsal arâziden ibâret bulunduğu görülüyor. +Ve hem de sanki dümdüz deniz sâhilinde olduğu tarzda göz görebildiği +mesâfelere doğru devam ediyor idi. Bu minvâl üzere bizim her cihetimizdeki +ufk-ı mer‘î dümdüz kumlarla mestûr idi. Ve her yer son mertebe +ıssız çölden ibâret bulunuyor idi. Ve hem de biz asıl Türkistân’ın Mâverâyı +Bahr-ı Hazar havâlisine girdiğimiz zamândan beri ikide birde pek belli +inhinâ ve kavisler teşkîl ederek imtidâd eden hat boyunda yalnız pek seyrek +olmak şartıyla yerlilerin dedikleri bir takım nişâne tarzındaki +işâretlerini ve yahud sarı balçıktan yapılmış ve acınacak hâlde bulunan işbu +memleket yerlilerinin ikâmetgâhlarını görebiliyor idik. Bunlardan kurgân +nâmıyla ma‘rûf olan nişâne tarzındaki mebânî insâna pek eski zamânları ihtâr +edecek gibi te’sîr ediyor idi. Ve biz bazen bir buçuk kilometre +kadar mesâfe dâhilinde bile ne bir tek ot ne de çalılık görmekten başka +insâna veya hayvân ve yahud yırtıcı veya bir tuyûra müte‘allik de kat‘iyyen +bir iz veya emâre müşâhede edemiyor idik. İşte bundan nâşî buraları begâyet sıcak +cenûb güneşi altında mütemâdiyen kavrulmakta olan ve hem +de âsâr-ı hayâttan da mahrûm bulunan kumsal çöl âleminden ibârettir. +Ve binâenaleyh insan bizim General Aninkof ’un işbu ıssız ve külliyen +kimsesiz yerlerde sâlifu’l-beyan şimendifer hattını geçirirken ne kadar büyük +müşkilât ve ne derece azîm emekler sarfetmiş bulunması lâzım geleceğini +düşünmeye mecbûr oluyor idi. Bu minvâl üzere burada trenler bile yerliler +tarafından tesmiye kılınan beyazımtırak kumlar içinde sanki gark ve +nâbûd oluyormuş misillü kat‘-ı mesâfe etmektedirler. + +Hatta her seyyâh arasıra gûyâ trenin de nihâyet cenûb güneşinin âdetâ +kurşun eritmeğe elverecek mertebede neşr eylemekde bulunduğu sıcağı altında +yoluna devâm edemeksizin şimdiye dek muzaffer olan âsâr-ı hayât +misillü bağteten yorulacak ve durmağa mecbûr olacak gibi görünüyor idi. + +İşte benim ol vecihle mezkûr manzaralara dalgınlığımı fark ve müşâhede +etmiş olan bir aralık kendisi dahi bir müddet pencereden bakıp gittikten +sonra birden bire bana hitâben: + +-"Hele bakalım buraları kana kana seyr ü temâşâ ediniz. Fi’l-hakîka şimdi buraları ta‘rîfi +nâ-kâbil ıssız görünüyorlar. Halbuki kürre-i arzın geçirmiş +olduğu ahvâl-i târihiyyenin pek de eski addolunamayan devirlerinde bile bu +memleket bütün cihânın cenneti mesâbesinde sayılacak kadar ma‘mûr idi” +dedi. Doğrusu muhâtabım tarafından bu yolda idâre-i kelâm edilmesi +bana pek te’sîr ettiğinden artık pencereye çevirmiş olduğum yüzümü bile +kendisine dönmeye mecbûr olarak azîm hayret ve istiğrabla: + +-"Aman bu dediğiniz sahîh mi? Ve bu çöllerin de târih-i kadîmde umrân +ile şöhret buldukları cidden doğru mudur?” dedim. Ol vakit muhâtabım: + +-"Evet, evet burası daha dört-beş asır akdem bile gâyet ma‘mûr ve âbâdân +idi. Ve fakat Özbeklerin mütemâdiyen hücûmları bu hâle getirdi” dedi. Ben +de bunun üzerine vâkı‘an bazı coğrafya ve târîh kitâblarında o yolda kasâvetâmiz mevâd ve tafsîlât okumuş idiysem de beyânât-ı vâkı‘anın Merv +kıt‘asının bilhâssa bu cihetlerine dâir olduklarını bilmiyor idim.” dedim. + +Hulâsa-i kelâm yoldaşım bunun üzerine şarklılar gibi vagonun bölmesindeki yumuşak kanepede +bağdaş kurarak iyice yerleştikten sonra sözüne devâmla: "Fi’l-hakîka şimdilerde böyle tenhâ ve ıssız ve külliyen kimsesiz +ve hattâ büsbütün zî-rûh veya eser-i hayâta gayr-i mâlik gördüğünüz yerler +ezmine-i kadîmede hesâb-ı vasatî olarak yüz kilometreyi mütecâviz mesâha-i +sathiyye murabba‘ında yayılmış belde-i azîme ve ma‘mûre olup şimdiki +Londra ’nın dahi hemen hemen üç mislini isti‘âb edebilecek idi. Evet şimdi +trenimizin tekerlekleri çiğnemekte bulunan bu azîm kumsal mahal mîlâd-ı +Îsâ’dan sene kadar akdem yaşamış olan Zerdüşt nâm hakîmin dahi +tavsîfinden acziyetini i‘tirâf etmiş olduğu şehir idi. Ve fi’l-vâki‘ eski Îrânlılara +telkîn-i dîn etmek için zuhûr eden Zerdüşt, Merv şehr-i kadîminden bahs +ederken "Bu şehir Cenab-ı Hak tarafından benî beşere üçüncü büyük lütuf +olarak meydâna getirilmiştir.” diye idâre-i kelâm eylemiş idi. "Merv +eski zamânlarda menba‘-ı hazâin ve hârikulâde büyük servet merkezi addedildiğinden, en büyük +cihângîrleri bile onu zabt u teshîr etmek fikir ve +emelinden kurtulamamışlar idi. Hattâ Âsuriyye hükümdârânı da onda +görmüş oldukları refah ve sa‘âdete ve zenginliğe hayretlerini i‘tirâf etmişler +idi. Bu minvâl üzere bir aralık artık onun inkirâza yüz tutan sokaklarında +Keyhüsrev geşt ü güzâr ettiği gibi Çin ’e geçen İskender de burasını ziyâret +etmiş idi. + +Nihayet Cengiz Hân ve Timurlenk ve onu müte‘âkib zuhûr eden +belli başlı umerâ-yı Türkistan da Merv ’in sa‘âdet hâline istiğrâb ve ta‘acübden kurtulamamışlar idi. Binaen âlâ zâlik Merv şehr-i kadîminin cidden +fevkalâde ahvâlle me’lûf ve hârikulâde servet ü sâmânla memlû bulunduğu +ister cenûbdan ve şarkdan ve ister aksâ-yı şarkdan onu zabt için büyük hükümdârânın gelmiş bulunmaları ile dahi müsbittir” dedi. Ben kendim de +bu ta‘rîfâttan pek şaşarak yol arkadaşım bulunan ’ye dönüp "Öyle ise +acaba Merv’in bu derece refah ve sa‘âdetinin asıl sebebi ve menşe’i neden +ibaret olmuştur?” dedim. Merkûm bu sözüme karşı: + +-"Bu bâbda kestirme olarak bir şey dedim. Ancak akvâ-yı melhûz olduğuna göre onun sâlifu’l-beyân ehemmiyet-i azîmesi bir taraftan mevki‘-i +coğrafiyyesinden, diğer taraftan şimdi size yerlilerin ismini verdiklerini +söylediğim şu kumsal Türkistân arâzisinden ileri gelmiş olmak gerektir. Zîrâ +bu zemîn biz beşer için en ziyâde hâ’iz-i ehemmiyyet kuvve-i inbâtiyeyi +hâ’iz bulunuyor. Ve fi’l-hakîka şimdiki günde bile erbâb-ı ulûm burada müte‘addid yerleri demir mîllerle sonda ederek hayli derinliğe kadar mu‘âyene +ettikten sonra kuvve-i inbâtiyye nokta-i nazarından burasının bundan +böyle dahi daha binlerce asr zihinlere sığamayacak mikdârda insânları geçindirecek mahsûl için elverecek derecede idüğini tasdîk etmişlerdir. Hem +de bu arâzide hubûbât yetiştirmek üzere bizim bildiğimiz gübrenin de aslâ +lüzûmu yokdur. Hâsılı şimdi size bu zemîndeki garîb, ince kumsal toprağın +kuvve-i inbâtiyyesinin derecesini bildirmek için yalnız şurasını beyân edeceğim: Burada bir dönüm arâzideki bağdan senevî . kıyye üzüm hâsıl +olabilir. Diğer taraftan bu gördüğünüz kum zerrâtından ibâret imiş misillü +müşâhede olunan toprağın herhangi bir mahalline bir şeftâli budağının +kırık ucunu saplayacak olur iseniz üç sene sonra birkaç büyük sepet dolusu +şeftâli alınabilir. İmdi bu yolda kuvve-i inbâtiyyeye mâlik arâzinin âdetâ +inanılmaz derecede hâsılât verebileceği şüphesizdir. Binâen alâ zâlik + +şehr-i kadîminin pek eski zamânlarda aktâr-ı cihânın her cihetinde zuhûr +edegelen hükümdârân-ı meşhûreyi celb eylemesini mûcib olan servetinin +dahi menşe’i bu idi. Bu minvâl üzere ezmine-i kadîmede burada yaşamış +olan akvâm haklarında artık yalnız "yaşamış” ta‘bîri kâfî gelmeyeceğinden "zevk ü safâ içinde ömür sürmüşlerdir” ta‘bîrini kullanmak iktizâ eder” +dedi. Doğrusu benim yol refîkimin bu tafsîlâtları üzerine artık ben kıt‘a-i +mezkûrenin külliyen meftûnu ve meclûbu olduğumdan vagonun penceresini bile indirerek kenârına göğsümü dayayıp manzaraları yeniden seyr ü +temâşâya daldım. Ve bu esnâda tatlı hayâlâta kapılmış olan efkârıma göre +her yerde medeniyyeti uyandırmağa en büyük vâsıta olan şimendifer +nin sâlifu’l-beyân Merv şehr-i kadîmi arâzisini de îkâz ediyormuş misüllü +ihtisâsât hissetmeye başladım. Ve hatta gitgide gûyâ mezkûr kumsal +arâzide trenin tekerlekleri çiğnemekde olan yerlerde eski zamân hükümdârânını ve Asya ’nın bu cihetlerini istîlâya kalkışan cihângîrleri de hayâlimle müşâhede ediyormuşum misüllü duygular dahi hissettim. Ma‘mâfih +bundan böyle seneler geçtikçe buraların yeniden kim bilir ne gibi umrân +ve refahlara nâil olması imkânı da zihnimi kurcalamakda idi. Ve fi’l-hakîka +Merv şehr-i kadîminin demin tasrîf edilen zenginliğine ve hârikulâde servet ü sâmânına nisbetle hükûmetimize hakîkat pek ağır bahâya mâl olan +asıl şimendifer hattının bile oyuncak mesâbesinde kalabileceği vâridi hâtır oldu. Ve binâenaleyh ben çabucak yüzümü tekrâr birinci mevki‘ +vagonunun bize tahsîs kılınan bölmesine çevirdim. Ammâ ben bir derece +bâlâda muhâtabımın verdiği tafsîlât-ı acîbe düşünceleri üzerine tabakamı +çıkarıp iki-üç çimdik tütünü ince sigara kağıdına koyarak bükmekte iken +merkûm sözüne devamla: "Lâkin arkadaş acaba siz işbu vâhası +nın ve Mâverâ-yı Bahr-ı Hazar havzasının bizim tarafımızdan nasıl ve ne +vecihle zabt u teshîr edilebildiğine dâir bazı erkân-ı harb zâbıtânımızın olsun kitapların da okumadınız mı?” diye sordu. Ben "Hayır” dedim. +Ol vakit muhâtabım da sigarasını yakmakta iken sözüne devâmla "O hâlde +beni dinler iseniz siz Çar ’ın emlâkine gitmek üzere ineceğiniz +mevkifinden uzak olmayan müslümân kasabasına da uğramalısınız. Hem +de birkaç gün ikâmet ederek şimdi yaşında bulunan Gülmehcemâl nâm +kadını da ziyâret etmelisiniz. Mezbûre son hânlardan birinin zevcesi olup +hemen bir asra karîb yaşa mâlik bulunmakla beraber pek çok sergüzeştleri +hâtırlamakta olduğundan onları size dahi nakl ü rivâyet eder. İşbu +kadın hem pek akıllı hem de zekî oldukdan başka yalnız şarkda görülen +kadınlara mahsûs hîle ve hud‘a ile dahi me’lûftur” dedi. Doğrusu ben tâ +Bahr-i Hazar sâhilinden beri bana yol refâkati etmiş olan ’nin mezkûr +tavsiyesine karşı cidden teşekkürler ettim. Ve hem de tamâm bu hengâmda +uzun trende hayli büyük ve üstü pek ma‘rifetli sûrette demirlere geçirilmiş +cam çerçevelerle mestûr ve vâsi‘ mevkife de dâhil olarak tevakkuf ettiğinden +merkûmla vedâlaşıp yol çantamı verdiğim şimendifer hademesinden birinin +arkasından çıktım ve mevkif kapısından salona dâhil oldum. Doğrusu +mevkif binasının öbür cihetteki kapısından asıl kasabaya gitmek için çıkmak +üzere iken hakîkat hayrân kaldım. Çünkü öylece esrârlı bir sûrette bana +arkadaşlık eden ’nin ifâdât-ı vâkı‘asının doğruluğu müstebân oluyor idi. +Fi’l-vâki‘ kasaba ancak acîb ve hem de muharrirlerin mübâlağalarıyla me’lûf +hikâyelerde olduğu tarzda insânı imrendirecek ve her seyyâhın gözlerini +fevkalâde okşayacak bağlar, bahçeler ve çemenzâr içinde idi. Binâenaleyh +şimendiferde görülen kasâvetli manzarayı da unutturuyor idi. Hâsılı +ben daha ziyâde dikkatle baktığımda pek latîf ve hoş yeşil renkli ve gâyet +sık yaprakların ötede berideki aralıklarında binâ örtüleri ile damların ve +daha ötede semâya doğru uzanmış türlü türlü fabrika bacalarını ve sonra +telefon ve telgraf tellerine mahsûs ince demir direkleri ve ale’l-husûs tıpkı +Petersburg ’da olduğu tarzda muntazam bulvarları da gördüm. Sâlifu’l-beyân +bulvarlar geniş oldukdan mâ‘adâ ötede beride sanki büyük cadde sokağına +yan cihetlerden çıkan küçük sokak ağızları misüllü diğer bulvarlara birleşiyorlar idi. +Ve burada artık insan kendi kendine acaba hangi cihete +gitsem diye düşünmeye mecbûr oluyor idi. Vâkı‘â hava da pek güzel olup +cenûb güneşinin altın yaldızına müşâbih ziyâsı da bayraklara, çiçeklere ve +âsâr-ı medeniyyeye daha ziyâde revnak veriyorlar idi. Her ne kadar vakit +erken idiyse de güneş ortalığı şiddetle kavurmakta idi. Ma‘a hâzâ demin +ta‘rîf ettiğim yeşilliklerin kâffesinde bizim Petersburg’un ilk bahârına mahsûs ciyâdet ve +tarâvet mevcûd idi. Hâlkbuki Petersburg’da bi’l-fursa böyle +bir sıcak yalnız bir gün hüküm sürse bile mutlaka bi’l-cümle nebâtâtı +kavurarak yakar idi. Hele ziyâdece ziyâdâr yerlerde artık benim gibi an-asl +şimâl memleketi insânının gözlerini büsbütün kamaştırıyor idi. Her hâlde ben derhâl +kendimizin artık dan çok ziyâde cenûba +indiğimizi anladım. Ma‘a hâzâ ben dalgınlıkla trenin eşyalara mahsûs vagonundaki pılıpırtılarım +ile seyâhatim için pek luzûmlu şeylerimi bile az +kalsın unutacak idim. Bereket versin ki tren burada yirmi dakîka tevakkuf +ediyormuş. İşte buna binâen ben mevkifin kasaba cihetindeki kapısından +Türkistân’ın arkasındaki işbu acîb kasabayı biraz temâşâ ettikten sonra +tekrâr mevkif salonuna dâhil olarak ilk tesâdüf ettiğim bir yerliye eşyâlarımın +konşimentosunu uzattım ve onları alıp birinci mevki‘ salonuna götürmesini +tenbîh ettim. Her ne kadar Çar’ın emlâkine giden güzergâh üzerinde bulunan bir mevkif +burada artık en büyük mevâkiften ma‘dûd ise de +esâsen mevkif bulunmak ve binâen âlâ zâlik muvakkaten ârâmgâh ittihâz +edilmiş olmak hasebiyle sâ’ir mevkiflerden hiç farksız gibidir. Hele birinci +mevki‘ yolcularına mahsûs salon da küçüktür. Ve onun büfesinde her +şeyden akdem gözlerime çarpan bir demet dahi derhâl nazar-ı dikkatimi celb +etti. Vâkıâ bu demet demin ta‘rîf eylediğim şiddetli sıcak ile memleketin +kuraklığından dolayı külliyen kurumuş idi. + +Fakat aynı zamânda ona dâhil olan çiçeklerin cenûb memleketlerine +mahsûs en nâdir ve nâdide güller ile karanfillerden ve hem de ol vakte kadar +aslâ görmediğim goncalarla ezhârdan mürekkeb oldukları zâhir ve âşikâr idi. + +Hâsılı ben bir aralık mevkif müdürüne mahsûs oda içine ve kezâ mevkifin telgrafhânesi ittihâz edilen odaya da göz gezdirdim. Hulâsa-i kelâm +ikinci mevki‘ yolcularına mahsûs daha vâsi‘ce idi. Hele üçüncü mevki‘ yolcularının salonu büsbütün müstatîlu’ş-şekl olmak şartıyla her iki cihetten +altışar büyük pencerelerle tenvîr edilmekte idi. + +Ben mezkûr pencerelerin birine yaklaşıp dışarıya göz gezdirdiğimde yine +de gâyet sık yeşillikler arasında birçok merkebler ile katırlar ve hem de pek +de hacmâs olmayan Türkistân atları ve bir de hem yerlilere mahsûs hem de +Avrupa -kârî ikişer veyahut dörder tekerlekli çeşit çeşit arabalar müşâhede +eyledim. Ben bir aralık pırtılarımı birinci mevki‘ salonuna götürmüş +olan yerliye mürâca‘at edip "Acaba nereye nâzil olabilirim?” diye suâl ettim. +Mamâfih onun verdiği cevâbdan mağmûm oldum. Çünkü burada + +kıllı otel veyahut misafirhâne yok imiş. Böylece ben ister istemez bir takım +Türkmen veya Özbek hâncıları ma‘rifetleriyle idâre kılınan hânlardan birine +inmeğe mecbûr olacağımı anladım. Ama sonradan sâlifu’l-beyân hânların +tertîbâtlarından mahzûz olduğumu da inkâr edemem. Zîrâ işbu çöl adamları +artık bizim Petersburg ’da pansiyon ismi verilen usûlde hareket ediyorlar. +Yani Avrupa’nın her şehrinde mikdâr-ı ücret-i yevmiyye +veyahut ücret-i mâhiyye ile âileler içinde istenildiği müddet ikâmet edilmek +mümkün olduğu misillü buranın hanlarında da aynı usûl cârîdir. Ancak +ma‘lûm olduğu üzere gerek Londra ’da ve gerek Paris ’te bu gibi âileler esâsen +bellenmiş ve hem de türlü türlü tavsiye-nâmeleri de hâ’iz olduklarından +artık oraları ziyâret eden misâfirlerce tanınmış bulundukları hâlde Merv ’de +bilakis insan hiç bilmediği ve mu‘ârefesi olmadığı âileler nezdine nâzil olmak mecbûriyyetinden kurtulamamaktadır. Nitekim ben de demin ta‘rîf +eylediğim yerlinin cevâbı hâh nâ- bunu ihtiyâra mecbûr oldum. İşte ben kendi kendime: "Hele bakalım tâli‘ ve kaderim beni +kime tesâdüf ettirecektir!” diye bir hana getirilip odadan odaya gezmekte +iken an-asıl Petersburg’dan uzak olmayan İşçadriye kazası sekenesinden bir +doktora rast geldim. Bu ise elli beş yaşlarında olup tahmînen elli iki yaşında +bulunan zevcesiyle orada mukîm idi. Ve hem de başka kimsesi de olmadığından beni ayrıca hân odaları kirâlamaktan ise kendilerinde misâfir olmağa +da‘vet etti. Ve fazla olarak orada iki sene kadar zamândan beri ikâmet eylediğini beyânla kendi refâkatinde daha iyi gezebileceğimi ve ziyâretler icrâsı +mümkün olacağını da beyân eyledi. Böylece merkûm bana kendisinin +iş odasını tahsîs etti. Ben dahi zâten seyâhat tarîkiyle gelmiş olduğumdan +onun teklîfâtına muvâfakat eyledim. Hulâsa-i kelâm benim ilk işim mezkûr +âilenin küçücük banyo odalarında iyice banyo etmekten ibâret oldu. Çünkü +’dan beri şimendifer treninde sâlifu’l-beyân kurak çöl kıtasının tozları çökmüş olduğundan üstüm başım ve bir de vücûdum berbâd +halde idiler. Binaenaleyh oraya muvâsalatımdan tamâmı tamâmına bir sâ‘at +sonra yol çantamdan yeni çamaşır ve yeni urbalar çıkarıp giyerek sokağa +çıktım. Bu memleketin sokağı da artık hâtır u hayâle gelir şeylerden değildir. +Zîrâ sokakta ne yaya ve ne de araba kaldırımı yok idi. Yani bu sokak +yerlilerin ismini verdikleri acîb kumsal arâziden ibâretti. Doktor beni +her şeyden evvel bu havâlinin idârehâne-i umûmîsine götürdü. Zîrâ Rusya +dâhilindeki sebebiyle her yerde ve hattâ Rusya’ya tâbi‘ çöllerde +bile nüfûs kuyûdâtı mu‘âmelesine pek ziyâde dikkat ve i‘tinâ olunmaktadır. +Doğrusu orada da ben fevkalâde hüsn-i sûretle kabûl olundum. Hattâ +idârehâne memûrlarının kıdemlisi bana emlâk-i imparatorîden orada kalacağım müddetçe her yeri görebilmekliğim için nöbet arabası tahsîs +edebileceğini de söyledi. Bundan başka benden ta‘âmlarımı Çar ’ın sarayında +çiftlik müdürü ile birlikte etmekliğim için de söz aldılar. Hâsılı benim oraya +ilk defa gelmiş bulunduğumdan Çar’ın emlâkini idâre eden müdür bana bir +rehber de ta‘yîn etti. Ve ben kahvaltı ettikten sonra fevkalâde güzel kuzgûnî +donlu bir çift at koşulmuş olan arabaya ta‘âma kadar görülebilecek +yerleri seyr ü temâşâ etmeğe gittim. Her şeyden akdem doğrusu mezkûr atlar +da pek ziyâde istiğrâb ve hayretimi mûcib oldular. +Zîrâ atlar da mezkûr çiftlikte türetilmişler idi. Onun bana ilk +gösterdiği binâ sarâydan ayrı ve sâde bir katlı konut yapılışlı idi. Meğer +orası emlâk-i imparatorî müdürüne mahsûs imiş. Ba‘dehu "İşte bu bulvarlar gibi yollardan sarâya gidiliyor” dedi. +Ve ol vakit ben ortalığı yeşillik zulmetine büründürerek acîb manzaraya katlanarak mezkûr bulvar +misillü yolun ortasında sarâyı da gördüm. Bu ise işbu iklîme mahsûs bir +nev‘î Malta taşından yapılmış gâyet kocaman binâ olup birçok cihetlerinde teraslar ve +balkonlar ve cumbalar da vardır. Hem de damı bura usûl +mi‘mârisince dümdüz yapılmış olup etrafına korkuluk çekilmiş ve husûle +gelen meydân gibi mahal rasad-hâne ve her türlü tebeddülât-ı havâiyye +tahkîkâtına ta‘yîn edilmiştir. + +Arapça’da hîlekârlık anlamına gelse de Osmanlı Türçesinde kargaşa anlamında kullanılmaktadır. +Merkûm bir aralık "Eğer isterseniz sarâyı dâhilen de ziyaret edebiliriz” dedi. Ben de muvâfakat ettim. +Böylece biz onunla sâlifu’l-beyân çiftlik +sarâyının içinde de her yerini gözden geçirdik. Ve ba‘dehu merkûm beni +sarâyın bahçesine müteveccih cephesindeki terastan balkona çıkardı. +Ve ben orada gördüğüm manzaradan nâşî kalakaldım. Zîrâ ben kendimi Tevrât ’ta eski zamân Bâbillilerinin asma köprülü ve kezâ türlü türlü +nebâtı örgülerden mu‘allak olarak yapılan kameriyeli velhasıl hârikulâde +ahvâli me’lûf bahçelerinden birinde inmişim gibi tasavvur ederek ne diyeceğimi bile şaşırdım. Hâlbuki rehberim bana izâhat vermeğe girişerek: +"Bu gördüğünüz orman gibi bahçe ser-â-pâ meyve ağaçlarından yapılmış +olan sarây bahçesidir. Ve hem de neşv ü nemâ bulan meyveler meyânında +yalnız ismini işitmiş olduğunuz ve binâenaleyh bu ana dek aslâ görmemiş +bulunduğunuz semerât ve fevâkihi hâvî eşcâr-ı nâdire de çoktur.” + +Bu minvâl üzere daha üçüncü Aleksandır zamanında +türetilmeğe başlayıp İkinci Nikola ’nın işbu onuncu sene-i devriye-i hükûmetine dek umrânına ikdâm edilen bu meyveler bahçesi ve daha +doğrusu ormanı kürre-i arzın hiçbir yerinde yoktur, olamaz. Zîrâ burada +dahi ancak yerlilerin ismini verdikleri ve hiçbir türlü gübreye +ihtiyâc olmaksızın her cins-i nebâtâtı hârikulâde sûrette türetmekte olan +toprağın yardımı ile meydâna gelmiştir. Burada istenildiği ağacın bir dalı +kırılıp da kumsal yere saplandığı takdîrde iki ve nihâyet üç sene içerisinde +fevkalâde mükemmel gölge ve kezâ meyve cinsinden ise yerlilerin iki tekerlekli ve büyük tekne biçimindeki arabaları ile dört-beş arabadan dokuz-on +arabaya dek hâsılât verir. Ve binâenaleyh bu acîb kumsal toprağa mahsûldârlığı nokta-i nazarından "altın tozlu zemîn” diyenler de vardır.” dedi. +Bu minvâl üzere ortalık henüz Kânûn-ı sânî ayında iken bile eşcârdan bir +takımları artık mükemmel çiçek açmışlar idi. Ve etrâflarında türlü türlü +böcekler ile kelebekler oynaşmakta idi. Sükûnetli havada ise hoş bir vızıltı +işitiliyor idi. Diğer taraftan o cihetlerden gelen hava teneffüs edildikçe begâyet latîf ve hem de insânın hem genzini hem de sadrını fevkalâde okşayan +hoş kokular istişmâm ediliyor idi. + +Hulâsa-i kelâm nihâyet ben mektepte iken ilm-i nebâtât mebde’lerini de +tahsîl etmiş olduğumdan kolum yetişecek yerlerde bulunan ağaç dallarını +da usul usul itmeğe başladım. Bazılarına ise yetişemediğimden yalnız +göz bakışı ile mu‘âyene edebiliyor idim. Fi’l-hakîka işbu bahçede eşcârdan +bir takımlarının filizleri akla ve fikre gelmeyen makaralar husûle getirmiş +olduğu misillü ba‘zen patlamış ve henüz patlamak üzere bulunan goncalar +dahi insânın nazarlarını hârikulâde bir sûrette okşamakta idiler. Sâlifu’lbeyân goncalardan bir takımları sanki lisân-ı hâl ile kendilerine bakanlara: +Hele sabret. Biz de açılalım da işbu cenûbî memlekete tabî‘at tarafından +bahşedilmiş olan letâfet numûnelerini bak ve seyret” diyorlar idi. Hulâsa-i kelâm biz burada kış sonlarında bulunuyor idik. Ve binâenaleyh biz +artık burada dahi tıpkı Mısır ’da olduğu misillü Nisan başlangıçlarında ortalığın sahrâ-yı kebîr harâretleriyle me’lûf olması iktizâ eylediğini tahmîn ve +istihrâc ediyor idik. Ve fi’l-vâki‘ burada dahi havanın kuraklığı son derecede +idi. Her ne hâl ise biz burada yerlilerin her ne sebebe mebnî ise Persivük +veyahut Persivuk ismini verdikleri kuzguni atlarımızı alabildiğine koşturmak şartıyla yolumuza devam ediyor idik. Ve biz ikide bir de pek vâsi‘ +bahçeli duvarlar önünden geçtikten sonra koskocaman kârgîr binalara +vâsıl oluyorduk. Onların hizâlarından mürûr ederken rehberim yalnız belli +başlı kimselerin isimlerini söyleyip binâların onlar tarafından yaptırıldıklarını beyân ediyor idi. Bunlar meyânında sâlifu’l-beyân imparator çiftliğinin +büyük bahçesi bahçıvanlarının ikâmetgâhları koca bir kışlaya benziyor idi. +Ve kezâ çiftliklerin her türlü elektrik te’sîsâtlarını idareye mahsûs binâsı ve +bir takım ma‘mûlât i‘mâli için te’sîs kılınan fabrika ve nihâyet yerlilerle +mu‘âmelâta mahsûs idârehâne ve ba‘dehu hamâm ve sonra hara ve +ahırlarla kuşluklar ve bir küçük mikyâsta hayvânât bahçesi kulübeleri ve +artık sıcaktan pek de hoşlanmayarak şimâl ve Sibirya ’da yetişen bir takım +nebâtâtla meyve ve mahsûlâta mahsûs limonluk mevcûttur. Bu takdîrce +imparatorun Murgâb Çiftliği bu cihetten bakılınca artık bir küçük kasaba +teşkîl etmekte imiş gibi görünmektedir. Ben her nereye baksam iki tarafı +mükellef ağaçlarla muhât yollar ve her cihette yığın yığın olarak neşv ü nemâ +bulan çiçekler ve her mahalde yine de filizleri ve çiçekleriyle insâna hayret +veren toplu çalılar ve nihâyet pek çalışkan insânların emekleriyle husûle +getirilen âsâr-ı medeniyyeyi müşâhede ediyor idim. Burada pek vüs‘atli bir salon demin +ta‘rîf eylediğim devâir ve fabrikalarda ve çiftliğin sâ’ir +türlü i‘mârlarında müstahdem kesâna her türlü gazeteler ve kezâ yalnız pazar +günleri kapısı açık bırakılan bilardo ve satranç ve kezâ iskambil ve domino +oyununa mahsûs bir odada mevcûd idi. Çar ’ın sâlifu’l-beyân müstemlekesinde bu dediğim +mevâddın lüzûm-ı vücûdiyyeti zâhirdir. Zîrâ evvelce de +anlattığım üzere burada tarz-ı ma‘îşetin pek ziyâde yeknesâk olarak devam +etmesi hasebiyle ameleden tutarak tâ büyük me’mûrlara varıncaya dek arasıra zihinlerini meşgûl edecek mevâdd-ı medeniyyenin lüzûmu +derkârdır. Hulâsa-i kelâm bundan nâşî burada ahâliye mahsûs kebîr ahşap +tiyatro dahi mevcûttur. Hele beni pek ziyâde imrendiren şeylerden biri de +çiftlik hastanesi olmuştur. Burada erkeklere ve kadınlara mahsûs kısımlar +mevcûd olduktan mâ‘adâ yerlilerinin mürâca‘atları takdîrinde tedâvilerine +baktırılmak için her türlü iffet ve tesettür usûllerini hâvî şu‘be-i mahsûsa +dahi bulunuyor. Nitekim ben sonradan Petersburg ’dan ancak sekiz ay evvel +buraya bi’t-tesâdüf gelen bir kadın tabîbin erkek tabîbe hiçbir vakit kendilerini +göstermeyen Türkmen ve Özbek kadın ve kızlarının dünyâlar +kadar paralar kazandırmakta olduklarını da istimâ‘ ettim. Her ne hâl ise +arası çok geçmeden benim gezmeğe çıktığım zamân ikâmetgâhında kalmış +olan doktor da bir güzel kır ata râkiben vürûd etti. Meğer artık mu‘âyene +zamânı gelmiş imiş! İmdi merkûm bana hitâben "Şimdi haydi bakalım benim mu‘âyene salonumu da görünüz” +diye cebinden çıkardığı zarîf bir anahtarla bir kapıyı açıp içeriye girdi. Ben de arkası sıra dâhil oldum. +Orası sâlifu’l-beyân yerliler usûlünde duvarları türlü türlü kumâşlarla tezyîn edilmiş +vâsi‘ bir odadan ibâret idi. Ve ötede beride zarîf câmekân derûnunda +insânın teşrîhini müş‘ir vesâ’it-i fenniye de tertemiz tutulmakta idiler. Her +hâlde benim burada ilk nazar-ı dikkatimi celb eden şey doktordan türlü +türlü derdlerine karşı imdâd bekleyen akvâm-ı muhtelifenin sîmâ ve eşkâllerindeki garâbet idi. +Bunlar Türkmenlerden, Özbeklerden, Tarancalardan +ve nihâyet Sartlar ile Sibirya şarkının bazı yerlilerinden ve kezâ Kolça ile +havâlisinden hicret etmiş olan pek muhtelif yerlilerden müşekkil idiler. Ve +onlardan beherine mahsûs eşkâl-ı kavmiyet insâna pek ziyâde te’sîr ediyor +idi. Doktor dahi bu sözüme karşı: "İşbu kavim tabâbete son mertebe +emniyyet etmektedir. Ve bunu onların kadınlarını tedâvî ile meşgûl bulunan +Madam dahi tasdîk ediyor. Fakat bunda ta‘accüb olunacak bir şey de +yoktur. Zîrâ yaşadığımız iklîm fevkalâde münbit ve mahsûldâr olmakla +berâber birtakım mikropları da hâvî olduğundan ahâlîyi sık sık derdlerine +devâ aramağa mecbûr etmektedir” dedi. Hülâsa-i kelâm her iki tarafta pek +alçak kanepeler üzerinde ekserîsi bağdaş kurarak oturan mezkûr hastegânın +manzaraları şâyân-ı hayret idiler. Fakat bizim ol vakte kadar gördüğümüz kısım yalnız +sonradan yani askerî mühendislerimizin serfirâzı bulunan +erkân-ı harb feriki Aninkof tarafından yapılan şimendifer inşâ‘âtı akîbinde +meydâna getirilen ebniyeyi hâvî mahallelerden ibâret idiler. Binâenaleyh +rehberim bizi oralarda gezdirdikten sonra "Şimdi buyurunuz size yerliler +cihetini dahi göstereyim.” Ve fi’l-vâki‘ milliyetlerini az çok muhâfazaya i‘tinâ +eden müslümân akvâma mahsûs her yerde de birer türlü câlib-i merâk ve +mûcib-i ibret fark ve tefâvütle me’lûftur. Nitekim Fransa reis-i cumhûru Le +Bon dahi benim bu havâlî51de seyâhatimden bir buçuk sene kadar akdem +Cezâyir ’de seyâhat ederken Cezâyir Araplarına mahsûs mahalleleri bambaşka hâlde bulduğunu bir +nutk-ı resmîsinde alenen i‘tirâf eylemiş idi. Ma‘ahâzâ Merv şehrinin müslümânlarla meskûn kısmında dahi yalnız kendisine +mahsûs garâbet mevcûttur. Çünkü bir kere şehrin mezkûr kısmı da sanki +bulvarlardan ibâret imiş gibi görünüyor. Ve hem de bizim Petersburg’un +kahvehâne ve çayhânelerine bedel birer acîb köşe dükkânlarında yerlilerin +"kalyân” içmeleri veyahut "kant” denilen şekerli fıstık veyahut bâdem yiyip +vakit geçirmeleri son mertebe hayret verecek şeylerdendir. Her iki cihette +sokağa hiçbir pencereleri bulunmayan hâneler ve türlü türlü ufacık +dükkânlar öteden beriden işitilen türlü türlü lisânların tekellümleri her seyyâhı şaşırtır. +Fi’l-vaki‘ buralardan geçen bir insân kendisinin derhâl Avrupa +usûl-i mu‘âşeretine külliyen yabancı bulunan akvâm ve milletler içinden +mürûr etmekte bulunduğunu anlar. Ben dahi şarkın birçok yerlerinde bulunmuş olduğum hâlde bile cenûbun birdenbire enzârımın önüne koyduğu +sâlifu’l-beyân menâzır-ı garîbeyi müddet-i medîde bir şey diyemeksizin seyre daldım. +Burada meselâ sağa bakılırsa dehşetli sûrette mâllar yüklü +ikişer kanburlu develer, sola bakıldığında yine de acîb yükler taşımakta olan +merkebler, daha ötede pek ziyâde şâyân-ı hayret hâşâlarla takımları hâvî +fevkalâde battâl katırlar ve nihâyet Türmen ve Özbek ve Taranca atları onların şâyân-ı +ta‘accüb dizginleri ve üzengileri ve onlara binen insânların fevkalade acîb kıyâfetleri +parlak yerli kumâşlarından dikilmiş urbaları sipsivri +uçlu türlü türlü nakışlar işlenmiş külâhları ve sâlifu’l-beyân hayvânâtın kendi +cinslerine mahsûs seslerle bağrışmaları da pek tuhaf idi. Ez-cümle +develerin ikide birde "‘âf ‘âf ” tarzında sadâları ve hem de midilli cinsinin +bambaşka sınıfını teşkil eden Özbek atlarının kişnemeleri, merkeblerin anırmaları +ve nihâyet katırların kişnemek ile merkeb anırması ortasında bir acîb +sadâ neşr eylemeleri son mertebe istiğrâb ve ta‘accübü mûcib olacak ahvâlden idi. +Gitgide biz Merv şehrinin çarşısına girerken daha ziyâde şâyân-ı +ta‘accüb manzaralar da gördük. Şöyle ki, sîmâ ve eşkâlleri pek ciddî ve +hem de üstleri başları rengârenk ipek kumâştan dikilmiş geniş cübbelerle +mestûr ve yalın ayaklarında fevkalâde hafîf ve pek müzeyyen nakış işlemelerini +hâvî terlikler giymiş ve başlarına da her renkte sarıklar sarmış bulunan +Türkmenler , Özbekler , Tarancalar ve Kolça muhâcirleri kaynaşmakta idiler. +Biz bir dar sokağın köşe başındaki bir dükkânda gâyet iyi koku neşr eden +bir şeyin kızartıldığını his edip baktık. Meğer orası aşçı dükkânı imiş, hem +de kızartılan şey de alâ sülün imiş. Zîrâ burada mezkûr kuşların hadd ü +hesâbları yoktur. Bu minvâl üzere bizim Petersburg’da mezkûr kuşları +ancak ağniyâ yiyebilmekteler iken burada işbu çarşıya öte beri şeyler satmağa gelen +köylüler bile mezkûr kuşun etiyle karınlarını doyurmaktadırlar. +Hulâsa-i kelam ondan uzak olmayan diğer bir dükkân mezkûr cenûb ahâlisine mahsûs çayhâne idi. +Buralarda artık intişâr eden kokular bile insâna +bambaşka te’sirât husûle getiriyor idi. Zîrâ içki kokularından aslâ eser olmayıp gûn-â-gûn ıtriyyât +ve kezâlik ve nebâtât ve baharât kokuları istişmâm +olunuyor idi. Amâ daha garîbi oradaki köşelerden sapıverir vermez insânın +derhâl kendisini Avrupa denecek yerde bulmasından ibâret idi. +Bu sırada benim yanımda bulunan rehberim bana hitâben "Burası artık bizim +nabzımız gibidir ve bütün âsâr-ı hayâtımız burada pek belli olarak zâhir +olmaktadır. Zîrâ şimdiye kadar Merv’in küçük ve dar ve hem de ufacık +kapılı dükkânlarında görmüş olduğunuz mevâddan ekserîsi bu memleket +pamukçularının ihrâcâtları olup onlar da dediğim hâm mevâddı mücerred +işbu fabrika için yetiştirmektedirler. Evet bu pamuk fabrikasıyla biz cidden +iftihâr ederiz. Ve zâten sizi sûret-i kat‘iyyede te’mîn ederim ki böyle mühim +bir fabrikayı yalnız bizim Rusya ’da değil; belki Avrupa’nın da hiçbir yerinde +bulamazsınız” dedi. Hâsılı burada her şeyden büyük ve sanki uzaktan +insâna Mısır Ehrâm larını ihtar edecek sûrette te’sîr hâsıl eden bina şüphesiz +büyük pamuk i‘mâlâtı fabrikasıdır. Ve onun her yerinde bir takım bacalar +ve kezâ derûnunda acîb bir gürültü ve sık sık düdük ötmesi veyahut islimler +fışkırtılmasından mütevellid şamatalar dahi insana bambaşka te’sîr hâsıl +eylemektedir. Binâenaleyh ben bir aralık rehberime dönüp "Aman şu +fabrikayı da ziyâret edelim” dedim ise de merkûm yeleği cebinden çıkardığı +sâ‘atine baktıktan sonra: "Hayır, hayır bu pek kocaman binayı ziyâret +etmemiz için vakit kalmamıştır. Ve hem de şimdi artık yerlilerin, "kuşluk” +zamânı denilen zamân geldiğinden muvakkaten ta‘tîli iktizâ eyleyecektir. +Fi’l-vâki‘ burada gündüzleri gün ortasındaki şiddetli harârette herkese istirâhat zamân +ve müddeti tahsîs edilmiştir. Binâenaleyh biz fabrikayı dâhilen +ziyâret için ayrıca bir gün tahsîs ederiz. Şimdi ise arzû ederseniz sizi biraz +"istep” ismi verilen ve dünyânın hiçbir yerinde sahrâ ve çöllerine benzemeyen Mâverâ-yı Bahr-ı Hazar +çöllerinde gezdireyim” dedi. Fi’l-hakîka arası +çok geçmeden bizim güzel kuzgunî atlarımız bizi alabildiğine sür‘atle +hayli uzakta be-gâyet acîb eşkâl ve gölgeleri hâvî enkâzları görülmekte olan +cihete doğru götürmeye başladılar. Bu sırada yine de cevânib-i erba‘amızın +düzlüğüne hayret etmemek gayr-i kâbil idi. Ve hem de Kânûn-ı sânînin son +günleri olmakla beraber cenûb güneşi bizi bütün şiddetiyle okşadığından +harâretin te’sîri ziyâde idi. Hele ben Petersburg havasıyla me’nûs bulunduğumdan gerek +rehberimden ve gerek arabacımızdan kat kat ziyâde ter dökmekte ve ızdırâb da çekmekte idim. +Ve lâkin Çar’ın çiftliğinde artık arabamıza her türlü serinleştirici meşrûbât da konulmuş idi. +Âkıbet ben rehberime dönerek: "Bu nasıl enkâzdır?” diye sordum. Merkûm ise "Eski +Merv şehri harâbesidir!” dedi. "Burada mazgal yerleri pek belli bulunan eski +kale harâbesi de vardır. Amâ mürûr-ı zamânla pek harâbe olan kale ve burçların ne +şekillerine ve ne de cesâmet ve hacimlerine dâir artık hiçbir fikir +edinmek bile mümkün değildir. Bundan mâ‘adâ müte‘addid yerde kumlarla +gömülmüş ve bazı yerde henüz eski hâllerini muhâfaza eylemiş bulunan +hendeklerin dahi ezmine-i kadîmede neye hizmet etmiş bulunacaklarını +anlamak mümkün değildir. Amâ onlarla muvâzî sûrette topraktan yapılan +hayli yüksek çit duvarını da müşâhede edebildik. İmdi mezkûr toprak +çitlere çıkıp da etrâfa göz gezdirilecek olursa her taraftan göz görebildiği +mesâfelere dek sanki muhtelif kabartmalar husûle getiren deniz sathı misillü +harâbe-zâr enkâzları görülmektedir. Mezkûr enkâzlardan bir takımları dümdüz kumsal +arâzi üzerinde tabî‘î deniz satıhlarında kalan öte beri gemi parçaları misillü müşâhede olunuyorlar. +Amma ara sıra yerliler tarafından ismi verilen kubbeli türbelere müşâbih âsâr-ı atîka dahi müşâhede +edilmekte idi. Ma‘a-hâzâ oralarda yatan eşhâs-ı târîhiyye külliyen mechûl +idiler. Biz burada birçok yazılı çini parçaları ve kezâ üzerleri güzel minelerle işlenmiş +birçok taş kırıkları dahi bulduk isek de onlardan hiçbir şey +istihrâc etmek mümkün olamadı. Çünkü yazıları şimdi artık hiç isti‘mâl +edilmeyen hutûttan ibâret idi. Ancak daha ötede biz behemehâl vaktiyle +büyük bir zâtın medfûn olmuş bulunacağına dâ’ir emârâta da tesâdüf ettik. +Zâten bu gibi yerlerde artık vaktiyle kim bilir nereden ve ne tür zahmetlerle +getirilmiş olan büyük ve güzel cilâlanmış ve üzerlerinde a‘lâ oymalar işlenmiş mermer sütûnları +da çok idi. Vâkı‘â bazı mermer levhalardaki +münderecât artık anlaşılmayan yazılarıyla bize gûyâ yalnız orada medfûn +kimesneleri değil, belki onların ef‘âl ve harekât-ı acîbelerini dahi belli edecek +derecede te’sîr bırakıyorlar idi. Lâkin te’essüf olunur ki buralarda bulunan +mezârlar bile artık parça parça hâldedirler. Zîrâ Türkmenlerde de sâ’ir Asya +akvâmında olduğu tarzda ölülere ri‘âyet hissi pek ziyâde olduğundan onlar +kurgan ismini verdikleri türbelerini son mertebe dikkatle gözetmektedirler. +Ma‘mâfih ben ne yalan söyleyim, burada gördüğüm bazı türbe enkâzlarını +ismiyle ma‘rûf puthânelerine de bir dereceye +kadar benzettim. Vâkıâ târîh nokta-i nazarından ma‘lûm olduğu vecihle Asya’nın +ezmine-i kadîmede yaşayan akvâm-ı muhtelifesi hep putperestlerden ibâret idiler. +Ben artık Asya’nın işbu köşesinde bizim zamânımıza dek +gelip geçmiş olan akvâma dâ’ir dahi derin düşüncelere daldım. Ve fi’l-hakîka Asya kıt‘ası +pek eski zamândan beri akvâm-ı muhtelife-i beşerin beşiği +addedilmektedir. Âkıbet rehberim bir aralık sol cihetimizde ansızın peydâ +oluveren bir şey misillü gözümüze görünen gâyet kocaman binâyı göstererek: +"İşte Sultan Sencer Câmi‘ i budur!” diye söyledi. Ve hem de arabacıya arabayı o cihete sevk eylemesi +için emir verdi. Biz de arası çok geçmeden +sanki kireçle karışık molozdan yapılmış şose gibi dümdüz yollardan sâlifu’lbeyân azîm ve vâsi‘ +binâyı ihâta eden çite dâhil olduk. Doğrusu bu artık +Paris ’in Panteon nâm be-gâyet büyük kubbeli binâsını da andırıyor idi. +Fakat Paris’teki Panteon pek güzel muhâfaza edilmekte iken Sultan Sencer’in +câmi‘i nîm-harâbe şeklinde idi. Ancak her hâlde onun pek çok asırlardan +beri işbu çöllere kemâl-i cesâretle dayandığı da zâhir idi. Buralarda dahi +insâna pek azametli hâtıraları ihtâr etmekte olan kadîm zamân mezârları +çoktur. Fakat bizim geçtiğimiz zamân işbu türbeler de harâbe-zâr olup ekserînin +mürûr-ı zamânla ya yalçın kaya gibi siyâhlaşmış olan kubbelerinde +sürülerle kestane kargaları oturuyorlar idi. Ve onların gürültüleri veyahut +birden bire uçtukları zamân husûle getirdikleri gölgeleri de hayret-fezâ idi. +Ve ammâ ben ister tarz-ı binâdaki letâfete ve ister direk ve sütûnlara ve +pencere ve kayıt mahallerine de hakîkat ta‘rîf olunamayacak kadar imrenerek bakıyordum. +Zîrâ her birine mahsûs bir türlü letâfet Ve fenn-i +mi‘mârî nezâketi bi’l-bedâhe göze çarpıyordu. Biz nîm-harâbe-zâr ve nîmma‘mûr bulunan işbu +koca bina dâhilinde tamâm bir buçuk sâ‘at dolaştık +ve doğrusu pek yorulduğumuzdan tekrâr arabaya binip arabacıya artık tırıs +gitmek şartıyla enkâzlar arasında gezdirmek için emir verdik. Ma‘a-hâzâ biz +birkaç kilometre mesâfe dâhilinde lâ-yu‘ad ve lâ-yuhsâ denecek kadar çok +türbe enkâzlarına rast geldik. Binâenaleyh bence bu memleket sanki eskiden +beri ebediyyet şehri addolunacak sûrette fevkalâde kesretli mezârları hâvî +imiş gibi göründü. Ben müddet-i ömrümde bu derece kocaman binâların +hep bir yerde cem‘ edilmesinden husûle gelen memleket gibi görünen +işbu eski Merv kadar vâsi‘ ve büyük şehri zihnimde bile bir türlü sığdıramadığımdan +husûle gelen istiğrâb ve ta‘accüb sebesiyle bi’d-defa‘ât muhtelif +yerlerde durarak tefekküre daldım. Vâkı‘â bana daha şimendifer treninin +birinci mevki‘ vagonunda da beyân edildiği üzere kadîm Merv şehri hakîkat +lâ-ekall üç Londra ’yı ihâta edecek kadar büyük bulunmuş olmak gerektir. +Zîrâ ben Londra’da da bir aralık sefâretimizin bir kitâbeti vazîfesiyle aylarca +kalmış bulunduğumdan her semtini defa‘âtle ziyâret edebilmiş idim. +Ve ben kendi kendime ikide bir de: "Amân yâ Rabbî ne kadar da büyük +servet-i târîhiyyeye mâlikmişiz. Velâkin te’essüf olunur ki erbâb-ı +ulûmumuzun kahtlığından nâşî bu âsâr-ı atîka ictimâ‘-gâhlarına dâ’ir hiçbir +neşriyyâtımız yoktur.” demeye mecbûr oluyor idim. Evet eski Merv şehrini +adam akıllı ziyâret edecek kimesne artık sonradan târîhi pek iyi öğrendim +diyebilir. +Doğrusu bu yerlerde bulunan her akl-ı selîm sâhibi bir taraftan hayâtın +ne demek olduğu hakîkat pek güzel öğrenebileceği misillü hayâtın son derece serîu’z-zevâl +olup kürre-i arzın da en büyük âsâr-ı umrânın bile pek muvakkat şey olduklarını derhâl anlar. +Rehberim bu esnada bana mezkûr +enkâzın türlü türlü taş yığınları arasında nâdir olmayarak karakulak veyahut +vaşak veya tilki ve bazen çakallar bile yer alır yuvalar yaptığını söylemek üzere +iken bir cihette küçük çapta Mısır ehrâmını îmâ etmekte olan taşlar yığını +arkasından hakîkat hem tilkiyi hem de çakalı andıran bir mahlûkâtın fırladığı müşâhede olundu. +Ammâ bu hayvân bi’t-tabî‘ benim silâhımı hazırlayıp nişân almaklığımı da beklemeksizin ortadan zâyi‘ olup gitti. +Fakat ben vaktiyle Kudüs civârında da bir mahalde işbu keyfiyeti andıran bir hâdise +gördüğümü hatırladım. Orada da ben bir Türk rehberi ile dolaşmakta +iken bu yolda bir acîb hayvân zuhûr edivermiş idi. Biz mezkûr ziyâretten +dönüşte arâzinin ta‘rîfi nâ-kâbil düz bulunmasından nâşî be-gâyet uzun +ve uzak mesâfeden gelmekte olan yük trenini gördük. Doğrusu trenler de +buralardan geçerken gûyâ sâlifu’l-beyân şehir harâbesini ve kezâ orada yığın +yığın duran kocaman taş sütûnları ile kasrlar misillü taşları sarsıyormuş gibi +bir te’sîr his olunur. Lâkin mezkûr tren bile artık kim bilir ne kadar asr akdem burada üçlü Londra’yı +ihâta edebilecek cesâmette bulunan şehrin enkâzı ve harâbeleri yanlarına gelir gelmez oyuncak mesâbesinde kalıyor. +Biz dönüşte takrîben on kilometrelik mesâfe dâhilinde kumsal arâzi hâricinde +bir de birtakım dikenli çiçek veyahut meyveleriyle câlib-i nazar-ı dikkat olan +yabânî çalılar ve küçük çaplı ağaçlar gördük. Otlar ise ekseriyyetle yosun +cinsinden ve fakat kurak yerlerde neşv ü nemâ bulan yosunlardan idiler. +Hâsılı ben Merv harâbe-zârından sonra dünyânın hiçbir şehrine ta‘accüb +etmeyeceğim. Zîrâ Merv’in enkâzı cidden akıllara hayret verecek derecede +olup insânın zihnini tahrîş eder. Ve hem de onu gören her seyyâh artık +enkâzı i‘tibâriyle de fevkalâde vâsi‘ bulunacağı anlaşılan mezkûr eski zamân +şehrini ve ahâlisini ve onların tarz-ı ma‘îşetlerini uzun uzadıya düşünür. +Biz burada havânın ağır sıcağı ile berâber son mertebe acıkarak dosdoğru +Murgâb çiftliklerinde vâki‘ Çar ’ın sarayına geldik. Ve ben bizi kendi dâ’iresinde +istikbâl eden çiftlik müdürünü görünce merkûma hitâben: "Aman +Mösyö sizin memleketiniz hakîkaten akıllara hayret verecek derecede şâyân-ı +istiğrâb ve ta‘accüb imiş” demeye mecbûr oldum. Müdür dahi sözümü +tasdîk edip "Evet ben tam dört senedir burada istihdâm edildiğim hâlde +bile işbu acîb toprağın esrâr-ı hafiyyesini henüz anlayamadım. Ve binâen +alâ zâlik şimdi ben dahi i‘tirâf ederim ki burada seyyâhlar ile erbâb-ı ulûm +için bitmez tükenmez mertebede kesretli, şâyân-ı istiğrâb mevâdd ve âsâr +mevcuttur. Hele memâlikin vüs‘atı da pek büyük olduğundan burada herkes +istediği misüllü atını oynatabilir. Ve dâ’imâ yeni bir şey bulur” dedi. +Bu sırada bizim mükâlememize karışan uzun boylu ve hem de gâyet zayıf vücûdlu +esmer ve miyoplara mahsûs gözlüklü kâtib bana dönerek "Ancak acaba +bizim Rusya ’da erbâb-ı ulûmdan bu yerlere dâ’ir merâk eden var mıdır? İşte +asıl cây-ı su’âl olan keyfiyyet de budur” dedi. Müdür ise onun bu sözüne +karşı "Doğrusu bunu ben kendim de bilmiyorum. Ve lâkin akvâ-yı melhûz +olduğuna göre Rusya erbâb-ı ulûmu içinde bunu bilmeyenler olmamalı. +Yoksa onlar ellerini kavuşturup Petersburg ’da oturmazlar idi” dedi. +Ve tamâm bu hengâmda ta‘âmın hâzır idüği bildirildiğinden biz hepimiz sofra +başına geçmek için gittik. Sofra ise hakîkat Petersburg usûl-i mu‘âşeretine +muvâfık sûrette tertîb edilmiş idi. Ve müdürün elli yaşlarında bulunan zevcesi +dahi benim sağımda bulunuyor idi. Binâenaleyh ben onunla da +konuşup yerlilerin familyalarından bildikleri olup olmadığını öğrenmeye +çalıştım. Çünkü daha şimendifer treni vagonunda N’den istimâ‘ eylemiş +olduğum ma‘hûd acûze hân familyasına dâ’ir ma‘lûmât almak arzûsunda +idim. Ancak zavallı kadın biraz hastalıklı olduğundan yerli kadınlarıyla çok +münâsebâtta bulunamadığını beyân etti. +Ba‘dehû ben yine de bahsi o günkü müşâhedâtımıza intikâl ettirdim. +Ammâ mezbûre artık kendisinin oradaki âsâr-ı atîkalar ile şâyân-ı +ta‘accüb mevâddan alışmış bulunduğunu söyledi. Diğer taraftan memleketin +Avrupalılar için yalınız kışın ve ilk bahar mevsimlerinde yaşanabilecek +idüğini yoksa yaz ile son bahârda aslâ iskân edilemeyecek sıcaklar hüküm +sürdüğünü de beyân eyledi. Fi’l-vâki‘ bu keyfiyyet artık burada külliyyetli +ta‘dâd da ipek ve pamuk ve pirinç ve üzüm ve bir takım sıcak memâlik +hâsılâtı husûle gelmesi ile dahi sâbit oluyor idi. +Diğer taraftan biz sonra buraya ticâret veya san‘at icrâsı için gelen +bir takım Avrupalılara tesâdüf ettiğini de dahi aynı ma‘lûmatı işittik. Şöyleki: +iki seneden beri mevkifde istihdâm edilmiş bir Frenk bana hitâben: +"Eski Merv , civârında yaz günleri güneşin hakîkat emsâlsiz sûrette ortalığı +kavurduğunu anlattı. Bu minvâl üzere merkûmun ifâdesince yazın çok vakit +Avrupalıların burada nefesleri kesilecek derecelerde harâret-i şems hüküm-fermâ olmaktadır. +Çok vakit mehmâ-emken teneffüs edebilmek üzere +kuyular tarzında hafr edilmiş mahzenlere inmek iktizâ eylemektedir. +Ez-cümle odalarda gündüzleri güneş ziyâsının geçmesi için hiçbir aralık +bırakmamak şartıyla perdeler örtülür ki mâ‘adâ oturulan yerlerde veyahut +yatılacak yataklarda mehmâ-emken serinlik husûle getirmek için çarşafların +ve kanepe veya koltuklu ve sandalye örtülerinin sık sık ıslatıldıklarını ve +fakat onların yine de pek azar zaman içinde kuruduklarını söylediler. Bu +minvâl üzere işbu memleket havasına mahsûs ilk hâssa fevkalâde yebûsettir. +Bundan nâşî demin ta‘rîf ettiğim tarzda alışmayan ve burada doğmayan +kimseler için teneffüs zorlukları his edilmesi tabî‘îdir. Fazla olarak ben +her yerde geniş ağızlı testiler ve kezâ yassı tabaklar ve yalak biçiminde bir +takımı balçıktan ma‘mûl ve bir takımı fağfûr ve çini büyük kâselerle sular +durduğunu görünce sâlifu’l-beyân madama dönüp "Bunlar nedendir?” diye +sordum. Mezbûre ise bu gibi kurak ve binâenaleyh havası usreti teneffüsü +mûcib mahallerde ilk ittihâz olunacak tedâbirden biri de budur... Ve lâkin +biz bundan da bir türlü hayır göremiyoruz. Ve her zaman dudaklarımızda +ve burun deliklerimizde kuraklık hissediyoruz. Odalardaki bu sular ise çabucak tebahhur edip +uçuyorlar” dedikten sonra beslemeye hitâben "Onlara +yeniden su koymayı emretti. Mezbûre de tıpkı bahçe sulamaya mahsûs +ve ibrik biçimindeki kova ile bi’d-defeât sular getirip kurumuş ne kadar zarf +var ise doldurdu. Müdürün zevcesi ise sözüne devâmla: "Burada besleme ve +hizmetkâr bulmak da pek güçtür. Çünkü onlar çok vakit ziyâdece gezindikde bayılırlar. +Ve hem de hiçbir yerde çok kalmayıp gerisin geri şarka dönmeğe çalışıyorlar. +Ve bazı vakit tekmîl insanlara ta‘rîfi nâ-kâbil rehâvet çöktüğü +his olunur. Ammâ doğrusunu söylemek lâzım ise bu gibi ahvâlde dimağ bile +sanki kaynıyormuş misillü kulaklarda acîb çâk in‘ikâsları duyulur. İmdi bu +gibi esnâlarda ne düşünmek ne kırâ’at etmek ne iş görmek ne işittirmek ve +ne de keyfe mâ-ittafak bir şeyle uğraşmak mümkün değildir. +Bu minvâl üzere işbu memlekette ve güneş sanki semâya irtifâ‘ kesb etmeğe başlar +başlamaz ortalığı kasıp kavurmakta ve bu hâl onun gurûbu zamanına dek +devâm etmektedir. Burada akşam karanlığı pek az devâm eder. Ve binâenaleyh +mehtâpsız gecelerde karanlık çabucak çöker. Ma‘mâfih çok vakt geceleri +de sıkıntılı olarak geçmektedir. Ve bi’l-farz cüz’îce hava kesb-i i‘tidâl ettikte +diğer bir mahzûr baş göstermektedir. Bu ise işbu memleketin be-gâyet +hûn-rîz ve inâtçı bulunan sivri sineklerinin her kangı bir yerde en cüz’î eşî‘a +görünce yüzlerle ve binlerle hücûm etmeleridir. Fi’l-vâki‘ tabî‘at da sanki +onların cinâyetlerine iştirâk ediyor. Çünkü vücûd muttasıl terlemeden +ve bundan nâşî kanın suya ihtiyâcına mebnî ikide birde su içilmesinden +her zamân terli ve binâenaleyh açık bulunduğundan doyalı +mezkûr sivrisinekler pek kolaylıkla ve hem de hemen vücûda konar konmaz +iğnelerini batırıp kanı emmeğe başlarlar. Böylece dediğim hûn-rîz ve hûnhâr +hayvânât-ı sağîreden hiçbir yerde barınmak kâbil olamıyor. Zîrâ burada +seyrek cibinlikten istifâde olunamaz Ve fi’l-hakîka onlardan geçebilen +tatarcıklar da mebzûldür. Biraz sık olduğu takdîrde ise kurak havanın teneffüsü +ile bile ızdırâb çeken nefs külliyen bunalmağa ma‘rûz olur. Nitekim bu yolda misâller dahi vardır. +İşte sivrisinekler ile buranın tatarcıkları bizim şimâlî memleketlerde yalnız +yaz mevsimine mahsûs âdî sinekler ile yabân arılarına ve hattâ arılara bile mukâyese olunamazlar. +Zâten insan onların sıkıntılı gecelerinde gerek uykudan ve gerek râhattan kâmilen mahrûm olup +nerede barınabileceğini bile bilemiyor. Ve binâen alâ zâlik Merv çöllerinin +işbu belâsı sâ’ir birçok belâları pek geride bırakacak kadar dehşetlidir” dedi. +Doğrusu yaşlı ve hayli derdler geçirdiği anlaşılan Madabe Bey acıdığımdan +ben bir aralık "Acaba yerliler da buna karşı bir çâre bulamamışlar mıdır?” diye suâl ettim. Kadın bu sözüme karşı + +-"Hayır onların sözlerine i‘timâd edildiği takdîrde bile ol bâbda tavsiye +eyledikleri tedbîr yapılamaz” dedi. Ben "Ne gibi ve neden?” diye sordum. +Kadın: + +-Çünkü onların tekmîl vücûdun yani ile tılâ’ edilerek +yatıldığı hâlde sivrisinekler dokunmuyorlar imiş. Hâlbuki bunun be-gâyet +ağır kokusundan ve husûsan sıcak ve nefes sıkan havada uyumak da kâbil +olamaz. Şurası da şâyân-ı dikkattir ki bizim sivri sineklerimiz insânı bir +kere soktukları hâlde gûyâ iğnelerini mesâmmât-ı cildiyyede de bırakmışlar +misillü sabâha dek kaşınmaktan başka çâre yoktur. Ve bi’l-farz insân onları +telef etse bile sanki yine de kendi üzerinde konduklarını hiss ediyormuş gibi +duygudan kurtulamaz. Ferdâsı günü ise sokulan mahallerde müdhiş yanıklar hem de +kırmızı renkli kabarıklar peydâ olur. Sâlifu’l-beyân kabarıklar ise +vücûdun sıcak su ile haşlanması kabarıklarına da benzer. Fakat haşlandığı +zamân kabarıklar beyâz olup bu memleket sivrisinekleri sokduktan sonra ise +kırmızı olur” dedi. Ba‘dehû mezbûrenin bu memleket ahvâl-i iklîmiyyesine dâir +ifâdâtı da nazar-ı dikkatimi celb etti. Şöyle ki: müdürün familyası +burada Avrupalılar için en nünâsib mevsimlerin kış ile ilkbahâr idügini ve +bilakis aslâ ikâmeti câ’iz olmayan mevsimlerin yaz ve sonbahar olduğunu +beyân etti. Ammâ kış mevsiminde pek nâdirâttan olarak kar serptiği günler +olsa bile hiçbir yerde zemînin karı kabûl etmediği de muhakkak olup hâlbuki +Avrupalılar için havada olanca rutûbet husûle gelmesi artık teneffüsü +teshîl etmekte imiş. Hele memleketin sonbahârında bazı günler Avrupalı +insânlar için âdetâ bulunuyormuş. Fakat bizzât kendimin buna bir +türlü zihnim ermedi. Sonra ben mezbûreye dönüp Çar ’ın bu kalabalık +nüfûsu hâvî çiftliğinde ahâlinin ne misüllü eğlencelerle vakit geçirdiklerini +de suâl ettim. Kadın: "Bizim eğlencelerimiz pek ma‘dûddur. Vâkı‘â erkekler için +eğlence belki de şimâl memleketlerinde çoktur. Zîrâ onlar hemen +her mevsimde sayd-şikâr husûsunca eksik görmezler. Alelhusûs kuş cinsinin +çokluğu ve ihtilâf-ı cins pek ziyâdedir. Burada bazı senelerde sülünler bizim +Petersburg ’un kargaları ile kestane kargaları kadar çoktur. Ve diğer bazı senelerde +yabân ördeği ile çulluk, keklik ve bıldırcın da bitmez tükenmez denilecek mertebede mebzûldur. +Hulâsa-i kelâm "Siz bir müddet misâfir kalacağınızdan kocam sizi dediğim evlerin her birine götürecektir. Ol vakit +kendiniz de bu dediklerimi tasdîk edersiniz” dedi. Ben "Acaba çalgı vehayut +hânende cem‘iyyetleri de tertîb olunmuyor mu? diye sordum. + +Mezbure: + +-"Vâkıâ bizim kulüp ittihâz ettiğimiz bir binâ da vardır. +Ve orada arasıra bu memleket çalgılarında mahâretli bulunanlar mûsikî eğlenceleri de +tertîb ederler. Lâkin bu ta‘rîf eylediğim şeyler seyrektir. Hâsılı burada harp, +kemân, kemençe ve kezâ yerlilerin kaval ve birtakım tellerden yapılan çalgıları pek güzeldir” dedi. + +Bu minvâl üzere benim Murgâb çiftliklerine +dâir aldığım işbu ma‘lûmât ne yalan söyleyeyim beni pek düşündürdü. Zîrâ +burada artık pek eski zamândan beri âsâr-ı umrân ve medeniyyet te’sîs eylemiş bulunan kavmin elbette +fusûl ve mevâsim-i erba‘anın hepsini burada +geçirmiş olmaları iktizâ ettiğinden onlar tarafından ister ahvâl-i iklîmeye +karşı ve ister kadının ta‘rîf eylediği sivrisinek ve tatarcık belâları aleyhinde +mutlakâ tedâbîr düşünülmüş olacaktır. Yoksa onların böyle sayılamayacak +kadar kesretli asırlardan beri pâyidâr kalan âsâr-ı sâbiteleri meydâna getirmelerine de +ma‘nâ verilemez. Acaba öte yerler neden ibâret olmuştur. İşte +böyle şeyler de cidden taharrî olunmağa şâyândır. Ale’l-husûs benim Petersburg’dan +hareketimden pek az zamân evvel Devlet-i Aliyye ’nin İzmir vilâyeti +dâhilinde bir Alman âsâr-ı atîka taharrîsi şirketi ma‘rifetiyle icrâ kılınan +taharriyyât esnâsında mükemmel âlât-ı cerrâhiyye ile eğrelti kol ve bacak ve +ayak misillü şeylerin zuhûr eylemeleri eski zamân akvâmının her şeye akıl +ve fikirleri erdiğini isbât etmiş idi. Binâenaleyh ben ol bâbda kendi kendime +pek ziyâde zihnimi yordum. Her ne hâl ise Çarın emlâkı bulunan Murgâb +Çiftliği’nde pek nâdirâttan olarak oraları ziyâret için gelen Avrupalı +veya Rus mûsikî veya sâ’ir tiyatroculuk sanatkârı vürûd ettiği zaman o gibi +teatraldan san‘atlar icrâ ettirilmesi de vukû‘ buluyormuş. Binâenaleyh müdürün +familyasının beyân eylediği üzere asıl adamakıllı eğlenceler pek ender +imiş. Biz esnâ-yı ta’âmda sofrada ikisi kadın ve altısı erkek olmak üzere sekiz +kişi idik. Doğrusu pek sürekli yolculuk zamânından beri Avrupa mutfağı +ta‘âmlarını da yememiş olduğumdan müdürün tertîb ettirdiği ziyâfet fevkalâde makbûle geçti. +Ta‘âmdan sonra müdür bana Çar ’ın sarâyını ve +teferru‘âtını gösterdi. Evvelce de dediğim üzere bu gâyet vâsi‘ ve hâricen de +pek rağbetli ve güzel binâ olup cephesi bahçenin iki tarafı kocaman ağaçlarla +muhât bulunan ağzına nâzırdır. + +Ammâ onun üst katına çıkılıp da ön cihete doğru ufka göz gezdirilirse Tevrât’ta +mestûr Âsuriyye asıllı bahçelerini ve kezâ Hazret-i Süleymân’a +isnâd olunan sefâhet devrini hatırlamamak gayr-i kâbildir. +Zîrâ göz görebildiği vüs‘atta olarak öylece önüne bakan kimesnenin önünde yayılan +durumdur. Lis denilen kumsal arâziyi isti‘âb eden bahçedeki letâfeti +ne Petersburg ’da ne dünyânın başka yerinde arayıp bulmak kâbil değildir. +Zâten bu keyfiyyet akdemce ta‘rîf ve beyân eylediğim arâzi ahvâl-i tabî‘iyyesinin +yardımına da merbûttur. Geceleri mezkûr bahçenin cihât-ı muhtelifesinde kebîr elektirikli +kürreler yakıldığından artık orada dâ’imî mehtap +ışığı hüküm-fermâdır. Ve bi’l-farz en latîf gecelerin mehtâblı zamânlarında +bile artık semâdaki kevkeble mi veyahut yeryüzünde be-gâyet uzun demir +direklerdeki elektrik kürreleriyle mi ortalığın tenvîr edilmekte idüğini +kestirmek güç oluyor. Hele ötede beride ser-â-pâ yeşillikler içinde ve +hem de emsâlsiz yapraklar arasında dağılmış olan teferru‘ât binâları da pek +latîf görünüyorlardı. Burada büyük ve küçük binâlar ya türbeler tarzında +kubbeli veyahut dümdüz damlı inşâ edilmiyorlar. Ma‘mâfih her yerde en +ziyâde dikkat edilen şey az çok ikâmetgâh olabilecek yerlerin bir takım büyük +hacimli veyahut sık yaprakları hâvî ağaçlar gölgesi altında bulundurmaktan ibârettir. +Zîrâ cenûb güneşinin öylece ortalığı kavurmasından ancak +bu tedbîrle müdâfa‘a mümkündür. Hâsılı sarây ile teferru‘âtını görüp +hayli yorulduğumdan bir müddet dinlenerek kahveler ve çaylar içtikten +sonra hepimiz birlikte olmak kimimiz espuvar kimimiz ise arabalara râkib +bulunmak şartıyla Murgâb Çiftliği veya daha doğrusu Merv +Emlâk-ı İmparatorîsi nâmıyla ma‘rûf ve yeryüzünün cennet ismine lâyık +ve sezâ mahallerinden biri olan bu acîb memleket etrâf ve cevânibinde teferrüc ve tenezzüh +icrâ etmeğe çıktık. Ma‘mâfih şimâl adamlarına havanın ağırlığı derhâl hiss +olunuyor idi. Diğer taraftan rutûbetten aslâ eser bulunmadığı dahi ara sıra +kuru öksürüklere sebebiyet veriyor idi. Bizim ilk rast geldiğimiz mahal +birden bire artık ancak sonradan yetiştirdikleri zâhir ve âşikâr olan vâsi‘ +meyve ve semerât-ı nâfi‘a bahş eden eşcârı hâvî ve garîb ve pek acîb bir +orman gibi idi. Burada da her seyyâhın akl ü fikrine hutûr edecek ilk hâtıra +Kadîm Bâbil sekenesinin ve be-gâyet sefâhet ve tezyînâtla ma‘rûf bahçeleri +ve kezâ Âsuriyye hükümdârları tarafından yalınız hayâlât kabîlinden târîhlerde +bırakılan ma‘hûd-ı hevâî ya‘ni mu‘allak hadîkalarını hâtırlamaktan +ibâret idi. İmdi burada mesâî-i beşerin ve dahi bazı yerlerde tabî‘at ile +kol kola girer gibi fevkalâde büyük tezyînât meydâna getirebildiği insâna +ibret-âmiz görülüyor idi. Bu takdîrce zamânımızda da Bâbil veya Âsuriyye +kavimlerinin yetiştirdikleri rivâyet edilmiş hârikulâde mesiregâhların ihdâs +edilebilecekleri müstebân oluyor idi. +İşte bu minvâl üzere kürre-i arzın her yerinde ister iklîm müsâ‘adesiyle +ister limonluklarda ve hem de pek özenilerek yetiştirilmiş ağaçların kâffesi +dediğim meyve ve semerâtı hâ’iz eşcâr ormanında zihinlere sığamayacak +mikdârda türetilmişlerdir. Bu ise ancak on üç veya on dört senelik +mesâi-i beşerle husûle gelmiş bir şey olduğundan ehemmiyet ve mâhiyeti +elbette daha ziyâde artıyor. Biz burada iken pek kocaman bâdemler ser-â-pâ +çiçek açmışlar idi. Ve kezâ benim ilk defa görebildiğim irtifâ‘larda ve pek +kalın olarak yetişmiş olan kirazlar da bembeyaz çiçek içinde idiler. +Daha ötede al renkli çiçeklere bürünerek pek uzaktan insânın rağbet +ve meftûniyyetini celb eden elma ve armut ağaçları kırmızı çiçekli şeftaliler yine de +açıkça renkli çiçekler içinde kayısılar ve onlar meyânında şimâl +insânlarının tanıyamadıkları ezhâr-ı gûn-â-gûne bürülerek ortalığı +tezyîn eden kocaman eşcâr hayret-feza idi. +Husûsiyle biz Petersburg ’da bu derece mebzûl çiçekli nebâtâtı ya saksılarda veyahut +limonluklarda görmeğe alıştığımızdan ben kendi kendime: +"Acayip! Burada bu nebâtât serbest olarak dahi bu derece büyümekte imişler” diye hayret +izhâr etmekte idim. Daha ötede besbelli işbu hârika kabîlinden bulunan ormanı türetmeğe himmet eden mâhir bahçıvanlar ara sıra +daha ziyâde gölge veren ağaçlara da lüzûm gördüklerinden onları da yetiştirmişler idi. +Bunlar meyânında en ziyâde gözüme ilişenleri a‘lâ dişbudak, kara ağaç ve kezâ yalınız buralara mahsûs bir cins koca ağaçlar teşkîl +eden akasyalar ve ötede beride ortalığı sun‘î kameriyeler hâline getiren pek +büyük yapraklı asmalar, daha ötede yine de pek cesîm ve kalın erik ve vişne +ağaçları müşâhede olunuyor idi. Lâkin bunun daha garîbi besbelli bu memlekette ziyâdece +iri üzümler husûle getirmek için dikildikleri anlaşılan bağlar +da bir mahalli kâmilen istîlâ etmişler idi. Ve onlar artık her biri pek düzenli +hesâba muvâfık aralıklarla dikilip ikide birde dallarını pek uzaklara +kadar uzatmış olan koca ağaçların sâyelerine de alınmakta idiler. Fi’l-vâki‘ +ben kendi kendime başka yerlerde en ziyâde güneşe ma‘rûz bulundurulan +bağların burada neden böylece gölgelice yerlerde bulundurulduklarına hayret +içinde iken emlâk-ı imparatorî müdürü izâhat vererek burada üzüm +tânelerinin beslenmelerinin ancak bu sûretle kâbil olabileceklerini beyân +etti. Ve ben de artık işin esrâr ve hikmetine vâkıf oldum. Her ne hâl +ise biz dediğim ormanın bir cihetinden atları ve arabaya koşulu hayvanları +tırıs koşturmak şartıyla iki sâ‘at kadar zamân içinde kat edip ötede beride +yerlilerin fevkalâde acîb zirâ‘at aletleriyle bir takım şeylerle uğraştıklarını +gördük. Hele gitgide müdürün bize hitâben "Şimdi bu memleketin asıl +hayât damarlarına benzetilecek şeylerini göreceğiz” demesi üzerine dikkat ve +i‘tinâ ile bakarken buradaki ve usûllerini müşâhede eyledik. Şöyle ki uzaktan bakılınca sanki yer üzerine parlamaktan iskaraları konulmuş gibi görünen cetveller ve yerlilerin "arık” ismini verdikleri +ma‘rifetli sûrette su intişârlarına hâdim vâsıtaları hayretimizi mûcib oldu. +Buralarda rengârenk ipek kumâşlı geniş elbiselerine bürünerek birer türlü iş +gören erkek ve kadın çok idi. Ve zâten kavm-i mezkûrun kisveleri bir olup +kadınların sâde ikişer örgülü uzun saçları tefrîk ediliyor. Herhalde bizim +Petersburg’da Mâverâ-yı Bahr-ı Hazar halkının tembel diye şöhret bulmaları da gayr-ı sahîhtir. Vâkıâ onlar meyânında tembelleri de var ise de +Özbekler ve Türkmenler ve Tarancalar pek çalışkandırlar. Amma burada +tabî‘at dahi artık insânların en cüz’î uğraşmalarını pek sahâvetli sûrette tazmîn ettiğinden çalışmak için pek ziyâde medâr-ı teşvîk oluyor. Bu minvâl +üzere akdemce ve husûsiyle General Aninkof ’un yaptığı şimendifer güzergâhı boyunda seyâhat edildiği pek seyrek nüfûslu gibi görünen memleketin +birdenbire kalabalık kesb eylemesi bize büsbütün şaşıracak gibi te’sîr etti. Ve +ben kendi kendime "Yoksa başka iklîme mi girdik?” demeğe mecbûr oldum. +Hâsılı biz daha ötede fevkalâde de acîb tabi‘î koşuluk denilecek gibi +dümdüz ve ötede beride yabânî güller ve kezâ arasıra neşv ü nemâ bulan +pamuk ağaçlarını hâvî mahalde sürülerle sülünlerin birer cihete uçtuklarını +müşâhede ettik. Bu latîf kuşların kırıtarak yerde yürümeleri ne kadar hoş +görünüyor ise uzun kuyruklarını uzatıp uçmaları da fevkalâde hoş manzara +teşkîl eder. Ammâ asıl mûcib-i ta‘accüb ve istiğrâb olan cihet tuyûr-ı +mezkûrenin çokluğudur. Hâlbuki bizim Petersburg’da bu artık zînet kuşlarından ma‘dûddur. +Burada hava son mertebe sıcak olduğundan insân +ber-emn olmak şartıyla demin ta‘rîf eylediğim cedvellerle kanallara münkasim sulara derhâl +soyunup atlamak istiyor. Lâkin sırası gelmiş iken şurasını +da beyân edeyim ki biz artık burada yalınız seyâhat urbalarına bürünerek +yani astarsız beyâz pamuk bezden dikilmiş askervâri setri ve pantolon ile +başlarımıza da sarık sarılmış kasketler koyup geziyor idik. Ve bu hâlde de +muttasıl terliyor idik. Her ne hâl ise bu iklîmde seyâhat edecek +kimesnelerin en ziyâde dikkatle gözetmeleri iktizâ eden a‘zâ şüphesiz başlarıdır. +Ve bunun için İngilizlerin Hindistân orduları için kabûl ettikleri sarıklı kasketten +a‘lâ bir şey olamaz. Ammâ bu yolda kasket edinilemediği +takdîrde şarklıların ve Hinduların sarıkları ehem ve elzemdir. Çünkü ben +sürekli seyâhatimdeki tecrübelerimden de güneşin şimâl insânlarına en büyük zararının +dimâğ vasıtasıyla dokunduğunu pek iyi anladım. Gitgide biz +kendimizi harikulâde kavuran güneş ile sudan ve yeşilliklerden ibâret âlem +içinde bulduk. Böylece biz sanki yalnız bu yoldaki anâsıra tâbi‘ bulunuyorduk. +Ve fakat mevâdd-ı tabî‘iyye-i mezkûre burada en cüz’î ihtimâmla bile çöl ıtlâkına +şâyân ve yalnız kumsal dümdüz arâziden ibâret yerleri +sanki sihirbâzlıkta birdenbire meydâna getirilebilen bir şey tarzında ortalığı +cennet bahçelerine ve Tevrât ’ta evsâfları beyân edilen Âsuriyye ve Bâbil +ahâlisinin hadâik-ı mu‘allakalarına benzetmektedir. Âkıbet biz sülünleri çok +yerden de geçip çöle Afrika vâhaları tarzında çıkıntı peydâ eden orman +boyunca yine de yarım saat kadar konuşa konuşa gittik. Artık tamâm +gün ortası zamânına müsâdif olduğundan ormanın içi gûyâ bir çok askerlerin +ta‘lîmleri icrâ kılınırken çalınan boru sadâları tarzında akla ve fikre +gelmeyen böcek ve arı ve sinek ve sivrisinek vızıltıları ile cızırtılarıyla me’lûf +idi. Ve ben benimle yanyana güzel Özbek atına râkiben giden müdüre söz +söylemek için var sesimle bağırarak lâf etmeye mecbûr oluyor idim. Sonra +biz birdenbire müte‘addid cihetlere doğru Petersburg’un bulvarları tarzında +her iki tarafı bir sûret-i mütesâviye ve müntazamada mağrûs badem +ağaçlarıyla muhât yollar müşâhede edildi. Ol vakit be-gâyet musanna‘ saplı +kamçının ucuyla bana sâlifu’l-beyân hutût-ı mütekâtı‘ tarzındaki bulvarları +gösteren çiftliğin müdürü "Bu tamam altmış desyatinalık ve yalınız bâdem +ağaçlarından ibâret müsta‘meredir” dedi. İmdi Rus desiyatinası takrîben bir +buçuk dönüm yeri isti‘âb ettiğinden mezkûr mahallin takrîben doksan dönümlük +arâzi teşkîl eylemesi îcâb eder. Hâsılı emlâk-ı imparatorî müdürü +eşcâr-ı mezkûre çiçek açıp yeşilliklere büründükleri zamânda görülen manzaralarını uzun uzadı anlattı. +Ancak bizim geçtiğimiz mevsimde onlardan takrîben yarısı sert ve koyu renkli +dal budaklardan ibâret gibi görünüyorlar idi. Bu ağaçların kuvvetlerini ve +metânetlerini de tecrübe ettim. Ve hem de harfiyen ince tellerden +evrilerek yapılan cisimler misillü ne kırılmak +ve ne de kopmak bilmediklerinden zemînin kuvve-i inbâtiyyesinde nebâtâta +ne kadar büyük te’sîr icrâ kıldığını anladım. Yani burada be-her bâdem +ağacı Petersburg’un en zengin ağniyâsı limonluklarında ifrât derecede aylıklı +bahçıvânın ihtimâmı ile türetilmiş olan ağaçda mevcûd kuvveti hâ’iz idi. +Sonra biz dünyanın en büyük limon ağaçları yetiştirilen yere dâhil +olduk. Burada çalı kuşlarının çokluğu hayreti celb etti. Tuyûr-ı mezkûrenin +tepeleri ile göğüsleri kırmızı sâ’ir tüyleri serçe kuşlarından biraz koyu olup +sesleri denilen kuşun sesine benziyor idi. Limon ağaçları be-gâyet +mütenâsibu’l-endâm bembeyaz üzerinde sapsarı başakları hâ’iz süpürgeler +tarzında müntehî oluyor. Ve artık dediğim tarzda acîb bir orman +hâlini teşkîl eylemesi üzerine husûle gelen manzaranın letâfetini tasavvur ve +tahmîn etmek mümkündür. Âkibet emlâk-ı imparatorî müdürü +bizi ya‘ni takrîben yüz elli dönüm murabba‘ı mesâfesini +hâvî ve münhasıran bağların ecnâs-ı muhtelifesine tahsîs kılınan yere götürdü. +Ve doğrusu onun bana verdiği tafsîlât pek uzun olduğundan ben el +defterime sûret-i mahsûsada kayıt yürütmeğe mecbûr oldum. Bu vâsi‘ bağda çavuş, misket, oporto, +rislink, başiğat, tâifi, halîlî kızıl, parmak ve sâ’ire +cinsler mevcûd idi. Ve bana verilen izâhata göre burada be-her +yetiştirilmiş bağdan bin pud üzüm +alınabilmektedir. Hele mezkûr üzümlerden ister şampanya ve ister sofralarda +ta‘âm esnâlarında içilen ve ister sâde muhtelif meyvelerle içilmekte olan +şarâblar dahi i‘mâl edilmektedir. Âkibet bağlar da hitâm bulduğundan biz +birkaç kilometrelik mesâfe boyunda arâzinin yalnız limon ağaçlarıyla ve +pirinç tarlalarıyla mestûr bulunduklarını müşâhede eyledik. Burada dahi +artık mesa‘î-i beşer pek ziyâde sarf edilmiş idi. Bu minvâl üzere etrâf +ve cevânibe türlü türlü manzaralar bahşeden tarlalar dahi hayret-fezâ görünüyorlar idi. +Ve fi’l-vâki‘ onlardan birtakımları koyu yeşil veya sarımtırak +yeşil veyahut mâîce renkli olmak şartıyla henüz yeni üretilmeğe başlanmış +diğer bir takımları ise henüz tarla hâlinde idiler. Hâsılı bazı yerlerde henüz +zirâ‘at icrâ kılınmakta idi. Ve doğrusu bu yerlilerin zirâ‘at âletleri de akla ve +fikre sığmayacak derecede acîb idi. Amma asıl şâyân-ı dikkat cihet kavm-i +mezkûrun tarlalar zer‘ine dahi pek elverişli bulunmalarından ibâret idi. +Ben bir aralık emlâk-ı imparatorî müdürüne dönerek "Acaba buralardaki mezrû‘ +arâzi daha çok sürecek midir?” diye sual ettim. Merkûm bu +sözüme cevâben "Tahmînen on verst ” süreceğini beyân +eyledi. Ben bunun üzerine bunların hepsi imparatorun emlâk idâresi ma‘rifetiyle mi idâre olunuyor?” dedim. Merkûm: + +-"Hayır. Artık hepsine bizim yetişemeyeceğimiz şüphesiz olduğundan bir +hayli kısmını Türkmenlere icâra veriyoruz” dedi. Ben ta‘accüble: + +-Çok şey bizim Petersburg ’da ve umûmiyetle Rusya ’da Türkmenler +âdetâ çapulcu göçebe ve hiç emniyyetsiz gibi gösterilmektedirler. Bu +takdîrce bu yalandır.. Ve onlar evvelce zirâ‘at icrâ etmek husûsunca dahi +isti‘dâda mâliktirler, öyle mi?” dedim. Müdür bu sözüme cevâben: + +-"Onlar pek iyi zürrâ‘ ve pek ziyâde çalışkan insânlardır. Ve binâenaleyh +onlar evvelce bir kaç sene için icâr ettikleri arâziden külliyetli kâr ve temettu‘ +dahi kazanmağa muvaffak oluyorlar” dedi. Bunun üzerine ben: + +-"Doğrusu nasıl olup da Mâvera-yı Bahr-ı Hazer’e en yakın yerlerden ve +meselâ Kafkasya ’nın ile Ural Dağı arkasındaki ovalardan +buraya hâlis Rus zurrâ‘ı gelmediğine pek te’essüf ettim. Fi’l-vâki şimdiki +fıkdân-ı arâzi buhrânı esnâlarında artık bu cihet dahi iyice düşünülmeli idi. +Ammâ burada yinede en ziyâde şâyân-ı dikkat olan cihet iskâ-yı arâzi husûsundaki hârikulâde mahâretten ibârettir. Zîrâ insân herhangi cihete bakacak +olursa orasının hârikulâde kanal ve cedvellerle mestûr olduklarını ve hem +de sâlifu’l-beyân cedvellerde uzaktan gümüş gibi parlak sular cereyânını ve +bu suların bazı yerlerde otuz, kırk yani tahmînen altmış ile seksen +metre irtifâ‘lara çıkarıldığını müşâhede eder. Gitgide biz ötede beride +âdî balçıktan yapıldıktan sonra bembeyâz badana edilmiş olan tektük ve pek +küçük hâneler dahi görmeye başladık. İmdi ben onlara hayret ettiğimden +emlâk-ı imparatorî müdürü mezkûr acîb ikâmetgâhların ber-vech-i bâlâ +ovaları iskâ ve irvâ etmekle mükellef tarla bekçilerinin olduklarını söyledi. +İmdi ben merkûma dönüp: + +-"Öyle ise bunlardan keyfe-mâ-ittefak birini ziyâret edebiliriz değil mi?” +diye sordum. Müdür de: + +-"Şüphesiz ziyâret mümkündür” dedi. + +Ve biz ilk rast gelen kulübe gibi hânenin şâyân-ı hayret çitinden içeriye +dâhil olduk. Lâkin doğrusu bu memlekette artık ol vecihle hâricten +bile enzâr-ı dikkati be-gâyet câlib bulunan iskâ ve irvâ-yı arâzi inşâ‘âtı dâhilen hakîkat son mertebe teferru‘âtı dahi şâmil bulunuyormuş. Şöyle ki: asıl +kanalların mecrâları fevkalâde güzel yontulmuş taş muhât olup +sedd ü bend kanatları hâvîdir. Böylece onların îcâbı hâlinde kaldırılıp indirilmeleri üzerine istenildiği yerlere sular veriliyor ve istenildiği mahallerin +suları kesiliyor. Doğrusu burada ismiyle ma‘rûf kum tanelerinden husûle gelen toprak da tıpkı sekene-i mahalliye misillü suyu emmek husûsunca +ta‘rîf olunamayacak derecede aç gözlülük izhâr ettiğinden ekserisi +uzun yenli ve geniş papaz urbaları misillü şeyler giyinip diz kapak altları ile +dirseklerine kadar sığanmak şartıyla çalışan bu gayûr ve müsta‘id adamların +nasıl olup da sâlifu’l-beyân sünger gibi derhâl suyu emiveren toprağı sulayabildiklerine +şaşmamak gayr-i kâbildir. Nihayet biz oradan da çıkıp tekrar +atlarımıza ve arabalarımıza binerek daha bir müddet gittik. Ve ba‘dehu diger bir +yola sapmamızdan az bir zaman geçtikde buranın Türkmenlerinin +köyleri ile tarlalarını dahi görmeye başladık. Burada en ziyâde bir +cins cüce öküzlerle zirâ‘at icrâ olunuyor. Hele saban bence ilk benî beşer +zamanında olduğu gibidir, denilebilir. Yani son mertebe sakîl, kaba ve hâl-ı +ibtidâiyyededir. Zer‘ edilen yerlerde toprak hayli derin yerlere kadar nemli +görünüyor. Ma‘mâfih demin ta‘rîf eylediğim kaba saba saban bu toprak +için son mertebe elverişli olup mezkûr sabanla saban sürülür sürülmez her +tohum ekilince derhâl tutmaktadır. Biz ol vecihle mezkûr tarlayı ve oradaki +zirâ‘at ameliyyâtını seyr etmekte iken geçtiğimiz yoldan duman gibi +tozlar kaldırdığını gördük. Ve acabâ ne var diye baktığımızda buranın çobanları +ile koyun sürülerini gördük. Koyunlar büyük kuyruk yağlarını hâvî +cinstendir. Fakat imparatorun emlâkı müdürü onların kuyruk yağlarının +bi’l-ameliyyât çıkarılarak kuvveti ete verdirmek tecrübelerinin de muvaffâkiyyetle +hitâm-pezîr olduğunu söyledi. Hâsılı bu memleket çobanları da +başka memleketin çobanlarına benzemezler. Onlar a‘lâ Türkmen atlarına +binmişler idi. Ve birer ellerindeki uzun ve pek ince sırıklarıyla sürülerini +istenilen mahalle derhâl sevk ediveriyorlar idi. Bu esnâda sürünün önünde +hakîkat inanılamayacak mertebede muntazam saflarla dizilmiş +ve hem de pek mebzûl sakallı ve eşkâl-ı muhtelifede helezon-vârî kıvrılmış +boynuzlu keçiler gitmekte iken arkalarında pek tüylü ve kabarmış vücûdlu +koyunlar sanki yarışarak hareket ediyorlarmış misillü gitmekte idiler. Hâsılı +şiddetli harâretten bu hayvânlara da tembellik ârız olduğu anlaşılıyor idi. +Sonra daha öteye gittik ve burada artık Türkmenlerin sakal ismi verilen +kulübeleri ictimâ‘gâhına muvâsalat ettik. İşte Mavera-yı Bahr-ı Hazar +Türkmenlerinin köyleri de bu idi. Burada her Türkmen ailesi kendi kulübesi +için behemehâl tepe gibi yüksekçe yeri intihâb etmiş idi. Ve hem de ağleb +ihtimale göre onlar burada eskiden kalmış olan ikametgâh yerlerini öylece +mesken ittihâz etmişlerdir. Çünkü onların kulübe yapmak için kullandıkları +mevâdd ve hârâc hep eski bina harâbezârlarındaki şeylerden ibâret idi. Biz +bir aralar eskiden bir takım yüksek ve sağlam duvarlar olacağı istidlâl edilen +enkâzları da gördük. Fakat onlar mürûr-ı zamânla berbâd hâle gelmişler +idi. Biz bir mahalde hayli yüksekte pencere aralıklarını de müşâhede +edebildik. Ve binâenaleyh binlerce seneler akdem yaşayan eski Merv sekenesinin +dahi tıpkı bizim gibi kapı ve pencereli binâları iskân etmiş bulunacaklarını istidlâl ettik. İmdi ben kendi kendime: + +-"Kim bilir binlerce seneler akdem o pencerelerden ne misillü insanlar bakmışlar ve şimdi çiğnemekte olduğumuz yerleri de ne gibi adamlar +çiğnemişlerdir.” diye düşündüm. Doğrusu bu sırada bizim râkib olduğumuz atların zarîf ziller kanalıyla çıngırakları ve kezâ araba koşumlarındaki ma‘denî teferru‘âtın neşr etmekte oldukları acîb ve neşeli sesler buralar + +için pek yabancı görünüyor ve akl ü fikre de acîb te’sîr hâsıl ediyorlar idi. +Gitgide akşam olmağa da başladı. Bütün etrâf ve cevânibi istilâ eden +dümdüz yerlere karanlığın çökerek buralarda pek alçak görünen semâda +yıldızlar peydâ olması da şâ‘irâne manzaralar husûle getirir. Fakat buralarda +gece yolculuklarından ictinâb edildiğinden derhâl Merv Çiftliği’ne dönmeğe +başladık. Vâkı‘â yerliler tarafından Yolbars denilen bir cins parslardan +mâ‘adâ alaca sırtlanlar bulunduğunu söylediler. Hâsılı dönüşten uzaktan +elektrik küreleri ile tenvîr edilen çiftliğin bahçesi ile civârındaki ormanların +manzaraları dahi insânı son mertebe meftûn edecek gibi müşâhede +edilmektedir. Ale’l-husûs şimdi ta‘rîf etmiş olduğum harâbezâr enkâzlardan +sonra göz önünde tecessüm ediveren sâlifu’l-beyân âsâr-ı umrân ve medeniyyet ve +mebzûl yeşillikle ve elektrik ziyâlarında daha hoş ve latîf görünen +çiçeklerin manzaraları cidden sâhirânedir. Bu defa avdetimizde imparatorun +dâiresi altında çiftlik idâresi me’mûrlarının büyük odalarında hazırlanan +ta‘âm hem Avrupa mutfağı hem de yerlilerin usûl-ı tabhı üzere pişirilen +et‘imeden ibâret idi. Ve artık bizim için sülün, keklik çulluk, bıldırcın +ve daha bir takım tuyurâtları ve kezâ yerlilerin şaşlık kebâbı denilen koyun +eti ve bir de Türkmenlerin koyun dolmaları hazırlanmış idi. Bir sofra ise +münhasıran emlâk-ı imparatorî meyvelerine tahsîs edilmiş idi. Diğer bir +cihetteki masada ise mükemmel gümüş tepside kand denilen gâyet beyâz +ve yumuşak şekerle şekerleme tarzında kavrulan bâdem âdetâ küçük çapta +ehrâm teşkîl edecek sûrette konulmuş idi. Böylece mezkûr emlâkın et‘imesini +yiyip sofralara mahsûs şarâbdan bed’ ile tatlı şarâbını ve şampanyasını içtikten +ve kezâ bildiğim ve bilmediğim meyvelerle semerâtı birer +mikdâr yedikten sonra hasbe’l-usûl Çin kâselerinde getirilen yeşil çayı da +içiverdik. Ma‘lûm olduğu üzere mezkûr çay fevkalâde hâzım olduğundan +bu memlekette hemen her ziyâfette misâfirlerin onunla ikrâm edilmesi aslâ +şaşırılmayan usûl sırasına geçmiştir. Her ne hâl ise biz daha hayli uzaktan +muhtelif gürültüsünü işitip birçok bacalardan dumanları intişâr eylediğini gördüğümüz +fabrika binâsı son mertebe büyük ve bir dereceye kadar +kışlalara müşâbih müte‘addid dâirelerden ibâret idi. Hulâsa-i kelâm +burada pamuğun pek hâm hâlinden en mükemmel ve dünyâda kendince +sürümü tezâyüd eden envâ‘-ı akmişe hâline gelmesine dek nasıl ve ne gibi +makinelerden geçtiğine dâir verilen îzâhât da doğrusu müstakilen vâsi‘ ve +ibret-âmiz fen tafsîlâtını teşkîl etmekte idi. Makinelerden bir takımlarına +artık sanki insânın karışmasının lüzûmu bile yok imiş gibi kendi kendilerine +türlü türlü fısıltı ve gürültü neşr ederek iş görmeleri de hayretimizi mûcib +oldu. Ma‘a-hâzâ asıl pamuğun mükemmel pamuk haline getirilmesi için +pek kesretli mihverlerle müteharrik makinenin gürültüsü dönen değirmen +gürültüsünü andırıyor idi. İşte son dâireyi ziyâret edip çıkarken İmparatorun +emlâki müdürünün bize sâlifu’l-beyân pamuğun tohumundan +bed’ ile ne gibi inkilâbât geçirdiğini isbât eden koleksiyon hediye ettiler. +Hâsılı pamuğun en sonradan henüz yeni yağıp aslâ erimeyen kar beyâzlığında olmak +şartıyla istif edildiği mahalde artık gözler dahi kamaşmaktadır. +Şurası da şâyân-ı istiğrâb ve hayrettir ki burada artık her zamân ve makinenin +her kısmı için ayrıca mühendisler yetiştirilmesi ve bulunması da kâbil +olmadığından yerli çocuklar ve büyükler cümlesi mücerred görenin +tarzında kendi kendilerine her şeyi öğreniyorlar. Ve ben onlardan pek mazlûm ve +sâkin görünen on iki-on üç yaşlı çocuklardan bile idâre eyledikleri +makine teferru‘âtları hakkında öte beri suâller sordukça verdikleri cevâblara +cidden hayrette kalıyor idim. Bunların cümlesinin başlarında ise bundan +dört sene kadar akdem Amerika ’dan avdet eden Vikolin nâm hemşerimiz +idi. Merkûm an-asl Moskova vilâyeti dâhilinde Morozof nâm pek meşhur +basmacı fabrikasında bir müddet çıraklık ettikten sonra Amerika’ya azîmetle +tamâm altı sene pamuk sanatına dair her şeyi öğrendikten sonra buraya gelip +sâlifu’l-beyân san‘atı yeniden canlandırmıştır. Zîrâ bir aralık türlü +türlü sürekli vukû‘ât-ı mü’ üzerine işbu san‘ata inkırâz ve zevâl târî +olmağa başlamış idi” dedi. Hulâsa-i kelâm ben nihâyet amelenin mikdârını +makinelerin ne mikdârda ve nerelerden getirildiklerini ne kadar ham mâl +sarf edildiğini sorup suâl ettikten sonra müdüre son suâl olarak: + +-"Acaba bu fabrika yüzünden senevî ne raddede temettu‘ hissesi alabiliyorsunuz? dedim. + +Müdür, bu suâlime cevâb olarak: + +-"Lâ-ekall senevî iki buçuk ve yahut üç milyon ruble temettu‘ hissesi +hâsıl olmaktadır. Ancak bunu diğer bir menfa‘ati da pek büyüktür. Şöyle ki: + +Vikolin ’in himmeti ile biz bu fabrikayı emsâl ve numûne tutulacak hâle +koyduğumuzdan burayı Mâverâ-yı Bahr-ı Hazer’in en uzak yerlerinden ecnebiler bile ameliyyât +husûsunda ders almağa geliyorlar. Bu ecnebî unsûrundan ekseriyyet Almanlar’dır. +Ve onların cümlesinin en ziyâde ehemmiyet vermekte oldukları sanâyi‘ şu‘besi münhasıran pamuk +işlerine dâ’ir san‘atlardan ibârettir. Doğrusu onların kuvve-i de bir diyecek yoktur. +Bu civârlara kadar bin türlü müşkilâtla gelen en basît ma‘lûmâtlı bir Alman +mühendis parçasının bile ilk nazar-ı dikkatini celp eden şey +sâlifu’l-beyân pamuk ile pamuğa müte‘allik san‘atları iyice anlamaktan +ibârettir. Doğrusu ben onlardan bir haylisinin kendi memleketlerinde belli +başlı büyük sermâyedârânın öylece Merv cihetine sokulmak ve hükûmetimizden +bu bâbda müsâ‘adât almak kâbil bulunduğu takdîrde küllî sermâyelerle şirketler +teşkîl etmeğe hâzır bulunduklarını söylediklerini istimâ‘ +ettim. İşte bundan nâşî ben kavm-i mezkûrun pek ziyâde hassâs ve duygulu +olduklarını anladım. Hattâ onlardan birçoğu Rusya ’nın bu cihetindeki +servet-i tabî‘iyyenin Kafkasya ’daki servetine de fâik idüğini beyân etmekte ve +bunu isbât için Kafkasya’nın en işlek ve evvelce pek bereketli oldukları +tahmîn edilen bir kaç ve gaz menba‘larının bile birdenbire +kesiliverdikleri görüldüğünü ve hâlbuki Merv havâlisinde kumları +tükenmedikçe feyz ve bereketin inkıtâ‘ının imkânı bile olmadığını söylemektedirler. +İşte bundan dolayı ben artık bizzât kendimizin yani bizim Rusların hâlâ her nedense Merv havâlisindeki servet-i tabî‘iyyeleri +kurcalamadığımıza hayret içindeyim. Velâkin bu ihtirâz ve gafletin +evvelce de anlattığım üzere iklîm ve havâ te’sîrlerinden ve kezâ pamuk ve +pirinç yetişen yerlerin çoğunda türlü türlü musîbetler mevcûd olduğundan +mütevellid havf ü hirâsından neş’et etmiş olabileceği dahi derkârdır dedi. +Ma‘mâfih ben kendi tarafımdan ol bâbda beyânı mütâla‘a ederken bu husûsda udebâ ve +ehl-i kalem bulunan hemşehrîlerimizin neşriyâtında kusûr etmekte olduklarını ve +kezâ Avrupalılar meyânında ve dünyânın her yerinde +seyâhatler icrâsı günden güne tezâyüd ve terakkî etmekte iken bizim Rusya +ahâlisi meyânında bu bâbda dahi tembellikler ile rehâvetler bulunduklarını +beyân ettim. Bâlâda görüldüğü üzere bu memleket vuhûş meyânında +karakulak ve vaşak ve yolbars denilen parslardan ibaret vuhûş yaşamaktadır. +İşbu çöl vaşakları bir dereceye kadar Amerika ’nın Meksika memleketi vaşaklarını andırıp +Asya’nın sâ’ir yerlerindeki hemcinslerine benzemezler. Ve ekseriyet üzere tuyûr-ı +muhtelife eti ile geçinirler. Yolbars denilen kaplan bizim +panter ismini verdiğimiz pars cinsinden olup orta hacimde ve lâkin gayet +hun-rîzdir. Karakulak ve bir de vaktiyle Kudüs civarında bir mahalde taş +yığınları arasından fırladığını gördüğüm çakal cinsinden bir mahlûk +da vardır. Sâlifu’l-beyân hayvânların her ikisi en ziyâde demin ta‘rîf eylediğim +taş yığınları aralarında yaşarlar ve her ne kadar kara kulak, vaşak ve çakal +gündüzleri sık sık tesâdüf ederler ise yolbars ismi verilen ve pars cinsinden +bulunan hayvân mutlaka geceleri dolaşır. Ben akdemce beyân eylediğim +vaşaklardan birine bir vâsi‘ pamuk tarlası civârında karşı karşı olarak tesâdüf +ettim. Hayvânın kulak uçlarında kedi bıyıkları gibi pek sert kıllar olduğundan +uzaktan boynuz gibi görünüyor. Bu hayvânda kuyruk keçi kuyruğu tarzındadır. +Sesi ise kedi miyavlamasını taklîd etmesini îmâ eder. +Hâsılı bunlar hâricinde be-gâyet aç alaca sırtlanları da beyân etmeliyim. Onlar +ise artık en ziyâde mezârlıklara yakın yerlerde yaşarlar. Bu hayvanlar bazı +vakit geceleyin etrâf ve cevânibde hayli vâsi‘ arâzi dâhilinde herkese dehşet +verecek sûrette gürültü çıkarıp bağrışırlar. Bu minvâl üzere Merv arâzisinin +câlib-i nazar-ı dikkat yırtıcıları bunlarla hitâm buluyor. Yerliler hayvânât-ı +mezkûrenin postları için saydlarına da çıkarlar. +Zîrâ vaşak ile karakulak ve bir de pars derileri makbûldür. Ve bizim şimâl taraflarındaki kilim +ve halı vazifelerini îfâ ederler. Bilakis alaca sırtlan derisi Amerika’daki +sırtlan derisinden çok farklı ve geride bulunduğundan onu vurmağa heves +edenler yoktur. Ma‘mâfih bazı mezâristan civârlarında bu sırtlanlar yalınız +başına gezen insâna ansızın hücûm edip gırtlağını ve boğazını köfte hâline +koyarlar. Ve çok vakit tekmîl paraladıkları dahi görülmüştür. +Ma‘mâfih bu acîb kıt‘anın yırtıcı kuşları dahi hayli cinslere münkasim ve içlerinde +birtakımları yalnız bu havâlide yaşayan tuyûrdandır. +Bunlar meyânında birincisi birkut veya burkut ismi verilen fevkalâde kuvvetli ve hemen bizim +şimâl memleketlerinde iri ve hacimli kaz büyüklüğünde bir kuştur. Mezkûr +kuş yavru iken elde edildiğinde ta‘lîm dahi kabûl ettiğinden Türkmenler ile +Kırgızlar sâlifu’l-beyân mahlûkâtı bekçi gibi kullanırlar ve hem de kendi +lisânlarında ona kanatlı bekçi adını dahi verirler. Bu sağlam ve kuvvetli +kuşların minkâr denilen gagaları çengelvârî olup pek mukâvemetlidir. +Diğer taraftan pençelerindeki tırnaklarla kuvve-i dahi dehşetlidir. +Şöyle ki mezkûr kuş bi’l-farz bileği veyahut insânın parmağını sıkacak +olursa ale’l-ekser kangrene sebebiyyet verebilmektedir. Hâsılı Türkmenler ile +Kırgızlar ve husûsen bu sonrakiler tuyûr-ı mezkûreyi bekçilikte istihdâm +maksadıyla yavru iken elde ederek ta‘lîm ederler. Ve bu takdîrce pek güzel +yapılmış zincirlerle onları kapı kenârlarında bağlı bulundururlar. +Ta‘lîm gören kuşların en mükemmeli sâhibinin sesini en ziyâde anlayanı ve +onun sesi üzerine derhâl itâ‘at edenidir. Tuyûr-ı mezkûre her zaman +ikâmetgâhın iç cihetlerinde kapıya yakın evlerde bağlı bulundurulurlar ve bi’l-farz +bir yabancı girecek olsa ona derhâl hücûm ederler. Berkûtlar dahi sâ’ir tuyûrı vahşiyye +misillü üç türlü âlât-ı cârihaları ile iş görürler. Yani bir taraftan +gagalarıyla dehşetli sûrette gagalarlar. Diğer taraftan pençeleriyle sıkıştırırlar +ve tırnaklarını batırırlar. Ve nihâyet pek kuvvetli ve yaydıkları zamân +iki metre ve yirmi santimetre muhîtinde dâiren- bir isti‘âb edebilen +kanat açılarının ve husûsuyla omuz başlarının darbeleri pek serttir. Bu gibi +darbe ile ben bir Türkmen ’in külliyen sağır edildiğini ve diğer bir Türkmen’in +ise bileğinde dirsek başının hurde-hâş edildiğini müşâhede eyledim. +Şurası da şâyân-ı dikkattir ki Berkûtlar nadiren üç âlât-ı cârihalarını isti‘mâl +ederler. Ya‘ni tuyûr-ı mezkûre kendilerini fazla yormaksızın çok vakit yalnız +gaga veyahut pençe tırnaklarıyla da hasımlarını pek güzel sûrette alt edebilmektedirler. +Berkutlardan sonra doğan, akbaba ve şâhinler gelir. +Türkmenler bu sonrakiyi en ziyâde sayd ü şikâra alıştırırlar. Ve bizim şimâl +memleketlerimizde zağar ve tazı köpeklerden gördürülen işlerin hepsini +tuyûr-ı mezkûreden gördürürler. Şâhinlerin de en makbûlü sâhibinin sesi +üzerine derhâl uçup gelenidir. Ve doğrusu Türkmenler onları âdetâ her türlü kumandalarına da +alıştırabilmektedirler. Nitekim ben bir Türkmen âilesinde misâfir olduğum esnâda sâhib-i âilenin kendi şâhinine alıştığı +yere konması için emir verdiğini ve kuşun da bunu derhâl anlayıp itâ‘at +ettiğini gördüm. Şöyle ki merkûm bir kere kuşu sağ omuz başına ve sonra +sol omuz başına kondurdu. Ve ba‘dehu sipsivri uçlu türlü türlü nakış işlemeleriyle +işlenmiş baş ortasının tepesine de kondurdu. Bu minvâl üzere +Türkmenlerde gerek berkûtların ve gerek şâhinlerin pek kıymetlileri vardır. +Ve mezkûr iki âkilu’l-luhûmun her ikisinde en ziyâde makbûl olan şey derece-i mûnisiyyetleri +ile her emri çabuk îfâ eylemelerinden ibârettir. +Yani kuş ne kadar mûnis ise o kadar pahalı olup diğer taraftan sâhibinin +emirlerini dahi çabuk îfâ eylemesine dikkat olunur. Her ne hâl ise bu memleket doğanlar +ile akbabaların ziyâde bıldırcın, çulluk ve keklik ve kezâ yabân ördeği ve yabân kazı +ve bir de çölün yalnız bazı cihetlerinde türemekte +olan yabânî hindileri paralayıp geçerler. Ve mezkûr iki cins yırtıcı kuş +leşleri de ekl ederler ise de berkut ile şâhinler tıpkı kartallar misillü yalnız diri +mahlûkâtı paralayarak etlerini ekl ederler. Ben hâricen pek sefâlet ve +zarûretle me’lûf Türkmen hânesini ziyâret ederken onun taksîmât-ı dâhiliyesine ve +husûsuyla duvarlarının rengârenk ipek kumaşlarıyla tezyîn edilmiş +olmasına pek ta‘accüb ettiğim misillü zincir-bend berkut kuşuna da hayrette kaldım. +Şöyle ki onun çelik zinciri pek musanna‘ sûrette i‘mâl edilmiş idi. +İmdi ben bundan kavm-ı mezkûrun sanâyice dahi hayli ilerlediklerini istihrâc ettim. +Hulâsa-i kelâm onlar da tıpkı lar misillü kendi kuşlarına +birtakım isimler vermektedirler. Ma‘mâfih ben daha General Aninkof +tarafından inşâ edilen şimendifer treninde rastladığım, işittiğim +doksan sekiz yaşlı ve son hânın zevcelerinden Gülmehcemâl’i göremedim. +Zîrâ akdemce beyân etmiş olduğum emlâk-ı imparatorîde her yeri görüp +seyr ü temâşâ ettikten ve tam dokuz gün kaldıktan sonra kadını aradım. +Fakat o esnâda Gülmehcemâl benim bulunduğum yerden pek uzak mahalle bilmem ne +sebebtendir misâfirliğe gitmiş idi. Ma‘hâzâ ister müdür ve +ister emlâk-ı imparatorî tabîbi ile familyası onu pek iyi tanıdıklarını +beyân ettiler. Sâlifu’l-beyân şâyân-ı hürmet ve ri‘âyet kadın şimdiki günde +hükûmetimizden ayda doksan ruble on lira mahsûsât alıp geçinmektedir. +Bu takdirce hükûmetimiz ona yevmiye üçer rubleden ibâret tahsîsât bağlamış demektir. +Vâkı’â bu memlekette öylece vaktiyle kral demek olan hân zevceleri bulunan +familyalar içinde şimdilik mahsûsât-ı mezkûre derece-i kifâyededir. +Ancak fî-mâ ba‘d oralara muhâcirler ve ale’l-husûs Alman müsta‘mere +ashâbları hicret edecek olurlarsa her şeyin pahalanacağı da şüphesizdir. +’de ikâmet ettiğim hengâmda en ziyâde istiğrâb ve ta‘accübü +mûcib olan şeylerden biri de ikâmetgâh üzerlerinin yani damlarının dümdüz +olduğunu müşâhede eylediğimi evvelce de beyân etmiş idim. Bu ise +Afrika ’da husûsen Fâs memleketinde ve mezkûr kıt‘anın Avrupa ticâretine +açık bulunan Tanca şehrinde ve kezâ Tunus ’ta dahi bulunuyordur. Lakin +Türkmenler oralarda olduğu misillü mahall-i mezkûrun yalnız zevk u safâya +hasretmeyip birtakım istifâdeli mahaller ittihâz etmektedirler. +Böylece ikâmetgâhların damları da birer türlü işe yaramaktadırlar. +Burada yalnız kış ve ilkbahar mevsimlerinde gündüzleri iştigâl olunur. +Yaz ve sonbaharlarda ise nısfu’n-nehâr zamânından tahmînen kırk veya kırk beş dakîka +evvelden bed’ ile bizim Petersburg sâ‘atleri i‘tibâriyle öğleden sonra sâ‘at bir +buçuğa kadar her şey tatil olunur. Ve hem de bu esnâlarda herkes gölgelerde +bulunmağa çalışırlar. Hulâsa-i kelâm burada iş güçle geçinmek isteyen şimâl +sekenesi için akdemce beyân ettiğim vecihle kış mevsimi sonbahâra ve +ilkbahâr da yaza tercîh edilmelidir. +Bâlâda beyân ettiğim üzere eski Merv harâbeleri enkâzlarında şimdi dahi +sık sık türlü türlü arabesk çizgilerle henüz nasıl kavmin yazıları +olacağı bile anlaşılamayan hutûtu hâvî çiniler +ve birtakım murabba‘ veya müselles veyahut dâ’ire biçiminde a‘lâ levhalar +bulunmaktadır. Bunlardan bir takımlarında insân şekilleri de vardır. +Ve doğrusu binlerce seneden beri pek güzel dayanmakta olan sâlifu’l-beyân çini +ma‘mûlâtı da artık ezmine-i kadîmede ile civârını iskân eden kavm +ve milletin pek medenî olduklarını isbât ederler. Buraları ilk iskân +eden kavim ve milletin ne gibi cins ve kabîleden bulunmuş olduklarına dâir +müverrihler meyanında ihtilâf var ise de demin dediğim gibi sâlifu’l-beyân +eski kavmin be-gâyet mütemeddin milletlerden bulunmuş olacağı şüphesizdir. +Amma işittiğime göre Çin ’in bazı ehl-i târihi ile erbâb-ı ulûmu gûyâ +bilmem hangi hâkânın Çin sülâlesi devrinde birkaç batn Çin hükümdârının +dahi burada icrâ-yı hükûmet etmiş bulunduğunu iddi‘â ediyorlar imiş. Ve +lâkin bu keyfiyet elbette yalınız tahkîkan fenniye-i târihiyye ile ispat olunacak ahvâldendir. +Herhâlde ben seyâhatnâmemi hitâm-pezîr etmezden +akdem evvelce de tekrâr ettiğim üzere ile havâlisinin tıpkı +sahrâları gibi henüz aslâ öğrenememiş olduğumuzu beyân etmeliyim. İmdi +bu bâbda bi’l-cümle te’sîsâtımızdan ziyâde alâkadâr bulunan ancak funûn +ve ma‘ârifimiz lâyıkıyle erbâbları ta‘yîn ederek ara sıra senenin münâsib +mevsimlerinde fennî hey’etler gönderecek olursa hiç şüphe yoktur ki burada +pek ziyâde şâyân-ı hayret şeyler zâhire çıkarılabilecektir. Fi’l-hakîka eğer +buraları Avrupa hükûmâtından diğer birinin idâresine geçmiş olsa idi +artık çoktan beri kıt‘a-i mezkûre hakkında tetkîkâtlar, konferanslar, mükâfâtlı +âsâr kaleme aldırılmış ve nihâyet cerâid ile oralardan ne yerlere istifâde +edilebileceğine dâir beyânât neşr edilmiş olur idi. Hâlbuki şimdi bizim Petersburg’da +funûn-ı târihiyye ve coğrafya ile hayli iştigâl edenler meyânında +bile hiç şüphe yoktur ki Merv ile civârına müte‘allik aslâ ma‘lûmâtları bulunmayan +kesâna tesâdüf olunur. Nitekim ben kendim bile buraya seyâhat +edinceye dek Murgâb Çiftliği ile Merv Çiftliği ’nin ayrı ayrı memleketler +idiğini zâhib olmuş idim. Her ne hâl ise garîb bir rast gelinme netîcesi olarak +tamâm üç hafta vakit ayırıp işbu seyâhatimi icrâ ve itmâm ettiğim +sırada Merv ile civârlarının servet-i tabî‘iyyesine dâir idâre-i kelâm ederken +tuyûr-ı nâfi‘a yüzünden de ne kadar hâ’iz-i ehemmiyyet idiğini beyân etmezsem seyâhatnâmem noksân olur. +Böylece kitâbın sonuna târih-i tabî‘inin +mezkûr mühim kısmına müte‘allik müşâhedâtımı dahi ilâveten derc eylemeyi münâsib gördüm. +Ve lâkin kusûr vukû‘u takdîrinde benden sonraki +seyyâhlar tarafından sehv ve hatâlarım tashîh edilebilir. Her hâlde +kuşlar şimdiki medeniyyet usûlünce be-gâyet mühim vazîfe îfâ etmektedirler. +Şöyle ki onlar meyânında lahmları istihlâk olunanlar ile +yumurtalarından türlü türlü sûrette istifâde edilmekte bulunanlarından başka tüylerinden +de pek çok insânların medâr-ı ma‘îşetlerinin te’mîn edilmesi ve kezâ türlü +türlü sanâyi‘ erbâbının geçinmeleri için medâr-ı ma‘îşet elde edilmesi mümkün olmaktadır. +Bundan mâ‘ada târîh-i tabî‘î erbâb-ı ulûmunca da musaddak olduğu üzere dünyâda en süslü ve güzel yaratılan mahlûkâtın tuyûr +cinsi oldukları da şüphesizdir. Merv ile civârlarında tesâdüf etmiş +olduğum tuyûr-ı garîbenin birincisi yemyeşil ve pek latîf hem de iri pençeli +gagalı yabânî kargalardır. Ve hattâ ben memleketin sıcak ve kış mevsiminin hemen +mefkûd bulunması hasebiyle bidâyet-i emirde onları papağan +bile addettim. Vâkı‘a benden dört buçuk sene kadar akdem Pamir Yaylası’nı +ilk def‘a olarak tedkîk etmiş olan seyyâh Kazilof kendisinin seyâhatnâmesi +nin yetmiş üçüncü sahîfesinde kıt‘a-i mezkûrede de o gibi kuş görerek ol +vecihle Pamir Kargası nâmını verdiğini beyân ediyor. Tuyûr-ı mezkûre her yerde +tıpkı kumrular gibi erkek ve dişi birlikte yaşamaktadırlar. Ben +bundan onların yine de güvercin ve kumru misillü yalnız birer dişi ile +mâ‘îşet etmek üzere yaratıldıklarına ve binâenaleyh horoz veyahut serçe ve +sâ’ir kuşlar tarzında müteaddid dişilerle imtizâc etmediklerini de istintâc +eyledim. Hâsılı koyu sarı gagası ve kezâ aynı renkte bulunan ayakları ve +tenâsüb-i endâmı ve yemyeşil sık ve muntazam tüyleri ve biraz uzunca kuyruğu +ile de câlib-i nazar-ı dikkat olan bu yeşil kargaların yalnız bir kusûrları vardır ki +o dahi nihâyet mertebe yabânî olup insândan kaçmalarıdır. +Nitekim seyyâh Kazilof Pamir ovalarında da mezkûr kuşları ancak felkalâde +müşkîlâtla avlamağa muvaffak olduğunu söylüyor idi. Hulâsa-i kelâm onun +seyâhatnâmesinin yetmiş üçüncü sahîfesinde mestûr ma‘lûmât benim Merv +kıt‘asında görmüş olduğum kuşa dahi tamâmıyla mutâbık bulunduğundan +ben Pamir Kargası ile Merv yabânî kargasının ikisinin de aynı cinsden bulunduklarına +kanâ‘at kesb eyledim. Bu minvâl üzere işbu güzel kuşlardan +sonra mebzûliyeti ve insânlar için menfa‘ati hasebiyle en ön sıraya +sülünleri koymak iktizâ eder. Fi’l-vâki‘ burada tuyûr-ı mezkûre her yerde ve +hem de birçoğu birlikte tesâdüf etmektedirler. İşbu güzel kuşların civcivleri +ufak çapta olmak üzere bizim tavuk civcivlerimize pek benzerler. Yalnız +onlardan kat kat ziyâde atîk ve hem de daha güzel ve sevimlidirler. +Hulâsai kelâm ben müte‘addid yerde sülünlerin kesretine ve kezâ ortalığın +fevkalâde sıcağı ile berâber tüylerinin letâfetine hayret içinde kaldım. +mukaddemâ dahi ta‘rîf ve beyân edildiği üzere sülün avı burada yerlilerin +en ziyâde haz ettikleri avlardandır. Ve onlar artık kuşların kesreti hasebiyle +onları avlamak için be-gâyet muhtelif usûllere mürâca‘at etmekte iseler de +en basiti demin anlatmış olduğum şâhinler vâsıtasıyla edilen sayd şikârdır. +Böylece iyi ta‘lîm edilmiş olan bir şâhin ile bir Türkmen günde kolayca +hem de kuşu tehlikeye ma‘rûz bulundurmaksızın on üç veya on dört kuşu +sayd edebilir. Zîrâ şâhinlerin o yolda sayd u şikâr için kullanılmalarında en +ziyâde gözetilmesi lâzım gelen şerâ’itten biri dahi şikâra sevk edilirken havâdaki +kuşların mikdârlarını da nazar-ı dikkate almaktan ibârettir. +Ve binâenaleyh ben esnâ-yı seyâhatimde hiçbir Türkmen’in meselâ on beşten +ziyâde yabân ördeğine kendi ta‘lîmli kuşunu sevk etmediğini müşâhede +eyledim. Ve sebebini sorduğumda Türkmen’in bu ta‘lîmli kuş ancak iki yaşındadır. +Daha ziyâde şikârları itlâf ederken kendisi de yanabilir dedi. +İmdi ben bu ta‘bîri pek de anlamadığımdan emlâk-ı imparatorî tabîbinden +onun bana ne demek istediğine dâir istîzâhatta bulundum. Merkûm ise +"yanmak” ta‘bîrinin mecâzî olup şâhinin sekte-i kalbden vefât etmesi demek +olduğunu beyân eyledi. Böylece Türkmenler kendi nâfi‘ ve doğrusu pek +yardımcıları bulunan tuyûru her vakit hüsn-i sûretle istihdâma gayret ederler. +Fi’l-hakîka burada gerek berkutların ve gerek şâhinlerin pek kıymetlileri vardır. +Merv ile havâlisinde bazı sıkıntılı havâda esâsen semizlikleri +hasebiyle dahi pek ağır uçmağa mecbûr olan sülünlerin birçoğunun birden +tayarân etmeleri esnâsında insânın his edeceği ihtisâsâtı ve duyacağı zevk ü +sefâyı da ta‘rîf edip bitirelim. Zîrâ bizim şimâl memleketlerinde an-asl yalnız +ziynet kuşlarından ma‘dûd olan sülünlerin öylece gâh sağdan ve gâh soldan +tayarân etmeleri her seyyâhı fevkalâde imrendirecek ve ta‘accüb ettirecek +şeylerdendir. Kıt‘a-i mezkûrede insânlarca intifa‘ı hasebiyle sülünden +sonra en ziyâde hâ’iz-i ehemmiyyet addolunacak tuyûr kekliktir. Burada +mezkûr kuşlar bizim şimâl kekliklerinin hiç olmazsa bir buçuk misli kadar +iri ve kezâ etleri de pek semizdir. Onların tüyleri de parlak ve her birinin +kafalarında şimâl ormanlarında yaşayan kuşların ibiklerinden çok farklı +ibikler müşâhede olunur. Ben esnâ-yı seyâhatimde onların dahi hem civcivlerini hem de +yumurtalarını vaz‘ ettikleri yuvalarını görebildim. +Tuyûr-ı mezkûr da civcivlerinin en cüz’î insân ayak patırtısı işitince sık sık +mahsûl samanları arasına saklanıp öylece kalakalmaları pek tuhaftır. +Her ne hâl ise Türkmenlerin erkeklerinden ziyâde kadınları, +ister keklikleri tutmakta ve ister yumurtaları ile civcivlerini toplamakta kat kat +ziyâde mâhir bulunduklarını istidlâl ettim. Bu da besbelli onların daha hafîf terlikleri ile +artık son mertebe ağır ve yavaş yürüyebilmekte olmalarından ileri gelmektedir. +Ben esnâ-yı seyâhatimde mezkûr kuş etini de âdeta bıkacak kadar ekl +ettim. Üçüncü derecede nâfi‘ ve mühim ve doğrusu medâr-ı ta‘ayyüş +olmak hasebiyle de câlib-i nazar-ı dikkat tuyûr çulluklardır. Şöyle ki +ile havalisindeki işbu kuşların tüyleri bizim şimâl cihetlerinde tesâdüf eden +çulluklardan daha koyudur. Vâkı‘â bu keyfiyet artık bu iklîme mahsûs +güneşe de atıf ve isnâd edilmelidir. Nitekim şimâle doğru gidilince renklerin +solduğu müşâhede olunur. Ez-cümle bembeyâz ayılara ancak kutup +taraflarında tesâdüf edilmekte olduğu misillü ismi verilen ve +Hindistân ’ın hudûd-ı garb-ı şimâlîsindeki buz ve kar eksik olmayan +yerlerde yaşayan mahlûkâtın beyâzlığı da bunu ispât edecek mevâddandır. +Her ne hâl ise sâlifu’l-beyân etli ve yine de bizim iklîmimizin çulluklarından +büyük kuşlardan sonra bıldırcınlar gelir ki onlar da fevkalâde çoktur. Ve +husûsuyla yerlilerin rivâyetlerince işbu memleket iklîminin kışına doğru +onlar sanki kehribâ gibi serâpâ yağlar hâsıl ederek derece-i nihâyette semirmektedirler. +İşte karada yaşayan tuyûr bunlarla hitâm buluyor. Ve tuyûr-ı +mezkûrenin artık suya pek de ihtiyâcları olmadığından ile +etrâf ve cevânibinde yaşamalarına pek de ta‘accüb edilemez ise de ben şâyânı +istiğrâb ve hayret olarak yabân ördeği ve yabân kazı misillü tuyûrun dahi +bazı semtlerde kesretle türediklerini anladım. Ve lâkin içlerinde en nâdiri +şüphesiz yabân hindisidir. Ve fi’l-vâki‘ artık bizim mükemmel saçmalı fişeklerle +doldurulmuş av silâhlarımızla bile tuyûr-ı mezkûrenin saydı derece-i +nihâyette su‘ûbetlidir. Ve ben kendi seyâhat koleksiyonum için dahi ancak +hârikulâde ihtimâm ve ısrâr ile ve tam otuz altı saat dolaşarak yüksek +kavak ağaçlarının tepelerine konup nişân almağı da müşkil kılmasına binâen +yalnız bir çift yabân hindisi vurmağa muvaffak oldum. Ve artık ne birinin +ne diğerinin etinin lezzetine de bakamadım. Çünkü her ikisini hey’et-i asliyyeleriyle +tahnîte mecbûr oldum. Hâsılı bizim bildiğimiz hindilerden biraz +büyücek olan tuyûr-ı mezkûre şimdiki günde küre-i arzın pek mahdûd yerlerinde +tesâdüf ettiğinden koleksiyonumun en nedretli mevâdından birini +teşkîl eylediğini beyâna bile hâcet yoktur. Bâlâda beyân ettiğim üzere +ben ile havâlisini bittabi‘ Kasabası’na dönmek +müddeti de dâhil hesâb eylemek şartıyla ancak bir ay süren zamân zarfındaki +müşâhedâtım üzerine işbu seyâhatnâmemi kaleme aldım. Ve fi’l-vâki‘ +benim tetebbu‘âtım meyânında hayli büyük ve şâyân-ı dikkat kusûr da görülür. +Bu ise mezkûr memleketin ma‘deniyyâtına dâir tedkîkât noksânından +ibârettir. Ve lâkin ben bu bâbda bana i‘tirâz edenlere cevâb olarak Merv ile +havâlisinde müsta‘mereler elde etmek için pek ziyâde yeltenmekte olan +Almanların dedikleri misillü ile havâlisinde kâ’in nevâhîlerin +sâde ismi verilen bir cins fevkalâde kuvve-i münbiteyi hâ’iz tortulu +kumsal arâzisi de hadd-i zâtında sâ’ir memleketlerin en kıymetli ma‘denlerine +mu‘âdil idiğini beyân edebilirim. Velâkin ilerde bir diğer seyyâh buraları ma‘deniyyât +cihetinden de tahkîk ve tetebbu‘ etmeğe muvaffak olduğu +takdîrde artık vatanımıza ve hükûmetimize ve milletimize elbette daha +ziyâde hizmet etmiş olur. Hulâsa-i kelâm nisanın dördüncü günü ben tekrâr +pek uzun ve şimendifer hattı güzergâhının gâyet garîb kavislerle +devâm eden yolu boyunca pek sık yılankavî hareket eden trenin birinci +mevki‘ yolcularından birinde işbu seyâhatnâmenin müsveddesini karalamakta iken +artık Karasnovadsak Kasabası’na avdetimizi bile ancak birden +bire trenin durması esnâsında fark ettim. Ma‘a-hâzâ Mâverâ-yı Bahr-ı Hazar +hattının medeniyet nokta-i nazarından müntehâsını teşkîl eden işbu kasaba +mevkifine çıkıldığı esnâlarda bile insâna gerek Merv ile civârlarını ve gerek +o havâlide yaşayan akvâmı der-hâtır ettirecek manzaralar görülmektedir. +Ez-cümle benim râkib olduğum birinci mevki‘ vagonun hemen arkasındaki ikinci mevki‘ +vagonundan çıkan yolcular meyânında zevcesini +etrâfında hayli sık tesâdüf edilen bir nev‘î göz hastalığından tedâvî +ettirmek üzere tâ Petersburg’a kadar götürmekte bulunduğunu anladığım +bir zengin Türkmen herkesce câlib-i nazar-ı dikkat olmakta idi. Çünkü gerek +kendisinin ve gerek zevcesinin hem sîmâ ve eşkâlleri hem de kalıp ve +kıyâfetleri ister istemez göze çarpıyorlar idi. +|/\| \ No newline at end of file