diff --git "a/Sebilürreşad_cilt_8.txt" "b/Sebilürreşad_cilt_8.txt" new file mode 100644--- /dev/null +++ "b/Sebilürreşad_cilt_8.txt" @@ -0,0 +1,43889 @@ +|\/| +_____ + + + SEBİLÜRREŞAD Cild 8 + - + Unknown + 321688 + 69526 + 43889 + +_____ + +“Deveye bakmıyorlar mı ki nasıl yaratılmıştır? Göğe bakmıyorlar +mı ki nasıl kaldırılmıştır? Dağlara bakmıyorlar mı ki +nasıl dikilmiştir? Yere bakmıyorlar mı ki nasıl döşenmiştir? +Öyle ise hatırlarına getir. Sen yalnız ihtara me’mursun; yoksa +onların üzerinde tahakkümde murakabede bulunacak +değilsin. Lakin yine haktan yüz çevirip küfründe inad eden +olursa Allah onu en büyük azab ile ta’zib edecektir. Onların +döneceği yer başkası değil ancak biziz; sonra hesaplarını +görmek de yalnız bize aittir.” +* * * +Üstad-ı muhterem Şeyh Muhammed Abduh “Gaşiye” +suresini tefsir ederken +ayetine gelince diyor ki: +Surenin başından beri söz umur-i ahireti bildirmek; insanların +ferda-yı kıyametteki halini göstermek için serd olunuyor. +Muhataplar arasında ise ahireti ya büsbütün inkar +eden dinsizler yahud iman etmekle beraber işledikleri ef’alin +kendilerini nasıl bir akıbete sevk edeceğinden gafil beyinsizler +var. +Cenab-ı Hak her iki tarafın nazarını alem-i hilkatin her +gün gözleri önünde duran aksamındaki asar-ı kudrete doğru +tevcih etmek suretiyle fikirlere hüccet ikame eylemek gafilleri +buyuruyor. +Kudret-i ilahiyyeyi gösterecek namütenahi mahlukat varken +ayet-i kerimede deve tahsis buyurulmuştur. Zira deve +Arab’ın kullandığı hayvanat içinde en iyisi en faydalısı olduktan +başka hakīkaten harikulade bir hilkate maliktir. Çünkü +o kadar şiddetiyle kuvvetiyle beraber aciz bir mahluka +ram olur; küçük çocuğun arkasından bile gider. +Sonra bünyesi ağır yükleri kaldırıp uzak memleketlere +taşıyacak surette tertib edilmiştir. Bundan başka yükleyenlere +kolaylık olsun diye yere çöker; sırtına istenildiği kadar +yük vurulduktan sonra kalkar; açlığa susuzluğa dayanmak +şartıyla uzun uzun mesafelere gider. Kanaati o derecededir +ki başka hayvanların yemeyeceği dikenlerle aylarca yaşar. +Elhasıl devede diğer bir çok meziyetler daha vardır ki +başka hayvan o meziyetlerde kendisine iştirak edemez. +Ayet-i kerimede devenin tahsisen irad olunması cüssesi +fil zikredilirdi. Vakıa devedeki meziyetlerin bir kısmı filde de +vardır; ancak sütü sağılmaz eti yenmez sonra da deve kadar +kolay kullanılamaz. +Göklerin kaldırılması üzerimizde görünen güneşler aylar +yıldızlardan her birinin seyrini şaşırmamak tabi’ olduğu +nizamdan ayrılmamak şartıyla kendi medarında durması +demektir. +Devenin gökler dağlar yerlerle birlikte zikrolunması pek +beliğdir; zira bunların hepsi Arabın hilkate aid olmak üzere +çölde ovada her gün her zaman gördüğü manzaralardır. +Göz önünden sıra ile geçen levhaların hatırdan da böyle sıra +Şimdi yukarıda söylediğimiz münkirlerle gafiller gözleri +önünde duran bu şeylere im’an ile baksalar; nasıl olmuş +da her biri bulunduğu hali almış azıcık düşünseler o zaman +anlardılar ki bir mucid bir muhafız olmadıkça meydandaki +san’atın icadına devamına imkan yoktur; o mucid o muhafız +meye kavanin-i hikmet üzerine tertib eylemeye kadir olan +hiç şüphe yoktur ki insanları herkesin ceza-yı amelini göreceği +bir muhasebe günü için toplamaya da kadirdir. Bundan +başka Allahu Zülcelal bütün mevcudatı yarattığı halde +usul-i hilkate dair bir şey bilmedikleri gibi Cenab-ı Hak kendilerini +o muhasebe günü yeniden vücuda getirecek halbuki +beşer bu ikinci icadın suretini de bilemeyecek; görecekleri +şeyden alacakları nasib bugün şu mahlukata bakmaktan +almakta oldukları nasibin aynı olacak. +Şimdi madem ki iş bu kadar zahir bu derecelerde bedihidir +madem ki ibret için bir nazar-ı im’an kafidir +“ Hatırlarına getir sen yalnız ihtara me’mursun.” +Fıtrat bir Sani’-i Kadir’e inanmak hissine beşeri kendiliğinden +sevk ettiği gibi yine o fıtrat aynı Sani’in insan için +hüsran çekilecek yahud safa-yı sermedi içinde yaşanacak +edip duruyor. Ancak gafletin tahakkümü hevesatın galebesi +yüzünden çok zamanlar beşer doğruyu ihtar eden kendisini +fıtratının sevk edeceği tarafa çeviren bir mürşide muhtaç +oluyor. Onun için Allahu Zül’celal istidlalin bu suretini “tezkir” +lafzıyle tavsif buyuruyor. +“ Sen yalnız ihtara me’mursun” hitab-ı celili +miz’in bi’setinden maksud olan emri tahdiddir ki o emir +de insanlara unutmuş oldukları evamir-i ilahiyyeyi ihtar etmekten +aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in kudreti yetişemeyeceği +gibi kalbleri murakabe altında bulundurmak da vazifesi değildir. +ayetleri bu hakīkati +sarahaten tebliğ ediyor. +Ayat-ı Kur’aniyyeyi mensuh göstermeye pek hevesli +olanlardan biri bu ayetin cihad ayetleriyle neshedilmiş olduğunu +söylüyor. Sanki Müslümanlık’ta cihad insanları zorla +mu’tekid yapmak için meşru’ imiş. Bu sözü ileri süren +adam düşünmüyor ki cebr ile kahr ile iman elde edilemez; +Yehudi ister Nasrani ister Mecusi olsun yine kendi dininde +kalmak şartıyle haraç vermeye razı olursa -ekseriyetin re’yine +göre- cihadın vücubu kalmaz. +ayetindeki illa lakin ma’nasınadır ki nefy-i +saytaranın ifade eylediği ahvalin umumundan istisnayı mutazammındır. +HADIS-I ŞERIF +Kur’an-ı Kerim ’den sonra ulum-ı ‘aliyye-i İslamiyyenin +en kıymetdar kıymetdar olduğu kadar da dakīk bir rükn-i +mühimmini teşkil eden ilm-i hadis için de mecmuamızın +tercümanı din-i mübin-i İslam’ın me’haz ve menşe’i bugün +Peygamberimiz Efendimiz ile bizim beynimizde vesika-i +mu’azzama olan ehadis-i nebeviyye mecmuamızda daima +mevki’-i mühim işgal edecek ümmet-i İslamiyyenin ihya ve +te’alisine sa’y ü gayret edilecektir. Vaktiyle her türlü mevani’ +ve mezahime göğüs gererek her türlü tehavvülat-ı kevniyye +ve siyasiyyeye la-kayd kalarak tel’inlere tadlillere hapis +ve tağriblere ezalara cefalara nazar-ı istihfafla bakarak +ehadis-i şerifenin cem’i sünnet-i seniyyenin ihya ve i’lası +uğ­runda çalışan e’azım-ı ümmeti tekrar zamanımızda yaşatmayı +mecellemiz kendisine mukaddes bir vazife bilecektir. +Şu ümniye-i mu’azzezeye erişebilmek için hadis babında +selaseden ibaret olacaktır: +dan temas eden ehadis-i şerife ve sünnet-i seniyyeyi mevzu’-ı +bahs ederek ahval-i cariyye ile nazar-ı şari’ arasında +mukayese ve muhakeme icrasıyla tenkīd eylemek. +muhaddisin-i kiram hazeratının tercümeleri meslek-i alileri +asar ve mecmuaları hakkında tetebbu’atta bulunmak. +Sebilürreşad ’ın ictima’iyattaki mesleği umumi olmaktan +ziyade hususi bir mahiyeti haiz olacaktır. Fakat böyle olması +lini tazammun etmez. Sebil ’in sütunları ma’na-yı umumisi +ceride bir İslam ceridesi olmak haysiyetiyle en ziyade alem-i +dan maksadı da şuun-ı İslamiyyenin münhasıran fünun-ı +dir. Sebil ’in sütunlarında mevzu’-ı bahs olacak mesail-i ictimaiyye +alem-i İslam’da maddeten mevcud olan fevaidi +den olacaktır. Çünkü şimdilik biz de mevzu’u olmayan nazariyat-ı +Sebilürreşad İslam’a aid mesail-i ictimaiyyeden bahs ettiği +sırada hiçbir zaman cehlin ma’na-yı meşhuruyla taassubun +delaletine iktida etmeyecek; İslam’ı girivelere düşüren bu iki +delil-i zelile daima nazar-ı nefretle bakacaktır. Çünkü onun +cak bu suretle ayıklanabileceği gibi +nass-ı celiline ma-sadak olacak surette rahat döşeğine uzanan +üç yüz milyonluk bir kütle de ancak bu suretle devre-i +hayat ve faaliyete girebilecektir. Sebil bu mebhasda levm-i +laimden şetm-i şatimden asla tehaşi etmeyecek doğruluğuna +kail olduğu bir fikri bir ictihadı bi-muhaba izhardan +çekinmeyecektir. + +---- +FELSEFE +---- + +Sebilürreşad mebahis-i felsefiyyeyi de ihtiva edecek bütün +mesalik-i felsefiyye erbabının efkar ve mülahazatı için +daima sahifelerini açık bulunduracaktır. Fakat hiçbir zaman +felsefeyi hedm-i dine alet ittihaz etmeyecektir. Belki felsefenin +bir çok mebahisini te’yid-i dine hadim kılacaktır. Sebil +mesalik-i muhtelife-i felsefiyyeden kemal-i serbesti ile bahsi +kebairden addedecek kadar mukteza-yı zamandan gafil +olmadığı gibi felsefenin hücumundan korkacak kadar da +za’af-i kalbe za’af-i imana mübtela değildir. Bina’enaleyh +kirleri en mülhidane nazariyeleri aynen nakilde bi-tarafane +muhakemede asla bir beis görmeyecek ve belki bu şıkkı lazım +ve zaruri addeyleyecektir. +VAHDET-I VÜCUD +Fikriyyunun alem-i harici hakkında muhtelif nazariyeleri +vardır; bu nazariyyelerin nev’ine göre meslekler de ta’addüd +eder. Bunlar hakkında tafsilata girişmek sade[d]den teba’üdü +müstelzimdir. Bu mesleğin en müfriti eşya-yı hariciyyeyi +“ene” üzerine terettüb ettiren ve “idealizm egoist” denilen +meslektir. Bu meslek erbabı nefs-i natıka ile ona mahsus +olan kuva-yı müdrikenin halat-ı muhtelifesinden başka bir +şeyin vücuduna kail olmayıp alem-i hariciyi teşkil eden suver-i +mümkinatın o kuvvetlerle kaim ve o kuvvetlerin birer +şekl-i mahsusu olduğuna kaildirler. Bunların nazarında alem +kendi hakīkat-i zatiyyeleri olan “ene”den ibarettir. Halbuki +zevi’l-ervahdan evvel alem var idi. Zevi’l-ervah bilhassa +onlardan biri olan insan avalime nisbeten hadisü’l-ahd sayılır. +Şu halde dünyada nüfus-ı müdrike yok iken avalimin +velev ki başka bir suretle olsun vücudunu tasdik zaruridir. +Zevat-ı eşyanın kıyam-ı zatileri i’tibarıyla bir vücud-ı müdrike +karşı tahakkukları nazariyesi kabul edildiği takdirde o +vücud-ı müdrikin be-heme-hal bizden başka bir şey olması +lazım geleceği tezahür eder. İkinci mülahazaya gelince o +da nefs-i natıkada husul-i ihsasat için bir illet-i hariciyyenin +vücuduna ihtiyac derkar olmasıdır. Felasifeden bazıları bu +bunlara henüz nefsimizde tecelli etmeyen ihsasat-ı mümkine +diyorlar. Halbuki ihsasat-ı mümkine nedir? Nefsde tecelli +etmeyen halat. Bu halat nasıl olur da aynı zamanda nefsde +teccelli eden halata illet olabilir? Çünkü henüz kendisi tahakkuk +etmemiştir. Şu halde nefsde husul-i ihsasat için bir +kaide-i külliyye olan kaide-i illiyyet bunu iktiza eder. Haydi +bundan da sarf-ı nazar edelim. Nefs-i natıkanın daire-i idraki +daire-i ihatası mahdud olduğu da insafa veda’ etmeden +aklen meczumumuz olan vücuduna ne diyelim? Eğer eşya-yı +hariciyye yalnız “ene”den ibaret olan nefs-i natıkaya +karşı müte’ayyin olaydı vücudu aklen meczumumuz olan +avalim-i gayr-ı mütenahiyye onun daire-i idraki haricinde +olmak hasebiyle mevcud olmamak lazım gelir idi. +Halbuki o alemler mevcuddur; bunların vücud-ı nefsü’l-emrilerini +a’razından tecrid ile ma’kūlattan olmak üzere +kabul etmek bir nevi’ mükaberedir. Aks-i suret kabul edildiği +takdirde eşya-yı hariciyyenin vücudu bizim idrakimize +müftekır ve onun vücuduyla meşrut olmamak iktiza eder ki +hakīkat de budur. İşte yukarıda ismi geçen Berkley vürudu +zaruri olan bu ve bu gibi itirazları def’ için fikrini diğer +bir nazariyye ile tashih ediyor. Bu feylesof en muta’assıb +fikriyyundan olmakla beraber eşya-yı hariciyyenin vücudunu +duğunu söylüyor. Ve bu inkarın insandaki nefs-i natıkadan +başka bir idrake ta’bir-i diğerle akl-ı külle karşı taayyününe +kail olarak buna da Cenab-ı Hak diyor. +Bu suretle bizim eşya-yı hariciyye namını verdiğimiz +hakayık-ı sabiteye Cenab-ı Hakk’a karşı taayyün eyledikten +sonra ukūl-i cüz’iyye tarafından idrak olunana silsile-i +efkar nazarıyla bakıyor. Berkley’in ruh mülahazatı mutasavvıfane +bir eda ile ifade edilirse ehl-i vahdetin fikrine +yaklaşır. Akıl için tarik bir olmak haysiyetiyle bundan da bir +şey çıkmaz. Zaten ehl-i vahdetin mesleği hakkında nazari +ted­kīkata girişenler be-heme-hal onu fikriyyun mesalikinden +birine temas ettiriyorlar. Hatta İbn-i Haldun bile ehl-i +vahdetin mesleğini tenkīd ettiği sırada onu döndürüp dolaştırıp +“idealizm egoist” mesleği derekesine indiriyor. Kari’ini +Mukaddime-i İbn-i Haldun ’a müracaat külfetinden vareste +kılmak için buraya aynen nakl ettiğimiz atideki sahife dikkatle +mütalaa edilecek olursa hilaf-ı hakīkat bir isnada tasaddi +etmediğimiz anlaşılır Mukaddime-i İbn-i Haldun ’dan +nakl olunan sahife şudur: +“Müte’ahhırin-ı mutasavvıfenin bir fırkası dahi vahdet-i +mutlakaya kail oldular ve bu mezheb ta’akkul ve teferru’atında +evvelkiden daha garib bir re’ydir. Bu mezheb ashabı +zu’m ederler ki vücudun tefasilinde bir takım kuvvetler +vardır ki mevcudatın hakayık ve suver-i mevaddı onlar ile +olur ve anasırın vücudu dahi kendide olan kuvvetler iledir. +“Ve keza madde ve heyula-yı anasırın kendisinde dahi +kuvvetler vardır ki madde-i mezkurenin vücudu onlar iledir +sonra mürekkebatta dahi bu kuvvetler mevcud olup ancak +ma-bihi’t-terkīb olan kuvvetin zımnında bulunurlar. Kuvve-i +ma’deniyyede kuva-yı anasır mevcud olup fazla olarak kendide +dahi bir kuvvet vardır sonra kuva-yı hayvaniyye kuvayı +ma’deniyyeyi mutazammın olup kendisinde dahi diğer +kuvvet-i zaide vardır. Kuva-yı hayvaniyyeye nisbetle kuvayı +ruhaniyyenin hali dahi bu minval üzeredir ve kaffesini min +gayrı tafsil cami’ olan kuvvet ancak kuvve-i ilahiyyedir ki +külli ve cüz’i cemi’ mevcudatta münbes ve münbasit olmuş +ve cümlesini cem’ edip yalnız zuhur ya hafa veyahud suret +ya madde cihetinden olmayarak belki min külli’l-vücuh +cümlesini ihata etmiş olduğundan kaffesi vahiddir ve ol vahid +zat-ı ilahiyyenin kendidir ve fil-hakīka zat-ı ilahiyye vahid-i +basittir. Ve onu mufassıl olan ancak bir i’tibardır. Hayvaniyetle +vücuduyla mevcuddur. Onun için bazen böyle cins ma’annev’ +bunları misal olarak irad edip bu hususda min külli’l-vücuh +terkib ve kesretten firar ve hazer ederler ve onların indinde +terkib ve kesreti mucib olan ancak vehim ve hayaldir. +“Bu mezhebin takririnde İbn-i Dihkan’ın kelamından zahir +olan budur ki onların vahdet hakkında olan kelamlarının +hakīkati hükemanın elvan hakkında dediklerine şebihdir. +Şöyle ki hükema elvanın vücudu ziya ile meşrut olduğundan +ziya ma’dum oldukta elvan bir vechile mevcud olamaz +derler. Onların indinde dahi mevcudat-ı mahsusenin küllisi +müdrik-i hissinin vücuduyla meşrut ve belki mevcudat-ı +ma’kūle dahi müdrik-i aklinin vücuduyla meşrut olduğundan +bu surette küllisini mufassıl olan vücud müdrik-i beşeri +farz ettiğimizde vücudun tafsili olmayıp mevcud olan ancak +basit-i vahid olmuş olur. Bu surette hararet ve burudet ve +salabet ve mülayenet ve arz ve ma’ ve nehar ve sema ve +kevakibin vücudu ancak onları müdrik olan havassin vücudundan +naşi olarak vücud-ı nefsü’l-emri bulunmadığından +onları mufassıl olan müdrikler mefkūd oldukta hiç tafsil bulunmayıp +mevcud olan ancak idrak-i vahid olur ki “ene”den +temsil ederler ki hal-i nevmde hiss-i zahiri mefkūd oldukta +ona göre cemi’ mevcudat mefkūd olup kuvve-i hayaliyyesinin +tafsil ettiği rü’yadan başka bir şey kalmaz. İşte uyanık +kimsenin hali dahi böyledir derler ki o dahi bu idrakat-ı adideyi +bir nevi’ müdrik-i beşerisiyle tafsil edip müdriki mefkūd +oldukta tafsil dahi mefkūd olur. İşte Sufiyyenin kelamında +vehmin ma’nası budur yoksa idrak-i insaninin bir kısmı +olan vehim demek değildir. İşte İbn-i Dihkan’ın kelamından +anlaşıldığına göre mezheb-i mezkur ashabının hulasa-i re’yleri +budur. +“Ancak re’y-i mezkur derece-i sıhhat ve kabulden sakıt +ve nazildir. Zira girip çıkmış olduğumuz ve gideceğimiz beldenin +yakīnen vücudunu gözümüzden gaib iken cezm ederiz +ve keza sema ve kevakibin ve sair görmediğimiz şeylerin +vücudunu kat’iyyen biliriz ve insan bunu kat’ edip böyle +yakīniyyatta kendi kendine mükabere edemez. Halbuki hicab +hissi keşf ile alem-i ruhaniye muttali’ olup da evham +ve hayalattan salim olan kimse müstağrak-ı bahr-i ma’rifet +olarak idraki bu gune tahayyülattan halis ve hali bir idrak-i +sazec-i basit-i umumi olmak lazım gelip bu surette ise tafsil +ve tefrik ile hakayık-ı mevcudatı nasıl ta’yin edebilir? Ve söylediği +sözler avarız-ı vehmiyyeden başka ne olabilir? Bina­ +enaleyh bu gune keşif sahibi kendini müttehem edip de ibadetine +Hak onu vasıl-ı mertebe-i hakīkat eyleye…. ilh.” + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Müslümanlık aleminde intişar eden İslam mecellelerinin +hemen ekserisinde bu ünvana tesadüf olunur; en tatlı ilmi +mülahazlar fıkhi düşünceler bu ünvan altında mütala’a edilir. +Vaktiyle İslam Alemi’nde pek ali mevki’ler işgal eden efazıl-ı +ulemanın geceleri gündüzlere katarak senelerce ömürlerce +çalışmalarına zemin olan mescidlerde cami’lerde +medreselerde ekabir-i fukahanın iştirakiyle günlerce imtidad +eden müzakere ve mübahaseler için de yegane mevzu’ teşkil +eden ilm-i celil-i fıkhın zamanımızın dini ve İslami mecellelerinde +dahi bir kısm-ı mühim teşkil etmesi iktiza eder. +Diğer tarafdan kari’in-i kiram beyninde tahaddüs +ederek hükm-i şer’isi bilinmek üzere müracaat olunan sualler +de cevapsız bırakılamaz. Yevmi ve siyasi cerideler veka’i-i +yevmiyye ve siyasiyyeyi tedkīk etmek mecburiyetinde bulundukları +gibi bir mecmua-i İslamiyye dahi alem-i İslam’da +ve kendi kari’leri beyninde ukde teşkil eden mes’elelerin +bilhassa İslami ve şer’i bir nokta-i nazardan halledilmesine +tavassut etmesi icab eyler. +ve Fetava” babı küşad edilmek ciheti münasib görülmüştür. +Fıkıh ve Fetava kısmı nefs-i ünvandan dahi anlaşıldığı +üzere ikiye ayrılır ki; biri “fıkıh” diğeri “fetava” kısmıdır. +Kısm-ı fıkhı ihvan-ı din tarafından tevarüd eden suallerden +cevaplardan zaman ve zemine göre tahaddüs ve icabına +göre hey’et-i tahririyyece mevzu’-ı bahs edilmesi münasib +görülen mesail hakkında cereyan eden mütalaat ve muhakemat-ı +fıkhiyyeden ibaret olacaktır. +Mecmuamızda bilhassa bu babın zenginliğine ayrıca dikkat +ve ihtimam olunacak ve bu hususda icab eden fedakarlıktan +geri durulmayacaktır. Elimizin eriştiği kadar memalik-i +saire-i İslamiyyede bulunan fukahanın dahi fikir ve mütalaalarına +müracaat edilecektir. İstiyoruz ki mecellemizin bu +kısmı Hanefilik Malikilik Şafiilik Hanbelilik… tefrik edilmeksizin +mezahib-i İslamiyyenin ayine-i fıkhisi olsun. Onun +bu babda usul-i İslamiyyece mu’teber olan delile senede +babda söylenecek sözler sırf istidlal tarikıyla ve delilleri nokta-i +nazarından irad edilecek olduğundan hiç birinde kat’iyyet +tahlil ve edillesi nokta-i nazarından tedkīk edilmesiyle iddia-yı +nur. Maamafih ilmi mevzu’lara dair idare-i kelam etmek +mes’eleyi istidlal tarikıyla tahlil ve tafsil eylemek bab-ı fıkıhda +kesb-i mümarese eylemek isteyenler için vasi’ bir zemin +teşkil eder ümidindeyiz. Her halde zeka-yı fıkhisi olanlar için +bu saha geniş bir meydan-ı müsabaka olacaktır. +Sebilürreşad ihvan-ı kiram tarafından varid olan sual-i +fıkhileri evvela enzar-ı ammeye arz eder. Kari’in-i muhteremece +bu hususda sırf ilmi ve müdellel olmak üzere yazılan +cevaplar neşr sonra bunlar icabına göre muhakeme edilir. +Fakat sual kari’in-i kiram tarafından cevapsız kalır veyahud +mes’elenin daha ziyade izahı icab ederse Sebilürreşad ’ın +kendi muharrir-i ilmileri tarafından mes’ele tedkīk edilir. +Fetava kısmında dahi varid olan istiftalar ibtida kari’in-i +kirama arz olunur. Cevap verilirse me’hazı gösterilmiş olmak +şartıyla neşr ve yoksa Sebilürreşad ca cevabı taharri +edilir; bulunursa me’hazı yeri gösterilerek derc ve illa cevabı +bulunamadığı i’lan olunur. Bu gibi cevabı bulunamayan +mesail-i fıkhiyye sırf ilmi ve nakli bir surette fıkıh kısmında +mevzu’-ı bahs edilebilinir. +Bu halde fıkıh ve fetava kısmı tabiatiyle ikiye ayrılıyor +ki biri fıkıh diğeri fetava kısmıdır. Buna göre bu kısımlar +ber-vech-i ati mebahisi müştemil olurlar: +Varid olan ve hey’et-i tahririyyece mevzu’-ı bahs edilmesi +münasib görülen sualler +Fıkıh kısmına aid olmak üzere yazılan yahud varid +olan cevaplar +muhakemeler icrası +Fetvalar +Cevabı bulunamayan sualler ihtar ve icabına göre bunun +kari’in-i kiramca fıkıh kısmında mevzu’-ı bahs edilmesi +Ve mine’llahi’t-tevfik. + +---- +EDEBIYAT +---- + +Edebiyatı nasıl telakkī ettiğimizi nasıl bir meslek tutmak +miştir. Şiir için edebiyat için “süs” “çerez” diyenler var. +Karnı tok sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. +Lakin bizim gibi aç çıplak milletlere süsten çerezden evvel +giyecek yiyecek lazım. Onun için ne kadar süslü ne kadar +tatlı olursa olsun libas hizmetini gıda vazifesini görmeyen +edebiyat bize hiç söylemez. +Hele “San’at san’at içindir. San’atta gayet yine san’attır. +Edebiyatta edebiyattan başka bir gaye aramak san’atı takyid +etmektir.” gibi yüksek nazariyeler bizim idrakimizin pek +fevkindedir. Zaten bu türlü nazariyeler ahlaksızlığa felsefe +şekli veren; edebiyat namına milletin namusuna hayatına +mevcudiyetine yürüyen bir takım hazelenin eser diye ortaya +koydukları bahnamelere revac verilmek için ileri sürülüyor. +Bir de biz edebiyatın vatanı olduğuna iman edenlerdeniz. +O sebepten hiçbir milletin edebiyatını memleketimize +mal etmek istemeyiz. +Şarklılar herşeyde olduğu gibi edebiyatta pek geri; garplılar +herşeyde olduğu gibi edebiyatta pek ileri. Biz onların +edebiyatından yalnız san’at cihetiyle istifade etmek isteyeceğiz. +Yoksa ecnebi emtiasını yerli metaı yerine satmayacağız. +Simsarlığın bu türlüsü dolandırıcılık olduktan başka kendi +hissiyatımızın kendi efkarımızın elhasıl kendi hayatımızın +kıyamete kadar işlenmeyerek ham eşya sırasında kalmasına +sebep olur ki hem ayıp hem günahtır. Petrolün nasıl +çıkarıldığını nasıl tasfiye edildiğini öğrenen Osmanlı Erzurum’daki +Yoksa Amerika’dan Rusya’dan Romanya’dan teneke teneke +gaz taşıyacak sonra da yerli mahsulü diye bizi kandıracak +olursa biz onun madenciliğinden birşey anlamayız! +Darılmasınlar gücenmesinler ama sanatkarız diye meydana +atılan bir çoklarını biz adi birer simsar bulduk! Adi kaydını +da ilave ediyoruz; çünkü eklerini belli etmeyecek kadar +maharet gösteremiyorlar. +Sebilürreşad ’da görülecek eserler kaba olacak saba olacak +lakin yerli malı olacak hiçbir tarafında başka memleket +mahsulü olduğunu gösterir damgası bulunmayacak. Bir de +az çok bir ifade te’min edecek. Şayed ahlaki içtimai hiçbir +faide te’min etmezse zararı bari olmayacaktır ki bir nazara +göre bu da faide demektir. +Yazılarımız en namuslu aileler arasında okunabilmek +üzere yazılıyor. Zaten bizim ictihadımıza göre edepsizlik başladığı +noktada edebiyat biter. +Elverişli bulduğumuz her mevzuu yazacağız. Hele ictimai +derdlerimizi dökmekten yaralarımızı açıp göstermekten hiç +çekinmeyeceğiz. Bundan maksadımız bir takım zavallıların +zannettiği yahut zannettirdiği gibi milleti ele düşmana karşı +maskara etmek değildir. Meramımız kendimizi değil maskaralıklarımızı +maskara etmektir. Ta ki ülfet neticesi olarak her +gün yapmaktan hiç sıkılmadığımız hiç azab duymadığımız +bir sürü fenalıkları yavaş yavaş bırakalım da elbirliği ile insanlığa +doğru bir adım atalım. +Görülüyor ki biz edebiyattan pek çok şeyler bekliyoruz. +Evet memleketin aklı başında olan evladı bize yan bakmaz +da yardım edecek olursa neden Osmanlıların milli hakīkī +Yazılarımızın gerek mevzuunda gerek üslubunda herşeyden +evvel bütün Osmanlıları düşüneceğiz; yani mümkün +olduğu kadar halka söyleyecek eserler meydana getireceğiz. +Yoksa havas için yazı yazmaya yeltenecek derecede sersem +değiliz! Zaten altıyüz bu kadar seneden beri yalnız havassı +düşüne düşüne avam olmuş gitmişiz! +Sade yazmak bizim için asıldır. Ne zaman bu asıldan +ayrı düşmüşsek mutlaka muztar kalmışızdır. Yalnız sadelikte +“cennet”i beğenmeyip “uçmak” “cehennem”i bırakıp +“tamu” diyecek kadar ileri gidecek değiliz. +Hele dilimizin şivesini –ister Napolyon çizmesi çekmiş +netmeyeceğiz. Bu hususta ne kadar taassub ne kadar muhafazakarlık +kabilse göstereceğiz. Evet eskiler gibi Arapça +Acemce düşünülüp yahud yeniler gibi Fransızca Almanca +tertip eyleyip Türkçeye ondan sonra naklolunan yazılara +karşı gücümüz yettiği kadar hücum edeceğiz. Zira şu hakīkate +her memleket nasıl kendi tabii hududu dahilinde ilerlerse +her dil de kendi fıtri şivesi dairesinde terakkī eder. +Lisanın şivesine uymayan eserler mahdud bir kısım halk +arasında bir müddet yaşar; lakin sonra da ölür gider. + +---- +TARIH +---- + +Bir milleti hakkıyla tanımak için yalnız ahval-i hazırasını +bilmek kafi değildir. Zira ahval-i hazıra mazinin mahsulüdür. +Binaenaleyh her şeyden evvel tanımak istediğimiz milletin +mazisini bilmek lazımdır. Millet-i İslamiyyeyi kari’in-i kirama +bi-hakkın tanıtmak isteyen risalemiz bu hakīkati nazar-ı dikkate +alarak milletimizin tarihinden bu millet-i muazzamayı +teşkil eden akvam-ı muhtelifenin mazilerinden bunlar içinde +yetişip ilim ve fenne İslamiyet ve insaniyete hizmetleri +sebk eden büyük simaların tercüme-i hallerinden bahs etmeyi +münasib görmüştür. O halde bu kısmın ihtiva edeceği +mebahis şunlar olmak iktiza eder: +Tarih-i İslamiyyet +Akvam-ı İslamiyyenin tarihleri +E’azım-ı İslamiyyenin teracim-i ahvali +HAK VE HAKĪKAT +Bi-tevfiki Rabbani “Hak ve Hakīkat”in maba’dine bed’ +ediyoruz. +Cild-i evvelin hitamına doğru enbiya-yı izam hazeratına +mahsus mevhibe-i sübhaniyye olan vahy-i ilahiden bahs +edilerek keyfiyet-i vukū’una dair bazı beyanat-ı aliyye ile +tezyin-i sahaif kılınmıştı. +Burada evvela ma-sebeka münasib bir tekmile takdim +edeceğiz. Bunda zikri geçen ayat-ı Kur’aniyyenin tefsirini itmamla +beraber bir takım nükat-ı celile dermiyan edilecek. +Ve vahy-i ilahi aksam-ı adidesinin ala vechi’t-tafsil beyan ve +tedkīkiyle mebhas-ı ali-i mezkur ikmal olunacaktır ba’dehu +saded-i asli olan müdafaaya şüru’ ve Tarih-i İslamiyyet +nam-ı müstearıyla yazılan garazkarane eserin red ve ibtaline +sırasıyla devam ve hakayık-ı ahvalin izahına bezl-i ihtimam +eyleyeceğiz. Bu sayede gerçekten bir tarih-i hakīkī-i İslamiyyet +vücud bulacaktır. +Tekmile +Nübüvvet tebşiriyle beraber şeref-nüzul eden Suretü’l-Alak +evaili + + +[ ] nazm-ı celili +cild-i evvelde vech-i tahkīk üzere tefsir edilerek mebde’-i +vahy-i Rabbaniye münasebet-i kamilesi ibda olunmuşidi. +Burada teberrük ve tezayüd-i istifade arzusuyla Nahçivani +Ni’metullah merhumun el-Fevayihü’l-İlahiyye nam tefsir-i +bedi’-i arifanelerinden iktibas-ı envar ediyoruz. Nesta’izü +bi’llah Ya Ekmele’r-rusül! Kur’an-ı Kerim -i münezzeli +oku +mürebbi-i zi-şanın Bari te’alanın bütün esma-yı +bir ism-i külli-i ilahi yoktur! esma ve sıfat-ı celilesi +laika ile mertebe-i kemale i’rac etmiş +bil-cümle mükevvenat içinden mezid-i lütf ve keremiyle +mümtaz buyurduğu nev’-i insanı uyuşmuş kandan icad eylemiştir. +Madde ile suret beynindeki tefavüte dikkat olunmalı! +Tedebbür ve ta’mik ve istikşaf-i hakaik üzere yine +oku ki metavi’-i ibarattaki beda’i-i işarat sana münceli olsun. +Evvela zabt ve tertil-i elfaz siyakında okumayı emr +etmişidi. Şimdi de te’emmül-i ma’ani ve istıtla’-ı fehaviye +mukarin olacak tarzda okumayı ferman buyuruyor ki bu +sayede kendisine elfaz ve mebani-i metavisinde mündemic +beda’i-i mermuzat inkişaf eylesin. +Erbab-ı imladan olmayan bir recul-i ümmi +olduğuna bakma! Çünkü Rabbin inayet ve ikramda ekmeldir. +Tekellüm ve idrakten ari kalem vasıtasıyla +ta’lim-i ilm eyleyen odur. +Bilmedikleri +şeyleri efrad-ı beşere beyan ve bürhan keşf ü ilham +tarikleriyle bildirmektedir. Sen ki ey habibim o nev’in güzide +ferdi şan ve şerefçe ekmel ve emcedisin en ali bir fıtratta +yekta-yı alemsin bütün hakaik ve esrara vakıf kılınacağın +bi-iştibahdır. A h +Ba’de za hil’at-i risalet iksa buyurulduğu vakit inzal buyurulan +Suretü’l-Müddessir evaili tefsir olunmak iktiza eder +ki onun da tebşir-i risalet ve i[r]şad-ı enama mübaderet +hengamına münasebet-i tammesi aşikar olsun. Este’izübillah +Ey labis-i disar-ı mübarek! Tefsir-i İrşad da +Ebussuud rahimehullah müddessiri böyle tefsir ediyor. +Fakat müşarun-ileyhin muradı fil-cümle lebs-i disar değildir. +Belki Tefsir-i Kebir ’de tasrih olunduğu üzere “tedessür” +disara bürünmek yahud uyumak veya ısınmak arzusuyla +ona sarınmak demektir. Nasıl ki müfti-i müşarun-ileyh de +esbab-ı nüzul beyanı sırasında evvela –balada beyan olunan +kavl-i racih vefkince– Cebel-i Hıra’dan avdetle hane-i +saadetlerine gelip beray-ı istirahat istitca’ buyurdukları zaman +üzerlerini örttürmelerini saniyen kavm-i Kureyş’in +hak­larında na-seza sözler sarf etmelerinden naşi müteessir +ve mütefekkir bulundukları esnada hırka-i saadetlerine bürünmüş +olmalarını salisen melek-i vahyin hin-i vürudunda +Hadis-i şerifi ikisini de cami’ olarak teşbih-i beliğ kauyku +uyumaya müteheyyi’ bir halde bulunmalarını nakil ve +rivayetle ma’na-yı murada işaret buyurmuşlardır. +Müşriklerin söylemiş oldukları o na-seza sözler kütüb-i siyerde +ber-vech-i ati hikaye olunuyor. Resul-i Ekrem efendimiz +hazretleri nası din-i hakka da’vet buyurmakta oldukları +beyne’l-kabail şayi’ olduğu sırada bir gün Ebu Cehil diğer +sanadidi Daru’n-Nedve’ye cem’le husus-ı mezkura dair müessir +bir nutuk irad etti ve nihayetinde dedi ki: Ey ihvan! +Kariben bütün kabail-i Arab beray-ı hac Mekke’ye gelerek +bizimle mülakī olacak ve şimdiye +TERBIYE VE TA’LIM +Yevmi ceridelerimiz ölmüş bitmiş hadisatı şöyle böyle +tahlil ederek dinimiz hatta milletimiz kavmimiz için bile faidesi +olmayan öte beri şeylerle birkaçı müstesna olduğu halde +mecmualarımız da sathiyat ile iştigal ederek asıl bugünkü +vaz’iyet ve ahvali hazırlayan esbab hakkında şakk-ı şefe etmeyi +hatırlarına bile getiremiyorlar. Biz bu milletimizin çekmekte +olduğu bütün belaları mazimizin hazırlamış olduğuna +eminiz. Fi’l-hakīka bizi şu vaz’iyet önünde bulunduran mazi +birçok avamilin taht-ı te’sirinde olarak teşekkül etmiş ise de +burada en büyük amil ulum ve maarif cihetinden geri kalışımız +olmuştur. Bunun da başlıca esbabı medreselerimizde +mekteplerimizde usul-i ta’lim ve terbiyenin yolsuz bir surette +cereyan etmiş bulunmasından ibarettir. Vakı’a medreseler +mektepler yok değil; okuyoruz çalışıyoruz; fakat hiç de matlub +olan neticeler iktitaf edilememiştir. +Biz hala o eski halimizde didiklenip duruyoruz. Mekteplerimiz +medreselerimiz mükemmel adamlar yetiştiremiyor. +Birçok mesailer boşa gidiyor. Memleketimizde yalnız +memleketimizde değil bil-umum memalik-i İslamiyyede bu +yüzden belki yüz binlerce gençlerimizin ömürleri kıymetli +vakitleri zayi’ olup gidiyor. Bu cihetler alem-i İslam’ın bazı +taraflarında anlaşılmaya başlanıldığı halde memleketimizde +bu hakīkat hala meydan bulamıyor. Gerek medreselerimizde +gerek mekteplerimizde tahsilde bulunan genç talebelerimiz +ve bunların haline acıyan bazı hamiyetli zatlarımız +kendi kendilerine üzülüyor çabalıyorlar ise de; dimağları +uyuşmuş olan evliya-yı umurun kat’iyyen aldırdıkları görülmüyor. +Matbuatımız da ma’nasız dedikodulara faidesiz +sathiyata dalarak bu cihetler hakkında bir iki kelime olsun +yazmaya vakit bulamıyorlar. Mektep medrese talebesinin +derdini dinleyecek sahib-i hamiyyet bir kimse bulunmuyor. +ta’lim ve terbiye hakkında bir bab-ı müstakil küşad ediyor. +Burada ta’lim ve terbiyenin nazariyat ve tatbikatı hakkında +beyan-ı mütala’a olunur buna dair varid olan makaleler +derc olunur. Mekteplerde medreselerde ve bunların daire-i +aidelerinde vukū’a gelen yolsuzluklar kemal-i bi-tarafi ile +bi-perva yazılır. Medrese ve mektep müdavimleri tarafından +vürud eden ve haklı olan şikayetler lüzumuna göre müştekinin +arzusu vechile –imzalı veya ma’zeretin sübutu takdirinde +kısım ber-vech-i ati mebahisi müştemil olur: +Ta’lim ve terbiye hakkında varid olan makalat-ı fenniyye +Medrese ve mekteplerde olan yolsuzluklar ve esbabı +Medrese ve mektep talebelerinin şikayatı. +HUTBE VE MEVA’IZ +Din-i İslam hutbelere mev’izalara pek büyük bir ehemmiyet +vermiştir. Zira sebil-i ilahiye da’vet suretlerinin ikisi +hikmetle cidal-i hasen ise birisi de mev’iza-i hasenedir. Muhtelif +kabiliyette yaradılan insanların bir kısmı vardır ki onlara +hikmetten mücadele-i ilmiyyeden ziyade güzel sözler +daha ziyade te’sir icra eder. Zaten mecmuamızda ilimden +hikmetten ve icabına göre cedelden bahs olunduğu halde +erkan-ı da’vetten te’siri daha şümullü olan kısm-ı mühimminin +bunun için dahi bir kısm-ı mahsus küşadını münasip görmüştür. +Mev’izaların bir kısmı vardır ki mahall-i mahsusada eşkal-i +mahsusa ile icra olunur ve ahkam-ı şer’iyye ile ittisaf +eder ki bunlara “hutbe” denilir. +Diğer bir kısmı da vardır ki mahal ve şekl-i mahsusa tabi’ +olmayarak sırf ihtiyacın ilcasıyla irad olunur ki bunlara da +“nutuklar” diyelim. +Hutbeler vaktiyle ancak ahvalin icabatına göre irad +olunması meşru’ kılındığı halde gitgide maatteessüf hikmet-i +meşruiyyeti unutularak gördüğümüz gibi sırf kalıpdan ibaret +tuhaf bir şekil almıştır ki her halde şekl-i aslisine irca’ı lazımdır. +gibi ümmetin efkarını tenvire ahlakını tehzibe hadim mev’izaların +dercini de elzem addetmiştir. +Doğrudan doğruya bir kısma ta’alluk etmeyen makaleler +buraya derc olunacaktır. +Bir milletin te’min-i istikbali o millet ile sair hükumetler +arasındaki münasebatın ne derecelerde olduğu hakkıyla +bilinmesine mütevakkıfdır. Kendisiyle diğer devletler beynindeki +münasebatı bilmeyen milletler hukūkunu muhafaza +himmeyi nazar-ı dikkate alan risalemizin siyaset hususunda +üssü’l-esas mesleği Avrupa ile alem-i İslam arasındaki +münasebatı tedkīk ile istikbal-i İslam’ı te’min edecek yolları +göstermeye çalışmaktan ibaret olacaktır. +HAYAT-I AKVAM-I İSLAMIYYE +Sırası geldiği zaman “üç yüz şu kadar milyon müslüman +.…” diye yazar dururuz fakat bu üç yüz dört yüz milyon +müslüman hakīkaten var mı yok mu? Var ise arzın nerelerinde +ve ne mikdarda bulunuyorlar? Hayat-ı ictimaiyye +ve siyasiyyeleri ahval-i iktisadiyye ve maişetleri nasıldır? +bize benziyor mu? Hangi lisanla tekellüm ediyorlar hangi +devletin taht-ı esaretinde inliyorlar bu azametli yekunun bir +kıymet-i ameliyyesi var mıdır yok mudur? Bunu hiç düşünmüyoruz. +Maamafih düşünsek de bir faidesi olmaz zira bu +hususda esaslı bir ma’lumat verecek asarımız mefkūddur. +Ma’lumdur ki bu kabil asarı ortaya koyabilmek için oralara +gitmek onların içinde onlarla beraber yaşamak hasılı onları +re’yü’l-ayn yakından görmek lazımdır. Halbuki bizde bu +zahmeti ihtiyar etmiş kim vardır yekunu üçü dördü geçmeyen +fedakar seyyahlarımızı düşünecek onların masraflarını +deruhde edecek kaç kişi zuhur etmiştir? Lakin ecnebiler +dünyada hiçbir hıristiyan kavim yoktur ki onun hakkında +ma’lumat-ı tammeye malik olmasınlar. Ondan başka bütün +milel-i saireyi hatta biz müslümanları o kadar tedkīk etmişler +öğrenmişler ki bu tetebbu’ önünde insan –fakat bizim +gibi insan– hayret ediyor. İşi o dereceye götürmüşler ki sırf +müslüman alemine mahsus yüzlerce sahifelik risaleler te’sis +etmişler cihanın her tarafına adamlar göndermişler dünyanın +her tarafından eserler getirtmişler sırf bununla uğraşacak +hey’etler teşkil eylemişler; mütemadiyen yazıyorlar +milletleri de mütemadiyen okuyorlar. İşte Paris’de çıkan +“ Revue du Monde Musulman” bu sa’y ve faaliyetin bir +misali bir şahid-i beliğidir. Buna karşı Darülhilafeti’l-Aliyye’de +bir şey yapılabilmek için her ne kadar şimdilik vesait +mefkūd ise de arayıp bulmak için çalışmaktan da geri durmak +lazım gelmez. +Vakıa bu hususda menabi’-i ecnebiyye çoktur. Fakat onlar +kendi nokta-i nazarlarına göre anlattıklarından pek mevsuk +addedilemez. Maamafih hiçlik içinde yine faide-bahş +olabilir ve bizim için tedkīkat yollarını öğretir. +gibi fedakar seyyahlarımızdan mürekkeb hey’etler teşekkül +eder; gidip oralarda tedkīkat-ı amikada bulunurlar müşahedatlarını +tedkīkatlarını bize bildirirler; o zaman işte en hakīkī +ma’lumatı öğrenmiş oluruz. +Şimdi bu kısımda tedkīk etmek istediğimiz şeyler şunlardır: +Bütün dünyadaki müslümanlar kaç milyon nüfusdan +Millet-i İslamiyye hangi kavimlerden mürekkebdir her +kavmin sakin olduğu mahaller nereleridir hangi lisanla mütekellimdirler? +Her kavmin hayat-ı ictimaiyye ve siyasiyyeleri ahval-i +Millet-i İslamiyye ne kadar mezahib ve turuk-ı mütenevviaya +vücud bulmuştur? Hal-i hazırda neden ibarettir.? +Akvam-ı İslamiyye arasında i’tikad din-i celil-i İslam’ı +anlayış ve suret-i tatbikçe ne gibi farklar vardır? +Bu kütle-i naimeyi ikaz ve irşad için ne gibi tedabire +müracaat lazımdır? +rek kendilerine müracaat olunan gerek bu babda sahib-i +ma’lumat olup tanıyamadığımız zevatın bu program dairesinde +HAREKAT-I İLMIYYE VE FIKRIYYE +Bu kısmın muhteviyatını ta’yin etmek bize düşmez. Biz +yalnız şunu Cenab-ı Hak’dan temenni eder ve müslüman +kardeşlerimizden bekleriz ki bu kısmı hiçbir zaman boş bırakmasınlar. +Her gün saha-i ilm ü fende bir terakkī her zaman +saha-i hayatta bir teceddüd ve zindegi göstersinler. Zira +asıl gaye netice budur. + +---- +MEKATIB +---- + +Bu kısım gerek muhabirin-i mahsusamız gerek sair erbab-ı +kalem ve hamiyet tarafından ahval-i İslamiyyeye dair +gönderilecek mektupları ihtiva edecektir. Şimdilik Avrupa’da +birkaç muhbir tedarik edilmiştir. Fakat asıl muhbirlerimiz +şarkta tedarik olunmak lazımdır. Ceraid-i yevmiyyemizin +şimdiye kadar bunu yapması lazım gelirken ihmal edişi +şayan-ı te’essüfdür. İnşaallah yavaş yavaş onlar da baba +yurdlarını der-hatır etmeye başlarlar. Birçok zamanlar Londra’da +bulunan dünyanın her tarafından gelen müslümanlarla +Darülhilafe’de bulunan Halil Halid Beyefendi’nin delalet ve +himmetiyle lazım gelen İslam cem’iyetleri ve rüesasıyla bu +hususda muhabereye başlanmıştır. İnşaallah evvelisi gün +darü’l-harbden avdet eden ve bütün şarkta tanıdıkları bulunan +Abdürreşid Efendi’nin himmetiyle de bu cihet daha +ziyade taht-ı intizam ve te’mine alınacaktır. Ma’ahaza sütunlarımız +bu babda beyan-ı ma’lumat edecek bütün ehl-i +BULGARISTAN İSLAMLARININ YAŞAYIŞI +Bir takım ricalden addolunan Gospodinler Makedonya +hakkında söz söyler iken delil makamında Bulgaristan’da +yaşayan İslamların refah-ı hallerinden kanun-ı mahallinin +her bendinden müstefid olduklarından bahisle Türkiye tebaası +bulunan Bulgar milletdaşlarının da onlar gibi müsavat +dairesinde! yaşamalarını temenni ettiklerini bala-pervazane +bağırıyor ve bu tasniatlarını bila-hicab Avrupa matbuatına +kadar aks ettirerek bununla Avrupa’ya karşı da’vayı kazandıklarını +tahayyül ediyorlar! Zehi tahayyül!! +Bu avanturisler!.. Bilmiyorlar ki irae etmek istedikleri +delilleri da’valarının butlanına delildir. Onlara baladaki sözleri +sarf etmeye gelen cesaret mahza bizim sabır ve sekinetimizden +mütevelliddir. Yoksa hakkımızda bugüne kadar reva +görülegelen haksızlıkları tamamı tamamına alem-i matbuata +aksettireydik hükumeteyn beyninde ila maşaallah cari olagelen +sulh ve silmin pek çoktan muhtel olması icab eder idi. +Lakin biz İslamlar sulhun istikrarını her fiil ve hareketimizle +arzu ettiğimiz için daima bıçak kemiğe dayanıncaya kadar +sükutu ihtiyar eder ve bu tahammülümüzün semeredar olmasını +ez-can u dil ve temenni eyleriz. +Sadede rücu’ edelim; ne demiştik: Bulgaristan İslamlarının +yaşayışı! Evet Bulgaristan İslamlarının yaşayışı…! +Ah sormayın! Ey Osmanlı Bulgarları! Sizler yukarıda +zikri geçen avanturist Gospodinlerin yaldızlı ve musanna’ +sözlerine firifte olarak bizim gibi yaşamayı ile’l-ebed temenni +etmeyin! Bunu size bir dost bir kardeş samimiyetiyle +söylüyoruz.. Bizim yaşamamız gibi yaşamayı hiçbir vakit +zim yüreklerimiz bilir! Onları fotoğraf gibi meydan-ı vuzuha +çıkarmanın bir kolayı olsa da sizlere ve Avrupa insaniyet-perveranına +bir temaşa ettirilse?! Fakat heyhat! Sizin +terakkī te’aliniz için hükumetiniz mektepler inşa ettiriyor. +Bizim mekteplerimiz sed olunuyor tahrib olunuyor! Tahribi +çareleri düşünülüyor. Sizlere iki millet beyninde asırlarca +hüküm süren burudetin izale-i vücudu zımnında ayrıca kilise +yaptırılarak kardeş gibi vatandaş gibi yaşamanız teshil olunuyorken +bizim camilerimiz plana uğratılarak kahr olunuyoruz! +Hangi tebaanın daha mes’ud daha müreffeh yaşadığını +tefrik ve temyiz etmeyi erbab-ı insafa bırakarak sahife-i +hayatımızın bir yaprağını çevireceğim. +Mah-ı hal-i Rumi’nin on ikinci Pazar günü icrası mukarrer +belediye intihabatı için her fırka mübarezeye hazırlandığı +gibi yeni usulde icra olunacak bu intihabda her fırka +şubeleri İslamlara kazandırmamak üzere fırkaları dahilinde +bulunan İslamları tertib ettikleri listelerin en aşağı sıralarına +koymaya çalıştılar. Bit-tabi İslamlar onların bu hareketlerine +razı olmayarak İntihab Kanunnamesi’nin mevadd-ı mahsusundan +ye hahişlendiler ve listelerini yalnız İslam gençlerinden tertib +ettiler idi. Bunu istihbar eden bir takım tufeyli ve son derece +mutaassıb Gospodinler İslamların bu teşebbüslerini akīm bırakmak +garaz-ı merduduyla fırka maskelerini ber-taraf ederek +sosyalistlerden maada hepsi bir fırka halinde işlemeye +Bu türlü işledikleri halde de ekseriyeti ihraz edemeyecekleri +zehabına düşmüş olmalıdırlar ki İslamları tehdid mevki’lerini +te’min zımnında hakkımızda mübah addettikleri +bühtan ve iftiralara germi verdiler! Güya intihab gününden +bir hafta akdem Filibe’de intişar eden Balkan gazetesi sahibi +Edhem Ruhi Bey kasabamıza gelerek İslamları müftülük dairesine +da’vet ettirmiş İslamların intihablarda hırıstiyanlardan +ayrı çalışmalarını tavsiye etmiş!!! Da’vet olunun İslamlar +da bu fikri tervic edeceklerine dair Kur’an-ı Kerim ’e el +basarak ahd ü peyman etmişler..! Bunun için ayrı çalışırlar +Edhem Ruhi’nin eser-i teşvikiyle vukū’ buluyormuş! Bu intihab +değil iki dinin çarpışması mübarezesi imiş!! Zehi iftira.. +Zehi vesvese! Bunun üzerine bir takım bed-mest ve şekavet-perver +Bulgarları para ile ikna ederek üzerlerimize hücum +ettirdiler. Hakkımızda icra etmedik rezalet ve şenaat bırakmadılar! +Yapmadıkları zulüm ve hakaret kalmadı! Bütün +müslümanı döğdüler döğemediklerini birer suretle ihafe ve +tehdid ettirdiler.. Bu hususda istihdam için bir çok kura-yı +mütecavireye da’vetnameler irsaliyle mutaassıb köylü Bulgarlarını +mahza İslamları ezdirmek ürkütmek üzere da’vet +ederek İslamı kesir mahallata hücum ettirdiler. Onlar ve +şe­ +rikleri fırsatı ganimet bilerek kimi müslüman döğmeye +kimi kise-i şekavetini imla etmeye aç kurt gibi saldırdılar!... +Misafirhane kapılarını cebren açtırarak içeride bulunan kimselerin +saat ve paralarını yağma ettiler. Güpegündüz ticaretgahlarımıza +bid-duhul ansızın üzerimize hücum ve darb +ettiler. Komşumuz hırıstiyan tüccarları bu halleri temaşa +edip duruyorlar idi. Bu vahşilikleri merci-i aidine ihbar etmeye +giden eşraf-ı mahalliyyeye hükumet konağı önünde +… dölü alçak Türkler … dölü barbar müslümanlar diye +kurtlar gibi uluştular!! +Bunların bu halini müşahede eden müteşebbislerimiz +hayatlarını muhafaza çaresine düşerek ticaretgahlarını kapayarak +her biri bir tarafa savuştu. Zira: Şikayetleri sem’-i +kabule layık görülmemişti.. Yalan söylüyorsunuzdan başka +cevaba nail olamamıştık! +Hele köylerde imrar-ı hayat eden bi-çare din kardeşlerimizin +hal-i pür-melalini onların tahammül-suz hayatlarını +hiç işitmeyin! Onlara her an reva görülen tecavüz ve +tahkirata yürekler “çelikten” de olsa yine takat getiremez! +Meğer ki vatandaşlarımızın yürekleri gibi ola..! Kuyularına +hınzır eti mi atmadılar? Mezarlık taşlarını mı kırmadılar? Bir +takım eşraftan kimselerin mezar taşlarına “haç” işareti mi +yapmadılar? mektep ve camileri mi sed olunmadı? Cami +kapılarına domuz eti mi asmadılar.. İçerilerine tegavvut mu +etmediler? Yapmadıkları hangi şenaat fazahat kaldı? Hangi +birisinden tazallum hangi bir tecavüzlerinden şikayet edebilelim?! +Hangi bir vahşiliklerini sımah-ı insaniyyete isma’ +edelim?? Biz İslamların yaşayışını benim aciz kalemim tasvir +edemez.. O her türlü tasvir ve tasavvurun fevkindedir! Esir +bizden hürdür! Mahbus bizden müreffehdir!! Eşraf-ı İslamiyyenin +birçoğunun sözünden bir domuz çobanlığı eden +Bulgarın ifadesi mergūb ve müreccahdır.! Bizler burada yalnız +bir şeye i’timad ederek güvenerek oturuyorduk. Kuvve-i +kanuniyye bu her şeye hakim zann-ı kavisinde bulunduğumuz +kuvvetin de bize bizim hukūkumuzu sıyanete istirdada +gelince o da aciz kalıyor! O da o zaman kendi vücudunu +kağıtlar arasına gizlemeye yapılan vahşetlerin şahidi olmamak +Sözlerim yanlış anlaşılmasın! Kuvve-i kanuniyye +fevkinde dünyada hiçbir kuvvet olamaz! Fakat adaletin +hüküm sürdüğü ona perestiş olunduğu mahalde olursa? +Burada bizim için kanun hüküm-ferma değil Hükm-i Kara­ +kuş’tur! “Bil-cümle edyan mukaddesdir. Her bir mezheb +kezalik kanuna riayet şartıyla herkes fikir ve hareketinde +serbesttir” ne güzel gözler[sözler] ne dil-firib cümleler! Değil +mi? Bu ta’dad ettiklerim Bulgaristan Kanun-ı Esasisi madde-i +asliyyelerindendir. Çe sud ki bu mevadd-ı kanuniyyeyi +yalnız kağıt üzerinde matbu görmekte infaz-ı ahkamını otuz +bu kadar yıldır hasretle beklemekteyiz. Efsus!?.. +Bir Bulgar bir müslümanı döğmüş cerh etmiş; hayatına +kasd etmiş ve bi-çare kuvve-i kanuniyyeden beray-ı istimdad +hey’et-i hükkamdan darib veyahud carihinin tecziyesini +taleb ediyor. Değil mi? Heyhat! Eğer vefa ederse beklesin! +Bir Türk’ün bir Bulgar’da alacağı var! Bulgar vermek istemiyor! +O kimse matlubunun istirdadını mehakim-i aidine +havale etmiş; icrasına dört gözle muntazır bir o kadar para +daha sarf etmeyince ve birçok aylar sabreylemeyince matlubu +–kazara– bir müslüman bir Bulgarı döğse cerh etse! O kimsenin +hakkında kanunun en şedid ahkamı isti’mal olunması +bir emr-i zaruridir. Çünkü öteki Bulgar’dır. Onun hukūk-ı +şahsiyyesi hukūk-ı medeniyyesi var. Beriki müslümandır: +O en aşağı bir mahluktur! Onu kafile-i insaniyyete katmak +hukūk-ı medeniyyesini tanımak adeta cinayetle tev’emdir!. +Ve kīs [kıs] aleyhi’l-bevakī! Bunun gibi haksızlıkları vahşilikleri +ta’dada kalkışacak olur isek cildler dolusu kitablar +vücuda gelmesi iktiza eder. Yalan söylemiyoruz. Ma vakıı +beyan ediyoruz. Eğer da’vamıza delil isteyen olursa Bir +Türk gibi gelip Bulgaristan’da bir mikdar imrar-ı hayat etmesini +tavsiye ederiz. +Eş-Şaki +Bugün dünyada en büyük vasıta-i te’arüf matbuattır. +Zira matbuat milletlerin ayine-i hayatıdır. +Milletlerin düşünüşleri derece-i terakkī ve medeniyetleri +matbuatında görülür. Onun için bütün dünyadaki İslam +matbuatını tedkīk etmek bir İslam ceridesi için lazımdır. Ara +sıra onlardan fıkralar nakl etmek Darülhilafe’ye karşı kalblerinde +merkuz olan muhabbetleri merbutiyetleri göstermek +her halde faidelidir. +Sonra matbuat-ı Osmaniyye’yi tedkīk ederek bazı güzel +mütalaaları nokta-i nazarımıza muvafık veya muhalif fıkraları +nakl etmek icabına göre o hususda beyan-ı mütalaa etmek +teşir bütün gazeteleri göremez okuyamaz. Fakat her halde +kendi memleketinde çıkan Müslümanlığın hayrına yahud +şerrine çalışan gazeteleri bilmek görmek ister. +Daha sonra matbuat-ı ecnebiyye gelir ki bi-nihayedir. +Bunları tamamıyla ta’kīb etmek mümkün değildir. Şu kadar +ki belli başlılarını tedkīk etmek alem-i İslam’ın Müslümanlığın +leh veya aleyhinde akvam-ı garbiyye efkar ve mütalaatına +vakıf olmak ona karşı verilebilecek cevabı görmek +mucib-i intibah ve ibrettir. +Bina’enaleyh bu kısımda tedkīk olunacak matbuat şunlar +olabilir: +ŞUUN +Hey’et-i ictimaiyye halinde yaşayan milletler için daima +tahaddüs etmekte olan vekayi’ ve hadisat göz önünde bulunmak +lazımdır. Bir vak’a diğer bir vak’ayı meydana getirir. +Şuun-ı hayata bigane kalan milletler daima mahkum-ı +bulunursa bulunsun sair ihvan-ı dininin hayatına aid olan +şuuna da vakıf olması lazımdır. İşte bunun için risalemiz +şuun kısmına ehemmiyet-i mahsusa vererek +Hayat-ı İslamiyye’ye taalluk eden haftalık şuun-ı mühimme-i +dahiliyye ve hariciyyeyi hülasa etmeye +Arzın muhtelif noktalarında bulunan müslümanlara +aid şuunu göstermeye çalışacaktır. + +---- +SOMALI VE YEMEN AHVALI +---- + +Yemen eşrafından ve meb’us-ı sabıkı Seyyid Ahmed +Yahya el-Kebsi hazretlerinden varid olmuştur: +Bu def’a kuvve-i umumiyye kumandanıyla İmam Yahya +hazretlerinin ve Ebha cihetinden Süleyman Paşa’nın ve evvelce +Emir-i Mekke Şerif Hüseyin Paşa hazretlerinin Asir’de +taht-ı itaate da’vet etmiş oldukları aşairin sa’y ü gayretiyle +firara teşebbüsü üzerine kendisine bir çare-i halas ve necat +olmak üzere vahşi İtalya’nın Fersan adasını işgali için +esbab-ı lazıme ittihaz etmiş ise de Kuvve-i Umumiyye Kumandanı +büyük İzzet Paşa hazretleri tarafından ittihaz edilen +tedabir İdris’in teşebbüsat-ı cinayetkaranesini akīm bıraktı. +aşayir-i urban bu def’a İmam Yahya’nın kuvve-i umumiyyesiyle +müttefikan aşayir-i mezkure üzerine hareket etmekle +beraber müttefik-i küffar olan İdris’in ensarı oldukları ifham +ve hal ve mevki’ izah edilince derhal İdris’in umum etba’ı +hükumetin afv ü merhametine dehalet ve iltica ettiler ve +müştereken İdris’in üzerine hareket edeceklerini taahhüd +eylediler. O esnada usul-i İslamiyye üzerine İmam Yahya +tarafından İdris’e bir vefd gönderildi. Son ihtarı tefhim ve +şayed beş güne kadar hükumete iltica ve dehalet etmediği +halde mahvının muhakkak ve mukarrer olduğu bildirildi. +Gelecek posta ile İdrisi’nin vereceği cevap iş’ar olunacaktır. +Aden’den almış olduğum bir mektupta Somal’de es-Seyyid +Muhammed bin Abdullah el-Vedad el-Mehdi umum Berberiyye +ve Somal ahalisini cihada da’vet ettiği ve hududdaki +kan yazılıyor ve deniliyor ki bu mektubum size vasıl olmazdan +evvel İtalya ile müsademe vukūunu haber alacaksınız. +CIHAD-I MUKADDES İ’LANI +mek için İdris hainiyle birlikte ve kemal-i faaliyetle entrikalar +çevirmeye başladı. Fakat alem-i İslam’ın buna mukabelesi +çok gecikmedi. Evvelki günkü “Ajans Kolonyal” Agence +Colonial? telgrafları arasında Cibuti’den keşide edilen bir +telgrafda havali-i mezkure ahali-i İslamiyyesinin İtalyanlara +karşı umumiyetle bir galeyan içinde bulundukları ve İslam’ın +bu düşmanlarına karşı perverde edilmekte bulunan +hiss-i kin ü garazın asla zeval bulmayacağı bildirilmekte idi. +Şimdi İstanbul’da okunduğuna göre Somal kıt’a-i İslamiyyesi +hakimi Seyyid Muhammed ibni Abdillah el-Vedad +hazretleri İtalyanlara karşı cihad-ı mukaddes i’lan etmiştir. +Seyyid hazretleri komşusu bulunan İtalyanlar üzerine kuvvetli +bir ordunun başında bulunduğu halde yürümek üzere +payitahtından çıkmıştır. Somal hakimi hazretleri . kişiden +fazla bir kuvvete malik bulunmaktadır. Müşarun-ileyhin +bütün alem-i İslamda birinci derecede değilse de her +halde Senusi Şeyhi hazretlerinin nüfuzuna müsavi bir nüfuza +malik bulunduğu da ma’lumdur. +da başgöstermiş olan tehlikeye karşı koymak üzere serian +mezkur müstemlekeye asker sevk eylemektedir. +Bu mühim hadiseyi ilk önce istihbar etmiş olan Yemen +meb’us-ı sabıkı Seyyid Ahmed el-Kebsi Efendi geçen akşam +Dahiliye Nezareti’ne azimetle Nazır Vekili Talat Bey’e ihbar-ı +keyfiyyet eylemiş ve Talat Bey de Harbiye Nazırı Mahmud +Şevket Paşa’ya iş’arat-ı lazımede bulunmuştur. Sevahil-i +müsta’merelerine ecnebiler tarafından vukū’ bulan birçok +hücumlardan daima dahile çekilmek suretiyle kurtulmuş +olan Somal kabaili son derecede cesur şeci’ ve muharibdirler. +Her Somalli harbe bir mızrak ile uzun siyah boynuz kabzalı +ve kuşaklarına sokulmuş bir pala ile gider. +Rüesa geniş yüzlü ve her iki tarafı keskin büyük bir kılıç +ka’daki kabail-i saireden umumiyetle boylarının uzun olması +tab’-ı nazike ve muharibaneleri ve renklerinin daha siyah +olması ile tefrik edilebildiğini söylüyorlar. Yek-nazarda kendilerinin +koyu renkli bir takım Avrupalı adamlar olduklarına +hükm edileceği gelir. Somalililer miyanında Macerteynler +tavırlarının vakar ve ciddiyetiyle temeyyüz ederler. İslamiyet +Somalililerin mezheb-i yeganesidir; bunlar umumiyetle +hal-i bedavettedirler seyyahin her ne kadar mikdarlarını bir +milyon kadar tahmin etmekte iseler de hakīkī nüfuslarının +ta’yini müşkildir. Somalliler üç büyük gruba münkasemdir. +Cenubda Rehsanviler vasatta Haveryalar ve şimalde Haşeryalar. +En büyük ve mühim ittifak Macerteynlerin ittifakıdır +ki bunlar otuz kadar kabileden müteşekkil olarak memleketin +bütün şimal-i şarkisini işgal eylemekte ve bir hakimin +zir-i nüfuzunda bulunmaktadırlar. +Hatırlardadır ki İtalyanlar senesinde rüesa-yı mahalliyye +akd eylemiş olduklarını iddia ettikleri muahedelere müsteniden +şimalen Kısmayo’dan Bedevi Burnu’na kadar bütün +Somal Kıt’as�� üzerinde müsta’mere teşkili iddia ve talebinde +bulunmakta idiler ki bu sevahil kilometreden fazladır. +senesinde İngiltere ile akd edilen bir itilaf neticesinde +fil-hakīka İtalyanların bu kıt’a üzerindeki hakk-ı isti’marları +her ne kadar tanınmış idiyse de teşkilatı şimdiye kadar icra +edilemeyerek el-yevm Masavva’ın bir kısmını teşkil etmektedir. +Somal hakimi hazretleri şimdi İtalyanlara karşı cihad-ı +mukaddes i’lan ediyor; şimdi de Habeşiler kadar cesur ve +şayan-ı tevakkī olan Somalliler İtalyanlara yeniden ika’-ı +gavail ve müşkilata gidiyorlar. +AVRUPA MEDENIYET VE HÜRRIYETI ! +Bingazi’den gönderilen Arabca hususi bir mektuptan: +Bingazi’de şimdiye kadar idam edilen ma’suminin adedi +’ya baliğ olmuştur. Bunların suret-i idamları muhtelifdir… +Bazısı salben bazısı kurşuna dizilerek birkaçı da üzerlerine +gaz dökülerek ateşlenmek !? suretiyle idam olunmuşlar +dumanları cevv-i havaya doğru yükselirken İtalya +medeniyetini bütün şa’şaasıyla ! i’lan eylemişlerdir. +Şehirdeki iki cami ile Berka’daki iki cami müezzinleri polis +tilavet etmemelerini çünkü bundan hıristiyan Musevi ahalinin +bi-zar olmakta bulunduklarını beyan ve hilafında hareket +mucib-i nedamet olacağı dermiyan kılınmıştır. Bunu +haber alan ahali-i İslamiyye artık bu zulm-i kat’i ve kahr-ı +müebbed içinde yaşamaya mahkum bulunduklarını anlayarak +Cenab-ı Hak’dan sabır ve felah temenni eylemektedir. +TEFSIR-I ŞERIF + + +“Gündüze de durgun geceye de yemin ederim ki Tanrı’n +seni bırakmadı; senden muhabbetini kesmedi; akıbet +senin için evvelinden daha hayırlıdır; hem sana Tanrı’n öyle +verecek ki artık hoşnud olacaksın. O seni öksüz bulup da +barındırmadı mı? Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi? +Yoksul bulup da zengin etmedi mi? Öyle ise öksüzü sen de +sakın incitme; soranı isteyeni reddetme. Tanrı’nın ni’metini +Muhtelif rivayetler şu noktada birleşiyorlar ki: Bu sure-i +şerifenin nüzulüne sebep aleyhissalatü vesselam Efendimiz’e +üzerine “Allah Muhammed’i bıraktı gazaba uğrattı.” zannedenler +yahud öyle diyenler bulundu. +Şimdi bizim için zan yahud inat sevkiyle bu sözü söyleyenlerin +kimler olduğunu tahkīka lüzum yoktur. Muhakkak +bir şey varsa o da sure-i şerifenin üslub-ı semavisinden anlaşılan +şu hakīkattir ki: +Cenab-ı Hak birer birer saymış olduğu şu ni’metleri bu +suretle te’kid ederek Nebiyy-i Muhterem sallallahu aleyhi +ve sellem Efendimiz’in ruh-ı müştakına itminan vermek; +hakkında sebk eden o ni’metlerin sırf fazl-ı ilahi eseri olduğunu +düşündürüp geçmişte kendisinden inayetini esirgemeyen +Kerim-i Layezal’in gelecekte de esirgemeyeceğini +Üstad-ı muhterem Şeyh Muhammed Abduh diyor ki: +Sure-i şerifenin tertibinde hitab-ı vaki’den müşriklerin +yahud başkalarının maksud olabileceğini gösterir hiç bir işaret +yoktur. Zaten müşrikler vahyin seyrekleştiğini nereden +bilecekler ki tutsunlar da dedikodu yapsınlar? +deki zevk-i lahutiye olan iştiyakıdır. Tabiidir ki iştiyak halecanı +halecan ise mutlaka korkuyu tevlid eder. Zira Hazret-i +Peygamber de insandır; kendisini sair ebna-yı beşerden ayıran +Nitekim +gibi bir çok ayetler +bu hakīkati sarahaten söyler. +Demek Cenab-ı Hak Peygamberini başkalarının kederine +yahud süruruna karşı değil onun kendi iştiyakından +kendi halecanından dolayı teskin ediyor vahiydeki fetretin +öyle hatırına gelen sebeblerden olmadığını kasem ile te’min +ediyor. +Alem-i hilkatteki eşyadan yahud şuun-ı kainattan +birine yemin etmek Kur’an’da cari olan adet-i ilahiye muktezasıdır. +Bundaki maksad o namına kasem olunan şeye +ezelde mevdu’ olan hikmeti ihtar etmek; insanlar onda bir +nevi’ şer tevehhüm etmişlerse hata eylemekte olduklarını +zira fenalığın şerrin o gibi şeylerde olmayıp onları kullananların +yahud o surette inananların kendilerinde olduğunu +anlatmaktır. + +---- +FELSEFE +---- + +Gazzali – Gazzali gibi fıtratın efradını çoğaltmakta pek +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +az semahati görülen dahilerin ruhunu anlamak anlayabilmek +ve ted­ +kīk etmek icab eder. Büyük adamları daima ilcaat-ı +muhitiyye yetiştirmiştir. Tarih bu babda bize müte’addid +misaller gösterebilir. Kimbilir ne kadar zengin dimağlar ne +kadar cevval zekalar feyzsiz bir sahada yetişmek akīm bir +muhite düşmek bedbahtlığına mahkum oldukları için beyhude +yere sönüp gitmişler irfan-ı beşeriyyete hiçbir şey ilavesine +muvaffak olamadan uful etmişlerdir. +Harika-nüma zekaları daha avan-ı unfuvanda iken takdir +etmek veche-i istikametlerini feyyaz sahalara tevcih ederek +hem erbab-ı terbiyenin en mühim vezaifini teşkil eder. +Fakat bu vazifeyi cidden takdir ederek hüsn-i tatbikine +muvaffak olan peder ve mürebbiler maatteessüf pek nadirdir. +Gazzali’nin pederi işte bu nadir adamlardan idi. Oğlundaki +deha ve isti’dadı bi-hakkın takdir edebilmişti. Onun büyük +bir alim meşhur bir dahi olacağını anlamış ve kendisi +vüs’atli bir maişete malik olmadığı kedd-i yeminiyle geçinir +bir san’atkar bulunduğu halde bütün mesaisini evladının +ta’lim ve terbiyesine hasr eylemişti. Ne çare ki arzusunun +hüsn-i ifasına zaman müsaade vermedi. Gazzali henüz +mukaddemat-ı ulumun tahsili ile meşgūl iken bu hamiyetli +peder pister-i mevte uzandı. Artık cihan-ı faniye vedaa şehekat-ı +va-pesinini vermeye mahkum bulunduğunu anladığı +zaman bütün tatlı ümidlerinin mahv ü na-bedid olduğunu +hisseyledi. Evladını istediği gibi okutamayacak ve bu nadire-i +fıtrat da zeka-yı harika-nümasının asar ve tecelliyatını +gösteremeyecekti. Bu müdhiş hatıralar pederin ruhunu +lerzedar ediyordu. Son bir ümidi kalmıştı. Ona müracaata +karar verdi. +Erbab-ı zühd ü ittikadan pek ziyade seviştiği bir arkadaşı +vardı. Son günlerinde bu zatı ser-i balinine celb ederek bütün +arzularını birer birer ona anlattı. Ve evladını bir vedia +olarak kendisine bıraktığını söyledi. Son vasiyeti evladının +ta’lim ve terbiyesine ihtimam edilmesi arzusundan ibaretti. +Bu müşfik pederin bıraktığı servet hiç mesabesinde olduğu +gibi evladının terbiyesini havale ettiği zat da feleğin +lütfuna mazhar olmak bahtiyarlığından mahrum kalmış +felaket-zedelerden bulunduğundan hükm-i vasiyeti bil-fiil +açtı muvafakatlerini istihsal ederek her ikisini de Ahmed +bin Muhammed er-Razkani’nin zir-i idaresinde bulunan bir +medreseye kayd ettirdi. +Razkani meşahir-i fukahadan bulunduğu cihetle Gazzali +fıkıh ve usul-i fıkhın gavamızat-ı aliyyesini bu zattan teallüm +eylemiştir. +Fakat Gazzali bir dahi idi. Zeka-yı ateşini yalnız fıkıhla +künh ve mahiyetine kesb-i vukūf etmek arzusu dimağını +muttasıl kemiriyor iz’ac ediyordu. +Gazzali’nin Cürcan’a ihtiyar-ı hicretle İmam Ebu Nasr +el-İsmaili’nin halka-i tedrisine mülazemeti bu arzu saikasıyla +vukūa gelmiştir. Büyük dimağlar felaketten bile bir hisse-i +takrirlerini bir defter-i mahsusa kayd ve zabt etmeyi i’tiyad +edinmişti. Fakat Cürcan’dan Tus’a avdet ederken yolda hırsızlar +tarafından tevkīf olunarak üzerinde bulunan eşya ile +beraber kitap ve defterler de gasb ve zabt olundu. Kitap ve +defterlerinin bu suretle ziyaı Gazzali’nin aklını başından aldı. +Senelerce imtidad eden sinin-i mesaisinin semerat-ı muktetafesinin +bir anda ziyaa uğramasına mümkün değil razı +olamıyordu. Eşkıya reisine müracaat ederek yalnız kitap ve +defterlerinin iadesini istirham eyledi. +Senelerce çektiği meşakk-ı tahsilin mükafatı bu kitaplarda +bulunduğu cihetle indinde hayatı kadar aziz ve kıymetdar +olan ve kendilerinin hiçbir işine yaramayan bu kağıt tomarlarının +Gazzali’ye iade etti. Fakat aynı zamanda ona bir de ders +vererek dedi ki: İlim süturda değil sudurda olmalıdır. Kitapların +elinden alındığı vakit benim derekeme inecek isen +senin fazl ü kemalinin ne kıymet ve ehemmiyeti kalır… Bu +ders pek ağırdı ve bundan sonradır ki Gazzali her okuduğu +şeyi evvela dimağına nakş ve ba’dehu bir mahalle kayd etmeyi +Hazret-i İmam bu şakīye olan minnetdarlığını yad ederek: +Evvelce tahrir ve ta’lim etmiş olduğum şeyleri şimdi o +kadar hıfz etmişimdir ki bil-farz sarikler bugün bütün kitaplarımı +aşırmış olsalar bile ilmimden yine hiçbir şey zayi’ etmiş +olmam sözlerini daima tekrar edermiş. Gazzali devre-i +tahsilde iken iktisab-ı fazilete ne kadar bir aşk ve gayretle +çalışmış olduğunu El-Münkızu mine’d-Dalal namındaki +eserinde ber-vech-i ati tasvir ederek diyor ki: +“Unfuvan-ı şebabetimden beri hakk[ı] batıldan ayırmak +cesaretle dalmaya çalıştım. +“Hayret-bahş bir cür’etle her vartaya atılmadan çekinmedim. +Her fırkanın akaidini her taifenin esrar-ı mezhebiyyesini +tefahhus eyledim. Ehl-i batının serairine ehl-i zahirin +halatına; feylesofların mesleklerine mütekelliminin gavr-ı +kelamına kesb-i ıttılaa gayret ettim. Erbab-ı tasavvufun +esrarını ashab-ı zühdün tarz-ı takvasını zındıkların suret-i +muhakemelerini yegan yegan tedkīk eyledim. +“Hiss-i tecessüs çocukluktan beri bende mevcud idi. Belki +bu hal mukteza-yı cibillet ve fıtratımdır. +“Maamafih ben bu halden memnunum. Huda-yı +lem-yezele hamd olsun ki bu sayede iman ve i’tikadımda +bir rüsuh-ı yakīni hasıl oldu. Nakīsa-i taklidden kurtuldum +ve İslamiyet’in ulviyetini takdir ettim. +“Ebeveyn ve üstadlarımdan gördüğüm o yolda ta’lim +eylediğim için değil kanaat-i ilmiyye ve vicdaniyyem bulunduğu +ediyorum.” +Hazret-i İmam’ın şu mütalaası cidden şayan-ı dikkat +ve mülahazadır. İslamiyet’in azametini beşeriyeti bir gaye-i +saadete sevk eylediğini anlamak takdir edebilmek için +mesalik-i felsefiyyenin üdeba-yı mevcudenin mezahib-i +muhtelifenin tedkīk ve tenkīdi icab eder. +Fennin gavamızına vukūf peyda eden ve aynı zamanda +bi-hakkın muttali’ olan hiçbir sahib-i fikr ü nazar bulunamaz +ki Gazzali’nin şu i’tirafatını tasdika mecbur olmasın! Hakayık-ı +bellenilen mukaddemat-ı fenniyye ve felsefiyyeye mağruren +da cehaletlerini i’lan ve i’tiraf ediyorlar demektir. Din-i Ahmedi’nin +mezaya-yı aliyyesini takdir edebilmek için yalnız +ulum-ı diniyyede ihtisas kifayet etmez. Hazret-i Gazzali gibi +fünun ve felsefenin her şu’besini edyan ve mezahib-i mevcudenin +kaffesini ayrı ayrı tedkīk etmiş olmak icab eder. +Hakayık-ı İslamiyyeye bi-hakın vakıf olmak şartıyla fen +ve felsefe ne kadar ta’mik edilirse İslamiyet’in hakīkati hakkındaki +akīde de o derece rüsuh-pezir olur. +Bazı sebük-mağzanın na-layık ta’rizleri cehaletlerini +Rivayat-ı muharrefe ile dimağları meşbu’ olan ve mukaddemat-ı +fenniyye ve felsefiyyeden bile bi-nasib bulunan +bi-çarelerin fen ve felsefeye karşı gösterdikleri hücumları da +ma’zur görmeli ve hallerine acımalıdır. +Çünkü İslamiyet’i muhafaza zu’muyla gösterdikleri bu +taşkınlıklarla birçok gençlerin akīde-i asliyelerinin sarsılmasına +sebebiyet veriyorlar. Guya ulum ve fünun zaaf-ı i’tikadı +müstelzim oluyormuş. Ne yanlış fikir! Ne hata-alud iddia… +A’sar-ı mütekaddimede yetişen ve din-i mübine ifa ettikleri +hidematla namlarını ilelebed tarih-i dinde hürmetle +yad ettiren eimme müctehidin ve ekabir-i mütefekkirin ilim +ve fen tahsilinin dinde rüsuhu takviye edeceğini musırran +beyan ettikleri ve herkesi tahsil-i kemalata sevk etmek hususunda +büyük büyük himmet ve gayret gösterdikleri halde bir +takım acezenin muhalif cereyanlar tevlidine sai olmalarına +cehl ve aczden başka bir saik olmasa gerektir. +Hazret-i Gazzali diyor ki: +Yani hey’et ve ilm-i teşrih gibi fenleri bilmeyen +kimse azamet-i ilahiyyeyi hakkıyla takdir edemez. +Ma’rifetullahda noksan kalır. +Halbuki fünun-ı riyaziyye ve hikemiyye öğrenilmedikçe +hey’et anlaşılamaz. Ulum-ı tabiiyye görülmedikçe fizyoloji +biyoloji ve teşrih fenlerinin gavamızına vukūf-peyda edilemez. +Şu halde fünun-ı mevcudede ne kadar vasi’ bir ma’lumat +hakkında da o kadar metin ve esaslı bir fikir edinilmiş bab-ı +ma’rifetullahda o nisbette ileri gidilmiş olur ve ancak bu suretledir +ki ... emr-i münifinin hükmü ifa +edilebilir. +TENKĪD-I MUHIKK MUHARRIRININ +Şimdi gelelim Sıratımüstakīm ’in ve ’inci nüshalarındaki +makalenize hele bir kere medyun-ı şükran olduğumu +beyan ederim. Yalnız bir iki noktaya karşı söz söylemek +’inci nüshasının ikinci sütunundaki tevcihiniz olan +Darwin Nazariyesi merduddur. Olmasa bile İslamiyet’e +mu­ +gayir değildir suretindeki ibarenizin kaillerinden olmadığımız +yukarıda beyan ettiğimiz hakīkatle tezahür etmiştir. +Tenasülün aksam-ı seb’asından bahsetmeniz bizim sadedimiz +haricindedir. Haricinde olduğunu da yine yukarıki +beyanatımız te’min etmiştir. +Aristo’nun dediği tenasül bi-nefsihi mesleği de bizim +mesleğimiz değildir. +Biz bidayet-i zuhurda yumurta mı mukaddemdir? +Tavuk mu mukaddemdir? Sualine verilecek cevaptayız. Bir +kere bu mes’ele hallolunmalı ki sonra aksama girişelim. Biz +kendimizi ta mebde’-i zuhurdan evvelki mebadide medd-i +nazar deryalarında görüyoruz. +Bizim tenasül bi-nefsihi dediğimiz şey teşebbüh ma’nasındadır. +Yoksa… Cehl ile vahşet arasında fark-ı külli vardır. +Cehl iradiyattandır. Vahşet ise tabiiyyattandır. Cehl henüz +bir haldir. Vahşet ise henüz kabil-i hitab ve terbiye olmayan +Afrika’daki vahşiler gibidir Bir kavm mürur-ı dühur ve ahyan +cahildir. Sonra bir mürebbi eline düşer. Terbiye göre göre +biye cihetiyle cehl mertebesine düşer düşer amma vahşet +derekesine kadar inmez. Böyle bir fikre salik olmak tekamül +kanununu hakīkatte inkar demektir. Enbiyaya mahsus +olan kemal kemal-i izafidir. Bunda şübhe edilemez. Zira +nasıl ki: İnsanlar tekamül-i izafi suretiyle kemale vasıl oluyorlarsa +tabiidir ki: Enbiya-yı izam hazeratı da bu kanundan +müstesna olamayacaklarını kabulde muztarrız. Aksini iddia +etmek kaş yapalım derken göz çıkarmak kabilinden olarak +Cenab-ı Feyyaz-ı Kudret’e nakīsa getirmiş oluruz. Zira bu +kanun-ı tekamül denilen düstur-ı la-yetegayyer bir hakīkat +olmasaydı peygamberden peygambere suhufdan suhufa +kitaptan kitaba hacet kalır mıydı? Abesle iştigal olmaz mıydı. +Bu kanun-ı münifin muktezasındandır ki hatemü’r-rusül +efendimiz efdalü’l-enbiyadır. + +kelam-ı kadim ve kelam-ı hadisleri o şan-ı sultanü’l-enbiya +haklarındadır. +Yine o calis-i serir-i levlak ve zinet-bahş-ı evreng-i +vema-erselnak olan ekmelü’l-beşerin tebliğ buyurduğu o +ferman-ı ilahi hatemü’l-kütübdür. +Bugün akvam-ı beşer meydanda. Birçok coğrafya seya­ +hatname ilm-i tabakat ve ulum-ı tabiiyye-i tecrübiyye ve +felsefiyye… Bunlar da meydanda. Hazret-i Furkan-ı Ke­ +rim de eyadi-i mübeccelede rehber-i mahsusat ve ulum ve +fünun olan aklımız da başımızda. Artık şu şöyledir bu böyledir +demek ca-yı insaf ve kar-ı akıl değildir sanırım. +Vakıa erbab-ı ilm ü ma’rifet ve tetebbu’ hata etmez değil +eder. Lakin hep bilgileri ve tetebbu’ları hata değil a. Biz +ayet-i kerimesinden müsteban olan ma’nayı bugünün +ulum ve fünuna muvafık olduğunu beyan ettik. Lakin +yine atiye izafetle beyanımızın savab olduğu iddiasında da +değiliz. +Birinci ayetteki insandan murad nümunesi meydanda +olan Afrika sükkanından Niyamyamlar kabilinden bulunan +şilerdir. Bunların binlerce asır edvar-ı sabıkalarına doğru +medd-i nazar edecek olursak bidayet-i zuhurundaki ahvalleriyle +Hazret-i Adem zamanına yetişen soyların ahvalleri +arasında geçen dühur ve ahyan bunları da tekamüle erdire +erdire nihayet Hazret-i Adem makam-ı hilafet ve teklifde nübüvvetle +temeyyüz ederek mürebbi ve Ebu’l-beşer olmuştur. +olan insan-ı evvelin yahud insan-ı evvelin müstaidd-i teklif +olan ensalidir. Şuracıkta gayet esrar-engiz bir nokta vardır. +Teemmül ister. +Meclubu olduğum ilim ve zekanızdan şurasını asla beklemezdim. +ayet-i kerimesinin ma’nasını tevcihinizde +nefs-i natıkayı hin ile takyidinizden nefs-i natıkanın zamana +mülabis olduğunu bildirmemişsiniz. Halbuki nefs-i natıka +zaten zaman ve mekana mülabis olan alem-i mahsüsattan +değildir ki dühur ve ahyana mülabis olsun. Hal-i vahşette +bulunan insan bu nefs-i natıkayı bil-kuvve hamil olduğu +halde henüz hükmünü bil-fiil gösteremediği hin ve dehrde +kabil-i hitab ve teklif değildiyse de mürur-ı ahyan ve dühur +ayet-i kerimesi bu sırra işarettir. +Kanun-ı tekamül birçok kısımlara münkasemdir. Ez-cümle +tekamül umumi olur hususi oluri ıztırari olur ihtiyari olur +ların kimisi edvara kimisi etvara kimisi meratibe aiddir. +Türab tıyn tıyn-i lazib salsal hamein mesnun bunlar +edvara aiddir. +Sülale-i tiniyye nutfe mudga izam ve sabavet; şebabet +şeyhuhet… Bunlar da etvara aiddir. +Henüz umum insanlar bu edvara bu etvara el-yevm +mülabis olduğu huzur-ı fen ve tabiatta kabil-i inkar olmayan +hakīkatlerdendir. +Ve’l-hasıl seyir suretiyle ma’nevi ve maddi safahatında +bulunmuş bulunduğumuz bulunacağımız şu alem-i imkan +bir ruhdur bir hakīkattir ki: Tekmil tezahüratıyla ma’na-yı +mücmeli insandır. Kelam-ı Kadim’de ve kelam-ı hadisde pek +çok ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife hep o ma’na-yı insaniyi +beyan için başka başka ma’nalarda fakat bir hakīkatte varid +olmuştur. +Ey nur-ı zeka! Bu mebhasde velev ki muhtasar olsun +daha söylenecek sözler vardı. Lakin şu sırada meşgale-i zihniyyem +müsaid olmadığı için bu kadarcıkla iktifa ettim. +Necib milletimizin geçirmekte olduğu şu devrede kalblerimizi +yakan ateş-i ye’s zat-ı aliniz gibi genç zekaları gördükçe +karib atimizin pek parlak bir zülal-i ümidi ile itfa ve ihya +edeceğini görerek ferağ-ı bal oluyoruz. Bakī sa’y-i beliğ ve +feyz-i müteali. + +---- +EDEBIYAT +---- + +katle okuyarak iyi yerlerini fena yerlerini ayırmak demektir. +Bunu tenkīd suretinde kullanmak yanlıştır. Çünkü Arapça’da +öyle bir kelime yoktur. +meskukatın kalplarını siliklerini eksiklerini hülasa bir suretle +tedavül hassasından mahrum olanlarını iyice seçerek “Şunlar +geçmez; ötekiler geçer.” dediği gibi kendisinde intikad +selahiyetini gören edib de eline aldığı eserin her parçasını +hatta her kelimesini ayrı ayrı tartıp şunların revacı vardır +şunların yoktur hükmünü verir. +Doğru bir intikad için herşeyden evvel sağlam bir kafa ile +sağlam bir yürek lazımdır. Bunların ikisini birden kendisinde +cem’ edebilmiş olan müntekidin vereceği hükümler bir dereceye +kadar hakīkate yaklaşabilir. Çünkü taraftarlık etmez; +hissiyatına kapılmaz. +Şimdi sağlam kafanın nasıl olacağını biraz söylemeliyiz. +Bir eseri hakkıyle anlamak hele bir şiirin zevkine varmak +yalnız terbiye-i ilmiyye sayesinde büyümüş her beyinin karı +değildir. Şiir ile ayrıca meşgul olmuş yani birçok manzum +parçalar okumuş olmak lazımdır. +Fünun-ı hazıra arasında edebiyat gibi hiçbiri yoktur ki +daire-i feyzi bu kadar geniş olsun; umumu bu derecelerde +müstefid etsin de sonra hakkıyle takdiri temyizi pek mahdud +şahıslara münhasır kalsın. +Bizde şimdiye kadar sözüne i’timad olunur bir müntekid +çıkmamıştır diyecek olursak intikadın ne ehemmiyetli ne +azametli bir iş olduğu anlaşılır. +Edebiyatta intikadın zorluğu en ziyade şundan ileri geliyor +ki asar-ı edebiyyenin muhtelif nokta-i nazarlara göre +meziyetlerini yahud noksanlarını ta’yin için her ne kadar bir +çok nazariye bir sürü kaide ileri sürülmüş ise de her zaman +o kaidelerle o nazariyelerle bir eserin iyiliğine yahud fenalığına +hükmolunamaz. Hüküm nihayet zevk-i selimden ibaret +kalır. Pek ala! Kendisini zevk-i selim sahibi görmeyen kaç +kişi tasavvur edebilirsiniz? +Sair fenler böyle değildir. Evet mesela riyaziyata yahud +tabiiyata aid bir eserin doğru olup olmadığı o fenlere aid +esaslarla kat’i surette isbat edilebilir. Edebi eserlerde ise hasmınızı +susturacak deliller kat’i deliller getiremezsiniz. Sizin +sehl-i mümteni’ bulduğunuz bir şiire başkası çıkar adi söz +der; ötekinin gayet tabii gördüğü bir tasviri karşısındaki bayağılıkla +halkın bir kısmı tarafından hayretlerle takdirlerle karşılanırken +diğer kısmı nazarında garabetle mahkum olur. Hele +beğenmemek onun için işten bile değildir. +Bizde evvelce intikadın kendi şöyle dursun ismi bile +yoktu. Nefi’nin Veysi hakkındaki kıt’aları Süruri ile Vehbi +arasında geçen ağız dalaşları gibidir; Şeyh Galib tarafından +Nabi’nin Hayrabad ’ına aid olarak yürütülen mülahazalar da +mış yapmamış. İlk intikadi te’lif olarak Kemal’in Tahrib ’i ile +Ta’kīb ’ini kabul etmek zaruridir. Yalnız şurasını söylemeliyiz +ki Ziya Paşa merhumun Harabat ’ını intikad maksadıyle yazılan +bu iki eser pek çok sağlam mülahazatı havi olmakla +beraber asla bi-tarafane yazılmış değildir. Kemal Bey infialine +mağlub olarak birçok haksızlıklar da yapmıştır.Bununla +beraber nazım ile şiirin henüz ayrılamayıp bir zannedildiği; +hangi söze şiir denebilecek çokları tarafından kestirilemediği +bir zamanda yazılan o iki eseri muahezede ileri gitmek +doğru olamaz. Bizde Kemal Bey kadar ma’lumat-ı edebiyyesi +geniş bir edib yoktur. Arab Acem Türk edebiyatını +hakkıyle bildiği gibi Garp edebiyatına da lüzumu kadar vakıf +yesi ne de –üç beş garazkar ile beş on kopuk istisna edildiği +takdirde– herkesin müsellemi olan deha-yı fıtrisi onun iyi bir +müntekid olmasına elvermezdi. Zira son derecede hissiyatçı. +son derecede infialatına mahkum idi. +Vakıa Naci merhum da müntekidlik ederdi. Lakin Naci’nin +mütalaat-ı intikadiyyesi sırf lisana nazma aiddi denilebilir. +Merhumun mesleğine göre vezni düzgün elfazı +ahengli hey’et-i umumiyyesi lisanın şivesine uygun bir nazım +en birinci şiir idi. Şunu da söyleyelim ki Naci’nin intikadlarından +lisan istifade etmiştir hala etmektedir. Merhuma +sövenler lakin düzgün bir ağızla sövenler dillerini Naci +sayesinde o kadar kıvrak bir hale getirebilmişlerdir! +Üstad Ekrem’in intikad yollu eserlerinden şiirimiz cidden +büyük büyük istifadelere mazhar olmuştur. Yazık ki o yazıların +devamını göremedik. Evet Naci lafza nazma; Üstad ise +ma’naya şiire çok hizmetler etmiştir. +Bir zamanlar Servet-i Fünun risalesinde de intikadlar görülürdü. +Lakin medh-i mütekabil esası üzerine yürütülen o +mütala’alar tabii tarafgirlikten azade değildi. +Bir şair her eserinde şair olamaz; yani insanın her yazdığı +eser şiir derecesine çıkamaz. En büyük şairlerin öyle yaveleri +olur ki en küçük şairden sudur edemez. Bunun gibi herze +söylemekle iştihar edenlerin arasıra öyle sözleri görülür +ki şahıslarına verilemez. Onun için hakkında hüküm vereceğiniz +eseri sahibine aid olmak üzere taşıdığınız fikirden +tecerrüd etmeden okursanız daima yanılırsınız. +Şarkın iki büyük iki hakim şairi olan Sa’di ile Mütenebbi’den +evvelkisi; “Ayıp arayan göz hüner görmez..” diyor; +ki gazap gözü olanca fenalıkları bulur bulur çıkarır.” hükmünü +veriyor. Bunlar pek doğru sözlerdir. İnsan bir eseri herçi +bad-abad beğenmek niyetiyle okursa daima iyi taraflarını +görür; bil-akis beğenmemek için mütalaa ederse nazarına +hiç güzel yerleri isabet etmez yalnız nakisaları rastgelir. +Onun için müntekıde her şeyden evvel hissiyat-ı hususiyyeye +kapılmayacak sağlam yürek lazım. +Her eser kendi vadisinde tedkīk edilir; hepsi de mevzuuna +sonra o mevzudan çıkarılmak istenen neticeye göre +zar muhafaza olunamaz. Ayrı ayrı mevzuların belagati ayrı +ayrı olmak pek tabii olduğu gibi çok defalar fesahatleri bile +başka başkadır. Bunlar kavaid-i edebiyyeyi şaşırtacak hükümden +sakıt bir hale getirecek noktalardır. Daha doğrusu +edebiyattaki düsturların pek çoğu hukuk-ı düvel kaideleri +gibidir: Yalnız zavallı yazıcılar hakkında tatbik olunur. Yoksa +kalemine güvenen o kaideyi yırtıp öte tarafına geçer de +kimse sesini bile çıkaramaz! Bahis uzun gidecek. Birazını da +gelecek haftaya bırakalım. + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +kadar işitip merak etmekte oldukları Muhammed sav’in +ahvalini soracaklardır. Eğer bunlar her birimizden başka +başka cevaplar alırlarsa ihtilaf-ı vakıı butlan-ı makalimize +mukabil delil kılarlar. Geliniz onlara yek-zeban olarak söyleyeceğimiz +söze bugün bir karar verelim ki beynimizde teşettüt +ve ihtilaf vukū’ bulmasın. Cümlesi pekala olur dedikten +sonra içlerinden biri şair olmasına karar vermeyi teklif etti. +Velid bin el-Mugīre: Hayır! dedi. Zira Ubeyd bin el-Ebras +ve Ümeyye bin es-Salt gibi böyle ahlak ve hikemiyata dair +ten Muhammed’in kelamı daha cezaletli daha parlak olmasından +başka şiir esalibi üzere de değildir. Ne vezni var ne +kafiyesi maa haza halavet ve taraveti de inkar olunamaz. +Bir diğeri kahin diyelim dedi. Velid ona da cevap verdi dedi +ki: Kahinler bilirsiniz ki yüzde bir doğruya tesadüf ettiriyorlar. +Muhammed’in ise biz bugün bir yalanını tutup kat’iyyen +Diğer bir şahıs da mecnuniyetine karar verilmek teklifinde +bulundu. Velid bu sözü de ber-vech-i ati red ve tezyif etti +dedi ki: Mecnun olan kimse korkunç olur. Hiç olmazsa bazı +evkat ve halatında halkı ihafe ve tevhiş edecek sözler söyler +öyle muamelelerde bulunur. Onda böyle bir şey iddia +olunamaz. Görüyorsunuz ki biz mümanaat etmeyecek olsak +bütün halk kendisine perestiş derecesinde mütabaatta bulunacaklar. +Muahharan Velid kalkıp hanesine gitti. Orada kalanlar: +Gördünüz mü en metinimiz olan Velid bile sabi “din-i +cedide mail” oluyor diye izhar-ı teessüfe başladılar. Bunun +şeklinde yazılmıştır. +üzerine Ebu Cehil’in pek ziyade canı sıkılıp Velid’in hanesine +vardı ve dedi ki: Yahu! Sen bugün söylediğin sözlerle +herkesi meraka düşürdün. Rüfekamızın cümlesi Velid saika-i +zaruretle sabi oluyor diye sana iane toplamaya karar verdiler. +Velid: Hayır! Bunlar hep tevehhümdür dedi ben hiçbir +vakit sabi olmadım ve olmam. Zerre kadar zaruretim de +yoktur. Ancak meclisde söylenen sözleri ma’kūl görmedim +de iyice düşünebilmek için oradan çekildim ve ona sahir +demekten başka çare olmadığına karar verdim. Çünkü sihir +etmekte olduğu din-i cedidi vasıtasıyla evladı ebeveyninden +kardeşleri yekdiğerinden ayırmaktadır. İşte bu söze kim +olsa kanar. Münasib görürseniz buna karar verelim. Her ikisi +hemen meclise avdetle öyle karar verdiler. Bütün mu’cizat-ı +nebeviyyeyi hatta Kur’an-ı Kerim ’i de sihire haml ettiler. +Daru’n-Nedve’de müctemi’ rüesanın bu kararı umum +halka i’lan olunup her tarafa işaa edildi. Sultan-ı enbiya +efendimiz de istihbar buyurdu. Hane-i saadetlerinde hırka-i +mübareklerine bürünerek mahzunen düşünmeye başladı. +Bunun üzerine beray-ı tesliyye bu sure nazil oldu. +Tenbih – Ekser-i müfessirinden sadır olan terdid-i ma’ruz +pek be-ca değildir. Zira rivayet-i sahiha iktizasına tevfikan +hükm olunuyor ki tefsir edeceğimiz +nazm-ı şerifine kadar ol Sure-i Müddessir ibtida-yı risalette +maba’di olan kavl-i kerimi ile beraber nazm-ı şerifini muhtevi +ayat-ı lahika da hayli zaman sonra beyne’l-kabail şüyu’-ı +da’vete müterettib i’lan-ı karar macerası üzerine nazil +olmuştur. Evet! Burada evsafı mezkur olan şahsın Velid +bin el-Mugīre olmasın[d]a ittifak vardır. Fakat sadr-ı sure evvelce +nazil bulunduğu cihetle “Müddessir” hitab-ı şerifinin +hengam-ı irsalde vaki’ olan tedessürün gayrı ma’naya haml +olunmasına lüzum yoktur. +“Müddessir” hil’at-i nübüvvetle mütezeyyin maarif-i +hakīkıyye ile mütehalli ibaresiyle de tefsir olunuyor. Çünkü +Kur’an-ı Kerim ’de “libas-ı takva” ta’biri olduğu gibi atiyen +beyan olunacağı üzere “siyab” lafzı ile nefs ve kalb ma’naları +murad olunmak eş’ar-ı kadime şehadetiyle caizdir. +“Disar” da siyabın bir nev’-i hassı olmağla onun da ma’nevi +telakkī olunması istib’ad olunmaz. İhtisası hasebiyle bu tefsirin +makama ensebiyeti de derkardır. Ama tefsir-i zahiriye +haml maksadına binaen bu ünvan tercih edilmiş olabilir. +Çünkü bu maksadla muhatabın telebbüs ettiği hale dal bir +latifdir. Nasıl ki Cenab-ı Risalet-meab efendimizin –Hazret-i +Fatıma’nın hanesinden çıkarak mescid-i şerif suffesinden +tozlu hasırlar üzerinde yatıp uyuduğu bir sırada– Hazret-i +Ali’ye hitaben +buyurmaları da muatebe değil +belki bu kabilden bir mülatafe-i seniyyedir! +şeklinde yazılmıştır.. +El-hasıl ekser-i mevaki’de ve tarzında +nida ve hitablarla tebcil buyurulan Peygamber-i zi-şana +böyle muvakkaten mukarin bulunduğu halet-i hususiyyeye +dal ünvanlarla hitab-ı ilahi de şeref-vürud edebilir. Bu +suretle muhataba vukūu zikr ettiğimiz nükteleri ihtiva ile beraber +kendisinin daima nazargah-ı Sübhani’de bulunmasını +ahval-i hususiyyesi meşhud-ı Bari olmasını da tezkir etmiş +oluyor. Kezalik bazı erbab-ı tefsirin dediği gibi artık örtünüp +yatmak ve istirahatle imrar-ı evkat etmek zamanı geçmiş +[devri] hulul etmiş olduğu dahi iş’ar buyuruluyor. İbtida-yı +risalette bu türlü irşad-ı ilahinin münasebeti ise kabil-i inkar +değildir. +Artık yerinden kalk yahud azm ü cidd ile kaim +ol ihtimamlı davran vazife-i inzarı ifa et kendi aşiretini yahud +cemi’ nası azab-ı ilahiyle ihafe eyle! +Kıyam – Hissi ve ma’nevi olabileceğinden nazm-ı celili +ve ifa ile o esnada mükellef bulundukları inzar-ı aşiret “en +yakın akrabayı tahzir” ve ale’t-tedric me’mur kılındıkları inzar-ı +enama mübaderet ma’nalarına müsaid olduğunu gösteriyor. +ye göre hazf mef’ul-i münasible mü’evvel olur. + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Mektubu götürecek me’mura da “Dostlarımın düşmanlarına +hiçbir vakit muhadenette bulunamam. Çünkü dostlarımın +düşmanı benim de düşmanımdır” mealini benim +tarafımdan ve şifahen İngilizlere söyle dedim. +Me’mur Peşaver ve Benev’e gitti. Sanırım ki sözlerimi +de tebliğ etti. Dave’de sekiz gün daha kaldıktan sonra yola +çıktı[k]. Beş gün yolculuğu müteakib Kafikürem’e geldik. +On yedi gün kadar orada oturduk. Etraf çayırlık olduğu için +beygirlerimiz epeyce tavlandı. Bana da bir sıtma arız olup +beş gün rahatsız etti. +Oradan da hareket ve Gumal Nehri’ni ubur ederek karşı +sahile geçmiştik ki arkamızdan birinin koşarak gelmekte +ve elindeki mendili sallamakta olduğunu gördük. Ali Asker +Han’a: Bakın kimdir? Ne istiyor? dedim. Gitti ve beraber +geldi. O vakit bunun yirmi yaşında Afganlı bir kadın olduğunu +on iki yaşında iken Veziri taifesi [tarafından] çalındığını +şimdi fırsatı ganimet bilerek bize iltica eylediğini anladık. +Kendisini tesliye ederek altına bir at verdik peder ve maderine +götürmeyi taahhüd eyledik. +Şirani taifesinin arazisine vasıl olunca ahalisi koyun +keçi kuştan başka bir şey bulup getiremediler. Biz ise üç +yüz kişiden ibarettik. Diğer yoldaşlarımız Benev’e gitmişlerdi. +Na-çar koyunu keçileri kuşları iştira edip ertesi günü +Kakri taifesi kaleleri[n]den Job namındaki mahalle geldik. +Orada un yağ et ve sair levazımı tedarik ederek iki gün +oturduktan sonra Debrenc Kalesi’ne vasıl olduk. Sekenesi +birçok erzak ve eşya getirip almamızı rica etti. Lüzumundan +fazlasını red ettiğimiz için onları yere bırakıp çekildiler. Ertesi +günü gelip de bıraktıkları eşyanın yerinde durduğunu +görünce alıp götürmeye mecbur oldular. Onları da almadığımdan +dolayı epeyce söğdüler. +Yola çıkmış ve birkaç fersah ilerlemiştik ki yalın kılıcıyla +takriben iki bin kişi önümüze çıktı. Biri önde giden amcamın +atının başından tutup durdurmak istedi. Koşup tüfengimi +göğsüne dayadım elini çekti ne istiyorsunuz? diye sordum. +– Burası Job Vilayeti’dir. Eğer adam başına yirmi rupiye +bac vermezseniz ileri gidemezsiniz! dedi. +– Teklifinizi kabul edecek olursak bütün Kaker Vilayeti +bizden bac ister. Binaenaleyh bunu vermenin ihtimali +yoktur diyerek müsademeye hazırlandık. +Bizim istihzarımızı görünce: +– Canım latife ettik! diye yolumuzdan çekildiler. Yürüdük +daha menzile varmadan evvel ihtiyar bir herif karşımıza +çıktı. Başına beyaz sarık sarmış örülü saçlarını omuzlarına +doğru salıvermiş elinde bir çomak olduğu yanında on tane +de refikı bulunduğu halde duruyordu. Rüfekasından ikisi +amcama tekarrüble: +– Biz bu vilayetin reisiyiz. Şu Seyyid Mukaddes de mürşidimizdir +dediler. Amcam kalkıp o Seyyid Mukaddes’in +eline öptü ve yanı başına oturttu. Bense birçok müzevvir şahıslar +görmüş olduğum için herifin heykel-i acibinden şüpheye +düştüm. Kalktım çarşıya çıktım. Zaten ilk defa girdiğim +bir kalede ahali ile ihtilat ederek ahval-i mahalliyyeyi mümkün +mertebe anlamak mu’tadımdı. Bu defa birkaç rupiye +mukabilinde bizim Seyyid Mukaddes’in yüz hayduddan +mürekkeb bir çete sergerdesi olduğunu ve kırk nefer müridiyle! +bizi soymak için kafilemize sokulduğunu öğrendim. +Avdetimde mes’eleyi amcama anlattım inanmadı Muhammed +Server Han’a: +– Şu zat-ı şerif bu gece misafirimiz olsun dedi. +Gurub-ı şemse yakın dolaşırken Mürşid Mukaddes’in +adamlarından birkaç tanesinin –bizimkilerin at sulayacakları– +kuyu başını tuttuklarını gördüm. Hemen atları birkaç +desteye ayırıp beherini fazla fazla muhafızlar ile kalenin +nukat-ı muhtelifesindeki çeşmelere gönderdim. Şu suretle +üç yüz at tamamen gidip geldi. Amcamla mahdumunun +takriben elli atı vardı. Bunlara bakanlar amcama: +– Şeyh efendinin adamları kuyu başında oturmuşlar +atları sulamaya bırakmıyorlar dediler. Mürşid Mukaddes +bozuldu. +– Ben atlarla beraber gideyim de onların mümanaatına +mani’ olayım diyerek kalktı. Biraz açılınca at uşaklarını su +çekmek için ileri yolladı. Bunlar kuyu başında uğraşırken +Mürşid Mukaddes merdesiyle otuz re’s hayvanı yakaladığı +gibi kaçtı yirmi re’s istirdad edilmekle beraber süvarilerimizden +beş mecruh oldu. Vak’a amcama haber verildiği sırada +ben de yanında idim. Kahkaha ile gülerek: +– Öğleden evvel size bunu anlatmıştım. Sözüme inanmadınız +galiba: +Beyt-i Mesnevi ’sini hatırlamadınız dedim. +Amcamın oğlu Muhammed Server Han sabaha kadar +çalınan atlara teessüf etmekle beraber mecruhların tedavisiyle +meşgūl oldular. Arkadaşları da ertesi günü iki kişi bir +ata binmek suretiyle yola çıktılar. +Mütercimi +SİYASİYAT +Birinci makalede Protestan misyoner cem’iyetlerinin +mu­ +kaddeme-i icraatının Ceziretü’l-Arab’da ilk tezahüratına +aid birkaç söz söylenilmişti. Ve ma’lum olduğu üzere bu +tezahürat başlıca sevahil-i şarkiyyede vaki’ olmuştu. +Garbi Arabistan’da işe başlanması lüzumunu ve burada +birçok muvaffakiyetler me’mul bulunduğu hususunu +müşahede ediyoruz. Bu raporda Aden şehrinde bir misyonerlik +merkezi te’sis ve bir İncil deposu küşad olunduğu ve +bundan başlıca maksad “Kitab-ı Mukaddes’in daha vasi’ +mikyasda ve daha muhtelif lehçelerde tevzii” olduğunu da +okuyoruz. Bu deponun müdürü İbrahim Abdülmesih isminde +bir zat idi. Gerek Mısır’dan gerek Aden’den hareket eden +bir takım İngiliz ve milel-i saire misyonerleri bütün Bahr-i +Ahmer limanlarını gezmişler hatta Yemen kıt’asının merkezi +olan Sana’ya kadar hulul etmişlerdi. +ve tarihleri arasında Arabistan kıt’ası için mükerreren +teşebbüsat-ı mühimmede bulunulmuştur. Amerikalı +yen Hıristiyanlık uğrunda çalışmıştı­ +– daha müsaid günlerin +hululünü beklemekte iken Arabistan’ın ihtiyac-ı irşadı hakkında +duyduğu şeylerden galeyana gelerek Yemen’e hareket +etmiştir. Yine bir Amerikalı rahib bu tarihler için diyor ki: +“Çok senelerdir gerek ben ve gerek refiklerim Arabistan’ın +zulmet-i küfürden! tahlisi için dua etmekte idik. +“Vehhabi mezhebinin zuhuru o esnada ufk-ı siyasiyi +tedkīk ve rasadla meşgūl olan birçoklarının nazar-ı ehemmiyetini +celb etti. ’de Cidde’nin topa tutulması üzerine +herkesin gözü Mekke-i Mükerreme’ye ve Hac hususuna +çevrilmiş ve Aden şehrinin İngiltere eline geçdiği tarihinden +tarihine kadar bütün Arabistan sahilinde keşfiyat +ve tedkīkat büyük bir faaliyetle devam etmiş idi. İşte +bu aralık İngiltere’nin ve Hindistan filosuna mensub üç dört +muktedir bahriye zabiti keşfiyat-ı fenniyye ile iştigal ederken +Generel Haig nam zabit de “Arabistan’da misyonerlik” işleriyle +uğraşmakta idi. Bütün Arabistan sevahilini dairen madar +dolaşan ve Yemen kıt’asına girerek tetebbuatta bulunan +caatları nihayet Keith Falconer ismindeki rahibi bütün +sahne-i vesia-i İslamiyyet içinde muayyen bir saha-i mesai +Zevimer diyor ki: +“General Haig’in raporları bugün bile kıymetçe gayr-ı +mütebeddil kalmış ve eğer gösterdiği usul-i mesai kabiliyetli +fedakar adamlar tarafından tatbik olunursa elbet bir gün +Arabistan kıt’asının Hırıstiyaniyeti kabul edeceği aşikar bulunmuştur!” +senesinde vaki’ olan bir teklife binaen General +Haig Arabistan’ın Bahr-i Ahmer sevahili ile Afrika’da Somali +hıttasının misyonerlik amaline ne derece küşade olduğunu +anlamak üzere bir sefine ile Tur-ı Sina’ya Yenbu’ Cidde +Sevakin Musavva ve Hudeyde’ye uğrayarak Aden’e gitmiştir; +bu esnada Aden’de dahi muktedir ve meşhur misyonerlerden +bir kapı arıyorlardı. Bunlardan biri Aden’den General Haig +nen doktorluk hem misyonerlik etmiştir. General Haig’in +bu seyahati Hudeyde’den kara yoluyla Sana’ya ve Yemen’i +aykırılayıp Aden’e ba’dehu bütün sevahile uğramak şartıyla +Maskat ve Basra ve Bağdad’a imtidad edip buradan dahi +Şamiye Çölü’nü geçerek Şam’a gelmiştir. General Haig bu +medid ve müşkil seyahatinin neticesi olarak Bahr-i Ahmer’in +ünvanlı iki eser yazmış idi. +Bunların ikincisinden kari’lerimiz için nazar-ı dikkati calib +olmak lazım gelen bazı satırları tercüme edelim: +“Arabistan’ın bu kısm-ı cenubisi mu’tedil iklimli dağlık +bir hıtta ile işgal edilmiş olup sekene de cesur ve çalışkan +şarkan Hadramut arazisine doğru gayr-ı mahdud surette +mütevessi’ ve münteşir olup şimal-i şarkī ciheti ise sahari-i +vasiaya müntehi olur. Yemen ahalisinin en yakışıklı ve en +muharib kabaili San’a’nın şimal ve şimal-i şarkīsinde mütavattındırlar +ki: Bunlardan kısm-ı a’zamı Türklerin boyunduruğuna +baş eğmemişlerdir diyebiliriz. Bu halde havali-i +cenubiyye-i garbiyyede olduğu gibi İncil ’in bu cesur lakin +cahil dağlılar arasında da neşr ve tevzii maani-i Hırıstiyaniyyenin +kelam-ı ilahinin tebliği son derece mühim değil +midir? Bu kabail hemen ekseriyetle mezheb-i Şia’ya yakın +olan Zeydi mezhebine salik iseler de aralarında bulunduğum +müddetçe kendilerinde eser-i taassub müşahede etmediğim +gibi bilakis hakīkati kabul ve istima’ için heves +bile hisseyledim. Bundan başka bu kabailin kavaid-i İslamiyyeye +hiç de riayet etmemekte oldukları için hırıstiyan +edilebileceklerine emniyet olunabilir. Yemen’deki bütün +seyahatlerim esnasında bunlardan hemen hiçbirini namaz +kılarken görmediğim gibi oldukça cesim karyeler müstesna +olmak üzere diğer köylerde cami’ bile yoktur. Kadınlarla ise +muhaverat ve münasebatta bulunulabilir. Kasaba ve karyelerde +yüzlerine nikab koymazlar ve han ve sokaklarda tesadüf +ettiğiniz kadınlar sizinle konuşur. Seyahatimiz esnasında +gördüğümüz küçük kız çocukları bile koşarak odamıza gelir +ve yanımıza oturup sözlerimizi dinler idi. Yemen ahalisinin +sıfat-ı mümeyyizesinden başlıcası derin bir cehalettir. Gerek +kendi dinlerine gerek en basit hakayıka karşı bile tamamıyle +gafil ve cahildirler. Kat’iyyen eminim ki: Arabcayı iyi bilen +bir hırıstiyan misyoneri hiçbir mania tesadüf etmeksizin +bilakis pek parlak neticeler elde etmek şartıyla bütün dahili +Yemen’de karye karye kabile kabile dolaşıp icra-yı vaaz ve +neşr-i din ile iştigal edebilir!” +Şu yukarıki satırları okuyan ihvan-ı dinimizin biz onları +yazarken nasıl müteessir olduğumuzu kendi vicdanlarında +tehassül eyleyecek ıztırabattan kıyasen ta’yin ve takdir edeceklerine +eminiz. Birçok seneler evvel söylenilen o yukarıki +sözlerin bugün o kimsesiz nursuz hidayetsiz dağlarda nasıl +teşebbüsat-ı ciddiyeye münkalib olduğuna dair ma’lumatımız +var mıdır? +Yine burada da bir mes’eleyi tekrar etmekten vazgeçemeyeceğiz: +götürmeye me’mur olan büyük biraderim bedbaht Arabistan’ın +beş altı yüz ecza-i şerife-i Kur’aniyye ve bir iki yüz nüsha +da Kur’an-ı Kerim götürmüştü. Daha Yemen havalisinde +birkaç iskeleye uğrar uğramaz evlad-ı Arab’ın tehalükü neticesinde +gerek ecza-i şerife gerek Kur’an-ı Kerim nüshaları +bitivermiş. Zavallı Arab böyle bir hediye-i kıymetdara mazhar +olabilmek için küçücük çocuğunun kolundan tutup biraderin +huzuruna getiriyor ve: +– Efendina bakınız çocuk Kitabullahı okumaya muktedirdir +binaenaleyh hediyenize kesb-i istihkak eylemiştir +diye yalvarıyormuş! +Şurası da nazar-ı i’tinaya alınmalıdır ki: Kur’an-ı Kerim +o mu’cizat-ı fesahat ve belağatıyla zaten lisan-ı Arab üzere +tahrir edilmiş olduğundan Kitabullah’ın akvam-ı Arabiyye +üze[ri]ndeki te’sirat-ı salah-bahşası doğrudan doğruya vücud +bulacaktır. Üç beş mutaassıb hırıstiyanın gayret ve servetleriyle +bugün bizce hatta isimleri mechul akvam-ı vahşiyye +lisanları da dahil olmak üzere elli altmış lisana tercüme +edilen İncil ler ve müteaddid kütüb-i diniyye-i Hırıstiyaniyye +şu cihan-ı vesiin her noktasında bedava tevzi’ olunur herkes +adeta kabulünden istiğna gösterir ve evler bunlarla dolup +taşar iken memleketimizdeki ihvan-ı dinimizin Kelam-ı +yeye en büyük zillet değil midir? +Daire-i aidesi hac mevsiminde ve sair vakitlerde Arabistan’da +beş altı yüz bin Kelam-ı Kadim Hilafet-i İslamiyye +nam-ı celiline dağıtmak için acaba beş altı bin lira sarf edemez +mi? +Madem ki: Şimendüferlerin yapılması yolların açılması +kanalların meydana gelmesi büyük sermayelerde uzun +vakitlere muhtac olduğundan bize vediatullah olan ahalinin +terfih-i ahvaline istediğimiz süratle çalışamıyoruz gıda-yı +maddilerini te’min edemiyoruz hiç olmazsa beş altı bin lira +masarıfla gıda-yı ma’nevilerini te’min edelim! +Beş on sene evvel Arabistan’da Hırıstiyanlığın neşr ü ihyası +sında el-an vazifenin icab ettiği maharet ve gayretle neşr-i +dine çalışmadığından şikayet ediyordu. Acı acı ibret alalım. +San’a hakkında General Haig diyor ki: +“Sana bizim için en mühim bir noktadır; bu mevkiin Hırıstiyaniyet’in +ümidleri vazifeleri tealisi nokta-i nazarından +hadd-i zatında haiz olduğu ehemmiyet-i azimece ne kadar +mübalağakarane beyan-ı efkar eylesem yine az söylemiş +addolunurum. San’a Cenubi Arabistan’ın en cesur ve güzel +kabailinin merkezidir ve burada suret-i lazımede çalışacak +bir misyoner hey’eti nüfuz-ı hidayetkarını bütün muhitat-ı +baidesine pek parlak surette neşr ve tebliğ edecektir…” +Haig Arabistan kıt’asının hal-i cehalete müsamaha ve +atalete nasıl terk edildiğini yazdıktan ve burada tenvir-i ezhan +birer tedkīk ve muhakeme ettikten sonra ilave ediyor: +“Arabistan deyip korkmayalım; bu kendi kaderine terk +edilmiş olan Arab’ın vatanı baştanbaşa irşadat-ı İnciliyyeye +açık ve müsaiddir. Maamafih müşkilat yok değildir; bazı +yerlerde Hırıstiyaniyet hidayetkarları kendilerine dinleyecek +ve münci-i ruhanileri addedecek erkekler kadınlar bir şey +bilmeyen kabileler bulacakları halde bazı yerlerde bilhassa +Türkiye idaresindeki Ceziretü’l-Arab hıttalarında tevkīf edilmek +hududdan harice tard olunmak müşkilatı mevcuddur. +Lakin biz bundan perva eder miyiz? Havariyyunun neşr-i +Hırıstiyaniyet için çektikleri azablar duçar oldukları kanlı +ölümler gösterdikleri ilahi metanetler bize bir misal-i gayret +ve fedakari teşkil etmiyor mu?... +“Müşkilat-ı azime-i hakīkiyye din-i Hırıstiyaniyet’i kabul +edenlerin İslamların taassub ve gadrinden muhafazasıdır +Uganda nevahisinde olduğu gibi hatta ölüme mahkum olacaklar. +Lakin zanneder misiniz ki gadr ve zulm nihayet hakkın +hakīkat-i barize-i diniyyenin tezahür ve teali etmesine +mani’ olabilsin!.” +General Haig’in bu beyanatı alem-i Hırıstiyaniyet önünde +görülünce hemen Aden ile Şeyhosman nevahisindeki +misyoner merkezleri Keith Falconer ismindeki rahibe terk +edilmiş ve Doktor Harper ile zevcesi de Hudeyde’ye gönderilmiş +menafi-i şahsiyye ve nakdiyyeden azade surette muhtacin-i +ahaliye cühela-yı urbana müdavat-ı tıbbiyyede bulunmak +hususunun Aden’de İngiltere hükumeti nezareti tahtında +bulunan iki meccani hastahanenin Arablar üzerinde icra ettiği +te’sire muadil bir te’sir yapacağı hesab olunmakta idi. +Doktor Harper İngiltere’ye Hudeyde’den şöyle yazıyordu: +“Misyonerlik vazifesine kemal-i gayretle devam ediliyor. +Vasıl-ı maksad doktorluk olarak gösteriliyor lakin teşebbüsat-ı +vakıanın Türkiye Hükumet-i mahalliyyesinin nazar-ı +dikkati[ni] celb ettiği zannolunur; çünkü Hudeyde hükumeti +bana doktorluk edebilmek için bir diploma ibraz etmemi +hususuyle İstanbul’ca diplomanın musaddak bulunması +lazım geldiğini tebliğ etti. Münasebet peyda ettiğim birkaç +Arab kendi lisanlarında yazılmış Kitab-ı Mukades’i pek büyük +bir merak ve hahişle ta’kīb eyliyorlar…” +Hudeyde misyonerliği ser-güzeştini ta’kīb edersek nihayet +Doktor Harper’in bu diploma maniası sebebi ile +senesi Nisan’ında İngiltere’ye avdete mecbur olduğunu görürüz; +lakin bütün muamelat-ı nizamiyyesi yapılmış evrak +ve hüviyet ile içimize sokulan bu dini propagandanın mazarratını +akīm bırakabilmek için acaba o devirde Hudeyde +hükumetinin nasılsa müsmir olan bir ısrarı kafi midir. Kafi +olabildi mi ve olabilecek mi? +Nasıl ki: Hudeyde’de misyonerlik icraatı bu mania ile +haleldar olduğu esnada Arabistan’ın bütün şark-ı şimalisi +“Church Missionary Society” misyoner cem’iyeti tarafından +kemal-i muvaffakiyetle teşkilat tahtına alınmış hususiyle +Bağdad’da işe başlanmış idi. Misyoner cem’iyetleri Bağdad +şehrine İran iklimine tevsi’ edilen misyoner teşkilatının dahi +te idiler. Ancak bunların raporlarında hükumet-i mahalliyye +rını ve Hırıstiyanlığı kabul eden Arab ve Acemlerin intikam +ve şiddetten kurtulmak üzere terk-i vatan ettiklerini okuyoruz. +Maamafih bugün misyonerler burada kemal-i istirahatle +çalışıyor ve açtıkları mektepten istifade ediyorlar. +Misyonerlerin hükumet-i mahalliyyeden ettikleri şikayetlerin +ne derece haklı olduğunu bilemez isek de zaten İslamiyetin +bu muhacemat-ı ma’neviyye ve maddiyye-i salibiyyeye +karşı esbab-ı müdafaasının her halde cebr ü şiddet olamayacağı +bunlara ancak maarif-i diniyyemizi ilerletmek ve +efkar-ı umumiyyeye ilka etmekten başka meşru’ ve ma’kūl +çare-i tahaffuz ve galebe bulunamayacağı fikrindeyiz! +Beş altı sene evvel Musul’daki misyonerlik merkezi de +takviye ve ıslah edilmiş hatta bu merkeze mensub misyonerlerden +biri büyük bir i’timad-ı nefsle demiş idi ki: +– Artık bütün hahişimiz gayretimiz ile İncil ’i Ceziretü’l-Arab’ın +ta kalbgahına dahilinden Mekke-i Mükerreme’ye +hac tarik-ı berrisinin geçdiği memalik-i dahiliyeye sahib +müstakil Necid hükümdarı memalikine neşr ü ta’mim etmek +fırsatını bekliyoruz.” +Arabistan kıt’asında çalışan misyonerler içinde şu isimler +haiz-i ehemmiyyettir: +Stern ki: Ta bin sekiz yüz elli tarihinde San’a Bağdad’a +seyahatlar etmiş Arab Musevileri içinde Hırıstiyaniyet’i neşr +ve ta’mime çalışmıştır. +Bavyeralı bir Musevi olan Joseph-Wolf ki Hırıstiyanet’i +kabul ve Benedictin rahibleri silkine duhul ile ’de kezalik +Yemen ve Bağdad kıt’alarında çalışmıştır. +Mister William Lethaby ki: Zevcesiyle birlikte Muab cibal-i +meniasındaki Kerek mevkii urban-ı vahşiyyesine vaaz +ve telkīn-i din için senesinde pek çok fedakarlıklar etmişlerdir. +Kerek mevki-i cebelisinin pek kalabalık ve mühim +olduğu beyan edilerek buraya Arablarca Andenye şehri denilmesi +de delil gösterilmektedir. Bu William Lethaby Filistin +Misyoner Cem’iyeti ile teşrik-i mesai ettikten ve ’de +Bahreyn cezairinden hareketle Ceziretü’l-Arab’ı garba doğru +aykırlayıp geçmeye nafile yere uğraştıktan sonra Aden’e +avdet etmiş el-yevm oradaki İncil Deposu Müdüriyeti’nde +bulunmuştur. +senesinde “Afrika-yı Şimali Neşr-i Din-i Hırıstiyaniyet +Komitesi” Arabistan-ı Şimali’de ve Humus civarındaki +kabail-i bedeviyye içinde çalışmaya teşebbüs etmiş idi. İşte +bu teşebbüs neticesi idi ki: Mister Samuel-Van Tassel isminde +bir Felemenkli senesinde ta’limat-ı mahsusa ile bu +havaliye gelmiş bedevi kabaili rüesasından biri refakatinde +ve kabile mevsim-i mahsusunda sahraya giderken onlarla +beraber hareket etmiş idi. Misyoner Cem’iyeti’nin resmi +raporlarına nazaran mumaileyh bu badiye-peyma ihvan-ı +dinimiz içinde “bab-ı irşadı arkasına kadar açık” bulmuş! +Ancak Türkiye me’murininin kabailin eşhas-ı ecnebiyye ile +münasebatta bulunamaması hakkında müttehaz olan muamelat-ı +şiddet-karaneleri neticesinde parlak gayelere mazhariyetinden +mahrumiyet hasıl olmuştur. +Zevimer diyor ki: +“Bedevilerin siyah çadırları altında ilk defa hakīkat-ı Hırıstiyaniyyeyi +carib ve beyanatı cidden haiz-i ehemmiyyettir. Çünkü irşadat-ı +vakıa bedevilerin değil ancak Türklerin mümanaatına +tesadüf ediyor…” +Biz bu uzak ümidlerden bütün millet-i merhume-i İslamiyye +namına nam-ı celil-i İslamiyet’e istinaden endişe +etmemek fikrindeyiz lakin esbaba tevessül hikmet-i İslamiyyesi +emr-i dinisi bu harici ümidler sa’yler karşısında hala +mı mensi kalacak? +Van Tassel’in beyanatına nazaran: Mumaileyh bedevileri +pek misafirperver ve mültefit Arabca İncil ’i hususiyle +“Ahd-i Atik” denilen Zebur ve Tevrat ’ı istimaa pek hahişger +bulmuştur. Diyor ki: “Şehirlerde tesadüf edilen asar-ı +taassubun bu bedeviler içinde zerresi yoktur hatta şeyhleri +meyip istirahat eylemesine bile ikna’ edebildim..” +Bu beyanatın ne dereceye kadar doğru olduğunu ta’yin +ve tahdid edebilmek mümkün değildir; maamafih: Evlad-ı +necibe-i Arab’ın badiyede olsun ma’murede olsun misafirperverlikleri +efkar-ı hürriyet-perveraneleri adeta darb-ı +meseldir. Buna ilave edelim: Zaten din-i İslam’ın ahkam-ı +ulviyyesi Furkan-ı Mübin’in irşadat-ı hikemiyyesi Zebur ve +Tevrat ’ı kendi lisanlarında onlara okuyan bir misafir hakkında +sahib-i hane için bir hakk-ı gadr ü zulm bahş etmez. Yine +bu cümleden olarak akvam-ı Samiyye’nin mefahir-i ilmiyye +fedakari-i müttekıyane ve şevket-i maziyyesi ile meşbu’ +ve bütün akvam-ı cihanca muta’ ve makbul tutulan kısas-ı +enbiya evlad-ı İsmail üzerinde hudud-ı tabiiyye ve hakīkıyyesini +geçmedikçe bit-tab’ su’-i te’sir değil hüsn-i te’sir hasıl +eder. Kur’an-ı azimü’ş-şan dahi kütüb-i mukaddesenin zan +ve tahrif ile şaibedar olmamış aksamını mündericat-ı ulviyyesi +miyanına koymamış mıdır? Bütün bu söylediğimiz şeyler +misyonerlerin Arabların nezdinde terk-i din tavsiyesinin +zannettikleri ve bazılarının da i’tiraf ettikleri vechile o kadar +kolayca vücuda gelemeyeceğini i’lam ve isbat ederse de bu +mülahazat dahi ihvan-ı dinimizi zulmet ve iğfale terk etmekliğimiz +müşkilat önünde– teşkil edemez. +Bunu isbata hacet yoksa da yüreğimize derd olan bir +vesikayı şuraya yazmaktan vazgeçmedik: Afrika-yı Şimali +Misyoner Komitesi’nin bildiğimize nazaran on seneye kadar +Arabistan-ı Şimali bedevileri arasında muntazam bir teşkilatları +vücud bulamamış idi; lakin bütün Cem’iyet merakizinde +mevazi-i ibadetinde her resm-i dini icra olunurken +Hırıstiyaniyetin teali-i müstakbeli istirhamatına aynen tercüme +ettiğim şu satırlar ilave edilir. +“Arabistan-ı Şimali Hazret-i İsmail’in hakīkī torunları +olan kabail ile meskundur bunlarda Suriye kıt’asında görülen +kaba İslamlık taassubu yoktur. Bu kabail nur-ı hidayetten +hissedar olmaya müştaktır? Cenab-ı Hak hemen +bu vazife-i tenvir ve irşadı icraya hakkıyla müstaid içimizden +fedakarlar sailer çıkarsın!.” +Maamafih Hırıstiyaniyet’in bu tehalüklerini yukarıya +nakl edilen dua veya bed-dualara nazariyat ve hayale +münhasır kalmış zannetmeyelim: Çünkü on sekiz sene evvel +Amerika Protestan cem’iyetleri de dahil olmak üzere teşkil +edilen ittihad ve iştirak-ı mesai neticesi olarak tekrar Şimali +Arabistan’a Suriye tarikıyla girmek için Forder isminde biri +gönderilmişse de Şam tarikıyla istihsal-i metalibe çalışırken +bir kazaya uğramıştır. +AFRIKA’DA MÜCAHIDIN-I İSLAMIYYENIN +AHVALINE VE MÜSLÜMANLIĞIN +–Selamün aleyküm – Ve aleykümü’s-selam. +Efendiler bu gece size arz edeceğim mes’ele cümlenin +fikrini işgal etmekte olan mühim bir mes’eledir. O derece +mühim ki bundan yalnız burada Türkiye’deki müslümanlar +değil bütün küre-i arzda mevcud müslümanlar alakadardır. +Binaenaleyh bu babda mümkün olduğu kadar izahat vermek +fiilen iştirak eylediğim cihetle söyleyeceklerimin tamamiyle +sıhhat ve mevsukiyetine emin olmanızı rica ederim. Mes’eleyi +güzelce izah edebilmek için ibtidasından başlayarak nihayetine +kadar tafsilat-ı lazımesiyle arz etmeyi münasib görüyorum. +Vaktimiz müsaid olmazsa maba’dini vakt-i ahara +bırakırız. +Cümlenizce ma’lumdur ki Trablusgarb mes’elesi öyle nagehani +bir surette zuhur etmiştir ki o güne kadar –ekabir-i +siyasiyyemizden başka– hemen hiç kimsenin haberi yoktu. +Herkes bayram şenliğini yapmakta iken bir afet-i semaviyye +gibi memleketin üzerine bir harb bulutudur ki çöktü bayram +yerine ortalığı matem kapladı. Şenlikler söndü yerine +zulmet kaim oldu.. Zannederim ki o günler herkesin hatırındadır.. +Ortalığı bir şaşkınlık kaplamıştı. Nazırımız sadr-ı +a’zamımız hepsi hayrete düştüler. Ne Roma’da sefirimiz var +ne Trablus’ta valimiz ne de harbe karşı tedabirimiz. Nagehani +çıkagelen vahşi bir hayvan karşısında kalan halk gibi +herkese bir şaşkınlık arız oldu. Herkes gibi ben de şaşırmıştım +ben de telaşa düşmüştüm. +Beş altı sene mukaddem Petersburg’da halk tiyatroda +bulunduğu zaman hayvanat-ı vahşiyyeden biri nasılsa demir +kafesten kurtularak herkese saldırmaya başlamış bütün +tiyatro halkını darmadağın etmişti. İtalya da tıbkı böyle vahşi +bir canavar gibi mazlum bir takım insanlar üzerine saldırmaya +başlayınca tabiidir ki herkes şaşkınlaştı. Ben deli +gibi olmuştum. Kendi hesabıma Roma’ya kadar gitmeyi bile +göze aldırmıştım. Birkaç gün geçti. Herkes gibi ben de aklımı +başıma topladım. Roma’ya gidecek yerde Trablusgarb’a +gitmeyi muvafık buldum. +Tabii o zamanlar hepinizin hatırındadır. Maamafih bazı +vekayi’ vardır ki bugün için zikre şayandır. Ez-cümle o günün +vüzerası vükelası biraz aklını başına toplar toplamaz geceyi +gündüze katarak çalışmaya başladılar. Sadrıa’zam Said +Paşa sadarete geçiyor. Bir taraftan eazım-ı rical ile istişareler +oluyor diğer taraftan sabahlara kadar Meclis-i Vükelalar ictima’ +ediyor. Herkes bir türlü beyan-ı fikr ediyor. O sırada idi +ki en akıllılardan milletin en büyük en meşhurlarından birisi +“Bu mes’elede müdafa’a etmek cinayettir” demişti. Zannederim +umumunuzun kulağındadır. Bu söz benim kalbime +diyenlerin fikrine kapılarak müdafaa edilmeyeydi bugün +bu şanlı zafere nail olabilir miydik? İşte müdafaa ettik ve +bu azm-i kahramanane ile koca bir İslam kıt’asını kurtardık. +Bugün efendiler emin olunuz Trablusgarb kurtulmuştur bu +mübarek cüz’-i vatan kat’iyyen o miskin İtalyanlara teslim +olunmayacaktır. +Efendiler Trablusgarb mes’elesi iki üç Osmanlı yahud +otuz milyon Osmanlı mes’elesi değildir. Bu mes’ele alem-i +lar vaktiyle o güzel memleketleri paylaşmış iseler de mes’elenin +akibeti hiç umulmayan bir şekil aldı. +Birkaç günde örtbas edileceği zannolunurken bütün +dünyayı sarstı. Bu mes’ele Avrupalıların şark bilhassa Müslümanlık +hakkında besledikleri efkar-ı desisekarilerini büsbütün +tebdil etti i’tikadındayım. Efendiler şuna emin olunuz +ki bugün Avrupalıların veya onlara peyrev olan bazı küberamızın +nazarında en vahşi en şayan-ı istihfaf addolunan +bir mes’elenin ittihad-ı İslam mes’elesinin esası bu vesile ile +bugün kurulmuştur. Avrupalılar ne düşünürlerse düşünsünler +Trablusgarb mes’elesi bu büyük mes’elenin esasını kurdu +hem altından te’sis etti. +be-evvel Mısır iştirak etti. Sonra baktık her tarafta ittihad sadaları +yükseldi. Ta Hindistan’a Mecusilere kadar te’sir etti. +Afganistan’da bilhassa emir vüzerasını topladı milletini fiilen +meye teşebbüs eyledi; milletine dedi ki: “Bu mes’ele bütün +alem-i İslam’ın hayat memat mes’elesidir.” Yirmi beş bin +rupiye iane verdi ve her ihtimale karşı hazırlandı. +Trablus’da dört beş ay dolaşıp avdet ettikten sonra evimde +bir mektup buldum Cava’dan gönderilmiş. Orada mücahidin-i +lazım geldiğini soruyorlar. İkinci mektup da Hindistan’da +Lahor şehrinden gönderilmiş. Gayet uzun bir mektup. Bundan +maada aksa-yı şarktan Japonlar orada te’sis olunan +tişarede bulundular. Sonra mes’ele uzamayacaktır zahmete +katlanmaya değmez dedik gelmemelerini tavsiye ettik. +ne kadar bunlar saded haricinde ise de sırası geldiği cihetle +söyledim kusurumun afvını rica ederim. +Her ne ise o şaşkınlıklar zail olur olmaz herkes darü’l-harbe +gitmeye başladı. Ben de duramadım bir ateştir kalbimi +kapladı. Gitmeden rahat olamadım. Vakıa benim elimden +bir şey gelmez fakat hiç olmazsa cihad i’lan edenlere su +vermeye yararım a. +Üç gün sonra ale’l-acele hareket ettim. Osmaniye vapuru +Marmara’ya açılır açılmaz birçok yoldaşlar bulduk. +Lisanlarımız söylemezse de kalben tanıştık. Anladık ki pek +çoklarımız oraya gidiyor. +Tebdil-i kıyafet eylemiş zabitler hüviyetini ketm etmiş siviller… +Vapur dolu. Lisanlarımız samit fakat gözlerimiz konuşuyor. +orada dayanamadık birbirimize açıldık. +dık: İtalyanlar şöyle mağlub oldu böyle münhezim oldu… +Bunlar şevkimizi artırdı. Oradan Pire’ye geldik orada da işittik +ki İskenderiye’de Trablusgarb muvaffakiyetinden dolayı +büyük bir sevinç büyük bir hareket nümayiş olmuş. Vapur +ahalisi söylediler. Fakat hakkıyla künhünü idrak edemedik. +Nedir derken İskenderiye’ye yaklaşmaya başladık. +O sırada vapurda Kamil Paşa hazretleriyle görüşüyordum. +Zaten burada da birkaç defa mülakatımız vardı. Bu +mes’eleye dair fikr-i alilerini istifsar ettim. Çünkü böyle mühim +mes’elelerde gayet büyük bir diplomatın fikrini anlamak +her halde mucib-i istifadedir. Diğer mes’eleler hakkındaki +suallerime lütfen cevap verdiler. +Nihayet söz Trablus’a intikal edince dedim ki: –Bu hususda +fikriniz nedir? Bunun üzerine dedi ki: –Bu hallolunmuş +gibi bir şeydir. Fakat ben kendi hesabıma Bingazi’nin kurtarılmasına +çalışacağım. +Demek kendi hesabına Trablus’u gözden çıkarmıştı. +Tabiidir ki bu siyaset benim hoşuma gitmedi. Fakat büyük +adama bir şey demek de mümkün olamazdı. Şu kadar ki canım +pek sıkılmıştı. Zira bu pek eski siyasetlerimizdendir. Bir +mes’ele çıkınca hep nısfını feda ile halletmeye çalışmışlar. +Ne vakit Avrupa bir mes’ele çıkarmışsa tehdid etmiş blöf +yapmış hasılı ne yapdıysa yapmış yarısını almış sonra işi +sulha bağlamışlar. Bunun için bu siyasetten hoşlanamadım. +Maa haza Kamil Paşa gayet haklı idi. Zira bütün cihanca +ma’ruf olan bu racül-i siyaset etrafı teftiş ve tedkīk ettikten +sonra bu fikre zahib olmuş idi. Etrafa baktı bizim gevşekliğimizi +gördü sonra da hazırlığımız hiç yok.. Tabii bir diplomat +Fakat ben başka türlü düşünüyorum. Müslümanlar hakkında +her zaman Cenab-ı Allah’a i’timad ediyorum. Odur +müsebbibü’l-esbab odur her şeyi halk eden. Vakıa Trablus’da +kuvvet namına bizim bir şeyimiz yok vakıa onların +topları tüfekleri donanmaları tayyareleri hasılı her şeyleri +mebzul; fakat bir kuvvet beşerin fevkinde bir kuvvet vardır +ki ona karşı kainatın ehemmiyeti yoktur. Biz bu yokluklar +eder zalimi ser-nigun eder. Biz +deriz. Biz +deriz. Onun için daima o Hazret-i Zü’lCelal +en müşkil zamanlarımızda imdadımıza yetişmiş ve +mutmain olmalı. Zira ani’l-yakīn bu harikaları gördük. Bugün +Trablus’ta asker namına mühimmat-ı harbiyye namına +neyimiz var… +Şunu ıstıtraren arz edeyim ki Trablus diyorsam maksadım +Bingazi’dir. Çünkü ben ancak Bingazi mıntıkasını biliyorum. +Oraya gittim. Trablusgarb cihetini bilmiyorum. +Çünkü oraya gitmedim. Onun için söyleyeceğim sözler hep +Bingazi tarafına aiddir. Trablus dersem sözümü Bingazi tarafına +atf ediniz… +Ben bu şark cihetini ki Enver Paşa’nın taht-ı kumandasında +bulunuyor biliyorum bu tarafdaki asakir-i nizamiyyemiz +nihayet beş yüzü tecavüz etmez. Onun da birçoğu sakat +makat hasta hep eskiden kalma kalan kısmı hep mücahidin-i +kiram gönüllü. Zabitanımız var onlar da gönüllü. +Şimdi zihninize bir sual tebadür eder: Neden oradaki +askerimiz az olmuş? Bu sualin cevabından sarf-ı nazar edelim. +Yalnız şunu bilelim ki askerin orada bulunmaması ayn-ı +lince esbabını arz edeceğim neticede de vazıhan bu hakīkat +anlaşılacak. +Ben kendi i’tikadımca Trablus mes’elesi hakkında şimdiden +tebşiratta bulunacağım. Zira içinde bulundum; ahirini +tamamiyle hesab ettim. Bugünkü hal ve keyfiyet bunu gösteriyor +ki; Enver Paşa’nın ve sair erbab-ı hamiyyetin çalışmaları +sayesinde inşaallah mes’ele tamamıyle bütün alem-i +tün Avrupa bizi sıkıştırsa Babıali’yi tazyik edecek olsa +onlar bize diyecekler ki: Siz kendi hesabınızı görün biz kendi +kendimizi müdafaa ve idare ederiz. +Çünkü esliha istemiyorlar. Erzak istemiyorlar. Zaten bizim +ehl-i İslam için silahın lüzumu yok ben bu i’tikaddayım. +Düşmanlar fabrikalar yapıyorlar silahlar hazırlıyorlar +önümüze gelince vurur alırız. Nitekim işte alıyorlar. Bugün +Trablus’da alınan esliha ve mühimmat bizim için kafi ve +vafidir. Bugün alınan fişenkler bir sene muharebeye kifayet +eder. Bizim kuvvetimiz kuvvet-i imandır. İnşaallah bunları +tafsilatıyla birer birer izah edeceğim. +­ +– Neue Freie Presse +gazetesinin mevsukan istihbaratına nazaran Şeyh Senusi +hazretleri Şubat’ın yirmi dokuzunda Babıali’ye ma’lumat-ı +ma’ruzat-ı atiyyede bulunmuştur: “Düvel-i mu’azzamanın +Devlet-i Osmaniyye’yi sulha icbar için yeniden teşebbüsatta +bulunduklarına dair bazı haberler aldım. Trablus ve Berka +kıt’alarındaki mücahidinin adedi ve levazım-ı harbiyyesi +maya kafi bulunduğu nezd-i acizide muhakkak olduğundan +ve umum Afrika-yı Cenubi İslam’ın şeref ve namusunu müdafaa +eylemiş olduklarından hiçbir vechile sulh teşebbüsatına +ehemmiyet verilmemesi ma’ruzdur.” +– Seyyid Şeyh +Senusi hazretlerine birinci rütbeden bir kıt’a nişan-ı ali-i Osmani +ve bir murassa’ kılınç ve zarif kıymetdar bir seccade +vasıtasıyla i’tası hakkında irade-i seniyye-i hazret-i padişahi +şeref-sadır olmuştur. +–Yemen +Kuva-yı Umumiyye Kumandanı İzzet Paşa tarafından +Harbiye Nezareti’ne keşide edilen bir telgrafnamede İmam +Yahya hazretlerinin mensubininden Seyfü’l-İslam Muhammed +Hadi’nin Dahyani Kabilesi üzerinde büyük bir galibiyet +mevkiine çekilerek arz-ı mutavaata mecbur kalmıştır. +Bu Dahyani Kabilesi’nin reisi Ebu Kasım ed-Dahyani +– İtalyanlardan istiane suretiyle Ma­ +kam-ı Hilafet-i İslamiyye ve Saltanat-ı Osmaniyye aleyhine +harekete cür’et etmekle bütün alem-i İslam’ın nefrinine +bi-hakkın mazhar olmuş olan İdrisi bu defa bir makhuriyet-i +şedideye uğratılmıştır. +Ma’lum olduğu üzere bu hain devletimizin İtalya ile +harbde bulunmasından Bahr-i Ahmer’e yeniden sevkiyat-ı +askeriyye icrasında donanma i’zamında ma’zur olmasından +bil-istifade düşman-ı deniden aldığı esliha ve cephane +kuvvetiyle Asir kıt’asında bulunan kuvve-i askeriyyemizi tazyik +emel-i hainanesinde bulunmuş ve fakat kahraman askerlerimizin +ve onlara iltihak eden hamiyet-mend ahalinin +müdafaa-i diliraneleriyle nail-i emel olamamış merkūmun +tikab eylemesinden pek ziyade münfail olan Yemen Zeydi +ve tedmirde asakir-i Osmaniyye’ye muavenet etmek üzere +bir kuvve-i kafiyye i’zam etmiş idi. +riyye-i Osmaniyye ile birleşmiş olmağla tertibat-ı mukteziyye +bil-icra Hasaviye mevkiinde te’sis-i karargah olunduğu sırada +olduğu noktada basdırarak fena halde bozmak fikr-i sakīm +ve fasidiyle dokuz bin şakīden mürekkeb olan çetesi efradını +birden bire üzerlerine göndermiş ve nagehani bir hücum +neden sonra gerek asakir-i Osmaniyye’nin ve gerek İmam +Yahya hazretleri tarafından gönderilen kuvve-i muavinenin +hamelat-ı şirane ve diliranesine tab-aver-i mukavemet olamayan +dağılmışlardır. Rumi Şubat’ın on beşinci günü vukū’ bulan +bu müsademe İdris avenesinin bir daha yerlerinden kıpırdamayacak +surette izmihlalini mucib olmuştur. +–Kahire’de münteşir +yevmi el-Müeyyed gazetesinde okunduğuna göre Kahire’de +bir İtalyan sosyetesi tarafından Ehramlar kurbünde kain bir +hotelde İtalyanca bir konser ve müsamere tertibi mutasavver +reva gördükleri muamelat-ı vahşiyanelerinden müteneffir +olan Osmanlı Mısırlılar mezkur müsamerenin İtalyan lisanıyla +tertib olunması aleyhinde protesto etmişlerdir. Mezkur +gazetenin mütalaat-ı muşikafanesine bakılırsa bu hareket-i +na-be-canın İtalyanlar tarafından ihtiyar olunması keyfiyeti +Mısır müslümanlarının hissiyat-ı dindarane ve insaniyetkaranelerini +tahrik ve tahdiş maksadına mebnidir. +§ Aynı zamanda İskenderiye’de bulunan İtalya tüccarı +Bingazi ve civarında bulunan İtalyan hempalarına suret-i +ha­ +fiyyede yiyecek ve içecek tedarik ve irsal ettikleri halde +Hükumet-i Mısriyye tarafından mümanaat olunmamak suretiyle +kavaid-i bi-tarafinin ihlal edilmekte olduğunu el-Müeyyet +gazetesi yazıyor. +§ Yine mezkur gazetenin beyanatına göre Osmanlı-İtalya +muharebesinin ibtidasından bu ana kadar Trablusgarb +mücahidleri namına Mısır hamiyet-mendanı tarafından derc +olunan ianatın mikdar-ı yekunü on bin beş yüz otuz beş Mısır +lirasına baliğ olmuştur. +§ Bingazi ve civarında İtalyanlarla muharebe etmekte +olan Umum Kuva-yı Osmaniyye Kumandan-ı gayuru Enver +Beyefendi tarafından Kahire’de teşekkül eden Hilal-i Ahmer +hey’etleri reisi el-Müeyyed gazetesi sahib-i alisi Şeyh +Ali Yusuf Efendi hazretlerine bir mektup yazılıp himemat-ı +mütevaliye-i Huda-pesendanesine karşı samimi bir surette +teşekkür olunmuştur. +§ el-Müeyyed gazetesi tarafından Trablus’la Bingazi’ye +suret-i mahsusa[da] i’zam olunan muhabirler kuva-yı +Osmaniyye ile mücahidin-i İslamiyyenin İtalyanlara karşı +takınmış oldukları vaz’iyet-i kahramaneyi günü gününe Mısırlılara +tebşir eylemeleri üzerine umum Mısırlıların fevkalade +bir surette sürur ve tesellilerini mucib olmuştur. Bunun +üzerine Trablus ve Bingazi’de bulunan Hilal-i Ahmer hastahanelerine +lüzumu kadar alat ve edevatın Mısır’dan irsali +takarrur etmiştir. +§ Trablus’la Bingazi ordugahlarına gerek muvazzaf ve +gerek gönüllü olarak tıyb-i hatırlarıyla iltihak eden Mısırlı +zabitlerin meydan-ı harbde göstermiş oldukları besalet ve +şecaatlerine mükafaten Osmanlı Harbiye Nezareti tarafından +rütbelerinin terfiiyle muayyenatlarının tezyidi hususunda +gösterilen nevazişat umum matbuat-ı Mısriyyece tahsin +ve teşekkürle telakkī olunmuştur. +– Almanya’da mukīm +müslümanlar tarafından bilumum ihvan-ı dine hitaben tastir +olunan Arabca beyannamenin tercümesidir: +Bismillahirrahmanirrahim +Bize ni’met-i İslamı inayet ve ihsan buyuran Zat-ı ecell +ü a’laya hamd ü sena hayru’l-enam olan Peygamberimiz +efendimiz hazretlerine dahi salat ve selamımızı ihda ve bilumum +hidayet-i ilahiyye-i hatimeyi niyaz ve hüsn ü tazarru’ eyledikten +sonra kaffe-i ihvan-ı dinimize beyan eyleriz ki: +Ma’lumunuz olduğu üzere sahib-i makam-ı hilafet-i uz­ +ma ve hadimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn olan Devlet-i Osma­ +niyye’ye karşı İtalya h��kumet-i zalimesi izhar-ı bağy u udvan +eyleyerek Afrika’da kain ve Mısır’a hem-hudud bulunan +Trablusgarb Vilayeti’ne hücum eyledi. +ayet-i kerimesiyle bilumum müslümanların ümmet-i +vahide ve +nass-ı celili ile de cümlesinin +kardeş bulundukları sabit ve bunların +hadis-i şerifinin delaletiyle yekdiğerlerine +muavenetleri vacibdir. +Vacib Teala ve Tekaddes hazretleri +ayet-i kerimesiyle bize teaddi edenlere biz de mukabele-i +bil-mislde bulunmamızı ferman buyurmuştur. Binaenaleyh +Allah’a yevm-i ahirete melaikeye kütüb-i münzeleye +enbiya-yı kirama iman ve i’tikad eden her müslim ve +müslimeye ihvan-ı dinimize sell-i seyf-i udvan eden düşmana +malen ve bedenen karşı koymak +ferman-ı Rabbanisi +mucebince bir vecibedir. Acaba din kardeşlerimize +zulmen hücum eden İtalya gibi bir düşmana karşı durmaktan +büyük bir mücahede rıza-yı Bari’yi tahsil için bundan +büyük bir vesile tasavvur olunabilir mi? İşte buna binaen biz +de ey ihvan-ı din iktidar ve istitaatınız nisbetinde malınızla +canınızla bu muharebede Hilafet-i Muazzama’ya muavenette +bulunmaya Trablusgarb’daki mücahid kardeşlerinize +yardım etmeye şu zalim bağī İtalyanlarla muamelat-ı ticariyyenizi +münasebatınızı kat’ etmeye sizleri da’vet ediyoruz. Bu ricamızı +bütün ihvan-ı dinimize bildirmenizi takdim eylediğimiz +nüshaları cevami’ ve mesacidde de okutmanızı münasib +göreceğiniz vesait ile neşr ü ta’mim eylemenizi istirham eyleriz. +Bir de şurası ma’lumunuz olsun ki bu da’vetnamemiz +alem-i İslam’ın her tarafına gönderilmiştir. Hemen Cenab-ı +Hak sizlere tarik-ı savabı ilham ve bu fariza-i diniyyeyi eda +eylemenizden dolayı ecr-i cezil ihsan buyursun. +Hind müslümanlarının hissiyatı. –Bu hafta zarfında +Hin­distan’dan aldığımız gazetelerde mütalaa olunduğuna +nazaran Bombay Madras Haydarabad Deccan Delhi +Amritsar cem’iyat-ı İslamiyyesi İtalyanların Trablusgarb’la +Bingazi’de icra etmekte oldukları harekat-ı hunharane ve +vahşiyanelerini Hind hükumeti vasıtasıyla İngiltere Devleti +nezdinde yeniden protesto etmeye karar vermişlerdir. Dinen +ve ma’nen doğrudan doğruya makam-ı mualla-yı Hilafet’e +merbut bulunan Hindistan ahali-i İslamiyyesi vesile düştükçe +Osmanlılara karşı da izhar-ı sadakat ve ihlas etmeyi vecibe +addeylediklerinden dolayı umum Osmanlılar tarafından +hissiyat-ı halisanelerine mukabil sena ve teşekkür etmek +vazife-i nazifesini deruhde etmekle gazetemiz mübahidir. +kelimesi atlanmıştır. Mü’minun /. +olmaksızın Buhari +bulan seyahat ve ziyaretleri esnasında Hindli kardeşlerimizden +defaatle krala müracaat edilmiş idi. Kral hazretleri bu babda +kendilerini tatyib ve tatmin-i hatır etmiş ileride Devlet-i +Aliyye’nin lehinde olmak üzere teşebbüsat-ı mühimmede +bulunacağını kendilerine vaad eylemiş idi. İtalyanların harekat-ı +hod-serane ve bağiyanelerinden bi-zar olan Hind +müslümanları İtalya emtia ve ticaretine karşı boykotaj i’lan +etmişlerdi. Bu kere mezkur boykotajın ebedi ve daimi bir +surette icrası hususuna Hind putperestleriyle müslümanları +beyninde i’tilaf hasıl olduğunu Hindistan gazeteleri yazıyor. +Hindistan’ın Lahor şehrinde intişar eden yevmi Pise Ahbar +gazetesinin tedkīkat-ı amikası neticesinde bu ana kadar +umum Hindistan’daki boykotaj yüzünden İtalya emtia ve +ticaretine var olan zarar ve ziyanın mikdarı iki milyon İngiliz +lirası tahmin olunduğu anlaşılmıştır. +Hindistan’da İtalyanlara karşı hasıl olan hiss-i nefret ve +arasında bu noktada ittihad ve ittifak-ı tam husule gelmiştir. +Cava ve Sumatra adaları ahali-i İslamiyyesi tarafından +Trablusgarb mücahidin-i İslamiyyesi namına ianat-ı külliyye +derc olunmaya başlamıştır. İanat-ı mezkure komisyonu riyasetine +de tebaa-i Devlet-i Osmaniyye’den ve Hadramut sadat +ve eşrafından olup orada mütemekkin bulunan Seyyid +Habibürrahman Efendi hazretleri ta’yin olunmuştur. İanat-ı +mezkureden başka mücahidin-i İslamiyyeye yaprak sigaralarının +da gönderilmesi takarrur etmiştir. +Ahiren Cenubi Afrika’da İngiltere’nin Natal müstemlekatında +kain Durban şehrindeki müslümanlar tarafından +gayet muazzam ve muhteşem bir miting akd olunmuştur. +Bu miting hakkında Durban’daki Hilal-i Ahmer İane Cem’iyeti +Reisi Davud Muhammed ve Osman Ahmed efendiler +tarafından Harbiye Nezaret-i Celilesi’ne Şubat tarihli +ariza ile beyan-ı ma’lumat olunmuştur. +Bu mitingde bulunanlar tarafından umum Natal müslümanları +namına İtalyanların Bahr-i Ahmer ve Ka’be-i Ulya +civarında dolaşarak İslamların hissiyat-ı diniyyesini rencide +etmelerinden dolayı İngiltere Hariciye Nezareti’ne ba-telgraf +şikayet edildiği gibi makam-ı Sadaret-i Uzma’ya bir telgrafname +keşide edilerek muvaffakiyat-ı Osmaniyyeden dolayı +da arz-ı tebrikat edilmiştir. +kadar kesb-i salah eylemiş gibi görünüyor. İngiltere tarafdarı +bulunan Kavam-zade’nin Şiraz-Fars Eyaleti ferman-fermalığına +ta’yin olunması suretiyle o civarlarda asayiş ve sükun +ru-nüma olmaya başlamıştır. Kavam-zade öteden beri İran +meşrutiyeti aleyhdarı olmakla müştehirdir. Eski devirde tegallüb +ve istibdad yüzünden milyoner olan bu ailenin reisi +büyük Kavamüddevle İran inkılabı esnasında İran ahrarından +Nimetullah Burucerdi tarafından kurşunla itlaf edilmiş +karşı vukū’ bulan bütün yağmagerlikler Kavam-zadelerin +tarafdaranı olan kabail tarafından tertib edilmekte idi. İngiliz +tüccaranının zarar ve ziyanlarını teşkil eden ahval-i mezkure +ahiren İngilizin teşebbüsat-ı fi’liyyede bulunmalarını intac +eyledi. Şöyle ki Hindistan’dan iki yüz nefer süvarinin İran-ı +Cenubi’ye i’zamı ahiren kararlaştı. Vilayat-ı cenubiyyenin +asayişiyle haydudların hecemat-ı mütevaliyyesine ma’ruz +kalan kavafilin serbestçe seyr ü sefer etmelerini te’min için +Nizamü’s-Saltana salahiyet-i fevkalade ile hükumet-i mahalliyye +tarafından Şiraz’a i’zam ve ta’yin olundu. Vali-i +müşarun-ileyh Kavam-zadelerin vücudunu kendi icraatına +mani’ görmesi üzerine nagehani bir surette tevkīfleri cihetini +sunun müdahalesi neticesinde Avrupa’ya teb’idleri takarrur +eylemişti. Esna-yı rahda iki kardeşlerden biri eşkıya tarafından +muvasalat ettikten sonra İngiltere konsülatosuna iltica ve +dehalet eylemeye muvaffak olmuştur. İngiltere’ye mail olan +bu adam en sonra umum Şiraz ile havalisine vali-i umumi +ta’yin edilmiştir. +Azerbaycan ahvalinin kesb-i sükun eylemesi Rusların harekat-ı +dürüştanelerinden münbais olmuştur. Ruslar Tebriz’de +mukavemet eden veyahud atiyen karşı gelebilecek her mütefekkiri +astılar kestiler ipten kazıktan güç hal ile tahlis-i +giriban edebilen zavallılar ise ahiren hudud-ı Osmaniyye’ye +Azerbaycan idare-i umuru gereği gibi el-yevm Ruslar +elindedir. Kendi tarafdarlarını valiliğe vali muavinliğine +ta’­yin edip onlar vasıtasıyla zavallı ahaliyi arzuları vechile +olup mevte mahkum olan eşhasın adedi iki yüzü tecavüz +etmiştir. Aynı zamanda ahali-i mahalliyyenin silahları da +Rusya asakiri tarafından –her ihtimale karşı– tecrid edildi. +Mekatib medaris cevami’ kamilen kapattırıldı. +Tebriz’de birkaç ay evvel yevmi birkaç gazete intişar ettiği +halde el-yevm bir tek gazete bile neşr edilmemektedir. +Ahaliye hariçten vürud eden ve ahali tarafından harice gönderilen +mekatib ve muharreratın cümlesi Rus me’murları +tarafından sıkı surette kontrol ediliyor. Aynı zamanda İran +meşrutiyetine fiilen darbe vurmak isteyen Muhammed Ali +da Rusya koparmaya muvaffak oldu. Şimdilik İran’a yüz bin +lira ikrazatta bulunmak suretiyle İran’ın hayat-ı maddiyesini +taht-ı inhisara almak isteyen Rusya ve İngiltere devletleri verecekleri +paranın mahall-i sarfını daha şimdiden hazırlamışlardır. +keselerine girecek olan bu para ancak iki ay kadar istihlak +edilecek ve akībinde de Rusya ve İngiltere devletleri tarafından +arkası yetiştirilecektir. +Gitgide İran borç altına girecek ve karşılık olmak üzere +bütün menabi’-i servetini “yeni misafirler”e terk etmeye +muztar kalacaktır. Kuva-yı maddiyye ve askeriyyesi bu derece +mahsur ve mahdud olan İran o zaman gereği gibi Rusya +ve İngiltere kucağına atılmaya mecbur bulunacaktır. İran +umuru hakkında esasen Sazanof’la Edward Grey beyninde +öteden beri i’tilaf-ı kavi hasıl olmuş İran Meclis-i Millisi’ndeki +fırka münazaatı her iki devletin amal-i harisanelerini +tezyide hizmet etmiştir. +Vaktiyle batş u şiddete malik olan İran an’anatını mecd +ü azametini şevket ve ihtişamını gaib etmiş en sonra istiklalini +de gaib etmeye mahkum olmuştur. +Müdir-i Mes’ul: Eşref Edib +Tab’-ı Sani +TEFSIR-İ ŞERİF +Bismillahirrahmanirrahim +Ayet-i kerimesi sonradan gelecek +vahiylerin evvelkilerden daha hayırlı olacağını; çünkü +dinin kemali ni’met-i ilahiyyenin tamamı onlar sayesinde +kabil olabileceğini tebşir ediyor. +Yoksa aleyhissalatü vesselam efendimiz için ahiretin +dünyadan daha iyi olması pek aşikardır. Onun için “ahiret”e +ahiret “ula”ya da dünya ma’nası vermek o kadar mülayim +gelmiyor. Hakīkat vahyin başlangıcı ile sonları arasındaki +fark ne büyüktür! +ayetlerindeki icmal nerede! +Sonraları inen ayat-ı celiledeki o akaide ahkama aid +tafsil nerede! +Hazret-i Peygamber’in yetim olup evvela dedesi Abdulmuttalib’in +sonra amcası Ebu Talib’in himayesi altında yaşadığı +ma’lumdur. Burada tafsile lüzum görmüyoruz. +Gelelim +ayet-i kerimesine. Aleyhissalatü +vesselam efendimiz daha çocukluğunda iken muvahhid +dı hiç bir fenalık yapmadı. O derecede ki: Kavmi arasında +doğruluğun timsali tanılır herkes tarafından “el-Emin” diye +anılırdı. +Şirkten yahud nefse mağlubiyetten ileri gelecek dalal +onun zat-ı keriminden dünyalar kadar uzak durur civar-ı +tahirine yaklaşmaktan korkardı. +Meb’us olduğu milletçe şahsı muhterem görülsün de +sözü dinlensin gösterdiği yola gidilsin diye Cenab-ı Hak +onu daha çocukluğunda iken şirk ahlaksızlık gibi iki lekeden +tenzih etmiş idi. +Demek ayet-i kerimedeki “dalal” bu ma’naya asla gelemez. +Ancak dalalin diğer bir takım nev’ileri vardır ki biri de +geleceğinde mütehayyir kalmaktır. +Evet aleyhissalatü vesselam efendimiz daha peygamber +olmazdan evvel kavmi arasındaki müşriklerin dinine bakıyor +butlanını görüyordu. Diğer taraftan her ikisi de din-i +tevhid olan Nasranilik ile Yahudilik vardı. Acaba gerek kendi +gerek kavmi için bu iki dinden birini ihtiyar etmek iyi olur +mu idi? +Lakin ümmi olduğundan kitap okuyup bu iki dinin ahkamını +tedkīk edemiyordu. Şu da var ki Yahudilerle Nasranilerin +hali müşriklerinkinden pek farklı değildi. Onların +da akīdeleri şirk ile amelleri fesad ile karışmış idi. Sonra +Cenab-ı Peygamber’e asıl dalalin yani hayretin büyüğü +Arapların haline baktığı zaman istila ediyordu: Sehafet-i +akīde seyyiesi olarak evham içinde hurafat içinde çalkanıp +duran bu kavim birbirinin kanını içtikçe tefrikadan tefrikaya +düştükçe bir taraftan Habeşlilerle Acemlerin diğer taraftan +Romalıların boyunduruğu altına girip helak uçurumuna yuvarlanmaya +mahkum idi. +Evet bunları kurtarmak lazım idi. Lakin akīdelerini düzeltmek +adat-ı cahiliyyenin tahakkümünü kaldırmak için ne +yapmalı idi? Hangi yoldan gitmeli idi? İşte aleyhissalatü vesselam +efendimizi şaşırtan bu idi. +Bir de vakıa Cenab-ı Peygamber daha çocukluğunda +tığını ondan başkasının ibadete asla müstahak olmadığını +anlamış idi. Lakin yaşadığı muhit şirk içinde vahy-i +tenzih etmek hangi vasıf ile tavsif eylemek lazım geleceğini +kendiliğinden nasıl bulabilirdi. +vesselam efendimizin hali bu idi. Nüzul-i vahiyden sonra ise +kavmini sonra bütün cihanı kurtarmak Halık’ını tenzih etmek +kurtuldu. Görülüyor ki +ayetindeki “dall” +vasfı Hazret-i Peygamber için zül değil bilakis şereftir. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +ayet-i celilesindeki “sail” kelimesini +müfessirin-i kiramdan çoğu “dilenci” ma’nasına almış iken +merhum Muhammed Abduh doğrudan doğruya “bilmediğini +soran” ibaresiyle tefsir ediyor delil olarak da diyor ki: +“Eğer sail lafzı sadaka isteyen ma’nasına olsaydı +kavl-i şerifine mukabil irad buyurulmazdı; belki +ayetine mütenazır olurdu. Bununla beraber +bu ikinci ayete de mukabil olmak asla sahih olamaz. Zira +Cenab-ı Peygamber ail yani fakir idi lakin hiç bir zaman sail +olmamış idi.” + +---- +FELSEFE +---- + +Felasifeden bazılarını bu i’tikada sevk eden esbab hakkında +az çok bir fikir hasıl edebilmek için da’valarının mebna-aleyhi +olan cevherle araza onları müteakibde yine bahse +taallukları hasebiyle zaman ve mekan ve saireye dair bir +Herkesin ma’lumu olduğu üzere cevher demek eşya-yı +hariciyyenin ihsasatımıza karşı tecellisini istilzam eden +a’raz-ı muhtelifenin mevzuu mahall-i mukavvimi demektir. +Felasife arasında birçok münakaşatı mucib olan cevher-i +fikrinin menşe’-i zuhuru nefs-i natıkamızdır. Şöyle ki biz ne +zaman nefs-i natıkamızda zuhur eden hadisatı nazar-ı mülahazaya +alacak olur isek turuk-ı meşairden nefs-i natıkamıza +ale’t-tevali bir takım efkarın vürud ettiğini bunların nev’ine +göre nefs-i natıkamızda muhtelif infialat husule geldiğini bu +den hali kalmadığını görürüz. İşte ale’t-tevali nefs-i natıkaya +vürud eden bu efkar ile onların nev’ine tabi’ bulunan +eylediği te’sirat nefs-i natıka sahasında zuhur eden bir takım +hadiseler geçici haller demektir. Eğer nefs-i natıkamızda +bir fikr-i vahdet bir fikr-i istimrar olmasaydı daha doğrusu +nefs-i natıkamızın hakīkati vahdet ve istimrardan ibaret +bulunmasaydı nefs-i natıkamız o hadisatın mahall-i zuhuru +olamaz onları idrak edemez idi. +Mülahaza-i akliyyemiz nefs-i natıkamızda vukūa gelen +bu hadisatın vücuduna hükm ettiği esnasında kuva-yı müdrikemizin +cihet-i vahdeti demek olan vicdanımız onların bir +mevzuu bir mahall-i mukavvimi olduğuna hükm eder ki bu +mevzu’ bu mahal-i mukavvimi kendi cevher-i zatimiz olan +nefs-i natıkamızdır. +Nefsimiz hakkında verdiğimiz bu hükmü müteakib bizim +hariciye de teşmil ederiz. Yani alem-i haricide kuva-yı hassemize +karşı tecelli eden hadisatı müşahede ile onların da +bir mevzuu bir mahall-i mukavvimi olması lazım geleceğine +hükm eyleriz. İşte bizde hasıl olan cevher-i maddi fikrinin +menşe’i budur. Descartes ihata-i hissiyemiz dahiline giren +kaffe-i hadisattan imtidadın adem-i infikakini müşahede ile +kī etmiş maddeye “cevher-i mümtedd” ruha nefs-i natıkaya +da “cevher-i mütefekkir” demiştir. +Bazı kimseler “Madde esasen imtidad hassasını haiz olmayan +ecza-yı ferdiyyeden müteşekkil olduğundan “imtidad” +maddenin envaı beyninde müşterek hassa-i yegane +olamaz; ruha gelince o da yalnız bir cevher-i mütefekkir +değil belki bir cevher-i hassas ve müessirdir. Binaenaleyh +“Descartes”in bu teveccühünde isabet yoktur” diyorlar. Ancak +mütefekkir olan ruh; bu iki şeyin kendileriyle kendilerinde +tecelli eden ahval sırf onların kendi eserleri değildir. Zira bu +evvelen bunların neden dolayı mevcud oldukları saniyen +niçin hakīkat-i hazıralarından başka bir hakīkat üzere tecelli +etmedikleri hakkında bir sual varid olabilir. +Bu suali müteakib “kaide-i illiyyet” bizi gerek onların gerek +onlarda tecelli eden havas ve keyfiyatın bir illeti olmak +lazım geleceğini bu illetin de behemehal vücub ve ıtlak ile +muttasıf olmasını iktiza edeceğini kabule sevk eyler. Çünkü +silsile-i mümkinat için vacibe intiha zaruridir. Böyle olmasa +teselsül lazım gelir ve hiçbir mümkün mevcud olamaz idi. +Halbuki teselsülün butlanı bedihi mümkünün vacibe intihası +zaruridir. Mümkün mevcud ise onun vücudu hasebiyle +vacibin inkarı da mer[d]uddur. Binaenaleyh bütün cevahir +ve a’razın halikı müsbiti mukavvimi olan bir vücud vardır +ki o da Cenab-ı Hak’tır. Fakat feylesofların kaffesi bu +nazariyyeyi kabul etmezler. Bu iki cevherden yalnız maddeyi +kabul edenlere Maddiyyun denir ki mezheblerinin +hulasası yukarıda geçmiş idi. Bunlar hakīkat-i insaniyye +maddeyi kabul etmeyip yalnız cevher-i fikrinin vücuduna +kail oluyorlar. Bir kısım feylesoflar da cevhere kıyamında +gayra muhtac olmayan mevcud-ı müstakil ma’nasını veriyorlar +ve alemde Cenab-ı Hak’tan başka böyle bir mevcudun +vücuduna kail olmuyorlar. Bunlar da “Panteist”ler yani +nev’­ +a­ma vahdet-i vücuda kail olan feylesoflardır. Felasifeden +bir fırka da insanın saha-i tekvinde hadisattan başka bir +şeyi idrak edemeyeceğini ileri sürerek yalnız hadisatın vücudunu +kabul ile cevheri inkar ediyorlar. Cevhere mahalden +müstağni mümkün ma’nası verildiği takdirde “Panteist”lerin +ler hangi cevher olursa onun bizzat kıyamına kıyamında +Cenab-ı Hak’tan istiğnasına ahass-ı evsafda Cenab-ı Hak +başka böyle bir mevcudun vücuduna kail olmuyorlar. Hatta +onlar bu ma’na i’tibarıyla Cenab-ı Hakk’a cevher ıtlak +ederler. Fakat bundan maksadları vücudu kendinden olan +kıyamında gayra muhtac bulunmayan mevcud demek olup +başkalarının cevherden murad ettikleri ma’na değildir. Ne +olursa olsun Cenab-ı Hakk’a cevher ıtlakı mü’evvel de olsa +mahzurdan salim değildir. A’raza gelince ma’lumdur ki imtidad +levn rayiha salabet mülayenet gibi kıyamında bir +mevzua bir mahall-i mukavvime muhtac olan şeylere araz +derler. Biz aklen bunların kaffesini bir cevher üzerine terettüb +ettiririz. Fakat a’razın tahtında müstetir olan o cevherin +ne olduğunu bilemeyiz. O bizim için bir emr-i mechulden +başka bir şey değildir. Hükemadan bazıları imtidad hareket +atalet kuvve-i cazibe ve kuvve-i dafi’a gibi cevher-i maddiden +kası olmayan arazlara a’raz-ı evveliyye renk rayiha sada +ve lezzet gibi bizdeki ihsasat ile münasebeti olan arazlara da +a’raz-ı saneviyye demişlerdir. +A’raz-ı evveliyye bize doğrudan doğruya eşya-yı hariciyyeyi +arasına mevzu’ hudud işaretleridir. Bu iki alem birbirinden +bu işaretlerle ayrılır; fakat a’raz-ı saneviyye böyle değildir. +Bu takdire göre bil-farz alem-i şühudda şu’le-i idrak muntafi +olsa madde a’raz-ı evveliyyesi i’tibarıyla bundan asla müteessir +olmayacak fakat maddenin a’raz-ı saneviyyesi –ihsasatımızla +kıyamları hasebiyle– külliyyen mün’adim olacak +demektir. A’raz-ı evveliyye ve saneviyye bahsi felasife beyninde +birçok münakaşatı mucib olmuştur. +Gazzali - Hazret-i İmam yine el-Münkızu mine’d-Dalal ’de +diyor ki: “Taharri-i hakīkat arzusuna galebe edemeyerek taleb-i +hak sadedinde bulunan tarikleri sırasıyla tedkīka giriştim. +Evvela ilm-i kelamdan başladım. Sonra mesalik-i felsefiyyenin +ta’mikatına koyuldum. Ulum-ı akliyyede kesb-i +rüsuh ettikten sonra ta’limat-ı batıniyye ve turuk-ı sufiyyeyi +tahkīka ibtidar eyledim. +Muhakkıkīn-ı kelamiyyenin asar-ı mevcudesini tamamen +mütalaa ettim. Netice-i tetebbuatımda bu zatların mesai-i +hayret-bahşalarını takdirden kendimi alamadım. +Yalnız husama-yı kelamiyyun tarafından irad edilen +tasdik olunursa şöyle olmak lazım gelir” gibi husamanın kabul +etmedikleri mukaddemat ve an’anata müracaat mecburiyetinde +kalmış olduklarını anladım. +Ba’dehu felsefe tahsiline başladım. Mesalik-i felsefiyyeyi +tamamiyle öğrendim. Şayan-ı red ve cerh olan cihetlerini +de cerh etmeden çekinmedim. Netice-i tedkīkte aklın yalnız +başına kaffe-i mu’dilat ve müşkilatı keşf ve izaleye kafil olabileceğinde +şüpheye düştüm. +Ulum-ı şer’iyye ve akliyyenin ta’lim ve tedkīkini müteakib +tarik-ı sufiyyeye teveccüh eyledim. Sufiyyun kalbi ma-sivadan +tahliye ve zikrullah ile tezkiye edebilmek için ahlak-ı +mezmumeyi tamamıyle terk ve akabat-ı nefsi derece derece +kat’ etmeyi esas-ı tasavvuf addettiklerini anlayınca tarik-i +sufiyyenin ilim ile beraber amel yardımıyla kat’ edilebileceğine +kani’ oldum. +Ebu Talib-i Mekki’nin Kūtü’l-Kulub namındaki eser-i +tasavvufisinden pek çok istifadeler ettim. Cüneyd ve Şeyh +Şibli gibi eazim-i mutasavvıfenin asarı da ruhumda bir i’tila +uyandırdı. +Bu medid tetebbu’ sayesinde sufiyyunun paye-i irfanlarına +vasıl olabilmek için yalnız ta’lim ve mütalaanın kifayet +edemeyeceğini bil-fiil akabat-ı nefsiyyeyi geçerek hal-i zevk +ve istiğraka vusul icab ettiğini anladım.” +Hazret-i İmam ne kadar medid ve müz’ic bir cidal-i nefsi +neticesinde nihayet her türlü ihtirasatı ayakları altına alarak +tarik-i sufiyyeye salik olduğunu kendine has bir uslub-ı +nezih ile ber-vech-i ati tasvir ederek diyor ki: +“Sufiyyunun erbab-ı hal olduklarını yakīnen anladım. +Bunların kavl ile değil hal ile meşgūl olduklarına kani’ oldum. +Ben ise bu babda tahsili icab eden ulumun kaffesini +öğrenmiştim. Yalnız teallüm ile tahsili mümkün olamayan +ve ancak zevk ve süluk ile bilinecek olan hususat kalmıştı. +Öğrendiğim ulum-ı şer’iyye ve akliyye sayesinde Vacibü’l-Vücud’a +nübüvvete ve yevm-i ahirete cezmen iman ve +kanaat hasıl etmiştim. Imanın bu derece-i rasihasını tetebbuat-ı +vasiam sayesinde kazanmıştım. Fakat saadet-i uhreviyyeye +ancak zühd ü takva ve terk-i heva ve heves +dünyadan alaka-i kalbiyyeyi kat’ ederek Cenab-ı Bari’ye +kemal-i şevk ve teveccühle ikbal ve şevagıl ve alaiktan tecerrüdle +müyesser olacağı şübhesizdi. +O vakte kadar güzeran eden tarz-ı hayatımı der-piş ettim. +Neticede vadi-i hızlana doğru yuvarlanmakta olduğumu +anladım. Telafi-i ma-fata çalışmak icab ediyordu. Kendi +kendime düşünmeye başladım. Zihnim daima bu gibi +mücadelatla meşgūl idi. Bazen Bağdad’dan çıkmayı ve o +havaliden uzaklaşmayı kurar fakat ertesi gün bu fikirden +ferağat ederdim. +Taleb-i ahirete olan rağbetim sabahları kesb-i safvet eder +ve fakat akşamları cünud-ı şehvet hücum ederek bu safveti +Selasil-i şehevat ve ihtirasat beni Bağdad’a rabt eder fakat +münadi-i iman da daima: Git durma. Kalan ömrün az. +Gideceğin yol uzun. Kazandığın ilim ve amel ise riya ile aludedir. +Ahirete şimdi hazırlanmaz isen ne vakit bu tedarikatta +bulunacaksın. Alaik-ı dünyeviyyeden kendini biran evvel +tahlis eyle nidasını tekrar eder dururdu. Dört yüz seksen +sekiz senesi Receb’inden i’tibaren bu suretle yani ezvak-ı +maddiyye ve ma’neviyyeden birisinin tercihi mücadelesiyle +mütereddidane altı ay vakit geçirdim. Nihayet keyfiyet nokta-i +olarak artık ders takrir edemez oldum. Talebenin ısrarıyla +derse devam etmek istedim. Fakat bir kelime bile tekellümüne +muktedir olamadım. Lisanıma arız olan bu halden +pek müteessir oluyordum. Bu hüzün ve teessür saikasıyla +kuvve-i hazmiyyeme de halel tari oldu. Ekl ve şürbden de +kesildim. Etibba tedaviden izhar-ı acz ettiler. Bargah-ı Ehadiyyet’e +galebe eyledi. Mekke’ye gitmek niyetiyle Şam’a azimet fikrinde +edemeyen bir takım zevat bu kararımdan dolayı beni ta’n +ediyorlardı. +Şam’da iki sene kadar kütüb-i sufiyye mütalaası ile meşgūl +oldum. Tezkiye-i nefs tehzib-i ahlak tasfiye-i kalble çalışmak +üzere halvet-nişin-i uzlet oldum. Mücahede-i nefs ve +riyazata müdavemet eyledim. Gündüzleri Mescid-i Dımaşk +minaresine çıkarak üzerime kapıyı kapar ve i’tikafa girerdim. +Sonra Kudüs-i Şerif’e rihlet ettim orada her gün Sahra’ya +girer ve inzivaya çekilirdim. +Bu hal üzere muhtelif mahallerde on sene kadar uzlete +devam eyledim. Bu müddet içinde bana burada ihsası +mümkün olamayan birçok umur keşf ü ayan oldu. Yakīnen +anladım ki tarik-i ilahiye ancak sufiyyun saliktir. Onların +hüsn-i siretleri metin tarikleri müzekka ahlakları beni mest +ü medhuş bıraktı. Çünkü erbab-ı tasavvufun batıni ve zahiri +bil-cümle harekat ve sekenatı nur-ı mişkat-i nübüvvetten +muktebes olduğunu anlamıştım. +Ruy-ı arzda nur-ı nübüvvetten başka şayan-ı istiza’a hangi +nur vardır? Meslek-i sufiyyeye intisab etmek için ilk şart +kalbi ma-sivadan tathir nefsi levsiyyat-ı adiyyeden tezkiye +ruhu envar-ı ilahiyye ve fezail-i ahlak-ı Muhammediyye ile +tahliyeden ibarettir. Bundan güzel bir tarik olabilir mi?!.. Bu +mesleğin gayesi ise istiğrak-ı külli ve fena fillah sırrına mazhar +olmaktır.” +* * * +Hazret-i İmam tarihde hiss-i fedakari için bir misal-i fazilet-nüma +olarak gösterilebilir. Menafi’-i zatiyyesini hem-cinsinin +teali-i irfan ve tezkiye-i ahlakiyyesine feda etmek kadar +büyüklük göstermek herkesin karı değildir. +Kendisine meratib-i ilmiyyenin evc-i ulyası tevcih edilmişken +bütün mazhariyat-ı dünyeviyyeyi nefretle reddederek +sırf ma’nevi bir zevkle hem-cinslerinin tekamül-i fikrisine +teali-i ruhisine çalışmak kadar büyüklük olur mu?! +Fıtrat-ı beşeriyye icabatı olarak her insan menafi’-i zatiyye +ve ihtirasat-ı nefsiyyesinin esiridir. Bu gibi müessiratın +baziçesi olmaktan kurtulabilmek için irfanen ruhan Gazzali’nin +derecesine suud etmek icab eder. Gazzali meratib-i +beşeriyyenin en yüksek tabakatına uruc etmiş secaya-yı +behimiyyeden tamamiyle tecerrüd ederek şime-i melekiyyetle +tahalliye muvaffak olmuş büyük simalardandır. Şarkta +yazılmış olan teracim-i ahval kitaplarında Hazret-i İmam’ın +yalnız şahsiyet-i zahiriyyesi tedkīk ve güzariş-i hayatı sadece +tasvir edilmiş ve bu büyük adamın samim-i ruhuna nüfuz +olunamamıştır. +“Baron Karadovo” gibi ulema-yı garbiyye ise kütüb-i +şarkiyyeden pek noksan olarak aldıkları ma’lumata istinaden +Gazzali’nin safahat-ı hayatiyyesine aid pek basit bir +kroki çizmekten başka bir şey yapamamışlardır. +Halbuki Gazzali bir dahiye-i fıtrat bir muamma-yı hilkattir. +Safahat-ı hayatı hatve be-hatve ta’kīb edilerek samim-i +ruhuna nüfuz edilmedikçe hayatının edvar-ı müteakıbesinde +yazmış olduğu eserler sırasıyla yegan yegan tedkīk olunmadıkça +Gazzali’yi anlamak imkan haricindedir. +Hazret-i İmam gençliğinde şan ve şöhret ve darat ve +debdebeye mütemayildi. Sırf sa’y-i zatisi neticesi olarak arzu +ettiği ca-yi muallayı ihraza muvaffak oldu. En büyük alimlerin +bile gıbta edeceği şan ve şerefi kazandı. Bağdad’da riyaset-i +ulema makam-ı mübeccelini işgal ettiği zaman ümerayı +vakt damen-i feyz-nisarını takbil ile şeref-yab oluyorlardı. +Tedrisatta bulunmak üzere Medrese-i Nizamiyye’ye giderken +yüzlerce talibin-i ma’rifet dest-ber-sine-i ta’zim olarak +kendisini ta’kīb ederlerdi. Halbuki bir müddet sonra +Gazzali’nin hayatında pek mühim bir tebeddül görülüyor. +Evvelki mağrur ve debdebedar Gazzali’nin bir müddet sonra +Dımaşk-ı Şam minaresine çekilerek dur-a-dur bir i’tikafa +girmiş olduğunu görüyoruz. İstiğrak-ı külli içinde gaşy olup +gittiği müşahede olunuyor… Bu tebeddül-i külli esbabını +kendisi bize tasvir ediyor. Fakat ruh-ı Gazzali’de uyanan +hiss-i nedametin filizlerini daha uzaklarda aramalıdır. +Terbiye-i ibtidaiyyenin ahval-i ruhiyye üzerinde +bı­raktığı izler o kadar derindir ki temadi-i sinin ve tevali-i +muhakemat-ı fikriyyesinde husule gelen intibah-ı ma’nevinin +saik-ı aslisini bulabilmek için hayat-ı ibtidaiyyesine kadar +ric’at etmek icab eder. +Veraset-i ahlakıyye ve icabat-ı muhitiyyenin bıraktığı +eserler bazı mevani’le setr edilseler bile hafif bir kuvvet te’siriyle +derhal tecelli-yab-ı zuhur olurlar. Gazzali’nin peder ve +efrad-ı ailesinin erbab-ı zühd ü ittikaddan oldukları bilahare +kendisine vasi olan zatın da etkıya-yı ümmetten bir sufi-i +ruşen-zamir bulunduğu tevatüren sabittir. +Demek ki Hazret-i İmam’ın unfuvan-ı hayatı bir muhit-i +zühd ü takvada geçmiş terbiye-i evveliyyesini o yolda almış +pederinden aynı temayülat-ı psikolojiyyeyi tevarüs +etmiş daha sıgar-ı sinninde iken meslek-i tasavvufa karşı +ruhunda bir incizab ve temayül uyanmıştı. +Vakta ki zirve-i ikbale kadar çıkarak alayiş ve şanın her +türlüsünü gördü her zevkini tattı ulum ve fünunun her +şu’besini tedkīk ve tetebbu’ ederek ruh ve kalbi envar-ı +ma’­rifetiyle revnak-pezir oldu. İhtirasat ve alayiş-i zahiriyye +üstad terbiye-i ibtidaiyyenin bırakmış olduğu cürsume-i +takvanın suhuletle inkişafına müsaid bir hal iktisab etti ve bu +andan i’tibaren Gazzali ebediyyen ağūş-ı tasavvufa atıldı. +Gazzali’nin meslek-i tasavvufi ve ahlakīsine aid tedkīkatı +makalat-ı atiyeye bırakıyoruz. +EDEBİYAT +Ulumun felsefenin terakkiyat-ı ahiresi “tarih” kelimesinin +medlulünü pek ziyade tevsi’ etmiştir. Öyle ki tarih; bir +“mecmua-i şuun” bir “ruzname-i havadis” olmaktan artık +kurtulmuştur. Nihayet kavaid-i edebiyye kitaplarında +sınaat-ı lafziyye ve ma’neviyyeye misal olabilecek kadar +bir uslub-ı mutantan ile yazılan eski tarih kitapları; bugünün +müverrihleri için yazıldığı asrın temayülat-ı edebiyye +ve ictimaiyyesini gösterebilecek bir vesika kıymetini haiz +olabilmek derecesinden ileriye gidemiyor. Onlardan ta’rif-i +meşhuruyla “zamanlarının ayine-i ef’al-i beşeriyyesi” olmak +lazımdır ki bu yolda misal gösterilebilecek olanların saff-ı evvelini +arasında bizim tarihlerimiz de göze çarpar. Eslafımız +yazılarında “niçin”lerden çok ürkmüşler muhitin tazyikine +met göstermişlerdir. O halde bugün “tarih”ten anladığımız +ma’naya göre her halde tarih-i alemde gayr-ı kabil-i ihmal +bir mevki’-i bülendi olan mazimiz Osmanlılık mazisi; ekser +hususatta ebkem ve samittir. Tarih-i siyasiyi şöyle bir tarafa +bırakalım. Fakat tarih-i temeddün tarih-i ulum tarih-i edebiyyat +tarih-i sanayi’ namına elde bir şey yoktur. Bugünün +erbab-ı himmeti için rehberlik edecek vesaik de ma’dumiyet +Birçok Osmanlı meşahiri ta’dad edebiliriz: Alim siyasi +edib şair san’atkar musikī-şinas mütefennin fakat hakka’l-insaf +söyleyelim hangi alimimizi hangi edibimizi hangi +müntesib-i irfanımız bugünün seviye-i vukūf ve ihatası ile +mütenasib bugünün nazar-ı nakkadı için itmi’nan-bahş olabilecek +bir surette anlamıştır tanımıştır? Çok uzak zamanlara +kadar gitmeyelim Osmanlı tarihi yakın zamanlarda epeyce +meşahir namlarını tesbit etmiştir: Reşid Fuad Midhat paşalarımızı +ne kadar tanıyabiliyoruz. Mesela Midhat Paşa’yı +Osmanlı alem-i tefekkürüne bütün vuzuh-ı imtiyazıyla bütün +deha-yı asarıyla tanıtacak kaç eser yazıldı? Yazılan eser +kaç kari’ bulabildi? Mevzuumuz tarih-i edebiyyata müteallık +olduğu için birkaç misal de oradan intihab edelim: +Edvar-ı evveliyye-i edebiyyemiz hele şöyle dursun o +zamana aid erbab-ı şi’r ü inşamızın hemen isimlerini birkaç +parça yazılarını bilmekle kalmaya kanaat edelim. Fakat Sinan +paşaları Fuzulileri Bakīleri Nef’ileri Nedimleri Ruhi-i +Bağdadileri acaba ne kadar tanıyabiliyoruz? Bir Osmanlı +tarih-i edebiyyatında bunların birinden bahs edebilmek için +Tezkire-i Şu’ara ’lardan alınmış birkaç kelime-i tesciliyye ve +şe’niyye ile elegeçen birkaç parça eserlerinden başka neye +malikiz? Daha fazlasına malik olduklarımız hakkında bütün +şerait-i fenniyyesine muvafık bir tedkīk-ı edebide bulunabildik +mi?.. Hadi bunlar için vesaikin azlığından yahud yokluğundan +bahsedelim. Fakat Şinasi Kemal Hamid için de +böyle bir i’tizara yüzümüz var mı?.. +* * * +Arap efazıl-ı erbab-ı kaleminin bu husustaki cidd ü himmetlerini +pek büyük bir hiss-i takdir ile istikbal etmeliyiz. +Vakıa o milliyet-i necibe içinde yetişen efazılın hayatları bugünün +fikr-i istiksa ve tetebbuunu doyuracak surette mazbuttur. +toplayarak nazariyat-ı hazıra dairesinde bir tarih bir eser-i +tedkīk meydana koymak… İşte fazl ü imtiyaz şayani-i tahsin +burada tecelli eder. Gerek bu himmet-i mağbuta gerek bir +tarih-i edebiyyat veya felsefede büyük simaların usul-i ted­ +kīk ve tenkīdine bir nümune olmak üzere Üstaz-ı fazıl Şeyh +Muhammed Hilmi Tamara hazretlerinin Şeyh Abdülaziz +Çaviş hazretlerinin el-Hidaye mecelle-i garrasında münderic +Ebu’l-Ala’ el-Maarri’nin Hayat ve Felsefesi ünvanlı risalesini +Türkçeye bazı ilavat ve telhisat ile nakl ediyorum. +Maarri gibi şark ve garbın bi-hakkın nazar-ı dikkatini celb +etmiş lehdarlar aleyhdarlar kazanmış muhitinden şayan-ı +hayret bir azm-i istiğnakar ile fırlamış olan bir büyük feylesof-i +buyurulacağını ümid etmek istedim. +Üstaz-ı fazıl bu risalenin tahririnde tuttuğu mesleği şu +yolda izah buyuruyor: +“Risalem; garazdan hali hissiyata mağlubiyetten uzaktır. +Müşarun-ileyhin ne husamasına tarafdar oldum ne de esdıkasının +süluk ettiği yolu tuttum. Manzum ve mensur +sözleri üzerindeki tedkīkat-ı amikamın gösterdiği derecede +Maarri’nin efkar ve akaidini ortaya koydum. Müşarun-ileyh +hakkında yazı yazan iki fırkanın sözlerini şöyle bir tarafa bıraktım. +Fikr-i dini ve mezheb-i felsefisini doğrudan doğruya +kitaplarından ve şiirlerinden istinbat ettim. Vazıh ve celi bir +surette bast ettim. Fakat her şeyden evvel şunu söyleyeyim: +Maarri hakkında bir risale kaleme alacağımı haber alan +bir zat benden kitabımda feylesofun imanına hükm ederek +kendine isnad olunan ilhad ve zındıkadan küfür ve cuhuddan +tebriye etmemi bazı muharrirler tarafından üzerine +atılan seng-i ta’riz ve isnadatı red etmemi rica etti. Diğer +bazıları da müşarun-ileyhi cemaatleri için badi-i şeref ve tarafdarlarını +çoğaltmaya medar olmak üzere bir zındık gibi +göstermek için ilhah ettiler. +Benim bu iki takım hakkındaki hiss-i taaccübüm birbirinden +az değildir. +Birinci takım zannetti ki ben mahkeme-i teftişte kadıyım +Ebu’l-Ala’nın kendine nisbet olunan şeylerle mahkumiyet +veya onlardan beraetini tahkīk hususu bana tevdi’ +olunmuştur. Töhmet tahakkuk eder edillesi de toplanırsa +hemen zavallıyı saha-i katle sevk edeceğim muhibleri de +ondan mahrum kalacaklar! Yahud zannediyorlar ki Ebu’lAla’ +bugün “a’raf”dadır; cennete duhulü benim onu tebriye +etmeme nara sevk olunması da imanına hükm eylememe +mütevakkıfdır. Düşünmüyorlar ki Maarri; bugün bizim hükümlerimizden +müteellim olacak bir halde değildir kemikleri +bile mübeddel-i gubar olmuştur. +Cennete cehenneme gelince: Oraya idhal veya oradan +dar-ı cezanın anahtarları yed-i ilahidedir. Rahmet-i Sübhaniyyesi +Maarri ve ashabını ihatadan nasıl aciz değilse azabı +da mahlukattan hiçbirini istisna etmeyecek derecede kahhar +ve muhtardır. +Öbür takıma da derim ki: Yalnız Maarri’yi değil onun +gibi binlerce feylesofu da size tarafdar göstersem sizin mesleğinizin +butlanı zahir oldukça onların sizinle beraber olması +o butlanı kabil değil hakka kalb edemez. +Kaldı ki bazı ukala da feylesofu seviyorlar şiirleri meslek-i +felsefisi hoşlarına gidiyor bu mezhebi beyne’n-nas +neşr etmek arzusuna düşmüşlerdir. Halbuki öbür taraftan +görüyorlar ki Maarri umur-ı diniyyede la-kayd tanındıkça +yahud cemaate muhalif bir akīdeye salik olduğu nakl edildikçe +mezhebini neşr etmek kabil değildir. Binaenaleyh +müşarun-ileyhin mesavisini eğer varsa halktan ihfa etmek +olmasın. Ben bunlara da derim ki: +Bulduklarına muhalif olduğu i’tikadı kendi i’tikadlarına +benzemediği için Maarri’den uzak bulunmak sözlerini yabana +atmak isteyenler istıtla’-ı ahvale inayetkar olmayan +öğrenmeyi sevmeyen cemaat-i avamdır ki esasen tabiatiyle +bunlar müşarun-ileyhin ve sairenin akvalini okumaktan +baiddirler. +Bahse tederrüse müteşevvik olanlara gelince: Bunlar +kaili ister te’min ister tekfir etsinler; la-muhal sözünü bir kere +okumuşlardır. +Ben Maarri’ye aid yazılarımda onu mülhidinden kıskanmadığım +gibi eğer mülhidse mü’min ise mü’mininden de +bir ravi gibidir. Yoksa feylesofun mu’abbir-i ahlamı değilim. +Haleb Vilayeti’nde Humus ve Hama arasında “Maarretü’n-Nu’man” +Ehl-i İslam karn-ı evvel-i Hicri’de Şam fütuhatı esnasında +burayı da feth etmişlerdir. Rayet-i İslam bu belde +üzerinde senesine kadar temevvüc etti. Ehl-i salib +muharebatında Frenklerin Suriye üzerine istilalarında sahib-i +tercümenin bu büyük feylesofun maskat-ı re’si olan +Maarretü’n-Nu’man da bilad-ı İslamiyyeden zabt ettikleri +yerler arasında idi. Belde-i mezkure ellerinde –zındık elinde +Mushaf gibi– senesine kadar kaldı. İmadüddin-i Zengi; +kemal-i şeref ve keremle istirdad etti. +“Maarra”nın “Nu’man”a nisbet olunması hakkında derler +ki: Nu’man bin Beşir el-Ensari rıdvanullahi aleyh karn-ı +evvel-i Hicri evasıtında Humus valisi iken buradan geçti +yanında evladından biri de var idi vefat etti oraya defn +olundu sebeb-i nisbet budur. +“Maarra” için de şöyle derler: Süryani’dir ve aslı Mağaradır. +Burada bilad-ı Şamiyye’nin vasfına ihtiyacımız +yok. Bundan başka o zamanlar bütün ehl-i İslam’ın ahvalinden +suret-i hususiyyede müslimin-i Şam’dan mufassalan +bahse lüzum yok. Çünkü mevzuumuzdan haric yalnız ala +vechi’l-icmal şu kadar söyleyeceğiz ki temdin-i İslami hikmet-i +şarkiyye medeniyet; sahib-i tercüme zamanında her +türlü tavsifatın hakk-ı edasından kasır kalacağı bir mertebe-i +bülendde bulunuyor idi. Bu asırda temdin-i İslaminin +vasıl olduğu dereceye vakıf olmak isteyenler ehl-i İslam’ın +feth ettiği biladı öğrendikten sonra karn-ı rabiin evahirine +karn-ı hamisin evailine aid mazbutat-ı tarihiyyeye müracaat +etmelidirler. Görecektirler ki o esnada Devlet-i Fatımiyye; +Mısır ve Şam’da ilim ve hikmette Batalse’ye mütefevvik bir +mertebe-i a’lada hükümrandır. Göreceklerdir ki Emeviler; +Endülüs’te sema-yı felsefede pervaz ediyor. Zirve-i irfana +said oluyorlar. Ve yine göreceklerdir ki Irak’da Abbasilerin; +esmar-ı ukūlü zirve-i nefce erişmiş enha-yı memlekette +yenabi’-i hikmet inficar etmiştir. Bu kadar füyuz ve tezahürat-ı +kemalinin “Maarri” gibi bir feylesofun fıtrat-ı dahiyye yetiştirmesi +çok görülmez hayretlerle karşılanmaz. + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +Sen ancak Rabb-i Zü’l-Celal’ini tekbir kavlen +ve i’tikaden vasf-i kibriya ile tavsif et yani her hal ü karında +tekbir ve takdis-i ilahiyi terk etme! Bu hasr ve devam “fai” +cezaiyyeden müstefad oluyor. Çünkü kaide-i ma’rufeye +tatbikan nazm-ı celil takdirindedir. +Elbiseni pak eyle paklığı muhafaza et +yahud tedessür eylediğin disar-ı nübüvveti ma-la-yelikten +siyanet eyle! “Nefsini kalbini bedenini pak tut” diye de tefsir +olunmuştur. Zira Tefsir-i Kebir ’de zikr olunan eş’ar-ı kadime +[Tafsil-i meram tefsir-i mezkura müracaatla aşikar olunur.] +Kavl ve fiil ve i’tikada aid her neye dair +olursa olsun kabih olan şeyleri hicr tamamen terk et! Hafs +ra rivayetinde Cenab-ı Asım bu kelimeyi Kur’an-ı Kerim ’in +her yerinde kesr-i ra ile yalnız burada zamme ile okumuşlardır. +Ma’naca fark yoktur. Bazen –tefsirde işaret olunduğu +üzere– her habis ve müstakzere şamil ma’nada isti’mal +olunur. Fakat azab ve ukūbet ma’nasında daha şayi’dir. Bu +ma’nadan alınarak sebebiyet alakasıyla azab ve ikaba badi +olacak münkeratda isti’mal edilmiştir denilebilir. Her halde +ma’na-yı müfadın tebeddülü lazım gelmez. Gayeti ma’na-yı +mezkur mecazi addolunur. +haret ve nezafete riayet bu ayette de hükm-i şer’de münker +ve müstakzer olan cemi��-i asamdan mücanebet emr olunuyor. +Muhassal-ı kelam-ı şerif müşriklerin mu’tadı bulunan +edvar-ı cahiliyyede şayi’ olan bütün fenalıklardan nehy demek +olmağla bu nazm-ı celil cevamiu’l-kelim idadında bulunuyor. +Mebde’-i risalete gayet münasib böyle ali düsturları havi +olan ayat-ı celilenin belağatına hayran olmamak kabil değildir. +Fakat bu hakīkati i’tiraf Dozy gibi düşmanların işine +gelmez. +Daha çok şeylere değerli ivazlara nail +olmak arzusuyla bir kimseye bir şey in’am ve i’ta etme! İstiğzar +tesmiye olunan bu nevi’ hibe –ehadis-i şerife delale­ +tiyle– esasen caiz ve meşru’ ise de hırs ve tama’dan hali +ol­mamağla şan-ı risalet-penahiye şayan görülmeyerek tahrim +buyurulmuş. Fakat ümmet hakkında kerahet-i tenzih +mertebesinde bırakılmıştır. Yahud bir kimseye ettiğin iyiliği +çok görerek i’zam ederek işleme? İmtinanda bulunma? Bu +ma’naya göre nazmın nahi olduğu ahsen-i ahlak +ve eşref-i evsaf üzere bulunmaları mukteza[zi!] olan zevat-ı +aliyye haklarında emr-i münasib olmayacağı ganiyyün a­ +ni’t-tavzihtir. Bu haslet-i zemimeden ahad-ı mü’minin dahi +men’ olunmuşlardır. +Rıza-yı Bari için her cefaya sabir ol ikmal-i +nefs ve istikmal-i gayra taalluk eden her hususta iktihamı labüd +olan her nevi’ mücahedede luhuku tabii olan meşakk +u metaibe tahammül et! Bu emr-i şerifin de makama münasebeti +derkardır. Çünkü irşad-ı halaik hususuna ihtimam en +büyük mücahededir. +Boruya üflettiği hengamda yani Sur-ı +kında gayet usretli ve dehşet-nak bir ruz-ı hevl-naktir. Ma’­ +lum olduğu üzere ehval ve efza’-ı yevm-i kıyametten enbi­ +ya-i izam bile ürkecek cisr-i sırat üzere “nefsi nefsi” diyecek­ +lerdir. Lakin ibad-ı mü’minin hakkında – +sırrı zahir olarak– usret-i vakıa mübeddel-i yüsr ü suhulet +olacak kafirin haklarında ise usret-i şedide +ber-devam olacak onlar didar-ı yüsr ü semahati asla +görmeyeceklerdir. +meal ve ma’na ve icaz-ı mebna cihetiyle hengam-ı mebde’-i +risalete en ziyade yakışık alan bir hitab-ı sami ve irşad-ı +bi-adil-i ilahi olduğu nümayan oluyor. Lakin bu zevk ve +halaveti idrak edebilmek için insanda biraz iz’an ve biraz da +– +Şimdi nakl ü beyan edeceğimiz tefsir-i +şerif ile de erkan-ı kelam-ı maali-ittisam arasındaki iltiyam +ve intizam tamamen aşikar olacaktır. +Bu tefsiri Tabsirü’r-Rahman fi Tenasübi Ayati’l-Kur’an +kitab-ı müstetabından iktibas ediyorum. Ey +came-i pakiyle mütesettir melek-i vahyin vürudundan mütevari +ve müteessir olan zat-ı ali-i mütefekkir! +Sen melekten korkma. Belki azm ü cidd üzere kaim olup +gafilleri azab-ı ilahi ile korkut. +Azamet ve kibriya-yı +Rabb-i Zü’l-Celal’i anlat ki işitenlerin kalblerinde haşyet-i +Zira azabın şiddeti kendisine karşı ibraz-ı isyan olunan amirin +veli-ni’metin büyüklüğü nisbetindedir. Makam-ı irşadda +varid olacak inzar ve tahvif gayet beliğ ve müessir olmak +muvafık-ı maslahattır. Zira müstemiinin zahir ve batınları +ancak bu vasıta ile tathir olunabilir. +Taharet-i zahir taharet-i batının mevkūfun-aleyhi olmağla +evvela zahirin tathiri emir buyurularak +hitabı +teveccüh ediyor. Yani hissi ve cismani melabisini tathir et +ednas-ı melhuzadan pak tut! Sonra da +buyuruyor +yani i’tikadat-ı faside ve ahlak ve etvar-ı kasideden sakın +hepsini hicr et. El-hasıl cesedini ve ruhunu telvis edecek +şeylerden be-gayet hazer eyle. +Bilhassa telvis-i +batın eden rezailin en şeni’lerinden ma’dud hırs ve tama’dan +mücanebet et hatta yapacağın iyilik ve ihsanı nef’-i +acilin için yapma! +Mülevvesat-ı batıniyyeden +bir şey istila etmemek için bezl-i mesai ve fedakaride sabir +ve sabit ol! Sabrını da ancak rıza-yı Bari ihrazı için kullan! +Mübtelalarını +eşedd-i eyyamda şedaid-i takat-fersaya ma’ruz kılacak mülevvesat-ı +zahir ve batından sabır ve imtinaa nasıl ihtimam +etmezsen ki Sur-ı İsrafil aleyhisselama nefh vaki’ olacak +hengamda tahaddüs edecek asar-ı müdhişe –usret ve suubeti +sabır ve tahammül haricinde bulunan– ruz-ı rüstehizle +mütenasib olacak +hakīkati setr ve +mayelerini telvis ile fıtrat-ı selime haricine çıkanlar hakkında +o ruz-ı dehşet-efruzda hiçbir guna yüsr ü suhulet ciheti görünmeyecektir. +Ama taharet ü nezaheti iltizam eden kesan +yani erbab-ı cehd ve ikan haklarında her usrü bir yüsr ta’kīb +edeceği mefhum-ı muhalefet-uslubuyla anlaşılmaktadır. +Nasıl ki +nazm-ı Sübhanisinde tasrih +buyurulmuştur. +NAZMI-ZADE HÜSEYIN MURTAZA EFENDI +Müverrihin-i Osmaniyye’den sahib-i ilim ü kalem bir +zat-ı maarif-simat olup Bağdad’lıdır. İkmal-i tahsilden sonra +hizmet-i hükumete süluk ederek Bağdad Hazine-i Maliyyesi +Ruznamçe Halifeliği’ne irtika eyledi ve tarihinde memleketinde +ma’rifetiyle tab’ olunan bu eser tarih-i Hicrisinden +tarihine kadar güzeran eden vekayi’-i İslamiyyenin Endülüs’e +aid kısmının gayrısından ve be-tahsis feth-i Osmaniyandan +sonra hıtta-i Irakiyye’nin ahvalinden bahis olup +tarz-ı tahriri usul-i atika üzere lügat-perdazane ise de nakliyatı +–ekseriyeti i’tibarıyla– şayan-ı vüsuktur. Devhatü’l-Vüzera +kısmen ahval-i Irak’ı mübeyyindir. +Arabiyyü’l-ibare Demirlenk Tarihi ’nin Türkçe ve Farsça’ya +tercümesi olup Türkçesi tarihinde Tarih-i Timur-ı Gürkan +dak’ın eimme-i isna-aşerden İmam Zeynelabidin hazretleri +hakkında Mekke-i Mükerreme’de bil-bedahe nazm ettiği: +Matla’lı kaside-i meşhuresinin Türkçe şerhidir ki bir nüshası +Babıali karşısındaki Beşir Ağa Kütübhanesi’nde mevcuddur. +Şerhin nihayetinde vekayi’-i İslamiyyeden Bedir +Hendek Hayber Feth-i Mekke ve sair bu gibi vak’alar da +ayrıca tafsil edilmiştir. +hası Hamidiye Kütübhanesi’nde vardır. +zeylidir. Nüshaları Beşir Ağa ile sair kütübhanelerde vardır. +fun olan ekabir-i evliyaullahın teracim-i ahvalinden bahis +olup ismi Cami’u’l-Envar fi Menakıbil-Ahbar’ dır. Nüshası +fudala-yı askeriyyeden Bağdadi İsmail Paşa hazretlerinin +kütübhanelerinde mevcuddur. +zılan asarın en meşhurlarından olan Muğni Şevahidi ’nin +şerhi olup iki cild-i kebirdir. Beşir Ağa’da mevcuddur. +cihetiyle bazı zevat tarafından da şerh olunan Vassaf Tarihi +’nin şerhidir ki Beşir Ağa ile sair kütübhanelerde vardır. +batan Mahallesi’nde Es’ad Efendi Kütübhanesi’nde vardır. +redir. +zamanlarında Kuhistan’da hükumet eden tavaif-i müluktan +Keykavus bin İskender bin Kabus’un oğluna hitaben +yazdığı siyaset ve hikmet-i idare ile nesayih-i ma’nidarı havi +olan ve hemen her maddesi bir hikaye-i münasibe ile tevşih +edilen eser-i meşhuru olup birinci defa tarihinde Sultan +Murad-ı Sani emriyle nüdemasından Mercimek Ahmed bin +üzere müretteb olan bu tercümenin bir nüshası Kütübhane-i +Umumi’de vardır ki bil-vücuh bais-i istifade asardandır. +riyle Nazmi-zade tarafından zamanı şivesine göre ıslah ve +tebdil edilmek üzere tercüme edildiği gibi Kazan ulemasından +Abdülkayyum Monla Nasır tarafından da biraz ihtisar +edilmek suretiyle Türkçe’nin Kazan şivesine nakl edilerek iki +defa tab’ edilmiştir. Elsine-i şarkiyye alimelerinden Rusyalı +Gülnar Hanım-Madam Delebedef tarafından da Rusça’ya +tercüme ve tab’ olunmuştur. Sahib-i tercüme Nazmi-zade’nin +ebyatından: +Edip terk-i enaniyyet ubudiyyette yurdun tut +Bir gazeli: +Bülbül-i bağ-ı hakīkat hem-eninimdir benim +Şahid-i cuş-ı dilim çeşm-terinimdir benim +Lütf-ı Hakk’a eyledim ilka-yı dest-i i’tisam +Hasbiyallah kefa nakş-i niginimdir benim +Yoktur a’male ümidim dergeh-i Hakk’a hemen +Rişte-i acz-i dilim hablü’l-metinimdir benim +Urvetü’l-vüska-yı ihlasa temessük Murtaza +Bi-tekellüf hasıl-ı kedd-i yeminimdir benim. +SİYASİYAT +Sebilürreşad ’da alem-i İslam’ın hayat-ı siyasiyyesine a­ +neşr edeceğimiz silsile-i makalata mukaddime olmak ü­ze­re +bugün alem-i İslam’ın ahval-i umumiyye-i hazırasına u­mumi +bir nazar atf etmek istiyoruz. +Karşımıza çıkacak levha fil-hakīka müdhiştir. Her tarafta +milel ve akvam-ı İslamiyye bir maktel-i hunin içinde bir velvele-i +can-güdaz ile zir ü zeber olmaktadırlar. Her taraftan +bir sada-yı enin bir avaze-i figan geliyor. Saltanatlar mahv +ü mün’adim devletler perişan ve zebun oluyor. Ta bidayet-i +sahifeler irae etmemiştir. Alem-i İslam hiçbir zaman hatta +Ehl-i Salib muharebatı esnasında şimdiki kadar vahim tehlikelere +mevt-aver darbelere ma’ruz kalmamıştır. +Marakeş bugün artık bir ta’bir-i coğrafiden başka bir şey +değildir. Fransızların şu devlet-i İslamiyyeyi zabt ve istilası +bugün bir emr-i vaki’dir. Artık Marakeş’e hükumat-ı müstakille +sırasından çizilmiş gibi bakılabilir. Almanya’nın Marakeş +mes’elesine müdahalesi Marakeş mukadderatı hakkında +Fransızlar tarafından ta öteden beri verilmiş olan +karar ve hükmün icrasını te’hir ve ta’lik değil isti’cal ettirdi. +Almanya’nın şu müdahalesi ve müdahalenin el-Cezire +Mukavelenamesi ile neticelenmesi Marakeşliler ile beraber +bütün müslümanlara birçok ümidler telkīn etmişti. Fakat +çok geçmeden bütün şu ümidlerin bir serab olduğu teayyün +etti. Bilakis şu müdahale Marakeş mes’elesini beyne’l-milel +bir mes’ele şekline koyarak mes’elenin bilahare Fransızların +Marakeş’in mukadderat-ı atiyyesi de daha ziyade kat’iyyet +kesb etmiştir. Şöyle ki bugün Marakeş kavaid-i beyne’l-milel +nokta-i nazarından Fransa’ya Tunus’tan ve el-Cezair’den +daha ziyade rabt edilmiştir. Artık Marakeş sultanı Tunus beyinden +bile dun bir istiklaliyete maliktir. +setmeyerek açıktan açığa şu zavallı memleketin umur-ı dahiliyyesine +müdahale ettiler. Tebriz’de Reşt’de vukū’ bulan +kanlı hadisat Müctehid Sikatülislam’ın yüzlerce mücahidler +kiri tarafından zabtı sonra iki hükumet tarafından müttehiden +ma’lumdur. Şu ültimatomda İngiltere ve Rusya hükumetleri +bu ültimatomu kabul etmek fil-hakīka intihardan başka bir +şey değildir. Ültimatomda serd edilen maddeler arasında en +ziyade calib-i dikkat ve mühlik olanlar bunlardır: +arasında senesinde İran’ın iki mıntıka-i nüfuza taksimi +hakkında akd edilmiş olan mukavele-nameyi tasdik ve +teslim edecektir. +niyet etmeksizin kimseden istikraz edemez. Ecnebi tebaasından +kimseyi İran me’muriyetine da’vet edemez kimseye +tinden vazgeçerek harici siyasiyatını iki hükumetin re’y ve +tasvibine tevfik ettirecektir. +Şu şeraitin kabulüne karşı Rusya hükumeti de kendi +askerini İran’dan çıkaracak İngiltere hükumeti ile beraber +Fakat ta’dat ettiğimiz şu mevaddın kabulü hemen İran’ı +Rusya ile İngiltere’nin taht-ı himaye ve sıyanetine tevdi’ etmek +demek değil mi? +Osmanlılığa gelince; i’lan-ı Meşrutiyetle beraber +fet’e karşı ika’ edilen muhtelif müteaddid gavail ve müşkilat +herkesçe ma’lumdur. Bosna-Hersek ve Rumeli-i Şarkī +gavaili halledildikten sonra İtalya Devleti bila-sebeb ve +bahane bütün kavaid ve adat-ı beyne’l-mileli ayaklar altına +alarak birden bire Osmanlılığın bir kıt’a-i azimesi bir cüz’-i +la-yetecezzası olan Trablus üzerine atıldı. Fakat burası ne +bütün Avrupa şu noktayı takdir edemedi. İtalyanlar kendi +tevehhümat ve tahayyülatlarına kapılarak Trablus seferini +bir eğlence gibi telakkī ettiler. Lakin işte Trablus gerek İtalya’ya +gerek bütün cihana salabet-i İslamiyyenin bütün bütün +bitmemiş olduğunu re’ye’l-ayn isbat etti. Yalnız Osmanlılar +galeyan ederek uhuvvet ve vahdet-i İslamiyyenin füyuzat-ı +bi-nihayesini beşeriyete gösterdi. Makarr-ı Hilafet’e karşı +ya­pılmış olan şu küstahane taarruz Hindistan’dan Tunus’a +kadar Türkistan’dan Cava adalarına varıncaya kadar dört +yüz milyonluk alem içinde bir velvele-i dehşetnak uyandırdı. +Afrika’nın en hücra köşelerinden binlerce ihvan-ı din +meydan-ı cihada doğru koştular. Bunlar fedakar Osmanlı +zabitlerinin kumandası altında olarak işte o gibi yırtıcılara +vahdet ve uhuvvet-i İslamiyyenin ne kadar azim bir kuvvet +olduğunu anlattılar. On beş günlük bir tenezzüh için çıkmış +olan düşman hala yani tam beş buçuk ay geçdikten sonra +para ile mücehhez olan düşmanı şu yüksek şu muazzam +kuvvet tamamiyle sarsmış şaşırtmıştır. Ne yapacağını bile +bilemiyor. Öteye beriye atılarak hükumat-ı sairenin tavassutunu +dileniyor. Maamafih inad ve gururundan asla vazgeçmiyor. +Bir taraftan sun’i nümayişler içinde kağıdlar üzerinde +Trablus’un ilhakını i’lan diğer taraftan hükumatın tavassutuna +müracaat ediyor. Bit-tabi’ şu şekil ve tarzda yapılmış olan +tavassutlar şimdiye kadar hiçbir semere vermedi ve veremezdi. +Zira bir taraftan mağlub ve menkub oluyorken diğer +taraftan da büyük bir kıt’anın ilhakını temenni etmek İtalya +muhayyilesinden başka hiçbir akl-ı selim ve mantık-ı sahiha +sığmaz. Binaenaleyh hükumat-ı muazzama tarafından icra +edilmiş olan tavassutlar neticesiz kalmıştır. Hatta hükumat-ı +mezkure arasında mühim bir ihtilafın zuhuruna da meydan +vermiştir. Zira harbin evailinde İtalya’yı İttifak-ı Müselles’ten +ayırmak niyeti ile İtalya’ya karşı bir vaz’iyet-i müsaadekarane +almış olan Fransa ve İngiltere bilahare hükumet-i mezkure +tebdil-i meslek etmişler azim bir kıt’anın böyle kolay kolay +bel’ edilmesine ru-yi muvafakat göstermemişlerdir. Bunlar +Türkiye üzerine icra-yı tazyik ederek Türkiye’yi sulha icbar +fikrine iştirak etmek istemiyorlar ve tavassutu iki muharib +arasında kavaid-i bi-tarafiye tamamen riayet etmek şartı ile +kabul ediyorlar. +olacağı bir zamanda öteden beri Osmanlılığa karşı ibraz-ı +husumet etmek için hiçbir fırsatı fevt etmeyen Rusya birden +bire meydana atılarak tavassut hakkında garib bir vaz’iyet +aldı. Şu hükumet bir taraftan Kafkasya hududunda asker +tahşid etmiş diğer taraftan bizi mutlak sulha icbar etmek +gibi bir vaz’iyet almıştır. Hatta kendisinin şu garib harekatını +tasvib etmeyen harekat-ı mezkurenin gayet vahim neticeler +verebileceğini yeni Türkiye’nin bu gibi gürültülere külah +kaptırmayacağını kendisine söylemekten çekinmeyen Dersaadet +sefirini azl etti. +Şu hal Ehl-i Salib muharebatı zamanındaki hal ve mevki’den +daha vahimdir. Zira o zamanlar İslamiyet’in yalnız +bir tarafına bir noktasına hücum ediliyordu. Bugün ise İslamiyet’in +her tarafına her noktasına hücum ediliyor. Tehlike +gayet azim ve vahimdir. Buna karşı müslümanların üzerine +düşen yegane ve en birinci vazife her türlü mesail-i zatiyye +ve şahsiyyeyi unutarak ittifak ve ittihad etmekten ibarettir. +ve vekayiin cereyanı ve alacağı şekiller hakkında beyanat-ı +mufassalada bulunacağız. +AFRIKA’DA MÜCAHIDIN-I İSLAMIYYENIN +AHVALINE VE MÜSLÜMANLIĞIN +Mısır’a varınca yirminci asrın medeniyetinde vapurumuza +karantina ta’yin ettiler. Vapurda öğrendik ki İskenderiye’de +büyük nümayişler heyecanlar olmuş. Nihayet +ben Mısır’a gitmişidim. Fakat bu defaki Osmanlılık hissi beni +duçar-ı hayret etti. Bütün sokaklar feslilerle dolu. Her tarafta +bir hareket bir faaliyet. Koca şehir çalkanıyor. Nümayişlerin +sebebi de Trablus’tan gelen muzafferiyet haberleri imiş. +Mücahidinin parlak muvaffakiyetine dair bir haber gelmiş +müslümanlar Osmanlı bayrakları çekmişler sokaklara dökülmüşler. +Büyük caddeye gelince polislerden İngiliz polislerinden +daha doğrusu İngiliz me’murininde İtalyan polislerinden +biri Osmanlı bayrağını tahkīr eder: +– Niçin “Yaşasın sultanımız” bağırırsınız? +Diye münasebetsiz sözlerle tahkīrlerle mümanaata +kadar cesaret eder. +Eğer biz biçareler bunu yapsaydık tekmil devletlerin +sefirleri gelir bu adamı ipe çekin derlerdi. Orada ise kimse +ses çıkarmıyor. Sonra bütün pencerelerden İtalyanlar Rumlar +müslümanlara kurşun sıkmaya başlamışlar. Gördünüz +mü Avrupa medenilerini! Onlar her ne yapsalar medeniyet +oluyor. Biz ise küçük bir yolsuzlukta bulunsak kıyametler kopuyor. +La havle ve la kuvvete illa bi’llah. Nedir bu hal? +Ne ise orada çok kalmadık. İki üç saat sonra Kahire’ye +gittik. Yolda vagonda müslümanlar gideceğimiz yeri biliyorlarmış +gibi bize büyük bir nazar-ı teveccüh ve muhabbet atf +ediyorlardı. Kimisi elimizi öpüyor kimisi hizmetimize bakıyordu. +Kardeşler biliniz ki kalblerimizde bu la-yezal merbutiyeti +husule getiren ancak İslamiyet’tir. Onun için daima +sağlam müslüman olmaya çalışmalıyız. +Mısır’da kardeşlerimiz umumiyetle bizim bu halimize iştirak +ettiler. Fakat her millette olduğu gibi içimizde fenalar +da yok değildir. Onları da kendimiz söyleyelim ki fenalıklarından +sakınabilelim. Böyle şeyleri ibret kulağıyla dinlemek +lazımdır. +Bu cümleden olarak Ezher ulemasından ! ve Nakşibendi +meşayihinden ! bir adam gördük ki İtalya fikrine hizmet +ediyor hem o suretle ki cami’-i şerif içerisinde İtalyanların +lehine propaganda yapıyor. Bu hal-i esef-iştimali gözümüzle +gördük kulağımızla işittik. Bu herifler layık oldukları itab +ve hakareti oradaki sadık kardeşlerimizden aldıklarında ve +alacaklarında şübhe yok ya. Maamafih bu mel’unlar el-an +mel’anetlerinden de geri kalmıyorlar. +Her millette mahdud olarak bulunan bu yüz karalarından +sarf-ı nazar umumiyetle Mısırlıların bize karşı olan hissiyat-ı +diniyye ve Osmaniyyeleri o kadar galeyanda idi ki nerede +Türk’e benzer bir adam görseler onu cihada gider farzıyla +hemen kucaklayıp öpmek isterlerdi. Maamafih Mısır hükumeti +de bu biçarelere elinden geldiği kadar mümanaattan +geri durmuyordu. Türlü türlü vesileler icad eder iftiralar +tasni’ eder yoldan çevirmenin çaresini bulurdu. Meşahir-i +ulemadan Hoca Tevfik Efendi’yi bile yolundan alıkomuşlardı. +Her tarafta sıkı tahkīkatlar bi-nihaye sualler. Maa-haza +olmuyor. Her mümanaata rağmen yoluna devamda bir +zevk hissediyor. +Benim yanımda gençlerden iki efendi de vardı. Onlar da +benim gibi azminde sabit; birisi Osman Cudi Efendi diğeri +de Sıratımüstakīm - Sebilürreşad sahibi Eşref Bey’in yeğeni +Nazmi Bey. Biz üç kişi yol aramaya kalkıştık. Muhtelif yollar +mevcud. Bir yol var ki oradan yirmi günde gidilir. Fakat +biz o yoldan gitmedik. Uzak da olsa sağlam emin bir yol +aradık. Rehberlerimiz bize bir yol gösterdiler. Verdan İstasyonu’ndan +sonra Sahra-yı Kebir sonra Siva sonra da +Cağbub tarikiyle Derne. Bu yoldan - günde Derne’ye +gidiliyormuş. Uzak olmakla beraber emin olduğu cihetle biz +bu yolu tercih ettik. +Develer hazırlandı. Bir buçuk saatlik yere trenle gittik. +Trende rast geldiğimize gittiğimiz yeri söylemiyorduk. Fakat +bilmem neden anlamışlardı. Halbuki biz elbiselerimizi Mısır’da +tebdil etmiş Arab elbiseleri giymiştik. Böyle iken bütün +yanımızdakiler tarafından bize karşı fevkalade bir ihtiram ve +teveccüh gösteriliyordu. Verdan’a burası Mısır reis-i nuzzarını +öldüren meşhur vatanperver İbrahim Verdani’nin memleketidir +ta’zim ve ihtiramla hizmetimize şitab etti. Her neyimiz varsa +alıp birer birer dışarıya taşıdı. Yanındaki adamlara da şöyle +yapın böyle yapın diye bir takım tenbihatta bulundu. +Asıl gurbetin ibtidası buradan başladı. Bundan sonra +tarik-i mücahedeye girdik. Önümüzde geniş bir sahra git +git nihayeti yok. Günlerce gideriz artık tahammülümüz tükeniyor. +– Deveci diyoruz daha mı? +– Geldik ya şeyh diyor daha bir hafta kaldı. +Yine gideriz gideriz birçok tulu’lar gurublar seyr ederiz. +Artık geldik zannederiz. Yine sorunca anlarız ki daha beş +gün var imiş. Böyle günlerce haftalarca kum sahralarında +seyahat ettik. Öyle ıssız yerler ki ne insan görülür ne hayvan +ne nebat. Bi-nihaye kum dalgaları. Bir aya yakın zaman +rast geldik. Nihayet Verdan’dan hareketimizden yirmi dört +gün sonra “Kara” dedikleri bir şehre geldik. +Bu şehir gayet istiğrabımızı mucib oldu. Şehir denilen bu +yer gayet tuhaf bir şey. Sanki bir vapur. Tıbkı bizim Volga +Nehri’nde işleyen yandan çarhlı vapurlar şeklinde. Oraya +doğru yürüdük. Bir de baktık ki yan kamarasından pencerelerden +bir takım adamlar bakıyorlar. Biraz daha yürüdük +kapılarda gayet muntazam zincirler. İçeri girince vapur teşkilatı +gibi iki taraftan yolları var makine yerinde cami’. Ben +hiç böyle şehir görmedim ve işitmedim. Zaten neden işiteceğim +müslümanlar seyahati sevmezler Allah’ın emr ettiği +şeyleri yapmazlar ki. Çok istiğrabımızı mucib oldu. Tamam +kırk hane var. Minaresi tam kapudan yerinde. +gün zarfında şehir namına burasını gördük. Bu kadar +zaman kumlar içinde yuvarlanan bizler için bu şehrin +ne kadar kıymeti vardı. Ba-husus ki sekiz günden beri susuz +kalmıştık. Bir müddet su namına çamur yahud boza içtik +bir müddet de ma’den gibi tuzlu sudan başka bir şey +bulamadık. Nihayet birçok günler onsuz da kaldık. +Bu şehri de geçtikten sonra Siva’ya geldik. Artık buraya +geldiğimizi nasıl anlatayım. O derece memnun olduk ki ta’rif +olunmaz. Bunun beş altı bin ahalisi var imiş. Bu da Kara +şehrinin ikincisi. Şu kadar ki o bir vapur ise bu da birkaç +vapur. +Bu tarafta eskiden beri büyük kum yığınları olur bir rüzgar +gelir ortalığı siler süpürür dağlar teşkil eder. Burası da +öyle kumların terakümüyle tahaccür ederek bir şehir olmuş. +Siva’ya geleceğimiz gün idi. Daha ne kadar kaldığını deveciye +sorduk. +– Geldik artık dedi biraz daha kaldı. +Bu biraz dediği altı saat sürdü. Bu altı saati de yayan +yürüdük. Fevkalade yorulmuştuk. Nihayet gün sonra Siva’ya +muvasalat ettik. Şehre yaklaşınca bir iki adam geldi +elimizi öptüler fevkal-ade ta’zimat ve tekrimatta bulundular. +Zaten her tarafta müslümanlar ulemaya pek ziyade hürmet +ederler. Lakin bunların hürmeti pek fevkalade idi. Elimizi +öpünce yanımızdan çekilip gittiler. Beş dakīka geçer geçmez +önünde birkaç merkeb biri geldi. Buyurun dedi. Ömrümde +merkebe binmemişim düşündüm taşındım bir türlü karar +veremedim. +Adamcağız beni böyle mütereddid görünce yere uzandı +“arkama bas da bin” dedi hayret ettim bu kadar memleket +gezdim misafirperverliğin bu derecesini hiçbir yerde görmedim. +Bu hal pek hayretimi mucib oldu. Onun üzerine: +– Siz zahmet etmeyin ben binebilirim. +Diyerek merkebi aldım bindim. Bizi “Zaviye” dedikleri +bir tekkeye götürdüler. Afrika’nın her tarafında Senusilerin +tekkeleri zaviyeleri var. Senusi meşayihi bütün Afrika Arabistanı’nı +lere tesadüf edersiniz. Her zaviyenin bir şeyhi yani büyük +Senusi tarafından bir vekili var bu zat min cihetin Tarikat-ı +Senusiyye’nin şeyhi ve vekili min cihetin o organizasyonun +umur-ı idaresine bakan bir adamı yahud tahsildarıdır. +Bütün Mısır ülkesinde ne kadar Arab bedeviler varsa hepsi +Senusi’dir. Zaviyelerdeki meşayih bütün vergileri Senusilik +namına toplar. Bedeviler İngilizlere vergi vermiyor. Fakat +Senusi meşayihine en fakiri en aşağı bir buçuk İngiliz lirasını +hüsn-i rızasıyla veriyor. Bizim hükumet-i Osmaniyye orada +tahsilat için dipçik kullanırmış. Halbuki İngilizlerin idaresinde +olan bir mahalde bir Senusi şeyhi yerinde oturduğu halde +herkes hüsn-i rızasıyla vereceğini getirir verir. Bu derece +Biz Siva’ya geldiğimiz zaman Senusi meşayihinden Şeyh +Muhammed Zevi hazretlerinin zaviyelerine geldik. Bizi gayet +büyük ta’zimlerle istikbal ettiler. Bunu görünce rahatımız iyidir +dedik i’tibarı kazandık zannettik. Biraz sonra meşayih +kendi ihvanıyla birlikte ziyarete gelmeye başladılar. Ellerimizi +öpünce bayağı bir adam imişiz fikrine zahib olduk. Kendimize +hüsn-i zan etmişiz. Meğer bu ziyaretler bizi istintak +Beş on kişi toplanınca bizim anlayamadığımız bir lisanla +konuşmaya başladılar. Bunlar beş bin kişi kadar tahmin +olunuyor. Bunların kendilerine mahsus bir lisanları var o +lisanı diğer Arablar da anlamaz. Vakıa ne konuştuklarını anlamıyoruz. +Fakat bize aid bir şey konuştukları simalarından +nazarlarından belli oluyordu. O günü mes’elenin farkına +varamadık lakin ertesi günü bizim İslam olup olmadığımızdan +bahsettiklerini anladık. Zira burası Trablus hududunun +him ve nazik bir mahal addediliyor. Çünkü burası Tarikat-i +Senusiyye’nin en mukaddes bir merkezi sayılan Cağbub’un +kapısıdır. Oraya giden adam mutlaka müslüman olacaktır. +Yalnız İslam olmak da kafi değil her ne suretle olursa +olsun İslamiyet’e hizmet edecek kadar bir iktidara da malik +olacak. Binaenaleyh biz evvela müslüman olduğumuzu +anlatmaya mecbur olduk. Bu da büyük bir mes’ele oldu. +Bunun için tam bir hafta uğraştık. Nihayet ben kendi Müslümanlığımı +bir şakirdi de olabilir a. Bu suretle iki kişiyi müslüman yapıyorlar. +Fakat üçüncüsüne gelince bir türlü bunu te’vil edemiyorlar. +Nihayet iş keşif mes’elesine geldi herife dedim: Hazır +ol Müslümanlığını isbat edeceksin! Fakat bununla da kani’ +olmadılar. O müslümandan başkasında da olabilir dediler. +Başa çıkamayacağımızı anladık. Başka bir tedbire müracaata +mecbur olduk. +Biz bu tahkīkat ile meşgūl iken Mısır’la muhabere olmuş: +Böyle böyle üç adam geldi bunların hüviyeti hakkında +ma’lumatınız var mı? demişler. Yok cevabı gelmiş ve “çevirin” +demişler. Az kalsın çevireceklerdi. Fil-hakīka –ya rızaen +ya cebren– çevirileceğimize kanaat-i tamme hasıl etmiştik. +Bunun üzerine bir çaresine bakalım dedik. Kendi kendimize +el altından bedevilerle görüşüp kaçıracak adam aradık. +Bin meşakkatten sonra nihayet bulduk. Pazarlığı yaptık. Bir +gün alelacele Siva’dan çıkıp “Aynü’l-bakar” dedikleri bir +yere geldik. Akşam üstü hecinli askerler geldi bizi istintak +ettiler. Bir şey söylemeden gittiler. O vakte kadar biz hareket +edecektik. Fakat devecilerimiz vaktinde gelemedi. O bulunduğumuz +mahal de pis bir yer. Hükumetin sıkıştırmak bulmak +Ertesi günü sabahleyin develer geldi bindik Mısır’a +doğru yol tutarak bir manevra yaptık. Akşama kadar Mısır’a +doğru yürüdük. Gece biraz istirahatten sonra yola düzüldük. +Bir gün gittik ikinci günü gitmekte iken gayet +uzaktan duman gibi iki hecin gözüktü. Bunlar mutlaka bizi +ta’kībe çıkmışlardır diye bir dağ bir kum yığını arkasına gizlendik. +Akşama kadar orada kaldık. Karanlık olunca yine +yola revan olduk. Bütün gece gidersek ancak Osmanlı hududunu +geçeceğiz. Filhakīka bütün gece gittik. Sabahleyin +baktık ki Osmanlı hududuna geçmişiz. Biraz gittikten sonra +yine uzaktan hecinli askerler gözüktü. Doludizgin develeri +sürdük. Biz üç arkadaş bir de deveci dört deve üzerindeyiz. +Bir deveci de yayan geliyor. Öyle gidiyoruz ki develer bütün +yürüyüşüyle yol alıyorlar. O yayan gelen bedevi de öyle koşuyor +ki bir adam ancak o kadar koşabilir. Saat sekize kadar +böyle seri’ bir yürüyüşle gittik. Fakat bizi ta’kīb edenler de +epey yaklaştılar. Baktık ki kaçmakla kurtulmanın çaresi yok +bari kibarca teslim olalım dedik. Bakalım bu heriflerin derdleri +nedir anlayalım. Pek ileri giderlerse biz beş adamız yanımıza +alırız biraz konuştuktan sonra ben size göz ederim +kıskıvrak onları bağlarız develerini alırız. Olur biter… +Fakat deveci beni korkuttu. Yanımıza gelseler iyi amma +gelmezler dedi. Karşıdan kurşun atarlar hepimizi öldürürler. +– Bunu size yaparlarsa da bize yapamazlar dedim. +Yarım saat sonra yetiştiler. Tam devecinin ta’rif ettiği gibi +karşıdan nişan aldılar. Ben göğsümü açarak üzerlerine yürüdüm. +Öyle kemal-i ciddiyetle: +– Kimi istersiniz maksadınız nedir? Adam öldürmeye +çıkmışsanız işte vurunuz… +Deyince birden bire dona kaldılar silahlarını indirdiler. +Ben de yürüdüm. Herifler gevşedi. Yanına gittim. Ne kadar +olmasa arada İslamiyet de var. Ne yapsın herifler emir +kulu gelmişler. Fakat benim muameleme karşı utandılar. +Ne ise anlaştık. Herifleri def’ ettik. Kendimizi de ta’kībattan +kurtardık. Ferah ferah yola düzüldük. Nihayet iki gün +sonra Sellum mıntıkasına geldik. Askerimizin ilk noktasını +burada bulduk. Burada vaktiyle yapılmış kışlalar var imiş. +Zaten işitmiştik. Buranın Osmanlı mülkü olduğuna kanaat +getirmiştik. Derken Neca’’a karye köy demek geldik. O +vakte kadar öyle köye rast gelmemiştik. Sellum kışlası yakın +ta’rif ettiler. +– Fakat dediler kasra gideceğiniz zaman orada İngiliz +askerleri var sakın onlara uğramayın. Onları sağınızda bırakın. +Siz sola gidin. +Ta’rif dairesinde giderken önümüze dört çadır çıktı. Birdenbire +çadır olduğunu anlayamadık. Kışla zannettik. Çadır +olduğunu anlayınca: Vah yakayı eleverdik. Haydi develeri +sola doğru sürelim dedik. Fakat develer de yorulmuş. Her +gün on dört saat yol yürüdüler. Hiçbir şey de yememişler. +Çadırdakiler bizi gördüler artık kaçmak da olamaz. Çevirdik +develerin başını yürüdük. Çadıra yaklaştık. Şaşırmışız artık. +Önümüzdeki adamları görmemişiz. Derken Nazmi dikkat +etmiş: – Vallahi Hoca Efendi dedi bunların elindeki tüfek +bizim tüfeklerimiz. +Hakīkaten baktım bizim asker. Gülerek selamün aleyküm +dedi. Aleyküm selam dedik. Kemal-i iştiyak ve samimiyetle +kucaklaştık. Öyle bir hal ki lisan ile kalem ile ta’rifi mümkün +değil. Biçare nefer en yakın kardeşleri gelmiş gibi sevindi. +Biz de nihayetsiz derecede memnun olduk. +Çadırlar pek merakımızı mucib oldu. Sabırsızlık gösteriyoruz +ne olduğunu biran evvel anlamak istiyoruz. Bizde +böyle çadırlar olmasına kalbim inanamıyor. Dışı bembeyaz +tertemiz. İçi ipekli işlemeli dayanamadım sordum: +– Bu beyaz çadırlar nedir? +– Elhamdü lillah oldu dedi. +Ne ise biraz anlaştıktan sonra kışlayı sordum. Sıkıla mıkıla +anlattılar: O gün Sellum’u tahliye etmişler çadıra çekilmişler. +doğru çekiliniz! diye. Zabit gayet kahraman bir çocuk. İsmetullah +Efendi. Gözyaşlarıyla bize söylemeye başladı. Fırsattan +bil-istifade İngilizler burasını istemişler tabiidir ki teslim +olunmasını hal icab etmiş. Fakat İsmet Efendi öyle bir çocuk +ki sanki büyük bir siyasi. Bana öyle göründü. Yapmış olduğu +muameleyi söyledi. Hakīkaten şayan-ı takdir. Her ne kadar +rütbesi mülazım ise de hakīkat-i halde binbaşılık bile az. +Telgrafa bakmış. Tahliye edip çekilin diyor. Fakat İngilizlere +teslim edin cümlesi yok. Kışlanın kapısını kilidler; erzakı eşyayı +orada bırakır kendi de garba doğru çekilir. Vakıa neticede +olacağı yine o. Fakat burası Mısır’a yazacak Mısır da +Londra’ya haber verecek sonra Londra’dan sefire ta’limat +gelecek sefir Babıali’ye gidecek ondan sonra tekrar emir +gelecek. Yani vakit kazanmak. Bu suretle Sellum mes’elesi +ancak iki ayda hallolunabildi. +Sellum’daki askerimiz on beş yirmi kişiden ibaret. Bunun +da altısı hasta on üçü sağlam. Bir de mülazım var. +Maamafih orada askerin pek lüzumu da yok. Düşman oraya +pek o kadar saldıramaz fikrinde bulunmuşlar. Bununla +beraber kışlası gayet sağlam. Hatta İstanbul’daki Selimiye +Kışlası’ndan daha sağlam imiş. O derece ki iki tabur askere +meti su ile kaim. Bu kışlayı bir aralık İtalyanlar topa tutmuşlar +elli bir gülle atmışlar. Bir tanesi yalnız kapıya isabet +ederek biraz rahnedar etmiş. Koca Selimiye Kışlası’nı tutturamayan +bir herif bilmem insana nasıl isabet ettirir?.. +Ne ise İsmet Efendi’den ilerisi hakkında ma’lumat almak +yor bir taraftan gönüllüler geliyor. Maamafih arkasından koşarak +vakit buldukça ahvali soruyoruz. Gideceğimiz yolların +ahvalini anlamak istiyoruz. O gün konuşmaya vakit olmadı. +Çünkü telgraf hattını nakl ediyordu. Hakīkaten pek meşgūl +lunacağım dedi. Biz de maa’l-memnuniyye dinleyeceğimizi +beyan ettik. Cebinden bir telgraf çıkardı adeta bir deste +kağıd uzun bir telgraf Tobruk’tan almış. Aynıyla istinsah +etmiştim suretini evde unutmuşum. Mazmunu şundan ibaret: +Tobruk’tan düşman üzerine mücahidin-i İslamiyyeden +kişi hücum etmiş. Düşmanın kuvveti ise iki tabur piyade +dört mitralyöz iki taraftan istihkamlarda toplar arkada +denizden de on dört gemi ateş ediyor. Bu kadar ateşe karşı +mücahid bir de Şeyh Müberri’nin on sekiz yaşında kızı +hücum ediyor. Kemal-i muvaffakiyetle düşmana yedi yüze +karib telefat verdirerek mitralyözleri tahrib ederler birini de +omuzlayarak külliyetli ganimetle avdet ederler. Bunun +tafsilatını tebşir etti. O derece memnun oldum ki dünyada +bu kadar memnuniyet tasavvur edemem. +Tekrar ederim müslüman kardeşlerim zabitan kardeşlerimin +aklı bunu kesdiremez zira onlar fen erbabındandır. +Ortada mitralyözler piyadeler yanda istihkamlar arkada +filo; dakīkada binlerce kurşun gülle yağar bütün bu ateşler +arasında mücahid ilerliyor hücum ediyor bu büyük +kuvveti darmadağın ettikten topları susdurduktan sonra +mitralyözleri ve alayını mahv ederek mitralyözlerin birini +de omuzlayarak ordugaha getirirler. Akıl fen bunu kabul +edemez. Bu harikadan başka bir şey değildir. Müslüman +kardeşlerim dünyada en büyük kuvvet kuvvet-i imandır. +Kudret-i Sübhaniyye’nin karşısında hiçbir şey duramaz. +Sonra gidip kendi gözümüzle bütün bu harikaları +an’anatıyla gördük. İşte müslümanların hiçbir şeyi yok. +Zaten ne lüzumu var ne lazımsa onlardan alıyoruz. Mavzer +lazım oldu aldık. Mitralyöz lazım oldu aldık. Bir muharebede +üç yüz mavzer getirdiler işte birisi de buradadır. Bu +çadır da onlarındır. Bunları getirmekten maksadım yalnız +laf değil bil-fiil işler görüldüğünü ve görülmekte olduğunu +göstermektir. +Tabiidir ki bu işleri görenler bizim zabitlerimizin taht-ı +bede hücum edenlerin en büyüğü Şeyh Müberri hazretleri +dikten düşmanın zabitlerini öldürdükten sonra şehid oldu. +Bütün o muharebede verilen şühedamız altı nefer idi yedi +değil. İşte hücum eden mücahidin ; şühedamız düşman +Fakat bu telefatı burada gazetelerde dört yüz okumuşsunuzdur. +Zira oradaki kumandanlar düşmanın hakīkī telefatını +bildirseler belki inanan olmayacak. Çünkü bizim şühedamızla +kıyas kabul edecek derecede değil. Onun için hiç +olmazsa onların telefatının bir kısmını beyan edelim dediler. +Bu öyle bir cihad ki şeker gibi. Böyle düşman olduktan +sonra muharebenin devamı bizce menfaatlidir. Zira ne +lümanlar silahlanıyor neşve-i muzafferiyetle bütün Afrika +çalkanıyor uyanıyor. Yalnız onunla kalmıyor kıtaat-ı sairedeki +müslümanlar da bundan intibah ediyor. Arablar için +bu muharebe değil düğün. Kızlar müzeyyen elbiselerini +giyerler şiirler söyleyerek meydan-ı harbe giderler. Şiirleri +ale’l-ekser şu mealdedir: +– Miskin İtalyanlar! Harb sahneleri size yakışmaz. Bu +gaza meydanları şan ve şeref sahibi milletler içindir. Sefahetle +çürümüş denaetle bulaşmış sinelerde yetişen alçak İtalyanlar! +Geliniz geliniz karşımıza çıkınız! Namus ve şerefiyle +yaşamış büyük bir milletin şanlı evladlarını görünüz vaktiyle +size verdiğimiz dersler yetişmemiş. Ders almak için gelmişsizin. +Öyle ise esirgemeyiz. Elinize yakışmayan o silahları +bırakınız. Bu şanlı mücahidler size isti’malini öğretsinler… +Yürüyün ey evlad-ı Arab! Mübarek topraklarımızı vücudlarıyla +telvis eden bu piçlerden vatanımızı temizleyelim. +Valideleriniz bugün için sizi doğurdu bugün için büyüttü. +Yürüyün ey nusret-i ilahiyye ile mev’ud İslam mücahidleri! +Babalarınız bu meydanlarda şehadet kazandı. Milletimiz +bu sayede şeref buldu. Kelimetullahı i’la için Allah size +hitab ediyor. Ey dinin büyük muhafızları! +Daima böyle kasidelerle şiirlerle mücahidlerin önünde +dolaşırlar. Düşeni kaldırırlar mücahidine su verirler. Pek büyük +Ya Enver Paşa hakkında bülega-yı Arabın tertib ettikleri +kasideler şayan-ı hayrettir. Hemen her gün kasideler geliyor. +Enver Paşa diyorum. Belki bazılarınızın istiğrabını mucib +olur çünkü burada Enver Bey diyorlar. Bu paşalık nereden? +Evet bu paşalık ünvanını o muhterem zata Arablar vermişlerdir. +Yaşasın kadir-şinas millet ve hakīkaten paşalığa layıktır. +Zira Arabların en mütehayyir en füturlu bir zamanında +Hızır gibi yetişti. O sırada bunun ve Fethi’nin yetişmeleri +bir harika millet için büyük bir muvaffakiyettir. +Çünkü herkes ne olduğunu anlayamamış silaha sarılmış +fakat başta kimse yok. Me’murlarımızın bazıları memleketi +büsbütün teslime karar vermiş. Halbuki Roma’ya kadar +esir gittik diyorlar. Fakat teslim ederek gitmişler. Hamiyetlerine +doymasınlar. İtalyanlar Bingazi’yi almışlar Derne’ye +girmişler. Arablar ne yapacağını şaşırmış İtalyanlarla +çarpışıyorlar. Başta bir nazım-ı harekat yok. Böyle müdhiş +bir zamanda Enver Hızır gibi karşılarında peyda oluyor. +Ne için geldiğini onlara anlatmaya muvaffak oluyor. Çünkü +Arablara kendini anlatmak da bir derttir. Ben bayağı ulema +zümresinden olduğum halde müslüman olduğumu anlatmak +lığını anlattıktan sonra kumandayı ele almış. Enver için en +büyük bir mazhariyettir bu. Bunda hiç şübhe etmemeli ki +bu zat Cenab-ı Hakk’ın bu millete bir ihsanı bir mevhibe-i +Arab gayet akıl çok düşünür zeki bir millettir. Her vakit +zekalarına hayret ile bakıyorduk. Muharebedeki hud’aları +şayan-ı hayrettir. Bu da fart-ı zekalarından ileri gelir. Böyle +zeki bir millet kolay kolay kanar mı? Ne söylersen söyle +ağızdan çıkan söze inanmazlar. Mutlaka fiiliyat gösterilmek +lazım. Böyle iken birkaç saat zarfında onu ikna’ etmek kendine +herkesin karı değildir. Tamam kırk gün Enver’in yanında +oturdum. Arab lisanını mükemmel bildiğim halde kırk gün +yük bir muvaffakiyet büyük bir fazilettir. Hızır gibi herkesten +evvel yetişmiş en büyük vazifeyi o görmüş yoktan bir ordu +teşkil ederek düşmana yürümüş büyük ve şanlı milletimizin +namus ve şerefini bütün cihana tanıtmış milyonlarca Arab +kalbinde paşalık ünvanını almıştır. +Her ne kadar bazı adamlar –yine zabitanımız içerisinde– +Enver’in aleyhinde bulunurlarsa da pek büyük haksızlık +ediyorlar. Her millette olduğu gibi tabii böyle adamlar bizde +de bulunur. Fakat bunlar kendilerinin ne kabil mahiyette +olduklarını ortaya koymuş olmaktan başka bir şey kazanamazlar. +Bu hususta söylemek istediğim bazı şeyler var diğer +bir konferansa terk ediyorum. +Sellum mes’elesini İsmet Bey’den güzelce anladık. Trablus +vilayeti hududu Sellum’dan daha şark tarafa kadar imtidad +edermiş. Fakat tama’kar İngilizler fırsattan bil-istifade +Sellum Limanı’nı ve Kışlası’nı elde edelim demişler. Hududların +muhtelefün-fih kalması muvafık değildir mes’elenin +halli lazımdır diye bu mes’eleyi ortaya çıkarmışlar; ve +bize demişler ki: Sellum’u vermezseniz postanızı Mısır’dan +bırakmayız. Zaten İngilizlerin siyaseti ma’lum: Her kiminle +muharebe ettiysek fırsattan bil-istifade bizden bir şey koparmağa +çalışmış ve muvaffak olmuşlar şimdi de biliyorlar ki +neticede İtalya mağlub olacak. Hiç olmazsa şimdiden bir +şey kapalım demişler. Bunun üzerine bizim tarafdan da çar +na-çar şimdilik hududlar teayyün edinceye kadar Sellum’un +tahliyesine muvafakat gösterilmiş ne yapsın başka çare yok +ki. İki devlete birden i’lan-ı harb edecek kadar budala değiliz +ya. +Bunun üzerine İngilizler orasını taht-ı işgale almışlar. Şu +kadar ki hudud zayi’ olmasın diye İsmet Efendi orada duruyor. +Yine inşaallah istirdad olunacak olunmasa bile Trablus +bizim lehimize hallolununca bizim için şimdiki halde pek o +kadar kıymetli bir mevki’ değil. +Trablus mes’elesi gittikçe Afrika’da en büyük bir mes’ele +oluyor. Mıntıkası Trablus olmakla beraber sağı solu da harekete +geldi sarsıldı. Arz ettiğim gibi ihvan-ı Senusiyyenin +tutmuş olduğu meslek ve yola biz de rehber olabilirsek İslam +Afrika’nın istikbali pek parlaktır. +Biraz da meşayih-i Senusiyyenin ahvalini anlatmak icab +eder. Bu tarikat-i aliyyenin ilk müessisi Muhammed bin Ali +hazretleri olup senesinde Müsteganem nam mevki’de +dünyaya gelmiştir. Asrımızın en büyük bir müslümanıdır. Bu +Muhammed bin Ali hazretleri ulum-ı diniyyeyi Fas’ta tahsil +etmiş. Tarikattan Derkaviyye tarikatına süluk ederek ilm-i +ahlak ve tasavvufu orada tahsil etmiş. Fas’tan sonra Hicaz’a +gitmiş. Asıl Senusilik esasını Mekke-i Mükerreme’de kurmuş. +Orada hayli Senusi zaviyesi te’sisine muvaffak olmuş. Sonra +Yemen’e gitmiş. Mekke-i Mükerreme’de ulum-ı Arabiyye +ve diniyyenin usul-i cedid üzere ta’lim olunması hakkında +pek çok efkar beyan etmiş. Tedrisat-ı hazırayı daima tenkīd +edermiş: Mekke’deki ulema töhmet ederek bunu oradan +kaçırmışlar. İskenderiye’ye avdeti esnasında Hidiv Abbas-ı +Evvel zamanı imiş Abbas çok iltifat etmiş. Fakat bu Abbas’a +bir muhabbet bağlayamamış. Sonra Cağbub’a gelmiş. +Meşayih-i Senusiyyenin ikincisi Muhammed el-Mehdi +hazretleridir ki Ali’nin oğludur. Asıl Senusilik organizasyonunu +vücuda getiren bu fikri ilerleten bu zat-ı şeriftir. Bu zat +gayet mahir olmakla beraber büyük bir siyasidir. Senusilik +esasını kurduğu zaman ki ’tür daha o vakit yani bundan +altmış sene mukaddem İtalyanların Afrika’da tutmuş +oldukları siyaseti tamamiyle keşf etmiştir. Daha o zaman +yazmıştır. Bu zatın te’lifatından birkaç eser vardır ki isimlerini +söyleyeyim: +Birisi; el-Vesnan fi’l-Amel bi-Sünneti’l-Kur’an +Bu kitapta kuvvete temessük etmenin İslamlara vacib +olduğunu ve müslümanlar Kur’an ile amel ederlerse bütün +küre-i arzda mevcudiyetlerini isbat edebileceklerini yazmış. +nu göremedim. +Sonra; eş-Şümusü’ş-Şarıka fi Meşayihi’l-Meşarıka ve’lMe­ +ğaribe namında bir eser-i alileri daha vardır ki en mühim +eseri budur. Bütün ta’limat bu eserde yazılıdır. Bu eserde +bizim ulemanın usul-i tedrisi de tenkīd olunmuştur. Şimdiye +kadar hal-i atalette kalmalarına ulemanın nasıl sebeb +olduğunu ulemanın millete nasıl rehber olabileceğini izah +etmiştir. Sonra İtalya’nın Afrika’ya geleceğini ve yapıp yapamayacağı +şeyleri tamamiyle söylüyor. Güya bir keramet. +Keramet demeyelim de gayet büyük bir diplomat diyelim. +Çünkü diplomatlık keşf-i istikbal ise bu zat bi-hakkın ilerisini +görebilmiştir. Bismark sene mukaddem demişti ki: +“Rusların mezarı aksa-yı şarkta İngilizlerin ise Afrika’dadır.” +Bismark bunu görebildiyse bir Senusi şeyhi de görebilir. +Rusların mezarını gördük. İngilizlerin hayatı ise müslümanlar +hakkında ta’kīb edecekleri politikaya bağlıdır. +Şeyh Muhammed hazretlerinin vukūf-ı siyasisi pek mükemmeldir. +Hatta bunun için Arablar kendisine Mehdi ta’bir +ederler. Şimdiki şeyhin ammidir. Asıl Senusilik büyük organizasyonunu +o yapmıştır. On sene mukaddem vefat etmiştir. +Cağbub’da medfundur. Bütün Senusilere ta’lim edermiş ki: +En büyük düşmanımız İtalya’dır. Onlara galib gelebilirsek +Afrika’da İslamiyet pek ziyade terakkī ve teali edecektir. +metle radıyallahu anhü diye yad olunur. Bugün Afrika +müslümanlarının yüzde yirmisini okur-yazar bir hale getirmiş. +Yirmi otuz sene mukaddem bir mektup yazmak için üç +dört gün yol gider adam ararlar imiş. Bundan başka birçok +ağaç yetiştirtmiş. Afrika’nın bütün Senusilik olan mahallerinde +eşcar-ı müsmire vücuda gelmiştir. Bu zat-ı muhterem +dermiş ki: “Siz ey müslümanlar dünyada bir şecere dikerseniz +bunun mukabilinde Cenab-ı Allah en dehşetli hesab +günlerinde sizin için yüz şecere ihsan edecek onların gölgesinde +mes’ud ve kamkar olacaksınız…” Ziraat için nebatat +Bizim Devlet-i Osmaniyye idaresindeki Arablar Afrika’nın +en zenginleridir. Buradaki Arabların en fakirinin on beş yirmi +devesi elli altmış koyunu var. İki yüz koyunu olan bile +Arablar nazarında fakir sınıfından ma’duddur. Zenginleri üç +yüz beş yüz deveye sekiz on bin koyuna maliktir. Bizim +memleketlerde sahraya çıkılırsa hayvanat hergeleleri görülür +bunlarda ise develer. Hatta Sellum’dan sonra Derne’ye +kadar ki on dört gün kadar tutuyor hep develerle doludur. +Mer’alarda boş yer bulunmuyor. Halbuki biz Afrika’yı en +fakīr bir yer zannederiz. Hala biz onlara müslüman olduğumuzu +bildirememişiz. Hatta bugün Arab mücahidler ordugahında +bize karşı alenen söylüyorlar: “Biz sizin müslüman +olduğunuzu Müslümanlığı müdafaa için canlarınızı feda +edecek kadar müslüman olduğunuzu bilseydik çoktan sizinle +birleşir Afrika’da pek büyük işler görürdük. Şimdi bugün +belayı def’ edelim sonra inşaallah biz kendi hesabımızı kardeş +gibi görürüz…” +Senusi hazretleri bunları pek çok terbiye etmiş. Filhakīka +bazı cahilane kusurları varsa da pek yüksek terbiye olunmuş +bir millettir. +Bugün kabail kavgaları mevcud iken kan da’vaları var +rerek kucaklaşmışlar meydan-ı cihada şitab etmişlerdir. Bu +mes’ele zail oluncaya kadar bütün Afrika ittihad ve asayiş-i +tam içinde kalacaktır. +Bugün Osmanlı-İslam Afrika’nın her hangi noktasına +Dünyada bundan büyük medeniyet olur mu? Bugün medeniyet +yüzde biri yoktur. O medenilerin ! ne mahiyette olduğunu +anlamak için o müdhiş kuvve-i zabıtayı beş dakīka çekiniz +yapılacak vahşetleri görürsünüz. Fakat bugün İslam Afrika’da +emniyeti te’sis eden sırf fazilet-i ahlakiyyedir. Avrupalıların +kanun-ı asayişi kurşun gülle bizim kanunumuz ise +ahlak imandır. İşte Müslümanlığın ulviyetine müslümanların +necabet-i ahlakiyyesine bundan büyük delil delil-i maddi +olamaz. Bu muharebe alem-i İslam ile Avrupa arasındaki +farkı anlamak için büyük bir vesiledir. O kaçmamak için +topa bağlanır bu bütün ailesiyle birlikte cihada koşar. O +meydan-ı harbde canını cananını düşünür bu ise dini vatanı +düşmanı meydan-ı mübarezeye da’vet eder… Bunu bütün +cihan bütün cihan-ı insaniyet görsün. Din ve millet yolunda +bu kadar ittihad bu kadar fedakarlık ancak müslümanlarda +olabilir. İşte bu muvaffakiyetler hep bu sayede husule +gelmektedir. Bir milletin düstur-ı esasisi i’tisam bi-hablillah +olursa onun karşısına dağlar duramaz. Peygamber’in en +büyük siyaseti burada tecelli etmiştir. Arablar bunu pekala +bilirler. Lakin maatteessüf ki koca alem-i İslam içinde yalnız +bir Darülhilafe kalmış ki bu hakīkati nazar-ı dikkate almıyor. +Onlar o Arab mücahidleri ne büyük adamlar imiş ki dini +vatanı tehlikede görünce her şeyi unutmuşlar sarsılmaz +ahenin bir kale halinde düşman karşısında bütün azamet ve +mehabetiyle şanlı Hilal’i dikmişler. Kendi şeref ve namuslarını +muhafaza ettikten başka üç yüz milyon müslümanın +da kadr u şerefini i’la etmişler. Hakīkī Müslümanlık budur. +olacaktır. Çünkü muharebe nihayetinde Enver Paşa hakem +olarak bütün kabail arasındaki kan da’valarını halledecek. +Bu muharebe alem-i İslam’ın intibahı için büyük bir vesile +oldu. İnşaallah bundan sonra gözlerimizi açarak şeref ve +mecd-i kadimimizi ihraz ederiz. +Bizim elhamdü lillah daima iftihar etmekte olduğumuz +bir şey varsa Müslümanlık’tır. Müslümanların +bugünkü haliyle iftihar etmeyen adamlara müslüman nazarıyla +bakamam. Müslümanlar filhakīka pek müşkil bir mevki’dedirler. +Fakat Cenab-ı Allah’ın fazl ü inayetiyle mes’elenin +evveli ne kadar ağır ise neticesi o kadar parlak olacaktır. +Evet ibtidası ne kadar muzlim ise nihayeti dünyada hiç +vücudu akla gelmeyen parlaklıklar gösterecektir. Ben bunu +yerinde gördükten muvazene muhakeme ettikten sonra +söylüyorum. Bunu müslüman kardeşlerime tebşir etmeyi +kendim için farz derecesinde i’tikad ederim. +Bugün düşman tarafından ne kadar hülyalar kurulursa +kurulsun yine düşmanın kendi sözüyle kendi fiiliyle +bu da’vamı isbat edebilirim. En büyük kumandan Kanva +değil mi? Roma’ya gitti ve kendi hükumetine dedi ki: “Biz +Trablus’ta hiçbir şey beceremeyeceğiz başka bir çaresine +bakınız!” Aciz olmasaydı gidip böyle söyler miydi? Aczleri +kendi indlerinde bile sabittir. Bunların daha zelilane acziyetini +cereyan-ı ahval tamamiyle gösterecektir. Bugüne kadar +nerelerde muharebeye tutuşmuşlarsa mağlub ve makhur olmuşlardır. +Muharebe başlayalı beş ayı geçti. Bu beş ay zarfında +en aşağı elli defa müsademe oldu. Birinde olsun muvaffakiyet +gösteremediler. Alat-ı harbiyye onlarda mükemmel +bizde nakıs olmakla beraber. Maamafih şimdi onların +sayesinde her şeyimiz tamam oldu. Yalnız Derne muharebesinde +onlardan otuz beş bin fişengiyle beraber sekiz yüz +mavzer kundağı götürülmüş iki top aldık. Sair yerlerde de +bütün asakirin mücahidlerin elbisesi İtalyanlardan iğtinam +olunmuş elbiselerdir. İşte bu bir pelerin göstererek İtalyanlardan +tan ayağa kadar bunlarla giyinmiştir. Yine göstererek işte +bu da kasaturası işte bu da su matarası bu ise çantaları +bir kapan göstererek buna da dikkat ediniz; eğer Avrupa +medeniyetini anlamak isterseniz yeri kazıp bunu gömüyorlar. +Arabları tavşan zannederler. Sanki Arablar gelecek de +bunun üzerine basacak ayağı tutulacak esir olacak. Bundan +daha ziyade mantıksızlık olamaz. Medeniyet getirmek +vahşiler İşte bu da bir kazığın ucuna bağlanmış bir tel göstererek +bu da yirminci asrın medeniyeti. İnsan avlıyorlar. +Arab buna basacak ayağı kösteklenecek düşecek o da istihkam +arkasından çıkıp gelerek Arab’ı tutacak esir edecek. +Çok budala kavimler gördüm ama bu derece ahmak +şaşkın millet görmedim. Ne ise biz buna da medeniyet namı +vereceğiz. +Ben bunları umumun istifadesi maksadıyla getirdim. +kanaat getirdiniz ya. Bu mavzerle onların tayyarelerine attım. +Tabii tayyareye kurşun yetişemez. Fakat şarapnellerine +daha bilmem nelerine Arablar fitilli çakmaklı tüfeklerle gider +ve herifleri mahv ve perişan ederlerse benim tayyareye +mavzer atışım pek istiğrab olunamaz. Alkışlar +Fil-hakīka bunlar zahiri bakışta pek tuhaf hallerdir. Nasıl +olabilir diye insan hayrete düşer pek çok şeyler var ki insan +gözü ile görmeyince inanamaz. Ben daha çok şeyler getiribilirdim. +Fakat fazla gördüm. İnşaallah muharebeden sonra +askeri müzehanemizi İtalya eslihasıyla dolduracağız. +Bizim Osmanlı tarihinin en parlak sahifelerini Trablus +Muharebesi teşkil edeceği gibi en yüksek mevki’leri de Enverler +Fethiler Edhem paşalar tutacaklardır. Hem yalnız bizim +nazarımızda değil bütün Avrupa’nın nazarında bu böyledir. +Bu hakīkat fiilen sabittir. Bunların yaptıkları fedakarlık +hizmet ta’rif olunamaz. Bu kadar nevakısı olan bir ordu ile +bu derecelerde büyüklükler göstermek her yiğitin karı değildir. +Bu da min indi’llah bir mazhariyet. Bir muharebede +Enver Paşa’nın yanında bulundum. Etrafına beş yüzden +ziyade gülle geldiğine inda’llah şehadet ederim. Daha nice +yüzlerce gülleler mücahidlere geldi. Şükrü Bey namında bir +topçumuz var o söyledi o gün düşmanın attığı güllelerin +adedi iki bini mütecaviz imiş. Biz ise seksen gülle attık. Fakat +netice ne oldu bilir misiniz? Onların iki bin güllesinden bizim +taraftan yalnız bir ester telef oldu. Bir de bir mücahidin +yüzü biraz berelendi. Ha biraz da Ömer Naci’nin pantolonu +çizildi. O gün şark kolumuzda çok zayiat verdik. Ne kadar +bilir misiniz? Tamam on yedi şehid. Bundan bütün ordu +matem içinde idi. Sonra tahkīk ettik ki düşmanın telefatı +beş yüzü mütecaviz imiş. O bizim tarafta telef olan ester de +düşmandan iğtinam olunmuş. Ama öyle ester diye tahkīr +olunamaz. Hayvancağız namus ve haysiyet bilirmiş. Orada +kalmayı haysiyetine sığdıramadı bizim karargaha geldi. Yarım +saat sonra teslim-i ruh etti. +O on yedi şehidimiz de şark kolunun ateş içine girmesinden +neş’et etti. Yoksa o kadar da zayiatımız olmayacaktı. +an’anatıyla izah edeceğim. Söyleyeceklerim pek çok. Her +birine de mukaddime yapmak istiyorum. Çünkü mukaddimeleri +beyan etmezsem nakıs kalacak. Zira bu gibi vekayi’ +tarihlerde görülemez. Tarih böyle harikaları kabul edemez. +lır. Fakat ben kendi gözümle gördüm. Söylediklerim hep +müşahedatım üzerinedir. Ve sözlerim de hiçbir garaza müstenid +değildir. Ben el-hamdü lillah oraya kadar kimsenin +teşvikiyle ve yardımıyla gitmedim kendi hesabıma gittim +geldim. Daha bazı gidenler var kimisi hükumet tarafından +kimisi İttihad tarafından gönderilmiş. Mücahidinin kaffesi +gönüllüdür. Hatta binbaşı bir zabit var tezkiresinde kitapçı +esnafından yazılı. Diğer biri de kendisini komisyoncu +göstermiş. Bazısı seyyah bazısı da tüccar kayd olunmuş. +Bu suretle oradaki mücahidinin hemen hepsi gönüllüdür. +Maksadları cihad fi sebili’llahdır. Dini vatanı düşmana karşı +müdafaadır. Sonra buraya karşı ihtiyacları da o kadar yoktur. +Çünkü buradan imdad gönderilmesi pek müşkil ona +göre tertibatlarını yapmışlar. Vakıa büsbütün gönderilmez +değil her şey gönderilmekte fakat orası buraya güvenemez. +Zira her dakīka inkıta’ melhuzdur. Gerek Fransızlar gerek +Bunun için mücahidin-i kiram umumiyetle ona göre tertibatta +bulunmuşlardır. Bu sebeble Enver Paşa’ya da salahiyet-i +vasia verilmiştir. Oradaki efkar-ı umumiyye İtalyanları +bir daha oralara ayak bastırmamak şartıyla her taraftan def’ +etmektir. Enver Paşa’dan tut en adi bir Arab çocuğuna kadar +bütün Afrika müslümanları bu fikirdedir. En küçükleri +de bilerek hissederek bu fikre iştirak etmişlerdir. Kadınlara +varıncaya kadar herkesin arzusu gayesi budur. +Hatta yedi yaşında bir çocuğa buradan giden Tunuslu +Şeyh Salih Efendi’nin yanında rast geldim. Çocuk bizden +soruyordu: +– Efendim Padişahımız topla silah gönderecekti ne vakit +gelecek? O gün de Hilal-i Ahmer Cem’iyeti gelmişti. +– İşte erzak geldi dedik. +Buna karşı yedi yaşındaki çocuğun şu sözüne dikkat +ediniz? Dedi ki: – er-Rızku ala’llah… Padişah babamız bize +toplar göndersin rızık Allah’tan gelir… +Bütün Arablar bize padişah tarafından gelmiş nazarıyla +bakarlar. diyorlar. +O kadar hürmet ve ta’zim ediyorlar ki nazarlarında en muazzez +adamlar biz Türkleriz. Onlar daima bizim bütün nevakısımızı +altından iki kurşun yemiş. Bir müddet hastahanede kaldıktan +sonra çıkıp Kanunievvel muharebesine iştirak ederek +sol ayağından vurulmuş. Yine ayağını sardırarak topal topal +diğer bir muharebede ilk saff-ı harbe iştirak etti. İşte bu Arab +“ben Hilafet-i muazzamanın namus ve şerefini muhafaza +evlad ü ıyalleriyle fi sebili’llah mücahede ediyorlar. Doğrusu +be malik olduktan sonra düşman hiçbir zaman bize galebe +çalamaz. Buna bütün kalbinizle emin olmalısınız. Muhterem +kardeşlerim! İnşaallah an-karib düşman-ı zelil külliyen +makhur olacaktır. Bilhassa Derne Tobruk’ta iki aya varmaz +denize döküldükleri haberini alacaksınız. Orası sukūt edince +Bingazi de tabiatıyla sukūt eder. Bu zamanlar takarrub etti. +Yakında inşaallah bu muzafferiyetleri göreceğiz. Elverir ki bu +bu kadarla iktifa edelim. Diğer konferanslarımda müslüman +kardeşlerime daha birçok hakīkatler arz ederim. +Mektubun aslı Arapça olup aynen tercüme edilmiştir: +Ya Hazrete’l-üstaz ben zatınıza Japonlar ile münasebatımız +an-karib fiilen başlayacağını Zilka’de tarihiyle +yazdığım mektupta iş’ar etmiştim. Şimdi size tebşir ederim. +Tavsiye etmiş olduğunuz Japonlar bu kere Sempas’a geldiler. +Bendehanede misafir oldular bendeniz tavassut ettim +Hollanda müstemlekatından bin hektar arazi mübayaasına +muvaffak oldular. Tesadüfen gayet ucuz olmağla beraber +sahile dahi yakın olduğu cihetle matluba da muvafık oldu. +Her ne kadar az ise de bir de İngiliz müstemlekatından bir +yer gördüler ümid ederim ki bu da ehven bir fiatla mübayaa +olunabilir esasen sizin matlubunuz olan münasebet fiilen +başladı demektir. +Saniyen Şevval tarihli mektubunuzu dahi aldım. Efkar-ı +umumiyye bugün bila-istisna hep Trablusgarb mes’elesiyle +meşgūldür. Herkes tamamen kanaat etmiştir ki bu +mes’ele alem-i İslam için hayat memat mes’elesidir. Bugünden +ve malen Osmanlı mücahidin-i İslam kardeşlerimize iştirak +etmişlerdir. Bütün camilerde dualar olunmakta ve ianeler +toplanmaktadır. Herkes Osmanlı kardeşlerimizin şecaat ve +hamasetlerinden emin olarak her gün her saat muzafferiyet +havadisine muntazır olmaktadır. +Şunu dahi arz edeyim: Bizim Cava müslümanları umumiyetle +Makarr-ı Hilafet’e kalben merbut olduklarından ma­ +ada bizzat Hazret-i Halifetü’l-A’zam Mehmed Han-ı Hamis +hazretlerine ayrıca hiss-i i’tikadları vardır. İtalyanların harb +Kelam-ı Kadim üzerinde halife ismi ile tefe’ül etmişler. +Ayet-i kerimesi açılmış bu +da bizim Cava müslümanlarında bir i’tikad olmuştur. +Singapur’a da mektuplarınızın geldiğini ve orada dahi +yazmıştı. Ümid ederiz ki muharebe umum ehl-i İslam +ye iştirak etmenizi bizim Borneo ahalisi pek hoş görmediler +zira kalem ile mücahedenizi daha enfa’ ve daha muvafık görüyorlar. +Arazi mes’elesine aid tafsilatı an-karib yazarım. +Japonya’ya talebe göndermek ciheti birkaç defalar +müzakere olunduysa da şimdilik bir muvaffakiyet görülmedi. +Bi-iznillah o hususta da bezl-i cehd etmek fikrindeyim. +Japon eşrafından birinin ihtidası bu arada İngiliz gazetelerinde +görülmüş ve gayet büyük te’sir hasıl etmiştir. Demek +olur ki mahdumlarınızın semere-i faaliyeti dahi görülmeye +başlamıştır. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin. +Sempas +– Birçok seneler Mısır matbuatıyla +üm­ +met-i İslamiyyenin intibah ve tealisine dair neşriyat ve +mücahedede bulunan fazıl-ı şehir Abdülaziz Caviş hazretleri +tarafından Darülhilafe’de Müslümanlığın ve Osmanlılığın +menafiini müdafaa maksadıyla siyasi iktisadi edebi Türkçe +Arapça yevmi bir gazete neşrine başlanmıştır. Refik-ı +muhteremimizin devamını temenni eder ve bütün kari’lerimize +tavsiye ederiz. Abonesi Memalik-i Osmaniye’de +memalik-i ecnebiyede kuruştur. +Hazret-i Üstaz el-Hilal ’i neşr etmekteki maksad-ı mübecceli +şu cümlelerle neticelendiriyor: +“… Biz de tevfik ve ıslah yolunda çalışan mücahidin +saflarına iltihak ile bu cerideyi neşre karar verdik. Bu kararı +verirken Cenab-ı Hak’dan kendisinin nafi’ hakīkatler +müfid mev’izalar ihtiva eden bir sirac-i hakīkat olmasını rica +ve niyaz ettik. Bizim Mısır’dan buraya hicretimiz emirden +korkarak firar etmek veya burada bir mansıba nail olmak +ümidiyle değildir. Biz adaleti ikame hürriyete hürmet hakkı +te’yid eden bir kavmin arasına girdik ve girmekle hayatımızı +onların hak olmakta devam ettikçe her türlü emellerine var +kuvvetimizle teşrik etmeyi vicdanımızla ahd ettik. +Evet insan vatanını kolay kolay terk etmez. Edemez. Ve +etmemelidir. Fakat hicret-i Nebeviyyeyi icab eden sebebleri +nazar-ı mütalaaya alırsak keyfiyet kısmen vuzuh kesb eder. +Biz de zulümat-ı şirkten kurtulup nur-ı hürriyyetin lem’a-paş +olduğu bir yere ayak basıyoruz. Son zamanlara kadar Avrupa’da +alnının teriyle çalışıp da bugün vatanın yüzü güldükçe +sevincinden ağlayan fedakar evladları görülmemiş +şeylerden değildir. +Bugünden i’tibaren Mısır’ı Dersaadet’e rabt ettim. Vatan-ı +sağīri terk ediyorum. Fakat alem-i İslam’ın kalbinde +bulunuyorum. Eğer ona hayat isale edebilirsek Mısır kendi +kendine canlanır ve onun saadetiyle bahtiyar onun felaketiyle +giryedar olur… +mübarek bir isim ceridesini çıkarıyoruz. İnşaallah pek az bir +zaman sonra “bedr-i kamil” haline gelecektir. Tabii isminden +anlaşıldığı vechile Osmanlı ve İslam menafiini müdafaa +edecektir.” +* * * +– Nazura +muharebesi hakkında Harbiye Nezareti’ne varid olan +ma’lumat-ı resmiyyedir: Şubat’ın yirmi yedinci günü sabahı +düşmanın üç tabur piyade ve iki cebel bataryasıyla Nazura +kurbüne ilerlemesi üzerine asakir-i Osmaniyye kabail ile +birlikte hücum ederek üç saat devam eden müsademede +düşman istihkamata kadar püskürtülmüş ve arkadan gelen +kuvvetle takviye edilmiş düşman yeniden taarruz ve garb +tarafındaki kuvvetimizin şarktaki kuvvetimize ilhakına mani’ +olmak üzere iki tabur düşman piyade başkaca istihkamattan +çıkarak tecavüz etmiş ise de mücahidinin muhacemat-ı +diliraneleriyle düşman her taraftan tekrar püskürtülmüş ve +müsademe gece saat ikiye kadar devam ederek esna-yı +müsademede düşmanın gemileriyle top ve mitralyözlerinden +ateş yağdırmasına rağmen gemilere ric’ate mecbur olmuştur. +Düşmandan iki bini mütecaviz telefat ve o nisbette yaralı +ve mücahidinden ise on altı şehid ve altmış beş mecruh ve +askerden bir şehid ve iki mecruh vardır. Külliyetli esliha ve +cephane iğtinam edilmiş ve mücahidine su ve cephane yetiştirmek +üzere saff-ı harbde ilerleyen urban kadınlarından +biri de yaralanmıştır. +– Rusya’nın Dersaadet’teki sefirinin +geri çağırılması Şark-ı Karib’de atiyen Rusya politikasının +sadeleşeceğini gösteriyor. Rusya şarktaki tarz-ı siyasetini +daha vazıh ve muayyen bir hale ifrağ etmeyi arzu ediyor. +Çarikof devlet-i metbuası nezdinde şahsi bir emniyet ihraz +etmiş ve bu ana kadar ta’kīb eylediği tarz-ı siyaseti de beğendirmişti. +Her ne kadar Mösyö Çarikof Rusya’nın en birinci +rical-i siyasiyyesinden ma’dud değil ise de muma-ileyhin +her halde pek ciddi ve faal olduğu gayr-ı kabil-i inkardır. +Çarikof’un esbab-ı azlinden sarf-ı nazar edilirse her halde +Rusya Devleti’nin Şark-ı Karib hakkında beslemekte olduğu +amalin maziden ziyade kesb-i vuzuh etmesini arzu eylediğine +hükm etmek lazım gelir. Aynı zamanda Rusya’nın Türkiye’ye +karşı olan vaz’iyet-i siyasiyyesi de açık bir tarza ifrağ +olunacağı me’muldür. +Sefir-i muma-ileyhin İstanbul Sefareti’nden nagehani surette +telakkī ediliyor. Çarikof’un şark hakkında beslediği niyyat-ı +siyasiyyeden Rusya Hariciye nazırıyla başvekili memnun +değildirler. Muma-ileyhin sebat ve i’tidal tarafdarı olduğu ve +ta’kīb ettiği meslekte bir mülayemet ve hüsn-i niyyet aradığı +tecrübeten meydan-ı vuzuha çıkmıştır. Onun bu sırada +azl edilmesi Rusya’nın İran’daki vaz’iyetinden naşidir. İran +üzerine kendi zu’munca bir hakk-ı vesayeti bulunan Rusya +Devlet-i Aliyye ile İran hükumeti beyninde münazaun-fih +olan “nevahi-i şarkiyye” arazi mes’elesinin halli hususunda +daha ziyade işgüzar bir sefire malik olmayı arzu etmiş ve +yerine Bükreş Sefiri Mösyö Jeyeres’in ta’yinini nefsü’l-emre +muvafık bulmuştur. Yeni sefir evvelce Tahran Sefareti’nde +senelerce bulunmuş ve İran ahval-i siyasiyye ve iktisadiyyesi +hakkında oldukça ma’lumat-ı vesi’aya vakıfdır. İran Tahdid-i +Hudud Komisyonu germi ile mes’ele-i münaza’un-fihanın +halliyle iştigal ederken Çarikof’un kaldırılması keyfiyeti pek +ma’nidar görünüyor. Rusya’nın aksa-yı emeli İran hudud +mes’elesini keyfe ma yeşa İran’ın lehinde halletmek ve emakin-i +mezkureyi ba’dema kendi mıntıka-i nüfuzuna rabt ve +çok Boğazlar Mes’elesi’yle Osmanlı-İtalya beyninde ihzar +ve istihsal olunacak sulh mes’elesine de şümul ve ta’alluku +vardır. Çarikof’un Türk tarafdar ve muhibbi olduğuna +dair Rusya Hariciye Nezaretince kanaat hasıl olmuştur. Beheme-hal +muma-ileyhin azliyle yerine ta’yin olunan zatın +esbab ve mü’essiratına dikkatle bakılmak icab eder. +– Girit Hey’et-i İcraiyyesi +Reisi Mösyö Mihalyakis yeniden bir takım roller oynamaya +başlamıştır. Bu adam Times ’a bir mektup yazıp Giritlilerin +an’anatından bahisle yek-vücud olarak Yunanistan’a iltihak +etmek arzusunda bulunduklarını hülya-perestane bir eda ile +bildirmiştir. Aynı zamanda Giritliler tarafından Yunan Meclis-i +Millisi’ne a’za intihabıyle i’zamını dermiyan eylemiştir. +Hanya’da cinayat-ı siyasiyye ika’ edilmeye başlamış ve Halil +Piperaki namındaki bir müslüman bila-sebeb ada hırıstiyanları +tarafından cerh edilmiştir. Mecruh hastahaneye nakl +edildiği esnada eser-i cerhten müte’essiren vefat eylemiştir. +Girit hükumet-i icraiyyesi tarafından beş yüz redif efradı +silah altına alınmaya başlanmıştır. Fakat Gi­ +rit’te elbise-i askeriyye +bulunmadığından elbise-i mezkure Atina’dan celb +olunmuştur. Şehr-i halin yirmi ikisinde Hanya’dan Avusturya +vapuruyla elli kadar aile-i İslamiyye memalik-i Osmaniyyenin +nukat-ı muhtelife-i Asyaiyyesine göçmüşlerdir. Muhaceretin +yegane sebebi Girit’teki müslümanların ırz can ve +malları şimdi değil on dört seneden beri büyük tehlikeye +ma’ruz bulunmasından naşidir. Bunu bugün cihan bildiği +halde mutazarrırlar İslam bulunduklarından seslenemiyorlar. +– İngiltere Sefiri Sir Lavter cenabları +evvelki gün Daire-i Hariciye’de Nazır Asım Bey ile mülakatında +Girit’de ika’ edilen harekat-ı cinayetkaraneden dolayı +hükumet-i metbu’asının Girit’e asker ihrac edeceğini beyan +etmiş ve Asım Bey ile bu babda uzun müddet te’ati-i efkar +eylemiştir. +– İskenderiye’nin +el-Hamra tiyatrosunda Osmanlı Hilal-i Ahmer Cem’iyeti +menfaatine Hidiv hazretlerinin himayesi tahtında mükellef +ve mükemmel bir tiyatro verilmiş ve umum nüzzar ve +a’yan-ı memleket tarafından iştirak olunmuştur. Mezkur tiyatronun +bir levhasını işgal eden Mısır reis-i nüzzarı tarafından +yüz lira verildiği gibi mezkur levhaların diğer birisi +leyle-i mezkurede isticar eden Babiye ve Bahaiye reisi İranlı +Abbas Efendi hazretleri tarafından da kırk lira verilmek +suretiyle ibraz-ı hamiyyet olunmuştur. Leyle-i mezkurede +umum Mısır Hilal-i Ahmer Hey’eti Reisi ve el-Müeyyed gazetesi +müdir-i siyasisi Şeyh Ali Yusuf tarafından mufassal bir +nutuk irad olunarak Hilal-i Ahmer Cem’iyatının hidemat-ı +vakıasından bahsederek huzzarın medid alkışlarına mazhar +olmuştur. Mezkur tiyatro hasılat-ı safiyesi dört bin İngiliz lirası +tahmin olunmaktadır. +– Tan gazetesine iş’ar +olunduğuna göre Tunus’da tramvaylara karşı boykotaj i’lanı +zımnında tertibat icra etmiş olan yerli komite a’zasından birkaçı +Tunus hükumeti tarafından tevkīf edilmiştir. Bunlardan +üçü Marsilya’ya i’zam edilmiş olup oradan Fransa hududu +haricine ihrac olunacaklardır. Diğer ikisi Tunus’un cihet-i +cenubiyesinde haps edilmeleri takarrur etmiş ve diğer biri +de Bardu’da tevkīf edilmiştir. +Fransa’nın Tunus’daki me’mur-ı mahsusu Mösyö Alaptit +boykotajın siyasi bir mahiyeti haiz olduğunu ve bazı Panislamizm +tarafdaranının bundan istifade etmekte bulunduklarını +görmesi üzerine tedabir-i vakıayı ittihaza mecbur kalmış +batından çoğunu is’af eylediği ve tramvaylarda müstahdem +ecnebi me’murların mikdarını tenkīsa muvafakat ettiği ve +neticede i’tilaf teessüs etmek üzere bulunduğu halde ahali-i +– Bu hafta zarfında tereşşuh eden ha­ +vadise nazaran mühim mikdarda Rus asakiri Tiflis’ten Urumiye +Gölü mıntıkasına azimet eylemiştir. Kuvve-i mezkure +Osmanlı harekat-ı askeriyyesine mümanaatta bulunacaktır. +– Müşarun-ileyhin biraderi olup öteden +beri maiyyetindeki Kürdlerle Kirmanşah’ı işgal ve +muhasara altına almış olan Salarüddevle kasabayı yağma +edip valinin iki bacağını kestikten sonra zavallıyı diri olarak +ateşte yaktırmıştır. Aynı zamanda Kirmanşah’taki İngiliz +bankasını soyup binasını da top güllesiyle yıkmış ve İran +mücahidlerini de tarafdarana i’dam ettirmiştir. +– İngiltere hükumeti civar kabailin +taarruzatına mani’ olmak üzere İran Körfezi’nde bulunan +Bender-i Lenge şehrine Hindistan asakirinden yüz elli +kişilik bir kuvvet ihrac eylemiştir. Rusya ise Kafkasya’daki +ordusunu her bir ihtimale karşı seferber haline vaz’ etmiştir. +Rusya’nın bu hazırlığı İran umuruyla sıkı münasebeti vardır. +Kendi metalibiyle İran’da iddia eylediği mıntıka-i nüfuzunu +resmen İran hükumetine kabul ve tasdik ettirmek için böyle +bir teşebbüste bulunmayı Rusya muvafık görüyor. +– İngiltere kralı Hindistan’da +giran-baha taşların kıymeti altmış bin İngiliz lirası tahmin +olunmuştur. Mezkur tacın i’maline sarf olunan mebaliğin +Hindistan emvalinden tesviyesi Hind hükumetince takarrur +etmiştir. +– Hindistan’ın yeni +makarr-ı hükumeti olmak üzere İngiltere kralı tarafından +Hindistan’daki seyahati esnasında i’lan olunan Delhi şehrinin +tezyinatına nezaret etmek için Londra Şehremaneti Reisi +Mühendis Mister Sebonton ta’yin edilmiştir. +– İngiltere kralının Hindistan’a +vukū’ bulan ziyaretine bir hatıra-i mahsusa olmak üzere +Bombay Limanı’nı teşkil eden Apolobender mevkiinde kıymetli +bir abidenin rekzi Hind hükumetince takarrur etmiştir. +Mezkur teşebbüsün kuvveden fiile çıkarılmasına medar +olmak üzere Hind ağniyası tarafından nakdi muavenetler +el-yevm Hindistan’ın en birinci erbab-ı servetinden ma’dud +bulunan Musevi Sir Yakob Sason tarafından mezkur abideye +sarf olunmak üzere yirmi bin İngiliz lirası verilmiştir. +– Hindistan’ın Amritsar şehrinde münteşir Vekil gazetesinde +okuduğuna göre Rampur hükumet-i müstakillesi hakimi +tarafından sadır olan bir emr-i resmi mucebince mezkur +eyalet dahilinde bulunan bilumum ahali-i İslamiyenin Trablusgarb +ve Bingazi mücahidlerine ianat-ı nakdiyyede bulun­ +maları lüzumu i’lan olunmuştur. İane Derci Komisyonu riyasetine +hükumet-i mezkurenin veliahdı ta’yin olunmuştur. +– Lahor’da intişar eden Vatan gazetesinin neşriyatına +nazaran Rangon ahali-i İslamiyyesi tarafından Trablusgarb +ruhin-i Osmaniyyenin emr-i tedavileri için bir Hilal-i Ahmer +hey’etinin i’zamı kararlaşmış ve bu husus için icab eden +olunmuştur. +TEFSIR-I ŞERIF + +---- +. . . +---- + + +---- +. . . . +---- + + +---- +. . +---- + +Tercümesi +“Yanına a’ma geldi diye yüzünü hem ekşitti hem çevirdi. +Nereden biliyorsun? O belki salah bulacak; yahud senden +verecek. Kimin güvendiği var da ağır davranıyorsa yüzünü +ona dönüyorsun; halbuki onun salah bulmasında sence bir +şey yok. Diğer taraftan kimin kalbinde Allah korkusu var da +sana koşa koşa geliyorsa ona aldırmıyorsun.” +* * * +Bu sure Hazret-i Hadice radıyallahu anha validemizin +yeğeni İbni Ümmi Mektum hakkında nazil oldu. İbni Ümmi +Mektum’un ismi kavl-i meşhura göre Amr bin Kays’dır; Üm­ +mi Mektum ise validesinin lakabıdır. +Amr bin Kays a’ma idi. Bazıları anadan öyle doğdu di­ +yorlar; bazıları da sonradan olduğunu rivayet ediyorlar. +Kendisi Muhacirin-i Evvelin’dendir. +Aleyhissalatü vesselam Efendimiz henüz Mekke’de idi. +Bir gün Kureyş’in Utbe Şeybe Ebu Cehil Abbas Ümeyye +Velid gibi ileri gelenleri huzur-ı Peygamberide bulunuyor; o +da bunları imana getirmek için uğraşıp duruyordu. Çünkü +bunlarla beraber bir çok kişi daha müslüman olur ümidini +besliyordu. İşte Amr bin Kays Hazret-i Peygamber’in tam +bunlarla meşgūl olduğu bir sırada gelerek Efendimiz’in sözünü +kesmiş; +“Ya Resulallah Allah’ın sana öğrettiği şeylerden bana da +öğret” demiş; hatta karşısındakinin meşgūliyetinden haberi +olmadığı için bu sözü bir kaç kere söylemiş idi. +Öyle bir zamanda sözünün kesilmesi aleyhissalatü vesselam +Efendimiz’in hoşuna gitmediğinden mübarek yüzünde +tabii olarak infial eseri görüldü; bundan başka Amr +bin Kays’a arkasını da çevirdi. Ayetlerin sebeb-i nüzulü bu +vak’adır. +Cenab-ı Hak Nebiyy-i Muhteremine itab suretinde ihtar +ediyor ki: +Bu zavallı a’manın kudretsizliği yoksulluğu sebebiyle sözünü +dinlememek kendisinden yüz çevirmek doğru değildir. +Evet kendisi fakīr gözü alil lakin kalbi zengin içi uyanık... +Senden işiteceği hikmeti can kulağıyla dinleyerek zabt edecek; +o sayede cismini bütün menahiden sakınacak; ruhunu +her türlü mülevves hatıralardan temiz tutacak. Yahud o hikmeti +hatırlamak müstakbelde de maasiden azade kalmasını +te’min eylemek suretiyle biçarenin işine yarayacak. +Beriki servet kudret sahiplerine gelince: Bunların çoğunda +o uyanık o hak tanır kalb yok. Başkalarının İslamına sebep +olacaklar diye yani sırf mevki’leri hatırı için kendilerine +doğru dönmek layık olamaz. +de hak kendini gösterince ona karşı inad etmeyerek inkıyad +etmesiyledir. +Yoksa para mal haseb neseb kabile aşiret hadem +haşem tac taht gibi esbab-ı azamet bugün var yarın yok +bir takım ariyet şeylerdir. +Görülüyor ki bu ayat-ı kerime ile Cenab-ı Hak ümmete +edeb öğretiyor insanlık öğretiyor. Hem öyle bir surette ki: +Eğer biz o adaba sarılmış olsaydık bugün milletlerin en +büyüğü olurduk. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Fıkıh ve İbadat-ı İslamiyye Tarihinden: +Hac ve Ka’be +− +Hac Ka’be… İki tarihi kelime. İki kelime ki guya lafız +a’mak-ı mechulesi içinde karışıp giderler. Öyle ki tarih bunların +mebadilerini ta’yin hususunda mütezebzib bulunuyor. +Hurafata esatire müracaat edecek kadar izhar-ı acz ediyor. +Zulmet-i maziye doğru uzanıp giden iki silsile-i mütevazine-i +tarihiyyenin hangisi daha uzun hangisi daha sürekli +olduğu hakkında aksini muhtemil olmayan bir söz söylemek +gayet güçtür. Ka’be-i Mu’azzama’nın pek eski o kadar ki +alemin eskiliğine müsavi belki müsavi değil de kırk sene +kadar daha ömürlü olduğuna dair söylenen sözler de kailleri +tarafından inanılarak söylenmiştir. Her halde Ka’be’nin bu +derece kıdemine kail olanlar şübhesiz velev bazı erkanıyla +olsun haccı da oralara kadar çekiyorlar. Fakat bu babda +varid olan asar ziyadesiyle karışık münekkidin-i rüvatca +şayan-ı i’timad değildir. İmam Ali hazretlerinden mervi +olan sözlerde dahi Ka’be’nin hilkat-i aleme kadar uzanan +bir mazisi olmadığı epeyce sarih bir surette anlaşılır. İşte +Hazret-i İmam’ın bu sözüne istinad ederekdir ki Arab ve +Beytü’l-haram tarihiyle iştigal eden Muhammed bin İshak +es-Seyyid Takiyyüddin ve emsali münekkid müverrihler +dahi Ka’be-i Mu’azzama’nın birinci defa olarak Halil aleyhisselam +eliyle bina edilmiş olduğuna kail oluyorlar. +Hatta İbni Kesir Tefsir’inde: +diyor. +Tarih bütün kuvvetiyle kitabelerden harabelerden +mezarlar taşlardan… istimdad ederek mazinin derinlikleri +lik maziye irca’-ı nazar ediyor da işte Ka’be’yi; haccı da öyle +uzak bir mazide teessüs etmiş buluyor. Bu nevi’ harekat-ı +fikriyyelerinin neticesi olarak halik ve ma’budlarını semavatta +arayan Keldaniler aylara yıldızlara taabbüd ederken +diğer tarafta Hazret-i İbrahim anlamış olduğu hak ve hakīkatin +telakkī etmiş olduğu evamir-i lahutiyyenin tazyik ve +te’siri altında kıvranıyor müteheyyic bulunuyordu. Cenab-ı +Rabbü’l-izzeti takdis ve temcid ederek oğlu Hazret-i İsmail’in +yardımıyla Mekke vadisinde Beytü’l-haram’ın esasını +kurmakla meşgūl oluyordu. Ecyad ve Ka’kiyah tepelerinde +Mekke ovalarında bulunan Arablar Hazret-i İbrahim’in +bütün mevcudiyet-i haşianesiyle tekbirler getirerek Ka’be-i +Şerife’yi bina etmekte bulunmasından ziyadesiyle mesrur +oluyorlardı. Hazret-i İbrahim’e oğlu İsmail aleyhime’s-selama +karşı olan muhabbet ve riayetleri artıyor onlara ihtiram +etmekte kusur etmiyorlardı. Hatta Hazret-i İbrahim’in kazanmış +olduğu şu i’tibar beyne’l-Arab al-i İbrahim’in batnen +ba’de batnin kesb-i imtiyaz ve şerafet etmelerine sebeb olmuştur. +Al-i İbrahim an-asl Arab olmadığı halde kavmiyetlerine +şiddetle merbut bulunan Arablar arasında asalet ve necabetle +yad olunuyorlardı. İşte şu i’tibar ve şerefin yardımıyladır +ki Hazret-i İbrahim ve İsmail aleyhime’s-selamın dinleri Hicaz +Arabları beyninde hayli intişar etmişti. Arablar beyninde +görülüp fakat putperestlik ile kabil-i tevfik bulunmayan uluhiyet +fikri bazı merasim-i diniyye nezafet ve taharete müteallik +bazı i’tiyadat savm ve bilhassa hac… Hep Hazret-i +Halil’den telakkī olunan asar-ı celile-i diniyye idi. +Fil-hakīka Arablar tarihin bilemediği zamanlarda başlayarak +Ka’be-i Müşerrefe’nin bulunduğu mevki’-i mübareki +ta’zim ve ihtiram eyliyor oraya giderek Allah’a karşı +dua kılıyor tazallum ve istirhamatta bulunuyorlardı. İşte +bazı kimseler beyne’l-Arab buk’a-i mübarekenin evvelleri +dahi mukaddes addolunmasını nazar-ı i’tibara almış olacak +ki Beyt-i Şerif’in devr-i Halil’den daha eski bir zamanlara +aid olup Hazret-i İbrahim tarafından müceddeden bina ile +dühur ihtimal ki Tufan-ı Nuh ile harab olarak beyne’n-nas +hatıra-i beytullah olmak üzere arsası mübarek addolunmaya +başlanmış olduğu zannediliyor. Buna göre Hazret-i Halil +bina-yı Ka’be’ye mübaşeret ile yeni bir iş değil belki Arabların +o eski hatıralarını uyandırmış öteden beri besledikleri +hissiyatı tehyic etmiş oluyor. +Fakat bu mütalaanın evvelce de arz olunduğu üzere +sağlam bir esas-ı tarihiye müstenid olmadığı meydandadır. +Arab-ı baidenin bina-yı Halil’den mukaddem dahi buk’a-i +mübarekeye ihtiram etmeleri ile orada vaktiyle bir bina-yı +mübareke mevcud bulunduğuna hükm edilemez. Olabilir ki +o eski Arablar oraya karşı başka türlü düşüncelerin başka +türlü fikirlerin neticesi olarak arz-ı ihtiram eylemişlerdir. +Zaten Arab-ı baide fetişi idiler. Kabilece yahud kabilece +değil de bir şahsın kendi fikrince bir dağda bir ovada bir +kayada hulasa nasıl ise bir şeyde bir garabet bulunduğunu +düşünmek o şeyin muhterem tutulması hatta ma’bud tanılması +Fil-hakīka o zamanlar Mekke vadisi yeşillikler ağaçlıklar +ki’de kırmızımsı kumlu bir tepecik mevcud idi. Güneşin +ezelden beri mütemadiyen akıtmakta bulunduğu ziya-yı +şedid ve hararet-i muhrikanın te’siriyle eser-i hayat bulunmayan +ulu taş dağları arasında dolaşan ve henüz kendilerini +ve alem-i hariciyi hakkıyla tanıyamayan Arabların fikr-i +karşı mütehayyir ve meclub kalabilirdi. Kalblerinde hasıl +olan şu tahayyür ve meclubiyet de onları kendilerince ta’zim +ve ihtiram addolunan ef’al ve harekatın izhar ve icrasına +sevk etmekte güçlük çekmezdi. Demek oluyor ki Arabların +o buk’a-i mübarekeye ta’zim ve ihtiram etmeleri orada bir +bina-yı mukaddesin bulunmasına tevakkuf etmiyor. Elverir +ki fetişi bir kavmin zihinlerini gıcıklayacak fikirlerini tehyic +edecek az çok garabet-amiz bir şey bulunsun. +Maamafih fikr-i beşerin bugün din-i mübin-i İslam’ın +ta’lim ettiği tevhid-i hakīkīye erişinceye kadar kendinden +maada her şeyin ma’bud tanılması devresinden başlayarak +tecrübelerin telahukuyla ezhana gelen güşayiş nisbetinde +belki bugüne nazaran şirk addolunabilecek yüzlerce safhalar +geçirmiş olduğu tahmin ediliyor. Bu tahminde bir şemme-i +hakīkat bulunursa Arabların o buk’a-i mübarekeye karşı +ettikleri ta’zim ve ihtiramlar Hazret-i Halil’in vahy-i ilahiye +müstenid olarak icra ve ta’lim ettiği tarz-ı hacca nazaran sil­ +silenin silsile-i terakkī ve tekamülün ilk halkaları olmak ihtimali +bulunduğunu zihinlere tebadür edebilir… +SEBILÜRREŞAD MECELLE-I İSLAMIYYESI’NE +Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesinin programı miyanında +fetavadan da bahs olunacağı söyleniyordu. Şübhe yoktur ki +Sebilürreşad için bu ciheti nazar-ı dikkatten dur tutmamak +pek muvafık idi. Çünkü millet-i İslamiyyenin bu bahse ne +kadar ihtiyacı olduğu vareste-i izahtır. Biz programı gördüğümüz +miyetle rica eyleriz. +Sual: +Kazamız bulunan Ödemiş’te vaktiyle otuz beş kadar +medrese yapılmış ve bir vakitler Ödemiş hakīkaten makarr-ı +ulema ıtlakına şayeste olmuştur. Bugün ise bu medreselerin +kısm-ı küllisi köhne viran bir halde bulunduğu için kabil-i +sükna değildir. Hatta yaz geldiği gibi bazılarına tütün +seriliyor diğer bazılarına da hayvanlar bağlanıyor. Bu hal-i +esef-iştimale bir nihayet verip bunların yerine mükemmel +bir medrese yapmak maksadına mebni olmalı ki Evkaf +Nezareti tarafından bu köhne medreselerin cümlesi ölçülüp +fiat takdir olundu. Binaenaleyh satılmak ihtimali vardır. Fakat +öteden beri bizde bir i’tikad var ki vakıf yeri ne satılır ve +ne de alınır. Vakıfları satın alanlar her cihetten zarar görür. +Şimdi sizden soruyoruz: Bu medreseler satılırsa almak caiz +mi değil mi? +Ödemiş +SEBILÜRREŞAD +Birinci nüshadaki programımızda beyan olunduğu vechile +mes’eleyi evvela enzar-ı ulemaya arz ediyoruz. Ümid +ederiz ki ulema-yı kiramımız cevabını taharri ve beyanda +gecikmezler. + +---- +FELSEFE +---- + +Vahdet-i Vücud +şu suretle hulasa edilebilir: İmtidad bu’d-ı mücerredin bir +cüz’-i mahdud ve muayyenidir. Fakat bu ta’rif kudemanın +hareketi; bir cismin bir mahalden mahall-i diğere intikalidir +diye ta’rif etmelerinin aynıdır İmtidad ve bu’d-ı mücerred +mes’eleleri felasife beyninde birçok münakaşatı mucib olmuştur. +cudiyetlerini idrakimizin neticesidir. Bu fikrin husulünü mucib +olan hisler de basıra ve lamise hisleridir. Fikr-i imtidad +saha-i idrakimize bu iki kapıdan girer. Zihnimizdeki imtidad +fikri daima fikr-i ecsam ile müterafık olduğundan ne zaman +bir cisim tasvir edecek olur isek onunla be-heme-hal bir de +sız cisim tasavvuru gayr-ı mümkin olduğu gibi cisimsiz imtidad +tasavvuru da gayr-ı mümkindir. İşte bundan dolayıdır ki +kudema-yı hükema imtidadı ecsamın a’raz-ı evveliyesinden +biri olmak üzere kabul etmişler idi. Yukarıda söylenildiği vechile +Descartes daha ileriye giderek imtidad için maddenin +hassa-i esasiyyesi cevheri demiştir. +Leipniz Descartes’ın madde ile imtidada şey’i vahid nazariyle +bakmasına i’tiraz ile: İmtidad hadisatın tekerrür ve +tekessürleriyle “vücud-ı ma’i”lerinden başka bir şey değildir. +Mahall-i hadisat olmak üzere bir cevherin vücudu la-büddür. +Eğer o cevherin vücudu hadisattan mukaddem değilse +be-heme-hal hadisat ile müttehidü’z-zaman olmak iktiza +eder demiştir. +olursa ecsam gibi mutlaka mahdud olarak tasavvur edilir. +Biz imtidadı alem-i tabiatta mevcud olan kaffe-i ecsam gibi +mütezayid mütenakıs ve ila gayrı’n-nihaye kabil-i taksim olmak +üzere tasavvur ederiz. +Bu’d-ı mücerrede gelince ona dair söz söyleyenler +de şöyle diyorlar: Bu’d-ı mücerred kaffe-i ecsamı havi olmak +üzere tasavvur edilen bir imtidad-ı gayr-ı mahduddur. Hükemadan +bazıları bunun adem-i mahz bazıları da bir cevher +olduğunu da iddia ediyorlar. Hatta Newton ile Clark bu’d-ı +mücerrede sıfat-ı ilahiyyeden iki sıfat nazarıyla bakmışlardır. +Bu’d-ı mücerred tasavvuru bizim için zaruridir. Çünkü biz +ecsamı imtidaddan ari olarak tasavvur edemediğimiz gibi +bir mahalden mahall-i ahara kabil-i intikal olmaktan başka +bir suretle de tasavvur edemeyiz. Bu zaruret-i akliyye ecsam +Fakat bu zaruret idrakimizin mahiyetinden mütevellid ve +enfüsi ahval cümlesindendir. Bu’d-ı mücerredin bu vechile +tasavvur-ı ıztırarisi onun haricinde vücud-ı hakīkīyle ittisafını +zaman ve mekan tasavvuru bünye-i idrakimizin icabat-ı +zaruriyyesindendir. Bizim bu tasavvurumuz onların vücud-ı +haricilerini müstelzim değildir. Akıl ve idrakimiz başka bir +surette yaratılmış olaydı ihtimal ki bu hakīkatler bize karşı +başka bir mahiyette tecelli eder idi. +Bu’d-ı mücerred fikri iyice tahlil edilecek olursa bizim +ecsam haricinde bir mevcud-ı hakīkī tasavvur etmeyip belki +mevzu’larından haric bir imtidad bir intikal tasavvur ettiğimiz +tahakkuk eder. Bu da bir “intiza’”dan başka bir şey değildir. +Şu hale nazaran alem-i tabiattaki ecsamın in’idamıyla +bu’d-ı mücerredin in’idamı farz olunamayacağını iddia etmek +doğru olamaz. Zira ecsam olmasaydı biz ne imtidad +ne de bu’d-ı mücerred tasavvur edemez idik. Eğer –ecsamı +humlarını idrak eyledikten sonra ecsam mün’adim olaydı +fil-hakīka zihnimizde bir imtidad bir bu’d-ı mücerred fikri +kalır idi. Fakat bu fikir onların haricde vücud-ı hakīkīyle ittisaflarını +mefhumun zihinde istimrarı medlulünün vücud-ı haricisini +müstelzim değildir. +Demokrit ile Epikür alemde madde ile haladan ibaret +olmak üzere iki aslın vücuduna kail olmuşlar idi. Eflatun +madde ile bu’d-ı mücerrede şey’-i vahid nazarıyla bakar idi. +Aristo bu’d-ı mücerred semanın münteha-yı hudududur demiş. +Descartes bu’d-ı mücerredle imtidadı yek-diğerinden +tefrik etmeyerek yalnız halayı inkar etmiştir. İspinoza imtidad +cevher-i mutlakın iki sıfat-ı asliyesinden biridir demiş ve +bu’d-ı mücerredle imtidada şey’-i vahid nazarıyla bakmıştır. +Bu’d-ı mücerredin mahiyetine gelince bu’d-ı mücerred +bir mevcud-ı hakīkī olmak şöyle dursun hatta imtidad gibi +ecsamın bir hassası bile değildir. Bu’d-ı mücerred ecsamın +“imkan-ı vücud”larıdır. +Bu’d-ı mücerred gayr-ı mütenahidir demek bir cismi yahud +ecsamdan müteşekkil bir hey’et-i mecmuayı ne kadar +büyük olmak üzere tasavvur edersek onları tasavvur ettiğimiz +o büyüklükten daha büyük olarak tasavvur etmekliğimiz +mümkündür demektir. Şu hale nazaran bu’d-ı mücerred +gayr-ı mütenahi olmak üzere tasavvur edilmeyip belki +ecsam gayr-ı mahdud olarak tasavvur ediliyor demek olur. +Zamana gelince zaman idrak olunur. Fakat ta’rif olunamaz. +Mekan ecsamın saha-i sübutu olduğu gibi zaman da +hadisatın saha-i tevalisidir. Zaman olmasa bir hadisenin +hadise-i uhraya takaddümü yahud ondan teehhuru ve bu +takaddüm ve teehhurun neticesi olarak hadisatın tevalisi +taayyünü mümkün olamaz idi. Daha doğrusu hadisatın +bi-i’tibarı’z-zuhur yek-diğerinden temeyyüzlerine medar +olan zamanın fıkdanı mülabesesiyle bize tevali-i hadisat fikrini +veren fark idrak-i mahiyeti müstahil bir cem’a münkalib +olur ve bi’n-netice alemde hiçbir hadisenin sübutu mümkün +olamaz idi. Ecza-yı zamanın şirazesi bizdeki kuvve-i hafızadır. +O kuvvet olmasa ecza-yı zaman perişan olur dimağımızda +zaman fikrinden eser kalmaz idi. İnsan kendisindeki +ve teehhurla anata taksim etmiş ve o istimrar-ı mutlak için +etvar-ı muhtelife isbat ederek bunlara mazi hal ve istikbal +demiştir. Hafızanın fıkdanı takdirinde bu üç tavır tavr-ı vahide +münkalib olarak ezelle ebed birleşir idi. +tevalisini ve bu tevalinin lazım-ı gayr-ı müfarıkı olan takaddüm +ve teehhuru kuvve-i hafızasının ianesiyle cezm ve zihninde +bir zaman fikri hasıl eder. Bu fikrini alem-i hariciye +teşmil ederek onu zarf-ı zamanda mazruf görür Clark zaman +değildir. Kant’ın zaman hakkındaki fikrini yukarıda söylemiş +biri sadra şifa verecek bir mahiyeti haiz değildir. Zaman ve +mekan gibi şeylerin ta’rifi herkesin onlar hakkında hasıl eylediği +fikre başka bir şey ilave etmez. +Bu hakayıkın nikab-ı istitarını ref’ etmek aklın iktidarı haricindedir. +Çünkü onlar esrar-ı gamiza-i ilahiyyedendir. Aklın +onlara tekarrübü hakīkatte onlardan tebaüdünden başka bir +şey değildir. Onlar gölge gibi daima ta’kīb edenden kaçarlar. +Bu gibi mesail-i mu’dilenin tedkīkatına girişenler akıllarıyla +onların arasına vaz’ olunan hudud işaretlerini bilmelidirler. +Ondan ötesine at sürmeye kalkışmak haybet ü hüsran ile +geri dönmekten yahud inad ve ısrara kurban olmaktan başka +bir netice vermez. +* * * +Gazzali şeriatla hakīkati felsefe +dir. +Ulema-i zahirenin beyanatıyla erbab-ı tasavvufun mülhematını +tevhid ederek esasat-ı diniye ile fennin prensipleri +arasında bir aheng-i tam bulunduğunu meydana koymuştur. +Gazzali bi-eman mantıkıyla meslek-i felsefeyi birer birer +devirmiş Kelamiyyunun bazı haşin mütalaalarını çürütmüş +ve bu sayede fikr-i tevhidi i’la eylemiştir. +Furkan-ı Mübin’in ahkam-ı aliyyesini tamamiyle ihata +edebilmek için senelerce ulum-ı aliyye ve ‘aliyye tahsil ettikten +hadsiz kitaplar mütalaa ettikten sonra öğrendiği şeylerle +vasıl olmak istediği gaye-i aliyyeye uruc edemeyeceğini +anlamıştı. Bu hal Hazret-i İmam’ı bi-huzur bırakıyordu. Senelerce +müncer olduğunu görmek kadar acı bir şey var mıdır? Gazzali +bu acıyı pek müessir olarak hissediyordu. Bu saikledir ki +ağūş-ı tasavvufa atılmıştır. Bu sayede ayat ve ehadis-i mübeccelenin +yalnız maani-i zahirelerine değil işarat-ı ledüniyyelerine +de kesb-i vukūf eylemiştir. +Hazret-i İmam meslek-i ilmi ve ahlakīsini +hikmeti üzerine te’sise çalışmıştır. Bu hikmete +göre vasıl ila’llah olabilmek ve hakayık-ı eşyaya vukūf +peyda etmek için tecrübe ve tetebbu’ tarikını iltizam ederek +evvela ahval-i ruhiyyeyi kainat-ı muhitiyyeyi tedkīk etmek +lazım gelir ki Hazret-i İmam da bu usulü ta’kīb eylemiştir. +Gazzali mesleği evvela alem-i suğra olan nefs-i insaniyi +ba’dehu beşeriyeti muhit bulunan eşya ve avalimi tedkīk +ederek onlardan istidlal ile mebde’-i evvel ve maad-ı küll +olan zat-ı Bari’yi idrak ve takdis esasına mübtenidir. +Gazzali seyr u sülukün en büyük mürevviclerindendir. +Mesalik-i hakīkat ahval-i ruhiyye ve hadisat-ı kevniyyeye +dair tecrübeler tetebbu’lar ve istikralarla ilerleyeceğinden +paye-i hakīkate daha emin ve daha doğru bir tarikle vasıl +olur diyor. +Eserden müessire istidlal etmek usulü yani bürhan-ı ati +tariki demonstration a posteriori ile istikra’ tariki induction +bugünkü fennin de istinad ettiği metodlar değil midir? +Gazzali devrine kadar şübhe ve endişe ile görülen meslek-i +tasavvuf Hazret-i İmam’ın himmet ve gayretiyle tamamiyle +anlaşılmıştır. Gazzali tedrisat ve irşadatında başlıca iki +düstur-ı esasi ta’kīb eylemiştir: +Birincisi: +Hikmet-i aliyyesidir. +Bu düstur sayesinde tecrübe ve istikralarla tenevvür eden +ruh-ı beşer eserden müessire intikal gibi metin bir usul-i +fenni ile mevcudattan vücuda vücuddan mucide vasıl +olabilir. +Gazzali’nin ikinci düsturu: +Tavsiye-i aliyyesidir. Bu sayededir ki Hazret-i İmam o vakte +kadar erbab-ı tasavvufa tevcih edilmekte olan siham-ı şübhe +ve ta’rizi ber-taraf edebilmiştir. +Hallac-ı Mansur gibi muhitinin inkişaf-ı ma’neviyye ve +seviye-i irfanını nazar-ı i’tibara almayarak en mütefekkir +eazim mecalisinde bile ifşası muvafık olamayacak halatı +avan-ı vecd ve istiğraka aid inkişafatı avam-ı nas muvacehesinde +şübhe ve tereddüd uyandırmışlardı. Gazzali nezih ifadesi +metin uslubu ile bu gibi şübhe ve tereddüdlerin na-be-ca olduğunu +gösterdi. Ta’kīb ettiği şu iki düsturla Hazret-i İmam +alem-i İslam’ın büyük ruhiyyun ve ahlakıyyunu payesine +suud eylemiştir. +Ta’lim ve terbiye ile ahlakın tebdili mümkün müdür? İnsanın +mecbul olduğu melekat-ı hulkiyye esasen fena mıdır +ki tebdil ve tasfiyesi icab etsin? Icab ediyorsa tehzib ve tasfiye-i +ahlak ne suretle olacak? +Hükemadan bazıların “huy”un insanlar[da] bir emr-i +tabii bir cibillet-i fıtri olduğuna kaildirler. Bunlara göre bir +emr-i tabii olan hulkun avarızından müteessir olması mümkün +olamayacağından tebdil-i ahlak ile uğraşmak beyhude +bir yorgunluk sayılıyor. +Felasifenin bir kısmı da “huy”u tabii ve kesbi olmak üzere +bul ve hulk-ı kesbinin –kesret-i ülfet ve tekerrürle kazanılmış +olduğu cihetle– kabil-i tebdil olabileceğini i’tiraf ediyorlar. +Muhakkıkīn-i hükema ise ahlakın her halde tebdil olunabileceğine +kani’dirler. Esasen edyan-ı mevcudenin kaffesi bu +esas üzerine istinad etmiş ve tebdil-i ahlakın imkanına kail +olmuştur. +Nefs-i insaninin fıtraten temayülat ve secaya-yı hasene +muhteliftir: +Bazıları nüfus-ı beşeriyenin “hayr-ı mahz” ile mecbul ol­ +duklarına kaildirler. Bunlar diyorlar ki: Nüfus-ı insaniyye fıtraten +mahz-ı hayr ve kemal üzerine halk edilmişlerdir. Fakat +bilahare umur-ı hasise ve ihtirasat-ı süfliyye ile mümarese +peyda etmek suretiyle safiyet-i asliyyelerini gaib ederler. +Mu­ +hitin te’siratı tarz-ı icrası ahlak-ı zemime ashabıyla kesret-i +ülfet ve ihtilat neticesinde temayülat-ı hasene bir takım +melekat-ı redie suretinde inkişaf ederler. +Fransa hükemasından meşhur Jean Jacques Rousseau +da bu fikirdedir. Erbab-ı felsefeden bir takımları da büsbütün +bu fikrin aksini iltizam etmişlerdir. Halbuki erbab-ı i’tidal +bu iki fikr-i mütebayini de kabul etmiyorlar ve diyorlar +ki: Nüfus-ı beşeriyye mahiyetleri i’tibarıyla ne hayr-ı mahz +ve ne de şerr-i mahz üzerine mec’ul değillerdir. Belki nefs-i +Kavaid-i ahlakiyye dairesinde ta’lim ve terbiye edilir +ve nezih bir muhitte perverişyab olursa mazhar-ı saadet ve +ke­ +mal olur. +Aksi takdirde bir takım ahlak-ı redie ve melekat-ı sefile +olur. Gazzali İhya ve asar-ı sairesinde bu mes’eleyi amik bir +tarzda tedkīk ve muhakeme eylemiştir. +Hazret-i İmam ahlak tebeddül eder demek –felasifeden +bazılarının zu’m ettiği gibi– insandaki kuva-yı fıtriyyenin +mahiyetleri tehavvül eder demek olmadığını pek güzel izah +etmiştir. +Gazzali insanlardaki kuva-yı cibilliyyeye ifrat tefrit ve +Meratib-i mezkureden ifrat ve tefriti bir nevi’ maraz-ı +ma’nevi ad ve i’tidali nefsin sıhhat-i tammesi suretinde tasvir +ediyor. +en ulvi sanihaları en rengin esasları ile mal-a-maldir. +Üçüncü rub’da ahlak-ı mezmume ber-tafsil izah edildikten +sonra tezkiye-i nefs hakkında esaslı düsturlar metin +muhakemeler serd edilmiştir. Gazzali hulkun terbiye ve +riyazat-ı nefs sayesinde tehzib edilebileceğine kani’dir. Bu +hususta akli ve nakli irad ettiği bürhanları bazı misallerle de +tavzih eylemiştir. +ve huyun kabil-i tagayyür olamayacağını zu’m ettiklerinden +tehzib-i ahlak ile iştigali abes addediyorlar. İddialarını te’yid +zahiresi olduğu gibi “huy” da nefsin suret-i batınesidir. Bir +adamın kadd ü kametini küçültüp büyütmek veya simasının +eşkalini tağyir etmek nasıl imkan haricinde ise suret-i batınenin +değiştirilmesi de aynı suretle mümkün değildir.” +Gazzali bu iddiada bulunanların ulum-ı şer’iyye veya +ulum-ı akliyye müntesibini olduklarına göre mütalaalarını +hitabla diyor ki: Siz ashab-ı i’tikaddan olduğunuz halde huyun +tebeddülü imkanını reddediyorsunuz. Halbuki Cenab-ı +Risalet-meab ve gibi bir takım +emirler vermiştir. Gayr-ı mümkin olan bir şeyi Peygamber +nasıl olur da emr eder? Hazret-i Peygamber’in mehasin-i +ahlak ile ittisaf hakkındaki ferman-ı alileri huyun tebeddül +edebileceğine bir delil-i şer’i değil midir? +Ulum-ı akliyye erbabını da şu suretle ilzam ediyor: Siz bir +taraftan huy tebeddül etmez iddiasını ayyuka çıkardığınız +halde diğer taraftan hayvanatın huylarını ve i’tiyadlarını değiştirebildiğinizi +müftehirane i’lan ediyorsunuz. Behayimin +huyları tebeddül ettiğini kabul edip de mürid ve sahib-i akl +ü iz’an olan insanlarda tebeddül-i ahlakın adem-i imkanına +kail olmanız kadar münasebetsiz bir şey olur mu? +Bir şahinin bir kelbin yakaladığı şikarı parçalayıp yemesi +tabiati muktezasından iken ta’lim ve terbiye sayesinde bu +huyundan vazgeçirilebilir şahin tuttuğu kuşu tazı yakaladığı +avı parçalamaksızın getirip sahiblerine teslim ediyorlar +tuti ta’lim ve terbiye ile –ma’nalarını anlamamakla beraber– +bazı cümleler tekellüm edebilir. +Hayvanatın huylarını bu suretle tebdil mümkün olduğu +halde insanlarda bunun adem-i imkanına kail olmak +mükabereden başka bir şey olamaz. +Ba-husus ki biz huyun tebdili sözüyle tabiatın tağyiri imkanını +Biz de kaniiz ki bir ziraat mütehassısı ne kadar muktedir +olursa olsun hiçbir zaman elma çekirdeğinden hurma ağacı +yetiştirmez. Fakat elma çekirdeğini usul-i ziraate tevfikan +terbiye ve tenmiye suretiyle tekamül ettirebilir. +Terbiye-i ahlakiyye de aynıyla böyledir: Gazab ve şehvet +garizelerini; hiçbir mürebbi insanın kalbinden söküp çıkaramaz. +Fakat terbiye ta’lim riyazat ve mücahede sayesinde +bunlar ta’dil ettirilebilir işte bizim tebdil-i ahlaktan maksadımız +bu tarz bir ta’dildir. Yoksa cibilli olan huyların bil-külliyye +kal’ u kam’ı değildir. Çünkü bu hal gayr-ı mümkündür. +Cibillet ve tabayi’-i beşeriyye muhtelifdir. Bazı insanlar +kolaylıkla kabil-i ıslah oldukları halde bir takımlarının ta’dil-i +ahlak edebilmeleri pek çok vakte ve hayli himmet sarfına +lüzum gösterir.” + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +“Vahy”in lügaten ve ıstılahan tefsiri: Kütüb-i lügate nazar +olundukda “vahy” lafzının kalbe ilham etmek süratle gelip +geçmek yazı yazmak elçi göndermek gizlice lakırdı söylemek +gibi bir takım ma’nalarda istimal olunduğu görülür. +Lakin kavl-i tahkīka göre bu maani hep ma’na-yı vahidin +füruudur. Müfredat-ı Ragıb ’ta tasrih olunmuştur ki “vahy” +maddesi fil-asl işaret-i seria ma’nasına mevzu’dur. Bu ise +baş ve gözle ima sureti ve huruftan ari savt ve sada vasıtası +bil-vasıta ifham-ı meram tarikiyle de olabilir. Binaenaleyh +maani-i mezkurenin hiç biri ma’na-yı asli değildir. +ve aksamın biriyle– mesalih-i din ve dünyaya aid bir hakīkat +keşf ve i’lam buyurulmaktır. +Meratibden muradımız enva’ ve keyfiyat-ı vahydir. +Birinci mertebe –Rü’ya-yı salihadır. Gerek nübüvvetten +evvel gerek sonra olsun Buhari-i Şerif ’deki salifü’z-zikr +de kılındığı üzere Resul-i Ekrem efendimize nübüvvet ihsanı +takarrub ettiği hengamda Cebel-i Hira’da halvet ve inziva +tahbib buyurulduğu altı ay müddet zarfında gördükleri rü’­ +yalar hep bu kabildendi. Kable’n-nübüvve vaki’ olan vahy-i +Rabbani bir hükm-i şer’i ihtiva etmiyorduysa da muahharan +vürud edecek enva’-ı vahye esas teşkil ediyordu. Bu sayede +zat-ı Risalet-penahiye üns ü ülfet hasıl oluyordu. Hatta rivayet-i +mevsukaya nazaran nübüvvet ihsan olunan gecenin +rü’yasında görmüş halet-i yakazada ifa ettiği –cild-i evvelde +mezkur– muamelat-ı kudsiyyet-simatı tamamen alem-i +menamda ifa etmişti. Çünkü kuvve-i beşeriye mülakat-ı +melaikeye başka suretle tahammül edemezdi. +Rü’ya-yı enbiyanın mahz-ı ilham-ı Sübhani olması HazRagıb’ın +da ifadat-ı atiyyesinden anlaşıl- +[ Meryem /] nazm-ı +bu kabildendir. Müşarun-ileyh hazretleri takdirat-ı +[ En’am /]. Nebi olmayana ilham +[ Kasas /]. Teshir-i tabii +[Nahl /]. Enbiya vesatatıyla i’lam +[ Enbiya /]. +[ Maide /]. Emir +[ Enfal /] +ret-i İbrahim aleyhisselamdan mahki olan +nazm-ı celili ile de sabittir ki +Hazret-i müşarun-ileyh rü’yada vaki’ olan bu işaret ile oğlu +Resul-i Zi-şan aleyhi salavatu’r-Rahman efendimizin +Cenab-ı Rabbü’l-İzze teala ve tekaddes’i rü’yasında görüp +mazhar-ı hitab-ı ilahi olmaları da bu mertebede dahil olduğu +derkar iken Mevahib-i Ledünniye ’de kısm-ı tasi’ addolunması +garibdir. +Teberrüken bu kabilden bir hadis-i şerif nakl edelim: Bu +hadisi İmam Ahmed bin Hanbel ra ile Tirmizi ve Taberani +ve sair ashab-ı tahric İmam-ı Zühri tarikiyle Muaz bin Cebel +ve Abdullah bin Abbas rıdvanu’llahi aleyhim hazeratından +merfuan rivayet ediyorlar. +* +[ Saffat /] kavl-i kerimiyle +ta’biri yanlış basılolacaktır. +Tercümesi: Bu gece Rabbim teala şanuhu bana ahsen-i +surette geldi. Murad-ı nebevi Cenab-ı Hakk’ın rü’yada görünmesidir. +Bir rivayette kaydı da musarrahtır. +Rü’yada görünen zat mer’i olmayıp misali olacağı emr-i +aşikardır. Cenab-ı Bari’nin misli yok ise de misali olabilir. +Böyle bir misal görüp de mazhar-ı hitab-ı ilahi +olan Zat-ı Bari teala hazretlerini görmüş addolunur. Nasıl ki +Beyyinat-ı Ahmediyye ’nin cild-i evveli evailinde izah olunmuştur +buyurdu ki: Ya Muhammed! Mele’-i a’lanın neye +dair muhavere ettiklerini biliyor musun? Dedim: Hayır ya +Rabbi. Der-akab elini omuzlarım arasına vaz’ eyledi. Ben +onun serinliğini memelerim arasında hissettim ve o sayede +arz u semada mevcud bil-cümle kainata aşina oldum. +Ba’dehu sual-i mezkuru tekrar buyurdu. Dedim ki: Evet! +Biliyorum keffarat ile derecatın ta’yininde ihtilaf ediyorlar. +Keffarat: Eda-yı salattan sonra mescidde meks “hurucda +teenni” cemaate mübaderet vuzu’yu ikmale dikkatten ibarettir. +“Sadakte ya Muhammed” buyurdu. Böyle yaşayan +kimse hayır ile yaşar saadet içinde olur. Ve bütün hatiatından +halas bulur. Dedikten sonra tekrar hitabla şöyle buyurdu: +Eda-yı salat akībinde bana şu vechile dua etmelisin. +ma’na-yı şerifi: Ya Allah senden isterim ki inayetinle +ben bütün hayratı işleyeyim bil-cümle münkeratı terk edeyim +ve kaffe-i mesakini seveyim ve sen beni rahmet ve mağfiretine +nail bana tevbe-i halisa müyesser kılasın kullarına +bir fitne “ibtila ve ikab” murad eylediğinde beni zuhur-ı +fitneden evvel huzuruna kabz eyle! Ba’dehu dedim: Derecat +da üçtür. İhvan-ı dine benden selam muhtacine it’am-ı +taam nas uykuda iken salat-ı leyle ihtimam. Yine “Sadakte +ya Muhammed” buyurdu. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +On bir gün sonra Kaker arazisinde bir kaleye vasıl olduk. +Bizim yoldaşlar kendileri için yiyecek tedarik eylediler. Ben +de bir koyun buldurup yirmi rupiye mukabilinde iştira ettim. +Tamam kesdireceğim sırada bayii gelip: +– Koyunu satmaktan vazgeçtim alın paranızı verin koyunumu +dedi. Muvafakat ederek koyunu teslim eyleyeceğim +esnada tekrar satmaya razı oldu. Bunun üzerine koyun kesildi. +Ba’de’z-zebh herif paraları önüme attı ve: +– Koyunumu diri olarak iade edin! dedi. +– Buna muktedir değilim. İstersen hem paraları al hem +de koyunun laşesini götür. Cevabını verdim. Sözümü dinlemeyerek +kavgaya başladı. +Herifin elinden kurtulmak için hatırıma bir hile geldi. Yanıbaşımızda +duran bir Ahunda teveccühle: +– Hazret! Bu herif size neden sebbediyor? dedim. Ahund +bunu işitince koyun sahibine doğruldu. Ben ondan evvel +gidip: +– Be adam! Bana söğdün saydın. Hadi ne ise. Fakat şu +zat-ı muhteremden ne istiyorsun ki ıyaline sebbediyorsun? +dedim. Ahund da gelip: +– Behey hınzır! Ne halt ediyorsun? diye bağırdı. Muhatabı +da ona mukabele etti. Birbiriyle söğüşmeye muahharan +da döğüşmeye başladılar. Ben hemen koyunun gövdesiyle +paraları kaldırtıp onları kendi hallerine bıraktım. Kale ahalisinin +bir kısmı Ahundu bir kısmı da öbürünü iltizam eylediği +cihetle münazaa büyüdü ve bir iki saat sürdü. Miyancıların +gayretiyle kavga basıldıktan sonra bizim koyun sahibi iki +kap yoğurt iki somun ekmek kızarmış bir kuzu ile iki koyunu +hamilen geldi. Bana ta’zimatta bulundu. Biraz evvelki +haliyle şimdiki hali taaccübümü mucib olduğu cihetle hikmetini +sordum. +– Muhammed Server Han Kandehar valisi iken bana +zulm etmişti. Onun intikamını sizden almak istedim dedi. +– Muhammed Server Han burada iken onu bırakıp da +benimle niçin münazaa çıkarıyordun? diye sordum. +– Onu Kandehar hükumetine siz ta’yin etmiştiniz. Cevabını +verdi. Akıl bir zat olduğunu sözlerinden anladığım bu +adamla bir iki saat konuştuktan sonra azimetini müteakib +yatıp uyudum. +Ertesi günü tekrar yola çıktık ve şiddetli bir fırtınanın tozu +toprağı arasında kat’-ı mesafe ettik. Konak mahalline yaklaşınca: +– İki süvari ile buranın sergerdesi istikbale geliyor dediler. +Daha o gelmezden evvel adamlarından biri vürud edip: +– Şah Cihan Padişah istikbalinize geliyor. Piyade olarak +karşısına çıkıp koltuğuna girmelisiniz dedi. Bu teklif üzerine: +– Ne yapacağız? diye amcam bana sordu. +– Bakalım anlayalım diyerek ilerledim. İki kişinin bize +doğru geldiğini gördüm. Bir tanesine: +– Padişahınız nerededir? Diye sual ettim. +– Arkadaşımdır! Cevabını verdi. Padişah denilen bu +adam bir ihtiyar idi ki sırtına elvan parçalarından dikilmiş +ve bazı mahalline yamalar urulmuş eski bir pösteki labis idi +başında bir sarık sarılı idi ki kirden ne renkte olduğu anlaşılamıyordu. +Bunun altında da uzun bir külah vardı. Ayağına +çizme yerine yün çorab giymişti. Bir deri ile bir kemikten +ma’mul dizginine küçük çıngıraklar takılmıştı. +Adamcağınız şu tavr-ı acibine karşı gülümsemekten kendimi +alamadım ve yanını yaklaşarak: +– Emirimizden bağalkeş[l]ik istemeniz size layık değildir. +At üzerinden safa geldiniz demeniz daha münasibdir +dedim. Buna razı olduğu cihetle atımı sürüp padişahın at +üstünde istikbale rıza gösterdiğini söyledim. Vatka ki iki hükümdar +birbirine yaklaştı. Amcamın atı Şah Cihan’ın kısrağındaki +çıngıraklardan ürküp şahlanmaya başladı. Amcam +korkusundan: +– Yetiş! diye haykırdı. Ben gülerek: +– İki padişahın arasına giremem! dedim. Amcam: +– Allah aşkına bir çare bul. At beni yere atacak Latifenin +sırası değil diye istimdad etti. +– Eğer bir şey vaad ederseniz icabına bakarım. dedim. +Bir kılıç vereceğini söylemesi üzerine evvela amcamın atını +teskin ettim. Ba’dehu Şah Cihan’ın yanına gidip: +– Hadi gidelim de misafirlere yiyecek tedarikinde bulunalım +dedim. +– Kırk pide ile et suyu hazırladım. Merak etmeyin dedi. +– Büyük lütf etmişsiniz. Fakat bir evvel gidelim de nevakısı +laştırdım rub’ fersah kadar ilerleyince: +– Bazı levazımı unutmuşum dönüp onları alayım dedimse +de Şah Cihan yanımdan ayrılmak istemedi. +– Müsaade buyurun. Gideyim size tatlı getireyim diyerek +yakamı kurtardım. +Tevhid ve İttihad +− +Ümmet-i muhteremesinin tek bir gece kaht u gala-zede +olmasına razı olmayan en adi bir ferdinin bir dakīkalık +teellümünden derya-yı şefkat ve merhamet-i bi-payanı teheyyüc +eden Cenab-ı Rahmeten li’l-alemin aleyhisssalatü +vesselam efendimiz hazretlerinin revan-ı akdes ü a’laları bu +hired-güdaz bu cihan-suz felaket-i uzmayı acaba ne kadar +matem-engiz bir teessür-i lahuti ile telakkī buyurmuşlardır?! +O sultan-ı ekalim-i rahmet ki sitayişhan-ı ezelisi lisan-ı +Hak Cenab-ı Kur’an’dır. +[ +Azamet-i celal ü kibriyamıza kasem ederiz –ey nas!– ki +size kendi hem nev’inizden bir peyamber-i ecmel teşrif buyurdu. +Öyle bir ol vücud-ı rahmet ve şefkat ki sizin maddi +ve ma’nevi helakiniz kendinizi tehlikeye ilkanız mesaibe +ma’ruz olmanız zat-ı hümayununa pek ağır gelir. Kalb-i rahmet-penahını +sızlatır. Ruhaniyet ve cismaniyet-i mukaddesesini +hırpalar. Mübarek gözlerini eşk-riz-i teessür eder. Vahdaniyet-i +Samedaniyyeme risalet-i kübra-yı Muhammediyyesine +ve hüsrana atanların bu mecnunane temerrüdlerinden o +derece dilhun olur ki adeta mukaddes vücuduna kıymak +yada ahirette mazhar-ı her-saadet olmanıza haris bütün +amal-i ulviyyesinin nokta-i ictimaı sizin selametiniz! Sizin +saadetiniz! Mü’minlere re’fet ve atıfetin ma’na-yı zi-hayatı! +" Her kim +Mü’minlere şefkat ve merhametin derya-yı bi-payanı! Bütün +alem-i hilkatin veli-ni’met-i ulüvv-i şanı! Bütün cihan-ı +fıtratın sultan-ı kudsi-ünvanı! +Akl-ı samim sevda-zede-i hulk-ı azimi; vicdan-ı selim-i +meftun-ı nutk-ı hakimi! İnsaniyet sayesinde bahtiyar! Medeniyet +himayesinde feyz-dar! İbtisamı hande-i cemalim! +Hüznü kahr u celalim! +Kadr-ı azimini biliniz! Gösterdiği yola –ki Sebilürreşad-ı +selametiniz müntehası ka’be-i amal-ı saadetinizdir.–gidiniz! +Eğer o zade-i aşk-ı kibriyama o sultan-ı enbiyama arka çevirirseniz +onun Allah’ı var. Ona kafidir. Ma-sivasından müstağnidir. +Veyl… o menba’-ı hazain-i rahmetin kadrini bilmeyen esfel-i +mahlukata! Ehass-i mevcudata! “Sure-i celile-i Bera’e” +Şimdi –ey kari’-i mü’min!– vicdanını dinle! Bütün ciddiyet-i +akl ü idrakle düşün! Ki İslamiyet’in şanı bu mudur? Düşün +ki İslamiyet yalnız senin vücudundan senin imanından +mı ibarettir? Ya senin evlad ü ahfadının ila maşaallah nesl-i +müstakbelinin hakk-ı tevhidi hakk-ı imanı hakk-ı İslam’ı +hakk-ı Kur’an’ı yok mu? On dört asırdan beri cevher-i tevhidin +mahfazası kulub-ı muvahhidin değil mi? Livaü’l-hamd-i +Muhammedi’yi aleyhissalatü vesselam yed-i yemin-i takdisinde +tutan pederden evlada teslim ve tesellüm suretiyle +on dördüncü asrın fark-ı tekriminde mevce-endaz eden +müslüman elleri değil mi? +Peki –maazallah!– tevhid Endülüs’ten olduğu gibi sair +bütün kıtaat-ı arzdan Hicaz’a hicret oradan da Cenab-ı Vahidü’l-Ehad’a +–giryebar-ı teessür olarak– avdet etmiş; yeryüzünde +bir tek muvahhid kalmamış olaydı sen şimdi ne +olacakdın? +Türklerin o ser-ta-be-pa mücessem-i iman o her biri bir +feda-yı Kur’an bir şir-i jiyan ecdad-ı izamı aleyhim +sehabü’r-rahmeti ve’l-gufran! Arnavudluğu feth edip bizi +din-i Hakk’a irşad ve ihda etmemiş olaydılar şimdi ben ne +olurdum? Cenab-ı Kur’an-ı Hakim’i nasıl der-ağūş edebilirdim? +Mehmed Fahreddin ism-i pakini bana kim takardı? +Of…! İnsan bu elim bu vicdan-suz suallerin cevabını +der-hatır ettikçe vahimesi önünden masru’lar gibi çarpılmak +ağzından burnundan kanlı köpükler gelerek yerlerde yuvarlanmak +derecesine geliyor! +beraber icmalen her nazar-ı hakimin piş-i ibretine koydum. +Bütün esbabın mebde’ ve menşei habl-i metin-i ittihadı +hançer-i şikak u nifak ile kesmekten parçalamaktan ibaret! +Bunu on yaşındaki zeki bir çocuk bile takdir eder! Şimdi +sen ni’met-i iman ve İslam ile iftihar eder ve Cenab-ı Vehhab-ı +Kerim[‘e] imana hamd ü sena etmekle doyamazsın +değil mi? +Öyle amma bak ittihad-ı dini parçalıyor vatan-ı İslam’ın +bulunduğu tehlike-i inkırazı ta’cil ediyor ve biran evvel o +müdhiş uçurumdan aşağı yuvarlamaya çalışıyorsun! +Sen –aklınca!!– cennete gidecek fakat evladını bütün +nesl-i müstakbelinle beraber kollarından tutup cehennemin +Haydi o ciğer-pareni o sevgili hafidini kendi öz ellerinle +yüreğin titremeden ruhun sarsılmadan vicdanın kanamadan +gözlerin ağlamadan şu dünya ateşine at bakayım… +O zavallılar alevler içinde dil-hıraş feryadlarla cayır cayır +yanarken sen cansız bir heykel gibi karşılarına dikil tütün +dumanlarını savurtarak la-kaydane seyr et dur: +Eğer +“ Eğer hakīkaten Allah’a +ve kıyamet gününe iman ediyorsanız…” nazm-ı celil-i +Kur’anisine inanıyorsak bu dehşetli son gün muhakkak! +Sen evladını hani o en hafif bir rahatsızlığından sararıp +solduğun yemekten içmekten kesildiğin ve belki de gözyaşlarını +zabt edemediğin evladını kendi öz ellerinle ateşlere +atıyorsun da haberin bile yok! +Biliyor muyuz şu cümle-i celilenin tazammun ettiği tehdidin +dehşetini? Cenab-ı Alimün bi-zati’s-sudur adem-i ilmi +cümle-i celile bir şartiyye-i gayr-ı cazime şeklinde şeref-irad +buyuruluyor. Bu ayet-i celilede dikkat ve teemmüle şayan +bir hakīkat daha var. Allah’a ve kıyamet gününe imanın +edat-ı atf ile yekdiğerine –bila-istiklal merbut bulunması– +ma’tufda fiil-i iman –yani nü’minune– iade buyurulmadığı +gibi harf-ı cer olan “ba” da tekerrür etmiyor. Kıyamet gününe +mayanlar yahud şek ve tereddüdde bulunanlar yine esami-i +Bilmiş ol ki İslamiyet; işte o senin silsile-i ahfadınla kaim. +Yoksa seninle birlikte düşman ayağı altında ezilip parçalanan +senin hun-alud na’ş-ı bi-ruhunla mezara gömülen İslamiyet’in +sana faidesi olmak şöyle dursun kıyamete kadar +seni ta’zib eder! Huzur-ı ahkamü’l-hakiminde de giribanına +sarılarak senden da’vacı olur. +BİR İBRET-İ MEHIBE +Maskat İmamlığı’na tabi’ bulunan hıtta-i Arabiyye bir +müddetten beri misyonerlerin son derece nazar-ı dikkatlerini +celb etmekte olup ’de Henry Martin Maskat şehrinde: +“Elbet evlad-ı Arab için müstakbel-i karibde bir devre-i +hidayet vardır.” diye yazmış olduğu gibi Afrika’nın ehemmiyet-i +azimesi İslamlarca asla tanınmamış olan Uganda +kıt’asında çalışmakta olan Alexander Mackay Arablara bizzat +en mühim merkez-i medenilerinden olan Maskat şehrinde +ta o mevki’-i baidden taleb etmiş idi. Mackay bu raporunda +esir ticaretinin esasından men’i ve Afrika kıt’asının hatırı +lisan ile bahs ediyordu: +şeklinde yazılmıştır. +“Afrika-yı Merkezi’nin anahtarı vazifesini görecek olan +Maskat tüccarının ahalisinin ni’met-i Hıristiyaniyet’i tatmaları +lazımdır. Evvela: Burada gayet kuvvetli ve fedakar bir +misyoner merkezi teşkili lüzumu kat’i görünüyor. Vazife cidden +müşkildir ve bu mevki’de ifa-yı hizmet edecek zevatın +hakīkaten ruh-ı kudsi-i hazret-i Yesu’ ile zinde bulunmasına +hususiyle muhatablarının yalnız kulaklarına değil kalblerine +kadar da icra-yı te’sir edecek kemalat-ı lisaniyyeyi haiz olmasına +dikkat ve ihtimam edilmelidir…” +Burada senelerce Abdülhamid idaresinin meskeneti +memnuatı içinde şehirlerimizin köylerimizin kuşe-i ataletinde +uyuşup kalmış olan bizler Maskat sevahili ahali-i Arabiyyesinin +seyahat-ı ticariyye ile Afrika’nın nasıl muzlim +nikatına kadar nüfuz ettiklerini hatta bir çok kabailin mahza +bu İslam ve Arab tüccarlarının mümkün olabilen telkīnatıyla +cehl­ +den kurtularak kabul-i İslam eylediklerini şübhesiz tafsilat +ve ehemmiyet-i lazımesi ile ne idrak ne de takdir edebiliriz. +Lakin binlerce felaketlere yoksuzluklara katl-i amlara +misyonerler bu te’siri bizzat görmüş tecrübe etmiş akvam-ı +zenciyyenin bu Arab tüccarlarını büyük bir hürmetle +telakkī eylediklerini anlamış olduklarından Afrika’yı Hıristiyaniyet’e +koymak için Maskat ahalisini elde etmeyi en kat’i +tedabirden addetmişlerdir. Bu vüs’at-ı nazar bu tul-i emel +bu azamet-i teşebbüs cidden badi-i ibret değil midir? Uganda +misyoneri Mackay’in mütala’atı nazar-ı dikkate hemen +alınmış Piskopos Frenc isminde bir rahib Maskat vezaif-i +Amerikalı Zevimer diyor ki: +“İşte bu Piskopos French hatta Rahib Mackay’in tasavvurundan +fazla efkarını sami’lerinin sade kulaklarına değil +kalblerine kadar isal edecek bir kemal-i ilmi ve kudret-i lisaniyyeyi +haiz idi.” +Burada kari’lerimize Arabistan misyonerlerinin mukaddime-i +ceyşi olan Aden misyoneri Keith Falconer’in mesaisinden +bir nebze bahs eylemez isek bu sulh-perverane Ehl-i +Salib seferlerinin ciddiyet ve şiddetinden suret-i lazımede +haberdar edilmemiş oluruz. +Keith Falconer esasen İngiltere’de büyük bir aileye +mensub olduğu halde fevkalade bir tahsil ile temeyyüz etmiş +bilhassa İbrani ve Arabi lisanlarını suret-i mükemmelede +öğrenmişti. Hatta henüz genç iken el-Mu’allakat ve +el-Hariri gibi güç asar-ı Arabiyyeyi pek suhuletle anlıyordu. +Muahharan Arabistan’da neşr-i Hıristiyaniyet fedaileri silkine +hahiş-i kalbisiyle dahil olup senesinde zevcesi ile beraber +Aden İskelesi’nden Arabistan toprağına kadem-nihade +olmuştur. Ancak nefs-i Aden kasabasında te’sis-i merkez +eyleyecek yerde onun cihet-i şimaliyesine masruf olan Şeyhosman +havalisinde saha-i faaliyetini intihab eylemiş idi ki; +bu hususta irae ettiği esbab kendi tarafından ber-vech-i ati +“Aden şehrinin ahalisi şunlardan mürekkebtir. +saliktirler. - Afrikalılar ki hemen ekseri Somali olup bunlar +da Şafiidir. - Museviler - Kısm-ı a’zamı İslam mütebakīsi +Hindu dinine mensup Hind ahalisi ve bir mikdar Pars ile +Gava şehrinden gelen Portekizliler. senesinde şehirde +her beş Araba mukabil mevcud Somalililerin adedi üçe +baliğ değil iken el-yevm yani ’te her ikisinin nüfusu +müsavi olduğu beyan ediliyor ve Arabların Somali İslamları +nüfus-ı umumiyyenin kısm-ı a’zamisini yani takriben dörtte +beşini teşkil eyliyor. ’de Musevilerin adedi olduğu +halde bugün ’te iki bini mütecavizdirler. Avrupalılar +sıhhate nafi’ addolunabilir. Burada beş sene mütemadiyen +bulunan hükumet doktorunun te’minat-ı vakıasına nazaran +Aden havalisinde misyonerler için sıhhatlerinden endişeye +mahal yoktur; bu da yağmur ile nebatatın adem-i mevcudiyetinden +ve daima esen meltem rüzgarının te’siratından +sıhhat üzerinde fenalık yapmaz. Şübhe yoktur ki Aden şehri +bir İngiliz müstemlekesi olmasına ilaveten mevki’-i coğrafisi +dahil ile mevcud münasebat-ı siyasiyyesi Yemen ile olan +ticareti ikliminin muvafık bulunması Arab ve Somali ahali-i +memzucesi cihetlerince gerek Afrika ve gerek Ceziretü’l-Arab +en muvafık bir mevki’dir. +“İkinci mes’ele şudur: İşe nereden başlamalı? Benim +fikrim Şeyhosman havalisinde bir mektep fukara-i etfal +ve yetimler için bir sanayi’ mektebi ve hastahane ile muavenet-i +tıbbiyye merkezi teşkil etmektir. Burada her yerde +olduğu gibi çocuklar büyük adamlardan ziyade ümid-bahş +oldukları gibi hastahane ile muavenet-i tıbbiyye hususu ise +asıl Şeyhosman’da te’min edeceği fevaid-i azimeden başka +dahile nüfuz edebilmekliğimize de fevkalade yardım edecektir. +Aden’de birçok adeta sokağa atılmış Somali İslam çocukları +vardır ki: Fakīr ve sefil olan ebeveyni bunların başka +biri tarafından terbiye edilmesine iaşe olunmasına bin can +dan zulmet köşelerinden toplanıp din-i Hıristiyaniyet’e mal +edilerek büyütülmelidir. Bu küçük mühtedilerin her halde +bir san’at edinmeleri lazım olduğundan gerek İngiltere’den +gerek Hindistan merakizinden hey’et-i irşadiyemiz miyanına +marangoz demirci veyahud diğer sanayi’den birine müntesib +zevatın gönderilmesine intizar olunur. Ancak hey’etin en +mühim ve esas vazifesi yerli ve Afrikalı mühtedilerimizden +ulema-yı İnciliyye ve vaizler yetiştirmek olacaktır. Bu yerli +vaizlerin hususat-ı tıbbiyyeden dahi hisse-mend-i ma’lumat +olmalarına lüzum-ı kat’i vardır. Tıb ve cerrahlığa aid hafif +sathi bir ma’lumat ile bu yeni vaizlerimiz kendileri önünde +birçok fırsat kapılarını açık bulacaklardır. Mektepte ise Arab­ +ca İncil ve diğer kütüb-i Hıristiyaniyye vasıtasıyla okumak +yazmak hesab suret-i umumiyyede öğretileceği gibi terakkī +gösterenlere ilaveten İngilizce coğrafya-yı tarihi hendese +cebir ve tabiiyyat ta’lim olunur. İbtida-yı emrde Suriye veya +Mısır��dan bir Arab muallim tedarik edebilirsek bize büyük +faideleri olacaktır. Eğer Aden’in havali-i dahiliyesine Yemen’e +doğru Şeyhosman’da bir muktedir hekim ve cerrahın +mevcudiyeti şayi’ olursa şimdi ta dahilinden Aden’e doktor +aramaya gelen Arablar oraya uzamaya ihtiyac görmeksizin +Şeyhosman’daki misyoner merkezimizin kapısında tevakkuf +edeceklerdir. Hele muktedir bir cerrah pek az zamanda +gerek Şeyhosman ile el-Havta’da ve gerek civardaki müteferrik +Arab karyelerinde hatta karşı Afrika sahilinde nüfuz +ve şöhret-i azime kazanabilir. Ancak cerrah vazifesini +deruhde eden zatın mesleğinde cidden mahir olması lüzumunu +tekrar ederiz. Çünkü Arablar cehaletleri muktezası ekseriya +yaraları tedavisi müşkil olacak bir devreye girmedikçe +cerraha müracaatı taakkul etmezler ve müracaatları takdirinde +seri’ bir tedaviye nail olamazlarsa i’timadlarını gaib +edip artık gerek cerraha ve gerek doktora ehemmiyet vermez. +Aden hükumet cerrahı bu ciheti bana kemal-i ehemmiyetle +tavsiye etmiş ve Şeyhosman’da ifa-yı vazife eden ve +yerli ahaliden bir cerrah vekilinin adem-i ehliyeti hasebiyle +kendisinden bir faide göremeyen hastaların Aden’e hükumet +hastahanesine müracaatı fazla ve faidesiz bir külfet addetmekte +olduklarını söylemiştir. Bunlara ilaveten misyoner +merkeziyle ona müteallik binaların mezru’ arazi ve ağaçlıklar +eyleyeceği gibi çocuklar için de faidelidir. Bütün bu şeylerin +bilir. Çünkü burada su mebzul toprak münbittir. Aden’de +Şimdi Şeyhosman’ı intihabımın sebeblerini telhis edeyim: +essesat-ı hayriyyesinin refakatinden kurtuluruz. Zaten hükumet +de bizim Şeyhosman’da yerleşmemizden memnun olur. +leştirici rüzgarlarına daha ma’ruz bulunduğu gibi arazi de bir +kere harareti bel’ ettikten sonra iade eylemez. +çesinin hali buna delildir. Aden’de münasib mevki’ de yoktur. +bulunduğundan kabail ile temas çoktur. Hususiyle Aden’deki +birçok ahlaksız Avrupalıların teşkil edeceği su’-i misallerden +müberradır…” +Uzun bir rapordan muktebes olan şu satırlar Falconer’in +ki muma-ileyh bu tedkīkatta bulunduktan sonra tekrar İngiltere’ye +gidip İskoçya serbest kilisesinin ictima’-ı umumisinde +“Muhammedilik ve Muhammediler arasında misyonerlik” +üzerine meşhur bir nutuk irad etmiş bütün masarıfatını kendi +kesesinden tesviye ettiği gibi kiliseden refakatine istediği +bir misyoner için de yine kesesinden senevi üç yüz İngiliz +lirası te’diye etmeyi ve misyoner ile zevcesinin Aden’e kadar +masarıf-ı rahiyyelerini vermeyi taahhüd etmiştir! +Hayat fedakarlığından sarf-ı nazar nakden bile İslamlarımız +dünyeviyye ve saadet-i uhreviyyesi uğrunda bu derecelik +bir fedakarlıkta bulunduklarını acaba ne zamanlar işiteceğiz? +Keith Falconer’in nasıl çalışkan bir adam olduğunu anlamak +Muma-ileyh Londra’ya avdetinde bir müddet Cambrid­ +ge Darülfünunu’nda Arabi muallimliği etmiş ve mesaisi +arasında “ Mekke’ye Hac ” ünvanlı meşhur Lectur Lekçir ’ını +meydana getirmişti. Bu eseri yazmak üzere müteaddid +lisanlarda birçok kitaplar okuduğu gibi Felemenk lisanında +yazılmış tek bir kitabı okuyabilmek için de Felemenkçeyi öğrenmiştir! +Bonapart gibi onun lügat kitabında ‘gayr-ı mümkin’ kelimesi +mevcud değildi” diyorlar. +Keith Falconer ikinci defa Aden’e bütün eşya ve rüfekasıyla +geldiği zaman İngiltere’ye şöyle yazmıştı: +“Gelirken Cidde’ye uğradık çok teessüf ettim ki karantina +şehre çıkmamıza mani’ oldu. Mekke-i Mükerreme’yi enzarımızdan +saklayan tepelere uzun uzun baktım…” +Bu adam senesinde Şeyhosman’da vefat etti. Arabistan’da +müessesat el-an bakī ve açtığı tarik-ı mesai ise kemal-i germi +kurtarılarak Hıristiyan mezhebinde büyütülen etfal ile dolmuştur. +Keith Falconer misyoner hey’eti muavenetleri ile +Şeyhosman’ın yüzlerce mil etrafındaki ahaliye mevcudiyetlerini +mer diyor ki: +“Yemen dağlarından İslamiyet taassubunu batıl i’tikadlarını +kaldırmaya pek çok çalışıyor ve muvaffak da oluyor +senesi zarfında misyoner hastahanesine yatmak için +kabul edilenlerden maada harici hastaya muavenet-i +tıbbiyede bulunmuştur!” +Şimdi biraz da misyonerlik aleminin başka bir şahsiyet-i +meşhuresine ve Maskat İmamlığı’na atf-ı tedkīkat edelim: +Yukarıda Maskat misyonerliğini ilk defa kabul edenin +Piskopos French olduğunu bil-münasebe söylemiş idik. Bu +adam ömrünün tam kırk senesini ekser aksamı seyahat-ı +mühlike ve medide ile mürur etmek üzere din-i İslam aleyhine +yine milel-i İslamiye içinde bir ehl-i salib seferine vakf +etmiş ilk defa Hindistan’ın şimalindeki Keşmir kıt’asının +meşhur Lahor’da misyonerlik merkezi teşkil etmiş ulema-yı +devam Arab lisanıyla mütekellim ahali arasında dolaşarak +Suriye’de Bağdad’da ve Tunus hatlarında bu lisanda tekemmüle +çalıştığı gibi Anadolu’nun aksam-ı şimaliyyesi +“İrade-i ilahiyyenin bizi iş başına çağırdığı tezahür edince +cihanda hiçbir şey yoktur ki feda etmeyelim. Ne vatan ne +ruh ne çocuk ne hayat!” +Fil-hakīka Piskopos French tam altmış altı yaşında terk-i +hayat ettiği zaman Maskat ikliminin gayr-ı kabil-i tahammül +harareti altında ve ıssız vahşi badiyelerin kenarında +beş altı arşın bezden ibaret çadırını kurmuş yanında bir iki +hizmetcisi olduğu halde Ceziretü’l-Arab’ın a’makına doğru +sokulmak üzere bulunmuştu. +Piskopos French ruznamesinin bir yerinde diyor ki: +“Yolda Hudeyde’ye uğradık gayet ümid-bahşa bir gün +geçirdim. Icabat-ı ahval dolayısıyla Safa’ya [Sana’!] çıkamadığıma +pek mükedderim. Hudeyde’de birçok Arabi İncil +dağıtılmak üzere hazırdır. Buradaki İncil müvezzii Stefanos +namında Musevilikten dönme bir zattır. Arabcaya vukūf-ı +mükemmeli vardır. Yemen valisi Arabca İncil lerin Yemen +ha­ +vali-i dahiliyesine sevkine şediden mümanaat ediyor +la­ +kin Sana ve civarı Yahudileri için Hudeyde’ye getirilmiş +olan İbrani İncil ler bir hafta evvel havali-i cebeliyyeye sevk +edildi…” +Bağdad ve Yemen’den Maskat’da misyoner merkezinin +ehemmiyeti bit-takdir lazım gelen fedakarlık ibzal olunduktan +sonra İngiltere ile Amerika’ya mensub birkaç misyoner +cem’iyetinin de bil-ittifak Basra’ya hücum ettiklerini görüyoruz. +Şurası şayan-ı dikkattir ki asabiyet-i İslamiyyeyi bilen +ve ihvan-ı dinimiz arasında mürtedlerin ne derece nadir bulunduğunu +bit-tecrübe anlayan Hıristiyan misyonerlerinin +fenn-i cerrahiye aşina bulunmasına bilhassa i’tina edilmiştir. +Misyonerlerin her türlü menafi’-i şahsiyyeden azade olarak +hükumetin dest-i muavenet ve şefkatinden dur dağ kovuklarında +kalmış adeta derece-i hayvaniyete yaklaşmış bir +takım zavallılara karşı evvela her türlü muavenet-i insaniyetkarane +başlamak addolunabilir. +Basra’da misyonerlerin her yerden ziyade gayretle çalıştıkları +anlaşılıyor. Çünkü Suriye ahalisinden olup İslamiyet’i +terk ile Abdülmesih ismiyle tevsim edilmiş ve misyonerlere +olan Kamil’in vefatından sonra da Basra’da misyonerler ile +hükumet-i mahalliyye arasında bir çok ihtilafların zuhurunu +ve yine Basra ahali-i İslamiyyesinden olup zevcesiyle beraber +tanassur eden ve o yolda çalışan Ya’kūb isminde birinin +hükumet tarafından tevkīf olunduğunu görüyoruz. +Yine bu aralık Basra’daki bir takım İncil müvezzi’leri de +tevkīf ediliyor. İncil deposu kapatılarak kitaplar müsadere +olunuyor ve misyonerlerin ikametgahı önüne bir jandarma +vaz’ ediliyor. Hatta makam-ı vilayetten Babıali bu Protestan +rahiblerinin memleketten ihracı için müsaade taleb olunuyorsa +da tabii hükumet bazı esbab-ı siyasiyyeden dolayı +buna muvaffak olamıyor. Nihayet işler yine eski reviş-i müterakkīsini +alıyor. +Yukarıda dahi bahs eylemiş idik. Hükumetin bu gibi tedabiri +acı bir muvaffakiyetsizlikten serbesti-i mezahib diye +bağıran onu kabul eden hukūk-ı müdevvene-i ahire ve +kavanin-i siyasiyyeye karşı cahilce karşı durmaya çalışmış +olmaktan fazla bir netice hasıl etmez. “Düşmanın silahını +alarak onunla kendinizi müdafaa ediniz!” meal-i hakimanesinde +beyanatta bulunmuş olan Hazret-i Resul-i müctebanın +emr-i ali-şanları mucebince misyoner istilalarına karşı onların +kullandıkları muavenet-i maddiyye ma’neviyye irşad-ı +şeklinde yazılmıştır. +dayet-i hakīkıyyeyi göstermek maatteessüf yüzde doksan +dokuzumuzun anlayamadığı kıymetini bilmediği o hazain-i +din-i mübini onların gözleri önünde şa’şaa-paş eylemek lazımdır. +Yoksa +buyuran bu din-i mübin evladlarını +mahza kendi himmetsizliğimiz ile elden çıkardıktan +onları İslamiyet içinde geçen bütün sinin-i hayatiyyelerinden +–hin-i hacette iknaat-ı batıla-i hariciyyeye mukabeleye +muktedir kılacak– bir iman-ı tam bir hikmet-i İslam ile teslih +ve takviye edemedikten sonra +mantuk-ı +fahr-engizine nasıl iddia-yı nisbet eylemek mümkün olur. +Medarisin bigane sakfları altında kütübhanelerin tozlu raflarında +deveran-ı ulum ve hikemiyatın hayat-ı ma’rifete faidesi +nasıl hiç ise teşerrüf etmiş oldukları ni’met-i ilmin nur-ı +etmeyen ulemanın kıymeti de böyle hiçtir. Ve hatta “mal-ı +mevrus-ı enbiyayı beyhude yere habs veya israf eylemek” +cümlesi bütün ma’nasıyla bu sadedde kullanılabilir! +Basra’dan sonra her ne kadar bazı mertebe müşkilat içinde +dikkattir ki birinci sene-i teşebbüs nihayetinde yalnız para ile +sında bu iki yüz İncil ’in para ile satılabilmesi ise cidden bir +muvaffakiyet addolunmaya seza görülmüştür. +Aşağıki cedvel Basra misyoner merkeziyle bütün şuabatta +müslümanlara satılan İncil lerin mikdarını iş’ar eder: +Şu makalatımızı ne kadar tatvil etsek maatteessüf din-i +mübin-i Muhammedi aleyhine ref’-i liva-yı tahrib eyleyen +ve müdhiş bir azim ve fedakari ile çalışan birçok Hıristiyan +cem’iyyat-ı diniyyesinin ve bunlara mensub eşhasın mütemadi +ve müselsel icraat-ı vasiasına müdahale etmekten +başka bir şey yapmış olmayacağız. Hususiyle bu meb­ +hasin +şümulü fazla tafsilata mütehammil değildir. Bize şu +satırları ale’l-isti’cal hatta biraz gayr-ı muntazam yazdıran +saik mahza alakadar olan zevat-ı kiramın mümkün mertebe +sür’atle nazar-ı dikkatini celb edebilmek idi. Binaenaleyh +dördüncü makalemizde eşhas-ı müteşebbisenin hususiyatından +kat’-ı nazar Hıristiyanlık aleminin esas programına +nazaran Ceziretü’l-Arab’dan ve bütün akvam-ı necibe-i +Arabiyyeden neler ümid ettiklerini bunu nasıl bir mes’ele-i +deler tarikler ittihaz eylediklerini en mevsuk ve salahiyetdar +menabiinden hatta kendi lisanlarından tedkīk ile mütalaat-ı +acizanemizi dahi ilave edeceğiz. +Vaz’iyet-i hazıramız el-yevm şundan ibarettir: Bir taraftan +hükumat-ı muazzamanın akd-i sulh hakkında icra etmekte +oldukları tavassut diğer taraftan Rusya’nın bize karşı ta’kīb +etmekde olduğu meslek. +Zaten şu iki mes’ele yek-diğerine gayet sıkı bir alaka ile +merbuttur. O derece ki birisi diğerinin neticesidir. Bunları +ayırmak aralarında bir hatt-ı fasıl çizmek bile kabil değildir. +Ma’lum olduğu vech ile icra-yı tavassut hakkında en +ziyade ön ayak olan Rusya hükumetidir. Hatta fikr-i tavassut +bile ilk defa Petersburg’da doğmuştur. Üç ay bundan akdem +Rus hükumeti düvel-i muazzamaya müracaat ederek +Osmanlı-İtalyan muharebesine nihayet verilmesi lüzumunu +dermiyan etmişti. Fakat o zaman Rus diplomatlarının fikri +Avrupaca tasvib edilmedi. Avrupa hey’et-i düveliyyesi arasında +o zamanlar İtalya’yı avlamak kendi tarafına celb etmek +sa bir taraftan Almanya-Avusturya diğer taraftan İtalya’yı +adeta okşuyorlardı. Sebeb İttifak-ı Müselles mukavelenamesi +müddetinin nihayetine erişmek zamanının yaklaşmasıydı. +Tarafeyn miyanında İtalya’ya hoş görünmek müsabakası +açılmıştı. İtalya rical-i devleti şu halden mümkün olduğu +kadar fazla istifade etmek mesleğini ta’kīb ediyor gah bir +tarafa gah diğer tarafa meyl ve nevaziş göstererek iki tarafı +da elde saklamak istiyordu. Fakat her iki taraf da hükumet-i +müşarun-ileyhanın şu oyununu anlayarak aldanmıyorlardı. +Muharebenin uzaması iki taraf arasında oyunlar ile vakit +geçirmek isteyen İtalya’nın müşkilat içinde boğulması iki +tarafın da işine daha ziyade geliyordu. İşte bunun içindir ki +Rusya hükumetinin akd-i sulh hakkında yapmış olduğu ilk +tavassut teklifine hükumat-ı muazzama tarafından müsaid +zamanın daha hulul etmemiş olduğu cevabı verilerek teklif-i +mezkur reddedildi. +Fakat bir müddet geçtikten sonra İtalya hükumeti oynamakta +olduğu oyunların ila nihaye devam edemeyeceğini +anlayarak İttifak-ı Müselles’de kalmaya karar verdi. İşte +Rusya hükumeti şu vak’adan istifade ederek yeniden tavassut +kabul edildi. Zira İtalya’nın müttefiki bulunan Almanya ve +Avusturya’nın İtalya hükumetini girmiş olduğu giriveden +çıkarmak istemeleri pek tabiidir. İngiltere ve Fransa’ya gelince +şu hükumetler de müttefikleri bulunan Rusya’yı gücendirmemek +bulundular. Şu kadar ki Osmanlı hükumeti üzerine icra-yı +tazyik etmek fikrine iştirak etmediler. Yani tavassutu şerait-i +bi-tarafaneye tamamiyle riayet edilmek ve tarafeyni tavassutu +kabul edip etmemek hakkında tamamen serbest bırakmak +şartıyla deruhde ettiler. Rusya hükumeti çar na-çar şu +şartı kabul etti. Fakat tavassutu şu şart ile kabul etmek yani +Osmanlı hükumeti üzerine icra-yı tazyikat fikrinden vazgeçmek +tavassutu bil-fiil akīm bırakmak demektir. Zira Osmanlı +hükumetinin ta öteden beri akd-i sulh hakkında beslemekte +olduğu efkar bütün Avrupaca ma’lumdur. Osmanlılar +Trablus’un İtalya’ya ilhakı esası üzerine tertib edilmiş olan +bir sulha hiçbir zaman ru-yı muvafakat göstermeyeceklertir. +Halbuki İtalya da akd-i sulha mutlaka şu şartın kabulü +arasında böyle tehalüf-i vaz’iyyet-i esasiyye mevcud olduğu +halde tavassuta müracaat etmek ta evvelden muvaffakiyetsizliği +göz önüne almak demektir. +Evet şu muvaffakiyetsizlik Rusya hükumetinin izzet-i +nefsini haysiyet-i zatiyyesini cerihadar edebilir. Fakat acaba +hükumet-i müşarun-ileyha tavassut teşebbüsüne giriştiği zaman +bunu da gözü önüne almak vazifesiyle mükellef değil +miydi? Teklif-i ma-la-yutak edenler daima izzet-i nefslerinin +cerihadar olacağını beklemelidirler!. +Binaenaleyh Rusya hükumetini izzet-i nefsini bile cerihadar +ettirecek kadar fedakarlığa katlandıran tavassut hakkında +şu derece telaş göstermeye sevk eden esbabı anlamak +birkaç gün evvel bütün Avrupa matbuatını ve efkar-ı +umumiyyesini son derece rahatsız ediyordu! Rusya ile İtalya +arasında hiçbir hususi ve müşterek mesail yahud menafi’ +mevcud değildir. Bilakis İtalya’da Rusya’ya karşı şiddetli bir +hiss-i nefret besleniliyor. Hatta ’da Rusya İmparatoru +Roma’ya kadar gitmeye cesaret edemeyerek İtalya Kralı ile +Rafkonca’da görüşmek mecburiyetinde bulundu. Diğer taraftan +Rusya’nın teşebbüs-i vakıı Fransa ve İngiltere’yi de +hoşnud etmedi. Zira şu iki hükumet İttifak-ı Müselles’e yeniden +girmiş olan İtalya’nın bila-nihaye Trablus girivesinde +boğulmasını ez-can ü dil arzu ediyorlar. Demek ki Rusya’yı +bu yola sevk eden İtalya’yı kurtarmak veyahud sulh +ve müsalemete karşı beslemekte olduğu aşk ve muhabbet +değil diğer bazı hususi ve mühim esbab imiş. +Bugün şu esbabın neden ibaret olduğu tamamiyle tavazzuh +etmiştir. Rusya İran mes’elesinin hallini istiyor. Bunun +keriyyeye müracaat ederek bizi iki şık karşısında bulundurmak +husulü için mücerred bir bahanedir. Rusya hükumeti pek +ra’na biliyor ki ne olursa olsun Osmanlılar Trablus’un İtalya’ya +lus’un İtalya’ya ilhak edilip edilmemesi mes’elesi tamamiyle +müsavidir. Onun için o yalnız bizim İran’dan çekilmemizi ve +Azerbaycan’ı kendisine bırakmamızı taleb ediyor. +Fakat bizce İran ve Azerbaycan mes’elesi Trablus mes’elesi +kadar mühim ve vahimdir. Biz Azerbaycan’a icra-yı +fütuhat ve tevsi’-i memalik için gitmedik. Bizi oraya sevk +eden bir lüzum-ı mübrem bir vücub-ı hayatiyye idi. Rusya’nın +Azerbaycan’a sokulması Tebriz’i ve diğer nikat-ı mühimmeyi +etmesi İran kadar bizi de tehlikeye ma’ruz ediyor. Binaenaleyh +bedihidir ki Ruslar Azerbaycan’dan çıkmayınca bizim +de işgal etmiş olduğumuz mevakii terk etmemiz kabil +değildir. Terk edersek yalnız İran’ın tamamiyet-i mülkiyye +ve istiklaliyyet-i siyasiyyesini feda etmekle kalmıyoruz Anadolu’yu +da Rus istilası tehlike-i daimesine ma’ruz bırakmış +oluyoruz. +Rus hükumeti ta öteden beri alenen ve resmen kendi +askerini İran’dan çıkaracağını ve İran’ın tamamiyet-i mülkiyesine +ve istiklaliyet-i siyasiyyesine riayet edeceğini vaad +etmektedir. Şimdi madem ki hükumet-i müşarun-ileyha +bizim İran hududundan çıkmamızı taleb ediyor neden biz +de mukabeleten kendisinden şu vaadin ifasını taleb etmeyelim? +Bu yalnız uhuvvet-i İslamiyye muktezeyatından değil +Osmanlılığın da icabat-ı hayatiyyesindendi. Ruslar bizi İran +hududundan çıkarmakla bir darbede iki büyük emele nail +olmak istiyorlar. Evvela İran’ın kendilerine teslimine saniyen +bizim Asya-yı Kübra’da son zamanlar esnasında yükselmiş +ve kuvvet bulmuş olan nam ve haysiyetimizin kırılmasına! +Fakat şuna cidden emin olmalı ki Rusya beslemekte +olduğu bu kadar büyük emelleri te’min için ciddi vesaile +müracaat edecek vaz’iyetten mahrumdur. Harbden biz ihtiraz +ettiğimiz kadar hatta belki bizden daha ziyade Rusya +da ihtiraz ediyor. Binaenaleyh gürültü ve patırtılara külah +kapdırmayalım! Kendi hakkımızı taleb etmekte asla tereddüd +göstermeyelim. Bu sayede yalnız kendimizi değil bir +hükumet-i İslamiyyeyi de halas edebiliriz. +* * * +OSMANLI-İRAN HUDUDU + +---- +VE +---- + + +---- +RUSYA +---- + +Osmanlı-İran hududu mes’elesi yeni bir şey değildir. Bu +mes’ele yüz seneden beri her iki devlet beyninde münazaun-fih +bir halde bulunuyor. İran-ı Garbi ciheti tamamiyle +Memalik-i Osmaniyye ile bitişik ve mülasık olmasıyla bu +arazi dahilinde bir takım İranlı ve Osmanlı Kürd kabailinin +meskun bulunmaları yüzünden her iki hükumet arasında +gürültü ve kargaşa hiç eksik olmamıştır. Birbirlerine karşı +çapulculuk eden Kürdler gah İran’a ve gah Osmanlı hükumetine +bakmışlar ise de hakīkat-i halde bir İran hududu mes’ele-i +münazaun-fihasını da aynı zamanda ihdas eylemeye yardım +etmişlerdir. Osmanlı hükumeti korkusundan İran’a iltica +eden Osmanlı Kürdlerine İran hükumeti ses çıkarmadığı +gibi İran Kürdlerinin Osmanlı toprağına ilticalarına karşı +Hükumet-i Osmaniyye tarafından aynı muamele icra edilegelmiştir. +Bu mes’ele ikide birde sari ve muzır bir mikrop +gibi “canlanır söner” her iki hükumeti işgal etmiştir. Vaktiyle +kemal-i suhuletle halli mümkün olan bu ehemmiyetsiz +mes’ele devr-i sabıkın cühela zimamdaran-ı umuru yüzünden +na-kabil-i hal bir halde kalmasına hizmet olunduğu +gibi aynı zamanda hall ü fasl ile tahkim ve tavassut hakkına +hiçbir vechile salahiyetdar olmayan Rusya ve İngiltere’nin +müdahalatına maatteessüf sebebiyet verilmiştir. Atiyen her +nifak olabilecek surette düvel-i mutavassıta tarafından bir +harita tertib ve tasnif edilip altına da her iki hükumetin murahhasları +olan süferasının imzaları aşk olunmuştur. +Fakat hükumeteyn arasında ayrılık gayrılık hissinin a­ +dem-i mevcudiyeti üzerine bu mes’ele –uyumuş bir fitne +gibi– öylece ala halihi devam edegelmiştir. Vakta ki İran’da +meşrutiyet i’lan edildi ve kanlı vekayi’ ve fecayi’ devresi +revac buldu. Rusya ve İngiltere devletleri tam meydanı boş +bularak ve fırsatı ganimet ittihaz ederek memalik-i İraniyyenin +taksimine i’tilafnamesiyle teşmir-i said-i ahenin +edilmesi üzerine hükumet-i Osmaniyyece de İran hududunda +bazı tedabirin ittihazı elzem görünmüş ve hudud-ı İraniyyeye +–genç Türklerin ta’bir-i mahsusu vechile– yangın +duvarınının muhafazası için asakir-i Osmaniyyenin sevki +takarrur eylemiştir. İran umurunda zorla alaka peyda eden +Rusya ve İngiltere gitgide tahrikat ve teşvikat-ı istilakaranede +bulunup müslümanları birbirine –esma-i muhtelife ve +fırak-ı muhalife ile– düşürmeye muvaffak olduktan sonra +yavaş yavaş kendilerine birer mıntıka-i nüfuz ! icad ve ihdas +eylediler. Bu hal-i esef-iştimale nigeran olan hükumet-i +Osmaniyye her bir ihtimale karşı o da azar azar ilerlemeyi +azm etti bu sokulma keyfiyeti hiçbir mümanaata duçar +olmayınca herçi bad-abad öteye beriye ve en sonra yüz bu +kadar karye işgaliyle neticelendi. Rusya ve İngiltere sefirlerinin +tasdikine iktiran eden Osmanlı-İran harita ve projesinde +gösterilen münazaun-fih hududun birisinde bulunan +yüzlerce kilometrelik mesafe asakir-i Osmaniyye tarafından +hükumeti birden bire i’lan-ı harb edince Rusya dostumuz da +akībinde fırsattan istifadeye karar verdi. +Osmanlı-İran hududunu hal için teşekkül eden komisyona +dular. Bu hey’et İran Sefir-i Kebiri İhtişamü’s-Saltana Mirza +Mahmud Han hazretlerinin riyaseti tahtında Babıali’deki +Osmanlı komisyonuyla birleşip mes’elenin halliyle tam iştigal +edecekleri sırada Rusya dostumuz ! hemen hududlara +askerini tahşid ediverdi. +Tahran’dan gelen hey’etin eline vesika olmak üzere bir +kağıd parçası verilmeyip lazım gelen vesaikin Rusya Sefareti’nin +tatarıyla İstanbul’a gönderilmesi İran’ın Hür kabinesince +kararlaştı. Vesaik-ı mezkurenin vusulünden sonra bu +komisyon hudud mesailini hall ü fasl ile uğraşacak ve ihtilaf +neticesinde Lahey Hakem Meclisi’ne tevdiine çalışılacaktır. +Munsifane düşünülürse bu mes’elenin Osmanlı-İran hududu +tesmiyesinden ziyade Osmanlı-Rus mes’elesi ıtlakına +sezavar olduğunu i’tiraf etmek lazım gelir. +un-fiha olan araziden zaten istifade edemeyeceği aşikardır. +Çünkü arazi-i mezkurenin Rusya mıntıka-i nüfuzu dahilinde +bulunduğundan bit-tabi’ Rusya Devletinin dest-i kahhar-ı +tegallübüne geçecek ve fakat hükumet-i Osmaniyye’nin +mahrumiyetiyle neticelenecektir. Arazi-i mezkure İran’a geçecek +olsaydı eminim ki hükumet-i Osmaniyye tarafından +hiçbir i’tiraz vukū’ bulmayacaktı. Belki bilakis üstüne de +kendi toprağından bir kaza veya bir liva bile terk etmeye +muvafakat edecekti. Gerek İran’ın Osmanlı’ya ve gerek Osmanlı’nın +kardeşten kardeşe geçen fazla haktan başka bir şey teşkil +etmediği cihetle hiçbir tarafın işmi’zaz ve iğbirarını mucib +olmazdı. Fakat maatteessüf şimal cihetinden her iki tarafa +hücum edip parçalamayı tasavvur eden azgın bir …nın +dendan-ı hırs ve inhimakine bedbahtane ve cahilane ihmal +belası neticesinde nasib olacak olan bu arazi-i İslamiyyeye +atiyen İran da ağlayacak Osmanlı da hayran olacaktır. +Binaenaleyh hulasa-i kelam olarak Osmanlı-İran hududu +mes’elesi “Nasreddin Hoca”nın yorganından başka bir şey +değildir bütün gürültü şamata onun başında dönüyor. Zift +olsun zakkum olsun demekten gayrı çare olmayacak gibi +geliyor. İşte cehalet ve nifakın neticesi. Bu fena tohumları +eken Şiilik Sünnilik mes’elesidir. Artık kim isterse uyansın +her kim dilerse ebediyyen uyusun. + +---- +MEKATIB +---- + +Seyyid Senusi hazretlerinin merkez-i siyadeti olan Kufra’dan +saha-i harbe hareketinden evvel mücahid-i muhterem +Enver Bey’e hitaben tahrir ve irsal eylediği meveddetname-i +cevabinin tercümesi suretidir: +Bismillahirrahmanirrahim +“Ve sallallahu ala seyyidina Muhammed ve alihi ve sahbihi +ve sellim. Hak Sübhanehu ve teala hazretlerinin abdi +Ahmed bin es-Seyyid Muhammed eş-Şerif bin es-Seyyid +Muhammed bin Ali bin es-Senusi el-Hattabi el-Hüseyni +el-İdrisi’den ali’l-himmet şerifü’n-nazar sahibü’r-re’yi’s-saib +ve fikri’s-sakıb Devlet-i Aliyye’nin yed-i yümnası said-i +kavisi batalü’l-hümam Enver Beyefendi edamallahu es’adehu +ve veffera huzuzahuya i’lam olunur ki: +Ba’de ihdai etemmi’s-selam ve’t-tahiyyeti ve’l-ikram… +mektub-ı şerifiniz vasıl ve beyanat-ı fahimeniz münfehim +oldu. Cenab-ı Bari’ye hamd ü şükran olsun ki bu mektubunuzda +sıhhat ve selametiniz haber-i beşaretiyle mübeşşer +olduk. Tarafınızdan nezdimize vasıl olan ihvandan aldığımız +ma’lumatta hal-i İslam’ın pek mükemmel olduğuna rağmen +leim İtalyanların da daima haib ve hasir bulunduklarını +şar eyledik ve derece-i nihayede mesrur ve ferahnak +olarak gayret-i İslamiyyenin bu derece galeyanından dolayı +Cenab-ı Vacibü’l-Vücud’a hamd ü senalar ettik. +ne kadar mucib-i la’net ve nefrin ise ümmet-i İslamiyyenin +onlara karşı vatan ve din namusunu müdafaa eylemeleri o +mertebe müstelzim-i hamd ü şükrandır. Cenab-ı Hak Kitab-ı +Kerim’inde: +buyurmuşlardır. +O halde gerek size ve gerek bizlere şimdi vacib olan şey: +Kemal-i cidd ü hazm ve azm ile çalışmak düşman-ı deniye +karşı cihad eylemektir. Bütün ehl-i İslam bu cihada iştirakle +kelime-i vahidede ictima’ etmiş ve etmekte bulunmuş olduklarını +bir daha isbat eylemelidirler. Buna binaendir ki biz +de daire-i nüfuzumuzda bulunan bütün ihvan-ı müslimini +cihada iştirake da’vet eyledik ve onların i’la-i kelimetullah +malarını arzu ettik. Onlar Cenab-ı Feyyaz-ı Kadir’in Kitab-ı +Kerim’inde: +ve +olduğunu der-hatır ederek düşman-ı +din ve vatan ile bütün azimleriyle bütün varlıklarıyla +uğraşacaklardır. +Biz de inşaallahu teala yakında size kavuşacağız ve mücahidin-i +ğiz.” +Mühür + +---- +MATBUAT +---- + +“Trablusgarb gerek Osmanlılık gerek alem-i İslamiyet +medeniyet ve efkar-ı İslamiyyenin intişarı emrinde Trablus +yegane bir kapı bir pencere olarak kalmış idi. Onun için +Trablus müstakbel-i İslamiyet dolayısıyla gayet mühim bir +noktadır. Vakıa İngiltere ile Fransa bir muahede ile Trablus’un +hinterlandını yani gerisini kesmişler ise de Trablus +yine İslamiyet’in medhali olmak vazifesini edebilirdi bahusus +mesmuatımız doğru ise İtalya Trablus’un bu hizmet-i +medeniyye-i İslamiyyesini nazar-ı dikkate alarak serd ettiği +şerait arasında hürriyet-i mezhebiyyeye müteallik bir +kayd koymuş. Bu hürriyeti Liberte individuelle yani şahsi +ve ferdi bir hürriyet olmak üzere serd eylemiş! Demek ki +cemaatce idarece bir hürriyet tanımıyor. Müessesat-ı diniyye +teşkilatı hakkında gayetle ihtiyatlı davranıyor. İtalya +kendisine cevab-ı red verileceğinden kat’iyyen emin olduğu +halde anlamalı ki hürriyet-i mezhebiyyeyi bile takyid etmek +eline geçmesi farz edilse artık Senusi hey’etlerine müsaade +edilmeyecek. Bu ise hakimiyet-i diniyye-i İslamiyyeyi zaafa +düşürmek için düşünülmüş bir şeydir…” +TOKYO’DA İSLAM GAZETESI +Bu kere Şubat’tan i’tibaren Japonya’da Japon lisanında +mıştır. +Birinci numarasının mündericatı: +Japonların İslamiyet’e nazarı ve hal-i hazırdaki mevkii. +Muharriri: Hasan Mürşid. +Şarkda Kur’an-ı Şerif. Muharriri: Muhammed Bereketullah +Sosyalizm ve İslam. Muharriri: Luiz Nikel +Trablusgarb Muharebesi’nin alem-i İslam’a te’siri. +ŞUUN +– Din-i mübin-i İslam’ın +tesettür-i nisvan hakkındaki ahkamı nice menafii calib ve +bunca mefasidi mani’ ve salib olup hatta Avrupa hükemasından +birçokları tarafından dahi takdir edildiği halde bizde +bu vazife-i diniyyenin ve bunun üzerine teessüs ve takarrur +eden adat-ı müstahsene-i milliyyenin günden güne ehemmiyetten +de olunmaktadır. Nisvan-ı müslimenin tesettür maksadıyla +mine’l-kadim isti’mal ve iktisa etmekte oldukları çarşafların +şeklini refte refte tağyir ederek bir müddetten beri modaya +tebaan iktisab eylediği şekil ve suret aklı başında olanların +cümlesini te’sirat-ı amikaya duçar ediyor. Namus ve +haysiyetini iffet ve ismetini muhafaza kaydında bulunan +dar-ı ahirette sual ve azab-ı elimi müstevcib olan bu gibi +hallerden tevakkī eylemeleri ne derecelerde vacib ise biz +erkeklerin dahi erbab-ı namus nazarında çirkin görüldüğü +şübhe olmayan bu gibi modalarla gitgide daire-i edebden +harice çıkmak isteyen zevcat ve benatımıza hudud-ı şer’iyyeyi +telkīn ve tefhim ve fevkalade muhafazası herkese vacib +olan adat-ı milliyyeye riayeti tavsiye ve hilafı harekette +bulunanları te’dib ve men’ eylemekliğimiz iktiza eder. Milletin +matlub olan terakkīsi adab-ı diniyye ve adat-ı müstahsene-i +kavmiyyenin hüsn-i muhafazasıyla kaim olup hatta +Japon kavminin otuz kırk sene zarfında işitilen terakkiyat-ı +harika-nüması bu sayede müyesser olmuştur. Biz bu hakīkatlerden +gafil heva ve heves-i nefsaninin icabatına mail +olursak ümid ettiğimiz ve cidden muhtac olduğumuz terakkī +ve tealiye bedel kem-nam olmaklığımız mukarrerdir. +Memalik-i Osmaniyye’de tanınmış olan edyan erbabı kendi +mezheblerinin adab ve icabatını icra ile mükellef olup buna +muhalif harekatın memnuiyeti dahi Kanun-ı Ceza’nın doksan +dokuzuncu maddesinin üçüncü zeyli mucebince ba-irade-i +seniyye ittihaz ve i’lan edilen mukarrerat ile bu kere +hükumet-i Seniyye-i Osmaniyyece te’yid edilmiş ve bu fıkra-i +mezkureye temas eden ceraimin ta’kībi ve mürtekibleri +bulunmuştur. Bu babda ta’kībat-ı kanuniyyeye duçar ve +akran ve emsali miyanında şerm-sar olmamak için nisvan-ı +müslimenin icabat-ı şer’iyye dairesinde tesettüre riayet ve +alış-veriş bahanesiyle töhmet mevki’lerine girip çıkmaktan +mücanebet ve aile reislerinin de bu husustaki evamir-i diniyye +ve adab-ı milliyyeye daima iltizam ve ihtimam ve dikkat +eylemeleri lüzumu ahali-i muhteremeye suret-i mahsusada +tavsiye ve ihtar olunur. +– Şeref-sadır olan irade-i seniyye-i +hazret-i padişahi üzerine Başkadın Efendi hazretleri +Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’nin kadınlar kısmı riyaset-i fahriyyesini +lütfen deruhde buyurmuşlardır. +– Taraf-ı zi-şeref-i padi­ +şa­ +hiden Şeyh Senusi hazretlerine ihda buyurulacak murassa’ +kılıcın üzerinde es-Seyfü’l-murassa’u’l-mühda mine’l-Halifeti’l-a’zam +harrer bulunacaktır. +– Osmanlı-İtalya +harbinin devamı müddetince Trablusgarb +vilayetiyle Bingazi sancağında bulunan erkan ve ümera-yı +askeriyeye mahiyye maaşlarının rub’u mikdarı ve kolağası +ve yüzbaşılara üçer yüz ve mülazımlara iki yüz ellişer kuruş +zamimeten i’ta olunacaktır. Mensubin-i askeriyyeye muhassasatça +muadili olan rütbe zamaimi verilir. +– Şu son günlerde +Cebel Emiri İbnü’r-Reşid hazretleri son derece müteessir +ve münfail olmuş ve Arabistan tarikıyla kendi kabaili efradından +binlerce eşhasın Suriye’ye i’zam etmelerini düşünerek +keyfiyeti Suriye valisine iş’ar eylemiştir. +Atideki ma’lumat darü’l-harbde bulunan kumandanların +tebliğ edilmiştir: +– Şehr-i halin üçüncü günü akşamı iki yüz kişilik +bir Osmanlı müfrezesi düşmanın Kırkkarış istihkamlarına +hücum ile istihkamat önündeki tel örgülerine kadar takarrub +ve orada bir buçuk saat kadar ateş ile düşmanı ta’ciz etmiş +ve iki harb köpeğini itlaf ve nevbetci kuleleriyle tel örgülerinin +bir kısmını tahrib eylemiştir. Düşmanın telefatı tahmin +olunamamıştır. Bizden dört şehid ve on mecruh vardır. +– Mart’ın beşinci günü düşmanın kabil-i sevk bir +balonu ordugahlarımız üzerinde dolaşarak on bomba atmış +mecbur olmuştur. Düşman Kırkkarış istihkamatından Zanzur +üzerindeki karakolumuza doğru top endaht etmiştir. +– Bugün sükunet haleldar olmamıştır. Yalnız düşmanın +yaran ile otuza karib bomba atmıştır. Bu bombaların askerimiz +üzerinde hiçbir te’siri görülmemiş ancak ahaliden dört +yaşında bir çocuk bomba parçalarıyla maktul düşüp diğer +bir çocuk da mecruh olmuştur. +– Şubat’ın yirmisinde Bingazi civarında Kophat +larından çıkan düşman askeri üzerine açtığı ateşten düşmana +üç yüz kadar telefat verdirildi. Bizden yalnız iki yaralı vardır. +beygir deve ester ve sair eşya alınmıştır. +– Şubat’ın yirmi sekizinci gecesi iki bin kişilik +bir müfrezemiz tarafından Konhat istihkamına icra edilen +hücum bütün gece devam etmiştir. Düşmanın kuvveti üç +alay piyade iki sahra bataryasıyla iki mitralyöz bölüğünden +rı dahi bu muharebede isti’mal edilmiştir. Düşman bir sahra +muharebesini açıkta terk ile istihkamata iltica eylemiş ise de +top ateşi altında bu topları almak kabil olamamıştır. Düşmanın +kırk ikisi zabit olmak üzere bini mütecaviz telefatı vardır. +Bizden piyade mülazım-ı evveli Mustafa Efendi ile beraber +yüz yirmi şehid piyade yüzbaşısı Hasan Efendi ile beraber +elli beş mecruh vardır. Top ateşi himayesi altında dışarı çıkmaya +cesaret eden düşman bu muharebeden sonra artık +başını istihkamattan çıkaramamıştır. +– Şubat’ın yirmi dokuzuncu gecesi yine Bingazi’de +kazma kürek telefon telleri telgraf telleri iğtinam edilmiştir. +– Derne’de Mart’ın altıncı gecesi kırk kişilik bir +müfrezemiz kendi istihkamatının yedi yüz metre ilerisinde +düşman tarafından hafr edilen avcı siperlerini işgal ile +ale’s-sabah mezkur siperlerde birisinin üzerlerinden gelen +düşmana ateş ederek altı kişiyi itlaf eylemiştir. +Düşmanın istihkamatı gerisine toplamakta olduğu büyücek +kuvvetlere güvenerek on dokuz Şubat’ta olduğu gibi +bütün kuvvetiyle muharebeye ibtidar edeceği zannolunarak +tan harice çıkaramamış ve yalnız topçusuyla bütün gün ateşe +devam eylemiştir. Bizden üç şehid ve üç mecruh vardır. +Düşmanın kuvve-i ma’neviyyesi büsbütün bozulmuştur. +– Valide-i Hidivi +Emine Hanımefendi hazretleri tarafından evvelce defaatle +Trablus ve Bingazi’de mücahedatla meşgūl olan guzat-ı İslamiyyeye +lazım gelen me’kulat ve melbusat irsal olunduğu +gibi bu kere de kendilerine yazlık takımlarının i’mal ve irsaline +teşebbüs edilmiştir. Müşarun-ileyhanın arslancasına olan +bu teşebbüsat-ı hayr-hahanelerine karşı umum Mısırlılar tarafından +Ümmü’l-muhsinin lakabı verilmiştir ki müşarun-ileyha +hazretleri bu lakabı bi-hakkın ihraz buyurmuşlardır. +– Pari Journal gazetesine +Cezair’de bulunan muhabiri tarafından yazıldığına göre +Trablusgarb’daki Osmanlı mecruhini lehinde olmak +üzere Hilal-i Ahmer Hey’eti tarafından Cezair’de küşad +edilmiş olan iane büyük bir şevk ve meserret ile telakkī +edilmiştir. Bil-cümle Cezair müslümanları Trablugarb mücahidlerine +muavenet göstermek için kemal-i ulüvv-i cenab +Hey’eti Fransa’nın Dersaadet sefirine ilk defaya mahsus olmak +üzere yüz bin frank iane göndermiştir. Şimdiye kadar +cem’ edilen mebaliğ yalnız Kostantin Vilayeti’nde yüz elli bin +frank derecesini bulmuş ve her taraftan ianat gelmekte bulunmuştur. +Gerek şehirlerde ve gerek çöllerde ikamet eden +bil-cümle Arabların topladıkları mebaliği kemal-i semahatle +ve muavenet göstermeyi bildiklerini isbat ediyor. +– Cezair emir-i namdarı Seyyid +Abdülkadirzade Ali Efendi hazretleri tarafından Dahiliye +Nezareti’ne Dehibat’tan varid olan bir telgrafnamede mücahidin-i +Arabı umum millet-i İslamiyyeyi istihkar ve Halife-i +Resul emiru’l-mü’minin efendimizin hukūk-ı şahanelerine +taarruza ictisar eden düşmanı memalik-i şahaneden def’ ve +tenkile da’vet etmek üzere Seyyid Senusi hazretleri tarafından +ayat ve ehadis-i nebeviyye ile müveşşah beyannameler +tevzi’ edildiği beyan ve Bingazi’den Trablusgarb’a kadar icra +eylediği seyahatte yollarda tesadüf eylediği umum tekaya +ve aşairle konuştuğu ve binlerce mücahidinin sahne-i harbe +koşmak üzere bulunduğu dermiyan edilmektedir. Müşarun-ileyh +telgrafnamesinde kuvve-i ma’neviyyenin pek yüksek +bir dereceye vasıl olduğunu te’min ve tebşir etmektedir. +– Bulgaristan dahilinde +Burgaz kasabasından gönderilen bir mektuba nazaran +şehr-i mezkurdaki rüşdiye ve i’dadiye mekteplerine devam +eden müslüman çocukları başlarına şapka giymekten imtina’ +ettikleri cihetle mektepten tard edilmişlerdir. Kemal-i +hayret ve teessüf ile haber aldığımız şu vak’a hürriyet-i edyana +Bulgaristan’da nasıl riayet edildiğine dair bir fikr-i kafi +verebilir. +– İran hükumet-i hazırası İngiliz-Rus +notasına verdiği cevabda dört milyonluk avans i’tası için +düvel-i müşarun-ileyhima tarafından serd edilen şeraiti kabul +eylediğini beyan etmiştir. Hükumet-i müşarun-ileyhima +kendi politikasını tarihli İngiliz-Rus i’tilafı esaslarıyla +te’lif etmeyi taahhüd ederek i’tilaf-ı hazırla verilen te’minatı +nazar-ı dikkate aldığını da serd ve ityan eylemiştir. İran hükumeti +ordunun ihtiyacat-ı memlekete salih bir surette tensik +ve ıslahı kendi tarafından ta’kīb olunacak programın nokta-i +esasiyyesini teşkil etmekte olduğunu ilaveten dermiyan eylemekte +ve şah-ı mahlu’ ile biraderi artık İran’dan müfarakat +ederek maiyyetleri asakiri dağıtılmış olduğu cihetle İran’ın +sür’at-i mümkine ile asakir-i ecnebiyyeden tahliyesi emrinde +sunda izhar-ı ümid ile cevabnamesine nihayet vermektedir. +Avam Kamarası +a’zasından Colonel Yat tarafından İran-ı Cenubi ahvali +hakkında Hariciye Nazırı Sir Edward Grey’e bazı sualler irad +olunmuştur. Şiraz-Isfahan yollarında şu son zamanlarda İngiliz +müessesat-ı ticariyyesi tarafından irsal olunan doksan +bin İngiliz lirası kıymetindeki emval-i ticariyyenin İran eşkıyası +tarafından sirkat ve yağma olunduğunu Kolonel Yat +beyan eylemiştir. Edward Grey vekayi’-i mezkureyi tasdik +ettikten sonra İran-ı Cenubi ahvalinin peyderpey kesb-i +salah edeceğine kanaat ettiğini ve havali-i mezkurede asayiş +ve emniyetin takriri için İsveç memleketinden celb edilen +jandarma zabitanının İran hükumeti tarafından Şiraz’a +– Ajans +Roy­ +ter Tahran’dan istihbar ediyor: Şah-ı sabık tarafdaranı +detli bir müsademe vukūa gelmiş ve Rusya Konsolosluğu +tarafından idare-i örfiyye i’lan edilmiştir. +– Kirmanşah’ta bulunan ahali-i İslamiyye +tarafından Trablus’taki İslam mücahidleri için seksen lira i’ta +edilmiştir. +– Fransa Meclis-i Meb’­ +u­ +sanı a’zasından Mösyö Jores tarafından şu son günlerde +gerek alem-i İslam’a ve gerek Fransa’ya taalluk eden değerli +mütalaat dermiyan edilmiştir. Müşarun-ileyh Hindistan müslümanlarının +umumiyi mevzu’-ı bahs ederek nokta-i nazarını alimane +ve müdekkıkane bir surette isbat etmiştir. Eyyam-ı ahirede +beyne’l-İslam bir tekafül-i umumi hasıl olmuş olduğunu ve +bu münasebetle Fransa hükumatının alem-i İslam muhabbetinden +uzaklaşmaması lazım geldiğini bir lisan-ı mü’essirle +tavsiye eylemiştir. Alem-i İslamiyyet’in yek-vücud bir kitle-i +siyasiyye halinde bulunduklarına kaviyyen kani’ olduğunu +Mösyö Jores beyan etmiştir. Müslümanların eskisi gibi uyumadıklarını +kanaat-bahş bir surette isbat eden hatib-i müşarun-ileyh +bu mecmua-i insaniyetin din-i mübin ile Kur’an-ı +Şerif’in ahkam ve ayat-ı la-yeteğayyeri sayesinde ileride +şayan-ı taaccüb bir surette teali ve terakkī eyleyeceklerini ve +terakkiyat-ı vakıalarına bundan sonra Avrupa devletleri tarafından +hiçbir suretle mümanaat edilemeyeceğini kaviyyen +me’mul ettiğini de ifham eylemiştir. +– Osmanicher Loyd ’da +okunduğuna göre Berlin’de yakın zamanda İslamiyet hakkında +tetebbuatta bulunmak üzere bir cem’iyet teşekkül etmiştir. +Bu cem’iyetin gayesi alem-i İslam’ın mevki’-i dini ve +Bu cem’iyet neşr ettiği bir beyannamede vaki’ olacak tetebbuatı +neşr edeceği beyannameler ile a’zalarına bildireceğini +ve bilahare bir kütübhane te’sis olunarak memalik-i İslamiyyedeki +asar-ı münteşire cem’ olunacağını beyan etmektedir. +– Kalküta’da Farisiyyü’l-ibare +mütalaa olunduğuna nazaran Necef ve Kerbela ile atebat-ı +aliyyatta bulunan Şiiyyü’l-mezheb din kardeşlerimizin rüesa-yı +ruhaniyyeleri olan hücec-i İslamiyye tarafından ahiren +yeniden ısdar olunan evamir ve fetavada “umum küre-i +arz üzerinde bulunan Caferiyyü’l-mezheb müslümanların +boykotaj icrası ekiden tavsiye ve i’lan edildiği ve mezkur +keyfiyetin dinen ve şer’an her müslim ve müslime üzerine +farz ve vacib bulunduğu” sarahaten zikr olunmuştur. Binaenaleyh +Hablü’l-Metin gazetesi bir kasemname sureti tab’ ve +tertib ederek İtalyanca ve Rusça lisanlarıyla emtia ve ticaretine +karşı nefret ve boykotaj icra etmek isteyenlerce ol vechile +yemin eylemeleri lüzumu tefhim olunmuştur. Bu ana +kadar Hindistan Şiilerinden binlerce zevat mezkur yemine +tebaiyet ve iştirak eylemişlerdir. Mezkur gazete kasem edenlerin +– Bengale’de +münteşir Zigo Merid ceride-i İslamiyyesinde görüldüğüne +nazaran bu kere Hind müslümanlarıyla putperestleri +arasında bir i’tilaf hasıl olarak bundan sonra bilumum +memalik-i şarkiyye ve İslamiyyeye tecavüz eden Avrupa +devletleri hakkında tatbik ve ta’kībi lazım gelen muamelatın +her iki taifece müştereken teşebbüs olunması karargir olmuştur. +– Hindistan gazetelerinde +okunduğuna göre Encümen-i Himaye-i İslam’ın yevm-i +mahsusu münasebetiyle Şubat’ın ’ncı günü Lahor şehrinde +kur ile İslam mektepleri namına cem’-i ianat ve neşr-i İslam +maksadıyla Pencap İslamlarından mühim bir hey’et-i +mahsusanın Japonya’ya i’zamına karar verilmiştir. Hey’et-i +mezkure Japonya’da iki ay kalacaktır. +– Hongkong Gazet ceridesinde +yazıldığına nazaran Çin müslümanları tarafından +Bingazi mücahidlerine irsal edilmek üzere ianat-ı nakdiyye +dercine başlanmıştır. İanat-ı mezkure cem’ ve irsaliyle iştigal +etmek için bir komisyon teşekkül edip riyasetine de Mevlevi +Hayreddin Sahib ta’yin olunmuştur. +– Tokyo’da münteşir +mukaddem Japonya’da Hindli talebe iki üç kişi bulunuyordu. +Beş sene mukaddemde Hindli talebe nefs-i Tokyo’da +otuz kadar olup kendilerine mahsus bir haneleri dahi bulunuyor +müslüman yoktu. Şimdi ise elli altmış kadar Hindli talebeden +yirmi kadar müslüman bulunduğu ve umur-ı ictimaiyyede +müslüman talebeleri diğerlerine rehberlik vazifesini ifa +etmekte oldukları görülmektedir. +Bugün merkezi Tokyo’da +“Altın Hind” ünvanıyla bir cem’iyet-i siyasiyye teşkil +olunmuştur. Bu cem’iyetin mühim erkanı Hindli İslam talebesi +olduğu maa’l-mesar müşahede olunmaktadır. Japonya’da +da Hindli müslüman tüccarı mühim bir mevki’ ihraz +ediyor. +Japonya’nın payitahtında +nin beyanına nazaran Japonya ahali-i İslamiyyesi tarafından +tertib edilen bir mitingde Osmanlı-İtalya muharebesine dair +müteaddid nutuklar ve konferanslar irad olunup İtalyalıların +Afrika-yı Osmani’de icra eyledikleri mezalim ve tecavüzat +hakkında beyan-ı nefret ve işmi’zaz eyledikten sonra insaniyet +namına Mikado hazretlerinin müdahalesi taleb ve istirham +olunduğu gibi mücahidin-i İslamiyyeye sarf ve tevzi’ +olunmak üzere ianat-ı nakdiyye cem’ ve dercine teşebbüs +olunmuştur. Bu kadarla da iktifa etmeyen hamiyet-mendan-ı +olan gaziyan-ı İslam’ın emr-i tedavilerine bakılmak için bir +Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’nin i’zamına da karar vermişlerdir. +– Yine balada ismi sebk +eden ceride-i İslamiyyenin başmakalesinin mealinden müsteban +olduğu üzere sene-i Miladisinden bu ana kadar +umum Japonya memalikinde din-i mübin-i İslam hakkıyla +şeref-i İslamiyyetle müşerref oldukları gibi bundan sonra +da diyanet-i mukaddese-i İslamiyye ile şeref-yab olmaya +hazır ve müstaid olan pek çok kimseler tarafından kavaid-i +Cem’iyet-i İslamiyye’ye müracaat etmekte bulundukları +anlaşılmıştır. Müslüman olanlar miyanında Japonya a’yan +ve eşrafından bir çok zevatın da dahil bulundukları mezkur +gazete tarafından tebşir edilmiştir. Füruz-ı diniyye ile evamir +ve ahkam-ı mukaddese-i şer’iyyenin evkat-ı muayyene-i +mefruza esnasında kemal-i i’tina ve ihtiram ile ifa olunması +edilerek emr-i hayr-ı mezkurun kuvveden fiile çıkarılmasına +son derece bezl-i gayret ve faaliyet edilmektedir. +– Umumiyetle Rusya’da bulunan İslam gazeteleri Rusya +hükumetinin tavassut hakkında ittihaz edeceği mesleği +tenkīd etmekle beraber Rusya ordusunda harb zamanlarında +kerin hiçbir cihetle Kafkasya hududu sevkiyatından hoşnud +olamayacaklarını lisan-ı teessüf ile beyan etmektedir. +Zaten Rusların umur-ı dahiliyyesinde olan hoşnutsuzluklar +da harekat-ı askeriyyeye müsaid olmadığı ilave olunmaktadır. +– Türkistan’da pamuk ticareti +her sene tekamül ve terakkī etmekde olduğu gibi bu yüzden +umum Türkistan müslümanlarında iktisadi bir tefevvuk görülüyor. +Her şehirde mükemmel pamuk temizler fabrikalar +sıl fevkalade memnuniyet-bahşet bir terakkiyat-ı iktisadiyye +vardır. Ehl-i servet sene be-sene tezayüd etmektedir. +TEFSIR-İ ŞERIF + +---- +. . . . . +---- + + +---- +. . +---- + +Tercümesi +“Biz senin göğsünü genişletmedik mi? Belini çatırdatan +yükünü indirmedik mi? Sonra ismini yükseklere çıkarmadık +mı? Öyle ise bilmiş ol ki güçlüğün yanında kolaylık var. Evet +güçlüğün yanında şüphesiz kolaylık var. Onun için mücahedenin +birini bitirince birine atıl. Bir de yalnız Tanrı’ndan +* * * +Suresi’nin tetimmesidir diyenler bile olmuştur. +Ma’lumdur ki şerh açmak genişletmek ma’nasınadır. +Göğsün büyüklüğü vücudun kuvvetini gösterdiği için Araplarca +pek makbul idi. Hakīkat geniş göğüs kalb ile ciğerin +rahat rahat işlemesini te’min ederek vücudu kuvvetli tutar. +Kavi ise kendisine hücum edenleri ezeceği için huzur içinde +yaşar. O sebepten sadrın inşirahı meserret inbisat demek +olur. +Duha Suresi’ni tefsir ederken söylediğimiz vechile aleyhissalatü +vesselam Efendimiz kavmini dalal içinde küfür ve +gi yoldan irşad edeceğini düşünürdü. Cenab-ı Hak Nebiyy-i +Muhteremine aramakta olduğu yolu vahy ile gösterince +kalbindeki sıkıntı birden bire feraha münkalib oldu göğsü +genişledi. +yük­ +tür. Ancak ruha verdiği eza hakīkī yükün vereceği yorgunluktan +daha acıklı olduğu için bu kadar şiddetli bir surette +tasvir buyurulmuş. +Evet; şirkin vahşetin cehaletin en safil derekelerindeki +bir kavmi; daha sonra diğer bir çok milletleri tevhide insaniyete +larının kenarından alarak hayat-ı cavidani sahasına çıkaran +Resul-i Ekrem’in göğsü ne kadar genişlemiş arkasından ne +dehşetli bir yük inmiş olacağı meydandadır. +Ref’-i zikirden murad-ı ilahi ise şehadetlerde ezanlarda +hutbelerde Kelamullah’ın bir çok yerlerinde Hazret-i +Peygamber’in Allah ile birlikte anılmasıdır. Bir isim daha ne +kadar yükselebilir? +kavl-i celili Halık’ın ne büyük bir kanununa +ne kat’i bir düsturuna tercüman oluyor! Usr’süz yüsr +olmayacak; lakin usr’ün yanında mutlaka yüsr bulunacak. +Zemahşeri diyor ki: “Ayet-i kerimede “ma’a” kelimesi irad +buyurulmuş; zira yüsr usr’e o kadar yakın ki: Adeta aralarında +hiç fasıla yok da ikisi beraber.” +Bu alem-i hayatta insanlar türlü türlü sıkıntılar çeker +türlü türlü musibetlere düşerler. Şayed yeis getirirlerse +çalışmayı bırakacakları için mahvolup giderler; yok o sıkıntıdan +kurtulmak o felaketi yenmek için uğraşırlarsa sonunda +muvaffak olurlar. İş himmeti büyük azmi sağlam tutmakta +bir de yüsrü ele geçirmenin yolunu araya araya bulmaktadır. +Artık yüsr usrün yanı başındadır hakīkatini lisan-ı +Hak’tan duyanlar için kemal-i itminan ile çalışmaktan başka +ne kalır? Allah’ın bu müeyyed tatmini Kur’an’ın bu müekked +te’mini beşeriyet için ne kıymetli bir tesliyettir! +Zaten tevfik-i Hak’dan ümidini kesmek; ye’se kunuta +düşmek haramdır. Sa’ye mücahedeye azme sarılmak Müslümanlığın +ruhudur. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +gibi daha bir çok emirler nehiyler gözümüzün önünde +dururken yazıklar olsun ki biz o ruhdan uzaklaşmışız gittikçe +de uzaklaşıyoruz. +Aleyhissalatü vesselam Efendimiz Allah tarafından gönderilmiş +bir peygamber iken ne kadar şedaide ne kadar +me­ +saibe ma’ruz kaldı! Ezalar cefalar tehdidler ölümler +de tek başına nasıl uğraştı! Sonradan etrafına toplanan +sahabilerinden de ne büyük fedakarlıklar görüldü! Lakin o +muvakkat usr ne sürekli bir yüsre inkılab etti! +Allahu Zü’l-celal Resul-i güzinine diyor +ki: Madem usrün sonu yüsrdür; gerek kendine gerek ümmetine +müfid olacak ibadatından mücahedatından birini +bitirince diğerine atıl bu uğurda yorul. Zira bu yorgunluk +ayn-ı rahattır. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac ve Ka’be +− +Hac ve Ka’be’nin tarihi hususunda bizce muhakkak olan +bir şey var ise o da bunların Hazret-i İbrahim ile oğlu İsmail +aleyhime’s-selam tarafından icra ve bina edilmiş bulunmalarıdır. +Ka’be-i Muazzama’yı bina etmeleri tamam olunca hac etmeleri +gerek tarihçe gerek nusus-ı Kur’aniyye ve ehadis-i +nebeviyyece suret-i kat’iyyede sabit olmuştur. +Hazret-i İsmail’in muavenetiyle İbrahim aleyhisselamın +Ka’be’yi bugün bulunduğu mevki’-i mübarekte bina etmiş +bulunması Arablar beyninde öteden beri meşhur idi. Asar-ı +cahiliyyede buna delalet edecek birçok şahidler bulunabilir. +Hazret-i İsmail’in ahfad ve zürriyeti hatta bunların temasta +bulundukları sair kabail-i Arab Ka’be-i Muazzama’yı tavaf +ve ziyaret ettikçe hac kıldıkça büyük babaları Hazret-i Halil’in +sünnet-i şerifelerini ihya ile millet-i Hanifiyye üzere bulunduklarını +görürken inişe iner yokuşa çıkarken telbiye etmek ihlal +eylemek ile Hazret-i İbrahim’in bina-yı Ka’be’yi müteakib +Cebel-i Ebi Kubeys’e çıkarak vücub-ı haccı i’lan ile insanları +hacca da’vet buyurmasına karşı icabet etmekte bulunduklarını +Feth-i Mekke günü Ka’be-i Muazzama derunundaki esnam +ve heyakil çıkarı[lır]ken bir de İbrahim ve İsmail aleyhime’s-selamın +ellerine ezlam sıkıştırılmış suretleri de bulunmuş +tanılmalarından suretleri ihtiramen oraya vaz’ olunmuştu. +Din-i mübin-i İslam dahi Hazret-i İbrahim’i bani-i Ka’be +ve millet-i Hanifiyyenin büyük bir rüknü olmak üzere tanıyor. +Bir de şeriat-i İslamiyyenin ta’lim ettiği menasik Hazret-i +Halil’e nisbet olunan batnen ba’de batnin tevarüs tarikıyla +beyne’l-Arab şüyu’ bulan nüsüklere de muhalif değildir. Bu +halde bir müslim bir müverrih Ka’be-i Muazzama’yı hacc-ı +şerifi devr-i Halili’de mevcud olarak görebilir. +Fakat Hazret-i İbrahim Ka’be’yi mi hac için bina etti yahud +haccı mı Ka’be için icra etti? İşte burada her iki şıkkı +kabule yardım edebilecek sözler söylemek kabildir. Haccın +devr-i Halili’den mukaddem dahi velev ibtidai bir surette +olsun mevcud bulunduğuna kail olur isek Ka’be’nin hac için +bina edilmiş olduğuna kail olmak için yol açılır. Yok devr-i +Halili’den mukaddem beyne’l-Arab hac ıtlakına layık bir şey +bulunmadığı cihetini iltizam etmek daha haiz-i rüchan görülürse +haccın Ka’be için yani Ka’be sebebiyle meşru’ edilmiş +olduğu anlaşılır. Zaten ulema-yı İslam hazeratının re’yleri de +bu merkezdedir. Beytullahın nefs-i vücub-ı hac için sebeb +olduğunu edille-i muknia ile isbat ediyorlar. Bundan Hazret-i +Halil’in Ka’be’yi bina etmeden evvel haccın bulunmadığı +anlaşılır. Fakat bizce muhakkak olan bir şey varsa +o da İbrahim aleyhisselam bina-yı Ka’be’yi müteakib hac +etmekle me’mur oldu. Hazret-i İbrahim İsmail aleyhisselam +halde ifa-yı hac ettiler. Müverrihler hacc-ı İbrahim’in keyfiyetini +de beyan ediyorlar. Lakin bu nasıl ma’lum olmuş bu +babda verilen tafsilat nereden iktibas edilmiş olduğu bizce +bilinemedi. Maamafih sırf müverrihlerin verdiği ma’lumat +üzere atiyen bu babda söylenecek sözlere mukaddime olarak +hacc-ı İbrahim’in menasik ve ef’alini burada zikr etmeyi +münasib görüyorum. +Hazret-i İbrahim ikmal-i Ka’be’yi müteakib Harem-i +Şerif’in hududunu ta’yin etti. Zilhicce’nin yedinci günü +Beyt-i Şerif muvacehesinde menasik-i haccı beyan ederek +hutbe okudu. Zilhicce’nin sekizinci günü ihrama girerek +maşiyen Mina’ya azimet eylediler. Yollarda telbiye ve tehlil +evkat-ı hamseyi vakti hulul ettikçe eda ediyorlardı. Geceyi +orada geçirdiler. Yevm-i terviye böylece mürur etti. Zilhicce’nin +dokuzuncu günü sabah namazını kılıp güneş hayli +yükseldikten sonra Arafat’a geldiler. Mescid-i İbrahim’in bulunduğu +yerde tevakkuf ettiler. Sahra nam mevki’de Hazret-i +raber olarak öğle vaktinde eda ba’dehu Müzdelife’ye avdet +ettiler. Akşam ile yatsıyı cem’ eylediler. Remy-i cemerat için +dokuzar aded taş topladılar. O gece Müzdelife’de kalarak +sabah namazını ba’de’l-eda Vadi-i Mahser denilen mevzia +muvasalat ettiler. Bu vadinin beş yüz arşın kadar mahallini +sür’atle geçtiler. Mina’da üç gün kalarak remy-i cemerat ve +zebh-i kurban eylediler. Ba’dehu yola çıkarak öğle namazını +Mahsab nam mevki’de eda ile Mekke’ye avdet ettiler. +Müverrihlerin rivayetine göre Hazret-i Halil’in kıldığı hac +lerin iştirak ettiği ma’lum değil. Hatta bazı rivayetlerde bu +haccın ihtiyar pederiyle oğlundan başka kimsenin bulunmadığı +da anlaşılıyor. Maamafih am-ı kabilde Hazret-i İbrahim +oğlu İshak ile zevcesi Sare’yi de beraber getirmiş hepsi birlikte +Şimdi bu rivayete bakılırsa ikinci sene hac edenlerin adedi +dört kimseden ibaret idi. Olabilir ki başkaları da iştirak etmişlerdir. +Fakat bu cihet mervi değil maznundur. Maa-zalik +Hazret-i İbrahim’in Kenan diyarında Hicaz’da Hazret-i İsmail’in +kabail-i Arab ve bilhassa Cürhümiler beyninde olan +mevki’leri hele nübüvvetleri nazar-ı dikkate alınırsa birinci +defalarda hacca iştirak edenlerin adedi az olmakla beraber +sonraları çoğalmış olduğunu düşünmek için yol açılır. +Kenan diyarının muhterem bir şeyhi nebi ve resulü +memleketini terk ile birkaç sene sırasıyla Mekke’ye gelerek +hac etsin de kavmi arasında bu vak’a kimsenin nazar-ı +dikkatini celb etmesin. Bu kabil değildir. Hazret-i İsmail de +kavmi arasında hatırı sayılan bir resul idi. Cürhümiler beyninde +pek ziyade i’tibar ve şeref sahibi idi. Bu halde onun +ehemmiyet ve ciddiyetle icra etmekte bulunduğu hacc-ı +şerifin kavmince nazar-ı i’tibara alınmayıp muhibbanınca +bil-fiil iştirak edilmemesi mutasavver değildir. Her halde çok +geçmeden Arablardan bil-hassa Hicazlılardan hacca iştirak +edenlerin adedi çoğalmış olacaktır. Zaten hacc-ı şerif değil +o zaman Arablarının belki şimdiki insanların bile nazar-ı teemmül +ve tefekkürlerini mucib ibret-amiz bir ibadettir. Zamanımızda +şarkan ve garben dünyanın her tarafından her +sene yüz binlerce müslümanların maddi ve ma’nevi birçok +zahmetlere katlanarak eda etmek üzere bütün hulus ve +mevcudiyetleriyle can attıkları o ibadet-i şerifeye o civarda +bulunan o zaman Arablarının dahi fırsat düştükçe iştirak etmeye +meraklanmaları pek tabii gelir. Fil-vaki’ hacc-ı şerifin +zamanımızda dahi ifa ve eda edilmesi o kadar azim fedakarlıklara +tevakkuf ediyor ki menfaat-i ma’neviyye te’mini ümidiyle +yapılabilecek ibadetlerin zahmet ve meşakkat nokta-i +nazarından kat kat fevkindedir. Fakat diğer cihetten de o +fedakarlıkları zahmetleri la-şey derecesine indirecek kadar +merak-aver lezzet-bahş bir ibadet de bulunamaz denilebilir. +kendisine hac farz olanlardan pek az kimseler ifa-yı farizada +kusur ettikleri halde hemen ekseriyet-i azimenin vebal altında +kalmadıkları maa’ş-şükran meşhud oluyor. Halbuki beri +tarafta salavat-ı mektubenin ifası hususunda izhar-ı tekasül +edenlerin hadd ü hesabı yoktur. İşte bu hakīkatin şübhesiz +zaman-ı mazide Arablar beyninde dahi icra-yı hüküm etmiş +olduğuna şübhe edilemez. Fi’l-hakīka İbrahim ve İsmail +aleyhime’s-selamdan sonra Arablar hele Arab-ı müsta’ribe +şuabat ve butunu arasında hac taammüm etmiş beyne’l-kabail +yegane bir ibadet-i umumiye ve resmiye şeklini almıştı. + +---- +FELSEFE +---- + +Vahdet-i Vücud +− +Zamandan bahs edilmiş iken ezeliyet ve ebediyet hakkında +da istitrati bir iki söz söylemek faideden hali değildir. +Ma’lumdur ki maziye doğru takdir edilen ezmine-i gayr-ı +mütenahiyyede istimrar-ı vücuda “ezel” denildiği gibi müstakbele +doğru takdir edilen ezmine-i gayr-ı mütenahiyyede +Ezel ve ebed ta’birleri Cenab-ı Hakk’a izafet edilirse vücud-ı +Bari’nin kayd-ı zamandan ari olarak istimrar-ı mutlakı +ma’nasını tazammun eder. Fakat ezel ebed ta’birlerinde bizim +bu zaruret de kayd-ı zamandan ari istimrar-ı mutlakın tasavvurundaki +aczimizden münba’istir. +Ezeliyet-i ilahiyye zat-ı Bari’nin kemal-i zatisi iktizasından +olmak üzere taakkul edilen bir “kabliyyet”tir. Fakat bu +“kabliyyet” Cenab-ı Hakk’ın medid bir zaman ile hadisata +takaddümü ma’nasını tazammun etmez. Çok kimseler ezeliyet-i +değildir. Ezeliyet-i ilahiyye vücud-ı hadisata nazaran takdir +edilmez. Akıl böyle bir takdirde muztar kalsa bile bunun i’tibarat-ı +vehmiyye kabilinden olup hakīkate temastan baid +bulunduğunu unutmamalıdır. Bu ma’nayı ifadede böyle bir +takdir yukarıda söylendiği gibi zaruridir. Çünkü başka türlü +tebliğ-i meram mümkün değildir. +Halbuki ezeliyet-i ilahiyye zamanın ihatası dahiline +girmez. Tevali-i hadisata nisbetle ta’yin olunmaz. Onun hadisata +takaddümü umur-ı i’tibariyyedendir. Ezeliyet-i ilahiyye +kayd-ı zamandan haric bir istimrar-ı mutlaktan ibaret olmak +haysiyetiyle vücud-ı hadisattan evvel ne ise ondan sonra +da odur. Biz bunun hakīkatini anlayamayız. Bizim taakkul +edebileceğimiz ezel mebdei olmayan bir maziden ebed de +müntehası olmayan bir müstakbelden ibarettir. Ezeliyet-i ilahiyye +mıyla azadedir. Zaten istimrar-ı mutlakı mazi hal ve istikbal +gibi hudud-ı vehmiyye ile tahdid ederek zamana üç muhtelif +şekil vermek eşkal-ı hendesiyyenin tahakkuku için ferağ-ı +mevhumu tahdid etmek kabilindendir. Hudud-ı maddiyyenin +şey kalmadığı gibi hudud-ı vehmiyyenin iskatıyla da ortada +an-ı mutlaktan başka bir şey kalmaz. Bu misal dai-i itiraz +olabilir. Ancak biz bunun hakīkat-ı matlaba tamami-i tevafukunu +misal olmak üzere serd ediyoruz. Onun için tazammun ettiği +mahzurdan dolayı mu’ahaze varid değildir. +Her hangi bir istimrar olursa olsun biz onu zamandan +mücerred olarak tasavvur edemeyiz. Çünkü aczimiz buna +mani’dir. Fakat onun imkanını inkarda asla ma’zur olamayız. +Vücud-ı Bari’de taakkul olunan “bu’diyyet” ve “kabliyyet” +hükmü olduğundan zamana gayr-ı tabi’dir. +Gelelim ebediyet-i ilahiyyeye; ebediyet-i ilahiyye demek +vücud-ı mümkünün inkıta’ından sonra vücud-ı vacibin istimrarı +Şu takdire göre Cenab-ı Hakk’ın ezeliyeti aynıyla ebediyeti +ebediyeti de aynıyla ezeliyeti olmuş olur. +Ezeliyet-i ilahiyye ile ebediyet-i ilahiyyenin bu suretle +hakīkat-i vahideye inkılabı Cenab-ı Hakk’ın beka-yı zatisiyle +münferid kalması için izafi olan iki tarafın kendisinden +Hulasa-i kelam; “ezeliyet” ve “ebediyet” Hakk’ın iki sıfatıdır. +Vücub-ı ilahinin taakkulu için bu sıfatlar zamana izafet +edilir. Bunlar hakīkatte başka başka şeyler değildir. Ezel +zamandan mücerred olarak taakkul edilince onda ebed de +tahakkuk eder. Ezel her iki münteha-yı ma’kūlu cami’ bir +zaman ile mesbuk olmayan vücudu tetavül-i zamandan +beri olan bekası demek olur. +Muhakkıkīn ezelle kıdem beynindeki farkı ta’yin ederek +ezel vücud-ı Bari’de taakkul olunan “kabliyyet”tir. Kıdeme +gelince o da bu kabliyyetin ademle mesbuk olmamasıdır +diyorlar. Şu takdire göre ebedde vücud-ı Bari’de taakkul +olunan “bu’diyyet” beka o “bu’diyyet”in tarayan-ı ademden +beri olması demek olur. Ezel ile ebedin ittihadına dehr +tesmiye olunur. Bu kelimenin ma’na-yı ıstılahisi “an-ı mutlak” +demektir. “An-ı mutlak” yahud “an-ı daim” de Hazret-i +Uluhiyyetin istimrarı bu istimrar da zamanın batınıdır. Orada +ezel ile ebed birleşir. hadis-i +şerifi bu ma’na i’tibarıyladır. +Sarı Abdullah Efendi hazretleri Mesnevi-i Şerif şerhinde +zaman hakkında şöyle buyuruyor: “Mütekellimin indinde +zaman bir emr-i vehmi olup haricde vücudu yoktur. Erbab-ı +keşf ve şühud katında zaman dedikleri meratib-i teayyünat +ve zuhurattan her bir mertebede edvar-ı erbaa-i cemaliyyede +vaki olan tecelliyat-ı zatiyyenin imtidad ve beka ve +deymumiyet ve sermediyetinden ibaret olup her mertebede +bir isim ile müsemmadır. Mertebe-i vahidiyyet ve makam-ı +ceberut da “vakt-i mutlak” ve “an-ı daim” ile müsemmadır +ki bu mertebede subh u şam yoktur. +ve zaman mertebe-i melekutta dehr ile müsemmadır. +ve zaman mertebe-i berzahda +asr ile müsemmadır +ve mertebe-i +melek ve şehadette zaman ile müsemmadır.” +Hazret-i şarihin düstur-ı hakaik olan eser-i hakimanesinden +alınan şu birkaç satır zamanın ehl-i hakk u hakīkat +surette anlatıyor. Bundan ziyadesi fazladır. Kudema-yı hükema +bu iki şeyin hakīkatte şey’-i vahid olduğuna işareten +ezel ile ebedi bir daire yahud kuyruğunun ucunu ağzına +almış bir yılan suretinde temsil ederler idi. +olmaksızın Müslim +– Gazzali tehzib-i ahlak nokta-i +nazarından insanları başlıca üç kısma ayırmıştır: +Birinci kısım safiyet-i fıtriyyelerini muhafaza eden insanlardır. +Bunlar hayr ü şerre karşı tamamiyle lakayd kalırlar. +“Hayr”ın iyi ve “şerr”in fena olduğunu muhakeme edemezler. +Kendileri hangi yola sevk edilirlerse o tarikı ta’kīb +ederler. Bu halde bulunan insanlar bir mürebbi-i kamilin +dest-i terbiyetinde sühuletle ahlak-ı fazıla iktisab edebilirler. +olarak tanırlarsa da ihtirasat-ı nefsaniyye şehvet ve gadabın +duklarından fenalığını i’tirafla beraber rezaile inhimak gösterirler. +Bu halde bulunan insanların tebdil-i ahlak edebilmeleri +az çok bir mücahede ve zamana muhtacdır. Çünkü evvela +kendilerinde bir meleke haline gelmiş olan fena huyları terk +ve yerlerine iyi huylar ikame etmeleri lazımdır. Maamafih +güç olmakla beraber bunların da ıslah-ı nefs edebilmeleri +mümkündür. +Üçüncü kısmı teşkil edenler rezail-i ahlakıyye ile me’luf +olmakla beraber rezileti fazilet i’tikad ve fazilet-i ahlakiyyeyi +bir nevi’ budalalık addeden kimselerdir. Bunların +tebdil-i ahlak edebilmeleri pek müşkildir. Çünkü bu gibi +eşhasın evvela rezilet-i ahlakıyyenin bir kabiha ve fazilet-i +hulkiyyenin de bir meziyyet olduğuna kanaat peyda ederek +evvelki i’tikadlarından nükul etmeleri saniyen kendilerinde +bir meleke haline gelmiş olan fena huylardan tamamiyle +vazgeçmeleri salisen fezail-i ahlakıyye ile ittisafa çalışmaları +lazımdır. Bu ise hem geç ve hem güç olur. +Gazzali’nin şu mütalaası piskoloji-i insani hakkında ne +kadar derin tetebbuatta bulunmuş olduğunu pek güzel gösterebilir. +Senelerce alem-i İslam’a huzemat-ı irfan saçmış olan bu +mümtaz dahinin –bilhassa yaşadığı zaman ve muhiti nazar-ı +ve felsefiyyeyi tedkīk eden erbab-ı insaf kendisinin cidden +harika-nüma büyük bir psikolog olduğunu i’tirafa mecbur +kalırlar. Gazzali tebdil-i ahlaktan maksad tabayi’-i insaniyyenin +bil-külliye mahvı demek olduğunu [olmadığını] izah +ederken diyor ki: “İnsanda bulunan kuva hayat-ı şahsiyyenin +muhafaza ve hayat-ı nev’iyyenin bekası için elzemdir. +Mesela insandaki iştiha dediğimiz hal mahv edilmiş olsa +hayat-ı şahsiyyenin bekası mümkün olamaz. Yiyip içmekten +mahrum kalan insan helak olur gider. +Hiss-i şehvet bulunmasa tenasül olmaz ve neticede nev’-i +beşer münkatı’ olur. Kuvve-i gadabiyye münadim olunca +mez. Aciz kalır. Yine mahv u helak olur. +Fatır-ı Mutlak şahıs ve nev’-i insaninin muhafazası için +efrad-ı beşeriyyeyi bu gibi bir takım kuvvetlerle techiz etmiştir. +tefritten kurtararak i’tidale irca’ etmeye çalışır.” +Gazzali bu babdaki muhakemesini +esası üzerine ibtina eylemektedir. +Hazret-i İmam ilm-i ahlakı fenn-i tıbba teşbih ederek diyor +ki: “Bedenin muhafaza-i sıhhati için kavaid-i hıfzu’s-sıhhaya +riayet ve maraz vukūunda etibbaya müracaat nasıl +lazım ise hayat-ı ma’nevinin tekemmül ve muhafazası için +de ilm-i ahlak mütehassıslarına müracaatla kavaid-i ahlakıyyeyi +teallüm ve tezkiye-i nefse mübaderet o kadar lazım +ve vacibdir. +“Ahlak-ı seyyie hayat-ı ebediyyeyi ifna eder bir takım +emraz-ı ruhaniyyedir. Bedenin helakini müstelzim olan emraz-ı +cismaniyye ile hayat-ı ma’neviyyenin mahvını mucib +olan emraz-ı ma’neviyye arasında pek çok farklar vardır. +Hayat-ı faniyyenin ifnasını intac edebilen emraz-ı cismaniyyenin +tedavisi için herkes i’tinalarda bulunur. Tabiblere +koşar ilaclar tertibine koyulur. Halbuki emraz-ı ma’neviyye +hayat-ı ebediyyeyi ifna etmektedir. +“Şu halde emraz-ı ma’neviyyenin tedavisine ihtimam ve +ahlak-ı fazıla ile ittisafa itina edilmesi ercahiyetle herkese lazım +olmak icab etmez mi?” +Gazzali hayat-ı ma’nevide muhafaza-i i’tidali sıhhat-i +bedene ve ifrat ve tefriti de vücuda tari olan emraza teşbihle +diyor ki: “Bir hastanın tedavisi için bir tabib-i hazıka ihtiyac +olduğu gibi maraz-ı ma’neviye mübtela olan bed-huy +bir şahsın tedavisi için de bir mürebbi-i fazıla lüzum vardır. +Yeni doğan bir çocuğun bedeni tağdiye ve terbiye ile neşv +ü nema bulur ve tekemmül eder. Kuva-yı ma’neviyye de +böyledir. Bu kuvvetler de evvelce zaif olurlar. Fakat terbiye +ve tehzib-i ahlak sayesinde tekemmül ve ilim ve irfanla tegaddi +ederler. +“Vücud sağlam ve hastalıktan azade olursa tabibe hiç de +öğrenmek ve tatbikine çalışmak kafidir. Hastalık alaimi görüldüğü +zamandır ki derhal tabibe müracaat icab eder. +“Nefis de emraz-ı ma’neviyyeden masun ise bu hali +muhafazaya ve kuvvet ve safvetini tezyide çalışmak iktiza +eder. Aksi takdirde etibba-yı ma’neviyat olan ekabire müracaatla +hastalıktan tahlis-i nefs etmek çareleri aranılmalıdır. +“Fakat bir hastalığın tedavi edilebilmesi için esbab-ı maraz +ma’lum ve hastalık teşhis edilmiş olmak lazımdır. Çünkü +mi’yar-ı deva mi’yar-ı ilimden ahz olunmuştur. +“Nüfus-ı beşeriyyenin tezkiye ve tehzibiyle meşgūl olan +erbab-ı irşad da dest-i terbiyelerine mevdu’ olan insanların +evvela sinnini mizacını ahlakını halini bünyesinin riyazata +derece-i tahammülünü tedkīk etmeli ba’dehu netice-i tedkīkine +göre tedaviye başlamalıdır.” +Gazzali’nin hikmet-i ahlakdaki vukūfu cidden şayan-ı +hayrettir. Tasfiye-i nefs için vaz’ ettiği usuller meslek-i tasavvufisi +mülhematındandır. Gazzali’ye göre tehzib-i ahlak ve +terbiye-i ma’neviyyeden gaye “insan-ı kamil” yetiştirmektir. +Bu gayeye vusul için Hazret-i İmam “mücahede” ve “riyazat” +usullerini tavsiye ediyor. Tedrici riyazat sayesinde nefsin +tezkiye ve ruhun fezail-i aliyye ile tahliye edilebileceğine kani’dir +. İhya’ü’l-Ulum ’da bu hususa dair pek rengin sahifeler +okunabilir. + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +– Melek-i vahiy görünmeyerek kalb-i Ne­ +bi’ye ifaza-i ma’na etmesidir. Bu nevi’ vahyin kıbel-i e­ +cell-i +Rahmani’den olması kalb-i mübareklerinde ilm-i zaruri +ma’rifet-i vicdaniyye halkıyla Nebi-i zi-şan hazretleri­ +ne ma’­ +lum olur. Nasıl ki Cibril-i Emin de hitab-ı varidin der­ +gah-ı +Süb­ +hani’den şeref-sudurunu kendisinin tebliğe me’mur kılındığını +ancak bu tarikle biliyordu. Tenbih Bu mer­ +tebelerin +hiç birinde Kur’an-ı Kerim nazil olmuş değildir. +Mertebe-i saniyeden olduğu tasrih buyurulan vahy-i ila­ +hilerden biri şu hadis-i şerifdir: +ma’na-yı +şerifi: Ruhu’l-Kuds Cenab-ı Cibril kalbime üfledi isal-i +vahy eyledi ki hiçbir nefis erzak-ı mukadderesini istikmal +etmedikçe ölmeyecektir. Binaberin cümleniz Hak’tan ittika +ve taleb-i rızkta icmal etmelisiniz. Rızk-ı vasiin teehhuru +sizden birinizi ma’siyetle “gayr-ı meşru’” bir suretle talebe +saik olmasın. Çünkü hayırlı ve bereketli rızk taat-i ilahiyye +haricinde bulunmaz. +Cibril-i Emin hayat-ı kuluba badi olacak vahy-i ilahi isa- +[ Müslim +terkibi bazı ulema tarafınline +vasıta olmasına binaen “Ruhu’l-Kuds” tesmiye olunmaktadır +ki +nazm-ı celilinde de variddir. +nefh müradifidir ki bundan müştaktır. +zamm-ı ra ile kalb ma’nasındadır. Emir buyurulan +meşru’ olan turuk-ı cemile ile hırs-ı zaid ve ta’b-ı +müf­ +rit karıştırmayarak bezl-i mesaide bulunmak yahud rızk +olmaya salih olacak şeyin talebinde inhimakle Rezzak-ı Müteal’in +hukūk-ı rububiyyetini ihmal etmemekten ibarettir. +Arif-i bi’llah sahibü’l-hikem İbni Ataullah Kitabü’t-Tenvir +’de daha birkaç vecih zikir etmiş ise de ercah olan bu +ma’nalardır. Hadis-i şerif-i mezkuru Hafız Ebubekr Bağdadi +ve Hakim-i Nisaburi İbni Mesud ra’dan bu lafızla rivayet +etmişlerdir. İmam Taberani Mu’cem ’inde ve Hafız Ebu +Nuaym Hilye ’sinde Ebu İmate’l-Bahili ra’dan +tarzında rivayet ediyorlar ki Celal-i Suyuti +rh Cami’ inde bu rivayeti ihtiyar etmiştir. Zaten ecelin de +rızk gibi emr-i mukadder olmasında şek ve irtiyabımız yoktur. +Ancak mahall-i münasibinde tahkīk edildiği üzere takdir-i +ezeli –bize daima mestur bulunduğu cihetle– celb-i hayr +ve def’-i dayr te’mini için lüzum görülen tedbir-i umur ve +bezl-i mesaide [na]tuvani ve tekasül vukūunu asla mucib +değildir. Belki +ve +ve +misilli nusus-ı +şer’iyye bu babda ihtimam-ı tam ile çalışmaklığımızı icab etmektedir. +Hatta zekat ile infakat-ı saire vücubuna dal olan +evamir-i Sübhaniyye iktisab-ı servet ve gınaya sarf-ı himmet +ve ikdamdan asla geri durmamaklığımızı muktezidir. Servet +ve gına ihrazı rızk-ı mukadderi tezyid ve tevfir etmiyorsa da +tezaüfünde te’sir edeceği ca-yı şitibah değildir. + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Amcamın yanına gelince: +–Şu büyük padişah hakkında ne buyurursunuz? dedim. +Epeyce güldü. +Kale dahiline girdiğimizde Şah Cihan’ı ardıksa da meydanda +yoktu. Nihayet hakīr bir kulübe dahilinde bulduk. +Beni görünce –size yemek pişirmek için ormandan odun getirmek +üzere adam gönderdim. Hala ekmeğiniz de pişmedi. +Çünkü demir tavamızı düğüne almışlardı. Daha getirmediler +dedi. İşi anlayınca adam yollayıp yiyecek tedarik ettirdim. +ta’biri ıstılahan isti’dad-ı kamil as­ +olmaksızın İbn Mace +Ahaliden görüştüklerime –bu zat sizin padişahınız mıdır? +diye soruyor ve –çok akıllı kimselersiniz ki böyle muktedir +bir sultanı hükümdarlığınıza intihab etmişsiniz! diyordum ki +şu medayih; ahalinin pek hoşuna gidiyordu. +Ertesi günü Şah Cihan gelip: +– Bundan sonra iki menziliniz amcazadem Dost Muhammed’in +kalesidir. O sizi benden daha iyi misafir edebilir. Erkenden +yola çıkınız dedi. Kendisinden kılavuz istedik: +– Kendim gelir size yolu gösteririm teklifinde bulundu. +Amcama: Belki bunda bir maksad vardır dedimse de +ber-mu’tad sözüme kulak asmadı. Ne ise hareket ve bir dağın +eteğinde beytutet ettik. O gecenin ferdasında yine +bir dağ aşıp harab bir kalenin önünden geçtik. +Tekrar amcama: +– Bu herif bir şeytanlık ediyor bizi sapa yollardan götürüyor. +Yiyeceğimiz kalmadı. Hala da bir ma’mureye gelmedik. +Ne yapacağız? dedim. Geceyi kırda geçirdik. Sabahleyin +–evvelce kendisine haber gönderilmiş olan– Dost +Muhammed iki bin kişi ile istikbalimize geldi ve selam ve +– Niçin bu sarp yollardan geldiniz? diye sordu. Kılavuzumuzun +amcazadesi olduğunu anlayınca: +– Onu bana veriniz. Zira bizim kaleye uğramamanız için +sizi böyle dağlardan bayırlardan götürmüş ki maksadı beni +bed-nam etmektir. Siz de lutfen kaleyi teşrif ile istirahat buyurun +dedi. Amcama yaklaşıp: +– Sözümü dinlemiş olsaydınız bu iki şeytanın dam-ı ittifakına +düşmezdik dedim. Sohbet esnasında bir gürültü oldu. +Tahkīk edince Dost Muhammed’in getirdiği hırsızlardan beş +tanesi bizim eşyayı çalmaya kalkışmış ve adamlarımız tarafından +tüfenkle yaralanmış olduğunu haber aldık. +Şah Cihan bunu işitince meydandan gaib olmuştu. Aratıp +buldurdum ve niçin gizlendiğini kendisinden sordum: +– Beni Dost Muhammed’e teslim edersiniz diye korktum +da onun için savuştum dedi. +– Öyle bir fikrimiz yok. Kalk bakalım bizi buraya getirdiğin +gibi ma’mur bir mahalle götür diyerek amcama da: +– Gündüz gözüyle hareket edelim. Geceye kalırsak Dost +Muhammed’in adamları ile uğraşmaya mecbur olacağız ihtarında +bulundum. +Hareket ettik ve bütün gece şiddetli soğukta yürüdük. Ertesi +günü de devam eyleyerek ikindi vakti harab ve metruk +bir kaleye vasıl olduk. Kılavuzumuz olan sultanü’ş-şeyatine: +– Buranın ahalisi nereye gitmişler? diye sordum. +– Baharda gelirler hava soğuyunca karşıkı dağa giderler +cevabını verdi. +– Babana la’net! Senin uğursuzluğundan insan da hayvan +da yürümekten aciz kaldı diye söylendim. +– En iyisi kendiniz gidip oradan yiyecek tedarik ediniz. +Çünkü benimle o kale ahalisi arasında münaferet vardır +dedi. +Herifi kemal-i meserretle def’ ettikten sonra gurub-ı şemsi +müteakib ta’rif edilen kaleye geldik. Ahali bizi düşman +zannıyla müdafaaya kalkıştıysa da hüviyetimizi anlayınca istikbalimize +çıkıp bizi iki gün misafir ettiler. Verdikleri erzakın +bedelini de almadılar. +Oradan Peşenk’e müteveccihen yola çıktık. Peşenk +civarındaki bir kaleye geldiğimizde ora hakiminin kırk bin +rupiyelik resm-i miri cem’ ederek Kandehar’a göndermek +fikrinde olduğunu casustan haber aldım. Bunun üzerine +amcamla meşveret ederek: +– Gece yürüyelim tulu’-ı şemsten evvel Peşenk’e girip +rupiyeleri alalım dedim. Lakin maiyyetimizden birkaç kişi +bar ettiği cihetle tedbirimiz bozuldu. +Hakim aldığı haber üzerine yakındaki kalelerden yüz +nefer celb ederek kalesini tahkime çalıştı. Bereket versin ki +evvelce gidip beni beklemek için bir casus göndermiştim. +Bu casus avdetle amcamın adamlarından beş kişinin ettiği +hıyanetle kale hakiminin tahkim-i mevki’ etmesini bildirdi. +Orada nail-i maksud olamayacağımızı anlayınca Kariz-i +Zir’e azimetle iki gün ikamet ettik. +Tevhid ve İttihad +− +cenab-ı Ebi Hüreyre hazretlerinin rivayetiyle nakl ettiği şu +hadis-i celilü’l-kadre bak! Dikkatle oku! +“ İnsan +ölünce defter-i a’mali de dürülür. Hayatında hayr ve şer +ne yapmış ise onlarla hesap başını bekler. Yalnız üç amel-i +hayr bu hükümden müstesna; bunların ecir ve mükafatı +ya-yenkatı’dır. Ardı arası kesilmez Daima sahiblerinin defter-i +a’mallerine yazılır durur. Ya –gerek müceddeden ve gerek +ta’miren– medaris ve mekatib-i İslamiyyeyi ihya; çeşme +köprü yol cadde şimendüfer tayyare gibi nef’i bilhassa +millet-i İslamiyyeye ve umum alem-i insaniyyete şamil mebani +ve asar-ı medeniyye ve levazım-ı hayatiyye ya kendisiyle +şevket ve azamet-i Kur’aniyenin bekasına hadim– her hangi +bir ilim ve fenni evlad-ı mü’minine okutup yetiştirmek +hususiyle bunlara dair kitaplar te’lif ve neşr etmek veyahud +namını hayr ile yad eder ve ettirir veled-i salih hayru’l-halef +bırakmak.” Görülüyor ya; bu fani bu mevte mahkum insan +Bu nutk-ı hakim-i cenab-ı Risalet-penah-ı a’zamiyi mu­ +zaaf bir im’an-ı nazarla oku da düşün! +Sonra bir de Endülüs’deki o kara tali’li biçareleri derhatır +et! Onlar kendilerini salibe teslim eden büyük cedlerinin +mezarlarına gidip Fatiha mı okuyor? Yoksa ayaklarıyla +çiğneyerek tekmeleyerek düşnam ve la’net mi ediyorlar? +Bedbahtlar! Arkalarına öyle bir nesl-i mürteddin bıraktılar ki +kıyamete kadar la’net-han! +şeklinde yazılmıştır. +Ya Osmanlıların Macaristan’da Hırvatistan’da Romanya’da +terk ederek tıbkı Endülüs Arabları gibi cebren tanassur +ettirilmiş olan nesillerine ne diyelim? Bir Macarın Bosna’da +hemşehrim Arnavudlardan birkaçının huzurunda şu: “Bizim +memleketimiz Osmanlıların elinde iken benim o zamanki +büyük ceddim memleketin müftüsü imiş. Yadigar olarak bir +oda dolusu kitapları pederden evlada intikal suretiyle el-an +mahfuz. Biz bu kitapları –okuyamadığımız için– bilmeyiz. +Yalnız Müslüman dinine aid olduklarına şübhemiz yok. Sizin +mevlid-i şerif regaib ve mi’rac gibi eyyam-ı mübarekenizi +unutmayız. O günlerde odaya girer ve kitapları siler öper ? +yine yerli yerine dizeriz!!” +Feciayı kemal-i teessürle anlattığını söylersem bilmem +kalbin ne kadar sızlar! İhtimal ki gözlerin dolar işte bu zavallı +Macar büyük ceddinin müfti-i belde olduğunu ve bir oda +dolusu da kitap bıraktığını kendi lisanıyla söylüyor. Bir bu +bedbaht müftiye bak! Bir de ondan bin kere bedbaht nesl-i +mutanassırına bak! Sonra ruhuna ne okunduğunu defter-i +a’maline ne yazılmakta olduğunu teemmül et! +Geçen Rus felaket-i uzmasında Abdülhamid’in bizzat +verdiği emri üzerine mevaki’-i harbiyyeyi gezmiş ve meşhudatını +bir layiha-i mahsusa ile bu milletin Neronuna bildirmiş +olan hamiyetli bir zat layihasının otuzuncu sahifesinde: +“Şıpka Balkanı üzerindeki Receb Paşa’nın tabyasına çıktım. +mış olduğu çadırlar ve birçok mühimmat arabaları görülüyordu. +Bir de Moskofların Kızanlık’tan ve kurasından cebren +alıp oraya kaçırmış oldukları altmış kadar genç İslam kızlarıyla +Rus zabitlerinin kol kola gezmekte olduklarını görünce +Receb Paşa’ya: “Bunlara nasıl tahammül olunur?” dedim. +“Evet ben de görüyorum; gülle atsam bu biçare kızlara +tesadüf eder. Bunların ne kabahatleri var?” dedi. Dikkatle +bakılınca mazlum kızların gözlerinden yaşlar dökülmekte olduğu +görülüyordu.” +Hailesini söylüyor. Eyvah bu zavallı kızlara! Anaları babaları +bu maktule-i iffet ve ismetleri böyle Moskofların pamal-i +hayvaniyetleri olmak için mi büyüttü? +Ah…! Biz ne kadar hissiz ne kadar kansızız! Yunaniler +Sırblar Bulgarlar kendilerini müteessir etmek bizim aleyhimizde +ateşler alevler püskürmek için hiç yoktan barbarlığı +her dakīkamız için bin vesile-i matem bin enin ve feryad +var iken sanki biz o felaket-i istilasına duçar olan binlerce +mızraklarına kılıçlarına kurban edilmiş binlerce gelinler gelinlik +kızlar cebren götürülüp tanassur ettirilmiş yarı cihan +vüs’atinde memleketleri ellerinden çıkmış Türkler değilmişiz +gibi her taraftan piyano ud keman gramafon sadaları içinde +bir velvele-i zevk u safa ki insana durgunluk gelmemek +kabil değil! +Tıbkı Endülüs’ün safahat-ı ahiresi! Koca Kurtuba on beş +buçuk asırlık Darülhilafe-i İslamiye bunca müessesat-ı diniyye +ve mebani-i medeniyyesiyle Kral Ferdinando’ya zelilane +miskinane istiman ederek kapılarını açıyor. Eyvah…! Bir +milyon derecesindeki o kansız o vicdansız müslümanlar +yalnız sırtlarındaki elbise ile karılarını yanlarına çocuklarını +omuzlarına alarak ağlaya ağlaya kırlara düşüyorlar! Bayırlar +üzerinde baykuş yuvalarına sığınıyorlar! Bir daha da “Kurtuba +var mıymış? Dünyada misli nadir görülür öyle bir musibet +başlarına gelmiş mi?...” vazifelerinde bile değil! +Vazifelerinde olsa da …! Bir kere kan sulanmış! His ölmüş! +Hayat namına behimiyetten başka bir şey kalmamış! +Değil Endülüs’ten; hatta “Dünyadan çık!...” deseler yine +bir vaz’iyet-i tezellül ve ihtikar ile!! “Peki…!?” diyecek! +Bir İspanyalı kollarını sallayarak evine giriyor gözleri +önünde namusunu pa-mal ediyor da yine ses çıkaramıyor. +Engizisyon Cem’iyeti bu vahşiyane namus-şikenliğe bir +de kanun ??? koymuş. Erkek olursa İspanyalının kız olursa +bedbaht kadının! Miskin kocasının! Kahraman-ı Salib evden +çıkarken “biliyorsun ya! Hamil kalır oğlan doğurursa +benim kız olursa senin!” diyor! +Medeniyet-i Salibiyye bu! Onlar; galebe halinde yapacakları +ma’rifet gösterecekleri medeniyet işte bu tarz-ı vahşet +bu uslub-ı mel’anetten ibaret!... +Trablus’ta yirminci asr-ı medeniyyetin ? Ehl-i Salib’i de +böyle yapmıyor mu? Hem de utanmak hatır ve hayaline +bile getirmeden o sahil kahramanlarının ihtiyacat-ı hayvaniyyeleri +ve ismet-i İslamiyyeyi fuhşa da’vet ediyor! +Tarih –fart-ı teessürle!– diyor ki: “Kurtuba’yı kuşatan İs­ +panyalılar oralara kadar mahza çapulculuk ve mümkün olduğu +mertebe tahribat ikaı için sakınarak gelmişler; fakat +Kurtubalıların –mezar taşları gibi– yerlerinden kımıldanmadıklarını +görünce beray-ı tecrübe teslim teklifine cesaret etmişler +ve derhal bila-kayd ü şart ? cevab-ı icabet almışlar. +Hayretler içinde kalmışlar. Hatta kral bu na-me’mul +fel-i safilin-i zillete düştüklerine ihtimal vermezdim!” demiş. +Eğer Kurtubalılarda zerre kadar Arablık kanı Arablık hamiyeti +vatan muhabbeti olaydı değil Ferdinando’ya teslim +olmak bilakis onu askeriyle esir etmek kudretine malik idiler. +Nefir-i am olarak herkes silah-ı namusa sarılmış olaydı +düşmanın –iki misli bir kuvve-i faika ile istikbaline çıkarlardı. +Halbuki bunlar cüz’i bir eser-i hayat bir nişane-i merdi bile +göstermediler!” +] Sübhanallah!... Ne esrar-engiz hikmettir ki tevhid-i +teşekkül ettiği halde hiç biri paydar olamamış! +Sanki bir silsile-i inkıraz ve izmihlal İslamiyet’i sürükleye +sürükleye yirminci asr-ı medeniyetin medeniyet-i Salibiyyesinin +zir-i pa-yi kahrına –bitab ve [na]tüvan!– sermiş uzatmış! +Üç yüz bu kadar milyonluk koca bir alem-i tevhidin bir +cihan-ı Kur’an’ın –birkaç milyonu müstesna olmak üzere– +mahkum-ı teslis olduğunu gördükçe akla durgunluk geliyor! +Hayretten teessüre teessürden yeise düşüyor! Nihayet kalbi +taşıyor gözleri coşuyor! Çocuk gibi ağlamaya başlıyor! +Üç yüz milyon müslüman çift hayvanı gibi boyunduruk +altında…! Aman ya Rabbi! Yoksa mahkumiyetin esaretin +zilletin bir zevk-i ruhanisi mi var? +Üç de değil de üç yüz milyon…? Mecmu’-ı efradı üç yüz +binden ibaret Karadağlılar milliyetlerini krallıkla tetvic ediyorlar +da beride on milyonluk Fas on milyonluk İran şikak +u nifak şerefine ? istiklallerinden saltanatlarından hayat-ı +hakīkīlerinden isti’fa ediyor! Biri Fransa’ya diğeri Moskof’a +teslim-i ruh ediyor! +ŞEMS-İ MÜNIR-İ MEDENİYYET +ŞARK’DAN MI TULU’ ETTİ +YOKSA GARBDAN MI?.. +Bu serlevha ile böyle bir makale kaleme almaklığıma yegane +sebeb bundan birkaç gün mukaddem birkaç arkadaş +miyanında cereyan eden bir mes’eledir. +Mes’ele İslamiyet’e aid bulunuyordu. Arkadaşlardan birisi +saadet ve selametini te’min edecek bir din varsa o da din-i +Diğer birisi de bu fikri kabul ile beraber İslam’ın hal-i hazırı +tin –terakkī hususunda– arasındaki azim farkın nereden ileri +geldiğini söylüyor ve diyordu ki: Eğer bu cihetler bi-hakkın +düşünülecek olursa alem-i medeniyyeti neşr eden Müslümanlık’tır +demek doğru olamaz. Eğer böyle olmak lazım gelse +terirlerdi. Halbuki her nerede İslam hükumeti varsa ismi var +cismi yok bir hale gelmiştir. Binaenaleyh bana öyle geliyor +ki İslamiyet medeniyetle kabil-i te’lif değildir. Medeniyet namına +görülen şeyler de ecnebilerden istiare edilmiştir…! +leyi yazmaya sebeb olmuştur. Şurasını da söylemek mecburiyetindeyim +ki: İslamiyyetin medeniyetle kabil-i te’lif olup +olmadığını tedkīk etmezden mukaddem İslamiyet medeniyeti +başka milletlerden mi istiare etti? Yoksa milel-i saire +medeniyeti Müslümanlığın feyzinden mi aldı? Burasını araştırmak +lazımdır. Bu ise zuhur-ı İslam’dan mukaddem küre-i +arzda bulunan milletlerin edvar-ı hayatiyyelerini güzelce tedkīk +etmekle olur. Eğer bu cihet bi-hakkın tedkīk edilecek +olursa neticede görülür ki esasen medeniyeti bütün cihana +neşr etmeye çalışan İslamiyet’tir. Bu ciheti tafsilen diğer +makalelerimizde inşaallah zikr edeceğimizden bu makalede +bidayet-i İslam’a atf-ı nazar etmek istiyoruz. +Tarih-i ümeme nazar-ı im’an ve basiretle bakarsak görürüz +ki beşeriyet geçirmiş olduğu edvar-ı mütemadiyyede +birçok tebeddülat-ı guna-gun ma’ruz kalmıştır. +Asırlarca salah ve sükun ile imrar-ı hayat ederek bütün +şa’şaasıyla alemi dehşetlere ilka eden bir millet bir zaman +geliyor ki bütün ma’nasıyla tedenni ediyor. Binaenaleyh +cem’iyat-ı beşeriyye daima bir kıyam ve kuud bir hübut +suud karşısında bulunuyor. Bazen yürüyür bazen de tevakkuf +ediyor. +Tarih-i ümem gösteriyor ki: Din-i mübin-i İslam’ın meşrık-ı +bathadan tecellisi cem’iyat-ı beşeriyyenin gayet müdhiş +bir devre-i inhitatına tesadüf ediyordu. O vakit bütün dünya +her cihetten geride kalmış idi. +Din ilim medeniyet siyaset ahlak… hülasa min külli’l-vücuh +duçar-ı inhitat olmuşlar bütün insanlar bir fetret +bir zalam-ı bi-payan içinde puyan olup gidiyordu. Tarih +gösteriyor ki o zaman dünya başlı başına iki devlete –İran ve +Roma devletlerine– boyun eğip onların zir-i tahakkümünde +bulunuyordu. Bu iki devletin medeniyetini ? göz önüne +getirecek olursak görürüz ki: Birincisi gavail-i dahiliyye ve +hariciyye ile zaten sarsılıyordu. Bir taraftan fesad-ı ahlak +neticesi olarak tahaddüs eden bela-yı tefrika diğer taraftan +gavail-i hariciyye ile bunların bünyan-ı şevketi zaten yıkılmak +üzere bulunuyordu. Roma Devleti ise satvet ve şevketini +henüz gaib etmemiş ahval-i hariciyye ve dahiliyyesi pek +muhkem bir halde olup akvam-ı mücavireyi muttasıl na’ra-i +tehdidiyle titretiyordu. Memleketleri kahr ve galebe ile zabt +ederek insanlarını zir-i tahakkümüne geçiriyor daima onlara +eza ve cefa edip bir an bile zulümden geri durmuyordu. +Bu cihetle Roma Devleti bütün dünyayı hükmüne teshir +edip akvam-ı saire Romalıların pençe-i kahr ve istibdadı +altında eziliyordu. O zamanlar Roma Devleti medeniyet-i +sabıkasını da zayi’ etmeyip guya medeni bir devlet idi. Lakin +bu medeniyet nasıl bir medeniyet idi? Medeniyet namına +ne gibi şeyler icra ediliyordu. İşte buralarını ariz ve +amik anlamak için Larousse’un Dairetü’l-Maarif ’ini –Ansiklopedisini– +açalım da bir kere gözden geçirelim ki: İslamlar +medeniyeti garbdan mı? Yoksa garb İslamlardan mı aldı? +Tamamiyle anlaşılsın. Bakınız! Larousse bunların medeniyetini +nasıl tasvir ediyor? “–Romalıların kanunlarını icmalen +söylemek lazım gelirse deriz ki: Bunlar kanun şekline +bürünmüş vahşet kasvet zulümden başka bir şey değildi. +Roma’nın evvelce muttasıf olduğu fezail-i ahlakıyye bütün +ma’nasıyla rezalete vahşete inkılab etmişti şecaat ebna-yı +cinsine muavenet cem’iyat-ı beşeriyyenin devam ve +bekası için lazım olan intizam-perverlik vatan ve millet uğrunda +fedakarlık gibi fezail-i ahlakıyye aynıyla hayırsızların +haydudların ahlakına mümasil idi. Kaffe-i fezailden tecerrüd +edip libas-ı vahşeti iktisa ederek alabildiklerine cem’-i mala +haris idiler. Romalılar bütün ecanibe karşı daima son derece +buğz ve adavet besleyerek onları behayim-i adiyye hükmünde +tutarlardı. Hasılı tam ma’nasıyla vahşet hüküm-ferma +bütün dünyaya kılınç kamçı sallamaktan meydan-ı harbde +esir olanları her türlü işkence ile ta’zib etmek ma’sum çocuklarla +aciz ihtiyarlara zafer arabalarını çektirmekten başka +bir şey değil idi.” +Larousse’un sözlerini bil-münasebe buraya yazmaktan +maksadımız mahza İslam’ın ilk devre-i tecellisinde ru-yi +arz­ +da en büyük medeni olan devletlerin medeniyetini göstermek +ve bu sayede İslam’ın vaz’ etmiş olduğu o metin +ra­ +sin esaslarından hiç birinin –bazı ukūl-ı kasıra ashabının +zannettikleri gibi– sair medeniyetlerden iktibas edilmemiş +olduğunu isbat etmektir. +sının garb-ı cenubisini teşkil eden yarım adadan –Ceziretü’l-Arab’dan– +leme’an etmeye başlıyor. Kainatta medeniyet +namına icra-yı ahkam eden bu kadar vahşet ve mezalime +nihayet veriyor yarım asır geçmeden bütün alem bu +dinin getirmiş olduğu ilm-i muhkem medeniyet-i hakīkiyye +siyaset-i reşide ile teceddüd eyliyor. Kuvvet-i hak sür’at-ı +berk ile aktar-ı alemin her köşesinde intişara getirmiş olduğu +medeniyet-i hakīkiyyeyi neşre başlayıp küre-i arzı çirkab-ı +dalaletten tathir ve insanlara yeniden bir hayat bahş ediyor. +Din-i İslam’ın bu suretle zuhur ve intişarını en büyük +hakimler şu yolda tasvir ediyorlar: “Din-i İslam’ın bu intişarı +adeta bir menba’dan feyezan ederek etraf-ı aleme dağılan +akıp giden ve her vardığı yeri irva ve iska ile ihyaya çalışan +esaslı bir su gibidir. Çünkü ibtida-yı zuhuru Ceziretü’l-Arab’dan +başlıyor. Fakat az müddet zarfında her tarafa intişar +ederek mevt-i ma’neviye mahkum olan dünyaya ruh veriyor +taze taze hayat bahş ediyor bütün insanlar nail-i hayat +malik-i hürriyet oluyor. +Şimdi medeniyet-i İslamiyyenin kendisinden mukaddem +bulunan milletlerden alındığını iddia eden erbab-ı ağraza +sorarız: İslamiyet kavaid-i medeniyyeyi ru-yi arzda kendisinden +evvel icra-yı hükumet eden İran ve Roma devletinden +mi aldı? Yoksa her nasılsa ismi sahaif-i tarihiyyeye geçmemiş +olan diğer bir devlet-i mütemeddineden mi istiare etti? +Haşa! Sümme haşa! İslamiyet bu la-yetezelzel olan kavaid-i +medeniyyeyi ancak Cenab-ı Kibriya tarafından getirmiştir. +Bu lahuti medeniyetin bidayetinde mislini ortaya koymak +hiç kimseye müyesser olmadığı gibi şimdiki halde de yoktur. +Ve ilelebed de olamayacaktır. İşte bunun için insanları +gaye-i saadete erdirecek olan bir din varsa o da din-i İslam +olduğuna şark ulemasından başka garb ulemasının mutaassıb +olmayanları da ittifak etmişlerdir. +Bakınız! Le Chatelier ’ncu Asırda İslam nam eserinde +ne diyor: “İslam’ın Hind’de günden güne –hiç misyoner +olmadığı halde– neşv ü nema bulduğu intişar ettiği gayr-ı +kabil-i inkar bir hakīkattir. Bunun başlıca sebebini tedkīk +edecek olursak şeriat-i İslamiyyenin insanlar arasında i’lan +eylediği müsavat-ı hakīkıyyeden başka bir şey olmadığını +görürüz. Çünkü Hind ahalisi –mezahib-i kadimeleri muktezasınca– +bir takım taifelere münkasım oluyorlar ki: Bir taife +fevkinde bulunan diğer taifeye kadar terakkī edebilmek +kabil değil. Tabaka-i süfladan doğan kimse tabaka-i ulyaya +terakkī etmek onun nail olduğu bir takım hukūka nail olmak +mümkün değil. Binaenaleyh bu muzır kaydlardan bunları +kurtaracak yegane çare kabul-i İslamiyet’tir.” +Ludwig Decantation da Nasara ve İslam namındaki kitabında +diyor ki: “Hind ahalisi aralarındaki mezheb kavmiyet +taifecilik yüzünden tahaddüs eden muhalefeti kaldırıp +atmadıkça müstakil bir hükumet bir hükumet-i vataniyye +te’sis edemezler. Aralarında bir vahdet-i milliyye vücuda +getirip müstakil bir hükumet te’sis etmek için de mutlaka +müsavat uhuvvet hürriyet esaslarını –ki bunlar ancak din-i +Bu iki hakimin sözleri İslamiyet’in bütün ulviyetini pek +açık bir surette meydana koyuyor. Bil-cümle ukala nezdinde +Müslümanlığın bir din-i fıtri-i umumi olduğu müsellemdir. +Fakat bir takım bed-hahan hakīkate karşı göz yumanlar +Müslümanlığın muhtevi bulunduğu hakaik-ı aliyeyi düşünmeksizin +Maa haza bir gün olup da İslam’ın beşeriyete etmiş olduğu +hidemat-ı ilmiyye elbette teslim olunacak ve Müslümanlığa +karşı herkesde büyük bir hiss-i minnettari uyanacaktır. +Çünkü bu din din-i umumi din-i fıtridir. +Aksekili +BİR İBRET-İ MEHIBE +− +Arabistan’da din-i Hırıstiyaniyet’in neşrindeki müşkilat +mes’elesini Hıristiyan cem’iyet-i diniyyesi iki safhaya taksim +ediyorlar: +gibi Arabistan’da dahi “siyasi-ruhani” bir mezheb olması. +müşkilat-ı hususiyye. +Diğer cihetten din-i mübin-i İslam a’dasının asırlardan +beri onun ulviyet-i bi-payanını guya zu’mlarınca lekelemek +dukları ma’lum olduğundan burada tekrarından sarf-ı nazar +edersek mesela misyoner Yosab gibi bazı ileri gelenler İslamiyet’in +Hıristiyaniyet’e imkan-ı kalbinde din-i mübinimizin +şu saydıkları ahkam ve i’tikadına bina-yı ümid ediyorlar: +tün memalik-i İslamiyyede nüfuzlarının te’sirlerinin a’zami +sür’atle tezayüdde bulunması +yet bütün İslamların irtidad edeceklerine dair bir i’tikad +mevcud olması. +Amerika misyonerlerinden Zevimer diyor ki: “Fil-hakīka +şu son senelerde bu hususata bazı mertebe tebeddülat-ı +mahsuse arız olmuşsa da mes’elenin hutut-ı asliyyesi bakī +kalmıştır. +Arabistan’ın muhtelif hıttalarının ne kadar muhtelif ha­ +sais-i coğrafiyyeye malik bulunduğu ve bu hıttalardaki ni­ +kat-ı müteaddidenin üssü’l-harekat olabilmek cihetince +e­ +hemmiyet-i nisbiyyeleri senelerden beri tedkīk edilmiş +ma’lum olmuştur. Şimdi düşünelim ki: Arabistan’ın irşadat-ı +samı nereleridir? +dar Tur-ı Sina şibh-ceziresi. +Burada sekenenin kısm-ı a’zamı bedevi ise de Süveyş +körfezi dahilindeki Tur karantina mevkii pek muvafık bir +misyoner merkezi olabilir. +su havi bulunan Aden ve civarı. +Arabistan-ı cenubi sevahili ile arazi-i mütecavire-i dahiliyye +Bu çok zevata yabancı mechul olan mıntıka dahilinde +bütün seyyahlar kadın ve erkek misyonerler kemal-i emniyetle +seyahat edebilirler. Sekene-i mahalliyye ecanibe karşı +mültefit misafirperverdirler. Buranın tabii üssü’l-harekatı +Mükella olabilir. +misyonerler hangi noktaya gitmişlerse me’mulün fevkinde +mazhar-ı hoş-amedi oluyorlar. +ninde ve Avrupalılar tarafından “Korsan Sahili” denilen yerler +ki: +Karyelerinden kısm-ı a’zamı İngiltere’nin cenah-ı himayesine +koşmakta ve içlerinde yerli ahaliden İngiltere acentaları +bulunmaktadır. +büyük müşkilatı iras eden Türkiye idaresi haricinde olup +adeta İngiltere hükumetinin nüfuz ve sahibiyetinden ayrılamayacak +hale gelmiş olduğundan baştanbaşa misyoner +teşebbüsatına açıktır. +Türkiye idaresindeki Arabistan memalikinde ise mes’ele +ber-aksdir. Ancak bütün müşkilatıyla beraber buraların dahi +misyonerler için kapalı olduğunu kesip atıvermek doğru değildir. +Fil-hakīka Türkler tasavvurat-ı mahsusamız için en büyük +bir mani’ teşkil ediyorlar. Ancak biz yani Protestan rahibleri +bazı Avrupa memalikinde hususiyle Rusya’da daha +müdhiş mukavemetlere müşkilata müsadif olmadık mı? +Bugün hıristiyanlara suret-i kat’iyyede kapalı olan Arabistan-ı +Türki’de yalnız iki nokta Medine-i Münevvere ve +Mekke-i Mükerreme vardır. Lakin eğer kilise kuvve-i mevcudesiyle +çalışır ve bunların kapılarından elinde İnciliyle girmeye +teşebbüs eylerse zannetmeyiz ki bu mevaki’de kendilerini +uzun müddet müdafaaya muktedir olabilsin! +Diğer aksam-ı Arabistan ise hiç olmazsa bir dereceye kadar +kabil-i duhuldür. +ve Hudeyde şehirlerinde muavenet-i tıbbiyye kisvesi altında +çalışacak misyoner hey’etleri pek büyük işler görebilirler. +Biraz daha gayret olunursa Taif şehr-i latifi Mekke-i Mükerreme’nin +bu gülistanında bir hey’et-i tıbbiyye ve irşadiyye +merkezi vücuda getirmek mümkündür. Dofti beyanına +nazaran Taif arazi-i mübarekeden ma’dud değildir. +kesret-i nüfusu şehirlerinin karyelerinin kesreti toprağının +kuvve-i inbatiyyesi ile başta duruyor. Şübhesiz bu güzel ve +ali dağlar müebbeden gadr zulüm ve cehalet altında ezilip +kalmayacaktır. Saat-ı halas vurduğu anda her karyede +bir misyoner mektebi her şehirde birçok irşadat-ı İnciliyye +merakizi açılacaktır. Hatta şimdi şu haşin Türklerin zamanında +bile Yemen’de mevcud azimü’l-mikdar Yahudiler arasında +birçok iş görülebiliyor. +En sonra: Arabistan’ın havali-i vesia-i dahiliyyesi Asir +Necran Yemame Necd ve Cebelü’ş-Şemmar kısımları gelir. +Acaba buraları Hıristiyan misyonerleri için müsaid açık +mıdır? Yahud buraları bizden hıristiyanlardan setr eden +kapılar açılamaz mı? Bu saydığımız mevakiin kısm-ı a’zamı +Türkiye idaresinden müstakil ve İbnü’r-Reşid’in halefi olan +Abdülaziz’in taht-ı hükumetindedir. Seyyahin için Palgrav’ın +zamanından beri havali-i dahiliyye kabil-i nüfuz olduğunu +arz eylemiştir. Diyebiliriz ki: Lisan-ı mahalliye tamamiyle +aşina ve sahib-i tedbir ve cesaret olan bir hey’et-i tıbbiyye +Necd kıt’asının merkezinde hatta Riyad kasabasında pek +hararetli bir hoş-amedi görür. +Arabistan ikliminin yek-nazarda misyonerlik teşebbüsatı +men’de olduğu gibi Umman havali-i cebeliyyesinde dahili +Necd yaylasında iklim sıhhata nafi ve latifdir. +Arabistan’da taassub-ı dini baştanbaşa İslam olan diğer +memalikte görülenden daha fazla değildir. Arabların taassubları +pek ziyade mübalağa ediliyor. Asabiyet ve safiyetin +gayesi iddiasında bulunan Vehhabiler arasında bile Arabca +zarfında Arabistan’da misyonerlerin hayatına kasd gibi teşebbüsata +tesadüf edilmemiştir. Arablar ecanibin elbisesine +lisanına karşı öyle kaba ve mesela Çin’de görüldüğü gibi +körcesine bir adavet beslemezler; hatta ecanibin taamını +dahi temiz addedip birkaç lokma alırlar. Lakin Hıristiyan +dininin bazı safahatına karşı müstesna bir nefret ve mukavemetleri +vardır. Mesela; umumi bir Arab kahvehanesinde +“Allah’ın oğlu” “Hazret-i İsa’nın ölümü” ve “ekanim-i selase” +… ilh. Gibi ta’biratı izahat-ı münasibe-i mütekaddime +vermeksizin sarf eylemek hem münasib değildir hem de +muvafık-ı tedbir… +Arabistan ahalisi misyonerlik nokta-i nazarından okumak +bilen ve okumak bilmeyen kısımlarına taksim edersek +ahalinin kısm-ı a’zamı okumak bilmeyen sınıfına dahildir ve +bütün kabail-i bedeviyye bu sınıftandır. Şayed nüfus-ı umumiyyeyi +takriben sekiz milyon farz edersek yarım milyonunun +okuyabileceği tahmin edilemez. +Kabail-i bedeviyyeye hulul etmek en mühim ve müfid +bir mes’eledir. Şimdiye kadar bu hususta muvaffakiyetle çalışan +zevattan birisi Arabistan-ı Şimali’de çalışmış olan Van +Tassel’dir. Akvam-ı bedeviyyenin şehirlerde ve civarındaki +zurra’ Arablara nazaran dince pek ziyade mübalatsız olduğu +anlaşılmıştır. Bu iş ile uğraşan birisi diyor ki: Bedevilerin +muhafaza-i İslamiyet etmeleri ancak inanacak daha iyi bir +şey bilmediklerindendir. Bunlar kasabalar civarında bulundukları +zaman İslamiyet’in bazı merasim-i zahiriyyesine +şöylece tebaiyyet ederlerse de tekrar badiyelere açılınca her +türlü tekellüfat-ı diniyyeyi bir tarafa atarlar. Arabistan şibh +ceziresi nüfusunun dörtte birini teşkil eden kabail-i bedeviyye +Moğol kabaili arasındaki vezaifine müşabih olacaktır.” +Misyonerlerin on beş sene evveline kadar temas ettikleri +Arabistan nüfusu: +Aden ve saire +Bahreyn adaları +Maskat +Basra ve Bağdad +Misyonerler tarafından Arabistan şibh ceziresinde ziyaret +edilen mevakiin mesahası: +Aden ve civarı +. mil-i İngiliz murabba’ı +Bahreyn adaları +mil-i İngiliz murabba’ı +Maskat +mil-i İngiliz murabba’ı +Basra ve Bağdad +. mil-i İngiliz murabba’ı +Arabistan şibh ceziresinin mesaha-i sathiyye-i umumiyyesi +. . mil-i İngilizidir. +Mekadir-i salifeyi nazar-ı dikkate alan misyonerler Arabistan +ediyor bütün gayret ve servetleri ile alem-i Hıristiyaniyeti +Arabistan’ın en muntazam misyoner teşkilatına malik +olan hıtta-i Basra ve Bağdad havalisi Dicle ve Fırat nehirleri +sevahilidir. Buralarda te’sis olunmuş müteaddid merkezlerden +muntazam fasılalarla gerek ecnebi misyonerler ve gerek +yerli muavinler ile İncil müvezzi’leri etrafda şehirler karyelere +giderler ifa-yı vazife ederler. +“Maamafih: Hudeyde Cidde Taiz Zebid Menaha +Damar İbb San’a şehirlerinde gayet kuvvetli merkezlerin +teşkiline el-an lüzum-ı kat’i vardır. Bundan başka Ayn +hıttasındaki kırk pare kasaba ve karye de nazar-ı dikkate +alınmaktadır. Hadramut’taki Mükella Şihr Şibam ile Umman’daki +Rustak Samail Sahar Sur Abudabi Debay +Şarka ve sair mühim şehirlerde dahi tedabir-i lazıme ittihaz +olunuyor. Hıristiyan kadınlarının Arabistan misyonerliğinde +pek çok işe yaradığını tecrübe ediyoruz. Bu fedakar ve +müşfik mahluklar şayan-ı hayret surette bir metanetle zavallı +yerlilere yardım etmekte ve erkeklerin mesaisini teshil eylemektedir…” +bir müddetten beri bize doğru bir cereyan husule gelmekte +mahiyeti bir dereceye kadar taayyün etti. İngiltere hükumeti +bu mes’elede Osmanlı menafi’-i zatiyyesine göze çarpacak +kadar müsaid bir meslek ta’kībini iltizam etmiştir. +Fil-hakīka iyi düşünülürse İngiltere’yi Osmanlılıktan ayıracak +aralarına soğukluk ika’ edecek ve te’lifi gayr-ı kabil +olabilecek ihtilaf-ı menafi’ mefkūddur. Zaten şu iki memleket +son zamana kadar pek güzel anlaşıyorlardı. Aralarında +menafi’-i zatiyye nokta-i nazarından ihtilaf mevcud ise de +yek-diğerine karşı hiss-i emniyyet ve samimiyyetle mütehassis +olduklarından şu ihtilafı muvaffakiyetle ber-taraf ediyorlardı: +Şöyle ki şu son otuz beş seneye varıncaya kadar +Devlet-i Osmaniyye ile İngiltere hükumeti arasındaki alaka-i +tarihiyye meveddet ve ittifaka müstenid bir silsile-i an’anattan +Fakat Abdülhamid zamanında hükumet-i müşarun-ileyha +dülhamid’in hal’ine kadar bile şu soğukluk ta’mir edilemedi. +Şu vak’a-i tarihiyyenin mes’uliyeti kime aid olduğu mes’elesini +şimdi araştırmayacağız. Yalnız şurasını söyleyelim ki +bu mes’ele hakkında Abdülhamid mu’ahaze edilebilirse de +cereyanına kapılarak memleketimiz hakkında almış oldukları +vaz’iyyete de bir hisse-i mes’uliyet isabet ediyor. +edildi. Yeni Osmanlı hükumeti İngiltere hakkında yapılması +mümkün olan bütün cemile ve asar-ı meveddetin ibrazında +kusur etmedi. İngiltere efkar-ı umumiyyesi de bizi aynı +şiddetle alkışladı. Fakat maatteessüf araya sokulmuş olan +soğukluk bununla da ta’mir edilemedi. +olan adem-i i’timad ve i’tibar devam ediyordu. Yeni Osmanlılığın +bütün te’minatı bütün hulus-ı niyyeti bu adem-i +ve menbaı addederek bize karşı vaz’iyyet-i iğbiraranelerinde +devam ettiler. Zannettiler ki yeni Türkiye bir taraftan asker +ve donanmasını tanzim ve tertib ederek diğer taraftan da +akvam ve milel-i İslamiyye miyanında harekat-ı cedideyi +teşvik ve tergīb etmekle şarkta müstemlekat-ı azimeye milyonlarca +na sebeb olacaktır. +Şu zanniyyat sırf İngiltere rical-i devletinin muhayyile ve +evhamında tevellüd etmiştir. Fil-vaki’ birçok mesail-i dahiliyye +vaz’ edilmiş olan usul-i idarenin takviyesi ile meşgūl bulunan +yeni Osmanlı hükumetinin bu gibi cihangirlik bütün +akvam-ı İslamiyyeyi siyaseten birleştirerek büyük bir devlet +te’sisi gibi evham ile uğraşamayacağı bedihidir. Fakat +tün te’minata bir türlü inanamadılar İngilizler bizden öyle +te’minat taleb ettiler ki hükümetimiz tarafından kat’iyyen +kabul edilmesi imkanı yoktu. Bize ordu ve donanma tertib +ve tanziminden vazgeçilmesi teklif ediliyordu. Böyle bir +teklifi kabul etmek yeni Türkiye için intihar etmek veyahud +kendisini başka bir hükumetin taht-ı himayet ve sıyanetine +teslim etmek demekti. Halbuki Osmanlılar inkılabı ihtilali +bu kadar fedakarlığı bunun için yapmamıştı. Binaenaleyh +bu gibi ma-la-yutak tekalifin velev İngiltere’nin veyahud diğer +bir devletin iğbirarı bahasına olsun kabulünde hükumet +ma’zurdu. +muş bulunan iğbirar bir zaman devam etti. Fakat şu iğbirarın +bir gün gelip de zail olacağına ta evvelden emin idik. Zira +menafi’dir. İngiltere birçok mesail-i mühimme birçok menafi’-i +hayatiyyesi ile bize bağlıdır. Biz de İngiltere’ye karşı aynı +vaz’iyetteyiz. İngiltere rical-i devleti bir zamanlar yanlış bir +fikre zahib oldular. Yeni Türkiye ile eski Türkiye arasındaki +fark-ı azimi kestiremediler. Zannettiler ki iğbirar soğukluk +adem-i i’tina ve hatta tazyikatla bize boyun eğdireceklerdir. +Fakat bunu yapamayacağına kanaat-i kamile hasıl ettikleri +gün bize karşı almış oldukları vaz’iyetten vazgeçmeye mecbur +oldular. Artık bize yukarıdan aşağıya doğru bakmak +bizi idaresi altına almak fikri beslemek değil bizimle hemayar +ve hem-seviye olarak muamele etmek lüzumunu hissetti. +Şu lüzumu İngilizlere ilka ettiren en ziyade tarafımızdan +başka suret ve şekilde anlaşamayacaklarını duydukları gün +meslek-i siyasetlerini değiştirdiler. +Bugün İngilizler yeniden eski an’anat-ı tarihiyyelerine +avdet etmek asarını gösteriyorlar. Girit mes’elesi hakkında +almış oldukları vaz’iyyet tamamiyle bunu andırıyor. +Hükumat-ı muazzama-i hamiyenin tesamüh ve tegafülü +Girit mecnunlarını son derece şımartmıştı: Bunlar Osmanlı-İtalyan +muharebesinden istifade etmek hülyalarına kapıldılar. +Yunanistan’a cezirenin ilhakını bir emr-i vaki’ şekline +sokmak niyeti ile Girit hükumet-i İhtilaliyyesi tebligat ve +evamir-i resmiyyeyi Meclis-i Milli’nin ictima’larını Yunanistan +kralı namına yapmak gibi harekat-ı mecnunanede bulundular. +Bunlara zamime olarak bir de Yunanistan Meclis-i +Meb’usan’ına Girit tarafından meb’uslar göndermek +hükumat-ı hamiyye nezdinde protesto etti ve Giritlilerin şu +gibi harekatından neş’et etmesi muhtemel olan tehlikelere +nazar-ı dikkatlerini celb etti. Fil-hakīka Osmanlı hükumeti +Yunanistan hükumetinin bu gibi harekat-ı mecnunaneye +mümaşat etmesine sabır ve tahammül edemezdi ve Girit +meb’uslarının Atina’ya vusulü ile beraber Osmanlı ordusunun +da hudud-ı Yunaniyyeyi geçeceği bedihi idi. Hükumat-ı +hamiyye miyanında İngiltere Osmanlı hükumeti tarafından +serd edilen şu mülahazatın muhik olduğunu cümleden evvel +tasdik etti. Müşarun-ileyhin teklifi üzerine hükumat-ı saire de +müttehiden Girit hükumet-i ihtilaliyyesine yapmakta olduğu +ef’al-i na-layıkaya tahammül edemeyeceklerini Osmanlı +hakimiyetinin haleldar edileceğine meydan vermeyeceklerini +ve şayed bu gibi ef’al ve harekatta devam ederse cezireye +asker çıkararak yeniden işgal edeceklerini beyan ettiler! +Trablusgarb mes’elesine gelince yine İngiltere’nin bize +karşı müsaid bir vaz’iyet almak üzere olduğu hissediliyor. +Rusya tahşidatının Londra’da pek şiddetli i’tirazlara ve hoşnutsuzluklara +ma’ruz kalmış olduğu İngiltere hükumeti ile +Osmanlı hükumeti arasında Bağdad Demiryolu Kuveyt ve +diğer mesail hakkında yeniden müzakereye şüru’ edilmesi +nu anlattırıyor. İngiltere Hariciye nazırının son nutkundaki +zanlardan tecerrüd ederek yeni Türkiye’nin hiçbir amal-i +hususiyye ve cenk-cuyane beslemediğine emniyet hasıl ettiğinden +bugün meslek-i siyasisini bizim hakkımızda tebdil +etmektedir. +Bit-tabi’ bundan hoşlanmayacak izhar-ı memnuniyyet +etmeyecek bir Osmanlı bulunamaz. Yüz yirmi milyon tebaa-i +aramızda bir hail bir perde bir sebeb-i kin ve adavet diye +telakkī değil bilakis bir vasıta-i takarrub bir amil-i te’lif diye +kabul etmelidir. İşte o zaman iki hükumet arasında hakīkī ve +samimi bir anlaşma kabil olur bu ise her iki devletin menafiine +aynı derecede lazımdır. +Fazıl-ı muhterem M. Şemseddin Beyefendi’den aldığımız +hususi mektuptur ki pek musib mütalaaları ihtiva ettiği için +dercini münasib gördük: +Efendim! +Vatanımızda fecr-i hürriyyetin infilakını müteakib meşiyyet-i +gaye-i sa’adete isal edebilmek arzu-yı samimisi ile te’sisine +muvaffak olduğunuz Sıratımüstakīm vazife-i tenviriyyesini +bi-hakkın ifa edebilmiş ve erbab-ı tevhidi mü’essislerine +karşı ebediyyen minnetdar bırakmıştı. Emr-i ilahiye ittiba’la +sıratımüstakīmi ta’kīb edenlere sebilürreşad ihda olunacağına +şübhe yoktu. Son teşebbüsünüz bu hakīkati tecelli ettirdi. +Samim-i kalbimden sizi takdir ve tebrik eder ve muvaffakiyetinizi +eltaf-ı Sübhaniyyeden temenni eylerim. Birinci nüshada +derc edilmiş olan programı dikkatle okudum. Sebilürreşad +’ın göreceği ve görmesi icab edeceği vezaif-i aliy­ +yeye +dair ayrı ayrı kısımlar açılması sütunlar tahsis edilmesi tekamüle +doğru atılmış esaslı hatvelerdir. Program ihtiyac-ı hazıra +elverişlidir. Bit-tabi’ lüzuma göre tedricen tevsi’ edilebilir. +Alem-i İslam’ın kat’i ve esaslı bir intibah-ı fikriye muhtac +olduğunda şübhe edilemez. Ötede beride görülen nahda-i +fikriyyeye lazım gelen faaliyet ve istikamet-i muayyeneyi +vermek ceraid-i İslamiyyeye aid bir vazifedir. Merkez-i Hilafet’te +hüda olmalıdır. İşte o zaman +ferman-ı +celili bütün ma’nasıyla tecelli eder. +Furkan-ı Mübin’in ulum ve fünunun hal-i hazırına nazaran +bir tefsire muhtac olduğunu i’tiraf etmeyecek bir +mütefekkir yoktur zannederim. Ehadis-i sahihanın efkar-ı +enamda toplanan şübühatı tamamiyle izale edecek surette +teşrihine de ihtiyac-ı kat’i vardır. Sebilürreşad ’ın bu iki +mühim vazifeyi bi-hakkın ifa edeceği şüphesizdir. Fikrimce +Sebilürreşad neşriyatında iki gaye ta’kīb etmelidir: Birisi +milletin mütefennin geçinen gençlerinde dine karşı uyanan +la-kaydi ve şübühatı esasından izale ederek yerine metin ve +rüsuhlu bir akīde ikame etmek ve diğeri de kitle-i müslimin +efkarına çalışmak seviye-i ictimailerini yükseltmek ahlak-ı +fazıla ile ittisaflarını te’min etmek cehl ile tev’em olan mutaassıbı +kökünden söküp atarak yerine cürsume-i irfan ve +fazileti zer’ eylemek…. Neşr edilen program arz edilen şu +gaye için çalışılacağını gösteriyor. +nin hayat-ı müstakbelesi için nazım vazifesini görecektir. +Son zamanlarda Avrupa’da taammüm eden sosyalizm +endividüalizm gibi mesalikle adl ü haya üzerine müesses +olan ahlakın köhneliğinden bugünkü insanların ihtiyacıyla +mütenasib olmadığından bahisle yerine ikame edilmek istenilen +menfaat prensiplerine müstenid ahlakın –Avrupa’da +her ne görür ve işitirlerse bir hiss-i takdirle bila-muhakeme +makta olduğundan ahlak-ı fazılamızı hayat-ı ictimai ve dinimizi +muhafaza ve tenmiye edecek ciddi mübahase esaslı +muhakemelere lüzum-ı kat’i vardır. İctimaiyyat ve ahlakıyyata +aid sütunlarda milletin hayat-ı atiyyesini kurtaracak +umumu istila eden kabus-ı ataleti ref’ ve mevcudiyetimizi +kemiren emraz-ı ma’neviyyeyi tedavi edecek esasları okuyacağımız +şüphesizdir. +En büyük ihtiyaclarımızdan olan ta’lim ve terbiye bahsinin +de unutulmaması şayan-ı mahmidettir. Alem-i İslam’ın +bugünkü sefaleti ta’lim ve terbiye hususunda ve şimdiye +kadar ta’kīb edilen usullerin daha doğrusu usulsüzlüklerin +seyyiesidir. Ana kucağından başlayarak mektep ve medreselerde +ve bilahare muhit-i ictimaide evlad-ı vatana verilen +ta’lim ve terbiyede ma’lumdur ki hiçbir gaye gözetilmemekte +muayyen bir usule tevfik-i hareket edilmemektedir. Bu +gibi bir terbiyenin neticesi ise gördüğümüz feci’ manzaraları +tevlid eylemektedir. Terbiye mecmuasında neşr edilmekte +olan makalelerde teşrihine çalıştığım gibi ta’lim ve terbiyede +bir mefkure ta’kīb edilmez Hazret-i Haydar’ın tavsiye-i +aliyyesinden istifade çaresi aranılmazsa çekilen emekler pek +beyhude gider ve metin seciyeye malik gençler yetiştirmek +tenviriyyeyi ifa etmesine iştiyakla intizar ederiz. +Felsefe mebahisine hususi sahifeler ayrılması bu babdaki +hassa bizde İbn-i Kemal’den sonra –Gelenbevi merhum gibi +birkaç zat istisna edilirse– fen ve hikmet-i ‘aliyye ile tevaggul +eden zevat hemen yok gibidir. Kadı Mir’in Aristo felsefesinden +müstahrec köhne nazariyatını bile okumak şimdiye +kadar büyük bir kabahat addedilmiş felsefe ile uğraşanların +olduğundan muhakemat-ı akliyye ve fenniyyeye karşı sınıf-ı +ulema büsbütün silahsız kalmışlardır. Fünun-ı riyaziyye ve +ulum-ı tabiiyyeye vukūf peyda edilmeden felsefenin mebahis-i +‘aliyyesi anlaşılamayacağından İbni Rüşd İbni Sina +Şehabüddin-i Maktul… gibi zevatın eserleri de –anlayan +kimse kalmadığı için– eyadi-i rağbetten düşmüş kütübhane +köşelerinde çürümeye mahkum bırakılmışlardır. Bugün +alem-i İslam yalnız bunların ihyasıyla da iktifa edemez. +Felsefe ve fen son zamanlarda büsbütün başka istikametler +almıştır. Din-i mübini müdhiş hücumlardan kurtarmak +kurtarabilmek için sunuf-ı ilmiyyeyi erbab-ı tevhidi bu yeni +fikirlerden haberdar etmek bunların zahiren rengin fakat +hakīkatte çürük ve müteaffin olanlarının üzerlerindeki cilayı +muğfili kazımak esaslı ve kat’i bulunanlarıyla İslamiyet +arasında bir tezad bulunmadığını bulunamayacağını meydana +çıkarmak icab eder. Tarih-i felsefeyi felsefenin suret-i +terakkī ve tekamülünü mesalik-i muhtelifeyi ve bilhassa son +zamanlarda pek ziyade taammüm eden ateizm pozitivizm +materyalizm ve determinizm…. meslek-i felsefilerini tedkīk +ve bunların çürük noktalarını meydana çıkarmak ve bu suretle +dinsizliğe olan temayülata karşı fenni ve felsefi manialar +sedler hazırlamak bu kısmın daire-i şümulüne girmelidir. +Sebilürreşad ’ın diğer kısımlarda ta’kībini vaad ettiği usul-i +tenviriyi de bi-hakkın ifa edeceği muhakkak olduğundan +bütün mevcudiyetimle muvaffakiyetini temenni eylerim. +Sizce münasib görülüp görülemeyeceğini bilmemekle +beraber bendeniz “Sebilürreşad Kütübhanesi” namı altında +bir silsile-i asar neşrini de pek faideli ve ta’kīb edilen gayeye +kolayca vusul için pek emniyet-bahş görüyorum. Bu kitaplar +açık ve sade bir ifade ile bilhassa ilm-i kelam fünun ve +felsefe-i hazıraya göre hikmet-i ‘aliyye-i İslamiyye tarih-i +felsefe felsefe-i ‘aliyye ilm-i hey’et riyazi ve mihaniki kısımları +çıkarılmak üzere hikmet-i tabiiyye-i tecrübiyye +lüzumsuz olan tafsilatından ve riyaziyyat kısmından tecrid +edilmek şartıyla ilm-i vezaifü’l-a’za ilm-i teşrih ilm-i hayat +hayvanat ve nebatat tasnif ve fasilelerle tafsilatına lüzum +yok ilm-i tabakatü’l-arz ilm-i müstehasat tarih-i edyan… +fenlerine aid olmalı ve tarz-ı tahrirleriyle tatbik edilmiş olan +metodları kendilerine mahsus bulunmalıdır. Bir halde ki bu +kitaplar medreselerde okunabilsin. Ve bunları okuyan talebe-i +ulum veya efrad-ı İslamiyyeden bir zat her hangi bir +mütefennin veya dinsizle mübahasata girişirse akīdesi sarsılmaksızın +umumun anlayabileceği bir tarzda yazılmalıdır ki her müslim +gerek medaris-i ilmiyye talebesi ve gerek mektep şakirdanı +felsefi esaslarla techiz eder. Mektep talebesine de fen ve felsefe-i +müsbete ile İslamiyet-i hakīkiyye arasında bir tezad +bir tebayün olmadığına dair kanaat verir. Efrad-ı İslamiyyeyi +kabus-ı cehele ve taassubdan atalet-i mutlakadan ve +te­ +mayülat-ı muzırradan tahlis ederek +hükm-i celili mucebince fezail-i ahlakıyye ile mücehhez +oldukları halde bir hayat-ı faaliyyete sevk eder ve mesailerinden +bol bol istifade etmelerini taht-ı te’mine alır. Yetiştirecekleri +çocukların metin ve asil bir terbiye alarak tekemmül +etmelerine sebeb olur. +Milleti tahlis ve tenvir ile mükellef olan hey’et-i ilmiyyenin +hali medaris-i İslamiyyenin akīm gayelere doğru +yuvarlanması yirminci asırda hala Isam’ın Abdülgafur’un +vehmiyyatıyla iştigal edilmesi pek yazık ve acıklı değil midir?!.. +Avrupa’da bulunduğum esnada kendi derslerimden vakit +buldukça üniversitenin ilahiyat teoloji şu’besinin derslerine +de devam ederek yetiştirilen ilm-i din erbabının –esas +çürük olmakla beraber– fenni ve felsefi esaslarla ne kadar +metin bir surette techiz edilmekte olduklarını gıptalarla görmüştüm. +keme üzerine müesses bir dine mazhar olduğumuz halde +kitle-i İslamiyyenin ve o kitleyi sevk ve tenvir ile mükellef +hey’et-i ilmiyyenin halini düşündükçe millet-i İslamiyyeyi +ezen kabus-ı atalet esbabının hala izale edilemediğini gördükçe +yeise düşmemek yürek parçalanmamak kabil değil. +Millet-i İslamiyyeyi şu girdab-ı müdhişten kurtaracak +şey ta’mim-i maarif-i müsbetedir. Bu da Sebilürreşad gibi +ceraid-i İslamiyyenin neşriyatı ve o yolda yazılacak eserlerin +ta’mimi sayesinde müyesser olur. Bu hususta ettiğiniz +mücahede gösterdiğiniz fedakarlık her türlü takdirin fevkindedir. +Me’muriyet-i acizanem Dersaadet’te olsaydı fariza-i +asliyyeden bildiğim bu gayeye –hasbeten li’llah– bütün +mevcudiyetimle çalışmaya ve vüs’ u iktidarım derecesinde +mesai-i mübeccelenize iştirak etmeye gayretle iftihar ederdim… +Millet-i İslamiyyenin saadet-i atiyyesi için ümid-bahş +gördüğüm mesai-i alilerine yakından ve istediğim gibi hizmet +edemediğimden vicdanen müteessir ve müteessifim. +–ki asıl felsefe ve piskoloji mebahisiyle ta’kīb edileceklerdir– +maatteessüf arzu ettiğim gibi olamıyor. Çünkü bu hususta +muntazam vesaik bulunmadığından pek çok tetebbuat icrasına +birçok kütübhaneler dolaşılmasına ihtiyac var. Halbuki +Midilli’de tek bir kütübhane bile yoktur. Kendimde bulunan +kitaplar ise mahdud. Bit-tabi’ noksanlarını ma’zur görürsünüz. +Sebilürreşad – Hakkımızda ibzal olunan iltifatlara arz-ı +teşekkür eyleriz. O kadar vesaitsizliğe rağmen “İslamda fen +ve felsefe” makalelerinin fevkalade nefis ve kıymetli olduğu +bütün kari’lerimizce müsellemdir. +“Sebilürreşad Kütübhanesi” namı altında müfid ve ciddi +bir silsile-i neşriyat ta’kīb etmek bizce de mutasavverdir. +Ancak şu sıralarda bu kabil asarın talibi müşterisi az olduğu +cihetle cesaret edemiyoruz. Satılmayacak bir yığın asar +neşrinden mütevellid zararı telafiye de sermayemiz müsaid +değil. İnşaallah halkımızda ciddi nafi’ asar okumak hevesi +uyanır da biz de elimizden gelen hizmeti ifaya çalışırız. +DERSAADET’TE SEBILÜRREŞAD +CERIDE-I İSLAMIYYESI’NE +Muhterem efendim +Bu defa gelen Tanin gazetesinde Sıratımüstakīm ceride-i +feridesinin Sebilürreşad ’a tahvil edildiğini okuduk. Umum +mü’mininin bais-i fevz ü felahı olan Sebilürreşad ’ın neşrinden +naşi ziyadesiyle memnun olduk. Memalik-i Osmaniyye’nin +en hücra köşesinde hudud civarında bulunan biz +fakīrler muvaffakiyetinize duahan olmaktayız. Sizler gibi fi +sebilillah çalışanları dareynde Cenab-ı Hakk’ın mes’ud eyleyeceğine +hiç şübhe etmemekteyiz. Ahali-i İslamiyye pek +ziyade intibaha muhtacdır. Katolik papaslarının Tuz ve +havalisinde faaliyetlerini görüp de mütehayyir olmamak +kabil değildir. Lakin aynı zamanda ağlamamak da kabil +değildir. Bila-mübalağa arz ediyorum ki her iki saatlik bir +mevki’de binlerce liralara mal olmuş pek ali binalar göze +çarpmaktadır. İşte bunlar kiliselerdir. Tekmil Malisörlerin +servetleri bir yere cem’ olunsa dört kilise inşa etmeleri +mümkün değil iken bu binalar nasıl yapılıyor? İşte şayan-ı +dikkat noktalar burasıdır. Bugün Hıristiyan Malisörleri yalnız +Katolik papaslarını tanırlar. La-teşbih onlara Cenab-ı +Hak gibi itaat ederler. Avusturya sarf ettiği milyonların işte +şimdi semeresini görmektedir. Buna mukabil bizim köylü +münasib bir cami’-i şerif yoktur hoca yoktur bu sebepten +vaktiyle müslüman olanların ekserisi şimdi tanassur etmiştir. +ve Meryem’in resimleri yanında küçük bir kandil. Bunların +yegane esbabı kat’iyyen buralarda ahaliyi irşad edecek hocaların +dolaşmamasından ileri gelmiştir. Geçen id-i adhada +tamam hudud üzerine Denboşe namındaki İslam köyünün +müracaatla bayram namazını kıldırmak için askerlerin içinde +bulunması me’mul olan bir hocanın kendilerine terfikan +köye i’zamını istirham eylediler. İstirhamları tervic olunarak +hemen iki nefer verildi. Memnuniyetlerinden kumandanın +ellerini öpdüler. Artık tasavvur edelim biçare İslamlar +bayram namazını kıldıracak hoca bulmaktan aciz neticesi +ne olacak? Maazallah ileride bunlar da tanassur edecekler. +Bunlar devr-i istibdadda hükumetin gösterdiği la-kaydlıktan +başka bir şey değildir. Hal-i hazırda dahi bu gibi hususata +matlub vechile ehemmiyet verilmiyor. +Ez-cümle iki yüz kuruşluk mektep muallimi gönderiliyor. +bii cüz’i olan maaşa tama’an gelen hocadan da o nisbette +ni anlayacak kendilerinin mevcudiyetlerini takdir edecekler. +Tekrar arz ediyorum Cenab-ı Hak muininiz olsun. +Atideki beş adrese Sebilürreşad senelik abone kayd ederek +müterakim nüshaların irsaline inayet buyurulmasını elimizden +geldiği mertebe abone kayd ettirmeye çalışacağımızı +arz eyleyerek takdim-i ihtiramat eyleriz efendim. +HAYAT-I AKVAM-I İSLAMİYYE +Nefs-i Vidin’de zükur ve inasa mahsus olmak üzere dört +sınıflı bir rüşdi ile dört sınıflı bir ibtidai mevcuddur. Rüşdinin +mevcudu zükur ve inas olmak üzere olup ’ü inas bakīsi +zükurdur. +Mekteb-i ibtidaide zükur ve inas olmak üzere mecmu’-ı +şakirdan ’dır ki mekatib-i İslamiyye mevcudu adede +baliğ olmaktadır. +Mekatib-i İslamiyye bir müdürün taht-ı idaresinde bulunup +rüşdi ve ibtidaide sekiz muallim bir de müfettiş muallimesi +mevcuddur. Me’murin ve mu’allimin maaşatı kamilen +Encümen-i Maarif-i İslamiyye kasasından te’diye olunmaktadır. +Hey’et-i ta’limiyyeden ikisi ali biri idadiden me’zundurlar. +Bakīleri mekatib-i rüşdiyyede me’zun olup müddet-i +medide muallimlikte bulunmuşlardır. +Mekatib-i İslamiyye varidat ve masarıfatı yirmi bin franga +baliğ olmaktadır. +Evliya-yı etfal umumiyet üzere rencberdir. Ancak yüzde +on ila on beşi tüccar esnaf ve me’murini teşkil etmektedir. +– Nefs-i kasabada üç sınıflı zükura mahsus olmak +üzere bir rüşdi zükur ve inas iki ibtidai mektebi mevcuddur. +Rüşdinin mevcudu olup ibtidailerde de mevcud +vardır ki yekun-ı mevcud ’dir. Mekatib altı muallim +biri sultani biri idadi me’zunu olup bakīsi rüşdi me’zunudurlar. +Muallim-i evvelin maaşı Maarif-i Umumiye Nezareti’nden +te’diye olunur. Bakīsi ve me’murin ve muallimin +maaşatı kamilen Maarif veznesinden te’diye olunmaktadır. +Mekatib-i İslamiyye varidat ve masarıfatı franktır. +Kaza dahilinde yirmi beş mekteb-i ibtidai mevcud olup +ancak onu usul-i cedideye tahvil olunabilmiştir. Mevcud +talebe ve talibat ’dür ki nefs-i kasaba ile yekunu ’e +baliğ olur. +– Nefs-i kasabada üç sınıflı bir rüşdi zükur +ve inasa mahsus iki ibtidai vardır. Rüşdinin mevcudu +olup ibtidai mevcudları da ’sı inas olmak üzere ’dir. +Mekatib-i İslamiyye dört muallim ve iki muallime tarafından +ye Nezareti’nden ta’yin olunmuştur. Sarfiyat yekunu +franktır. Kaza dahilinde altı ibtidai mektebi mevcud olup ’i +tadır. Kasaba ve kazada mevcud talebe ’tür. +Bu adam seksen sene yaşamış imiş gayet meşhur bir +müsteşrik olduktan maada bir de Osmanlı muhibbi imiş. +Bizim bildiğimiz bu adam bir Macar’dır şarkta büyük +seyahatleri vardır. Ne derecede şöhreti olduğu bizce ma’lum +değil. Seyahatname ’sinde yazdıkları şeylerin hiçbiri karin-i +hakīkat değildir. Bilhassa Türkistan’da imamet vazifesinde +bulunduğunu hiçbir “Hocend”li bilmiyor. +kendi kalemi ile gösterdi. Trablusgarb Muharebesi münasebetiyle +yazmış olduğu makaleyi telgraf ajansları bütün +aleme neşr etmiştiler. İkdam refikımize kendi gazetelerine +müracaatı tavsiye ederiz. +– Bağdad’da ulum-i ‘aliyye-i +diniyye ve fünun-ı hazıra-i medeniyyenin bi-hakkın tedrisi +El-yevm mevcud Medrese-i A’zamiyye bu suretle ıslah edilecektir. +aidesine tebliğ olunmuştur. +Beyrut’taki İtalya bombardımanı +esnasında şehid olan guzat-ı Osmaniyyenin ihya-yı +hatıraları için rekzi mukarrer olan bir abidenin masarıf-ı +tarafından gösterilen arzu üzerine mezkur ianatın dercine +nezaret etmek için vali-i vilayet riyaseti tahtında eşraf-ı mahalliyyeden +mürekkeb bir komisyon teşekkül etmiştir. +Londra’da münteşir The Near East gazetesine Cidde’den +bildirildiğine göre bu sene esnasında hacc-ı şerif farizasını +atidir: +Arabistan’dan +Hind ve Afganistan’dan +Buhara’dan +Cezayir ve Tunus’tan +Mısır’dan +Yemen’den +Cava’dan +Çin’den +Hadramut ve Maskat’tan +Sudan’dan +Fas ve Marakeş’ten +Hıtta-i Irakiyye’den +Rusya’dan +Anadolu ve Rumeli’den +Bahr-i Ahmer sevahilinden +Mevaki’-i muhtelifeden +– Times ’ın istihbaratına nazaran Afrika’da +ve Mısır’da bulunan Senusiler reisleri Seyyid Ahmed +eş-Şerif es-Senusi hazretlerinin İtalyanlara karşı cihad +emrine itaat ve imtisal eylemekte olduklarından peyderpey +Osmanlı ordugahına iltihak ve inzimam etmeye karar vermişlerdir. +Senusiler Afrika’nın her tarafında kesretle münteşir +ve sahib-i nüfuz olmalarından dolayı İtalyanlar endişe +etmektedirler. Bunun üzerine Roma’daki ifrat-perver İtalya +gençleri beyninde Ciolni kabinesi aleyhinde fena bir cereyan-ı +efkar hasıl olarak kabine a’zasından bir ikisinin katlini +tasavvur ediyorlarmış. +– Kahire’den Times ’a iş’ar olunduğuna +nazaran İtalyanlar mücahidin-i Osmaniyyeye karşı +ne yapacaklarını şaşırıp hile ve desiseye tevessül etmeye +karar verip Arabiyyü’l-ibare bir beyanname neşr ile havai +balonları vasıtasıyla mezkur varak-pareleri cevv-i havadan +Arabların bulundukları mevakie atmışlardır. Bu varak-parelerden +biri ahiren Mısır’da münteşir el-Alem gazetesine gönderilip +neşr edilmiş ve mevaddı hakkında amik bir surette +beğenmemiş olmalıdır ki beyannameye karşı istihza-amiz +cümleler neşr etmiştir. +– Rusya hükumeti icabı takdirinde Girit’e +sevk edilmek üzere bin nefer askerin hazır bulundurulması +hakkında lazım gelenlere evamir i’ta eylemiş ve kuva-yı +mezkurenin Boğazlardan müruruna hükumet-i Osmaniyye +tarafından müsaade edilmiş imiş. İtalya’dan maada diğer +düvel-i hamiyye dahi bu yolda tertibat icra etmeye karar +vermişlerdir. +– Bir haftadan beri +Avrupa gazetelerinde Girit hey’et-i icraiyyesinin Yunanistan +Meclis-i Mebusanı’na Girit’ten aza intihab etmekle meşgūl +bulunduklarını ve hatta yirmi beşe karib azanın müteaddid +fırkalar tarafından namzed edildiklerini ve Girit hıristiyanları +tarafından bu kere Yunanistan’a a’za göndermek için karar-ı +kat’i verilmiş olduğu mevzu’-ı bahs olmaktadır. +Times gazetesi bu kadarla iktifa etmeyerek bir makale-i +mahsusa ile Yunan Başvekili Mösyö Venizelos’un on yedi ay +zarfındaki icraatını bir lisan-ı sitayiş ile yad edip alkışlamıştır. +Times gazetesinin beyanatına bakılırsa Yunan başvekili Yunanistan’ı +her türlü dağdağa ve tezebzübden tahlis edip emn +ü asayişi te’mine muvaffak olmuş ve Yunanistan için yeni +bir devre-i terakkī ve saadet ihzar ve tedarik etmiştir. Hasılı +başvekil cenablarını Yunan esatize ve felasife-i kadimesine +bile tercih edercesine Times ihtiyar-ı zahmet ve külfet etmiştir. +– Mısır Nasyonalistleri reisi Muhammed +Ferid Bey tarafından her sene vukū’ bulduğu gibi bu +sene de bir nutuk irad edilip İngiltere’nin Mısır’daki vaz’iyet-i +Bey’in beyanatından münfail olan İngilizler muma-ileyhin +bir müddet-i muvakkate için Mısır’dan ihrac edilmesine +ve­ +yahud cezalandırılmasına hükumet-i Mısriyye’yi icbar +ediyorlarmış. Ferid Bey Atina’da ictima’ eden Müsteşrikīn +Kongresi’nde İngilizlerin Mısır’daki vaz’iyetlerini protesto etmek +– Mısır’dan varid olan hususi bir telgrafnameye +nazaran Mısır hududundan Osmanlı ordugahına +müsellah cengaver iltihak eylediğini Sabah yazmıştır. +– el-Liva’ gazetesinde okunduğuna +göre: Bu ana kadar Mısır’da derc olunan ianatın mikdarı +doksan dört bin altı yüz on dokuz Mısır lirasına baliğ olmuştur. +– Novye Vremya gazetesinin mündericatına +göre İran Şah-ı mahluunun küçük kardeşi Şua’u’s-Saltana +üzere bu adam en mahir rolleri ifa etmiştir. İran Hazine Nazırı +Amerikalı Mister Shuster Morgan Şua’u’s-Saltana’nın +emval ve emlakini haczetmek istediğinden müşarun-ileyhin +valide ve haremi tarafından Rusya Çar ve Çariçesi’ne telgrafla +şikayette bulunması üzerine Rusya hükumeti Çar’ın +tensibi vechile İran hükumetine ilk notayı vermişti. En sonra +Mister Shuster’in azlini Rusya taleb ettiği gibi re’sen İran +umuruna da müdahale etmeye başlamıştır. +– Hal-i hazırda İran’ın +Kirmanşah şehrinde bulunan Salarüddevle bütün İran-ı +Gar­ +bi cihetlerinde vasi’ bir hükumet teşkiline kat’i surette +karar vermiştir. Rusya ve İngiltere devletlerinin tavassutları +üzerine –İran’dan def’ olup gitmek şartıyla– merkūma İran +hükumeti tarafından senevi bir mikdar tahsisat verilmişti. +Maaşına mahsuben Rusya ve İngiltere’nin Kirmanşah’daki +konsolosları vasıtalarıyla İran’dan gönderilen nükūdu Salarüddevle +ahz ve kabulden imtina’ etmiş ve ancak İran Şahı’nın +taht-ı nüfuzunda kalmak üzere İran-ı Garbi vilayatında +müstakil bir hükumet teşkiline mail olduğunu anlatmıştır. +Bu arzusu üzerine Rusya büsbütün kızmış ve müşarun-ileyhi +kendi askeri vasıtasıyla te’dib ve ihrac etmeyi kurmuştur. +ma’lum olduğu üzere Salarüddevle’yi Muhammed Ali’nin +dümdarı olmak üzere Ruslar tarafından İran’a gönderilmişti. +rafından ehemmiyet verilmemişti. Rusların şu son günlerde +üzerine Salarüddevle’nin İran’dan mübaadetine karar vermiş +ve kendisini tatyib için de İran’dan –Muhammed Ali +Şah’ı hayran çıkardığı gibi– bir mikdar tahsisat koparmaya +sa’y eylemişti. +Binaenaleyh Rusya kendi kabahatlerini örtbas etmek +Devlet-i Osmaniyye’ye güvenmekte olduğunu dermiyan +ediyor. Bu babdaki mes’elenin Babıali ile hall ü faslı için +Rusya tarafından Dersaadet’teki sefirine ta’limat-ı mahsusa +vermiş olduğunu Times yazıyor. +Salarüddevle’nin Kirmanşah’ta ve Hemedan’da bu ana +kadar akıttığı ma’sum ve bi-günah kanların haddi hesabı +yoktur. Hele şu son zamanlarda Kirmanşah valisiyle ahalisine +karşı ika’ eylediği cinayat-ı fazia-i vahşiyane insanın +tüylerine ürpertmeye kafidir. Salarüddevle’nin rezaletlerine +engizisyon tarihinde bile emsaline tesadüf olunmamıştır. +Böyle bir herifi tatyibe çalışan Rusya hükumetine ne demelidir? +Şimdi de hükumet-i Osmaniyye’yi lekelemeye çabalıyor. +Hükumet-i Osmaniyye bu hallerden beridir. Salarüddevle’nin +ve emsalinin vücudundan hasıl olacak faide eksik +olsun. +– Hindistan Hakim-i +umumisi Lord Harding irad ettiği nutukta sözünü İran-ı +Cenubi ahvaline intikal ettirerek atideki beyanatta bulunmuştur: +“Cenubi İran ahvali pek fena ve karışık bir halde +devam etmesinden İngiltere ve Hindistan ticareti havali-i +mezkurede sekte ve ziyana uğramıştır. Eşkıya tarafından +şose yolları tahrib edildiği gibi kervan kafileleri de nehb ü +garet edilmişlerdir. Ahval-i mezkureye bir çare bulmak üzere +ki İngiliz me’mur-ı siyasisine evamir-i lazıme gönderilmiştir. +Muma-ileyh asayişi te’min için kabail-i mahalliyye rüesalarıyla +görüşecek ve kendilerine tebligatta bulunacaktır. Ahval-i +mezkureye kabail tarafından devam edildiği takdirde +tecziyeleri cihetine tevessül olunacaktır.” El-yevm İran-ı +Cenubi mıntıkasında iki bin Hind askerinin mevcud olduğu +müşarun-ileyhin beyanatından istinbat olunmaktadır. +– Tahran’da et ve erzak fıkdanından +dolayı ahali son derece heyecana gelmişlerdir. Beş +yüz kadın kafilesi Sipehdar’ın hanesi önüne gidip nümayişte +bulunmuşlar ve mahalli jandarma ve polisler tarafından +dağılmalarına teşebbüs olunması üzerine kadınlardan biri +vahim surette cerh edilmiştir. +– Rusya ve İngilte­ +re’nin son notaları hakkında İran hükumeti tarafından verilen +cevap memnuniyet-bahş görüldüğünden Rusya ve +avans vermişlerdir. +– Almanya İmparatoru +Avusturya-Macaristan imparatoruyla görüştükten +sonra Venedik’e gidip İtalya kralını ziyaret etmiştir. Kayser +hakkında İtalyanlar fevkalade izhar-ı ihtiram ve nezaket etmişlerdir. +rebe-i hazıra hakkında teati-i efkar olunduğu iddia olunuyor +şey konuşulmadığını ve ziyaret-i mezkurenin sırf İttifak-ı +Müselles’in tahkim ve tarsini için icra olunduğu dermiyan +edilmektedir. Times ’ın beyanatına bakılırsa imparator bi-taraflık +kavaidini asla ihlal etmeyecekmiş. İtalya matbuatı ile +efkar-ı umumiyyesi Dersaadet’teki Alman sefiri Baron Mareşal’in +Türk muhibbi bulunmasıyla Von der Goltz Paşa’nın +Osmanlılar lehinde Viyana ve Alman matbuatı vasıtasıyla +neşr eylediği makalatından son derece muğber ve müşmeiz +olduklarını Times beyan ediyor. +– İngiltere Avam Kamarası +a’zasından biri Hariciye Nazırı Sir Edward Grey’den +Trablus ve Bingazi müsadematı esnasında İtalyanların bombardımanlarından +mutazarrır olan İngiliz tebaasının zarar ve +ziyanlarının tazmini hususunda İngiltere hükumetinin teşebbüsünü +babdaki İngiliz tebaasının müddeayatını te’yid için ihzarı +lazım gelen vesaikin tedariki zımnında konsoloslarımız vasıtasıyla +mutazarrır olan tebaalarımıza tebligat icra edilmiştir. +Maamafih İngiltere hükumeti atiyen bu babda kendi tebaasının +hukūkunu mütalebe için teşebbüsat-ı lazımede bulunacak +daha muvafık telakkī ettiğini” beyan eylemiştir. +– Hindistan’ın Bengale Eyaleti’ne +vasıl olmak üzere İngiltere kralı tarafından Lord Kar +Mihail ta’yin edilmiştir. Kalküta eşraf ve a’yanından Şemsülhüda +emirname-i krali ile mezkur vilayetin meclis-i idaresine +daimi a’za intihab olunmuştur. +– Hindistan’ın Singapur şehrinde mu­ +kīm müslümanlar tarafından Trablus’a tecavüz eden düşman-ı +dinin def’-i savleti emrinde isti’mal edilmek üzere +mezkurda Arabca münteşir el-Vatan gazetesinde okunmuştur. +Seyyid Abdullah bin İsa el-Habeşi namında bir zat-ı hamiyet-sıfat +bu ianenin dercine vesatat eylediği gibi kendisi +de ehemmiyetli bir meblağ i’tası suretiyle iştirak eylemiştir. +Sharnpur beldesinde +ehl-i İslam ictima ederek Trablusgarb şüheda-yı İslamiyyesine +muavenet-i nakdiyye cem’ine mübaşeret ettikleri +sı­ +rada mecusilerden dahi pek çok adamlar iane verdiklerini +Bombay’da münteşir el-Islah gazetesi yazıyor. Hissiyat-ı +kalbinden silindiyse fıtraten insan olanların kalbinde ilelebed +bakīdir. +– Rusya İmparatoriçesi Aleksandra +Teodorona’nın taht-ı himayesinde ve Ceneral Şevedof’un +riyasetinde bulunan Müsteşrikīn Cem’iyeti Alem-i +bundan bir nüshasını da idarehanemize irsal eylemiştir. +Mecmuanın mukaddimesinde neşrinde ta’kīb edilecek +maksadın milel-i İslamiyyenin mazi ve hal-i hazırı hakkında +tedkīkat-ı ilmiyyede bulunarak medeniyet ve tarih-i İslamı +tetebbu’ ve neşr etmek olduğu beyan ediliyor. +­ +– Bu sene Rusya’nın pek çok +vilayetlerinde kahtlık açlık olduğu ma’lumdur. Bu defa ihvanımızdan +biri ber-vech-i ati ma’lumat-ı mufassala vermiştir. +Rusya’da açlık birkaç nevi’ olur: Bazen insanlar bazen +hayvanlar bazı senelerde hem insanlar hem hayvanlar +kahta duçar olur. Dahili Rusya’da Ufa ve Samara cihetlerinde +açlık insanlar içindir Sibirya’da Mavera-i Ural’da +Kazakistan’da kaht hayvanat içindir. Bu sene Akmol ve +Simipalat umumiyetle Kazakistan dehşetli bir açlık içinde +bulunuyor. Bilhassa Şubat’ta Sibirya’nın pek çok vilayetlerinde +yağmurları müteakib şiddetli soğuklar olduğundan az +zamanda pek külliyetli hayvanat telef olmuş üç dört yüz +belki bin hergelesi olan adamlar bir hayvansız kaldığı gibi +beş on bin koyunu olanlarda da bir tek koyun kalmamış. +Bu suretle Şarkī Rusya’da pek çok adamların da açlıktan +telef olduğu Rus gazetelerinde görülüyor. Rusya’da bilhassa +Kazakistan sahralarında her zaman kaht olurdu. Lakin bu +seneki gibi dehşetli kaht hiçbir zaman görülmemiştir. +– Hindistan’dan Times ’e +temekkin olup Afgan unsuruna mensub bulunan Veziri Kabilesi +efradı İngilizler aleyhine kıyam etmişlerdir. On dört +sene evvel dahi bunlarla İngilizler beyninde bir münazaa ve +müsademe tekevvün ederek İngilizlerin maddi ve ma’nevi +zararlara duçar olunmalarına sebebiyet verilmişti. Vekayi’-i +mezkurenin başlıca esbabı tuz ve barut rüsumunun İngilizler +tarafından ihdas olunmasından ileri gelmişti. Hal-i hazırdaki +bir şey var ise gerek Afganistan ahalisi ve gerek orada mevcud +olan bütün kabail-i Afganiyyenin İngiltere’nin Osmanlı-İtalya +muharebesine nihayet vermek için müslümanların +ğinden dolayı iğbirarlarını mucib olmasından naşi olmuştur. +On altıncı defa olmak +üzere Nisan-ı Efrenci’nin yedisinden on dördüne kadar Müsteşrikīn +Kongre’si bu defa Atina’da ictima edecektir. senesinde +mezkur kongre Kopenhag şehrinde ictima ile hayli +mukarrerat ittihazına muvaffak olmuştu. Mezkur kongrede +fından da Hariciye me’murin-i mümtazesinden Hikmet Beyefendi’nin +kralının taht-ı himayesinde ictima’ edeceği gibi riyaset-i fahriyyesini +de Yunan veliahdı kabul etmiştir. Yunan Maarif nazırı +da mezkur komisyonun teşkilatına nezaret etmeyi deruhde +eylemiştir. Cambridge Darülfünunu Lisan-ı Arabi Muallimi +Profesör Marko Lives İngiltere Devleti tarafından isbat-ı +vücud edeceği gibi Londra’daki Hind Nezareti Kitabhane-i +Umumisi Nazırı Mister Thomas da Hind Hükumeti namına +kongreye i’zamı takarrür etmiştir. Aynı zamanda İngiltere’de +bulunan Cambridge Oxford Aberdin Londra Gal-i +Şimali Edinburg Dublin Glaskow Manchester Şefilt Sant +Andre darülfünunlarıyla Londra’daki Asya Cem’iyet-i Kraliyye’si +taraflarından da ayrıca birer murahhas gönderilmesi +kararlaştırılmıştır. +Brezilya’da kain Sen Paulo Başşehbenderi Münir Süreyya +Bey mahall-i me’muriyyetine hin-i azimetinde beray-ı +arz-ı veda’ huzur-ı mülukaneye kabul buyurulduğu sırada +mahall-i mezkurda bulunan tebaa-i Osmaniyye’ye selam-ı +şahanenin tebliğine me’mur buyurulmuştu. Bu defa şehr-i +mezburda bulunan tebaa-i Osmaniyye tarafından Serkarin-i +hazret-i şehriyari Lütfü Bey’e varid olan bir telgraf­ +ta şehbender vasıtasıyla nail oldukları selam ve iltifat-ı +şehriyariden dolayı ta’zimat ve teşekkürat-ı ubudiyyetkaranelerinin +hak-i pay-i şehriyariye arz ve iblağı rica ve zat-ı +mülukanenin tezayüd-i ömr ü ikbaline ve sevgili vatanımızın +olunmuştur. +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHI ’NIN + +---- +HATALARI +---- + +el-Hilal sahibi Corci Zeydan Efendi’nin Tarihü’t-Temeddüni’l-İslami +’si Medeniyet-i İslamiyye Tarihi ismiyle Türkçe’ye +nakl olundu. Aslını okumayanlar tercümesini okumuşlar +yahud işitmişlerdir. +Mısır’da Rusya’da bir hayli intikada ma’ruz olan bu eser +memleketimizde pek büyük bir mevki’ tuttu. İşittiğime göre +tarih yazanlarımız Corci Zeydan Efendi’nin kitabını en zengin +en bi-taraf me’haz biliyorlarmış da sahifelerini aynıyla +nakl ediyorlarmış. +Müellif vaktiyle eserini mekteplere kabul ettirmek için Mısır +Maarif Nezareti’ne müracaat eylemiş lakin müsaade alamamış +Nezaret’e verdikleri takrirde kitabın birçok yanlışı olduğunu +El-Müeyyed gazetesinde de aynı kitaba dair birçok intikadlar +görüldü ki kitabın sahibi bunların bir kısmına mukabele +bir kısmını kabul etti. +El-Menar sahibi Muhammed Reşid Rıza’ya göre: Eserdeki +hatalar bile bile değilmiş müellifin bir takım mesailini +anlayamamasından imiş. Vekayi-i cüz’iyyeyi kavaid-i külliyye +suretinde kabulüne gelince bu da Corci Zeydan’ın bütün +müellefatında tuttuğu bir usul imiş. Yalnız sonraları yazdığı +yazılardan söylediği sözlerden kendisinin şuubiyyeden sair +milletleri Arablara tercih edenler olduğu hissolunuyormuş. +Zaten eserin Türkçe’ye tercüme edilmesi de bundan ileri geliyormuş. +Zannetmeyiz ki el-Menar sahib-i muhteremi şu son sözle +Türklere hücum etmek istemiş olsunlar. Zira pek iyi bilmeleri +lazım gelir ki Tarihü’t-Temeddüni’l-İslami mütercimi Türk +değildir. Mü’ellifi gibi Hıristiyan Arablardandır. +Şimdiye kadar bizde bu kitaba dair kimse tarafından bir +söz söylenmemesi cidden şayan-ı teessüftür. Hele tarih-i İslam +yazmaya kalkışanlar dedikleri gibi me’haz olmak üzere +yalnız bu eserin tercümesini intihab etmişlerse pek garib +olur! +Bizim tarihçiliğimiz yok amma öyle zannediyoruz ki bu +zaman zarfında cildlerle tarih meydana getiren müverrihlerimize +hayran olmamak elimizden gelmiyor. +Haydi diyelim ki; garbdaki milletlerin tarihi son zamanlarda +mümkün olduğu kadar bi-taraf adamlar tarafından +yazılmıştır. Onun için o eserleri tercüme edivermekle bir iş +görmüş olalım. Lakin tarihin şarka hususiyle İslam’a aid +kısmı için de aynı vasıtaya müracaat etmek pek saf-derunluk +olmaz mı? +Tarih-i İslam doğrudan doğruya Müslüman müverrihlerinin +eserlerinden alınmalıdır. Ancak bunların hiç olmazsa +en mevsuk tanılmış olanları iyice tedkīk edildikten uzun +uzadıya muhakeme olunduktan sonra nakl olunmalıdır. +Tarih yazmak için tabii birçok şeraiti cami’ olmak icab +edecek. Lakin tarih-i İslam için her şeyden evvel lisan-ı +Arab’ı edebiyatıyla beraber bilmek elzemdir. Zira müracaat +edilecek me’hazlar arasında herkese söylemeyenleri pek +çoktur. +Bu hafta gelen el-Menar ’da Corci Zeydan’ın tarihine dair +bir makale gördük. Muharriri Hind ulemasından Şeyh Şibli +en-Nu’mani’dir. İnşaallah gelecek nüshamızdan başlayarak +tercüme edeceğiz. Eserin ne kadar süreceğini bilemiyoruz. +Çünkü el-Menar ’da da maba’dlı olarak devam ediyor. +TEFSIR-İ ŞERIF + +---- +. . . +---- + +Tercümesi +“Senden kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Bu­ +nu düşünmekten sana ne? Onu bilmek ancak Tanrı’nındır. +Sen yalnız ondan korkana tehlikeleri anlatmakla me’mursun. +Onlar kıyameti gördükleri zaman dünyada bir sabah +yahud bir akşam kalmışlar sanacaklar.” +* * * +En-Naziat Sure-i celilesinin sonundaki şu ayetler kendilerinden +evvel gelen ayetler gibi Mekkidir. Sebeb-i nüzulü de +şudur: Kureyş inadcıları ikide birde “Haşir ne zaman vukūa +gelecek? Kıyamet ne vakit kopacak?” diye aleyhissalatü +vesselam Efendimiz’i sıkıyorlardı. Bu sual Cenab-ı Peygamber +hakīkati kabule ikna’ eylemek iştiyakında olanlar için pek +tabii olan şu arzu Nebiyy-i Muhterem sallallahu aleyhi ve +sellem Efendimiz’e göre de öyle idi. +olmayacak temennilerden nehy ediyor. Evet bu nehiy +Ayet-i celilesinde görüldüğü vechile istifham-ı + +---- +. . +---- + +Yani: Sana hiç tealluku bulunmayan anlaşılmasına sence +bir ihtiyac olmayan bu mes’eleyi neden kendine ukde edip +duruyorsun? Bu ebedi bir sırdır ki halli ilm-i ilahiye dayanır. +Senin vazifen kıyameti düşünüp korkanları o müdhiş günün +şedaidinden haberdar ederek uyandırmak; yaşadıkları +müddetçe salah içinde mekarim-i ahlak içinde yaşatmak +suretiyle o yevm-i hesaba hazırlamaktır. İkide birde bu suali +soran erbab-ı inada gelince onları kendi haline bırak. Zira +onlar bu fani cihanın arkasından ikinci bir cihan-ı bakī geleceğini +ölümle dinen velvele-i hayatın yeniden uyanacağını +bir türlü kafalarına sığdıramıyorlar. Onun için sen de +sırf seni sıkmak maksadıyle ileri sürdükleri bu suali kendine +derd etme bununla uğraşma. +Kıyamet gününü gördükleri vakit +zihinlerindeki suver-i zamaniyye büsbütün silinecek de yaratıldıkları +demden ba’s olundukları zamana kadar geçen +müddeti tam bir gün kadar bile tasavvur edemeyecekler. Bu +zan ise ya evvelce onların böyle bir atiye hazırlanmış olmamalarından +yahud gözleri önündeki dehşetin karşısında +medhuş kalmalarından ileri gelecek. +Birinci ayetteki “saat” insanların yeniden dirildikleri zamandır +ki o da yevm-i kıyamettir. Zaten +gibi diğer bir çok ayetler de hep aynı ma’naya gelmiştir. +Saatin yani kıyametin irsası ne zamandır demek +oluyor. İrsa: İkamet istikrar husul vukū’ ma’nalarınadır. +’ daki zamirin +’ e rücuu şu iki kesr-i zamaneynin +yani sabah ile akşamın aynı güne aid olduğunu göstermek +çirmemişler de o günün ancak sabahı yahud akşamı kadar +bulunmuşlar. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac ve Ka’be +– – +Hazret-i Halil ber-hayat kaldıkça her sene mevsim-i +Hac’­ +da Mekke’ye gelir ifa-yı Hac ettikten sonra Ken’an +taraflarına memleketine avdet ederdi. Hazret-i İshak dahi +fırsat buldukça Hicaz’a gelir büyük biraderi ile beraber Beytullah’ı +ziyaret ve Hacc-ı şerifi eda ederdi. +Bu suretle Hac her sene muntazaman kılınmaya başlamış +Araplardan Cürhümiler’den iştirak edenler de çoğalmış +resi oğlu Nabit’e geçmiş Nabit’ten sonra Cürhümiler’in reisi +Mudad bin Amr’a intikal etmişti. Fakat Cürhümiler gitgide +fısk u fesada daldılar. Beyt-i Şerif’in hürmetini unuttular; +hazinesinde bulunan hedayayı yağma ettiler hüccac-ı kirama +eziyet eder oldular. Cürhümiler’den başkaların hac edebilmeleri +kesb-i suubet etmişti. Bu hal ise sair kabailin uruk-ı +hamiyyetini tahrik ediyordu. Çünkü o civarda bulunanlar +rine Beni Bekir ile Huza’iler müttefiken Cürhümiler üzerine +yürüdüler. Kanlı bir muharebeden sonra Cürhümiler mağlub +olarak Mekke ve Ka’be’yi terk etmek mecburiyetinde +kaldılar Yemen taraflarına gittiler; bu kabile şu mağlubiyeti +müteakıb bir daha belini doğrultamadı; münkarız oldu. +Bundan sonra riyaset ve idare Huza’iler’in eline geçmişti. +Beytullah dahi Huza’iler’in taht-ı nezaretinde bulunuyordu. +Bu nezaret hakkı asıl Beni İsmail’in ve Kureyş’in hakkı idiyse +de onlar daha haklarını arayacak bir halde olmayıp dağınık +ve zaif idiler. +Mekke ve Ka’be’nin velayeti Cürhümiler’in Huza’iler’in +elinde iken erkan-ı haccın emr-i ifasında olan velayet-i idare +de başkalarının uhdesinde bulunuyordu. Bu vazife Cürhümiler’den +Gavs bin Mür’ün mesaisiyle ihtira’ olunmuş +ber-hayat bulundukça kendisi vefatında ise oğlu tarafından +fe vakfesi tamam olunca izin ve işaretleriyle Mina’ya gelinirdi. +Remy-i cimar vakti hulul edince herkes bunların remy-i +cemreye bed’ etmelerine muntazır kalır kimse buna takaddüm +edemezdi. Remy-i cemreyi ta’cil ederek biran evvel +kulak asmazlardı. Cemerat tamam olunca herkes dağılmak +müsaade etmezdi. Hüccac-ı kiram ise bundan ziyadesiyle +müteezzi bulunuyorlardı. Bu sülalenin inkırazında ve halife-i +mezkure al-i Safvan’a intikal ile zuhur-ı İslam’a kadar +bu sülalede kalmıştır ki en sonları Kerb bin Safvan nam zat +olmuştur. +Müzdelife’den ifaza ve kıyam emri de Beni Advan’a aid +Seyyare Umeylet bin A’zel nam zat olmuştur. +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +Nabit bin İsmail’in vefatı velayet-i Ka’be’nin Beni İsmail +elinden çıkması üzerinden hayli zamanlar mürur etmiş idi. +Bu zamanlar zarfında velayet-i Ka’be idare-i umur-ı hac +hakkında asıl sahib-i hak olan Beni İsmail dağınıklıktan kurtulamamış +henüz bir cem’iyet ve kabile teşkiline muvaffak +olamamışlardı. Hami ve zahirleri bulunan Cürhümiler’in +Mekke’den çıkarılmaları üzerine bunlar da kısmen Cürhümiler +ve Hicaz taraflarında kalmışlardı. Gerek gidenler gerek kalanlar +henüz bir mevcudiyet gösterebilecek bir halde değil +vaktiyle Ka’be’nin emr-i haccın idare ve velayeti kendilerine +aid olduğunu düşünüyorlardı. Nihayet Kusay bin Kilab gözünü +açtı. Mekke ve Ka’be’nin olmasa bile la-ekall babaları +eline geçirmeyi tasavvur etti. Bu tasavvurunu Kureyş Kinane +Kuza’a kabilelerinin ileri gelenlerine söyledi. Kusay’ın +fikri bit-tabi’ tasvib edildi. Aralarında verilen karar üzerine +o senenin haccı tamam olunca o vakte kadar Sufeler uhdesinde +bulunan vazifenin velayet-i haccın kendilerine aid olduğunu +müttefikleri arasında mukatele vukūa geldi. Neticede Kusay +tarafı galib gelmekle maksadına erişmiş demek idi. Fakat iş +bununla bitmedi. Asıl o zamanlar iktidar ve velayet-i ammeyi +haiz bulunan Huza’iler ve müttefikleri bulunan Beni Bekir +kabileleri bundan kuşkulandılar. +Kusay bin Kilab üzerine i’lan-ı harb ettiler. Muharebe +gayet şiddetli oldu; her iki tarafdan bir çok kimseler maktul +düştü. Fakat galib mağlub anlaşılamadan sulha da’vet +olundular. Mes’elenin halli için hakem intihab edilmiş olan +Ya’mer bin Avf Beyt-i Şerif-i Mekke’nin velayet ve idaresi +hususunda Beni İsmail’in sair kabaile nazaran daha ehakk +ve binaenaleyh bu mes’elede Huza’iler’in haksız olduğuna +hüküm ile Kusay bin Kilab tarafını iltizam etmiş oldu. +Bu suretle Kusay mevki’-i iktidara geçti. Mensub olduğu Kureyş +Kabilesi Beyt-i Şerif’in etrafında Mekke’de iskan etti. +Al-i Safvan al-i Advan’a ilişmedi; eski me’muriyetlerinde +ri gibi hüccac-ı kiramın Arafat’tan hareket ile Müzdelife’ye +gelmeleri Müzdelife’den Mina’ya inmeleri hususlarını ve +Mina’da remy-i cemeratı idare ediyorlardı. +Kusay zeka ve dirayeti dehası sayesinde Beni İsmail’in +ellerinden çıkarmış oldukları iktidarı tekrar iade edince yabancı +ellerde hayli müsahelelere uğramış olan umur-ı haccı +sikayeti deruhde etti. Bir de rifade yani fukara-yı hüccaca +me’kulat tevzi’i suretiyle muavenet usulünü vaz’ etti. Her +sene Kureyşliler beyninde iane toplanarak Kusay’a teslim +edilir o da bununla me’kulat tedarik ederek fukara-yı hüccacı +ziyade hüsn-i idare ettiği gibi halefleri için de güzel ve sağlam +yol hazırladı. Hakīkaten emr-i idare Kureyşiler’in eline +geçtikten sonra hüccac-ı kiramın adedi sene be-sene tezayüd +etmekte bulunmuştur. +dan hiçbir kimsenin hac niyetiyle Mekke’ye geldiği ma’lum +olamıyor. Hac İbrahim ve İshak aleyhimesselamın kendileri +yahud farz olduğu halde kendilerinden sonra öyle uzun +zahmetli işlere katlanacak kimse mi bulunamadı; yahud onların +Hicaz’a gelmeden hac etmeleri için başka dürlü mevani’ +tekevvün etmiş mi idi? +Bütün bu suallerin cevapları mechuldür. Bununla beraber +son suali nazar-ı tedkīke alarak bir iki söz söylemek +mümkündür. Halil aleyhisselamın nübüvvet ve risaleti ve +bilhassa nasa imam olarak meb’us bir nebi olduğu nazar-ı +dikkate alınırsa her halde kavminin de hacca karşı büsbütün +bi-gane kalamamaları iktiza eder. Çünkü bir nebi zelleden +ve şahsına mahsus olandan başka işlediği ef’al hususunda +daima mukteda-bih olur ki o ef’alin her halde ümmeti için +de meşru’ olduğu anlaşılır.. +Kur’an-ı Kerim ’de mezkur Yemen meliklerinden Tübban +Es’ad Ebu Kerib nam zat şark seferinden avdeti esnasında +Mekke’ye uğramış maiyetinde bulunduğu ve silsile-i nesebleri +Hazret-i Harun vasıtasıyla Ya’kūb bin İshak’a müncer +olan iki Yehud aliminin tavsiyesi üzerine Ka’be-i Şerife’yi +Yehudiliğe meyl eden bu zat din-i Musa’da Beytullah’ı +ziyaretin meşru’ olup olmadığını anlamak yolunda sual irad +etmesi üzerine o iki alim de Ka’be-i Muazzama’nın büyük +babaları Hazret-i İbrahim’e mensub binaenaleyh kendilerince +muhterem addolunduğu fakat etrafında bulunanların +putlarıyla müşrikane ihrak ettikleri kurban kanlarıyla telvis +etmelerinden dolayı Ka’be’den ayrılmış olduklarını söylediler. +bakılırsa her halde yabana atılacak gibi mücerred bir söz +değildir. Çünkü Ka’be ile İsraililer’in beyninde kadimen +bir münasebet-i sahiha bulunmuş olmasını akıl pek ziyade +mülayim buluyor; hatta hiçbir rivayet bulunmasa bile +Ka’be etrafında cereyan eden ahval İsraililer’in binaenaleyh +Yehudilerin büyük babaları olan İshak’ın İbrahim’in +Ka’be’ye karşı olan ihtiramları nazar-ı mülahazaya alınacak +olur ise asıl Yehudiyet ile hac ve Ka’be arasında dahi büyük +bir yabancılık olmadığına hüküm edilebilir. +Demek oluyor ki İsraililer Yehudiler vaktiyle hacc-ı şerifi +eda ile Ka’be-i Şerife’yi ta’zim ve ihtiram ederlermiş. Bu hal +bilhassa Ka’be’nin mütevellileri bulunanların din-i İsmail’i +terk ederek putperestliği kabul ve Beyt-i Şerif’i putler ile telvis +ettikleri güne kadar devam etmiş Fakat Arablar arasında +şirk yüz gösterince Ka’be şirk ile telvis edilince ehl-i tevhid +olan İsraililer Yehudiler de haccı ve Ka’be’yi terk etmiş oluyorlar. +Fil-hakīka Hazret-i Halil ve Hazret-i İsmail temasda bulundukları +kavim ve kabilelerin i’tikadlarını tashih vahdaniyeti +telkīn etmişlerdi. Bu silsile İshak ve Ya’kūb aleyhimesselam +kolunda pek ince devreler geçirmekle beraber hiçbir +vakit inkıtaa uğramamışidi. Fakat Ceziretü’l-Arab Kıt’ası’nda +bulunan İsmail kolunda büsbütün gaib olmamakla beraber +silsile-i tevhidin tamamıyla çözüldüğü zamanlar da olmuştur. +Hazret-i İsmail’den sonra ahfadı ümmeti hayli zamanlar +din-i Hak üzere devam ettiler. Fakat mürur-ı eyyam ile din-i +vesenilik geliyordu. Ümmet-i İsmailiyye arasına putperestliğin +söyleniyor ki hiçbiri nazar-ı dikkatten dur tutulacak gibi sözler +değildir. Gerek Arabların Harem-i Şerif’e olan şiddet-i +merbutiyyet ve muhabbetleri sebebiyle ahcar-ı haremi ihtiramları +ahcar ve esnam-perestliğe kadar ilerlemiş olsun +gerek Amalikalılar’dan Yemenliler’den …. sirayet etmiş +bulunsun; her halde İsmail’den üç dört asır sonlarına doğru +Hicaz Arabları Beni İsmail arasında vesenilik taammüm +etmiş Harem-i Şerif Ka’be-i Muazzama bütün esnam ve +heyakil ile doldurulmuş bulunuyordu. Hac ve erkan-ı hac +dahi müşrikane ayinler ile karıştırılmış artık bunların hiçbirinde +bir muvahhid için ısınılacak cihet kalmamışidi. +sile-i tevhidin biri daima varlığını muhafaza etmiş fakat +diğer biri de git gide zulmet-i şirk içinde boğulup gitmiştir. +Bu suretle şu iki silsile arasında büyük bir açıklık meydana +gelmiş salikini yekdiğerlerinden ayrılmıştır. Halbuki Ka’be +ve istilasında kalmış olduğundan birinciler yani İsraililer +Yehudiler oraya yaklaşamamış yahud yaklaşmak istememişler +olacak ki bu suretle hac tavaf-ı Ka’be hissi mürur-ı +zaman ile onların dimağından tamamıyla silinmiştir… +SEBILÜRREŞAD MÜDIRIYETI + +---- +CANIB-I VALASINA +---- + +Efendim +Risale-i hakayık-disar ve mecelle-i dekayık-nisarınızın +dör­ +düncü nüshasında münderic ziri Ödemiş imzalı bir mektupta +kasaba-i mezkure medarisinin bil-külliye matlub olan +menafii fevt olup köhne ve viran olduklarına mebni Evkaf +Nezareti tarafından medaris-i mezkure mesaha olunup kıymetleri +takdir olunması yerlerine mükemmel bir medrese +yapılmak garazıyla medaris-i münderisenin nukūd ile tebdil +edileceğini gösterdiğinden bahisle şayed medaris-i merkūme +ber-vech-i meşruh bey’ edilecek olur ise şirası caiz olur +mu olmaz mı? diye hey’et-i tahririyyenizden sorulmuş ve +mek üzere evvelemirde mes’elenin enzar-ı ulemaya vaz’ +edildiği mütalaa-güzar-ı acizanem olmuştur. +Fıkıh ve fetavada yed-i tula eshabından değil isem de +bu fenn-i celilde rüsuh bulmaya kesret-i iştiyakım kem-bizaa +olan hame-i fakīranemi bu mes’eleye dair bir makale-i ce­ +vabiyye tahririne bais olmuştur. +şeklinde yazılmıştır. +Sual-i mezkur medaris-i mezkure bey’ olunduğu takdirde +de bir şeyin bey’ini tecviz şirasını tecviz; adem-i tecviz ise +şirasını dahi adem-i tecviz demek olacağından acizleri tarafından +yalnız bey’i ciheti mevzu’-bahs edilerek şirası kale +alınmamıştır. +Binaen ala-zalik hall-i mes’eleye dair sual ve cevap tarzında +kalem-i kasıranemle tertib ve kütüb-i fıkhiyye-i mu’temededen +her bir mes’elenin zirinde Arabiyyü’l-ibare olarak +me’hazları tahrir olunan cevabname-i acizanem risaleniz +vasıtasıyla ber-vech-i zir enzar-ı ammeye takdim olunur. İnnehu +hüve’l-Hadi +* * * +S Mütevelli-i mahsusları bulunan evkafda Evkaf-ı Hü­ +mayun nazır-ı ammı olan Zeyd’in icare ve istibdal ve bunun +emsali vücuh-ı tasarrufdan bir vechile mütevellileri izinleri +munzam olmaksızın tasarrufu caiz olur mu? C Olmaz. +. | | +S Bu surette bir kasabada vaki’ medrese bil-külliye +harab olup vakıf da binaya müsaid olmayıp medresenin +nukzu binaya sarf olunmak mümkün olmamağla mütevellisi +Amr izn-i hakim ile nukz-ı mezburu Bekir’e semen-i misli +olan şu kadar akçeye bey’ ve teslim ve medrese arsasından +bir canibi Bekir’e ecr-i misli olan senede şu kadar akçeye +C Olur. + +---- +. . +---- + +S Bu surette medrese-i mezkure arsasından bir canibi +hayr olduğu zahir olmağla Amr re’y-i hakim ve emr-i +sultani ile arsa-i mezbureyi şerait-i istibdal mevcude olduğu +halde Bekir’in arsa ve binası mülkü olan menzil ile istibdale +kadir olur mu? C Olur. +S Suret-i mezkurede medrese-i mezkure arsasını vakfa +enfa’ bir mülk menzil ile istibdal dahi mümkün olmasa arsa-i +merkūmeyi yerine ahar vakf almak üzere nukūd ile istibdal +vakfa yararlı görülmekle Amr re’y-i hakim ve emr-i sultani +kadir olur mu? C Her ne kadar istibdal-i mezkurun cevazı +Mezheb-i Hanefi’de menkūl ise de ezmanın tegayyürü ile +ahkamın tegayyürüne mebni müstebdelün-bih olan nukūdu +kuzat-ı zamanın yahud nazırlarının ekl edip yerine ahar +vakf iştira etmemeleri galib olmağla Hayreddin er-Remli gibi +birkaç fukahadan maada ulema ve müteahhirin ve Devlet-i +Osmaniyye meşayih-i İslam’ı istibdal-i mezkuru men’ edip +cevaz ile ifta etmemişlerdir. + +Bolvadin’de Yunus-zade +Sebilürreşad – Ödemiş’ten varid olan suale ümid ettiğimiz +vechile ulema-yı muhtereme-i İslamiyye cevap vermeye +başladılar. Fazıl-ı muhterem Yunus Vehbi Efendi bu hususda +tekaddüm ettiler. Gerek esas-ı mes’eleye gerek verilen +cevaba aid mütalaa beyanında bulunacak ulema-yı kirama +bir müddet daha intizar edeceğiz. +Gazzali ve Tasavvuf: Din-i mübin-i Ahmedi tabiatın +huşk ve yabis bir ikliminde sengin bir buk’ada tulu’ eylemişti. +Maddi bir hayat-ı bedeviyane ile me’luf ruhlarda birden +bire ma’neviyyatın nuşin cezebatı tecelli edemezdi. Evvela +bu ruhların bir terbiye-i diniyye tevhid esası üzerine müstenid +füyuzat-ı lahutiyye ile perverişyab olmaları icab ediyordu. +Fil-hakīka böyle olmuştur: Mişkat-ı nübüvvetten inşia’ +eden huzemat-ı nevvare haşin Arabların kalbinde bir rikkat-i +fevkalade uyandırmış onları zevk-i ma’nevinin füsunkar +te’siratına hazırlamıştır. +Daha zaman-ı Risalet’te; füyuzat-ı Ahmediyye ile yakından +tenevvür eden e’azım-ı ashab fikren ruhen o kadar +ulvi asar ve tecelliyat-ı ma’ali göstermişlerdir ki mazideki +haşin halleriyle ba’de’l-İslam izhar ettikleri asalet-i fikriyye +ve necabet-i insaniyyeleri arasında bir mukayese yapılırsa +az zaman zarfında ahval-i ruhiyyelerince vukūa gelen tebeddül-i +azime ve İslamiyet’in kudret-i musavviresine karşı +derin bir hiss-i hayret ve tebcil duymamak kabil değildir. +Sinn-i sabavetinden i’tibaren harim-i nübüvvette perverişyab-ı +kemal olan cenab-ı Ali işte bu büyük ve ma’ali-nisar +ruhlardandır. +Müşarun-ileyhin ma’neviyyata aid derin sanihat-ı ruhiyyesi +hikemiyyat-ı aliyyesi tedkīk edilirse ilm-i ruh ve ilm-i +ahlaktaki ihtisasına karşı hayretle memzuc tekrimler ta’zimler +Ensal-i atiyyenin ta’lim ve terbiyeleri hakkındaki tavsiyeleri +Erbab-ı tasavvufdan bir kısmı silsile-i feyzlerini cenab-ı +Haydar vasıtasıyla atebe-i Risalet’e kadar isal ederler. +Avrupa müelliflerinden bazılarının tasavvufun İslamiyet’e +sonradan idhal edilmiş olduğu hakkındaki iddialarına +rağmen huzemat-ı sufiyyenin Cenab-ı Sıddik ve Haydar vasıtasıyla +mahal bırakmayacak bir kuvveti haiz görünürler. +Hazret-i Haydar’ın sema-yı efkarının hayret-bahş derecede +nevvar ve feyyaz olduğuna kendisinden tevatüren +mervi olan hikemiyyattan istidlal olunabilir. +Aşk-ı İlahi ruh-ı Haydar’ı o kadar teshir etmiş maddiyetten +o derece tecrid eylemiş idi ki vücuduna isabet eden bir +okun çıkarılması ameliyatının bargah-ı ehadiyyete esna-yı +teveccühünde icra edilmesini ihtar eylemişti. +Zaman-ı hilafetinde bazı mukarrebini tarafından tavsiye +edilen ve muhafaza-i mevki’ için elzem olan siyasi entrikalara +tenezzül etmemesi icraatında daima merdane ve +alicenabane hareketten ayrılmaması mekteb-i Nebevi’de +aldığı terbiye-i ruhiyyenin parlak tecelliyatındandır. Mütekaddimin-i +erbab-ı tasavvuf fikren feyfa-neverd-i la-yetenahiden +olmak fena fillahın lücce-i hafayasına dalmağla +ruh-ı şeğaf-amizlerine bir vasat-ı sükun bahş aramışlardır. +Furkan-ı Mübin yeni bir şeriatı natık olarak umum nasa +hitaben şeref-nüzul etmiş olduğundan insanların yalnız ma’­ +neviyyatını değil maddiyat-ı beşeriyyelerini de tanzim ve +tenmiye edecek esasları cami’dir. +Şer’-i mübinin ahkam-ı kat’iyyesini müşerrih olan beyyinat-ı +aliyye miyanında ruhen i’tila edenlere bedraka-i +hi­ +­ +dayet olacak pek çok ayat-ı celile de ] vardır. Fakat +a­ +yat-ı mezkurede mündemic olan hafaya-yı maaliyyatı keşf +edebilmek terbiye-i diniye dahilinde ruhen fikren i’tila etmiş +olan e’azıma mahsus bir bahşayiş-i Yezdani’dir. +Herkes her nevi’ ma’neviyatın habaya-yı esrar-aludun­ +da dolaşamaz. Putperestlik veya dinsizlik badiyelerinde dolaşanlar +şükufezar-ı ma’neviyyatın anat-ı elvanını temyize +muktedir olamazlar. +Halbuki terbiye-i İslamiyye ve fezail-i ahlakıyye dahilinde +tenevvür eden zekalara karşı Kur’an-ı Mübin’in gavamızat-ı +hayret-bahşası tenevvür nisbetinde inkişaf eder. Cenab-ı +Haydar gibi ecille-i din Kitab-ı Mübin’de lahutiyata doğru +feyyaz ma’berler bulabilmişlerdir. +Sadr-ı İslam’da aşk-ı ezeli ile nalan pek çok e’azım gelip +gitmiştir. Fakat bunların vecd ü istiğrak demleri bir ayin-i +mahsus şeklinde tezahür etmemiştir. +nazm-ı +münifinin muhtevi olduğu maani-i aliyye bu gibi ruhları +ezvak-ı lahuti içinde mest ve nalan bırakır ve onlar bu zevk-i +ma’nevi ile hayatlarını nuşin cezebat içinde imrar ederlerdi. +kavl-i +Peygamberisi vechile evan-ı şeğaf ve istiğrakta maddiyetten +tecerrüdle umman-ı ruhaniyyet içinde gaşy olur giderlerdi. +Hazret-i Ali’ye isnad edilen: +Hikmetinden istişare ederek da’ ve deva’-i kalbi yine +kendi nefislerinde arar cavidani bir aşk-ı lahutinin ezvak ve +hicranı içinde kendi kendilerine çırpınırlardı. +Evail-i İslam’da bu gibi zevata “zahid” ve “arif” namı +verildiği asar-ı kudemadan anlaşılıyor. “Sufiyye” ünvanı +altında bir meslek teessüs ve icra edilen ayin ve menasik +bi’n-nisbe muahhar şeylerdir. Meslek-i tasavvuf evvelce saf +ve nevvar bir saha-i fikret iken –her meslek için olduğu gibi– +bilahare yanlış vadilere sapılmış Hurufiler Sabbahiler gibi +bir çok gulat taraflarından gaye-i asliyyesinden büsbütün +uzaklaştırılmıştır. +Tasavvuf alem-i İslam’da pek derin te’sirler ika’ etmiş bir +amildir. Gaye-i asliyyesine müteveccihen bir istikamet ta’kīb +ettiği zamanlarda efkar-ı enamı feyyaz ve şükufedar riyaz-ı +ma’neviyyat içinde tenmiye ve teali ettirmiş ve bu istikametten +sırasına girmiştir. Bir kısım müslümanları mahkum-ı atalet +bırakan sebeb işte bu inhirafdır. +Bilhassa sufilik ve şeyhlik hırkası altında siyasi emelleri +gizleyen ve halkın terbiye-i ma’neviyyesine i’tinadan ziyade +cehl ve nadanilerinden bol bol istifade etmek çarelerini +arayanlar efrad-ı İslamiyyenin damarlarında cevelan eden +dem-i zindegiyi eme eme kuva-yı faalelerini uyuşturmuş fikir +ve bedenlerini mahkum-ı atalet bırakmış onları derin ve +muhaddir bir gaflet uykusuna daldırmışlardır. Yine tasavvuf +bir kısım halkı melekat ve ihtirasat-ı behimiyyeden kurtararak +onları insaniyet için vusulü mümkün olan mertebe-i +bala-terine ıs’ad etmiş bütün ma’nasıyla insan-ı kamil olacak +bir terbiye-i asile ile tahliye eylemiştir. +fun umman-ı bi-payanında ta’yin-i istikamete muvaffak +ol­ +­ +muşlar ve teveccüh ettikleri mersa-yı maaliye vusule yol +bulmuşlardır. Bu bahr-i nayab içinde; ta’yin-i cihata hadim +kalmışlar müdhiş bir kaya veya girintili çıkıntılı mahuf bir +madreporide çarparak mahv ü helak olmuşlardır. Ma-hasal-ı +akıl erdiremeyeceğinden; yanlış yollara sapmaları mühlik +badiyelere düşmeleri ağleb-i ihtimaldir. +Tasavvufun alem-i İslam’da bıraktığı derin izlerden taşan +seylabe-i efkar gayr-i müsaid dimağlarda müdhiş çukurlar +açmış ve bir kısım halkı çürütüp mahv eylemiştir. Çünkü her +dimağ kendisine isale edilen füyuzat-ı fikriyyeyi –bilhassa +yüksek ve esrar-amiz olursa– zabt ve hazm edebilmek iktidarını +gösteremez. +Zaman-ı Risalet ve Hulefa-i Raşidin devirlerinde zahid +namını alan zevat-ı aliyye bütün ma’nasıyla fezail-i ahlakıyyeyi +cami’ habl-i şeriate mütemessik ihtirasat-ı sefileden +müctenib bulunduklarından herkesin mazhar-ı hürmet ve +tekrimi olurlardı. Sanihat-ı kalbiyyelerini gizler avam-ı nasın +havsala-i idrakine sığışamayacak ifşaattan son derece +Fakat bilahare İşrakiyyun efkarıyla meşbu’ bazı adamlar +bu kisve altında mugayir-i şer’ bazı akval ve ef’al ızharına +kalkışmış olduklarından halkdan tasavvufa karşı hakīkī bir +şübhe ve tereddüd uyanmıştır. +Hallac-ı Mansur gibi zevatın na-münasib ifşaatı taşkınlıkları +bu şübheleri artırmış ve nihayet Mevlana Celaleddin-i +Rumi’nin dediği gibi: +hükm-i kaza cereyanıyla Mansur’un i’damına kadar varılmıştır. +Hazret-i Gazzali’dir ki barika-nisar muhakemat-ı metinesiyle +efkar-ı nası kaplayan sehabe-i tereddüdü tamamıyla +Gazzali rengin ve mantıkī beyanatıyla şübhe ve tereddüde +mahal bırakmayacak surette tasavvufu teşrih ve tavzih +eylemiştir. +Sa’adet ’in nezih ve rengin sahifeleri her dürlü tereddüdü +Meslek-i sufiyyuna vukū’ bulan hücumlara karşı; Gazzali’den +daha evvel İmam Kuşeyri tarafından da müdafaa +edilmiş ise de Kuşeyri’nin müdafaatı hükmi ve şer’i +olmaktan ziyade an’ani ve tasavvufidir. +Bu sebebe mebnidir ki devr-i Gazzali’ye kadar olan tehacümat +günden güne şiddetini artırmıştır. Gazzali esasat-ı +akliyye ve şer’iyyeye istinaden nihayet hakīkati meydana +çıkarmış herkesi teshir eden şübheleri büsbütün ber-taraf +edebilmiştir. –maba’dı var– +EDEBİYAT +EBU’L-ALA’ MAARRI +Feylesof sene-i hicriyyesinde miladi Rebiulevvel’in +yirmi yedinci Cuma günü tevellüd etmiştir. +“Ebu’l-Ala’ Ahmed bin Abdullah bin Süleyman bin Muhammed +et-Tenuhi” diye ma’rufdur. “Tenuh” bir Arab kabilesidir. +Babası efazıl-ı ulemadan idi. Ceddi Maarra’da kadi idi. +Maarri bu suretle bir hanedan-ı ilme mensub olmuş oluyor. +Validesi de asil bir aileye mensub idi. +Müşarun-ileyhin viladetinde Maarra “Haleb”de hüküm­ +ran olan Devlet-i Hamdaniyye’nin taht-ı idaresinde olup o +esnada Haleb emiri Sa’düddevle Eba’l-Ma’ali idi. +Sahib-i tercüme üç yaşında iken çiçek hastalığıyla musab +oldu bu yüzden sol gözünü gaib etti sağ gözüne de –arkadaşının +uğradığı felaketi görüp ağlamasına mani’ olacak +derecede– ak indi; hayatında kırmızıdan başka bir renk görememiş +oldu çünkü çiçek çıkardığı zaman kendine kiremit +renginde bir libas giydirmişlerdi gördüğü anladığı ilk ve +son renk bu oldu. +Sinn-i teallüme erişince pederi; nahiv sarf beyan ve kafiye +gibi ulum-ı lisaniyye-i Arabiyye’yi öğretmeye başladı. +Bundan sonra beldesi ulemasının bir çoklarından telemmüz +etti okuttukları şeyleri öğrendi daha sonra Muhammed +bin Abdullah bin Sa’d en-Nehavi el-Halebi’den de +ders okudu ve yirmi yaşına kadar bu yolda devam etti. Artık +bütün meşayihinin maarifi Maarri’nin sadrına dökülmüş +kendini sebkat etmiş yahud kendi öğrenmediğini öğretmekle +mümtaz olmuş kimseyi göremeyince kendi başına evine +çekildi artık muallimi yoktu. Lügat ve edebiyat okumaya +başladı belagat-ı Arabiye lisan-ı Arab’ın dekaikı havas-ı +terakib ve mezaya-yı esalib ile o kadar uğraştı ki bu hususda +herkese tefevvuk etti kimsenin erişmediği bir mertebeye +baliğ oldu. +Koca feylesof “hıfz”da bir ayet bir harika idi. O kadar ki +müşarun-ileyhden kimsenin erişemeyeceği herkesin tasdikden +çekineceği şeyler rivayet ederler. Mesela anladığını da +anlamadığını da ister kendi dilinden ister ona yabancı bir +dilden olsun hıfz ettiğini söylerler. Bu rivayetlerin mebani ve +maanisi duçar-ı ihtilaf ve tebayün oluyorsa da mazmunlar +birbirini te’yid ede ede Maarri’nin herkese müyesser olmayan +bir kuvve-i hafızaya malik olduğu anlaşılıyor. +Her söze kulak verenlerden her duyduğunu tecviz edenlerden +olsaydık kariinimize bu vadide bir çok hikayat-ı merviyye +takdim ederdik. Biz burada bunlardan akla en yakın +hakka en şebih olanları bir numune olmak üzere irad etmekle +Derler ki: Maarri Bağdad’a dahil olup da cevdet-i hafızasını +önünde okunan her şeyi bir kehrüba gibi cezb eden +o metanet-i hıfzıyla herkesce tanınmaya başlayınca erbab-ı +mekanetten biri hakīkati anlamak üzere müşarun-ileyh ile +görüşmek istedi: Feylesofu “Daru’l-hikme” namıyla ma’ruf +olan “Reşid” Kütüphanesi’ne koydular bir kitap intihab +olundu müteaddid sahifeler okundu. Tereddüd ettiği kelime +tekrar olunuyordu. Hitam-ı kıraatta Maarri asla tereddüd +etmeksizin istediklerini imtihancılara tekrar etti. +Maarri şiiri çok severdi Mütenebbi Divanı ’nın bu muhabbette +te’siri vardır; Divan -ı mezkuru o kadar çok okumuştur +ki kendi şiirlerinde bunun te’sir-i galibi hissolunur. +Mesela Mütenebbi’nin: +diyor. Maarri aynı ma’nayı şu yolda ifade ediyor: +Bunu gösterecek misaller az değildir. Lakin biz iki şairi +mukayese ve mukarene etmek sadedinde değiliz. +Maarri; temyiz-i elvan hasiyetinden temaşa-yı tabiatten +mahrum bir a’ma olmakla beraber teşbihde o kadar muvaffak +olurdu ki ihsasat-ı basariyyeye müteallık teşbihatı +erbab-ı basırayı hayretler içinde bırakır idi. +Menazır-ı tabiiyyeye karşı küşade-basar olmak ni’metinden +mahrum olmayan tabiat-ı fatinenin cemalini istediği +gibi doya doya seyredebilen şuara arasında Maarri’nin +bir yıldız tasvirinde olan şu: +beyti kadar zinde ve müteharrik bir söz söyleyebilen kim +vardır? +Musibet-zede-i ama olanların umur-ı mahsusede hele +bedi’alar gösteren ilk şair-i a’ma değildir +diye bize bir levha-i vega ibda’ eden Beşşar da böyle idi. +Şurada efdalü’l-müteahhirin Şeyh Muhammed Abduh +hazretlerine aid bir macera-yı fekahet-amiz şayan-ı zikrdir: +Fazıl-ı müşarun-ileyhi bir afakī ziyaret eder; cenab-ı Şeyh +zairin nazar ve ferasetine aldanır onu bir alim-i hakim zannıyla +pek çok tevkīr ve ta’ziz eder misafirini bir tarafdan +memnun etmeye çalışırken bir tarafdan da “Maarri”den söz +açar afakī cehline bir fürce-i inkişaf vermemiş olmak üzere +bir şey söylemiş olmak üzere: +­ +– Maarri’nin bir a’ma iken nazm-ı şiir edebilmesine taaccüb +ederim der. +Cenab-ı fazıl: – Şaşılacak bir şey yok çünkü Maarri şiiri +gözleriyle nazm etmiyordu. +Cevabını verir ve her iki taraf sükut eder. Lakin afakīnin +lisan-ı hali: “İnsan übbehet ve ihtiramı bir şey söyleyinceye +yahud yazıncaya kadar muhafaza edebiliyor” diyordu. +Feylesof amadan çok müteellim değildi şöyle derdi: +“Başkaları ni’met-i basar için Cenab-ı Hakk’a hamd ettikleri +gibi ben de ama için hamid olurum.” +A’ma; tetebbuat-ı ilmiyyesine şiirinin ciyadet ve bedaatine +mani’ olmadığı gibi gözlülerin oyununa iştirakden de +onu men’ edemiyordu. +Şair Masis[?] şöyle hikaye eder: +“Maarratü’n-nu’man’da şaşılacak bir şey gördüm: Ebe’lAla’ +tekniye edilen a’ma bir şair-i zarif vardı; bu adam şatranç +oynuyor hezl ü cidden her nevi’ fünunun altından +çıkıyordu!!!...” +Üç yüz doksan senesinden sonra idi Maarri; ulum ve kütübhaneler +hakkında tetebbuatta bulunmak üzere Şam’da +bazı beldelere gitti. Sonra üç milyondan ziyade mücelledat-ı +etti. Bu kütübhane hurub-ı salibiye fırtınasına uğrayan kütübhanelerdendir. +Lazkiye’yi ziyaret etti; burada ruhbana aid bir “deyr” +vardı oraya indi aralarında bir müddet kaldı Ahd-i Kadim +ve Cedid ’den rivayet ettikleri şeyleri Cenab-ı Musa ve İsa +hakkındaki re’ylerini anladı; ihtisas iddiasında bulundukları +lunmaz– vesair bazı efkar-ı kehenutiyyeyi öğrendi şiirlerinde +bunların eseri zahirdir Maarri’yi taaccüblere sevketmiştir. +Lüzumiyyat 'a muttali’ olanlar; feylesofun kasavise ve +ruhban hakkında sözü uzattığını bilirler. İşte o yolda sözlerinden +biri: +Feylesofun böyle tealim-i kenisaiyye ile istihza eden şiirleri +çoktur. +EDEBİYAT +man ahalisinden fazıl ve edib bir genç idi. Ulum-ı edebiyye +ve mantıkiyyeyi İran’da ikmal ettikten sonra tahsilini ikmal +Nişantaş Misafirhanesi’nde hakan-ı sabıkın iradesiyle misafir +–daha doğrusu ikamete me’mur– bulunan merhum Seyyid +Cemaleddin-i Efgani’nin mecalis-i ilmiyesinde isbat-ı vücud +etmek suretiyle tahsil-i kemalat-ı suveriyye ve ma’neviyyede +bulunmuştu. Mirza Aka’nın aynı zamanda İstanbul İranileri +birülmülk lakabıyla mülakkab ve İran’ın Dersaadet Sefareti +Başkatibliği vazifesiyle muvazzaf Mirza Hasan Han ile İran +ulema-yı benamından Kirmanlı Ruhi nam zatlar bulunuyorlardı. +Bu üç kişiye ahiren Seyyid Cemaleddin merhumun +hidemat-ı hususiye ve tahririyesiyle iştigal eden Molla Rızayı +Kirmani iltihak etmişti. Bunlar vaktiyle İran şahlık makamını +den bizar idiler. +Seyyid Cemaleddin ise İran’a ihtiyar ettiği seferde Nasırüddin’in +zulüm ve gadrine bizzat duçar olmuş ve bir +kış gecesi kar ve yağmur kemal-i şiddetle hüküm-ferma iken +şahın iradesiyle Tahran’dan semerli bir beygire bindirilerek +seyr-i seri’ ile İran hududu haricine isal edilmişti. İstanbul’da +Seyyid-i Mağfur’a iltihak eden bu zevat-ı muktedire hafi bir +komite teşkil edip İran Şahı aleyhinde icab eden tedabiri +ve ma’nevileri olan İran ulemasına hulul etmek her şeyden +evvel elzem bulunduğu cihetle ilk önce Kerbela ve Necef’de +mukīm bulunan ulema ile muhabere ve mürasele kapısını +açmaya karar verdiler. Şah’ın aleyhinde efkar-ı umumiyeyi +getirmek için ellerinde oldukça mühim ve şayan-ı ehemmiyyet +bir bahane ve vesika mevcud idi. +O esnada Nasırüddin İran’ın tönbekilerini hatırı sayılır +bir meblağ mukabilinde “Reji Tönbeki İnhisarı” namıyla +doksan dokuz sene müddetle bir İngiliz şirketine bahşeylemişti. +Şah’ın bu hususda ta’kīb eylediği nokta-i nazar sırf +menafi’-i şahsiyyeden ibaret olup başka bir su’-i niyyeti +yoğidi. Seyyid ve etbaı işe siyasi bir renk verdirip Samarra’da +–Bağdad vilayetine mülhak bir kazadır– ikamet eden +Şiilerle İranilerin en büyük müctehidi bulunan Mirza Hasan +Şirazi’yi Şah’ın su’-i niyyeti hakkında fetva vermeye ikna’ +etmeye muvaffak olmuşlardı. Fetva akībinde umum İraniler +tönbeki ziraatiyle isti’malinden ani bir surette feragat edip +nargilelerini kırdılar. Tahran’daki ahali şahın sarayı etrafına +toplanıp hal’ine tasaddi edince Nasırüddin Şah ahaliyi +dağıtmak için kendi askerine evamir-i ekide ısdar eylediyse +de bu emrine asakir-i İraniyye tarafından ehemmiyet verilmediğinden +ve neticenin kendisi için da’i-i felaket olacağını +vaktinden evvel tahmin eden Şah bilahare reji kumpanyasından +avans olarak almış olduğu mebaliği iade ederek imzasını +muhtevi olan konturato fermanını geri almak suretiyle +mes’elenin kapanmasına çalıştı. Bunun üzerine ahali tekrar +adet-i kadimelerine devamla nargile isti’maline başladılar. +Şah’a kat’i ve son bir darbe vurmak için Osmanlılarla İraniler +beyninde temelli ve hakīkī bir ittihadın husulüne mesai-i +ciddiyyede bulundular. Binaenaleyh alem-i İslamiyet’in zaafıyla +Avrupa’ya karşı hin-i hacette mukavemet edemeyeceklerini +ve ma’nen maddeten zaaf ve inhitata sebebiyet veren +avamil ve müessiratın ihtilaf-ı mezahibden ileri geldiğini bir +lisan-ı müessirle İran ulemalarına tefhim ve buna acil bir +çare taharrisi lüzumu da kendilerine iş’ar olunmuştu. +ne’l-kadim caygir olan ihtilafat ve mücadelatın ref’i lüzumuna +dair bir beyanname ısdarıyla mezkur beyannameyi +bilumum İran vilayatıyla küre-i arzın her tarafında bulunan +Şiiyyü’l-mezheblere tevziini tensib ve tasvib eylediler. Fakat +maatteessüf İran şahı Nasırüddin vak’adan haberdar olarak +teşebbüsat-ı mezkurenin neticesini kendisi için hayırlı bir şey +olamayacağını gereği gibi anlamış olduğundan derhal bir +takım mevani’ ve avaik istihsaline kalkışıp kuvveden fiile +çıkmaya müsta’id olan ittihad ve ittifak-ı mutasavvereye nihayet +vermişti. Şöyle ki İran’daki müteneffizin-i ulemadan +birkaçını ansızın ve kimseye sezdirmeksizin zehirleyip bir +kısmını da Kelat –İran şahları tarafından nefy olunanlar vaktiyle +buraya i’zam edilirdi– kalesine nefy ve teb’id eylemekle +O esnada sureti atide derc olunan kaside edib-i merhum +Kirmanlı Mirza Aka Han tarafından Firdevsi’nin meşhur +Şehname ’sindeki ebyat tarzında kaleme alınıp taahhüdlü +olarak Nasırüddin Şah’a gönderilmişti. +Ahiren Nasırüddin’in izale-i vücud-ı habaset-aludundan +başka bir çare kalmadığı hakkında mezkur komiteye kanaat +gelmiş ve şahın katli için kendilerinden birini kur’a çekmek +suretiyle namzed eylemeye muztar kalmışlardı. Kur’a +vazifeyi ifa için Dersaadet’ten Rusya tarikıyla İran’a ve Tahran’a +azimet etmişti. Arkadaşlarıyla vicdanına karşı ikmalini +taahhüd eden vedi’ayı elde etmek için Molla Rıza aylarca +şahı tarassud altına almış ve en nihayet Tahran’ın beş kilometrelik +mesafesinde kain Eimme-i İsna Aşeriye ahfadından +olan Şah Abdülazim’i ziyaret kasdıyla hadem ü haşemiyle +vüzera ve erkanıyla yola çıkan Şah mahall-i mezkura muvasalat +ederek mu’tad namaz ve ziyaretini eda ve ifa ettikten +sonra merkad-i mezkurdan teba’üd edip tekrar arabasına bineceği +sırada Molla Rıza kemal-i cesaretle iki elinde koca bir +arzuhali şaha takdim etmek üzere ileri yürümeye başlamıştı. +Tam elinden arzuhalini almak üzere bulunan Nasırüddin +Şah’ın göğsüne iki kurşun sıkıp ruh-ı habisini daru’l-bevara +Şurası tuhafdır ki Nasırüddin Şah o esnada cülusunun +ellinci sene-i devriyesini ikmal etmeye iki gün kalmıştı. +Bütün Avrupa hükümdaranı tarafından kendisine bu +münasebetle hedaya-yı semine ihda ve ithaf edildiği gibi +arz-ı tebrikat için de hey’at-ı müteaddide i’zam etmişlerdi. +Şen ve şatır olan Şah ani ve fücai bir surette terk-i hayat +etmiş ve fakat memlekette bu yüzden hasıl olacak iğtişaşatın +önünü almak için sadr-ı a’zamı Eminü’s-sultan Mirza Ali Asgar +Han henüz şahın ölmeyip ber-hayat kaldığını i’lan etmiş +ve diğer tarafdan Tebriz Valiliği’nde bulunan veliahd-ı +hükumet Muzafferüddin Mirza’ya hakīkati şifre ile i’lam ve +Muzafferüddin payitahta muvasalat ettikten sonra her ne +kadar şahın katili olan Molla Rıza’nın şerik-i cürmü olanları +meydana çıkarmak için müşarun-ileyhi işkence ve isticvab +etmiş ise de refiklerinin kimlerden ibaret bulunduğunu anlamakdan +aciz kalması üzerine Molla Rıza’yı ahali nazarında +dinsiz ve imansız olduğunu ve İran’da elli seneden beri +türemiş olan Babilik tarikına mensub bulunduğunu +esnada Molla Rıza tarafından bedaheten irad ve inşad +olunan +– +beyt üzerine müşarun-ileyhin Babi olmadığına +herkesde kanaat hasıl olmuştur. +Muzafferüddin Şah’ın emriyle İran Hariciye Nezareti’yle +Dersaadet’deki sefirleri bulunan Alaülmülk Mirza Mahmud +Han beyninde katilin rüfekaları hakkında muhabere +cereyan etmiş ve bi’n-netice balada isimleri yad olunan üç +zatın katil ile sıkı meveddet ve münasebette bulundukları +tahakkuk etmesi üzerine İran Sefareti tarafından müşarun-ileyhim +tahte’l-hıfz olarak Dersaadet’ten Tebriz’e i’zam edilip +şehr-i mezkurda salben i’dam olundular. +Seyyid Cemalüddin’e gelince bir müddet sonra ağzında +çıkan seretan illetiyle veyahud ala rivayetin Abdülhamid +tarafından kendisine telkīh olunan mezkur hastalıkla Nişantaş’ta +pervaz eylemiştir. +Merhum Mirza Aka Han-ı Kirmani’nin vaktiyle ittihad-ı + +---- +. . . . . . . +---- + +* +! ! . . +** +. . . . . . . . . . . ! . : . : . : . . . . . . . . . +CİLD - ADED - SAYFA +. ! ! ! +**** +. ! ! ! : ! ! ! +* + +---- +. . +---- + +** +*** +: . . ! . . . : . ! . . ! . ! : ! ! +[] Hamiş.– Görülüyor ki merhum Mirza Aka Han-ı +Kirmani ittihad-ı İslam tarafdarı idi. Bu ümniyenin husulüne +senelerce çalışmış imrar-ı evkat eylemiş ve en sonra muvaffak +olduğu halde bütün mesaisi İran şah-ı esbakı Nasırüddin +Şah’ın teşebbüsatıyla akīm bırakılmıştır. Müşarun-ileyh +cidden iyi düşünmüş ve bu suretle umum müslümanların +sena ve rahmetini kazanmıştır. Rahmetullahi aleyh rahmeten +vasi’aten. +Bugünlerde fazla meşgūlüm. Hele iki haftadır gazete bile +okuyamadım. Bu sebeblerle Islah-ı Huruf Cem’iyeti’nin +yeni teşekül eden Tedkīk Encümeni’nde geçen müzakerelere +dair habersizim. Gazeteler lakayd mı kaldılar? Yoksa bir +vakit olduğu gibi –mesela Ispartalı Hakkı’ya Bereket-zade +verdiler? Ne oldu bilmiyorum. +Öndeki Cuma Mart sene günü resmi vazifemi +vekilime devir ve teslim için birkaç kalem arkadaşımla çalışıp +hesablar yaparken arkadaşlarımdan yarım saatlik izin +alıp cem’iyetin şimdilerde toplandığı Katırcıoğlu Çarşısı’ndaki +numaralı daireye gittim. Encümeni müzakerata başlamış +gibi buldum. Cem’iyetin muhterem reisi muhterem +babamız Büyük Gazi Muhtar Paşa hazretleri söylüyorlardı. +Üstad-ı Ekrem ve Ata Beyefendilerle sair a’zanın çoğu hazır +sözleri söyledim: +“Büyük bir ma’zeretten dolayı kulları bugünkü müzakereye +üzere geldim.” +Muhterem Tedkīk Encümeni’nin ilk ictimaında bulunamamaktan +çok çok üzülmekle beraber işin tedkīk noktasının +her halde gelecek toplanışlara da kalacağını mülahaza +Müsaade buyuruluyor… Gideceğim. Fakat şu kadar +gelmiş şu kadar söylemiş iken üç söz de mes’ele hakkında +söyleyeyim. Bu sözlerle hem-tarafdar olageldiğim üç esası +tekrar edeyim hem üstad-ı muhterem Ata Beyefendi’nin +harflerin kesik olması aleyhinde gibi görünen şimdiki mütalaalarına +karşı durmuş gibi olayım. +“Bu ictima’dan bir hafta evvel Haydarpaşa Tıbbiyeliler +Kulübü’nde yapılan ictima’ın sonlarında bir son lakırtı halinde +binden nasıl çıkacağını arz etmiş idim. Bunu resmen zabt +ettirmiş olmak için yine diyorum ki Cem’iyet’in ünvanı olan +“Islah-ı huruf” sözünden cem’iyetin maksadına uygun üç +esas çıkar. +O üç esas neler? Evvelen harflerimiz yine yerinde ve +Arabiliğinde kalacak… Saniyen yazımızda her hece mutlaka +bir saitle yazılacak… Salisen matbaa harflerimiz maktu’ +ve munfasıl olacak. +Tekrar iddia ediyorum ki bu üç esas “ıslah-ı huruf” terkibinin +zımnında ve tabiatinde mantıken dahildir. Bu ta’bir +etrafında toplananlar aklımca bu üç esası kabul etmiş oluyorlar. +Çünkü evvelen herkes bilir ki ıslah demek büsbütün +bozmak da değildir büsbütün bozmamak da değildir. Belki +az bozulmuş bir şeyi az ve kolay tarafından bozmak demekdir.. +Düzeltmek gibi bir bozmak. Şu halde yazımız –“tağyir-i +yesir” dedikleri nevi’den ufak bir ta’dille– yine Arabi kalacak. +Saniyen bu ıslah niçin? Yazının kusuru olduğu için. Yazının +kusuru olmasa onu ıslah elbette hatırlara gelmezdi. +Yazımız vazifesini iyi yapamıyor ki bin yıldır bunun çaresi +diye çalışılıyor. Kur’an’a harf hatta nokta ilave edilemezken +zaruret sevkiyle cevaz yolu bulmuşlar da nokta koymuşlar +lah işinin Selefce de meşru’ ve makbul olduğunu bu kıymetli +deliller parıl parıl gösterir. Mülküm Han ve saire teşebbüsleri +gibi yeni deliller aramaya hacet kalır mı? Islah denildi mi +yazının kusurunu i’tiraf da onun içindedir. +Evet yazı ıslah edilecek. Nasıl ıslah edilecek? Her hece +mutlaka bir saitle yazılmak suretiyle. İşte ikinci esas. +Salisen yazımızın saitleri tahsis ve cüz’i ta’dil edilerek +bunlar da yine yazılarımızda numuneleri görülen elifden +vavdan yadan teşkil edilecek.. Böylece iki elif iki ya dört +vav ile sait takımı sekize çıkıp kamilleştiğinden başka üç de +okunan elif hemze okunan ya okunan vav olup saitlerle +samitler birbirinden karışmaz surette ayrılacak. +Unutmamalıyız ki saitlerden elifle vav zaten sondan bitişmeyen +harflerdendir. Matbaa harflerinin bitişmesi ise bir iyilik +değil bir fenalıktır. Ne bileyim? Böyle kendi kendine kalkan +bir fenalığın kalmasını niçin istiyorlar anlayamıyorum. +Bunun sayıldıkça uzayacak zararları vardır. Bunlar sayıldı +ve sayılacak da. Faidesine aklım ermiyor. Şu halde matbaa +harflerimiz muttasıl değil maktu’ ve munfasıl olacak. İşte +üçüncü esas. +Efendilerim! Sarıldığım üç esasa dair ma’ruzatım hülasası +burada bitiyor. Icab ederse bunu yine tekrar ederim. +Cezm ile i’tikad ediyorum ki arz ettiğim noktalar birer +hakīkattir. Bu hakīkatler “ıslah-ı huruf” maksadıyla bir araya +toplananlar arasında müsellem olmak lazım gelir. Bunlar +müsellem olunca yazının ıslahı için Encümen’e matbu’ ve +gayr-i matbu’ numune veren gayretkarların buldukları ve +teklif ettikleri suretleri tedkīk ve ta’dil ve kabul etmeye sıra +gelmiş olur. Zannımca Encümen’imiz bunun için teşkil olunmuştur +sıra bu işin sırasıdır. +Bendeleri şimdiki kanaatime bakarsam bu üç noktada +musırr kalacağım sanıyorum. Şayed bunlar nakz ve hedm +olunacak olursa ictihadımdaki istiklali muhafaza için Encümen-i +aliden ayrı kalacağım ayrılmaya mecbur olacağım +diye korkuyorum. Bu ayrılık kulunuzu çok üzen ve çok ezen +bir ayrılık olur. +Ma’ruzatımın hele bu son fıkrası şeklen biraz küstahanedir. +Sanki Encümen’e karşı tek başıma hasım mevkiinde +kalmış oluyorum. Fakat bu şeklen böyledir. Afvlarına sığınırım. +Bu küstahlık şekli kanaatimin kuvveti ve şiddeti icabıdır. +Öyle telakkī buyurulmalıdır. +Artık tekrar tekrar afvımı istirhamla gelecek ictima’larda +bulunabilmek ümidiyle çekilip gidiyorum.” +yazılırsa tekaddüm edilmiş ve işe alaka edenlere icmalen +ma’lumat verilmiş olsun diye iltizam ettim. +Bir İbret-i Mehibe +– – +Bu vesait ile misyonerlerin memalik-i garbiyyede [Arabiyyede] +lisan-ı mahalli ile yazılmış İncil lerin icra ettiği te’­ +sirattan ne kadar ümidvar olduklarını kari’lerimize anlatmak +dan bir hafta evvel Maskat’da İncil lerin mütezayid sarfiyatına +aid yazmış olduğu rapordan şu satırları tercüme ediyoruz: +“Arabistan’da Din-i İslam aleyhinde vaki’ olacak işti’al-i +mehibin vaktini haber veremem; lakin çoktan beri İslamiyet +kayasının altına dinamitleri yerleştirmekteyiz; bir gün +Allah’ın parmağı işaret-i işti’al olarak bunlara temas edecektir…” +Burada bil-münasebe şübhesiz faideden hali olmayacak +birkaç satır ilave edelim. Mechul olmamalıdır ki: İslamların +hıristiyan edilmesi hususunda sarf olunan bu kadar mesaiye +beslenilen bu kadar ümidlere rağmen İslamiyet ve akvam-ı +yir fikirler dermiyan etmektedirler; ancak bu efkarın da hem +nefislerine ne kadar büyük taarruz olduğunu göreceğiz: +hiç lüzumu olmadığına dair muhalif menabiinden gelen +beyanat ve delailden ve tabii misyonerlerin hiç hoşuna gitmeyecek +den namındaki müellifin Hıristiyaniyet İslamiyet ve Zenci +Cinsi ünvanlı eserinde şu mealde serd olunuyor: +“Bir takım tecarib İslamların din ve mezhebine müdahelenin +değil faidesiz hatta muzır olduğunu isbat etmiştir. Onların +dini onlara yetecek kadar iyidir; onların örf ve adetine +muvafık düşmüştür. Putlara taabbüd etmedikleri gibi İslamiyet +ekalim-i şarkiyyeye mahsus bir kanun-ı ahlakī dahi vaz’ +etmiştir. Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem +Allah’ın peygamberi idi ve bu cins ahali için mümkün olabileni +yaptı. Bu akvamı Hıristiyanlığa sokmak için sarf edilen +bütün mesai boşa gider. Onları kendi hallerine bırakın; +getirecek.” +Bu müellifle beraber Canon Taylor da İslamiyet’in Hıristiyanlığın +hadimi olduğunu ve bütün akvam-ı zenciyye için +suret-i mahsusa ve kat’iyyede muvafık bulunduğunu ilave +eyliyor. +Misyonerlik teşebbüsatı muarızlarının ikinci kısmı büsbütün +başka türlü beyan-ı mütalaa ediyorlar onlar Hıristiyanlığın +putperestler için bile bir nur-ı hidayet olacağını tasdik +ettikleri halde İslamiyet’in kendisine olan fevkalade i’timadından +ve sarıldığı taassub-ı müdhişten ! endişe-nak oluyorlar. +Diyorlar ki: İslamiyet’te taassub o kadar müdhişdir +ki: Hıristiyanlarla alakadar olduğu için bir çok mutaassıb +Zevimer İslamlar arasında irşadat-ı İnciliyye’nin semeresiz +kalacağı nazariyesini bütün kuvvetiyle red ve cerha ça­ +lışıyor; ve misal olarak diyor ki: “Bugün Hindistan’da a­ +şikar +olarak Din-i Hıristiyaniyet’i kabul etmiş yüzlerce İslamlar var. +Hindistan’ın şimal-i garbi eyaletinin ilk ser-rahibi İslam’dan +dönme idi. Agra beldesinden Vilayet Ali Hıristiyan +olduğu için katledilmiştir. Mirza Gulam Mesih ki Delhi hanedan-ı +hükümdarisine mensub idi ve Amballa’nın cesur +Abdullah Asım’ı Hıristiyanlığı kabul ettiler. Kendisi de İslam +din Şikago’da Mezahib Parlamentosu huzurunda o­ +kuduğu +mufassal bir raporda Hindistan İslamları arasında irşadat-ı +yüz on yedi İslam’ın Hıristiyaniyet’i kabul ettiklerini söyleyerek +olduğuna nazaran Pencab Kıt’ası’nın yüksek tabakalarından +Hıristiyaniyet’i kabul edenlerin nısfı İslamlardandır. İran ve +Türkiye’de dahi bir çok irşad edilmişler vardır.” +Şuraya derin teessürlerle koyduğumuz yukarıki satırları +mi idik? Bit-tabi’ buna imkan-ı vicdani olmadığı gibi akl-ı +selime vazife-i diniyyemize de mugayir olurdu. Felaketlere +karşı göz kapamak iftiralara “Bizde böyle bir şey yok..” +mukabele-i mağruruyla izhar-ı hakka çalışmamak politikası +müdhiş inhitatlara zilletlere sürükledi! +Yalnız tesadüf ettiğimiz bir kayıt bizi teessüratımız içinde +tekrar gülmeye sevketti; bize pek yakından tealluku olmak +lazım geleceğinden kaydediyoruz: +Guya on beş yirmi sene kadar evvel Doktor Koelle Koel +ristiyan ederek başına toplamış ise de bu yeni Hıristiyanlar +az müddet içinde ortadan na-bedid olmuşlar; yani İslamlar +tarafından tanassurlarından dolayı şübhesiz sır-engiz bir surette +birer birer telef olmuşlar! +Bilmem bu Sherlock Holmes’in romanlarına yakışacak +vak’aya inanabilecek kaç İstanbullu İslam hatta hıristiyan +bulunur; binaenaleyh ister idik ki: Memalik-i saire-i İslamiyye +hakkında duyduğumuz okuduğumuz şeyler de bu derece-i +vüsuku! haiz olsun!... +Bu makalatımızda yalnız Arabistan hakkında teşebbüsat-ı +Hıristiyaniyyeden bahsedecek olduğumuzu ve memalik-i +saire-i İslamiyyedeki faaliyet-i Nasraniyyeyi icab ederse ileride +teşrih edeceğimizi söylemiş isek de sevk-i kelam tanassur +ve mikdar-ı tanassur mes’elesine müncer olduğundan +kemal-i teessürle sabrımızı nalan eden bir safha-i baideden +bir nebzecik bahsedelim: +Vaki’ olan tedkīkatımıza nazaran; Cava ve Sumatra ce­ +zair-i azimesinde –ki din-i esası İslamiyet’tir– Felemenk misyonerlerinin +zavallı cahil İslam kabaili arasında –Felemenk +hükumetinin her türlü zulüm gadr ve tazyikat-ı siyasiyyesi +te’siratı da bir kuvve-i müdhişe-i muavine teşkil etmek üzere– +nail oldukları muvaffakiyetler cidden bütün ehl-i İslam’ın +ciğerlerini sızlatacak dereceye vasıl olmuştur. Sumatra Ceziresi’nde +ve tamamıyla İslamlar içinde çalışan Renich Reniş +Misyoner Cemiyeti’nin dört merkezinde yani Sipirok–Simaneanben +Bangabunder Bipongot ve Simanasur���da kiliseye +lindeki mutanassırların adedi olduğu kuyudatla sabittir. +Bazı karyelerde evvelce Din-i İslam haiz-i tefevvuk iken şimdi +büsbütün ma’dum hükmüne girmiştir. Batak Hıristiyanlarının +mecmuu kişiye baliğ olup bunların kısm-ı a’zamı +evvelce Din-i İslam’a müntesib idiler! Doktor Schreiber’in +Sumatra’da Misyonerlik – Afrika-yı Şimali – ünvanlı e­ +serine müracaat. +Bu saydıklarımıza ilaveten Cava Ceziresi’nde hatta daha +büyük muvaffakiyat-ı İnciliyye iddiaları ileri sürülüyor. Bu +ahvalin suret-i cereyanından haberimiz var mı? Kim arıyor +ve kim soruyor ve kim huzur-ı İlahi’de mes’ul olacaktır? +Konsoloslarımızın bu vekayiin mahiyet-i hakīkiyeleri hakkındaki +mütalaaları ne merkezdedir?.. Hayf! +Kavm-i necib gönüllerini nur-ı İslamiyet’le tenvir eder etmez +birer nüvid-i necat ve hidayet gibi Ceziretü’l-Arab’dan +çar-aktar-ı cihana harbi ticari tetebbu’i irşadi maksadlarla +dağılmışlar dindar metin ulü’l-azm ve hamiyetkar bir kavmin +hatta bir çok asırlar kum deryaları arasında kalmış bir +kavim olsa da yaveri-i tevfik-i İlahi’ye istinad eden gayretleriyle +neler yapmaya muktedir olduğunu hatta inkılab-ı +umumi-i cihanı tevlid edebileceğini tarihde isbat eylemişlerdir. +Asya-yı Cenubi’nin bütün sevahilinde Hind-i Şarkī +adalarında akvam-ı vahşiyeye vatan olan Afrika-yı Şimali +badiyelerinde Afrika’nın ta bağrında hem din ve hem lisanı +bir sür’at-i berkıyye ile neşr ve tesbit cidden –hatta din +tanımayan ulema-yı maddiyyun nokta-i nazarınca bile– bir +harika-i tarihiyye teşkil eder. Ehl-i İslam’ın henüz kurun-ı +vüsta esnasında bile Maluka cezairine kadar Bahr-i Muhit-i +Hindi ve Kebir’de dini ticari müsta’mereleri var idi. Mozambik +sevahili işgal edilmiş Hindistan içinden geçen kervanlar +hidayet ve ticareti Çin İmparatorluğu’nun en muzlim mutaassıb +köşelerine kadar taşıyarak hem hadilik hem kasiblik +yüzünden iki katlı “Habibullah” olmuşlardı. Avrupalılar +Din-i İslam’a “kılıç dini” ta’biriyle ta’rize kıyam etmek istiyorlar. +Sorarız kendilerine; acaba Çin ülkesine de mi nur-ı +zama-i garbiyye elli altmış seneden beri müttehid harekat-ı +harbiyeleri daima o sularda dolaşan mehib donanmaları +halde bin sene evvel elinde Kelamullah ve dilinde nur-ı hidayetten +başka bir şey olmaksızın o diyar-ı mechule giden +mürşidin-i İslam’ın gördükleri hüsn-i kabul nail oldukları +muvaffakiyet bütün i’tirazların cevab-ı celil ve müskiti +olmaya yalnızca kifayet etmez mi? Lakin hayfa ki: Afrika’da +Senusi ihvanının bin müşkilat-ı siyasiyye-i Avrupaiyyeye +ma’ruz mesaisi harekat-ı müfritane neticesinde İngiliz +mitralyözlerinin bi-eman daneleri önünde binlerce ihvan-ı +Sudani’nin pek kısa süren şedidane gayretleri istisna edilirse +bir çok seneler ve hatta asırlardan beri Arab diğer milletlere +mensub ihvan-ı dinleriyle alem-şümul denilecek surette +tevsi’ ettiği hareket ve teşebbüsat-ı irşadkarane bir hatt-ı +tevakkufda kalmış hatta mahiyet-i tevessüiden sarf-ı nazar +kudret-i tedafü’i ve tehaffuziden izhar-ı acz etmeye başlamıştır +ve nice felaketler gelip geçmiş ibret almak değil hatta +haberimiz olmamıştır! +Biz tekrar ediyoruz acz-i küllimize bakmadan bütün +ma’neviyetimizi lerzedar-ı haşyet eden mehafetullah bütün +düşüncelerimize galib “umum ihvan-ı dinimizin saadet-i dareyni” +endişesi ile şu satırları yazdık. Alim ilmiyle zengin +servetiyle avam mümkün olan fedakarlığıyla üzerimize yüklenmiş +olan mes’uliyet-i mühimmeyi atmaya çalışacak vakit +gelmiş geçiyor. Biz başlayalım; tevfik Allah’dandır ve süratle +başlamak için düşünelim ki: Bugün on binlerce baid-i mec­ +hul adalarda hatta şuracıkta Şamiye Çölü’nde ona kelam-ı +Hakk’ı tekrar edecek bir nüsha-i Kur’an-ı azimü’ş-şan’dan +binde biri bile mahrum milyonlarca ihvan-ı dinimiz var! +SİYASİYAT +Bu sene umum hükumat-ı İslamiyye için pek fena ve +felaketli bir tarih telakkī olunabilir. Vaktiyle el-Cezire Konferansı +mukarreratı neticesi olarak Fas’ın taksimi takarrur ettiği +halde Alman imparatorunun bir müdahale-i nagehanisi +üzerine akīm bırakılan ve kuvveden fiile çıkarılmayan Fas +mes’elesi en sonra Fransa’nın zir-i tahakküm ve tehekkümüne +girmiş bulundu. Mukatelat ve mücadelat-ı dahiliyye ile +Fas ahali-i İslamiyyesinin cehalet ve taassub-ı amiyaneleriyle +aralarında –düşman entrikalarıyla– tekevvün eden nifak +ve şikak yüzünden rişte-i uhuvvet ve ittihad kopmuş ve düşmanın +vasi’ ve geniş amal ve arzuları için yeni bir meydan +açılması üzerine Fransa derhal müdahaleye karar vererek +hemen asker sevkine mübaderetle kabail-i asiyyeyi te’dib +ve tenkil ile Mulay Hafiz’i kendisine celb ve cezb etmiş ve git +gide kudretini nüfuzunu tanıttırmaya muvaffak olmuştur. +Bir aralık Almanya’nın ikinci bir müdahalesiyle Fransa’nın +ümidi mahv olmak raddesine gelmiş ise de bilahare +nından olan Avusturya ve İta[lya]’nın müttefiklerine karşı +–mes’ele-i mezkure hakkında– gevşek davranmaları sebebiyle +Almanya ve Fransa beyninde me’mul edilen harb +tehlikesi mürtefi’ olmuş ve yerine sulh ve müsalemet alaimi +cay-gir olmuştur. +Fransa Fas’daki İngiltere ve İspanya hukūkunu tanımak +şartıyla koca memleket-i İslamiye’yi bilahare zabt u tasarruf +edip Mulay Hafiz’i kerhen mukavelename-i ma’hudeyi imzaya +mecbur etmiştir. +Huzuzat-ı şehevaniyye ve ağraz-ı nefsaniyyeye esir olan +Mulay Hafiz yalnız kendi hukūkunu muhafaza ettirdikten +sonra milyonlarca ehl-i İslam’ın hukūkunu Fransa’ya bir +kalem ve imza çizgisiyle peşkeş ve takdim eylemiştir. Bu +haber-i meserret-eserin Fransa’ya mün’akis olması üzerine +bütün Fransızların esbab-ı sürur ve şadmanilerini mucib olmuştur. +Fas’daki Fransa Sefiri Mösyö Renyol bundan sonra +Fas Emareti’ne hakīkī ve ma’nevi emir ve hakim kesilerek +bilumum Fas nazırlarına muavin ve müsteşar nazarıyla bakacak +ve kendi icraatını yalnız Sultan’a tasdik ettirmeye bir +dereceye kadar mecbur olacaktır. +Fransa hükumeti yeni muahedename ahkamı muktezasınca +her an ve zamanda Fas’ın her hangi noktasını kuvve-i +askeriyesiyle işgale muhayyer olacağı gibi doğrudan doğruya +Fas umur-ı dahiliye ve hariciyesini idareye me’mur ve +me’zun bulunacaktır. Bunca fedakarlıklarla şüheda kanları +bahasına vaktiyle zabt ve istila olunan bu memleket-i mübeccele-i +hibe edildi. +Mulay Hafiz lehv ü lu’bunu huzuzat-ı rediesini o kadar +düşünmemiş olsaydı fitne ve fesadı ortalıktan def’ u ref’e +teşebbüs etseydi bugün kendi namına tarih-i İslam sahifelerinde +fena bir ünvan zam ve ilave etmiş bulunmazdı. +ahlaksızlığına molla ve ahundlarının asabiyetlerine –saltanatlar +devleler mülkler lakab-ı bi-ma’na ve vahiyyesine +malik bulunan– a’yan ve erkanlarının gadr u hıyanetlerine +ni’met-i ilm ü ma’rifetten bi-nasib ve bi-behre olan ahalisinin +cehaletine koca altı bin senelik an’anata mecd ü azamete +malik olan İran-ı pür-tarab kurban oldu gitti. +Dahhakların Gavelerin Cemşid ve Daraların İskender +ve Erdeşirlerin Rüstem ve Nuşirevanların mehd-i zuhur ve +cevelangahı olan bu “haver-i zemin” dahi pek ucuz ve bad-ı +heva olarak Rusya’ya nasib oldu geçti. +edecek olursak Kaçariye ailesi kadar bu muhterem +memlekete toprağa fenalık ve hıyanet eden kimse gelmediğini +vehle-i ulada taakkul ve idrak ederiz. Memleketin servetini +hazef-parelere verip külahını elbisesini üniformasını +tezyine sarf-ı nakd ü vakt eden Nasırüddin Şah elli senelik +dağdağasız saltanatı esnasında bu memleketi reşk-i bağ-ı +rıdvan ve mahsud-ı cinan eyleyemez miydi? Dört defa Avrupa’ya +ettiği seyahat-i sefihanesi neticesi olarak İran’a ne +armağan getirebildi? İngiltere ve Rusya’nın İran’da hiçbir +emel ve gayeleri bulunmadığı sıralarda neler neler yapılamazdı. +Hadis-i Nebevi ma-sadakı bulunan ve ilim ve hüneri +gökten indirmeye zekalarıyla kudret-yab olan İranileri tenvire +çalışmadıktan maada Nasırüddin milleti için bir ibtidai +mektebi bile küşad etmedi. Muzafferüddin za’f-ı kuva ve ahlak +beliyyesiyle İran’ı Rusya’nın borcu altına sokarak aldığı +paralarla heva-yı nefsanisini okşadı. +kabilinden olarak meşrutiyeti +ta’kīb etmek beliyyesi neticesinde memleketi herc ü merce +verip al kanlara boyattılar. Rus terbiye-gerdesi ve –leke-i +taht-ı keyan– ıtlakına sezavar olan Muhammed Ali fıtrat-ı +habisesini meydana koyup memleket içinde Ruslara bir +mıntıka ve hak çığırını te’min ettikten sonra Odesa’ya def’ +olup gitti. Çok geçmeden yine alet-i şer olarak kendi bir +taraftan ve kardeşleri bulunan Şu’aussaltana ile Salarüddevle’ler +diğer taraftan memleketin başına bir kabus-ı bela +kesilerek ikinci defa olarak Rusya ve İngiltere’nin menfaatlerini +tervice hasr-ı evkat eylediler. Bunlardan kat’-ı nazar +memleketteki eşrar ve derebeyler herbiri bir amir-i mutlak +kesilip zavallı mazlum ve biçare milleti haraca keserek can +ve mallarıyla ırz ve namuslarına dest-i tetavülü uzatmak suretiyle +Rusya’nın müdahalat-ı vakıasını tervic eylediler. +En sonra Rusya hükumeti evvela Gilan ve Mazenderan’ı +ve sonra Azerbaycan’la bilumum İran vilayatını yed-i zapta +geçirip –fa’alün lima-yürid– memleketin müneverrü’l-fikr +değerli tecrübe-dide ve hayr-hah evladını birer birer darağacına +astırıp evlerini barklarını yağma ve ihrak eyledi. +Mekteplerini camilerini Kazaklarıyla hayvanlarına mesken +ve ıstabl ittihaz edip kendi tarafdaranını mültezimlerini +valiliklere nasb ve ta’yin etti. Hindistan’ın Kalküta şehrinde +bu hafta içinde alınan son nüshasındaki makaleye bakılırsa +letiyle Serdar Es’ad’ın –Bahtiyari Kabilesi reisidir– Mösyö +Sazanof’a takdim edilmesiyle İran’daki Rusya amalinin +te’minine söz verilmesi akībinde serdar-ı merkūm İran’a avdet +edip sözünü ikmal ile Rusya’nın fikrini tervic eylemiştir. +Bu kadarla iktifa etmeyen Rusya hükumeti en sonra Meşhed’deki +merkad-i şerif ve zarih-i mübarekini de top güllesiyle hakle +yeksan eylemiştir. +Salarüddevle ise İran-ı Garbi cihetinde i’lan-ı istiklaliyet +etmekle meşgūl bulunmakla beraber muttasıl tahrib ve ihraka +katl ve i’dama teşmir-i bazu-yı habaset ve mel’anet +etmekle be-nam olmuştur. +Büsbütün İran-ı Şimali’yi yutabilmek için Rusya hükumeti +şu son günlerde Osmanlıları İran’dan çıkarmak için ikdamat-ı +ciddiye ile iştigal edip askerini Kafkasya hududuna +tahşid etmiştir. +Rusya ve İngiltere müttefikan İran hükumetine kendi +mıntıka-i nüfuzlarını tasdik ettirebilmek için süngü ucuyla +rüklerini ma-bihi’l-hayatını te’minat makamında ellerine +aldılar. Aynı zamanda İran’ın hemen her tarafında Rusya +ve İngiltere hükumetleri tarafından kuva-yı askeriyye bulundurulup +ahkam-ı örfiyyeyi kendi me’murin-i askeriyyeleri +vasıtasıyla i’lan ettikleri halde bir tarafdan nez’-i silah +ve def’-i eşirra ile diğer tarafdan ahaliden vergi tahsiliyle +uğraşmaktadırlar. Bu evza’-ı mütecavizanelerini haklı görmeye +alışan bu hod-kam ve hod-ser hükumetler yalnız +Osmanlı hükumetini çekemez oldular. İtalyanların şekavetinden +hükumet-i Osmaniyye kolay kolay İran hududunu boşaltıp +dolayısıyla –Osmanlıların medar-ı tesellisi olan– koca Anadolu’yu +Rus istilası tehlikesine ma’ruz bırakacaktır. Osmanlılar +bu mes’ele o kadar mühim ve şayan-ı teemmüldür ki bu +hususda ufacık bir hata en adi bir hefve mesaib ve mazarrat-ı +azime ve vahimeyi mucib olacaktır. Hem öyle bir ağır +hatadır ki mes’uliyeti altına hiçbir kimse girmeyecektir. İran-ı +Garbi’nin Rusya mıntıkasıyla birleşmesi atiyen hükumet-i +Osmaniyye’yi senevi la-ekall yarım milyon fazla asker beslemesine +mecbur eder. +Şunu da unutmamalıyız ki İran’a karşı hükumet-i Osmaniyye’nin +vaz’iyeti daima olduğu gibi şimdi de açık ve sarihdir. +aksa-yı emel ve arzuları İran istiklalinin devam ve bekasıyla +her tehlikeden masun ve mahfuz bulunmasından başka bir +şeye ma’tuf değildir. Rusya ve İngiltere İran’daki evza’-ı hazıralarına +hatime ve nihayet verip İran’ı kendi haline bıraktıkları +dakīkada hükumet-i Osmaniyye’nin de aynı harekette +bulunacağı tabiidir. Yoksa hükumet-i Osmaniyye’ye “Sen +pek yanılmış olur. +Bi-hamdillah hususiyle bugünkü İranlılar da her şeyi +bilip pek acı tecrübeler geçirmek sayesinde hakīkī dost ve +düşmanlarını iyiden iyiye fark ve temyiz eylemişlerdir. +Rusya dostumuz iyi bilmelidir ki bu gibi eski hesapları +dolapları çevirip karıştırmanın sonu kendisi için iyi +olamaz. İhtimal ki henüz zamanı da gelmemiştir. + +---- +MEKATIB +---- + +Japonların edyan ile alış verişi olmadığını Japon hükumetinin +hiçbir dini takdir veya reddetmediğini yani Japon­ +ya’da hürriyet-i edyana tamamıyla ri’ayet olunduğunu bu­ +güne kadar herkes söyledi muharrirlerimiz yazdı bu hu­ +­ +susda Avrupa matbuatı bile hayli tedkīkatta bulundular. Mahir +Japonlar bu mes’elede de bütün alemi iknaa muvaffak +olmuşlardı. +Şimdi ise Dahiliye Nezareti müsteşarının taht-ı riyasetinde +bir din kongresi açtılar. +Bunun esbabını şimdi de matbuat-ı alem türlü türlü +tenkīd ediyor kimi Dahiliye müsteşarının fikr-i şahsisidir +diyorlar kimi de yeni kabinenin Nasraniyet tarafdarı olduğundan +bahsediyor. Amerika matbuatı da bunun Avrupa +medeniyetinin te’sirinden hasıl olduğunu iddia ediyor. Hiç +hatırlarına getirmiyorlar ki Avrupa’da ulum ve fünun-ı aliyye +tahsil edenlerin hiçbiri Nasraniyete iman etmezler. +Japon matbuatı ise bu mes’eleyi pek vakitsiz buluyorlar +ve Japon siyasetinin mukaddime-i inhizamını bu mes’elede +görüyorlar. +Rus matbuatından birkaç gazetede Japonya’da bundan +sonra Nasraniyet’in pek büyük terakkıyata mazhar olacağından +behsediyorlar. Ya alem-i İslam ne yapıyor? +…..Sükut ediyor. Zaten alem-i İslam ber-mu’tad ekseriyetle +mes’eleler hallolunduktan sonra uyanıyor. +* * * +Bu mes’ele gayet mühim olduğundan Japon mu’teberan-ı +siyasiyyunundan–burada isminin zikrini zaid bulduğum– +bir zat ile mülakatı vazifemden addederek hanesine +gittim: Kabul etmelerini rica ettim. Maa’l-memnuniye dediler. +Ben– Japonya’da Nasraniyet’in edyan-ı resmiyyeden +addedileceğine ve din-i mezkuru ta’lim için hükumet kendi +cebinden bir meblağ ta’yin edeceğine dair bir şayia deveran +ediyor bu haberin aslı var mıdır; Japonya hükumeti hakīkaten +Hıristiyan dinini edyan-ı resmiyye miyanına idhal etmek +fikrinde midir? dedim. +Siyasi– Bu mes’ele gayet uzun ve eski bir mes’eledir. Biz +eminiz ki her millet kendi milliyetini kavi ve sağlam olarak +muhafaza edebilmek için bir dine muhtactır ve o dine hakkıyla +Şintoizm mezhebleri mevcudur. Bu iki dinin birincisi bize +Çin ve Kore tarikıyla Hindistan’dan bundan bin üç yüz sene +mukaddem gelmiştir. Şintoizm ise Japonların asıl dinleridir. +Vatanımızın günden güne terakkī ve tealisi sayesinde bu +dinler gitgide i’tibardan sakıt olmakta ve memleket ahalisinin +ma’nevi kuvveti zaafa duçar olmaktadır. Bunun nihayeti +tabii ma’nevi inkırazdır! Halbuki bu inkıraza biz hiçbir vechile +razı olmayacağız. Çünkü onun neticesi için Fransa bize +misaldir. Biz vatanımızı ruhen daima kavi bulundurmak arzu +ederiz. İşte şu esasa mebni şimdiki dahiliye nazırı muavini +cenabları bu mes’eleyi ortaya vaz’ ettiler. Maksadları memlekette +ve bu vechile ordumuzu milletimizi vatana rabt etmektir. +Bu kongreyi küşad etmekten maksadları Hıristiyanlığı +takdir veya kabul maksadıyla olmayıp memleketimiz ahalisi +beyninde cari edyanın uleması ile müzakere edip vatan +ahalisine i’tikadatı ta’lim için sağlam usuller aramaktır. Bugün +size pek vazıh ma’lumdur ki hiçbir Japon kolaylıkla bir +dini kabul etmediği gibi kabul ettiği dinin de en sadık ümmetinden +olmaktadır. Lakin bunun gelecek genç tabakalarda +da aynı halde devamı için tabii çareler düşünülmelidir. +Saniyen: Hıristiyanlığın himayesi için hükumet muavenette +bulunacak mı diyorsunuz. Bu mes’ele de pek basittir. +Şimdi Japonya’da altmış ila yetmiş bin tanassur etmiş Japon +mevcuddur. Hususan bunlar miyanında fukara çoktur. +Tabii bunların evladına da bir din ta’lim etmek lazımdır; +eğer hükumet sair Japonlara ta’lim olunan Budizm veya +Şintoizm mezahibini bunların evladına da ta’lim edecek +olursa arada su’-i niyyet mes’elesi çıkacaktır. Bunun için +hükumet Hıristiyan talebeye de Hırisyitanlığı ta’lim için birer +muallim bulunduracaktır. Maksad yalnız memleketi ihtilaftan +vikayedir. Eğer Japonya mekteplerinde İslam çocukları +olsaydı onlara İslamiyet’i ta’lim için muallimler ta’yin +kongreye onları da da’vet ederek usul-i ta’limleri hakkında +müzakere ederdik. +Salisen: Japonya imparatoru hazretleri Şinto Mezhebi’nde +oldukları gibi ekser ahali Budi olduğu halde Japonya +hükumeti ne Budizm’i ve ne de Şintoizm’i resmi din olarak +tanıyamaz ve hakeza Hıristiyan mezahibinden hiçbirini +de resmi din olarak tanımayacaktır. Bir mektepte bir dinin +hükumet masrafından okutulması o dinin orada resmi din +olduğunu ifham etmez. Bugün Rusya hükumeti yahud Fransa +hükumeti taht-ı idaresinde olan mekteplerinden birkaçında +Din-i İslam muallimine maaş verilebilir ve aynı +mektepte hıristiyanların muallimi de bulunabilir. Lakin bazı +gazeteler guya hükumetin tanassur edeceğinden bahsettiler. +Lakin muharrirleri hıristiyan mezhebine mensub gazeteler +bile bunu nefretle telakkī ettiler. Bu hal Japonların Nasraniyet’e +ne kadar nefretle baktıklarına birer misal olabilir. +Ben isterdim ki bu kongrede İslam ulemasından da birkaç +zat bulunup bulunmadığından erbab-ı mütalaamız onların +fikrinden mahrum kaldılar. +Kongrede İslam olarak–o da pek yeni İslam– yalnız muhterem +Hasan Mürşid Efendi Hatano cenabları hazır bulunmuşlardır. +Her ne kadar İslamiyet hakkında i’tikadları kamil +leri olarak bir şey demeye salahiyetdar olmadıklarını beyan +buyurmuşlardır. +Zann-ı acizaneme göre i’tikadat ve vatan kuvvetlerinin +birbiriyle ne kadar merbut olduğunu bugün Japon siyasiyyunu +tamamen fehm etmişler ve bu niyet ile bugün bu +mes’eleye sarılmışlardır. İşte bugün bizim vazifemiz de Japonlara +vatan ile İslam dininin i’tikadatı arasındaki rabıtanın +pek kavi olduğunu isbat edip nazar-ı dikkatlerini bu +noktaya celb etmektir. +Bu hususta erbab-ı kalem ve ictihadımızın irşadatına +muntazırız. +– Kaşgar ulema-yı İslamiyye ve meşayih-i muhteremesinden +bir zat-ı ali-kadr tarafından atebe-i ulya-yı hazret-i +Hilafet-penahi’ye takdim edilmek üzere bir ariza-i teşekküriyye +kıymetdar bir Mesnevi-i Şerif vürud etmiş ve merci’-i alisi +vasıtasıyla takdim edilmiştir. +– Bugünlerde Çin’in bazı +havalisinde hususiyle İslam ile meskun bulunan memalikinde +bazı cerrarların dolaşmakta olduğu mevsukan haber +veriliyor. Bu cerrarlardan bazısının hükumet-i Osmaniyye +namına hareket etmekte olduğu geçen sene bazı gazeteler +tarafından istihbar edilmiş ve bu babda matbuatça bir çok +mübahasata kapı açmış idi. +Bu cümleden olmak üzere iki sene mukaddem Şamlı +Said el-Aseli nam zat hakkında dahi bir çok sözler söylenmiş +ve hükumetin nazar-ı dikkatine arzedilmişti. İşte yine bu zatın +yani Said el-Aseli eş-Şami’nin bu defa Kaşgar’a gittiğini +ve Kaşgar’da hükumet namına Hicaz Demiryolu için iane +toplamakta olduğunu mevsukan haber aldık. Hükumetin +nazar-ı dikkatini celb eyleriz. +– Tayyarecilik tahsili için hükumet-i +Osmaniyye tarafından altı zabit ve beş makinist Avrupa’ya +– Arnavutluk’ta +sındaki emlak-ı vakfiyye ile cevami’-i şerifenin ta’miri için +. ve nefs-i İşkodra ile mülhakattan beş karyedeki hayrat-ı +şerifenin ta’mir ve tefrişi için de . kuruşun ki +cem’an . kuruşun üç yüz yirmi sekiz senesi evkaf bütçesi +tertibatından tesviyesine lüzum göstermiş ve meblağ-ı +mezbur derhal Evkaf Nezareti’nce tesviye edilmiştir. +Atideki ma’lumat darü’l-harbde bulunan kumandanların +tebliğ edilmiştir: +– Mart’ın on sekizinci günü Tobruk’ta düşmanın +bir tabur piyadesi avcı siperleri inşası için istihkamatın ilerisine +çıkmış ve bilahare bir bölüğünü orada terk ile avdet +etmiş işbu bölük üzerine sevk olunan yedi kişilik küçük bir +müfreze tarafından birkaç el ateş edilmesi üzerine mezkur +bölük efradı avcı siperlerini terk ile karışık bir halde şehre +kadar firar etmişler düşmanın avcı siperlerinde terk eylediği +eşya müfrezemiz tarafından iğtinam olunmuştur. +– Mart’ın on dokuzunda Tobruk’ta düşmanın iki +tabur piyadesi ile bir batarya topçusu bir bölük mitralyözü +avcı siperlerini tahkim için dışarıya çıktığında bunlar üzerine +müntahab efraddan yirmi kişilik bir müfreze sevk olunarak +ateşe başlanması üzerine düşmanın gerek bataryası ve gerek +sefain-i harbiyyesi tarafından ateş edilmiş bu ateş hayli +müddet devam etmiştir. Müfrezemiz avdetinde düşmandan +biraz eşya iğtinam eylemişlerdir. +– Mart’ın yirmi ikisinde kezalik Tobruk’ta elli +kişilik bir müfrezemiz düşmanın avcı siperlerinden birinde +yerleşmiş idi. Sabahleyin düşmanın üç taburu siperleri işgal +etmek üzere ilerlemiş bir taburu pişdarı teşkil etmekte +bulunmuş idi. Müfrezemiz işbu pişdar üzerine ateş etmeye +başlayınca düşmanın karada ve denizde bulunan topları +ateşe ibtidar eylemiştir. Bunun üzerine müfrezemize muavenet +muharebeye iştiraki ve düşman pişdarının askerimizin avcı +siperlerine yaklaşması da diğer düşman kuvvetinin ric’atine +ve istihkamata ilticalarına sebeb olmuştur. Zayiatımız yoktur. +Düşmanın ise otuz kadar telefatı vardır. Askerimiz alel-ade +hayli eşya-yı askeriye iğtiğam eylemiştir. Kuva-yı cüz’iyye ile +nin tamamıyla muhtel olduğunu irae eder. +– Senusilerin İtalya +aleyhinde hareket etmekten çekindikleri evvelce şüyu’ +bulmuştu. Fakat şu son zamanlarda İtalyanların mezalim +ve kabayihini işiten Senusi hazretleri ahkam-ı diniyye ile +Kur’an-ı Mecid’in evamirini tatbika mecbur olarak bütün +etbaına harbe iştirak etmek için evamir-i ekide ısdar buyurmuştur. +Kendisi de ikametgahı bulunan Kufra’dan hareket +ederek Cağbub’a muvasalat buyurmuşlardır. +Bu hafta zarfında Mısır’dan alınan e l-Müeyyed gazetesinde +okunduğuna nazaran müşarun-ileyh hazretleri Cağ­ +bub mevki’ini merkez-i harb ittihaz etmeye niyet ettiği an­ +la­ +şılmıştır. Oradan meydan-ı harbe iştirak eden etbaına +ku­ +manda edecektir. Senusi hazretleri Mısırlılarla valide-i +hidiviye ve Hilal-i Ahmer reisine mücahidin hakkında ibraz +ettikleri muavenet-i insaniyetkaranelerinden dolayı beyan-ı +teşekkür etmiş ve harb hakkındaki nokta-i nazarını +kendi talebe ve telamizinden olan Seyyid Salih bin Yunus +namındaki zat delaletiyle e l-Müeyyed ’de neşreylemiştir. +Müşarun-ileyhin beyanat-ı ilmiyyesinden anlaşıldığına göre +Senusiler yalnız İtalya’ya karşı mücahedat ve müdafaat ile +huylanmamaları lazım gelir. Bundan başka yine müşarun-ileyh +dinen bu vazifeyi ifaya mecbur bulunduğunu ve aksi +takdirde yevm-i kıyamette huzur-ı İlahi’de mes’ul olacağından +endişe eylediğini dermiyan eylemiştir. Kahire ile hıtta-i +Mısriyye civarında bulunan etbaı müşarun-ileyhin bu fikirde +olup olmadığına dair evvelce biraz tereddüd eylemişler ise +de bilahare kanaat hasıl ederek cümlesinin harbe iştirak etmek +fikrinde bulundukları da Times ’in Kahire muhabiri tarafından +beyan olunmaktatır. +– İtalya harb gemilerinden +Piemonte gemisinin kumandanı tarafından neşr olunan +beyannamede İtalya harb gemileri Lıhye Salif Kamaran +sahillerinin bombardıman edilecekleri beyan olunmuştur. +Kamaran gayet mühim bir mevki’ olup aynı zamanda beyne’l-milel +bir adadır. Bütün devletler tebaasından olan hüccac-ı +e­ +diyorlar. Salif mevkii de ikinci derecede haiz-i ehemmiyet +bir adadır. Malik olduğu memlahadan dolayı varidatı Du­ +yun-i Umumiyye-i Osmaniyye’ye gönderiliyor. Lıhye civarında +Vodkuk[?] namında bir İngiliz ticaret gemisi İtalya harb +gemileri tarafından tevkīf edilip Musavva’a sevk olunmuştur. +Bu kadarla iktifa etmeyen İtalyanlar en sonra Kamaran +lerdir. +– Trablus ve Bingazi +muharebelerinde feda-yı can etmekle nail-i şehadet +olan guzat ve mücahidin-i Osmaniyye’nin bi-kes ailelerine +verilmek üzere İngiltere’deki Osmanlı ve İslam muhibleri +olan İngilizler tarafından derc olunan ianata karşı bu kere +Trablus’daki kuva-yı Osmaniyye kumandanı Neş’et Beyefendi +tarafından teşekkürü havi bir mektup Londra Sefaret-i +Seniyyesi’ne gönderilerek Times gazetesi vasıtasıyla neşri +taleb olunması üzerine Sefaret-i Osmaniyye tarafından +– Kahire’de Nasyonalistler +reisi Ferid Bey şu son günlerde Mısır’daki fırka +merkezinde neşir ve irad eylediği nutuk üzerine istintak ve +Mısriyyece muma-ileyhin mahkum edilmesi mukarrer imiş. +Gerek Mehmed Ferid Bey ve gerek e l-Hilalü’l-Osmani gazetesi +sermuharrir-i muhteremi Şeyh Abdülaziz Çaviş geçen +sene zarfında yine Hükumet-i Mısriyye tarafından tevkīf +edilmişlerdi. Fakat bu tevkīf keyfiyeti müşarun-ileyhimanın +şeref ve haysiyetlerini tenkīs edecek yerde bilakis tezyidine +hizmet etmiştir. Ferid Bey Mısır’dan infikak etmezden evvel +el-Müeyyed ’e bakılırsa telgrafında Mehmed Ferid Bey yalvarmış +hükumet-i Mısriyyeyi ve yahud İngilizlerin harekatını mutlaka +protesto etmiş olmalıdır. +– Mısır +hükumeti meskukatını küçük bir ücret mukabilinde ez-her +cihet pek mükemmel olan meskukat-ı Osmaniyye Darphanesi’nde +darb ettirmek tasavvurunda bulunduğu matbuat-ı +mahalliyyede okunmuştur. +– Mısır Adliye Nazırı +Saad Zaglul Paşa me’muriyetinden isti’fa edip takaüdünü +taleb etmiştir. Vazifesi el-yevm Mısır Hariciye nazırı tarafından +olduğu musaddak ve müştehirdir. Evvelce vatanperver +olan bu zat hükumet-i Mısriyye hizmetine girdikten sonra +birden bire mesleğini değiştirip ikbalperestliği ele almış ve +az vakit içinde İngilizlere ibraz eylediği tabasbus sayesinde +nezarete kadar çıkmıştır. Kahire nasyonalistleriyle müsta’fi +beyninde vak’alar hengameler hasıl olmuş ve mürevvic-i +ef­ +karları o­ +lan e l-Liva’ ve e l-Alem gazeteleri vasıtasıyla mü­ +şa­ +run-ileyhi şiddetli ma’ruzata hedef eylemişlerdir. Yine +matbuat-ı mezkureye göre Zaglul Paşa hem vatandaşları indinde +hem de vicdanı nezdinde mahkum bir adamdır. +– Fas ile Fransa hükumeti +arasında mün’akid olan mukavelenameyi en sonra Fas +Hakimi Mulay Hafiz imza etti. Fas bundan sonra Fransa’nın +me’mur-ı siyasisi ma’rifetiyle idare edilecektir. Maamafih Fas +Sultanı nazırlarını muhafaza edecek fakat bu nazırlar Fransa +me’mur-ı siyasisinin verdiği emirlere muti’ ve münkad bulunacaklardır. +Me’mur-ı mezkurun evamirini tedkīk ve tasdik +hakkı Sultan’a bahş olunmuştur. Fas nazırları hakīkat-i +halde Fransa me’muruyla hakimin müşavirleri gibi istihdam +olunacaklardır. Aynı usul-i idare el-yevm Tunus’da caridir. +Bu suretle guya hissiyat-ı milliyye bir derece muhafaza edilmiş +olacaktır. Fransa hükumeti Fas’ı doğrudan doruya idare +etmeye taannüd gösterseydi Faslıları o kadar çabuk taht-ı +mesine ve fedakarlıklar ihtiyarına mecbur olacaktı. +Mukavelenamede Fas Sultanı’nın nüfuz ve i’tibarıyla +memleketinde emakin-i diniyye ve serbesti-i vicdan muhafaza +olunmak şartıyla ıslahat icrası mukarrerdir. İcabında +Fransa Fas’ın her hangi noktasını askerle işgal edebilecek ve +Fas kıt’asının berren ve bahren umur-ı inzibatiyesini der-uhde +edecektir. Fransa me’mur-ı siyasisi Sultan’ın evamirini +telakkī ettikten sonra infazına me’mur bulunacaktır. Aynı +zamanda memalik-i ecnebiyyede bulunan Faslıların hukūku +Fransa hükumeti tarafından muhafaza edilecektir. +– Fas rical ve uleması arasında +heyecan pek çoktur. Mulay Hafiz’in ikrah neticesi olarak +Fransa himayesini kabul etmesi üzerine eazım mahafilinde +halecan hasıl olmuş bir takım ihtiyarlarla ulemalar emir-i +müşarun-ileyhi muahedeye vaz’-ı imza ettiğinden dolayı +tekfir etmişlerdir. Fas ileri gelenlerinden bir çoğu Memalik-i +Osmaniyye’ye hicrete hazırlanıyorlarmış. Fransız ve +dü’l-mahzen kabail ve aşairi silaha sarılmışlardır. Limanlarda +sükun asayiş mefkūd bir haldedir. Fransız asakiri ahaliye +pek hodserane muamelatta bulunuyorlar. Mal can ırz emin +değildir. Kadınlara bile tecavüz vukū’ bulmaktadır. +Emir muvazenesini fart-ı asabiyyetinden bozmuştur. +Fransa’nın Tanca sefiri Fas’a esna-yı azimetinde pek amirane +cebbarane bir vaz’iyyet alıp ehl-i İslam’a karşı pek barid +muamelelerde bulunmuştur. Fransa’nın dillerde dastan olan +hürriyetperverliği insaniyeti ile Avrupa haricinde yaptığı +mezalimi mukayese ettikçe hayretler esefler ediliyor. +– Bu hafta zarfında alınan haberlere +göre Rusya-İran hududunun Erdebil’e yakın olan +kısmında ahval gayet endişe-bahş bulunmakta imiş. Ahval-i +mezkureye sebebiyet veren mes’ele bundan iki sene evvel +olan Şahseven Kabilesi rüesalarının tahliye edilmelerinden +naşi olmuştur. Rüesa-yı mezkure tahliye edilip Tahran’ı terk +ettikten sonra o civarlarda şekavet fevkalade bir surette +tezayüd eylemiş ve ahalinin mal ve canları tehlikeye ma’ruz +bulunmuştur. Bunun üzerine hukūklarının muhafazası için +ahali tarafından Rusya konsolosuna müracaat edilmiştir. +– Meşhed’de yeni fenalıklar hasıl olmaya +başlamıştır. Ruslar Meşhed’deki İmam-ı Samin Ali bin +Musa er-Rıza hazretlerinin merkad-i mübarekini topa tutup +hak ile yeksan etmişlerdir. Bu esef-engiz hadise İran Sefareti’ne +telgrafla bildirilmiş ve intişar etmesi akībinde umum +Ruslar mezaliminden imamın mezarına iltica eden bazı kimseleri +Kabahatlerini örtmek için Ruslar tecemmu’ eden kimselerin +şah-ı mahlu’ tarafdarları olduklarını beyan ediyorlar. +– Rusya ve İngiltere’nin nesaihini Salarüddevle +kat’i surette red ile İran’dan çıkmayacağını ve paraya +da muhtac olmadığını aynı zamanda beyan etmiştir. +Salarüddevle etbaı tarafından Hemedan-Kirmanşah hutut-ı +telgrafiyyesi kat’ edilmiştir. Rivayete nazaran İran Kürtleriyle +Caf kabilesi Salarüddevle’ye her türlü müzaherette bulunacaklarını +te’min etmişlerdir. Caf kabilesi reisinin Bağdad’a +gitmiş olduğu Avrupa matbuatı tarafından beyan olunmaktadır. +Bize kalırsa Salarüddevle’nin elbette bir istinadgahı +olmalıdır. Her halde Rusya’nın parmağı olsa gerektir. +– Times ’in istihbaratına göre +takım asker ve jandarma sevkedilmiştir. Kuva-yı mezkure +Vilayat-ı mezkurede asayiş takarrur ettikten sonra İngiltere +havali-i mezkurede bulundurmakta olduğu asakirini geri aldıracağına +dair İran hükumetine kat’i söz vermiştir. Hatta +konsoloslarının maiyetindeki cüz’i asakiri bile Hind’e iade +edeceğini vaad etmiştir. +Hind hükumetince İran-ı Cenubi’ye i’zamı mukarrer +olan kuvvetin sevki bu vaad üzerine şimdilik te’hir edilmiştir. +– Muhammed Ali’yi +bunca vakitten beri alet ittihaz eden Ruslar en sonra onu +dılar. Rusların iğvaatına tabi’ olduğuna Muhammed Ali +peşiman olmuştur. Müşarun-ileyhin haremi ahiren Odesa’da +münteşir Odeskia Novesti gazetesi erkan-ı tahririyesinden +birine zevcinin İngiltere’de te’sis-i ikamet fikrinde bulunduğunu +söylemiştir. Muhammed Ali İngiltere’ye gitmek +– Rusya’nın on dört vilayetinde +yirmi milyon halk kaht sebebiyle duçar-ı zaruret ve meskenet +olmuşlardır. Vilayat-ı mebhusede buğday ve çavdar +mevcud olmadığı için telef olacaklarını bilen ahali papaslarını +yanlarına da’vet ederek kendilerine ölüm duasını okumalarını +rica etmişlerdir. Kaht-zedeganın tehvin-i musibetleri +halde mebaliğ-i mezkure aç kalanları iaşeye kifayet etmemiştir. +Kahtlık en ziyade Sibirya’da hüküm-fermadır. Bu +yüzden çocuklar pek fena ve müdhiş emraz-ı müstevliyyeye +duçar olmuşlardır. Ekmek mukabilinde çocuklarını satanların +haddi yoktur. Açlar ölümü dakīka be-dakīka bekliyorlar. +Bir tarafdan kahtlık diğer tarafdan hastalık köylüleri mahv +ü tebah etmiştir. +– Kiyef ve havalisinde Rus nasyonalistleri +tarafından Musevilerin kıtali hakkında icra edilmekte +olan tahrikatın vüs’at-peyda etmiş olmasına nazaran ileride +vukūu melhuz olan felaketin önü alınmak üzere hükumetin +yef valisine müracaat olunmuştur. Vali Musevilerin mal ve +canlarının vikayesi için lazım gelen tedabiri ittihaz edeceğini +beyan etmiştir. +– Te’min edildiğine nazaran +Kafkasya hududunda Rusya hükumeti tarafından icra edilmekte +olan tahşidat-ı askeriyenin hükumet-i Osmaniyye +aleyhine olmadığına dair Rusya hükumetince i’ta edilen +te’minata hükumet-i Osmaniyyece de kanaat hasıl olmuş +–­ +Rusya müslümanları ağniyasından +Vakit Şura gazeteleri naşiri Şakir Efendi Ramiyef +Mart tarihinde Orenburg’da vefat etmiştir. Merhum +teşebbüs-i şahsisi ve faaliyet-i mütemadiyyesi ile Ural dağlarında +büyük ve zengin bir altın ma’denlerine sahib olmuş +ve bu sayede servetini milyonlara iblağ etmiş idi. Mekatib +ve medarise ettiği bir çok teberruattan başka Vakit gazetesi +ve Şura Mecmuası ’nı te’sis etmekle Rusya müslümanlarının +tenvir-i efkarına cehd ü himmet eylemişti. Cenab-ı Hak merhumu +rahmetinde daim ve biraderi edib-i muhterem Zakir +Efendi ile sair akrabasına sabr-ı cemil ihsan buyursun amin. +– Sibirya’da şehr-i halin +on dördüncü günü Tomski vilayetinde kar boranları devam +ederek yüz kırk beş adam telef olduğunu yerli gazeteler rivayet +ediyor. +– Simir[?] vilayetinde tüccaran-ı +mu’teberandan fabrikatör Hasan Efendi Akçura cenabları +mülkünde Hazret-i Ömer’e mensub küreviyyü’ş-şekl sene-i +Hicri rakamıyla hakkolunmuş dirhem gümüş para bulunduğu +mahallinden iş’ar olunuyor. +– Çin hükumet-i cumhuriyyesinin yeni kabinesi +teşekkül etmiştir. Bu kabineye dahil olan nazırlar asil +ailelere mensub değillerdir. Pekin’de hal-i tabii henüz kesb-i +Ahalinin her bir tabakasında asabiyet mevcuddur. +Hükumet payitahtta bir mikdar daha asker ikame ettirmeye +mecbur olmuştur. Mançu tarafdaranının tekrar şehri +yağma etmelerinden endişe ediliyor. Çin’de mukīm ecnebiler +kendilerinin taht-ı muhafazaya alınmalarını hükumet-i +metbualarından taleb etmişlerdir. Bazı Japon ticarethaneleri +tamamıyla yağma edilmiştir. Nankin şehrinde teşevvüşat +zuhur edip asker şehri yağma etmiştir. +– Dehli kasaba-i İslamiyyesinin +Hindistan’a merkez ta’yin olalıdan beri Hind Başvalisi +Lord Harding ale’d-devam tensikat ve ıslahat-ı dahiliyye ile +den sonra Lord cenabları devre çıkıp Hind-i Şimali hudud +ve vilayatını devr ve teftiş ederek Dehli’ye muvasalat etmiştir. +Hindistan’a yeni valilerle me’murin-i adliyye ve askeriyye +bir politikanın ta’kībine me’mur olduklarını bilumum Hindistan +matbuatı tarafından beyan ve tahmin edilmektedir. +– Hind müslümanlarıyla +putperestleri arasında–İngilizlerin sa’y ü gayretleri +neticesi olarak– mine’l-kadim cay-gir olan ihtilafat şu +son günlerde meveddet ve i’tilafa mübeddel olduğundan +– Afganistan ile Hindistan +hududunda mütemekkin olan kabail ile İngilizler arasındaki +münasebatın da aynı zamanda pek iyi olmadığını Hind gazeteleri +tarafından dermiyan olunmaktadır. + +---- +FAS HIMAYESI MUAHEDESI +---- + +Fransa ile Fas arasında mün’akid himaye muahedenamesinin +metni tercümesidir: +Fas’da ıslahat icrasıyla memleketin neşv ü nema-yı iktisadisine +müsaid ve intizam- ı dahili ve asayiş-i umumi üzerine +müesses bir idare-i muntazama vücuda getirmek arzusunda +bulunan Fransa Hükumet-i Cumhuriyyesi ile Hükumet-i +Şerifiyye aralarında mevadd-ı atiyye kararlaştırılmıştır: +Birinci Madde– Fransa Hükumet-i Cumhuriyyesi ve E­ +­ +mir Hazretleri Fransa hükumetinin Fas memleketine idhali +tensib edeceği ıslahat-ı idariyye adliyye tedrisiyye iktisadiyye +maliyye ve askeriyyenin icrasını kafil bir tarz-ı cedid-i +Bu usul-i idare hal ve mevki’-i diniyi Sultan Hazretleri’nin +mine’l-kadim haiz olduğu nüfuz ile mevkie lazım olan +ri’ayeti Din-i İslam’ın serbesti-i icrasıyla müessesat-ı diniyye +ve bilhassa müessesat-ı vakfiyyeyi muhafazayı kafil olacaktır. +met-i Şerifiyye Vaz’iyyet-i coğrafiyesi ve Fas sahilinde +arazisi bulunması i’tibarıyla İspanya hükumetinin haiz olduğu +menafi’ Hükumet-i Cumhuriyye ve Hükumet-i Mezkure +arasında bil-müzakere ta’yin ve tanzim edilecektir. +Tanca şehri evvelce kabul edilmiş olan vaz’iyet-i mahsusasını +muhafaza edecek ve teşkilat-ı belediyyesi bunun +üzerine ta’yin edilecektir. +de cereyanı maksadıyla mahzene ba’de’l-iş’ar Fas arazisinde +lazım olan mahaller işgal-i askeri tahtına almasını şimdiden +kabul ettiği gibi gerek karada ve gerek Fas sularında +harekat-ı inzibatiyye icra eyleyeceğini de tasdik eyler. +Üçüncü Madde – Hükumet-i Cumhuriyye Şerif Hazretleri’ne +şahıs ve tahtını tehdid veya memalik-i emiriyyelerinin +asayişini halel-dar edebilecek her tehlike karşısında muavenet-i +daimede bulunacağını taahhüd eyler. +Dördüncü Madde – Usul-i cedide-i himayenin icab edeceği +tedabir Fransa hükumetinin vaki’ olacak teklifi üzerine +Şerif Hazretleri veya taraflarından bu salahiyeti haiz +me’murin canibinden neşir ve i’lan edilecektir. Nizamat-ı +cedide ile nizamat-ı mevcudede ta’dilat icrası da bu suretle +cereyan edecektir. +Beşinci Madde – Fransa hükumetini Şerif Hazretleri nez­ +dinde mukīm ve cumhuriyetin Fas’daki bütün hukūk ve +salahiyetini haiz olan bir komiser temsil edecektir ki kendisi +bu muahede ahkamının icrasına me’murdur. +Mukīm komiser Şerif Hazretleri’yle ecnebi me’murları +arasında ve bu me’murların Fas hükumetiyle olacak münasebatına +yegane vasıta-i tebliğ ve tebellüğ olacaktır. Kendisi +bilhassa Memalik-i Şerifiyye’de ecanibe müteallık mesail ile +tevaggul vazifesiyle de muvazzaf olacaktır. Şerif Hazretleri’nin +na tasdik ve neşr [ü] i’lan salahiyetini de haiz bulunacaktır. +Altıncı Madde – Memalik-i ecnebiyyede Fas tebaasını ve +menafiini Fransız me’murin-i siyasiyye ve ticariyyesi temsil +ve himaye edeceklerdir. Şerif Hazretleri evvelce Fransa +Hükumet-i Cumhuriyyesi’nin re’y ve muvafakatini istihsal +eylemeden mahiyet-i beyne’d-düveliyyeyi haiz hiçbir akidde +bulunmayacağını taahhüd eder. +Yedinci madde – Fransa Hükumet-i Cumhuriyyesi ve +Hükumet-i Şerifiyye Fas istikrazatı tahvilatı hamillerine bahşedilmiş +olan hukūka ri’ayet etmek şartıyla hazine-i emiriyyenin +taahhüdatını icra ve tekalif-i memleketi muntazaman +cibayet eylemek üzere ıslahat-ı maliyye esasatını müttehiden +vaz’ ve ta’yin hakkını muhafaza ederler. +Sekizinci Madde – Şerif Hazretleri bila-vasıta ve bil-vasıta +her hangi bir şekil ve surette olur ise olsun bundan böyle +Fransa hükumetinin müsaadesi olmaksızın umumi veya +hususi istikraz akd etmeyeceğini ve imtiyaz vermeyeceğini +kabul ve tasdik eder. +Muhterem kari’lerimizden mesleğimize muvafık olmak +üzere pek kıymetli makaleler mektuplar alıyoruz. Bunları +haftası haftasına risalemize derc etmek aksa-yı temenniyatımızdır. +Lakin maatteessüf risalemizin hacmi bu emelimizin +tahakkukuna aşılmaz bir mani’ teşkil ediyor. Sebilürreşad +esasen on altı büyük sahifeden ibaret iken bu gibi kıymetli +asarı kısmen olsun kari’lerimize okutmak için kaç haftadır +yirmi sahife üzerine çıkarmak fedakarlığına katlanıyoruz. +Lakin bir bu kadar fedakarlık daha ihtiyar edilse yine maksad +te’min edilemeyecek. Diğer tarafdan böyle bir fedakarlığın +şimdiye kadar gelip arz ettiğimiz sebebden dolayı neşr olunamayan +gerek bundan böyle vürud edecek olan asar için +tarih-i vürudları i’tibarıyla birer sıra numarası yürütülecek +her eser nöbeti geldikçe derc edilecektir. Eser sahiblerinin +bu babda bizi ma’zur görmelerini an samimi’l-kalb niyaz +ederiz. +TEFSIR-İ ŞERIF + +---- +. . . +---- + + +---- +. . . +---- + +Tercümesi +“Vay o eksik ölçenlerin yanlış tartanların haline ki: Başkalarından +alırken dolu dolu alırlar da vermek için ölçer yahud +tartarken aldatırlar! Acaba bunlar büyük bir gün için +evet insanların huzur‑i Rabbü’l-alemin’de duracağı bir gün +* * * +Mutaffifin Suresi Mekkidir. Bazıları Medenidir diyorlar. +vesselam Efendimiz Medine’ye hicret buyurdukları zaman +şehrin ahalisi ölçüp tartmak hususunda pek insafsızca gidiyordu. +Sure bunlar yani ehl-i Medine hakkında nazil oldu. +“Tatfif”in ne demek olduğunu ikinci üçüncü ayetler zaten +bildiriyor. “İktiyal” ölçmek ölçüp almak ma’nalarınadır. +“ Nasın üzerindeki haklarını almak için ölçtükleri +tarttıkları zaman” demek oluyor. +ayetinde harf-i cer mahzufdur. +takdirindedir. +Nitekim; +Beyt-i meşhurunda lam mahzufdur: Kelam +takdirindedir. Ekme’u ‘asakıl nebat-ı evber hepsi de +yerde biten mantar demektir. Ancak iki evvelkisi iyi cinsinden +üçüncüsü yenmez kısmındandır. +Bazıları +ayet-i kerimesindeki “zann”ı +yakīn ma’nasına alıyorlar. Halbuki doğrudan doğruya +kendi ma’nasını vermek daha beliğdir. Zira ahirete yakīni +olanlar için böyle eksik tartmaya ötekini berikini aldatmaya +dolandırmaya zaten imkan tasavvur edilemez. Halbuki +murad-ı ilahi –Allahu a’lem– şöyle olacak: “Günün birinde +mek şöyle dursun bu hakīkati bir zan bir tahmin bir ihtimal +olarak hatıra getirmek bile bu gibi rezaili irtikaba mani’dir. +Öyle iken başkalarını aldatıyoruz da kazanıyoruz zu’muyla +hakīkatte alabildiğine aldananlar alabildiğine ziyan edenler +nasıl oluyor da bu hüsrana düşüyorlar? Yoksa ahiret hissinden +bunlar büsbütün mü mahrum?” +A’rabinin biri Halife Abdülmelik’e: “Allah mutaffifler +hakkında ne söylüyor işittin mi?” demiş. Demek istemiş +ki teraziyi ölçüyü biraz eksik tutanlara karşı Cenab-ı Hak o +kadar elim bir akıbet hazırlarsa; ya sen ki kuvvetine ceberutuna +dayanarak halkın malını mülkünü ölçüsüz hesapsız +olmak şartıyle boğazına geçiriyorsun... Acaba ferda-yı mahşerde +halin ne olacak? Vay asıl senin başına! + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac ve Ka’be +– – +Zaman geçtikçe ahd-i Halil uzaklaştıkça din-i İbrahim ve +kuvvet ve nüfuzu yavaş yavaş eksiliyordu. Fikr-i tevhid ve +olan vesenperestlik his ve arzusunu ta’dil edemiyordu. Gitgide +öyle oldu ki şirk dalalet bütün Ceziretü’l-arab’ı istila +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +etti. Ötede beride pek az kimseler Hazret-i Allah’a iman +ediyorlardı. Maamafih din-i İbrahim’in bazı erkan ve adabı +gerek Arabların ahval-i ruhiyyelerine gerek o zamanın düşünce +ve menfaatlerine muvafık geldiğinden hala ma’mulün-biha +bulunuyor eski kudsiyetlerini muhafaza ediyorlardı. +Hıtan gusül mazmaza istinşak savm… gibi adab ve +dahi kema-kan bakī idi. +Her sene hac mevsiminde etraf ve eknafdan birçok kimseler +hac niyetiyle ihrama girerek Mekke’ye gelir Ka’be-i +Mu’azzama’yı yedi defa tavaf Safa ile Merve arasında sa’y +eyler ehl-i Harem ile beraber Arafat ve Müzdelife vakfesini +ederlerdi. +lal eder fakat Kureyş Kinane kabileleri +diye telbiye ederek nefy-i şerik +putlarına dahi bir nevi’ mevki’-i ma’budiyyet ve şerikiyyet +veriyorlardı. +Remy-i cemeratı müteakıb Mina’da kurban keserek halk +[yahud] taksir ile ihramdan çıkıyorlardı. Mevsim-i haccın +gayri aylarda umre etmek dahi beyne’l-Arab büyük bir ibadet +sayılıyordu. Fakat umrenin hacca nisbeten mevkii dun +olduğundan her halde mevsim-i hacda eda edilememesi iktiza +ediyordu. +Muhrim alamet-i ihram olmak üzere boynuna yünden +bir kılade takardı ki bu suretle hallalın duçar olması melhuz +olan su’-i mu’amelelerden her türlü taarruzlardan masun +olurdu. İkmal-i hac edince Harem-i Şerif ağaçları kabuğundan +yahud orada biten otlardan bir kılade yaparak kendisinin +boynuna ta’lik eylerdi ki bu da o zatın haccını ikmal +eden bahtiyar ve binaenaleyh muhterem bir kimse bulunduğuna +delalet ederdi. +Hüccacın gerek alamet-i ihram gerek alamet-i ikmal +olmak üzere kılade takınmaları şübhesiz devr-i Halili’den +kalma bir hal değil belki ehl-i cahiliyyetin kendileri tarafından +edinilmiş bir adet idi. Bu adetin bir bidat olduğunda +şübhe olmamakla beraber tarihce hangi zamanda kimler +tarafından vaz’ edilmiş olduğu anlaşılamıyor. Olabilir ki +put­ +perestlik gibi bu da hariçten sirayet etmiştir. Zaten ahd-i +Halil uzaklaştıkça yavaş yavaş putperestlik sonra Arab-ı cahilenin +ahval-i ruhiyesine tercüman olabilecek bir çok örf ve +adetler ihdas olunduğu gibi bab-ı hacda dahi bir çok indi +bidatler ihtira’ edilmiş idi. Kureşiler Ka’be ve Mekke’nin +velayet ve idaresini ellerine geçirdikten sonra eben an ceddin +tevarüs tarikıyla intikal eden fakat izharı için henüz bir +zemin-i müsaid bulunamayan şerafet ve asalet da’vasını +beyne’l-Arab ileri sürmeye başlamışlardı; üzerinden asırlar +geçtikten sonra Hazret-i Halil’in ahfadından bulunduklarını +hatırlıyor buna istinad ederek kendilerinin bütün Arablara +karşı olan tefevvuk ve rüchanlarını iddia ediyor ve bu iddialarını +hakīkaten bütün kabail-i Araba dinletiyorlardı. Ka’be +ve Harem-i Şerif üzerinde olan velayetleri de da’valarını tervice +yardım ediyordu. İşte sonraları bütün bunları bahane +Kendileri ehl-i Harem sükkan-ı Mekke İbrahim ve İsmail +aleyhime’s-selam ahfadından iken haric-i Harem’de bulunan +Arafat’a gitmeleri guya sair Arablara göre Harem-i Şerif +ve mensubininin istihfafını mucib olacaktı. Guya sair kabail +Kureşileri haric-i Harem’e çıkarak Arafat vakfesinde bulunmalarından +dolayı fazilet ve şerafetce kendilerine müsavi +addedeceklerdi. Bu halde ehl-i Harem olmalarının bir faidesi +kalmıyordu. Mensubinine hürmet-i mahsusa ve imtiyaz +te’min edememesinden ihtimal ki Harem’in Ka’be’nin haric-i +Harem’de olan Arablarca nazar-ı i’tibardan düşmesi +lazım gelecekti. Bit-tabi’ bu ise işlerine gelmiyordu. Onun +Arafat vakfesi kendilerine mahsus olmak üzere terk edilmişti. +Daha sonraları Beni Kinane Beni Huzaa Beni Amir dahi +Kureşilere ittiba’ etmişlerdi; fakat sair kabail-i Arab eskisi +gibi her sene Arafat vakfesinde hazır bulunuyorlardı. +Kureyşiler erkan-ı hacdan olan vukūfu bilerek an +kasdin terk eyledikleri halde diğer tarafdan da hac ile kat’iyyen +münasebeti olmayan bir takım bidatler vaz’ etmişlerdi. +Onlarca ehl-i Harem’in ihramda iken yoğurt yememeleri +eritilmiş yağ isti’mal etmemeleri iktiza ediyordu… Bakılırsa +bu onlar için bir nevi’ perhiz gibi bir şey idi. Fakat nereden +sirayet etmiş olduğu tarihce ma’lum olamıyor. Maamafih +bu cihetin İsevilerden alınmış olması pek de müsteb’ad +değildir. Çünkü o zamanlar Ceziretü’l-arab’da Nasraniyet’i +kabul eden bir çok kimseler bulunduğu gibi Kureşiler ticaretle +Yemen’e Şam’a hatta Mısır’a kadar seyahat ediyor +bit-tabi’ yolda gittikleri yerlerde oranın İsevileri ile temasda +bulunuyorlardı. Olabilir ki Kureşiler İsevilerin yahud İsevi +münzevilerinin bazı mukavvi yemeklere karşı olan perhizlerinden +sak-ı nefs etmeyi münasib görmüştürler. +Daha sonraları muhrimin yünden yapılmış meskenlere +duhulünü gölgelenmesini tecviz etmiyor fakat güneşin +şiddetli hararetine karşı sahtiyandan ma’mul çadırın gölgesinde +barınabilmesine müsaade bulunduğunu i’tikad +e­ +di­ +yorlardı. Daha sonraları ehl-i hallin haric-i Harem’den +getirdikleri yemekleri yiyememeleri tavaf-ı kudumü ancak +Harem dahilinde tedarik edebilecekleri elbise ile icra edebilmeleri +hacda usul ittihaz edilmişti. Bu sebebe mebni afakīler +yiyeceklerini tavaf-ı kudum icrası için de giyecekleri elbiseyi +Harem dahilinde tedarik etmek mecburiyetinde bulunuyorlardı. +Yiyecek mes’elesi kolay idi. Sıcak bir yerde zaten +kanaatkar olan Arab için çok yemek lazım gelmiyordu. Aynı +zamanda rüesa-yı Kureyşçe yenilecek içilecek şeyler tevzii +suretiyle fukara-yı hüccaca muavenet de ediliyordu. Fakat +elbise mes’elesi böyle değil bazen Harem elbisesi tedarik +olunamıyordu. Böylelerde elbiselerini çıkarır çıplak olarak +lar kendi elbiseleriyle tavaf eyler fakat hemen tavafı ikmal +eder etmez o elbisesini çıkarır atarlardı ki ba’dema onları +kendilerinin hiçbir kimsenin de kullanması kat’iyyen caiz +olmazdı. Bu elbiselere de “luky” denilirdi. +Vakfe-i Arafat’ı müteakib tavaf-ı ziyareti ise erkekler +u­ +mu­ +men çıplak olarak kadınlar da kendi elbiselerini çıkarmak +şartıyla feracelere bürünerek icra eder böyle yapamadıkları +surette kendisiyle tavaf ettikleri libaslarını “luky” olmak +üzere bırakırlardı. +Fakat bütün bu bidatlerin de tarihce sebebleri bilinemiyor. +Ticaretle me’luf binaenaleyh kendi menfaatlerine ziyadesiyle +merbut olan Kureyş Beyt-i Şerif’in tavafında haric-i +Harem’den gelen elbisenin memnu’ edilmesinden ihtimal ki +bir faide-i maddiyye te’min etmek istiyorlardı. Zaten Harem +dahilinde elbise tedarikine mecbur olan hüccac şübhesiz +ehl-i Harem olan Kureşilerden satın alacaklardı. Çünkü o +zamanlar Mekke’nin sekenesi Harem ahalisi Kureşilerden +atleri bir menfaat-i maddiyye te’mini ümidiyle ihtira’ ettiklerine +kail olmak için yol açılır. +Hazret-i Halil Hazret-i İsmail devrinden başlayarak Kusay +bin Kilab zamanına buradan da zaman-ı bi’sete kadar +mürur eden asırlar zarfında hacc-ı şerif bütün kabail-i Arab +beyninde yavaş yavaş bir ibadet-i resmiyye şeklini almış +hac etmek her ferd için yegane bir emel-i dini olmuştu. Eşhür-i +Haram’da Ceziretü’l-arab’ın her tarafından bir çok insanlar +gelir ifa-yı hac ederlerdi. Fırsat buldukça her Arabın +hac etmesi asırların geçmesiyle adeta bir ihtiyac-ı tabii haline +girmişti. Şu suretle her sene mevsim-i hacda cezirenin +sair yerlerinde görülemeyen bir kalabalık toplanırdı. Bit-tabi’ +bunların yiyeceklerini içeceklerini giyeceklerini ve sair +muhtac bulundukları eşyayı orada arayacak olduklarından +alış veriş için dahi yol açılıyordu. İşte şu suretle başlayan +alış verişler gittikçe kesb-i intizam ederek mevsim-i hacca +müsadif olmak üzere Mekke civarlarında Ukaz Mecenne +Zü’l-mecaz ve sair panayırlar teessüs etmiş Arablarda ve +bilhassa Beni İsmail ve Kureşilerde fikr-i ticaretin uyanmasına +hizmet eylemiş idi. Mekke bir merkez-i dini olmakdan +başka bir de merkez-i ticaret olmuş idi. Fikr-i dini ile vukūa +gelen bu ictima’larda gitgide ticaretten başka bir de edebiyat +meclisleri kurulmaya başlamış idi. Cezirenin her tarafından +gelen meşahir-i üdeba için bu panayırlar hele Ukaz +panayırı geniş bir müsabaka meydanı olmuştu. Bu suretle +Arabların muhtelif lehçeleri birleşiyor; lisan ve edebiyatları +günden güne terakkī ediyor; kabail-i muhtelife yekdiğeriyle +tanışıyor beynlerinde bir ünsiyet husule geliyordu. +Arabları devr-i Halili’den başlayarak yavaş yavaş Ka’be-i +Mu’azzama’ya takrib ile beynlerinde fikr-i ticaretin uyanmasına +lisan ve şivelerinin birleşmesine edebiyatlarının terakkīsine +netice olarak tanışıp kesb-i ülfet etmelerine yardım +etmiştir… +Şehabeddin Sühreverdi’nin Avarıfü’l-Maarif +ünvanlı kitab-ı meşhuruyla Feridüddin-i Attar’ın +Tezkiretü’l-Evliya ’sı; Şa’rani’nin Tabakat-ı Kübra ’sı Abdüsselam +Nişaburi’nin Tabakat-ı Sufiyye ’si Kuşeyri’nin +Risale -i meşhuresi Muhiddin-i Arabi’nin Fütuhat-ı Mekkiyye +ve Füsus ’u Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi ’si +Cami’nin Nefahatü’l-Üns namındaki kitabı tasavvuf-ı İslami +hakkında yazılmış ma’ruf eserlerdir. +Ruh-ı nezihi lahuti bir aşk ile nale-saray-ı iştika olan İbn-i +Fariz’in Divan -ı meşhuru edebiyat-ı sufiyyenin en rengin +sahifelerini muhtevidir: +Matla’ıyla başlayan Kaside-i Yaiyye ’sindeki sanihat-ı +aliyye dura-dur bir nale-i aşk ve iştiyakdır. +Matla’lı Kaside-i Hamriyyesi ise gülbün-i ma’neviyyatın +revayih-ı mesti neşr eden ezhar-ı renga-rengiyle mala-maldır. +Ebu’l-feyz-i Hindi’nin: +Matla’lı kaside-i arifanesi bu yolda yazılmış en parlak +asardandır. Sühreverdi-i maktulün tasavvufa dair yazmış +ol­ +duğu Hikmetü’l-İşrak ve Heyakilü’n-Nur kapalı ve mucib-i +tereddüd bazı beyanatı muhtevidir. Sühreverdi felsefe-i +Yunaniyye ile hikmet-i işrakiyyeyi mezc ve kendi tarafından +dahi bazı ilavat icra ve ta’birat ve ıstılahat-ı mahsusa vaz’ +ederek bir meslek-i tasavvufi vaz’ına çalışmıştır. +Sühreverdi’nin zahir-i ifadatı akıl ve nakle pek de tevafuk +etmediğinden sebeb-i felaketi olmuştur. +Ömer Hayyam ve Hafız-ı Şirazi gibi bazı zevatın eserlerini +edebiyat-ı sufiyye miyanına idhal etmek pek de doğru +olamaz. +Hayyam’ın vahdet-i vücudu ima eder bazı rubaiyyatı +varsa da –evvelce müşarun-ileyhden bahsederken söylemiş +olduğumuz vechile– rubaiyyatın kısm-ı küllisi tasavvufdan +ziyade reybi ve bedbini mesleklerine daha yakın mazmunları +muhtevidir. Mesela: +Ve +gibi rubailerde reyb ve tereddüdün iğneleyici fikirleri mündemicdir. +Hayyam bir mutasavvıfdan ziyade mütefennin bir hakim +reybi bedbin ve müstehzi bir feylesof gibi düşünmüş ve öyle +yazmıştır. İngiliz facia-nüvis-i şehiri Şekspir’in Hamlet ’deki +şu: +Might stop a hole to keep the Wind away +Othat that carth which kept the world in awe +Should patch a wall to expel the winter’s flxv! +sözleriyle Ömer Hayyam’ın: +Ve +Rubaileri arasındaki ittihad-ı fikr şayan-ı dikkattir. +Hayyam aynı mevzuu Şekspir’in mazhar-ı takdir ve gıbtası +olacak bir lisan-ı nezahetle şu suretle tasvir ediyor: +Hayyam ef’al-i beşeriyyenin mahluk-ı Huda olmasıyla +müstelzim-i mücazat bulunması hususundaki şübhelerini +tereddüdlerini şu suretle ifşa ediyor: +Hayyam’ın ne kadar bedbin bir feylesof olduğu atideki +rubailerinden pek güzel anlaşılabilir: +: : : : +[] Hayyam mevcudiyetini kemiren reyb ve tereddüdün +can-şikaf ve müellim nalelerini tekrar etmekle ruhuna +bir tesliyet ve sükun aramış kainatı mütemadiyen baran-ı +sanki vaveyla-yı tazallümüyle bulutları dağıtmaya çalışmıştır: +Hayyam’ın: +gibi sözlerine bir ma’na-yı tasavvufi atf etmeye kalkışmaktan +telakkī etmek daha muvafıktır. +Tasavvuf-ı İslami hakkında açık ve vazıh bir fikir edinebilmek +dimağların sanihat-ı şi’riyyelerine veya Sühreverdi misilli +rakiyyunun vehmiyyat ile tev’em olan kapalı ve lastikli +fikirlerine karib mütalaat sahiblerinin eserlerine değil Gazzali +gibi müteşerri’ ve hakim fudalanın mecmua-i irfanlarına +müracaat edilmelidir. Mutasavvıfin-i İslamiyyeden bazılarının +beyanatı arasında hikmet-i işrakiyyeye karib fikirler de +yok değildir. +Mevlana Cami’nin Nefahatü’l-Üns ünvanlı kitabından +anlaşıldığına göre beyne’l-İslam ilk def’a sufi namı alan zat +Ebu Haşim olup bilahare Süfyan-ı Servi Rabia-i Adeviyye +Şeybetü’r-rai gibi eazım bu ünvanla iştihar eylemişlerdir. +Zünnun-ı Mısri Bayezid-i Bistami Hasan-ı Basri Cüneyd-i +Bağdadi Şakīk-i Belhi ve turuk-ı aliyye müessisleri +vaffak olmuşlardır. +Feridüddin-i Attar’ın Tezkiretü’l-Evliya ismindeki kitabında +erbab-ı tasavvuf hakkında tafsilat-ı kafiyye bulunabilir. +EDEBİYAT +Hayatı sevmeyen olmaz… Fakat nedense ona +Benim büyük ezeli müfritane bir meylim +Muhabbetim var; onu ben nasılsa pek severim; +Nasılsa katlanırım en ağır ezalarına. +O her dakīkada bir sahne-i fecia-i memat +Açar iken ona ben sine-i garam açarım; +Benim enise-i ruhumdur işte hiss-i hayat +Ölüm… Duyunca onu korkarım hemen kaçarım +Hayat… O her gün ezerken beni azabıyla +Onu yine severim; sevmemek elimde değil; +Nasılsa zevk alırım bar-ı ıztırabıyla. +Bana kalırsa: Yaşa rahat etme; ölme ezil +Hayır unutmuyorum ben o ıztırab ve gamı +Onun o neşve-i bi-sud ü bi-sebatıyla. +Hayır onun koca dağlar dayanmayan elemi +Çekilmez öyle iki üç günlük iltifatıyla. +Onu niçin severim?: Sağlığımda birgün ben +Görür de memleketin milletin saadetini +Nasibedar olurum belki iftiharından +Perestiş ettiren ancak budur hayata beni. +Bana hayatımı çok sevdiren evet bu ümid: +Ümid-i feyz ü teali ümid-i istikbal. +Hayat bence çalışmak hayat neyl-i kemal. +Odur eden yalınız zevk u şevkimi tecdid. +Evet o olmalı işte perestiş eyleyerek +Bize hayatımızı sevdiren sebeb yalınız; +Değil biraz yaşamak rahat etmek eğlenmek + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +Üçüncü Mertebe – Cibril-i Emin’in beşer suretinde temessül +ederek tebliğ etmesidir. Ehadis-i sahiha delaletiyle +ma’lum olduğu üzere melek-i müşarun-ileyh “Dıhye +bin Halife” radıyalahu anh şekil ve simasında zahir olarak +Kur’an-ı Kerim ’i tebliğ ve ta’lim ediyordu. Bu şekil ve surette +zuhuru cenab-ı Dıhye’nin vak’a-i Bedir’den sonra vaki’ +olan kabul-i İslamiyet’i zamanından evvel dahi vaki’ oluyurdu. +Bunu istib’ad edenler isabet etmemişlerdir. Çünkü +sahabi-i müşarun-ileyhin saadet-i ezeliyyesini izhar edeceği +ma’lum-ı İlahi olmasına binaen kendisi kabul-i İslamiyet’ten +evvel de nezd-i Sübhani’de mü’min addolunuyordu. Haiz +olduğu hüsn ü cemal ise adimü’l-emsal olmasından dolayı +Cibril-i Emin ale’d-devam onun şekil ve misali üzere temessül +etmiş olabilir. Rivayet-i mevsuka ile sabit olan vekayia +karşı taallül ve iştibah şan-ı erbab-ı basiret değildir. İmam-ı +Tirmizi rahimehullahın Abdullah bin Ömer radiyallahu +anhümadan rivayet ettiği vechile Cenab-ı Dihye huzur-ı +Risalet-penahi’ye gelip saadet-i ezeliyyesini izhar ettiği hengamda +Cibril aleyhisselamın onun suretinde zahir olmakta +bulunduğu bizzat Resul-i Ekrem tarafından hikaye buyurulmuş +bir hadis-i şerifde de +varid olmuştur. +Evet Cenab-ı Cibril bir defa Dıhye ra’in gayri bir racül +suretinde de zahir olarak bütün ashab-ı kirama görünmüştü. +Ancak o zaman Kur’an inzal etmeyip mühimmat-ı diniyyeye +aid bazı es’ile irad ederek taraf-ı Risalet-penahi’den i’ta olunan +ecvibenin istima’ıyla huzzarı müstefid etmişti. Hazret-i +Ömerü’l-Faruk ra’den bu kıssaya dair mervi olan hadis-i +şerife Hadis-i Cibril denir. İmam-ı Nevevi hazretlerinin meşhur +Hadis-i Erbain kitabında Sahih-i Müslim mündericatından +olmak üzere mezkur ikinci hadis-i şerif bundan ibarettir. +O esnada melek-i müşarun-ileyh kendisini kimsenin tanımadığı +–üzerinde alaim-i sefer mefkūd saçları gayet siyah +elbisesi pek beyaz– bir zat şeklinde mescid-i Resul’e girmiş +ve Resul-i Ekrem hazretlerinin önüne gelerek soracağı sualleri +sorduktan sonra mescidden çıkmış ve bir daha görünmemiş +ne Cebrail olduğu teayyün etmişti. Hadis-i şerif şöyle başlar: +Bu makamda bir sual-i meşhur vardır. Denir ki: Cibril-i +Emin ademi şekline girerek ruy-ı zemine indikte kendisinin +altı yüz kanatlı olan cism-i aslileri ne oluyordu ruhu cism-i +ahara intikal edince cism-i muka’abları ber-hayat olarak nasıl +kalabiliyordu? +Bu suale karşı Mevahib-i Ledünniye ’de şarih-i Buhari +Bedreddin-i Ayni merhumun naklettiği İzzeddin bin Abdüsselam +hazretlerine mensub cevapla iktifa edilmiştir. Cevab-ı +mezkur bir ruhun cesed-i ahara intikali cesed-i aslinin mevtini +mucib olacağını men’den ibarettir. Denir ki ruh-ı Cibril +şekl-i ademi üzere olan cisme intikal ettiği halde kendi +cism-i mübarekleri bütün maarif ve idrakatını havi olarak +ber-hayat kalabilirdi. Ruhun mufarakatıyla tareyan-ı mevt +cereyan adet-i İlahiye’ye binaen beni ademe mahsus bir +keyfiyettir. Melaike-i kiram hakkında da öyle olmak aklen +vacib değildir. +Bu suale daha başka suretle de cevap verilmiştir. Sufiye +cemaati ise alem-i ecsam ile alem-i ervah arasında letafet ve +kesafet i’tibarıyla mütavassıt bir alem-i diğer alem-i misal +lifede zuhurunu tecviz bu makūle rivayatı bu minval üzere +tevcih ediyorlar. +Lakin ekserin indinde racih olan Fethu’l-Bari ’de Hafız +messülde Cenab-ı Cibril’in cism-i aslisi hadd-ı zatında asla +tebeddül etmeyerek mikdar-ı zaidin müşahede eden zattan +muhtecib kalmasından ibarettir. Çünkü şekl-i ademide +temessül inkılab-ı mahiyyeti muktezi değil belki mahza +te’nis-i muhatab maksadıyla bir şekl-i ma’rufda zuhur etmek +demektir. Melaike-i kiram ise–cild-i evvelde sebk eylediği +üzere– bi-kudretillah bu hassaya malik bulunuyorlar ki +cihet-i fenniyyesi de orada izah olunmuştur. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Ora ahalisi siyadet iddiasında bulunduğu halde sadat-ı +kiramın ahlak-ı necibesine mugayir hal ve hareketten geri +durmaz ve fırsat buldukça birbirini öldürmekten çekinmez. +Ne ise buradan da hareket ederek Abrek kalesine vasıl olduk +ve Nushki yolunda yağan yağmur ve esen sert ruzgardan +elimiz ayağımız donacak derecelerde sıkıntı çektik. +Nushki’ye vusulümüzde ahalinin i’zaz ve ikramına mazhar +olarak bir gece kaldıktan sonra hareketle yola çıktık. Bir katre +suyu bulunmayan bir çöle düştüğümüz için geri dönmeye +mecbur olduk. Haran tarikinden giderseniz yolunuz dört +beş menzil uzar amma rahat edersiniz; dedilerse de ben çöl +yolundan gitmeyi tercih eyleyerek iki yüz deve kiralayıp o +tarik ile azimet ettik. Çok şükür ki hergün yağmur yağdı ve +muhtac olduğumuz su tedarik olundu. +On gün sonra Chagay’e yaklaştık ki sellerin yolları bozmasından +atlardan inmeye ve dizginlerinden tutup dize kadar +çamur içinde hayvanları yedmeye mecbur olduk. +Son menzilde gerek arkadaşlar gerek hayvanlar yürümekten +kaldılar. Bizzat yemek pişirip büsbütün kuvvetten +düşmüş olan rufekaya tevzi’ ettim. Bindiğim bu küheylandan +maada bütün atlar da yere yatmış ve hareketten kalmıştı. +Şu meşakkatle iki gün daha yürüyüp Chagay’e geldik. +Oranın hanı istikbalimize gelmediği için taaccüb ediyordum. +Kendimize menzil tehiyye eyleyerek birkaç gün istirahatten +sonra hanın hademesinden biri gelip efendisinin +ziyaretimize gelmek istediğini haber verdi. +– Şimdiye kadar niçin gelmedi? diye sordum. +– Ahali atlarını otlatmak için yaylaya gittiği cihetle şehirde +kimse kalmamıştı. Şimdi avdet edenlerden beş yüz kişi ile +mülakatınıza gelecek. Dedi. +– Buyursun cevabını verdik. Biraz sonra han kaleden +piyade olarak çıktı. Maiyeti arkasında bir katar teşkil ederek +geliyordu. Önlerinde biri dokuz diğeri on iki yaşında iki +küçük bulunuyordu ki saçlarının doğduklarından beri su ve +sabun görmediği anlaşılıyordu. Bu küçüklerin haline münasib +bir de sazende takımı vardı. +eyleyebildiği merasim-i istikbaliyye bunlardan ibaretti. +Chagay’de yirmi beş gün kadar oturduk. Bu müddet +zarfında atlarımız epeyce toplandı. Çünkü civar çayırlı ve +otlu idi. Ba’dehu hareket ve Hilmend nehri sahilinden Pelalek +tarafına azimetle altı gün sonra Şahgel’e muvasalat +ettik. Burası Beluçi serdarlarından Şah Gel’in ismini almıştı. +Kalesinde iki ihtiyardan başka kimse yoktu ki onlar da görünmemek +boş bırakıldığını sordum. +– Gaynat Emiri Alem Han’ın askeri Serdar Şerif Han-ı +Sistani kumandasında olarak gelip emval ve eşyamızı yağma +edecekler. O sebebden ahali yakın bir yere kaçıp gizlendi +cevabını verdiler. +Amcam: – Bize delalet ederseniz size muavenette bulunuruz +dedi. İhtiyarlar önümüze düşüp bizi Şah Gel’in? bulunduğu +mahalle götürdüler. Şah Gel bizi istikbal ve misafir +ederek muavenette bulunacağımıza memnun oldu. Gece +yarısı casuslarından ikisi gelip Sistan süvarilerinin kaleye +yarım menzil mesafede bulunduklarını ve yarın sabah buraya +geleceklerini haber verdi. Şah Gel: +– Yarın erkenden ahali ve eşya ile dağın üzerinde tahassun +etmek istiyorum dedi. Amcam da ne yapılmak lazım +geldiğini benden sordu. +– Nereyi isterlerse oraya gitsinler. Yalnız bir kılavuz versinler +ki onun delaletiyle Sistanilere karşı çıkalım dedim. +Şah Gel bir kılavuz bırakıp kendisi dağa çıktı. Biz de birkaç +saat yürüdükten sonra gördüğümüz tozdan süvarilerin gelmekte +olduğunu idrak ile cenge hazırlandık. Ben amcamdan +evvel gidip Sistanilere görününce şaşırdılar ve yaklaşıp: +– Kimsiniz? diye sordular. +– Afganız Pelüç değiliz. Cevabını verdim. Bu cevap üzerine +reisleri yanımıza geldi. Ona: +– Şah Gel ve tebaası Afganistan hükumetinin taht-ı himayesinde +bulunduğu için muavenetlerine geldik. Sistanlılar +kat’iyyen onlara ilişmemelidir dedim. Reis sözümü kabul +etmekle beraber Şah Gel’in gelip kendisine selam vermesini +şart koydu. Yanımızda kılavuza: +– Git Şah Gel’e söyle. Gelsin reise selam versin dedim. +Kılavuz gidip tebliğ ettiyse de Şah Gel’in hemşiresi biraderini +öldürürler yahud esir ederler fikriyle salıvermedi. Tekrar +adam gönderdim ve : +– Şah Gel amcamla gitsin. Ben de rehin olarak kalede +kalayım dedim. Buna razı oldular. Amcama da: +– Şah Gel’i beş gün fazla alıkoymayın dedim. +FAIZ HALİL EFENDI +Ulum-ı Arabiyye ve edebiyat ile fünun-ı riyaziyyede +behre-i külli sahibi zu-fünun bir zat olup tarihinde +Yedikule’de Cabi-zade Mustafa Efendi sulbünden dünyaya +gelerek tahsil-i ibtidaisini ba’de’l-ikmal ulum-ı aliyye ve +‘aliyyeyi Kara Halil Bostan Salih Mestçi-zade Abdullah +Mutavvelci Efendiler gibi efadıldan ve fünun-ı riyaziyyeyi +de zamanı riyaziyyunundan ahz ve teallüm eyledikten sonra +tedris-i ulum u te’lif-i asara başladı. Bir aralık şiirle de +mazhar olacak derecede inşad-ı şiire muvaffak oldu. Bu +hal ile evkat-güzar iken maatteessüf mübtela olduğu illet-i +sevda saikasıyla tarihinde hanesinde salben intihara +olan bütün aşinalarını hüzün ve elem deryasına ilka ederek +Yedikule haricindeki Kirişhane mezaristanında vedia-i hak-ı +fena kılındı. Asarının tab’ına himmet olunmadığı ve rahle-i +şeklinde yazılmıştır. +tedrisinde bulunan tüllab-ı ilme icazet vermeye muvaffak +olamadığı cihetle alem-i ilim ve fende iktisab-ı şöhret edemeyen +tali’-i nahse malik erbab-ı fazilettendir. +Asarı: +Risale fi’t-Tefsir : Sure-i Yunus’da olan +ayet-i kerimesinin tefsirine müteallıkdır. +Şerh-i Kaside-i Nuniyye : İlm-i Kelam’dan Mevlana Hızır +Bey merhumun meşhur-ı afak olan kasidesinin şerhidir. +Şerh-i Kelimat-ı Şerifiyye : Seyyid Şerif’in fenn-i adab +ve münazaradan olan risalesinin şerhidir. +Şerh-i Kavaid-i Farisiyye : Kübera-yı Mevleviyye’den +Edirneli Neşati Dede’nin Kavaid-i Farisiyye Risalesi ’nin şerhidir. +es-Savletü’l-Hizberiyye fi’l-Mesaili’l-Cebriyye : Ta’rifden +müstağnidir. +Fütuh-ı Alaiyye : İlm-i Hey’et-Nücum’da kīl ü kali mucib +olan mesailin halline dairdir. +Fezleketü’l-Hesab : Türkçe mükemmel bir kitap olup +bir nüshası kütüphane-i acizide vardır. +Ta’likat : Fenari-zade Hasan Çelebi’nin Mutavvel Haşiyesi +’nin bazı nikatına dairdir. +Kelimat-ı Usuliyye : Mass-ı duhana aid mesail-i usuliyeyi +mübeyyindir. +Divançe teşkil edecek kadar da eş’arı vardır ki başlıca +me’hazimiz olan Şakayık-ı Nu’maniyye Zeyli Şeyhi’deki bir +gazeli tab’-ı şairanesine delalet etmek üzere ber-vech-i ati +derc edildi: +Biz ki dilden emel-i rahatı dur eylemişiz +Çekilip guşe-i gamgaha huzur eylemişiz +Fikr-i didar ile hizmet-geh-i eyyam içre +Geşt-raz-ı emeli mezra’-i mur eylemişiz +Feyz-i tevfik ile piçide edince niceniz +Pençe-i şahs-ı gamm u mihnete dur eylemişiz +Halden dideyi hayfa ki edip biz tahvil +Mahv-ı nezzare-i didar-ı umur eylemişiz +Gösterip bezm-i belagatte yed-i beyzayı +Faiza arsa-geh-i alemi Tur eylemişiz. +KILIÇ DİNİ +Religion of the Sword +Bu eser-i mühim Liverpool Cem’iyet-i İslamiyyesi reisi +fadıl-ı muhterem Abdullah Quilliam Efendi hazretleri tarafından +şehr-i mezkur Cemiyet-i İslamiyyesi huzurunda i’ta +olunmak üzere tertib edilmiş bir Lecture Lekçır’ın görülen +lüzum üzerine muahharan tevsiinden vücuda gelmiştir. +Abdullah Quilliam Efendi hazretleri evvela bunu bir risale-i +muhtasara suretinde tab’ ettirmek istemişler ise de mes’elenin +ehemmiyet-i azimesine ve her tarafdan gösterilen mutalebata +mebni nihayet tevsi’ ve tekmilen üç cildden mürekkeb +bir eser-i mühim halinde tab’ olundu. Bu gibi asarın +maarif-i İslamiyemiz namına azim birer eser-i tekamül teşkil +ettiği halde bu ana kadar Türkçe’ye tercüme edilmemiş olması +büyük bir noksan idi. Binaenaleyh bu defa noksani-i +sa hüsn-i niyete yaver avn-i Bari’ye güvenilerek tercümesine +BİRİNCİ BAB +Din-i İsevi müdafiin-i müteaddidesinin en güvendikleri +ve ileri sürdükleri delailden biri de şudur ki: İseviyet i’layı +efkara hadim beşeriyete karşı hüsn-i niyyet ve sulh ve +müsalemetin müjdecisi olduğu halde İslamiyet büsbütün +başka bir mahiyet arz etmiş ve ta ibtidasından hal-i hazıra +kadar ancak kılıç kuvvetiyle neşir ve idame edilmiştir. +Fil-hakīka şu iddianın kısm-ı sanisi bu ana kadar tekrar tekrar +redd ü tekzib edilmiş ise de muarızlar el-an kavillerinde +oldu. +Sahaif-i atiyyede Musevilik İsevilik ve İslamiyet’ten ibaret +olan üç din-i azimin tarihini kemal-i bi-tarafi ve adalet ile +nazar-ı dikkate alarak her birinin kütüb-i mukaddesesinden +ve mensub bulundukları a’sar ve edvarın sahaif-i tarihiyyesinden +bu üç dinden hangisinin “kılıç dini” vasfına layık +olacağını irae ve isbata çalışacağız. +Bu vechile nefsimize tahmil eylediğim vazifenin kolay +bir şey olmadığından haberdarım; çünkü: Kendilerininkinden +maada her din ve mezhebi ale’l-fevr reddetmeyi va’z u +nasihat eyleyenler ile senelerce temadi eden münasebet ve +ünsiyetin tevlid eylediği tabii taassub kari’lerimiz üzerinde +nüfuz-ı müessirini gösterecek olduğu gibi beşeriyetin efkar-ı +cedideyi kabulden ziyade çocukluğundan beri dimağına +yerleşmiş olan efkara akaide rabt-ı nefs eylemek hasisa-i +tabiiyyesi de bu nüfuza munzam olacaktır. Gece yatağına +çekilip uyumaktan hoşlanmayan çocuk sabahleyin oradan +uyanıp kalkmaktan da aynı derecede hoşlanmaz! Hayatın +her safhasında “müceddid”ler umumiyet tarafından ve bilhassa +o müceddidinin tebligatı ile a’mal ve nazariyatı ibtal +edilen kısım nazarında bir düşman bir ahmak bir mecnun +addolunmuştur. +Bununla beraber bütün İngilizlerin malikiyetle +fahr eyledikleri serbesti-i tefekkür teslim-i hak hasisalarına +müracaatla piş-i nazarlarına vaz’ edilecek hakayık ve vesaikı +kemal-i i’tidal ve bi-tarafi ile muhakeme eylemelerini ve bu +takdirde verilecek hükm-i kat’iyi kemal-i i’tidal ile fikr-i kariine +terk edeceğimi arz eylerim. +Bu beyanatımıza şu mukaddimecikle başlamak isteriz: +Tarih-i alemde bir millet görülmemiştir ki: Ma’buda veya +ma’budlara bir sınıf-ı ruhaniye peygamberan-ı izama a’­ +yad ve eyyam-ı mübareke-i diniyyeye mukaddes esraren­ +giz ma’bedlere ve bir takım batıni hafiyyat-ı mu’dille-i i’tikadiyyeye +sahib olduğu halde bunların içine muhill-i hürmet +bazı zevaid girmemiş olsun ve akvam-ı Samiyye ünvanı +altında ma’lum olan bütün milel ve akvam evvelden beri +arz ve sema ve biharın halikı nazımı nazır ve hakimi olarak +Kadir-i Mutlak bir vücudun mevcudiyetine suret-i umumiyyede +beraber bir çok isimler ve sıfatlarla yad olunmakta idi. Ancak +kolayca anlaşılacağı vechile bu akīde-i aliyye ekseriya +–süfli ve dolaşık nevi’den– bir takım efkar-ı beşeriyye ile +setr olunmuş. İhtimal sunuf-ı ruhaniyyenin “künhüne vukūf +gayr-i mümkin olan” o mevcud-ı muazzamın sıfat ve temeyyüzatından +bazılarını kendilerine de teşmil etmek maksadıyla +tasni’ ettikleri bir takım tebligat-ı batıla ve mevzuat-ı esatiriyye +met ve müşevveşiyete ilka edilmiştir. Şemsin kamerin +nücumun ve seyyarelerin “vücud-ı semavi” fikriyle +karıştırılması ve sıra ile bunların vücud-ı vahid-i semavinin +vekilleri ikametgahı ordusu hatta bazen bizzat kendisi gibi +telakkī edilmesi bu nevi’dendir. +Bu vadiye nakl-i kelam etmek o kadar vasi’ bir saha-i +ted­ +kīk ve tetebbu’ açmak olur ki: O halde önümüzdeki +mes’­ +ele-i asliyyeyi hudud-ı ma’kūle ve münasibe dahilinde +tutabilmek imkanından harice çıkar. +Binaenaleyh: Bu sahifelerde – izah-ı efkar ve irae-i misal +eylemek üzere vaki’ olacak beyanat müstesna– Musevilik +alı­ +nacak mebahis aşağıki serlevhalar tahtında tertib olunacaktır: +­ +muştur? Bu din mensubini tarafından “vazife-i diniyye” +zehabı altında icra olunan muamelat-ı şiddetkarane neden +ederek bir neticeye vusule çalışmak. +TERBİYE VE TA’LIM +“DARU’D-DA’VETI VE’L-İRŞAD”DA +USUL-I TEDRIS VE TA’LIM +Bu ilim Kur’an-ı Hakim’in bizi tahsiline irşad eylediği +ulumun en büyüklerindendir. Binaenaleyh bu ilme ehemmiyet +vermek mesailini tahrir hükmüne ihtida etmek hususunda +en ziyade ileri giden müslümanlar olmak lazımdır. Bu +Mukaddime-i İbni Haldun ’dan bazı mesail-i ictimaiyye +alınır ve tenbihi lazım olan mesaile işaret olunarak yine +bundan bazı fasıllar ta’kīb olunur. Mesela: Arabdan naklen +söylemiş olduğu şeylerin bazılarında vaki’ olan hatalar ahval-i +nımızda medeni ve kibar takımlarının bedevi ve köylüler +üzerine galib olması gibi– mesail beyan olunur. Fakat kendi +zamanında yahud daha evvelkilerden bahs olunmaz. Bunlar +bir takım derslere yahud fasıllara taksim olunur ve sınıf-ı +mürşidinde okunur. +Bu ilme aid asr-ı hazırın muhtac oldu tertib üzere kitaplar +yazılır ruh-ı ibret hidayet-i İslamiyye nefh olunur ve sınıf-ı +duata okutulur. +Mesela: Gerek ilmin mukaddimesinde gerek mevzuunu +beyan ederken +ve bunların emsali pek çok ayat-ı +hikemiyye ve ehadis-i nebeviye zikr olunur. +Cem’iyyat-ı beşeriyyenin aslı sunufu meratib-i ictimaiyyesi +hususunda da +gibi ayat-ı kerime zikr edilir. +Cem’iyyat ve ictimaın kuvveti ittifak ve ittihadı amir te­ +nazu’ ve tefrikadan nahi olarak varid olan ayat-ı kerime ve +ehadis-i nebeviyye ile bildirilir. Bu babda varid olan a­ +yat-ı +kerime ve ehadis-i nebeviyye pek çok olduğu gibi Tirmi­ +zi’nin rivayet eylediği +hadis-i şerifi de bu +ma’nayadır. +Devletlerin milletlerin bir halden diğer bir hale intikaline +cari olan +ve +gibi kavanin-i İlahiyye gösterilir. +rid olan ayat-ı kerime ehadis-i nebeviyye asar-ı celile ile +beyan edilir; talebe bu ilimde ve kendisiyle amel lazım olan +şeylerde vücuh-ı ibret üzerine tenbih olunur. + +---- +MAKALAT +---- + +Tevhid ve İttihad +– – +Yazık… Kur’an-ı Kerim namına pa-mal-ı Salib olan +namus-ı İslamiyyet’e! Ya Rab! Bu ne dağlar dayanmaz felaket! +Bu ne hıred-suz musibet! +ca vahdet-i ırk ve neslin vahdet-i milliyyetin hiç de te’siri +olmuyor. O hey’et-i ictimaiyyenin liva-yı istiklalini sukūttan +muhafaza edemiyor. Hükumetini saltanatını yaşatamıyor. +Fas pek cüz’i olan Museviler istisna edilince on milyonluk +yekpare bir Arab milleti bir Haşimi saltanatı bir İslam +hükumeti idi. +Daha garibi şu ki Daru’l-emare olan Merakeş’te Abdullah-ı +Sağīr ile hicret etmiş yüz binden ziyade Gırnata ve +havalisi Arabları da var. Bunlar her Cuma günü cevami’-i +şerifede ellerini bargah-ı uluhiyete açarak ateşin yaşlar dökerek +tard ve ihrac olundukları Endülüs’ün tekrar feth u teshiri +duasıyla afakı sarsarlar! Kubbeleri inletirler! +Bu zemzeme-i niyazların bu velvele-i ricaların şeref-yab-ı +biyeleri kılıçları çekerler kaval tüfeklerini doldururlar; sanki +harb manevraları yapıyorlarmış yahud Endülüs’e geçmişler +de İspanyalılar karşısında bulunuyorlarmış gibi yekdiğerini +öldürmeye yaralamaya başlarlar! Ve nihayet Fransızlara +teslim-i silah ederek Salib’in zincir-i kahr u esaretine gerdenlerini +uzatırlar.! Endülüs’ü feth etmek isteyen kahramanların +şu hararetli duasına şu enin-i istirhamına bakınız bir +de şu teslim-i silahına..?! Fiili kavlini tekzib eden Kur’an-ı +Kerim ’e iman ile iftihar ederken ahkam-ı evamir ve nevahisine +arka çeviren bir milletin Cenab-ı Hak’dan göreceği iltifat +Zavallı cahiller bedbaht mutaassıblar artık şimdi Fransız +Meğer namus-ı istiklalleri dikiş gibi gözlerine batıyormuş! +Meğer o dualar hayat-ı tayyibe-i diniyeleri olan saltanat-ı +Kur’an aleyhine imiş! Yazıklar olsun! +Artık biz Osmanlı müslümanları insaf etmez miyiz? Bunlardan +lamaz mıyız? +Hakimiyet-i Kur’aniyye’nin saltanat-ı İslamiyye’nin Hi­ +lafet-i celile-i Muhammediyye’nin yeryüzünde yegane mümessili +biz kaldık. Eğer Avrupalılar bizi de Fas’a benzetmeye +Ahmediyye Ravza-i Mutahhara’ya hicret edecek; Cenab-ı +Kur’an-ı Hakim sidreye Levh-i Mahfuz’a çekilecek. Oradan +başta biz olduğumuz halde bütün alem-i İslam’a la’netler +nefretler yağdıracak. +Avrupalıların gaye-i amali Osmanlı mebna-yı saltanatını +yıkmak livaü’l-hamd-i Hilafeti zabt etmek parçalamak yırtıp +ayakları altında çiğnemektir. +Fas’a nazire olmak üzere biz de bu denaeti bu hıyaneti +bu mel’aneti irtikab edelim mi? O emanet-i kübra-yı Muhammediyye’nin +burc-ı istiklalimizden sukūtu şehadeti +ken­ +di öz ellerimizle esbabını hazırlayalım mı? +Biz Abdülhamid’in o kanlı pençe-i zulm ü istibdadında +bir sürü hayvan gibi esir değil miydik? Biz mahkum-ı inkıraz +ve izmihlal değilmiydik? Biz Avrupalıların Şark Mes’elesi namına +yüz elli seneden beri oynamakta oldukları trajedinin +son perdesini kaldırmak üzere bulunmuyor muyduk? Allah +bize acıdı. Hem layık olmadığımız bir merhameti ifaza buyurdu. +Şu On Temmuz İnkılabı’nı bize ihsan etti. Bizi o müd­ +hiş zindan-ı esaretten kurtardı. Cinan-ı hürriyyete firdevs-i +hakimiyyete soktu. Biz bu ni’met-i uzmanın kadrini bilsek +ya! Şımarmasak kudurmasak hakk-ı şükranını edaya hasr-ı +enfas etsek ya! Nedir bu velvele-i nifak? Nedir bu hay-ı huy-ı +şikak? Cenab-ı Hak +buyurmuyor mu? Bu +ayet-i celilenin bize has olan hitab-ı ezelisi şöyle diyor: “Ey +müslümanlar hablullahi’l-metin olan Kur’an’ıma hepiniz birden +dört el ile sımsıkı sarılınız! O düstur-ı ezeliden o hüden +li’l-müttekīnden ayrılıp ta duçar-ı tefrika olmayınız! Yad +ediniz gözünüz önüne getiriniz o kara günleri o eyyam-ı +felaketi ki siz birbirinize düşman idiniz! Siz yekdiğeriniz aleyhinde +hafiyelik eder jurnaller verir hanmanlar yıkar aileler +ocaklar söndürürdünüz. Siz dün yetimler alil pederler kötürüm +analar ağlatırdınız! Siz zindanlarda menfalarda zincirler +sürükler; eninler feryadlar ederdiniz! Siz camilerinizde +adl ü ihsanı emanetin ehline tevdi’ini her işinizde meşvereti +emreden zulme istibdada la’net-han olan ayat-ı celile-i +Kur’aniye’yi cehren tilavetten men’ olunur; daha namazdan +selam vermeden hafiyelerin kandilleri cebren söndürmek +gür ağlayarak çıkar giderdiniz! Siz vatanınızın namus-ı istiklalinizin +kişver-i Hilafet’in can çekişmekte olduğunu kolu +bağlı esirler gibi seyreder ve imdadına koşamazdınız. İnkırazınıza +mahvınıza ramak kalmıştı. Allah; sizin kalblerinizi +te’lif etti. Sizi Kur’an-ı Kerim ’in etrafına topladı. Sizi barıştırdı +öpüştürdü. Göz yaşları dökerek “Ya ölüm ya hürriyet” +diye Kur’an’ımı öptünüz! Üzerine el basarak yeminler kasemler +ahidler misaklar ettiniz! Ve o sayede hür olarak On +Temmuz sabahü’l-hayr-i inkılabına dahil oldunuz! Allah’ın +size lutfen ve merhameten ifaza ve ibzal buyurduğu +şu bi-nazir ni’met-i uzmanın kadrini biliniz! Daima müttehid +daima yekvücud olduğunuz halde livaü’l-hamd-i Hilafet altında +hürriyetinizle şevket ve saltanatınızla yaşayınız yaşamaya +çalışınız!... +SİYASİYAT +Birçok zamandan beri deveran etmekte olan tavassut +şayiaları nihayet kesb-i tahakkuk etti. Zaten süfera-yı ecnebiye +Rusya sefir-i cedidi Mösyö Dekirs’in Dersaadet’e vüruduna +muntazırdılar. Müşarun-ileyh de bundan birkaç gün mukaddem +şehrimize vasıl olmuştur. +Fakat şu tavassut ne şekil ve surette icra edilecekti? İşte +biz Osmanlıları en ziyade düşündürecek mes’ele bundan +çok şayialar deveran etmekte idi. Bazıları Rusya hükumeti +yetini ve Osmanlılar hakkında bir meslek-i hayr-hahane ve +def’aten azlini ileri sürerek Mösyö Dekirs’in tavassuta dair +hükumetinden tebligat-ı fevkalade almış olduğunu ve tavassuta +bir şekil ve suret-i tazyikıyye vermek için me’mur +olduğunu iddia ediyorlardı. Diğerleri ise şu şayiaların hilaf-ı +hakīkat olduğunu Mösyö Dekirs de başka sefirler ile tevfik +ve teşrik-i efkar ve amal ederek onlar ile müttehiden hareket +edeceğini ve tavassuta asla bir şekil ve suret-i tazyik verilmeyeceğini +te’min ediyorlardı. +Fakat ta evvelden şu ikinci fikrin daha ziyade muvafık-ı +hakīkat olduğu müsellem idi. Zira hükumat-ı muazzama tazyik +muamelesinin pek fahiş bir haksızlık ve tarafgirlik olduğunu +maamafih tazyikin hiçbir semere vermeyeceğini bilakis +ortalığı daha ziyade karıştıracağını nazar-ı dikkate alarak +tazyikten vazgeçerek her iki muharib tarafla aynı muamelede +bulunmayı tercih edeceklerdi. Binaenaleyh Rusya +hükumetinin tavassut hakkında ittihad-ı düveliden ayrılarak +yalnız başına iş göreceği ve kendisini açık ve muhakkak bir +ric’at-i siyasiyyeye giriftar edeceği pek de muhtemel değildi. +Jöntürk gazetesinin bir menba’-ı mevsuktan almış olduğu +şu mülahazatı cereyan-ı havadis de te’yid etti. Mezkur gazetenin +şu fıkrasına binaen hükumat-ı mutavassıta Babıali’ye +bir nota göndererek sulh hakkında re’yini istifsar etmekle +şerait üzerine akd-i sulha razı olabileceğini sormakla beraber +yalnız Babıali tarafından serd edilecek şeraitin kabil-i +kabul olabileceği hakkında temenniyatta bulunacaklardı. +Fil-hakīka Salı günü vuku’ bulan istimzac bu suretle oldu. +ve şeref-i millimize asla dokunamayacak bir şekilde yapılmış +olmakla beraber doğrusu şu tavassutun asla hikmet ve +sırrını anlayamıyoruz. Acaba hükumat-ı muazzama hangi +mülahazata esasata istinaden şu tavassutu yapıyor? +Acaba hükumet-i Osmaniyye’nin vereceği yegane cevabı +hükumat-ı mezkure şimdiye kadar kesdirememişler midir? +Efkar-ı umumiyye-i Osmaniyye ta bidayet-i harbden beri tavassut +ve sulh hakkında kendi efkar ve hissiyatını tamamıyla +ve mufassalan beyan etmiştir. +Osmanlılar kimseye tecavüz etmediler ve el-an da etmek +mediler ve etmek fikrinde bile değildirler. Günün birinde +anud ve mütehevvir bir düşman bütün adat ve merasim-i +beyne’l-mileli çiğneyerek medeniyet-i hazıranın bütün ka­ +vaid ve esaslarını istihkar ederek bila-sebeb ve bahane bize +hücum etti. Biz ise Cenab-ı Hakk’ın bütün kainat bütün +mevcudata bahşetmiş olduğu tabii bir hakka hakk-ı müdafaa-i +nefse sarılarak kendimizi muhafazaya atıldık. Müdafaa-i +nefs hakkı hayatın netice-i gayr-i mufarıkı olarak Vacibü’l-vücud +hazretleri tarafından bütün zi-hayatın uhdesine +tevdi’ edilmiştir. Bu aynı zamanda bir salahiyet ve bir vazife +olduğu için hiçbir zi-vücud ister tek tek efrad olsun ister +hey’et-i ictimaiyye olsun ne şu hakkından vazgeçebilir ne +de şu vazifesinin ifasına lakayd kalabilir. Vazgeçerse lakayd +kalırsa hakk-ı hayattan vazgeçmiş olur intihar etmiş olur! +Şimdi bizi şu hakkımızdan istifade ve şu vazifemizi ifaya +mecbur eden bir tarafdan İtalya ve diğer tarafdan Avrupa’nın +olduğu vaz’iyet-i lakaydisi olmuştur. Demek ki İtalya ve Avrupa’nın +bize karşı almış oldukları vaz’iyet ne kadar devam +ederse o kadar biz müdafaa-i nefs hak ve vazifemizi isti’mal +ve ifa etmekle mükellefiz. +Fakat acaba İtalya hangi hak ve esas üzerine bugün üzerimize +atılmıştır? Zannetmeyiniz ki küre-i arzda ve hatta İtalya’nın +kendisinde az çok vicdan ve namus sahibi olan bir +zat bulunsun da şu suale karşı müsbet bir cevap verebilsin! +Bütün cihan İtalya’nın haksızlığını teslim etti. Bütün cihan +etti! Bütün Avrupa esatize-i hukūku İtalya’nın bizimle muharebe +etmeye asla hakkı olmadığını beyan ettiler. Demek ki +hiçbir şey kalmıyor. Şu devlet yalnız kuvvet ve zor namına +hareket ediyor. Fakat acaba Avrupa medeniyetince Avrupa +nazariyat-ı hukūkiyyesince yalnız kuvvet ve zor bir menba’-ı +hak ve salahiyyet bir sebeb-i meşru’-ı harb diye tanınmış +mıdır? Elbette ki bütün Avrupa bütün beşeriyet-i medeniyye-i +hazıra şu suale karşı “Hayır!” diye cevap verir. Lakin +biz bir an için olsun farz edelim tanınmıştır. Farz edelim ki +Avrupa vicdanı kuvvet ve zora karşı kendisini gösteremiyor +kuvvet ve zorun yapmakta olduğu “emr-i vaki’”leri kabul +etmek mecburiyetinde bulunuyor; fakat şu faraziyatı kabul +etsek bile İtalya onların bahş edebileceği fevaidden kendisini +mahrum etmiştir. Zira İtalya bütün cihana kendisinin +her haktan mahrum olduğunu isbat ettiği gibi her kuvvet ve +zordan da mahrum olduğunu gösterdi. Muharebe el-yevm +yedinci ayını geçirmektedir. Şu müddet-i medide esnasında +Şimdiye kadar elde etmiş oldukları sahanın vüs’ati sefain-i +bahriye toplarının gülle menzilinden ziyade değildir. Öteki +tarafa doğru bir hatve bile atamamışlardır. Atmak istedikleri +zamanlarda daima feci’ ve elim bir surette geriye doğru +koğulmuşlardır! Demek ki İtalyanlar bütün haklar içinde en +menfuru beşeriyet için bir leke teşkil eden hakk-ı kuvvetten +bile istifade edemezler! +Hal böyle iken acaba tavassut hangi mülahazat ve +esaslar üzerine yapılabilir? Acaba bir haydut ve katil ile bir +ma’sum arasında te’min-i sulh için nasıl tavassut edilebilir? +Eşhas-ı salise ya tamamı ile işe karışmayarak mes’elenin +hallini tarafeyne bırakmalıdır yahud karışmak istiyorlarsa +mutlaka ve mecburen ma’sumu himaye ve vikaye için karışacaklardır. +Bunların arasında üçüncü bir şık kabil-i tasavvur +bile değildir. +Evet hükumat-ı muazzama buna karşı kendilerinin de +muharebeden mutazarrır olduklarını ileri sürebilirler. Bu +doğrudur. Fakat muharebeyi biz yapmıyoruz ki! Onlar mutazarrır +olmak istemiyorlarsa ya evvelce muharebeye meydan +vermemelidirler yahud sonra muharebeye sebep olanı +muharebe edeni durdurmalıdırlar. +Hükumat-ı muazzama bunu sarahaten bilmelidirler +ki İtalya bize hücum etmekte devam edince biz de hakk-ı +sarihimiz olan müdafaa-i nefse koşacağız! Hiçbir hükumet-i +Osmaniyye mutasavver değildir ki şu hakk-ı sarihinden vazgeçsin +yahud geçebilsin! Binaenaleyh Avrupa hükumetleri +muharebeye hakīkaten nihayet vermek istiyorlarsa evvel +be-evvel İtalya’yı Trablus’dan çıkarmalıdırlar! Başka suretle +akd-i sulhün ihtimali bile yoktur. +* * * +BÜTÜN MÜSLÜMANLARI TOPLAYACAK BIR +KUVVE-I İLMIYYE LAZIM +Çok yazılar yazılıyor; fakat esasa henüz bir adım atılmıyor. +Her ferd-i zi-fazl münferiden çalışmak istiyor; aynı zamanda +da ittihad tevhid sadası ayyuka çıkarılıyor. İttihad +tihad ve bir maksad uğrunda müctemian çalışmaları lazım +geliyor. Halbuki bu nokta-i nazarda müttehid olan ulemayı +tezahür-i hakīkat için olsa bile beynlerinde münakaşat hiç +eksik olmuyor. Zamanımızda münakaşa ile meydana çıkacak +ve fakat mevki’-i tatbik bulmayacak bin hakīkatten ittihad-ı +fikirle kabul ve tatbik olunacak bir kaide-i adl daha +ziyade nef’-dar olacaktır. +Ma’lum olan esaslara karşı ulema beynindeki ihtilaf +münakaşa ne oluyor? Tarafeyn yekdiğerinin fikr-i esasilerine +vakıf değilmiş gibi kendi fikrindeki ısrar nedir? Bunları +Devr-i Meşrutiyet hükm-i meşruiyetin an’anesiyle zaman-ı +zuhuru değil midir? Bu devrin tuluuyla her kitle-i nas bir +cem’iyet bayrağı altında toplanmış muhafaza-i mevki’-i +milli ve siyasi ve iktisadi ile uğraşmakta bir hak bir vazife +bulmuş iken ulema-i İslam ne için vazifelerini takdir ederek +bir ittihad-ı ilmi teşkil edemedi? Cem’iyet-i İlmiyye-i İslamiyye +namıyla verilen bir ism-i ali İslamlarda pek büyük ümid-i +necat uyandırmışken bu cemiyet ne için vazifesini ta’yin +ederek teessüs edemedi. +ve tedenninin hep mes’ul-i yeganesi ulemasıdır. İslamiyet’te +ruhbaniyet yoktur; fakat İslam her alimi varis-i Nebi bilir; +onun emrine i’tikadı nisbetinde münkad olur; götürdüğü +uçurumlara bi-perva bila-teemmül sukūt eder; biçarenin +maksadı sukūt değil i’tiladır; körükörüne itaati bais-i nekbeti +oluyor; insaf buyurulsun ki bu itaat celb-i fevz içindir. +Bu safvet-i vicdanı bilerek bilmeyerek bin türlü tehlikelere +ma’ruz eden ulema nasıl olur da mes’uliyet-i maddiyye ve +ma’neviyyeden kurtulur? +Geçmişleri düşünmeyelim; hal-i hazıra bakalım: Şu dört +sene-i kamilede tamamen serbest olan ulemanın İslamlar +her yere kol salmış cem’iyetleri? Hani bu cem’iyetlerin idaresinde +açılmış medrese-i cedideler? Yoksa mevcud medreselerdeki +usul-i ta’limi henüz muhafaza tarafdarı mıyız? +Haşa; ulema arasında her gün asarı görülen ashab-ı fazl u +zaya muktedir olduğunu bildiğimdendir ki bu feryadımı takdim +ediyorum. Ulemanın millet-i İslamiyyeye rehber olması +yet bile makasıd-ı şahsiyye ta’kīb ettiği müddetçe payidar +olamayacağına nazaran cem’iyyat-ı mevcudenin makasıd-ı +şahsiyyeden teberri edeceği tabiidir. +Bugün müslümanlar perişan bir halde ulemanın ise +dedikodudan başını kaldırdıkları yok. Arada Müslümanlık +gaib ediyor vatan zarar görüyor. Artık şikaka ene-enteye +vatanın vatan-ı İslam’ın tahammülü yok milletimizin cereyan-ı +efkar ve i’tikadını idare ile mükellef olan erbab-ı fazl +ü zeka daha ne bekliyorlar? Maazallah din bittikten vatan +munkarız olduktan sonra mı çalışmaya başlayacağız? Ne +yapılacaksa yapılsın. Bütün müslümanlar ulemadan hayat +faaliyet bekliyor. +Hemen işe başlamalı memalik-i İslamiyyenin her köşesinde +zaten mevcud olan ulema-yı İslam hemen birleşerek +el birliğiyle çalışmalı. Zira ancak bu sayede din i’tila bulacak +zira ancak bu sayede vatan kurtulacaktır. +Şurada burada şeriat isteriz diye vukū’ bulan yaygaracılık +ma’ruzatım vechile ulema arkasından koşmasını bais-i +saadet bilen efrad-ı İslamiyyeyi ıdlal etmiş sıfat-ı ilmiyyeden +ari fakat kisvesini mültebis erbab-ı mefsedete ittibadan +tevellüd etmiş asar-ı dalaldir. Ulema-yı İslam’ın göğsünden +bu fesadları kal’ ederek maksad-ı alisini şeraitin müsaadesi +dairesinde te’min için uğraşmalı İslamların hayat-ı umumiyyesini +yoluna koymaya gayret etmeli. Zamanın icabatına göre bütün +müslümanlar için bir program çizmeli muhtelif yollarda +nalan ve perişan kalan bu milyonlarca kitle-i muvahhideyi +caddeye çıkarmalı; elele verdirmeli evc-i reşad ve saadete +Maksadım münferiden vazifelerini hiçbirisi ifaya muktedir +olamayacağı emsali delaletiyle kamilen anlaşıldığından +bir maksad-ı ali altında ictima’larını neye mütevakkıfsa ele +alınması için ulema-yı İslam’dan Sebilürreşad vasıtasıyla istimdad +eylemektir efendim. +DERSAADET’TE +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESINE +Muhterem Efendim +Evvela sizden şu karalamış olduğum şeyleri bir genç +müslümanın figan-ı vicdanisi olarak telakkī etmenizi rica +ederim. Evet bu öyle bir figandır ki biz İslamların hayat +ve mematıyla müsavidir. Acizleri dünyanın oldukça germ +ü serdini çekmiş hakīkat-i dine muttali’ olmak üzere biraz +da tetebbuatta bulunmuşumdur. Şimdiye kadar hami-i İslamiyet +olan Osmanlılığın fedakar bir evladı olduğum gibi +durduğum seyahat ettiğim yerlerde tesadüf [ ] eylediğim +olarak irae etmekte kusur etmedim velhasıl onun terakkīsi +hususunda elimden gelini gerek şifahen ve gerek kalemen +Lakin neden son zamanlarda zihnime tebadür eden bir +mes’elenin bar-ı tazyikı altında dimağım eziliyor adeta mahvoluyor? +Hayli vakittir bu fikir; oturduğum kalktığım velhasıl +her vakit kuvve-i müfekkiremi işgal ediyor. Düşünüyor +mütemadiyen düşünüyorum; düşündükçe de yekdiğerini +nakız neticeler elde ediyorum. Bazı defalar bir fikirde sebat +etmek isterim fakat ejderha-yı reyb rahat bırakıyor mu!. +Akūrane hücumuyla havsala-i tefekküratımı zir ü zeber eyliyor…! +Zaten vüsat-i bidaa ashabından olmadığımdan bu +hücum-ı müdhişlerin karşısında lal ve mebhut kalıyorum…! +Diyorum ki: Niçin memleketimizde dine olan biganelik +gittikçe tevessü’ ediyor? Garb için bir afet olan bu maraz-ı +mühlik memalik-i İslamiyye için mahv u inkırazdan başka +bir şey olmadığını hemen herkes tasdik ettiği halde niçin bu +kadar intişar ediyor..! +Bu suale i’ta olunacak cevaplar pek çok ise de bunu atiye +ta’lik ile asıl fikr-i aciziyi işgal eden mes’eleye gelelim: +Ma’lum-ı alinizdir ki bu kadar ecnas-ı muhtelife ile mes­ +kun vatanımızda millet-i vahide teşkili gayr-i kabildir. Buna +edyan farkı lisan farkı ırk farkı mani’ olduğu gibi anasır-ı +mahkumenin hakimlerden daha açık göz olmaları bu imkansızlığı +bir kat daha teşdid ediyor. Şu halde bizim için iki +cihet kalıyor: Ya “Panislamizm” ya “Panturanizm”. Şimdiye +kadar işitiyor görüyor ve tecrübelerimle sabit oluyor ki mütefekkir +geçinenlerimizden kısm-ı a’zamı –evvelce zikrettiğim +gibi– dine bigane kalan kısımlardandır bir kimsede gayret-i +diniyye olmayınca o kimsenin “ittihad-ı İslam”ı ta’kīb edemeyeceği +bedihidir çünkü onların iddialarınca yakında – +onlarda olduğu vechile– zaaf-ı dini her tarafı istila edecek +binaenaleyh din zaifleyince ırkan lisanen yekdiğerinden muteferrik +bulunan bu kitle-i muazzama-i beşeriyyenin de birbirlerine +olan merbutiyet-i ma’neviyyeleri çözülecek imiş…! +Kaldı ki “Tevhid-i etrak”! işte bu kısmın ta’kīb e­ +debilecekleri +bir gaye bir maksad varsa o da bu olabilecekmiş…! +Din-i celilden kat’-ı alaka edenlerin ta’kīb edecekleri bu +siyaseti –kendi namıma– tabii bulurum zira asr-ı hazır dinden +ziyade “fikr-i milliyyet” arkasından koşuyor Avrupalılar +dini bir vasıta-i cerr ü menfaat bir alet-i nifak olarak isti’mal +ettiklerini ve din perdesi altında Şark’da ne fırıldaklar çevirdiklerini +hepimiz biliyoruz. +çoktur. Ezcümle fırka münazaatı mes’elesinde matbuatta +bir takım dini münakaşat olduğu gibi mu’tekıdanın da yekdiğerlerine +karşı bir alet olarak ittihaz edildiğini maatteessüf +gördük ve elan görmekteyiz. Hace-i muhterem Sibiryalı +Hacı Abdürreşid İbrahim Efendi hazretlerinin dediği gibi; +hakayık-ı İslamiyyeyi akvam-ı mütemeddinenin hakīkat-bin +olanları takdir ve tasdik ettikleri halde burada aksü’l-amel +Şehbender-zade Filibeli Ahmed Hilmi Efendi’nin Tarih-i +temeddün etmek için geçirdikleri serencam-ı felaketleri acaba +biz de mi geçirmek ıztırarında kalacağız… Fakat hal-i hazırımız +o zamanla kabil-i kıyas mıdır…? +Bu gidişle Arabistan’da için için yanmakta olan Hilafet +mes’ele-i mühimmesinin ansızın patlamayacağını kim +te’min eder..? Bu mahuf mes’ele yalnız Arabistan için değil +Türk olmayan anasır-ı saire-i müslime için de mühimdir..! +bundan birkaç mah mukaddem bir Arnavud arkadaşımla +vukū’ bulan musahabemdir. Müsaadenizle size cereyan +eden mübaheseyi arz edeyim: Bahsimiz İslamiyet hakkında +“Hilafetin müslüman Arnavudlar üzerindeki te’sir ve nüfuzu +gayr-i kabil-i inkardır fakat son zamanlarda ta’kīb edilen +siyaset Arnavud mütefekkirini üzerinde derin bir su-i te’sir +husule getirdi ben kendi namıma bunu haklı buluyorum +çünkü Arnavudlar Türklüğe değil İslam olmaları hasebiyle +Osmanlılığa zahir oluyorlar” diyordu. +sir dimağımı eziyor düşüyor mütemadiyen düşünüyorum: +Acaba sonu ne olacak…? İttihad-ı etrak politikasını ta’­ +kīb +edenler nasıl bu tehlikeleri göremiyorlar hayret ediyorum. +Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz kabile +ve kavmiyet tefrikalarını kaldırmak bütün müslümanları +kelime-i vahidede cem’ etmek için ne kadar çalıştı? Şimdi +asırlardan beri kurulmuş ali bir esası yıkıp da yine edvar-ı +cahiliyyeye mi rücu’ etmek istiyoruz? Bütün akvam-ı muhtelife-i +lük” namına hareket edip de “İslam”lığı kale almamaları +ne kadar teessüflere şayandır. Belki başka muhit havasıyla +meşbu’ olan fikirler böyle sakīm bir politika ta’kībinde kendilerini +haklı bulurlar. Fakat bu vatanın vatan-ı Hilafet’in +sadık Türk evladları şunu iyice bilmelidirler ki bu hayal-amiz +politikanın neticesi inkısam-ı kelimeden izmihlal-i hayattan +başka bir şey değildir. Zira Türk olmayanları makam-ı celil-i +Hilafet’e rabt eden Türklük değil Müslümanlık’tır. Böyle +avuçları içine alarak düşünsünler vicdanlarını dinlesinler +duydukları sadayı da lutfen bize bildirsinler. +ABDÜRREŞID İBRAHIM EFENDI +HAZRETLERINE AÇIK MA’RUZAT +Esselamu aleyküm: +Hazret! – Asker ikidir: +Harb askeri dua askeri– hadis-i şerifi ma’lum-ı fadılanenizdir. +Bugün ebediyen düşmanımız olan İtalya canavarlarını +ma’şuka-i vicdanımız olan vatanımızdan tard ve teb’id etmek +üzere Trablus ve Bingazi darü’l-harbinde bulunan asakir +ve mücahidin-i İslamiyye harb askeri biz de dua askeriyiz. +Ruy-ı zeminde mevcud bu kadar milyon İslam İslamların +galibiyeti düşmanımızın mağlubiyet ve makhuriyeti +uğrunda her zaman Cenab-ı Hakk’a duadan istirhamdan +hali değildir. Zat-ı fadılaneleri Bingazi darü’l-harbine gittiniz +orada İslamları teşci’ ve gazaya teşvik ettiniz ihtimal ki: +Birkaç muharebede de bulundunuz; bir harb askeri olmak +şeref ve faziletine nail oldunuz. Bundan başka esasen de bir +dua askeri idiniz. Bundan dolayı Resul-i Ekrem Efendi­ +mizin +amcazadeleri Hazret-i Cafer’e radıyallahu anh ga­ +zavat-ı +Hazret-i Peygamberinin en büyüklerinden olan Mu­ +te muharebesinde +heyn” vasf-ı cemilini i’ta buyurdukları gibi siz de bu vasf +dua askeri huzur-ı İlahi’de +hadis-i şerifi +askerinin indallah mevkii daha mübeccel ve derecesi daha +mükerremdir. Mute gazasında bizzat Resul-i Ekrem Efendimiz +ashab-ı kiramını müstashiben avdet buyuran guzat-ı +rebesi de Trablus muharebesinin hemen aynı gibidir. Asakir-i +yar Abdullah bin Revaha Halid bin Velid gibi gerek fenn-i +harb gerek metanet ve hamiyet-i diniyyenin birer timsal-i +mücessemi bulunan guzat ve ümera-yı İslamiyyenin mevcudiyeti +cihetinden Trablus muharebesine benzemez mi? Mute +muharebesinde düşman ordusunun çokluğuyla bu defa ki +mizin her halde düşmanınkine nisbetle azlığı; fakat Enverler +Fethiler Neşetler Musalar Zafirler Edhemler gibi hamiyet-i +mücesseme ve vatan aşıklarının orada olması cihetiyle şu iki +muharebe hakīkaten biribirine benzetilebilir. Cenab-ı Hak +cümlesinden ve cümlenizden razı olsun. +Muharebeye giden guzat-ı İslamiyyeyi Resul-i Ekrem +Efendimiz hazretleri teşyi’ avdette de istikbal buyururlardı. +Bu adet-i müstahsene el’an memleketimizde caridir. +Geçenki Yunan muharebesinde maskat-ı re’sim olan Bor +kasabasının asakir-i redifesi toplandı. Ahali cümleten iki +saatlik mesafeye kadar teşyi’ ettiler avdette de istikbal ettilerse +de –Fahr-i kainat Efendimizin Mute muharebesinden +avdet buyuran gazileri istikbalde Hazret-i Cafer’in şehadetine +fevkalade esef-nak olup müşarun-ileyhi guzat-ı İslamiyye +arasında görmediklerinden mahdumları Abdullah bin Cafer’in +yüzüne baktıkça teessürlerini zapt edemeyerek çeşm-i +münevver-i cenab-ı Risalet-penahilerinden eşk-i teessür +dökdükleri gibi– vefat edenlere şehid olanlara ağlamışlardı. +Benim için o günleri unutmak mümkün değildir. +Hazret! Hasbe’z-zarure sizi istikbal bence mümkün değil. +Mümkün olmadığından şu açık ma’ruzatımla gazanızı tebrik +ve bir şey daha rica ederim. İs’afı kolay olduğundan diriğ +buyurmayacağınıza eminim: Sebilürreşad ’ın üçüncü nüshasında +darü’l-harbe nasıl gidebildiğinizi bu babda iktiham +eylediğiniz meşakk u mezahimi takrir buyuruyorsunuz. Tatlı +tatlı okudum. Hele Mute gazasının seyfullahı Hazret-i Halid +kak eden Enver Paşa hakkındaki cümel-i takdirkaraneniz +beni iftiharlara gıbtalara gark eyledi. Bu bahisleri okudukça +mücahidine dualar eyledim. Nihayetinde birkaç mev’ıza +daha takrir buyuracağınıza dair va’d-i fadılaneniz beni daha +ziyade memnun etmişti. değil mi? Sebilürreşad +’da Enver Paşa hakkında Arab kardeşlerimiz tarafından +tanazzum edilen kasaid-i beliğadan bir iki numune ile +kari’lerinize birkaç mev’iza daha takrir buyurmanızı hamiyet-i +müsellemenizden intizar ettiğimi beyan ve afv-ı alinizi +rica ederim hazretim. +Tetimme: Şu günler şanlı ordumuzun nevakısından biri +olan “Tayyare filosu” teşkili hakkında lehü’l-hamd ahalimizde +fevkalade şevk ve heves görülmektedir. Irad buyuracağınız +mev’izalarda samiinden münasib bir ücret alınır da +“Tayyare” ianesine verilirse defter-i hasenatınıza bir zamime-i +faika daha ifa edilmiş olur. +* * * +Sebilürreşad – Bu sırada ilmi konferanslar da– siyasiyata +geçilir mülahazasıyla– idare-i örfiyye tarafından men’ +olunduğu cihetle hazretin vereceği kararlaştırılan büyük ve +umumi konferanslar bi’z-zarure te’hir olunmuştur. Maahaza +hazret bazı kulüblerde hususi konferanslar vermektedir. +Şimdi de Ereğli ahali-i kiramı tarafından da’vet olunduğu +cihetle oraya azimet etmişlerdir. İnşaallah avdetlerinde +darü’l-harbe aid hatıratını takrir ve neşr buyuracaklardır. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I MUHTEREMESI +Muhterem muharririn-i kiram +ayet-i celilesinin güzelce tefsirine ve bu emr-i celile ittibaan +emr-i bil-ma’rufda bulunan bir kimsenin mes’ul olup +olamayacağı hakkındaki mütalaa-i aliyyelerinin iş’arına himem-i +aliyyelerini rica ve niyaz ile tarik-ı irşadda muvaffakiyatınızı +eltaf-ı Huda’dan tazarru’ eylerim. Bakī nail-i selamet +olasınız azizler. +Sebilürreşad – İnşaallah sırası gelince bu ayet-i kerime +de tefsir ve izah olunacaktır. + +---- +MATBUAT +---- + +manlı-İtalya muharebesine dair olan beyanatı: +leri zikre şayan bir halde değildir. Yalnız bombaları tayyareleriyle +Arab mücahidleri üzerine atmakla iktifa ediyorlar. +Mezkur tayyarelerin dördü şu son günlerde mücahidlerin çadırları +hizasına gelip on bir bomba atarak geri dönmüşlerdir. +Bombaların te’sirinden ancak üç kişi yaralanmıştır. Bu gidişle +kadar İtalyanlar tarafından mücahidlere hiçbir ehemmiyetli +zarar ika’ edilmemiştir. Eğer İtalya böylelikle Trablus ile Bingazi’yi +ele geçirmek istiyorsa ziyadesiyle yanılıyor. Mücahidler +cesurane ve şeciane bir surette kızgın kurşuna göğüs gerip +her gün yeni yeni muvaffakiyetler te’min ettikleri halde +fil-hakīka korkmayıp mertlik iddiasında buluyorlarsa hasımlarına +karşı göğüs germeleri icab eder. İtalyanların cebanet +ve hezimetlerini gördükçe Arab mücahidlerinin şecaat ve +metanetleri günden güne artmaktadır. İtalyanların bomba +kullanmalarına gelince bu da külliyen muhalif-i insaniyyettir. +Vatanlarını müdafaa etmek hissiyat-ı alicenabanesiyle +mütehassis olan Arabları böyle hasis vesilelerle mağlub etmek +zamanda alem-i medeniyyete layık bir kavim olmadıklarını +riyle milli şarkılarını çağırıp İtalyanlara meydan okuyorlar. +tenkīd etmekten şimdilik sarf-ı nazar ediyoruz. Ancak meydan-ı +harbde göstermekte olduğu cebanetlerini yazmaya +mecburuz. Bunu ketm etmekte ma’na yoktur. Sahifelerimizle +kari’lerimize ve Avrupa efkar-ı umumiyyesine Türklerle +Arabların hissiyatını tasvir ve ta’rif eyleriz. Bu hususda hasıl +olan yanlış fikirleri tashih etmek vazifemizdir. Her halde +Arab ve Türk kavimlerinin an’anatını bu faaliyet ve şecaatlerinden +anlamak pek kolaydır. +ŞUUN +– Balası imza-yı hümayun-ı +cenab-ı padişahi ile müveşşah Meclis-i Vükela mazbatasının +suretidir: “Kanun-ı Esasi ve karar-ı vaki’ icabınca Nisan +tarihinde açılması lazım gelen Meclis-i Meb’usan’ın +tarih-i mezkura kadar ekseriyet hasıl olduğu halde huzur-ı +hümayun-ı cenab-ı padişahiyle küşadı bil-istizan makrun-ı +müsaade-i seniyye-i hazret-i tac-dari olmuş idi. İntihab olunan +meb’usandan haylisinin Dersaadet’e vasıl oldukları ve +tarih-i mezkura kadar geleceklerin yüzü tecavüz edeceği +anlaşılmasına nazaran ekseriyet hasıl olamadığı takdirde +dahi resm-i küşadın huzur-ı hümayun-ı mülukanede icrası +merhun-ı re’y-i ali-i cenab-ı şehriyari bulunduğu tezekkür +kılınmış olmağla katıbe-i ahvalde emr ü ferman hazret-i veliyyü’l-emr +efendimizindir.” Rebiulahir - Nisan +– Zat-ı şevket-simat-ı hazret-i şehriyarinin +bugün ba’de’z-zuhr saat ikide saray-ı hümayundan hareketle +Meb’usan Dairesi’ni teşrif-i şahaneleri mukarrerdir. +– Bahçekapısı’ndaki Hamidiye Sebili’nin +mahall-i mezkurdan kaldırılarak Zeyneb Sultan Cami’-i şerifi’nin +bulunduğu mahalle nakledileceği haber alınmıştır. +– Üsküp’te kain Sultan Murad Cami’-i +şerifine cami’-i mezkur hatibi Ahmed Bican Efendi vedaatıyla +lıhye-i saadet-i Hazret-i Peygamberi irsal edilmiştir. +– Bağdad’da A’zamiye’de i’ta edilen +müsaade üzerine inşası takarrur eden darülfünuna rüşdi +ve i’dadi kısımları da idhal edileceğini rüşdiyenin birinci sınıfından +lisan-ı Arabi’nin kavaidi edebiyatı velhasıl kaffe-i teferruatı +tedrisat-ı diniyye ile beraber ta’lim olunacağını darülfünun +leyli ve nehari olup sunuf-ı ‘aliyye kısmındaki tıp ve hukūk +şu’belerinden başka ahkam-ı kaza dahi mevcud bulundurulacağını +ve Hıtta-i Irakıyye niyabetlerine nüvvab kısmından +me’zun olanlar ta’yin edileceklerini Bağdad gazeteleri +yazıyor. +– Bağdad-Kuveyt şimendüfer +hattına müteallık tedkīkat-ı ibtidaiyyeyi ikmal +etmek üzere Londra’ya i’zam olunan Hariciye Hukūk +Müşaviri Reşid Bey vazifesini ifa eylemiştir. Binaenaleyh +bu hafta zarfında muma-ileyhin İstanbul’a vüruduna intizar +olunmaktadır. Londra Sefiri Tevfik Paşa Sir Edwar Grey ile +müzakerat-ı kat’iyyeye girişmiştir. Müzakerat-ı mütekaddimenin +müsaid bir surette ve hükumet-i Osmaniyye lehinde +cereyan etmekte olduğu Avrupa mahafil-i siyasiyyesinde +te’min edilmektedir. +– Mekke Emiri hazretlerinin himemat-ı +masrufesiyle Hıtta-i Hicaziyye’nin her tarafında +emn ü asayiş gereği gibi hüküm-fermadır. Hükumet-i Osmaniyye +me’murlarıyla Şerif hazretleri arasında vifak-ı tam +mevcuddur. Kabail-i Hicaziyye’nin iltiması üzerine Emir hazretlerinin +mahdumu Şerif Faysal Bey Cidde meb’usluğuna +Bey de Mekke meb’usluğuna yeniden intihab olunmuştur. +– el-Müeyyed gazetesinde +okunduğuna göre Mekke Emiri hazretleri şürefadan bazılarıyla +kendi mahdumu Şerif Faysal Bey’i maiyetindeki Bişe +asakirinden bin nefer ile Kunfuda cihetlerine i’zam etmeye +karar vermiştir. Bunlar Seyyid İdris’in aleyhinde kıyam eden +Yemen kabailiyle kuva-yı Osmaniyye’ye iltihak edeceklerdir. +Bu ana kadar Asir kabaili tarafından hükumet-i Osmaniyye’ye +karşı tamamıyla itaat ve inkıyad asarı görülmüştür. +Kabail-i mezkure Mekke Emiriyle beynlerinde mün’akid +olan şerait-i uhuda harfiyen riayet eylemektedirler. +Osmanlı-İtalyan Muharebesi: +Atideki ma’lumat darü’l-harbde bulunan kumandanların +tebliğ edilmiştir: +– Bu sabah İtalyanların dokuz harp ve iki nakliye +sefinesi Züvare önüne gelerek akşama kadar Züvare’yi topa +tutmuşlardır. Sefain-i mezkure el-an Züvare önünde demir +atmış bulunuyorlar. Şehir ile kışlanın birer kısmı ve bir cami’-i +şerif düşmanın topçu ateşiyle tahrib edilmiştir. Nüfusca +zayiat yoktur. +– Züvare önündeki düşman sefain-i harbiyyesi +bu sabah alaturka saat on birde tekrar bombardımana başlamıştır. +Düşman gündüz dört ve sekizde iki defa karaya asker +muvaffak olamamıştır. Düşman el-an bombardımana devam +ediyor. Üç vapuru daha geldiğinden düşman sefaininin +adedi on dörde baliğ olmuştur. Nüfusca zayiatımız yoktur. +§ İki günden beri sarfettiği mesaiye rağmen Züvare’ye +asker ihracına muvaffak olamayan düşman sefain-i harbiyyesinden +üçü Züvare’de kalarak sefain-i nakliyyesi Seyyidsaid’e +hareketini müteakib Züvare’den oraya kuvve-i kafiyye-i +– Dün Züvare’ye asker ihrac edemeyen düşman +garb cihetine hareketle Seyyidsaid civarını topa tutmuş +ve karaya bir mitralyöz ile bir mikdar asker çıkarmış ise de +gönderilen kuvve-i imdadiyye tarafından ihracın devamına +mümanaat edildiği gibi karaya çıkan asker ile düşman filosunun +muvasalası kat’ edilmiştir. El-haletü hazihi düşmanın +dokuz nakliye sefinesi Seyyidsaid’in garbında durmaktadır. +Karaya çıkan düşmanın iltica ettiği Karvaya karakolunun +tahribi ve Seyyidsaid’e karşı düşmanın vukū’ bulacak teşebbüsatının +men’i için Züvare’den tekrar top ve kuvve-i muavine +gönderilmiştir. +– Evvelki gün şiddetle esen kıble ruzgarının +husule getirdiği cesim kum savruntularından bil-istifade +düşman Seyyidsaid ile Karvaya arasındaki hali araziye +süvari ve piyadeden mürekkeb bir kuvvet çıkarmış ve bu +kuvvetle Karvaya ve Bukmuş karakolhanelerinde tarafımızdan +muhasara olunan müfrezelerini tahlis etmeye muvaffak +olmuştur. +– Bukmuş karakolundaki mahsurini kurtarmak +üzere Seyyidsaid’in garbına çıkan düşmanın kısm-ı a’zamı +tekrar gemilerine ilticaya mecbur edilmiştir. El-haletü hazihi +düşmanın Bukmuş karakolunda bir mikdar piyadesi ve +Karvaya şibh ceziresinde dahi cüz’i süvarisi mevcud olup +bundan başka düşmanın karada askeri kalmamıştır. Mezkur +mevaki’ üzerine kuvve-i kafiyye sevk edildiği ma’ruzdur. +– Yirmi bir Mart’ta Kukhat istihkamatına çıkarılan +devriyemiz üzerine düşmanın Lisama istihkamından +şiddetli ateş icra ve aynı zamanda bir alay piyade ve bir batarya +top ve bir mitralyöz bölüğünden mürekkeb bir müfrezesi +cepheden ve yandan hareket eden piyade ve süvarimizin +taarruzatına mukavemet edemeyerek firara mecbur olmuş +ve üç hatt-ı müdafaası zapt olunarak birkaçı zabit olmak +üzere yüzü mütecaviz telefata duçar edilmiştir ve bir çok +eşya iğtinam olunmuştur. Düşmanın bir zırhlısı ateşe iştirak +eylemiştir. Zayiatımız pek cüz’i olup zabitan efrad ve aşairin +– Düvel-i Muazzama süferası Salı günü Asım +Bey’in konağına münferiden azimetle sulh hakkında teşebbüsatta +bulunmuşlardır. Vukū’ bulan tebligat müttehidü’l-mealdir. +Süfera-yı ecnebiyye şifahen söyledikleri sözleri +muhtevi olmak üzere ale’l-usul bir de kağıd bırakmışlardır. +Bunun metni hakkında Babıali’ce ma’lumat verilmiyor. +Yalnız muhteviyatının gayet dostane olduğu ve ne gibi şerait +dairesinde akd-i sulh edebileceğimizin beyanı rica edildiği +te’min olunmaktadır. +Asım Bey bu istimzaca mukabeleten keyfiyetin Meclis-i +Vükela’ca tezekkür edilerek ba’dehu bir cevap verileceğini +beyan eylemiştir. Babıali’nin bir haftaya kadar cevap vereceği +zannolunmaktadır. Bu teehhur verilecek cevabın mahiyeti +hakkında tereddüd mevcud olmasından değil Meclis-i +Meb’usan’ın küşadı keyfiyetinin araya girmesindendir. +Hükumet-i Osmaniyye’nin vereceği cevap hakkında kimsenin +şübhesi yoktur. +– Seyyid Salih bin Yunus namında bir +zat ahiren e l-Müeyyed matbaasına gidip Senusi hazretlerinin +telamizinden olduğunu beyan ile atideki beyanatının +mezkur gazeteye derc olunması için Senusi tarafından kendisine +ta’limat-ı mahsusa gönderilmiş olduğunu söylemiştir: +“Senusi hazretleri harp adamı değildir. Bütün müridleriyle +Allah’a tevekkül ederek halka va’z u nasayih vermekle +gerek Trablus ve Bingazi’de Senusi hazretlerini azminden +niyetinden çevirip İtalyanlara meylettirmek için ihtiyar +olunan fedakarlıkların müşarun-ileyh üzerine hiçbir te’siri +olmamış ve olmayacaktır. Senusi’nin bütün nokta-i nazarı +evamir-i İlahiyye’ye itaat etmektir. Binaenaleyh Trablusgarb’a +hücum ve tecavüz eden İtalya’ya karşı dinen müdafaa +etmeye me’murdur. Cihadı bu noktadan i’lan edip de +meydan-ı harbe gitmeyi azmeden Senusi artık İtalyanların +nukūd ve emval-i dünyeviyyelerine din ve vicdanını satamayacağından +dolayı tasavvuratını kuvveden fiile getirmeye +son derce cezm eylemiştir. Aynı zamanda Mısır hidiviyle +validesine Prens Ömer Tosun Paşa’ya ve Hilal-i Ahmer +Hey’eti reis-i umumisine ve bütün Mısırlılara Trablus mücahidleri +hakkındaki ianat ve hıdemat-ı insaniyet-perveranelerinden +dolayı teşekkürat-ı samimiyyesini beyan eder.” +el-Müeyyed diyor ki: “Bu beyanatı bizi tebliğ eden zattan +Senusi hazretlerinin bizzat meydan-ı harbe iştirak etmek fikrinde +olup olmadığını istizah etmekliğimiz üzerine: “Senusi +hazretleri ikamet ettiği Kufra mevkiinden çoktan beri hareket +etmiştir. Cağbub mevkiine muvasalatından sonra orada +muvakkat bir zaman için ihtiyar-ı ikamet edecektir. Ancak +bütün maiyetini meydan-ı harbe gönderecektir” demiştir ve +Cağbub mevkiinin Senusi tarafından bir merkez-i harbi ittihaz +edileceğini de dermiyan eylemiştir. +– Kumandan +Edhem Paşa rahatsızlığını tedavi için Sellum tarikıyla Kahire’ye +muvasalat ederek hakkında ihtiramat-ı fevkalade ibraz +olunmuştur. Kahire a’yan ve erkanıyla mahall-i mezkur +umum Hilal-i Ahmer Cem’iyyatı Reisi Seyyid Ali Yusuf tarafından +Seyyid Ali Yusuf hazretleri müşarun-ileyhi akşam taamına +da’vet eylemiştir. Müşarun-ileyh hazretlerinin gaybubeti esnasında +vazifesi Nazım Bey tarafından ifa kılınacaktır. +Müşarun-ileyhin Trablus ve Bingazi muharebatı hakkın­ +daki nokta-i nazarı pek nik-binanedir. Kahire’de bulunan +yerli ve ecnebi gazete muhabirlerine müşarun-ileyh be­ +ya­ +nat-ı atiyyede bulunmuştur: “Arablarla asakir-i Osmaniyye +ellerinde mevcud olan mühimmat-ı harbiyyeyi kemal-i ihtiyatla” +sarf eyledikleri halde İtalyanlar beyhude yere +gülle ve fişeklerini her gün tüketmektedirler. İtalyanlar tarafından +atılan mermilerin binde biri bile hedefe isabet etmediği +ecnebi harp muhabirlerinin taht-ı tasdikindedir. +“Harp balonları vasıtasıyla İtalyanlar sık sık üzerimize +bomba ve dinamit yağdırıyorlar ise de hamd olsun bundan +dolayı zayiatımız yoktur. Hatta geçenlerde bulunduğum çadır +üzerine yağdırılan dinamitler başka mevakie sukūt etmişti. +Bununla beraber Osmanlı askerleri tarafından Bingazi’de +şu yakın zamanlarda İtalyanların bir harp balonu yere indirilmiştir. +“Osmanlı-İtalya muharebesi devam edecektir. Çünkü +mücahidlerimiz harpten hazzalıyorlar. Senusi hazretlerinin +ahmal ve eskali Cağbub mevakiine vürud etmiştir. Yakında +kendisinin de oraya muvasalatına intizar ediyoruz.” +Edhem Paşa Serkomiserliğe mahsus olan otomobile rakiben +vürudu akībinde Mısır’daki Osmanlı Komiserliği’ne +gidip mülakat eylemiş olduğu matbuat-ı Mısriyye’ye istihbar +olunmuştur. Müşarun-ileyh kesb-i afiyet ettikten sonra tekkar +meydan-ı harbe avdet edecektir. +– Muhammed el-Kübra’nın taht-ı kumandasında +olarak Osmanlı ordusuna bin kadar Sudanlı +vürud etmiş ve beraberlerinde bir çok deve at ve koyun getirmişlerdir. +Bunlar dört aylık bir seyahat icra eylemişlerdir. +Bundan başka Osmanlı ordusuna Gabes’den bin kişilik +bir hey’et vürud etmiştir. +– İtalya hükumeti Trablus’­ +daki kuvve-i askeriyyesini şu son günlerde tezyid eylemiştir. +dan-ı harbe gönderdiği gibi aynı zamanda Eritre’den +ve Habeşlerden piyade asker tedarik eyleyip Trablus’a +şeklinde yazılmıştır. +direrek süvari vezaifiyle tavzif etmiştir. +– Karadağ hududunun tahdidine me’mur +olan erkan-ı harp miralaylarından Ali Rıza Bey ile Hariciye +Nezareti me’murlarından Reşad Nuri Bey bu hafta zarfında +Çetine’ye müteveccihen hareket etmişlerdir. +Çetine’de tarafeyn delegeleri umumi bir ictima’ akd +ederek ba’dehu hududa gelecekler ve öteden beri münazaun-fih +olan çayırlar ile İşkodra gölü sahilindeki arazi üzerinde +tahdid-i hudud ameliyatına mübaşeret edeceklerdir. +– Kahire’ye tabi’ +Hilvan kasabasında hidivin kardeşi Mehmed Ali Paşa hazretlerinin +himayesi tahtında teşekkül eden iane komisyonu +tarafından az bir müddet zarfında yedi yüz Mısır lirası toplandığını +el-Müeyyed yazıyor. +– el-Alem ’de okunduğuna +göre asakir-i Mısriye miralaylarından Kahire Polis Mektebi +Kumandanı Halil Hamdi Bey Trablus ve Bingazi muharebat +ve müsademat-ı Osmaniyyesine iştirak etmeye kat’i surette +karar vermiş ve ahmal ve eskalini meydan-ı harbe isal edecek +develerin tedarikiyle iştigal etmekte bulunmuştur. +– Dersaadet’te bulunan Nasyonalistler +Reisi Mehmed Ferid Bey’le İsmail Hafız Efendi ve Ali +Fehmi Bey haklarında Kahire müddei-i umumisi tarafından +da’va ikamesine karar verilip karar-ı mezkurun tasdikı zımnında +ol babdaki iddianame Adliye nazırı ile Reis-i Nuzzar’a +– Kahire’nin Nil nehrinde tenezzüh +kilerden elli kişi terk-i hayat eylemiştir. Mağrukīnin cümlesi +Mısır ahalisinden olup içlerinde hiçbir ecnebinin olmadığı +sonradan anlaşılmıştır. +– Bugünlerde Petersburg’da +Rus me’murin-i siyasiyyesiyle iktisadiyyunundan müteşekkil +bir encümen tarafından Rusya’nın İran’daki vaz’iyet ve +amali hakkında tedkīkat-ı amika icra edilmektedir. Şimdiki +halde Rusya İran’da menafi’-i iktisadiyyesinin muhafazasından +gayri hiçbir maksad ta’kīb etmek tarafdarı değilmiş. +– Tahran ile İran’ın nikat-ı +sairesinde bulunan Rusya me’murin-i siyasiyyesi tarafından +lar vürud eylediğini Times yazıyor. +– Tahran’dan Standard gazetesine +Nisan-ı Efrenci’nin on sekizinde meb’usların ictimaına dair +– Rusya bir tarafdan +faaliyet gösteriyor. Bu hafta zarfında da İran’a yeniden dört +tabur asker sevk eylediğini Avrupa ajansları bildirmektedirler. +Bu halleriyle kalleri arasında bir münasebet olmayan +Rusya’nın İran hakkındaki hüsn-i niyetine inanmak için insanın +deli olması lazım gelir! +– İran kabinesi tarafından Faizü’d-devle Horasan +Ferman-ferma Kürdistan-ı İran Sipehdar Azerbaycan +valiliklerine ta’yin olunmuşlardır. Salarüddevle’yi te’dib ve +tenkil etmek için de bir mikdar asker sevk olunmuştur. +– Tebriz kuva-yı askeriyyesi kumandanı +E­ +mir Haşmet hazretleri Rusların yolsuzluklarını görmeye tahammül +edemeyerek Tebriz’den çıkmış ve yollarda tesadüf +ettiği Rus askerleriyle pençeleşerek tahlis-i giriban etmiş ve +Osmanlı hududu tarikıyla Dersaadet’e muvasalat eylemiştir. +Müşarun-ileyhin hıdematı pek çoktur. +– Times ’in beyanatına +nazaran İran’daki Osmanlı şehbenderhaneleriyle tebaa-i +Osmaniyye’nin hukūkuna Salarüddevle ve etbaı tarafından +vukū’ bulan tecavüzatı Osmanlı hükumeti protesto ederek +ahval-i mezkureye ani ve kat’i surette nihayet verilmesi lüzumunun +manlı sefirine evamir-i lazıme i’ta olunmuştur. +– Kirmanşah ve Hemedan’da +fa’alane bir surette icra-yı mezalim-i guna gun etmekte +olan Salarüddevle’ye karşı yeniden İran hükumeti +tarafından kuva-yı askeriyye sevk edilmiştir. Hudud-ı Osmani’de +bulunan bazı kabail tarafından Salarüddevle’ye +– Son Rusya-İngiltere +notasının İran hükumeti tarafından kabulünden beri Naibü’s-saltana +Nasıru’l-mülk’ün mevkii pek ziyade kesb-i +suubet etmiştir. Notanın kabulünden sonra İran mütehayyizanı +ahz-ı mevki’ eylemişlerdir. Mezkur notanın kabul edilmesine +rağmen Rus askerleri henüz Azerbaycan ve Horasan havalisinden +çekilmemiş olması Nasıru’l-mülk aleyhine mevcud +olan cereyanı teşdid eylemiştir. Bu cereyanları ihzar +edenler İran’ın mücahidleriyle demokratlarıdır. İhtimal ki +naib-i hükumet bu müşkilat üzerine isti’fasını verir ve Avrupa’ya +çekilir. Zaten öteden beri müşarun-ileyh bu mevkii +naz ü niyaz ile kabul ettiği rivayet ediliyor. Müşarun-ileyh +çekilecek olursa yerine Serdar Esad’ın ta’yin edileceği zannolunmaktadır. +– İran şah-ı mahluu Rusya’dan +mufarakata karar vermiştir. Muhammed Ali’nin mu’temedlerinden +biri birkaç günden beri Londra’da şah-ı mahlu’ ile +maiyeti erkanı için münasib bir bina taharri etmekle meşgūldür. +Muhammed Ali maiyetiyle birlikte Petersburg’da yerleşmesine +Rus diplomatları tarafından mümanaat edilmesi +üzerine Londra’ya azimete niyet etmiştir. +– İngiltere hükumeti tarafından İran mes’elesi hakkında bir +mavi kitap neşr olunmuştur. Mezkur kitapta İran’ın şu bir +Ali ve etbaının İran’a avdetleri yüzünden husule gelen fenalıklar +ve Amerika müşavirleriyle reisleri bulunan Mister +Şuster Morgan’ın İran’da oynamış oldukları roller birer birer +mevzu’-ı bahs edilmiştir. Hatta Asya-yı Vusta hakkındaki +olduğu mezkur kitapta zikr olunmuştur. +– Bundan üç sene ev­ +vel Bulgaristan’da Mekatib-i İslamiyye Encümenleri tarafından +bir cem’iyet teşkil olunmuştu. Her sene ta’til mevsiminde +cem’iyet-i mezkure tarafından kongreler akd edilerek +Bulgaristan Mekatib-i İslamiyesi’nin idare ve terakkīsine +dair bazı mukarrerat ittihaz olunduğu gibi bu hafta zarfında +mezkur kongre Filibe şehrinde ber-mu’tad in’ikad ederek +mukarrerat-ı müfide ittihazına teşebbüs olunduğu Sofya gazetelerinde +okunmuştur. +– Atina’da in’ikad eden Müsteşrikīn +Kongresi kemal-i muvaffakıyetle vazifesini ikmal edip şereflerine +verilen ziyafetlere iştirak etmişlerdir. Üç sene sonra +mezkur kongrenin Kahire’de ictima’ etmesine karar verilmiştir. +– Sabık Japon Harbiye nazırının +vefatı üzerine İmparator Mikado hazretleri Ondördüncü +Fırka Kumandanı Ferik Baron Yozako Havara’yı Harbiye +Nezareti’ne ta’yin eylemiştir. Müşarun-ileyh Erkan-ı Harb +Mühendis Mektebi’nden neş’et etmiş ve senelerce Avrupa’da +tetebbuat-ı askeriyye ile uğraşmış bir zattır. +– Avrupa matbuatının beyanatına +nazaran Nankin şehrini askerler yağma ettikten sonra +kasabayı ihrak edip geri çekilmişlerdir! Şehir ateşler içinde +cayır cayır yanmıştır. +– Times gazetesinin istihbaratına nazaran +Nankin’de bulunan müşavirlerin bundan sonra Pekin’e +nakli Çin Hükumet-i Cumhuriyyesi’nce takarrur ettiği +gibi aynı zamanda parlamentonun teşkili lüzumundan bahisle +tarafından bir emirname ısdar olunmuştur. Mezkur meclisin +Teşrinievvel-i Efrenci ayında teşekkül ve ictimaına karar verilmiştir. +Çin intihabatı nüfus haysiyetiyle değil ancak eyalat +ve vilayat taksimatı noktasından icra olunacak ve parlamento +a’zası her dört senede bir defa değiştirilecektir. A’yan +meclisi a’zası ise her altı senede tebdilen intihab edilecektir. +– İngiltere hükumetinin +Hin­ +distan’daki vaz’iyeti pek garib ve şayan-ı münakaşa bir +halde bulunmaktadır. Çünkü el-yevm Newfoundland müstemlekesinin +mikdar-ı nüfusu Hindistan’a nisbetle binde bir +raddesinde olmadığı gibi ticaretleri de yalnız Bombay şehrinin +yüzde iki nisbetindedir. Hal böyle iken müstemleke-i +mezkure de İngiltere Parlamentosu’na i’ta edilmekte olduğu +halde bilakis nüfus-ı kesireye malik olan İngiltere hükumetine +senevi milyarlarca menfaat te’min eden Hindistan kıt’a-i +vesiası ahalisinin İngiltere Parlamentosu’nda hiçbir mümessili +bulunmaması cidden calib-i nazar-ı dikkat ve şayan-ı istiğrabdır. +Binaenaleyh bu hususdaki manianın ref’iyle Hindistan +ahalisinin amal-i meşrua ve muhıkkalarının te’mini +çaresine bakmak her İngilize farz ve vacibdir.” Baladaki +mektuptan İngiltere’nin Hindistan’daki vaz’iyet-i siyasiyyesi +–Muharririn-i +meşhureden olup Bahçesarayı’nda münteşir Tercüman +gazetesinin sahibi İsmail Gasprinski Bombay’dan +Kahire’ye avdet etmiştir. Muma-ileyh Bombay’a azimetten +maksadı usul-i savtiye ile huruf-ı Arabiyye’yi tederrüse +mahsus mektepler te’sisine çalışmaktır. Nasıl ki Rusya’da bu +gibi mektepler te’sis edilerek kıraatın teshiline ve tabakat-ı +müslimin arasında maarifin neşrine hizmet edilmiştir. +Müşarun-ileyh Bombay’da lisan-ı Arabi ve Türki’ye vakıf +bir muallim bularak heca-i savti usulünü muma-ileyhe +ta’lim eylemiştir. Bir müddet geçtikten sonra orada bu usul +sıl olmuştur. Mektebin resm-i küşadı merasiminde Bombay +Kadisı Muhammed Ali Han ve Ahbar-ı İslam nam gazetenin +sahibi Kadi İsmail Sahib gibi erbab-ı maarif hazır bulunmuşlardır. +mezkurenin ehemmiyetini izah eylediğinden hazırun kendisini +ği vaad etmişlerdir. +Bombay Gazette namındaki İngilizce gazete diyor ki: +“İsmail Gasprinski Bey Rusya’da heca-yı savti usulüyle +tedrise mahsus beş bin kadar mektep te’sisine muvaffak olmuştur. +Bu usul sayesinde çocuklar kırk gün zarfında kıraat +ve kitabete muktedir olmaktadırlar. Rusya’da ve ez-cümle +Sibirya ve Türkistan ile Asya-yı Vusta’da mütemekkin olan +müslümanlar bu usulden pek büyük faideler görmüşlerdir. +fukara-yı etfalin ücret-i tedrisiyyesini kendisi der-uhde etmiş +ve bundan başka mektebin kirasını orada tedrisat ile meşgūl +olacak muallimlerin maaşını kitap ve edevat ve levazım-ı +sairenin bedelini dahi kendi tarafından tesviye etmeyi taahhüd +eylemiştir.” +– Afganistan Emiri’nin Hindistan +üzere bulunduğuna dair Reuter idaresi tarafından verilen +havadisten bahseden Fossischen Zeitung gazetesi şu yolda +“Afganistan Emiri memleketini İran’ın uğradığı akıbetten +sıyanet etmeye [ ] çalışıyor. Müşarun-ileyhin teşebbüs-i +vakii hükumat-ı İslamiyye arasında bir i’tilaf husule +getirmek arzusunda bulunduğunu isbat etmektedir. Emir’in +Afganistan’ın Hindistan-ı Şimali hududundaki dağlarda +sakin kabile ile icra ettiği müzakerat ve arazi-i mezkureyi +Afganistan’a ilhak etmek iddiasında bulunması; kendisinin +lunduğu hakkındaki faraziyeyi muhıkk gösteriyor.” +– Osmanischer Lloyd ’un Londra’dan +aldığı hususi bir telgrafa göre valinin tazyiki neticesiyle +Afganistan’da vasi’ bir isyan başgöstermiştir. Asker bir +çok müsadematta inhizama uğramışlardır. Kabil’den kuvayı +muavine sevk olunmuştur. +– Fas’da Fransa himayesi teessüs +ettiği memleket dahilinde efrad-ı ahali arasında intişar +eylediği gibi ahali beyninde galeyan husule geldiği İngiltere +matbuatı tarafından istihbar olunmuştur. Matbuat-ı mezkurenin +beyanatına göre Fas’da henüz sükunet takarrur etmiş +olmayıp teşevvüşat el-an bakī imiş. +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHI ’NIN + +---- +HATALARI +---- + +Şeyh Şibli en-Nu’mani makale-i intikadiyyesinin başına +on beş satırlık bir dibace geçirdikten sonra Corci Zeydan’a +hitaben diyor ki: +Ey fazıl müellif ben senin lütfunu inkar edecek değilim. +Evet eserinde ismimi yükseklere çıkarmış; beni sikadan +sayarak sözlerimle istişhad etmiş; en hakīr en az tanılmışı +olduğum halde adımı Hind ulemasının meşahiri sırasına +geçirmişsin. Lakin bunların hepsine mukabil acaba şahsım +medh olunuyor diye Arabların zemmedilmesine anmakta +olduğun tezyif teşni’ oklarının nişanesi olmasına razı olabilir +mi idim? Emeviler–başka bir şey için değil– sırf halis +Arab olduklarından dolayı senin nazarında mahlukat-ı İlahiyyenin +en şeriri en fenası oluyor; halka gadr ediyorlar; +türlü türlü işkencelerde bulunuyorlar; ahalinin elindekini +bitiriyorlar; z��rriyeti öldürüyorlar. Tebaanın malını yağma +her türlü muharrematı irtikab ediyorlar. Ka’be’yi yıkıyorlar; +Kur’an’ı istihfaf ediyorlar öyle mi? Ben bu kadar isnadata +karşı susabilir mi idim? İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasını +kemal-i adaletine yerler gökler şehadet eden Ömer +leri medh ederken bunların mefahiri sırasında diyorsun ki: +Arabı kelb menzilesine indirdiler; el-Mansur Ka’be’yi düşürmek +etmek maksadıyla avaidini kesti; El-Me’mun nüzul-ı Kur’an’ı +etrafında tavaf yeri Mina Arafat mevki’leri ta’yin etti… Ben +bunları sükut ile geçiştirebilir mi idim? +Farz et ki bende millet din gayreti kalmamış da bir takım +ecnebilerin yaptığı gibi bütün hissiyat-ı aliyyeden mahrum +bir feylesof-ı sırf olmakla iftihar ediyorum; rıza gadab sürur +gayz gibi duygulardan bi-haber yaşıyorum. Farz et ki nefsimi +zulme tahammül etmeye olur olmaz şeyleri kabul edivermeye +fena sözlere aldırmamaya iyiliği kötülükle kötülüğü +sen zanneder misin ki durur da tarihin nasiyesini kirletmeye +hakkı beyninden vurmaya batıla revac vermeye rivayatı +bozmaya hakīkati çevirmeye nası hurafata alıştırmaya tahammül +edebilirim? Ey fadıl-ı muhterem ne fena bir zanda +bulunmuşsun! Düşünmemişsin ki insaniyet henüz boş değil: +Kıyıda bucakta kalmışlar var; hak henüz yardımcılarından +müdafi’lerinden büsbütün mahrum olmamış. +* * * +Müellifin aradığı gayet ümmet-i Arabiyye’yi tahkīr etmekten +onun seyyiatını meydana koymaktan başka bir şey +değildir. Lakin fitne ayaklandırmaktan korktuğu için mecra-yı +kelamı değiştirmiş hakkı batıl kisvesinde göstermiştir. +Müellif asr-ı İslam’ı üç devre taksim ediyor: +Hulefa-yı Raşidin Emeviye Abbasiye devirleri. Birinci +devirle üçüncü devri medh ediyor. Aşağıda görülecektir ki +bu medih de zahiridir hakīkī değil İşte müellif evvela bizim +ulularımız dinde imamlarımız olan Hulefa-yı Raşidin’i +saniyen aleyhissalatü vesselam efendimizin amcazadeleri +olup neşr-i medeniyette azamet-i şan ve şevkette medar-ı +aldattıktan sonra madem ki Emevilerin böyle bir mevki’-i +mümtaz-ı dinileri yoktur kimse çıkıp da onları müdafaada +bulunmaz diyerek zavallılara pek fena hücum ediyor; isnad +etmedik fenalık selb eylemedik iyilik bırakmıyor. Şayed bu +hücum Emevilerin al-i Mervan’dan yahud Ümeyye sülalesinden +olmalarından neş’et eylese idi biz onları müdafaa +yahud himaye etmekten vareste kalırdık. Lakin zavallıların +bütün kabahati başka milletle asla karışmamış halis Arab +olmalarıdır. Nitekim müellif kitabının ikinci cildinde: +“Emeviler Devlet-i Abbasiyye’den halis Arab olmaları +“Sözün hülasası: Devlet-i Emeviye bir devlet-i Arabiyyedir +ki esas maksadı saltanat ve tagallüb daiyesinden ibarettir” +hükmünü veriyor. +Müellif bu da’vayı isbat için sözü uzatıyor. İkinci cildde +buna dair medsus olmak şartıyla biraz söyledikten sonra +asıl dördüncü cildde bir fasl-ı mahsus açıyor işte şu +“Arablar başkalarına karşı köle muamelesi ederlerdi. Camide +arkalarına durup namaz kılarlarsa bunu Allah rızası +“Mevaliyi azadlı köle yahud bunların nesli künyeden +mahrum ederek yalnız isimleriyle yahud lakablarıyla çağırırlardı. +Hem onlarla yan yana yürümezlerdi” +“Derlerdi ki namazı ancak üç şey bozar: Eşek köpek bir +de mevali” +“Arap kendisini Arap olmayanların seyyidi addeder: +Kendisinin siyadet başkalarının ise hizmet için yaratıldığı +zannında bulunur.” +“Arablar bünyelerine mizaclarına varıncaya kadar her +şeylerinde sair milletlere karşı kendilerinde bir rüchan tevehhüm +ederler. Hatta vücudlarına nüzul isabet etmez; Kureyş +karılarından başkası altmış yaşında çocuk doğuramaz i’tikadını +beslerler.” +“Kaza gibi mühim manasıb-ı diniyyeden Arab’ın gayrisini +men’ ettiler. Kazaya Arab’dan başkası ehil olamaz dediler. +Cariyeden doğanları babası Kureyşi bile olsa hilafetten +mahrum bıraktılar. +“İsterse kabailin en aşağısından olsun bir Arap karısını +Arabdan başkasına emir bile olsa yine vermezler.” +“Muaviye zamanında Emeviler mevaliyi esir nev’inden +sayarlardı. Bunlar çoğaldığı için Muaviye bu tekessürden +devlet-i Arabiyeye gelecek tehlikeyi idrak ederek ya hepsini +birden yahud bir kısmını öldürtmek istedi.” +* * * +Bilinmelidir ki efkar-ı batılasını te’yid için müellifin müteaddid +usulleri vardır. Bunlardan biri bile bile yalan söylemektir +nitekim göreceksiniz. Öbürü efradın birinden sadır +olan bir hareketi bütün millete teşmil etmektir. Daha öbürü +rivayete hıyanet kelimeleri tahrif eylemektir. Bunlardan +başka muhadarat letaif gibi mevsuk olmayan me’hazlerle +de istişhad eder. Şimdi bunların her birinden birer misal getirelim. +Diyor ki: +“Arablar başkalarının arkalarında durup da namaz kılarlarsa +bunu Allah rızası için ihtiyar edilmiş bir tevazu’ sanırlar… +Mevaliyi künyeden mahrum bırakırlar… Namazı üç +şey bozar…” +Acem Arap tarihine biraz vukūfu olanlar için mechul +değildir ki Acemler zuhur-ı İslam’dan evvel Arabları tahkīr +ederlerdi. Aleyhissalatü vesselam efendimizin mektubunu +aldığı zaman Kisra yüzünü ekşiterek “Kölem bana mektup +yazıyor!” demişti. Yezdicerd Kadisiye fatihi Saad ibni Vakkas’a +yazdığı mektupta “Deve sütü içmekten kertenkele +yemekten Araplar o hale geldiler ki Acem şahlarının tac ü +tahtını istiyorlar. Yazıklar olsun sana ey dönek dünya!” demişti. +Hire padişahları ise Acem şahlarının taht-ı himayesinde +Sonra Cenab-ı Hak Arapları İslam ile müşerref edince +Acemlerden intikam almaya onların tahakkümü altında yaşamamak +fahr u nahveti kökünden kaldırdı. Aleyhissalatü vesselam +efendimiz Haccetü’l-veda’daki son hutbesinde “Arabın +Aceme Acemin Araba rüchanı yoktur. Hepiniz Adem’in evladısınız” +buyurmuştu. +Artık bundan sonra temayüz kalktı. Herkes müsavi oldu. +Lakin bununla beraber her iki tarafa mensub olanların bir +kısmında diğerine karşı bir hiss-i infial saklı olarak kaldı ki bu +hal iki hizb-i mütekabilin hudusüne sebep oldu. Bunlardan +biri Şuubiye’dir. Şuubiye Arabları tahkīr eden onlara her +kusuru isnad eden fırkadır. Ebu Ubeyde müteaddid kitaplar +vücuda getirmiştir ki bunlarda bütün kabail-i Arab’ın neseblerine +ta’n etmiştir. Diğer fırka ise Arab asabiyetini güdenlerdir. +Allame İbni Abdirabbih el-İkdü’l-Ferid ’inde her iki fırkanın +hüccetlerini sözlerini cami’ olmak üzere bir bab ayırmıştır. +Zaten Arabın asabiyetini isbat hususunda müellifin +naklettiği sözlerin kısm-ı a’zamı el-İkdü’l-Ferid sahibinin bu +babda yazmış olduklarıdır. Nitekim eserinin hamişinde müellif +bunu tasrih etmiştir. +Kitapları karıştıracak olursanız görürsünüz ki müellifin +bütün Araba nisbet ettiği sözler ashab-ı asabiyye namıyla tanılmış +bir şirzime-i hususiyyenin sözlerinden ibarettir. Zaten +el-İkdü’l-Ferid sahibi bu sözleri naklederken babın başına +“Arap ashab-ı asabiyyeti diyor ki” ibaresini yazmıştır. Pekala +biliyorsunuz ki bu cemaat Arab’ın kaffesi yahud kısm-ı +a’zamı olmak şöyle dursun yüzde biri bile değildir. Belki +cem’iyet arasında gaib olup gidecek bir cemaat-i kalileden +Bundan başka müellif bu kadarla iktifa etmiyor. Belki +şahsı muayyen ismi ma’lum olan bir adamın sözünü bütün +Araba isnad ediyor. İşte “Mevali arkasında namaz kılmazlardı +kılsalar da bunu tevazu’ addederlerdi…” sözünü elİkdü’l-Ferid +’den nakl ediyor. el-İkdü’l-Ferid sahibi bu sözü +bin Cübeyr’e nisbet etmişken müellif onu bütün Arab’ın +hissiyatına tercüman gösteriyor. Bu sania yani hususi bir +vak’ayı umumi şeklinde göstermek müellifin te’yid-i batıl +çarh-ı müellefatının mihveridir. +Sebilürreşad ’ın mazhar olduğu teveccüh-i ammeden istifade +kaydına düşen bir takım din vatan haini kimseler bazı +müvezzi’leri ıtma’ ile risalemizin içine mefsedetkarane bir takım +evrak sıkıştırtarak tevzi’ ettirmiş oldukları istihbar olundu; +muhterem kari’lerimizce bu kabil müfsidlikler anlaşılacağı +tabii ise de ihtiyatlı bulunmak üzere beyan-ı ma’lumata +lüzum görülmüştür. +! +Dini ilmi edebi siyasi haftalık mecmua-i İslamiyyedir +Sahib ve Müdir-i Mes’ul: H. Eşref Edib +TEFSIR-İ ŞERIF + +---- +. . . +---- + +Tercümesi +“Biz sana son derecede çok verdik. Öyle ise Tanrı’n için +namaz kıl kurban kes. Asıl ebter sana buğz edenin kendisidir.” +* * * +Sure-i Kevser üç ayet olup Mekkidir. Sebeb-i nüzulü +şudur: As bin Vail Ukbe bin Ebi Muayt Ebu Leheb gibi +Kureyş müstehzileri ne zaman aleyhissalatu vesselam Efendimiz’in +oğlunu irtihal etmiş görürlerse “Muhammed ebter +kaldı” yani namını andıracak bir evlad bırakamadı derlerdi. +Hem bunu Hazret-i Peygamber için büyük bir kusur sayarlardı +da halkı şeriat-i mutahharasına ittiba’ eylemekten alıkoymak +maksadıyle daima ileri sürerlerdi. +Bundan başka müslümanların bidayetteki za’fı fakrı kılleti +de birer medar-ı istihfaf idi. Evet bunları dinin hak olmadığına +delil sayarlar; ilahi bir din servetlerin kuvvetlerin +sinesinden fışkırır derlerdi. Zaten cehaletin hüküm sürdüğü +zamanların zeminlerin hepsinde süfeha hakka hakīkate +karşı aynı tavrı takınmıştır. +Bu dediler kodular müslümanları hususiyle dine yeni +girenleri incitiyordu. Bu sure-i celile erbab-ı imanı ferahlandırmak +ashab-ı küfr ü tuğyanı mebhut bırakmak için nazil +oldu. +* * * +“ Kevser” kelimesi kesretten mübalağa +sigasıdır çokluğun gayesine varan şey demektir. +“ Oğlu seferden gelen +bir Arap karısına çocuğun ne getirdi? demişler. Pek çok demiş.” +Kevser kelimesinden maksud ne olduğunda pek çok ihtilaf +hasıl olmuş. Kimi aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in +kıyamete kadar payidar olan ashab ve etbaıdır demiş. Kimi +Kur’an kimi İslam kimi tevhid kimi ilim kimi hikmet kimi +menaim-i dünya ve ahiret olmak üzere tefsir etmiş. +netteki nehir değil midir?” demişler. “O nehir de Cenab-ı +Hakk’ın Peygamberimize verdiği çoğun içindedir.” cevabını +vermiş. +“ Ebter” ismi nesli kesilmiş ma’nasına +kullanılıyor. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz’e buğz edenler +onun şahs-ı mübarekine karşı bir şey söylemiyorlardı. +Zira iddia-yı nübüvvetten evvelki tarihi de gösteriyor ki şahsı +herkes nazarında muhterem herkes nazarında sevimli +buğz ediyorlardı. Onun için küfür inad zulmetlerinde kaynayıp +gittiler; bütün ma’nasıyle ebter oldular. Çünkü bu +alemde hayırlı bir ad bırakmadılar. Aleyhissalatü vesselam +Efendimiz ise arkalarında muhalled bir şeriat na-mütenahi +bir zürriyet yani koca bir ümmet bıraktılar. Sallallahu aleyhi +ve sellem. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +raber şeriat-i İbrahimiyye’ye karşı büyük bir yabancılık izhar +etmiyor; belki kendisinin millet-i Hanifiyye üzere müesses +bir din-i kavim olduğunu ileri sürüyor; Hazret-i İbrahim’e +mensub birçok ahkamı kabul millet-i Halile’yi yeni baştan +karıştırılan esatir ve hurafattan tathir olunuyor; diğer taraftan +en son devre-i tekamüle kadar paydar olabilmesi için +metin la-yemut temeller üzerine bina olunarak ikmal ediliyordu. +Halil’de mevcud bulunan bir çok ibadat ve merasim-i diniyyeyi +kabul ile onları yavaş yavaş ihya ediyordu. +Fahr-i Kainat Efendimiz ibtida ba’s buyurulduktan sonra +nası tevhide da’vet etmek hususunda bütün mesailerini +sarf etmekte bulunmuşlardı. Putperestliğin çirkinliği zahir +olup tevhid kulub-ı nasda yer bulmaya başlayınca sırasıyla +tedrici bir surette ibadat-ı İslamiyye vaz’ ve te’sis olunmaya +başlamışidi. Salat savm zekat sadaka-i fıtır cemaat ezan +ahkam-ı muamelat…hep bu yolda teessüs etmişlerdir. +* * * +Resul-i Ekrem Efendimiz hazretleri kable’l-ba’s Hazret-i +Halil’e mensub bazı sünnet ve ibadetleri Kureyş ile beraber +eder tavaf kılar umre getirirdi. Fakat İsaf ve Naileleri Lat ve +Uzzaları işe karıştırmaz belki kavminin dahi gerek esna-yı +hac ve umrede gerek sair vakitlerde onlara olan ta’zim ve +akīdelerini ta’yīb ve takbih ederdi. Maamafih Risalet-meab +Efendimiz hazretlerinin umur-ı hacda Kureyş’in ihdas ettikleri +bazı merasime iştirak etmiş oldukları anlaşılıyor. +resi esnasında olacak Fahr-i Kainat Efendimiz hazretlerine +tebaiyetle arka sıra ihramda bulunan Ensar’dan Kutbe bin +Amir radıyallahu anh de divarı üzerinden atlamayarak bir +bostanın kapısından çıkar. Bu hal diğer sahabinin nazar-ı +dikkatlerini celb eyler: Muhrim iken kapıdan çıkarak günahkar +olduğu söylenir. Bunun üzerine Fahr-i Kainat Efendimizce +Kutbe’den niçin böyle yaptığı sorulur. O da zat-ı Risalet-penahilerine +peygamberimiz kendisinin ahmes Harem’e mensub olup +muhrim iken kapıdan çıkmasına cevaz bulunduğunu söylerler. +Kutbe de: –Ya Resulallah benim dinim senin dinindir; +onun için ben sana ittiba’ edebilirim der. Bunun üzerine +ayet-i kerimesi +nazil olur. +Bu haber sahih olduğuna göre ashab-ı kiramca hatta +ol hazretce dahi altıncı sene-i hicriyye nihayetlerine doğru +vukūa gelen Hudeybiye seferi esnasında şu ayet-i kerimenin +nüzulüne kadar ehl-i Harem olmayan muhrimlerin kapılardan +girip çıkmaları caiz olmadığı i’tikadının devam ettiği +anlaşılıyor. +* * * +Ba’de’l-bi’set haccın mahzuriyetine dair bir delile tesadüf +edilemiyor. Onun için her halde ibahat-i asliyyesi üzere +belki meşruiyeti üzere bekası derkardır. Buna göre Fahr-i +Kainat Efendimizin din-i mübin-i İslam’ı kabul eden ashab-ı +kiramın fırsat buldukça hac etmiş ve umre getirmiş olmalarına +kail olmak için bir mani’ görülemiyor. +Nasıl ki Abdullah bin Abbas Cabir bin Abdillah radiyallahu +anhüm hazeratı Fahr-i Kainat Efendimizin ikisi +kable’l-hicret diğer biri de ba’de’l-hicret Medine-i Münevvere’den +“Haccetü’l-veda’” olmak üzere üç defa hac etmiş +olduklarını rivayet ediyorlar. +Fakat kable’l-hicret kılınmış olduğu rivayet edilen haclar +farz olarak mı yahud şeriat-i İslamiyyece hilafına delil kaim +olmadığından sünnet-i Halil üzere nafile olarak mı kılınmıştır? +Her ne kadar mervi ise de –tarih-i iftirazı hakkında +söylenecek sözlerden anlaşılacağı üzere– hilafına bir çok deliller +kaim olduğundan birinci şıkkı şayan-ı kabul değildir. +Bu halde ikinci şıkkı taayyün ediyor demektir. +Hicret-i seniyyeyi müteakib İslamiyet’in paydar olabilmesi +mübinin en mühim esasları vaz’ olunmuştu. İslamiyet dahilen +ve haricen kesb-i metanet ederek dost ve düşman karşısında +gazavatta nezd-i nebevide camilerde birleştikleri gibi +bir de Harem-i Şerif’de huzur-ı Beytullah’da dahi birleşmek +yekdiğeriyle tanışmak istiyorlardı. Fahr-i Kainat Efendimiz +hazretleri maiyetinde ashab-ı kiramdan bin dört yüz kadar +kimse bulunduğu halde umre niyetiyle sefere çıktılar +gönüllerinde fikr-i harb yok idi. Zaten yanlarında birer +kılıçtan maada silahları da bulunmuyordu. Hedy olmak +üzere yetmiş kadar deveyi beraber getiriyorlardı. Zü’l-huleyfe +nam mevkie geldiklerinde ihrama girdiler. Kurbanlık +develerinin örgüçlerinden sağ taraflarını kanatarak nişanlamış +ve boyunlarına kılade takarak kendileri ile beraber sevk +etmekte bulunmuşlardı. +Hedy Arabların i’tikadınca her türlü taarruzdan masun +olduğu gibi sahibinin dahi muhrim olduğuna delalet ederdi. +Muhrim olan kimse bit-tabi’ muharib olamayacağı gibi şahsı +dahi her türlü tecavüzlerden mümanaatlardan mahfuz olurdu. +Asl-ı İslam Hudeybiye nam mevkiin halden ma’dud tarafına +nüzul ettiler. Fakat Fahr-i Risalet hazretleri namazlarını +Harem’e aid olan kısmında eda buyuruyorlardı. +Hedylerini beraber sevk ettikleri halde mücerred umre +niyetiyle muhrim olarak Ka’betullah’ı kasd eden İslamların +rikin ehl-i İslam’ın Mekke’ye dahil olarak ifa-yı umre etmelerine +mani’ oldular. Bunun üzerine sene-i atiyyede üç gün +zarfında umre etmelerine mani’ olmamak şu üç gün zarfında +Mescidü’l-haram’a müşrikinden kimse girmemek şartıyla… +akd-i musalaha ettiler. Fakat bu musalaha İslamlar için ziyadesiyle +ağır geldi: İhrama girmiş iken ifa-yı umre etmeden +geriye dönmeyi bir türlü hazm edemiyorlardı. Ashab-ı kiram +beyninde olan heyecan hayli güçlük ile bastırılabildi. +Bu sene hac etmek kabil olamayınca şübhesiz ihramdan +çıkarak Medine’ye avdet etmek iktiza ediyordu. Fakat ashab-ı +kiram beyninde olan dedikodulara heyecana nihayet +vermek üzere ashab-ı kirama kurbanlarını keserek halk ile +ran olmadı. Bunun üzerine sahabiyattan Ümmü Seleme’nin +yanına girerek emr-i nebevilerine karşı ashabda olan lakaydi +ve heyecanı hikaye buyurdular. Ümmü Seleme de: +“Ya Resulallah madem ki mes’elenin böyle olmasını arzu +buyuruyorsunuz bu halde ashaba karşı bir söz sarf etmeye +hacet yok kalkar kurbanınızı keser halk ile ihramdan çıkarsınız; +onların da size ittiba’ edeceklerinde şübhe etmem” +dediler. Bunun üzerine peygamberimiz kurbanlarını kesti +halk ile ihramdan çıktılar. Hakīkaten herkes ol hazrete ittiba’ +çıktılar. +* * * +Bu sefer esnasında hacca dair birinci defa olarak +ayet-i kerimesi nazil oldu. Bu ayetin sebeb-i +nüzulü hakkında İbni Ebi Hatim Saffan bin Ümeyye’den +naklen diyor ki – Hudeybiye umresi esnasında olacak +–: Üzerine cebe iktisa etmiş za’feran sürünmüş birisi nezd-i +Risalet’e gelerek: +– Ya Resulallah umrem hakkında ne buyuruyorsunuz? +Demiş idi. Bunun üzerine +ayet-i kerimesi +nazil oldu. Nebi aleyhisselam da o zatı çağırarak: +– Elbiseni çıkar iğtisal et.. buyurdular. +Yine bu sefer esnasında: +ayet-i kerimesi nazil olmuştur. +Hudeybiye umresi esnasında Fahr-i Rusül Efendimize tesadüf +ettim; başımda olan hevamdan ziyadesiyle müteezzi +oluyordum; hatta ara sıra yüzüme iniyorlardı. Ol hazret bu +hale muttali’ olunca: +– Ya Kaab saçlarını kestirebilirsin… +Buyurdular. Bunun üzerine +ayet-i +kerimesi nazil oldu. +Zuhri’den naklen İbni Cerir’in rivayetine göre –yukarıda +arz edilen sebeb üzerine– yine bu sefer esnasında +ayet-i kerimesi +nazil olarak Araplarca öteden beri hal-i ihramda ön +kapısından girip çıkmanın bir bidat olduğu bildirilmiş bu +hususda olan adat-ı cahiliyye lağv edilmiştir. +Müfessirin-i kiramın ittifakları vechile: +ayet-i kerimesi +de Hudeybiye umresi esnasında nazil olmuştur. Zaten +ayet-i kerimenin hükm-i ihsarı beyan etmekte bulunmasına +nazaran dahi Hudeybiye’de nazil olduğuna kail olmak akla +da hoş geliyor. +* * * +suretle yarıda kaldı. Fakat sene-i atiyyede her halde telafi-i +mafat etmeleri muhakkak idi. Resul-i Ekrem ve ashab-ı +kiram hazeratı kurbanlarını keserek bazıları halk bazıları +taksir ile ihramdan çıkmayı müteakib Medine’ye +avdet ettiler. Esna-yı avdette Sure-i Fetih nazil olmakla +müslimin ziyadesiyle mesrur oldular. A’sabda olan gerginlikler +tamamıyla zail oldu. Kulub-ı müslimine sekinet geldi… + +---- +FELSEFE +---- + +a’razın mahall-i mukavvimi olan cevherin bir emr-i ma’kūl +ve hıyta-i ihsasatımız dahiline giren a’razın da kuva-yı müdrike-i +beşeriyye ile kaim olduğunu bit-teyakkun havadis-i +mahsusenin hey’et-i mecmuasından ibaret olan alem-i his +ve şühuda “ene” denilen nefs-i natıkanın eşkal-i muhtelife-i +Hatta bunlardan Hume ve Stuard Mill bu mebhasde her +türlü faraziyat-ı ma-fevka’t-tabiayı ber-taraf ederek husul-i +kabulüne lüzum görmemişler ve illet fikrinin ancak daire-i +haiz-i ma’na olamayacağını söylemişlerdir. Bunların iddialarına +göre alem-i harici ihsasatın vücud-ı ma’ileriyle tevali +ve teakublarından ibarettir. +Stuard Mill diyor ki: Bir şey’-i harici ihsasatımızdan biri +vasıtasıyla bize karşı teayyün etmemiş bile olsa biz onun +mevcudiyetine kail oluruz. Zira o şey’-i hariciyi teşkil eden +na mani’ değildir. Daire-i şuurumuzdan hariç bir şeyin vücuduna +kail olmak ihsasatın imkan-ı daimisine kail olmak +demektir. Şu halde alem-i harici bizim vicdanımızla beni +nev’imizin ve sahib-i his olan sair mahlukatın vicdanlarına +tahakkuk eden “imkan-ı daimi-i ihsasat”dan başka bir şey +değildir. +Stuard’ın bu iddiasına karşı bir çok i’tirazat dermiyan +olunuyor. Alemde henüz sahib-i his ve hayat mahlukat yok +olması bu i’tirazların en kuvvetlilerinden biridir. Eşya-yı ha­ +ri­ +ciy­ +yenin vücudu inkar edilemez. Çünkü onların mevcudiyetleri +bizim idrakimize müftekır değildir. Hıyta-i idrak ve ih­ +sasımız haricinde bir çok şeylerin mevcud hatta ihsasatımıza +muvafık bir vücud ile teayyünlerini kabule bir mani’-i akli +yokdur. Hıyta-i ihsasatımızdan hariç her hangi bir mevcud +tıbkı ihsasatımız dahilindeki teayyün-i zatisiyle mevcud ve +fe ile müteayyin olabilir. +Fikriyyunun bu iddiaları şaibe-i ifrattan hali olmamakla +beraber ehl-i vahdetin vücud-ı harici hakkındaki fikirlerini +Ehl-i vahdetin bu babdaki fikirleri fikriyyun mesleğine +salik olan hükemanın iddialarına tamamıyla mugayirdir. +Çünkü ehl-i vahdet hiçbir zaman alem-i haricinin vücudunu +nasına kail olmuyorlar ve alem her dakīka tecelli-i İlahi’ye +mazhariyetle kaimdir; Cenab-ı Hak bir dakīka aleme ifaza-i +vücud etmese alemden eser kalmaz zira alem zatına nazaran +ma’dum Hakk’a nazaran mevcuddur diyorlar. Fakat onların +bu sözü kat’a alem-i haricinin vücudunu inkar ma’nasını +tazammun etmez. Bu sözün ma’nası eşya-yı ha­ +riciyyede +tahakkuk eden vücud bir nokta-i nazara göre vücud-ı diğer +bir nokta-i nazara göre adem demektir. Ehl-i vahdetin şu +fikirleri atideki misal ile bir dereceye kadar anlaşılabilir. +Mesela hükema ecsamda tahakkuk eden a’razın sırf bizdeki +ahval cümlesinden addediyorlar. Onların şu fikrine göre +a’raz min vechin mevcud min vechin ma’dum demek olur. +Yani idrakimize karşı teayyün eden bir cevherle idrakimizin +ona tealluku neticesi olarak teayyün eden üçüncü bir mahiyet +mesela “levn” denilen araz tahakkukunun şartlarına +nazaran mevcud aksi surete göre ma’dum demektir. Halbuki +araz-ı mahsus mevcuddur. Ona hiçbir zaman ma’dum +denilemez. Fakat arazın vücudu mutlak değil belki şeraitinin +göre mevcud diğer nokta-i nazara göre ma’dum hükmündedir. +Çünkü şeraitinin ictimaından sonra tahakkuk eden bir +araza asla ma’dum denemediği gibi bunun aksi de iddia +edilemez. Yani araz hakkında tahakkuku şeraitinin ictimaına +gayr-i mütevakkıf bir mahiyet-i müstakılledir denemez. +Bu misali serd eylemekten maksadımız ehl-i vahdetin: +“Eşya zatına nazaran ma’dum zat-ı uluhiyyete nazaran mev­ +cuddur” sözünün tavzihinden başka bir şey değildir. Binaberin +bu misalin aynen kabulü Cenab-ı Hakk’ın bir cevher +alem-i haricinin de o cevherle kaim bir araz olduğunu kabul +demek olur ki neticesinin nereye varacağı izahdan müstağnidir. +Hülasa-i kelam fikriyyundan bazılarının i’tikadları vechile +alem-i haricinin vücudu öyle ceffe’l-kalem inkar edilerek +Cenab-ı Hak’tan müstağni olarak mevcud ve mütehakkak +olduğu da kolay kolay kabul edilemez. Hatta müstağrak-ı +bahr-ı vahdet olan Şeyh-i Ekber Hikmet-i Ulviyye faslında +şöyle buyuruyor: +[] Bosnevi merhum ibareyi şu suretle şerh ediyor: +Allahu teala hazretleri bu muhtasar-ı şerifdeki insan-ı kamildir +cemi’-i esma-i İlahiyeyi icad eyledi. Ve “Alem-i kebir-i +munfasıl”da vaki’ olan şeyin ki insandan hariçtir hakaikını +yanın hakayıkını ki ol eşya suretle insandan haricedir insanda +nebat ve esnaf-ı hayvan insanda suveri ve eşhasıyla mevcud +değildir. Ve lakin bunların hakayıkı onda mevcuddur +ki hakayık ol suver için ervah ve nüfus-ı natıka gibidirler. +duğu i’tibar üzere alem-i kebirin cemi’-i hakaik ve sıfatını +camidir. Hazret-i alihiyyette mecmua olan cemi’ esma-i İlahiye +ve sıfat-ı Rabbaniyye’yi ve alem-i kebirde cemi’ hakaik +ve havassı Hak teala insan-ı kamilde cem’ etti. +Ve insan-ı kamili Allahu teala alem için revh eyledi. +Nefs-i natıkayı suret-i insaniyye için revh ettiği gibi ona +ulvi ve süfliyi teshir eyledi. Suret-i camiasının kemalinden +ötürü. Zira insan-ı kamilin sureti suret-i İlahiyyeyi ve suret-i +alemi cami’dir. Suretin kemalinden ve cem’iyetinden ötürü +semavat ve arz ve ervah-ı ulviyyeyi ve eşhas-ı süfliyyeyi ve +alem-i ervahı ve alem-i şehadeti ve esma-i İlahiyye-i vücubiyye-i +ulviyyeyi ve mezahir-i kevniyye-i imkaniyye-i süfliyyeyi +ona teshir eyledi.” +Şu ibareden anlaşılıyor ki hazret-i şeyh hakīkat-i insaniyyeden +hariç bir alemin vücuduna o aleme aid hakaikın +hakīkat-i insaniyyede indimacına kail oluyor. + +---- +TARIH +---- + +HAK VE HAKĪKAT +Vahy-i Rabbani’nin Meratib-i Adidesi Vardır. +– Kuvvet ve ihtizazda +’ e bir nevi’ çan sadasına şebih bir sada-yı mehib-i +semai suretiyle vaki’ olan vahiydir. Aksam-ı vahiy içinde +eşedd ü es’ab olan bu kısımdır. Zira nebi olan zat bunun +te’sir ve ilcasıyla tabiat-ı beşeriyyeden mertebe-i melekiyyete +uruc eder ve inkıta’-ı sada akībinde hitam-ı İlahi’yi kema +yenbagī fehm ü hıfz eylerdi. Bu kısma aid izahat-ı mümkine +cild-i evvel evahirinde i’ta olunmuştur. +Çan sadasının şer’an mezmumiyeti ihtiva ettiği tanin +kılıyor. Yalnız kuvvet ve ihtizazda teşbih maksuddur deniliyor. +Çünkü ilm-i beyanda takarrur ettiği üzere mübeşşeh +her vec­ +hile müşebbehün-bihe mümasil olmak şart değildir. +Bu suretle vahy-i İlahi vukūu hengamında –rivayet-i +mevsuka göre– nezd-i Risalet-penahide hazır bulunan ashab-ı +kiram arı vızıltısına şebih bir nevi’ sada +his­ +sederlermiş. Lakin bu hal sada-yı vakiin bizzat mazhar-ı +hitab olan Resul-i Ekrem hakkında daha şedid ve mehib +olmasına münafi değildir. Bazı erbab-ı tedkīk diyorlar ki: +Cenab-ı Risalet-meab’a –mesail-i avisadan olup efrad-ı ümmete +keşf ve izahı kabil olmayan– keyfiyet-i vahiyden sual +vukū’ bulunca işitildiği esnada kendisinden bir ma’na tefehhümü +mümkün olmayan işbu sada-yı mütedarik tetabu’ +yin sıfat-ı celal ve übbehet-i kibriyaya iktiran halinde vürud +ederek mehabet-i hitab-ı Sübhani’nin mecami’-i kalb-i şeriflerini +alem-i gayba ittisal ile valih ü hayran kalmakta olmalarını ve +müteakıben bir suret-i harikada kalb-i mübareklerine intikaş +eden kelam-ı şerifi telakkī buyurmakta bulunmalarını tefhim +ve tebyin buyurmuşlardır. +– Cenab-ı Cibril’i altı yüz kanadı havi +olan hey’et-i asliyyeleri üzerine görerek mazhar-ı vahy-i +Rabbani olmaktır. Bu keyfiyetle vahiy telakkīsi yalnız iki defa +vaki’ olmuştur. Onların biri yeryüzünde Cibril’in ufk-ı a’layı +seddettiği diğeri de Leyle-i Mi’rac’da Sidretü’l-münteha’ya +vusul buldukları hengamda vukū’ bulduğu Suretü’n-Necm +evailinde musarrahtır. + +---- +. . . . +---- + +ayat-ı celilesi bir tefsir-i mevsuka göre bu mertebenin beyanını +havidir. +KILIÇ DİNİ +Museviliğin ne olduğunu tedkīke mübaşeret ettiğimiz esnada +Yahudilerin şarii olan zat-ı mükerremin yani Hazret-i +Musa’nın tarih-i hayatına bir nazar-ı mücmel atmak lazımdır. +Hazret-i Musa’nın tarih-i hayatı ile tebligat ve ta’limatı +kendisine atf olunan Tevrat ’ın beş suhufunda mündemic +olup Talmud ile Yosefus Oosephus’un asarında az çok +Mısır hükümdarı Firavun müşaviri ve muahharan katl +edilen Baur oğlu Belam’ın tavsiyesi üzerine Beni İsrail’in +erkek çocuklarının doğunca katledilmesini emr etmişti Levi +kabilesine mensub bir kadın bir erkek çocuk doğurdu Firavun’un +me’murlarından üç ay sakladı. Artık saklamaya +muktedir olamayınca onun için bir saz sandalcık yaptı; çamur +ve zift ile sıvayıp çocuğu sazlara sararak nehrin kenarından +suya bıraktı ve çocuğun hemşiresi ona ne olacağını +anlamak için uzakta durdu. Gün sıcak ve sıkıntılı idi; hava +da ağırdı. Bir çok ahali bayıltıcı sıcaktan kaçıp serinlemek +üzere Nil’in serin sularına gelmişlerdi. Firavun’un kerimesi +olan Basya da bu maksadla cariyeleriyle beraber geldi; suya +girince sepeti görüp çocuğa acıyarak ölümden kurtardı. Ben +onu sudan çıkardım diyerek “Musa” tesmiye etti. Musa Firavun’un +kızı Basya’ya öz oğlu gibi ve kralın sarayına hakīkaten +mensub bir çocuk gibi oldu. +Musa as hükümdarın sarayında güzel bir delikanlı olarak +büyüdü. Şahane giyinir ahalinin hürmetine mazhar +olur her hususda hükümdar silsilesinden görünürdü.” +Ve “İşte bu günlerde Musa büyüdüğü vakit çıkıp kardeşlerinin +yanına gitti ve çektikleri yüke baktı ve Mısrilerden +birinin kendi kardeşlerinden olan bir İbrani’yi dövdüğünü +gördü. O tarafa baktı bu tarafa baktı; kimsenin olmadığını +görünce Mısri’yi katl edip kumların içine sakladı. İkinci gün +dışarı çıktığında; İbrani’nin diğerleriyle mücadele ettiğini +gördü ve ona sordu: Sana ne haksızlık yaptı ki arkadaşını +dövüyorsun? O cevap verdi ki: Seni bizim üstümüze amir +ve hakim kim nasb etti? Beni de Mısırlı’yı öldürdüğün gibi +öldürmek mi istiyorsun? Musa korktu ve şübhesiz bu iş meydana +çıktı deyip Mısır’dan firar etti.” +Talmud Musa as’nın hicretinden sonraki sergüzeştini +ve Habeşistan ve Nube tarafından hükümdarlığını nakl +eder. “Musa as nazar-ı İlahide makbul oldu askerlerini +sadası ve harekatı ile teşci’ etti. Kalelere ordularla borular +çalarak ve azim şevkler ile hücum etti. Şehir onun eline teslim +olundu. Düşmanlarından bin yüz kişi muharebede katl +olundu. “Musa as sonradan hükümdarlığı terk edip Medyen’de +koyun gütmüş ve müteakiben ferman-ı İlahi ile bu +memleketteki Beni İsrail’i esaretten halas için Mısır’da avdet +eylemiştir. Zevcesiyle Mısır’a giderken yolda Musa as oğlunu +sünnet etmek istemiş bunun üzerine zevcesi “Tahkīk +sen benim için kanlı bir zevcsin!” demişti. +Musa as Mısır’a girmiş ve makam-ı hükumette bulunan +Firavun ile mülakat edip Beni İsrail’in esaretten azad edilmesini +taleb eylemiştir. Bu teklif reddolunmakla Mısır ahalisi +bir çok belaya ve mesaibe duçar oldu. “Harun’un eliyle +Allah Mısır’ın sularını kana tahvil etti. Akar derelerden su +çekenler kaplarına baktılar ki: İçindeki suları al kan olmuş. +ancak kan ile doldurdular. Ekmek yapmak için su kullananlar +hamurlarında kan karışmış buldular.” Bir çok belaya +daha zuhur edip en nihayet ölüm musibeti meydana geldi. +“Nihayet nısfu’l-leylde Cenab-ı Hak tahtında oturan Firavun’dan +zindandaki esire kadar Mısır ülkesindeki ahalinin ilk +çocuklarını ve bütün ilk doğan hayvanatı öldürdü. Firavun +ve huddamı geceleyin uyandılar; ve ahalinin hepsi de kalktı. +Mısır’da bir feryad-ı azim vardı; çünkü içinde ölü olmayan +bir ev kalmamıştı.” +Basye Firavun’un kızı Musa ile Harun’u aramaya çıktı. +Onları meskenlerinde Cenab-ı Hakk’a teganni-i şükür ve +mahmidette buldu. Musa’ya dedi ki: Bak seni kucağımda +besledim; ta çocukluğundan beri kalbimden sevdim. Sen +benim bu i’tina ve şefkatime nasıl mükafat ettin! Bana benim +milletime babamın hanesine felaket ve mesaib getirdin! +Musa cevap verdi: “Onlar Allah’ın sesini duymak istemiyorlar; +bunun için bu mücazata mübtela oldular.” +Saint Paul Kilisesi Serrahibi Milman nam zat Musevilerin +Tarihi nam eserinde bu hadiseden bahsederken der ki: Bu +gecenin dehşet ve vahşetini iyice tasavvur etmek için asıl Mısır +ahalisinin ölüleri arkasından ettikleri figanlarla tanıldığını +söylemeliyiz. Bir takım kadınlar perişan saçlarla feryad ederek +öteye beriye koşuyorlar bir çok insanlar cenaze çıkan +hanelerin etrafında toplanarak gürültü ediyorlardı; ve artık +den yuvarlandıklarını ve ilk doğmuş olarak muhafaza edilen +mukaddes hayvanatın harabi-i umumide helak olduklarını +da te’min ederek bu felaketin mehabet ve dehşetini büsbütün +tezyid etmektedir.” +Bu son belaya nihayet Mısır hükümdarını Hazret-i Musa +yi i’taya sevk eylemiştir. +Şurası da unutulmamalıdır ki: Musevilerin hamursuzun +birinci gününe tesadüf eden kurban bayramları işte bu hadisenin +yad ve tezkiri için mevzu’ olup bu resm-i dininin +safahatından biri de kuzu öldürüldükten sonra kanı bir kap +dahiline akıtılacak ve sonra “bir demet roka otu Hojesop +alıp kaptaki kanın içine daldıracaksın!” +Lakin Firavun sonradan Beni İsrail’e müsaade ettiğine +pişman olarak onları tekrar esaret altına getirmek üzere büyük +bir ordu ile ta’kībe başladı. Bahr-i Ahmer’in suları Beni +Firavun ile ordusu bunların arkasından bütün harp arabaları +süvarileri ile beraber denizin ortasına kadar yürüdü. +“Musa as ellerini denizin üzerine uzattı; ve sabah açılırken +deniz kuvvetini iktisab etti; Mısriler ona karşı kaçtılar; ve Allah +Mısrileri denizin ortasına attı. Sular geri çekildi. Muharebe +arabalarını süvarileri ve Firavun’un bütün maiyetini +kapattı. Bir kişi bile kalmadı.” “Beni İsrail deniz kıyısından +Mısrilerin helak olduğunu seyrettiler.” +* * * +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Yedi gün geçtiği halde Şah Gel avdet etmedi. Ahali: +– Siz beş gün demiştiniz. Yedi gün mürur etti. Hala +reisimiz gelmedi. Mutlaka onu esir ettiler diye şikayete başladılar. +– Kabil değil yapamazlar. Gideyim bakayım diyerek +hazırlanmaya kalkdımsa da: +– Reisimiz gelinceye kadar bizim esirimizsiniz. Cevabını +verdiler. Maiyetimde bulunan iki yüz kişiyi topladım. Ahali +toplanıp yalın kılıç hücuma niyet etti. Bizimkilerin nısfına +tüfenk atmaları ve nısfına da kılıçla müdafaada bulunmaları +Bunu gören ahali kaçıp saklandı. Ben de onların develerinden +Şah Gel’in gittiği tarafa yollandım. +Özür dileyerek arkamdan koştular ve beraber Sistan’a +kadar geldiler. Orada develerini iade edip kaleye girdim ve +amcamdan Şah Gel hakkında izahat taleb ettim. Amcam: +– Sistanilerin iki sergerdesi var. Biri Serdar Şerif Han ki +Sistan süvarilerinin kumandanıdır. Diğeri Emir Alem Han +süvarilerinin kumandanı Yusuf Han’ın oğludur ki Şah Gel’i +esir eden de budur. Kendisine çok söyledim. Fakat sözümü +dinlemedi dedi. Derhal onun nezdine gittim. Attan inmeyerek +elimi uzattım ve: +– Şah Gel nerededir diye sordum. Çadırdan mevkūf +bulunduğunu anlayınca yanıma çağırdım ve bunu niçin +esir ettiniz? dedim. +– Emir Alem Han’a götürmek istiyorum cevabını verdi. +– Onu size ben göndermiştim kendim de onun yerine +kalmıştım. Şah Gel sizin tebaanız değildir ki emirinizin yanına +götüreceksiniz. Hitab ve itabından sonra Şah Gel’i ve +hizmetçisini süvarilerimden on kişiye terfikan memleketine +yolladım. +Üç gün tevakkuftan sonra Sistanlılar ile Sistan’a azimet +ettik. İkinci günü Hilmend nehrinin kenarına geldik. Yusuf +Han Hezara oğlu zadenin süvarilerindendir. Bazıları Şah +Gel’in taifesini vurmak istemişler kalelerdeki ahali de toplanıp +bunlarla cenge hazırlanmışlardı. +Hezara süvarilerinin sergerdesine maiyetinin men’i hakkında +haber gönderdim. Kaleler ahalisini de teskin için toplandıkları +kaleye doğru yürüdüm. Kapalı bulunan kapıdan +giremeyince adamlarımdan birini yolladım. Bunun üzerine +rüesadan birkaçı kaleden çıkıp nezdime geldiler. Kendilerini: +– Afgan olmanız i’tibarıyla sizi birader mertebesinde tutarım +diyerek teskin ve tatmin ettim. Ba’dehu oradan hareket +ederek iki gün ve iki gece bunların kaleleri arasından +geçtik. Her kalede bize zad ü zahire verdikleri halde Sistanlılara +vermiyorlardı. Biz de nevalemizi Sistanlılar ile taksime +mecbur oluyorduk. Necar’a gelince oralı olan süvariler +çekildiler. Kalanlar da Emir Alem Han’ı istikbalimize getirmek +üzere gittiler. Serdar Şerif Han Şerifabad namındaki +kalesinde iki gün bizi misafir etti. Üçüncü günü Emir Alem +Han Nasırabad Sistan’ın kalesine gittik. Müşarun-ileyh istikbalimize +çıkıp ihtiramatta bulundu. Amcamla beni kaleye +götürüp ikram ve it’am ettikten sonra haric-i kalede yeni +çadırlar kurdurdu ve maiyetimize bir mihmandar ta’yin etti. +On iki gün emirin misafiri olduk. Sistan Gölü’ne müteveccihen +hareket edeceğimiz sırada emir-i müşarun-ileyh gerek +çadırların gerek bizim için hazırlanan sair eşyanın birlikte +götürülmesini rica eyledi. Ba’de’t-teşekkür kabul etmeyecek +olduksa da ısrar ve ibramı üzerine iki üç küçük çadır aldık. +Ayrıca bin toman nakit de verdi. Paraları amcama verip: +– Şimdiye kadar sizin masrafınızı te’diye ediyordum. +Bunları alın artık benden de bir şey istemeyin dedim. Kendi +yanımda Abdurrahim Han’ın hazinedarı tarafından getirilen +paradan henüz iki yüz eşrefi vardı. +Civarındaki ahalinin Hamun dediği Sistan Gölü’nden +geçip Pendan’a vasıl ve Rane yolundan Deşt-i Lut’a dahil +olarak Birçend’e geldik. +Birçend[‘de] Emir Alem Han’ın iki oğlu bizi misafir ettiler +valideleri de büyük bir ziyafet çekti. +senesi Muharremi ibtidasında Birçend’e gelmiştik. +On ikisinde İmam Ali Rıza radiyallahu anh hazretlerinin +meşhed-i mukaddesine doğru yola çıkıp Sarayan şehrine +vasıl olduk. Oranın suyu hem acı hem tuzlu olduğundan +ahalisi yağmur suyuyla dolmak üzere havuzlar yapmışlar +pişebilirse de kabil-i şürb bir halde değil idiler. +Buraya geldiğimiz gibi amcam sıtmaya tutuldu ve hastalığı +bir ay kadar uzadı. Bu müddet zarfında ikamete ve +nakd-i mevcudumuzu sarfa mecbur olduğumuzdan parasız +kaldık. +Amcam devr-i nekahete girince kendisi için bir tahterevan +tedariki fikrinde bulundum. Oralarda ağaç pek nadir +olduğu için emelimin mümkün olamayacağını söyledi. Ora +mescidinin müştemilatından dört direk kestim i’tiraza kalkışanlara +da: +HUTBE VE MEVAİZ +. = . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . +Ali Şeyhü’l-Arab +MEV’IZA +Cenab-ı Vacibü’l-vücud mü’minlere cihad ile emrediyor. +Cihad ki bizim diyanet-i İslamiyye’de ibadatın en efdalidir. +Sallallahu aleyhi ve sellem hazretleri buyurmuşlar ki: +lamiyye indinde iki kısımdır: Farz-ı ayn farz-ı kifaye. Farz-ı +ayn olan cihad cumhur-ı ulema nazarında memalik-i İslamiyyeden +birine a’da tecavüz ederse o zaman cihad farz +olur. Bugün bizim memleketimize küffar tecavüz etmiştir; +cumhur-ı fukahanın kavline binaen cihad bugün mü’minlere +farz-ı ayndır. Fakat bu feraizin hududu +kaide-i tabiasına binaen tahdid edilmiştir. Farz-ı ayn olmak­ +la bütün dünyadaki müslümanların meydan-ı cihadda isbat-ı +vücud etmeleri lazım gelmez; belki mes’eleye alakası +ve mıntıkaya kurbiyeti olan kimselere farz-ı ayndır. Onların +mevcudu kifayet etmezse lüzumu mikdarında baid olanlara +da farz-ı ayn olur. +Bugün bizim memleketimize düşman tecavüz etmiştir. +Bilhassa bu memleket düşmanın tama’ ettiği bu kıt’a bizim +bir vilayetimizdir. Buraya düşmanın tasliti üzerine umum +ehl-i İslam’ın zimmetine müdafaa vazifesi terettüb eder; +şe­ +riat bütün dünyadaki müslümanları bu babda alakadar +görüyor; ve bütün efrad-ı ümmeti ifa-yı vazifeye bezl-i hamiyyete +da’vet ediyor. +Zira bu muharebe her ne kadar Trablusgarb’a münhasır +gibi görünüyorsa da neticede bütün alem-i İslamiyyet ve +olduğu siyasetin iki sözle hülasası: İslam’a son darbeyi bütün +dehşetiyle vurmak ve ne yayıp yapıp İslamiyet’i ortadan +kaldırmaktır. Bu fikri şeytan bunlara telkīn etmiş. Senelerden +asırlardan beri bu siyaset devam etmektedir. Tamam +biraz kendimizi toplamaya başlayacağımız sırada bir muharebe +açarlar cenazemizi kaldırmaya hazırlanırlar. +Bu da ihtimal onlarca son darbe idi. Afrika’da Müslümanlığın +namını kaldırmak fikriyle bu işe giriştiler. Düşman +zannetmişti ki biz Afrika’da gayet gafil gayet zaif son derece +tedbirsiz tedariksiz bir halde bulunuyoruz. Bunun için +yalnız bir nümayişle orasını zapt edecek bir tenezzüh-i askeri +kağıd üzerindeki taksimatlara tevessül olunacaktı. +Fakat Cenab-ı Kadir-i Mutlak adalet-i Sübhaniyyesi’ni +gösterdi Kur’an-ı azamet-şanındaki va’d-i Rabbanisi’ni +etti. Fakīriniz bizzat bu muharebeye iştirak ettim Trablusgarb’ın +Bingazi mıntıkasına Derne cihetlerine gittim oradaki +mücahidin-i kiramın ahval-i hazırasına dair oldukça +kesb-i ıttıla’ eyledim. Her ne kadar orada tedarikat-ı harbiyye +namına bizim bir şeyimiz yok ise de mü’minlerin kalbi +gayet kavidir cihad son derece bizim matlubumuza muvafık +cereyan ediyor cemaat-i müslimine oradaki müşahedatımı +Cenab-ı Hakk’ın bu ni’met-i uzmasını tebşir etmeyi bir vazife +addederim. Sağ olun. +Ma’lumdur ki bu mes’ele bütün alem-i İslam’a aiddir. +Hindistan ve Cava’da bile müslümanların hissiyat-ı ma’neviyyelerine +dokundu. Cümlesi bu tecavüzün müslümanlar +emrine imtisalen kise-i hamiyyetlerini açarak meydan-ı +cihaddaki Müslüman kardeşlerin imdadına yetişmeye +velev malen olsun şitab ettiler: Yalnız Mısır’daki ihvanımızın +muavenetleri benim Mısır’dan mufarakatime kadar seksen +altı bin liraya baliğ olmuştu. Erzak eşya ve sair bütün ihtiyacatı +mücahidlere yetiştirdiler hükumetimiz de kendi hesabına +levazım-ı harbiyyeyi oradaki ihvana yetiştirdi. Bu suretle +oradaki mücahidler kemal-i ciddiyyetle kemal-i hamiyetle +memleketi vatanı himaye ve müdafaa etmeye; farz olan +cihadı edaya Allah’ın emrini yerine getirmeye uğraşıyorlar. +Her ne kadar düşmanın kuvve-i maddiyyesi bizim kuvve-i +maddiyyemize nisbetle pek büyük ise de yani onlara nisbetle +bizim edevat-ı harbiyyemiz orada hiç yok gibi ise de +mücahidin-i İslamiyye tarafındadır. Mağlubiyet de düşmanlar +küffar tarafındadır. +Bu da Allah’ın va’d-i Sübhanisi’dir. +Allah va’dinde hulf etmez. +Elbette +Allah nusret edecektir o kimselere ki onlar Allah’a nusret +ederler. Yani i’la-yı kelimetullah için muharebe edenlere Allah +yolunda cihada gidenlere Allah yardım eder. Bir taraftan +gönüllü giden hamiyetli zabitlerimiz şeci’ askerlerimiz diğer +tarafdan ahali-i kiram dinin vatanın müdafaasına şitab etmişler +gece gündüz Allah yolunda feda-yı can ederler. Allah +da her vakit bunları galib ve muzaffer kılmaktadır. Ben +kendi müşahedatımdan ma’lumat vereceğim ki zerre kadar +mübalağa yalan ihtimali yoktur. +Hazret burada müdhiş bir muharebeyi tasvir etti İşte +bu sırf Cenab-ı Hakk’ın müslümanlara olan inayetidir. +Al­ +lah Sübhanehu ve teala hazretleri onların ne fıtratta olduklarını +bilir. Onun için bundan bin üç yüz sene evvel +buyurmuştur. Bu ayet-i kerimede +tasvir olunduğu vechile hakīkaten duvarlar arkasından istihkamlar +cum için o kadar çok adama ihtiyac yok. Düşmanın o azim +kuvvetine karşı müslümanlar yirmide otuzda bir nisbetinde +kuvvetle giderler yine düşmanı makhur ve perişan ederler. +Bu harikulade bir haldir. İnsan buna kuvve-i beşer diyemez. +Bu Cenab-ı Vacibü’l-vücud’un vaad buyurduğu nusret-i İlahiyye’dir. +Bunu ne fen kabul eder ne akıl. +SİYASİYAT +Çanakkale bombardımanı Trablusgarb muharebesinin +yeni bir devreye girmekte olduğuna bir sebeb ve delil-i kafi +gibi addedilebilir. +Ma’lum olduğu vechile İtalya Trablusgarb muharebesine +giriştiği zaman hükumat-ı saireye muharebenin yalnız Trablus +ve civarıyla tahdid edileceğine kat’iyyen tevsi’-i daire +etmeyeceğine dair te’minat vermişti. Gerçi muharebenin +sevahil-i Osmaniyye’ye tecavüzü şu te’minata taban tabana +zıd olarak İtalya hükumetinin ahd ü misaklarına kat’iyyen +emniyet edilemeyeceğine bir delil-i kafi teşkil ediyordu; lakin +hükumet-i mezkure şu harekat-ı ahd-şikenanesi “su’-i +tefhim” “donanma kumandanlarının hatası” suretinde te’vil +be uzadıkça İtalya’nın Afrika’da giriftar olduğu müşkilat taaddüd +ettikçe İtalya hükumetinin Trablusgarb’da acz ü zaafı +gerek İtalya’da gerek başka yerlerde tezahür ediyordu. İtalya’nın +muharebeyi başa çıkaramayacağına bilahare hasir +ve nadim bir ric’at-ı fahişeye duçar olacağına dair herkeste +bir kanaat-ı kat’iyye hasıl oluyordu. Bu ise İtalya için hariçte +azim bir ar ve hicaba dahilde ise efkar-ı umumiyyenin son +derece teheyyücüne sebeb oluyordu. +Yedi aydan beri temadi eden Trablusgarb muharebesi +mıyla mahvetti. İtalya Devleti’nin asla kıymet-i askeriyyesi +olmadığı düvel-i muazzama sırasında bulunması bir su’-i +tefehhüm neticesi olduğu tamamıyla aşikar oldu; dahilen +ahali kendilerinin son derece fahiş bir surette hükumet tarafından +aldatılmış olduğunu anlamaya başladı Trablusgarb +seferi hükumetinin te’minatına rağmen bir askeri eğlence +yerine müdhiş bir felaket hazırlayacağı nümayan oldu; İtalya +efkar-ı umumiyyesinde bundan dolayı hükumet ve hanedan +aleyhine müdhiş bir adem-i hoşnudi tezahür etti. İşte bu +hoşnudsuzluğu def’ etmek için İtalya hükumeti mecnunane +ve serseriyane bir surette bir takım blöflere şarlatanlıklara +koyuldu alayiş ve nümayişler içinde Trablusgarb’ın +meclis-i meb’usana kabul ettirdi. Şu şu’bede-bazlıkla İtalya +hükumeti İtalya efkar-ı umumiyyesini bir müddet için tatmin +ettiyse de kendisini düşmüş olduğu çah-ı zillete daha ziyade +soktu. Zira bir gün gelip de İtalyanlar bütün hakīkati bütün +üryanlığı ve dehşeti ile beraber göreceklerinde ve hükumet +tarafından aldatılmış olduklarını anlayacaklarında şübhe +edilemezdi. Halbuki İtalya hükumeti şu nümayiş ve alayişleri +hakīkaten çıkmaz bir sokak içine sokmuş görecekti. +Fil-hakīka da böyle oldu. İtalyanlar emr-i ilhakı alkışladılar +nümayişler icra ettiler iseler de matbuat-ı ecnebiyye +vasıtası ile olsun İtalya’nın Trablusgarb’da her gün yeni bir +mağlubiyete duçar olduğunu İtalya hükumetinin Trablus’da +yüz elli bin kişilik bir kuvvet bulundurmaya mecbur kaldığını +maamafih İtalyanların ilk elde ettikleri yerden bir hatve +bile ileri atamadıklarını öğreniyorlardı. Yavaş yavaş yeniden +hükümraninin aleyhine galeyana başladı. Halbuki diğer tarafdan +beyne’d-düvel tavassut da bir semere bir faide vermiyordu. +Osmanlıların metanet ve azmi hak yolunda ibraz etmekte +oldukları asar-ı şehamet ve fedakari bütün tavassutları ve +tavassutları etrafında çevrilmekte olan blöfleri entrikaları +tehdidleri akīm bırakıyordu. +Demek ki İtalya hükumetinin vaz’iyyeti hakīkaten feci’ +bir şekil ve renk almakta idi; dahilen efkar-ı umumiyyenin +tazyikatı haricen ise adem-i muvaffakiyet hükumet-i +mezkureyi me’yus ve nevmid bir hale sokmuştur. İşte Beyrut +bombardımanı Çanakkale hücumu şu ye’s ve nevmidinin +nı ile İtalya Hükumeti hükumat-ı saireyi müdahaleye ve +harbe nihayet vermeye da’vet etti. Fakat buna cevap olarak +hükumat-ı saire kendi hoşnudsuzluklarını ve vaz’iyyet-i +bi-tarafiden kat’iyyen ayrılmayacaklarını İtalya’ya anlattılar. +Fil-hakīka tavassut fikri hükumat-ı saire miyanında daha +ziyade caygir oldu. Fakat şu fikir İtalya’nın farz ettiği şekilden +tamamıyla başka başka bir renk ve şekil aldı. Hükumat-ı +saire tavassuta ikdam ettiler. Lakin İtalya’nın ümid ettiği gibi +Türkiye üzerine tazyik ve icbar icrası ile değil Roma Kabinesi +nezdinde yaptıkları gibi Osmanlı Kabinesi’nden de +akd-i sulh hakkında beslemekte olduğu efkarın istifsarıyla +Hükumeti gerek efkar-ı umumiyye gerek Osmanlı hükumetinin +akd-i sulh hakkında beslemekte oldukları hissiyatı pek +ra’na biliyor. Osmanlılar müzakerat-ı sulhiyyeye girişmek +ediyorlar. Şu taleb kabul edilmeyince Osmanlılar kat’iyyen +sulha girişemezler. +maya kendi iğbirar ve hiddetini ibraz etmek istediği içindir +ki son vesileye müracaat etti ve son silahlarını kullanarak +Çanakkale’ye hücum etti. +Şu teşebbüs İtalya hükumetinin kat’iyyen bi-nihaye ve +bi-payan bir hamakat bir sefahete giriftar olduğunu isbat +etti. Çanakkale bombardımanı İtalya hükumetinin elinde +son vesile-i tehdid ve taarruz idi. Bari bunu muhafaza etseydiler +bari bombardımanın heybet-i mevhumesini kendileri +bunu da israf ettiler. Sekiz yüz bin franka mal olan dört yüz +mermi atarak yalnız bir beygir itlafından başka bir halt edemediler. +şu kıymet Trablus’da tezahür etmiş olan kıymet-i berriyyeye +hemen hemen müsavidir. Bütün Avrupa handeler ve istihzalar +şehamet i’tidal ve uluvv-i cenablarını takdir etmekle beraber +da küstah ve edebsiz bulunduklarını sermaye-i takbih ve +tezmim ittihaz ediyor!.. +Maamafih İtalya’nın daha bir ümidi var ki o da Boğazların +kapanmasıyla Avrupa ticaret ve menafiine arız olacak +zararlar! Düşmanın hücumuna karşı Osmanlılar bit-tabi’ +Çanakkale Boğazı’nı seddettiler. Bu ise bir çok hükumatı +ve bilhassa Rusya hükumetini mutazarrır edecektir. Binaberin +bur olacaklarını ve bizi de akd-i sulha icbar edeceklerine +ümid-vardır! +Halbuki hükumet-i mezkurenin ümidi de boşa çıkıyor: +Rusya’dan başka diğer hükumatın kaffesi İtalya’nın böyle +blöfler ile Osmanlıları sulha icbar edemeyeceklerini müttehiden +bir vaz’iyyet almıştır. Her ne kadar Rusya Hariciye Nazırı +Sazanof Rusya’nın muharebe hakkında vaz’iyyet-i bi-tarafiden +bir hususi i’tilaf bulunmadığını resmen söylediyse de yine +müşarun-ileyhin irad etmiş olduğu bir cümle Rusya hükumetinin +bize karşı efkarını gayet mübhem ve meşkuk bir +tarzda göstermek için kafidir. Müşarun-ileyh demiş ki: “Çanakkale’nin +seddi tul müddet devam ederse Rusya protesto +edecektir!” demek ki Rusya bizden Çanakkale Boğazı’nın +açılmasını taleb edecektir. +Böyle bir taleb teklif-i ma-la-yutaktan başka bir şey olamaz. +Teklif-i ma-la-yutak ise hiçbir vech ü suretle kabul edilemez. +Boğaz’ı biz keyfimiz için seddetmedik ki! Onu bize +seddettiren İtalya’dır. Boğaz’ın açılmasını bizden taleb edecek +her hangi bir hükumet evvelce İtalya’nın Boğaz’a +hücum etmeyeceğine kefalet etmelidir. Başka surette hareket +Osmanlı-İtalyan muharebesinin bir muharebe-i umumiyye +şeklini almasından başka bir netice veremez. Zira Boğazlar +meselesinde bizim kadar ve belki bizden ziyade alakadar +diğer hükumetler de mevcuddur. Rusya’nın bil-fiil işe +müdahalesi ihtimalinde bunlar da bit-tabi’ seyirci vaz’iyyeti +alarak la-kayd kalamazlar ya! Hülasa metanet ve sebatımızda +ber-devam olalım. Gittikçe düşman şaşırıyor ve cereyan-ı +ahval bizim lehimize çeviriliyor. +ÇİN İNKILABI +ve +KOLCA VILAYETI MÜSLÜMANLARI +Yirminci asrın en büyük vekayiinden biri Çin’de vukūa +gelen inkılab-ı azim olduğu ma’lumdur. Çin’de vücud bulan +bu inkılab-ı kebiri anlamak için Çin hükumetini teşkil eden +anasırı bilmek lazımdır ki o anasır şunlardır: +Mançu Karahıtay Moğol Şih İslam. +Çin hükumetini teşkil eden bu anasırdan inkılabı vücuda +getiren unsur Karahıtay unsurudur. Ekseriyet-i uzma bu unsurda +olduğu gibi her şeye kabiliyet ve isti’dad iktisadi ve ictimai +fikri ve ilmi tefevvuk ve teali bu unsurun elindedir. Bu +unsur ihraz eyledikleri ekseriyet ve terakkiyat-ı medeniyyede +haiz oldukları tefevvuk gibi avamil-i müessire ile millet-i hakime +zimam-ı hükumet Mançuların ellerine geçmiş olduğundan o +günden beri Karahıtaylar fırsat buldukça Mançular ile çarpışmaktan +ve zimam-ı hükumeti tekrar ellerine almak için +maddi ve ma’nevi çalışmaktan biran hali kalmıyorlardı. İşte +bugün Çin’de vücuda gelen inkılab-ı kebir Karahıtayların o +sa’y ü faaliyet-i mütemadiyye ve muttaritelerinin eseridir. +Bu inkılab neticesinde Mançu sülale-i hükumetine nihayet +verilmiş ve Çin’in her tarafında cumhuriyet i’lan edilmiştir. +Fakat her yerde olduğu gibi Karahıtaylar da i’lan ettikleri +bu cumhuriyetin Çin memalik-i vesiasında tatbikinde müşkilata +ve hükumet tarafdarlarından tas’ibat ve mukavemata +duçar olacakları şübhesiz olan avarız-ı inkılabiyyedendir. Bu +arıza-i inkılabiyyeyi bu kere Çin’in Çungarya kıt’asında kain +Kolca şehrinden aldığım bir mektup şu suretle tasvir ediyor: +“Üç yüz yirmi yedi senesi yirmi beş Kanunievvel’i akşamı +Kolca’daki Karahıtay cenerallerinden Yan Tunlin kendi +cinsinden olup maiyetinde bulunan ve cumhuriyet i’lanı +hususunda kendisi ile hem-fikir olan [yüz] yirmi altı neferiyle +Mançu Hükumeti Kolca valisinin ikamet eylediği Gura +şehrine gelmiş ve maiyetindeki yüz yirmi neferden bir kısmını +şehrin haricinde bırakmış diğer kısmıyla şehre dahil +olmuş o gece saat sekizde sur kapısını açtırarak evvelce verdiği +parola üzerine surun haricinde bırakmış olduğu neferlerini +şehrin içine almış ve burada verdiği emir üzerine askerin +bir kısmı valinin ikametgahına diğer kısmı topçulara üçüncü +bir kısmı sair hükumet tarafdarı askeri ve mülki me’murların +alan hükumet tarafdarı askerler mülki ve askeri me’murlarıyla +birlikte cumhuriyet askerlerine karşı harp açmışlardı. +Bu gece muharebesi esnasında cumhuriyet askeri tarafından +açılan top ateşinden valinin konağı ateş almış bu harik +kargaşalığı içinde vali kaçarak gizlenmiş hükumet daireleri +yağma edilmiş me’murinin kimisi kaçmış kimi katledilmiş +topçu askerleri teslim olmuşlar idi. Bu gece muharebesinde +cumhuriyet askerinden on dört hükumet askerinden iki yüz +telefat olduğu maktul valinin konağında kasalar derununda +bu kasalar derunundaki kaimelerden ateşin verdiği hararetten +bir buçuk milyon mikdarı kül haline geldiği yarım +milyon kadarının bir kısmının nısfı yanmış diğer kısmının +ateşten sararmış bulunduğu bir halde meydan-ı tedavüle çıkarıldığı +görüldü. Fakat bu kaimeleri Kolca’daki ve hariçteki +Rus postaları ticarethaneleri ve bankaları almaktan imtina’ +ediyorlar. Bu imtina’larına sebeb olarak Rus hududu haricinde +böyle bir hale duçar olan Rus kaimelerini almak Rus +hükumetince memnu’ bulunduğunu söylüyorlar. Neyse sadede +gelelim. +Kanunievvel’in yirmi altıncı günü sabahleyin vali kaçtığı +gizlendiği yerden çıkarılarak kurşuna dizildi. Katib-i hususisi +dahi çarşıda katledildi. Bunu gören hükumet ve asakiri +teslim bayrağını açtılar. Bu resm-i teslim ve tesellümün icra +edilmesini müteakib cumhuriyet askeri kumandanı Ceneral +Yan Tunlin cumhuriyetin i’lan olunduğunu eski hükumetin +sukūt ettiğini ahalinin kendi işleriyle meşgūl ve hükumet-i +cumhuriyeye itaat etmelerinin lazım geldiğini yerli ve ecnebi +herkesin canı malı ırzı hükumet-i cedidenin daman +ve tekeffülü dahilinde tecavüzden masun olduğunu müş’ir +bir beyanname neşr ve bu beyannamenin aynını Kolca’daki +Rus konsolosuna tebliğ etti. Rus konsolosu dahi hükumetinden +aldığı emir üzerine hükumet-i cedidenin beyannamesindeki +vaz’iyyeti kabul eylediğini Yan Tunlin’e bildirdi. +Ceneral Yan Tunlin baladaki vech ile ahaliye hitaben +cumhuriyet beyannamesini i’lan ve teatiden sonra umur-ı +hükumete vaz’-ı yed eyledi. Maktul valinin oturduğu Gura +şehrinin birinci ve Kolca’yı ikinci cumhuriyet merkezi olduğunu +birinci merkeze Çince Dadudu ikinci merkeze İrdudu +namları verildiğini i’lan eyledi. Birinci merkezin riyasetine +Karahıtay cinsinden Kolca ma’zul valisi ikinci +merkezinin riyasetine ceneralin kendisi oturdu. Hükumet-i +cumhuriyye bu suretle merkezleri işgal ve hükumeti teşkilden +sonra askerlerin tensik ve tanzimine başladı. +sinde idi. Bu yekun askerinin ekseriyetini hükumet-i müstebidde +cinsinden bulunan Mançular ve hükumet tarafdarı +olan Moğollar Şihler dönme müslümanlar teşkil ederdi. +Bu defaki tensikat ve teşkilatta hükumet-i sabıka cinsinden +ve tarafdaranından olan askerler kadrodan ihrac bunların +noksanı Karahıtay’dan alınan askerler ile ikmal edildi. Ceneral +Yan Tunlin teşkilat-ı askeriyyeyi bu şekilde tertib ve +gün rivayet olunmakta olan ve hükumet tarafdarı bulunan +askerlerin vüruduna intizar etmekte bunların def’ ve tenkili +Kolca ve havalisinde dest-i galibiyyete geçirdiği iklil-i zaferi +def’ ve tenkiline me’mur olduğu havalide dahi tetevvüc +edeceğinde şübhe yoktur. +Çünkü Kolca’da olduğu gibi bütün havalideki yerli müslümanlar +hükumet tarafdarı iseler de hükümleri yoktur. Çünkü ekseriyet +dan her yerde cumhuriyet askerinin galib geleceği ve cumhuriyetin +tefevvük ve takarrur edeceği muhakkaktır. +vaz’iyetlerinin unsur-ı asli-i cumhuriyet ve erkanı tarafından +nazar-ı dikkate alınacağına ve mevki’-i ictimailerinin unsur-ı +cumhuriyet ile birlikte tereffu’ ve tealisine hizmet ve hukūk-ı +riyyeden büyük ümidler beslemektedirler. İslamlar bu ümidlerinin +hayyiz-i fi’lde tecelli etmesini hükumet-i cumhuriyyenin +kıymet hak hizmet-şinaslığından intizar etmekte +oldukları gibi kendileri dahi bu ümid-i ali-i millinin kanun +dahilinde istihsaline gayretten sa’y ü faaliyetten geri durmuyorlar. +cumnuriyye ile birlikte hareket kanuna riayet ulum ve +fünun ve sanayiin tahsiline gayret ticaret ve ziraatte terakkī +dairelerinde ümid-i milli ve ictimailerine nail olacakları şübhesizdir. +müslümanların vaz’iyyetleri bu merkezdedir.” +Şurada nihayete eren mektubun hülasası bize Kolca’daki +Çin inkılabı Karahıtayların bu hususdaki faaliyet-i mütemadiyyelerinin +semeresi olduğunu ve bu hususda Karahıtay +cenerali Yan Tunlin mühim bir rol oynadığını; yerli gayri +müslimlerin istibdada ve müslümanların inkılaba tarafdar +olduklarını ve inkılabın ekseriyeti teşkil eden İslamların +muavenetleriyle vücuda geldiğini ve İslamlar bu inkılaba +olan muavenetlerinin semeresini görmek için bir tarafdan +hükumet-i inkılabiyye unsur ve erkanının kıymet ve hakşinaslığına +ve tarsin ve hakk-ı ictimailerinin saha-i büruzda tecellisini +bi-hakkın te’min edecek ilim ticaret sınaat ziraat gibi avamil-i +müessiratın tahsil ve ta’mimine çalışmakta olduklarını +gösterdiğini beyana hacet yoktur. +Bu hülasanın Kolca İslamlarına aid olan kısmından kalbimiz +azim bir ferah ve inbisat duyuyor. Çünkü bu hülasada +Kolca İslamlarının sair kıt’alarda mütemekkin münevver +fikirli İslamlar gibi artık inkılabın ne demek olduğunu derk +eyledikleri ve inkılabdan istifade ve mevcudiyet-i milliyye ve +hukūk-ı ictimaiyyelerini muhafaza etmek yollarını aradıkları +ve bu hususda asrın muktezasına ve siyasetin icabına göre +hareket etmekte oldukları incila-saz-ı uyun-ı iftiharımız oluyor. +Çünkü bu gibi ilmi ictimai kanuni hareketlerin şahid-i +mualla-yı emelin agūş-ı vehhac-ı intizara incizabına vesile-i +garra olacağı kat’idir. Biz dahi bu büyük İslam mecelle-i aliye-i +üsbu’iyesinde Kolcalı İslam kardeşlerimizin vukūa gelen +re ancak ilmi iktisadi sınai ictimai kanuni hareketlerinde +devam ve tezyid-i faaliyet etmelerini tavsiyeden başka bir +söyleyeceğimiz yoktur. + +---- +MEKATIB +---- + +Seyyah-ı şehir Abdürreşid İbrahim Efendi hazretleriyle birlikte +darü’l-harbe gidip orada kalan mekteb-i hukūk talebesinden +Nazmi Efendi’den dün aldığımız bir mektuptur ki aynen +derci münasib görülmüştür: +Derne Garb Ordugahı’nda bulunuyoruz; lakin bugün diğer +günlere benzemiyor: Orduda bir fevkaladelik yarın için +bir hazırlık var. Nihayet bu şematet ile gece oldu. Kahraman +zabitanımız şanlı askerlerimize: Yarın İtalyanların haddi bildirileceği +ve büyük bir meydan muharebesinin icra edileceğini +haber verdiler. Herkes tüfengini silmeye süngüsünü +yağlamağa başladı. Böylelikle gece saat altıyı bulduğu halde +bir türlü o kahramanlar uyku uyuyamıyor nasıl olsa da +gündüz olsa diye düşünüyorlardı. Nihayet sabah olmazdan +evvel düşmanın hain topları gürlemeye başladı. Hemen arslan +ordumuz kahraman urbanımız silah başı olarak fevkalade +bir süratle geceden baskına gitmiş olan kardeşlerimize +mülakī olmak üzere hareket ettik. Ayaklarımız yere değmez +bir halde koşmaya başlayarak üç saatlik bir mesafeyi +yirmi beş dakīkada kat’ ile saff-ı harbe karib bir mahalde +tevakkuf ettik. Sekiz bini mütecaviz olan alçak düşman bir +takım Osmanlı askeri ile yüzü mütecaviz Arabın üzerine ateş +ediyor ve süngü takmış ilerlemek istiyordu. Hain düşman +yirmi beş nefer askerimizi bile yerinden kaldırmaya muvaffak +olamadığı bir zamanda idi ki kumandan-ı muhteremimiz: +“Hazır ol! Süngü tak! İleri!” emrini vermiş ve şanlı kanlı +süngüler o saniyede düşmanın hain korkak kalbini delmeye +başlamıştı. Düşmanın top mitralyöz ve tüfenkleriyle açtığı +ateşe gerdiğimiz göğüsler öyle bir göğüsler idi ki dönmek +onlar için imkan haricinde idi. +Kanlı bir surette on üç saat devam eden bu muharebede +tüfenk ve cephane bırakarak kahpeler gibi birbirinin üzerine +düşerek kaçmaya başladı; biz de geriden süngülerimizle +kurşunlarımızla onların sırtlarını deldik. +Üzerime gülleler kurşunlar yağmaya başlayınca validem ve +kardeşlerim hatırıma geldi. Lakin biraz sonra binlerce kahraman +urbanın “Allahu Ekber Allahu Ekber” sadaları bana +her şeyi unutturdu şühedamızın milletimizin intikamıyla titreyen +süngümü düşmanın kalbgahına saplamaktan fevk-ı +re’simizde dalgalanan hilal-i mübarekin azamet-i şanını Sa­ +lib’e karşı göstermekten lisanlarımızdan yükselen Kelimetullahı +ta Arş’a kadar i’ladan başka ne bir şey düşünebilir +ne bir şey görebilirdim. +Kulaklarım +hitab-ı ceberutunu işitiyor +gibiydi. Nazarımda cihanın ehemmiyeti kalmamıştı. +Adım attıkça başka bir alemin alem-i şehadetin gulgule-i +saadetini işitiyordum. Şanımızla kanımızla yürüdük ilerledik. +Allah nusret verdi; galib geldik muzaffer olduk. Salibi +paraladık yerine şanlı Hilal’i diktik… +* * * +Düşmanın kaçması ne kadar da hoş oluyor. Miskinler alçaklar! +Medeniyet getireceklerdi. Kaçacak delik bulamıyorlar. +O kadar perişan oldular ki bir daha ilerlemeleri imkan +haricinde kaldı. +Elhamdü lillah Cenab-ı Hak bize nusret veriyor. Bütün +harp mıntıkalarında Salib Hilal’in taht-ı muhasarasındadır. +Yalnız Derne’de on beş bini mütecaviz urban son sistem silahlarla +müsellahdır. Her taraf böyle. Buradaki mücahidin-i +Hiç kimse ölümden kaçmaz bilakis ölüm bizden kaçıyor. +Muharebede bir gülle başımda bulunan askeri kalpağını +uçurdu yine hiçbir şey olmadım. +Abdürreşid Efendi hazretlerinin yolda bilhassa Araplara +Müslümanlığımızı anlatmak hususunda büyük muavenetlerine +mazhar olduğumuz o muhterem babamızın ellerinden +öperim arkadaşım Cudi Efendi’ye selam ederim. Derne’de +bir buçuk ay Tobruk’ta on beş gün kaldım. Şimdi de Defne’deyim. +Yakında gelirim inşaallah. Ara sıra bizim gazeteye +yazı yazan Tunuslu Şeyh Salih Efendi buradadır cümlenize +selamlar ediyor. Asker arkadaşlardan Abdürreşid Efendi’ye +ve cümlenize selamlar. + +---- +MATBUAT +---- + +OSMANLI-İTALYAN MUHAREBESI + +---- +VE +---- + + +---- +MATBUAT-I CIHAN +---- + +– “İtalya’nın şu son bombardımanı o +kadar gülünç ve ma’nasızdır ki cihan-ı medeniyyeti güldürmeye +kendisine karşı bütün insanların a’mak-ı kalbinde +uyanan işmi’zaz ve nefret hislerini tezyid etmekten başka bir +şeye yaramamıştır.” +– “Çanakkale Boğazı’na karşı vukū’ bulan +derce kızdırıp asabiyetlerini tahrik edecek mahiyettedir. Bu +rezaletlerden umum insanlarla müslümanların nefret etmeleri +muhakkaktır.” +– “İtalya’nın hükumet-i Osmaniyye +hakkında ittihaz eylediği evza’-ı mütecavizaneye karşı +Avrupa devletleriyle bilhassa İngiltere’nin sükutu en sonra +manı olduğunu isbat etti. Fakat Osmanlılar İtalyanların bu +son rezaletlerini de cünununa bağışlayacakları tabiidir.” +– “İtalyan’ın cesaret-i mecnunanesi +delileri bile güldürmüştür. İtalya emin olsun ki her yapacağı +şeyde bir adem-i muvaffakiyyete tesadüf edecek ve en sonra +kendi kuyusunu kendi eliyle kazacaktır. +– Diyor ki: “İtalya gittikçe terbiye ve +edebi tecavüz ediyor. Zannediyor ki böyle şarlatanlıklarla +bir muvaffakiyet te’min edebilir. Düvel-i hamse süferasının +cevap almalarına müsaade etmeksizin İtalya Çanakkale +bombardımanına tasaddi etti. Bu ise sırf bir nümayiştir. +Devlet-i Aliyye’yi İtalya hatırı için sulha icbar edebileceklerdir. +Avrupa hükumetleri böyle nazik bir sırada muvazene-i +düveliyyeyi ancak muhafaza edebilirler. İtalya aklını evvelinden +başına toplamış olsaydı Trablus’a tecavüz etmez ve +kendisini de bütün aleme karşı rezil ü rüsvay eylemezdi.” +– “İskenderiye’de münteşir +bu Fransızca gazete de İtalyanlara atıp tutmuş ve bu teşebbüsat-ı +ahiresinin neticesiz kalacağını edillesiyle ityan eylemiştir. +– Kahire’de intişar eden bu İngilizce +gazete dahi; İtalya’yı pek ciddi bir surette tenkīd ederek +en sonra İtalya Devleti bil-mecburiyye Avrupa hey’et-i +düveliyesinden sukūt edeceğini ve bundan sonra hükumat-ı +sagīre idadına dahil olmaya namzed bulunduğunu yazmıştır. +– Kahire’de münteşir ve alem-i İslamiyet’te +en büyük bir nüfuza malik olan yevmi el-Müeyyed +gazetesi birkaç başmakalesini İtalya’nın harekat-ı mütecavizane-i +ahiresine hasr ederek min külli’l-vücuh İtalya’yı +haksız ve gaddar bir hükumet ve millet olmak üzere göstererek +umum milel ve düvel-i mütemeddine ile bilhassa +müslümanların bundan sonra İtalya ve İtalyanlarla hasım ve +düşman olmaları lazım geldiğini beyan etmiştir. +– İngiltere matbuatının en ehemmiyetleriyle +bilumum İngiliz milletinin lisan-ı hali makamında olan +Times gazetesi İtalya’nın hareket-i ahiresine dair neşrettiği +bir makale-i mahsusada İtalyanları tecrübesizlik ve dirayetsizlikle +bahisle her bir işin silah kuvvetiyle ileriye götürülemeyeceğini +ve İngiltere hükumetinin bundan böyle bi-taraf kalamayacağını +ve Adriyatik Denizi’yle Akdeniz’de bulunan +sevahil-i Osmaniyye’ye karşı vukū’ buluan İtalya tecavüz ve +taarruzatının doğrudan doğruya İngiltere menafiine taalluku +olduğunu ve mezkur İtalya-Osmanlı muharebesinin zarar +ve ziyanının muhariblerden ziyade bi-taraflara şamil bulunduğunu +bir lisan-ı müessirle beyan etmiş ve hükumet-i Osmaniyye’yi +kendisini müdafaa ettiğinden dolayı pek ma’zur +görmüş olduğunu da ilave eyleyerek genç Türklerin hal-i +hazırdaki faaliyetleriyle ıslahat-ı dahiliyye hususunda göstermekte +oldukları ihtimamları medh eylemiştir. +* * * +– Matin gazetesi Çanakkale bombardımanını siyasi +bir nümayiş suretinde telakkī ediyor. +– L’Humanite gazetesi de taarruz-ı vaki’in +Rusya çarının iştirakiyle irtikab edilmiş bir İtalyan şekavetkaranesinden +ma’dud bulunduğunu beyan etmiştir. +Mösyö Jores Rusya’nın oynadığı oyunun neden ibaret +bulunduğunu sual ettikten sonra hükumet-i mezkurenin +müdahalesi netayic-i meş’ume tevlid eyleyebileceğini ilaveten +dermiyan ediyor ve diyor ki: “Fransa Rusya ile İngiltere’nin +menafi’-i mütezaddesi arasına düşmek tehlikesine +ma’ruzdur.” +* * * +Rus gazetelerinin beyanatına göre Rusya ile İtalya arasında +bir i’tilaf mevcud bulunduğuna dair şayi’ olan havadis +Rusya Hariciye Nezareti’nce tekzib edilmekte bulunmuştur. +Rusya Hariciye Nezareti muhafaza-i bi-tarafi etmek arzusunda +bulunan Rus hükumetinin İtalyan harekatından dolayı +protestoda bulunmayacağı lakin Boğazların mesdudiyeti +edeceğini beyan etmektedir. +– Rus matbuat-ı mühimmesinden Reç gazetesi +yazdığı bir makalede diyor ki: +“Düvel-i muazzamanın teşebbüsüyle bombardımanın +vukūu bir zamana tesadüf etmesi Rusya’nın İtalya’ya gizlice +muavenette bulunduğu zannını tevlid eyliyor. Mösyö Sazanof +buna dair umumi izahatta bulunmalıdır. Rusya kendi +namının düşünülmemiş ve tehlikeli bir hareket-i tali’-cuyaneye +teşrik edilmemesini taleb etmek hakkına bile maliktir.” +* * * +– “Gazetemize +Berlin’den gönderilen bir telgrafda deniliyor ki: “İtalyanların +Çanakkale medhalindeki istihkamlara icra ettikleri bombardımanın +akīm kaldığı anlaşılıyor. Alman menafi­ +rinde her halde nazar-ı dikkate alınacaktır. Türkiye’nin kendi +müdafaası için ittihaz eylediği tedabiri geri almaya icbar +edilemeyeceğini mevcud ahval gösteriyor. Fakat Babıali’nin +aynı zamanda menafi’-i zatiyyesi dolayısıyla bombardımandan +evvel mevcud şerait tahtında olarak Çanakkale’yi +sefain-i beyne’l-milele küşad için her şeyi yapacağı tahmin +edilebilir. İtalya’nın Rusya ile hem-ahenk olarak hareket eylediğine +dair olan iddiaya gelince bunun asıl ve esasdan ari +bulunduğu te’min edilmiştir.” +– Çanakkale bombar[dı] +manının adaların işgalini gizlemek maksadıyla icra edildiğini +ve bombardımanın bir daha tekerrür eylemeyeceğini +mezkur gazete de mevsuk bir menba’dan istihbar etmiştir. +– Berliner Tageblatt diyor ki: “İtalyanların +farfaralığı Preveze ile Yunan Denizi harekatını andırıyor.” +– Bu gazete de izhar-ı endişe ederek +Avrupa sulh ve müsalemetinin Rusya’nın mukarreratına +tabi’ bulunduğunu beyan eylemektedir. +– Bu usul dairesinde icra-yı harbin +ve top ile oynamanın kariben hitam bulması kat’i olmadığını +beyan eylemiştir. +– “İtalyanların Adalar Denizi filosunun +Cezair-i Bahr-i Sefid’de yeniden iğtişaşata sebeb olmayacağı +ümid edilmek icab ettiğini” dermiyan ediyor. +* * * +Bilumum Avusturya matbuatı başta Neue Freie Presse +gazetesi olduğu halde İtalya hareket-i ahiresinin her tarafda +umumi bir hoşnudsuzluğu mucib olduğunu beyan etmektedirler. +Binaenaleyh matbuat-ı mezkure tarafından; İtalya’nın +Çanakkale bombardımanına kalkışmasını na-be-hengam +telakkī edip İtalyanların pek mecnunane bir harekette bulunduklarını +Avrupa hey’et-i düveliyyesi nazarında kendi +kıymet ve haysiyetlerini gitgide böyle çocukluk ve çılgınlıklarla +gaib edeceklerini de dermiyan eylemişlerdir. +* * * +Roma’da intişar eden Mesagerio gazetesi +diyor ki: “Hareket-i ahire İtalyan serbesti-i hareketinin devletlerden +hiç biri tarafından duçar-ı mevani’ olmayacağını +gazetesi de şu satırları yazıyor: “Bir +muharib sıfatıyla haiz olduğumuz hukūkun isti’malinden +mütevellid bazı rahatsızlıklara düvel-i muazzama pek iyi tahammül +edebilirler.” +* * * +Bulgaristan Matbuatı: +Sofya’da intişar eden gazeteler Çanakkale bombardımanı +hakkında atideki mütalaalarda bulunuyorlar: +“Çanakkale bombardımanının burada husule getirdiği +şiddetli teessürat bombardımanın alel-ade bir nümayişten +anlaşılması üzerine büsbütün zail olmuştur. İtalyanların Çanakkale’den +her halde geçeceklerine zahib olan Makedonya +mahafili onların oradan geçemediklerini görünce aldandıklarını +anlamışlardır. +Çanakkale medhalindeki istihkamların bombardımanı +gerek ahval-i harbiyye gerekse Balkan ahvali üzerinde hiçbir +tebeddül husule getirmeyeceği fikri hal-i hazırda mahafil-i +siyasiyyede galib gelmektedir.” +Muharebeyi sevk ve idare eden esbab-ı ma’neviyye serlevhası +altında Tanin refikimiz numaralı nüshasında şu +mütalaatta bulunuyor: +Trablus mücahidleri İtalya’nın yalnız memleketlerine +Osmanlı[lı]ğa değil İslamiyet’e de taaddi ettiği fikrindedirler. +Bunun için harbe münhasıran Osmanlılığın ve vatanın +muhafazası için değil belki daha ziyade hissiyat-ı mukaddese-i +diniyyenin sevkiyle atılıyorlar. Sahne-i harbde lisanları +zikir ve tehlil ile meşgūl: Kalbleri din aşkı Allah ve Peygamber +aşkı bütün mukaddesat aşkı ile meşbu’dur… +Trablusgablılara Osmanlılık’tan bahs edince onlar “İslamiyeti +Halife ve Sultan’ı” anlar… +Trablusgarblılar hükumete belki Anadolu ahalisinden +ziyade muti’dir denilebilir… Fakat bütün bu itaatlerinde +teslimiyetinde Trablusgarblı herşeyden evvel “İslamiyet’i +Halife ve Sultan’ı” düşünür ve o nama boyun eğer. İşte bu +esbabın sevkiyledir ki Trablusgarb ahalisi İtalya’yı bütün +mukaddesat-ı vicdaniyyesine Hilafet’e ve dine taaddi etmiş +addediyor ve her şeyden evvel bu nam ve hesaba mücahedelerinde +devam eyliyorlar. +Yalnız Trablusgab ahalisi mi? Bütün Afrika memalik-i İslamiyyesi +bütün alem-i İslamiyyet de aynı hisle mütehassis +aynı te’sirle muztaribdir. Buna kanaat getirmek için Trablusgarb +sahne-i harbine ve mücahidlere bakmak kafidir. Bugün +orada düşmanla fedakarane çarpışan mücahidin arasında +aylarca yollar kat’ ederek ve bir çok meşakkatler çekerek +gelmiş bir çok İslam vardır… +Fas ve İran’ın ahiren duçar olduğu akıbet-i elimeden Afganistan’ın +olduğu hakkında Fossiche Zeitung gazetesi tarafından bazı +ma’lumat verilmiş olduğunu ajans telgrafnameleri beyan +eylemiş idi. Fossiche Zeitung gazetesinin posta ile varid olan +son nüshasında bu babda tafsilat-ı atiyye görülmüştür: +“Afganistan emiri eser-i intibah ve hareket gösteriyor. +Müşarun-ileyh kainatta ve alem-i siyasette ne gibi ahval +cereyan eylediği hakkında doğrudan doğruya ma’lumat almak +kadar Afgan emiri İran’a İngiliz gözlüğüyle bakıyor idi. +Emir artık bu gözlüğü kafi görmüyor. Asya’da ve bahusus +Afganistan civarında son zamanlarda inkılabat-ı azime +vukū’ buldu koca Çin Devleti cumhuriyete münkalib +oldu. Tibet ile Moğolistan beyne’l-milel siyasetin anaforuna +girmek üzere bulunuyor. İran bu siyasetin akıntısına büsbütün +kapılmak üzere bulunduğundan mahv ü gark olmasına +bir şey kalmamıştır. Binaenaleyh Afganistan’ın ahval ve +vukūat-ı cihana layıkıyla vukūf kesb edip İran’ın arkasından +çah-ı inkıraz ve mahva gitmemek için tedabir-i lazıme ittihaz +eylemesinin vakti gelmiştir. Kalküta’dan Londra gazetelerine +ciyyeye kesb-i ıttıla’ etmek üzere müstakıllen bir İstıtlaat Dairesi +teşkil eylemiştir. Bu daire erkanı memalik-i Osmaniye ile +Emirin biraderlerinden Nasrullah Han Asmar civarında +sakin Mohmand kabailinin arazisini Afganistan’a ilhak için +kabail-i mezkure rüesasıyla müzakeratta bulunmaktadır. +senesinde İngiltere ile Rusya arasında Asya-yı Vusta +hakkında akd olunan ve İran’ın bais-i felaketi olan muahede-i +mezkure İran ve Afganistan’ın bekasına bir nihayet +vermek maksadıyla akd edilmiştir. Muahede-i mezkurenin +akdinde İran’ın asla re’y ve fikri alınmamış olduktan başka +bu muahede birkaç hafta mukaddem cebren ve kahren İran +hükumetine tasdik ettirilmiştir. +Muahede-i mezkurede Afganistan hakkında dahi bir +madde-i mühimme vardır. Şu kadar var ki bu maddenin tatbik +edilişi İngiltere hükumeti tarafından madde-i mezkurenin +Afganistan emirine kabul ve tasdik ettirilmesine ve emirin +tasdiki İngiltere hükumeti tarafından Rusya hükumetine +tebliğ olunmasına vabestedir. Bundan mukaddem madde-i +mezkure mevki’-i fi’le konulamayacaktır. Afganistan emirinin +bu maddeyi tasdik eylediği ve bunun İngiltere tarafından +Rusya’ya tebliğ edildiği hakkında henüz kat’i ma’lumat +alınamamıştır. Maa-haza bu tasdikin vaki’ olmuş olması pek +muhtemeldir. Çünkü madde-i mezkurenin zahirisi Rusya ile +larına münhasır gibidir. Zaten Afganistan emirinin Rusya +mukavemette bulunması kabil değildir. Binaenaleyh emir +bu maddeden evvelce endişe-nak olmamıştır. Fakat ahiren +halde tedhiş eylemiştir. Rusya-İngiltere muahedesinin metninde +hede-i mezkurede İran Devleti’nin tamamiyet-i mülkiyye ve +de bu te’minatın kuru ve esassız bir şey olduğunu İran pek +acı tecrübe eyledi. +Şimdi Afganistan emiri memleketinin başına İran’a gelen +felaketin gelmemesi esbabını istihzara çalışıyor. Emirin bu +tedabiri kendisinin gayet akıl ve dur-endiş olduğunu irae ve +si’nden her sene aldığı tahsisat-ı azimeye mukabil memalik-i +ecnebiyyede sefir bulundurmamayı taahhüd eylemiştir. +Şimdiye kadar Afganistan hükumeti memalik-i ecnebiyye +la icra ediyor idi. Başka devletler dahi İngiltere vasıtasıyla +Afganistan ile münasebat ve muamelatta bulunuyorlar. +hariçte bir pencereye malik idi ki o dahi İngiliz hükumet-i +Hindiyyesi idi. Yukarıda derc eylediğimiz telgrafname Afganistan +hükumetinin mezkur hale bir nihayet verdiğini isbat +eylemiştir. Tabii emir-i Afgan istihbarat için memalik-i ecnebiyyeye +gayr-i resmi me’murlar gönderecektir. +Afganistan emirinin istihbarat me’murlarını ilk İran ve +Türkiye’ye göndermesi ziyadesiyle ma’nidardır.. Emirin bu +kararı diğer memalik-i İslamiyye’nin efkarına kesb-i ıttıla’ +etmek istediğine delalet etmektedir. Afganistan hükumetinin +Hindistan-ı İngilizi hududundaki aşayirin arazisini Afganistan +mülküne ilhak için müzakeratta bulunması emirin +delalet etmektedir.” +Fransa’da Ahval-i Hazıra-i İctimaiyye +“Fransa’da fuhuş ve cinayet çoğalıyor kanunsuzluk ve +bin-netice anarşi hüküm sürüyor. Hey’et-i udul ma’siyetkarane +bir müsamaha ibrazıyla en müdhiş canileri tebriye +ediyor meyhanelerin adedi artıyor nüfus tenakusda berdevam +ahlaka mugayir ef’al ve harekat her sene birer nisbet-i +hendesiye ile tekessür etmekte hülasa size en siyah ve +dumanlı hükümler verdirebilecek ne kadar vekayi’ var ise +Fransa’da hayreti mucib bir mebzuliyetle müşahede ediliyor!” +ŞUUN +MECLIS-I MEB’USAN-I OSMANI +– +Nisan’ın beşinci günü Meclis-i Umumi-i Osmani merasim-i +mahsusa ve kemal-i ihtifal ile küşad edildi. Yeni meb’usan +sadrazam ve hey’et-i vükela salona geldikten sonra zevali +saat ikiyi dört geçe zat-ı hümayun-ı hazret-i Hilafet-penahi +şehzadegan hazeratı serkatib ve serkarin ve teşrifat-ı umumiyye +nazırları beyefendiler ve yaveran ile Meclis salonunu +teşrif buyurdular. Serkatib beyefendi kırmızı atlas kese +derununda bulunan nutk-ı hümayunu bit-telsim sadrazam +paşaya tevdi’ etti. Müşarun-ileyh dahi ba’de’t-telsim gayet +yüksek bir sesle zat-ı hazret-i padişahi namına atideki nutk-ı +Muhterem a’yan ve meb’usan +Her memlekette meşrutiyetin feyz-bahşa ve müsmir bir +surette istikrar ve inkışafı kuvve-i teşriiyye ile kuvve-i icraiyye +beyninde adl ü muvazenetin tesbit ve te’minine mevkūf +bulunmasına ve bu ümniyenin husulüne sai olan hükumetle +kuvve-i teşriiyye arasında ihtilaf vukū’ bulmasına mebni +Kanun-ı Esasi mucebince Meclis-i Meb’usan’ın feshini irade +etmiş idim. Yine Kanun-ı Esasi ile muayyen olan müddet +zarfında intihabat-ı cedide icra edilerek bugün Meclis-i +Milli’nin küşadına bi-lutfihi teala muvaffakıyet hasıl oldu bu +münasebet-i hayriyye ile de Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena +eder ve cümlenize beyan-ı hoş-amedi eylerim. +Meşrutiyet-i idarenin ma-bihil-kavamı olan Kanun-ı +Esasi’nin ihtiyacat-ı memlekete göre ikmal-i ta’dilatı birinci +derecede ehem ve elzemdir. Meclisinizin evvel-emirde bu +cihete sarf-ı ihtimam etmesini ve tevdi’ olunacak kavanin +layihalarının sür’at-i tedkīk ve tasdikini ve bunların hin-i +müzakeratında geçirilecek her dakīkanın hayat-ı millette +pek kıymetdar olduğunun nazar-ı ehemmiyetten dur tutulmamasını +hamiyet-i vataniyyenizden beklerim. +Memlekette ticaret ve ziraat ve sınaatin bi-hakkın inkişafı +emn ü asayişin takririne ve kavaid-i adl ü müsavatın tamamen +tatbikine vabestedir. Bu maksadın fiilen te’mini zımnında +dabir-i mukteziyyeyi bila-imhal mahallinde ittihaz ve tatbik +eylemek üzere Dahiliye nazırımızın riyaseti tahtında Rumeli’ye +bir hey’et-i mahsusa i’zam olunmuş ve hey’etçe takarrur +eden ıslahat peyderpey tatbik edilmekte bulunmuştur. +Sair vilayatımız ihtiyacatının dahi tedkīki arazi mesailinin +halli ve aşairin iskanı için de ayrıca hey’etler i’zamı mukarrer +bulunmuştur. +Umur-ı nafiaca keşfiyat-ı ibtidaiyyesi icra kılınan ve Anadolu’ya +bir hayat-ı cedide verecek olan Samsun-Sivas Erzincan-Erzurum +ve Trabzon-Erzurum demiryolları hakkında +müzakerat cereyan eylemekte olduğu gibi Anadolu hatlarını +Sivas hututuna rabt edecek olan demiryolunun ehemmiyet-i +azimesine mebni sür’atle inşası esbabı tedkīk edilmekte +ve Manastır’dan Yunan hududuna Kumanova’dan Bulgar +hududuna kadar da birer hatt-ı hadidi inşası için şirketlerle +müzakerede bulunulmaktadır. Üsküb-Kalkandelen-Gostivar +şimendüferinin de mukavelesi akd edilmiş olup meclisinize +tevdi’ olunacaktır. +Varidat-ı devlette sinin-i sabıkada olduğu gibi üç yüz yirmi +yedi senesinde de pek mühim bir tezayüd vardır. Üç yüz +yirmi sekiz senesi bütçesinin meclisinizce sürat-i mümkine +Senelerden beri sefk-i dimaya sebeb olan Yemen mes’elesi +oralardaki kuvve-i askeriyyemiz kumandanı ve erkan-ı +harbiyemiz reisi İzzet Paşa’nın ittihaz eylediği tedabir-i askeriyye +ve hakimane ile hüsn-i suretle hallolunarak hamden +lillah sükun hasıl olmuş ve Asir cihetlerinde dahi iade-i +sükun için tedabir-i askeriyye ittihaz olunmuştur. +Sadık ve kıymetdar bir me’murumuz olan Sisam Beyi +Kopas Efendi hakkındaki suikast mucib-i teessüfümüz olmuştur. +Girit’de hukūk-ı hükümranimizin muhafazası esasında +müttehid bulunduklarını ve bu esasa mugayir bir hareketin +vukūuna müsaade etmeyeceklerini İngiltere Fransa ve +Rusya devletleri bize te’min etmişlerdir. Hükumetimiz bu +mes’elede teyakkuz ve tabassurla hareket etmekte olduğundan +ahvalin kesb edeceği şekle göre tedabir ittihaz ve hukūkumuzun +muhafazasında sebat edilecektir. +Kuva-yı harbiyemizin terakkıyat-ı ahiresi mucib-i memnuniyyet +bir halde olup bunun bir kat daha tekemmülü esbabına +ruf olan mesai sulh ve asayişin muhafazasına ve hukūk-ı +memleketin müdafaasına ma’tufdur. +Siyasiyat-ı hariciyyemizde hükumetimizin ta’kīb ettiği +hatt-ı hareket mu’tedil fakat metin olmak ve hukūkumuzun +tamamen muhafazasıyla hukūk-ı ahara tecavüz etmemek +esasına müstenid bulunmak i’tibarıyla düvel-i muazzama-i +mütehabbe ve komşu hükumetlerle olan münasebat-ı siyasiyyemiz +kema-kan samimi ve her tarafdan mütekabilen ib­ +raz olunan measir-i i’tilaf ve müsalemet-perverane ile daha +ziyade müsta’idd-i inkişaf ve inbisattır. +Devletimizle İran Devleti beyninde muhtelifün-fih olan +hudud mes’elesinin hallini arzu eylediğimizden esasat-ı ahdiyyenin +tebyini suretiyle hukūk-ı tarafeyni te’min ve +hududu suret-i kat’iyyede ta’yin eylemek üzere Osmanlı ve +ve müzakerata ibtidar olundu. Müddet-i muayyene zarfında +rak bazı nikat hakkında i’tilaf hasıl olamaz ise bunlar Lahey +Mahkeme-i Tahkimiyyesi’ne ibraz edilecek ve bil-cümle düvel-i +mütemeddine rical-i hukūkundan mürekkeb olan böyle +bir mahkemenin vereceği karar bit-tabi’ ma’mulün-bih +olacaktır. +Bi-gayri hakkın ve uhud ve usul-i beyne’d-düvele mugayir +olarak İtalya tarafından açılan harp her tarafdan gösterilen +arzu-yı sulha rağmen devam ediyor. Biz de sulhu arzu +ederiz. Ancak bu harbin sulh ile neticelenmesi hukūk-ı hükümranimizin +fiilen ve tamamen idame ve ibkasıyla kabildir. +Asakir-i berriyye ve bahriyyemizin ve mücahidin-i necibe-i +Arap evladımızın hak-i pak-i vatanın müdafaa ve +muhafazası hususunda ibraz etmekte oldukları azm ü besalet +ki el-hak sezavar-ı takdirdir tarih-i askeri ve millimize +şanlı bir sahife ilave etmiştir. Şehidlerimizin ervahına +Fatihalar ve gazilerimize selam ve dualar ithaf ederim. +Mevcudiyetlerini muhafaza ile selamet ve refahet-i umumiyyelerini +te’min eden milletler bu saadete anasır-ı mürekkebelerinin +at-i memleketin her şeyden akdem ve akdes tutulmasını ve +müttehid bulunulmasını kemal-i ihlas ile cümleye tavsiye +eylerim. Selamet-i mülk ü millet uğrunda masruf olacak +mesainizin tevfikat-ı Sübhaniyye’ye mazhariyetini Cenab-ı +Hak’tan niyaz ve Meclis-i Umumi’yi küşad ederim. +Nutk-ı hümayun ikiyi yirmi geçe hitam buldu. Ba’dehu +Nakībü’l-eşraf efendi hazretleri ve a’yandan Manastırlı İsmail +Hakkı Efendi hazretleri müteakıben dua eylediler. +kiramının mükerrer alkışları arasında maiyet-i mülukaneleriyle +hitam verildi. +Ba’dehu zat-ı hazret-i mülukane maiyet-i seniyyelerinde +zevat-ı müşarun-ileyhim hazeratı olduğu halde Tophane +Meydanı’nda vaki’ Nusretiye Kasrı’nı teşrif buyurmuşlardır. +Burada i’malat-ı harbiyye devairi muhafazasına me’mur tabur +tarafından zat-ı hazret-i padişahiye taam numunesi takdim +edilmiş ve ekmek makarna irmik helvasından ibaret +olan taamlardan lutfen tenavül buyurularak efrada atiyye-i +seniyye ihsan ve tabur kumandanına da mahzuziyet-i şahanelerini +beyan buyurmuşlardır. +§ Veliahd-ı saltanat hazretleri nezleden muztarib oldukları +cihetle merasime iştirak buyuramamışlardır. +– İsmi okunan meb’us birer birer kürsi-i hitabet ö­ +nüne gelerek “Zat-ı hazret-i padişahiye ve vatana hüsn-i suretle +hizmet edeceğime ve Kanun-ı Esasi’ye ve uhdeme tevdi’ +olunan vazifeye sadakatle hilafından mücanebet eyleyeceğime +vallahi” tarzında yemin ediyordu. Yeminin tekrarına +hacet olmadığına hakk-ı yemin ma’lum olduktan sonra işaretle +kasem caiz olabileceğine dair Sadrazam Said Paşa’nın +beyan-ı mütalaası ve Şeyhülislam efendinin tasdikı üzerine +metnin tekrarına hacet görülmemiş mevcud meb’usanın +esamisi okunarak her birinin kürsi-i hitabet önüne gelerek +yalnız “Vallahi” demesiyle iktifa edilmiştir. Bundan sonra +gelecekler meb’usan reisi huzurunda yemin edeceklerdir. +– En müsinni Ahmed Mahir Efendi +Kastamonu kürsi-i riyasete çıktı; en gençleri Hasan Ferhad +Karesi Hakkı Baha Bursa Kazım İzmir Hakkı Sinop +beyler de kitabet mevkiine geldiler. +– Hakimiyet-i milliyyenin temessülgahı +olan Meclis-i Ali’nin bugün yeniden küşadıyla hayat-ı +Meşrutiyyet’in ikinci devre-i ictimaiyesi idrak edildiğinden +dolayı Cenab-ı Hakk’a teşekkür olundu. Vatan-ı mukaddesin +bir uzv-ı kıymetdarı olan Trablusgarb’da din ve vatan +uğrunda feda-yı hayat eden mücahidin-i İslamiyyenin +cümlesine meclis namına ihda-yı selam ve daima mansur +ve muzaffer olmaları duası yek-zeban ve yek-vicdan olarak +alkışlarla tekrar edildi. +– Mevcud meb’usanın adedi +olması hasebiyle ekseriyet-i mutlaka bulunmadığından mü­ +zakereye imkan görülememiş müzakere ekseriyet husulüne +ta’lik ile meclise hitam verilmiştir. +Zat-ı hazret-i padişahi Cuma +günü Hırka-i Saadet’i ziyaret ettiği esnada mahadim-i kiramı +da maiyetinde bulunuyorlardı. +– Yeni inşa edilen köprü yerine vaz’ edilip +abirinin müruru te’min olunmuştur. +– Kahire’den Secolo gazetesine iş’ar +edildiğine nazaran Yemen’deki İdris; asakir-i Osmaniyenin +cesaret ve şecaat-i fevkaladelerine karşı tab-aver-i mukavemet +olamayarak birbirini mütevali iki defa hezimete duçar +olmuştur. +– Rusya +sefir-i cedidi Mösyö Dökirs merasim-i mu’tade ile saray-ı +hümayuna gidip huzur-ı padişahiye kabul ile i’timadnamesini +takdim etmiştir. Hariciye Nazırı Asım Bey de hazır bulunuyordu. +Sefir tarafından samimi bir nutuk irad edilmiş ve +zat-ı hazret-i padişahi tarafından da bil-mukabele münasib +cevap verilmiştir. +– Zabitan-ı Osmaniyye’den +bazılarının li-ecli’t-tahsil Fransa Tayyarecilik +Mek­ +tebi’ne i’zam olunacakları evvelce yazılmıştı. Alınan +ma’lumat-ı mevsukaya nazaran şu son günlerde Harbiye +Nezareti’nce Edirne İnşaat Komisyonu’na me’mur Kolağası +Cemal ve Birinci Kolordu zabitanından Yüzbaşı Refik Feyzi +Salim ve Mülazım-ı Sani Nuri Beyler ta’yin ve i’zam olunmuşlardır. +Atideki ma’lumat darü’l-harbdeki kumandanların iş’arı +üzerine Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Ajansı’na tebliğ +edilmiştir: +– Mart’ın ’inci Cumartesi günü İtalyanlar Der­ +ne’nin şark istihkamından top atışına başlayarak yüzü mütecaviz +mermi endaht ve bu suretle civar arazide askerimizin +adem-i mevcudiyyeti hakkında emniyet hasıl ettikten sonra +bir alay piyade ve bir batarya ile mezkur istihkamın bir kilometre +kadar ilerisine gitmişler ise de şark kuvveti ile garbdan +bir küçük kuvvetimizin karşılarına gittiklerini görmeleri +üzerine uzaktan derhal geri dönerek istihkamat hattına +geri çekilmişlerdir. +– İkinci Kolordu Kumandanlığı ile Bahr-i Sefid +Mevki’-i Müstahkem Kumandanlığı’nın Harbiye Nezareti’ne +manın sekiz zırhlısı Bahr-i Sefid Boğazı’nın medhalinde bulunan +tabyalarımızı bombardıman etmeye başladıklarından +tarafımızdan dahi müsteinen bi-tevfikihi teala mukabele +edilmiştir. İşbu bombardıman saat ikiye kadar devam etti. +Düşman Orhaniye tabyasına Kumkaleye Seddülbahir’e +ki cem’an büyük çaplı mermi endaht etmiştir. +Buna mukabil bizim Orhaniye tabyamızdan ve +Ertuğrul’dan mermi atılmıştır. +Düşmanın attığı mermilerden hiçbiri tabyalarımıza tesadüf +etmemiş ve binaenaleyh asakir-i muharibemizden hiç +birinin burnu bile kanamamıştır. Yalnız Orhaniye kışlasında +bir koğuş yıkılmış ve bir de hayvan telef olmuştur. Kumkale +ve Seddülbahir koğuşlarının birer köşelerine mermi isabet +etmekle enkaz altında kalan gayr-i muharib bir nefer şehid +ve biri de mecruh olmuştur. +Düşman sefaini tabyalarımızın müessir ateşi altına girmeye +cesaret edemeyerek on bin metre mesafeden ateş etmiştir. +Ve tabyalarımıza hiçbir mermi isabet edememesine +mukabil bizim tarafdan atılan mermiden tahminen beşi +hedefe isabet eylemiştir. +Esna-yı muharebede Ertuğrul tabyasından atılan bir +mermi düşman sefain-i harbiyesinden birine tesadüf etmekle +sefine-i mezkure hatt-ı muharebeyi terke mecbur olmuştur. +Düşmanın şu tecavüz-i nagehanisi üzerine Bahr-i Sefid +Boğazı’nda evvelce sefain-i ticariyyenin müruruna mahsusan +torpilsiz bırakılmış olan geçit mahalline dahi torpil ilka +edildiğinden mezkur boğaz i’lan-ı ahire kadar sefain-i ticariye +Bu şiddetli bombardımana karşı müdafaa-i kahramananede +bulunan ağır topçu askerlerimizin kuvve-i ma’neviyyesi +fevkaladedir. Sunuf-ı saireden olan askerlerimiz de +cenkleşmeye amadedir. Her tarafda ahali sakin ve heyecan +mefkūddur. Düşman sefain-i harbiyyesi ateşi kestikten sonra +Seddülbahir tabyasının arkasına doğru gitmiştir. +– Sisam Emareti’nden Dahiliye Nezareti’ne yazıldığına +göre Nisan’ın beşinci günü vasati saat beş buçukta +yaptıktan sonra uzaklaşmış biraz sonra bir kruvazör ile beraber +limana avdet eylemiştir. Kruvazör bir gune mutalebede +bulunmaksızın ve kavaid-i hukūk-ı düvele riayet etmeksizin +Osmanlı sancağı mütemevvic bulunan kışlayı topa tutmaya +başlamıştır. Bu sırada limandaki İhsaniye Vapuru süvarisi +tarafından baştankara edilip mürettebatı çıkarılmıştır. Torpidonun +limana takarrubu üzerine kışla ve cephanelikteki +asakir-i Osmaniyye sancağı müstashiben icab eden tedabiri +almıştır. Kasabaya atılan mermilerden top anbarı mekari +hayvanatı ahırı yanmış müzehanenin bir duvarıyla bir hane +kamilen tahrib olunmuş ve ahaliden iki kişi yaralanmıştır. +Bombardımandan üç saat sonra kruvazör ve torpido semt-i +mechule müteveccihen limandan hareket etmişlerdir. +– Alaçatı’daki telsiz telgraf aletine vukū’ bulan +bombardımana dair mahallinden Dahiliye Nezareti’ne +ber-vech-i ati ma’lumat varid olmuştur: “Nisan’ın yedinci +Cumartesi günü alaturka saat üç buçukta “Alaçatı” nahiyesinin +sekiz dakīkalık mesafe haricinde bulunan telsiz telgraf +düşman filosundan bir torpido girerek keşfiyat icra etmiş +ve bir müddet sonra üç bacalı “Pizza”zırhlısı sisteminde bir +harp gemisi mezkur limanda torpidonun yanına demirleyerek +saat beş buçukta her ikisi tarafından top atışına başlanarak +doksan bir mermi atılmış ve bunlardan yalnız bir +tanesi isabet ettirilebilmiştir. Halbuki hedef olan “Antelin” +kulesi seksen beş metre irtifaında idi. Son merminin kulenin +bir tarafına isabetinden sonra gemiler ateşi kesmiş ve on +dakīka sonra tekrar ateşe başlayarak iki yüz on yedi mermi +atmışlardır. Bu mermilerden birkaçı telgraf binasının şimal +ve garb cihetlerinin saçaklarını kırabilmiştir. Şehrin hariç ve +dahilinde cüz’i ve külli hiçbir zarar vaki’ olmadığı gibi nüfusca +da zayiat yoktur. Ahalinin bombardıman esnasında ibraz +eylediği metanet ve sükunet şayan-ı medhdir.” +– Bu hafta zarfında +müteaddid defalarda Meclis-i Vükela ictima’ ederek +Osmanlı-İtalya harbi dolayısıyla düvel-i muazzamadan beşi +tarafından geçen hafta Hariciye Nazırı Asım Bey nezdinde +vaki’ olan sulh tavassutuna verilecek cevap hakkında uzun +müddet müzakeratta bulunarak cevabi tebliğnamenin tanzimiyle +meşgūl olmuşlardır. Bu babda alınan ma’lumata göre +mezkur cevabnamede vaki’ olan tavassutlarından dolayı +düvel-i müşarun-ileyhime beyan-ı memnuniyyet ve bi-gayri +hakkın uhud ve usul-i beyne’d-düvele mugayir olarak İtalya +tarafından açılan harbin bidayetinden bugüne kadar safahatı +ta’dad edildikten sonra gösterilen arzu-yı umumiye +rağmen harbin el’an devam etmekte olduğu ve harbin sulhen +neticelenmesi hukūk-ı hükümrani-i Osmani’nin fiilen ve +tamamen idame ve ifası esasıyla kabil olabileceği dermiyan +ve devletlerin teşebbüsatının alacağı neticeye intizar edilmeksizin +vakıanın semeredar olabilmesini işkal edeceği beyan olunmuştur. +Hususat-ı mezkureyi ihtiva etmesi i’tibarıyla mufassal +olan cevabname tasdik-i şahaneye iktiran edilmiş ve +düvel-i muazzama süferasına Hariciye müsteşarı tarafından +tebliğ olunmuştur. +– +olunan Çanakkale Boğazı’nın sefain-i ticariyyenin mürur +ve uburuna küşade bulundurulması hakkında düvel-i muazzama +süferasının Babıali nezdinde teşebbüsatta bulundukları +bazı telgraf ajansları tarafından ihbar olunmuş idi. +Bu mes’elede alakadar olan süferanın beyanatına nazaran +mesdudiyet-i vakıa bir müdafaa-i meşruadan mütevellid olması +caata lüzum görmemişlerdir. +– Kablo ta’miri İtalyanlar tarafından +duçar-ı tahrib olan Marmaris ile Rodos arasındaki kablonun +ta’miratının ikmaliyle muhaveratın devamı te’min edildiği +merciine keşide olunan telgrafnameden anlaşılmıştır. +– İlk taarruzdan +sonra düşman filosonun Çanakkale’ye yanaşamadığı +ve kasabada dahi asayiş mükemmel olduğu mahallinden +Harbiye Nezareti’ne vukū’ bulan iş’ardan anlaşılmıştır. +– İtalyanların Akdeniz’de +harekat-ı bahriyyede bulunması İmroz Limni Sakız ve Bozcaada’nın +resmiyyede zannolunmaktadır. +– Adalar’ın vesait-i istihbariyyesini +teşkil eden kablo hattının düşman tarafından kat’ edilmesinden +dolayı İzmir ve saire gibi sevahil-i Osmaniyye’ye +uğrayan sefain-i ticariyye kaptan ve yolcularından ma’lumat +– Bu hafta zarfında ictima’ +eden Meclis-i Vükela’da Çanakkale Boğazı’nın sefain-i +ticariyyeye küşadı mes’elesi mevzu’-ı bahs olmuş ise de bu +babda henüz bir karar-ı kat’i ittihaz olunmamıştır. +– Esnafın fırsattan istifade +maksadıyla havayic-i zaruriyyeden olan ve Belediye Kanunu’na +tabi’ bulunan eşyaya gali fiat ta’yin etmekte oldukları +nazar-ı dikkate alınarak bu babdaki havayic-i zaruriyyenin +en başlıcalarından bulunan yirmi dört kalem eşyaya fiat ta’­ +yin edilip matbuat vasıtasıyla neşrettirilmiştir. +– Rusya’nın Bahr-i Siyah +filosunun amirali mezkur filonun hal-i seferberiye vaz’ edilmiş +olduğuna dair deveran eden şayiayı suret-i kat’iyyede +tekzib eylemiştir. Muma-ileyh İtalya’nın hareket-i bahriyyesi +hükumet-i Osmaniyye’yi korkutacak derecede şiddetli +olmadığı mütalaasını da dermiyan etmiştir. +– Boğazlar’ın seddi menafi’-i +beyne’l-milele muhalif olduğu cihetle Rusya hükumetinin +Babıali nezdinde protestoda bulunacağına dair Petersburg’da +bazı şayiat deveran etmekte olduğu şehr-i mezkurda +suret-i hususiyyede tekzib edilmiştir. +– Turhan Paşa Rusya Hariciye +Nazırı Mösyö Sazanof ile mülakat eylemiş ve nazır-ı müşarun-ileyh +Rusya’nın hissiyat-ı dostane perverde eylediğine +dair te’minat-ı lazımede bulunmuştur. Boğazlar’ın seddi +mes’elesine gelince: Bu muvakkat bir müddet için olduğu +takdirde Rusya bir i’tiraz dermiyan etmeyecekmiş. +– Trablus’dan gelen +mektuplara nazaran tedkīkat icrası için harpten evvel Fizan’a +azimet etmiş olan İtalyan Hey’et-i Fenniyyesi a’zası +esna-yı rahda tevkīf edilerek Cebel-i Garbi’ye gönderilmiş +ve orada hapsedilmişlerdir. +– Senusi hazretleri tarafından güya on +munu emreylediğini İtalyanlar işaa etmektedirler. Böyle bir +şayiat-ı kazibe ile tağlit-ı ezhana müsaraat ediyorlar. Senusi +hazretleri ise günden güne etbaını meydan-ı harbe gönderiyor. +Kendisi de ordugah-ı Osmani’ye takarrub etmekte ve +– İtalya ahval-i ictimaiyyesine vakıf +olan ecnebi rical-i siyasiyyesinden birinin Fransız gazetelerden +birinin muharririne beyan eylediğine göre Avrupa matbuatının +Çanakkale taarruzuna karşı isti’mal eylemiş olduğu +lisan İtalya’da pek fena bir te’sir husule getirecektir. İtalya +efkar-ı umumiyyesi Çanakkale bombardımanından muvakkaten +memnun olduktan sonra bunun Trablusgarb ve Bingazi +hezimetlerine munzam olan yeni bir hezimet olduğunu +öğrendikleri zaman şedid bir inkisar-ı hayale uğrayacaklarını +ve İtalya hükumetinin harb-i hazırı bir netice-i haseneye +yine mezkur diplomat söylemiştir. İtalya efkar-ı umumiyyesi +bu suretle me’yus olduktan sonra hükumet aleyhine harekete +başlayacak ve ahali tarafından vukū’ bulacak böyle bir +aksü’l-amelin derecesini şimdilik kimse tahmin edememekte +olduğunu da dermiyan eylemiştir. +– Balkan gazetesinde okunduğuna +göre Nisan akşamı Filibe’de feci’ bir cinayet irtikab +edilmiştir. Filibe eşrafından Saib Efendi-zade Ali Bey ve +Yahya Ağa-zade Ali Efendi Ümmiye’nin Ali feci’ bir surette +katledilmiştir. Vak’a Filibe’de Filibe’nin en Kalabalık mevkiindeki +kibar kahvehanelerinin birinde vukū’ bulmuştur. +Esbab-ı cinayeti öğrenenler bunun evvelden müretteb bir +şey olduğuna hiç şübhe etmezler. Hiç şübhe etmezler ki bu +bir icra me’muruna verilmiş o da tiynetindeki şenaati ibraz +eylemiştir. +– İngiltere matbuatında okunduğuna nazaran +Londra’daki Hindistan Cemaat-i İslamiyyesi Komitesi +tarafından İtalya’nın Çanakkale Boğazı’na karşı vukū’ bulan +hareket-i ahiresiyle Rusya’nın Meşhed’de İmam Rıza hazretlerinin +merkad-i şerifini topa tutulmasından dolayı İngiltere +Kralı’na şikayet-amiz bir muhtıra takdim eylemiş oldukları +tahakkuk etmiştir. Mezkur muhtırada eğer İngiltere hükumeti +mezkur iki mütecaviz devlet hakkında ciddi bir vaz’iyyet almayacak +olursa bilumum Hindistan ahali-i İslamiyyesi’nin +nefretini celbe sebebiyet vermiş olduğunu ve bu ise gerek +hal-i hazırda ve gerek müstakbelde İngiltere için bais-i fevz ü +felah olmayacağını ve ihtimal ki Hindistan’da bu yüzden İngiltere +hükumeti büyük felaket ve müşkilata duçar olacağını +mantıkī bir surette irad ve ifham eylemişlerdir. +– El’an Tunus +ve Cezair müslümanları arasında İtalyanlara karşı nefret ve +husumet devam ediyor. Bir İtalyan kumpanyasına aid olan +tramvaylara hala boykotaj yapılıyor. Fransa me’murlarının +gösterdikleri şiddetle beraber bu mes’eleye bir türlü nihayet +verilememiştir. Trablus ve Bingazi mücahidin-i İslamiyyesine +gönderilmek üzere külli miktarda ianat-ı nakdiyye toplanmıştır. +Mebaliğ-i mezkure peyderpey mahalline isal edilmektedir. +Bu hiss-i nefret ve husumet ebedi ve daimi surette +ları bu babda yemin ve kasem eylemişlerdir. +– Yeniden Fas’da iğtişaşat hasıl olmağa +başlamıştır. Fransızlar aleyhinde Fas kabaili tarafından tedabir-i +fi’liyye ittihaz olunarak on iki Fransız zabitin itlafı +mümkün olmuştur. +Fas’daki Fransa me’mur-ı siyasisi telaşa düşüp kendi +hükumetiyle muhaberata devam eylemektedir. +Sultan Mulay Hafiz Darü’l-beyza mevkiine iltica etmek +fikrinde iken Mösyö Renbolet ’in tavsiyesi üzerine bir bölük +askerin taht-ı muhafazasında olarak sarayında kalmıştır. +Fas’daki asakir-i asiyenin başında bulunan rüesa-yı mahalliyye +Ceneral Dalye’ye arz-ı dehalet etmek üzere Tanca’ya +muvasalat eylemişlerdir. Fas kabailinde asabiyet gittikçe had +bir şekil almakta ve Mulay Hafiz’in Fransa metalibine +ser-füru edip muahedenameyi imza ettiğinden dolayı memlekete +ve millete büyük bir hıyanet icra etmiş olduğuna dair +kanaat hasıl eylemektedirler. +Fransa hükumetince iğtişaşat-ı mezkureye nihayet vermek +zımnında tedabir-i mukteziyyeye tevessül edilmek üzeredir. +– Salarüddevle Kirmanşah Rus ve İngiliz +konsolosları tarafından dermiyan olunan teklifatı reddeyliyor. +Makam-ı hükümdari üzerinde hukūk iddia etmekte olduğunu +ahaliye i’lan ediyor. Kendisine iltihak eden rüesa-yı +kabail ile bir taraftan da muhabere etmektedir. Hükumet-i +tadır. Prens Fermanferma Kazak süvari kıtaatından mürekkeb +bir müfreze ile Kazvin’den Hemedan’a hareket etmiştir. +Merkūm Hemedan’da kendisine intizar eden diğer bin kişilik +bir kuvvete iltihak edecektir. Kuvvetli bir Bahtiyari müfrezesi +Zencan mevkiini işgal eylemiştir. +– Geçen sene Meclis-i Meb’­ +u­ +san’dan ahz-ı me’zuniyyet eden İran Naibü’s-saltanası Avrupa’ya +azimet ediyor. Müşarun-ileyhi İranlılar aleyhine icra +eyledikleri nümayiş üzerine gücendirmişlerdir. Niyabet-i +hü­ +kumeti Demokratlar elde etmeye çalışmaktadırlar. Zaten +bunun için bir çok kimseler ve meb’uslar çalışmışlardı. Serdar +Esad da bu makam için ziyade çalışanlardandır. Fakat +hal-i hazırdaki naib-i hükumet kadar alim ve fazıl bir kimse +namzedler içinde yoktur. Bu Avrupa’ya giderse bir daha geri +dönmeyecektir. +– Meşhed’deki +kad-i şerifi Ruslar tarafından bombardıman edildiği esnada +ziyaretçilerinden yüz kişi kadar top güllelerinden müteessiren +vefat etmişlerdir. Ruslar güya mezar-ı mezkura iltica +eden eşkıyayı yahud şah-ı sabık tarafdaranını dağıtmak +bahanesiyle bu fi’l-i mezmumu ihtiyar ettiklerini iddia ediyorlar. +Profesör Brawn Manchester Guardian ’a yazdığı bir ma­ +kalede Rusların tecavüzatını protesto ederek bil-iltizam bu +fi’l-i makbuhun irtikab olunduğunu ityan ile Ruslar tarafından +makbere-i mezkurede mevcud olup İran şahlarıyla +ağniyaları tarafından mahall-i mezkura teberrüken ihda +olunan mücevherat ve asar-ı atikanın yağma edildiğini ve +Rus Kazakları atlarıyla mezkur mahall-i mübareke hücum +olunduğunu dermiyan etmekle İngiltere hükumetinin nazar-ı +dikkatini celb etmek istemiştir. Rusların bu tecavüzlerinden +umum Şiilerin na-hoşnud olduklarını da profesör-i +müşarun-ileyh beyan eylemiştir. +– Salarüddevle +aleyhinde gönderilen jandarma teşkilatı için şimdiye +kadar vukū’ bulan sarfiyat hemen iki milyon rubleye +baliğ olmuştur. +– Tebriz şehri ve mülhakatı ahalisi valinin +tebdilinden dolayı hal-i heyecandadır. Şehirde akd-i ictima’ +eden ulema ve tüccar Şücaüddevle’nin tekrar vali ta’yin +edilmesini taleb eylemiş ve iğtişaşata meydan vermemek +maiyetinde Meraga’dan gönderilen üç yüz elli süvari askeri +bulunduğu halde şehri dolaşarak ahaliyi teskin eylemiştir. +– Sipehdar’ın avdetini ümid eden +fedailer Tebriz’de toplanmaktadırlar. Salarüddevle maiyetindeki +sekiz bin süvariyle Zencan şehrini işgal etmiştir. Meclelüssaltana +Salarü’d-devle’nin korkusundan bir karyeye +– Standard gazetesinde okunduğuna +göre Tibet-Çin hududunda hasıl olan bir iğtişaş esnasında +Tibetliler Çinlilerden pek çok kimseleri ele geçirip diri diri +yakmışlardır. Ahiren bu halden haberdar olan Çinliler ise +ahz-ı sar ve intikam için Tibetlilere hücumla bir çoğunu öldürdükten +sonra ma’bedlerini de yakmışlardır. +– Çin’e tabi’ Vansin şehrinde +ahiren eski ve yeni askerler arasında gürültü hasıl olarak +silaha sarılmaya mecbur olmuşlardır. Devamlı müsademelerden +sonra her iki taraftan yüz kişi telef olduğu Standard +gazetesinde okunmuştur. +– Kolça’dan Petersburg’a +huriyeti’yle kat’-ı rabıta ederek i’lan-ı istiklal eylemiştir. +– Southampton’dan New York’a +gitmekte olan İngiliz Titanik sefine-i cesimesi Efrenci Nisan’ın +sekizinci Pazar günü akşamı saat onbiri kırk geçe Ternovo +Adaları etrafında Bun Burnu civarında Kapdros’dan +mil uzakta derece dakīka arz-ı şimali derece +dakīka tul-i garbide vücudundan geç haberdar olan sabih +bir buz kitlesine çarparak nısfu’l-leylden sonra saat ikiye +yirmi geçe gark olmuştur. Battığı mahal metre derinliktedir. +Telsiz telgrafla nısfu’l-leylde kazazede vapurdan +dördünde mahall-i hadiseye yetişmiş hayattakiler kendisi +tarafından kurtarılmıştır. Titanik’te yolcu taife var +taifelerden ki cem’an kişi kurtulmuştur. +Titanik şimdiye kadar inşa edilmiş olan sefain-i cesimenin +en büyüğü idi. Tulü arzı umku da metre +mevcud dritnotlardan en büyüklerinin iki misline muadildir. +Bacalarından beheri içinden çifte hatlı bir tren pek kolayca +geçebilecek derecede büyüktü. Geminin dümeni . ve +bir demiri . kilo sikletinde idi. +Geminin taksimat ve tezyinat-ı fevkaladesi ise hakīkaten +her türlü tasvirin fevkinde idi. +Titanik sefinesinin hamulesi . çuval kahve ve çaydan +mürekkeb idi. Bundan başka sefinede yüz milyon değerinde +elmas ve sair zinet taşları bulunmakta idi. Yolcuların +eşyalarına yüz milyondan ziyade bir kıymet takdir olunmaktadır. +Dalgalar arasında yedi milyon mektup zayi’ olmuştur. +Hasarat milyon markı tecavüz etmektedir. +Titanik’in batması pek feci’ olmuştur. Suların şiddetle +nüfuzundan tulumbalar hareketten muattal kalmıştır. Elektrik +dinamosu hareketten sakıt olduğundan lambalar birden +bire sönmüş vapur zulmetler içinde kalmıştır. Çocuklarla +kadınlar sefineden ayrıldıkları vakit hasıl olan manzara pek +müdhiş olduğunu tahlis olunan yolcular anlatıyor. Avrupa +ve Amerika’nın bir hayli büyük zevatı da mağrukīn miyanındadır. +Bu kaza Avrupa ve Amerika’da pek büyük te’sir icra +etmiştir binlerce insanlar matemler içindedir. +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Firavun’a gidiniz o çünkü azdı. Kendisine yumuşak söz +söyleyiniz; belki aklını başına alır yahud içine korku gelir.” +* * * +Taha Sure-i şerifesinden naklettiğimiz şu ayetlerdeki +hitab Musa ile Harun aleyhimesselamadır. Harun daha +beliğ olduğu için evamir-i ilahiyyeyi tebliğ ederken kendisine +refik edilmesini Hazret-i Musa Cenab-ı Hak’dan istemiş +Kur’an’daki kıssaların her birinde büyük büyük ibretler +vardır. İm’an ile bakarsak şu ikinci ayette iki azim nükte gö­ +rürüz: Allah elbette Firavun’un tuğyandan vaz geçmeyece­ +ğini aklını asla başına almayacağını bilirdi. Böyle iken peygamberlerine +“Belki...” diye bir ümid veriyor. “Siz vazifenizi +azm ile kuvvet-i kalb ile itminan ile ifaya bakınız. Evet +resulün vazifesi yalnız tebliğdir. Siz bu tebliğin mübin olması +onu düşünmeyiniz. Bunu düşünürseniz ye’s içinde kalırsınız +ki o zaman vazife-i risaleti hakkıyle eda edemezsiniz” diyor. +Demek ki hakkı hakīkati müdafaa edenler bütün dünya +Firavun kesilse hiç fütur getirmeyecekler. +timsali idi. Musa ile Harun ise birer peygamber idi. Uluhiyet +da’vasına kalkışan Firavun’u yola getirmek için Cenab-ı +Hak bu iki vücud-ı mübareki bin hüccet-i kahire ile gönderebilirdi. +Öyle iken “Sert davranmayınız yumuşak söyleyiniz +rıfk ile muamelede bulununuz” emrini veriyor. Maksad-ı +edeceğimiz fikre karşı ufacık bir i’tiraz serd olunsa yumuşak +söylemek şöyle dursun en sert en acı hücumlarla bile +kanaat etmeyiz de ağız dolusu söveriz! Bazen en temiz bir +hakikatı en murdar şütum ile kabul ettirmek isteriz! En pak +en meşru bir maksada böyle en mülevves en rezil bir vasıta +sad ta’kīb eden erazile yakışır birer silah olabilir. İşte bizi öldüren +zaafa tefrikaya düşüren iki derd-i içtimai: Azimsizlik +terbiyesizlik... +Efrad-ı millet arasında haksız bir ye’sin ma’nasız bir +bedbinliğin günden güne şiddetini artırmak şartıyle hüküm +sürdüğünü görüyoruz. Mübeccel bir maksad uğrunda bütün +mesaisini bütün mücahedatını heder olmuş gören bir adam +bile ye’se düşmemelidir. Hele bizim me’yus olmaya hiç hakkımız +yoktur; çünkü hiç çalışmadık. Şüphe yoktur ki ye’simiz +bedbinliğimiz hep uğraşmamaya atalet içinde +paslanıp gitmeye hak kazanmak içindir. +Terbiyesizlik ise adeta müslümanların bir sıfat-ı kaşifesi +olmuş! İşte milleti bu iki musibetten kurtarmak bütün efrad-ı +milletin boynuna borçtur. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Yedinci sene-i hicriyenin Zilka’desi idi; Fahr-i Kainat +Efendimiz hazretleri Hudeybiye umresi için ihram edenlerden +kimse kalmamak şartıyla tedarikat-ı seferiyyede bulunSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +malarını emir buyurdular. Herkes hazırlandı. Hudeybiye +vak’asında duçar-ı ihsar olmayanlardan dahi bir çok kimseler +umreye iştirak edeceklerdi. Kadınlardan çoluk çocuktan +başka maiyet-i Nebevi’de ashabdan iki bin kadar kimse +umre niyetiyle yola çıktılar. Kafile-i müsliminin Mekke’ye +takarrubunu görünce müşrikin Harem-i Şerif’i tahliye ile +Kuaykıan tepelerine çıkarak kısmen Daru’n-nedve’nin bulundu +yerde birikerek ehl-i İslamı temaşaya koyulmuşlardı. +Aralarında Hazret-i Peygamber ve ashabının zaaf ve na-tüvaniye +duçar olduklarından guya Yesrib’in himayesiyle +ezilmiş bulunduklarından bahs ile kil ü kal edip duruyorlardı. +Ehl-i İslam muhteşem kalabalıklarıyla Mekke’ye dahil +oldular. Şuara-yı İslamiyyeden Abdullah bin Revaha kılıcını +kuşanmış naka-i Nebevi’nin dizgininden tutmuş olduğu +halde: +Diye “recez” söyleyerek ilerliyordu. Hazret-i Ömer Abdullah’a: +Bu ne oluyor nezd-i Nebevi’de şiir söylenir mi?... +diye men’ etmek istedi ise de; ol hazret: – Ya Ömer Abdullah’a +dokunma söylesin onun sözleri küffara oktan ziyade +te’sir ediyor!.. buyurdular. +Fahr-i Kainat efendimiz Mescid-i Şerif’e dahil olunca ıztıba’ +etti; yani rida-yı şerifinin bir ucunu sağ koltuğu altından +geçirerek sol omuzu üzerine attı. Bütün ashab-ı kiram da +ol hazrete ittiba’ ettiler: Hepsinin sağ omuzları açık bulunuyordu. +Artık tavafa başlayacaklardı. Fahr-i Kainat efendimiz +ashabına esna-yı tavaf ve sa’yde müşrikine karşı neşat ve +kuvvet ibraz etmelerini tavafın evvelki üç şavtında remel +–yani adımlarını kısaltarak omuzlarını silkindirerek çalımlıca +dan alel-ade meşy ile geçmelerini emir buyurdular. +... : : +Sonra ol hazret Hacer-i Esved’i istilam –selamlamak– +Bit-tabi’ ashab-ı kiram hazeratı da Resul-i Ekrem efendimize +alel-ade meşy ile geçtiler. Çünkü Beyt-i Şerif aralarına hail +olduğundan Kuaykıan ve Daru’n-nedve taraflarında bulunan +müşrikin rükn-i Esved ile rükn-i Yemani beyninde bulunan +müsliminin halini fark edemiyordu. Tavafın ikinci ve +üçüncü şavtını da aynıyla birincisi gibi fakat kalan eşvat-ı +erbaasını alel-ade meşy ile icra ettiler. Her şavtın ibtidasında +da Hacer-i Esved istilam ediliyordu. +Tavafı ikmal edince Safa ile Merve arasında da yedi defa +sa’y ettiler. Meyleyn-i ahzareyn arasını da hervele ile yani +süratle geçiyorlardı. Bu hervelenin dahi remel gibi müşrikine +karşı bir nümayiş olmak üzere yapıldığı anlaşılıyordu. +kaynaklarda şeklinde geçmektedir. +Bu umre esnasında aleyhissalatü vesselam efendimiz +Meymune bintü’l-Haris’i tezevvüc buyurdular. Fakat zifaf ve +düğün ihramdan çıkarak “Serif” nam mevkie geldiklerinde +Ehl-i İslam üç gün Mekke’de kaldıktan sonra dördüncü +günün sabahı müşrikin tarafından Huveytıb bin Abdiluzza +riyasetinde bir hey’et-i murahhasa gelerek Hudeybiye +Musalahası’nın madde-i mahsusası iktizasınca Mekke’den +çıkmaları söylendi. Fahr-i Kainat efendimizce düğün ve +umuma karşı bir ziyafet tertib edecek kadar Mekke’de kalmaktan +müşrikin için bir zarar melhuz olmadığı söylenmiş +üzere karar verilmiş Serif nam mevki’de düğün yapıldıktan +sonra Medine’ye avdet buyurulmuştur. +* * * +Yedinci sene-i hicriyede ifa edilen bu umre ehl-i siyer +ashab-ı hadis arasında “Umretü’l-kaza” namıyla yad edilmektedir. +Bu umre ya isminden anlaşıldığı üzere altıncı +senesi müşrikinin ihsar ve mümanaatıyla yarıda kalan +umrenin kazası oluyor; yahud kaza olmayarak yeni baştan +bir umre demektir. İkinci ihtimale göre “Umretü’l-kaza” +ta’birinde olan “kaza” kelimesi musalaha ma’nasını ifade +eden “mukazat” kelimesinin mücerredi olup ’ nin +me’haz-i iştikakı ve eda mukabili kazadan ibaret olmaz; belki +Hudeybiye Musalahası’nın berekatından olarak ifa edilmiş +müstakil bir umre olur. Abdullah bin Ömer radiyallahu +anhüma dahi bu ciheti tercih ederek: +diyor. +tü’l-kısas” namı dahi verilmiştir. Nasıl ki İbni Abbas radiyallahu +anhüma +ayet-i +kerimesinin yedinci sene-i hicriyye umresi esnasında nazil +olduğunu rivayet ediyor. Maamafih umretü’l-kaza ta’biri +hakkında olan bütün bu te’vil ve şahidlerin sıhhati yedinci +sene umresi altıncı senesi ihsar sebebiyle fevt eden umrenin +kazası olmak ihtimalini ref’ edemez. Bu halden umrenin +dahi sair kurubat ve nevafil gibi şüru’ sebebiyle vücubuna +kail olanların söz söylemesi için de meydan müsaid demektir. +Onlar umretü’l-kısasın ihsar sebebiyle fevt olan haccın +kazası olduğunu pekala iddia edebilirler. Şu kadar ki bunun +zar ile bir delil taharri etmek mecburiyeti yüz gösterir... + +---- +FELSEFE +---- + +–Tasavvuf-ı İslami vahdet-i vücud +mesleğinin rengin sünuhatıyla pirayedardır. Mevlana +Cami’nin: +kıt’asında ne kadar ulvi bir saniha mündemicdir. +Mutasavvıfin-i İslamiye hamun-ı belayayı dolaşarak +harim-i vuslata erişmek için tezkiye-i nefs tarikıyla fena fillah +mertebesine çıkmaya çalışmışlar ve neva-yı firkat ve tazallümlerini: +gibi sanihalarla ifşa eylemişlerdir. +Ruhlarını meshur bırakan aşk-ı lahuti ile yalnız dünyayı +değil naim-i cinanı bile unutmuşlar ve sermest-i garam +olarak yaşamakla zevk-yab olmuşlardır. Meali Semnun-ı +Muhib’e isnad edilen şu kıt’a ne güzeldir: +Ekabir-i evliyadan Hasri diyor ki: +yani sufi-i hakīkī riyazat ve mücahede +evvelki hale avdet etmeyen ve bu yolda merahil-i muayyeneyi +geçerek kendinde beka ba’de’l-fena sırrı tecelli ettikten +sonra da bir daha fena-pezir olmayan zattır. Mevlana Cami +şu rubai ile Hasri’nin bu sözünü pek parlak bir surette tasvir +eylemiştir: +Erbab-ı tasavvuf mesleklerinde gaye-i maksuda vusul +esere istidlal yani tarik-ı limmiyi ve bazıları da eserden +müessire intikal yani tarik-ı inniyi tercih eylemişlerdir. +Müessirden esere intikal usulü pek az fennidir. Saat-ı +hayatı vecd ü uzlete hasr etmek suretiyle gaye-i tekamüle +vasıl olmak istemek her şeyi ve hatta kendini bile nabud +menzilesine indirerek istiğrak-ı külli içinde inhilal edip gitmek +na takarrub etmek demek olur ki bu usulün fenni metodlarla +tabii bir hatt-ı iştiraki olamaz. +Bu tarikın ifrat ve su’-i tefsirinden istifade etmek isteyenler +tarafından; irfan ve hikmetin kuva-yı nazımesinden +mahrum olan dimağlarda ika’ edilen tahribat-ı maddiyye ve +ma’neviyye; pek acıklı halata sebebiyet vermiş ve vermekte +bulunmuştur. +Müslümanları tahrib eden meskenet ve atalet marazlarının +menba’-ı intişarı mazinin çürümüş ve kemirilmiş enkaz-ı +mütebakiyyesi kovuklarında müstakbele intikal eden bu gibi +su’-i tefsir ve ifrattan mütevellid büzurattan başka bir şey +değildir. Halkın atalet ve cehaletinden istifadeye yeltenen +tufeyliler efrad-ı ümmetin teali-i efkarına hizmet edecekleri +yerde; bu tarikı su’-i tefsir ederek; fıtraten mevcud olan cürsume-i +zekanın adem-i inkişafına ve belki büsbütün sönüp +mahv olmasına sebebiyet vermişlerdir. +Pir-i muhterem Cüneyd-i Bağdadi’nin dediği gibi ilim ve +bi-behre bulunan irşad müddeilerinin sevk edecekleri tarik +gayya-yı sefalet ve felaketten başka ne olabilir?! +savvufa istinaden ortaya attıkları hurafeler etrafa saçtıkları +zehirler ibtidai dimağlarda pek müsaid bir zemin-i tahrib bulabilmişlerdir.? +Baştan başa uyuşmuş bir iklim-i tar-mardan başka +bir manzara arz etmeyen cihan-ı İslam’ın avamil-i inkıraz ve +sefaletten en mühimmi maraz-ı atalet ve nadanidir. Bugün +müstevli ve müzmin bir devreye girmiş olan bu hastalığın +esbab-ı intişarı arasında vaktiyle saçılmış bu gibi sem-nak +fikirleri de ta’dad etmek icab eder. Gazzali mutasavvıf geçinen +ve fakat tasavvuftan bi-haber bulunan kimselerle de +hayli çarpışmış tasavvuf-ı İslami’yi eserden müessire istidlal +esası üzerine ibtina etmeye çalışmıştır. Gazzali eserden müessire +hikmetinden +olan bu usul daha çok fenni ve daha çok mantıkīdir. +Hazret-i Ali’ye isnad edilen: +kıt’asından müşarun-ileyhin de eserden müessire intikal +usulünü tercih ve tavsiye ettiği anlaşılıyor. +Cenab-ı Haydar’ın sanihat-ı fikriyyesinden muktebes +o­ +lan meal Celaleddin-i Rumi’nin şu kıt’asıyla da te’yid edilmektedir. +Gazzali tasavvuf-ı İslami’ye iki suretle hizmet etmiştir: Evvela +erbab-ı tasavvufa karşı tevcih edilmekte olan siham-ı +ta’n ve şübheyi ber-taraf ederek tasavvuf-ı İslami’nin Kitap +ve Sünnet’ten müstahrec olduğunu ve bab-ı şeriatten girilmedikçe +şükufe-zar-ı hakīkate vusul mümkün olmayacağını +göstermiş saniyen mutasavvıfinden geçinen ve fakat ahkam-ı +aliyye-i şer’iyyeden bi-haber bulunan bir takım cühelanın +an’anat-ı işrakiyye ile dimağları meşbu’ bir hale gelmiş +olan türedilerin tasavvuf namına ortaya attıkları tamat +ve şathiyatın reddiyle uğraşmış ve hadika-i tasavvufu kaplamış +olan muzır filizleri zehirli yosunları söküp çıkarmaya +çalışmıştır. +Paye-i kemalleri: +beyitleriyle tasvir edilen eazım-ı mutasavvıfin akīde ahlak +ve a’mal ve siret hususunda Cenab-ı Risalet-penah hazretlerine +mütabaat ederek derece derece kat’-ı merahil ile paye-i +hakīkate teali eylemişlerdir. +Bu muhterem zatlar şeriat-i Ahmediyye’yi iltizam ve de­ +kayık-ı sünnet-i Nebeviyye’ye ihtimam sayesinde bahr-i +tev­ +hid ve irfanda lücce-i vecd ü istiğraka erişerek esrar-ı +Rabbaniyye ve nefehat-ı Sübhaniyye ile leb-riz-i kemalat ol­ +muşlardır. +Cüneyd-i Bağdadi: “Eser-i risalete ıktifa etmeyenlere bar­ +gah-ı rububiyyete musıl olan yollar kapalı kalır. Kur’an ve +ehadisle tenevvür etmemiş olanlar tarik-ı tasavvufta muk­ +teda-bih olamazlar” diyor. +Eslaf-ı kiramın meslek-i tasavvufu ne suretle telakkī ve +ta’kīb etmiş olduklarını bundan güzel tasvir edecek bir ifade +bulunamaz. Pir-i tarikat bu sözleriyle hırka-puş-ı atalet +olan cühelanın makam-ı irşada geçmeleri şöyle dursun bir +hankahın kapıcısı bile olamayacaklarını i’lan eylemiştir. +beytiyle mukabele etmiş olan ekabir-i urefadan Sırrı Sakati +diyor ki: “Mutasavvıf nur-ı irfan ve ma’rifeti nur-ı vera’ ve +takvasını ıtfa etmeyen ahkam-ı şer’iyye ve zahir-i Kitab’a +mütenakız sözler sarfından tevakkī eden kat’-ı meratib ettikçe +hetk-i maharimden ictinaba olan gayreti de o nisbette +artan velhasıl takarrub ettikçe haşyeti tezayüd eden kimsedir.” +Tasavvuf-ı İslami’de esas ilim ve takva istikamet ve +mekarim-i ahlakıyye ile ittisaftan ibarettir. Kisve-i etkıyaya +bürünerek keramat-füruşluk sevdasında bulunanlar ve ef’al +ve sekenatlarını şer’-i mübine tevfik etmeyenler zümre-i +ahyar miyanında değil şirzime-i eşrar arasında ta’dad +olunmalıdırlar. +GENÇLERDE MILLIYET HISSI ÖLÜYOR! +Her milletin ati ve istikbal ümidi gençleridir. Vatan ve +memleket terakkī ve tealisini gençlerin hamiyyet ve gayretinden +kuvvet ve kudretinden intizar eyler. Çünkü gençlik +hal değil atidir; gençlik hayal değil hakīkattir; gençlik ruhdur +kuvvettir. Fakat bu hakīkat ruh ve kuvvet olan gençliğin +yarım bir hakīkat mariz bir ruh nakıs bir kuvvet olmaması +lazımdır. Gençlikte bütün vuzuhuyla zindegi metanet +tezahür etmelidir. +Gençlerimizde bu zindegi ve metanet mevcud mudur? +Zindegi ve metanet her iki kuvvete de şamildir. Yani hem +maddi hem ma’nevi; cisimde ruhda mevcudiyeti elzem +kuvvet ve şiddet! Bunlar ancak milli bir seciyenin mevcudiyetiyle +husul-pezir olabilir. Halbuki gençlerde milli seciyeyi +hemen hemen göremiyoruz. Buna da en birinci sebeb “Levantenizm”dir. +Memleketimizde asırlardan beri yerleşmiş ictimaiyatımızın +her noktasına sokulmuş tedrici fakat müessir tahribat +Levantenizm o kadar eski bir tarihe malik değildir. +Levantinler ancak bir asırlık tarihe maliktirler. Levantenizm +bir asıra az çok karib bir zamandan beri bu pak ve nezih +memleketimizde meydana çıkmış garba olan temasımızın +nisbetiyle mütenasib bir süratle intişara başlamıştır. +Levantenizm nedir? Levantenizm garb adab ve muaşeretini +fena bir surette taklid eden bozuk nesillerin ictimai +hayat-ı rezile ve sefihelerine imtisal!.. +şu makaleye mevzu’ olmuş. Gençlik üzerinde ne berbad ne +derin izler cerhalar açmakta bulunduğunu beyana lüzum +göstermiştir. +diğer memleketlerimizin yine kendilerine aid mahallerinde +nın kibar aleminin en mühim uzuvları gibi geçinirler. Ahlakı +saf ve nezih bir müslümana pek çirkin görünen şekilleri kıyafetleri +tavır ve hareketleriyle mümtaz bir hayat taşıdıklarını +zerre kadar mevcud değildir. Çünkü ne bir milliyeti ne de +bir vatanları vardır. Milliyetleri behimi bir insanlık vatanları +Bu her türlü levsiyata müstaid olan levantenlerin gençlerimizi +kendilerine celb ve cezb için öyle sahir ve cazib vasıtaları +aletleri vardır ki… fakat hakīkī bir müslüman genci +fikir ve ruhu ecdadının ulviyet ve hamaseti ile ırkının necib +ve ali ahlak ve faziletleriyle perverişyab olmuş bir müslüman +genci bu vasıtalara yanaşmak bu aletlere kapılmak değil o +sefil ve rezil şekillere vasıtalara bütün gayz ve tehevvürünü +fırlatmak ve bütün kuvvetiyle oradan tebaüd etmek ister. +Riya hile sahtekarlık ahlaksızlık ve daha ahlakın mugayiri +ne kadar seyyieler varsa hepsini toplamış olan bu Levantenleri +taklide kalkışmak bir müslüman için ne acıdır ne +zillettir!.. +Bugün vatanımızın canımızın düşmanı olan korsan +buralarda neş’e ve sürurdan bayılır. Harbi bombardımanı +alel-ade bir yevmi şuun olmak üzere telakkī eder. Mukaleme +musahabelerini yine kadınlar tuvaletler eğlenceler teşkil +eder. +Şimdi bu Levantenlerin bu sefil hareketlerini taklid ederek +deruni bir haz duyan kendini bir garblı bir medeni telakkī +eden zavallı gençlerimize yalnız acımak kifayet etmez. +Onları bu düşmekte oldukları derin ve mülevves hufreden +kurtarmaya çalışmalıdır. Gittikçe terakkī eden Levantenizm’e +mani’ olmak lazımdır. Bir müslümanın; kendi dindaşı +bir gencin Müslümanlık adetlerini Müslümanlık edeb +ve rükünlerini istihfaf etmesini buna mukabil Levantenlerin +maymunluklarını tebcil eylemesini işitmesi kadar bedbahtlık +tasavvur olunur mu? Bu hal pek kesretli değilse de maatteessüf +kesrete yakın bir mikdardadır. Müslümanlığın yükselmesi +büyümesi için çırpınan çalışan bu mefkureyi yaşayan +ve yaşatmak isteyen bir kısım gençlerimiz ne mertebe tebcil +tes’ide layık ise… maymunları taklide özenen fikri ruhu +hayalen garb mukallidliğinde bulunan diğer kısım gençlerimiz +de o mertebe merhamete şayandır. +bir hüviyet kuvvetli bir kitle halinde milli bir mevcudiyet +göstermiyor. Bugün Paris gençlerinin vatanperverlikleri +milliyetperverliklerini düşünmeli bir de bizim İstanbul’daki +bu mukallid genç beylerimizin milliyetsizliklerini düşünmeli! +Fakat o Paris’teki gençler arasında yabancı mahluklar milliyetsiz +vatansız lavantenler mevcud değildir! +Bütün müslüman an’anelerine adetlerine yabancı bir +nazarla bakan milli fikirleri kanaatleri istihfaf eden müslüman +metaına iltifat etmeyen bir gençten vatan ve millet +Halbuki vatan; gençlerden pek çok şey bekliyor. Bütün +yor. Çünkü vatanı yükseltecek Müslümanlığı büyültecek ve +Osmanlılığı muhteşem ve muhterem nam ve ünvanına layık +bir azamet ve kuvvet ile yaşatacak gençlerdir; bugünkü ve +yarınki gençliktir. +Milliyetini küçük gören kavmiyetini tezyif eden insanlar +yaşamaya değil ölmeye mahkumdur. Japon gençlerini +adetlerini öğrenen ve orada bir Avrupalı gibi yaşayan bir +Japon memleketine avdette derhal kimonosunu giymekte +ve Japon adetlerini yaşamakta ihmal etmez. O yalnız Avrupa’nın +EDEBİYAT +EBU’L-ALA’ MAARRI +Anlaşılıyor ki şair-i hakim Lazkiye’de ruhban ile olan +mubahesatını pek i’tina ile ta’kīb etmiş öyle ki bu vakıanın +te’siri ölünceye kadar devam ederek bir türlü zihninden silinmemiş: +Mesela feylesofun bir kasidesini okurken birden +bire kiliseye rahibe şammasa kıssa zünnara cerr-i kelam +ederek bunlarla ve bunların bir türlü aklının kavrayamadığı +taalimiyle istihzaya başladığını görürsünüz. +Şam taraflarında dolaştıktan sonra Bağdad’a gitmeye +azm etti. Bağdad onun zamanında “medinetü’l-ilmi +ve’l-felsefeti” “daru’l-hidayeti ve’l-hikmeti” idi. Risalelerinden +birinde Bağdad’ı şöyle vasf ediyor: +“Bağdad’da ilmi; Cemretü’l-Akabe’de çakıl taşından +daha çok Hasıra’da sudan daha bol Cabire’de Hayma­ +ni’den daha ucuz Yemame’de Ceride’den daha yakīn buldum.” +Bağdad’a hikmet-i Yunaniyye ve felsefe-i Hindiyye’yi tederrüs +etmek “Beytü’l-hikme”de bulunan bu asar-ı mütercemeden +Yunan Roma Hind feylesoflarının fikirlerine vakıf +olmak için gitmiş idi. Çünkü Harunü’r-Reşid Bağdad’da +bir kütüphane te’sis ile her türlü kitapları toplamış halefleri +cem’-i kütübde ve tercüme-i asarda devam ederek bu daru’l-kütüb +alemin en mebrur en hayırlı kitaphaneleri sırasına +geçmiştir. Bu devirde Bağdad’da “Bahaüddevle” kütüphanesi +de var idi ki karn-ı rabi’-i hicri evahirinde te’sis olunmuştu; +şehr-i mezkur ulema üdeba müteallimin fukaha +muhaddisin ile dolu bulunuyor idi. İşte buna binaen Maarri +Bağdad’a can attı ve senesinde dahil oldu. Bağdadlılar +feylesofun şeref-i kudumünü haber alır almaz müştakane bir +hüsn-i kabul gösterdiler; birer birer takım takım müşarun-ileyhin +etrafına toplanıyorlardı. Çünkü sitı her tarafı tutmuştu. +Bağdadlılar arasında bir buçuk seneyi tecavüz etmeyen +bir müddet kaldı. Bu esnada Maarri’den ilim ve edeb telakkī +olunuyordu; bir taraftan da ulum-ı felsefiyye ile meşgūl +oluyordu gah efvahdan kısmen de kitaplardan ahz-ı felsefe +ediyordu öyle ki koca Maarri felsefede pek yükseldi ve +muasırininden bir çokları karşısında kendini gösterdi. +Bağdad seferinden beklediği gayeyi te’min edince artık +avdet etmek istedi. Fakat Bağdadlılar bunu hisseder etmez +feylesofun fırakı kendilerine pek giran geldi hakimi meramından +vazgeçirmek istediler mal ile gümüşler altınlar +arri gibi bir feylesof böyle şeylere aldanamaz idi; Ebu’l-Ala +Bağdad’a ihsan değil irfan istemek için gitmişti. Bağdadlıların +ceblerinde değil sadrlarında olana muttali’ olmak için +şedd-i rahl etmişti. Bağdad’ı altınına değil edebine tamaan +ziyaret etmişti; bunun için kendine ne arz olunduysa emelinden +vazgeçiremedi beldesine dönmek istiyordu. Dayısı +Ebi Kasım’a gönderdiği mektuptan şu parça da feylesofun +Bağdad’da kalmak için mala tergīb olunduğuna fakat kabul +etmediğine delildir: +“Benim Bağdad’dan ayrılmak istediğimi hissedince yüreklerini +açdılar güzel güzel sözler söylediler kendileriyle +beraber kalmamı arzu ettiklerini beyan ile kanaatin nehy +ettiği i’tiyadımın hoş görmediği bazı tergībatta bulundular.” + +Nihayet sene-i hicriyyesi Ramazan’ının yirmi dördünde +Bağdad’ı terk etti. +Maarra’ya varınca validesinin vefat ettiğini anladı pek +çok mahzun oldu gamlar kederler içinde kaldı; artık dehrin +bir validesini de kendinden esirgediğini anlamıştı. Bu hadise +Maarri’nin esbab-ı tezehhüdündendir dünyadan nefret +etmişti. +Bağdad’da şöyle bir macera olmuştu: +Feylesof; Şerif Murtaza ile beraber bir mecma’-ı üdebada +bulunuyordu. Şairlerin sözü oluyordu. Şerif: – Mütenebbi’nin +şiirlerini sevmem dedi ve şairi çekiştirmeye başladı. +Maarri: – “Hakkın yoktur +şiiri şairin başka hiçbir şiiri olmasa yine kafidir” diye Mütenebi’yi +müdafaa etti. +Şerif bunu duyunca feylesofun meclisden ihrac edilmesini +emretti. Muma-ileyhin bu kadar na-şinasane muamelesi +ta’yib edildi. Fakat Şerif: +– Bu adam bana sövüyor. Çünkü: +demek istiyor. Yoksa Mütenebbi’nin dahi güzel kasideleri +şiirleri varken bu kasidenin sadrını irad etmekten maksadı +nedir?” dedi. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +“Musa as ve Beni İsrail Allah’a bunu teganni ettiler. Ve +dediler: Allah’a teganni edeceğim; çünkü: Şan ve celal ile +muzaffer oldu; beygiri ve süvarisini denize attı” “Firavun’un +arabalarını maiyetini ve kendisini denize attı; müntahab kumandanları +da Bahr-i Ahmer’de boğuldular.” +Bu mu’cizeyi müteakib Beni İsrail çöl içinden geçerek +Refidin civarında çadır kurdular burada Amalika kavmi gelip +onlarla cenk etti. Musa as Hazret-i Yuşa’a dedi ki: “Asker +ayırıp git ve Amalika ile cenk et. Yarın ben cebelin zirvesinde +elimde asa-yı İlahi duracağım” Yuşa’ as onun dediği +gibi yaptı. Amalika ile muharebe etti ve Hazret-i Musa ve +Harun cebelin zirvesine çıktılar Yuşa’ as Amalika’yı kılıç +ağzı ile perişan etti. Musa as dedi ki: “Cenab-ı Hak Amalika +Bundan sonra Beni İsrail Sina çöllerinde Dekalog yani +Tevrat ’ın vesaya-yı aşeresi ve şeriat-i Museviyye’nin bir takım +ahkamı Musa as tarafından tebliğ olundu. Ahkam-ı +mezkureden bir parçası şudur: “Sen hayat için hayat göz +mak için yakılacak. Yaralamaya karşı yaralanacak. Kavga +Bu vesile ile şu noktayı da izah edelim ki: Yahudilerin +kanun-ı ictimailerinin madde-i esasiyyesi olan “Safiyet-i +aid merasim-i diniyyeden maada kavanin-i şedide-i siyasiyye +ve cezaiyye ile de taht-ı te’mine alınmış idi. Fil-hakīka bu +kavanin-i cezaiyyenin şiddeti nazar-ı dikkati calib bir noktaya +kadar vasıl olmuştur; çünkü: Putperestlik müşriklik hem +hükumetin selametine; hem de azamet-i İlahiyye’ye karşı iki +katlı bir cinayet addolunurdu. +Saadet-i milliyyenin vasıta-i istimrarı ancak iman-ı u­ +mumi-i +millinin tamamiyetinde meknuz bilinirdi. Tek bir şehirde +hatta tek bir şahıs tarafından irtikab olunan kabahatler +hevl-engiz ile bütün Beni İsrail diyarını mahv u harab etmek +mahv u ref’i emrinde daima en büyük ve müdhiş mücazatlar +şiddetler ihtiyar olunurdu. Şayed bir kasaba böyle bir fiil +vahid-i hakīkī yerine kazib ma’budlar ikame etmiş oldukları +tebeyyün ederse bütün sekene bila-istisna kılıçtan geçirilip +hatta canlı hayvanat bile bırakılmaz idi. Bütün ganaim bir +mahalle yığılarak ihrak şehir de hak ile yeksan edilir ilaveten +böyle bir cürme binaen tahrib edilmiş şehri tekraren +Bir şahsı “putperestlik” ile mahkum etmek üzere iki şahsın +şehadeti kifayet ederdi; mahkum bir mevki’de umum +Beni İsrail tarafından recm edilerek öldürülür ancak ilk taşları +şahidler atar idi. +Hazret-i Musa Cenab-ı Hak’la kelam için Tur’a çıkmıştı +dedik. Ancak müşarun-ileyhin müddet-i gaybubeti uzadığından +Beni İsrail altından bir buzağı heykeli yapıp onu +kendilerine ma’bud ittihaz eylediler. Hazret-i Musa Tur-ı +Sina’dan avdetinde ahalisini çıplak olarak bu put karşısında +taabbüd ile meşgūl buldu. +Bunun üzerine Musa as ordugahın önünde tevakkuf +edip kimlerin Allahu teala tarafından olduğunu sordu ve +“Kim Allah tarafından ise bana gelsin!” dedi. Bütün Levi +kabilesi oğulları onun etrafına toplandılar. Musa as onlara +dedi ki: “Beni İsrail’in Allahu müteali buyuruyor ki her biriniz +kılıcını yanına taksın. Bütün ordugahda kapıdan kapıya +girip çıkarak herkes biraderini herkes arkadaşını herkes +komşusunu katl etsin” ve Levi oğulları Hazret-i Musa as +oldu. +Bundan sonra Sifrü’l-a’dad’da yani Tevrat ’ın dördüncü +kitabı Beni İsrail’in sırf din namına Kenanileri tamamıyla +katl ü i’dam şehirlerini mahv u tahrib ettiklerini Amurilerin +hükümdarı Si’un ile ahalisini kılıç ağzı ile mahv eylediklerini +görüyoruz. Beni İsrail onların arazisini kasabat ve biladını +alıp burada tavattun ettiler. “Ve Musa as casus vazifesiyle +Yazer’i gönderdi onlar da tesadüf ettikleri kasaba ve karyeleri +zapt ahalisini tard ettiler. Sonra dönüp Başan tarikinden +yukarı yürüdüler. Başan hükümdarı Og onlara karşı gitti. İdris’de +muharebe ettiler.” Og mağlub oldu. Bu hususda kütüb-i +mukaddese-i İsrailiyye’nin verdiği ma’lumat şöyledir: +“Böylece onlar yani Beni İsrail onu yani hükümdar Og’u +ve oğullarını ve ahalisini mahv ve i’dam ettiler ta ki onlardan +sağ ferd kalmadı ve memleketlerini zapt ettiler…” +Bu vekayiin aleti olarak Hazret-i Musa’nın muharebata +asker sevkiyle nasıl cenk edip bütün Medyen nüfus-ı zükurunu +ve Medyen hükümdarını katl eylediğini okuyoruz. Bu +vak’ada Beni İsrail Medyen ahalisinin hep kadınları ile çocuklarını +esir ediyorlar hayvanata varıncaya kadar her şeyi +yağma eyliyorlar. Muharibler bu halde Hazret-i Musa as’ın +huzuruna gelince müşarun-ileyh diyor ki: “Çocuklar erkek +olanlarını ve evvelce bir erkek ile yatmış olan kadınları umumiyetle +katl edin. Ancak kız çocukları ve evvelce bir erkekle +yatmamış kadınları kendiniz için saklayın…” +Nihayet Hazret-i Musa as kavmini esaret memleketinden +yani Mısır’dan kurtardıktan ve kırk sene çölde +dolaştırıp süt ve bal akan memleketin yani Arz-ı Mev’ud +hududuna isal ettikten sonra bir çok tebligat-ı mühimme ve +aliye-i diniyyede bulunuyor gözleri müebbeden kapanmadan +bu cihanda Arz-ı Mev’ud’u bir kerecik görebilmek +manzaraya nazır olduğu halde yüz yirmi yaşında lakin +bütün kuva-yı fikriyye ve bedeniyyesine sahib teslim-i ruh +eyliyor. “Şimdiye kadar kimse müşarun-ileyhin merkadinin +nerede olduğunu öğrenememiştir.” +Ben bir müslim olmak sıfatıyla Hazret-i Musa as’ın hüviyet +ve icraatına muarız olmaktan tebriye-i nefs ederim. +Zaten böyle bir kasda makruniyetim dahi gayr-i mümkindir. +Ben bilakis müşarun-ileyhi bu cihana Cenab-ı Hak tarafından +takdis eylerim. Benim bu fasılda göstermek istediğim ancak +şudur ki: Okuduğumuza nazaran Hazret-i Musa din-i İlahi +diye iman eylediği ahkam ve akaidi neşr ta’mim ve tesbit +bazı müellifin; hususiyle hatta din-i Hıristiyaniyet’le perverişyab +olmuş bir takımları nebi-i müşarun-ileyhin icraat-ı +masturesi hakkında şiddetli bir lisan kullanmışlardır. Bu +miyanda meşhur Thomas Paine Tomas-Peyn mütalaatını +ber-vech-i ati beyan etmiştir. +şeklinde yazılmıştır. +“Kütüb-i mukaddesenin tasvirine göre bu ahval gaye-i +tahayyülatımızın vasıl olabileceği derece müdhiş müellimdir. +Şayed bu beyanat doğru addolunursa Hazret-i Musa +as’nın din bahanesi ile muharebat-ı müteselsileyi ilk icad +eyleyen ve hiçbir milletin tarihinde tesadüf olamayacak zulümleri +din maskesi altında icra eden bir adam olması lazım +gelir. Nitekim: Sifrü’l-a’dad’da beyan olunduğu üzere erkek +çocukların ve bir evvelce erkekle yatmış kadınların katli bu +nevi’ zulümlerdendir. Tekrar ederiz ki bu haberler doğru ise +her hangi bir devr-i tarihide nam-ı beşeri tezlil eden zaleme +katl ettiriyor kerimeleri bakireleri taarruzata ma’ruz kılıyor. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +– Biz garib olduktan başka hastamız var. Allah’ın malını +Allah’ın aciz bir kuluna muavenet etmek üzere kestim diyerek +ladım oldukça bir sedye vücuda getirdim. Amcamı üstüne +yatırdıktan sonra İsa Han türbesine azimen yola çıkdık ve +Kariz-i Şehzade denilen mevkie geldik. Buranın suyu latif ve +havası saf olup epeyce binalar da yapılmıştı. +Birkaç gün bu imaratta oturduk. Hizmetçimiz olduğu +halde amcamın yemeğini pişiriyor ve hizmetinde bulunuyordum. +Amcazadem Serdar Server Han da beraberimizde +olduğu halde pederinin kırk gün süren hastalığında iki defa +babasının yanına gelmişti. Bense bu müddet zarfında yanından +ayrılmadığıma ve kendisini oğlundan ziyade sevdiğime +rağmen amcam yine beni pek sevmezdi. +Bir gün amcama hediye olmak üzere bir mikdar zerdali +getirmişlerdi. Sıtma nöbeti bir gün evvel kesilmiş ve tekrar +başlaması muhtemel bulunmuş olduğundan perhiz etmesini +tavsiye eyledim dinlemedi kemal-i iştiha ile zerdaliyi yemeye +başladı. +– Bu kadar vakittir gece uykularını feda ederek hizmetinizde +bulundum. Bir parça iyileşmeniz üzerine benim de +biraz rahat edeceğim sırada perhizi bozuyorsunuz yeniden +hastalanacaksınız dedim. Sözüme kulak asmadı ve zerdaliyi +tamamıyla göçürdü. +Amcamın söz dinlemezliği hususiyle şu pis boğazlığı +beni fena halde me’yus etti. Hususiyle kendisini tedavi için +silahlarımı satışım da müteessir bırakmıştı. Artık duramadım +tım ve bir gece içinde iki menzillik yol kat’ ettim. Bu kadar +sürat iltizamımın sebebi yoldaşlarımın infakına kafi param +bulunmadığı gibi gündüzün de havanın fevkalade sıcak olmaması +Türbet’e vasıl olunca şahzadegandan birinin ikametgahında +menzil ittihaz ettim. Amcam için de tedarikatta bulundum. +Şahzade Tahran’a gitmiş olduğundan kendisiyle +görüşemedik. Hacı Hasan Ali isminde aslen Heratlı olup +birkaç senedir burada ticaretle kesb-i servet eylemiş bir zat +nezdime geldi ve: +– Yüz bin Kabil rupiyesine malikim iki üç yüz bin kıran +da başkalarının parasını hamilim. Binaenaleyh masraf +dedi. +– Lütfunuza teşekkür etmekle beraber istikraza mütecasir +olamam. Çünkü edeceğim borcu şimdilik tesviye eyleyebilecek +bir halde değilim. Fakat müddet-i ikametimizde erzakımızla +atlarımızın yiyeceğini sizden kabul edebilirim dedim. +Altı gün sonra amcam geldi. Hacı Hasan onun masrafını +da uhdesine aldı. +Yoldaşlarımızın elbisesiyle at takımlarımız esna-yı seferde +eskimişti. Hacı Hasan bunları tecdid etmek teklifinde bulundu. +Amcam bu teklifi kabul eylediyse de ben reddettim. +Çünkü tüccar bir adamın bize gösterdiği muhabbete iğtiraren +üzerine bu kadar yüklenmek münasebetsiz olacaktı. +Burada amcam perhizi bozduğu için tekrar hastalandı. +On gün daha hizmetinde bulundum. +Birkaç gün sonra –vürudumuzdan haberdar olan– +Horasan valisi İran şahının emri mucebince amcam için bir +tahtırevan ile dört re’s katır yolladı ve “Rahatsızlığınızı haber +alan şah hazretleri sizi Meşhed’e isal etmek üzere tahtırevan +Amcam bu iltifatı maat-teşekkür kabul ederek bir ay +sonra Meşhed’e azimet ettik. Esna-yı ikametimizde Hacı +Hasan’a yedi bin Toman borçlu olmuşduk ki bu mikdarın +altı bini amcamın bini de benim tarafımdan alınmıştı. Hacı +Hasan bu kadar insaniyetten maada bizi beş menzil ilerideki +Selam Tepesi’ne kadar teşyi’ etmek nezaketinde de bulundu. +Selam Tepesi’ne vasıl olup da İmam-ı Samin Ali Rıza +radiyallahu anh hazretlerinin kubbe-i münevveresini görünce +Fatiha-i Şerife kıraat ederek ruh-ı pür-fütuhuna ihda +eyledim. Oradan hareketimizde karşımıza biri dört diğeri iki +at koşulu müzeyyen iki araba çıktı ki bunlar şahın amcasıyla +oğlunun malı olup astane-i mukaddese ve eyalet namına +fından getirilmişti. Kitabın Farisi mütercimi Gulam Murtaza +Han-ı Kandahari bu arabalardan biri Meşhed civarında vefat +eden Şehzade Celalüddevle’nin diğeri şahın amcası ve +Horasan valisi Şahzade Hamza Mirza Haşmetüddevle’nin +olduğunu yazıyor. Hey’et-i müstakbile kemal-i ihtiram ile +bizi alıp hususi olarak hazırlanmış bir daireye götürdüler. Üç +gün hazret-i imamın misafiri ondan sonra da İran Devleti’nin +mihmanı olduk. +Şahın amcası Türkmenlerin teskini ile uğraşmak için azimet +etmiş olduğu cihetle hin-i vürudumuzda kendisiyle görüşememiştik. +On gün sonra avdet edince amcamla oğlunu +beni ve hem-rahlarımızdan birkaç kişiyi akşam yemeğine +da’vetle hakkımızda hürmet ve muhabbet gösterdi. Ertesi +günü de kalkıp ziyaretimize geldi. +Ben hazret-i imamın ziyaret-i merkadiyle müşerref olarak +astan-ı mübarekine yüzümü gözümü sörüp gubar-ı mukaddesini +dide-i cana sürme ittihaz etmiş ve lemean eden +envar-ı feyza-feyz ile kalb-i pür-halecanımı teskin eylemiştim. + +---- +MAKALAT +---- + +ERNEST HEGEL’IN MAKALESINE REDDIYE +– – +Yirminci Asırda Zeka ceridesinin Mart tarihli ve +numaralı nüshasında Ernest Hegel’in İslamiyet hakkındaki +bir mütalaası tercüme ve neşr edilmiş ve ulema-yı İslam +tarafından verilecek cevabların da yazılacağı ilaveten +dermiyan edilmiş olduğunu gördüm. Mezkur cerideye cevablarımı +göndermiş ise de umum ihvan-ı dinimize –aczimle +beraber– hizmet etmeyi arzu ettiğimden ve en meşhur +risale-i diniyyemiz olan Sebilürreşad ’ın bil-cümle İslamlarla +muhabere ve rabıtası bulunduğunu bildiğimden cevablarımızın +bir suretini de Sebilürreşad ’a takdim ediyorum. +* * * +Ernest Hegel’in mezkur makalesi baştan aşağı okunursa +saf bir düşüncenin mahsulü olduğu görülür. Şu kadar var +ki hakaik ve i’tikadat-ı İslamiyyeye noksan-ı vukūfu bazı +hataların suduruna mahal vermiştir. Makalesinde iki cihet +şayan-ı tenkīd ve muahezedir: Hazret-i Muhammed sav +Nasturilerden teallüm eyledi Hazret-i Muhammed sav +Allah’ı insan gibi tahayyül eyledi. Teşrih edelim: Ernest Hegel +diyor ki: +“Beş yüz yetmiş tarih-i miladisinde tevellüd eden Muhammed +as daha genç yaşında iken kendi hemşehrilerinin +taaddüd-i ilah mesleklerini reddederek Nasturilerden Hıristiyanlığın +esaslarını ahza sa’y etti. Fakat bu esaslardan İsa’nın +dahi tıbkı Musa gibi bir peygamber olduğu neticesini çıkardı +yani onun uluhiyetine kani’ olmadı. Teslis nazariyesini +hal-i hazırın i’tikadat-ı batıladan muarra bir mütefekkiri nasıl +kabul ederse Muhammed as dahi öylece kabul eyledi; ve +bunu ne bir esas-ı dini ile ne de akıl ve hikmet nazariyesiyle +kabil-i tevfik bulmad��. Meryem-i Azra’ya tapmanın putperestlikten +bir farkı olmadığını ve bunun pek beyhude bir şey +olacağını beyan etti. Bu hususda ne kadar düşünüyorsa +Allah’ı saf bir idrak içinde i’tikad etmeye o kadar muvaffak +oluyordu. Vaz’ etmiş olduğu kat’i ve büyük esas şudur: “La +farz etmeye mahal yoktur. Zeka ” +Cevap: +Evvela muhakkakat-ı kat’iyye-i tarihiyyedendir ki Ce­ +nab-ı Peygamber sav bi’sete kadar hiçbir kimseden ilim +teallüm etmemiştir. Hiçbir mektebe gitmemiş hiçbir hocadan +tederrüs buyurmamışlardır. Hatta mübarek ellerine kalem +alarak ba’de’l-bi’se bile li-hikmetin yazı yazmamışlardır. +Küffar-ı Kureyş Hazret-i Peygamber’in gösterdiği +dini adem-i kabulde pek ziyade inad ettiler tabiat-i insaniyyedeki +muhafazakarlığın ilcasıyla büsbütün an’anatı terk +etmek Kureyş’e pek ağır geldi risaleti inkardan başka çare +bulamadılar; fakat nübüvvet iddia eden bu zat bir çok havarık +Ezcümle o zaman beyne’l-Arab şiir pek ziyade terakkī etmiş +müstemirre bulunan Kur’an-ı Kerim ayet ayet nazil oldukça +belagat-i Kur’aniyye’den Kureyş şaşırdı ne diyeceklerini +bulamadılar da “Muhammed bir kahindir… yok şairdir… +yok mecnundur” gibi türlü türlü sözler söyledilerse de bir +takım doğru düşünceli zevat dediler ki: +“Ne kahindir ne şairdir; Muhammed’e mecnun demek +reden öğreniyor bunları? Bu söylediği sözler pek ulvi sözler!..” +Münazara ve münakaşa edemediklerini gördüler başka +bir çare bulamayınca eza ve cefaya başladılar hatta katle +kadar tasaddi ettiler nihayet Mekke’den Medine’ye hicret-i +nebeviyye vaki’ oldu… Vekayiin bu suretle cereyanına +tevatür derecesinde kat’iyyet vardır. +Şimdi Cenab-ı Peygamber’in Nasturilerle düşüp kalktığını +Kureyş görse idi yahud işitseydi demezler mi idi ki. “Sen +fülan vakit Nasturilere gittin de öğrendin bunlar oradan +alınmış sözlerdir.” +Halbuki Kureyş’in sözleri içinde böyle bir söze tarihlerde +tesadüf edilemiyor. +“İhtimal var idi ama gayret-i diniyye ile bu gibi sözler +tarihlerden kaldırılmıştır” denilemez. Çünkü ne kadar söylenmeyecek +sözler varsa cümlesi yazılsın da reddi o kadar +müşkil olmayan bu sözü tarihler yazmaktan istinkaf etsin… +bunu akıl kabul etmez. Bil-farz din dostları bunu kabul etse +bile o zaman da din düşmanları eksik değil idi hatta ekseriyet +onlarda idi onların söylemeleri onların yazmaları lazım +gelirdi. Çünkü yeniyi neşr etmek ne kadar güç ise eskiyi +muhafaza o kadar kolaydır; binaenaleyh yeni bir fikir –hem +de nasıl fikir?– onların i’tikadatını kökünden sarsacak bir fikir +aleyhinde meydan gayet vasi’ idi. Hatta bir saat olsun +Cenab-ı Peygamber’in Nasturilerle görüştüğü sabit olsaydı +habbeyi kubbe yaparak on sene demekte hiç müşkilat çekmezlerdi. +Hazret-i Peygamber Nasturileri nerede buldu da teallüm +eyledi? Hazret-i Peygamber zamanında darülfünunlar +fakülteler mektepler vardı diyecek bir kimse bulunamaz +zannederim. “Nasturiler Mekke’ye gelip gizlice Hazret-i Peygamberi +okuttular” demek pek garibdir. Bırak ki Nasturiler +Mekke’ye adım atmadılar. +Çünkü neden Cenab-ı Peygamberi bulup okutacaklar da +diğer birkaç kişiyi daha halka-i tedrislerine almayacaklar? +Nasturiler; Şam’dan İstanbul’dan Yunan’dan o vakte +kadar bir kavim ile ihtilat etmemiş olan Araplara Mekke’ye +ye melhuz olacaktır. Hiçbir menfaat olmadan neye gelsinler? +Öyle ise Ebu Cehil gibi Velid bin Mugīre gibi sanadid ve +ağniya-yı Kureyş’in evladlarını alıp okutmasınlar da neden +anasız babasız bir yetim çocuğu tercih etsinler?.. Bundan ne +me’mul ederlerdi?.. +“İstikbalde büyük bir inkılabcı olacağını anladılar da +menfaat-i müstakbele mülahazasıyla olmuştur” denilirse +cevabında deriz ki: Pekala i’lan-ı nübüvvette tam mesailerinin +semeresini iktıtaf edecekleri bir zamanda bu adamlar +yer yarılıp da yere mi battılar? Bakıyoruz ki yine Cenab-ı +Peygamberin etrafında Ebubekir Ömer Osman gibi Kureyşi +zevat dönüp dolaşıyor vüzeralık vükelalık ve hilafet +makamları onlara kalıyor. O mevhum zevat neye çıkıp da +bu mes’elede bizim de hizmetimiz sebk etti diye bir hisse +“Yok Hazret-i Peygamber Şam’a veya diğer memalike +gidip tahsil etmiştir” denilirse yine muhakkakat-ı kat’iyye-i +tarihiyyedendir ki Cenab-ı Peygamber bi’sete kadar Mekke’den +ayrılmamıştır. Yalnız bir defa on iki yaşlarında iken +amcaları Ebu Talib’in beraberlerinde kervan ile Şam’a azimet +Bir defa da - yaşlarında yine ticaret maksadıyla bir +kafile-i ticariyyeye iltihak ederek Yemen’e kadar gidip geldiler. +Fakat gerek Yemen gerek Şam seferlerinde rahiblerden +hiç kimse ile musahabe-i ilmiyyede bulunmadıkları hakayık-ı +tarihiyyedendir. Zaten Şam’a azimetlerinde sinni küçüktü +rahiblerden ahz-ı ulum-ı aliyye etmesi hakīkate de +muvafık düşmez. Hem ne için daha büyükleri var iken rahib +buna telkīn-i ulum edecekti. Bu kabil ali mevzu’lar için her +halde sinnen ve aklen isti’dad lazım değil mi? Onun için bu +seferler esnasında da ahz-ı ulum etmiş olduğu iddiası kat’iyyen +hakīkate muvafık olamaz. +Nasturiler Arabistan’a sene-i hicriyyesinde Mansur +zamanında geldiler ki Abbasiler devrinde idi. Kostantıniyye +etti. İslamların ulum ve fünuna olan rağbetlerine pek büyük +numune teşkil eyleyen ve “Din-i İslam mani’-i terakkīdir” +diyenlerin gözlerine batması lazım gelen bu vak’a tarihlerde +gayet meşhurdur. Yüz otuz küsur sene sonra Nasturiler Bağdad’a +–Mekke’ye değil– geldiler ilm-i hikmeti Arapça’ya +tercüme ettiler Araplardan muallim yetişinceye kadar muallimlik +ettiler mektepler açtılar yararlıkları dokundu. +* * * +Şübühatı kökünden sarsmak üzere biraz daha söyleyelim: +Haydi cümlesini kabul edelim –maksadımız +Peygamber İslamiyet’i Nasturilerden yani Hıristiyanlardan +te­ +allüm eyledi –Hegel’in dediği gibi– Hıristiyanlığı tasfiye +etti İslamiyet namıyla bir din çıkardı diyelim. Halbuki Hıristiyaniyet +mübayenet var: +Müracaatsız hatırımıza gelebilenleri söyleyelim: +ve teşriki nahi. +gel kendisi de makalesinin sonlarında bu halden müteşekki +bilmem şeytanın resmi azizlerin resmi; İslamiyet ise tasaviri +şiddetle nahi. +nızla iftihar olunur” diyerek taaddüd-i zevcatı tecviz ettiği +halde; Hıristiyaniyet guya tezehhüd hülyasıyla taaddüd-i +zevcatı tecviz etmemiş. +haricine çıkınca kendilerine başka birer eş aramak üzere +zevceyn beynini tefrika cevaz veriyor talakı kabul ediyor; +Hıristiyanlık ise talakı kabul etmiyor. +tokat vursalar diğerini de çevir kim vurduğunu sorma ve +bakma gibi emirleri havi; İslamiyet sana zulm edenlere sen +de mukabele et miskin olma cesur ol sizin bir kişiniz küffarın +on kişisinden korkmasın gibi evamir-i şecaat-pesendane +ve izzet-perverane ile mali. Bu kadar yeter +Bunlar usulde ruhda olan ihtilaflardır ki tasfiyecilerin +usulü değiştirmek ihtimali yoktur. Teferruatta ihtilaf edilebilir; +fakat usul değişmez. Mesela Luter Hıristiyanlığı tasfiye +etti Protestan mezhebini çıkardı; lakin usulüne muhalefet +edemedi Protestanlık yine Hıristiyanlık’tan başka bir din +değildir. +Gelelim füruata burada pek çok ihtilaf var: +huzurunda günahını i’tiraf ederek papasın avf etmesi var; +değil hatta memnu’ olması Halık ile abd arasında hiçbir +vasıtanın bulunmaması var. +olunuyorlar; İslamiyet’te her insan hata eder insanlar beyninde +hiçbir fark yok. +fir olunmaz hiç kimsenin akıbeti bilinmez hatta kafire –şahsen– +şu cehennemliktir demek caiz değildir” gibi kaideleri +var. +haram. +kis mevcud. +böyle mantıksızlık yok. +Artık bunları saymak pek uzun bir şey… +Bu hıristiyan olan Nasturiler Hazret-i Peygamber’e kendi +dinlerinin büsbütün hilafını mı öğrettiler? Ve bu hilafı öğretmekle +ne kazanmış oldular? Halbuki zamanımızdaki Cizvit +misyoner papaslarının kendi dinlerini tervic için İslamiyet’in +aleyhinde o kadar saçma sapan sözlerle çalıştıklarını görenler +o zamanki papaslarla bu zamanki papasların arasında +bu kadar ihtilafın bulunacağını kabulde pek çok tereddüd +ederler. +“Yok onlar yine Peygamber’e Hıristiyanlığı öğrettiler lakin +bunları buldu” da denilemez. Çünkü senelerce teallüme +bir dinin esaslarını ve fer’lerini değiştirmek sonra hiçbir +tenakuz yapmadan yeni bir din te’sis etmek mümkinattan +değildir. Bunu iddia edecek bir kimse bulunamaz. +* * * +Hülasa: Bu beyanatımızla isbat ettik ki Hazret-i Peygamber +Nasrurilerle görüşmediği gibi görüşmek ihtimali de daire-i +Asıl mu’cize nazm-ı Kur’an’dadır. Nasturiler nereden A­ +rapça’yı öğrendiler de Kur’an gibi bir kitabı ta’lim edebilsinler +ne kadar uzak!.. Ernest Hegel burasını çok yanlış anlamış. +Bize bir sual daha teveccüh eder: Hazret-i Muhammed +sa oradan öğrenmedi buradan okumadı kimse ile görüşmedi; +pek iyi kendi kendine nasıl böyle mükemmel bir din +çıkardı! +Cevap: İşte asıl düşünülecek nokta burası ya! Sadakat-i +peygamberi bununla sabittir. +Hegel Peygamber’e muallim aramakla uğraşmasın beyhudedir +bulamaz. Çünkü o muallim Allahu Zü’l-celal hazretleridir. +Celle celalühu. +SİYASİYAT +Son hafta esnasında alem-i İslam’a aid iki mühim hadise +vukū’ buldu. Bunlardan birisi Marakeş’te bir müddet evvel +tahaddüs etmiş olan asar-ı ihtilaliyyenin tebeyyün-i mahiyetidir. +Ma’lum olduğu vechile Marakeş’te Fransız zabitanının +taht-ı idaresinde teşekkül etmiş olan kıtaat-ı askeriyye +miyanında bir ihtilal zuhur etmişti. Efrad-ı zabitanı terk ve +hatta bazılarını katl ederek Mulay Hafiz’in sarayına hücum +etmiştiler. Yerli ahaliden de birçokları efrad-ı askeriyyeye karışarak +şehri garet ve bir çok Avrupalıları katl etmiştiler. +Fransa hükumet ve matbuatı evvelce şu hadisatın ehemmiyetten +ari olduğunu ve sırf efradın vaktinde maaşatını +almadıklarından dolayı tahaddüs etmiş bulunduğunu iddia +ettiyse de hadisatın mahiyeti başka bir tarz ve şekilde olduğu +bilahare tebeyyün etti. İhtilalin maaş için değil Fransızların +Fas’ı istilalarından ve Mulay Hafiz’in de şu istilaya karşı +almış olduğu vaz’iyet-i müsamahakaraneden mütevellid +gayet mühim ve vahim vak’adan ibaret olduğu tahakkuk +etmiştir. +Gerek hükumat-ı ecnebiyye gerek akvam-ı İslamiyye +arasında bulunan zimemdaran-ı umur İslam kitle-i nasını laşey +addettiklerinde pek büyük hata irtikab ediyorlar. Bunlar +şu yanlış zehaba kapılıp da kendi aralarında memalik ve +akvam-ı İslamiyye’yi gayr-i zi-ruh eşya gibi alıp satıyorlar +ve zannediyorlar ki İslam kitle-i nası bu gibi alım satımdan +haberleri bile olmayacaktır. Halbuki hal ve evza’ böyle değildir. +Akvam-ı İslamiyye her ne kadar cahil ve gafil iseler de şu +son seneler esnasında hissedilecek derecede müteyakkız ve +mütenebbih oldular. Her yerde az çok bir sınıf-ı mümtaze-i +urefa teşekkül etmiştir. Bunlar Avrupalıların efkar ve amaline +harekat ve ikdamatına oldukça vakıftırlar. Bunlarda bir +hiss-i vatanperveri bir devlet millet kaygısı uyandı. Bununla +beraber bunlar her yerde ve mensub oldukları kavmin +lisanında matbuat-ı milliyyenin neşv ü nemasına bezl-i gayret +ettiler. Bu münasebetle efkar-ı umumiyyenin hissiyat ve +temayülat-ı milliyyenin eser-i tedvir ve temşiyeti bunların +ellerine geçmiştir. Merbut bulundukları kavim ve devlete aid +mesail hakkında günü gününe ahaliye ma’lumat veriyorlar. +Ahalinin hissiyat ve efkarını tenvir ediyorlar. +Arap ırk-ı necib ve şeciine mensub onbeş milyonluk ahaliyi +muhtevi Marakeş devletinin bila-mukavemet Fransa’nın +zir-i bar-ı himaye ve idaresine girmesi evvelce herkesi dilhun +ve me’yus etmişti. Bu hal doğrusu Arap ve İslam hamiyeti +Trablus urbanının bütün cihanı mütehayyir ve müteaccib +eden asar-ı şecianeleri karşısında Marakeşlilerin şu zillet ve +meskeneti hakīkaten ye’s-aver ve anlaşılamaz bir muamma +gibi idi. Fakat şimdi iş anlaşılıyor. Mulay Hafiz’in irtikab etmiş +olduğu cinayet ahali tarafından anlaşılınca Arap hun-ı +hamiyyeti pür-cuş olmuştur. Sultanın sarayını muhasara +eden ihtilalciler: “Biz Fransızlara değil sana devletimize +milletimize hizmet etmek istiyoruz! Ve sen de Fransız tarafdarı +olursan bu memlekette yaşayamayacaksın!” diye +bağırıyorlarmış! İşte şu suretle başlamış olan ihtilal gittikçe +tevessü’ etmektedir. Her yerde ahali hiddet ve şiddeti Mulay +Hafiz’e ve Fransızlara karşı ibraz ediyor. Evet; Fransızlar +kavidirler muktedirdirler vesait-i icbariyye ile şu ihtilali +bastıracaklardır; fakat Fas ahalisinin de meyyit ve la-şey olmadığı +tebeyyün etti. Bir millette asıl olan ruhdur diriliktir +ölmeye hazırlıktır! Bu cihet sağlam ise o millet ölmez mahv +olmaz bir gün gelir harabezarlar altından başını kaldırır ve +yine eski mevkiini ahz eder. Behemehal Fransızlar zannettikleri +kadar Marakeş’te kolay kolay yerleşemeyeceklerdir ve +* * * +Haftanın bize getirmiş olduğu ikinci vakıa-i mühimme +doğrudan doğruya bize aiddir. Şu vakıa Rusya Hariciye +Nazırı Sazanof’un Rus Duması muvacehesinde irad etmiş +olduğu nutuktur. +Şu nutkun muhteviyatı ve bize aid cihatı hakkında yevmi +gazeteler o kadar mufassal ma’lumat verdiler ki artık biz +bunlardan sarf-ı nazar edebiliriz. Bize düşen yegane vazife +şu nutkun cihet-i ma’nevisini tahlil etmektir. +Rusya’nın bizim bir düşman-ı tarihimiz olduğu bütün +Osmanlılarca ma’lumdur zannederiz. Hilafet-i İslamiyye +ve Saltanat-ı Osmaniyye en müdhiş darbeleri Rusya’dan +yemiştir. Osmanlı Saltanatı’nın tarih-i tedennisi Rusya Devleti’nin +tarih-i teşekkül ve terakkīsi ile tev’emdir. Deli Petro’dan +beri biz şu anud ve bi-eman düşmanla çarpışarak geliyoruz. +Fil-hakīka Rusya hükumeti kendisini Bizans İmparatorluğu’nun +varis-i hakīkīsi addettiğinden bizi bitirmeye +yerimize kaim olmaya azmetmiştir. Ayasofya ve Bosfor.. İşte +Rusya Devleti’nin ta’kīb etmekte olduğu gaye-i emel! Tam +re bizimle pençeleşiyor. Şu uzun müddet esnasında daima +bizim kuva-yı maddiyyemizi bütün dikkat ve i’tinamızı işgal +ve celb ettiği için biz kuva-yı ma’neviyyemizin inkişafı için +ne fırsat ne de mühlet bulduk! +değiştirir gibi bir vaz’iyet aldı. Biz de buna aldandık. Ve zannettik +ki şu anud ve tarihi düşmanla aramızda anlaşmak +bize karşı bir vaz’iyet-i müsaid-karane almaya sevk eden +başka amillerdir. Bizde i’lan-ı Meşrutiyet zamanı Rusya ile +Japonya arasındaki muharebenin hitamına tesadüf etti. +Menkub mağlub dahilen ve haricen son derece perişan olmuş +bir devletin bize karşı alacağı vaz’iyet zahiri dostluktan +başka bir şey olamazdı. +Fakat ta evvelden şu dostluğun muvakkat olduğuna az +çok Rusya’yı tanıyanların kaffesi hükm edebilirlerdi. Rusya +kendisini topladığı kuva-yı askeriyye ve umur-ı dahiliyyesini +tanzim ettiği anda şu vaz’iyetini değiştireceğine şek edilemezdi. +Ve hakīkaten de böyle oldu. +Rusya hükumeti gavail-i hazıramızdan istifade ederek +bizi mutazarrır edecek bizi ma’ruz-ı darbe edecek hiçbir +vesileden imtina’ etmiyor. Tavassut fikrini ilk defa şu hükumet +olamadığını görünce hemen Azerbaycan ve İran mes’elesini +mes’elesinin halli Osmanlı ve İran murahhaslarından +müteşekkil bir komisyona havale edildi komisyon tarafından +halledilemeyecek noktalar kalırsa Lahey Sulh Mahkemesi’ne +tevdi’ edileceği prensip olarak kabul edildi. +Şimdi ise Rusya hükumeti bütün hükumat-ı saire miyanında +önayak olarak Çanakkale Boğazı’nın açılmasını +biz­ +den taleb ediyor. İşin en garib ve aynı zamanda da en +ma’nidar ciheti hemen Rusya’nın Dersaadet sefiri tarafından +Babıali’ye Çanakkale Boğazı’na aid bir notanın tevdii +günü Rusya Hariciye nazırının Petersburg’da meşhur nutkunu +anda bile vukū’ bulmuştur. Eğer fil-hakīka Rusya hükumeti +Çanakkale hakkında hüsn-i niyet perverde ediyorsa en basit +bir mantık ve aklın icabınca mezkur nutkun i’tidal-perver +ve mülayemetkar olması lazımdı. Halbuki nutk-ı mezkur +son derece ceriha-bahş ve mütecavizanedir. Rusya Hariciye +nazırı hiç utanmadan Duma kürsi-i hitabetinden İtalya’yı +“uluvv-i cenablıkla efkar ve hissiyat-ı insaniyyetkarane” ile +ta’rif ettiği halde; bize de Balkanlarda sakin ahali-i Hıristiyaniyye +hakkında ma’delet-karane davranmamızı tavsiye +etmiştir. Bit-tabi’ böyle bir nutuk bütün Osmanlılarda hiss-i +nefret ve istikrah uyandırdı. Bütün matbuat-ı Osmaniyye +Rusya Hariciye nazırını teeddübe da’vet etti. Ve Osmanlıların +umur-ı dahiliyyesine müdahale etmek iddia-yı fuzulanesinde +bulunmak yerine bize tavsiye ettiği ma’delet ve insafın +hiç olmazsa bir hissesini kendi memleketinde yaşayan ve +aynı derecede inleyen Hıristiyan ve müslümanlar hakkında +bezl etmek lüzumunu ihtar eyledi. +Bize karşı bu kadar vaz’iyet-i husumetkarane almış olan +bir devletin notasına redden başka bit-tabi’ bir cevap verilemezdi. +Nitekim hükumet-i Osmaniyye de böyle yaptı. +Babıali kendi cevabında İtalya donanmasının Osmanlı sularında +bulunduğu müddetçe boğazın sefain-i ticariyye için +olsun açılması gayr-i kabil olacağını bir lisan-ı münasib ve +lakin lisan-ı metin ile Rusya hükumetine anlattı. Biz bundan +dolayı hükumetimizi bütün kalbimizle tebrik eder ve +alkışlıyoruz. Her ne kadar Rusya hükumeti ilk muharebesini +bizimle yapacağında şek ve şübhe edilemezse de muharebenin +vakti zamanı gelmediğinde de tereddüd etmeyelim. +Rusya intiharı tasmim etmiş olunmaksızın bizimle şu sırada +muharebe edemez. Hükumet-i mezkure daha kuva-yı askeriyesini +derece-i lazımede tanzim edemediğinden başka +harekat-ı ihtilal-cuyaneyi de tamamıyla bastıramamıştır. Bilakis +gerek vilayatta gerek payitahtta asar-ı ihtilal yeniden +kesb-i şiddet etmektedir. Binaenaleyh Rusya’nın blöflerine +külah kaptırtmayalım ve metin olalım! +Geçen haftaki Sebilürreşad mecelle-i İslamiyyesinde İslamları +Darülhilafe etrafında toplayan kuvvet Türklük mü +meslekleri iktizası İslamiyet tarafdarı olmayabilir. Panturanizm’i +ta’kīb etmekte kendilerine hak veriyor. Bu hususda +biraz yanılıyor. Benim fikrime göre dinsiz olanlar da Panislamizm’i +ta’kīb etmelidir. Panturanizm tarafdarı olabilmeleri +nı tedvir ederken en evvela menfaatini göz önünde tutmalıdır. +Avrupalılar bu esası hakkıyla anladıklarından dolayı +kendi milletlerinin bekası ve terakkīsi neye mütevakkıf ise +ne yapmak lazım geliyorsa icra ediyorlar. Her fedakarlığa +katlanıyorlar. Din ortadan kalkınca bir milletin muhafaza-i +mevcudiyyeti kabil olamayacağını pekala takdir etmişlerdir. +Dinsiz olanları da alel-husus idare adamları icabında +dindar görünmeye gayret ediyorlar. Askerlerinin dindar olmalarını +bir şart-ı esasi ittihaz etmişlerdir. Askerliğin ruhu +maddiyattan ziyade ma’neviyat olduğunu dinsiz bir askerin +ma’neviyeti olamayacağını anlamışlar. +Almanya imparatorunun ikide birde kudsiyetten dinden +dem vurması hep bu sebebe mebnidir. Bugün bir Fransız +bir Cezairliyi vatandaşlığa kabul etmez. Ona hukūk-ı medeniyye +ve siyasiyye verilmesi tarafdarı olmaz. Çünkü o bir +müslümandır. Ona hukūk vermek gurur-ı milli ve Salibisine +dokanır. Diğer Avrupa hükumetlerinin de İslamlara bu suretle +muamelede bulundukları her günkü asarıyla sabittir. +Dünyanın her tarafına nüfuzlarını yaymak ve tahkim +etmek için dini en büyük bir vasıta olarak kullanıyorlar. +Misyonerler hey’etlerine milyonlarca para veriyorlar; bu fedakar +adamlar Arabistan çöllerine kadar sokuluyorlar. Velhasıl +millet menfaati neyi icab ediyorsa icrası için hiç tereddüd +etmiyorlar. +Türklük tarafdarları tabiatıyla İslamiyet tarafdarı olmaları +lazımdır. Menfaat-i millet bundadır. Muhterem Ahmed +Agayef Bey Türk Yurdu ’nun onuncu sayısında bu hususu +pek güzel izah ediyor: “Bizim din aleyhine çıkan kavmiyet +tarafdarlarımız kavmiyet ne olduğunu uzun uzadıya ariz ve +amik mütalaa ve tedkīk etmemişlerdir. Kendi hissiyatlarında +tarz-ı tefekkürlerinde aldanmışlardır. Bir kavmin dinini +yani esas ruh ve hayatını inkar edenler o kavmin tarafdarı +olamaz” diyor. Müfrit bir Nasyonalistlik Türkleri fikri ilmi +sindeki müslüman anasır ile Türkler arasına bir uçurum kazmaktan +başka bir şeye yaramaz. +Yalnız Türklük tarafdarı olan bazı zevat diyorlar ki: “İslamiyet +fikrini ta’kīb etmek kabil değildir. Anasır-ı müslimenin +münevverü’l-fikr olanları milliyet cereyanları ta’kīb ediyorlar +Türklere karşı bir adem-i emniyet bir adem-i hoşnudi +besliyorlar; işte biz de bunları görerek İslamlık namına çalışmanın +faidesiz olduğuna Türklük için çalışmanın elzem +olduğuna kanaat hasıl ettik.” +Ne kadar yanlış bir fikir! Bir hizb-i kalilin böyle bir fikir +taşımasıyla hemen esastan tebaüd etmek ne kadar boştur. +o fırka-i kalileye milliyet tarafdarlarına iltihak etmelerini +Türklere ve hükumete karşı bir adem-i emniyyet hissi beslemelerini +teshil ve ta’cil etmeye sebeb olur. +Hilafet kuvvetinin Türklerde olması da bütün İslamlar +vasi’ daha müfid meydan-ı faaliyyeti intihab etmelidir. +Avrupa ve Amerikalıları ele alalım: Bunlar memalik-i Osmaniyye’nin +her köşesine sokulmuşlar misyoner hey’etleri +gece gündüz uğraşıyorlar köylere varıncaya kadar mektepler +daru’s-sınaalar daru’ş-şifalar açıyorlar. Mesela bir köye +gidiyor ziraat mektebi açıyor meccanen okutuyor hastaları +meccanen bakıyor tedavi ediyor. Acaba bunların bu kadar +fedakarlıklara mezahime katlanmalarına sebeb nedir? İnsaniyet +saf-derunluk olur. Bu fedakarlıklara sebeb kendi nüfuz-ı +siyasi iktisadi fikirlerini neşr ü takviye kendilerine muhib +ve tarafdar celb etmekten başka bir şey değildir. Demek ki +onlar elde edilmesi güç bir kuvvete malik olmak için bu kadar +fedakarlıklar ihtiyar ediyorlar. O halde biz Türklere elde +edilmesi için hiç emek sarfına ihtiyac olmayan mükemmel +ve müessir bir kuvvet olan Hilafet kuvvetini hüsn-i isti’mal +ve istifadeye gayret etmek elzem değil midir? Menfaat-i millet +bunu icab etmez mi? +Dini bir cereyan ta’kīb etmek yirminci asıra yakışmaz.. +diyenlerin nazar-ı dikkatini celb ederim. +Bu nikat-ı mühimmeden sarf-ı nazar diğer bir mühim +nokta vardır ki İslamiyet cereyanının ta’kīb edilmesi lüzumunu +pek aşikar bir surette gösterir. Bil-farz kendi aramızda +tefrikayı mucib kavmiyet cereyanlarını ne kadar ta’kīb etmek +mümkünse edelim yine Avrupalıların İslamlara karşı +besledikleri fikr-i tecavüz ve tahakümlerinden kurtulamayız. +Belki artmasına sebeb oluruz. Avrupalılar “Salib Hilal’e galib +gelmelidir Hilal’in yerine kaim olmalıdır” fikrini asırlardan +beri ta’kīb ettikleri gibi şimdi de o fikirlerinde sabittirler. +bir İranlının başına gelenler bir Türkün de başına gelebilir. +Türkleri bu hale getirmek için Avrupalıların bütün kuvvetleriyle +çalıştıkları meydandadır. Bütün İslamlar aynı tehdid +altında bulunuyorlar. O halde esaret-i iktisadiyye siyasiyyeden +kurtulmaya gayret etmek her İslam ismini taşıyanın +borcu değil midir? Kuvveti dağıtmak ve tefrikadan başka bir +şeye yaramayan kavmiyet cereyanlarından vazgeçerek bütün +kuvvetleri bir araya toplayan İslamiyet cereyanına bütün +mevcudiyet ile sarılmak icab etmez mi? İşte bu noktalardan +dolayı dinle alakası olmayanların da ittihad ve uhuvvet-i +Bu muhakematın hep boş olduğunu biran için farz edelim; +acaba Türklük cereyanı müsmir Panturanizm kabil bir +şey midir?.. Türk diye kabul ettiğimiz İslamların kısm-ı a’zamı +Rusya’da yaşıyorlar bunların hayatları Osmanlı Türklerine +nazaran bütün bütün başkadır. Acaba bir Kazanlıya +rebilir miyiz? Onun milliyet hissine müracaat ile “Sen Türksün!” +denildiği zaman o biraz düşünür kendi kendine der +ki: “Benim muhitim ile Osmanlı muhiti ayrı adat ve tabiatlarımız +birbirine benzemez edebiyatımız ayrı lisan şivesinde +fark var tarihlerimiz an’anatımız ayrı elhasıl kavmiyete +aid her bir esasda bir ayrılık var; o halde ben niçin Türk olayım +beni Türklüğe bağlayan hiçbir kuvvet göremiyorum +ben her şeyden evvel Tatarım” diye düşünür. Din hissinden +azade kavmiyet hissi onları böyle bir fikre sevk etmekte pek +haklıdır. +Fakat araya İslamiyet girince iş değişir; aynı adam der ki: +“İslamlar her yerde esir ve mahkumdur. Her yerde hücuma +ma’ruz kalıyorlar. İslamlar kardeş olduklarından birbirine +zahir olmaya yardım etmeye borçludurlar. Esaretten kurtulmak +kelimetullahı i’la etmek için hep müttehiden çalışmalıyız. +Osmanlı Türkleri de İslamdır. Aynı zamanda ellerinde +Hilafet de mevcud dünyada yegane bir İslam hükumetini +muhafaza ediyorlar binaenaleyh onların bekası ve terakkīsi +cihetle benim için her şeyden evvel mültezem ve mukaddes +bir arzudur. Türkler benim en yakın kardeşimdir” diye +muhakematı yürütür. Türklüğü de pek kolaylıkla kabul eder. +O halde Panislamizm Panturanizm yapabilir. Yalnız Türklük +hissi hiçbir şey yapamaz. Hülasa ittihad-ı İslam fikri ittihad-ı +etrak doğurabilir. Fakat yalnız Türklük fikri hiçbir şey +doğuramaz akīm kalmağa mahkumdur. Bu hakayıkı muhterem +Yusuf Akçura Bey’in nazar-ı dikkatine arz ederim. +Hamiş: İttihaddan maksad siyasi değildir. Bunun taht-ı +sağlam olarak konabilir. +GIRIT MES’ELESİ +Ma’lumdur ki meşrutiyet ile idare olunan milletlerde bütçe +müzakere olunurken kuvve-i icraiye müstakbelde ittihaz +edeceği harekat-ı siyasiyyeyi millete anlatmak ve kuvve-i +teşriiyyeyi nokta-i nazarını kabul ettirmek usulüne riayet +eylemektedir. Duma Meclisi’nde ahiren Hariciye bütçesi +müzakere olunurken Mösyö Sazanof tarafından ahkamına +riayet olunan bu kaideye tevfikan irad edilen nutuk Osmanlılık +aleminde olduğu gibi mahafil-i saire-i siyasiyyede dahi +memnuniyet-bahş hiçbir te’sir hasıl etmemiştir; bilakis nutk-ı +mezkurda Türkiye mütefekkirinini bir derya-yı tereddüde +ket-i dostanede bulunduğundan şübhe ettirecek bir çok ithamat +mevcuddur. Buralarını rical-i siyasiyyemiz düşünsün. +Bizim mevzu’-ı bahs etmek istediğimiz madde Duma Meclisi’nde +meb’us Miljokof nam zatın Girit hakkındaki beyanatıdır. +Muma-ileyh diyor ki ““Girit mes’elesine gelince devletler +Yunan Kralı’na bazı vaadlerde bulunmuşlardır” acaba şu +vakıa bir meb’us hürriyet-i kelama malik olduğu için mütalaatını +vicdanının telkīnatı dairesinde beyan edebilir. Fakat +zannederiz ki böyle ince mesailde devletlerin mevkiini işkal +edecek tefsiratta bulunmak kendi hükumetine hizmet değil +zarardır. Mösyö Mijokof dahi bilir ki Yunan Kralı’na şayed +düvel-i muazzama tarafından vaadler verilmiş ise bu vaadler +hukūk-ı hükümrani-i Osmani’ye te’sir i’tibarıyla gayr-i +kabil-i incazdır. Kezalik umur-ı müsellemedendir ki Devlet-i +Osmaniyye Girit’i bir vedia olmak üzere düvel-i müstevdi’aya +“muvakkaten” tevdi’ eylemiştir. Vediada tasarrufun gayr-i +caiz bulunduğunu yalnız ilm-i hukūk değil siyasiyat dahi bir +çok tecrübelerle kabul eylemiştir. Biz zannediyoruz ki hak +ve adalete hizmet eden efkar-ı münevvere ashabı meb’us-ı +muma-ileyhin şu tefsirat ve beyanatını kemal-i şiddetle reddedeceklerdir. +Asıl şayan-ı teessüf nokta muma-ileyhin şu +kısım beyanatında mevcuddur: Bu vaadlerin incazı için +hal-i hazır “münasib” değildi. Fakat Girit mes’elesi hakkında +bir adım geri gitmenin Rusya’nın an’anatına külliyen dehşetli +muhalif olduğunu tasdik etmek lazım gelir. +Şu acı sözlerle muma-ileyh Yunan muharebesi münasebetiyle +pek ziyade zeban-zed olmaya başlayan “Salib’in +girdiği yeri Hilal bir daha işgal etmez” düstur-ı taassubkarisini +yeni baştan hatırlara getirmek istiyor. Biz buna bütün +mevcudiyetimizle teessüf eyleriz. Eğer Rusya Hükumet-i +muazzamasının an’anatını tedkīk edersek pek çok nikat-ı +nazardan meb’us-ı muma-ileyhin şu beyanat-ı sakīmesine +mükemmel tekzibler teşkil edecek herekat-ı merdane görürüz. +Eğer bir adım geri gitmek hak ve adalet namına bir +şeyn bir leke ise Rusya Hükumeti değil hiçbir devlet-i muazzama +tarafından böyle bir hareketin irtikab olunmasını biz +Osmanlılar ne teklif ve ne de kabule tenezzül eyleriz. Fakat +hukūk-ı hükümranimizi mukaddes bir emanet olmak üzere +muhafaza için müstevdi’ sıfatıyla bir vazife tahmil eylediğimiz +düvel-i muazzama Girit vediasının tasarrufu hakkında +–meb’us-ı muhterem tarafından beyan edildiği vechile– vaadler +verecek kadar hudud-ı vidaati tecavüz ederlerse hak +ve adalet namına biz Osmanlılar taarruza izzet-i nefs-i millimizi +kıracak böyle bir tecavüze kat’iyyen tahammül edemeyiz. +Artık bilinmeli ki saye-i meşrutiyyette mülkü için çarpan +bir Osmanlı yüreği mevcuddur! + +---- +MATBUAT +---- + +MEMALIK-I İSLAMIYYE +VE HÜKUMAT-I NASRANIYYE +Haritaya şöyle bir göz gezdirecek ve Afrika-yı Garbi’nin +müntehasından Çin Denizi’ne kadar bir hatt-ı muhtelit keşide +edecek olursak görürüz ki memalik-i İslamiyye üzerine +saldıran hükumatı-ı mütemeddine-i Nasraniyye’nin adedi +dörde baliğ oluyor. İngiltere başta olmak üzere Fransa İtalya +Rusya dğrudan doğruya akvam-ı müslime ile muharib +bulunmaktadır. Bunun dördü aynı zamanda gizli bir Ehl-i +Salib bayrağı altında müctemi’ oldukları gibi yine aynı zamanda +da dördü Panislamizm yani “İttihad-ı İslam” politikası +aleyhine sap yiyip saman savurmaktadırlar. Ya bize ne +dersiniz? +Teemmül eylemek lazım gelir ki Mehmed Ali vak’a-i +ma’­ +lumesinde bize imdad eden İngiltere bugün Mısır’da +müstevli keza vak’a-i mezkurede bize muhalefetle beraber +larına guya hami bu tarihlerde mevcudiyetinden bile +gafil bulunan [İtalya] Trablusgarb ve Adalar’a mütecaviz +henüz Cenubi Kafkasya’ya inmiş olan Ruslar şuun-ı İran’a +müdahil Rusya’nın Besarabya taraflarında yerleşmesine +nazar-ı haşyet ile bakan Avusturya Bosna ve Hersek’e sahib +yumurtadan çıkmış civcive benzeyen Yunan gizli gizli +Girit’e teşne zorla başımıza çıkardığımız Bulgaristan Trakya +ve Makedonya mes’eleleriyle meşgūl. +ALEM-I İSLAM VE AVRUPA +Profesör Vambery “İslamlar ve Budalılar Arasında Mukarenet” +namıyla Londra matbuatında neşr ettiği makalede +diyor ki: +“Avrupa bir çok zamanlardan beri Ehl-i Salib muharebesini +andırır bir suretle bu tarzda alem-i İslam’a bir hücum +yapmamıştı. +“Bugün neşr-i medeniyyet bahanesiyle vukūa getirilen +Fas İran Trablus facialarını göz önüne getirsek pek ra’na +görürüz ki bunlar alem-i İslam’a karşı bütün şümul-i ma’nasıyla +müretteb hücumlardır. +“Birkaç senenin vukūatı tedkīk olunursa ta’kīb edilen +politikanın bütün İslam hükumetlerini harac-güzar yaparak +hürriyet-i mahsusalarını mahv eylemekten ibaret olduğu görülür.” +Zaten Fas ve İran hükumetlerinin avakıb-ı müessifeleri +nazar-ı i’tibara alınırsa bütün alem-i İslam’ı temsil eden +hür bir hükumet-i İslamiye olarak Türkiye’yi görürüz ki o +da Trablus harbiyle zedelenmek isteniyor. Alel-husus kapitülasyonlarla +Türkiye’nin de serbesti-i harekatı tahdid edilmiş +bulunuyor. +Biz asabiyet-i diniyyeye karşı vukū’ bulan bu hücumların +yavaş yavaş bir aks-i te’sir vücuda getirdiğini görüyoruz. +Netice zannettiğimiz gibi değildir. Umum şarklılar vukūat +alemini pek güzel seyr ve ta’kīb ediyorlar. Avrupa’nın Ehl-i +Salib muharebatını andıran bu hücumlarına karşı mütenebbihane +davranıyor. Mesela Türkistan’a karşı yarım asır evvel +zi’ini beyan-ı memnuniyetle görüyor. +Kezalik Çin bütçesinden ayrılan meblağla buğün camiler +ta’mir ve inşa olunuyor. Bu gösteriyor ki Avrupa’nın şu +cereyan-ı asabiyetkaranesi İslamlarla –Budileri yekdiğerine +takrib ediyor. +Zaten Şark insanları umumen bir samimiyet-i hayatiyye +ler. +Daha bazı beyanatta bulunduktan sonra Profesör Vambery +lüzumsuz şeylerle Şarklıları dilgir etmenin istikmal için +pek akılane bir politika olamayacağını atideki sözlerle İngiltere +efkar-ı umumiyyesine arz ve ihtar eyliyor: +“Beyhude ve faidesiz yere Asyalıları bize karşı gücendirmek +ve onları heyecan ve zahmete duçar etmekle Şark ve +Garb beyninde adavet tohumlarını ekmekte ma’na yoktur.” +ŞUUN +– Bu hafta içinde +cülus-ı hümayun-ı hazret-i padişahi hasebiyle Dolmabahçe +Sarayı’nda resm-i tebrikat rical-i devlet ve şehzadegan-ı ki­ +ram hazeratı tarafından icra kılınmıştır. +– Cülus-ı hümayun münasebetiyle +hükümdaran hazeratıyla süfera-yı Saltanat-ı Seniyye +tarafından telgraf vasıtasıyla arz-ı tebrikat olunmuştur. +– Mabeyn-i Hümayun erkanı ve +ben­ +degan dahi ayrıca arz-ı tebrikat eylemişlerdir. +– Hidiv-i +Mısır Prens Abbas ve Emir-i Mekke-i Mükerreme Şerif +Hüseyin Paşalar hezeratıyla vülat ve elviye-i müstakılle mutasarrıfları +tarafından Mabeyn-i Hümayun’a telgraf keşide +edilerek arz-ı tebrikat olunmuştur. +– Saray-ı Hümayun’un ikinci +kat salonunda küşad edilen defter-i mahsusa süfera-yı ecne­ +biyye baştercümanlarıyla müessesat-ı maliyye direktörleri +za vaz’ etmek suretiyle arz-ı tebrikat eylemişlerdir. +– Zat-ı +haz­ +ret-i şehriyari tebrikatın hitamında bir müddet daire-i +hümayunlarında istirahat buyurduktan sonra dört atlı +bir saltanat arabasına rakiben maiyet-i seniyye asakir ve +me’murin ile beraber Hürriyet-i Ebediyye Tepesi’ne azimet +buyurmuşlardır. Veliahd-ı saltanatla sair şehzadegan-ı +kiram dahi mevkib-i hümayunu ta’kīben mahall-i mezkura +müteveccihen hareket eylemişlerdir. Mevkib-i hümayunun +güzergahında bulunan mahallatta tecemmu’ eden binlerce +halk metbu’-ı mufahhamlarını samim-i dilden alkışlamışlardır. +Hür­ +riyet-i Ebediyye Tepesi’ndeki manzara cidden +şayan-ı takdir idi. Padişah efendimiz hazretlerinin Hürriyet-i +Ebediyye Tepesi’ne muvasalatını müteakib vasi’ ve geniş +meydanda ictima’ etmiş olan asakir-i muhtelife hep birden +“Padişahım çok yaşa” duasını yad ve tekrar ve padişah hazretleri +kıtaatı beray-ı muayene güzar eylediler. +– Zat-ı hazret-i padi­ +şahi ve maiyet-i mülukanelerinde veliahd ve rical-i devlet +bulundukları halde kendilerine tahsis olunan çadıra teşrif +bu­ +yurduktan sonra zat-ı mülukanelerine mahsus sancak +keşide kılınmıştır. +Resm-i geçite iştirak eden Mekteb-i Harbiyye Bahriyye +Tıbbiye-i Askeriyye Küçük Zabit Numune Taburu İtfaiye +Taburu Müretteb İstanbul Fırkası Nişancı Alayı Küçük +Zabit Mektebi Telgraf ve Telefon müfrezeleri İhtiyat +Zabit Mektebi Jandarma Mektebi ve sair kıtaat-ı askeriyye +kemal-i intizam ile resm-i geçide başlayıp umumun alkışlarına +mazhar olmuşlardır. Resm-i geçide iştirak eden asakir +kırk bin raddesinde idi. Asakir-i Osmaniyye’nin intizam ve +terakkīsini bil-cümle süfera-yı ecnebiyye ile ataşemiliterleri +tasdik ve takdir etmişlerdir. +– Bu resm-i aliden mütevellid sürur-ı +milliyi tetvic eden Birinci Ordu tayyaresinin halk üzerinde +hasıl eylediği te’sir-i amik hakīkaten şayan-ı dikkat bir manzara +nos’dan Hürriyet-i Ebediyye Tepesi’ne doğru kat’-ı mesafe +etmiş ve cevv-i havada görünen küçük bir kartal kadar +görünen mezkur tayyare tepe üzerinde üç defa devr icra +eyledikten sonra uzaklaşıp Boğaziçi ve Sirkeci Babıali Divanyolu +Bayezid istikametiyle tekrar geldiği yere gitmiştir. +– Leyle-i mezkure bilumum +Os­ +manlılar için bir leyle-i sürur ıtlakına sezavardır. Ahali-i +sadıka ta be-sabah cülus-ı hümayunun dördüncü sene-i +devriyyesinin şeref-i alisine icra-yı şad-mani ve meserret eylemişlerdir. +– İstanbul Divan-ı +Harb-i Örfisi tarafından mahkum edilen mücrimin-i siyasiyyeden +bazılarının afvına dair Komisyon-ı Mahsus tarafından +tanzim olunan liste arz olunarak mucebince irade-i seniyye +sadır olmuştur. +– Tebeddül-i saltanat ve hacc-ı ekber +vukūunda makam-ı mualla-yı Hilafet’e isali adet-i kadime-i +müstahseneden olan Sitare-i şerife-i Ka’betullah’ı emir-i +Mekke hazretleri tarafından zat-ı hazret-i Hilafet-penahi’ye +takdim olunmak üzere Harem-i Şerif Müdürü Emin Efendi +me’mur edilmiştir. Muma-ileyh bu hafta zarfında Selanik +tarikiyle Sirkeci İstasyonu’na muvasalat edip şerif hazretlerinin +biraderi Şerif Nasır Bey’le mahdumu Abdullah Bey +tarafından istikbal olunarak emanet-i mübareke dört sandık +derununda olduğu halde müşarun-ileyhim taraflarından +Sirkeci’den istimbotla müşarun-ileyh Nasır Bey’in hanelerine +nakl olunmuş ve Sitare-i şerifenin Dersaadet’e vusulü +zat-ı hazret-i Hilafet-penahi’ye arz edilmiştir. Sitare-i şerife +bugün ihtifalat-ı layıka ile Eba Eyyube’l-Ensari hazretlerinin +türbe-i şerifelerine nakl olunacaktır. Sitare-i şerife türbe-i +münevvere-i mezkurede bir hafta kadar umumun ziyaretine +açık bırakılacak bir hafta sonra da yine ihtifalat-ı layıka ve +ta’zimat-ı faika ile Eyüb’den Topkapı Saray-ı Hümayunu’na +nakl edilip mevki’-i mahsus-ı ihtiramına vaz’ olunacaktır. +– Edirne’de talebe-i ulumu +bütün ulum ve fünun-ı asriyyeden behre-mend etmek +üzere teşekkül eden komisyonun mesai-i aliyyesiyle Sultan +Selim Medresesi’nde bir dershane küşad edilerek tarih +coğrafya hesab ve sair fünun-ı lazıme tedrisine başlanmıştır. +– Henüz otuz yedi yaşlarında +bulunan Bursa efazıl-ı ulemasından Müderris Hoca Zahid +Efendi hazretleri tarafından Nisan’ın altınca Cuma günü Ulu +Cami’de on üç efendiye icazet verildiği Ertuğrul Gazetesi’ nde +okunmuştur. +Nisan’ın on dördüncü Cumartesi +gecesi nısfu’l-leylde Şam’da büyük bir yangın vukūa +gelerek en mühim şark pazar-ı nefaisi olan Şam Çarşısı kamilen +yanmış kül olmuştur. Yangın saat devam etmiştir. +Mecmu’ hasar - milyon frank raddesinde tahmin olunmuştur. +Bunun yalnız üç milyonu sigortalı idi. Cenab-ı Hak +bil-cümle memalik-i İslamiyye’yi afat-ı kevniyyeden muhafaza +buyursun. +– Haci David Kumpanyası’nın +Amerika bandırasını hamil Teksas Vapuru Nisan +sene ba’de’z-zuhr saat altıda men’-i mürur bataryasından +atılan onu mütecaviz topa ehemmiyet vermeyip limandan +çıkarken dış fener istikametindeki otomatik torpillerinden +biriyle bil-müsademe gark olduğu ve yüz iki güverte +ve altı kamara yolcusuyla otuz mürettebattan Nisan sene +saat dokuza kadar altmış dokuz kişinin hayyen ve ikisi +meyyiten kurtarıldığı ve kurtarılanlardan on beş kişi yaralı +olup bunlardan ikisinin yarası ağır olduğu ve yolculardan +elli kadar Arnavut ile kaptanın mecruh olarak kurtarıldığı +Altıncı Fırka Kumandanlığı’ndan bildirilmiştir. +– Sazanof’un şu son günlerdeki nutku +bütün Avrupa mecalis-i resmiyye ve mahafil-i siyasiyyesinde +mevzu’-ı bahs olduğu gibi hükumet-i Osmaniyye’nin de +nazar-ı dikkatini celb etmiştir. Rusya Hükumeti Balkanların +asayişini ihlal etmeyeceği istişmam ediliyor. Bunun sebebi +Rusya’nın Devlet-i Aliyye’ye karşı perverde eylediği amal +pek mübhem olarak Sazanof tarafından beyan olunmuştur. +o kadar metin olmadığı tezahür etmiştir. Sazanof’un nutkunda +sarahaten anlaşılan bir şey var ise Rusya ile İtalya +beyninde bir samimiyetin hasıl bulunması keyfiyetidir. +– Beyoğlu gazetelerinden +birinin bir menba’-ı mevsuktan istihbar ettiğine göre +Rusya Hükumeti Kars’a asker i’zamına yeniden başlamış +kirinde mevcud olan noksanların telafisi maksadıyla olduğu +ber-mu’tad Mösyö Sazanof tarafından hükumet-i Osmaniyye’nin +Petersburg Sefiri Turhan Paşa’ya beyan olunmuştur. +– İdris’in inhizamı ve adamlarının +her taraftan taht-ı muhasaraya alındıkları tahakkuk +etmiştir. Kaçanların bazıları sevahile doğru takarrub etmeye +yelteniyorlarsa da kendilerini ihata eden asakirle hükumet-i +Osmaniyye’ye izhar-ı sadakat ve hizmet etmekte olan urbandan +bir türlü fırsat bulup tahlis-i giriban edemeyerek birer +birir yakayı ele verip esir düşmektedirler. +– Times gazetesinin beyanatına +göre Girit müslümanlarına karşı ada hıristiyanları tarafından +her gün vukū’ bulmakta olan tecavüzat derecesini aşmıştır. +Bundan başka Yunan Meclis-i Meb’usanı’na a’za göndermek +hakkında gerek Girit Hey’et-i İcraiyyesi el-an ısrar +etmektedirler. Binaenaleyh bu mezalim ile yolsuzluklara nihayet +vermek için düvel-i hamiyyenin fiilen tedabir-i acile +Atideki ma’lumat darü’l-harbdeki kumandanların iş’arı +üzerine Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Ajansı’na tebliğ +edilmiştir: +– Guruvva ’daki düşman Nisan tarihinde +mesafedeki tuzlanın kenarına doğru taarruz eylemiş ise de +mukavemet-i şedidemiz üzerine perişan bir surette ve külliyetli +telefat vererek firar etmiş ve hudud-ı müstahkemesine +kadar ta’kīb edilmiştir. Dört saat devam eden bu muharebede +şehidimiz ile yüz yirmi mecruh vardır. Bilahare düşman +Seyyidsaid ile havalisine bombardıman etmiş ise de +te’siri olmamıştır. +– Dün gece Tobruk’taki müfrezelerimizden biri +şırtmaya muvaffak olduğundan İtalyanlar üç saati mütecaviz +bir müddet istihkamatdan ateş etmişlerdir. Bu esnada +düşman istihkamdan çıkarak piyademize mahsus siperleri +tarafından edilen ateş üzerine kırkı mütecaviz telefat vermiştir. +gelmiş ve bir projektör tahrib olunmuştur. Zayiatımız iki +şehid ve üç mecruhdan ibarettir. +Kunfuda: +– Hudeyde’den varid olan bir telgrafnamede +da’ya gelerek kasabayı saatlerce bombardıman eylediği kasabanın +ötesine berisine saçtığı vahşi mermilerle ekseri kadın +ve çocuk olmak üzere on iki ma’sumu zümre-i şühedaya +– Senusi kabilesi +şeyhi Mısır bankalarından birisine İtalya aleyhine i’lan +edilecek dini muharebeye sarf olunmak üzere ihtiyat akçesi +olarak yedi yüz bin lira yatırmıştır. Şeyh hazretleri bizzat +kendisinin elli bin Arap askeri ile Osmanlı askeri kumandası +tahtında bulunmak üzere Trablus ve Bingazi’ye gelmekte olduğunu +bildirmiştir. Sudan’dan bir kafile olmak üzere yedi +bin gönüllü derviş Osmanlı askerine iltihak etmiştir. +– Yemen’den varid +olan haberler meserret-bahştır. Yemen’deki sadat-ı kiram ve +ulema-yı izam hazeratıyla Menahib tarafından bütün Yemen +ahali-i sadıkasına hitaben mühim bir beyanname neşr +olunmuştur. Mısır’da neşr olunan bu beyannamede Trablusgarb’da +a’da-yı din olan İtalyanların katl-i nüfus ve hetk-i +haremat gibi irtikab ettikleri cinayat hele na-tüvan ihtiyarları +aciz kadınları nevzad çocukları bir suret-i vahşiyanede +öldürüp hanümanları söndürmek suretiyle icra eyledikleri +fazayih birer birer ber-averde-i zeban olunduğu gibi o +havalideki mücahidin ile harp kahramanlarının onlara şiddetle +mukavemet etmekte ve kendilerini keskin kılıçlarıyla +alevli ateşleriyle dağıtıp durmakta oldukları beyan edilmiş +ve bilad-ı İslamiyye’deki bilumum ehl-i İslam’ın mallarıyla +canlarıyla mücahidine muavenet eylemeleri lüzumu tavsiye +ve te’kid olunmuştur. +– İtalya hazine bonoları Avrupa piyasalarında +gayet suubetle alınır satılır bir hale gelmiştir. İtalya’nın +muvaffakiyetsizliği yüzünden ahval-i maliyye ve iktisadiyyesi +günden güne inhitata doğru sürüklenmektedir. +– Osmanlı eshamı kemal-i rağbetle +Avrupa’nın bütün piyasalarında satılmaktadır. Maliyunun +beyanlarına göre hükumet-i Osmaniyye muharebe yüzünden +asla sarsılmamıştır. Gittikçe haysiyet ve i’tibarı tezayüd +etmektedir. Memalik-i Osmaniyye’deki ahval-i iktisadiyye +kema-kan hüsn-i suretle devam eylemektedir. +– Papalık hazinesi taraf ve yolunu +bulup İtalya Harbiye Nezareti’ne bir mikdar ianede +bulunmuştur. Papaya ihtiyac gösteren bir Harbiye Nezareti’nin +ahval-i iktisadiyyesinin ne olduğunu söylemek zaiddir! +– Times gazetesinin ihbarına +nazaran Bukmuş civarında bazı noktalar İtalyanlar +tarafından işgal edilmiştir. İtalyanlar daha ileriye gitmek teşebbüsünde +bulunmuşlarsa da urban tarafından tard edilmişlerdir. +Karaya beş bin İtalyan piyade askeri altı batarya +top ve bir mikdar süvari kıtaatı ihrac edilmiştir. Karaya ihrac +edilmek üzere daha başkaca kıtaat henüz vapurlar içinde +bulunmaktadırlar. +– Çanakkale bombardımanında +ğunu Osmanlı Harbiye Nezareti muharebe raporunda ve +Osmanlı Telgraf Ajansı hususi telgraflarında i’lan etmişler +limanında bir sefine-i harbiyyenin batmış olduğu sudan yukarı +görünen direkleriyle bu kere suret-i resmiyyede tahakkuk +etmiştir. Limni sahilinde elde edilen evraktan ve can +kurtaran gibi eşya ve levazımat üzerindeki yazılardan bu +sefinenin “Varez” namındaki zırhlı kruvazörü olduğu tahakkuk +etmiştir. Diğer bir İtalyan zırhlısının da iki torpido tarafından +cerredilerek İtalya’ya sevk edildiği Atina’dan verilen +ma’lumattan anlaşıldığı cihetle mezkur Çanakkale bombardımanında +Osmanlı topçusu tarafından atılan yirmi yedi +mermiyle İtalyan’ın bir sefine-i harbiyyesinin gark ve birinin +de sakat edildiği tebeyyün ediyor. İtalyanların tekzibi artık +para edemeyecektir. +– Napoli’den +keşide edilen bir telgrafa göre bir İtalya askeri nakliye +sefinesi Trablus’dan avdet eden askerleri hamilen Rediyodi +Kalabra önünde karaya oturmuştur. İçindeki askerler yüzerek +sahile çıkmışlardır. Bir kısmı boğulmuştur. Gemi mahv +olmuştur. +– Babıali Çanakkale +Boğazı’nı uhud ve muvafakat-ı düveliyye muktezasınca +açmayacaktır. Bundaki hakk-ı sarihini muhafaza edebilir. +Avrupa tarafından hiçbir tazyik icra edilmeyecektir. Çünkü +Babıali’nin mantıkī özürlerini kabul etmeye mecburdurlar. +Avrupa matbuatını tedkīk eder isek bu noktayı gereği gibi +anlayacağız. Tedabir-i tahaffuziyye tamamıyla tatbik olunmuştur. +Hiçbir şeyden endişe etmek caiz değildir. Yalnız biz +Osmanlılara elzem olan bir şey var ise hal-i hazırda dahilde +müttehid ve müttefik yaşayıp gürültülere gavgalara muvakkat +olsun nihayet vermektir. +– Hamburg hububat +tacirleri Çanakkale Boğazı’nın seddi icabatı olarak telakkī +edilip edilmeyeceğini ve binaenaleyh mevcud konturatoların +feshi mümkün olup olmadığını takdir için hemen bir +komisyon teşkil edilmesi teklifi ile Ticaret Odası’na müracaat +etmişlerdir. Nikolayef hububat tacirleri boğazın mesdudiyetini +bir hal-i mecburi addederek vapurlar limanlarda +hareketsiz kaldıkları müddetçe konturatoları fesh etmeyip +– İtalya’ya “Trablus” +namında bir tayyare ihdası için Trablus şehrinde bir iane +defteri küşad edilmiş ve ma’hud Hasune haini bu teşebbüsü +deruhde ederek İtalya idaresine tarafdar olan zenginlerin +muavenetini taleb eylemiştir. +– Harbe nihayet vermek lüzumunu hisseden +Avrupa devletleri guya emsali vechile bir kongre akdi +suretiyle her iki tarafı sulha icbar edeceklerdir. Rusya fırsattan +– esnan-ı askeriyyesinden +otuz bir bin kişinin taht-ı silaha alınması için İtalya +hükumetince taht-ı karara alınmıştır. Guya kuvve-i mezkure +Cezair-i Bahr-i Sefid’e gönderilmek için imiş! +– Somal hakimi +Şeyh Vedad hazretleri Benadir’de İtalyanlar üzerine hücum +etmiş ihraz-ı muvaffakiyet buyurmuşlardır. İtalya sahilde +ancak üç noktada mahsur kalmıştır. +– Erdebil ve Halhal’dan alınan +telgraflara nazaran oralarda anarşi gittikçe tevessü’ etmektedir. +den endişe edilmekte bulunduğu bildirilmiştir. Erdebil’den +– Yeni +ta’yin olunan İngiltere sefiri Tahran’a muvasalat etmiş ve +hakkında merasim-i ihtiramiyye ifa edilmiştir. +– Salar ile maiyetindekiler +Genzus taraflarında yağmacılığa devam etmektedirler. +Zencan’da asilere karşı gönderilen Bahtiyariler bir suret-i +seriada Genzus’a doğru ilerlemektedirler. +– Naib-i hükumetin icraatı +aleyhinde her vilayette nümayiş olunmakta ve icraatından +ahali son derece na-hoşnud bulunmaktadırlar. Naib-i hükumet +– Naib-i +hükumet aleyhinde açılan cereyanlar üzerine müşarun-ileyh +tedavi ve rahatsızlık bahanesiyle İran’ı terk edip Avrupa’ya +azimet etmek fikrinde imiş. Müşarun-ileyhin muktedir ve +ma’lumatlı bir zat olduğu ve Avrupa medeniyetini İran’a +ya ve İngiltere hükumetleri tarafından beyan olunmaktadır. +Halbuki naib-i hükumet Rusya nüfuzu altında bulunduğu +cihetle Rusların medhine nail olmuştur. Müşarun-ileyhin +ceriksizliği de ma’lumdur. İran’a medeniyeti idhal etmek için +dadır. Bu zat Avrupa’ya gidecek olursa yerine Sipendar’ın +ta’yin edileceği ekseriyetle tahmin olunmaktadır. +– Diza kasabasında bir Rus +asker firarisinin cesedi bulunduğu cihetle İranlılar tarafından +katl edildiğine hükm olunmaktadır. Binaenaleyh Diza +kasabası Rus askerleri tarafından topa tutulmuştur. Rusların +bombardımanı esnasında kale duçar-ı hasar olmuştur. +– Büyük müctehidlerden +Seyyid Ali kabine aleyhinde tesvilatta bulunduğundan +dolayı tevkīf edilmiştir. Kabine bu hareketiyle +mevkiini pek ziyade tahkim etmek istemiştir. Ahali bunun +üzerine heyecana gelip Ruslar aleyhinde fena sözler sarf +ediyorlar. Ruslarla muharebe etmek için müctehidler İranileri +teşvik ediyorlar. Ahval-i mahalliyye –İran’ın her tarafında– +– Salarü’d-Devle Tahran’a +gelmek üzere ilerliyor. İran hükumet-i hazırası Rusya’nın +mukavemet-i askeriyyesini taleb ediyor. İngiltere hü­ +ku­ +meti İran’ın bu teşebbüsünü tasdik etmeyecektir. +– Salarü’d-Devle aleyhinde +hareket etmek üzere Prens Ferman-Ferma ile maiyeti +yavaş yavaş Salarüddevle’nin bulunduğu mahalle yanaşmaktadır. +Maiyeti pek az olduğundan bir şey yapamayacağı +zan olunuyor. +– Gittikçe Salarü’d-Devle’nin +gururu artmaktadır. Evvelce beylik ile kani’ iken +bilahare şahlığı iddia etmiştir. Daha sonraları –bugünlerde– +kendi kendine Hami-i İslam lakabını –süsünü– vermiştir. +– Mösyö Monar’ın maliyenin teftişi +hususunda haiz bulunduğu salahiyet-i mahsusa pek ziyade +duçar-ı tahdid olmuştur. Muma-ileyhin mevkii mütezelzil +görünmektedir. İranlılar bu adamdan son derece müteneffir +bulunmaktadırlar. Bilakis selefi bulunan Amerikalı Mister +Şuster Morgan’ı perestiş edercesine severlerdi. İran maliye +nazırıyla Belçikalı maliye müşaviri arasında müşkilat zuhur +etmiştir. +– İran-ı Cenubiye azimet etmekte +bulunan İsveçli Binbaşı Tirsen Isfahan’ın şimalinde eşkıya +tarafından duçar-ı tecavüz olmuştur. +– İran naib-i hükumeti +Nasırulmelik hazretleri Tahran’a zevcesiyle beraber yeni +muvasalat eden İngiltere sefir-i cedidi Mister Valter Tarnly’i +huzuruna merasim-i mu’tade kabul edip i’timadnamesini +teslim almıştır. Her iki taraftan teati olunan nutuklardan +olunmuştur. +– Bil-cümle kabail Mulay Hafiz +ve Fransa himayesi aleyhine silah be-dest olarak kıyam etmişlerdir. +Maatteessüf Fransa turuk-ı muvasalayı kat’ ettiğinden +alınan haberler pek nakısdır. Fransızlar duçar olmakta +oldukları hezimetleri setr ü ihfa için hiçbir havadis vermiyorlar. +Bununla beraber kariben gelecek olan mektublardan +Fransanın hasarat-ı azimeye duçar olduğu anlaşılacaktır. +– Sefain-i harbiyyeden +bir nakliye sefinesi kuva-yı imdadiyyeyi hamil olarak Marsilya’dan +Oran[?]’a müteveccihen hareket eylemiştir. Senegal +müstemlekesinden sekiz yüz nişancı efrad-ı askeriyyesi +Kazablanka’ya ihrac olunmuşlardır. Aynı zamanda Cezayir’den +asker i’zamı suretiyle kuvve-i işgaliyyenin tezyidine +karar verilmiştir. +– Ahiren vukū’ bulan katliamları +müteakib Fas’daki Musevilerin mevkii kesb-i vehamet +eylediği şehr-i mezkurdan iş’ar olunmaktadır. Yüzlerce +Musevi itlaf edilip haneleri ihrak olunmuştur. Ahali-i Museviyye +büyük bir sefalet içerisinde açlıktan müteellim bulunmaktadır. +Fransız me’murini tarafından muavenet hey’etleri +teşkil edilmiştir. +TENKĪD VE TAKRIZ +Müellif diyor ki: Muaviye mevalinin çoğalması yüzünden +devlet-i Arabiyye’ye gelecek tehlikeyi anladığı için hepsini +yahud bir kısmını öldürmek için emir vermek istedi. “Cild +sahife ” +Muaviye’nin metn-i kelamı ise şöyledir: “Bana öyle geliyor +ki bunlar Arab’a Arab’ın saltanatına karşı kıyam edecekler. +Onun için yarısını öldürmek yarısını bırakmak fikrindeyim.” +Görülüyor ki bu rivayet sahih olduğu takdirde bile +Muaviye mevalinin ancak yarısını öldürmek fikrinde imiş. +Halbuki müellif ibareye kendisinden söz ilave ederek +Muaviye bunların hepsini öldürmek için emir vermek istedi +diyor. +Müellif: “Arablar felç hastalığına tutulmaz i’tikadında bulunuyorlardı.” +diyor; bu iddiasına da kitabın +hamişinde gösterdiği vechile Tabakatü’l-Etibba ’yı şahid +gösteriyor. +Huda bilir Tabakat ’ın ibaresine vakıf olsanız müellifin rivayatı +bozmak hikayatı alt üst etmek hususundaki cür’etine +karşı hayretler içinde kalırsınız. Tabakat sahibi Tabib +ederken diyor ki: El-Mehdi’ye nüzül isabet etmiş. Yanına +gelen hekimlerin içinde sahib-i tercüme İsa da var imiş. Demiş +ki: “El-Mehdi bin el-Mansur bin Muhammed bin Ali bin +Abdillah bin Abbas’a nüzül isabet etsin! Vallahi ne bunlara +ne de bunların neslinden gelen bir kimseye ebediyen felç +hastalığı gelemez; meğer ki Türk Çerkes karılarıyla çokca +münasebette bulunmuş olsunlar.” +Tabakat sahibi bu hikayeyi yazdıktan sonra Tabib Yusuf’dan +naklen şu vak’ayı zikr ediyor: “El-Mehdi’nin oğlu +bu hastalığın beni tutmasına ne diyeceksin bakalım?” demiş. +Yusuf diyor ki: İbrahim’in şu sualinden Tabib İsa’nın +el-Mehdi’ye söylemiş olduğu sözü hatırladığını; kendisindeki +hastalığın mühlik olmamak lazım geleceğine kail olduğunu +anladım. Dedim ki: Sizin bu hastalığı inkar etmenize sebeb +göremiyorum. Zira valideniz Denbavendli idi. Denbavend +Görülüyor ki Arabların felç hastalığından muafiyetleri +hakkındaki zanları bilad-ı Arab’ın hararet-i ma’lumesinden +neş’et ediyor; yoksa bu imtiyazın şerafet-i nesl ile hiç münasebeti +yoktur. Hatta Tabib İsa’nın kalkıp da el-Mehdi’nin +ecdadını saymasından bu imtiyazın aile-i Risalet-penahi’ye +karmak doğru olamaz. Nitekim Halife el-Mehdi’nin oğlu İbrahim’e +anasının Denbavendli olduğu söylenince kendisinin +felce musab olduğunu hiç istiğrab etmemiş. +Bakınız müellif hikayenin cereyanını nasıl değiştiriyor; +bunun için nasıl bir silsile-i hıyanet yürütüyor! Kaldı ki bu +söz Tabib İsa’nın sözüdür. Bu zatın ise Arap olup olmadığı +ma’lum değildir. Zann-ı galibe göre Nasrani’dir. Hatta Arap +olduğunu farz etsek mensubin takımından olduğu için müdahenekarlıkla +halifeye bir kat daha sokulmak isteyeceği tabiidir. +Artık böyle bir adamın sözü bütün Arabın sözü olabilir +mi? +Müellif: “Arabdan başkasını kaza gibi mühim manasıb-ı +diniyyeden mahrum bıraktılar; kazaya Arabdan başkası elvermez +dediler” diyor bu rivayeti de İbni Hallikan’a isnad +ediyor. +beyr’i esir ettiği vakit Said mevaliden olduğu için ona karşı +biraderi [bir eda-yı] imtinan ile dedi ki: “Kufe’de Arabdan +başka kimse olmadığı halde ben seni orada namaza imam +nasb etmedim mi?” +ki: “Ben sana Kufe kazasını tevcih etmek istediğim zaman +Arablar şikayete başlayarak mansıb-ı kazaya Arabdan başkası +elvermez demediler mi?” +dur ki Kufe’de o aralık Arabdan başkası yoktu. Bir de tabiidir +ki emr-i kaza milletin adatına hasaisına teamülüne +tarz-ı muaşeretine tamamıyla muttali’ olan adamın karıdır. +Başkası bu işi göremez. Said bin Cübeyr ise Arap değil idi. +Eğer Kufelilerce bu adamın mevki’-i kazaya geçmesine karşı +gösterilen mümanaat kendisinin mevaliden olmasından ileri +gelseydi onun namaza imametini de kabul etmezlerdi. Zira +Ebu Hanife mevaliden olduğu halde Emeviler zamanında +kendisine kaza tevcih etmek istediler kabul eylemedi. Vak’a +Müellif diyor ki: “İsterse Kureyş’den olsun cariyeden +olanı mansıb-ı hilafetten mahrum bıraktılar.” Evet bu hal cariyeden +olanları tahkīr için değil idi. Asmai diyor ki: Emeviler +cariyeden doğanlara biat etmezlerdi. Bu ise halkın zannı +gibi onları hakīr gördüklerinden değil ancak saltanatlarının +zevali bir cariye elinde vukū’a gelecek zannını beslemelerinden +dilmelik Zeyd ibni Ali’ye söylemiş olduğu “Sen cariyeden +doğdun onun için hilafete salih değilsin” sözü ki müellif +onunla istidlal ediyor. Zeyd buna cevaben “İsmail de cariyeden +olma idi; halbuki Seyyidü’l-beşer Muhammed onun +sülalesindendir” cevabını vermişti. Ma’lumdur ki İmam +Zeyne’l-abidin’in oğlu olan Zeyd kadr u menzilet mecd ü +asalet sıdk u emanet cihetiyle Hişam’a elbette faikdır. Kaldı +ki iş böyle olsa idi ne Yezid ibni Velid ne de Mervan halife +olamazdı. Çünkü her ikisi de cariyeden olma idi. +Müellifin hıyanetlerinden bütün müellefatında tuttuğu +usule ünvan olabilecek kadarını gösterdiğimiz için şimdi +ruh-ı mes’eleyi tedkīk etmekliğimiz icab ediyor. Yani Arab +olmayanlarla mevali müellifin iddiası vechile Emeviler zamanında +hakīkaten köle muamelesi görecek kadar hakīr +zelil mi idi? Yoksa Arabın mazhar-ı ihtiramı olacak bir mevki’-i +şan ü şerefde mi bulunuyordu? +TEŞEKKÜR +Sebilürreşad ’ın daire-i intişarının tevsii hakkında muhterem +kari’lerimizin pek samimi lütuflarına himmetlerine +mazhar oluyoruz. Her birine ayrı ayrı teşekkür etmek istiyoruz +fakat meşgūliyetten maatteessüf bu samimi emelimizin +vazifemizin ifası mümkün olamıyor. Onun için bütün +kari’lerimize alenen teşekkür eder bu teşvikat ve lütuflarına +riayetle mukabele edeceğimizi arz eyleriz. +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“O kimseler ki bizim uğrumuzda çalışmışlardır elbette +kendilerine yollarımızı göstereceğiz; zaten hiç şüphe yoktur +ki Allah iyilerle beraberdir.” +* * * +Bu ayet-i kerime +ayet-i celilesiyle başlayan Ankebut Suresi’nin sonudur. +Görülüyor ki mücahede mutlaktır; bir mef’ul ile mukayyed +olarak irad buyurulmamıştır. Bir kayıt varsa o da Allah +Sonra +suretindeki va’d-i ilahi ne kat’idir! Demek +maksad-ı hayr ile uğraşanlara Allah için çalışanlara +tevfik hazırdır. +Ayet-i kerime Allah’ın iyilerle beraber olduğunu da gayetkat’i +bir lisan ile tebliğ ediyor. +Elhasıl ayet-i kerime bize şunu bildiriyor ki: Hangi hayırlı +maksada olursa olsun çalışanlar çabalayanlar; lakin Allah +det yolunu mutlak bulacaklardır. +Evet Allahu Zülcelal Feyyaz-ı Kerimdir; şan-ı azimi için – +haşa– buhl mutasavver değildir. Ancak bir kere O’nun feyzini +kabul edebilecek isti’dad hazırlamalı yani çalışmalı; sonra +da Feyyaz’ın diriğ-i feyz etmeyeceğinden emin olarak hiç +fütur getirmemelidir. İşte tevekkül diye pek azımızın anladığı +yahud çoğumuzun anlamak istemediği mahiyet budur; +yoksa “Armut piş; ağzıma düş!” gibi miskin temennilerin tevekkülle +hiç münasebeti olamaz. Tevekkül demek insan için +mesaisinin mücahedatının –evvelce iki üç haybet gözükse +bile– mutlaka sonunda tevfika mazhar olacağına karşı gevşemez +bir ümid sarsılmaz bir itminan beslemek demektir. +Hayatı mücahede içinde geçenler için mev’ud olmadık +ni’met; ma’nasız bir tevekkül ile atıl yaşayanların ise +mahkum olmayacağı zillet yoktur. Fatır-ı Hakim’in kavanini +ebedidir asla değişmez. Allah o kanunların hiç birinin hiç +bir noktasını hiç bir mü’minin keyfi hatta bütün müslümanların +hatır-ı şerifi için ta’dil etmez... +Şuun hadisat Kur’an’daki hakīkatleri –o bizim bir türlü +anlamak istemediğimiz hakīkatleri– olanca dehşetiyle ihtar +edip durmakta iken nasıl oluyor da bir türlü gözümüzü açmıyoruz? +Nasıl oluyor da meskenetler ataletler gayretsizlikler +yona varan cemaat-i müsliminin nedir bugünkü hali? İslam +sa’y dini mücahede mesleği şan ü şevket mecd ü +azamet rehberi iken; o din-i mübine intisab da’vasını güden +biz zavallılar dünyanın muhtelif iklimlerinde atıl batıl miskin +zelil muhakkar mahkum iğrenç bir takım yığınlar canlı +laşe yığınları teşkil ediyoruz! +Mehmed Akif + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hicret’in sekizinci senesi idi Mekke feth edilerek Ka’be-i +Muazzama Mescid-i Haram esnamdan tathir edildi. Aleyhissalatü +vesselam efendimiz Ka’be’yi gayr-i muhrim olarak +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +yedi defa tavaf eylediler. Hacer-i Esved’i elinde bulunan +çevganı ile istilam ediyordu. Tavaf tamam olunca emr-i nebevi +üzerine Ka’be dahi esnamdan tathir edilerek Hazret-i +Bilal Ka’be’nin üzerine çıktı ezan okudu. Ba’dehu ol hazret +maiyetinde Bilal Usame bin Zeyd Osman bin Talha bulunduğu +halde Ka’be’ye dahil olarak kapıyı kapadılar. Hazret-i +Bilal’in rivayetine göre aleyhissalatü vesselam efendimiz +kapıya mukabil olan duvara üç zira’ kadar yaklaşarak oraya +müteveccihen namaz kıldılar. İbni Abbas’ın dediğine göre +bu sırada +ayet-i kerimesi +nazil oldu. Derun-ı Ka’be’de tekbir ve tehlil getirerek az +çok gezindikten sonra kapı açıldı. Kureyş kapı önünde saf +teşkil ederek haklarında nasıl muamele edeceğini düşünüp +duruyorlardı. Aleyhissalatü vesselam efendimiz kapının iki +tarafına elleriyle tutunarak gayet beliğ ve müessir bir hutbe +Kureyş de afv-ı nebeviye mazhar oldular. Ba’dehu Mescid-i +Haram’da oturarak Abdüddar evladından Osman bin +Talha’yı çağırdı. +ayet-i +kerimesinden anlaşılan emr-i ilahiye imtisalen Ka’be’nin +anahtarını teslim etti. Zaten Ka’be’nin perdedarlığı öteden +beri Abdüddar evladında bulunuyordu. Feth-i Mekke günü +de Ka’be’nin anahtarı ve hicabet perdedarlık vazifesi bu +sülaleden Osman bin Talha’nın elinde idi. Ba’de’l-feth dahi +bu vazife lağv edilmeyerek tekrar bu sülaleye tevdi’ olundu. +* * * +Feth-i Mekke’yi müteakib Huneyn seferi dahi hüsn-i hitama +ererek emval-i ganaim taksim edilmişti. Sonra Zilka’de +ayı içinde aleyhissalatü vesselam efendimiz bazı ashab ile +Ci’rana nam mevki’den kalkarak umre niyetiyle muhrimen +Mekke’ye dahil oldular. Umrelerini ikmal edince tekrar ordugahlarına +gelerek Mekke’nin umur-ı idaresini Attab bin +Esid’e umur-ı diniyyenin ta’lim cihetini de Muaz bin Cebel’e +teslim ederek Zilka’de nihayetlerinde yahud Zilhicce’nin ibtidalarında +Medine-i Münevvere’ye avdet buyurdular. +Bu sene ehl-i İslam haccı Attab bin Esid ile birlikte ifa ettiler. +Fakat İslamiyet’i henüz kabul edemeyen kabail-i Arab +ve müşrikin ise kendi adat-ı cahiliyyeleri üzere icra etmek +hususunda serbest bırakıldılar. +* * * +Hicret-i seniyyenin dokuzuncu senesi idi aleyhissalatü +vesselam efendimiz birinci defa olmak üzere Hazret-i Ebubekir’i +emir-i hac intihab buyurdular. Ebubekir ala rivayetin +Medine-i Münevvere’den üç yüz kadar ehl-i İslam ile yola +çıktılar. Ol hazret kendi mübarek eliyle yirmi deveyi hedy +olmak üzere nişanlayarak ve boyunlarına kıladeler takarak +Ebubekir ile beraber isal etti. Hazret-i Ebubekir kendisi için +de beş hedy nişanlamıştı. Hüccac-ı müslimin Zülhuleyfe +mevkiinde ihrama girdiler. Mekke’ye doğru ilerliyorlardı. +Bu sıralarda Berae sure-i celilesi nazil oldu. Resul-i Ekrem +yani ta devr-i Halili’den i’tibaren zi-kuvvet ve mütevelli-i +Ka’be olanların ziyaret-i Beytullah ve ifa-yı hacdan mü’min +ve müşrik hiçbir kimsenin men’ edilmemesi eşhur-ı haramda +kimsenin hiçbir türlü taarruza duçar olmaması zımnında +bir taamül mevcud idi. Bu halde bugün zi-kuvvet ve şevket +olan ehl-i İslam’ın dahi ziyaret-i Ka’be ve eda-yı hacdan hiçbir +kimseyi men’ etmemeleri iktiza edecekti. +Umuma aid olan bu hak adeta bir muahede ile te’min +edilmiş gibi idi. Nasıl ki feth-i Mekke’yi müteakib ol hazret +bir çok bid’atleri fesh ettiği halde bu ciheti meskutün-anh +bırakmışlardı. Fakat bundan böyle müşrikane icra edilecek +tavaf ve sa’ylere bir çok bid’atler ile karışık olarak icra edilen +haclara nihayet verilecek bir muhit-i mukaddes dahilinde +Halık-ı Zü’l-celal olan Allah’ın ism-i pakleriyle beraber +olan esnamın namları yad edilemeyecekti. +Hazret-i Allah’ın Kur’an-ı Kerim ’de: +diye +hikaye buyurduğu üzere İbrahim ve İsmail aleyhisselamın +ta o zamanlar mükellef oldukları vazife-i tathir ile bu defa da +ol hazret me’mur oluyordu. Artık Ka’be-i Muazzama esnam +ve evsandan her türlü asar-ı şirkten tathir hac sıfat-ı asliyyesine +Bir de aleyhissalatü vesselam efendimizin bazı kabaile +karşı hususi muahede ve mütarekeleri vardı ki ba’de’l-hicre +akd edilmişti. İşte Berae sure-i celilesi birinci nevi’den olan +muahede-i umumiyyenin fil-hal nakz edilip ancak +tarih-i i’landan i’tibaren dört ay kadar bir müddet ihmal +fakat muahede-i hususiyyelerin müddetlerine kadar riayet +edilmek lazım geleceğini iş’ar ediyordu. Muahede-i umumiye +erbabına göre o dört ay muahede-i hususiyyeleri olanlara +göre o muayyen müddetleri bir düşünmek zamanı idi +ki bu müddet zarfında ya İslamiyet’i kabul edecek yahud +etmeyecek de İslamiyet’e hasm olduklarını alenen söyleyeceklerdi. +ayet-i kerimesiyle bunların dahi demleri heder +olacağı bildiriliyordu. İşte Berae sure-i celilesinin ahkam-ı +münifesinden olarak bil-cümle müşrikine karşı olan muahede-i +umumiyyenin nakzıyla iki türlü netice-i ameliyye meydana +geliyordu: +lunmasın tarih-i i’landan i’tibaren hiçbir müşrik hac edemeyecek +adat-ı cahiliyye üzere hiçbir kimsenin Ka’be-i Muazzama’yı +tavaf etmesine müsaade olunmayacak idi. +Ancak muahede-i umumiyye tahtına dahil olanlar +dört ayı muahede-i hususiyyeleri bulunanlar müddet-i +muayenelerini müteakib İslamiyet’i kabul etmedikçe gerek +eşhur-ı haram gerek sair aylarda mutlaka hasım telakkī olunup +demleri heder edilecekti. +tebliğ ve i’lan etmek üzere Hazret-i Ali ta’yin buyurularak. +Nebiyy-i Ekrem efendimizin Adba adlı devesine rakib olarak +yola çıktı. Kafile-i hüccac Arc yahud Zacnan nam mahalle +vasıl olduklarında onlara erişti. Hazret-i Ebubekir: “Ya +Ali! Emir olarak mı geliyorsun yahud me’mur olarak mı?..” +diye sual etmesi üzerine Hazret-i Ali: “Emir değil me’mur +olarak geldiğini” söyledi ve mes’eleyi de anlattı. +Mekke’ye vasıl olunca tavaf ve sa’yi ol hazretten gördükleri +vechile icra ettiler. Hazret-i Ebubekir aleyhissalatü vesselam +efendimizden telakkī ettiği vechile erkan ve menasik-i +haccı ta’lim ederek mevkıflarda hutbeler okuyordu. Hüccac-ı +müslimin dahi Hazret-i Sıddik’a ittiba’ eyliyorlardı. +Fakat müşrikin bu sene daha hac ve ef’alini kendi bildikleri +gibi ifa ve icrada serbest olduklarından aba vü ecdadlarından +tevarüs ettikleri adat-ı cahiliyye üzere eda ediyorlardı. +Tevriye günü Mina’ya geldiler. Yevm-i arefenin sabahı +olunca Hazret-i Ebubekir aleyhissalatü vesselam efendimizden +aldığı ta’limat mucebince vakfe için Arafat’a gidileceğini +söylemişlerdi. Fakat bazı kimseler kendilerinin ahmesi +ve ehl-i Harem olduklarını binaenaleyh Arafat vakfesiyle +mükellef olmadıklarını bu halin aba vü ecdaddan tevarüs +eden adetlere muhalif olduğunu… ileri sürmeye başladılar. +Bit-tabi’ Hazret-i Sıddik bu makūle sözlere kulak vermedi. +Peygamberden telakkī ettiği evamir ve ta’limatı tamamıyla +yerine getirdi. Hüccac-ı müslimin gerek ahmesi gerek gayr-i +ahmesi bila-istisna Arafat vakfesinde hazır oldular. İşte bu +suretle ihdas olunan o bidat ref’ edilmiş oldu. Hazret-i Ali +yevm-i nahr günü Mina’da “Cemretü’l-akabe” mevkiinde +ayak üzeri kalkarak yüksek ses ile Sure-i Tevbe’nin evvellerinden +kırk kadar ayat-ı kerimeyi tilavet ettikten sonra fahr-i +kainat efendimizden ahz ettiği vechile: + +---- +. . +---- + +Dilerek kafirin Cennet’e dahil olamayacağını bundan +böyle müşrikin hac edemeyeceğini Resul-i Ekrem efendimiz +nihayetlerine kadar ahidlerine riayet olunacağını i’lan etti. +Hazret-i Ali merkezde bunları tebliğ ettiği gibi Hazret-i Sıddik’ın +emriyle Ebu Hureyre ve diğer bazı ashab-ı kiram dahi +hüccac beyninde yürüyerek bu ciheti umuma i’lan ediyorlardı. +Bit-tabi’ bu hal müşrikinin hoşuna gitmemiş onları +düşünmeye sevk etmişti. İslamiyet’i kabul etmedikçe fevz ü +felaha erişmeyeceklerini yavaş yavaş takdir etmeye başlamışlardı. +Fi’l-vaki’ çok geçmeden hepsi de şeref-i İslam ile +müşerref oldular. + +---- +FELSEFE +---- + +VAHDET-I VÜCUD +– – +Madem ki söz buraya kadar geldi biraz da Şeyh-i Ekber’in +alem hakkındaki fikrinden bahs edelim. Fusus Şerhi +’nden mahv ü isbat suretiyle buraya nakl edeceğimiz şu +hülasadan anlaşılacağı vechile diğer ekabir-i sufiyye gibi +Hazret-i Şeyh de alemin kendi nefsiyle ma’dum Hakk’ın +vücuduyla mevcud olduğuna kaildir. Onun i’tikadına göre +alem anat ile mütebeddil Cenab-ı Hak aleme daima mütecellidir. +Tecelli-i evvelin aslına rücuuyla alem ma’dum tecelli-i +saninin vukūuyla tekrar mevcud olur. Fakat tecelli-i +saninin sür’at-i vukūundan dolayı her iki tecelli beynindeki +münkasimde ma’dum tekrar mevcud olduğunun farkına +varılmaz. Bu hakīkatten gafil olanlar alemi müstemirrü’l-vücud +zan ederler. Halbuki: Cevher olsun araz olsun alemin +hey’et-i mecmuası daima mütegayyir her mütegayyirin +teayyünü de anat ile mütebbeddeldir. Hülasa-i kelam +alem turfetü’l-aynda fani ve suret-i uhra ile hadistir. Eş’ariler +mevcudattan yalnız a’razın anen fe anen tecdidine kaildirler. +Zira onlar derler. Sofestailere gelince: +Onlar alemin daha doğrusu suver-i mükevvenatın anen fe +anen tecdidine kail olmakla beraber bu suverin menşei olan +hakīkat-i ehadiyyenin vücuduna kail değildirler. Bina-berin +suver-i eşya için zünnundan ibaret derler. İşte Sofestailer bu +vechile gerek Cenab-ı Hakk’ın tecelliyat-ı gayr-i mütenahiyyesinden +gafil oldular. +Mütekellimin ve felasife vücud ile mütelebbis olan hakaikın +tebeddülüne kail olmadıklarından Sofestaileri red ettiler. +Onların bu reddi mavera-yı şuunda hakīkat-i vahide isbatı +demektir. +Halbuki bu mebhasde her iki fırka da min vechin musib +min vechin muhattidir. Zira Sofestailer alemin tebeddülüne +kail oldukları halde suver-i tebeddülatı kabul eden cevher-i +ma’kūlün aynındaki ehadiyeti kabul etmediler. Suver-i mütehavvilenin +maverasında bir hakīkat-i sabite vardır ki o asla +mütegayyir ve mütebeddil değildir. Eğer Sofestailer bu cevher-i +ma’kūlü kabul etmiş olaydılar mertebe-i tahkīka vasıl +olurlardı. Kabul etmedikleri için hataya düştüler. +Eş’arilerin hatasına gelince: Onlar araz daima müteceddeddir +dedikleri halde alemin hey’et-i mecmuası a’razdan +rettir. A’raz ise daime mütebeddildir. Binaenaleyh alem de +daimü’t-tebeddüldür. Bu iki fırkanın fikirlerindeki isabete +gelince: Sofestailer yukarıda söylendiği vechile alemin küllisi +mütebeddildir demişlerdir. Bu fikirleri doğrudur. Fakat +onlar “Cemi’-i suver-i alemi kabul eden cevher-i ma’kūlün +aynındaki ehadiyete muttali’ olmadılar!” o cevher-i ma’kūl +ancak o suretle zahir olur; o suretlerin hakaikı da ancak o +cevherle taakkul edilir. İmdi Sofestailer suver-i alemi kabul +eden hakīkat-i ehadiyyeden ve Hakk’ın tecelliyat-ı gayr-i +mütenahiyye ile o suretlere tecellisinden gafil oldular ve alemin +dediler. +Eğer Sofestailer alemin tebeddülüne kail oldukları gibi +o tebeddülün maverasında gayr-i mütebeddil bir hakīkatin +vücuduna da kail olaydılar girive-i hataya düşmezler idi. +Eş’arilere gelince: Onlar ecza-yı alemden bazısının a’razdan +muası a’razdan ibarettir ve a’razdan hiçbirinin kendi nefsine +nazaran vücudu yoktur. Binaenaleyh alem de kendi nefsine +nazaran ma’dum demektir. +Zaten alemde Cenab-ı Hakk’tan gayri kendi nefsiyle +kaim hiçbir cevher yoktur. Kendi nefsiyle kaim olan ancak +Cenab-ı Hak’tır. Eşya-yı saire kendi nefisleriyle değil belki +Hakk’ın vücuduyla kaimdir. +Eş’ariler bu hakīkatten zahil alemde Cenab-ı Hak’tan +başka bir çok cevahirin vücuduna kail oldular. Onların isbat +ettikleri bu cevherlerden hiçbirinin kendi nefsine nazaran +vücudu yoktur. Hepsinin vücudu vücud-ı Hak ile kaimdir. +Daha doğrusu Eş’arilerin cevher dedikleri şeyler vücud-ı +Hakk’a nisbeten araz kabilindendir. Eğer Eşaire alemde +Cenab-ı Hak’tan başka bir takım cevahirin vücuduna kail +olmayıp yalnız cevher-i vahid isbat etmiş olaydılar tamamıyla +fikirlerinde isabet etmiş olurlardı. +Alemin a’razdan ibaret olduğu bahsine gelince mesela: +Gerek Eş’ariler gerek sair erbab-ı nazar bir şeyi had yani +ta’rif-i resmi ile ta’rif etseler muarrefi teşkil eden eczanın +a’razdan ibaret olduğu tahakkuk eder. +Bu vechile tahakkuk eden a’razın ise hiçbiri nefsiyle kaim +değildir. Demek ki nefsiyle kaim bir takım olmayan şeylerin +bir yere gelmelerinden nefsiyle kaim diğer bir şey tahakkuk +ediyor. +Zira hudud-ı zatiyye-i mahdudun ta’bir-i diğerle bir şeyi +teşkil eden ecza o şeyin aynıdır. Burada a’raz şey’i mahdudun +yani ta’rif-i resmi ile muarref olan cevherin eczasını +teşkil ediyor ale’l-infirad tahakkukları olmayan bir takım +şeylerin ictimaından bizzat mütehakkık olan bir şey’i diğer +hasıl oluyor. +Halbuki cevher denilen şey kendisini teşkil eden ecza +üzerine amir-i zaid değildir. Yani esasen o a’raz-ı müctemiadan +başka bir şey mevcud olup da o arazlar onun üzerine +müretteb değildir. Cevheri teşkil eden a’raz o cevherin aynıdır. +A’razdan hiçbirinin nefsinde tahakkuku yoktur. Böyle +nefsinde tahakkuku olmayan bir takım şeylerin bir yere gelmesinden +de nefsinde tahakkuku olan diğer bir şeyin husulü +mümkün değildir. Binaenaleyh alemde cevher olsun araz +olsun hiçbir şeyin hatta alemin nefsine nazaran vücudu yoktur. +Şu sözlerden anlaşılıyor ki: +Muhakkıkīn-i sufiyeden hiçbiri Cenab-ı Hak’tan başka +bir şeyin vücud-ı hakīkī ile ittisafına kail değildir. Onlar lafz-ı +vücud ile ancak Cenab-ı Hakk’ı murad ediyorlar. Fakat bundan +evvelki makalelerde de kerrat ile söylendiği vechile onların +vücuddan maksadları a’yanda kevn ile müfesser olan +mefhum-ı külli değildir. Zira bu ma’na i’tibarıyla olan vücudun +ma’na-yı uluhiyyeti mutazammın vücuda nisbeten asla +ma’nası yoktur. +Sufiye-i kiram hazeratı bu hakīkate fikir ve nazar tarikıyla +değil ancak seyr-i süluk ile vasıl olmuşlardır. Onların +bu babdaki mücahedat ve müşahedatına dair söz söylemek +bizim haddimiz değildir. Zira o yol başka bir yoldur. Onun +ne olduğunu anlamak bir mürşid-i kamilin damen-i irşadına +sarılmakla müyesser olabilir. +Şimdiye kadar vahdet-i vücud hakkında söylediğimiz +perişan sözler bu mes’elenin hakīkati neden ibaret olduğuna +dair bir fikr-i mücmel vermiştir zannederim. Bahsin +esası bundan ibarettir. Teferruatı hakkında tafsilata +girişmeyeceğimizi bundan evvelki makalelerin birinde zaten +söylemiş idik. Muhakkıkīn-i sufiyyenin kaffesi bu asla tevessül +etmişler bu bahsin usul ve füruuna dair binlerce eser +yazmışlardır. Fakat hepsinin esası “vahdet-i vücud”dur. Bu +bahis fikir ve nazar tarikıyla ta’mik edilecek olursa it’ab-ı zihinden +başka bir şeyi intac etmez. Belki de gayeti Frenklerde +olduğu gibi tefelsüfe varır. Fakat bir mü’min-i muvahhid +göre kendisinde bir neş’e uyanır mücahedesi nisbetinde +müşahedeye nail olur. +Ferid +– Arif-i Rabbani Süleyman edDarani +diyor ki: “Feyz ve inkişaf tarikıyla mazhar olduğum +tecelliyat ve sanihata kitap ve sünnet gibi iki şahid-i adil +bulunduklarına kani’ olmadıkça; asla iltifat etmedim.” Zünnun-ı +Mısri Cüneyd’in mütalaasını te’yiden diyor ki: “Muhabbet-i +ef’al hususunda Habib-i Huda’ya iktida etmeleri evamir ve +nevahi ve sünen-i peygamberiye kemal-i i’tina ile riayetkar +bulunmaları gibi ahvalden ibarettir.” Uzema-yı meşayih-i +kiram şer’-i mübine kemal-i ihtimamla riayetkar olmak ve +garaimi vacibat gibi telakkī etmek sayesindedir ki nail oldukları +meratibe i’tila edebilmişlerdir. Adab-ı şeriate ve esasat-ı +diniyyeye müraat edilmedikçe makamat-ı hakīkate vusul +müstahil olur. +Cehl ü hırmandan başka bir sermayeleri olmayan bir takım +derbederlerin ortaya attıkları tamat ve şathiyatın tasavvuf-ı +Tufeyliyat-ı muzırra gibi ümmet-i İslamiyye’nin uruk-ı +faaliyyetlerini istila ve milleti mahkum-ı atalet bir kitle-i camide +haline getirenlerin erbab-ı tarikat miyanına sokulmaları +ve onlar arasında sayılmaları; metin bir esas-ı hükmiye +mübteni olan meslek-i tasavvufun şerefini haleldar etmiş ve +belki badi-i inhitatı olmuştur. +Ebu Said el-Harraz Şeriate muhalif tarikat batıldır hükmünü +vererek şeriat ve tarikatin irfanen ahlaken fazileten +paye-i melekiyyete uruc için iki cenah-ı istinad olduğuna +Kalb-i insaninin ilhamat-ı aliyyeye mücella olabilmesi +mesi lazım olduğunu Gazzali İhya ’da şu suretle anlatıyor: +“Nefsin riyazet ve tezhibinden evvel hakayık-ı ulum tahsil +ve teallüm edilmelidir. Cahil bir salikin kalbi faidesiz bir +takım hayalat ile teşettüt edebilir ve nefsi uzun müddet o +hayalata kapılır gider. +Biçare salik düştüğü bu giriveden tahlis-i nefs edemeyerek +kıymetdar ömrünü beyhude vehmiyat ile itlaf eder. +pek çok kimseler bu yolda senelerce mahkum-ı evham ve +hayalat olup kalmışlardır. Halbuki bu adamlar tarik-ı tasavvufa +süluk etmezden evvel tahsil-i ilim etmiş olsalardı hal +zemat-ı ilmiyeleriyle münevver olmuş görürlerdi. Tasavvufda +gayeye vasıl olmak için her halde tarik-ı tahsil ta’kīb edilmelidir. +Yalnız riyazat ve muvazabetle gayeye vasıl olmak +zu’munda bulunan kimse nefsine zulm ve ömrünü beyhude +yere iza’a etmiş olur. +Böyle bir kimse aynıyla belki bir define bulurum ümidiyle +tarik-ı kesb ü haraseti terk eden çalışmaksızın para +kazanmak hülya-yı hamına düşen adama müşabihdir. +Ta’lim etmeksizin mertebe-i beşeriyyete suud iddiasında +bulunanlar her halde beyhude yere uğraşmış ve belki hazelana +düşmüş olurlar. Halbuki tahsil-i ilmi müteakib riyazat +ve tehzib-i nefse çalışılırsa husul-i inkişaf daha ziyade +me’muldür. Gazzali sermaye-i irfandan mahrum bir takım +zavallıların tasavvuf hülyasıyla gerek kendi nefislerine ve gerek +hey’et-i İslamiyyeye verecekleri mazarratları uzun uzadıya +tasvir ederek hakīkatin tecellisine pek çok himmet ve +gayret etmiştir. Hazret-i üstad diyor ki: +“İnsan tegaddi ve tenasül ettiği gibi nebatat da tegaddi +ve tenasül eder. İnsanın bu hususda nebatattan farklı ol[ma] +duğu gibi his ve hareket-i ihtiyariyye cihetiyle de hayvanattan +farkı yoktur. Suret ve kamet hususunda ise bir heykel-i +masnua benzetilebilir. +“Şu halde insanın cemadat nebatat ve hayvanattan +ma-bihi’t-temayüzü kendisinde hakayık-ı eşyaya kesb-i +vukūf edebilmek hasiyetinin bulunmasından ibarettir. Nev’-i +beşer haiz olduğu mümtaziyeti; yalnız ilim ve ma’rifete medyundur. +Bir kimse a’za ve kuvasını ilim ve amele hasr ederse +behimiyetten kurtularak melekiyete takarrub eder ve ancak +o zaman insan-ı kamil ıtlakına liyakat kesb etmiş olur.” +Gazzali ilim ve irfanla tenevvür etmiş olan eazımın tezkiye-i +nefs sayesinde vasıl olabilecekleri gayeyi kalblerinde +“Hakayık-ı ulumun mir’at-ı levh-i mahfuzdan mir’at-ı +kalbe tecellisi bir ayineye tekabül eden suretin inikasıyla +karşısında bulunan diğer ayinede intiba’ etmesine müşabihdir. +“Bu ayineler arasındaki hicab bazen el ile izale edilir bazen +de nesim-i sabanın hübubuyla zail olur.” +“Bunun gibi nesim-i eltaf-ı Subhaniyye bazen +kalb-i abddeki hicabı ref’ ederek levh-i mahfuzdaki hakayıkın +kendisinde inkişafına müsaid olur. Hicab tereffu’ eder +vera-i perde-i gaybdan huzemat-ı irfan lemean ederek +kalb-i abdi nurlara müstağrak kılar. Fakat bu halet-i nuşin +berk-i hatıf gibi ancak bir an için devam eder. Ve abd bu +an-ı istiğraktan ayrılarak yine hal-i asliyyesine avdet eder.” +Gazzali İhyau’l-ulum ’un diğer bir sahifesinde diyor ki: +“Hiçbir kimse tahsil-i ilimden müstağni olamaz suedanın +derece hususundaki tefavütleri ma’rifetlerinin tefavütüne +göredir. İlim ve maarif mü’minleri lika-i Rabbani’ye vasıl +edecek envar-ı tab-dardır. +kavl-i şerifi ile bu nikata işaret buyurulmuştur.” +Hazret-i İmam ma’rifet ve faziletle pirayedar olan salikinin +vasıl olabilecekleri makamatın gaye-i kusvası “muhabbetullah” +olacağını kendisine has bir üslub-ı nezih ile beyan +ederek diyor ki: “İnsan her şeyden evvel kendi nefsini sever +ve vücudunun adem-i helakini arzu eder. Çünkü tab’an sevilen +şey muhib için mülayim olan şeydir. İnsana en mülayim +olan şey ise kendi zatıdır. İnsanın ölümden nefret etmesi +beka-yı hayatını istemesi şahsına olan fart-ı muhabbetinden +neş’et eder. +“Bazen ölümün istenilmesi sinin-i ıztırab ve alamın tevali +etmesinden ileri gelir. Maamafih idrak ve muvazene-i akliyyesini +gaib etmemiş olan hiçbir kimse telef-i nefse cür’et +edemez. Çünkü kendini sever. İnsan; nefsinden sonra; malına +evladına ekarib ve esdıkasına meveddet besler. +“İnsan malını servet ü samanının sever. Çünkü zatının +mes’ud yaşaması ve hayatının refah içinde geçmesi için +mala ihtiyac olduğunu bilir. Şu halde servet ü saman kendi +aynıları için sevilmezler belki insanın refah-ı şahsisine yaradıkları +yine şahsına muhabbeti demektir. +“Enva’-ı meşakkat ve felaketi çekmekle beraber insan +evladına karşı samimi bir muhabbet besler. Çünkü kendisi +fena-pezir olduktan sonra evladının kendi makamına kaim +olacağını ve neslini idame edeceğini düşünür. +“Görülüyor ki insanın evladına muhabbeti de yine bekayı +nefse olan muhabbetinden ileri geliyor. İnsan kendi nefsini +sevdiği için kendinden bir cüz’ gibi bilahare makamına +kaim olacak evladına da bir muhabbet perverde eder. +“İnsanlar tab’an kemale de muhabbet ederler. Hubb-ı ali +bu nevi’ muhabbettir. Hüsn ü cemal ruha nuşin bir zevk-i +temaşa bahş eder. Bu zevk ve lezzet ise mahbubdur. Suver-i +cemileye muhabbet yalnız nefsin zevki için değildir. Ruh da +bundan mütelezziz olur. Çünkü orada bir kemal görür. +“Latif bir çemensaz içinde akan cuybarın temaşasından +le dil-rüba manzaraları sever. Güzel bir yazı hoş bir sada +tima’ından bir zevk alır. Ve bunları sever. Çünkü onlarda bir +kemal görür. +“Bir şeyin hüsnü ona layık ve onun için mümkün olan +kemali cem’ etmiş olmasıyla hasıl olur. Bir şeyde kemalat-ı +mümkinenin kaffesi mevcud ise o şey son derece güzel demektir. +“Her türlü evsaf-ı kemaliyye ancak Zat-ı Akdes hakkında +mutasavver olduğundan muhabbet-i hakīkıyyenin de +ma’bud-ı cinan olan Fatır-ı Mutlak hazretlerine aid olması +tabiidir. Mahbub-ı ezeli ve hakīkī ancak Zatı-ı Kibriya’dır. +“Muhabbet-i ilahiyye alayık-ı dünyeviyyeden tecerrüd +ve gayrullaha muhabbetten fariğ olmak sayesinde kazanılabilir.” +Gazzali’nin adab ahlak ve tasavvuf hakkındaki tedkīkat +ve beyanat-ı dahiyanesinin basit bir krokisini çizmek için +pek çok sahifeler doldurmak icab eder. Buna ise planımız +müsaid değildir. Şu mahdud satırlarla o büyük fazılın hayat-ı +mesaisi tabii hakkıyla tasvir olunamaz. +Hubbullah ve şevkullaha dair İhyau’l-ulum ’da rengin +ve nezih sahifeler bulunabilir! Gazzali’nin erbab-ı felsefe ile +olan münakaşatından İbni Rüşd’e tahsis edilecek sütunlarda +bahs olunacaktır. +EDEBİYAT +EBU’L-ALA MAARRI +Bir defa da yine Şerif Murtaza’nın huzuruna giderken +feylesofun ayağı kaymıştı üzerine doğru düştüğü adam “Bu +köpek kimdir?” dedi Maarri “Köpek köpeğin yetmiş ismini +bilmeyendir” diye mukabele etti. Bu macera da Ebu’lAla’nın +lügaviyyundan olduğuna delalet ediyor. +Müşarun-ileyh pek hassas idi; bir defa bile duymuş olduğu +esvatı hiç unutmaz derhal temyiz ederdi: Maarra’da +bir cemiyet-i şuarada Mazeni ile beraber bulunmuş muma-ileyhin +dinleyerek iltifatını fırlatmıştı. Mazeni +filosofla “Irak”da tekrar buluştu huzurunda: +Kıt’asını inşad eder etmez Maarri evvelce irad ettiği +’ a atfen cümle-i takdiriyyesiyle iltifat etti. +Feylesof nur-ı basiretle yüzünü görmeden ismini işitmeden +Mazeni’yi hemen tanımıştı. +Ebu’l-Ala’nın kavmi arasında pek büyük bir mekanet ve +sara etmişti; halk kasabayı kurtaramayacaklarını Salih’i +def’ edemeyeceklerini anlayınca hemen Maarri’ye koştular +tavassut icra etmesini rica ettiler. Feylesof rehberiyle beraber +çıktı. Salih müşarun-ileyhe ikram etti ve maksadını +sordu; Ebu’lala +deyince Salih diyerek koca feylesofun +memleketinden döndü gitti. +Maarri; infiradı halktan uzak bulunmayı sever rüesa ile +birlikte bulunmadan nefret eder ahaliyi de onlara takarrubdan +nehy eylerdi şöyle derdi: +Şarabdan istikrah eder şeriat men’ etmemiş bile olsa +yine onu haram görür bu hususda şöyle derdi: +“Maarri” Bağdad’dan avdet ettikten sonra evinde oturdu. +Te’lif ta’lim ü nazm-ı şiir ile meşgūl oldu şiirlerinin +mevzuu zühd ve hikmet idi. Müşarun-ileyhin bir çok musannefatı +vardır. Bunlar hurub-ı Salibiyye dahiyesinde heder-i +zalal olmuş ve ancak bugün ma’ruf olanlar kalabilmiştir. +Ortadan kalkan müellefatından biri Kitabü’l-Eyke ve’lGusun +’dur. Divan-ı Mütenebbi ’yi ihtisar ederek Mu’ciz-i Ahmed +tesmiye etmişti. Bihteri Divanı ’nı da tehzib ederek Abesü’l-Velid +tesmiye eylemiş Ebi Temam Divanı ’nı ba’de’l-ihtisar +tertib ettiği şerhe Zikri Habib namını vermiştir. Sektü’z-Zend +Dav’ü’s-Sakt Risaletü’l-Gufran ve’l-Lüzumiyat +cümle-i asarındandır. +Maarri’nin Kur’an-ı Kerim ’i tanziren bir kitap yazdığını +da söylerler; bu kitap için kendine demişler ki: “Vakıa beliğdir +lakin Kur’an’daki halavet bunda yok” Guya feylesof da +“Benim kitabım da dört yüz sene dillerde saykaldar olsun +ondan sonra bakın ne olur?” demiş. +Maarri’nin bugüne kadar muhafaza-i taravet eden bedi’ +şiirleri hikmet-amiz sözleri vardır. Şiirlerinde diğer şairlerde +çokluk tesadüf olunan medihler fahiş hücumlar pek az görülür. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +Artık zat-ı şari’ ifa-yı vazife etmiş olduğundan muharib +Hazret-i Yuşa’ Beni İsrail’in mevki’-i hakimiyyetine çıkıyor. +Bütün kabail-i İsrailiyye en kat’i ve sarih ta’birat ile müşarun-ileyhe +biat ediyorlar: Her ne ki emr ediyorsan yapacağız +her nereye gönderirsen gideceğiz. Senin evamirine karşı +kim ise i’dam olunacak. Yalnız kavi ve şeci’ ol.” +Hazret-i Yuşa’ın ilk hareket-i askeriyyesi casus göndererek +Ürdün nehrini geçeceği nokta kurbundaki en kuvvetli +şehir olan Ceriko’nun ahvalini ve kuvvetini öğrenmek oldu. +Casusların avdetinde emr-i muhasara için tedarikata başlanmış +söylemek kafidir ki: “Onlar Beni İsrail şehri zabt ettiler ve +öküzleri koyunları eşekleri kılıç ağzıyla katl ü i’dam ettiler..” +Şehir dahi harabiyet-i ebediyyeye mahkum edilmiş ve +tekrar i’mara teşebbüs edeceklere la’net olunmuş idi. +Müteakib sefer-i askeride Beni İsrail bir ricat-i na-gehaniye +ma’ruz kaldı: Üç bin kişi civardaki “Ey” şehrine hücum +ettiği halde bir hayli zayiat ile püskürtüldü. Yuşa’ as bu +vak’ayı maiyetindekilerden bazılarının irtikab etmiş oldukları +bazı taksirata karşı bir mücazat-ı ilahiyye suretinde telakkī +edip mücrimleri meydana çıkarmak için kur’aya müracaat +eylemişti. Kur’a Ahan’a isabet etmiş o da fil-hakīka düşmanla +harpte ele geçen her şeyin ihrakı lazım iken kendisinin +ganaimden bir mikdarını nezdinde ihfa eylediğini i’tiraf +etmiştir. “Bunun üzerine Yuşa’ as ve onunla beraber bütün +Beni İsrail Ahan’ı oğullarını kerimelerini öküzlerini +eşeklerini koyunlarını çadırlarını ve malik olduğu her şeyi +aldılar. Onları Ahur vadisine götürdüler; burada Beni İsrail +onları taşlarla recm ettiler ve ateşe yaktılar.” +Bu müdhiş mücazatın tatbikinden sonra ilerleyip bir +hud’a-i harbiyye sayesinde Ey şehrini zapt etti. “Ve Ey hükümdarını +Beni İsrail sağ tutup Yuşa’ as’a getirdiler. Ey +şehrinin bütün ahalisini muharebe meydanında ve sıkıştırdıkları +badiyede katl edip bitirdiler. Bunlar kılıç ağzıyla bitince +Beni İsrail Ey üzerine geldi ve kılıçla mahv etti. Öyle ki: +Bugün katl olunanlar on iki bin kişi idi. Çünkü Yuşa’ as +Ey ahalisini külliyen mahv edinceye kadar elini çekmedi. +Ve Yuşa’ as Ey şehrini yaktı onu bir küme hatta bu vakte +kadar bir harabe haline getirdi. Ey hükümdarını da bir ağaca +astı. Sonra Yuşa’ as Beni İsrail’in Allah’ına bir ma’bed +bina etti.” +Hazret-i Musa’nın halkının bunu ta’kīb eden seferi beş +hükümdar tarafından akd edilen bir ittifak aleyhine idi. +Yuşa’ as kuva-yı müttefikayı mağlub edip Gibeon mevkiinde +telefat-ı azime ile mahv eyledi. “Beş hükümdar” kaçtılar +Makeda’da bir mağaraya saklandılar. Yuşa’ as mağaranın +ağzına büyük taşların yuvarlanmasını emretti. ve +bunların yanına nezaret için adamlar koydu. Dedi ki: Düşmanlarınızın +ta’kībini bitirmedikçe durmayınız en arkada +kalanı öldürünüz. Onları şehirlerine girmeye bırakmayınız! +“Böylece Yuşa’ as ile Beni İsrail onları telefat-ı azime +zını açınız ve şu beş hükümdarı dışarı bana getiriniz! Onlar +yani Beni İsrail böyle yaptılar. Beş hükümdar Yuşa’ as’ın +huzuruna getirilince o bütün Beni İsrail’i cem’ etti ve onunla +beraber giden muhariblerin kumandanlarına dedi ki: Yakın +geliniz ve ayaklarınızı bu hükümdarların boğazına koyunuz. +Öyle yaptılar. Sonra Yuşa’ as bunları vurdu katl etti ve beş +ağaç üzerine astı. +şeklinde yazılmıştır. +Bundan sonra Yuşa’ as Makkeda’ Libna Lakiş Eglon +Hebron ve Debri şehirlerini zabt edip bunlardan her birini +“kılıç ağzından geçirip içindeki canları külliyen ifna eyledi.” +Ve “Böylece Yuşa’ bütün tepelerdeki şimaldeki vadideki ve +sular yanındaki memleketleri zabt ve harab etti ve hükümdarlarından +hiç kimseyi sağ bırakmayıp zabt ve ifna eyledi.” +Bu vakte kadar şimaldeki hükumetler rüesası Beni İsrail’in +harekatına karşı bir şey yapmamışlardı. Şimdi bunlar +tufan-ı istila ve tahribin kendi üzerlerine doğru yuvarlanmaya +başladığını görerek ne kadar mugayir-i siyaset bir tavır ve +hareket ittihaz etmiş olduklarını derk eylediler ve Beni İsrail +aleyhine kuvvetli bir ittifak vücuda getirdiler. Yuşa’ as bunları +bir hücum-ı na-gehani ile perişan edip tek bir muharebe +neticesinde bütün hıttayı ele getirdi; mağlubların beygirlerini +mahv ve harp arabalarını tahrib etti. Bu harp yedi sene +kadar imtidad etmiş ancak kısm-ı ahiri başlıca müstahkem +şehirlerin muhasara ve zabtıyla işgal olunmuş idi. +Bu müddet zarfında Kenani Amori Hitti Hivi Hargaşiyet +Perizzi ve Yebusi namındaki beş kavim tamamen +ezilmiş idi. Kitabü’l-Yuşa ’ın ’inci babında Beni İsrail’in +seyf-i muzafferiyyeti altında can vermiş otuz bir hükümdarın +taksime girişmişlerdi. Ancak şayan-ı dikkattir ki: Mevki’ kabail-i +mukabili taksim olunmuş böylece umum Beni İsrail seferber +ordu-yı daimi haline girmiştir. +“Ve bundan sonra hadim-i ilahi olan Yuşa’ as –ki tecarib +ve şecaat-ı askeriyyesi bu kadar memleketi feth eylemiş +Muharririn-i meşhureden biri Kitabü’l-Yuşa’ ’da beyan +olunan vekayi’-i tarihiyye hakkındaki fikrini şöyle icmal +ediyor: +“Kitabın mahiyetine bakılırsa pek haşyet-bahş pek za­ +limanedir. Zulüm ve kıtalin bir tarih-i askerisidir; vekayi’-i +mebsuta şiddet ve vahşetçe ilk kitabın muhteviyatına +mümasil bulunuyor.” +Mütercimi +Ali Rıza Seyfi + +---- +MAKALAT +---- + +TEVHID VE İTTIHAD +– – +Muarizin-i tevhidi hayretlere velehlere düşüren o na-mütenahi +füyuz-ı i’caz-ı Kur’an’dan biri ve belki birincisi dinen +mezheben ırkan tab’an mizacen muhtelif bunca Şark ve +Garb akvamının livaü’l-hamd-i tevhid altında lisanlarıyla +kıyafetleriyle İslamiyet’e münafi olmayan bazı ahlaklarıyla +toplanıp bünyan-ı mersus gibi metin gayr-i kabil-i tezelzül +bir hey’et-i ictimaiyye-i diniyye bir millet-i la-hutiyye vücuda +getirmeleri; bir gün evvel ma’bud diye huzurunda perestiş +eyledikleri alihat-ı eşcar ve esnamı kemal-i nefret ve +te kendilerine refakatten imtina’ edenler ile bütün revabıt-ı +kavmiyye ve ırkiyyelerini bütün hukūk-ı karabet ve uhuvveti +esasından kat’ ederek onlara müdhiş bir nazar-ı husumet +ve adavetle bakmalarıdır. +Bu mihr-i münir-i hakīkatin envar-ı i’cazı karşısında yarasa +kuşlarını tanzir ediyor. Ma’luliyet-i vicdan ile ama-yı +basiretle idrak-ı hakdan mahrum olduklarını ne bilsinler! Bir +cami-i şerife giriyorlar; bakıyorlar ki Arap Türk Kürd Arnavud +Çerkes Boşnak Pomak…ilh. her biri kıyafet-i milliyyesiyle +sıralar saflar teşkil etmiş. Hiçbiri kıyafetine bakmıyor! +Hiçbiri kavmiyetini hatırına getirmiyor. Hepsi bir kıbleye +müteveccih! Hepsi bir imama muktedi! Hepsi bir Allah’a +raki’ ve sacid. Daha o ka’be-i tevhidin kapısında libas-ı kavmiyetlerinden +tecerrüd etmişler. Mücessem zi-hayat birer +nur-ı iman olarak içeriye girmişler. Şaşıp kalmaya da hakları +var ya! +Şimdi bir de ma’bed-i teslisi nazar-ı teftişten geçirelim. +Mesela: Bir Rum-Ortodoks kilisesi. Buna Bulgar aynı mezhebden +garın öyle. Sırplardan oldukça mütenevvir bir zat ile +görüşüyordum. Komşuları Bulgarlardan bahis açtı. Herifin +siması bir levha-i nefret ve istikrah şeklini aldı. Buna hayret +eder gibi göründüm. Bunun üzerine aramızda şu muhavere +başladı: +– Mösyö! Bulgarlara karşı niçin bu kadar hiddet ve nefret +gösteriyorsunuz! +– Onlar bizim ebedi düşmanımızdır. +– Canım! İki unsur da bir Islav ırkından değil mi? +– Evet! +– Ya mezhebce bir gune mugayeretiniz var mı? +– Hayır! +– İkiniz de Ortodoks değil mi? +– Evet! +– Irk bir mezheb aynı olunca Sırp’ın Bulgar’dan Bulgar’ın +Sırp’dan ne farkı kalır? Bulgar Sırp; Sırp Bulgar… +Söz buraya müntehi olunca musahibim çıldırmış gibi +birden bire yerinden fırladı kalktı. Mühtez bir sada-yı asabiyetle: +– Rica ederim! Bana çingene diye hitab ediniz razıyım; +fakat Bulgar demeyiniz! +Ruhum +“ Biz a’dayı +tevhid arasına ferda-yı haşre kadar yanıp duracak bir +ateş-i buğz u adavet ilka ettik. İşte onlar o ateş içinde yanıp +kavruluyorlar.” müjde-i ilahisi önünde +bir daha secde-i itmi’nana kapandı. +Hıristiyanlık’ta kavmiyet ırk hatta o kavmiyetin o ırkın +bir fasilesi bile mezhebe galebe ediyor. Bulgar Sırp Islav ve +Ortodoks oldukları halde yekdiğerine ezeli düşman. Hele +Rum bin kere Ortodoks olsa yine nafile! Sonra bunun Ortodoksa +karşı bir de Katoliği Protestanı var. Aynı mezhebler +arasında bir çok münferid i’tikadlar da var. Hıristiyan felsefe-i +dinini okumalı da o tufan-ı ihtilafı o şekilden şekle giren +emvac-ı i’tikadı görmeli! +Fetihden evvel Papa Dördüncü Ojen İstanbul’a bir +hey’et-i ruhbaniyye gönderir. Bunun vazifesi Şark ve Garb +kiliselerini te’lif? etmek. İmparator Kostantin bu te’lifi +memleketin selameti! namına pek arzu eder. Tarafeyn +ruhanileri Ayasofya’da ictima’ ederler. +Rumlarda bir velvele-i hiddet ve gazab kopar. Bazıları +adeta cinnet derecesini bulur. Üstlerini başlarını yırtarak +saçlarını sakallarını yolarak ma’bedden çıkarlar ve avazları +çıktığı kadar: “Silindir şapkalı Katolik misyonerleri kilisemizde +görmekten kavuklu Türkleri görmek bizim için bin kere +ehvendir!!?” diye bağırırlar. Ruh-ı hakīkatten mahrum bir +dinin mu’tekidleri işte böyle yüz bin parça olur. Hıristiyan +ma’bedi Ortodoksa Katolike Protestana ayrıldığı gibi bir de +Ruma Bulgara Sırpa ilh inkısam ediyor. +Bizde ise din hakim-i mutlak sultan-ı muta’; Hanefisini +Şafiisini Malikisini Hanbelisini sonra Arabını Türkünü +Kürdüğü ilh bir camie sokar. +“Allahu ekber! Allahu ekber” +Zemzeme-i felah-averini işiten her müslüman ne ameldeki +mezhebini ne de ırkını kavmiyetini düşünür. Derhal +kalkar; darü’l-felaha koşar. Şerik-i saffına –kim olursa olsun– +bir din kardeşi kendisi gibi bir musalli bir sacid nazarıyla +bakarak yanına sokulur. Zahirde mütenevvi’ müteaddid +fakat hakīkatte müttehid bir kitle-i tevhid ve temcid +vücud bulur. +Hayat-ı insaniyyet şeref-i medeniyyet namına bundan +ulvi delil mi ister? Tac-dar-ı aşıkīn Cenab-ı Mevlana buyuruyorlar +ki: +Yüz elma yüz ayva bunları say! Sonra bir de bunları sık! +Sularını bir kabın içine doldur. Haydi şimdi yüz elmayı yüz +ayvayı bul da say. Hepsi kabın içinde gayr-i kabil-i inkısam +ve tecezzi bir derya-yı ma’na! İşte camideki safların zahiri +o ayvalar o elmalar onların hakīkati ruhu o ayvaların o +elmaların kab içindeki sıkılmış suları: +On kandili bir yere getiriniz! Surette –gerçi– her biri diğerinin +gayri. Fakat nurlarının tefrik ve temyizi kabil mi? Aynı +nur aynı ziya aynı mahiyet aynı hakīkat değil mi? Her +kalb-i mü’min bir mişkat-ı tevhid; içindeki de aynı misbah-ı +Bunu bir Arabın lisanından işittiğiniz gibi aynıyla –işte!– +bir Arnavudun da hame-i tevhid-perestanesinden okursunuz! +Hatta henüz bugün ihtida etmiş bir Fransızın bir İngilizin +bir Almanın ağzından işiteceğiniz yine bu hakīkattir. +Zemzem-i iman ile kalbini tathir eden her hangi bir muvahhidin +söyleyeceği budur. +Fakat Nasraniyet hakkında her hıristiyandan aynı i’tikadı +beklemeyiniz! Çünkü her birinin İncil’ i başka! Binaenaleyh +vicdanı i’tikadı ayini ma’bedi de başka! +! +Şimdi sera ile Süreyya arasındaki bi-nihaye tefavüt anlaşıldı +ya! +DIN-I İSLAM +MEDENIYET-I HAKĪKIYYENIN RUHUDUR +Geçen makalemizde İslamiyet tulu’ ettiği zaman ru-yı +zeminde medeniyet namına hiçbir şeyler olmadığını delail-i +vazıha ile isbat etmiş medeniyet-i hakīkıyyeyi cihana neşr +eden İslamiyet olduğunun izahını diğer makalemize bırakmıştık; +binaenaleyh bu makalemizde İslam medeniyet-i +sahihanın menbaı olduğunu umumi bir surette izah ve +bu iddiamızı bizzat Avrupa ulemasının sözleriyle de işhad +edeceğiz. Fakat şurasını da söylemek lazımdır ki Din-i İslam’ın +menba’-ı medeniyyet olduğunu ecanibin sözleriyle +din olduğunu bunlardan istidlal etmek değildir; çünkü bu +hakīkat ma’lumdur bunu inkar etmek için derya-yı taassuba +mükabereye dalmak lazımdır. Ancak bu suretle isbat-ı +müddea etmekten yegane maksadımız kalblerinden perde-i +taassubu kaldıran Avrupa ukalası nezdinde Kur’an’ın +menba’-ı medeniyyet İslam’ın her zamanda her muhitte +terakkīnin ruhu olduğuna kanaat-ı kamile hasıl olduğunu +göstermektir. Bir de bu yolda yazacağımız makalelerde Avrupa +mutaassıblarının ve onları körükörüne taklide yeltenenlerin +dikkate alarak. İslamiyet onların anladıklarından pek müteali +olduğunu isbat edeceğiz. +Husema-yı İslam olanlar diyorlar ki: “İslam medeniyet +kabil-i tatbik olamaz..” Gerek Avrupa ve gerek onları taklide +heves edenlerin daima öne sürmek istedikleri i’tirazların birisi +ve belki birincisi bu sözdür. Hatta İngiliz ricalinden Lord +Cromer bundan birkaç sene mukaddem Mısır’da neşr etmiş +olduğu kitabda bunu aynen tekrar etmiş bit-tabi’ layık olduğu +cevabı almıştı. Va esefa ki memleketimizde bu fikre +tarafdar olanlar günden güne tekessür etmektedir. Şimdi +bakalım bu söz doğru mu değil mi? +Din-i İslam Muhammed sav efendimiz hazretlerinin +taraf-ı ilahiden getirmiş olduğu bir din-i semavidir; her yerde +aklı kendisine bir refik-ı halis olarak tanımış medeniyet +venetini uzatmıştır. İslam’dan evvelki rüesa-yı dinin evza’-ı +gazubane ile ibadullah üzerine hücum ederek “Nur-ı aklı +söndürünüz?! Çeşm-i basireti kör ediniz!! Akıl dine münafidir; +hakayıkı görmek küfürdür” diye şiddetle sayhalar ettikleri +esnada Resul-i hakim efendimiz +“ Din ayn-ı akıldır aklı olmayanın dini de yoktur” +diye nida ediyordu. +Din-i İslam şan-ı insaniyyeti dereke-i süfla-yı behimiyyetten +tabaka-i ulya-yı melekiyyete is’ad eyledi; bütün kabaili +yekdiğerine kardeş cümlesini hukūk-ı medeniyyede +müsavi olarak tanıdı. Cenab-ı Hakk’ın insanlara fıtri olarak +hiçbir fark olmadığını ancak yekdiğerlerinden ilim ve takva +ayet-i kerimesi +hadis-işerifi bu hakīkati natıktır. İrtikab-ı sirkat +eden bir kimseye karşı hadd-i sirkat icra edileceği zaman +hadd-i sirkati iskat ettirmek için Hazret-i Üsame bin Zeyd’in +şefaat-i peygamberiyi taleb etmesine karşı Cenab-ı Peygamber’in +buyurması hukūk-ı medeniyyede bütün insanların +müsavi olduklarını açık surette i’lan etmek değil mi? +Din-i İslam insanları akīde-i şirk ve teksir-i ilahdan tahlis +onlardan perde-i hurefatı izale akıllarından kuyud ve evhamı +kesr eyledi onları fesad-ı ahlaktan kurtardı. Çünkü +kadar vazıh bir surettedir ki: Edyan-ı saireden hiçbirisi bu +hakīkati bu kadar açık i’vicacdan salim olarak meydana +koyamamıştır. +lukata müşabehetten tenzih eyledi; bu alemin –asar-ı sun’una +delalet eden ilim kudret irade ve bunların emsali sıfat-ı +aliyye ile muttasıf–bir halık-ı zi-şanı olduğunu halık ile mahluk +arasında hiçbir nisbet olmayıp ancak halık onların mucidi +ve onlar da ona rücu’ edici olduğunu edille-i vazıhı ile + +---- +. . . +---- + +Gerek vahdaniyet gerek sair evamir-i ilahiyye hususunda +berahin-i akliyeyi kendisine rehber eden Din-i İslam; +sinin-i vefireden beri insanlar üzerinde hüküm sürmekte +olan zalam-ı cehaleti tard yerine envar-ı ulumu zer’; onların +kararmış olan kalblerini nur-ı irfan ile tezyin eyledi. Bu dinin +ekmiş olduğu medeniyet sayesindedir ki: Evvelce ma’sum +kız çocuklarını diri diri mezara sokan katı kalblerde şefkat ve +merhamet neşv ü nema buldu. Kalblerinin en ulvi köşesinde +envar-ı hakayık lemean ediyor; akaid-i meş’ume ile kasvet-engiz +bir hale gelen akılları arasında nur-ı hakīkat sabah +yıldızı gibi parlıyordu. +Bu hakayıkı ulema-yı Garb bile tasdik etmekte tereddüd +etmiyorlar nasıl ki Di Kasteri[?] İslamiyet’ten bahs eylediği +bir eserinde şöyle diyor: “İslam’ın alemden büyük bir kısmını +kendisine cezb etmesi nefsin şanını i’la etmesiyledir; İslam +zat-ı İlahiyyeyi beşerin sıfatının fevkınde bir sıfatta tasavvur +ve onu günde beş defa icrasıyla mükellef olduğu namazda +tezekkür etmesiyle şan-ı insaniyyeti i’la eylediği gibi nefsin +ye suhuletli olan şeyleri müştemil olmasıyla da i’la etmiştir. +tealim-i İslamiyye’nin gayet açık i’vicacdan salim bulunmasıdır. +Onun için tabiate gayet mülayimdir. Bu öyle bir +dindir ki: “Anlaşılmayacak esrardan müberradır…” +va’ya Zengibar’dan Çin’e kadar intişar eyledi hala da Afrika’da +vasfı kabil olmayan bir sür’at ile intişar ediyor görüyoruz +ki: İslam ümem-i mütevahhişenin tehzib-i ahlakı +onların terakkīsi için en muvafık bir dindir diyanet-i Mesihiyye +giz şeylere akıllar ermiyor işte bu sebebdendir ki İslam’ın +medeniyete pek büyük menafii hizmeti dokunduğu halde +diyanet-i Mesihiyye’nin o kadar menfaati hizmeti görülmemiştir. +Diyanet-i Muhammediyye girdiği kabilelerden evsana +tapmayı insan eti yemeyi çocukları diri diri mezara +gömmeyi mahv ü ibtal eylemiştir. Onlarda nezafet izzet-i +nefs vakar cud-ı kerem gibi sıfat-ı fazıla yerleştirmiştir. +“İslamlar misafirperverliği hemen farz gibi i’tikad ederlerdi. +Cem’iyyat-ı beşeriyyenin mevcudiyetini rahnedar eyleyen +müskirat kumar ve saire gibi bir takım fazayih bu dinin +zuhuruyla sukūt etmeye başladı. Din-i İslam kadınlarda +namus ve iffeti halaik-ı takvadan addeder ihsan ile tenasuhu +vicdan ile uhuvveti ifşa ediyordu.” +Din-i İslam o dindir ki: Avrupa akvamını Endülüs ve +Salib muharebatına kadar puyan oldukları hakīkī cehaletten +yürümekte oldukları girive-i izmihlalden tahlis eyledi; +Avrupa akvamını dereke-i süfla-yı behimiyyetten zirve-i ba­ +la-yı temeddüne isal onlara usul-i medeniyyeti ta’lim ey­ +ledi. +Eğer Muhammed sav gelmese idi şimdiye kadar Avrupa +akvamı bahr-i umman cehaletin mühlik dalgaları arasında +gark olur tayerat-ı evham ile mahv ü mün’adim olup giderdi. +Zira onlar fikir ve muhakemeye dalanları ilim ve hikmetle +meşgūl olanları dinsiz oluyor diye telakkī ederlerdi. +Halbuki İslamiyet; tathir-i cism için mevadd-ı maraziyyeden +hali yenabi’-i sahihadan cari bir madde-i mutahhara ne derecelerde +lazım ise nefsin de kendisine arız olan evhamı izale +edecek ikdar-ı vesveseden tahlisine hizmet eyleyecek bir +kuvve-i muslihaya o derecelerde muhtac ve o kuvve-i muslihanın +da tecarib-i sahiha ile sabit mahsüsat-ı akliyye ile +müstedel olan ilim olduğunu i’lan ve zaruret-i ilmin zükur +ve nisvana mütesaviyen şamil olduğunu beyan eyledi. +evvel keşf ve i’lan eden zat Feylesof Dekart’dır ki on sekizinci +asrın ricalinden bulunuyor. +Hem de İslamiyet sayhat-ı şedide ile i’lan ediyordu ki: İlmin +zaruret-i tahsili yalnız hayat-ı uhraya maksur değildir; o +zaruret; hayat-ı hazırayı dahi tamamen muhittir zira i’mal-i +hayatiyyenin kıvamı şuun-ı dünyeviyyenin salahı münhasıran +hadis-i şerifi bunu natıkdır. +Bakınız! Dervi ne diyor: “Avrupa zalam-ı cehalet içinde +mahv ü nabud olup inlediği te’min-i hayat edecek ziya +rı bir parçadan başka ziya görmediği bir zamanda idi ki: +Ümmet-i İslamiyye tarafından pek şa’şaalı bir ziya tulu’ etti; +ulum-ı felsefe sanayi’…! Bu ziya ile beraber intişar eyledi. +Bu intişar içinde Bağdad Basra Semerkand Dımeşk Kayrevan +Mısır Fars Gırnata Kurtuba merkez-i maarif olmuş +Avrupa akvamı kurun-ı vüstada bu merakiz-i azimeden pek +çok keşfiyyat ulum ve fünun iğtinam eylemiştir.” +Sédillot da şu yolda idare-i kelam ediyor: “Hazret-i Muhammed +sav zuhur edip müteferrik bir halde olan kabail-i +Arabı tevhid onları bir maksad-ı ali uğrunda cem’ ettikden +sonra bunlar bir millet-i muazzama halinde dünyaya karşı +meydan okumaya başladı. Cenah-ı mülkünü Taç nehrinden +Ganj nehrine –aksa-yı şarktan ta mağrib önlerine– kadar +uzattı. Avrupa’da cehalet hüküm-ferma olduğu bir zamanda +aktar-ı arzın her köşesine liva-yı medeniyeti rekz eyledi.” +Kur’an-ı Kerim hakkında beyan-ı mütalaa ederken Gibbon +diyor ki: “ Kur’an-ı Kerim ’in umur-ı uhreviyyeye tealluk +eden usulden maada bil-cümle ahkam-ı cinaiyye ve +medeniyye için de bir düstur-ı esasi nev’-i beşerin tanzim-i +hayatı tertib-i şuunu için bir kanun-ı medeni olduğu bütün +alemce müsellemdir…. Şeriat-i Muhammediyye’nin ahkamı +en büyük sultanlardan en küçük efrada kadar kaffe-i efrad-ı +beşere şamildir…..!” +Yine İslamiyet beyan ediyordu ki: Fehm-i maani-i Kur’an +vabeste-i izdiyad-ı irfandır. +tergīb ve icbar hususundaki ihtimam ve ikdamı bu mertebelere +baliğ oluyordu. +Zaten Kur’an-ı Kerim ’in pek çok mebahisini anlamak da +kaffe-i ulum ve fünunu tahsil etmeye vabeste olduğundan +ziyatını felekiyatını kendi lisanlarına tercüme ve onlardaki +hataları ıslah ediyorlardı. Amerikalı Draper diyor ki: “Hazret-i +Muhammed sav dar-ı ahirete irtihal eyledikten sonra +pek geçmeden Arablar kütüb-i Yunaniyye’nin en +meşhurlarını lügatlerine tercüme etmeye başladılar; hatta +din nokta-i nazarından i’tikad-ı ammeye mazarratı olan bir +takım kasaidi bile ulemanın muttali’ olduğu Süryani lügatine +tercüme ettiler.” +Bu suretle müslümanlar ulumun kaffe-i şuabatında üs­ +taz-ı kül olmuşlardı çünkü Kur’an-ı Kerim bunlar için bir saha-i +cevelan idi her istediklerini onda buluyorlardı. Avrupa +ulemasının keşfine henüz muvaffak oldukları bir çok hakīkatleri +Kur’an haber veriyordu. Binaenaleyh İslamlar kudret-i +fatıranın bahş etmiş olduğu bu geniş sahrada cevelan +ederek dünyanın her tarafına medeniyet tohumunu serptiler. +Şu halde “İslamiyet medeniyetle kabil-i te’lif değildir…!” +demeye vicdan nasıl razı olur? +“TÜRK HAKANI TAHTA ÇIKTIĞI GÜN…” +Şu serlevhayı numaralı Türk Yurdu risalesinde okuduğum +vakit birden bire ne demek istenildiğini –Osmanlıca +layamadım. Sonra alt tarafında “Nisan’ın ’üncü günü….” +bahs olunduğuna intikal ettim. +Yazılarımızın sırf Türkçe olacak diye böyle anlaşılmaz ve +çetrefil bir şive alıp gitmesine teessüf edip dururken Vefik +Paşa merhumun Lehçe-i Osmani ’sini açıp “hakan” kelimesine +bakmak hatırıma geldi. Bakdım. Paşa merhum o +kelime için şu izahatı vermiş: “Hakan es. Çini’de Hohenk: +Padişah ve şahenşah ma’nasına olmağla Türk ve Tatar ve +Moğol hanları Çin imparatorlarına galebe edip müstakil oldukca +bu ünvanı kullanmış ve hakan diye tahrif etmişlerdir. +Kema saraha Abdullah Beyzavi. “Kaan” bunun tahrifle +ta’ribidir. Türk ve Tatar’ın ulusları hanlarından sahib-i huruc +olanlar bütün hakan telakkub etmiştir. Defter-i Hakani +nişan-ı hakani hakan-ı Çin.” “Kaan” kelimesi için de Burhan-ı +Katı’ Tercümesi şu ma’lumatı yazmış: “Kaan: Hemze +Bir de “han” kelimesi hakkında tetebbuatta bulundum. +Lehçe-i Osmani ’de “Han es. Çin’de haniğ ve eniğ ve oneğ: +Mülk ma’nasına olmağla Tatar’dan evvel Çin’e müstevli +olan etrak mülukü ol ünvanı takınmış ve her ulus büyüğüne +han denmişdir” şerhini gördüm. +Bundan sonra –tabiiyetiyle müftehir bulunduğum– Devlet-i +Osmaniyye hükümdarlarının ünvanları arasında “Türk +hakanı” ta’biri olup olmadığını düşündüm. Müessis-i devlet +Osman Gazi hazretlerinin Konya padişahından alamet-i +emaret olmak üzere gönderilen tabl ve alem üzerine resmen +“bey”lik ve i’lan-ı istiklali müteakıb da “han”lık ünvanını +aldığını bilahare Yıldırım Bayezid Han’a Mısır’daki halife-i +Abbasi tarafından “Sultan-ı iklim-i Rum” lakabının verildiğini +ve Sultan Selim-i Evvel’in nail-i hilafet olunca “halife” +ünvanıyla tebcil kılındığını tahattur ettim. +Vakıa halife-i müşarun-ileyhden sonra gelen ve ünvan-ı +dinileri halife olup ünvan-ı siyasileri “sultan” ve “padişah” +bulunan Osmanlı hükümdarlarının “Sultanü’l-berreyn ve +hakanü’l-bahreyn” gibi ta’birat-ı teşrifiyye ile tavsif olunduklarını +hatırladım ise de “Türk hakanı” ünvanını almış bir +Osmanlı padişahı bilemediğim cihetle zat-ı şevket-simat-ı +şehriyari için “Türk hakanı” denilmesinin hikmetini idrak +eyleyemedim. Acaba bu terkibin ma’nası Osmanlı Türklerinin +mi yoksa bilumum Türk unsurunun mu hükümdarı +demekdir? +Şıkk-ı evvele göre iki evli bir köyde bile ma’lum ve mütearif +olan padişah lafz-ı muhteremine nisbeten –aslen Çince +olup halis Türkçe olmayan– hakan kelimesinin garabetinden +sarf-ı nazar edildiği halde “Türk hakanı” olan cenab-ı +şevket-meab Türk olmayan müslim ve gayri müslim tebaa-i +Osmaniyye’nin de hakanı değil mi? +Şıkk-ı saniye nazaran ise hayal-perverane bir kasidecilik +olmağla beraber siyasi mahzurları badi olmaz ez-cümle +şimali dostumuzu huylandırmaz ve homurdandırmaz mı? +Evet. Hilafet-penah efendimiz; bilumum Türklerin de +bil-cümle Arabların da hatta tekmil akvam ve efrad-ı İslamiyye’nin +de emir ve imamıdır. Lakin bu; siyaseten değil +dinendir. Saltanaten değil hilafetendir. +Biraz dikkat edilse ve kavmiyet gayretinde azcık insaf +gösterilse de “Türk hakanının” denileceğine “Peygamberimizin +vekili bulunan padişahımızın” deniverse acaba evvelkinden +daha cem’iyetli olmaz ve dört yüzmilyon müslümanın +kulub-ı müttehidesine heyecan-ı şükran getirmez mi? +Asabiyet-i kavmiyye gayretkeşleri bilmelidirler ki ümmet-i +Osmaniyye’nin çare-i felahı: Müslim olanlarının Müslümanlık +gayri müslim bulunanlarının da Osmanlılık noktasında +SAN’AT-I HAT +San’at-ı hat sanayi’-i nefise-i İslamiyye’nin bir şu’be-i +mühimmesidir. Bu bedi’ san’atın menşeiyle vazı’ ve mucidlerine +ve icad ve ibda’ ettikleri hutut-ı mütenevvianın isimleriyle +etvar ve dekayıkına dair hattatin-i Osmaniyye’den +Ali Efendi’nin Menakıb-ı Hünerveran Tokadi Ahmed Derviş +Efendi’nin Araisü’l-Hat Nefes-zade İbrahim Efendi’nin +Gülzar-ı Savab Suyolcu-zade Necib Efendi’nin Devhatü’l-Küttab +Müstakīm-zade Süleyman Efendi’nin Tuhfetü’l-Hattatin +ve Silsiletü’l-Hattatin ve Köstendil Müftisi +Şem’i Efendi’nin Tuhfetü’l-Hattatin isimlerindeki gayr-i +matbu’ eserleriyle İrani Habib Efendi’nin Hat ve Hattatan +duğu gibi Tarih-i İbni Haldun Mukaddime ’sinde ve İmam +Ragıb Isfahani’nin Muhadaratü’l-Üdeba ’sının “Mimma cae +fi’l-Kitabi ve’l-Kitabeti” bahsinde de mesrudat-ı vakıfane +muharrerdir. Bunlardan başka kavaid-i hat ve kitabete dair +Sultan Ali Meşhedi’nin Manzume-i Farisiyye ’siyle kıble ’ l-Kitap +Şeyh Hamdullah Efendi merhumun Manzume-i Türkiyye +’sinde izahat-ı mukteziyye mukayyeddir. +Bab-ı ilm-i Nebi Cenab-ı İmam-ı Ali de bu san’at-ı celileyi +takdir ve tebcil zımnında +ve +ve +buyurdukları gibi +kıt’asıyla da te’yid-i maksad buyurmuşlardır. Ayat-ı celile-i +Kur’aniyye’den +ayet-i kerimesinin tefsirinde +müfessirin-i izam hazeratı canibinden tefsirat-ı mütenevvia +retleri de ’ dan maksat devat ’ den maksad kitabet +’ dan maksad hat olduğunu ityan etmişlerdir. İşte +maddi ve ma’nevi kadri celi olan bu san’at-ı celilenin terakkī +ve tealisine vakf-ı vücud ederek bu yolda hayret-bahş-ı +ukūl elvah-ı kıymetdar vücuda getiren eslaf-ı kiramın velev +muhtasar olsun teracim-i ahvalini bilmek ve her birinin bu +dakīk san’atda ne gibi teceddüd ve bedialar gösterdiklerini +öğrenmek lazıme-i kadr-daniden olduğu için o isre iktifa +ederek bu yolda çalışmak da şübhesiz ki bizler için vacibe-i +kadr-şinasidir. +Eslaf-ı hattatinin “şeş-kalem” ta’bir ettikleri kufi sülüs +nesih muhakkak reyhani tevki’ ve bunlara ilaveten ta’dad +edilen ta’lik nesta’lik divani rik’a siyakat çep müselsel +ve saire gibi kalemlerde mündemic san’at ve incelikleri tedkīk +ve tefrik etmek erbabına ma’lum olduğu üzere herkese +müyesser değildir. Bu sebebden sanayi’-i nefise-i İslamiyye +şuabatından pek mühim bir şu’beyi teşkil eden “san’at-ı +hat” şu’besinin ihya ve idamesi hususunda Müze-i Osmani +Müdiriyeti’nin erbabından mürekkeb bir cem’iyet-i mütehassısa +teşkili için mensub olduğu Maarif Nezareti’nden +tahsisat-ı lazıme talebinde bulunmasını zamanın hulul ettiğine +kail olan müştakīn ve mensubin-i ilm-i hat çar-çeşmle +muntazırdır. Zira birkaç sene daha bu yolda iltizam ihmal +edildiği takdirde bir tarafdan –zaten adedi pek mahdud +olan– erbabı kalmayacağı cihetle muktezi mebaninin kudsiyet +ve ulviyetiyle mütenasib yeni bir levha yazılamayacağı +gibi bir tarafdan da adem-i zevk ve takdir dolayısıyla elde +mevcud küçük büyük elvah-ı nefise harab olup gidecek ve +şayed bunlardan bir tanesinin ta’mirine lüzum görünse o +levha-i nefise bit-tabi’ san’at-ı hat dairesinde ta’mir edilemeyeceğinden +mahva mahkum kalacaktır. +Avrupa müzelerinin hat kısmını tedkīk eden Osmanlıların +Hirefi Hayreddin Maraşi ve saire gibi üstade-i ilm-i hattın +asarıyla beraben be-tahsis Osmanlı hattatları esatizesinden +olan Şey Hamdullah’ın Karahisari’nin Damad Şükrullah’ın +Hasan-ı Üsküdari’nin Halid-i Erzurumi’nin Derviş +Ali’nin Hafız Osman’ın Yedikuleli Seyyid Abdullah’ın Eğrikapılı +Hoca Rasim’in müteehhirinden İsmail Zühdü’nün +Yesari’nin Rakım’ın Mahmud Celaleddin’in Mustafa İzzet’in +Şefik Bey ve sairenin Kelam-ı Kadim murakkaat +mi­ +sillü asar-ı kıymetdarının ne kadar i’tinalarle muhafaza +edildikleri elbette manzurları olmuştur. Bu san’at-ı dakīkaya +gerek vukūf gerek tevarüs dolayısıyla yabancı olan garbiyyunun +bile bu derece takdir-i kıymet etmeleri san’at namına +şayan-ı tahsin olmakla beraber bizler için de mucib-i teemmül +ve intibah olması lazım geleceği azade-i güvahdır. +SİYASİYAT +Avrupa’nın bile beklemediği ümid etmediği bir zamanda +Çanakkale Boğazı’nın küşadına hükumet-i Osmaniyye tarafından +müsaade edilmesi İtalya’yı son derece şaşırttı. İtalya +Osmanlılar tarafından böyle cesurane ve aynı zamanda da +alicenabane bir kararın vukū’ bulacağını kat’iyyen beklemiyordu. +O zannediyordu ki biz bila-nihaye Boğaz’ın mesdud +kalmasında ısrar edeceğiz ve bu münasebetle bi-tarafların +menafi’-i maddiyyesini ızrar ederek Avrupa efkar-ı umumiyyesini +kendi aleyhimize çevermekle İtalya’nın tervic-i makasıdına +bir yol açacağız. Halbuki Babıali’nin Boğaz’ın küşadı +hakkındaki kararı İtalya planlarının kaffesini zir u zeber +etti. Osmanlıların şu cesareti düşmanı hiçe saymaları Avrupa’ya +karşı azim bir nezaket göstermeleri Avrupa efkar-ı +umumiyyesini hakkımızda sitayiş-karane bir vaz’iyet almaya +sevk etti. Bugün bütün Avrupa müttehiden artık bi-tarfların +muharebeye müdahaleleri için meydanda hiçbir sebeb +kalmadığını kimsenin Babıali üzerine icra-yı tazyik hakkına +malik olmadığını ikrar ve i’tiraf ediyor. Bilakis icra-yı tazyik +lazım ise bunun da mahall-i hakīkīsi İtalya olduğu cümlece +teslim edilmektedir. +Şimdi hasir ve nadim düşman acaba ne gibi mezbuhane +teşebbüslere atılacaktır? +Şu suale karşı hatıra iki ihtimal geliyor. Fakat bunları söylemeden +evvel şu noktayı ta’mik edelim İtalyanlar Trablusgarb +sahasında –yani alel-umum Afrika-yı Osmani’de– her +nevi’ icra-yı faaliyyet ve teşebbüsten muattal ve aciz kalmışlardır. +lar arasına çekilip saklanıyorlar. İleriye doğru bir adım bile +atamıyorlar. Bu hal İtalya efkar-ı umumiyyesini son derece +tehyic ettiği gibi İtalya hükumetini de tamamen şaşırtmıştır. +Zaten İtalya’nın Çanakkale Boğazı’na atılması ve bu münasebetle +hükumat-ı sairenin cenah-ı müdahesine sığınması şu +hal-i yeis ve na-ümidinin neticesi idi. Binaenaleyh İtalyanların +yakın zamanlarda Trablusgarb sahasında ibraz-ı faaliyyet +etmelerine ihtimal bile yoktur. Olsa olsa bunlar burada +tedafüi bir vaz’iyet alarak endi mevki’lerinin muhafazası için +bezl-i mesai edeceklerdir. İşte şu nokta şöylece teayyün ettikten +sonra yukarıda arz etmiş olduğumuz tahminatın beyanına +gelelim: +Evvela İtalya’nın yeniden Çanakkale Boğazı’na atılması +hatıra geliyor. Fakat zannetmeyiz ki İtalyanlar cesaretlerini +bu dereceye vardırsınlar. İtalyanlar Çanakkale’yi tecrübe +ettiler. Kalenin ne kadar muhkem gayr-i kabil-i zabt bir surette +tahkim edilmiş olduğunu ne gibi arslanlar tarafından +muhafaza edildiğini öğrendiler. İtalya filosunun onda dokuzuna +feda etmeyi göze aldırmadıkça böyle bir teşebbüse +girişemez! Fakat şu fedakarlığa tahammül etse neticede +elde hiçbir şey edemeyeceği aşikar. Zira bir iki yıpranmış +zedelenmiş zahire ve levazımatı tükenmiş iki üç harp sefinesi +bedihidir. Bundan maada İtalya yeniden Çanakkale Boğazı +üzerine atılır atılmaz boğazın bizim tarafımızdan seddedileceği +tabiidir. Artık buna karşı Avrupa’nın ne kadar mutazarrır +olursa olsun diyecek hiçbir sözü olamaz. Bedihidir ki o +zaman Avrupa’nın bütün hiddet ve şiddeti İtalya’ya doğru +çevirilir. Hatta şimdiden bile Avrupa matbuatı arasındaki en +mühim cerideler böyle bir ihtimalin vukūunu derpiş-i nazar +ederek merbut bulundukları hükumetlerden İtalya’yı bu +gibi harekat-ı mecnuna[ne]den men’ etmek için lazım gelen +teşebbüsatta bulunmalarını taleb ediyorlar. İtalya hükumeti +elbette ki Avrupa’nın şu vaz’iyet ve ahval-i ruhiyyesini biliyor. +Binaenaleyh düşmanın yeniden Çanakkale Boğazı üzerine +hücum edeceği pek de muhtemel değildir. +tazyik ve belki bazılarını işgal ve sevahil-i Osmaniyye’den +bazı mevakii rahatsız etmektir. Şu ihtimal vekayi’-i ahire ile +kesb-i hakīkat etmiştir. Düşmanın hakīkaten tevessül edebileceği +başka bir vesile kalmamıştır. Fakat bununla da İtalya’nın +bir şey kazanamaycağı bedihidir. Zira eğer İtalya’nın +şu teşebbüsünden maksadı bizi tazyik ederek sulha istediği +şerait üzere icbar etmek ise bit-tabi’ şu maksadına bununla +da nail olamayacaktır. Zira Osmanlılar değil Cezayir-i +Bahr-i Sefid’in işgali değil sevahil-i Osmaniyye’nin tazyikı +hatta İstanbul’un bile bombardıman edilmesini göz önüne +alarak muharebeye devam ediyorlar. İtalya sevahil-i Osmaniyye’ye +asker ihrac etmeyince bütün kuvvetini bize karşı +koyarak ve bizimle pençeleşerek ya kendisi veya biz mahv +olmayınca bizi akd-i sulha icbar edemez. Fakat cebin alçak +düşman bunu hiçbir zaman yapmayacaktır. Zira pek ra’na +biliyor ki yaparsa mahv olacak biz değiliz kendisidir. +Yok eğer maksadı Cezayir-i Bahr-i Sefid’i kendisine mal +edinerek muhafaza ise buna da nail olamayacağı bedihidir. +Zira şark sularındaki muvazene-i hazırayı muhafaze etmek +mes’elesinde bizim kadar hatta bizden ziyade sair hükumat +alakadardırlar; ez-cümle mesela İngilter. +bozulmasına ve bizim gibi nisbeten zaif bir kuvvet-i bahriyyeye +malk olan hükumetin yerine şark sularında İtalya +gibi kavi bir hükumetin kaim olmasına ruy-ı rıza gösteremez. +Bu da iki sebebten ileri gelir: Birisi maddi sırf İngiltere’nin +menafi’-i zatiyye ve hayatiyyesine aiddir. İngiltere’nin +en büyük ve en mühim müstemlekeleri Asya’dadır. Yalnız +Hindistan İngiltere için bir menba’-ı hayat ve medar-ı +maişettir. Devlet-i mezkurenin bütün haşmet ve azameti bütün +dedir. İşte bunun içindir ki İngiltere bütün dikkat ve vaktini +şu müstemlekelerin müdafaa ve muhafazasına sarf ediyor. +Demek oluyor ki İngiltere siyaset-i hariciyyesinin hatt-ı istikametini +tamamen şu müstemlekelerin vaz’iyet ve lüzum-ı +hıfzı ta’yin ediyor. Halbuki şu müstemlekeleri İngiltere’ye +rabt eden bütün yollar Osmanlılar elindedir. +Şu yolların te’min-i selameti içindir ki İngiltere Cebel-i +Tarık’a Girit’e Mısır’a Süveyş Kanalı’na atıldı. Ve yine şu +yolları ve yollar üzerinde zapt edilmiş olan nikat-ı müstahfazayı +müdafaa içindir ki İngiltere muhteşem bir donanma +beslemek mecuriyetindedir. Demek ki İngiltere kendi menafi’-i +zatiyye ve hayatiyyesi icabınca bile hiçbir zaman şu +yollar üzerinde bahren kavi ve muktedir bir devletin bulunmasına +ruy-ı rıza gösteremez. Bilhassa ki şu devlet İngiltere’nin +rakīb-i canı olan Almanya’nın müttefiki İtalya olsun! +Binaenaleyh İtalya’nın Cezayir-i Bahr-i Sefid’de yerleşmesi +bizden ziyade İngiltere’nin menafi’-i hayatiyyesini halel-dar +eder. Ta’bir-i diğer ile İtalya’nın şu cezayire malikiyeti mutasavver +bile değildir. Böyle bir fikir İtalya ricalinin rüyasına +bile giremez. +Mes’elenin ma’nevi cihetine gelince; İngiltere Devleti +yine aynı müstemlekelerde yüz milyondan ziyade tebaa-i +hakimiyetini bütün Asya’da te’min etmiştir. Halbuki aynı +tebaa-i İslamiyye’nin makam-ı mualla-yı Hilafet-i İslamiye +ma’lumdur. Şu merbutiyetin derecesi ve mikdarı bilhassa +Trablus muharebesi ile tecelli etti. Gerek Afrika’da ve gerek +Asya’da sakin bu kadar akvam ve tavaif-i İslamiyye dakīka +be-dakīka çehar-çeşm ile muharebenin teferruat ve tafsilatını +bekleyerek her an Halife-i müsliminin nusret ve muzafferiyeti +bulunuyorlar; bilhassa Hindistan müslümanları bunlar harp +tima’lar mitingler tertib ederek hükumet-i metbualarından +Halifelerine muavenet edilmesini temenni ettiler. Elbette ki +niyat ve arzularını nazar-ı dikkate almak mecburiyetindedir. +Elbette ki hükumet-i mezkure en ziyade güdümünde olduğu +unsur-ı İslam’ın kalbini kırmaz ve temayülat-ı hissiyyatlarını +okşamak ister. Ba-husus şu temayülat ve hissiyat yukarıda +beyan ettiğimiz vechile kendi menafi’-i zatiyye ve icabat-ı +hayatiyyesi ile de tevafuk ediyor. +bulan bir istizaha cevaben erkan-ı hükumetten birisi “Şark +sularında İngiltere menafinin halel-dar edilmesi mes’elesi +hükumeti düşündürüyor” demiştir. Diğeri ise “Yüz milyondan +ziyade tebaa-i İslamiyye’ye malik olan İngiltere hükumeti +bir iş olamaz” diye beyanatta bulunmuştur. Ve yine bunun +re menafinin Şark-ı Karib’de muhafazası için teşebbüsat-ı +lazımede bulunmasını taleb ediyor. Bazıları ise şu teşebbüsatın +şekil ve suretini de ta’yin ederek Roma’da icra-yı +tazyik edilmesini ve Osmanlı sularının rahat bırakılması için +dir ediyor. Ve anladığı içindir ki hükumat-ı saireye Cezayir-i +Bahr-i Sefid’in işgali hakkında beyanatta bulunmak ve işgalin +muvakkat olduğunu izah etmek mecburiyetini hissetmiştir. +Hal böyle iken metanet ve azmimizde sabit ve cereyan-ı +ahvale muntazır olalım… +TAVZIH-İ HAKĪKAT +– – +Almanya ceraid-i mühimmesinden Kölnische Zeitung +gazetesinde münderic ve Kandiye’den mersul bir mektup +müsadif-i nazar-ı acizi oldu. Corci Broviç Paşa’nın vilayet +müşavirliği evahirinde bir çok te’sirat ve ilcaat-ı siyasiyye +Babıali tarafından biz-zarur tatbikine muvafakat buyurulan +ve “mukarrerat-ı ahire” ünvanını almış olan tarz-ı idare-i +cezirenin safahat-ı müellimesini burada mevzu’-ı bahs etmek +ehemmiyet vererek kabul ve tatbikı için Babıali’yi teşvikten +hali kalmamış olan devletlerin pek ziyade aldandıklarını isbat +etti. Asakir-i Osmaniyye’nin ve daha doğrusu esas-ı idare-i +devletin infikakına bir vesile ihzar eden bu vak’a-i siyasiyye +senesinde cereyan etmekte iken Girit’de mevcud +nüfus-ı İslamiyye –mektubda gösterildiği gibi– yetmiş dört +binden ibaret değil resmi bir surette ahz olunan ma’lumat-ı +mevsukaya göre “doksan altı” bini mütecaviz bulunuyordu. +Mezkur mektubun muharriri o tarih-i meş’umdan bugüne +kadar cereyan eden vekayii tahlil ederken bir çok hakayıkı +dermiyan eyliyor ki bundan hissemize terettüb eden teşekkürü +olarak kendisine verildiği muhakkak olan ma’lumatı +tashih kaziyyesi dahi öylece bir borçtur. +Evvela biz de muharrir ile beraber arz edelim ki Girit’de +ahali-i müslime için o tarihden sonra hukūk-ı hayatiyye – +bir çok mezalim ve i’tisafat ile– tahdid ve tazyik edilmiş olduğundan +memalik-i saire-i Osmaniyye’ye iltica bir +zaruret halini iktisab etmiştir. Zannetmeyiz ki pak bir maziye +hamiyet ve fedakarlıkla meşhun bir hiss-i merbutiyyete sahib +olan zavallı ahali-i müslimeyi bu ıztırar üzerine ihtiyar +ettikleri tarik-ı ilticadan dolayı takbih ve muahaze edecek bir +vatandaş bulunsun! O biçaregana mesaib-i gurbet meraret-i +hayat kafidir. Canı ırzı malı ve mukaddesat namıyla +ne mevcud ise cümlesi duçar-ı taarruz oldukları ve bu taarruzata +karşı koyacak bir kuvvet bir kuvve-i idare acz içinde +bulunarak –muharririn dediği gibi– onların feryad-ı istim­ +dad­ +karanesini istima’ ile mehakimde; zabıta ve sair aksam-ı +ve faailiyet göstermediği halde ehl-i İslam’ı adem-i sebat ile +muateb etmek insafsızlık olur. +Mezkur mektubun bir fıkrasında “Hıristiyanlar Türkiye’nin +boyunduruğu altında iken çektiklerinin intikamını +şimdi müslümanlardan alıyorlar.” deniyor. Biz buna bütün +mevcudiyetimizle i’tiraz eder ve deriz ki: Zulüm ve istibdad +bütün memalik-i Osmaniyye’de canhıraş bir surette tedvir-ı +çarh etmekte iken Girit’de hükumet-i Osmaniyye esasat-ı +meşrutiyet dairesinde idare-i umur ediyor ve Giritlileri “Halepa” +Kararnamesi ve mukarrerat-ı saire-i ahrarane ahkamıyla +bir saadet-i ictimaiyye içinde yaşatmak teşebbüsatında +kusur etmiyordu. Parlamenter hayatının küçük kıt’ada +bir numunesini irae eden Girit Meclis-i Umumisi muntazaman +muzik pençeleri altında inliyordu. Hakkul-insaf düşünülürse +Girit liva-yı Osmani altında fiilen ve maddeten idare olunduğu +müddetçe ahali-i mahalliyye devletten hükumetten +lütuf şefkat ve semahat-i tebaa-perveriden başka bir şey +görmediler. Her sene masarıf-ı müteferrika-i fevkaladeden +maada on bin liradan aşağı düşmüş bütçe açığını dolduran +bu Türkiye hükumeti değil mi idi? Fakat Girit hıristiyanları +bu ni’meti bilmediler. Nankörlük ettiler. Şimdi de iddia +edebiliriz ki o fi’l-i kabih-i had-na-şinasanelerinin ceza-yı +sezasını cezirede müstevli sefalet-i iktisadiyye dolayısıyla çekiyorlar. +Bugün muharririn beyanatına tamamıyla muhalif +olarak iddia edeceğiz ki Girit hıristiyanları harekat-ı cinayetkaraneleriyle +Türkiye’den çektiklerinin intikamını alıyorlar +değil o Türkiye idaresi sayesinde ele geçirmiş oldukları +kasr-ı müzeyyen ve muhteşem hürriyetin yine Türkiye’nin +eser-i semahatiyle tarsin edilmiş olan temellerini bir feveran +ve galeyan-ı mecnunane ile gülerek oynayarak yıkmaya çalışıyor +ve epeyce de muvaffak oluyorlar! Yazık! + +---- +MEKATIB +---- + +AVRUPA’NIN NOKTA-I NAZARI + +---- +VE OSMANLILARIN MEVKII +---- + +Bahr-i Sefid Boğazı’nın İtalya filosu tarafından topa tutulduğundan +sonra Alman gazetelerinin ekserisi neşriyat-ı +atiyyede bulunup diyorlar ki: +muharebe şu esnada ehemmiyetini gaib ederek Avrupa diplomatlarının +oynadığı oyun perdesinin arkasında gizlendi. +Balkan muharebesi alemi tahrike sebeb olacak dram sahnesi +medhalini teşkil ettiğinden oyuna başlanacak zamanın +takarrub ettiğini müdhiş bir ciddiyetle bize ihbar ve tebliğ +ediyor. Bahr-i Sefid’e tahakküm için edilecek güreşlerin +mukaddimesi demek olan mes’ele-i hazıra belki Avrupa-yı +Vüsta hükumetleri ile Garbi hükumetleri şu nokta-i nazardan +yine bu müdhiş Balkan kayaları üzerinde yekdiğerine +tesadüf ederek değil yalnız Avrupa’da Asya’da bile satvet-i +tahakkümlerini te’min için çarpışacaklardır. Tarafeynden +birincisi Berlin ikincisi Londra’dır. +Ruslar bugün hiçbir maniaya tesadüf etmeden Bahr-i +Sefid’e girip çıkmak üzere kendileri için Boğazlar’ın açık +bulundurulması arzusunu suret-i kat’iyyede takviyeye gayret +ediyor. İngilizler ise ona karşı aynı ciddiyetle muhalefet +ediyor. Almanlar komşusu bulunan Rusların arzusu ile İngilizlerin +tehdidi arasında dümensiz gemi gibi yalpa vurmakta. +Avusturya Selanik’e yan gözle bakarak Ruslara istinad +ediyor. İtalyanlar Balkan barut fıçısının biran evvel iş’ali için +suret-i mütemadiyyede uzaktan dinamitler atmakta. Fransızlar +menfaat edebileceğini tefekkür ile beklemektedir. +Osmanlıların hayatı Rusların Bahr-i Sefid iştihasına bir +sedd-i azim çekmekle kaim olduğundan bu hususda İngilizlerin +şimdiye kadar sarf eyledikleri sa’y u gayret semeresiz +kalacak olur ise bu halde haiz-i nüfuz olacak olan Ruslar +lıların zi-nüfuz ve sahib-i kudret olması İngilizlerden maada +hiçbir devletin mucib-i menfaati değildir. Hilafet’in na-tüvan +bulunması mevcudiyetini muhafazaya kudret-yab olama­ +yacağından dini ve mezhebi Hilafet’e merbut ve İngilizlerin +taht-ı idaresinde bulunan bir takım memalik-i İslamiyye’nin +tahrikatına bais olacağı vareste-i iştibahdır. Zira Rusların +hal-i hazıra gelinceye kadar mütemadiyen çalıştıkları Anadolu +Mısır ve Hind gibi memalik-i İslamiyye’de isyana +müşabih bir hareketin zuhuruyla Osmanlıların hayatına +hitam verilecek ve bunun neticesi olarak başlarına açılan bir +felaketin def’ine İngilizler suhuletle muvaffak olamayacaklarından +tahakküm-i alem menzilesinden sukūt ve Ruslar da +maksadlarına nail olacaklardır. +Eğer Ruslar İtalyan ve Balkan hükumat-ı sağīresiyle +Osmanlıları harekete gayr-i muktedir bir hale ifrağ edecek +olur ise tarafeyninde Fransız ve Japonlar bulundukları halde +bile acaba İngilizler bu müşkil işin üstesinden gelebilecekler +mi? Acaba İngilizler böyle bir müşkilata duçar olurlar +dirler? Avrupa dipyomatlarının fikirine kalır ise “Rus-Fransız-İtalyan +ve Balkan hükumat-ı sağīresi”nden mürekkeb bir +yorlar. Bu hal kesb-i hakīkat edecek olur ise ta’kīb ettiği yol +edecek. İşte asıl o zamanda Osmanlıların hayatı ebediyen +te’min edilmiş olacaktır. +beyan olunan ve iki taraf teşkil eden tecemmu’-ı hükumatın +husulü mümkün müdür? Eğer evet ile cevap verilecek olur +eylemesi ve muvazenet-i hükumat ebediyen te’min edilmiş +olur. Yalnız şu şartla ki eğer İngilizler hiçbir şerait vaz’ına +lüzum görmeden Alman Avusturya ve Osmanlılar ile ittifak +etsin şu kadar ki bununla mevcud olan tehlikelerin istikbalde +büsbütün meydandan kalkacağına hüküm olunamaz. +mevcud olan İttifak-ı Müselles’e bir de Ruslar dahil olacak +olurlar ise her ne kadar bu dehalet siyasi ve iktisadi müttefiklere +faide-bahş bir şey değil ise de yalnız Osmanlıların +hayatı tezelzüle uğrayıp uğramayacağıdır?.. Viyana ve +Petersburg’da Osmanlı yağmasına olan hahişin el-an üstü +kapalı tutulmağa gayret olunuyor ise de an karib meydan-ı +aleniyyete atılacakları hal ve mevkiin almış olduğu renkten +kemal-i vuzuh ile anlaşılıyor. Rusların İttifak-ı Müselles’e +doğrudan doğruya duhulü bir takım külfete dahi hacet +kalmaksızın yalnız mes’ele-i mezkure üzerine yekdiğeriyle +anlaşmak ile de kabil olabilir. Bunun husulüyle de Fransız +Rus ittifak şu’lesi söner. +Stuttgart’tan +ŞUUN +MECLIS-I MEB’USAN-I OSMANI +HÜLASA-I MÜZAKERATI +Evvela resm-i küşadın zabıtname hülasası okunduktan +sonra resm-i küşadda bulunamadıklarından dolayı +tahlifleri icra edilemeyen meb’uslar makam-ı riyaset önünden +geçerek tarz-ı sabık vechile yemin ettiler. +Her meb’us masasının üzerindeki +zarfa intihab ettiği zatın ismini yazarak kutuya attı. +Re’ye iştirak eden mevcud meb’usan idi. Netice-i tasnifde +re’y ile Kastamonu Meb’usu Ahmed Mahir Efendi +muvakkat reis intihab olundu. +Bunu müteakib muvakkat +reis vekilleri için re’y pusulaları toplanarak tasnife +başlandı. Teşettüt-i araya mebni ekseriyet-i mutlaka hasıl +olamadı. Yeniden re’yler toplanarak re’y ile İstanbul +Meb’usu Artas Efendi muvakkat reis vekaletine intihab +olundu. +Trablusgarb Meb’usu +Naci Bey Trablusgarblıların hamiyet ve fedakarlıklarından +nutk-ı hümayunda sarf buyurulan cümle-i takdirkarinin +mücahidin-i İslamiyye üzerindeki hüsn-i te’sirinden bahisle +millet-i muazzama-i Osmaniyye’nin efkar ve ihtisasat-ı bergüzide-i +vatanperveranesini temsil eden hey’et-i milliyyenin +fatiha-i a’mali olmak üzere meydan-ı harbdeki mücahidin-i +muhteremenin hararetle selamlanmasını teklif ve keyfiyetin +derhal telgrafla tebliğ buyurulmasını taleb etti; umum tarafından +kabul olundu. +Bingazi Meb’usu Şetvan Bey de darü’l-cihaddaki İslam +kumandanlarıyla muharebatın bidayetinden beri hissiyat-ı +aliyye muavenat ve himemat-ı fevkalade ibraz eden Mısırlı +ve Tunuslu kardeşlerimize de beyan-ı teşekkür edilmesini +teklif etti bila-ifate-i vakt telgrafla tebliği kabul olundu. +Ba’dehu la-ale’t-ta’yin her birinde +birer meb’usun ismi yazılı olan yuvarlaklar masaya atılmak +suretiyle meb’usanın şu’belere taksimatı icra olundu. Mevcud +meb’usların mazbata-i intihabiyyeleri yuvarlaklar vasıtasıyla +şuabata taksim olundu. +OSMANLI-İTALYAN MUHAREBESI +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +sı’na tebliğ olunmuştur: +Düşman bu sabah Humus kasabasının şarkında +sahil boyunca bir huruc hareketi yapmış ise de gördüğü +mukavemet-i şedide üzerine deniz kenarında ve kasabadan +bir buçuk kilometre mesafede bulunan Libde +Harabeleri’nden ileri geçememiştir. Bu muharebeye düşmanın +ber-mu’tad bir sefine-i harbiyyesi dahi iştirak etmiştir. +Muharebe düz bir hurmalık ve bahçe duvarları ile muhat bir +mıntıkada cereyan etmiştir. Üç şehid ile üç mecruhumuza +mukabil düşmana yetmişi mütecaviz telefat verdirilmiş olduğuna +eminiz. +§ Şehr-i halin on dokuzuncu günü bir İtalyan tayyaresi +Saniyeten beni ademe boma atmış bir nefer üç çocuk +ve altı kişi mecruh olmuştur. +§ Aynı gün bir İtalyan kabil-i şevk u idare balonu Aziziye’deki +Hilal-i Ahmer çadırları üzerine bomba atmış ve +kişi cerihadar olmuştur. Düşman başka zayiat ika’ eyleyememiştir. +Homs’da Libde Harabeleri’nden +tecavüz eden düşman üzerine - Nisan gecesi bir baskın +man bir hayli telefata duçar olduğu gibi kazma kürek cebehane +dürbin gibi levazım-ı harbiyye iğtinam olunmuştur. +Sabaha karşı kurulan bir pusuya düşen bir düşman bölüğü +dahi hayli maktul bırakmıştır. +Nisan’ın ’nci günü sabahı Fruva’da bulunan +düşmanın dört tabur piyade ve iki mitralyozden mürekkeb +bir müfrezesi cenuba doğru hareket etmiş ise de cebheden +askerimizin mukavemeti hareketlerini tevkīf etmiş +ve müteakıben vürud eden Fruva ve Acilat Zaviye gönüllüleri +tarafından düşmanın sol cenahına vukū’ bulan hücum +düşmanın firar suretiyle istihkamatına kadar ric’atini intac +eylemiştir. Bu muharebede düşmanın pek çok zayiata duçar +olduğu meydan-ı harbe de terk eylediği maktullerden ve +kan izlerinden istidlal edilmektedir. Mezkur iki muharebedeki +zayiatımız yirmi şehid ve yirmi yaralıdan ibarettir. +Yevm-i mezkur sabahı Humus’da düşman +bir kol ile şimalden cenuba ve diğer bir kol ile Humus’un +garbına ve bir üçüncü kol ile sahildeki hurmalığa taarruz +etmiş ve cebheden taarruz eden düşman taburu Zılleteyn +müfrezesi tarafından müdafaa olunan tepeleri işgale muvaffak +olamayarak donanmanın ve karadaki topların taht-ı +himayesinde münhezimen ric’at etmekte iken geceden o tarafa +yerleştirilen kuvvetli bir pusunun ateşi altında ikisi zabit +olarak on beş maktul ve altı mecruh meydanda bırakarak +firar eylemiştir. Garba taarruz eden düşman kuvveti ise gördüğü +mukabele-i dilirane üzerine şehre çekilmiştir. +Homs’un şarkına hurmalığa yürüyen düşman kuvvet +maktul bırakarak firar etmiştir. +birisi mecruh bile olmamıştır. +Şehr-i halin ’inci gecesi Tobruk’ta ileri sokulan +bir müfrezemiz bazı tertibat ile düşmanı şaşırtıp üç +saat top ve mitralyoz ateşinden sonra istihkamattan pürtelaş +dışarı çıkararak avcı siperleri işgal edilmiş ve gelen düşman +bölüğü üzerine yandan icra ettikleri iyi bir ateşle kırkı mütecaviz +telefat verdirilmiş ve iki mitralyöz ile projektörleri tahrib +edilmiştir. Milisten bir şehid ile bir mecruh ve gönüllü +askerlerden iki mecruh vardır. Düşmanın top ve tüfenk ateşi +sabaha kadar devam etmiştir. +Mart’ın yirminci günü akşamı Kunfuda’ya gelen +bir düşman gemisi ertesi günü sabahdan akşama kadar +Kunfuda mevaki’-i askeriyyesini topa tutmuştur. +Bugün İtalyan gemisi yine bombardımana +başladığı esnada eşkıya da bir kasabaya hücum ettiler. +Merkumların hücumu şiddetle def’ edildiği gibi İtalyan mermileri +de bir zarar iras edememiştir. Eşkıya müsademesinde +askerimizden yalnız biri şehid ve üçü hafif surette mecruh +olmuştur. +Ayın yirmi beşinci günü düşman gemisi toplarını +doğrudan doğruya Kunfuda kasabasına tevcih ederek +bil-cümle emakin-i miriyyeyi ve üzerinde Hilal-i Ahmer +bayrağı bulunan hastaneyi topa tutmuş ve sazdan ma’mul +olup ariş denilen ahali hanelerinden yüzü mütecaviz haneyi +Ayın yirmi yedisinde düşman tekrar bombardımana +başlayıp hükumet konağıyla kasabaya pek çok +mermi atmıştır. Düşmanın ateşinden asakir-i Osmaniyye +kat’iyyen müteessir olmadı. Emakin-i miriyyece de vukū’ +bulan hasarat ehemmiyetsizdir. Ancak husule gelen harikten +o gün de kırk kadar ariş muhterik ve dördü çocuk ve altısı +kadın olmak üzere ahaliden yirmi kişi mecruh olmuştur. +Ayın yirmi altısında Kunfuda’ya kuvve-i kafiye-i +ve Mart – Ayın yirmi dokuz ve otuz birinci günleri +gemi tarafından tekrar hükumet konağıyla askeri anbarına +ve gümrük dairesine ateş edilerek hükumetin kısm-ı fevkanisi +ve anbar ile gümrük dairesi kısmen rahnedar edilmiştir. +Burada bulunduğu müddet esnasında gemi efradı limandaki +dört büyük senbugu cer ve diğer ikisini dahi gark ederek +Mart’ın otuz birinci günü ale’s-sabah cenuba müteveccihen +buradan gitmiştir. +Bir hafta imtidad eden şu hadise-i müellime esnasında +askerimizin eşkıyaya karşı gösterdiği besalet şayan-ı takdirdir. +Sefine burada bulunduğu esnada endaht ettiği beş yüzü +mütecaviz gülleden askerimize hiçbir hasar vaki’ olmamıştır. +Şehirdeki sükun ve asayiş ber-devamdır. +Nisan – Cumartesi sabahı gurubi saat onda düşmanın +sefine-i harbiyyesi Rodos’u ihata ile kasabanın +kurbundaki Trianda ve şarkındaki Faliraki körfezlerinde +ahz-ı mevki’ etti. Ve saat iki buçukta Trianda körfezi üzerindek +Mike sırtlarına gemilerden ateş etmeye başladı. +Ve bu esnada Faliraki körfezine asker ihracına ibtidar etti. +Aynı zamanda Rodos’un gerilerine dahi sefain-i harbiyyeden +ateş edilmekte idi. Düşmanın Faliraki cihetine çıkardığı +kuvvete karşı derhal hareket edildi. Sahile çıkarılan kuvvet +harbiyyesinin ateşi himayesinde Uzgur karyesi cihetine +teveccüh etmiş olduğundan o cihetten mukabelesine şitab +edildi. Bütün sefain-i harbiyye tarafından düşmanın sahile +çıkardığı topçu bataryaları top atışıyla himaye edilmekte idi. +Bu sebebden düşmanın iki topçu zabiti ile bir hayli efradı +sonra düşman sefain-i harbiyyesinin ateşi haricinde kalınmak +üzere dahile doğru çekilinerek münasib bir mevki’ işgal +edilmiştir. Yalnız bir mülazım ile birkaç nefer mecruhumuz +vardır. Zaif ve hastegan ile perakende birkaç nefer şehirde +bırakılmıştır. +§ Kuvve-i askeriyyemizin dahil-i cezirede sefain-i harbiyye +ateşinden masun mahallere çekilmesi üzerine İtalyanların +Rodos kasabasına asker çıkardıkları ve bombardımanın +te’siriyle dağlara iltica eden ahalinin şehre avdetle inzibat +ve asayiş-i beldenin zabıta vasıtasıyla muhafaza ettirildiği +ma’ruzdur. +Meclis-i Hass-ı Vükela +tarafından Çanakkale Boğazı’nın küşadıyla limanımızda +bulunan sefain-i ticariyye-i ecnebiyyenin mürur ve uburuna +müsaade olunmuştur. Boğaz medhalinin uzun müddet +mesdud kalması gerek ticaret-i Osmaniyye’ye ve gerek ecnebi +sefain-i ticariyyesine mazarrat iras edeceği Babıali tarafından +dikkate alınarak düşman donanması tarafından +tekrar bir tecavüz vukūunda boğazın seddine hükumet-i +Osmaniyye’nin hak ve selahiyeti haiz olması hasebiyle şimdilik +boğazın sefain-i ticariyyeye mahsus olan geçidi üzerindeki +torpillerin ref’i ile kema fi’s-sabık sefain-i mezkurenin +müruruna müsaade olunmasına karar verilmiştir. Meclis-i +Vükela’ca Boğaz medhalinin açılmasına dair verilen karar +üzerine Harbiye ve Bahriye nezaretlerinden Kale-i Sultaniyye +Kumandanlığı’na telgrafla evamir ve ta’limat-ı mukteziyye +Hariciye Nezareti Boğaz’ın küşadı hakkındaki kararı beray-ı +ma’lumat düvel-i ecnebiyye nezdinde bulunan süfera-yı Osmaniyye’ye +telgrafla iş’ar ettiği gibi Dersaadet’deki sefarat-ı +ecnebiyyeye dahi ber-vech-i ati i’ta-yı ma’lumat etmiştir: +“Hükumet-i Seniyye’nin Çanakkale Boğazı’nı mesdudiyetinden +evvelki şerait dairesinde yani sefain-i ticariyye için +kılavuzluk icabatına tabi’ olmak mecburiyeti bakī kalmak +üzere bi-taraf sefaine küşad etmeye karar verdiğini Hariciye +Nezareti sefarat-ı ecnebiyyeye tebliğ eyler. Muayyen ve +mahdud bir yolun açılması için maddeten lazım olan müddetin +küşade bulunacaktır. Hükumet-i Seniyye’nin lüzum hisseolunduğu +anda Boğaz’ı tamamen seddetmek hususundaki +hakk-ı meşruunu tamamen muhafaza eylediği vareste-i +tezkardır. +Enver Bey’den +Harbiye Nezareti’ne iş’ar olunduğuna nazaran meşayih-i +urbandan Şeyh Savf mikdar-ı külli mücahidin ile birlikte +Osmanlılara iltihak etmiştir. +Sudan’dan binlerle süvariden mürekkeb ve Seyyid Ali +eş-Şerif kumandası tahtında gelen bir kıt’a dahi kuva-yı +Osmaniyye’ne inzimam eylemiştir. Bu kuvvet Tumbuktu ve +Çad gölü cihetlerinde dört ay seyahat ederek Osmanlı ordugahına +muvasalat etmişlerdir. +Yine rüesa-yı meşayihden Muhammed el-Emin ile Muhammed +Ahmed hazeratı kıt’alarının başında olarak Osmanlı +ordugahına muvasalat eylemişlerdir. Tuarek kabilesi +dahi elan sahne-i harbde bulunmaktadırlar. Baladaki meşayih +Afrika urbanı nezdinde haiz-i nüfuz ve iktidar zevattır. +Müşarun-ileyhimanın yalnız sahne-i harbde mevcudiyetleri +Arabların kuvve-i ma’neviyyelerini tezyid ve takviye eylemeye +kifayet eder. +– el-Müeyyed gazetesine meydan-ı +harb muhabirinden keşide olunan bir telgrafnamede +Şeyh Senusi hazretleri maiyetindeki asakir-i kesire ile beraber +Cağbub’a muvasalat buyurduğu iş’ar olunmuştur. +Dün Rodos’dan alınan +resmi telgraflara göre Rodos’daki İslam mücahidleri +duçar etmişler bin de esir almışlardır. +Ema­ +nat-ı mukaddese üç kıt’adan ibaret olup biri “sitare-i şerife” +Ka’be-i Muazzama örtüsüdür. Siyah ipek ibrişimden +mensuc olup üzerinde yine siyah ipek ibrişim ve hatt-ı celi +Emanat-ı mukaddeseden ikincisi sitare-i şerifenin vasatında +“sırma kemer” olup üzerinde dairen ma-dar halis +sırma ve gayet kalın bir hatt-ı celi ile Ka’betullah hakkında +şeref-nazil olan ayatı-i kerime ile nam-ı nami-i hazret-i şehriyari +muharrer ve menkūştur. +Emanat-ı mukaddeseden üçüncüsü Hacerü’l-Esved’in +gümüş zarfı olup cennet-mekan Sultan Abdülaziz Han’ın +zaman-ı saltanatlarında tebdil edilmiş ve tamam kırk sekiz +sene Hacerü’l-esved üzerinde bulunup bu kere de tebdil +edilmiştir. +Bu emanat-ı mukaddese her sene tebdil olunur ise de +ba’de’t-tebdil payıtahta isali yalnız “Haccu’l-ekber” ve tebdil-i +hilafet vukūuna münhasırdır. Bu defa dahi hacc-ı ekber +vukūu hasebiyle Dersaadet’e getirilmiştir. Sitare-i şerife +beray-ı ziyaret Hazret-i Eba Halid’e gönderilmiştir. +Osmanischer Lloyd ’un +Bağdad muhabiri Bağdad’da İmam-ı A’zam hazretlerinin +cami’-i şerifi derununda bulunmakta olan A’zamiye Medresesi’nin +suret-i ıslah ve tensikı hakkında bazı ma’lumat +veriyor. Bu ma’lumatdan anlaşıldığına göre mektep rüşdi +nacak ve birinci ve ikinci kısımda müddet-i tahsil dört ve +üçüncüde altı sene olacaktır. Rüşdi i’dadi kısımlarında ecnebi +lisanlarından maada bil-cümle ulum tedris olunacaktır. +Tedrisat Arapça olacak ve Arap edebiyatı da rüşdi ve i’dadi +sınıflarında okutturulacaktır. Farisi ve Türkçe’nin tederrüsü +mecburi ve Urdu lisanı dahi ihtiyari olacaktır. +Mektebin kısm-ı ali talebesi felsefe-i edyan tarih-i edyan +hukūk-ı umumiyye kavaidi ve felsefe-i cedide ile bil-cümle +ulum-ı diniyyeyi tederrüs edecekler ve mektepte bir matbaa +bulunarak Arapça Türkçe ve Farisi lisanlarıyla aylık bir +mecmua neşr olunacaktır. Mektep bir müdir-i umumi vasıtasıyla +muavini ve katibler bulunacaklardır. Her şu’bede talebenin +ef’alini ve tahsilin suret-i icrasını teftiş edecek bir mubassır +bulunacaktır. Mektebin fen komisyonu müdir-i umumi +rından ibaret olacaktır. Bu meclis her on beş günde ictima’ +edecektir. +Komisyon a’zası gayet muktedir zevatdan intihab edilerek +vazifeleri kanun-ı mahsus ile ta’yin olunacaktır. +Mezkur mektebin bir konferans salonu büyük bir kütübhanesi +asar-ı atika müzesi kimyahanesi matbaası ve +jimnastik salonu ve tenezzüh bahçeleri olacaktır. Mekteb-i +mezkur me’zunları Irak’da hakimliğe veyahud rüşdi ve i’dadi +mekteplerinde muallimliğe ta’yin olunacaklardır. Bilahare +mektebe hukūk ve tıb tahsili için ayrıca birer dershane ilave +edilerek burada tedrisat Türkçe icra edilecektir. +Rumeli Hey’et-i Islahiyesi’nin ihya ettiği +asar-ı vakfiyyeye yeni bir zamime olmak üzere bu kere +Berat’da Sinan Bey Medresesi’nin mükemmelen ta’miri +Sultan Bayezid Dede Oruç Yusuf Ağa Osman Çavuş cami’-i +şeriflerinin ta’miri çin de kuruşun hemen irsal-i +lüzumu Evkaf Nezareti’ne iş’ar olunmakla mebaliğ-i mezkurenin +havalenameleri irsal kılınmıştır. +Hava donanmalarının +günden güne tekessür ve tekemmül etmesi hasebiyle her ciheti +şamil bir hukūk-ı havaiyye kanununa ihtiyac-ı kat’i hasıl +olduğunu ve Avrupa ilm-i hukūk mütehassıslarınca bu cihet +düşünülmekte olması üzerine keyfiyet-i mezkure Fetvahane-i +Ali’nin nazar-ı dikkatini celb ettiğinden kütüb-i fıkhiyyede +tedkīkat icrasıyla ihtiyaca kafi hukūk-ı havaiyye kanunu +tanzimine mübaşeret olunmuştur. +Mekke-i Mükerreme Reisü’l-uleması ve Şafii +Müftisi eş-Şeyh Mehmed Said Efendi doksan yaşında bulunduğu +halde irtihal-i dar-ı beka eylemiştir. Rahmetullahi +aleyh. +Devlet-i Aliyye’ye hidemat-ı adide +etmiş ve taraf-ı hazret-i padişahiden merhumun aile-i keder-didesine +beyan-ı ta’ziye olunmuştur. +Trablusgarb ve Bingazi ve civarından +gelen muhacirlerin iskan ve iaşeleri muamelatını +bu hafta zarfında ictima’ ederek; muhacirlere yevmiye +tevziatında bulunmuştur. Hükumet-i Seniyye’nin bu +lutfu umumun teşekkürünü mucib olmuştur. +Girit müslümanlarına karşı +anen fe-anen ada hıristiyanları tarafından icra olunan +muamelat-ı na-reva düvel-i hamiyye –bilhassa İngiltere’nin +nazar-ı dikkatini celb etmiştir. Bu yolsuzluklarla +cinayat-ı mezkureye nihayet vermeye düvel-i hamiyyece +takarrur etmiştir. Bundan sonra Girit kuvve-i icraiyyesini +Avrupa devletleri konsolosları kontrol edeceklerdir. +Yunanistan Parlamentosu’nda +fından intihab olunan a’zaların vapura binip Pire’ye azim +bulunduklarını istihbar eden düvel-i hamiyye vapuru tevkīf +Cami’ü’l-ezher +Darülfünunu talebesi arasında zuhur eden bir kargaşalık Mısır +hükumeti tarafından teskin edilmiştir. Şimdiye kadar hizmet-i +askeriyyeden muaf tutulmakta olan ilahiyat talebesinden +sekizi kışlaya sevk edilerek kendilerine cebren elbise-i +askeriyye iksa olunmuştur. +Mısır nasyonalistleri olup el-yevm +şehrimizde bulunan Muhammned Ferid Bey aleyhinde ikame +edilen da’vanın rü’yeti hitam bulmuştur. Ferid Bey Mısır’da +bulunmadığından gıyaben bir sene müddetle hapse +mahkum edilmiştir. Muhammed Ferid Bey’den maada el-Alem +ve el-Liva gazeteleri muharrirleri de üçer ay müddetle +hapse mahkum edilerek hemen tevkīf olunmuşlardır. +Mısır nasyonalistlerinin +mürevvic-i efkarı olup Dersaadet’de neşr edilmekte +olan Arabi ve Türki el-Hilalü’l-Osmani gazetesinin Mısır’a +men’-i duhulü hakkında hükumet-i Mısriyye tarafından karar +verilmiştir. Bu men’-i duhul kararı sırf Abdülaziz Çaviş’in +mezkur gazeteye makale yazdığından münbais olmuştur. +Kaşgar ahali-i İslamiyyesi tarafından Trablus mücahidin-i +bin ruble –her biri on iki kuruştur– Rus postasıyla İktiham +gazetesi idarehanesine gönderilmiştir. Mebaliğ-i mezkure +Harbiye Nezareti’ne teslim olunmuştur. +Fas: +Fas’dan gelen muhtelif havadislere nazaran +cereyan-ı hadisat karşısında muztar kalan Sultan Mulay +Hafiz Rabat şehrine azimetine Fransızlar tarafından mümanaat +gösterildiği takdirde terk-i saltanat eylemek tasavvurunda +bulunuyormuş. Fransızlar tarafından müşarun-ileyhin +azimetine muhalefet gösterilmeyeceği te’min kılınmıştır. +Fransız matbuatı +Mulay Hafiz’in cesaretini gaib etmekte olduğuna dair +tiyattan mahrum olduklarını ve tarz-ı idareleriyle tabayi’ ve +ahlak-ı İslamiyyeye adem-i vukūflarını söylüyormuş. +Osmanischer Lloyd ’un Londra’dan aldığı hususi bir telgrafa +göre kişiden mürekkeb bir Afgan pişdarı Acemistan’a +dahil olmuştur. Bu vak’adan büyük mikyasda bir istila +Hindistan’daki ahali-i +sene tam . . nefere baliğ olmuştur. +Tibet ahvali son günlerde pek ziyade +kesb-i vehamet etmiştir. Leha şehrinde musademeler +tevali ediyor. Tibetliler şimdiye kadar altı yüz telef vermişlerdir. +Çinliler cenub havalisinde Tibetlilerden mühim bir +kuvvet tarafından sıkıştırılmışlardır. +Sond adalarındaki ehl-i İslam’ın adedi gittikçe tezayüd etmektedir. +Kezalik ahali-i mezkure servet i’tibarıyla da pek +seviye-i maddiyyesi gerek seviye-i ma’neviyyesi pek yüksek +miyyenin taammümüne pek ziyade mani’ olmaktadır. Hele +fünun-ı cedidenin İslam medreselerine duhulünden hükumet +pek ziyade korkuyor. Bir de İslamları fena halde iz’ac +eden hukūkça adem-i müsavattır. +Cavalılar Felemenklilerin nazarında adeta insan ile hayvan +arasında mutavassıt bir cinstir. Hükumet yerli rüesaya +pek çok maaş rütbe ve nişan i’ta suretiyle ahaliye zulüm ve +Cava’nın merkezi olan Batavya’dan maada sair büyük +şehirlerde de Hükumet-i Seniyye’nin bir iki konsolosluk ihdası +ve mezkur me’muriyetlere ulemadan bazı zevatın intihabı +hüsn-i te’sir edeceğini oradan gelen bir zat söylemektedir. +Manila’da açılan başşehbenderlik Filipin adaları ehl-i +Tokyo’dan Ajans Royter’e bildirildiğine +göre şimal sularında sayd-ı mahi mes’elesi dolayısıyla +tahaddüs eden Rus-Japon ihtilafı üzerine üç Japon kruvazörü +şimale müteveccihen hareket eylemiştir. +Benadir’de +yan askeri gecelerini pek büyük bir havf ve haşyetle geçirmektedirler. +Şeyh Vedad hazretlerinin İtalyanlardan iğtinam +eylediği emval hayli kıymetdardır. Müşarun-ileyh bu yakında +bir çok esliha mühimmat ve hatta bir batarya sahra topuna +malik olmuştur. Orada da muharebe Trablus gibi İtalyanlar +aleyhinde temelli devam edecektir. +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“Ey insanlar bilmiş olunuz ki biz sizi bir erkekle bir kadından +yarattık sonra tanışabilmeniz için her birinizi asıllara +kabilelere ayırdık; Allah’dan en ziyade korkanınız kim +şınızı bilir.” +* * * +Beş vakit namazını aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in +arkasında kılar bu tertibi hiç bozmaz bir siyah köle varmış. +Günün birinde Efendimiz bu köleyi mescidde göremeyerek +nerede olduğunu sahibinden sormuş. “Hummadan yatıyor” +cevabını alınca yoklamak için yanına kadar gitmiş. +Aradan üç gün geçtikten sonra Resul-i Muhterem sallallahu +aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri kölenin halini +sordurup son nefese geldiğini öğrenince tekrar bulunduğu +eve uğramış. Hastanın vefatını müteakib cenazesini kendileri +yıkamış kendileri defin buyurmuş. +Gerek Muhacirin gerek Ensar bu vak’ayı pek büyük +bir şey olarak telakkī etmişler. İşte onun üzerine Sure-i Hucurat’a +mensub olan şu ayet-i kerime nazil olmuş. +Erkekle kadından maksad Adem ile Havva’dır; herkesin +doğrudan doğruya kendi anası babasıdır diyen müfessirler +de vardır. +"Şu’ub" şa’bın cem’idir. Şa’b kelimesini “kütük” lafzıyla +tercüme edebiliriz ki silsile hususunda Arapların saydığı altı +tabakanın müntehasıdır. Bu tabakalar aşağıdan yukarıya +doğru şu isimleri alır: Fasile fahz batn imare kabile şa’b... +Şa’b hepsinin aslıdır. Yani kabile şa’bdan imare kabileden +batn imareden fahz batından fasile fahzdan çıkıyor. Bunu +bir misal ile göstermek lazım gelse deriz ki: Abbas fasiledir; +Haşim fahzdır; Kusay batındır; Kureyş imaredir; Kinane kabiledir; +Huzeyme şa’bdır. +Ayet-i kerime sarahaten gösteriyor ki insanların asıllara +kabilelere ayrılması nesebler yekdiğerine karışmamak; her +şahsın hüviyeti ma’lum olmak içindir; yoksa babalarla dedelerle +tefahur için değildir. +Hasebin nesebin hiç bir kıymeti olmadığını bildiren ehadis-i +kerime pek çoktur. Haccetü’l-veda’daki ihtar-ı Peygamberi +ümmetin kıyamete kadar hatırından çıkmamalıdır. +tebliğ-i ilahisi Kur’an’da; bunu +müfessir olan hadis-i şeriflerin bir çoğu meydanda iken hala +ma’ruf bir adamın ahfadından olmayı medar-ı temayüz bilenler +var! +Ulema-yı İslamiyyenin en büyüklerinden olan Kınalı-zade +Ali Efendi merhum diyor ki: “İnsan hatta Peygamber +sülalesinden olsa asalet da’vasıyla meydan-ı tefahura atılmamalıdır. +Zira bu da’vayı isbat edebildiği takdirde +bir şey kazanamayacak; çünkü bütün şan ve şeref cedd-i +muhteremine aid olup kendi yabancı mevkiinde kalacak. +Asaletini isbat edemediği surette ise fazla olarak bir de yalancılık +rezilesini yüklenecek.” +Ekabir-i ümmetten Mevlana Şah-ı Nakşibend’e: “Silsile-i +nesebiniz nereye varır?” demişler. “Silsile-i nesebiyle kimse +bir yere varamaz!” cevabını almışlar. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + + +---- +HAC +---- + +– – +Bazı ehadis-i şerifeden Berae Sure-i celilesinin Hazret-i +Ebubekir yola çıkmadan nazil olup bu cihetin tebliği dahi +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +ona havale edilmiş olduğu yevm-i Nahr günü Mina’da +Hazret-i Ali’den maada Ebu Hüreyre ve rüfekasının Hazret-i +Sıddik’in emriyle vazife-i tebliğiyyenin ifası cihetine iştirak +etmiş oldukları anlaşılıyor. Fakat Buhari’nin Hazret-i Ebu +Hüreyre’den naklen rivayet ettiği muhtelif hadislere kütüb-i +siyer ve tevarihe tefsirlere bakılırsa Berae Sure-i celilesi +nazil olmadan aleyhissalatü vesselam efendimizce bundan +böyle müşriklerin hac etmemeleri üryanın Ka’be’yi tavaflarına +müsaade edilmemesi ciheti tekarrur ederek tebliğ etmek +üzere Sıddik radıyallahü anha tevdi’ ve onun da ancak +şu cihetlerden tebliğini Ebu Hüreyre ve sair bazı sahabelere +havale etmiş olduğu anlaşılır. Bu hale göre Berae Sure-i +celilesi huccac-ı kiram ile yola çıktıkdan sonra nazil olmuş +binaenaleyh Hazret-i Ali sure-i celilenin ibtidasından +kırk kadar ayetin tilavetiyle havi olduğu ahkamın tebliğine +sonradan me’mur edilmiş olduğu zihne tebadür eder. Hele +Buhari’nin Humeyd bin Abdirrahman’a müstenid olarak +muhtelif tarikler ile Hazret-i Ebu Hüreyre’den rivayet ettiği +ber-vech-i ati hadis-i şerife bakılacak olursa bu cihet hakkında +galebe-i zan te’min edebilecek nikat-ı latifeye tesadüf +olunur: +: . : +: : +: . +disinin hac esnasında Nahr Günü Mina’da Hazret-i Ebu Bekir’in +ba’s ve intihab etmesiyle: +diye +nida eden münadiler cümlesinden bulunduğunu Hazret-i +Ali’nin de kendileriyle beraber bulunup fakat onun ehl-i Mina’ya +karşı hem Berae sure-i celilesini tilavet hem de başka +müezzinlerin nida ettiği iki maddeyi i’lan eylediğini hikaye +buyuruyor. +Bu hadis-i şerifin ravisi bulunan Humeyd bin Abdirrahman +hazretleri dahi hadisi yarısında keserek Hazret-i +Ebu Hureyre’nin ... diye söyleyeceği sözüne +bir nevi’ mukaddime ve temhid olmak üzere kendi tarafından: +diyerek Hazret-i Ali’nin +ba-emr-i Risalet-penahi Berae Sure-i celilesini tilavet etmek +üzere arkadan gönderilmiş olduğunu dermiyan ediyor. İşte +şu hadis-i şerifin heyet-i mecmuasına dikkat edilecek olursa +mantuk ve mefhumundan ber-vech-i ati ma’lumat elde +edilir: +Bu hac esnasında vazife-i i’lam ve i’lanın ifasına Ali ve +Ebu Hüreyre radıyallahü anhümadan başka diğer zevat da +Bu heyet –Hazret-i Ali müstesna olmak üzere– Hazret-i +Sıddik tarafından intihab ve ba’s olunmuşlardır. +Bu heyet Nahr Günü Mina’da ahaliye karşı +diye nida etmişlerdir. +Bu heyet Berae Sure-i celilesini tilavet ile me’mur olmamışlardır. +Hazret-i Ali de bu heyet ile beraber bulunmuştur. +Hazret-i Ali Medine’den huccac ile beraber çıkmış değil +arkalarından gelmiştir. +Hazret-i Ali bu vazifeyi Hazret-i Sıddik’in intihabıyla +değil belki Risalet-meab efendimizin tensib ve emriyle ifa +etmiştir. +Hazret-i Ali bu heyet gibi ancak o iki maddenin i’lanı +–ve havi olduğu ahkamın tebliği– ile muvazzaf olmuştur. +Berae Sure-i celilesi huccac-ı müslimin yola çıktıkdan +sonra nazil olmuştur. +Bu halde netice olarak Hazret-i Risalet’ce vahy-i gayr-i +metluv ile ba’dema müşriklerin hac etmemeleri üryanın +Ka’be’yi tavaf etmelerine müsaade edilmemesi ciheti Sure-i +Berae nazil olmadan kafile-i huccac hareket etmeden tekarrur +ederek bunun i’lan ve ta’mimi de Hazret-i Sıddik’a tevdi’ +olunmuş; onların hareketini müte’akib sure nazil olarak o +mukarrerat-ı sabıkayı te’yid ettikden maada bir de uhuda +dair ahkamı havi olduğundan her halde umuma karşı tilavet +ve ahkamının i’lanı iktiza etmekle işte evvelkiler ile beraber +bu cihetin ifası için de Hazret-i Ali me’mur edilmiştir denilebilir. +* * * +Hicret’in dokuzuncu senesi ifa edilen bu hac farz +olarak mı yahud farz değil de meşruiyet-i kadimesi üzere +bakī kaldığından sünnet-i seniyye-i Halile’ye ittibaan mı +kılınmıştır? Ulema-yı muhtereme işte bu cihetlerin ta’yini +hususunda ihtilaf etmişlerdir. Dikkat edilecek olursa bu ihtilaf +haccın tarih-i iftirazı bir de dokuzuncu senesi haccının +Zilka’de’de mi yahud Zilhicce’de mi ifa edilmiş olduğu hakkındaki +retin onuncu seneleri ibtidasına doğru farz edilmiş yahud +dokuzuncu sene Zilka’de’de kılınmış ise şüphesiz hacc-ı +mebhusün-anhin farz olarak ifa edilmemiş olduğu anlaşılır. +Çünkü teklif vukū’ bulmadan eda edilen haccın farz olarak +kılınmış sayılması mümkün olmadığı gibi şeriat-i İslamiyyece +farz olan hac da ancak Zilhicce’nin ilk onundaki muayyen +günlerde icra edilir. Şu halde burada olan dokuzuncu sene +haccının Zilka’de’de mi yoksa Zilhicce’de mi eda edilmiş +olduğunu; saniyen haccın tarih-i iftirazı hakkında olan sözü +muhtasaran olsun nazar-ı teftiş ve muhakemeden geçirmek +Mücahid radıyallahü anh ve etba’ı bu haccın Zilhicce’de +değil belki adet-i cahiliyye üzere nesi’ tarikiyle vakt-i aslisinden +takdimen Zilka’de ayında icra edilmiş olduğunu dermiyan; +bazıları da bunun Zilka’de’de değil belki Zilhicce +ayında hac günlerinde kılınmış olduğunu rivayet ediyorlar. +diseyi hikaye ve rivayetden ibarettir. Fakat öyle rivayetler ki +birinin sıdkı diğerinin vehm ve hata olduğunu iktiza ediyor. +Çünkü aynı hadisenin hem Zilka’de hem de Zilhicce’de +vukūa gelmiş bulunmak ihtimali yoktur. Her halde birisinde +vukūa gelmiş olacaktır. Ulema-yı müteahhirinden bazıları +birinci rivayeti bazıları da ikinci rivayeti kabul etmişlerdir. +Fakat bizce hiçbir tarafın esbab-ı tercihden olarak istinad +ettiği delillere kesb-i vukūf müyesser olamadı. Yalnız İbni +Kayyım El-Cevziyye hazretlerinin fil-cümle Mücahid tarafına +meyl ederek: +dediği görülüyor ki dokuzuncu +sene haccının Zilka’de’de kılınmış bulunmasından +daha farziyet teveccüh etmemiş ve binaenaleyh Peygamber +hal ve şan-ı nebevilerine muvafık olduğu vechile farz olduğu +seneden te’hir etmeyip onuncu senesi hitab teveccüh ettiği +gibi ale’l-fevr eda etmiş olması lazım geliyor demektir. +Güya dokuzuncu sene haccı Zilhicce’de kılınmış ola idi bunun +farz olarak ifa edilmesi bu halde Peygamber’in dokuzuncu +senede kılması iktiza eden haccı onuncu seneye te’hir +etmiş olması lazım gelecekti. Bu şüphesiz şan-ı risalete pek +de mülayim düşmez. İşte İbni Kayyım hazretleri şu mütalaaya +göre dokuzuncu sene haccının Zilhicce’de değil belki +Zilka’de’de eda edilmiş bulunduğu meydana çıkıyor demek +dandadır. Çünkü dokuzuncu sene haccının mesela Zilhicce’de +eda edilmiş bulunmasından farziyyete iktiranı iktiza +etmez. Çünkü haccın şeriat-i İbrahimiyyece vakt-i aslisine +avdet etmesi ve binaenaleyh dokuzuncu sene haccının o +vakit eda edilmiş olmasıyla şeriat-i İslamiyyece vücubu arasında +bir telazüm yoktur. +Dokuzuncu sene haccının Zilka’de ayında eda edilmiş +olduğuna dair Hazret-i Mücahid’in sözünü takviye edecek +sağlamca hiçbir şeye tesadüf edilemediği halde Zilhicce +ayında eda edilmiş bulunması hakkında ilim değilse bile +kavi bir zan te’min edebilecek istinadgahlar bulmak kabildir. +Sure-i Tevbe’nin +[ .] ayet-i kerimesinde +“yevmü’l-hacci’l-ekber”in “yevmü’n-nahr” ile tefsiri me’sur +olmuş ve bu “yevm-i nahr”in de dokuzuncu senesi Hazret-i +Ali’nin Mina’da me’muriyyetini ifa ettiği günün “yevm-i +nahr” oluşuna nazaran o haccın Zilhicce’de eda edilmiş +olduğuna kail olmak mümkündür. Çünkü “yevm-i nahr”in +eyyam-ı Zilhicce’den olduğu ma’lumdur. +Yine Berae sure-i celilesine +[ . ayet] +diye takbih edilirken diğer tarafdan haccın meşru’ olduğu +vakitden mukaddem olarak nesi’ ile Zilka’de ayında edilmiş +bulunmak ihtimali yoktur. Çünkü evvelce söylendiği üzere +sure-i celile herhalde dokuzuncu sene haccından evvel nazil +olmuştur. Şu halde müslimin hiçbir ma’zeret yok iken emr-i +hac kendi ellerinde iken haclarını İslamiyetce [yasak] olan +nesi’ üzerine bina etmeyecekleri şüphesizdir. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +Hükkam ve Beni İsrail +Hükkam asr-ı tarih-i Beni İsrail’in devre-i kahramanisidir; +bu devre bir çok cesurane sergüzeştler bir takım ahval-i +kahramanane-i şahsiyye meşhud olur. Hükkamı nam ve +mevki’lerine is’ad eden meziyyat faaliyet-i şahsiyye cür’et +ve hud’adan ibaret idi. Bu zevat bir hükumet-i azimenin +kanuni rüesasından ziyade şeci’ müteşebbis ihtilalcilere +usata müşabih bulunuyorlar. +Bakılırsa İbrani hükkamının vazife ve salahiyetleri bir +lüzum-ı şedid üzerine bir halet-i fevkaladeden dolayı +kuva-yı milliyyenin mevki’-i riyasetine is’ad edilmiş bir +askeri “diktatör”ünkine pek müşabih görünüyor. Bununla +beraber “hükkam” dahi bir takım kavanin-i esasiyyeye tabi’ +Hükkam devri esnasında dahi Beni İsrail tarafından +“kı­ +lıç” din-i millileri düşmanlarına karşı pek mühim bir a­ +let-i tedafü’ ve taarruz addolunmakda devam etmiştir. Ki­ +tabü’l-Hükkam’ ın ilk babında Bezek’de binlerce insanın katl +ü i’dam olunduğunu hükümdar Adoni-Bezek’in esaretini +onun Cenab-ı Mütealin “müntehab kulları” olan Beni İsrail +tarafından nasıl bir suret-i müdhişede parçalandığını okuyoruz: +“Ve Adoni Bezek kaçtı onlar yani Beni İsrail arkasından +ta’kīb ettiler tuttular ellerinin ve ayaklarının baş parmaklarını +kestiler; Kudüs’e getirdiler. Orada öldü” yine +aynı kitabda aynı babın gerisinde Horma ve Betel şehirlerinin +külliyen harab edildiği masturdur. +Üçüncü babda Eklonlu Ahaz tarafından Muabilerin hükümdarının +katli görülüyor. “Ve o zaman Muab’da takriben +on bin kişi katl ettiler. Bir kimse kurtulmadı. Sonra Anat oğlu +Şamgar var idi ki: Bir öküz öğendiresi ile Filistinlilerden altı +yüz kişiyi öldürdü. +Tarih-i cihanın en siyah ve en hainane hikayelerinden +biri olan Yael’in katilliği hakkında ise burada fazla tafsilata +meydanımız yoktur. Zaten diğer hikayeler gibi bu da o kadar +meşhurdur ki: İ’ta-yı tafsilatı zaid addederiz . Bununla +beraber hıristiyan rahiblerinden birinin eserinden şu satırları +da nakl eyleyeceğim. “Evvela: Şark ahalisinin hukūk-ı +mihman-perveriyi ve bu nama verdikleri vaad ve kefaleti +ne derece mukaddes addeylediklerine nazar-ı dikkati celb +ederim. Şayed arada bir lokma yemek yenilmiş ve ikram +olunmuş ise bu tarafeynin yekdiğeri hakkında hiçbir fenalık +yapmayacağı hususunda bir kefalet-i kudsiyye bir kasem +makamına kaim olur. Hatta şarkda şöyle bir hikaye vardır: +Bir haydud malına tamaan birini katl etmek üzere gece hanesine +girmiş; sürünerek duvarları tutarak yürürken bir aralık +elini ağzına sürünce parmağına tuz bulaşmış olduğunu +diliyle hissetmiş; bunun üzerine tuzunu tattığı bir adama +bir haneye hiyanet etmenin ne kadar azim bir vicdansızlık +olduğunu düşünerek aldığı eşyayı terk ve efkarından sarf-ı +nazar edip haneden çıkmış; muahharan hane sahibini bulup +hayatının nasıl kurtulduğunu anlatmış i’tiraf-ı kusur etmiş.” +Bu satırları tuz ekmek hakkının kudsiyyetini izah için +aldık; ancak Yael’in hareketini büsbütün mahkum eyleyen +cihet Sisera’nın hükümdarı ile onun zevci Ebr arasında zaten +sulh ve müsalemetin mevcudiyetidir. Yael kocasının bir +dostu sıfatıyla Sisera’yı kabul ederek “Giriniz efendim giriniz +korkmayınız!” der ve yorgun muharib Yael’in elinden +birkaç yudum süt içtikten sonra yatıp uyur. Ta’kīb eden facia-i +haşyet-engiz ise ma’lumdur. Bu cinayet-i müdhişe için +tasavvur olunabilecek yegane ma’zeret varsa o da muzaffer +mahkum olacağına aid bir haşyet-i şedidenin birden bire +Yael’i istila etmiş olmasıdır. Ancak böyle de olsa –bilhassa +bu günlerde– bu kadının hareketini bir cinayet en kanlı bir +cinayetden başka suretle telakkī edebilecek bir kalb tasavvur +olunamaz. İmdi Kitabü’l-Hükkam ’ın beşinci babına gelecek +olursanız Debora ile Barak’ın nagamatında şu cümleleri bulacaksınız: +“Bütün kadınlardan ziyade Heber’in zevcesi Yael mukaddes +olacak. Merkez-i Beni İsrail’deki kadınlardan fazla +mübarek olacak” “Bütün düşmanların böyle mahv olsun Ya +Rabbi! İşte bir nebiyyenin mazhar-ı vahy ü ilham bir kadının +sözleri ve işte gerek Musevilerin gerek Hıristiyanların +–hatta bugün bile– o “Gayr-i kabil-i idrak bir vücud” olan +“Ruhü’l-Kuds”ün vahy ü ilhamı ile yazılmış asla yanılmaz +“Kelamullah” i’tikad ettikleri Tevrat ve İncil lerinin bir kısmı! +Gideon’un Vekayi’-i Harbiyyesi’ ni onun riyaseti tahtında +ve “Ve Rabbin ve Gideon’un kılıcı yardımı ile” Medyanilerin +hükümdarları olan Oreb ile Zeeb’i nasıl esir edip Oreb’i +Oreb kayası üzerinde Zeeb’i Zeeb şarab baskısında katl ettiklerini +Medyen’i ta’kīb eyleyerek Oreb ile Zeeb’in başlarını +Gideon’a getirdiklerini de burada uzun uzadıya yazmayacağız +ki Yeftah’ın devr-i hakimiyetinde Amorilerin Amon +kabilesinin mahv ü itlafı. Ruh-ı ilahi kendisine hulul edince +otuz kişiyi katl ve bunların elbisesini güya zevcesi addeylediği +hilekar kadının başı altından olmak üzere sorduğu batıl +suale cevap verdiğini zanneylediği birkaç kişiye mükafaten +bahş eyleyen Şimşon’un şayan-ı hayret icraatı bilhassa bir +himarın çene kemiği ile bin kişiyi katl etmesi gibi şeyler de +bu kabildendir. +“İşmoil” aleyhisselamın tarih-i Beni İsrail’de bir nokta-i +muziyye gibi durur; onun zamanında millet-i İsrailiyye idare-i +adile ve muktediranesi sayesinde sulh ü selamet ve saadetden +müstefid olmuş ise de ihtiyarlığında mevki’-i iktidara +gelmiş olan oğulları muhterem pederlerinin tarik-ı adilanesine +gitmemişlerdir. Çünkü fazilet-i ahlakıyyeden mahrum +usanarak ve tevzi’-i adalet ve muntazam bir kuvve-i askeriye +temini için kavi intizam-perver bir usul-i idarenin lüzumuna +kail olarak milletin başlı başına bir hükümdara malikiyyetini +taleb etmişlerdir ve işte bu vechile dört yüz altmış sene +devam edip bir takım esaretler ve iktisab-ı istiklal uğrunda +hun-alud şiddetkar mübarezeler elvahı arz eyleyen hükkam +devri de nihayet bulmuştur. Binaenaleyh nazar-ı tedkīkimizi +şimdi hükumet-i İbraniyye’nin terakkī azamet ve inhitat devirlerine +atf edelim. +* * * +makalesinin beşinci satırı ibtidası olan “Beni İsrail badiyeleri +geçip Refidin … ilh.” kelimesinden bil-i’tibar . sayfanın +birinci sütunundaki yirmi ikinci satırda cümle nihayeti +olan “demeleri şayan-ı dikkattir”e kadar olan parça fazla bir +müsvedde ve metnin nakıs maanisini ifade etmekde olup +hasbe’l-beşeriyye yeni tercümeye karıştırılmış olduğundan +taleb-i afv eyler ve fazla addedilmesini ihtar ederim. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Şahın vüzerasından olup Asitane-i mukaddese tevliyetinde +bulunan Debirü’l-Mülk beni hanesine da’vet etti. Gittim +gayet samimi görüştük. +Meşhed’de ikametimiz esnasında sıtmaya tutuldum ve +on beş gün kadar mustarib oldum. Bilahare Cenab-ı Hak +şifa ihsan buyurdu. +– Acaba Şah hazretleri lütuf buyururlar da Derkiz’e +Tajen Orkenç tarikiyle Türkistan’a azimetime müsaade ederler +mi? dedim ve İran’ın serhaddi bulunan Derkiz’de vali +Allahyar Han’a hitaben bir emirname ile bir kılavuz taleb +ettim. Şahın amcası: +– Size bu hususda cevap vermezden evvel arzunuzu şah +hazretlerine arz edeyim dedi. +Birkaç gün sonra vali tarafından bir me’mur geldi çaylar +nargileler içilirken: +– Matlubunuz Debirü’l-Mülük vasıtasıyla şaha arz edildi. +Şah hazretleri talebinizi infaz eylemezden evvel Tahran’ı teşrif +buyurmanızı ba’deh dilerseniz Türkistan’a azim olmanızı +– Şimdilik şah hazretleriyle teşerrüf fikrinde değilim. Eğer +başka tarafda nail-i maksud olamaz yani Afganistan’ı kurtaracak +bir muavenet göremezsem o vakit hak-i pay-ı şahilerine +huzuruna çıktıkdan sonra istimdad için başka bir devlete +müracaatda bulunmak doğru bir hareket olmayacak ve yar +u ağyar nazarında İran şahı Abdurrahman’a yardım etmekden +aciz kalmış zannını uyandıracakdır cevabını verdim. +müsaade eylediği ve beni evladı makamında tutup benim +de İran’ı kendi memleketim gibi telakkī etmeme arzukeş olduğu +haber verildi. Bir sergerde maiyyetinde on nefer süvari +minnetdaranemin şah hazretlerine arzını temenni ettikden +sonra Meşhed’den hareket ve altı gün sonra Derkiz’e muvasalat +eyledim. +Allahyar Han bin nefer süvari ile beni karşılayıp haric-i +şehirde kain ab u havası latif bir bağı ikametime tahsis etdi. +Kırk senelik ahbabım imiş gibi son derece ikram ve ihtiramda +bulunup bir ay alıkoydu. Bu müddet zarfında Türkmen +tüccarından bazıları bin deve yükü eşya-yı ticariyye ile Derkiz’e +gelmişti. Allahyar Han bunları benim selametim için +rehine olarak tevkīf etdi. Tajen serdarlarından Özbek Serdar +Aziz Serdar Artuk Serdar isminde üç kişiyi de Orkenç’e +kadar kılavuzluğumuza ta’yin eyledi. Derkiz’den hareketle +Lutfabad Kale-i Hüsrev yolundan İbord’a gelinceye kadar +da bin beş yüz süvari ile bizi teşyi’ eyledi. Bu yolu neşveli +bir suretde kat’ ettik. Bir tarafdan Allahyar Han ile tatlı tatlı +görüşüyor bir tarafdan da etrafda kesretle bulunan kuşları +avlayıp taze kebablar pişiriyorduk. +leyh avdet eylemekle beraber haber-i selametimizi kendisine +kadar gittik. Sabahleyin Tajen Nehri kenarında vaki’ bir +ormana vasıl olduk. Nehrin sahillerini serapa kavun karpuz +bostanları işgal ediyordu. Buranın ahalisinin bir adeti varmış: +Kavun karpuz zamanları buradaki bostanlara gelir ve +yalnız kavun karpuz yemekle iktifa ederlermiş. Hayvanları +da başka bir şey bulamadıkları için yeşil kamışla karınlarını +doyururmuş. Erzak tedarik etmek ve bir hayvanın attığı +çifteden mecruh olan ayağımı tedavi eylemek üzere burada +beş gün ikamet ederek altıncı günü Orkenç’e müteveccihen +yola çıktık. +Kılavuzlarımızdan Artuk Serdar memleketine gitti. Aziz +ve Özbek serdarlar ise beraber geliyordu. O gece tamamıyla +yürüyüp ertesi günü öğleye iki saat kala bir kuyu başını +menzil ittihaz ettik. Bu kuyunun suyu çok acı olmakla beraber +bir gün orada kaldık. Üçüncü gün öğle üstü hareket +ve ertesi sabaha kadar kat’-ı mesafe ettik. Dördüncü gün +bir kuyu başına daha geldik ki bunun suyu evvelkinden acı +ve bulanık idi. Fakat mecburen içtik. Hayvanlarımız da fevkalade +yorgun düştükleri için altı gün orada kaldık. Ba’dehu +yine yola çıktık ve geceleri gitmek gündüz sıcağında oturup +Birgün bir Türkmen kafilesine rast geldik. Ehl-i kafile bizi +görür görmez İranlı sandıkları için yollarını değiştirip gözden +nihan oldular. Çünkü bu havalideki Türkmenler ile İraniler +arasında son derece münaferet vardır. Her iki taraf cahil +ulemanın teşvikat-ı cahilanesiyle yekdiğerini öldürmeye +haristir. Cenab-ı Hak “Müminler birbirinin kardeşidir” buyurduğu +halde bu müslümanlardan her biri sevk-i cehaletle +diğerini müşriklerden daha bedter görür. İşte aralarındaki +bu nifak dolayısıyla din düşmanları da müslimin üzerine galib +geliyor. Bu büyük bir kusurdur. Fakat Müslümanlık’da +değil biz müslümanlardadır. + +---- +MAKALAT +---- + +TEVHID VE İTTIHAD +– – +Sultan-ı iklim-i velayet Mesnevi -i tevhid ve ittihadlarında +sanihat-ı feyz-ayatlarına devam ile buyuruyorlar ki: +! +Yarı yaranının mü’mini ihvan-ı dininin ağūş-ı vefapenah-ı +tir.! Ne bahtiyarlıkdır! Sen –ey mümtaz-ı hilkat! Ey uluvv-i +fıtrat!– hayat-ı hayvaniden başka bir şerefi olmayan kalıbı +bırak! Suret-perest olma! Ma’naya ruh-ı insaniyyete sarıl! +Zira suretde tefrikalar tezadlar tenafürler tebağuzlar var. +Suretde infialler ihtiraslar zaaflar inhitatlar sukūtlar esaretler +onun her çektiği bela girdablarına felaket uçurumlarına gitmek +diyorsun. Mü’min demek b��tün ma’nasıyla insan demektir. +Mü’minler gerçi suretde müteaddiddir. Fakat bu taaddüd +sırf kalıba maksuddur. Bunun vahdet-i ma’neviyye ve hakīkiyyesi +hiç de te’siri yokdur. +Evet! Çünkü +“Hepsinin imanı bir Allah’ı bir +Kıblegahı sümme vechullahı bir” +Görmez misin? Onlar cisminde müteaddid; lakin hepsinin +ruhu bir; canı bir. +Mü’minlerin –suretdeki taaddüd ve tegayürlerine rağmen– +vahdet-i ma’neviyye ve hakīkiyyelerine nur-ı hurşidi +misal olarak irad edebiliriz: Her haneye her birinin sofasına +odalarına in’itaf eden bir nur badi-i nazarda müteaddid gibi +görülür. Fakat vakta ki duvarları yıkar hailleri ortadan kaldırırsan +zemin yek-pare bir ayine-i nur kesilir. Nur-ı hurşidin +tecezzi ve inkısam şanından olmayan vahdet ve besatatini +o dakīkada takdir edersin. İşte –ey akl-ı selim! Ey vicdan-ı +hakim!– Mü’min-i kamiller de vahdet-i ma’neviyye ve hakīkiyyelerine +hail gibi görünen pirahen-i unsuriyetlerinden +silkinip çıkınca “ +el-hadis!” Sitayiş-i celilinin +bir timsal-i muşahhası olurlar. Onların vahdet-i ma’neviyyeleri +nesil ve ırkın kavmiyet ve cinsiyetin tehalüf ve +tegayüründen kat’a müteessir olmaz. Hak şerefine hakīkat +namına hissiyat ve infialat-ı nefsaniyyemizden –bir an için– +tecerrüd edelim de akl-ı selime yakışır bir suretde düşünelim: +Nesil ve ırk nedir? Mü’min isek evvela cenab-ı Kur’an-ı +hakime müracaat edelim! Allahu Zü’l-celal +yahud veyahud buyurmuyor. +diyor. Hakīkī ve ruhi kardeşliği mü’minlere +kasr u tahsis ediyor. +Nesil ve ırk bir katre ma’-i dafıkdan bir parça kan pıhtısından +atılmaya üzerine bir yığın toprak çekilmeye mahkum bir +na’ş-ı mütefessih ve müteaffinden başka nedir? Farz et ki bu +cihangir bir padişah idi. Fakat nerede kaldı o malik-i rikab-ı +ümem ünvanı? Nereye gitdi o dünyalara sığmayan sultani? +Ne oldu buna ki şimdi ber-gurur naim? +O murassa’ altın taht üzerinde murabba’-nişin-i azamet +ü şevket olan bu muydu? Bu ise ya şimdi neden mezara +gömülüyor? Niçin üzerine bir yığın toprak çekiliyor? +Bu bir çuval etin kemiğin hakīkat-i insaniyye bahsinde +bir medhali varsa o da teşhis ve ta’yine adi bir vasıta olmakdan +sonra +Bu padişah da olsa yine bir avuç toprak! +Hakīkat-i insaniyye o mahiyeti ebediyyen vukūf-ı beşer +haricinde kalan ruh-ı muazzam Arablık Türklük Kürdlük +Onun –müsbet menfi olmak üzere– iki kaydı iki vasfı var: +Mü’min gayr-i mü’min. Ta’bir-i diğerle: Said şakī. Kanuna +karşı ef’al ve akvalinden mes’ul odur. Mükafat ve mücazat +onadır. Kanun bir katili na’ş-ı camid halinde bulursa ne yapabilir? +Tutabilirse aşk olsun! +Bir hıristiyan Arab’a sorulsa: “Arablığınla Hıristiyanlığın +arasında tahyir olunsan mutlak ikisinden birini terkde muztar +kalsan hangisinden vazgeçersin?” Arablığına sarılıp da +mezhebini terk edeceğini ümid eder misin? Ben Arnavud +olmak i’tibariyle gayr-i müslim bir Arnavud’a böyle bir sual +“Arnavudluğumdan bin vaz geçerim de yine mezhebimi terk +etmem!” cevabını alıyorum. Ya ben Arnavudluğumu defne +mahkum olan kalıbımı neden ruhuma dinime feda etmeyeyim? +Ben daha firaş-ı mevtimde çene atmadan gözlerimi +yummadan neslim ırkım benden yüz çeviriyor. Kefenimi +biçmeye mezarımı kazımaya başlıyor. Arnavudluğun bana +gösterdiği muhabbet ruhumun hakīkat-i insaniyyemin şerefine! +Dinim; kalıbımın değil ruhumun. Onun malı! Onun +berat-ı saadeti! Arnavudluğum kuru bir kalıbdan ibaret değil +mi? İşte alsınlar! Ne yaparlarsa yapsınlar!! +Halbuki mukaddes dinim beni iki yüz kanatlı kurun-ı ula +fistanımla kebemle çarıklarımla kabul etdi. Ne Arnavudluğumdan +vazgeçmekliğimi ne de kıyafet-i milliyyemden +tecerrüd etmekliğimi teklif etdi. O bana: “Bütün envar-ı +lahutisiyle çeşm-i basiretinin önünde lemean etmekde olan +mihr-i tevhide inan! Bunu tasdik et!” dedi. Hiç güneş inkar +olunur mu? Ziya-yı hurşidden Arnavudluğun Arnavudların +hazz-ı hayatı nasib-i saadeti yok mu? Güneş bütün cihan-ı +za-i envarı aynı. İşte ben bu hakīkat-ı vazıhayı –elhamdülillah!– +anladım. Mihr-i tevhidi kemal-i ta’zim ile selamladım. +Bizi şimdiye kadar yaşatan ve bundan sonra yaşatacak +olan bu güneştir. Mihr-i tevhidden yüz çeviren ve yarasalar +gibi karanlıklara kaçan her hangi bir kavmin vay haline! +Kurdlar etrafımızı almış dişlerini gıcırdatıyorlar. Sürüden +ayrılan koyunlar ecellerine koşuyor. Kurdlara canavarlara +lokma olmağa gidiyor. +Eğer hakīkaten mü’min isek bu da’vamız gerçek ise +habbet yekdiğerimize fedakarane muavenettir. İşte ittihadın +vücudunu isbat edecek bunlardır. Yoksa kuru laf para +etmez. Ma’nasız sözün hiçbir hükmü hiçbir te’siri yokdur. +Ekmek demekle karın doymaz. Ortada ekmekin vücudu +lazım. Hülasa: +Tevhid ittihad ile kaim +Mehmed Fahreddin +TRABLUSGARB MUHAREBESİ – AVRUPA +VE İNTİBAH-I ALEM-İ İSLAM +lami ve Osmaniye vukū’ bulan tecavüz-i vahşiyyanesi bugün +yedi aydan ziyade bir müddet oluyor. Bu uzun müddet +zarfında o iklim-i muallada İtalya vahşileri bir tarafdan +hırsızlara çetelere korsanlara rahmet okutacak; vahşilere +hunharlara canavarlara taş çıkaracak keyfiyat-ı mel’unaneler +dınların vücuddan düşmüş ihtiyarların alillerin şifahanelerdeki +hastaların ma’sum kanlarını heder ve iraka etmek +muhadderatın ırzlarına geçmek ibadethaneleri harabe-zara +çevirmek gibi mel’anetler ile iştigal ve iftihar ediyor. Diğer +tarafdan memalik-i mahruse-i Osmaniyye’den nerede açık +gayr-i müstahkem bir şehir bir ma’mure görürse orayı topa +tutmak bombardıman etmek hastahaneleri yakmak gibi +çılgınlıklarda alçaklıklarda zebun-küşlüklerde bulunuyor. +Üçüncü bir tarafdan bütün alem-i İslam’ın din siyaset tabiat +noktalarından istinadgahı kıblegahı müracaatgahı +ruhu kalbi dimağı olan Hilafet-i uzma pay-ı taht-ı mukaddesine +kelb-i akūra benzer vaz’iyet-i muhtelle ile saldırmak +atılmak ısırmaya yeltenmek gibi mezbuhane miskinane +akūrane çalımlar satıyorsa da bu çalımlarının o hücumlarının +o tecavüzlerinin cezalarını aynı zamanda muhtelif feci’ +suretlerde görmekde olduğu meşhud-ı uyun-ı şükran oluyor. +Evet mağrur İtalya bugün bu tecavüz bu hücum ve taarruz-ı +miskinanenin cezalarını muhtelif feci’ suretlerde çekiyor: +Evvela Trablusgarb’da yedi aydan ziyade bir müddetden +beri ma’nen kebir sureten sağīr muhterem bir fie-i kalile +tarafından mağlub mahsur ve her dakīka denize dökülmeye +mahkum olmak gibi bir vaz’iyyet-i elime içinde bulunuyor. +Ne azab! Saniyen: Vahşi bombardımanlarıyla hücum +eylediği mevki’lerde acı tebessüm acı istihza ve tahkīrlere +hedef olmakda olduğunu görüyoruz. Ne zillet! Salisen: Taarruzuna +yeltendiği pay-ı taht-ı mukaddes istihkamlarından +hediye edilen gülleler ile hisse-i edebini aldığını muvazene-i +akliyye ve kuva-yı maddiyesini gaib ettiğini haybete hüsran +ve hezimete giriftar aleme karşı rezil ü rüsvay olduğunu +müşahede ediyoruz. Ne meskenet! +sual edilirse Trablusgarb’ın Neronlar memalikine ilhak ve +su mal sahibi olan hükumet-i muazzama-i Osmaniyye ve +Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye’nin tasdikine iktiran ettirmek +olduğu cevabını veriyor. Ne hamakat! Halbuki bu miskin +ve sefil hükumet kendi memalikinden büyük bir kısmın +harabezar bir halde olduğunu ve yüz binlerce ahalisinin +cahil gayr-i medeni fakīr sefil bir vartada bulunduğunu +ve kendinin dahi zahiri yaldızlı batını kof aç zelil cebin +miskin bir hükumet olduğunu kimse bilmiyor zannediyor. +Bu miskin hükumet birkaç sene mukaddem Habeşistan’a +karşı vukū’ bulan aynı hareket-i bağıyyanesiyle Habeşlilerden +ye­ +diği dayağı Habeşistan çöllerine verdiği yüz binlerce +kurban askerini neticede münhezim perişan makhur; +mağlub ve bütün alem-i askeri önünde rezil ü rüsvay olarak +Habeşistan’dan kaçarak Roma’da nefes aldığını unutuyor +da an’anat-ı askeriyye ve milliyyesi yar u ağyar dillerinde +destan olan şecaat ve mehabet-i askeriyyesiyle aleme şan +veren namus ve şeref-i askeri ve millisini bidayet-i teşekkülünden +bugüne kadar muhafaza eden hükumet-i muazzama-i +Osmaniyye’nin bir mülk-i meşruuna Trablusgarb’ına +tecavüzle harabe-zar miskin memalikine ilhakını i’lan etmek +çılgınlığında bulunuyor. +bu i’lan-ı uhud-şikenanesine karşı resmi Avrupa’nın seyirci +la-kayd bir nazar ile bakmakda olduğu üç yüz milyonu +mütecaviz bulunan bütün alem-i İslam’ın meşhud-ı nazar-ı +telehhüfü olmaktadır. Çünkü alem-i İslam yirminci asr-ı medeniyyet +hükumetlerinin yekdiğerlerine karşı ifasını taahhüd +ettikleri hukūk uhud mukavelata ri’ayet edeceklerine ve +bu uhud-ı düveliyeyi harekat-ı şekavetkaranesiyle yırtmak +sulh ü silm-i cihanı ihlal etmek arzusunda bulunan İtalya +hükumet-i şakiyyesini o harekat-ı bağıyyanesinden men’ ve +salaha da’vet ile haddini bildireceklerine mutmain +bulunuyorlardı. Fakat va esefa ki İslamların Avrupa’ya karşı +olan bu itmi’nan ve hüsn-i zanlarının boşa çıktığını vukūat +gösterdi. +Çünkü İtalya’nın tecavüzlerini Avrupa’nın takdis ve ika’ +eylediği cinayatını Salib namına tecviz ettiği görüldü. İtalya’nın +bu tecavüz ve vahşetlerine karşı Avrupa’nın bu suretle +hareketi bir takım esbab-ı kadime ve sevaik-ı hazıraya +müstenid İtalya’nın tecavüz-i vakıı da aynı esbab ve sevaikden +olduğu anlaşıldı. Evet; İtalya tecavüzünü ve Avrupa’nın +bu tecavüz mukabilinde sükutunu tevlid eden esbab sevaik +ve münasebat şunlar idi: ’de Fransa Tunus’u ’de +lerdi. Fransa İngiltere İtalya hükumetleri mezkur iklimleri +taht-ı işgallerine aldıkdan sonra ’da daire-i nüfuzlarında +olan ekalimin hududunu ta’yin ve tahdidde ittifak etmişlerdi. +’de Mısır ve Fas hakkında İngiltere ve Fransa arasında +’de İran hakkında İngiltere ve Rusya beyninde +’de son olarak Almanya Fransa miyanında ittifaklar +vücuda gelmişti. Vücuda gelen bu ittifaklarda İtalya şimdiki +vaffak olmuş ve ma’lum olduğu vechile hemen bila-teehhur +meydana atılmıştı. +bu acı hakīkatlerden kat’iyen sabit oldu ki İtalya’nın Trablusgarb’a +vaki’ olan tecavüzi ve akūrane hareketleriyle resmi +Avrupa’nın bu babda ittihaz etmiş olduğu vaz’iyatın esbab +ve sevaiki maddiyat ve ledünniyatı budur. Bunun için resmi +Avrupa’nın bugün İtalya vahşetlerine karşı alacağı vaz’iyet +sükutdur!!! Çünkü resmi Avrupa’nın dahi İtalya gibi yüzü +kara ağzı kanlı eli kirli İtalya ile olan mukarrerat-ı sabıkasının +bahşettiği İslam kıt’aları lokmalarıyla gözü dönük akıl +ve fikri muhteldir! +Elhamdülillah İtalya’nın bugünkü korsanlığı ve Avrupa’nın +vaz’iyeti İslamları dalmış oldukları derin gaflet uykusundan +uyandırmak resmi Avrupa ile İtalya arasındaki +revabıt münasebat ve mukarrerata haberdar etmek gibi +büyük hizmetlere vesile-i mübeccele olmuştur. Bu vesile-i +mübeccelenin İslamlara bahşeylediği intibahdan İslamlar +mukadderat-ı milliyye ve ictimaiyyelerine aid olan mezkur +mukarrerat-ı düveliyyeyi Avrupa’ya kendi eliyle yıktırmak +ve yaktırmak İtalyayı Trablusgarb’dan çıkarmak denize +dökmek için makam-ı mualla-yı Hilafet ve muazzam Osmanlılar +muavenetten geri durmamak feda-yı can etmek üzere ahd +ü peyman etmişlerdir. +Bugün İtalya muuharebesine karşı İslamlık Osmanlılık +ve Hilafet namına bütün Afrika müslümanlarının harekat ve +mühacemat-ı müttehide-i harika-nümaları Çin Hind Afgan +Türkistan Buhara Hive hülasa bütün küre-i arz müslümanlarının +bizzat ve bil-fi’l meşhud-ı basıra-i iftiharımız +nazra-pira-yı uyun-ı ibtihacımız olmakda olan muavenat-ı +maddiyye ve tezahürat-ı ma’neviyyeleri hep o ahd ü peyman-ı +müttehide-i kahhareleri altında adalet ve intikam-ı ilahi ile +an-karib ezilecek vahşetlerinin korsanlıklarının cinayetlerinin +cezasını görecek muzmahil ve perişan olacak Avrupa +dahi İslamların ve Osmanlıların mukadderatına aid olan +mukarreratını İslamlar ve Osmanlıların ittihadda devam ve +sebatları ilmi ve vicdani ve bi-hakkın medeni olan Avrupa’nın +muavenet-i insaniyye muzaheret-i irfaniyye münasarat-ı +medeniyyesiyle yırtacak ihrak edecek ve umum İslamlar +edecekler feza-yı medeniyyet ve insaniyyette yükseldikçe +yükselecekler sulh u silm-i cihanı muhafaza ve medeniyet-i +hakīkiyyeyi neşr zaifleri himaye ve haklarına hürmet ve riayet +edecekler ve ettireceklerdir. +milli meşru’ ve ali emellerine nail olmak için intibahlarına +ve Osmanlılar ile ittihadlarına vesile-i ulya olmuştur. İslamlarda +vücud bulan bu intibah ve emel-i muallayı din ve ihtiyacın +husule getirdiği bu ittihad bu vahdet-i aliyyeyi hiçbir +kuvvetin men’ edemeyeceği İslamların bu intibahda devam +Hilafet-i uzmayı haiz olan Osmanlılar ile ittihadlarında +sebat metanet gösterdikçe bütün emellerine nail olacakları +muhakkak ise de inkılab-ı Osmaninin amil ve nazımı olan +Osmanlı müslümanlarının bu gaye-i emel-i İslam’ın dahi +rehber ve nazımı olmaları bir fariza-i mühimme-i hayatiyye +bilinmek lazımdır. +Bu hakīkati yani bu gaye-i emel-i İslamiyi Celal Nuri Beyefendi +kendilerine mahsus rengin ve muhteşem bir üs­ +lub +le tasvir buyurdular: “Acaba asırlarca devam eden bir devr-i +hür­ +riyetiyle beraber şeref ve namusunu da istirdad eden +Devlet-i Osmaniyye’nin millet-i Osmaniyye’nin a­ +lem-i İslam’ın +Türklerin gaye ve nuhbe-i emeli ideali hede­ +fi maksadı +nedir? +“Bu suale cevap vermek güç değildir. Biz idealimizi biliriz. +Güzide-i al-i Osman Sultan Mehmed Han hazretlerinin +taht-ı hükümranisinde bulunan bu devletin otuz milyonluk +alem-i Osmaninin üç yüz elli milyonluk alem-i İslam’ın elli +milyonluk Türk aleminin gaye-i emeli birdir: Azamet-i sabıkayı +yet kuvvet i’tibariyle hakk-ı müsameratımızı istihsal ve isti’mal! +Evet; bu gayeyi kabul etmeyecek kimse yoktur. Daha +doğrusu Osmanlı Türk-İslam olmak bu gaye ile perverişyab +olmak demektir… +“Hey’et-i Osmaniye-i İslamiyye aşk ile kalb ve ruh ile +bütün mevania iktiham ile böylece gaye-i emele doğru giderse +–emin olunuz– onu rah-ı azminde muvazene-i +umumiyye-i siyasiyyenin topları zırhlıları ne de Avrupa’nın +su’-i niyyeti çevirebilir. Bu ideal ile bu mukaddes ve meşru’ +emel ile millet-i Osmaniyyenin necabet-i cibilliyyesi havass-ı +fıtriyyesi daha ziyade tecelli eder. Dost düşman karşılarında +ne müttehid ne müterakkī bir kuvvet olduğunu anlarlar. Bazan +maddi kuvvetin topun tüfengin yapamayacağını azm +ü sebat yapar. Biz de maddeten olan noksanlarımızı ikmal +edinceye kadar bu ma’nevi kuvvetin inkişafına çalışmalıyız. +Hususiyle bu geçirdiğimiz zaman hengame-i harb bu hissin +en ziyade tevessü’ edeceği bir devre-i imtihaniyyedir. Bu +gaye her Osmanlının mayesinde mündemicdir. Onu inkişaf +ettirmek ise hususiyle şu dakīkada en birinci vazife en mukaddes +bir haktır.” +Bu hakayıkın lazım gelenler tarafından nazar-ı dikkate +alınacağına ümidimiz ber-kemaldir. +SİYASİYAT +ALEM-I İSLAM +ve +Almanya’nın Dersaadet Sefiri Baron Marşal’ın Almanya +hükumeti tarafından celb edilerek Londra Sefareti’ne ta’yin +edilmesini bütün matbuat-ı ecnebiyye ve mahafil-i siyasiyye +Trablusgarb muharebesi ile alakadar addediyor. +Müşarun-ileyh sefir cenabları el-yevm Kalsruhe’de Almanya +müzakere ve müdavele-i efkar ederek Londra’da ta’kīb edeceği +meslek hakkında ta’limat almaktadır. Şu ta’limatın esası +Almanya ile İngiltere arasında bir zemin-i i’tilaf ve iştirak-i +mesai tehiyyesinden ibaret olduğunu herkes tahmin ediyor. +Bütün hayat-ı milel üzerine icra-yı te’sir edebilecek böyle bir +mühim teşebbüs için Almanya işte en muktedir ve en zeki +addedilen diplomatını me’mur ediyor. +Şu teşebbüsün derece-i ehemmiyyetini takdir için şurasını +söyleyelim ki bugün hayat-ı beyne’l-milelde müşahede +edilen bütün tezelzülat ve tereddüdat ve sulh u müsalemet-i +umumiyyeyi daimi bir tehlike altında bulunduran başlıca +esbabın menşei Almanya ile İngiltere arasındaki rekabettir. +Şimdiki Almanya Avrupa hükumetleri arasındaki en son +teşekkül etmiş olan bir devlettir. Şu hükumet teşekkül ettiği +zaman istimlak edilebilecek bütün hali kıt’alar veyahud +kifayetsiz dirayetsiz sahibleri tarafından idare ve muhafaza +edilemeyen bütün yerler daha evvel teşekkül etmiş olan diğer +devletler tarafından zabt u gasb edilmişti. Halbuki bir +tarafdan Almanya ahalisinin nüfusu diğer tarafdan Almanya +ticaret ve sınaati dehşetli bir surette tezayüd ve terakkī +etmekde idi. Ahalinin Almanya’da barınamayan fazlası bir +zamanlar Amerika’ya doğru hicret ediyordu. Fakat bilahare +Amerika kendi kapılarını Almanya muhacirlerine kapadı. +nın fazlasını iskan ettirmek gerek mahsulat-ı ticariyye ve +sınaiyesine mahrecler pazarlar bulmak için ne olursa olsun +müstemlekat elde etmeye çalışmaya başladı. Karşısında henüz +perişan olmak üzere bulunan birkaç hükumat-ı İslamiyye +bulunuyordu. İşte Almanya hükumeti için en sağlam en +kısa tarik şu hükumata doğru yürümek idi. Fakat burada +müşarun-ileyhe karşı yine aynı alem-i İslam’ın bir çok nikatına +malik ve mütebakīsine de çoktan beri göz dikmiş olan +diğer hükumat çıkıverdi. Bunlardan en başlıcası İngiltere +karşı gelmekte olan şu iki hükumet arasında bir gün müsademe +vukū’ bulacağı muhakkaktır. +müs­ +temlekatını kuvve-i bahriyyesi ile muhafaza ve müdafaa +ediyor. Kendisi ise müdhiş bir donanma tarafından +müdafaa edilen birkaç adaların ictimaından müteşekkil bir +devlet olduğu için başkaları tarafından gayr-i kabil-i hücum +ve istiladır. Böyle bir devlete karşı çıkarak onunla rekabet +etmek için Almanya’ya bilhassa donanmasını takviye etmek +lazım idi. Fi’l-hakīka Almanya donanmasının takviyesine +bütün kuvvet ve dikkati ile koyuldu bir çok fedakarlıklar +sa­ +yesinde az zaman içinde kuvve-i bahriyyesini İngiltere +donanmasından sonra en yüksek bir mevkie terfi’ ettirdi. +te bu münasebetle Almanya ile İngiltere arasında tezyid-i +kuva-yı bahriyye üzerine bir müsabaka ve rekabet açıldı. +Almanya’nın her yeni zırhlısına dretnotuna mukabeleten İngiltere +Aynı zamanda Almanya İngiltere’nin alem-i İslam’daki +nam ve şanını tenzil ettirerek onun yerini kendisi tutmak +nı iltizam etti. Abdülhamid zamanında makam-ı Hilafet’e +takarrub ederek Almanya imparatoru İstanbul’a kadar icra-yı +seyahat etti. Şu seyahat esnasında yapılan darat ve +edilen hassas ve mutantan nutuklar Almanya Devleti’nin +alem-i İslam’da İngiltere’nin yerini tutmak istediği niyeti tamamıyla +tezahür etti. Fi’l-hakīka hükumet-i müşarun-ileyha +bu gibi daha diğer bazı harekat ve ef’al-i mahirane sayesinde +alem-i İslam’da az bir zaman içinde bu makam-ı bülendi +ahz etti. Almanya müslümanlarca en samimi en hakīkī dost +addedilmeye başlandı. +Lakin Almanya’nın şu son iki sene zarfında ibraz etmiş +olduğu bazı harekat müslümanların kendisi hakkında beslemekte +oldukları efkar ve hissiyata tevafuk etmedi. Mesela +besti-i hareket bahşetti. Keza Merakeş mes’elesinde bir çok +gürültü bir çok velvelelerden sonra Fransa ile i’tilaf ederek +Fransa’dan almış olduğu müstemlekata mukabeleten Merakeş’in +Fransa tarafından bel’ edilmesine mümaşat etti. Şu +gibi hareketler elbette ki müslümanlara ve alem-i İslam’a +dan birçokları devlet-i müşarun-ileyhanın hüsn-i niyyeti +samimiyeti hakkında iştibah etmeye başladılar. +Şimdi ise mes’ele alem-i İslam’da yalnız kalmış ve yalnız +kendi mevki’ ve hayatını muhafaza edebilmiş olan saltanat-ı +Osmaniyye etrafında çevriliyor. +yir-i Bahr-i Sefid sularına atılması şu mes’elenin meydana +çıkmasına sebeb olmuştur. +Bahr-i Sefid muvazenesi mes’elesi ile en ziyade alakadar +olan İngiltere hükumeti bit-tabi’ İtalya’nın şu yeni vaz’iyyetine +karşı uzun bir müddet la-kayd kalamaz. Er geç işe +müdahale etmek mecburiyetinde bulunacaktır. Fakat şu +müdahale ne suretle icra edilecektir? Osmanlıların hayrına +mı zararına mı? İşte şu mes’ele son derece meşkuk bir rida-yı +mübhemiyyet altında kalmaktadır. Fi’l-hakīka İngiltere +efkar-ı umumiyye ve mahafil-i siyasiyyesinde şu son zamanlarda +bize doğru bir temayül müşahede edilmektedir. Fakat +şu temayül henüz bir kat’iyyet bir şekl-i muayyen kesb +edemedi. Behemehal Almanya için şu mes’eleyi anlamak +üzerindeki rida-yı mübhemiyyeti kaldırmak mümkün ise +surette iki hükumet arasında şu mes’eleden dolayı müdhiş +bir mudarebenin zuhuru ağleb-i ihtimalatdandır. +Fakat acaba Almanya ile İngiltere arasında i’tilaf ne gibi +mahiyette olabilir? Osmanlıların aleyhine mi lehine mi? +Bazıları aleyhimize olacağını iddia ediyorlar. Fakat biz +buna ihtimal vermiyoruz. Bizim mahv u perişanimiz ne +ğildir. Fi’l-hakīka İngiltere müstakbelen kavi ve muhteşem +bir Devlet-i Osmaniyye’den mütevahhiştir. Fakat evvela +hükumet-i mezkure burasını da unutmaz ki şimdilik bizim +mevcudiyetimiz onun için elzemdir. Osmanlı Devleti bugün +Rusya’nın cenuba ve garb-ı cenubiye yani Hindistan yollarına +doğru yürümesine karşı bir sedd-i tabii teşkil ediyor. İstikbale +gelince biz kendi ef’al ü harekatımızla kavi ve muktedir +bir saltanat-ı Osmaniyye’nin İngiltere’nin şarkda tabii ve +samimi bir dostu ve müttehidi olacağını isbat edeceğimizde +şüphe etmiyoruz. +Almanya’ya gelince şu hükumetin bütün şark hakkında +beslemekte olduğu iktisadi ümidlerin husul-pezir olması +bit-tabi’ Osmanlılığın beka ve devamına mütevakkıfdır. Yarın +Osmanlılık yerine başka bir hükumet Almanya kadar +müterakkī ticaret ve sanayi’ nokta-i nazarından o derece +muktedir bir devlet kaim olursa bedihidir ki Almanya’nın +bütün bu ümidlerden vazgeçmesi lazım gelecektir. Evet Almanya’ya +Afrika’da bazı müstemlekatın verileceği söyleniliyor. +Fakat Almanya pek ra’na biliyor ki henüz bedevi ve +hatta vahşi bir hayat geçirmekte olan şu müstemlekat daha +bir çok seneler Almanya hazinesine bar olmaktan başka bir +ehemmiyeti haiz değildirler. Bu gibi müstemlekat için Almanya +Asya gibi vasi’ ve tükenmez servet-i tabiiye malik +olan kıt’a hakkında beslemekte olduğu ümidlerden el-yevm +bile şu kıt’aya vaz’ etmiş olduğu mühim sermayelerden teşebbüsattan +vazgeçmez! +arasındaki i’tilaf tecrübelerine bir nazar-ı nik-bin ile bakıyoruz. +Fakat bununla beraber vaz’iyyetin vahametini unutmamalıdır; +bu sıra Osmanlı devlet ve diplomatları için en müteyakkız +bulunmak lazım gelen bir zamandır!.. +TAVZIH-I HAKĪKAT +– – +Mevzu’-ı bahsimiz olan Colniche Zeitung gazetesi nde +münderic mektubun bir fıkrasında “Maamafih Girit hadd-i +zatında gaib olmuş idi. Hukūk-ı hükümrani-i Osmani nokta-i +nazarından bir tarafdan düvel-i hamiyye Fransa İngiltere +ye’ye Girit’i rabt eden rabıtayı gevşeterek onu padişahın +hayali bir rişte-i münasebeti derecesine kadar indirmişler +diğer tarafdan Yunan hükumetiyle devamı mukarrer münasebet-i +siyasiye ve esasiyyeyi te’min edici revabıt-ı metine +te’sis eylemişlerdir” deniyor. Şu saf ve hakīkakate mukarin +olan i’tirafa karşı muharririne beyan-ı teşekkür ederiz. Zira +bu ifade-i kat’iyye bizi düvel-i müstevdeanın senesinden +beri ta’kīb ettikleri hata-alud siyasetlerine karşı her +türlü tenkīdatı yürütmeye salahiyetdar kılıyor. Ma’lumdur ki +hakan-ı sabıkın Girit mes’elesine eser-i za’f olarak gösterdiği +müsamaha düvel-i müstevdeayı gayet müsaid bir mevkie +da Bahr-i Sefid’in muvazenesini Girit’in anahtarıyla te’min +etmek hülyasına düşmüş ve hatta Girit mes’ele-i mühimmesinin +merkez-i hallini Roma’ya getirmek ve binaenaleyh +–İngiliz siyaset-i kadimesine karşı– hukūk-ı hükümrani-i +Osmaniye Roma’dan icra-yı te’sirat etmeye bile muvaffak +olmuş idi. Herkesin ma’lumudur ki alem-i siyasiyyatta en +ziyade muvaffakiyeti te’min eden esbab “kuvvet”dir. Biz o +sıralarda istibdadın zehr-alud te’sirat-ı menhusesiyle pek zaif +düşmüş hatta devlet-i Osmaniyye’nin deva-yı hayatını bir +takım süfli entrikaların hayyiz-ara-yı husul olmasına menut +addetmiş başımızda yanan ateşleri görmeyerek Girit’de +namus-ı millimizi ihtirasat-ı m��tezadde-i siyasiyyesiyle +gözlerine perde inmiş olan “hamiler”e tevdi’ etmiş idik. Bu +halet-i feciaya koca bir devlet-i muazzamayı muztar kılanlara +la’net yağdırmak vazife-i hamiyyettir zannederiz. +Diğer tarafdan “müstevda’” sıfatını vermiş olduğumuzdan +düvel-i muazzamanın Girit’de –ta’bir ma’zur görülsün– +oynadıkları iki yüzlü komedyanın zehirli alkışlarını toplayan +zavallı millet-i Osmaniyyenin pür-hiddet ü hışm ihtisasatını +şurada şerh etmekten vazgeçemeyiz. Biz Girit’i bir “vedia” +olmak üzere düvel-i muazzamaya teslim ettik. Vedianın bir +emanet olduğunu ve binaenaleyh onda tasarruf caiz olmadığını +erbab-ı hukūk gibi rical-i siyasiyyun dahi tasdik +ederler. Şu halde mektubun muharriri tarafından vaki’ olan +şı hiyanet ettiler. Gerdun bir asiyab-ı felaket-medar ise bu +hıyanete sebeb olanların cezasını er geç verecektir. Zaten +meşime-i siyasetin bu günlerde ne doğuracağını bilmiyoruz. +Fakat eminiz ki Bahr-i Sefid muvazenesini –Girit’i vesile addederek– +bozmak isteyenlere pek büyük bir ders-i te’dib hazırlıyor. +Hatta iddia edebiliriz ki alem-i siyasiyyatta görünen +muzlim bulutların merkez-i ittisaı Girit olacaktır. +Düvel-i müstevdeanın tuttukları tarik-ı na-hemvarı şehrah-ı +necat ve şeref addetmeye meyl eden Yunan komşumuz +eğer rical-i siyasiyye-i meşhuresinin sertacı olan Trikopi’nin +vasiyet-i ahiresini düşünerek ve “Girit Yunanistan için +bir mezar-ı fena olacaktır” düstur-ı siyasisini üssü’l-esas-ı +ha­ +rekat ittihaz ederek Türkiye ile ciddi ve samimi bir siyaset +ta’kīb etmiş ola idi encam-ı karda kendisi için inkisar-ı hayali +mucib dolaşıklı bir yol tutmuş olmazdı. Biz Yunan Başvekili +Venizelos’u şahsen tanır ve zeka ve dirayetini tasdik ederiz. +Fakat siyasi-i müşarun-ileyhin –belki istemeyerek– fena pek +fena bir akıbete müncer olacak bir siyasete alet olduğunu +muhsin ikliminden ahz-ı zeka ve deha eden Yunan başvekili +bilmelidir ki Girit Osmanlı memleketi kalmaz ise Yunanistan +Düvel-i müstevdea Girit’i yed-i emanetlerine aldıkları +zaman “hukūk-ı hükümrani-i Osmani’nin cezirede bekasını +ve asayiş-i umuminin te’mini ile beraber unsur-ı İslam’ın +muhafaza-i can ve ırz ve malına müteahhid” bulunduklarını +resmen ve kat’iyyen Babıali’ye beyan ettiler. Acaba hedef-i +hareket ile maksad-ı aslileri arasında tezahür eden tenakus +ve mübayeneti te’lif iktidarını haiz hangi siyasi mevcuddur? +Buradaki sualimizi Yunan başvekiline tevcih etmekten ihtiraz +ederek deriz ki: Venizelos şan-ı zaferi Girit’in şevahık-ı +mualla-yı siyasetinde arayacak yerde Osmanlılık aleminde +ciddi ve pek samimi bir hayat-ı ahenkdar-ı iktisadiyyattan +temenni ede idi pek çok isabet etmiş olur idi! +RUSLAR – İRANILER +MEŞHED BOMBARDIMANI +Rusya Hükumeti senesinde İngiltere ile kendi beyninde +akd eylediği i’tilaf mucebince İran-ı Şimali’de kendisine +bir “mıntıka-i nüfuz” ayırmış ve İngiltere için dahi +ayırmıştır. Rusya İran’ın eyalat ve vilayat-ı şimaliyyesini +fi’len işgal etmek için İran hükumetine karşı anen fe-anen +müşkilat icad etmekte kusur ve ihmal göstermemiştir. İran +hükumet-i meşrutasıyla vatanperverlerini aciz bırakmak için +bazuya vermiş ve İran meşrutiyetinin temerküz ve teessüsüne +düşman olan sabık müstebid ve mürteci’leri İran aleyhinde +daima teşvik ve terğīb etmiştir. Gah Rahim Han’ı gah +Şücaüddevle Hamd Han’ı bazan Mehmed Ali ve avenesini +lubu vechile kullanmış ve en sonra İran umur-ı maliyye ve +Müşaviri Amerikalı Mister Şuster Morgan ile maiyetindeki +refiklerini İran’da kuvveden fiile çıkarmak istediği amal +ve menviyyatına muhıll ve muzır gördüğünden azilleriyle +den beri İran’da bulundurmakta olduğu kuvve-i askeriyyesi +vasıtasıyla mezalim-i guna-gun irtikab ederek meşrutiyetin +tifa etmeyen Rusya ahiren Azarbeycan ve Tebriz vekayi’-i +müellimesine sebebiyet verip yüzlerce ma’sum ve bi-günah +evlad-ı vatanın i’damlarına teşebbüs ettikten sonra bakiyyetü’s-seyf +kalan İran ahrarını hapis ve işkence ve nefy ü +teb’id ile tahkīr ve tevhin eylemiştir. Kendi tarafdarı olan +kimini vali kimini de mühim me’muriyetlere ta’yin etmiş ve +si’ni mürteci’ kabine eliyle kapattırıp Bahtiyarileri para kuvvetiyle +at eylemiştir. Rusya en sonra İran’ın Geylan Mazenderan +Azerbaycan Kazvin eyalat ve vilayetlerini doğrudan doğruya +kuvve-i askeriyyesiyle işgal etmiş ve İran ahrarını terk-i +dar u diyar etmeye mecbur etmiştir. +Daha sonraları Horasan ve Meşhed’i dahi zabt +ve istila etmek için vaktinden evvel oralara kendi asakirini +sevk ederek Yusuf Han-ı Herati ve Mehmed Han-ı Nişaburi +gibi hainleri Meşhed’de iğtişaş çıkarmak için şah-ı mahlu’ +ve amaline muvaffak olmuştur. Bilahare iğtişaşa sebeb olan +eşkiyayı def��� ve tenkil etmek bahanesiyle seri’ atışlı topları +vasıtasıyla bil-umum İslamların ziyaretgahı olan sekizinci +ederek azim maddi ve ma’nevi hasarat ika’ına muvaffak olmuştur. +Bu dilsuz hadise esnasında iki yüz biçare ve bi-günahın +ölümüyle yüz kişinin yaralanmasına sebebiyet vermiştir. +Akībinde kuvve-i askeriyesiyle İmam Rıza hazretlerinin +mezar-ı mübarekine girip oraya Rusların top güllesinden +masun kalmak için iltica etmiş olan zu’afa ve fukarayı haps +ve tevkīf ettikten sonra kendi askerlerinin ester ve hayvanlarına +Kembriç Darülfünunu lisan ve edebiyat-ı Farisi muallimi +olan Profesör Edvar Brown cenablarının İngiltere’de münteşir +Manchester Guardian gazetesine derc eylediği makaleye +nazaran Rus zabitleri imamın mezar-ı şerifinde bulunan +bütün İran şahlarıyla ekabir ve a’yanı tarafından nezr +ve teberru’ edilen eşya-yı nefise ve asar-ı kadimeyi kamilen +ele geçirip Petersburg Müzehanesi’ne göndermiştir. İmamın +mezarlığında mevcud olan asar ve cevahir-i giran-baha ile +Şah Abbas ve Safevi şahları devrinden kalma nefais-i eşya +ve mefruşatı Ruslar gasb ettikten sonra imamın kütübhanesinde +bulunan bil-cümle el yazması ve İran’ın en güzide +ve meşhur hattatları tarafından senelerce emek sarf etmek +suretiyle meydana getirilen müzehheb ve münakkaş kitapları +da elde edip Rusya’ya yollamıştır. Bu fecayi’den sonra +Ruslar asayişsizliğe sebebiyet veren şakīleri salıverip Meşhed +polislerini vazifelerinden tecrid etmiştir. Ahiren Meşhed +valisi bulunan Rüknüddevle’yi idaresizliğinden bahisle İran +kabinesine azl ettirip yerine kendi taraftarları olan Neyyirüddevle’yi +ta’yin ve Harakof namındaki bir Rusyalıyı Meşhed’in +polis müdiriyetine nasb etmiştir. Londra’da münteşir +Şark-ı Karib gazetesinin beyanatına göre imamın mezarına +halde bazıları Rusya askerlerinin süngüleriyle diğerleri de +diri olarak kuyulara atılmışlardır. Ruslar müdhiş ve mahuf +güllelerinin isabetini te’min için toplarının bir kısmını mürtefi’ +bir hanın damına çıkarıp yüz seksen ayrı mermi ve üç yüz +elli ufak gülle imamın mezarına atıp mahall-i mezkurun bir +kısmını kamilen tahrib ile diğer kısmını hasar-dide eylemişlerdir. +Bombardımana Rebiülevvel’in dokuzuncu günü öğleden +evvel başlanmış ve akşama kadar devam olunduktan +sonra nihayet verilmiştir. Rusların tahribatından salim kalan +yer yalnız mezar-ı şerifin minarelerinden ibarettir. Mezkur +gazeteye Meşhed’deki muhabir-i mahsusu tarafından iş’ar +olunduğuna bakılırsa Ruslar fitne ve fesadın mürettib ve +müsebbibi olanları kamilen taltif ettikten sonra Meşhed’den +çekilmelerini ihtar etmişlerdir. +Vaktiyle Anadolu ve Arabistan ile İran’da tetebbuat-ı +miyye ve fenniyye ve ictimaiyyede bulunmak üzere oralarda +ataşemiliteri Major P +. M. Sykes – ki hal-i hazırda devlet-i +müşarun- ileyhanın Meşhed’deki General Konsolosu +bulunuyor– A Tarvers La Perse namında te’lif ettiği eserde +Meşhed şehriyle imam-ı müşarun-ileyhin mübarek merkadi +hakkında gayet etraflı ma’lumat-ı mükemmele i’ta ederek +diyor ki: “Peder cihetinden sülalesi Hazret-i Ali kerremallahu +vechehu ve validesi ise Hazret-i Fatıma binti Nebi radıyallahü +te’ala anhaya muttasıl olan Sekizinci İmam Rıza hazretlerinin +mezar-ı şerifi Meşhed Kasabası’nın vasatında kain olup +etraf-ı erbaası büyük ve geniş caddelerle ihata olunmuştur. +Mezkur caddelerden züvvar imamın makberesine amed şüd +edip namaz ve dualarıyla evkat-ı hamsede iştiğal ederler. +Mezkur caddelerde vaktiyle dikilen gölgeli sal-hurde ağaçlar +marrin ve abirinin istirahatini te’min ediyor. İmamın mezarını +ziyaret için her sene bilad-ı baide-i İslamiyye’den Türk +Arab Acem Afgan Hind Cava Tatar Özbek müslümanlarından +altmış bin kişi Meşhed şehrine uğrayıp günlerce ikamet +ederler. Mekke-i muazzama Kerbela Necef ziyaretgahlarından +sonra bu mahall-i mübarek en mu’tena ve mukaddes +emakin-i müberreke-i İslamiye’den ma’duddur. Mezarın +bulunduğu mahallin etrafında geniş odalar ve revaklar inşa +edilip gureba ve fukaranın ikametlerine tahsis olunmuştur. +Bil-umum yeryüzündeki Şiiyyü’l-mezheb müslümanlar tarafından +Hazret-i Rıza’ya hedaya ve nüzurat takdim olunmuş +ve müşarun-ileyhin mezarı adeta bir İslami Müzehane haline +kıymetli mücevherler içinde birkaç tane murassa’ tac dahi +bulunmaktadır. Merkad-i mezkurun parmaklıklarıyla kapıları +som altın ve gümüşten yapıldığı gibi içindeki mefruşatı +da pek kadim ve değerlidir. Bundan başka imamın dört +hazinesi olup içinde enva’ incilerle güzel ve kıymetli firuze +ve mücevherler doludur. İran şahlarından olup Hindistan’a +hücum ile avdetinde beraber getirdiği altın ve mücevheratı +Nadir Şah kamilen imam hazretlerine vakf ve teberru’ etmek +suretiyle dindarlığını isbat eylemiştir. İmamın mezarını +kıymetli mermer ve musanna’ taşlar mezahim ve meşakk-ı +fevkalade ile Meşhed’e nakl ettirilip icab eden yerlere vaz’ +olunmuştur. Mezar-ı mezkurun inşasına vaktiyle İran’ın en +birinci mi’marları tarafından i’tina ve dikkat olunmuş ve +eserin meydana getirilmesine son derece himmet ve gayret +edilmiştir. +“İmamın mevkūfatı o kadar çoktur ki varidatı bir küçük +Avrupa hükumetinin varidatına mukabildir. İmamın mezarı +etrafında on altı medrese-i ilmiyye inşa edilerek daimi +surette bin iki yüz talebe-i ulumun tahsil-i ulum-ı diniyye +edebiyye mantıkıyye ve felsefiyye-i İslam ile iştigal eylemelerini +teshil eylemiştir. İmamın mezarına bakan hademe ve +me’murinin adedi üç bin kişiyi mütecaviz olup bunlara yiyecek +giyecek ve maaş verilmektedir. Hasılı İran’da bulunan +emlak ve akarın dörtte biri imama vakf edilmiş ve gece gündüz +tevzi’ edilmekte bulunmuştur. İmamın umur-ı vakfiyyesine +bakmak için icra-yı vazife ve hizmet eden ketebe ve muhasibler +bir küçük hükumeti idare etmeye kifayet ederler.” +Baladaki beyanattan Rusların ika’ ettikleri zarar ve +hasarat-ı maddiyyenin mikdarı kolaylıkla tahmin edilebilir. +Daha İran’ın nikat-ı şimaliyyesine gereği gibi yerleşemeyen +Ruslar sellemehü’s-selam İranilerin ve umum müslümanların +ziyaretgahını teşkil eden emakine karşı tecavüz edip +bugün İslamları dilhun eylemişlerdir. Bu harekat-ı dürüştane +ve hasmane ile İraniler Rusları nasıl sevebilsinler. Bilakis +a’mak-ı kalblerinde Ruslar’a karşı derin bir hiss-i husumet +ekildiğine şüphe yoktur. Me’abid ve mesacid ile rüesa-yı +dinin mezarları her yerde ve her millet ve din nazarında +masun bulunduğu halde Ruslar hiçbir şeye ehemmiyet +vermeyerek Meşhed’deki İmam Rıza hazretlerinin merkad-i +mübarekini toplarıyla bombardıman etmek suretiyle mahiyet-i +garazkaranelerini derhal ortaya koymuşlardır. Bu hafta +bahsederken sözünü Meşhed bombardımanına intikal ettirip +Rusların harekat-ı ahirelerini edille ve berahin-i mantıkıyye +larını lisan-ı ta’n u la’n ile yad eylemiştir. +Şimdi munsıfane düşünelim Ruslar ne yüzle İranileri +kendilerine ısındıracaklar ve ne hak ile bu fenalıkları yapıyorlar. +olan Rusya’nın teşebbüsat-ı istilakaranesi bundan ibarettir. +Hayret ibret! + +---- +MEKATIB +---- + +HAKĪKĪ MÜSLÜMANLIĞI AVRUPA’YA + +---- +TANITMANIN YOLUNU BULALIM +---- + +Alman Levante Vapur Şirketi tarafından Almanya ihracat-ı +sınaiyyesinin tezayüdü kendi varidat-ı seneviyyesinin +de tezayüdünü mucib olacağı mülahazasıyla bir buçuk sene +mukaddem evvelce mahiye olmak üzere ve el-an on beş +günde bir çıkarılan resimli Alman Levante gazetesi gerek +şarkda ticaretle meşgūl vatandaşlarına gerek vatanında +şarkla münasebat-ı ticariyyede bulunan ticarethanelere büyük +bir menfaat te’min eylemektedir. Mündericatı şarkda +revac bulacak emtianın reklamından maada ticaret için +oralarda geçen meta’ın cins ve fiyatlarıyla terkibat-ı i’maliyyesini +münakasaya çıkarılan eşyanın teferruatıyla usul-i +teslimatı ve mahall-i müracaatlarını şark-ı karib körfez ve +limanlarının idhalat ve ihracat istatistiklerini ticaret nokta-i +nazarından vukūat-ı yevmiyye ve mühimmeyi muhtevidir. +sında: +Tetkīkat-ı Fünun-ı İslamiyye +Namı tahtında Berlin’de bir cem’iyetin teşkil olunduğu +ve hedef-i maksadı ise alem-i İslam’ın ahval-i mezhebiyye +ve fikriyyesini hayat-ı ictimaiyye ve medeniyyesini tedkīk ile +ta’kīb etmek ve elde ettiği ma’lumatı garb medeniyeti nazar-ı +diyor ki: +“Hal-i hazırda memalik-i İslamiyye’nin hemen her tarafında +Avrupa milel-i medeniyyesinin nazar-ı dikkatini celb +edecek surette bir faaliyette bulunulduğundan Almanlar da +dahil oldukları halde garblıların kuvve-i faaliyyelerine ihzar +olunan bu vasi’ arazide Avrupalılar daha ziyade sarf-ı +mesai ederek içerilerine doğru sokulup garblıların oralarda +lere muvaffakiyetle sokulabilmek için ancak ora ahvalinin +künhüne vukūf-ı tam hasıl etmek ile olabilir. İşte şu teşekkül +eden cem’iyet şark ahval-i hazıra ve sabıkası meraklılarının +ta’mik-ı ma’lumatlarına bir menba’ teşkil ederek daire-i +ma’lumatlarının tevsiine hizmet edecektir. Bu hususda +memalik-i İslamiyye’de müddet-i medide mütemekkin ve +ma’lumatın hakīkatine iştibah hasıl ettirmeyecek mu’temed +sahib-i dirayetler tercih olunduğu cihetle bu gibi menba’lardan +hayati ve fen elde edilen ma’lumat kitap şeklinde neşr +edildikten maada daimi ve suret-i muntazamada konferanslar +da verilerek cem’iyet a’zalarının tenvir-i efkarına +çalışılacak cem’iyet varid olan suallere bir menba’-ı ahz-i +ma’lumat olacak muntazam bir kütübhane teşkil edilerek +hal-i hazırda edebiyat ve harekat-ı İslam’a dair neşr olunan +kitaplar hususiyle İslam gazeteleri mündericatı cem’ olunarak +a’zalarının müstefid olmasına sa’y ü gayret olunacaktır…” +eylediğim Alman cem’iyetinin ta’kīb edeceği hatt-ı hareket +her ne kadar bizim için henüz mechul ise her halde mucib-i +laşıldığı üzere tercihan intihab ettikleri ahz-i ma’lumat menba’ları +müddet-i medide İslamlar içerisinde mütemekkin +yine Avrupalılar olduklarından bunların kendi hissiyatlarına +mağlub olmadan bi-tarafane ma’lumat vermeleri kabil-i tasavvur +mudur? Cümlenin ma’lumu olduğu üzere her hangi +bir ferd nokta-i bi-tarafiyi iltizam azm-i kavisinde bulunsa +bile yine hissiyat-ı milliyye ve mezhebiyyesine bila-ihtiyar +mağlub olduğu tecrübe ile sabittir. Hergün yeni yeni hayret-amiz +havadis okumak hevesinde bulunan yirminci asır +garb ahalisinin iştihasına ne suretle galebe çalacağını şaşırmış +olan Avrupa matbuatı verilen ma’lumatların ekserisini +bila-tahkīk ve tedkīk bazılarını da yalan yanlış tab’ ettiklerinden +kari’lerini alem-i İslam’ın kesb-i istihkak etmediği +fikirlere düşürüyorlar. Bu kabilden olarak bu hafta intişar +eden Vohen Şav resimli gazetesi İtalyanların topa tuttukları +Bahr-i Sefid Boğazı medhali diye bizim İstanbul Boğazı’ndaki +Rumeli Hisarı’nın resmini kari’lerine gösteriyor. İşte +bunun içindir ki bizde de bu gibi cem’iyetler teşkil olunup +da hakkımızda hakīkate gayr-i muvafık neşriyat yine kendi +lisanlarıyla cerh olunarak neşr ettirilse alem-i İslam ve akvam-ı +şarkiyye hakkında neşv ü nema bulmuş olan zanniyat +birden bire solarak mahv olacağı gibi İslamiyet hakkında +sağlam fikirler husule getirileceği şüpheden varestedir. Zaten +tezelzüle ve tefrikaya giriftar olmuş olan fikr-i hıristiyani +hakīkatin izharıyla tenvir olunacak olur ise İslamiyet’in istifadesini +mucib olacağında kat’iyyen şüphe etmemelidir. +TOKYO’DAN MEKTUB +Mart nihayetinde bir gün Tokyo’da kain zadegan mektebinin +yevm-i mahsusu münasebetiyle da’vet olunmuştum. +Mektebe geldiğimde hey’et-i muallimin tarafından istikbal +olunarak mektebin müdiri meşhur General Nuci cenablarının +huzuruna kabul buyuruldum. On dakīka kadar kendileriyle +sohbet ettim ellerimi sıkarak pederinize ayrıca arz-ı +dular. +Mektebin kayık yarışları başladı biz müşarun-ileyh general +mezkurda veliahd hazretleri dahi teşrif buyurmuşlardı. Yarışı +müteakib çay ziyafetinde herkes baş açık olduğu halde yalnız +ben fes ile bulunuyordum. Veliahd hazretlerinin nazar-ı +dikkatlerini celb etmişim gayet nazik bir zat olduğu zaten +müşahede olunuyordu. Müşarun-ileyh hazretlerinin meclisden +müfarakatleri esnasında General Nuci cenabları “Japon +muhibbi bir genç Türk talebesi” diyerek beni veliahd +hazretlerine takdim ettiler. Müşarun-ileyh cenabları yanıma +gelerek iltifat buyurup: +– Teşekkür ederim iki millet yakında biri birini daha yakından +tanıyacaklar muhabbetimiz her iki taraftandır çalışınız!.. +diyerek geçti. Ben de bir şey diyemedim. Nuci cenabları +veliahdı teşyi’ ettikten sonra gülerek yanıma geldi. Veliahd +size tekrar selam söyledi diyerek pek samimi bir iltifat ile +sattan bil-istifade bir çok şeyler söylerdi gördün mü babalar +feti devam etti bu kere ziyafet hususi idi. Mükellef adamlar +gitmişti mamafih yine bir çok adamlar vardı. +Esna-i ziyafette bir çok nutuklar irad olundu. Nutukların +hulasası muharebe-i hazıra münasebetiyle Japonların hissiyatına +ait olup hep bir ağızdan İtalyanlara izhar-ı nefret +olunuyordu. Bilhassa mektebin ulum-ı ilahiyye muallimi +Fransızca nutuk irad ederek gayet mufassal surette Avrupa +vahşetinden bahsettikten sonra beyaz belaya karşı Japon +ve müslümanların vazifelerinden ve bilahare an-karib Hilal +hitam verdi. +Bunu müteakib General Nuci cenablarının kayınbiraderi +Vatanaba cenabları dahi iki milletin muhabbetinden bahsettikten +sonra Ay ile Güneş yekdiğerine gayr-i müfarik ecram-ı +semaviyyeden olduğunu söyledi. +Ulum-ı diniyye muallimi İslamiyet’in ulviyyetinden bahsederek +hamrın hürmeti esbabını gayet müessir surette izah +eyledi. Hukūk muallimi İslamiyet’te hukūk-ı nisvanı medh +etti. +Şu suretle meclis saatlerce devam etti ben de oldukça +göz yaşları döktüm. Artık ben bundan sonra fesim ile +ne kadar iftihar edersem hakkım vardır zira bana bu iltifatlar +fesim sayesinde oldu. + +---- +MAKAM-I MUALLA-YI HILAFET +---- + +VE KAŞGAR MÜSLÜMANLARI +Geçen haftaki nüshamızda Türkistan-ı Çini’de kain Kaşgar +müslümanlarının Trablusgarb Muharebesi için gönderdikleri +meblağdan ve bu babda ibraz eyledikleri fütüvvet ve +hamiyetlerinden bahsedilmiş idi. +Bu defa dahi Kaşgar müslümanları a’yan ve eşraf ve +ulemasından olup nam-ı muhteremleri matbaamızca ma’ruf +bulunan bir zat-ı ali tarafından Enderun-ı hümayun Muallimi +Kolcalı Abdülaziz Efendi’ye vurud eden bir mektubun +sadedimize ait olan kısmını muhterem kari’lerimizin nazar-ı +mütalaalarına vaz’ eyleriz. +“Dersaadet’ten müfarakatimin sekizinci ayında Kaşgar’a +vasıl oldum. Yolda uğradığım memleketler müslümanları tarafından +büyük hürmetler samimiyetler ile istikbal olunuyor +nev-cah efendimiz hazretlerinin sıhhat-i hümayunlarından +ve hükumet-i meşruta-i seniyyelerinin vaz’iyyet-i hazırasından +ve asakir-i Osmaniyye-i şahanelerinin ahval-i gazanferanelerinden +mübahaseye tealluk ederdi. +Bu abd-i aciz dahi lisanım döndüğü kadar Hilafet-penah +şevket-meab Sultan Mehmed Reşad Han eyyedehullah +efendimiz hazretlerinin büyüklüklerinin iktidarlarının merhametlerinin +meratib-i samiyyesiyle Osmanlılar ile alem-i +rinin derecat-ı aliyyesi her nevi’ sitayişin fevkinde olduğunu +ve hükumet-i meşrutalarının meslek-i alisi dahi aynı fikir +ve meslek ve iktidar-ı şahane daire-i bahiresinde cereyan +etmekte bulunduğunu ve asakir-i nusret-measir-i mülukanelerinin +devr-i sabıkdan parlak ve her türlü tekemmülat-ı +askeriyye ile mücehhez olduklarını re’ye’l-ayn müşahedesiyle +bahtiyar olduğumu zikrettikçe İslamlar tarafından bütün +samimiyetle hulus ve sadakat yaşlarıyla Halife-i a’zam +efendimiz hazretlerinin ömür ve afiyet-i cihan-kıymet-i +şahanelerinin temadisine bütün umur ve efkar-ı hümayun-ı +mülukanelerinin tevfikat-ı Sübhaniyyeye iktiranına ve hü­ +ku­ +met-i meşruta-i adilelerinin kaffe-i harekat-ı idariyye +asakir-i müeyyedetün min indillah şahanelerinin her yerde +mansur ve muzaffer olmalarına dualar tazarru’lar niyazlar +bargah-ı icabet-i iktinah-ı ehadiyyete ref’ ediliyor idi. +dualar sadakatler huluslar içinde lebriz-i sürur ve hubur +olduğum halde yukarıda geçtiği gibi sekiz ayda Kaşgar’a +vardım. Bütün Kaşgar ahalisi bu hakīr üstaz ve üstaz-zadelerinin +Bu güzel memlekette dahi makam-ı Hilafet’ten yukarıdaki +aynı sualler irad edilir aynı cevaplar verilir aynı samimi +dualar tazarru’lar niyazlar dergah-ı azamet-iktinah-ı uluhiyyete +arz ediliyor idi. +ler iklimler müslümanlarının Hilafet-i ulya-yı İslamiyye ve +hükumet-i muazzama-i Osmaniyye’ye karşı beslemekte oldukları +rabıtaları böyle ali saf muhkem metin bir vaz’iyettedir. +Hele İtalya korsanlarının Hilafet’in hak-i pakine vukū’ +bulan vukū’ bulmakta olan tecavüzleri o vaz’iyet-i ma’neviyye-i +Bu vesile-i mübeccele Kaşgar ve havalisi müslümanlarına +Trablusgarb Muharebesi’ne iane namıyla bir iane defterinin +küşadını ilham eylemiş ve beyne’l-İslam iane cem’ine +mübaşeret edilmiştir. +Cem’ edilmekte olan ianeden bu mektubu postaya verdiğim +tarihe kadar teraküm eden dört bin rublesi posta ile +gönderilmiştir . İane teraküm ettikçe peyderpey gönderilecektir. +Bugün bütün Kaşgar ve havalisi müslümanlarının +birinci vazifelerini Hilafet ve hükumetin beka ve muvaffakiyatına +asakir ve mücahidin-i Osmaniyye’nin muzafferiyetlerine +bütün mahafil-i aliyye-i ilmiyye ve hususiyyede dualarda +bulunmak ikinci vazifelerini iane cem’ etmek gibi milli ali +medeni dini iştigaller teşkil etmektedir. +tecelli edeceği ve İtalya hükumet-i bağiyyesinin mahv muzmahil +perişan olacağı kat’idir. Yaşasın Hilafet ve Osmanlılar +mahv olsun İtalya. +ŞUUN +MECLIS-I MEB’USAN-I OSMANI +HÜLASA-I MÜZAKERATI +Zabt-ı sabık kıraet ve aynen kabul olunduktan sonra henüz +gelip de tahlifi icra olunmayan zevatın tahlifi icra olundu. +Titanik hadisesi münasebetiyle çekilen ta’ziyet telgrafnamesine +beyan-ı teşekkürü havi Sir Edward Grey’dan mevrud +telgrafname kıraet olunarak alkışlandı. +Bazı vilayat-ı Osmaniyye’den galeyan-ı hissiyatı mübeyyin +olarak gelen telgrafnameler kıraet olundu ve şiddetle +alkışlandı. +Mazbata-i intihabiyyelerin kıraetine başlandı. Reis mazbatalar +aynı mealde olduğu için sade daire-i intihabiyesinin +ve kendisinin ismi okunmak suretiyle geçiştirilmesini teklif +etti. Bu mes’ele gürültüye sebebiyet verdi. Lehde aleyhde +bir çok şeyler söylendi. Nihayet okunmasına karar verilerek +yine kıraete başlandı. +Lazistan Meb’usu Ziya Bey’in dünkü A’yan müzakeresinde +Damat Ferid Paşa’nın intihabat hakkındaki beyanatının +Meclis-i Meb’usan’a ve umum millete ait bir tahkīr olması +edildi. +Zabt-ı sabık kıraet ve aynen kabul olunduktan sonra henüz +gelip de tahlifi icra olunmayan zevatın tahlifi icra olundu. +Trablus ve Bingazi mücahidlerine +beyan-ı teşekküratı havi çekilen telgrafa Enver Bey’den +gelen atideki cevap okundu: +Deraliyye’de Meclis-i Meb’usan Riyaset-i Aliyyesine: Burada +vazifelerini ifadan başka bir şey yapmayan bizlere karşı +muhterem Meclis-i Meb’usan’ımızın telgrafla izhar buyurduğu +hüsn-i teveccüh ve i’timad bizi fevkalade müteşekkir +kıldı. Bundan böyle de bu i’timad ve teveccühe layık olduğumuzu +göstermeye çalışacağız. Yekvücud olarak mahv +olacak veya düşmanımızı kamilen kahr u tedmir edeceğiz. +En küçüğümüzden i’tibaren hepimiz şimdiye +kadar bizi bırakmayan Allah’ın bundan sonra da bizlere +muavenetinden eminiz. +Enver +§ Ba’dehu mazbata-i intihabiyyelerin kıraetiyle iştigal o­ +lundu. +OSMANLI-İTALYA MUHAREBESI: +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +manlı Ajansı’na tebliğ edilmiştir: +yirmi sekizinde karargah üzerine bomba atmıştır. Bir +şehid üç mecruh vardır. +Küçük bir müfrezemiz tarafından kurulan pusudan +bir düşman taburu üzerine edilen ateşle mezkur tabur +bir hayli zayiata duçar olarak karma karışık firar etmiş ve bu +esnada düşmanın topçu ateşiyle tarafımızdan yalnız iki kişi +mecruh olmuştur. +Derne’de ta’lim etmekte bulunan iki bölük +ateşin te’siriyle İtalyanlardan on iki kişi itlaf ve üç kişi cerh +edilmiş ve bizden bir guna zayiat olmamıştır. +Cezair-i Bahr-i Sefid Valisi Subhi +Bey’le oranın tahrirat müdir ve defterdarını İtalyanlar esir +edip sair üsera-yı Osmaniyye’nin bulundukları Kazerta’ya +sevk ve isal eylemişlerdir. Müşarun-ileyh ailesine bir telgraf +keşide edip sıhhatte bulunduğunu iş’ar etmiştir. +Ecnebi harb +muhabirlerinin tetebbuat-ı askeriyyeleri neticesinde İtalyanlar +ancak bir buçuk aydan sonra Rodos’un her tarafını işgal +edebilirler. Bu ise binlerce telefat vermek suretiyle mümkün +olabilir. General Ameglio ise bu ana kadar ancak mevaki’-i +sahiliyyeyi işgal edebilmiştir. +Rodos Adası’ndaki ku­ +va-yı Osmaniyye üç bin asakir-i muntazama ile iki bin müsellah +ahaliden ibarettir. Zahireleri ise altı ay kadar kifayet +eder. Şimdilik asakir-i mezkure adanın dahilinde bulunan +dağlarla ormanlara çekilip ta’biye ve istihkamat inşasıyla iştigal +etmektedirler. +Trablus’daki asakirinden otuz binini tebdil etmek bahanesiyle +bunların iki binini on altı sefine-i nakliyye vasıtasıyla +Rodos’a sevk etmiştir. Hal-i hazırda bunlar Rodos’da bulunuyorlar. +Asakir-i mezkurenin vurudundan sonra İtalyanlar +kendi bayraklarını adadaki hükumet konağına alay-ı mahsus +– General Amegliyo Rodos ve +Astropalya ile bilahare işgal olunacak cezairi idareye me’mur +olmuştur. Sakız Midilli Limni’yi işgal etmek için bir iki ay +lazım geleceği zan olunur. Yeni saha-i harbe müteveccihen +Tan Gazetesi’ +nin mevsukan istihbar ettiğine nazaran Rodos’daki +kuva-yı Osmaniye kişi ile dört cebel topu Lesbos’da +kişi ve top; Sakız’da ise kişi ve dört top mevcud +olup asakir-i mezkurenin sekiz yüzü Rumlardan ibarettir. +Düşman donanması İzmir +sevahilini topa tuttuğu gibi Cezair-i Bahr-i Sefid civarında +bir vaz’-ı tehdidkarane ile dolaştığı ve Rodos Adası’na +dahi asker çıkardığı cihetle atiyen icab eden mahallere teşmil +edilmek üzere şimdilik Aydın Vilayeti dahilinde bulunan İtalya +tebaasının hudud haricine çıkarılmasına karar verilmiştir. +Teb’id edilecek olan İzmir’deki İtalyanların alakalarını kat’ +etmek üzere kendilerine on beş gün mühlet verilmiştir. Rahibelerle +papasların bu teb’id kararından istisnası mukarrerdir. +Karar-ı mezkur Aydın valisiyle süfera-yı Osmaniyye’ye +kişi tevkīf edilmişlerdir. Mevkūfin esir-i harb sıfatıyla askeri +kışlasına sevk olunmuşlardır. +nin zeka ve vazife perverliği sayesinde Trablus’dan İzmir’e +muvasalat eden iki İtalya casusu elde edilmiştir. Casuslar +üzerinde bir çok para ve evrak ve vesaikden başka Trablus’daki +ve hüsn-i hal varakaları çıkmıştır. Binaenaleyh hükumet-i +mahalliyye tarafından taht-ı tevkīfe alınıp tahkīkat-ı amikanın +Osmanlı Ajansı’nın istihbaratına +göre baladaki adaların bir İtalyan fırka-i bahriyesi +tarafından işgal olunduğu ve karaya asker ihrac edildiği bildiriliyor. +gayr-i müstahkem Osmanlı limanlarını bombardıman eylediği +cihetle Hariciye Nezareti’nce düvel-i muazzama nezdinde +protesto edilmiştir. Fakat faide ne?.. +Jurnal De Berlin +Ami di gazetesi İspetetator Cermanyus imzası tahtında +olarak bir muahede-i hafiyyenin vücudunu ifşa etmiştir. +Mezkur muahede mucebince İngiltere hükumeti Rodos +Sakız ve Sisam adalarının İtalya tarafından işgalini kabul etmiştir. +Buna mukabil İngiltere dahi Girit’in Suda Limanı’nı +ta’vizat verilecekmiş! +ki ta’arruzatına devam ederek ablukayı tevsi’ etmek istiyor. +Bundan Osmanlılar mutazarrır olmayacaklardır. Yalnız Avrupa +ticareti müteessir olabilir. Aden tüccarı mükerreren +dan bahisle İngiltere’ye şikayet etmişlerdir. +Hudeyde önünde dolaşan +hükumeti Hudeyde ile berren posta muamelatını te’min +etmiştir. Aden’den her gün muntazaman kervanlar hareket +etmekte ve abluka edilen havali mahsulatını nakl eylemektedirler. +Osmanlılar Aden’e gelerek münasebattan +dahi hiçbir faide istihsal etmemişlerdir. Eritre müstemlekesi +me’murini tarafından istikra edilip Seyyid İdris tarafdaranına +beray-ı ta’mir Şeyh Said kurbunda tevakkufa mecbur kalmış +ve sahilde zabıta vazifesi hükumet tarafından tamamen +te’min edilmiş bulunulduğundan vapur derunundaki esliha +ve mühimmatın kaffesi zabt olunmuştur. +Kunfuda’yı bombardıman ettikleri esnada Koz mevkiinde +bulunmakta olan Mekke emirinin üçüncü mahdumu Şerif +Faysal Beyefendi ile taht-ı kumandasındasi şürefa-yı muktedire +ve urban ve Binbaşı Çerkes Mahmud Bey kumandasında +bulunup Mekke’den Nişancı Taburu zabitan ve efradı +Ebha tarikini kat’ etmeye cüret eden İdris şakīsini kemal-i +besaletle kahr u tedmir etmişlerdir. Ulema-yı Arab’dan ve +Mekke emiri tarafından edilen nesaih-i müessire ile kabail +yavaş yavaş şakī İdris’den tebaüd eylemektedir. +Aden valisi İtalya’nın neşri­ +yatına rağmen Mekke’ye her sene olduğu gibi bu sene dahi +hüccacın gidebileceğini ahali-i İslamiyye’ye tebliğ etmiştir. +Cidde’ye azimet etmek isteyen İslamların himayesi te’min +edilmiştir. Muayene-i sıhhiyyeleri dahi ablukaya rağmen +Kamaran’da vukū’ bulacaktır. +Hazret-i Halid +bin Zeyd Ebi Eyyub El-Ensari radıyallahü anhü’l-Bari +türbe-i mübarekesinde vaz’-ı mevki’-i tekrim edilmiş olan +beyt-i şerif-i muazzamın sitareleriyle Hacer-i Esved-i mukaddesin +gümüşten ma’mul atik mahfazasının Topkapı Saray-ı +hümayununa nakli merasim-i fevkalade-i ihtiramkari +Topkapı Saray-ı hümayununu teşrif etmişlerdir. Maiyyet-i +padişahide mehadim-i hazret-i padişahi şehzadegan-ı kiram +lunuyorlardı. +Şevket-meab efendimiz Dolmabahçe Sarayı rıhtımından +Söğütlü yatına rakiben Sirkeci’ye muvasalat etmiş ve +olunmuşlardır. +Mevkib-i hümayun Babıali Caddesi Sultan Mahmud +Türbesi Divan Yolu Ayasofya tarikiyle Topkapı Sarayı’na +muvasalat ederek Hazine-i Hümayun kethüdasıyla Enderun-ı +Hümayun efendileri tarafından istikbal edilmişlerdir. +Zat-ı hazret-i padişahi maşiyen Bağdad Kasrı’na teşrif ve +salat-ı zuhru müteakib bir müddet istirahat ettikten sonra +Eba Eyyub Cami’-i şerifinden Topkapı Sarayı’na ve Arzhane’ye +merasim-i mahsusa ile nakl edilen puşideyi maa encal +ve maiyyet-i kiram ziyaret ettikden sonra tekrar teşrif buyurdukları +tarikdan alay-ı vala ile Saray-ı hümayuna muavedet +buyurmuşlardır. +Sitare-i şerife merasiminde şeyhülislam evkaf nazırı +Şerif Nasır Beyefendi Vak’anüvis Abdurrahman Şeref +Beyefendi Harem-i Şerif Müdiri Mehmed Emin Efendi +Hazine-i Hassa Müdürü ve Teşrifati Hasan Beyle Enderun-ı +hümayun efendileri Zülüflü baltacılar ve dervişan ve dedegan +gahlarda bulunan ahali zat-ı hazret-i padişahiyi selamladıkları +gibi Babıali önünde de vükela-yı devlet tarafından +zat-ı şahaneye arz-ı ihtiram olunması üzerine zat-ı şahane +gerdune-i hümayunun tevakkufunu irade buyurarak vükela +hazeratına iltifat buyurmuşlardır. Teşrif-i şahaneyi müteakib +emanat-ı mukaddese dahi emanet-i celile hazinesine nakl +olunmuştur. +Mekke-i mükerreme reisü’l-ulemalığına +ve Şafi’i Müftiliği’ne sadat-ı Aleviyye’den +ve ulema-yı benamdan Seyyid Hüseyin El-Habeşi Efendi +hazretleri nasb u ta’yin olunmuştur. Müşarun-ileyh hazretleri +emsal ve akranı içinde ittika iffet istikametle kesb-i temeyyüz +etmiş ve arzu-yı umumi ile taraf-ı emaretten ta’yin +kılınmıştır. +Bağdad Vilayeti’ne +tabi’ Necef-i Eşref Kazası’nda Badkubeli Hacı Mirza Abdurrahim +Belbele’nin zir-i idaresinde Murtazavi namında +bir mektep te’sis ve küşad olunup talibine tahsil-i ulum ve +fünun hakkında delalet-i hayr-hahanede bulunmaktadır. Bu +gibi müesseselerle hamiyetli müessislerinin muvaffakiyyetini +cenab-ı Hak’dan temenni eyleriz. +Mekke-i Mükerreme’de şerif hazretlerinin +himmetiyle donanma namına otuz bin lira iane cem’ +olunduğu anlaşılmıştır. Müşarun-ileyhin bu himmet-i fevkaladesi +şayan-ı teşekkürdür. +Meclis-i Meb’usan’ın geçen devrenin maba’di mi yoksa yeni +devrenin mebdei mi olduğu Meclis-i Vükelaca mevzu’-ı +bahs ve müzakere olmuş ve neticede yeni meclisin yeni +devre-i ictimaına ait olduğu esası kabul edilerek Meclis-i +Meb’usan’ın devam-ı müzakeratı için müddet-i ictimaın bir +zaman-ı münasibe kadar temdidi taht-ı karara alınmıştır. +Selanik-Üsküb hattı üzerine +Gevgili İstasyonu’nun seksen kilometre ve dokuz yüz +metre ilerisinde kain bir taş köprü Bulgar çeteleri tarafından +vaz’ edilen fitilli bir bombanın iş’ali üzerine harab olmuş ve +Nisan’ın yirmi dördüncü günü akşamı alafranga saat dokuzda +patlamıştır. Tahrib edilen köprü derhal ta’mir edilerek +trenlerin ubur u müruru te’min olunmuştur. Hükumet ve +kumpanya tarafından tezyid-i takayyüdat ve tedabir-i fevkalade +vaki’ olacak yeni bir tecavüze karşı Dersaadet ve mülhakatında +mütemekkin İtalyanların tardı mes’elesi hükumetimizce +tezekkür edilmiştir. Tecavüz olunmadık neresi kaldı ki +hükumet yeni tecavüzler daha bekliyor. Düşman-ı canımız +olan bu hainleri artık memleketimizde görmeye müslümanların +tahammülü kalmamıştır. +Çanakkale Boğazı’nda tahte’l-bahr torpillerin +ref’i esnasında torpillerin bir tanesi iştial etmiş ve önceden +zayiat vuku’bulmamıştır. +Yunan Başvekili Venizelos Giritlilere +bir telgraf keşide ederek düvel-i hamiyyenin vesayasına +Mösyö Venizelos’la İngiltere’nin Atina +sefiri arasında vukū’ bulan bir mülakat üzerine Minerva +Sefinesi dahilinde mevkūf bulunan Girit meb’uslarının serbest +bırakılmaları te’min edilmiştir. +Nasyonal Bank’da bulunan paralarını taleb etmektedirler. +Asakir-i Osmaniyye’ye her türlü me’kulat ve levazımat +bila-müşkilat gönderiliyor. +ettikleri +Düvel-i hamiyye +hal-ı hazırda Girit mes’elesinin hallini muvafık gördüklerini +ve statikonun muhafazasına azm etmiş olduklarını ve Girit +meb’usları Yunan parlamentosuna duhule teşebbüs ettikleri +takdirde cezireyi işgal ile umur-ı idareyi der’uhde eyleyeceklerini +Girit hükumetine tebliğ etmişlerdir. +nam mahalde bir suud tecrübesi eden Mülazım Deyzeris elli +metrelik bir irtifa’dan tayyaresi ile birlikte sukūt ederek hemen +telef olmuştur. +Avusturya +hükumetinin Bosna hududu civarında ihtiyatkarane davranmakta +olduğu ve o civardaki askerine bir mikdar zam +ettiği işitilmiştir. +Avusturya gazetelerinin +beyanatına bakılırsa Avusturya hükumeti her bir ihtimale +karşı İtalya hududunda otuz bin asker bulundurmaktadır. +Avusturya’nın bu hareketi Balkan muvazenesini ihlalden +vikaye etmeye ma’tuf bulunuyor. +Sabık Almanya Sefiri Baron Mareşal’in +Almanya’nın Londra Sefiri Kont Meternik’in tekaüdü üzerine +yerine ta’yin olunmuş ve kabulü için İngiltere’den istimzac +olunmuştur. Times gazetesi Baron Mareşal’in yeni +me’muriyetini tebrik ile Türkiye’de kendi devletine ifa ettiği +hidematı bir makale ile ber-averde-i zeban-ı temcid eylemiştir. +Almanya’nın İstanbul sefaretine ise Almanya’nın Yunanistan +Sefiri Baron Vankenhaym ta’yin olunacaktır. +Sırbistan hükumeti Mayıs +ayında askeri manevralarını tensib etmiş olduğundan +mezkur teşebbüs Avusturya hükumetinin endişesini tezyid +etmiştir. +Hemedan’da Salarüddevle +namına harb eden Mücellilü’s-saltana ile vukū’ bulan +bir muharebede hükumet asakiri mağlub olmuştur. Fermanferma +kişi ile Hemedan’da bulunuyor. Hükumet +Bahtiyariler ile birlikde Tahran polis ve zabtiye nazırı Yefrem +Han’ı bir mikdar asker Maksim topu ile iğtişaşcılara karşı +sevk etmiştir. Ahval-i umumiyye bu yüzden kesb-i vahamet +etmiştir. +Londra’dan +gelen bir telgrafa nazaran Meşhed’deki İmam Rıza +mezarının Ruslar tarafından bombardıman edilmesinden +dolayı alem-i İslamiyet’te husule gelen heyecan İngiltere’de +aks-i te’sir hasıl eylemiştir. Alem-i İslam Cem’iyeti Merkez-i +Umumisi’ne vasıl olan telgrafnamede Hindistan müslümanlarının +büyük mitingler akd ederek İslam ibadethanelerine +siyasiyyunu bu mitingleri Hindlilerle alem-i İslamiyet’in ittihadına +dair bir emare gibi elakki eylemektedir ki bu hal +Evvelce İran arazisine dahil olan iki +yüz Afgan süvarisine ilaveten bu kere de bir ikinci Afgan +kuvve-i askeriyyesi Belucistan’ın hudud-ı cenubiyyesine yakın +bir mevkie muvasalat etmiştir. +Devlet-i Osmaniyye-İtalya +Muharebesi Tunus ahval-i iktisadiyyesi üzerinde su’-i +tesir husule getirmiştir. Tunus’da İtalyanlar İslamların gösterdikleri +husumet üzerine Tunus’u terk ile Trablus’a hicret +etmişlerdir. İtalyanların Tunus’dan çekilmeleri ile amele ücreti +tezayüd etmiştir. +Ahval gittikçe karışıyor. Fransız ordusu +muattal ve me’yus bir haldedir. Bütün kabail ve aşayir isyan +etmiştir. Mulay Hafiz’e karşı olan kin ve adavet umumidir. +Fransa’nın himayesini kabul ile mevkiinden münhali’ addedilen +sultanın yerine geçmek için sekiz kadar emir ve şerif +lunmaması Fransız matbuatına rica olunmuştur. Maamafih +Sosyalist gazeteleri ketm-i hakīkatde bir faide görmediklerinden +muttali’ olabilecekleri havadisi neşr ediyorlar. +Fas Sultanı Mulay +Hafiz’in terk-i saltanat niyetinde bulunduğunu Fransız gazeteleri +yazıyor. Matin gazetesinin beyanatına göre müşarun-ileyh +Fransa’nın me’mur-ı siyasisi tarafından Rabat’a gitmesini +men’ ettiği için sultan darılmıştır. Sultanın terk-i saltanat +etmesinden dolayı Fransızlar endişe ediyorlar. Çünkü Fas +kabailinin herhalde ileride büyük iğtişaşat çıkaracaklarına +dair Fransa zimamdaranınca kanaat hasıl olmuştur. +Rusya’nın Straroviç Zırhlısı’nın +mürettebatı isyan etmişlerdir. Altmış taife tevkīf olunmuştur. +dahil oldukları halde Moskova’da beş bin amele grev etmiştir. +Kuvve-i inzibatiyye nümayişi men’ için bir tabib bir +avukat ve birkaç talebe ile hayli kimseleri tevkīf etmiştir. +Rusya Darülfünun talebesinin +üzerine Avrupa’ya gönderilen telgraflar sansüre tabi’ tutulmuşlardır. +Nümayişcilerle polis ve jandarmalar arasında +hunrizane müsademeler vukū’ bulup ekserisi talebeden olmak +üzere iki yüz seksen kişi maktul düşmüştür. +Rusya’nın Kiev şehrinde Museviler +aleyhine yeniden pek çok entrika çevrilmekte ve bunların +tard ve itlafını ihzar etmek üzere bir takım teşebbüsat-ı mezmumeye +tevessül olunmakta bulunduğu cihetle İngiltere’nin +en meşhur ve muhterem ulema fudela siyasiyyun tüccar +ve ruhbanıyla pek çok büyük gazete muharrir ve müdirleri +tarafından bin imzayı muhtevi bir protestoname Times gazetesinde +neşr olunmuştur. Mezkur protestonameye +mümasil Almanya Avusturya Fransa Amerika şehirlerinde +de neşr olunmuştur. Bu protestonamelerde Rusların zulüm +ve i’tisafları mevzu’-ı bahs olmuştur. +Rusya hükumetinin Kafkasya +hududu civarında tahşidatını tevkīf eylediği merciine +varid olan telgrafnameden anlaşılmıştır. +Times’ den iktibas olunmuştur: Mister +Morel Cenubi Afrika’da Nijer ahvaline dair mufassal +bir konferans vermiş ve orada icra eylediği seyahat neticesinde +elde etmiş bulunduğu resimleri sihirbaz vasıtasıyla +huzzara irae ve ta’rif eylemiştir. Konferans Nijer vali-i lahıkı +Sir Jirvard’ın riyaseti tahtında akd edilmişti. Pek çok +huzzar ve müstemiin mevcud idi. Mister Morel sabık Nijer +Valisi Sir Logard’ın hidematından sitayiş-amizane bir +lisan ile bahsederek İngiltere Devleti’nin müşarun-ileyhin +mesai ve himemat-ı idariyyesi sayesinde on milyon nüfusu +muhtevi bulunan iki yüz elli bin murabba’ dönüm araziye +malik olduğunu söyledikten sonra sözünü Nijer memleketinde +bulunan akvam ve kabail-i İslamiyye’ye atf ettirmiş +ve müslümanların müsavat ve uhuvvetle intizam ve medeniyete +son derece riayetkar olduklarını beyan eylemiştir. +Mister Morel Afrika’daki müslümanların ahval-i ruhiyye ve +kemmel ve kafi derecede müslümanlara tedrisat ve ta’limat +ahlakiyye ve ictimaiyye[de] bulunduğunu ve daima zaifin +hukūkunu kavilere karşı müdafaa eylediğini ve bu sayede +en hücra noktalarda yaşayan akvam-ı İslamiyye beyninde +bir teavün-i ictimai ve medeni te’min ettiğini ve bunu bil-fiil +kabail-i İslamiyye arasında müşahede eylemiş olduğunu +söylemiştir. Mister Morel bu kadarla iktifa etmeyip Kur’an +ve din-i mübin-i İslam’ın adeta muavenet-i ictimaiyye-i hazıra +kanun ve mesleğine pek müşabih ve mümasil olduğunu +ve bu ise tamamıyla müslümanların meşrutiyet ve meşveret +usulü dairesinde yaşamalarını te’min eylediğini munsıfane +ve takdirkarane bir lisan ile yad ve tezkar eylemiş ve İngiltere +hükumeti tarafından da kabail-i mezkureye lutf ve nezaket +asarı gösterilmesini ve ihtiyaclarını kafil bir kanunun neşr ü +tedvinini taleb eylemiştir. + +---- +MATBUAT +---- + +Londra’da münteşir Egypt gazetesi İngiltere’nin meşhur +siyasilerinden biriyle vukū’ bulan mülakatını yazıyor ve diyor +ki: +“Trablusgarb Muharebesi’nden evvel Avrupa İtalya’ya +sevimli bir nazar ile bakıyordu. Trablusgarb Muharebesi’nde +mücahidin-i Osmaniyye karşısında mağlub ve mahsur bir +vaz’iyette kalması İtalyayı Avrupa’nın nazarından iskat etmiştir. +“Çünkü Avrupa İtalya’nın hiçbir kıymet-i askeriyyeye +malik olmadığını bu muharebede re’ye’l-ayn müşahede etmiştir. +u cebanet ve bundan tevellüd eden harekat-ı mecnunaneleriyle +kadınlar çocuklar hastalara karşı irtikab eyledikleri +vahşet ve cinayet yalnız İtalya’nın değil Avrupa’nın dahi +alem-i İslam üzerindeki nüfuz ve i’tibarına halel iras eylemiştir. +“Bunun için İtalya bu gibi gayr-i meşru’ hareketleriyle +Avrupa’nın i’tibarına halel verdiğinden siyaseten dahi Avrupa’nın +nazarından düşmüştür. Binaenaleyh İtalya bu muharebeden +hiçbir şey kazanamayacağını ve muharebenin kendisine +tahmil eylediği ağır masraf yükü altında ezileceğini +ve muharebeden haib ve hasir döneceğini ve her cihetten +* * * +el-Alem gazetesi yazıyor: “İtalya hükumet-i bağiyyesi ha­ +rekat-ı mecnunanesini Çanakkale Boğazı’nda tatbik etmek +gösterdi. Münhezim oldu. Boğazkesen önünde bir zırhlı sefinesini +kurban verdikten sonra haib ve hasir döndü. Tarihe +bakınız ki İtalya’nın Boğaz önünde duçar olduğu bu zillet +ve meskenete bu güne kadar hiçbir hükumet giriftar olmamıştır. +önünde dahi bahren sukūt etmiş ve Osmanlıların kıymet-i +harbiyyelerinin bütün alem nazarında yüksek bir derecede +tecellisine vesile olmuştur.” +TENKĪD VE TAKRĪZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHININ HATALARI +Emeviler zamanında en büyük en mühim memleketler +Mekke Medine Basra Kufe Yemen Mısır Şam Elcezire +Horasan idi. Bu memleketlerin her birinde birer imam var +Mekke Ata ibni Ebi Rebah Ebu Hanife’nin üstadı +Yemen Tavus +Şam Mekhul +Mısır Yezid bin Ebi Habib +Elcezire Meymun bin Mehran +Horasan Dahhak bin Müzahim +Basra İmam Hasan-ı Basri +Kufe İbrahim-i Neha’i +Bu adamların İbrahim-i Neha’i’den maadası kamilen +mevaliden bir kısmı da cariye çocuğu idiler. İşte hem +Arab olmadıkları hem cariye çocukları oldukları halde zamanlarında +nasın ulusu idiler. Arablar kendilerine inkıyad +eder hulefa-yı Emeviyye ise hürmette bulunurlar idi. Ata +hü’l-harem idi. Fetvada kavl-i racih mesailde son söz kendisinin +söylüyor: +“İbrahim bin Amr ibni Keysan diyor ki Emeviler zamanında +bir münadi çıkarırlardı ki Ata ibni Ebi Rebah’dan +başkası nasa fetva veremez diye bağırırdı. Acaba halifelerin +rızası olmaksızın böyle bir şey kabil midir? Tavus’a gelince +vefatında cenazesine o kadar halk birikti ki namazını kılmak +müşkil oldu. O aralık İbrahim ibni Hişam Mekke valisi bulunuyordu. +Zabıtadan muavenet istedi. Cenazede Hazret-i +Hasan’ın oğlu Abdullah da var idi. O da tabutun altına girdi. +Namazını kılanlar arasında Halife Hişam bin Abdülmelik +de mevcud idi. Tavus’un tercüme-i halini yazarken Allame +büyük paye-i şeref olabilir mi? +Mekhul-ı Şami ise ittiba’ olunan eimmenin biridir. Zühri: +“Ulema dörttür: Fülan fülan bir de Mekhul” diyor. +Yezid ibni Ebi Habib’e gelince halka fıkıh öğretmesi +mesail-i şer’iyyede fetva vermesi için Ömer bin Abdülaziz’in +Mısır’a göndermiş olduğu zat budur. İmam-ı Suyuti’nin +Hüsnü’l-Muhadara’ sında musarrah olduğu vechile kendisi +onların ilk muallimidir. +Meymun bin Mehran faziletiyle siyadetiyle beraber Elcezire’de +harac üzerine emir idi. İbni Kuteybe el-Ma’arif’ inde +bunu tasrih etmiştir. +Hasanü’l-Basri’ye gelince: Büyüklüğüne ait ne söyleye­ +bilirseniz hiç tereddüd etmeyiniz söyleyiniz. Hakimler +me­ +likler serdarlar kendisine arz-ı ta’zim eder; sözü herkes +tarafından nas gibi telakkī ediliyordu. Sehavi Irakī’nin Elfiyyetü’l-Hadis +’i şerhinde diyor ki: Hişam Zühri’ye “Ehl-i +Mekkeyi kim idare ediyor?” diye sorup Ata cevabını alınca +“Bu payeyi ne ile kazanmış?” demiş. Zühri “Diyanetle rivayetle” +demiş. Bunun üzerine Hişam “Evet diyanet sahibi +olanın riyaset hakkıdır.” i’tirafında bulunmuş. Sonra Hişam +“Yemen’i Mısır’ı Elcezire’yi Horasan’ı Basra’yı Kufeyi +kim idare ediyor?” diye sıra ile sorarak “Tavus Mekhul +Yezid…ilh.” Cevaplarını aldıkça her ismin arkasından “Arap +mıdır? Mevaliden midir?” sualini irad etmiş. Zühri hepsi için +birer birer “Mevalidendir” diyerek nihayette İbrahim Enneha’i’nin +Arap olduğunu söyleyince Hişam demiş ki; “Şimdi +yüreğime azıcık su serpdin Vallahi mevali Arablara hakim +olacak minberlere çıkıp hutbeler irad edecek de Arablar +aşağıdan onları dinleyecek.” +Tabiinin tarih-i İslam’daki mevkii pek yüksektir. Bunların +başı Said bin Cübeyr’dir ki esved olduğu halde hüccac +kendisini Kufe’de namaza imam nasb etti. Kufe ise o aralık +Arab’ın dimağı müslümanlığın harimi idi. Artık bu kadar +temhidattan sonra müellifin “Araplar mevali arkasında namaz +kılmakdan istinkaf ederlerdi” tarzındaki da’vası doğru +olabilir mi? İşte Sevri’nin üstazı olan Süleyman el-A’meş +kendisi bir Acem köle olmakla beraber o derecelerde muazzez +menakıbını Ali’nin mesavisini yazması için bir mektup +göndermiş idi. A’meş mektubu alıp okuduktan sonra o sırada +yanında bulunan bir keçiye yedirdi; getiren adama da +“Hişam’a söyle ki: Mektubunun cevabı işte budur!” dedi. +şiir ve edebde gayet büyük bir mevki’ sahibi olan bu zat +siyah bir köle idi. Bununla beraber Emeviler kendisini önlerine +geçirirler vezir ittihaz ederlerdi. +olma idi. Halife Hişam bin Abdilmelik Medine’ye geldiği +zaman bunu da’vet etti fakat Salim özür dileyip gelmediği +etti. Halife hacdan avdetinde Salim’in hasta olduğunu işitip +ziyaretine gitti; vefatında namazını kıldı. Sonra dedi ki: “Bilmem +hangisine sevineyim? Hac ettiğime mi yoksa Salim’in +namazında bulunabildiğime mi?” +Eğer bu gibi vekayii saymaya kalkışacak olur isen söz +usanç verecek derecede uzayacak. Bununla beraber şu saydıklarımızdan +da anlaşılır ki: Mevali Emeviler zamanında +şerefin rif’atin müntehasında idiler. Arablar bunlara karşı +huzu’ derecesinde hürmet gösterirler kendilerine mukteda +bilirlerdi. Artık müellifin “Mevali ile cariyeden olmalar +Emeviler zamanında son derecede muhakkar idiler; hiçbir +mevcudiyetleri yoktu; Arablarla Emeviler tarafından köle +muamelesi görürlerdi” tarzındaki sözlerinin hükmü kalır mı? +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Allah yolunda öldürülenler için ölü demeyiniz; bilakis +onlar diridir lakin siz farkında değilsiniz.” +* * * +Bu ayet-i kerime Sure-i Bakara’ya mensubdur. Al-i İmran +Suresi’ne aid bir ayet-i celilede ise +buyurulmuştur ki: “Bilakis onlar diridir nezd-i ilahide +merzuk oluyorlar.” demektir. +Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra payidar olacağı erbab-ı +yüksek daha mümtaz bir hayat olmak tabiidir. Şühedaya +mevdu’ olan bu hayatın bu rızkın nasıl bir hayat nasıl bir +rızık olması lazım geleceği hakkındaki sözler müteaddiddir. +Şeyh Muhammed Abduh’a göre bu hayat bir hayat-ı gaybiyyedir +ki ervah-ı şüheda ona mazhariyetle başka ruhlardan +seçilecek; o hayat ile merzuk o hayat ile mütena’im +olacak. Ancak ne o hayatın hakīkati ne de o rızkın mahiyeti +bilinemeyeceği için bahsedilemez. Bunlar alem-i gayba +aid o esrar-ı ilahiyyedendir ki vücuduna iman olunur alt +tarafı Allahu Zü’l-celal’e bırakılır. +Hakīkat hak yolunda Allah yolunda feda-yı can edenler +elbette ervah-ı zekiyyeye mev’ud olan hayat-ı tayyibeye yüz +bin kere layıktırlar. Dünya ahiretin bir tarlası değil mi? Burada +ne ekilirse ötede o biçilmeyecek mi? O halde fi-sebilillah +ölenlerin yani bu toprağa hayatını ekip kanıyla sulayanların +ferda-yı cezada biçecekleri mahsul bir hayat-ı nur-a-nur-ı +sermediden başka ne olabilir. +Yığın yığın efrad-ı beşer hayatı kendilerince bir gaye bilerek +onu elden bırakmamak için çok zamanlar insaniyyetin +alnını karartacak kadar rezil maişetlere katlanır dururken; ne +mutlu o yüksek fıtratlara o pak hilkatlere ki: Pek muazzez +pek mukaddes bir gaye uğrunda hayatlarını naçiz bir vasıta +gibi feda ediverirler! +Sırası gelince hayatı istihfaf edemeyenler şühedaya +mev’ud olan safa-yı cavidaniyi bulmak şöyle dursun yaşadıkları +müddetçe kabil değil saadet yüzü göremezler. Servetler +samanlar refahiyetler insan için hakīkī bir mes’udiyet +te’min edemiyor. Bir ferd yahud bir cemaat için yaşamak +nasıl olursa olsun yaşamak iştiyakı yegane emel sırasına geçerse; +sefil rezil namussuz bir hayat şanlı bir ölüme tercih +edilirse; o ferdin yahud o cemaatin kıyamete kadar nasiye-i +hizlanı esaret zillet damgasından kurtulamaz. +hakīkati ne müdhiş bir ibrettir. +Eski şan ve şevketinden cüda düşeli secaya-yı kerimesinin +bir çoğunu kaybeden... Hayır! Yanlış söylüyorum o +secaya-yı kerimeye veda edeli şevket-i kadimesinden cüda +düşen alem-i İslam’da hala bu seciyeyi bu hayatı hiçe saymak +Allah yolunda feda edivermek seciyesini din-i +mübinin bir emanet-i kübrası gibi sinesinde taşıyan cemaatler +meğer eksik değil imiş. Allah’a yüz bin kere hamdler +senalar olsun ki müslümanların yüreğindeki ruh-ı şehamet +henüz ölmemiş. Biz bu ruhu öldürmemek için ne lazımsa +diriğ etmemeliyiz. Zira dünyamız bu ruh ile; ahiretimiz ise +dünyamız ile kaimdir. Hatta dünya ahiretten evveldir. +dan ateşler yağdıran; müstahkem mevaki’ arkasından gece +gündüz kurşunlar püsküren yüz binlerce düşmana karşı yalın +kılıç yalın sine ile çıkan şanlı mücahidlerimiz meydanda +duruyor. Biz bunlar için muvaffakiyet sair cemaat-i İslamiyye +Mehmed Akif +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + + +---- +HAC +---- + +– – +Haccın tarih-i iftirazı hakkında akval-i muhtelife vardır. +Bazıları kable’l-hicre farz edilmiş olduğunu rivayet ediyorlar. +Fakat bu rivayet asar-ı meşhureye ba’de’l-hicret farziyyeti +hakkındaki kanaat-i cumhura muhalif olduğundan şüzuz +kabilinden ma’duddur; binaenaleyh şayan-ı i’timad olamaz. +duğuna zahib oluyor. İmam Vakıdi ve bazı ashab-ı hadisin +rivayetine göre hicretin beşinci senesi Beni Sa’d tarafından +nezd-i risalete hey’et-i murahhasanın reisi olarak gelen +Zimam bin Sa’lebe’nin huzur-ı nebevide: +demesinin ... diye tasdik-i nebeviye iktiran etmiş +olması haccın beşinci senesi farz edilmiş olduğuna kail olanlarca +delil makamına geçmiştir. Fakat bu hadisden yalnız beşinci +senesi değil belki daha evvelce farz edilmiş olduğunu +da anlamak mümkündür. Bir de Muhammed bin İshak sair +erbab-ı siyer ve hadis Zimam bin Sa’lebe’nin nezd-i risalete +“ammü’l-vüfud”da yani İslamiyet kuvvet bularak her +tarafdan hey’etler irsal olunduğu zamanlarda binaenaleyh +dokuzuncu senesi gelmiş olduğunu rivayet ediyorlar. Bu +hade Zimam bin Sa’lebe hadisiyle haccın beşinci senesi farz +edilmiş olduğuna kani’ olmak için yol kapanıyor demektir. +Bazıları da haccın altıncı senesi Hudeybiye seferi esnasında +nazil olan +ayet-i kerimesiyle farz +edilmiş olduğuna kail oluyorlar. +Bu ciheti bilhassa Şafiiler iltizam ediyorlar. Hele bazı kurraca +yerinde kıraeti bunlara ziyadesiyle yardım +ediyor demektir. Fakat bu kıraetin şaz binaenaleyh gayr-i +mu’teber bulunması hele yedinci senesi aleyhissalatü vesselam +efendimizin ashabının hac için değil belki umre için +hakkında söylenen sözler… Şafiiler gibi emr-i celilinden +ve lügatin yardımıyla ba’de’ş-şüru’ vücub-ı itmam ma’nasını +anlamanın daha mülayim olduğunu bildiriyor. Hanefiler +de bu ciheti iltizam etmişlerdir. İşte şu mülahazaya göre haccın +altıncı senesi dahi farz edilmemiş demektir. +Bazıları yedinci senesi bazıları sekizinci senesi farz e­ +dil­ +miş olduğuna zahib olmuşlar ise de hiç birinin ma’kūl bir +deliline tesadüf edilememiştir. Şu halde dokuzuncu ve o­ +nuncu seneler kalıyor demektir. Fil-vaki’ meşhur erbab-ı tefsir +ve siyerin sözlerine göre dokuzuncu senenin nihayetlerine +doğru +ayet-i +kerimesi nazil olmuştur ki bunun vücub-ı hacca delaleti pek +zahirdir. Hatta İmam Ahmed bin Hanbel hazretlerinin Hazret-i +Ebu Hureyre’ye muttasıl olarak rivayet ettiğine göre: +–Bu ayet-i kerime nazil olarak– hac farz olunca Fahr-i Kainat +efendimiz umuma hitaben +diye başlayarak bir hitabe irad buyurmuşlardır. +haccın dokuzuncu senesi nihayetlerine doğru farz edilmiş +olduğu tahakkuk eder. +Binaenaleyh bu tarihe kadar icra edilen hiçbir haccın iskat-ı +farzı için icra edilmeyip belki İslamiyetçe hilafına bir +delil kaim olmadığından şeriat-i Haliliyye’de olan meşruiyet-i +kadimesi üzere eda kılınmış olduğu söylenebilir. Zaten +mezheb-i Hanefi’de şerayi’-i salifeden bir hükmün hilafına +delil varid olmadıkça İslamiyetçe mu’teber olduğu ma’lumdur. +Şu kadar var ki şerayi’-i salifenin bir çok hükümleri tahrifata +ma’ruz kaldığından mu’teber olması için nass-ı ilahi +veyahud hadis-i nebevide bila-inkar zikr ve kıssa edilmiş +bulunması şarttır. +Bu halde netice olarak dokuzuncu senesi haccının iskat-ı +farz için kılınmamış olduğu meydana çıkıyor demektir. +* * * +Hicret-i seniyyenin onuncu senesi Zilka’de ayı hulul +edince aleyhissalatü vesselam Efendimiz hazretleri bu sene +hac ile mükellef olanların tedarikat-ı seferiyyede bulunmalarını +kimse Medine-i Münevvere’de ictima’ etmişlerdi. Ol +hazret ahkam-ı ihramı haccın vaciblerini ve sünnetlerini +beyan ederek hutbe irad buyurdular.. +Aleyhissalatü vesselam Efendimiz Zilka’de’nin hitamına +altı gün kala Perşembe yahud Cumartesi günü öğle namazını +mescid-i şerifde dört rek’at olarak kıldıktan sonra mübarek +saç ve sakallarını taradı; hoş rayihalı yağ sürdü. Miskli +kokular isti’mal etti. Rida ve izarını giydi. Öğle ile ikindi arası +arkasından sağından solundan gözün görebildiği yerler +halk ile dolu bulunduğu halde ilerleniyorlardı… +Hutbe irad buyurulduğuna öğle namazı kılındığına bakılacak +olur ise yevm-i hareketin Perşembe değil Cumartesi +günü olduğu anlaşılır. Çünkü Fahr-i Kainat efendimizin +Cuma’dan maada günlerde ahaliyi cem’ ettirerek minberde +hutbe irad buyurdukları ma’lum değildir. Şu halde ol hazretin +Cuma günü ba’de’l-Cum’a hac hakkında irad-ı hutbeden +sonra ferdası Cumartesi günü öğle namazını kılarak +yola çıkmış oldukları müsteban olur.. +Kafile Zülhuleyfe mevkiinde tevakkuf etti. Orada geceleyeceklerdi. +Binaenaleyh yola çıktıkları günün ikindi akşam +yatsı namazları da orada kılındı. Ferdası günün sabah +namazı da kılındıktan sonra ol Hazret kurbanlık devesinin +hörgücünü kanatarak nişanladı ve bir de kılade olmak üzere +boynuna na’leyn taktı. Sonra ihrama mahsus olmak üzere +gusl etti. Mübarek başını gaynın kesriyle gısl ile yıkadı. +Miskli tib isti’mal etti. Rida ve izarını giydi. Öğle namazını +kasr tarikiyle iki rek’at olarak kıldı. İşte namazını kıldığı şu +yerde hacc-ı kırana yani hac ve umrenin ikisine birden niyet +ve cehren +diye telbiye eyledi. Ba’dehu +nakasına bindi. Ashab-ı kiram aleyhissalatü vesselam Efendimiz’in +telbiyesini işitiyor ve ol hazretin emriyle onlar da +telbiyelerini yüksek sesle okuyorlardı. Bundan böyle yüksek +mevki’lere çıktıkça yokuşlara indikçe… telbiye ediliyordu. +Fakat ol Hazret ihlalinde bazen hac ve umrenin ikisini zikr +ediyorlardı. İleride görüleceği vechile işte bu noktadan dolayıdır +ki Hazret-i Peygamber’in şu ihramında karin veyahud +mütemetti’ ve müfrid olduğu hakkında ihtilaf edilmiştir: Hac +ve umreyi zikr ederek ihlalini işitenler ol Hazret’in karin olduğuna +yalnız birisini zikr eylediğini görenler de ya müfrid +yahud mütemetti’ olduğuna kail olmuşlardır. Fakat ashab-ı +kiram hazeratı aleyhissalatü vesselam efendimizin tahyiri +üzerine kendi arzularına göre bazıları müfrid bazıları karin +yahud mütemetti’ olarak ihrama girmişlerdi.. +Zülhuleyfe mevkiinde Hazret-i Ebubekir’in zevcesi Esma +binti Umeys doğurmuştu. Ol Hazret onun gusl ederek ihrama +girmesini emr etti.. +Kafile-i hüccac Seref nam mevkie geldiklerinde Resul-i +Ekrem efendimiz hedyleri bulunmayanların –ifrad yahud +kıran değil de– umre niyyeti üzere bulunmaları daha iyi olacağını +söyledi. Dikkat edilecek olursa bunun evvelki tahyiri +bir dereceye kadar nakz ettiği görülür. Çünkü Mikat’ta iken +ashab-ı kiramın istedikleri gibi ihram etmelerine müsaade +edilmiş iken Seref mevkiinde umrenin mendubiyeti beyan +buyuruluyordu. Bu halde hedyleri bulunmayanların ifrad ve +kırandan ziyade mendubiyete riayeten umre tarafına meyl +etmeleri daha mahbub olacaktı. +Umre niyetiyle ihrama girmiş olan Ümmü’l-mü’minin +Hazret-i Aişe şu Seref nam mevkie geldikde adeti görmeye +başlamıştı. Peygamberimiz Efendimiz ona da tavaf ve +sa’yden maada bil-cümle ef’al-i hacca iştirak edebileceğini +söyledi. +Kafile Zilhicce’nin dördüncü Pazar gecesi Zi-Tuva nam +mahalde geceleyerek ol Hazret sabah namazını eda ettikten +ve yıkandıktan sonra hareket eyledi. Gündüze karşı “Seniyyetü’l-ulya” +ve şehrin yukarı tarafından Mekke-i Mükerreme’ye +girildi. +DÖRDÜNCÜ NÜSHADA MÜNDERIC SUALE +GÖNDERILEN CEVAPLARIN İKINCISI: +] [ +Müfti-i Kaza-i Savur Ahmed Hilmi + +---- +FELSEFE +---- + + +---- +MUSAHABE +---- + +– – +tevafuku şart-ı a’zamdır. Fikirler tevafuk etmedikçe şahseyn +beyninde münasebet husulü mümkün değildir. Hem-dem-i +muvafık bulmak hususundaki suubetin menşei de bu şerita-i +müvanesetin kolay kolay elde edilememesidir. Nasılsa biz +buna muvaffak olmuş kendimize bir yar-ı muvafık bulmuş +refikimde bir müddetden beri beledi bir maraz halini alan +“politika” hastalığına tutulmaya bir isti’dad gördüğümden +bu maraz-ı elimin sirayetinden muhafaza-i nefse medar olacak +bazı tedabir-i vakıyyeye tevessül etmesini kendisine halisane +olan mahallere tekarrübde ısrar etti; nihayet olanca şiddetiyle +bu maraz-ı müdhişe tutuldu. +Marazın devr-i takrihı refikimin ahval-i umumiyyesince +bir fevkaladelik göstermediyse de buhran devreleri cidden +beni endişeye duçar etti. Sirayeti mikrop vasıtasıyla değil +–esneme gibi– alaka tarikiyle olmasına nazaran cismaniden +ziyade ruhani demek olan bu derd-i müz’icin indifaı +edecek bazı telkīnatta bulunmak istedim; maatteessüf hiç +te’siri olmadı. Hatta bu telkīnat ma’kus neticeler verdi. Yani +refikim vesaya-yı dostanemden memnun olmak şöyle dursun +üç beş aydan beri benimle büsbütün kat’-ı münasebet +etti. İade-i münasebet hususunda ısrarın faydayı değil bilakis +mazarratı mucib olacağını bildiğimden ben de kendisini +aramaz oldum. +Geçen gün bir de baktım ki bizim refik-ı muhterem çıka +geldi ve ma-sebakdan nedameti mu’lin bir tavr-ı şetaretle +cebr-i hatır tarikine süluk ederek gevrek kahkahalarla karışık +yaldızlı cümleler sarf etmeye tab’a küşayiş verecek latifeler +söylemeye başladı. Ben de mukabelede kusur etmedim. +Fakat biçarenin şahsiyet-i maddiyyesinde gördüğüm azim +bir tebeddül cidden nazar-ı dikkatimi celb eylemekten hali +kalmıyor idi. “Ez-zahirü ünvanü’l-batın” kaidesinin pek az +tehalluf ettiğine yahud hiç tehalluf etmediğine binaen refikimin +şahsiyet-i ma’neviyyesinde de bir tehavvül vukū’una +hükümde tereddüd etmedim. Lakin kendisini endişeye +düşürmemek için asla bu tebeddülün esbab-ı mucibesini +sormadım; zaten kendi kendine meydana çıkacak bir şeyde +Refikim gayet cevval bir zekaya malik olduğundan edebiyatı +sever felsefeden lezzet alır hele mübahesat-ı diniyyede +ale’l-ekser ifrata varır. Fakat kaldırım siyasetine kat’iyyen +temayül etmez idi. Bir zaman bilhassa şiire ziyadece bir +sinden dun bulduğumdan bir gün kendisine şöyle ihtarda +bulunmuş idim: Birader niçin daha nafi’ şeylerle iştigal etmiyorsun? +Bazı şeyler vardır ki “alelade”si sahibi için hiçbir +meziyet te’min etmez: Onlardan biri belki birincisi de şiirdir. +le müstesna bir lutfuna mazhar olmayanlar sevk-i hevesle +cebr-i tabiat vadisine süluk ederek şiir namına bazı eserler +vücuda getirebilirler ise de eserlerinin kıymeti mahdud hele +ömürleri pek azdır. Şiir vadisi herkesin bir kere başvurduğu +bir vadidir. Ber aksü’l-amel ekseriya o vadiye süluk edenleri +ric’ate mecbur eder. Şiirin a’lası bir şey aleladesi hiçtir. +Alelade şiir söyleyenler en şayan-ı merhamet adamlardır. +Hem senin gibi ezkiya-yı ümmetin kaffesi şiire heves edecek +olursa ortada yalnız bir mevzu’ kalır ki o da kaht-ı rical yüzünden +vatanın müstakbelen uğrayacağı beliyye-i müdhişe +mazmunudur maazallah artık o şairler o zaman bol bol mersiye +söylesinler! +Refikim bu ihtarımın kendisi için tazammun ettiği haberi +teslim ile beraber yine bildiğinden şaşmadı. Ben de pek ilerisine +gitmedim. +Bir aralık mebahis-i diniyyeyi ta’mik fikrinden sarf-ı nazar +etmesi için de kendisine bazı vesayada bulunmuş idim. +O cihet benim meadıma tealluk eder ondan asla feragat +edemem dedi. Bundan dolayı ara sıra beynimizde dini +mesaile dair bazı mübahesat cereyan eder idi. Vakıa politika +hastalığı bunların kaffesini unutturmuş idi. Fakat bu +unutmak muvakkat idi. Zira o gün beynimizde biraz afaki +sohbet ceryan ettikten sonra refikim ciddi bir tavr ile şu sözleri +söyledi: +– Birader sen pek iyi bilirsin ki ben dinsiz olmadığım gibi +dinsizleri de sevmem. Çünkü bütün meziyyat-ı insaniyyenin +din ile kıyamına kail olanlardanım. Fakat bu günlerde ahval-i +ma’neviyyemde garib bir tebeddül müşahede ediyorum. +Vicdanımda dine dair iki muhtelif cereyan hasıl oldu. +Ben bu cereyanlardan birine akli diğerine hissi diyeceğim. +Sebeb-i tesmiyeyi şimdi anlarsın çünkü bizim akıl namını +verdiğimiz kuvvetle düşündükçe din hususunda bir türlü +kanaat-ı kamile hasıl edemiyorum; daha doğrusu dine +düşündüğüm zaman da bir türlü kendimi dinden alamıyorum. +Yani dinsiz olamıyorum. Bu iki kuvve-i muhalifenin +arasında bir nokta-i istikrar bulmak benim için mümkün değil. +Görüyorsun ya ne müşkil bir hal! Bunun sebebi nedir? +Bu müşkilimi halledersen cidden beni memnun edersin. Bu +tezebzüb benim huzurumu ihlal ediyor. +– +Sadakallahülazim. +Birader sizin ahval-i ma’neviyyenizde vukūa gelen bu +tebeddül siyasiyat ile çokça uğraşmanızın cümle-i asabiyyenize +olsa gerek. +– Canım sen de çocuk gibi söylüyorsun. Siyasiyat ile iştiğalin +bu hal ile ne münasebeti olabilir? O başka bu başka! +– Filhakīka öyle; fakat a’sab bir kere mütezelzil olunca +ondan tevellüd edecek halatda intizam-ı mantıkī aranmaz. +Hatta muvazenesi bozuk adamların efkarında görülen +adem-i ıttıraddan kinaye olarak: Sap derken saman diyor +derler. Afvınıza mağruren söylüyorum muvazenesizliğin +man­ +tığına mahsus kıyasatta ale’l-ekser mukaddime başka +netice yine başkadır. İştigalat-ı siyasiyyeden dolayı muvazenesine +halel gelen bir cümle-i asabiyyenin a’raz-ı tezelzülü +–sizde görüldüğü vechile– bazan böyle dini bir şekilde de +tezahür edebilir. Biraz istirahatle ta’b-ı zihniye nihayet verir +– Anlaşılan sen bana deli nazarıyla bakıyorsun. +– Estağfirullah; Yalnız sizi ta’b-ı zihniden muztarib gibi +görüyorum. Niçin sözlerimden öyle ma’kus bir ma’na çıkarıyorsunuz? +– Boş lakırdıları bırak da şu benim ukde-i hatırıma bir +çare-i hall bul. +– Sizin ukde-i hatırınıza çare-i hall olup olamayacağını +bilemem.Yalnız yukarıda: Bizim akıl namı verdiğimiz kuvvet +beni dinden teb’id his dediğimiz şey de dine takrib ediyor +demiş idiniz. Bu münasebetle nefs-i natıkanın şu iki kuvveti +hakkında müsaadenizle bazı mülahazat serd edeceğim. +Fakat şu şart ile ki şayed söyleyeceğim sözlerdeki mantık +da sizin mantıkınıza benzeyecek olursa birbirimizn kusuruna +bakmayalım. Söz aramızda kalsın. Zira ahval-i hazıra bende +de bu gibi mesail-i dakīka hakkında i’mal-i fikr edecek kudret +bırakmadı. +– Canım ne beis var? Gayeti bir mülahazadan ibaret +değil mi? Doğru ise kabul değilse red ederim. Doğru olmadığından +dolayı da asla sizi muaheze etmem. Hem yekdiğerimize +karşı o kadar müşkil-pesend olursak uhuvvet-i +hazıramıza veda’ etmek lazım gelir. +– Pekala öyle ise ben de bu babdaki mütalaamı beyan +edeyim: Hani hatırınıza geliyor mu? Bir zaman rüşdiye mekteplerinde +okutulan ma’hud İsagoci Risalesi’ nde insanın +diye başlayan bir ta’rifi vardır. Rahmetli +hocamız bu ta’rif münasebetiyle bir gün bize şöyle fıkra +anlatmış idi: Eflatun talebesine ders verdiği esnada insanı +bu suretle ta’rif etmiş. Meşhur Diyojen de o gün kapıdan +Eflatun takririne kulak misafiri oluyormuş bu ta’rifi işitince +hemen gidip bir horoz bulmuş tüylerini yolmuş işte mualliminizin +ta’rif ettiği insan budur diye horozu dershaneden +Çocukluk bu ya bu fıkrayı işitince irade elimden gitti +başladım kahkaha ile gülmeye hatta o kadar güldüm ki fes +başımdan düştü. Eğer hoca efendi o zamanın hükmünce +en mühim vesait-i ta’limiyyeden olan uzunca boylu kızılcık +değneği ile bu hande-i ma’sumanenin lezzetini kaçırmamış +olaydı belki dersin nihayetine kadar gülecek idim. +Haydi gel bizde Eflatun’un şu ta’rifine bir nazire yapalım. +olursa çatal çekice benzer bir mahlukdur. Başı ile boynu oldukça +muntazam bir bal kabağı gibidir. Vücuduyla başındaki +kıllar ihtimal ki devr-i tekamül-i hayvaninin bidayetinden +beri tabiatin uğraşa uğraşa ancak bu kadar temizleyebildiği +kılların bakiyyesidir. Cebhe denilen mesafelice sathın altında +ğıya doğru bir tümsek iner ki nihayeti teneffüse ve bir nevi’ +mayiin seyelanına mahsus iki delikle mücehhezdir. Ondan +sonra ağız denilen bir yırık gelir. Bu yırığın içine gıdayı ezmeye +mahsus küçük küçük kemik parçaları dizilmiştir. +Erkeğin gövdesinde vazifesi olmayan lüzumsuz iki tomurcuğu +unutmayalım. +Gövdenin yukarıki kısmında sopaya benzer iki uzuv +onların müntehasında da beş aded diğer uzv-ı müteferrik +vardır. Vücudun aşağı kısm��nda orta çapda iki odun gibi +diğer iki uzuv ile bunların nihayetine merbut ve parmak +nev’inden beş uzv-ı müteferriki havi bir uzv-ı diğer görülür. +Hülasa insan heyet-i mecmuası i’tibariyle daha pek çok tashihe +muhtaç olan tekamül müsveddelerinden bir müsvedde +olup kim bilir beyaz edilinceye kadar daha kaç bin sene +geçecektir! +– Aman birader sayıklıyor musun? Yoksa benimle eğleniyor +musun? +– Hayır ne sayıklıyorum ne de sizinle eğleniyorum. +vetle bakıyorum. İnsanı o kuvvetin muktezası vechile ta’rif +ve tasvir ediyorum. Aklı hissine galib bir müdakkik sıfatıyla +bilirim? Bu ta’rifi daha insanın kısm-ı dahilisine teşmil etmedim. +Eğer teşmil edeydim sahifeler dolar taşar idi. +hissiyyeden tecrid ile tasvir demektir. İnsan bir de zatında +tecelli eden mehasin-i zevkiyyeyi tahlil ve irae suretiyle tersim +edilir. İnsanı o yolda tasvir edebilmek için tahlil +bedayiinde en dakīk mehasin-i san’atı görebilecek duhat-ı +san’atın hissiyle mütehassis onların gözüyle mücehhez olmalıdır. +– Pekala bu iki tasvir-i mütehalifden ne çıkar? +– Bu iki tasvir-i mütehalifden şu çıkar ki insan bir şeye +baktığı zaman his gözünü tamamıyla kapayıp da yalnız +nüfuz-ı nazarındaki isabet-i kat’iyyesine kail olduğu akıl +gözüyle bakacak olursa mevcudatta tecelli eden bedayi’-i +zevkiyyeden birini göremez dünyada hiçbir şeyden zevk-i +bedayi’ namına lezzet alamaz. İşte sizin dine olan nazarınız +da anlaşılan sırf akli bir gözle olsa gerek. Yalnız o nazar +zevk-i sahih-i iman ile görülebilecek mehasin-i diniyyeyi +görmenize mani’-i kavidir. Siz yalnız o gözle bakarsanız dini +başka bir mahiyette görürsünüz bu görüşle de asla ona ısınamazsınız. +Akıl daima her türlü mehasinden ari gibi gördüğü esasa +nazır his de o esasda tecelli eden mehasinden müteessirdir. +Mehasin-i eşyayı görebilmek için akıl hissin his de aklın +nazımı mütemmimi olmalıdır. Hisse makrun olmayan akıl +eğer ta’bir caiz ise bir kuvve-i yabisedir. Tamamıyla akla bigane +olan his de cinnetin bir nev’idir. Akıl ile his daima birbirini +ve ikmalinden sonraki tecellilerine kemal-i akli yahud akl-ı +kamil denir. Bu aklın anasırı ale’l-ıtlak akıl namı verilen kuvvetle +hisden ibaret olduğu halde ale’l-infirad onların birine +benzemez ve hatta kendisine üçüncü bir mahiyet dedirtecek +kadar onlardan his ve akıldan temeyyüz eder. Bu temeyyüzle +vücuda getireceği asar da tamamıyla kendisini vücuda +getiren anasırın ef’al ve asarına muhalif olur. Şu fikrimi izah +ve hayvaninin ma-bihi’l-hayatı olan su iki hacim müvellidü’l-ma’ +Müvellidü’l-ma’ mevadd-ı nebatiye ve mevadd-ı hayvaniye +olup tabiatde mühim roller icra eder. Müvellidü’l-hamuza +da vezaif-i sairesinden kat’-ı nazar bizdeki şu’le-i hayatı ikad +ediyor. Şu halde hayatımızın rüknü demektir. Bu iki unsurun +yukarıki nisbet üzere imtizacından üçüncü bir madde +hasıl oluyor ki o da bildiğimiz sudur. Suyun kendisine mahsus +bir vazifesi var ki bu vazife onu vücuda getiren iki unsur +yani müvellidü’l-ma’ ile müvellidü’l-hamuza tarafından +ale’l-infirad ifa edilemez. Bu vazifeyi ifa edebilmek için o +olmasa idi bugün saha-i arzı tezyin eden devam-ı hayatı +suya muhtaç olan sunuf-ı nebatat ve hayvanattan hiç biri +vücuda gelemez idi. Bu bir misaldir tamamıyla mümesselin +aynı olmak lazım gelmez; ancak yukarıki fikirleri bazı mertebe +Din-i mübinin mehasin-i ulviyyesini görmek de semavi +bir zevkin lahuti bir hissin nisbet-i adile-i ilahiyye üzere akla +run bu suretle imtizacından üçüncü bir mahiyet hasıl olur ki +onun vücuda getireceği asar kendisini teşkil eden akl-ı mahz +dan ma’dud değildir. Zira akl-ı sahih-i Rahmani’nin cümle-i +asarından olan mukaddesat-ı vicdaniyyenin ki ashabı nezdinde +kıymeti pek büyüktür kaffesi o akl-ı sahif için birer +kayd-ı fasid-i vehmanidir bir adamın işi yalnız o aklın tasarrufuna +kalırsa vay onun haline! +Bu aklın tasarrufu insana havsala-suz şenaatleri insaniyyetle +kabil-i te’lif olmayan denaetleri bir emr-i tabii gibi +gösterir. İnsan kendisiyle ana evlad kardeş teyze hala gibi +meharimi beynindeki revabıt-ı mukaddesenin hetkinde asla +bir mahzur görmez. Bu aklın tamamıyla hüküm-ferma olacağı +devrenin hululünde kalb ve vicdanı tezyin eden mukaddesattan +mütevellid rakīk nazik hisler birer birer körleşecek; +cemaat-i insaniyyenin muaşeret hususunda köpek +sürülerinden farkı kalmayacaktır! O zaman insan mukaddesat-ı +vicdaniyyeden tecürrüdü i’tibariyle bir u’cube-i hilkat +bir mecmua-i şenaat ve gılzat olacaktır. Öyle akla öyle +olsun! Ondan tehassül edecek menafi’ ve lezaiz bir milyon +kere yerin dibine girsin! +Benim i’tikadıma kalırsa böyle bir aklın zevkinde de bir +garabet olmak lazım gelecek onun nazarında pis ile temiz +müsavi olacak. Çünkü ikisinin anasırı beyninde hiçbir fark-ı +kimyevi yoktur. Azot her yerde azot karbon her yerde karbondur. +Şu hale nazaran pislik ile temizlik anasır beynindeki +deki ihtilafatdan münbais takdirat-ı vehmiyyeden başka bir +şey değildir. Akıl bunu isbat ve kabul ettikten sonra zevkin +reddetmeye asla hakkı yok demektir. +– Birader hatırın kalmasın ama deminden beri amma +mugallata amma safsata sarf ettin! +– Hakkınız vardır. Bu da nokta-i nazara tarz-ı telakkīye +aid bir tevcihdir. +– Aklı kısım kısım ayırdın bunlara kendince birer nam +verdin mukaddesatı yıktırdın; nihayet zevki de berbad ettin! +Senin fikrine kalırsa mukadderat-ı insaniyyenin nazımı +olan o nur-ı cihan-efruz ile’l-ebed inhisafa mahkum olacak +demektir. Eğer herkes senin i’tikadın vechile hareket etse idi +Avrupa bugün kurun-ı vusta vahşetinden kurtulamaz akıllara +hayret veren asar-ı medeniyyeden biri vücuda gelemez +– Ben size asar-ı medeniyyeyi vücuda getiren aklın faaliyetini +ta’til ediniz demedim ki böyle bir söz söylüyorsunuz. +Bahsimiz vicdana i’tikada aid bir mes’elenin tahlilinden +tediğiniz kadar kullanınız. Hikmet-i tabiiyyeye tıbba +çalışıp Edison gibi bir mucid Erlih gibi bir kaşif oldunuz da +size niçin oldunuz mu dediler? Halbuki çok kimseler akıllarını +bu vadilerde isti’mal etmiyorlar. Bütün kuva-yı zihniyyelerini +mevcudiyet-i milliyemizin rükn-i rekini olan en +mukaddes bir şeyin hedmine yed-i kudretin ikad ettiği bir +nurun ıtfasına hasr ediyorlar. Fakat emin olsunlar ki Cenab-ı +Hak onların bu mesaisine rağmen o nuru kıyamete kadar +söndürmeyecektir. +– Pekala ama faaliyetinde bir çok kuyudun zebunu olan +aklın ne hayrı olur. Akıl tasarrufatında mutlak olmalı ki faaliyetinden +muntazar olan fevaid-i maddiyye ve ma’neviyye +husul bulabilsin! +– Fevaid-i maddiyye hususunda bir şey diyemem; fakat +fevaid-i ma’neviyye emrinde sizin i’tikadınız vechile aklın ıtlakından +bir şey anlayamam. +– Ne demek? Madem ki aklın kemali onun inkişafıyla +kaimdir; Takyid ister maddi olsun ister ma’nevi bu inkişafa +mani’ değil midir? +– Orasını bilmem; fakat din hususunda akla lüzumundan +fazla faaliyet verilirse aksi kaziyye tecelli eder. Yani akıl +kemale değil bilakis zevale müteveccih olur. Bunun neticesi +de hezeyana varır. +– İşte anlayamadığım anlayamayacağım bir söz daha. +– Size sorarım madem ki her şeyin izdiyad-ı faaliyyetinde +ale’l-ıtlak bir feyz bir kemal görüyorsunuz şu halde +mi’yar-ı sahih-i afiyyetiniz olan hararet-i gariziyyenizin niçin +otuz yedi dereceden fazla bir dereceye irtikasından tehaşi +ediyorsunuz? Neden onu da otuz dokuza kırka doğru çıkaracak +esbaba tevessül etmiyorsunuz? Sizi daima otuz yediyi +muhafazaya mecbur eden sebeb nedir? Çünkü afiyetiniz +bununla kaimdir. Hararet üç derece daha yükselince başlarsınız +mevcudu ma’dum ma’dumu mevcud görmeye! Hazine-i +hafızanızda müddehar ve revabıt-ı mantıkiyye ile yekdiğerine +merbut olan bir takım kelimatın mikraz-ı hezeyan ile +şiraze-i irtibatı kesilir başlarsınız o kelimatı avuç avuç ortaya +serpmeye vezinsiz kafiyesiz şiirler tanzim mübtedasız habersiz +cümleler tertib etmeye! +Hararetiniz otuz yedi raddesinde iken bu gibi ahvalin +kaffesinden azade idiniz. Bakılırsa yine kendi cinsinden ona +olmaması hatta afiyeti feyz-i hayatı arttırması lazım gelir idi. +Halbuki bu tezayüdle emir ber-akis oldu. Hararet bir derece +daha yükselecek olursa nur-ı hayatınız büsbütün sönecek +yüzünüz dünyadan ahirete dönecek! İşte bu inkılab-ı azim +topu topu üç derecenin te’sir-i füsun-sazıdır. +Tıbkı bunun gibi afiyet-i ma’neviyye de sizin faaliyet-i +akliyye namını verdiğiniz şeyin ba-husus i’tikadiyatta şer’-i +şerif ile muayyen olan derece istikrarıyla kaimdir. Aklın o +dereceden inhirafıyla derhal mizac-ı ma’neviyye inhiraf tari +olur. Mizac-ı ma’neviyye inhiraf tari olunca onun a’raz-ı +tabiiyyesinden olan nöbetler başlar. Kat’a vücudu olmayan +mevhumat birer hakīkat-i sabite şeklini alarak marizin +dimağ-ı fasidini tazyik eder. Bu tazyikı müteakib din-i mübin +aleyhinde bir takım hezeyanlar birbirini vely eyler. +Yazık ki bazı sade diller de bu herzelere bu hezeyanlara +selim bir kafanın mahsul-i irfanı metin bir aklın zübde-i ictihadı +nazarıyla bakıyorlar ve bu suretle dünya ve ahiretlerini +berbad ediyorlar. +Afiyet-i maddiyyeye tari olan haleli gösterecek bir mikyasü’l-harare +mevcud olduğundan onun selametten inhirafı +çabuk anlaşılıyor. Keşke elde afiyet-i ma’neviyyeye isabet +eden haleli de gösterecek bir mikyas olaydı! O zaman din-i +mübin hakkında akıl ve hikmet namına ortaya sürülen yavelerin +hezeyan-ı mahmumdan başka bir şey olmadığı pek +kolay anlaşılır idi. . +Ferid +EDEBİYAT + +---- +ZEMZEME-I LA-YETENAHIYYET +---- + +Sonbahar sakit ve penbe akşamıyla tabiati süslüyordu; +hayat-ı medeniyyetin gürültülerinden uzak ve sahranın bir +köşesine sığınmış inzivagahımdan çıktım; kısa ratıb çimenlerin +üzerinde ilerledim… +Rüzgar büsbütün durmuştu +Şemsin ateşin büyük küresi garbda keskin ve muayyen +muhitiyle ufkun al sinesine yaslanarak bulunduğum yerden +geniş bir derya-pare ile ayrılmış arazi-i baide üzerinde dinleniyordu… +Üstümdeki asuman önümdeki vesi’ deniz şark ve +cenub ufuklarını hududlayan ali mehib dağlar nihayetleri +sisler içinde gaib olup giden sahralar hasılı bütün tabiat-i +muhita derin bir sükut-ı müştereke hürmetkar bir istiğrak-ı +hayal-engiz içinde ateşli muhteşem güneşin erguvan eşi’a-i +vapesinini bel’ ediyordu. +Bilmem neden bu akşam bende de müstesna bir halet +vardı. Muhitin bu asudegisinden azamet-i vakūrundan +fikret-i nazik-terininden bana da büyük bir hisse ayrılmıştı. +Sanki bu al güneşin gül ziyaları ta ruhumun dimağımın +a’makına kadar girerek orasını da nurlandırıyor orada endişelerin +ve bazı dikenli elemli şüphelerin saklanmak söylenmek +okşuyordu. +Müfekkiremde bir vüs’at nihayetini ihata ve muhakemeden +aciz olduğum münevver bir vüs’at vardı. Vücudum +maddiyetten onun kayıdlarından ağırlığından kurtuluyor +gibi idi. Afak-ı besimeye baktıkça fikrimle nazarımla refakat +ederek onları kendime iki şehbal-i esiri yaparak ta oralara +uçmak yükselmek isterdim. Sema zerrin hututla münakkaş +mailiği ve her şeyi hatta en büyük elemleri en siyah şüpheleri +ruhumu da’vet eder gibi durur ve ben onun a’makına +baktıkça na-mütenahiliği hisseder adeta görürdüm! İhtiyarsız +gözlerimi yükseklere çevirdiğim zaman o saha-i esiri +sanki milyonlarca gayet ince mai tüllerin tekasüfünden vücud +bulmuş da şimdi onlar birbirini müteakib ve nihayetsiz +derinliklere başlangıcı olmayan müebbed mesafelere doğru +açılıyor daima açılıyor zannederdim! Heva-yı saf ile beraber +onun zerratıyla memzuc olarak gönlüme şu güzel ve +büyük kainata bu yeşil sahralara bu mai pür-vakar u azamet +denize mai semaya besim ve nevazişkar güneşe sisli +ve uzak kırlara dağlara ve kainatın bütün bu erkan-ı azamet +ve heybeti muvacehesinde o kadar vazi’ lakin dil-nişin kalmış +düşünen şu önümdeki solgun şukufeciğe ait yüreğimi +çarptıracak kadar müessir derin bir muhabbet merbutiyet +girer yayılırdı… +Daire-i bedia-i ufku bir daha minnetdar mübtela aşina +gözlerimle ve ruhumla seyrettim: +Kainat! Sanki bir nokta-i nurani ki: Dest-i bediakar-ı kudret +bir zinet olmak üzere adem-i mutlakın sahife-i deycur ve +siyahı üzerine koymuş! Bir gülistan-ı fikret ki: Ziya şükufesi +esir-i nesim hoş-revanı ve ruh her dem terane-saz-ı la-yetenahiyyet +andelibidir! +Bu müstesna akşamda işte böyle na-mütenahiyetlerden +gelen derin bir zemzeme-i samit böyle pür-nur u ziya bir +güzellik böyle munis himayetkar bir büyüklük vardı. Etrafımdaki +her şeyi biliyor seviyor hürmet ediyordum. Oh +şu arz-ı bedi’ ve mutarra ile şu pür-nur u nar olan ezeliyyet-peyma +sema agūşunda fazıl sai ve mes’ud yaşamak +Şark garb zemin asuman ayağımıza ruhumuza saçılmış +hazain-i istifade ve saadetiyle nasıl muhteşem bi-nihaye +önümde uzayıp gidiyordu. Derin bir huşu’ ve minnet içinde +ta a’mak-ı mevcudiyyetimden titredim; la-yetenahiyetin +zemzeme-i samiti kevserin bir müessiriyetle ruhuma dedi ki: +“Güneşin doğduğu ve güneşin battığı yerler Allah’ındır. +Hangi tarafa baksanız Allah’ın vech-i zatı o cihettedir. Allah +vasi’ ve alimdir.”* +TABUTUN İÇİNDEN +Bir haile bir mevce-i nalan-ı terahhum +Bir velvele bir seyl-i huruşan-ı teellüm +Bir mersiye-i ye’s okuyan kitle-i sair… +Baktım gidiyorlardı bütün haib ü hasir; +Baktım gidiyorlardı bütün sakit ü sakin +Simaları feryad ediyordu gibi lakin +Bir sayha-i hamuş-ı elem yükseliyordu; +Bir nale-i cangah-ı teessüf geliyordu… +Bakdım da nasılsa o tevali-i hücuma +Ben de kapılıp düştüm o girdab-ı gumuma: +Bir mevkib-i mevt… Ortada sanduka-i tabut… +Bir şehka-i nevmid… Fakat samit ü mebhut… +Bir alem-i hiçiye bizi aldı götürdü; +Herkes o zaman korkulu bir manzara gördü. +Bir manzara… Yok manzara denmez buna –haşa!..– +Kasvet veriyor ruhuma ettikçe temaşa: +Her bir taşı bir nevha-i cansuz-i mücessem; +Her bir ağacından geliyor bir acı matem; +Afak-ı siyahından esen sarsar-ı sem-nak; +Bir hufre kazılmış duruyor ortada muhiş; +Etrafı kemiklerle dolu korkulu müdhiş… +Kaç ailenin –kim bilir– ikbal ü ümidi +Bu kabre gömüldü bu derin hufreye girdi. +Vardık o derin hufrenin etrafına durduk +Tabutu sükunet ile indirdik oturduk. +[ +Hiç duymadığım pek acı bir sayha-i şiven +Bir nevha ki sessiz geliyor ah ediyordu; +Bir vaz’-ı mehibane ile şöyle diyordu: +“İbret size! Ey alem-i fanide kalanlar! +Lezzat ü meserratını terk eyledi öldü +Bu kabre bu matmure-i nisyana gömüldü. +Köşkler yalılar tantanalar hep hiç imiş ah!.. +Bir gün yed-i kahhar-ı kaza ademi nagah +Dur eyler imiş sevdiği zevk aldığı şeyden +Emval ü iyalinden o gafil yaşıyorken. +Ölmek... O benim akl ü hayalimde değildi; +Ezvak-ı hayatımdan uzak bir yere şimdi +Bir mahbes-i tengiye beni terk edecekler; +Sonra bırakıp da yapa yalnız gidecekler. +Bir parça kefen… İşte bu hep mal ü menalim; +Bi-kes ve garib kaldı yazık ehl ü iyalim; +Dünyada benim kalmadı hiçbir şeyim eyvah!.. +Ancak bana ümmid-i teselli büyük Allah...” +Bir süngü gibi ruhuma saplandı bu sözler; +Bir söz ki duyan taş bile olsa yine titrer. +Bir öyle teessür ki daha fazlası olmaz; +Bir öyle teessür ki sanırdım: Unutulmaz... +Pür-hüzn ü telehhüf onu defn eyledik artık +Geldik... O teessürleri hep orda bıraktık; +Daldık yine derya-yı şuunatına dehrin +Geçti acısı birden o te’sirin o zehrin. +Ya Rab! Nedir insandaki bu gaflet ü nisyan?!. +Bu gaflet ü nisyan ile aldanmada insan. +Bir lutf-ı cemilin bize bu!.. Yoksa bu alem +Baştan başa insanlara bir gam-geh-i matem +Bir sahne-i pür-facia-i nekbet olurdu: +Terk eyler idi çoktan evet hepsi bu yurdu +EBU’L-ALA’ MAARRI +Din insanın diğer insanlara kendi nefsine ve Cenab-ı +Hakk’a karşı üzerine vacib olan –Cenab-ı Hakk’a mensub +olmak şartıyla– tealimdir. +Dinin bir vaz’-ı ilahi olması erbab-ı nazar arasında mevzu’-ı +bahs olmuştur. +Bir takımları derler ki: İnsan kendi maslahatını idrakten +kasırdır; tarik-ı hayrı ancak kendine tebliğ-ı hakayık edecek +bir mürşid-i ma’sumun delaletiyle tanır ve ona vasıl olabilir +bu suretle insanlar Cenab-ı Hakk’a karşı ikame-i hüccet +edemezler. +Bazıları da: Akl-ı insanide bir kifayet görürler ve hidayetin +tarik-ı yeganesi akıldır risalete gelince: O da’vada bulunanların +siyadet ve zeamet için intihal ederek halkı istedikleri +tarafa sevk etmek ve bu suretle devlet ve miknetlerini +te’min eylemek üzere reng-i semaviyyetle telvin ettikleri bir +nevi’ sınaatdir derler. +Bu ikinci kısımda hem resulü hem mürseli inkar edenler +de bulunur. Fakat biz tafsil-i mezahib sadedinde değiliz. +Bizim mevzu’-ı bahsimiz şudur: Maarri; edyana kail olanlardan +peygamberanı tasdik ederek kendi nefislerinde iddia +ettikleri sıfatı –ki Allah’dan tebliğ-i ahkam etmiş olmaktır– +bir hüküm verivermek kolay değildir bu mes’elede öyle havadan +söz savrulamaz. +Evet biz Maarri’nin aleyhine hüküm vermekle müşarun-ileyhi +ne cennete sokmuş ne de çıkarmış olacağız. Fakat +bizden beklenen feylesofun fikr-i mahzını keşf etmek ve +bu hususda ne kendine ne de a’dasına tarafgir bulunmamaktır. +Feylesofun din ve peygamberan hakkındaki sözlerini tetebbu’ +edenler görürler ki bu hususda Maarri tezahürat-ı +acibe göstermiştir: +Bazan görürsünüz ki dinde rusuhuna ve kuvvet-i yakīna +delalet edecek sözler söyler mürselini takdis eder şeraii +tebcil eder. Bir de bakarsınız ki feylesof diğer bir sözüyle +peygamberanı tekzib etmiş onların sema ile olan rişte-i ir­ +ti­ +batlarının maktu’ ve muhayyel olduğuna gönüllerinin is­ +tediklerine göre söylediklerine ruy-ı kanaat göstermiştir. Bazan +da feylesof şek ile yakīn arasında mütereddiddir; ne +nefyi cezm eder ne isbata kaildir. Ben Ebu’l-Ala’yı sözlerinde +nefy ü isbat gibi havass-ı ciddiyyet görünmemekten tenzih +ettiğim gibi şek ettiklerinde bile şüpheleri olan “cemaat-i +la-edriyye”ye mensub olmaktan da müteali görürüm; şöyle +düşünürüm: Mesail-i lahutiyyede tefahhus-ı yakīn edenlerin +akılları telatum-ı emvac içinde uğraşan bir sefineye benzetirim. +Böyle akıllar bir seviyede duramaz; bazan fırtınaların +te’siriyle göklere kadar yükselir bazı da denizin dibine kadar +te isal eden bir delil bulunmaz. Böyle bir delile müeyyed +bil-vahy olanlar muzaffer olabilir. Delil-i lahuti hendesenin +ulum-ı riyaziyyenin reybi kabul etmeyen mukaddemat-ı +mahsuse melmuse veya bedihiyyeye müntehi olan delillerine +benzemez. Edille-i lahutiyye; ekseriyetle –vicdani olsun +yahud zanni ve vehmi olsun– kazaya-yı müsellemeye +gibi deliller arayan yahud buna kadir olduğunu zu’m eden +ya fende mümarese peyda etmemiş bir cahildir yahud mantık +meyen müsellem ile bedihiyi tanıyamayan zan ile yakīnde +duçar-ı iştibah olan bir zavallıdır. Maarri de diğer feylesoflar +gibi bir çok tereddüdlere şeklere uğramış imanlar itmi’nanlar +küfürler arasında çırpınmış hayretten hayrete düşmüş +nur ve zulmet içinde boğuşmuş bir feylesofdur. +Felasife-i lahutun halleri budur; mes’elelerini böyle hallederler; +kabil olsa da sahife-i dimağlarını açsak bu müsaraa-i +efkarın mebhut bir temaşageri oluruz. Ancak Maarri ile diğer +feylesoflar arasında bir fark vardır: Ebu’l-Ala’ her hatırına +gelen şüpheyi kayd ederdi; hakka zafer-yab oldu mu tiğ-i +şi’riyle batılı deler tekrar bir şüpheye uğradı mı yine bend-i +eş’arıyla bağlar saklardı. Diğer feylesoflar böyle yapmazlardı +hatırlarına gelen şeyleri zabt ve kayd etmezlerdi gelir giderdi. +O halde feylesofun mütenakız ve mütereddid olduğu +zannına düşen; erbab-ı nazarın felasifenin suret-i cevelan-ı +efkarını bilmiyor demektir. +Mes’eleyi bu suretle telakkī edince artık feylesofun nübüvvet +hakkındaki bazı akval-i mudarebesini anlamak kolaylaşır; +bu yolda bazı şiir [] lerini irad edeceğim ancak +şurası bilinmelidir ki ben feylesofun hiçbir sözünü te’vil +yahud gayr-i zahire haml edecek değilim; ben bu suret-i +yapabilirim? İsbat ve nefy-i nübüvvet hakkında gördüğüm +şiirlerini saklayacak da değilim; artık ben de halk da hükmümüzü +ona göre verelim. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DİNİ +Saul yani Talut’un millet-i Museviyye hükümdarlığına +ta’yini ile vazife-i hükümdariyi suret-i muntazamada ve +geçtiği görülüyorsa da bir kere inan-ı idareyi kavrayınca ilk +himmetini muntazam ve daimi bir ordunun te’sisine tevcih +eylediğini anlıyoruz. Bir iki sene sonra Talut Amalika üzerine +hücum edip bunları mağlub ediyor. “Ve Saul yani Talut +Hüveyle’den Amalika’yı çıkardı… kralları Agag’ı esir aldı. +Bütün ahalisini kılıç ağzıyla mahv etti. Lakin Saul ve Beni +olan her şeyi öldürmediler. Ancak fena ve red edici olanları +külliyen mahv eylediler..” Bununla beraber yine aynı +kitabın aynı babında Agag’ın katl olunduğunu görüyoruz ki +nebiyyullah olan İşmoil tarafından parçalandı. +Bunu müteakib Filistinliler üzerine icra olunan bir sefer-i +askeriye tesadüf olunuyor. Talut Cebea hısn-ı metinini fena +silahlı kişi ile tutuyor ve bu tehlikeli mevki’den oğlu tarafından +bir sa’y-i şeciane ile tahlis olunuyor. Bu cesur delikanlı +yalnız silahdarı ile düşmanın karakol kulesi vazifesini +onları öyle şaşırtıyor ki: İhtimal muhtelif kabilelerden müteşekkil +olan Filistin ordusu birbirine karışıp girişiyorlar. Cebea +Kalesi’nin üzerinden bunu müşahede eyleyen Talut Saul +hemen aşağı hücum ederek ortada perişanlığı karışıklığı +tezyid ediyor. Filistinliler her tarafa kaçışıyorlar; ormanlıklara +etrafa saklanmış olan İsraililer ileri fırlayıp onları katl ve +larından intikamını alan Talut vatanına avdetle orada bahtiyar +ve muzafferiyyat-ı askeriyyesinin şöhretiyle muazzez +ya­ +şadı. +Talut’un bu esfar-ı harbiyyesini müteakib Hazret-i Da­ +vud as’ın namı zuhur ediyor ve Talut’un vefatında Beni +rail’in hükümdarı oluyor. Devre-i şebabında Davud as +hükümdar Talut’u maharet-i musikiyyesiyle mütelezziz etmek +üzere saraya gönderilmişti. Ve bu esnalarda da Filistinliler +büyük bir ordu ile İbraniler üzerine yürümüşlerdi. Beni +ordu mukabil iki dağa konmuş arada bir vadi bulunmuştu. +Ahval bu merkezde iken Gaz Şehri’nden bir Filistinli +harikulade kuvvet ve cesamete malik Calut isminde birisi +tepeden inip vadinin vasatına geldi. Biraz arkasından da +müsellah bir güruh geliyordu. Tehdidkar bir vaz’ bülend bir +sesle Beni İsrail ordusundan kimi olursa olsun karşı karşı +mübarezeye da’vet etti. Ve bu muamele-i hakaretten sonra +Filistin ordusuna avdet eyledi. Calut böylece kırk gün +Beni İsrail’i mübarezeye da’vet etmiş idi; Bu hal Talut’u çok +sıktı. Her defasında ordusunu harp nizamına koyar lakin +Calut’un mevcudiyetinden harbe cesaret edemezdi. Davud +evvela ordu ile beraber yoktu; sonradan geldi; Calut’u gördü +ki: Koca Beni İsrail ordusunda kimse onunla tek başına +mübarezeye cesaret edemediği için Beni İsrail’i korkaklık ile +tahkīr etmekte idi. Bu hal Davud’u çok müteessir ettiğinden +Calut’un bu da’vetini kabule karar verip fikrini Talut’a söyledi. +Talut bu kadar mühim bir mes’elenin böyle tarafeynin +kuvveti beyninde hiç nisbet görülmeyen bir mübarezeye +havalesini muvafık-ı tedbir görmedi. Davud ise dedi ki “Bu +küstah Filistinli’nin senin orduna karşı gösterdiği muamele +Cenab-ı Hakk’a karşı da bir isyandır; binaenaleyh: Bu mübareze +Calut ile Davud arasındaki bir müsabaka-i meharet +değil belki Calut ile Beni İsrail’in Rabbi arasında bir imtihan +olacaktır. Muzafferiyet benim kolumun kuvvetiyle değil ekseriya +celalini isbat için en ali maksadları en aciz vasıtalarla +vücuda getiren Kadir-i Mutlak’ın lutf-ı mahsusu sayesinde +kazanılacaktır. Bu sözleri tedbirsizce ve ıssız bir i’timad-ı +nefs­ +den değil belki şu küstah öğünücüyü akval-i kafiranesinden +dolayı mücazat için bir vasıta-i ilahiyye ittihaz olunacağıma +dair i’tikad-ı kamilemden söylüyorum. +Böylece Davud as hükümdarı ikna’ edip Beni İsrail’in +mübariz-i müdafii seçildi. Calut’a karşı çıktı; sapana bir taş +koyup attı; taş Calut’un beynine girip öldürdü. “Ölüm halinde +olan Calut yüz üstü düşmüş yatarken Davud kılıncı +kınından çekip merkūmun başını bedeninden ayırdı. Bu +vak’a bütün Filistin ordusunu son derece korkuttu; Talut +bundan istifade ederek üzerlerine kemal-i şiddetle hücum +etti ve uzun mesafelere kadar kovaladı” Bu vak’ada maktulinin +otuz bin ve mecruhinin iki misli olduğu ta’dad olunmuştur. +Beni İsrail düşmanın ordugahını yağmalayıp sonra +götürüp kılıncı dahi Cenab-ı Hakk’a takdim eyledi. “Ve +Beni İsrail ile Davud as Filistinlilerin katliamından avdet +ederken Beni İsrail’in bütün şehirlerinden kadınlar teganni +ve raks ederek hükümdar Talut’u istikbale çıktılar. Ve meserret +çalgılar ile gelerek kadınlar oynar iken birbirine cevap +verdiler. Dediler ki: Talut kendi binlerini ve Davud kendi on +binlerini katl etti.” +Bir müddet sonra Talut Davud as’a kızını tezvic etmeyi +teklif etti; bu nikahda Davud as’den cihaz ve masarıf-ı izdivaciyye +taleb olunmuyordu; yalnız buna mukabil Filistinlilerden +yüz kişinin gulfe yani sünnet derileri taleb olunuyordu. +Binaenaleyh: Davud as kalkıp gitti Davud ile maiyyeti +Filistinlilerden iki yüz kişi katl edip gulfelerini hükümdara +takdim ettiler. Ve bütün macera-yı seferi nakl eylediler ki: +Hükümdarın damadı olabilsin. Davud as mükafatı olarak +Talut’un kerimesi Mişel’i aldı. Muahharan Talut Davud +as’ı kıskanmağa başladığından ve öldürmek istediğinden +Hazret-i Davud Beni İsrail diyarını terke mecbur oldu. Ve İşmoil +suhufunun birincisinde ve yirmi yedinci babda Hazret-i +Davud’un altı yüz adamıyla nasıl Gath Gaz Kabilesi Kralı +Akiş tarafından mihman-perverane hüsn-i kabul gördüğü +“O Davud as ve maiyyeti herkes ailesiyle hatta +Davud as iki zevcesiyle Tsiklag denilen bir şehre yerleştirildi.” +kendi vatanına karşı bir vaz’-ı hasmane almamak için en +büyük müşkilata hedef olduğunu hissediyor; vakit geçtikçe +Davud as ile maiyyeti iltica ettikleri memleket ahali-i asliyyesi +aleyhinden çapul seferleri icrasına başladılar İşmoil’in +ki: Davud as memleketi vurdu ne erkekleri ne kadınları +sağ bıraktı ve bütün ganaimi alıp Akiş’e geldi. - . bend +“Ve Akiş sordu: Bugün yolunuzu nereye sevk ettiniz? Davud +as sahih olmayarak cevap verdi: Yahudiyenin cenubuna +ve Ken’anilerin cenubuna karşı ve Davud belki aleyhimizde +gelip şikayet ederler Gaz’a getirirler diye ne erkek ne kadın +sağ bırakmamıştı; Akiş Davud as’a inandı.” +Filistinilerin hükümdarı Beni İsrail ile harbi tazelemek için +bir vesile elde ettiği zaman Davud as’ın müşkilat-ı vaz’iyyesi +bir kat daha tezayüd etmişti; çünkü: Bütün kuvvetini +yeni hükümdar-ı himayetkarının askerine iltihak üzere cem’ +eylemesi resmen emr olunuyordu. Fil-hakīka mu’askerde +linden yine Filistinilerin kıskançlığı ve adem-i emniyyeti +yüzünden halas oldu. Ordudan böyle iştigal edilen Davud +as ma’iyyeti ile Tsiklag şehrine döndü. Ancak anladı ki; +kendilerinin bulunmadığı esnada Amalika kabilesi burasını +muhasara edip şehri yakmış kül etmiş; şehirdeki emvali iğtinam +eyleyerek hatta gerek Davud’un iki zevcesini gerek +bütün maiyyetinin zevcelerini de esir götürmüştü. “Davud +Cenab-ı Hakk’a kalbini tuttu. Başrahib Atyatar’a kendisince +büyük libasını giydirmesini söyledi ve bu müşkil felaketli +mevkiinden kurtulabilmek için hangi vasıtaya müracaat +edebileceğini Cenab-ı Hak’tan taleb etti. Asıl mesele İbranilerin +Amalika’yı yakaladıkları takdirde zevce ve çocuklarını +tekrar almaya müsaade olunup olunmayacağı ve onlardan +Amalika’nın ta’kībi ve onlar üzerine muzafferiyet merkezinde +olan cevabını tebliğ etti. Davud bu cevabdan iktisab-ı +sevk eyleyip onlara yetişti; bunların bir kısmı uyumuş bir +kısmı sarhoş sızmış olduğundan müdafaaya gayr-i muktedir +bir halde idiler. Davud as adamları ile bunları üzerine öyle +şedid bir hücum etti ve öyle kılıçtan geçirdi ki. Amalika’dan +yalnız dört yüz kişi sağ kaldı; bunlar da selametlerini binmiş +oldukları develerinin sür’atine borçlu idiler. Nihayet ta’kīb +zevalden geceye kadar devam ettikden sonra İbraniler zevcelerini +ve çocuklarını ve Tsiklag muhasarasında Amalika’nın +Bedbaht Talut’un akıbeti yakın idi. Kanlı Gilboa muharebesi’nde +Filistini ve Beni İsrail silahları çatışıp netice-i ma’rekede +katl olundu. Hükümdar son ye’s içinde kılıncının sapını yere +koyup keskin tarafını vücuduna sapladı. Lakin kuvvetinin +adem-i kifayesinden buna tamamıyla muvaffak olamadığından +kılıcın sapına kadar vücuduna geçmesi hususunda bir +Amalika delikanlısının muavenetine muhtac oldu. +Beni İsrail’in ilk Kralı Talut İşmoil as’ın vefatından evvel +on sekiz sene ve vefatından sonra yirmi iki sene icra-yı +hükm ettikten sonra işte bu suretle terk-i hayat etmiştir. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Kafile halkından olup da geri kalmış bulunan birkaç +Türkmen’e yakınlarda bir kuyu olup olmadığını sordum. +–Bu tarik ile giderseniz güneş doğarken bir kuyu başına +vasıl olursunuz dediler. Ta’rif mucebince yola devam ettik. +Güneş yükseldi sıcak ziyadeleşti hayvanlarımızda yürüyecek +takat kalmadı bizim de hararetden dilimiz damağımız +kurudu. Hala bir kuyu yahud başka bir su bulamadık. +Naçar atlardan bir ikisini kestirdim bir damla olsun kanları +akmadı. Yanımda bulunan bir limonu ağzıma sıktım. Biraz +sonra da dilimi atımın diline dokundurdum. Zavallı hayvanın +ağzında hiç rutubet hissedilmiyordu. O esnada cehennemin +beden-i insanda mevcud olduğuna inandım. Çünkü +susuzluktan ateş gibi yanıyordum. Şu halde akşama kadar +gidip bir kuyu başına gelebildik. Fakat buraya benimle dört +kişi vasıl olmuş öbür arkadaşlarımız yolda düşüp kalmıştı. +– Biraz su içip teskin-i atş eyleyince yoldaşlarım hatırıma +geldi. Biçarelerin felaketine ağladım. Ahal ahalisinden iştira +ettiğim bir beygir sairlerine nisbeten az yorulmuştu. İki kırba +su doldurtup ona yüklettirdim. Bu adama at izlerini gaib +etmemesini tenbih ile beraber belki lazım olur diye bir de +kıble-nüma verdim. +Bereket versin ki gidip zavallı adamları beygirden düşmüş +ve hareketten kalmış bir halde bulmuş. Ağızlarına biraz +su döküp akıllarını başlarına getirdikten sonra alıp beraber +gelmiş. +Yedi gün bu kuyu başında kaldık. Yolda gördüğümüz +Türkmen kervanı da buraya uğradı. Kervandakiler benim +kim olduğumu öğrenince: +– Biz sizi İrani sandık da susuzluktan helak olsunlar diye +yoldan sapıtdık diyerek kabahatlerinden büyük bir özür serd +ettiler. Mamafih erzakımız tükendiği cihetle dört gün bizi o +menzilde beslediler talebimiz üzerine üç günlük de yiyecek +sattılar. +Bulunduğumuz yer ile Hive şehrinin arası beş günlük bir +mesafe idi. O tarafa müteveccihen hareket ettik. Hive’ye +muvasalatımızda belde haricinde ve ağaçlık bir mahalde +konup adamlardan bir kaçını nevale tedarik etmek üzere +şehre yolladım. +Hive hanın me’murları bizim adamlara tesadüf ederek +nevalenin kimin için alındığını sormuşlar onlar da “Emir +Dost Muhammed Han’ın torunu ve Emir Muhammed Efdal +Han’ın mahdumu bulunan efendimiz Serdar Abdurrahman +Han için alıyoruz” demişler. +Hive hanı bu haberi alınca vüzerasından birini +nezdime gönderdi. Ve gece öyle münasebetsiz yerde rahatsız +bir gece geçirmek layık değildir. Lütfen teşrif buyursunlar +misafirimiz olsunlar” teklifinde bulundu. Kalktık şehre +girince birkaç evi bize tahsis edip hepimizi misafir eylediler. +rar vezirini yollayıp görüşmek emelinde olduğunu tebliğ etti. +– Burada garib bir adamım kimse beni tanımaz. Han +hazretleri zahmet buyurmasınlar. Ben kendilerini ziyarete giderim +diyerek atıma bindim ve hanın ikametgahına gittim. +Orada altmış aded top gördüm ki mukaddema hiçbir yerde +bu kadar çok topun bir arada bulunduğunu görmemiştim. +Bu topların idaresine me’mur olanların hepsi de Habeşi idi. +Hanın sarayına yaklaşınca şerefime elli top atıldı. Han +da piyade olarak istikbalime çıktı. Bil-musafaha el ele olduğumuz +halde divan-ı hükumete çıktık. O vakit Türkçe bilmediğim +betde bulunduk. Bana: +– Sizi büyük biraderim mesabesinde tutarım. Çünkü: +Pederim Muhammed Emin Han Belh’de bulunduğu sırada +valid-i muhtereminizle gayet sevişirdi. Cenab-ı Hakk’a +hamd ü senalar olsun ki şu suretle görüşebildik. Ne vakit +arzu ederseniz Belh şehrinin fethi için size asker terfik eylerim +dedi. Ve taht-ı hükmünde bulunan yedi şehirden ikisini +de bana vermek istedi. +Bu kadar ikram ve iltifata karşı ifa-yı teşekkür eyledikden +sonra: +– Birkaç gün sonra size hem bu hususda cevap veririm +hem de hükumetinize faydası olacak bazı sözler söylerim diyerek +müsaade istedim. +Hanın yanından çıkınca delilimiz olan Nöker Han: +– Han hazretleri sizin için kendi köşkünü hazırlattı. Rüfekanız +da oraya götürüldü. Demesiyle biz de o tarafa teveccüh +ettik. Bu köşk şehir haricinde bir bağ içinde olup gayet +ruh-efza bir bina idi. +– İki bin eşrefi altınına kadar emrinize te’diyatta bulunmaya +me’zunum. Ne kadar lüzumu varsa emir buyurun +takdim edeyim dedi. +– Cenab-ı Hak han-ı keremkarı daim ve payidar buyursun. +Bu kadar mürüvvete ne suretle teşekkür edeceğimi +bilemiyorum. İki bin eşrefiyi alıp ne yapayım? Benim her +günkü masrafım otuz kıranı geçmez cevabını verdim. + +---- +MAKALAT +---- + +ERNEST HEGEL’IN MAKALESINE REDDIYE +– – +Zeka ceridesinde münderic Hegel’in makalesine karşı tarafımızdan +gönderilen reddiyeyi Sebilürreşad risale-i mu’teberesinde +okuyan bazı ihvan-ı dinim tarafından gerek şifahen +ve gerek tahriren vukū’ bulan tavsiyelerde bu mebhasin +biraz daha tevsi’ olunması iltimas ve beyan ve zamanımızda +bu gibi mebahis ve mesaile olan ihtiyacın pek şedid olduğu +da hemen cümlesi tarafından dermiyan olunuyordu. Zaten +maksadımız yalnız Hegel’e cevab vermek ve bu suretle onları +müslüman yapmak değil bizim gençlerimizden hakīkati +anlamak isteyen kısımlarına anlatmak olduğundan Din-i İslam’a +lunmuşlar ve ulema-yı İslam tarafından mesaileri meşkur +olsun ne gibi reddiyeler yazılmış bunları mütalaa ve tedkīk +mak üzere Sebilürreşad ’a takdim etmeyi bir vazife-i diniyye +addeyledim. +sim etmek muvafık olur: Birinci kısım – Allah’a Peygamber’e +Kuran-ı Kerim’e inanmış; ahkam-ı şer’iyye-i İslamiyyeye +bütün mevcudiyetiyle rabt-ı kalb etmiş olanlardır. Bu +kısmın şüpheleri yok ki delile ihtiyacları olsun. Binaenaleyh +bu kısım hıyar-ı ümmete bu gibi mebahisin zaid olduğunu +teslim etmekle beraber müntesib olduğu dinin ulviyetini anlayacağından +faidesi de yok değildir. +le iftihar ederler. Herif Allah’a inanmıyor ki Peygamber’e +dir. Artık bu kısma söz söylemek zaid addolunabilir. Çünkü +anlamazlar ve anlamak da istemezler. +Üçüncü kısım – Hatırlarına bir parça tereddüd gelenlerdir +ki: “Bunda her halde bir ma’na-yı hakīkat varsa da acaba +nasıldır?” derler işte bunlar muhtac-ı irşaddırlar. +Binaenaleyh böyle mesailde hissedar olabilecek birinci +ve üçüncü kısım halkımızdır ki ekseriyet bunlardadır. İkinci +kısım ekall-i kalildir. +Bu gibi mebahisi zaid görenler de –ihtimal– bulunabilirse +de sükutta zarar melhuz olmakla zararın izalesi cümle +mü’minine vacib olur. Bir yarayı deşmek örtmekten +daha faidelidir. Bu gibi mebahisin ortaya sürülmesi hakayıkın +edyan-ı saireye benzemez. Edyan-ı saire: “Çok karıştırma +altından çapan oğlu çıkar” kayd-ı ihtirazisi ile bağlıdırlar. +Lakin İslamiyet: “Karıştır çünkü oğaladıkça rayiha-i latifesi +anber gibi etraf-ı aleme intişar eder” levha-i celilesiyle +müzeyyendir. Ahkam-ı İslamiyye böyledir ta’mik ve tedkīk +edildikçe hakayıkı daha ziyade incila-pezir olur. +* * * +Hegel’in makale-i mebhusesi gayet mücmel ve muhtasar +olmakla hangi tarafından tutulmak icab edeceği anlaşılmıyor. +Çünkü ale’l-amya Hazret-i Muhammed as Nasturilerden +teallüm eyledi deyip geçiyor. Artık her ihtimali tarafımızdan +mezkuru red ahval-i münazarada makbul olmakla beraber +matlub vechile müfid değildir. +Bizim kavaid-i usuliyyemizdendir ki: “Mücmel veya müşterek +olan bir kelam ya icmal eden zat tarafından tefsir edilir +yahud karain-i saire ile bazı vücuhu tereşşuh eder de maksada +vusul ancak bu suretle hasıl olur” bu mes’elede yine +Fazıl-ı muhterem Ahmed Midhat Efendi hazretlerinin tercüme +ve İslamiyet nokta-i nazarından tenkīd buyurdukları +New York Darülfünunu muallimlerinden Draper’in Niza’-ı +Cenab-ı Peygamber sallallahü aleyhi vesellem hakkındaki +mütalaası görülürse Hegel’in makale-i mebhusası Draper’den +hülasa edildiği zannı hasıl oluyor yahud Avrupa +efkarının ekseriyetle bu noktada saplandıkları anlaşılır. Meb­ +has-i mezkuru aynen iktibas edelim ki iki makale beynindeki +münasebet daha ziyade tezahür etsin. Bu suretle biz de +daha vasi’ bir mevzu’da tedkīkat icra etmiş oluruz. +Draper diyor ki: +“Tarih-i miladinin senesi mevsim-i sayfında bir Arab +kervanı Şam’ın cenub tarafında Arabistan hududu üzerinde +kain Busra kasabasına vasıl oldu bu kervan Mekke’den +geliyor idi. Arabistan’ın zengin mahsulatıyla mahmul idi. +Kervanın reisi olan Ebu Talib namındaki zat-ı mu’teber ve +onun yeğeni olan on iki yaşındaki bir tıfl-ı mu’teber kasaba-i +mezkurede kain Nasturi manastırı tarafından misafirperverane +bir surette kabul olundular. Papaslar derhal öğrendiler +ki bu genç misafirlerinin ismi Halibi ya Muhammed’dir +ve Arabların mukaddes ma’bedi olan Ka’be muhafızının +dahi yeğenidir. Bu papaslardan Bahira namında birisi Muhammed’i +as içinde doğmuş olduğu putperestlikten ayırıp +Nasturiliğe idhal için elinden geleni diriğ etmedi. Bu tıfl-ı +nev-civan zeka-yı harikuladeden maada teallüme ba-husus +edyana dair hususatın teallümüne dahi azim bir heves sahibi +“Busra manastırında rahib Bahira Muhammed’i as +ta’lim eyledi. Nasturi mezhebini kendisine öğretti. Nasturiler +dahi nasıl duçar-ı zulm ü i’tisaf edildiklerini o nev-civan +Arab Bahira’dan öğrendi. Şark kilisesinin putperestlik +öğrenip bilahare Hazret-i İsa’dan İbnullah diye değil İbni +Meryem diye bahs etmeye alıştı. Ba’dema o parlak mesleğinde +bu alışıklığını asla gaib etmedi. Ta’limsiz ve fakat fa’al +olan zihni yalnız efkar-ı diniyye ile değil belki muallimlerinin +yani Busra rahiblerinin efkar-ı felsefeleriyle dahi amikan +müteessir oldu. Çünkü bu papaslar Aristo’nun ulumuna +vakıf olmak ile de iftihar ediyorlardı. Sonraki haller gösterdi +ki o papaslar hakkında ne derecelerde teveccühü vardır. +Bütün ömrünü o papasların mezhebini bit-tevsi’ neşre sarf +eyledi ve o mezheb bir defa yerleştikten sonra kendi ahlafı o +papasların mezheb-i ilmisini dahi şediden istishab ve himaye +eylediler. Aristo’dan gelen efkarın kaffesini iltizam ve +tervic ettiler. Muhammed as büyüdükte Suriye’ye başka +seferler daha icra eyledi. Zan olunmaya müsaade vardır ki +bu fırsatlarda dahi Busra manastırı ile misafirperver rahibleri +unutulmadılar. Müşarun-ileyhin yani Hazret-i Peygamber’in +bu memleket hakkında bir gizli ta’zimi var idi.” Niza’-ı İlm +ve Din. +makalesi bunun bir hülasası olduğu gün gibi aşikar oluyor. +Tedkīk ve tenkīde başlamazdan evvel şurasını beyan +edelim ki: Cenab-ı Peygamber sallalahü aleyhi vesellem +efendimiz hazretlerine karşı hukema-yı garbın pek büyük +hürmetleri vardır. Draper nam-ı peygamberiyi hürmetle yad +ediyor. Ebu Talib’i de amm-i nebi olmak münasebetiyle +zat-ı mu’teber diye tavsif ediyor. +Felasife-i garbdan Hukūk-ı Beşer Mukavelenamesi’ ni +yazan Lafayet hukūk-ı insaniyye hakkındaki mütalaatını +uzun uzadıya şerh ve izah ettikden sonra +yani insanlar tarağın dişleri gibi biri birine hukūken +müsavidir hadis-i şerifini görünce hazret-i peygambere tevcih-i +hitab ile diyor ki: “Ey Arab-ı ali-kadr şeref ve şan sana +olsun ki adalet ve hakkaniyetin ta kendisini bulmuşsun.” +Müsteşriklerden hangisinin asarı tetebbu’ edilse bunlarda +daima şer’-i şerif-i Ahmedi’nin ta’dad-ı ma’alisine ve pek +ulvi bir esas-ı hakimaneye müstenid olduğuna hasr-ı mütalaat +edildiği görülür. +Biz min-tarafillah ba’s olunmuş Peygamber-i Zişandır; +binaenaleyh vahy-i ilahi ile esasat-ı diniyyeyi vaz’ etmiştir +diyoruz. Onlar: “Ma-fevka’t-tabia bir kuvvetin isbatına ihtiyac +yok. Peygamber dediğiniz akıllı bir zat idi. Hatta denilebilir +ki a’kal-i nas idi” diyorlar. Halbuki teallümsüz bu +kadar hakaik-ı mühimmeye vukūf kanun-ı tabiat haricinde +olmakla buna “Nasturilerden öğrenmiş olmalı” demekten +başka çare bulamıyorlar. Sonra kendi fikirleri üzerine bir +takım te’vilat ve tesvilata girişiyorlar. Bu külfetlerin cümlesi +revabıt-ı diniyyeyi ortadan kaldırmak için ihtiyar edilmiş +şeylerdir gayeleri budur. Bir çokları “Bir dine inanmayı ihtiyar +etsem müslüman olurum” diyerek din-i İslam’ın meziyyetini +aleyhi veselleme karşı kat’iyyen bir hürmetsiz likleri +yoktur. Çünkü bu zevatın ilim ve fazl ashabından oldukları +kabil-i inkar değildir. Yalnız bazı cihetlerde haberleri olmadan +hayat-ı Nasraniyye’nin te’siratına kapıldıkları ve bazı +cihetlerde de kendi gayelerini te’min için vekayi’-i tarihiyyeyi +–kasden– tahrifden çekinmedikleri vaki’dir. İşte biz de o +cihetleri ariz u amik tedkīk ve tenkīd edeceğiz. +SİYASİYAT +ARNAVUDLUK VE HISSIYAT-I İSLAMIYYE +Büyük küçük hiçbir kavim hakkında ale’l-ıtlak mülahazat-ı +tenkīdiyye yürütmek doğru bir meslek değildir. +Umumiyet üzere bir kavim hakkında su’-i zan besleyenler o +kavim efradıyla münasebat ve temasda bulundukça zanlarını +tebdil eyleyecek pek çok mehasin-i kavmiyyeye tesadüf +eylerler. Ale’l-husus camia-i İslamiyyeye dahil olan akvam +cinsiyet tefrikalarından azade kalmak iktiza edeceğinden +Arnavudluk’daki efrad-ı İslamiyye hakkında diğer müslümanların +hiss-i buğz u hiddet ile mütehassis olmalarını biz +tasvib edemeyiz. +Maamafih ar-ı temeddünden külliyen mahrum bir frenk +devletinin tecavüzat-ı caniyanesine ma’ruz kaldığımız bir sırada +Arnavudlardan bir kısmının silah be-dest-i isyan olarak +devletimizin müşkilat-ı mevcudunu artırmaları bütün kulub-ı +dikçe biz Arnavudların gönüllerini almak için onları kavm-i +necib olmak üzere tavsif eyleriz ve bu tavsifimiz tamamıyla +samimidir; zira o babda iltizam-ı riyaya hiç de ihtiyacımız +yoktur. Fakat biz necabeti Fizan’ın ve Afrika-yı Şimali’deki +kıtaat-ı mütecavirenin ta içerlerinden gelerek Trablus ve +Bingazi’de liva-yı Hilafet’i müdafaa edenlerde daha ziyade +buluyoruz. +Arnavudlar saf-dil imişler de yerli ve yabancı bazı müfsidlerin +telkīnat-ı iblis-pesendanelerine kapılıyorlarmış; bi­ +na­ +enaleyh bir kısmının silah-ı isyana sarılmaları ondan naşi +masalar gerekdir. Hiss-i necib-i hamiyyetden mahrum mü­ +nafıklar ile yabancı müfsidler memleketimizin sair cihetlerinde +dahi eksik değildir. Fakat herhalde vatanperverlik hissi +ahalimizi heyecan ve şurişi andırır ef’al-i isyaniyyeden men’ +etmek iktiza eyler. +Arnavudlar hatiat-ı idariyyeden pek muazzeb oluyorlarmış +da hükumete karşı mukavemet-i müsellahayı bir çare-i +yegane addediyorlarmış. İdaremizde hatalar vukū’ buluyorsa +bunun te’siri vatanımızın cihat-ı sairesinde dahi hissedilir. +Hamiyet ve vatanperverlik hatiat-ı idariyyenin tuğyan ve isyan +Bugün memleketimizin payıtahta yakın ve terakkiyat-ı +fikriyyesi bi’n-nisbe yolunda olan cihetlerini bir tarafa bırakalım +Asya-yı Osmani’nin en uzak köşelerine gitseniz ahali +aman bize mektepler yollar yaptırınız diye yalvarırlar. Halbuki +Arnavudluk’da devletin mektep ve yol yaptırmak istemesini +türlü türlü te’vile uğratarak o yoldaki teşebbüsatı +fiilen men’e kalkışanlar oluyor; acınacak bir hal değil mi? +Şüphesiz Arnavudların ehl-i idrak ve haysiyeti içinde +çoktur. Bu hali cümlemiz de ye’s ve hüzn ile telakkī ederiz. +Fakat ihvan-ı din arasında sefk-i dimaya sebeb olan terakkiyatımızı +sekteye uğratan ağyara vesile-i müdahale veren +ve ale’l-husus İtalya gibi bir düşman-ı dinin amal-i mütecavizanesini +takviyeye medar olacak bir mahiyette bulunan isyan-ı +hazır alem-i İslam’ı dilhun eder ve umumiyetle ta’yibe +müstahak görünür. +ALEM-İ İSLAM VE HARB-İ HAZIR + +---- +TRABLUSGARB CIHADI +---- + +VE MÖSYÖ HANOTO +Geçen hafta bu sütunlarda İtalya’nın Trablusgarb’a vu­ +kū’ bulan tecavüzü bu tecavüz dakīkasından beri ika’ etmek­ +te olduğu cinayet ve vahşetleri Avrupa’nın bu hususdaki +vaz’iyetlerini bütün alem-i İslam’ın intibahına vesile olduğunu +bu intibah-ı İslam’ın asar-ı kudsiyye ve meşkuresi yar u +ağyar nazarlarında muhtelif tecelliyat ve tezahürat ile kendini +göstermekte bulunduğunu bu tecelliyat ve tezahürat-ı +ezileceğini Avrupa’nın dahi İslamların mukadderatına dair +çizdikleri mukarreratı yırtacaklarını beyan etmiş idim. İntibah-ı +eden bu beyan-ı kemteri bu kere aktar-ı cihanda muhtelif +lisanlarda neşr olunmakta olan bütün İslam ve Avrupa +matbuatı tarafından te’yid edildiği görüldü. Bu cümleden +olmak üzere Fransa meşahir-i siyasiyye ve kalemiyyesinden +Mösyö Hanoto sadedimize dair Aklar Gazetesi’ nde yirmi bir +Nisan-ı Efrenci’de İslam ve Harb-i Hazır ünvanıyla mufassal +bir başmakale yazmıştır. +Mösyö Hanoto öteden beri Din-i İslam ve alem-i İslam’ın +aleyhinde ittihaz etmiş olduğu meslek efkar ve neşriyatıyla +ma’ruf bir racül-i siyasi olduğundan makale-i rennane-i +siyasiyyesini garbın bütün matbuatı tarafından büyük +bir ehemmiyetle telakkī edilerek sahifelerine geçirilmiş ve +mütalaalar beyan edilmiş Avrupa mahafil-i ilmiyye +ve cem’iyyat-ı siyasiyyesinde mühim mühim olduğu kadar +azim te’sirler husule getirmiştir. Mösyö Hanoto bu makalesinde +vesaiki ile beyan ve bunun vahametini izah ve İslam kuvvetinin +nazar-ı dikkat ve i’tibara alınmasını Avrupa’ya tavsiye +yolunda makalesine şu sual suretiyle şüru’ ve devam ediyor: +“Acaba! Niçin İtalya’nın her nevi’ tekamülat-ı harbiyye +saidat-ı hevaiyyesi bu techizat-ı harbiyece kendinden dun +ve Trablus’un her tarafına dağılmış bulunan beş altı bin +Osmanlı askerine karşı fevz ü zafere nail olamıyor? Acaba +niçin Trablus’un istihkamat-ı atika ve esvar-ı kadimesi İtalya’nın +ateşler fışkıran bombalar yağdıran fevvarat-ı müdhişe-i +harbiyyesi önünde sukūt etmiyor? Bu sualin cevabı pek +basittir. O da bu muharebenin hissiyat ve atıfat-ı diniyye ile +mezc edilmiş olmasıdır. Bunun için bu muharebe-i diniyyeye +karşı galib olmak kat’iyyen mümkün değildir. +rebe edeceğini zannetmiş ve bu muharebeye başlamış idi. +Fakat karşısına Osmanlı ile İslam’ın çıktığını gördü. Çünkü +be bin dokuz yüz dört ve beş senelerinde Avrupa’nın İslamiyet +ve İslam hükumetleri aleyhinde ittihaz etmiş oldukları +mukarrerat mukteziyatıyla vücuda geldiği cihetle bir Salib +ve İslam muharebesine benziyordu. Bunun için İtalya karşısında +Osmanlı ile İslam’ı gördü. İslam muharebesi ise hükumet +ve devlet muharebesi değil din muharebesidir. İslam ne +zaman din muharebesine başlar ve sell-i seyf-i din ederse bu +muharebenin müdhiş bir harb-ı umumiye müncer olacağı +muhakkaktır. Bu harb-i umumi Bahr-i Sefid sevahili nüfusuna +belki bütün cihan nüfusuna nihayetsiz büyük adavet +tohumlarını saçacağı bu adavet tohumlarının sulh ve silm-i +cihanı zir ü zeber edeceği bütün ma’mureleri harabe-zara +çevireceği bütün toprakları ve denizleri kan ile boyayacağı +kat’idir. Bunun için Avrupa dalmış olduğu gurur ve gaflet +uykusundan uyansın! Harp için kaldırmış oldukları bazularını +asvat-ı halisanelerini ısga etsin! Evet ben öteden beri sulh ve +silm-i cihan ve akvamın takarrürü için pek çok sarf-ı mesai +ettim. Bu babdaki sa’ylerim taleblerim tekliflerim bir neticeye +maktayım ve nihayete kadar çalışacağım. +“Fakat Avrupa İslamiyet ve İslam hükumetlerine nihayet +verecek son bir harb-i kat’inin İslamlara tatbikine yol arıyor. +Avrupa İslamların zıddına olan böyle bir harb-i hail ile İslamların +suhuletle mağlub olacaklarını zannediyorsa Avrupa +bu zannında yanılıyor. Çünkü kalemin tersim ettiği hatlar +mümkün değildir. +“O halde ey Avrupa hükumetleri! Bu adüvv-i haili Avrupa +mek mi istiyorsunuz? Eğer Avrupa iklimi haricinde İslamları +sürmek istediğiniz bu mevki’ Küçük Asya yahud Orta Asya +rın muavenetlerine muhtacsınız. Eğer bu mevki’ Afrika ise +bu iklim de müstemlekenizdir. Eğer bu mevki’ Çin veyahud +Hind ise bu iklimler ile dahi her tarafdan hem-hududsunuz. +Bu suretler ile dahi İslamdan kurtulmak imkanı yoktur. +“Bu halde bu mes’elenin halline yegane çare nedir? +Evet mes’elenin halline yegane çare bin dokuz yüz üçte +dediğim ve el-yevm demekte olduğum gibi İslam ile akd-i +sulh etmek İslam kuvvetine nazar-ı hürmet ile bakmak bu +kuvvetin hukūk-ı ictimaiyesine hürmet ve riayet eylemektir. +“Bilmelidir ki Trablusgarb’da kendini göstermekte olan +harekat ve icraatı genç Türkiye ve kadim Türkiye’nin irade +ve nüfuzuna tabi’ değil ancak Kur’an nüfuzuna tabi’dir. +müstakilleyi haiz olduğunu idrakte hata etmiş ve Türkiye’yi +ru gibi mühlik bir anafora atmıştır. Şimdi İtalya hükumeti +kendinin düştüğü bu haviyeye Avrupa’yı dahi sürüklemek +man etmek Boğaz’ı zorlamak İstanbul’a girmek; Bahr-i +Sefid’deki Osmanlı adalarını işgal eylemek; Her an müsteidd-i +“Fakat İtalya’nın bu üç suretle hareketi kendine hiçbir +muvaffakiyet te’min etmeyecektir. Evvela İstanbul’da Boğaz’da +Selanik’te Rus İngiliz Avusturya gibi muhtelif hükumetlerin +menfaatleri vardır. Bu hükumetler menfaatlerini +na mani’ olacaklardır. Her ne kadar Boğaz ve İstanbul’a +dair İtalya ile Rusya arasında bir i’tilaf olduğu şayi’ olmuş +Bir de böyle bir i’tilaf neticesinde Rusya’nın Boğaz ve sevahiline +hakim olmasına İngiltere’nin hiçbir suret-i tesviye ile +müsaade etmeyeceği bedihidir. +“Saniyen: Bahr-i Sefid’deki Osmanlı adalarının işgali +salabet-i İslamiyye’nin inkisarına bais ve Trablusdaki harbin +devamına mani’ olamayacak belki muharebenin şiddetini +tezayüd ettirecektir. Yalnız Osmanlılık ve İslamlığın kalbi ve +merkezi olan işgal ve iskatı salabet-i İslamiyye’nin inkisarına +ve Trablus muharebesinin sukūtuna bais olacağı hatıra tebadür +ediyor ise de bu işgal ve iskatın dahi imkan haricinde +olduğu ma’lumdur. Çünkü İstanbul’u işgal ve sukūta +mahkum edecek bir kuvvet farz-ı muhal olarak Boğaz’dan +mürur ve Bosfor’a dahil olduğu takdirde her nevi’ techizatla +mücehhez muallem fedakar beş yüz bin askeri karşısında +bulacaktır. Bütün tekamülat-ı maddiyye ve ma’neviyyeyi +haiz olan bu mehib müttehid kuvvetin düşman kuvvetine +karşı nasıl hareket edeceğini ve vatanı ne gibi büyük +bir hararet şiddet ve fedakarlık ile müdafaa edeceğini bu +uğurda ölmek ve öldürmek usulüne vakıf olduğunu yakīnen +bilirim. Böyle sıfat-ı fazıla ve mümtaze ile muttasıf bulunan +bir kuvvetin karşısında bulunacak kuvvetlerin hüsran ve izmihlale +uğrayacakları kat’idir. +“Salisen: Balkanlarda bir kıvılcımın iş’ali müdhiş bir +harb-i umuminin iştialine sebebiyet verecek ve bundan İtalya +rıda bast ettiğim gibi denizler karalar kan ile boyanacaktır. +Görülüyor ki muharebenin vaz’iyet-i hazırası aynı Titanik +kazazedeganının vaz’iyet-i hazinesine benziyor. Muharebenin +bu vaz’iyeti Avrupa’yı bütün alemi müdhiş felaketlere +sürüklemek isti’dadını gösteriyor. Bu felaket-i umumiyyenin +kemal-i ehemmiyyetle çaresine bakmak Avrupa’nın vazifesidir. +Bunun yegane çaresi ise balada sebk ettiği vechile bütün +efkar ve hissiyat harekat ve sekenatta İslamlar ile tev’em +ve gayr-i mufarik olan Osmanlılar ile akd-i sulh etmek ve +haklarına hürmet ve riayet göstermektir. Avrupa her hale +rağmen bu vazife-i mühimmeyi ifada vesatet-i umumiyyeyi +vikayede sür’at ibraz etmelidir. Yoksa tehlike-i umumiyyenin +başgöstereceği muhakkaktır.” +TAVZIH-I HAKĪKAT +– – +Mezkur Kölnische Zeitung gazetesindeki mektup muharriri +diyor ki: “Girit’in yeni baştan Türkiye’nin kalem-rev-i +hükumetine dahil olması düvel-i hamiyyeye ve daha bazı +rakīblere karşı galebe ile tetvic olunacak bir muharebeye +mütevekkıf binaenaleyh muhaldir.” Biz bu sathi mütalaaya +karşı kemal-i i’tidal ile cevab vereceğiz ve muharririne +diyeceğiz ki: –Kendi ikrarı vechile– bir çok fedakarlıklar ile +feth etmiş olduğu bir memleketini Osmanlılar şu dakīkada +elinden kaçmış farz etmiyor. Bilakis malını “vedia” suretiyle +hayat-ı düveliyyede bir mevki’-i ihtiram ihraz etmiş olmaları +bulunmayan düvel-i muazzamaya emanet etmiş bulunuyor. +Düvel-i muazzamaya “gasıb” ünvanını vermeyi hatırımızdan +bile geçirmiyoruz. Zira Bahr-i Sefid muvazenesi düvel-i +müşarun-ileyhimden hiç birinin –İtalya düşmanımız haric +olmak üzere– irtikab edemeyeceğine kanaat getirdiğimiz +böyle bir muamele-i “gasb”ın vücud bulmasına külliyen +mani’dir. +Bahr-i Sefid havzasında müzehher bir istikbal-i hayaliye +nail olmak sevdasına düşen “daha bazı rakībler”imize gelince: +Onlar dahi emin olabilirler ki Girit hiçbir vakit hayat-ı +siyasiyyelerini zehr-alud gıdalar ile ihlal etmekden geri durmayacak +belki de sebeb-i izmihlallerini ihzara müstaid bir +kabus-ı bela teşkil edecektir. Sahaif-i tarih bu babda onlara +Eğer muharririn vaz’iyet-i zihniyyesi vechile ahvali mu­ +hakeme etmek lazım gelse diplomasi aleminde oynatılan +oyunların münfail bir mahiyeti haiz oldukları ve binaenaleyh +“teahhüdat” ve “te’minat” gibi ta’biratın büsbütün boş +ve kuru laf ü güzafdan başka bir şey olmadıkları neticesi +hasıl olur. Halbuki ne alem-i İslam ve ne de hükumet-i Osmaniyye +ahvali bu dereke-i sefilede görmek ve anlamak +niyet ahde vefa hukūk-perverlik hak-peresti gibi hasais-i +ulviyyeden mahrum bir Avrupa’nın bir siyaset-i umumiyyenin +kat’iyyen beka bulamayacağına ve akıbet bu fezailin +fıkdanından dolayı bad-ı sarsar-ı inkıraza tutulup hacalet +deryasının ka’r-ı na-yabına düşeceğine kaniiz ve bu zihniyet +Fransa Almanya muharebesi neticesinde “kuvvet”in +derece-i te’siri tamamıyla zahir oldu. Bu te’sirat-ı müdhişe +hakküm” belirdi. Fakat sonraları muhtelif avamil bu hututun +o çehreye verdiği çirkinlikleri izaleye vesile oldu. Şu halde +bila-perva iddia edebiliriz ki “Girit’ yeni baştan kalem-rev-i +hükumetimize idhal etmek” için “düvel-i hamiyeye ve daha +bazı rakīblere karşı” zafer ile mütetevvic bir muharebeye ihtiyacımız +yok. Tahakkümü hak-şikenliği izale edecek avamili +–diplomasi vasıtasıyla– silah-ı müdafaa olarak ele almak +ve “hakk”ımızı Osmanlıcasına merdane cesurane ve gayet +da milletimizde has olan metanet ve sebatımızı isti’mal eylemek +sayesinde matlubumuza vediamızı istirdada muvaffak +oluruz. Zira muharririn tahayyül edemediği bir çok kuvvetlerimiz +–maddi ve ma’nevi– çıkaracağımız sada-yı iştikayı +sımah-ı ibtisara isal edecektir. +Kuteh-bin ve sathiyyatperestler için mülahazatımız belki +bir hayal-i muhal olarak telakkī edilir. Fakat Avrupa’nın bir +çok mehafil-i siyasiyyesinde dehan-ı hakīkati açıp alem-i İslam’ın +hükumet-i Osmaniyye’nin hakk-ı hayata müstahak +yince erbab-ı deha ve siyaset elbette hayal ile uğraşmazlar +ve hakayık-ı ahvali inceden inceye ba’de’t-tedkīk lakırdı +söylerler zannederiz. Biz vaz’iyet-i muhakememizin +lainimizin Trablus’daki tecavüzünde aldığı hisse-i nekbet ve +hacalet ile isbat ediyoruz. Bir avuç mücahidimizin orada +nelere muvaffak olduğunu hakayıkı anlamak isteyenler de +Kürsi-i millette muhterem reisin beyanatını burada zikretmek +herkese hiss-i ihtiram ilka edecek bir ruha malik olduğunu +aleme i’lan etmedi mi? Şu halde biz Bahr-i Sefid perisini +–sevgili Girit’imizi– muharririn tahayyül ettiği gibi muharebeler +muharririn düvel-i muazzamaya dolayısıyla isnad etmek +mizi Bahr-i Sefid havzasındaki hayat-ı siyasiyemizi tehlikeden +ve levs-i sukūt ve süfliyyetten kurtarmak kuvvetini haiz +bulunuyoruz fikrindeyiz. Alem-i İslam’ı ve bütün an’anat-ı +mefahiriyle Devlet-i Osmaniyye’yi pek yakından tetebbu’ ve +tedkīk edenler tasdik eylerler ki nizam-ı alem “tegallüb” ile +değil ancak “ahenk ve tevazün-i kuva” ile mümkündür. Bu +dakīkaya ehemmiyeti nisbetinde atf-ı nazar-ı basiret etmek +rical-i siyasiyyunun akdem-i vezaifindendir. +RUSYA’DA MÜSLÜMANLARA + +---- +YAPILAN MEZALIM +---- + +Müslüman meb’uslardan mücahid-i muhterem Sadreddin +Maksudof Efendi’nin Rusya Duma Meclisi’nde irad ettiği +mühim nutkun bazı fıkraları: +Ey muhterem a’za! Dahiliye nazırı şuunat-ı dahiliyyeden +bahsetti. Ben bugün size müslümanların duçar olduğu +mezalimi söyleyeceğim. Siz diyeceksiniz ki bu mezalim +duçar oluyorlar. Ben bugün Rusya akvamının iştirak ettikleri +mezalimi size şerh ve tafsil edeceğim: +Her milletin takdis ve ihtiram edilecek üç şeyi vardır. +Birisi lisanı ikincisi adatı üçüncüsü serbesti-i mekatibi her +akıl hükumet bu üç şeyin aksinden tevakkī etmek lazım iken +Rusya Hükumeti lisan ve edebiyatımız ve muhıkk adatımızı +öldürüyor ve mekteplerimizi kapatıyor. +Efendiler Biz bu dünyayı lisanımız vasıtasıyla öğrendik. +Lisanımız sayesinde terbiye olduk. Her bir şeyi mekteplerimizde +lisanımızla teallüm ettik. Edeb ve terbiyenin ma’nasını +lisanımızın belagatinden öğrendik. Halbuki Rusya mukaddes +lisanımıza taarruz ediyor. İslam kardeşlerimin duçar +olduğu mezalimi söylemek için sizden müsaade isterim. İslam +a’zalarından birisi kürsi-i hitabete çıktığı vakit ta’dad-ı +mezalime tahammülü kalmaz sabrı tükenir. Ben bu gün şu +kürsi-i hitabete çıktım rica ederim sözlerimi dikkat ve sükunetle +dinleyiniz lakırdılarımı kesmeyiniz ve hususiyle hükumet +fırkasından müsaade taleb ediyorum. +Ben evvela İslamlar hakkında hükumetin ittihaz ettiği +vesailini beyan edersem bir senede ta’dad etmeye izhar-ı +acz ederim. +Onun için bunlardan en ehemmiyetli ve en müellim +olanlarını zikr edeceğim: +Moskova’da Laroruski Camii’nde Türkçe muallimi Hasan +Basri Efendi zabıtaca tutuldu hapse atıldı ve memleketi +haricine nefy edildi. Molla Abdullah ve Molla Alim Can’ın +evrakları teftiş olundu. Kitapları asarı müsadere edildi ve +Fatka vilayetinde Bubi karyesinde haps olundu. Ve Ubeydullah +ve Abdullah efendilerin ve dokuz müderrisin hanelerine +hücum edilerek dini beş yüz cild kitapları müsadere +edildi. Reis rica ederim hesabata boğmayınız diye i’tiraz +etti. Reis efendi beyan-ı ma’lumat etmekliğime müsaade +buyurmuyor. Halbuki ben vekayiin ehemmini zikr etmekle +si taharri edildi ve yetmiş mektep kapatıldı bir çok gazete +ve risaleler ta’til edildi. Türkistan’da Kokar şehrinde hükumetin +emriyle yirmi mektep kapatıldı ve muallimleri tard +ve Samarra vilayetinde Arsay karyesindeki mektep sed ve +Pet­ +ropavlaski’de meşhur Hasan Efendi Mektebi ve Kazan +şehrinde mescid ittisalinde numaralı mektep sed ve mikdarı +yirmiye baliğ olan muallimleri tard olundular ve Ufa +vilayetinde Merala şehrinde Saadet Kütübhanesi ve Kazan +şehrinde Evreng ve Karfof İslam matbaaları sed olundular. +Reis efendi kısa söylemekliğimi arzu ediyorlar ben de en +mühimlerini muhtasaran söylemekle iktifa eder ve derim ki +Bakü şehrinde münteşir Güneş Hilal ve Ma’lumat gazeteleri +ta’til ve Vakit gazetesi bir senede ruble ve Bakü’de +Ma’lumat ve Sada gazeteleri de ceza-yı nakdiye duçar oldular. +mezalimin bir kısmı bunlardır. +ŞUUN +MECLIS-I MEB’USAN-İ OSMANI +Zabt-ı sabık kıraet ve aynen kabul olunduktan sonra henüz +tahlif olunmayan meb’usların resm-i tahlifi icra olundu. +Tasnif-i araya nezaret için +kur’a ile beş zat intihab olunarak re’yler toplandı. Mecmu’-ı +ara ekseriyet-i mutlaka idi. re’y ile Menteşe +Meb’usu Halil Bey makam-ı riyasete intihab olundu. +re’y ile Şam Meb’usu +Mehmed Paşa birinci reis vekili re’y ile İstanbul Meb’usu +Hallacyan Efendi ikinci reis vekili intihab olundu. +Meb’usu Feyzi Bey Karesi Meb’usu Hasan Ferhad +Bey Prizrin Meb’usu Tevfik Bey re’y ile Meclis-i +Meb’usan kitabetlerine intihab olundular. +Canik Meb’usu Hakkı Bey Serfice Meb’usu Gligor +Efendi re’y ile idare me’murluklarına intihab olundular. +§ Ba’dehu reis tarafından bir nutuk irad edilerek ictimaa +hitam verildi. +Beşinci ictima’-ı umumi: +Zabt-ı +sabıkın kıraet ve aynen kabulünden sonra Sadaret’ten +mevrud Kanun-ı Esasi’nin ve . maddelerinin ta’diline +dair tezkire ile layiha-i kanuniyye okunarak Kanun-ı +Esasi Encümeni’ne havale olundu. +bütçesinin müsta’celen tedkīki hakkındaki tezkire +okundu. +. Maddeye mugayir olan . maddenin ilgası ve ile +. maddelerin suver-i muaddeleleri ile esbab-ı mucibe layihası +okunarak Kanun-ı Esasi Encümeni’ne havale olundu. +Daha bazı tezkirelerin kıraetinden sonra emval-i gayr-i +menkūle kanununun müsta’celiyet kararıyla kabulüne aid +Sadaret’in tezkiresi okundu. Fakat müsta’celiyet kararı kabul +olunmadı. +Jandarmaların nefer çavuş onbaşıların maaş ve tekaüdleri +hakkında Sadaret’ten gelen tezkire ile layiha-i kanuniyye +ba’dehu Sadaret’in Trablusgarb Bingazi ahalisinin +senesi mürettebat-ı umumiyyesinin akdine dair layiha-i ka­ +nuniyyesi okundu. +Bundan başka hükumetin bir çok hususata ve ez-cümle +muvakkaten tatbik ettiği fevkalade kanunların tasdikine dair +gönderdiği tezkireler de kıraet olunarak aid olduğu encümenlere +havale olundu. +Ba’dehu ariza-i cevabiyye müzakeresine +başlandı. Bazı fıkraları ta’dil edildikten sonra hey’et-i +umumiyyesi re’ye konarak kabul edildi. Ve beray-ı tashih +encümene havale olundu. +§ Bazı meb’usların mazbataları kıraet ve kabul olunduktan +sonra Trablusgarb Bingazi meb’uslarından Naci Ferhad +Beyler ve Baruni Efendi’nin mücahidin miyanında bulunmaları +hasebiyle me’zun addedilerek tahsisatlarının burada +bulunan ailelelerine verilmesini teklif eden takrir okundu ve +ekseriyetle kabul edildi. Bunun üzerine meydan-ı cihadda +bulunan diğer meb’usların da me’zun addedilerek ailelerine +tahsisat-ı muayyenelerinin verilmesi teklif edildi. Muvafık +görülerek meclise hitam verildi. +Osmanlı-İtalyan Muharebesi: +Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının iş’arı üzerine +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Telgraf Ajansı’na tebliğ edilmiştir. +Bugün Tobruk’ta inşaat-ı istihkamiyyede bulunmak +üzere istihkamdan dışarı çıkan bir düşman bölüğü +üzerine pusuda bulunan müfrezemiz tarafından ateş edilerek +düşmana yirmi maktul ve otuz beş mecruh verdirilmiştir. +Düşman bu ani ateşten fevkalade şaşırarak havaya ateş etmeye +başlamıştır. Müfrezemiz zayiata duçar olmamıştır. +Bugün sabahleyin düşmanın bir tayyaresi +karargahımız üzerine gelerek bomba atmış ise de hiçbir +te’siri görülmemiştir. Tayyare tüfenk ateşiyle edilen mukabele +üzerine avdet etmiştir. +Bugün keşf için yerli bir klavuzla çıkan düşman +ve müfrezesi devriyemize tesadüf eylediğinden klavuzu +terk ile firar etmiş klavuz bit-ta’kīb itlaf edilmiştir. +Bugün düşmanın bir keşif kolu üzerine tarafımızdan +edilen ateşten bir nefer katl edilmiş ve yine bugün +sekiz süvariden mürekkeb bir keşif düşman kolundan iki +nefer itlaf edilmiştir. Mezkur süvari keşif kolunun avdetinde +düşmanın iki tabur piyade ve bir batarya topdan mürekkeb +bir müfrezesi önde Burgayari denilen yerli çingenelerden +bir otuz kişilik kuvvet olduğu halde Kara Yunus istikametinde +edilen ateş üzerine İtalyanların iki taburu topçusuyla firar +eylemiştir. Burgayariler üzerine müteaddid devriyelerimiz +hücum ederek bunların bir haylisini itlaf eylemişlerdir. Esna-yı +ta’kībde düşmanın on süvarisi katl edilmiştir. Garaibden +olarak bu müsadematın hiç birinde telefatımız yoktur. +Osmanlı Ajansı muharrirlerinden +birinin Harbiye Nezareti’ne müracaatla gerek mikdar-ı üsera +hakkında ve gerek muharebenin suret-i cereyanına dair aldığı +ma’lumattır: Şöyle ki Rodos’da bulunan askerimizin mikdarı +nizamiye ve redif ki cem’an kişilik bir tabur +piyade ile Rodos Şehri’nin İtalyanlar tarafından işgali üzerine +askerle beraber içerilere çekilen jandarmadan ibaret +rimizin mahall-i ictimaı olan Zitos üzerine hareket etmişlerdir. +Bu üç koldan birincisi General Amegliyo kumandasında +olarak Rodos Şehri’nden hareket etti. Diğer iki kol sefain-i +harbiyye himayesinde bulunan nakliye gemileriyle şark tarafından +Maluna ve garb cihetinden Kanavarda mevki’lerine +nakl edilerek yevm-i mezkur akşamı sahile çıkarılmış ve +bu esnada Osmanlı askeri tarafından şiddetli mukavemete +duçar olmuştur. Mezkur iki kol esasen Osmanlı taburunun +hatt-ı ric’atini kat’ etmeye me’mur edilmiştir. +Her biri kuvve-i Osmaniyye’nin - misli olan bu kuvvetler +Zitos’a doğru mütekariben hareket etmişlerdir. O suretle +ki Perşembe günü sabah erkenden Zitos ilerisinde Basnetida +ve Mariçya mevki’lerindeki Osmanlı ileri karakolları düşman +sefain-i harbiyyesi tarafından ateş altına alındıktan sonra +yevm-i mezkurda öğleden evvel vasati saat ’da maru’z-zikr +üç düşman kolu ile Osmanlı taburu beyninde muharebeye +manlılar cebel topuna karşı İtalyanlar batarya yani sahra +ve cebel topu koymuşlar idi. Şu ahval içinde muharebe +Çarşamba günü akşama kadar devam ettiği gibi bütün gece +tarafeynden ateş edilmiştir. +Ertesi Perşembe sabahına karşı bir müddet ateş kesildikten +sonra o gün saat ’da yine muharebeye başlanmış +ve fakat Osmanlılar şiddetli topçu ateşi altında işgal ettikleri +mevkii terk ede ede nihayet dereler içinde kalmakla her tarafda +yette bilhassa dokuz on misli raddesinde bulunan bir +düşmana karşı muharebenin imkansızlığı derkar olduğundan +düşman tarafından vukū’ bulan teklifi merasim-i ihtiramiyye-i +askeriyenin ifası ve zabitanın kılınçlarını taşımaya +me’zuniyeti şartıyla Osmanlı taburu binbaşısı tarafından +kabul edilmiştir. İtalyanların eline düşen üseramız jandarmalar +mikdarı şehid olmadıkça askerimiz esir olmamıştır ki bu derece +bir mukavemet tarih-i harbde enderdir. Bütün cihan-ı +askeri tasdik eder ki böyle bir muharebe Osmanlı ordusu +hususiyye Osmanlı askerinin çete muharebesi yapmasına +mani’ olmuştur. +düşman tarafından cezirenin işgalini müteakib kaza ve +jandarma kaymakamlarıyla bidayet reisinin zırhlıya nakl +edildiğini beyandan sonra şu ma’lumatı da ilave etmiştir: +“… memurin-i saire de ailelerinden tefrik edilerek hükumet +hapishanesine gönderildi. Bunların hanelerini Rumlar +hükumetin hapishaneden zırhlıya nakli sırasında “Zito İtalyano!..” +diye bağırdılar. Bit-tabi’ bu tezahürat-ı hainane bizi +son derece dilhun etti. Ben de istimbotla Piza zırhlısına kaldırılan +me’murin arasında idim. Zırhlıda on sekiz saat kaldık. +Ben muallim olduğum için serbest bırakıldım. Diğerleri +– Altı yüz bu kadar seneden beri rahat rahat servet toplayan +bir çok ağır vazifelerden afv edilen bir takım imtiyazat +ve ataya-yı sultaniyye ile cidden mümtaz bir mevkie is’ad +edilen hülasa memleketin yalnız zevk ve saadetlerinden +daima büyük hisseyi alan bir unsur içinde bu gibilerin kesretle +bulunması ne büyük nankörlük ne büyük hiyanetdir. +– Baykuşların sayha-i şeametine pek benzeyen “Zito İtalyano” +sadasının kalblerimize hakk ettiği siyah satırlar hayat-ı +milliyyemizin her vakfe-i ümidi zamanında bundan sonra +olsun bir tanin-i ikaz bir bang-i intibahkari hasıl etmeyecekse +hayf bizlere! +Geçen gün Harbiye Nezareti’nde +akd-i ictima’ etmiş olan Meclis-i Vükela zuafa şimendü[fer]lerde +çalışan amele dullar ve ruhban müstesna olmak +üzere on beş gün zarfında bütün İtalyanların memalik-i +Osmaniyye’yi terk etmeleri lüzumunu taht-ı karara almıştır. +el-Liva gazetesinde okunduğuna +göre Yemen imamı hazretleri İdris’in İtalyanlarla i’tilaf edip +Devlet-i aliyye’ye karşı müşkilat çıkarmasından ve iğtişaşata +sebebiyet vermesinden dolayı son derece hiddet ve tehevvür +göstermiştir. Din ve devletimizin düşman-ı bi-emanı bulunan +hainanede bulunan İdris ile harb ve darbde bulunmak üzere +bir çok muhariblerin i’zamı tekarrür etmiştir. Yemen İmamı +Devlet-i Osmaniyye ile Hilafet-i İslamiyye’nin büyük bir hayır-hahı +bulunuyor. Asabiyet-i diniyyesi şimdilik bunu iktiza +etmiş olduğundan ileride hacet messederse daha vasi’ bir +mikyasda İdris’in tenkil ve te’dibi için teşebbüsat-ı mukteziyyede +bulunacağı şüphesizdir. Aynı zamanda müşarun-ileyh +Yemen’deki bilcümle kabail ve aşaire hitaben bir beyanname +neşr edip me’murin-i mahsusa ile tevziine mübaşeret +eylemiştir. Mezkur beyannamede İdris’e iltihak edenlerin +hain-i vatan ve millet sayılacakları ve ihanet edenlerin ise +şiddetle ceza-dide olacakları bir lisan-ı tehdid ile yad ve tezkar +edilmiştir. Ümid olunur ki bu beyannameyi okuyan Yemen +aşayiri efradı İdris’in dam-ı iğfaline düşmezler. +Aden’den Hudeyde’ye +emval-i ticariyye nakl eden Vovkuk namında bir +pur İngiliz tebaasında Kavuscu namında bir Mecusi’nin malı +suzluklarıyla tecavüzü hakkında mufassal bir makale yazmış +ve İtalya’nın harekat-ı na-revasını şiddeli bir lisan ile takbih +eylemiştir. +Girit ahvali pek vahimdir. Girit mes’elesinin suret-i kat’iyyede +halli için Rusya Hükumeti tarafından perverde edilen +arzulardan cesaret alan Girit meb’usları cezireye kat’iyyen +avdet etmemek fikrinde olduklarını bildirmişlerdir. Atina’da +Yunan vükelası fevkalade bir surette in’ikad edip mukarrerat-ı +mühimme ittihaz etmek istiyorlarmış. +Diğer beş Girit meb’usu Atina’ya gitmiş istikbal edilmişlerdir. +Atina’da el-yevm bulunmakda olan Girit meb’uslarının +adedi yirmi sekize baliğ imiş. +Venizelos Atina’ya Korfu’dan muaveneti müteakib Girit +meb’uslarına nasihat vermiş ise de meb’uslar el-an Yunan +Meclisi’ne gireceklerini cevaben söylemişlerdir. Yunan Meclis-i +Vükelası müzakeratta bulunmak ve bu işlere hatime +çekmek üzere ictima’ etmişlermiş. +Girit meb’usları ahiren +Girit’den ahz ettileri ta’limat üzerine bir tavr-ı azmkarane ittihaz +etmişler ise de Yunanistan hükumeti hin-i hacette kuvve-i +müsellahaya müracaatla bunların Meclis’e duhulünü +men’ etmek fikrindedir. +Mısır kadi’l-kudatlığına Hükumet-i Seniyye +tarafından ta’yin olunan Mehmed Nuri Efendi hazretleri +Mısır’a muvasalat etmiştir. Gerek İskenderiye’de ve gerek +Mısır’da müşarun-ileyhe karşı son derece izhar-ı hürmet +edilmiş ve bir cemm-i gafir tarafından istikbal edilip ikametgahına +tarafından me’murin-i mahsusa i’zam etmek suretiyle +kendisine beyan-ı hoş-amedi edilmiştir. +Mısır hükumetinin ahaliye +karşı gösterdiği zulüm sebebiyle bir çok cinayetler vukū’ +bulmakda idi. Bu cinayetlerin önünü almak için Mısır hükumeti +üç sene mukaddem müstesna bir kanun tatbikine başlamış +gibi cinayetler daha ziyade tevali etti. Adliye müsteşarının +ki seneye nisbeten beş yüz üç cinayet fazla vukū’ bulmuş. +Böyle bir kanundan behemehal bu gibi neticeler tevellüd +edeceğini beyan etmiştir. Mısır’da en ziyade cinayet vukū’ +bulan sene senesi olduğu halde kanun-ı mezkurun tatbiki +olan bu üç senede cinayeler daha ziyade çoğalmıştır. +Ahaliyi tazyik ile cinayetlerin önünü almak mümkün değil +bunun önünü alabilecek ancak adalettir; ki o da meşrutiyet-i +Kıbrıs’ın muhtelif noktalarında altmış bin kadar ahali – +Proodos dostumuzun yalanlarıdır– ictima’ ederek hükumet-i +hazıra aleyhinde ve müsta’fi Rum meb’uslarının siyaseti lehinde +kararnameler imza etmişler ve adanın Yunanistan’a +büyük bir miting yaparak ellerinde Yunan bandırası olduğu +halde nümayişler yapmışlarmış. Lefkoşa’da dahi altmış +kadar Yunan bandırasıyla on iki bin kişi toplanmış ve İngiliz +komiserinin konağı önünde ilhak lehinde bulunmuşlardır. +Times’ ın istihbaratına +göre şimdilik İran Parlamentosu intihabatı te’hir edilmiştir. +Hal-i hazırdaki gürültülerle intihabatın sağlam bir suretde +cereyan edemeyeceğini hükumet anlamış ve intihabatın +vakt-i aharda icrasını tensib eylemiştir. +Kirman Vilayeti’nde iğtişaşat büyümüştür. +Vali Emira’zam sükun ve asayişi te’min etmeye muvaffak +olamayınca kendi nefsini kurtarmak ümidiyle mahall-i +mezkurda kain İngiltere konsulatosuna iltica eylemiştir. +Hükumet-i hazıra tarafından aşireti riyasetinden +azl edilip yerine kardeşi Haykamüddevle’nin ta’yin +edilmesinden na-hoşnud kalan Kaşkai kabilesi Reisi Savletüddevle +memalik-i Osmaniyye ve hıtta-i Irakiyye’ye kendi +etbaıyla beraber hicret ve göç etmek fikrinde bulunuyor. +Arab kabaili tarafından +duçar-ı hücum olan Benderabbas şehrine –Halic-i Fars +sevahil-i İraniyyesindendir– müteveccihen azimete müheyya +bir halde bulunması için Foks namında İngiliz kruvazörüne +emir verilmiştir. İngiltere’nin Bersos Kruvazörü şimdiden +Benderabbas’a nefer asker çıkarmıştır. Dünkü telgraflar +bu askerin yine gemilere çekildiğini iş’ar ediyordu. +Salarüddevle bir takım +Kafkasya mültecileriyle ihtilalci guruhuna mensub Bahtiyarilerden +sukun ve asayişe gayr-i muktedir olduğu için İran’ı ma’ruz +bulunduğu tehlikeden tahlis etmeyi vazifesi cümlesinden +addeyliyor! Salarüddevle İran’ın kısm-ı a’zamını elde ettiğini +ve şimdi de her tarafta ahalinin hararetli hüsn-i kabulüne +mazhariyetle Tahran üzerine yürümekte olduğunu beyandan +sonra Avrupa hükumetlerinin bi-taraf kalmalarını ve +böylece birkaç ay zarfında İran’da sükun ve intizamın teessüsünü +mümkün kılmalarını taleb etmektedir. +Afgan asakir-i hassası kemal-i muvaffakiyetle İran’da +nüfuzunun sirayetinden pek ziyade korktuklarından emir-i +namdar Habibullah Han hazretlerinin memleketlerini işgal +etmelerini fevkalade sürur ve hubur ile telakkī etmektedirler. +Darü’l-emanda Kabil’den alınan haberlere göre emirin +rivayet edilmektedir. Afgan süvarileri Belucistan İran hududuna +yollandıkları gibi Meşhed şehri hududuna da gitmişlerdir. +ye tevessül etmiş olduğunu Times yazıyor. +el-Liva gazetesindeki okunduğuna göre +Bombay’da ticaret eden Kasım Muhammed İbrahim Efendi +namında bir zat mücahidin-i Osmaniyye için ianat derc +etmek üzere kendi riyaseti tahtında bir komisyon teşkiliyle +kırk yedi bin altı yüz altmış yedi buçuk rubiye –bir rubiye +altı kuruştur– iane cem’ine muvaffak olmuştur. Mebaliğ-i +mezkureden beş bin rubiyesi evvelce Mübarek es-Sabah tarafından +doğrudan doğruya Harbiye Nezareti’ne gönderilmiş +ve mütebakīsi ahiren Mısır’da Ömer Tosun Paşa hazretlerinin +riyasetleri altında teşekkül eden i’ane komisyonuna +Mulay Hafiz Fransa’nın mahbusudur. +Haremleriyle bile münasebatı Mösyö Renyo’nun taht-ı teftişinde +cereyan ediyor. Rabat’a gitmek muma-ileyh için muhal +haline gelmiştir. Varid olan haberlerden Mulay Hafiz’in +himaye muahedesini ikrah-ı kalemi ile akd olunduğu anlaşılır. +Hele emirin Maten muhabirine vukū’ bulan beyanatı +bu babda hiç şüphe bırakmıyor. Bununla beraber Fas askeri +hal-i kıyamdadır. Asakir-i işgaliyye daima dayak yiyor. +Fransa şark hududu tehlikede bırakacak derecede Fas’a +sevkiyat-ı askeriyede bulunmaktadır. General Liyon’a son +derecede cebr ve şiddet göstermek lede’l-hace birkaç bin +kişiyi katliam etmek suretiyle icraat yapmak üzere Paris’den +evamir-i kat’iyye almıştır. +Gerek Yunnan gerek Türkistan’da mu­ +kīm ehl-i İslam Çin’de cumhuriyete zahir olmaktadırlar. +Cumhuriyet-i cedide de müslümanların sair Çinliler ile +hakk-ı müsavatını kabul ve hatta milli bayrağa bu müsavata +bir işaret-i mahsusa olmak üzere bir renk ilave ettiklerinden +ümid ederiz ki hıtta-i vesia-i mezkurede ehl-i İslam fimaba’d +rahat ederler. Çin’de Sultan Mehmed Han-ı Hamis +hazretlerinin la-ekall elli milyon sadık zahid muti’ ehl-i sün­ +netten tebaa-i diniyyesi var. Acaba neden yeni cumhuriyet +yor? Ve neden Pekin’de bir sefarethane Yunnan’da ve Türkistan’da +şehbenderhaneler açmıyor; Hariciye nazırımızın +nazar-ı dikkatini celbi kendimize vazife biliriz. +Rusya’nın Kazan’dan +Kafkasya hududuna asker sevk etmekte olduğu evvelce yazılmıştı. +Alınan haberlere göre Kafkasya’da tahşidat devam +etmekde olduğu gibi diğer tarafdan Odesa’da dahi tahşidat +askeriyyesine büyük bir ehemmiyet atf edilmektedir. +Petersburg’daki Osmanlı Sefiri +Turhan Paşa’dan Hariciye Nezareti’ne gönderilen haberlere +göre Rusya Hariciye Nazırı Mösyö Sazanof tarafından Rusya’nın +tahşidat-ı askeriyyesinin hükumet-i Osmaniyye’ye +karşı olmadığı te’min edilmiştir. +sizlikten aç kalan İtalyan amelesi caddelerde nümayişler +lerin seyr ü seferine mümanaat etmek teşebbüsünde bulunmuşlardır. +Muhtel olan asayişi iade etmek üzere şitab eden +bir sağalmeri[silik] müfrezesi ahali tarafından taşla istikbal +edilmiştir. Nümayişçiler bir haneyi tahrib ederek bir polis +me’murunu bıçak ile katl etmişlerdir. Müsademe esnasında +bazı jandarma zabitanı mecruh olmuşlardır. +Seyyid Abdullah el-Vedad hazretleri +adamlarının başında olduğu halde istilasına karar verdiği +Eritre İtalyan müstemlekesine doğru gitmektedir. Bununla +beraber Seyyid Abdülvedad hazretleri Aden’den gönderilen +ri cihetle hareket-i vakıasında müşkilata ma’ruz kalmakda +hususi ma’lumat dahi bu havadisi te’yid ediyormuş. +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Hem Allah’a hem onun Peygamber’ine muti’ olunuz; +birbirinizle uğraşmayınız yoksa korkaklaşır kuvvetten de +düşersiniz; bir de sabrediniz zira şüphe yoktur ki Allah sabredenlerle +beraberdir.” +* * * +Müslümanlar hüsran-ı mübinden kurtulmak isterlerse; +yani dünyada sefil ahirette rezil olmayalım derlerse; kendileri +hareket ittihaz eylemekten başka çare yoktur. +Şimdiye kadar gelip geçen akvam-i İslamiyyenin tarihi +üzerinde kısacık bir nazar gezdirecek olursak Furkan-ı +Hakim’in natık olduğu şu hakīkati te’yid edecek na-mütenahi +sayfalar hem pek acı pek kanlı sayfalar görürüz! +Evet hiç bir cemaat-i İslamiyye yoktur ki Allah’a itaat +etsin; Peygamber’in gösterdiği yola gitsin; efradı arasında +sın. Sonra hiç bir cemaat-i İslamiyye yoktur ki evamir-i +vermesin; ahadı birbirine düşsün de o yine izmihlal uçurumlarına +yuvarlanmasın. +Müslümanların kaynayıp gittiği uçurumlar hep tefrika +yü­ +zünden açılmış; o tefrikayı ise bütün azgınlıklar o evamir-i +Şeriat-i Garra-yı Ahmediyye’nin ahkamı insanları yalnız +ahirete hazırlamaz; onlara dünyada insanca yaşamanın nasıl +olacağını hem nasıl kabil olabileceğini gösterir. Vaz’ eylediği +kanunlar ise kavanin-i fıtratın aynıdır: Bu alem-i hilkat +durdukça bir noktasının bile değişmesine imkan yoktur. +“Tenazu’” birbiriyle uğraşmak; tefrikalar ihtilaflar içinde +çalkanmak ma’nasınadır. Efradı birbiriyle boğuşan millet +harice karşı mevcudiyetini muhafaza edebilecek maddi +kuvvetler tedarikine ne vakit ne imkan bulamayacağı gibi +alemde hiç bir şeyle telafisi kabil olamayan kuvve-i ma’neviyyeden +de mahrum olur ki bu en müdhiş bir hüsrandır. +nehy-i ilahisi en sarih en +kat’i bir tarzda gösteriyor ki: İttihaddan ayrılan birbirleriyle +uğraşan milletler evvela şecaat metanet i’timad-ı nefs gibi +seciyelerden cüda düşüyor; sonra da satvetine şevketine +Ayet-i kerimedeki “rih” kuvvet devlet azamet ma’nalarınadır. +Ekabir-i müfessirin kelimeyi hep o suretle tefsir +buyurmuşlardır. +Yaşamak isteyen millet için ittihadın lüzumu bedihiyat-ı +evveliyyedendir. Öyle efradı birbirine kaynamış hey’et-i +mecmuası bir bünyan-ı mersus vücuda getirmiş olan +cemaatler düşmanın topuyla tüfengiyle kolay kolay devrilmezler. +“Kal’a içinden fetholunur” sözü ne büyük bir hakīkattir! +Müslümanlar için bu hakīkatten gafil olacak zaman değildir. +Hariçteki düşmanı bırakıp da dahilde birbirleriyle +uğraşmasınlar. Mevcudiyetlerine birer birer hatime çekilen +hükumat-i İslamiyyenin halinden olsun ibret alsınlar ki inkırazlarına +sebep hep aralarındaki tefrika idi başka bir şey +değildi. +Ayet-i celiledeki “sabr” her türlü şedaide göğüs germek; +hiç bir düşman hiç bir tehlike karşısında metaneti elden bırakmamak +ma’nalarınadır; yoksa miskin miskin oturmak +mezellete mahkumiyete katlanıp durmak demek değildir. +Tevekkül gibi sabır da bazıları tarafından yanlış telakkī edilmekte +olduğu için şu ihtara lüzum gördük. +Mehmed Akif +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac ve Ka’be +– – +Kuşluk zamanları idi Resul-i Ekrem Efendimiz hazretleri +doğru Harem-i Şerif’e gelerek Bab-ı Beni Şeybe’den Mescidü’l-Haram’a +dahil oldular. Ka’be-i Muazzama’yı müşahede +edince +diye dua eylediler. Bazı rivayetlere göre nazar-ı nebevileri +Beyt-i Şerif’e vaki’ olunca mübarek ellerini kaldırarak tekbir +getirdikten sonra: +dediği menkūldür. Ba’dehu +Ka’be-i Muazzama’ya doğru yürüdüler. Hacer-i Esved +hizasına gelince ellerini kaldırmayarak onu selamladılar. Burada +tahiyyetü’l-mescid namazı kıldığı tavafa el kaldırarak +tekbir ile başladığı mevsuk değildir. Sonra Ka’be-i Mükerreme’yi +soluna alarak tavafa bed’ ettiler. Fakat tavaf ederken +Ka’be’nin kapısı önünde arkasında oluk altında muayyen +bir zikir ile dua etmiş oldukları mertebe-i sübuta vasıl olmamıştır.. +Yalnız Rükn-i Yemani ile Hacer-i Esved arasında +dedikleri +rivayet olunmuştur. +Tavafa başlamadan evvel ıztıba’ etmiş yani rida-yı şerifinin +bir ucunu sağ koltuğu altından alarak sol omuzu üzerine +atmış idi. Evvelki üç şavtı remel ile yani sür’atli ve çalımlı +adımlar ile mübarek omuzlarını silkerek icra buyurdular. +Kalan dört şavtında ise remel edilmedi. Tavafın bazı şavtında +Hacer-i Esved’in hizasına gelince ellerinde olan çevgan +ettirerek onları bazen bila-vasıta Hacer’in kendisini takbil +buyururlardı. Rükn-i Yemani’yi istislam buyurdukları mervi +Aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri o zamanlar +Beyt-i Şerif’in yakınlarında bulunan “Makam-ı İbrahim”in +arka taraflarına gelerek: +ayet-i +kerimesini tilavet buyurduktan sonra birincide Fatiha-i Şerife’ye +diğer İhlas surelerini zam ederek iki +rek’at tavaf namazı kıldılar. Ba’dehu Hacer-i Esved’i selamlayarak +Harem-i Şerif’in Safa’ya açılan kapısından harice +çıktı ve Safa’ya geldiler; +ayet-i +kerimesini tilavet ettikten sonra +diyerek tepeye +suud buyurdular. Artık görünmekte olan Beyt-i Şerif’e +yerine +teveccüh ile tekbir getirerek: +diye Allah’ı tevhid ettikten sonra: +diyerek tazarru’ ve niyaz eylediler. +Tekrar üç kere tehlili müteakib dua ettikten sonra tepeden +leyn-i ahdarayn ile tahdid edilmiş olan vadiden hervele ile +yani sa’y ve sür’at ile geçerek Merve’ye geldiler. Burada da +tepeye çıkarak Safa’da olduğu gibi dua ettiler. Sa’yin birinci +şavtı böylece tamam oldu. Merve’den Safa’ya gelerek ikinci +şavtı da ilave ettiler. Safa’dan tekrar Merve’ye… rivayet +olunduğuna göre esna-yı sa’yde: +diyerek dua ediyorlardı. Fakat çok geçmeden oralara +ahali doldu. Herkes ol hazretin yanına sokulmakla mübarek +yüzlerini görmek istiyordu. Öyle oldu ki artık yayan olarak +sa’y kabil değildi. Bunun üzerine deveye bindiler. Yedi +şavt olmak üzere sa’yi Merve’de ikmal buyurdular. +Ba’dehu aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri +hedyleri bulunmayan ashab-ı kiramın halk veyahud taksir +hedyleri bulunanlar ihramlarında devam binaenaleyh karin +veyahud müfrid olacaklardı. Hedyleri bulunmayanlar +mahsub olacak; fakat hac için ayrıca ihram etmeleri iktiza +edecekti. Netice i’tibarıyla bunlar da mütemetti’ oluyorlardı. +Görülüyor ki hüccac-ı kiram iki kısma ayrılıyorlar. Bir kısmı +ki hedyleri bulunup karin yahud müfrid olanlardır; diğer +kısmı ise hedyleri bulunmayıp mütemetti’ olanlardır. Birinciler +çıkacaklardı. +Halbuki Mikat’ta ihrama girerken ancak umre niyetiyle +mahrum olanlar pek azdı. Ashab-ı kiramın kısm-ı a’zamı +ya karin yahud müfrid olarak ihrama girmişlerdi. Şu hale +göre bu ekseriyetin birinci tavaf ve sa’yi müteakib ihramdan +çıkmak hatırlarına bile gelmiyordu. Zaten Arablar arasında +öteden beri devam eden i’tikada göre hac aylarında +umre getirmek en büyük maasiden ma’dud bulunuyordu. +Halbuki aleyhissalatü vesselam efendimizin emrine ittibaan +bu defa tavaf ve sa’yi müteakib ihramdan çıkıldığı surette +şübhesiz hac ayında umre etmiş bulunmaları lazım geliyordu. +lüzumunu bildiren emr-i nebevi birden bire anlaşılamadı. +Bazı kimseler tarafından –”Biz nasıl ihramdan çıkabiliriz bu +yapılamaz; çünkü biz mütemetti’ olarak değil müfrid olarak +karşı gelmek olmazdı; emr-i nebevinin kat’i olduğu anlaşıldı; +hedyleri bulunmayanların hepsi ihramdan çıktılar. +Bu esnalarda ashab-ı kiramdan Süraka bin Malik aleyhissalatü +vesselam efendimize fesh ve ihlalin –yani Mikat’ta +lüzumu bu seneye mi mahsus yahud hedyleri bulunmayanlar +bundan böyle hep temettu’ mu edecekler?” diye sual +etti. Ol hazret de bu hükmün ebedlere kadar hep böyle devam +edeceğini bildirdiler. +Fahr-i kainat efendimizden maada Ebubekir Ömer Ali +Talha Zübeyr bin Avvam’ın hedyleri bulunduğundan ihramları +üzere kaldılar. Fakat ümmehat-ı mü’minin ve Hazreti +Fatıma ise sair ashab-ı kiram gibi ihramdan çıktılar. Hazreti +Aişe özrüne mebni tavaf ve sa’y edemediğinden bit-tabi’ +Hüccac-ı kiram Pazar Pazartesi Salı Çarşamba günleri +Mekke’de kaldılar. Bu müddet zarfında namazlarını kasr +ediyorlardı. Perşembe gününe tesadüf eden yevm-i terviyenin +kuşluk zamanları gelince ihramlarından çıkmış olanların +hepsi şehir haricinde yerli yerlerinde ihrama girdiler. Kafile +Mina’ya doğru hareket etti. Bu Cuma gecesini Mina’da +geçirecekleri ferdası Cuma günü güneş az çok irtifa’ peyda +edince “Dabb” nam yolu ta’kīb ile “Arafat”a gidildi. Esna-yı +rahda ashabdan bazıları tekbir getiriyor bazıları telbiye ediyordu. +Arafat kurbunda “Nemre” nam mahalle eriştiklerinde +ol hazret zat-ı nebevilerine mahsus olmak üzere kurulan +çadırlarını görünce orada tevakkuf buyurdular. +FEMINIZM MES’ELESI +– – +Teslis; tevhid-i ilahinin musalaha değil bir an mütareke +kabul etmez ebedi düşmanıdır. Teslisin İslamiyet aleyhinde +beslediği ateş-i kin ve husumetini medeniyetin yirminci asır +terakkī ve tekamülü değil a beş yüz yirminci asrı da söndüremez. +Suret değişir siret değişmez. +Siz kurun-ı vustada papaların Salib ordularını nasıl techiz +ettiklerini nasıl yanar dağlar gibi feveran ettirerek İslamiyet +üzerine yığdıklarını bilseniz! Bilseniz Sen Piyer’in hayru’l-halefleri?! +nasıl İslamiyet aleyhinde ne hatıra hayale +gelmedik bühtanlar iftiralar uydururlar ne şeni’ manzumeler +ne faci’ destanlar tertib ettirerek fedakar evladları misyoner +lisanıyla garbın en hücra köylerinde okuturlardı! +O manzumeleri görmeli o destanları okumalı ki insan +Hıristiyanlığın İslamiyet aleyhindeki adavetinin ne kadar +şiddetli ne derece gayr-i kabil-i teskin olduğuna dair bir +fikr-i sahih edinsin. +Teslis; mihr-i tevhidin İspanya’da ihtilal ateşleri kan +denizleri içinde üful ettiğini görmekle kendisince pek mukaddes +bir id-i ekber muzafferiyeti idrak etti. Fakat bu Allah +güneşinin Domaniç dağları üzerinde tekrar tulu’ ederek +Avrupa afak-ı muzlimine neşr-i envar-ı füyuzata başladığını +görünce yine telaşa düştü. Yine gözleri sulanmaya kalbi titremeye +vücudu ürpermeye başladı. +Söner mi püf demekle mihr tevhid-i İlahi’dir +Cihan bir sarsar-ı kahr olsa da vallahi vahidir. +Mekanı cennet olsun! Saika-i kahr-ı İlahi Bayezid-i Evvel’in +Papa Beşinci Martin’e gönderdiği “Geleceğim! Sana +göstereceğim! Bekle ey düşman-ı tevhid!” haberi Vatikan +sarayıyla beraber Roma’yı bütün İtalya şibh ceziresini zelzele-i +kıyamete tutulmuşa döndürdü. Papa korkusundan bayılıp +yerlere yuvarlandı. Çünkü tepesine inmeye hazırlanan +Yıldırım idi! +Vakta ki Osmanlı seyf-i cihangiri niyam-ı füturuna girdi +o garbı tiril tiril titreten sayha-i şirinin ardı kesildi. Evet arslan +yaralanıp sırtı üzerine düşünce meydan yine tilkiye kaldı. +Arslan yaralandı ayaktan düştü; fakat madem ki +ölmedi öldürülemedi; mutlak bunun vücudu kaldırılmak +garb için bir fariza idi. +Avrupalılar ve bilhassa Vatikan sarayı amik bir tefekküre +daldılar. Bir çare buldular; pek dehşetli: Osmanlıların safvet-i +Tedrici tesmim ameliyatıyla ruh-ı şehamet ve hamasetini +öldürmek. İşte bu çare Osmanlı vatanının her tarafında medeniyet +ma’rifet namına mektepler daru’n-nedveler te’sis +etmek. Avrupalılar pek dur-endiş pek saburdur. Bu emre +gayet ihtiyatkarane teşebbüs ettiler. Adımlarını senelerle ölçtüler. +Nihayet temeli kurdular. Bina-yı mefsedete başladılar. +Ben bir mekteb-i alide tahsil ederken Marsilyalı olan +Fransızca muallimim ders esnasında –münasebet düşsün +düşmesin mutlak– İslamiyet aleyhinde müstehziyane iki +damla zehir saçacaktı. Bu zehir damlalarını kalbimize dökmedikçe +rahat edemezdi. Ben yetim bir çocuk olduğum ve +tahsil için can verdiğim halde dayanamadım. Kemal-i nefret +ve istikrah ile mektebi terkte muztar kaldım. +asırlık mahsul-i mesaisi! Şimdi mekteplerinde teslis dersleri +salib ibadetleri bütün bütün aleni! Bidayette hatta otuz +üç sene evvel böyle değildi. Cesaretlerini bu kadar ileriye +götürmüyorlar ihtiyatkarlığı henüz elden bırakmıyorlardı. +Mekteplerinde bila-lüzum ma’bed-i teslis bulundurmak ve +nihayet İslam yavrucuklarını cebren sokup ayin-i ruhaniye +rine bir Salib çizmekten ruhumuzu zehirlemekten başka ne +yetişmiş nur topu gibi iki kerimesi mürebbiyelerinden aldıkları +terbiye ve misyoner mektebinde ettikleri tahsilin netice-i +medeniyyet-! perveranesiyle aşiyane-i pederi terk ederler. +Zavallı peder ciğerparelerinin ardına düşer. Belgrad’da bir +otelde bulur. Avdetlerini hüngür hüngür ağlayarak rica eder. +Mümkün değil bu ateşin yaşlar matmazellerin kalbine te’sir +etmez. “Biz Paris’e gidiyoruz. Siz bizi İstanbul için değil Paris +ettirdiniz!” cevabından başka bir söz alamaz. Sırp hükumetine +müracaat eder. Sinn-i rüşde vasıl olan evlad için Sırp +kanununda cebr olmadığı cevabıyla haiben ve hasiran döner. +Zavallı peder! Bedbaht valide! +Biz bu vicdansız haileyi –hayat bahasına hafiyyen aldığımız– +Avrupa ceridelerinde okuduğumuz dakīkada intiza’-ı +ruh işkenceleri içinde kıvranıyorduk. Rical-i İslam’dan birinin +nende diğerinin de sazende olması ne müdhiş bir felaket-i +diniyye ve milliyedir! +Hele Avrupa matbuatının bu feci’ rezaleti taaccüb hayret +muslu hassasü’l-kalb bir müslüman için büyük bir saadet +addolunur. Fransız Konsoloshanesi vasıtasıyla abone olduğum +üsbui Paris Postası “Genç İslam kızları çarşafları atıp +Paris’imiz agūş-ı saadetine koşuyorlar. Kaçan kaçana! Abdülhamid +telaş içinde. Şeyhi Ebu’l-hüda İslam kadınlarının +Hıristiyan aileleriyle görüşmekten men’ edilmesi lüzumunu +tavsiye ediyor. Geçmiş ola!” sözleri hançer gibi yüreğime +batmıştı. Hala o meş’um satırları unutamıyorum. +Artık şimdi kadınlarımızın sütre-i hürriyyetlerine nikab-ı +name-i Meşhihat-penahi i’lan olununca “feministler”in si­ +nirlenmelerine o pederane o hayır-hahane o şeriat-perverane +beyannameye lisan-ı tenkīd ve ta’rizi uzatmalarına +hiç de hayret olunmasın! +Şeref-i diyanet namus-ı milliyyet namına mukabelede +muztar kalan ehl-i imanı taassubla irtica’ ile itham etmeleri +de çok görülmesin! Biz bu bedbaht kardeşlerimize kızmayız. +Bilakis acırız. Çünkü aldıkları terbiyenin gördükleri tahsilin +semeresini iktitaf ediyoruz. +Vaktiyle bu karga alaylarına vatanımızda yuva yaptırılmamış +olaydı şimdi bu felaket bizden çok uzak kalırdı. +Memleketin ma’rifete fenne hayat kadar muhtac olduğunu +takdir etmedikten maada bilakis küfür addederek mekteplerin +teessüsüne mani’ olanların ve buna mukabil misyonerlere +karşı hissizlikte gayretsizlikte cansız mezar taşlarını +tanzir edenlerin ferda-yı kıyametteki şiddet-i mes’uliyyetleri +görülecek. Ba’sü ba’de’l-mevte imanı olanlar bunu şübhesiz +bilirler. +* * * +EDEBİYAT +Küçük bir cüsse fani bir beden gayet fütur-alud +Muhakkar bir sinekten müşteki şekvası na-mahdud +Nizar ü bi-tehammül bir vücud-i meskenet-meşhud… +Dayanmaz germ ü serde mahv olur açlık susuzluktan +Bakılsa: Acz ü za’fın bir mücessem şeklidir insan. +Doğar naçar ağlar; hal ü tavrı pek melal-aver; +Gezer piş ü pesinde türlü nekbetler musibetler; +Bu hal-i ye’s ü gamla az zaman imrar-ı ömr eyler; +Olur bir pir-i fani: Titriyor eller bükülmüş bel; +Kalır metruk-ı mazi tarik-i müştak-ı müstakbel. +Bu haliyle sanırsın sen onu şayan-ı istihkar; +Fakat bir de bakarsın: Pek kavi gayet metanet-kar… +O aciz sandığın kollarda bir dehşetli kuvvet var; +O dest-i ra’şedarın taht-ı teshirinde dünyalar… +Nedir bilmem?! Beşerde pek hafi bir sırr-ı hilkat var. +O aciz na-tüvan cismiyle müstahkar vücuduyla +Yorulmaz hiç… Cihanın uğraşır bud ü ne-buduyla; +Alır bir hazz-ı lezzet faciat-ı gam-füzuduyla; +Duyar bir neşve dehrin iltifat-ı bi-sebatından; +Usanmaz alemin şu gir u dar-ı hadisatından +Nigahı semt-i ulvi-i kemale mün’atıf … Durmaz +Koşar; ruhunda var bir ateş-i gayret ki durdurmaz; +Eder şehbal-i fikri mavera-yı arşa dek pervaz; +Hemen yükselmek ister göklere… Durmak nedir bilmez +Sema-yı mecde yükseldikçe artar hırsı eksilmez. +O ister her ne varsa anlaşılsın kalmasın mübhem: +Nedir hilkat nedir sırr-ı mead ü mebde’-i alem +Onun içün pek ağırdır pek büyük züldür “Hayır +bilmem!” +Nesin sen?! Ey beşer! Sende büyük bir kabiliyyet var +Bakılsa fil-hakīka sende bir başka meziyyet var +Savaik yağdırırsın yerlere semt-i semadan sen; +Hevaya kaldırırsın dağları bir hamlede yerden; +Senin ruhun büyüktür çünkü yerlerden ve göklerden +Bilirsen kendini hatta meleklerden de alisin +Onun’çün daima sen böyle meyyal-i tealisin +Avalim mündemicdir sende; sen gerçi küçüksün pek +Fakat kadrin büyüktür cevher-i hasiyyetin yüksek +Senin mahiyyet-i fıtriyyenin icabı yükselmek… +Hemen koş durma uğraş kadrini bil ey beşer! Yüksel +Yetişmez erdiğin evc-i kemalata senin bir el. +Bu halinle sana layık mıdır biganelik söyle +Çalış hep ukde-i mahiyyet-i eşyayı halleyle +Açılsın mübhemiyyetler deha-yı tab-darınla; +Ziya-yı fıtnatınla olsun estar-ı serair-i çak. +Sana bahş eylemiştir Halik’ın bir akl-ı pür-idrak +Sana bahş eylemiştir Halık’ın bir fikri ateş-nak +EBU’L-ALA’ MAARRI +Ebu’l-Ala’ el-Maarri diyor ki: +Feylesofu; bu şiirinde alemdar-ı musaddikīn pişdar-ı +mü’minin olarak görüyoruz; hatta o dereceyi bile geçmiştir; +peygamberlerin düşmanlarını eline geçirip kafalarını koparmak +bu kadarla da iktifa etmiyor yalnız mürselini tasdik ve müdafaa +eden bir cemaat içinde bulunmakla da kani’ olmuyor; +dünyada en iyi amel en güzel fiil onların emrettikleri füru’-ı +sarahatle i’lan ediyor. Bu yolda şöyle söylüyor: +Feylesof bu şiirleriyle karşımıza mescidden kalbi korkularla +dolu lisanı dua ve sena ile meşgūl bir mü’min-i samimi +gibi çıkıyor. +Maarri diyanetce bu mertebede kalsaydı bile yine “yevmü’llah”da +bu bir hüccet olabilirdi. Lakin Maarri bu hususda +yükselmiş seyr ilallah etmiş ibadat-ı Huda’da adımlarını +sıklaştırmış Hakk’a pek ziyade yaklaşmıştır; öyle ki koca +feylesof mertebe-i duata vasıl olmuş Allah’ın emrettiğini +emir nehy ettiğini nehy eylemiştir. Halkı ibadete tergīb +etmiş onlardan nefl ü farzı istemiştir şöyle diyor: +Halkı peygamberlerin gösterdikleri yola gitmediklerinden +dolayı tevbih etmiş ve şöyle haykırmıştır: +Biz buraya kadar feylesofu; en iyi bir musaddık ve mu’terif +buluyoruz. Fakat diğer nevi’ şiirlerini okuyunca feylesofun +ceyş-i yakīninin inhizama başladığını bedr-i imanının +guruba meyl ettiğini yahud görünmeyecek surette mahak +derecesine geldiğini görürüz. İşte onlardan bir tanesi: +Nihayet şöyle bağırıyor: +Bize feylesof hakkında ilk şübhe +beytinden giriyor. Çünkü burada feylesof ebediyet ve +beka-yı aleme kail gibi görünüyor; halbuki enbiya zeval ve +fenasına kaildirler. Ancak ufak bir tasarruf ile bu mes’elenin +halli kolaydır. Müsamahakar bir mü’min böyle bir beyitle +bir iman-ı sabit ve yakīn-i kadimi yıkmaz. Bu beyitleri geçelim +biraz da şunlara göz gezdirelim: +Bunda da feylesofu cevabdan aciz bırakacak bir şey +yok. Daha doğrusu şair dönse de “Ben bu şiirimle Resulullah +sallallahu aleyhi vesellem’in sünen-i seniyyelerinden +birini ihya etmiş oldum bir hadis-i nebeviyi nazm ettim: +dese +bizi ifham etmiş olur; zannederim ki bu sözüne mukabele +Buraya kadar feylesof kendini müdafaa edebilir. Fakat +bir kere ithamnamesinde: +Dediği okunursa reddetmek cevap vermek zorlaşır. Yalnız +şu kadar söyleyebilir: +“Şerai’den maksadım zuama ve rüesadır. Herkes gibi +ben de mecazen söyledim. Mecazımın karinesi; rüesa-yı dinin +ebna-yı beşeri kurtlara tahvil ve baba ile oğul arasını +tefrik insanları bir takım şuub ve kabaile taksim ile beynlerinde +Biz de kalbimizde hak için bir zaviye-i hürmet +ve tekrim tahsis eyledikse feylesofu bu te’viline göre tasdik +eyler ve onunla beraber: +deriz. Artık bu kabilden bir töhmet daha teveccüh ederse +feylesof için –yukarıda yaptığı gibi– “Mecazen söyledim istiare +ettim” demek kolaylaşır. +Mesela sen şöyle de: +Söylüyorsan bu sözünle dini ta’yib ediyorsun; desek +bunu reddetmek cevap vermek ona pek kolay gelir. +Mütercimi + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +Gilboa muharebesinin haberi Davud as’e sür’atle vasıl +olmuştu; Davud as yalnız Beni İsrail’in mağlubiyetinden +dolayı değil hükümdar Talut’un ve oğlu Yonatan’ın vefatı +nunla beraber vaktini feryad ü figan ile israf etmeyip birden +bire Hebron’da isbat-ı vücud etti ve Yehuda Sıbtı tarafından +alkışlarla istikbal olunarak boş kalan tahta is’ad olundu. +Lakin Beni İsrail’in diğer kabaili Sıbtları hükümdar olarak +Talut’un yegane sağ kalan oğlu İşboş’u kral intihab ettiklerinden +bir muharebe-i dahiliyye zuhur iki sene devam +etti. Bu muharebelerden birinde Hazreti Davud’un hadimleri +düşmanlarından üç yüz altmış kişi katl ettiler ve mağlub +tarafın kumandanı Davud’un hadimleri reisine nida etti ki: +“Kılıç böyle ile’n-nihaye yiyecek midir? kesecek midir?” +“İmdi Talut hanedanı ile Davud hanedanı arasında uzun +bir harp var idi; lakin Davud gittikçe gittikçe kuvvetlendi +Talut gittikçe gittikçe zaifledi.” +Bir müddet sonra hükümdar-ı rakīb İşboşet su’-i kasd ile +katl olundu. Şimdi otuz yaşında olan Davud as’un iktidar +ve meşrebi Beni İsrail kabilelerinin bütün kıskançlıklarına +rekabetlerine galebe eylemişti. Bütün millet onu hükümdarları +tanıyıp kuvve-i mecmualarını sancağı altında tevhid ettiler +Beni İsrail’in en cesur kumandanları Hazreti Davud as’a +yalnız namından ürkerek kendi hududları dahiline çekilmiş +olan Filistiniler her cihette mağlub oldular. Davud as de +“Cenab-ı Hakk’ın ona emrettiği vechile Senta Caba’dan +Azer’e gelinceye kadar” onları kılıçtan geçirdi. +Müteakıben Davud as Beni İsrail içinde silah taşımaya +muktedir olan bütün efradın harp için mücehhez merkez-i +hükumet olan Hebron şehrine gelmelerini emretmişti. Bundan +sonraki vekayii doğrudan doğruya kelime kelime Yusuf +Yasef–Josephus’dan nakl edelim. +“Baladaki emre imtisalen –Hebron’da– evvelki hükümdarın +vefatında kendilerinin Davud as tarafdarı olduklarını +yüz kişi ictima’ etti. Bunların hepsi müsellah idi. Şem’un kabilesinden +yedi bin yüz Levi kabilesinden dört bin yedi yüz +Bünyamin kabilesinden sade dört bin Efrim kabilesinden +yirmi bin sekiz yüz kişi gelmiş ve Efrayimliler cüssece cesaretçe +şayan-ı hayret adamlar bulunmuştu.” +Manasse kabilesi on sekiz bin İsakar kabilesi yirmi bin +Zebulun kabilesi elli bin geldiler. Bu elli bin kişi bütün kabile +olup hepsi Cad kabilesi gibi kılıç mızrak kalkan ve tolga ile +müsellah idiler. Naftali ordusu bin nefer cesaret ve maharetle +mütemayiz zabitleri kumandasında azim bir kalabalık +teşkil etmekte idiler Dan kabilesi de yirmi yedi bin kişi Aşer +kabilesi kırk bin kişi geldiler; Ruben-Rubil ve Cad kabilelerinden +ve Manasse kabilesinin Ürdün nehri ötesindeki nısfından +yüz yirmi bin kişi vardı; bunlar kalkan kılıç mızrak +ve tolga ile müsellah idiler. Bu halden müsteban olur ki: +Kılıç bütün kabileler yani kabail-i Beni İsrail içinde suret-i +umumiyyede isti’mal olunan bir silah idi. +Mikdarı ta’dad olunan bu asakir Hebron’a gelirken beraberlerinde +külliyetli mikdarda hububat şarab ve levazım-ı +saire getirmişlerdi. Bunlar hep birden Davud as’u hükümdarları +tanıdılar ve kendisine her hususda bey’at ettiler. +Davud as kemal-i seha ile ahaliye üç gün in’am ve ikram +ettikten sonra asakir-i mevcudenin başına geçip o zaman +Ken’aniler’den Ceyusiler elinde bulunan Kudüs şehri üzerine +hücum eyledi. Yahudilerin Kudüs önünde görünmelerine +karşı Kudüslüler muhacimlerle istihza olmak üzere aralarındaki +topal ve a’ma ahaliyi Kudüs surlarının üstüne çıkarmışlar +bu kadar hakīr ve zaif düşmana karşı başka türlü +müdafaa[ya] hacet olmadığını söylemişler idi. Bu hakaretten +ziyade müteessir olan Davud as şehir üzerine hemen +hücuma karar vermiş fil-hakīka surlarının gayr-i kabili’t-teshir +olduğu zehabıyla bu tedbirsizlikte bulunan düşmanlarına +kabahatlerini göstermiştir. Davud as müntahab bir fırkanın +riyasetinde ilerleyip şedid ve umumi bir hücum ile aşağı kasabayı +ele geçirmiştir. +Mamafih: İç kale hala bir müdafaa-i şeciane ibraz ediyor +zabt edemediği halde şöhret-i askeriyyesinin zedeleneceğini +düşünen Hazreti Davud hücumda ibraz-ı şecaat edeceklere +mükafat-ı nakdiyye vaad etmiş surun üzerine ilk evvel çıkarak +orada sebat edebilecek kumandanlara ordunun başkumandanlığını +vaad eylemişti. Bunun üzerine İbrani ordusunda +kumandandan son nefere kadar azim bir şevk ve gayret +hasıl olup herkes adeta şecaat mu’cizeleri göstermeye başladı. +Ancak bizce ilk defa suud saadeti Yoab namında birine +nasib olmuş o da nu’man Davud asdan va’dinin incazını +taleb etmiştir. Beni İsrail böylece küme küme şehre girdiklerinden +Ceyusiler bila-şart teslim olmuşlardı. Davud as +şehrin istihkamatını ve ebniye-i sairesini ta’mim ve termim +edip şehrin i’mal ettiği aksamına da “Davud’un Şehri” namını +hükumetini buraya nakl ettiğinden Kudüs müşarun-ileyhin +müddet-i saltanatınca Beni İsrail’in merkez-i saltanatı oldu.” +Davud as’un ikinci işi din-i millinin şeref ve ihtişam-ı +lazımı ile tesbit ve takriri oldu. Bunun için müşarun-ileyh +daimi yerli bir ma’bed te’sisini düşünmüş bu hususda Natan +peygamberin re’yine müracaat etmiştir. Peygamber evvela +bu maksad-ı takva-perestaneyi çok takdir ettiyse de +biraz sonra emr-i İlahi ile Davud as’un bu azim teşebbüs-i +milliden vazgeçmesi ve onun şan ve şerefini varis-i tahtı olacak +oğluna terk eylemesi lazım geleceğini ihbar etti. Şimdi +bu men’ ve reddin hikmet-i İlahiyyesi olarak ve kelam-ı İlahi +meziyetiyle ileri sürülen şu aşağıki satırları kariin-i mütefekkirinin +bilhassa nazar-ı dikkatine vaz’ eylemeyi vazife addederim: +“Sen kanı bol bol döktün ve azim muharebeler +yaptın. Sen benim gözümün önünde o kadar çok döktüğün +Ve yine bu miyanda Hazreti Davud’un son sinin-i +hayatında hadis olduğunu Yahudilerin elindeki Tevrat ’ın +Ahd-i Atik ’in haber verdiği vekayi’-i müheyyiceye aid birkaç +söz daha söylemez isem tedkīkini taahhüd eylediğim +mebhasi noksan bırakmış olurum. +Mütercimi +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Hazinedar ertesi günü tekrar gelip bin eşrefi getirdi ve: +– Her gün bu kadar meblağın hak-i payinize takdimini +han emretti dedi. +Beş gün sonra vezir-i memleket ziyaretime gelip hana +vereceğim cevap ile nasihatler hakkında istizahda bulundu. +– Rical-i devlet fikrimi kabul ederse han hazretleri kendi +mahremlerinden birkaç zat ile beni Rusya hükumetine +sefir göndersin. Gidip iki hükumet arasında bir muahede +tanzim edelim. Yoksa günün birinde Rusların Ürgenç +havalisine geleceklerini kendilerini muhafaza için istihdam +ettiğiniz asakir-i ma’dudenin Rusya gibi kavi bir hükumete +karşı durmayacaklarını anlıyorum dedim. +Vezir gitti ve bu hususda müşavirleriyle müzakere etti. +Hiveliler o zamana kadar bir devlet-i muazzamanın derece-i +kuvvet ve satvetini görmemiş olduklarından fikrimi tasvib +etmediler ve : +– Ruslar Ürgenç civarına gelirlerse kendi mezarlarını +kazmış olurlar cevabını verdiler. +Vezir nezdime avdetle han ve bazı rical-i hükumetin tedbirimi +takdir ettiklerini lakin ahalinin pek bala-pervazane +mütalaada bulunduklarını haber verdi. +– Öyle ise bu kadar cahil ve ahval-i alemde bu derece +akıl bir halk arasında ikamet edilemez dedim. Vezir: +– Han hazretleri mürur-ı zaman ile fikrinizin doğruluğunu +anlayacak olan halkın nasihatinizden müteneffi’ olması +– Hanın bu teklifi şayan-ı teşekkür olmakla beraber ahalinin +hakkımda hasedini mucib olacağı cihetle kabil-i icra +değildir. Bence en iyisi buradan kalkıp Buhara’ya gitmektir. +Cevabını verdim. Son sözüm üzerine vezir mükedder olarak: +– Buhara emiri hakkınızda lazım gelen ihtiramatta bulunmaz +sanırım. Nitekim oradaki rufekanıza doğru dürüst +yevmiyelerini vermediği gibi amca-zadeniz İshak Hanı da +nezaret altında bulunduruyor. Siz gitmekten sarf-ı nazar buyurun. +Ben gayret eder oradaki yoldaşlarınızı da getirtirim +dediyse de; +– Buhara’ya mutlaka gitmem lazım orada görülecek işlerim +var. Siz lutfedin de azimetim için handan müsaade alın. +Cevabını verince: +– Öyle ise yarın tekrar ziyaretinize gelirim diyerek gitti. +Vezir ertesi günü gelip: +– Han hazretleri mufarakatinizi arzu etmiyorlarsa da ısrar +buyurduğunuz takdirde azimetinize mani’ olmayacaklardır. +Fakat iki gün sabrediniz ki esbab-ı sefer tehiyye olunsun +dedi. +Üçüncü günü de han tarafından erzak yüklü yüz elli deve +dık demek için müşarun-ileyhin nezdine gittim. Azimetimden +dolayı fevkalade teessüf gösterdi. Nihayet yola çıktık ve +beş gün içinde Ceyhun kenarına vasıl olarak –halen Rusya +hükumetinin taht-ı tasarrufunda bulunan– Gor ve Şorab +hududundan geçtik. Yedi gün sonra da Buhara muzafatından +olan Karagöl’e muvasalat eyledik. +Burada iken –Buhara’da bulunan– amca-zade İshak +Han ile yoldaşlarımdan tahassür ve iştiyakı havi birer mektup +aldım. Üç gün sonra Buhara’ya girdik ki emir Rusların +emrine tebaan Emir Sehrab Big ile harp etmek için Hisar ve +Kalab’a azimet eylemişti. Harbin sebebi de Sehrab Big’in +Rus tabiiyetini kabul etmemesi idi. +Buhara emiri ile eskiden aşinalığımız olduğu cihetle kendisine +bir mektup yazdım. Buhara’ya geldiğimi bildirip avdetinize +kadar bekleyim mi yoksa nezdinize geleyim mi? +diye sordum. Yanıma gel cevabını gönderdi. Bunun üzerine +Hive hanının verdiği eşrefileri tebdil ettirip develeri sattırdıktan +sonra lazım olan eşyayı tedarik ederek beş yüz kişi +olduğu köleleri de azad ettim. Yolculumuz on gün kadar +sürmüştü ki yüksekçe bir mevki’de Buhara emirinin çadırları +kurulmak için düzeltilmiş bir yere geldik. Burası kandan +çamur haline gelmişti. Emirin galebesine şükrane olarak bir +çok öküz kurban edilmiş sandım ve: +– Niçin öküzleri uzakta kesmediler? diye oradaki ahaliye +sordum. Meğerse o kan hun-i insan imiş ki on beş gün evvel +Hisar kalesi feth olunup bin tane esir alınmış ve emriyle +burada gözlerinin önünde hepsi katledilmiş. +Bu haberden müteessir olarak: +– Acaba üsera bir kabahatte mi bulunmuştu? sualini irad +ettim ve: +– Emir yüzlerce adamı bila-sebeb öldürüverir! cevabını +aldım. Kendi kendime düşündüm ki müslümanların hükümdarları +Allah’dan ve Allah’ın dininden bu kadar gafil bulunuyor +kendileri de mahlukat-ı Huda’yı esir ederek bila-kusur +katlediyor. Buhara emiri ise ahkam-ı İlahiyye ve şeriat-i nebeviyyeye +len ulemaya gelince vazife-i diniyyelerini ifa etmiyorlar. İşte +bu sebebler dolayısıyla da Ruslar Türkistan’ı taht-ı istilaya +alıyorlar. Buhara ahalisinin dindarlıktaki şöhretine rağmen +şeriate muhalif hareket etmelerine ve cehl ü gururlarından +yekdiğeri aleyhine düşmelerine bunun neticesi olarak da +a’da-yı dinin intifa’ ve istifadesine meydan açmalarına +fevkalade müteessir oldum. Na-hak yere katledilen zavallı +esirler için de hüngür hüngür ağladım. Maiyetimden birkaç +kişiye tenbih ederek meydandaki kanları toprakla örttürüp +orasını kabristan şekline koydurdum. Ba’dehu kemal-i +ye’sle Hisar’a müteveccihen hareket ettim.–maba’di var– + +---- +CELAL-ZADE SALIH EFENDI +---- + +Fudala-yı üdeba ve müverrihin-i Osmaniyye’den bir zat +olup tercüme-i hali Sıratımüstakīm ’in ’inci numaralı nüshasında +muharrer Celal-zade Koca Nişancı Mustafa Bey’in +küçük biraderidir. +Allame-i Rum İbni Kemal ve Muallim-i Sultani Hayreddin +Efendi gibi efazıldan tahsilini ba’de’l-ikmal tedrise başlayıp +fakiyetten sonra meslek-i kazaya salik olarak Haleb Şam +Mısır’da ifa-yı vezaif-i şer’iyye eyledi. İstanbul’a avdetini +müteakib inziva ve tekaüdü ihtiyar ederek Nişancı’da bina +ettiği hanesinde te’lif-i asarla dem-güzar oldu. Ve “Kabr-i +Salih cennet ola ya İlah” mısraının delaleti olan tarihinde +fena kılındı. Merhum ilim ve fazl ile ma’ruf olduğu gibi cud +ü seha ile de mevsuf gerek akraba ve taallukatından gerek +civarı mahallatından bir hayli muhtacine muaveneti canına +minnet bilen eshiya-yı ümmetten idi. +Asarı: Tercüme-i Cami’u’l-Hikayat ve Lami’u’r-Rivayat +: Asl-ı eser Cemaleddin Muhammed Avfi’nin Vezir-i +a’zam Nizamülmülk namına yazdığı Farisiyyü’l-ibare tarihi +ve ahlakī bir eser-i mu’teberi olup gerek aslı gerek tercümesi +Tarih-i Mısr-ı Cedid: Meşahir ve müverrihin-i Arab’dan +Takiyyüddin Ahmed-i Makrizi’in sadece Hıtat-ı Makrizi ismiyle +ma’ruf olan El-Mevaiz ve’l-İ’tibar bi-Zikri’l-Hıtat +ve’l-Asar ’ını me’haz edinerek yazmıştır ki bir nüshası Topkapı +Sarayı’nda Revan Köşkü dolabında vardır. +Kitabü’l-Muhtasar fi Ahvali’l-Beşer : Allame Suyuti’nin +Hüsnü’l-Hazıratü fi Ahbari Mısri’l-Kahire ’siyle sair asar-ı +mu’tebereden iltikat suretiyle yazmıştır ki Mısır asar-ı atikasına +dair bir hayli ma’lumat-ı nafia mündericdir. +Tarih-i Budun : Budin yani Budapeşte: Bir nüshası +Revan Köşkü dolabında vardır. +Fetihname-i Rados : Bir nüshası Viyana’da kütübhane-i +Divan : Tarz-ı ma’lum üzere olup bir nüshası Ayasofya +Kütübhanesi’nde mevcuddur. +Manzume-i Leyla vü Mecnun : Birbirini müteakib vefat +eden iki mahdumunun te’siriyle yazdığı için suzişli parçaları +havidir. +Haşiye ala Şerhi Miftah Haşiye ala Şerhi Mevakıf +Haşiye ala Sadru’ş-Şeria Haşiye ala Islah ve İzah +Menakıb-ı Firuz Ağa Münşeat +Evahir-i ömründe gözlerine ama tari olduğu halde müstahzaratından +ve mutayebatıyla nevadir ve müfakehatını cem’ ve tertibe +başlamış ise de itmamına ömrü vefa etmemiştir. +Gazel-i ati zaman-ı şeyhuhetinde nazm ettiği eş’arındandır +ki ahval-i ruhiyyesini musavvir olmak i’tibarıyla derc +edildi: +Ahir oldu ömr çün geçti heva şimden girü +Neyleyem el verdiğin dünya bana şimden girü +Ben cihan sevdalarından çekdim el ey müddei +Ser be-ser gavga-yı dehri al sana şimden girü +Pirlik hengamı geldi gitti eyyam-ı şebab +Su gibi dil tıfli akmaz her yana şimden girü +Tair-i kudsi-i ruh andı tecerrüd alemin +Cife-i dünya gamı düşmez ana şimden girü +Bir gün agah olmadın düş gibi geçti ma-meza +Saliha halin nolur bari ana şimden girü +Bursalı +SİYASİYAT +ŞARK VE GARB +– – +Medeniyetçe tarz-ı tefekkür ve maişetçe yekdiğerine tamamıyla +mütehalif iki alemin arasında bulunan İstanbul’dan +atılan sathi bir nazarda şark ile garbın vaz’iyet-i mütekabilesi +tebeyyün eder: Garb müdhiş bir kartal gibi şarkın üzerine +saldırmak ve kanadlarını gererek pençesini sıkarak minkarını +açarak şarkı iki taraftan tazyik etmektedir. Cenubda Arabistan’dan +başlamış Basra Körfezi’ni Belücistan’ı Hindistan’ı +Tungin Siyam’ı… Şimalde Kafkasya’yı Türkistan’ı ve +Sibirya’yı pençe-i kahr u taaddisi altında ezmektedir. Fakat +şeklinde yazılmıştır. +şu yırtıcı kan içici hayvanın dide-i tama’ ve hırsı bu gibi +şikarlar ile ıtma’ edilemez. Kesici gözlerini daima ileri dikmiş +daima yeni şikarlar yeni kurbanlar arıyor ve mütemadiyen +cenub ve şimalden merkeze doğru yürümektedir! +Merkezdekiler ise bugün yalnız iki unsurdan ibarettir: Unsur-ı +çalamak bunların da yurdlarında baykuş öttürmek istiyor! +Ne kadar müdhiş ve dil-suz bir levha! Küre-i arzda yaşayan +beşeriyetin kısm-ı a’zamını teşkil eden şu merkez +hakīkaten avcı tarafından ta’kīb edilen bir şikar kuşu gibi +mütevahhiş mütezelzil mütereddid bir halde çabalıyor el +ayak vuruyor kendisini çalılıktan çalılığa önüne gelen siperin +arkasına atıyor kendisi için bir çare-i halas bir me’va +bir me’men arıyor! Fakat bi-rahm ü insaf zalim kartal +ta’kībinde devam ediyor bir an bile fırsat mühlet vermiyor! +Zavallı ölümler kanlar içinde çabalarken katil kuş kanlı pençesi +maını ıtma’ ve teskin edecek yerde gözlerini bir kan çalasına +döndürüyor; kan katl tahrib şevk ve hevesini daha teşdid +ediyor! +dır. Şikarlarına karşı bir vaz’iyet-i mütehakkimane alarak +sada-yı mevt-averi ile diyor ki: +“Dur! Kurtaramazsın! Seni benim pençe-i kahr u tedmirimden +hiçbir şey istihlas edemez! İltica etmekte olduğun +hürriyet mütevessil bulunduğun meşrutiyet sendeki şevk +ve heves-i hayat teceddüd.. Abesdir! Hürriyet meşrutiyet +hayat benim içindir! Senin nasibin zillet meskenet mevttir! +Evet; hürriyet hayat benim içindir yalnız benim içindir! Şu +hakkı bana bahşeden şu yıldırım gibi feza-yı asumaniyi kat’ +eden kanatlarım şu kılınç gibi canları yakan pençem şu ok +gibi sineleri parçalayan minkarımdır! Sende ne var? Sen henüz +bal ü per açmak istiyorsun! Fakat bilmiş ol ki kanatlarımı +besleyen şu pençeyi tağdiye eden sensin senin kanın canındır! +Sen olmazsan ben yaşayamam! Senin kanındır benim +ruhumu perverişyab eden! İkimiz birlikte yaşayamayız! +Sen öleceksin ki ben hayat bulayım!!” +Evet; Asya sema-yı na-mütenahisinden Asya sularının +akıntılarından dağlarının zirvesinden ovalarının içinden +tanin-endaz olan sadalarının kaffesi şu müdhiş sada-yı +mevttir! Kartal her yere saldırmış! Ne din bilir ne kavmiyet; +ne cins tanır ne ırk! Önüne gelen ve az çok ibraz-ı hayat +eden asar-ı hareket gösteren bütün akvam ve mileli parçalayıp +bitirmek istiyor. +Alem-i İslam’dan sonra Çin alemi de kendisini kurtarmak +etti. Dahilen uzun ve azim bir buhran ve inkılab geçirdikten +sonra bilahare işlerini tanzim ve usul-i meşrutiyeti kabul ve +tatbik eder gibi gözüktü. Meğer ki bi-eman kartal pusuda +mak istediğini Çin’de de aynı şekil ve surette aynı vesaite +müracaat ederek yapmak fikrinde olduğunu gösterdi. +Çin bir çok müşkilattan sonra idare-i cumhuriyye vaz’ +ederek kendisi için bir hükumet bir reis intihab etti. Buhran +yavaş yavaş sükuna tebeddül etmeye başladı. Fakat bu Avrupa’nın +memleketin can bulup alat-ı hazıra-i mübareze ile mücehhez +olarak meydan-ı gir ü dar-ı hayata atılması Avrupa için +pek de menfaatdar bir iş değildi zaten ta öteden beri Avrupa +kendisini “Irk-ı asfer” “ittihad-ı İslam” tehlikesi dediği +guya iki azim ve mühlik cereyanlar karşısında görüyordu ve +şu cereyanların önünü almaya çalışıyordu. Alem-i İslam ile +Avrupa’nın muamelesi ma’lumdur. “Irk-ı asfere” gelince Japonya’dan +almış olduğu ders kendisini mutabassır ve müteyakkız +etti. Asya’nın ta orta göbeğinde yeni ve daha müd­ +hiş daha cesim aded-i nüfusca bütün Avrupa’dan azim +yeni bir Japonya’nın teşekkülüne elbette ki ruy-ı muvafakat +göstermezdi. Avrupa ulum ve fünunu ile alat-ı tahribiyyesi +birgün ser-ber-zanu-yı itaat olacağı muhakkak idi. Yeniden +şarktan garba doğru akın tufanlarının açılacağı aşikar idi. Ve +şu akınlar şu seylab evvel be-evvel Rusya’yı istila edecekti. +kendisini toplamak asarını gösterir göstermez hemen müd­ +hiş kartal kanatlarını gererek pençesini minkarını açarak +önüne dikildi! Kendini toplayamazsın! dedi. Çin buhran +ve inkılab içinde olduğu müddetçe kartal uzaktan hatta bir +vaz’iyet-i müsaadetkarane alarak seyrediyordu. +Çin’in inkılab tufanları içinde yaşayacağını zannederek +onun mürde cesedini bekliyordu. Fakat Çin inkılab dalgalarının +hemen üzerine atıldı! +Çin’e hücum ederek şu zavallı memleketi de İran gibi berbad +ettirmek istiyorlar. Ve bunun için her yerde yaptıkları gibi en +ziyade şu memleketin seyyiat-ı sabıkasından nekais-ı ahlakıyye +ve ictimaiyyesinden istifade etmek istiyorlar. Cenubda +ne iğva ederek Tibetlileri guya istiklaliyet Çin’den ayrılmak +kendi başlarına bir hükumet teşkil etmek sevdasına salmıştır. +Şimalde Rusya Moğolistan’ı aynı vesait ile kendi makasıd-ı +mahsusası için alet ederek tahrik ve teşvik ediyor. Daha diğer +eyalat ve vilayatta Amerika Fransızlar Almanlar aynı rolü +oynuyorlar. Eşraf ve rüesa-yı mahalliyye sırf kendi menafi’-i +hasiselerini te’min için ecanibin tahrikat ve teşvikatı üzerine +cahil ahaliyi hükumet aleyhine kıyam ettiriyorlar ve hatta +bazı yerlerde mesela Moğolistan’da ve Tibet’te ecanibin müdahalesine +tevessül ettiriyorlar. Zaten şu hilelerin kaffesini +müdahale için yaptırıyorlar. İşte hem-civarlık münasebeti ile +menafi’-i milliyyelerinin haleldar olduğunu bahane ederek +hemen müdahaleye mübaderet ediyorlar. +Bu suretledir ki el-yevm Çin’in payitahtı bulunan Pekin’de +yukarıda zikr ettiğimiz hükumetlerin kaffesi birer müfreze-i +askeriyye bulunduruyorlar ve yeni teşekkül etmiş olan +Çin hükumetinin önüne hergün türlü mümanaatlar +ve kuva-yı berriyye ve bahriyyesini tertib etmek için bir istikraz-ı +dahili yapmak istiyor. Hemen ortaya atılıyorlar ve +ahalinin fakr u ihtiyac içinde olduğunu bir çok yerlerde varidat-ı +mahalliyyenin kendi indlerinde merhun bulunduğunu +bahane ederek istikrazın yapılmasına mümanaat ediyorlar. +Aynı zamanda da kendileri Çin’e para vermek için müheyya +olduklarını söylüyorlar. Çin hükumeti kabul ediyor. Fakat +hemen cümlesi müttehiden istikraza mukabil Çin umur-ı +maliyyesi üzerine hükumat-ı mezkure tarafından bir kontrol +de tertib-i umur için sarf edilmesini taleb ediyorlar. +Hülasa alem-i İslam’ın başına gelmiş olan bütün bela ve +musibetler bugün de “ırk-ı asfer” alemi başına getirilmektedir! +Bütün şark bir pençe-i kahr u hıyanet içinde eziliyor. Bir +milyar yüz milyon ahali dört yüz yirmi beş milyon ahalinin +dest-i zülm ve teaddisinde esir ve zebun kalmıştır! Garb şarka +bir tahakküm-i galib ile diyor ki: “Sana eman vermeyeceğim!” +acaba şark ne cevap veriyor? +TAVZIH-I HAKĪKAT +− − +Mevzu’-ı bahsimiz olan gazetelerdeki mektubun muharriri +gavamız-ı ahvali tedkīk edemeyen efkar-ı umumiyye-i +cihanı reh-i rasttan şaşırtacak bir takım Yunan muhteriatı +mahz-ı hakīkat olarak kabul etmekle unsur-ı İslam’ı –farkına +varmaksızın­ +– nezahetten külliyen ari bir suretle rencide-i +hatır ediyor. Muma-ileyh diyor ki: “Giritli müslim komşusu +hıristiyan gibi Rumdur. Arap olanların adedi pek az ve +hele Türkler hiç mesabesinde olup isti’mal olunan lisan ise +Rumca’dır” Memalik-i Osmaniyye’nin her tarafından koşup +bir seyl-i huruşan gibi Bahr-i Sefid perisini –Girit’i– emvac-ı +mülatama-i hamasetleri altında yirmi beş sene müddetle +yuvarlayarak akıbet kendilerine ram eden mücahidin-i İslamiyyeden +ba’de’l-feth olsun cezirede ihtiyar-ı ikamet edenleri +ketm etmek ve ceffe’l-kalem Girit sükkanını mecmuan +Rum addetmek bedahet-i tarihiyyeye karşı taami ve hakīkat-i +ahvale de münafidir. +Alem-i ensal-i ümem mütehassıslarınca ma’lum olduğu +üzere Girit Ceziresi Osmanlı gazanferlerin pa-yı celadetine +ru-mal olmadan mukaddem orada Rumlar değil “Venedikliler” +bulunuyordu. Rumlar ile Venedikliler arasında ırk cinsiyet +kavmiyet milliyet i’tibarıyla müşabehet ve münasebet +aramak fikrimizce pek büyük bir hata-yı ilmidir. Şu halde +“Girit feth olunduğu zaman ahalisi Rumlar ile meskun idi” +manlılık şanından olan ulüvv-ı cenab esna-yı fethde Girit’de +asar-ı mübeccelesini göstermemiş olsa idi ahali-i kadime-i +mağlubesi bulunan Venediklilerin cümlesi ya kılıçtan geçirilir +yahud memleketten tard edilirdi. Fakat Bahr-i Sefid’de +azamet ve celadetini düşmanlarına tasdik ettirmiş olan Osmanlı +Devleti böyle bir zül irtikab etmedi. Vakt-i zaferde zaif +ve mağlub olanlara karşı merhamet şefkat ve insaniyet göstermek +ve Osmanlılık aleminin mefahir ve an’anat-ı mübeccelesi +mukteziyatındandır. +bulunan Girit hıristiyanlarının Venedikli ecdadı zıll-i himaye +ve re’fet-i Osmaniyye altında Girit’de kalmışlar ve Devlet-i +Aliyye’nin tabiiyetine girmişlerdir. Bu mes’ele hakkında dur +[ü] dıraz bast-ı makal lüzumsuzdur. Zira bürhan-ı katı’ tarihdir. +Asıl unsur-ı İslamı dilgir edecek madde kendilerine isnad +olunan Rumluktur. +Esasa girişmeden evvel şurasını arz edelim ki biz “Rum” +ta’birinden kavmiyet cinsiyet i’tibarıyla hissiyat ve adatı ve +gaye-i hayaliyyesi nokta-i vahidede birleşmiş bir kitle ma’nasını +deriz ki Girit’in sekene-i kadimesi bile Rum değil iken fatihlerine +Rumluk isnadı mantıksızlık olmaz mı? Kezalik sille-i +mağlubiyyeti yedikten sonra sekene-i kadimeden rıza ve +dilhahlarıyla ihtida ederek Din-i İslam ile müşerref olan ve +adedi her halde pek büyük bir yekune baliğ olmayan ahali-i +kadimeyi mahza Türk Arap Kürd Arnavud olmadığı yani +Girit’e gelip tavattun etmiş olan gazenferan ı’dadına dahil +bulunmadığı için Rum addetmek akıl ve hikmete muvafık +düşer mi? İstıtrad kabilinden olan şu iki suale cevap mektup +muharririni şerm-sar edecek derecede vazıhdır. +Burasını kayd ettikten sonra asıl nokta-i nazara gelelim: +Girit ahalisi evvela zaman-ı fetihde mağlub olan bir kitledir +saniyen: Esna-yı fetihde memleketin güzelliğine kuvve-i +etmiş mücahidin-i İslamiyye’den salisen: Bilahare cezireye +haricden gelip ihtiyar-ı ikamet etmiş kimselerden ibarettir. +Bunlardan başka faraziye mutasavver değildir. +Balada arz olunduğu üzere rızasıyla ihtida etmiş olsun olmasın +Girit’in ahali-i kadimesini teşkil eden Venedikliler ile +Rumluk arasında hiçbir vech-i şibh mevcud değildir. Binaenaleyh +bunlara Rumiyyü’l-asıldır denemez. Mücahidin-i İslamiyye’den +cezirede tavattun etmiş olanlara gelince onlar +Türk Arap Kürd Gürcü Tatar Arnavud olabilirler. Fakat +Rum değildirler. Bir çok makalat ile mukaddema bu babda +tafsilat vermiş olduğumuzdan tekrarına lüzum görmeyerek +deriz ki şu iddiamızı sicillat-ı resmiyye ve berevat-ı sultaniyye +ve müteaddid şecerenameler ile isbata hazırız. +Fetihden sonra haricden gelip ihtiyar-ı ikamet edenlerin +mikdarı pek azdır. Zira Girit’in o feyyaz toprakları öyle bir +Rum kitle-i azimesinin süknasını te’min edecek derecede +vasi’ değildir. +Bu zümreye dahil olanların cümlesini Rum addetmek +galiz bir hata olur. Zira onlar miyanında Arap Bingazi taraflarından +Türk Konya Kastamonu’dan Arnavud Yanya +rettir İngiliz hata etmiyorsak üç ailedir ve daha başka cinsiyet +ve kavmiyet ve tabiiyetlere mensub zevat mevcuddur. +Bunlara nasıl Rum denilebilir? +Lisan bahsine gelince: Girit’de Arabi Farisi Latin İtalyan +ve Rum lisanlarının garib ve kaba ihtilatatından mürekkeb +bir lisan ile tekellüm edilmektedir. Bu lisana Rumca +demek lisan-ı Rumi’ye bir hakarettir. Zira Rumca başka Girit’de +konuşulan lisan da başkadır. Buna “Giritlice” demek +muvafık-ı insaf olur. +Bugün Rumca’yı bilen bir zat “Giritlice”yi ne tamamıyla +anlayabilir ve ne de konuşmaya muvaffak olabilir. Bu hakīkat +meydanda ve isbatı pek kolay iken muharrir-i mektubun +Esasen Rumca olmayan bir lisan ile tekellüm eden bir +halkı “Rum” deyip işin içinden çıkmak zannederiz ki efkar-ı +umumiyye-i cihanın bu gibi hakayık-ı basitayı görecek bir +seviyeden dun oluğunu farz ederek icale-i kalem demek +olur ki böyle bir cesaret-i gayr-i makbuleyi muharrir-i mektuba +Yefrem Han Hemedan’da Salarüddevle’nin etba’ ve +şürekasından olan Mücellilüssultan’a galebe ettikten sonra +çadırına muavedetle hükumete bu hususda bir telgraf yazmakta +hayat etmiştir. Kurşun Yefrem Han’ın ağzından girip beynini +parçalamıştır. Times gazetesinin Tahran’daki muhabirinin +beyanat ve ictihadatına nazaran Yefrem Han’ın katliyle Taşnaksütyun +Komitesi’nin ihtilafat-ı dahiliyyesi beyninde bir +münasebet varmış. +Hatırlarda olsa gerektir ki Mayıs-ı Efrenci tarihinde +zamana kadar Yefrem Han İran’ın en birinci kumandanı sıfatıyla +her gürültü ve muharebede vazifesini kemal-i şecaat +ve cesaretle ifa edip hiçbir zaman İran istiklali aleyhinde bulunmamıştır. +Şu son zamanlarda Rusya’nın ültimatomunu +kabul etmek için Yefrem Han İran kabinesine nasihat etmiş +ve ültimatomun kabulünden sonra ecnebilerin muhafaza +edileceğine dair hükumetine söz vermiştir. +Yefrem Han bu ana kadar bütün musadematta ihraz-ı +muzafferiyyet ve muvaffakiyyet edip hiçbir muharebeyi gaib +eylememiştir. İranilerin bu adama karşı son derece hürmet +ve riayetleri vardır. Nitekim haber-i vefatı derhal bütün +hüzn ü keder eylemiştir. +Tahran’da meşrutiyet istihsalinden beri Yefrem Han polis +ve jandarma nezaretini deruhde etmiş ve bu vazifede kalmıştır. +Şu son zamanlarda Ruslar müşarun-ileyhden son derece +memnun gibi görünüyorlardı. +Taşnaksutyun Cem’iyyeti İran istiklalinin daima lehinde +çalışmağı tasmim ettiklerinden Rusya ve İngiltere’nin +lerin asıl ve esaslarını tedkīk edecek olursak bunlar vaktiyle +anlayacağız. Vaktiyle İran hükümdarlarıyla Ermeniler beyninde +Ermenistan’da büyük muharebeler ve kanlı vekayi’ +zuhur etmiştir. Ermeni lisanıyla da Farisi lisanı beyninde bir +çok münasebat-ı lugaviyyenin mevcud bulunmasına bakılırsa +her iki kavmin Arya kavmine şiddetli surette mine’l-kadim +mensub oldukları anlaşılır. +kat ekseriyet suretiyle Ermeniler İran-ı Cenubi’nin Isfahan +şehrinde ve bir saat kadar uzak bulunan Culfa kasabasıyla +Azerbaycan Reşt ve Geylan’da ikamet ve temekkün ederler. +Taşnaksutyun Komitesi’nin İran meşrutiyetine zahir olması +boş ve ma’nasız değildir. Ermeniler İran’da –ati için– +büyük bir ümid beslemektedirler. İran’da bir çok arazi ile +emlak sahibi olan Ermeniler daima İran’da büyük ve vasi’ +çapta menafi’-i iktisadiyye elde etmeye muvaffak olmuşlardır. +Anadolu’da olduğu gibi İran’da da Ermeniler umur-ı +sarrafiyye ve ticariyye ve saire ile iştigal etmekte olduklarından +şerik addediyorlar. +Ermeniler Meşrutiyet’den sonra İran’ın Geylan Reşt +ve Mazenderan vilayetlerinde bir çok yerler tedarik edince +Ruslar buna nazar-ı na-hoşnudi ile bakmaya başlamışlardır. +Çünkü Kafkasya’daki Ermeniler daima Rusya’ya karşı +muhalifane bir vaz’iyette davrandıklarından Rusya bunları +tecziye etmeye kalkışınca bunlar kolay kolay Rusya hududunu +aşıp İran’a gidebilir ve Rusların mezaliminden bu suretle +tahlis-i giribana muvaffak olurlar. İran’a geçen Ermeniler +oradaki hem-cinsleri tarafından hüsn-i kabule mazhar +olur ve kemal-i refahla imrar-ı hayat ederler. +Binaenaleyh Taşnaksutyun Komitesi İran’da büyük bir +rol oynayabilmek için kendi komitelerine mensub en cesur +ve faal a’zaları İran’a sokup büyük bir nüfuz-ı maddi ve +ma’nevi tahsiline karar vermişlerdi. Yefrem Han ise mezkur +komitenin en değerli bir a’zası olmak üzere tanınmış ve bu +ana kadar kendi milletdaşları uğrunda azim fedakarlıklar +fak olmuştur. +Bu rolleri layıkıyla ifa edebilmek için zaten İran inkılabı +ve meşrutiyeti gibi güzel bahaneler elde mevcud iken artık +durulur mu? İran şah-ı sabık-ı mahluu Muhammed Ali İran +Meclis-i Millisi’ni topa tuttuktan sonra Yefrem sene-i +Miladisi’nde Reşt’e giderken Taşnaksütyun Komitesi’nin +evamirini telakkī etmeye başlamıştır. Aldığı evamiri harfiyen +tatbik edip Kafkasya’dan bir takım ihtilalci ve inkılabcı +Ermenileri İran’a da’vet ederek bir tarafdan onları komitenin +parasıyla teslih etmiş ve diğer tarafdan da Muhammed +Ali’nin zulüm ve istibdadından iğrenen İranlıları da kıyama +teşvik ve Reşt’te bir çok emlak ve akara malik ve nüfuz-ı +külli sahibi olan Sipehdar’ı da ikna’ ederek milli bir ordu +teşkiline teşebbüsle zahiren Sipehdar’ın ve batınen kendi +kumandası tahtında mezkur ordu ile Tahran’a yürümüş ve +Muhammed Ali’yi Rusya Sefareti’ne iltica etmeye mecbur +etmiştir. O tarihden i’tibaren Yefrem İran’ın en nüfuzlu bir +kumandanı olarak tanınmıştır. +Yefrem Han cidden değerli ve ciddi bir inkılabcı ve +muharib idi. Bu adamın kulaklarına top ve tüfenk gülleleri +adeta bir ninni gibi geliyordu. Dağlarda ormanlarda gezmeyi +pusu tutmayı harp u darb etmeyi fevkalade bir haz +telakkī ediyordu. İran’a bu adamın ettiği hidematı hiçbir +titriyorlardı. +Rusya’nın teşvik ve tergībiyle Muhammed Ali hempalarıyla +beraber tekrar İran’a girince İran Hükumeti Yefrem +Han ile Bahtiyarilere müracaat etmiş ve az bir kuvvetle +Muhammed Ali’nin maiyyetinde bulunan Türkmen kabaili +efradını tarumar ve perişan ederek kumandanları olan Erşedüddevle’yi +esir edip i’dam ettikten sonra Muhammed Ali +artık bir iş görmeye muvaffak olamayarak daima serseriler +gibi ormanlarda dağlarda gezmeye mecbur ve muztar kalmıştır. +başlayınca yine Yefrem Han ile Bahtiyarilerden mürekkeb +bir kuvvet İran hükumeti tarafından namzed ve ta’yin olunarak +Salar’a karşı i’zam edilmiş ve az zaman içinde Salar’ın +etrafındaki evbaşları mahv ü istisal edip kendisini müterrisiyle +hudud haricine kadar firara mecbur eylemişlerdi. +Bu son zamanlarda Taşnaksutyun Komitesi’nin Ninova’daki +merkezi tarafından Rusya ve İngiltere’nin İran’daki +harekat-ı istilakaranelerine karşı bi-taraf kalmak ciheti tercih +edilmiş ve keyfiyet Yefrem Han’a iş’ar edilmişti. Mezkur komitenin +Tahran’daki şu’besi –ki Yefrem Han’ın riyaseti altında +bulunuyordu– de merkezin nokta-i nazarını tasdik ve +tensib eylemişti. Ancak bu son zamanlarda tekrar Salarüddevle’nin +Kirmanşah ve Hemedan’da etba’ ve avanesiyle +beraber yeniden türediklerini ve biçare bi-günah ve ma’sum +ahalinin mal ve canlarına tasallut edip enva’-ı mezalim-i +hun-rizanede bulunduklarını gören Yefrem Han İran hükumetinin +teklifini kabul edip kendi mensub olduğu komitenin +kararına muhalefet etmiş ve Hemedan’a doğru dört nala +koşmuş gitmiştir. +Evvelce gönderilen Fermanferma’yı mağlub ve kendisinden +yedi aded top zabt eden Salarüddevle’nin pişdarı olan +Mücellilüssultan’ın maiyyetindekilerine Yefrem büyük bir +darbe vurup üç yüz kişiyi itlaf ile evvelce zabt ettikleri topları +da istirdada muvaffak olmuş ve fakat en sonra canını da +üstüne koymuştur. +Bana kalırsa Yefrem’i yine Ruslar telef etmeye sebebiyet +vermişlerdir. Çünkü Yefrem ile avane ve etbaının İran’da +kök salıp dal budak teşkil etmelerine Rusya iyi bir nazarla +bakamazdı. Bunlar İran’da kesb-i kuvvet ettikçe Kafkazya +ve Rusya’daki Ermenilerin iktisab-ı kuvvet etmelerini te’min +edeceğini bilen Rusya er geç Yefrem’in vücudunu ortadan +kaldırmayı kendisine bir vazife bildiğinden ve fakat Yefrem’i +Amerikalı Mister Şuster Morgan gibi bir tekme ile azl ile +ğını bilirdi. +Binaenaleyh İran kabine-i hazırasını –ki Rusya’nın tavh-ı +benanıdır– kandırıp Yefrem’i Salar’a karşı i’zam ettirmeye +çalışmıştır. Bu işte Rusya her cihetçe karlı çıkacağını güzelce +takdir ve iki şerrin birinden tahlis-i giriban edeceğini +evvelinden tahmin etmiştir. Şöyle ki Yefrem’in muvaffakiyeti +takdirinde kendi tarafdarı olan İran hükumet-i hazırasını +Salar’dan kurtaracağını ve olmadığı takdirde Yefrem’i +Salar’a öldürtmekte kendisi için büyük bir muvaffakiyet +te’min etmiş olacağını düşünmüş ve bu tasavvurunu da +kuvveden fiile çıkarmıştır. +bu da Yefrem’in doğrudan doğruya meydan-ı musademede +veyahud çadırında bir Rusyalı veya Rus tarafdarı tarafından +öldürüldüğü keyfiyetidir. +şaibeden tahlis için İran rical-i sabıkasından Sani’uddevle +milletine memleketine ciddi bir hizmette bulunmak üzere +her şeyden evvel İran umur-ı maliyye ve iktisadiyyesinin +büyük bir istikraz akd etmek için bir takım Amerika müessesat-ı +maliyyesiyle doğrudan doğruya muhabere ederek +Amerika bankerlerinden bir hey’eti maliye nazırı bulunmak +haysiyetiyle İran’a celb edip tam muvaffak olacağı sıralarda +Rusya’nın nazar-ı dikkatini celb etmiş ve bir gün Tahran’daki +rem katlinde olduğu gibi– iki mechul el tarafından zavallı +Rusya tarafından katle me’mur oldukları tebeyyün etmiş ise +de Rusya hükumeti Tahran’daki sefirleri vasıtasıyla canileri +miş ve orada canilere bol bol mükafat verdikten sonra sellemehü’s-selam +tahliye etmiştir. Bu gibi cinayat-ı siyasiyye +ve atiyen işe yarayacak rical-i muktediresini kurtlara parçalattırmıştır. +Yefrem’i öldürmek zaten Rusların ehass-ı amali olduğundan +bu vesile ile hem Ermenilere ve dolayısıyla Taşnaksutyun +Cem’iyeti’ne hem de aynı zamanda İranilere büyük bir +darbe vurdurmayı tasavvur ettiği delail-i akliyye ve mantıkiyye +Yefrem vaktiyle Rusya ve Kafkasya’da Rusların mezalimi +aleyhinde Ruslara karşı mukabelede bulunmuş ve müteaddid +surette Rusları ızrar eylemiştir. Bunun üzerine müddet-i +medide Ruslar tarafından haps ve tevkīf edildiği gibi bir aralık +da Sibirya’ya nefy ü teb’id edilmişti. +Memalik-i Osmaniyye’de devr-i sabıkta vukū’ bulan Ermeni +mesailinde de Yefrem kendi milletine karşı fedakarlıkta +bulunmuştur. +Yefrem Han duvarcı bir Ermeninin oğlu olup gençliğini +Kafkasya ve Türkiye’de ihtilalcilikle imrar etmiştir. Yefrem +şeklinde yazılmıştır. +ğinden bilumum İranilerce mazhar-ı hürmet ve i’tibar olmuş +ve evvelce İran’a hizmet etmiş olan Neriman Han ve Prens +Mülküm Han’dan ziyade bir sit ü avaze-i şöhret kazanmaya +muvaffak olmuştur. Müşarun-ileyhin itlafından dolayı İranileri +hüngür hüngür ağlatmıştır. +Yefrem Han’ı tezkiye için Times gazetesinin Tahran’daki +muhabir-i mahsusunun şu beyanatı kafi olup herkese +müşarun-ileyh hakkında dakīk bir fikir verebilir. +Times muhabiri diyor ki “Müddet-i hayatımda memleketlerinin +saadeti için uğraşan bir çok büyük inkılabcı ve +ketine sadık ve cesur hiçbir kimseye tesadüf etmemişidim” +Yefrem’in vefatından sonra kendisine hem-ayar olan +Keri Han yerine ta’yin olunmuştur ki bu da arkadaşı gibi +büyük bir değer ve mahiyete maliktir. +Hülasa İran işlerinde daima Rusların parmağını aramak +lazım gelince Yefrem kaziyye-i mevtinde de Rusya’nın parmağı +olduğuna bence hiç şübhe yoktur. +AFGANISTAN HÜKUMET-I İSLAMIYYESI +Hükumat-i İslamiyye içinde kendi şeref ve istiklalini +muhafaza etmekle beraber memleketinin milletinin terakkī +ve saadetini te’mine muvaffak olan yegane hükumet Afganistan’dır. +Afgan kavmi memleketlerinin ahval-i tabiiyye ve +coğrafiyyeleri noktasından cesur ve yiğit bulunurlar. Afganlıların +kalblerinde havf ve korku denilen şey yoktur. Salabet-i +diniyyeleriyle şuunat-i diniyye ve mezhebiyeye olan temessükleri +de darbü’l-mesel olmuştur. Afganistan tarihini tedkīk +ve mütalaa edenler bu kavm-i celilü’l-kadrin mezaya-yı +adidelerini hiçbir vakit inkar edemezler. Vaktiyle İran padişahı +bulunan Şah Sultan Hüseyin hazretlerinin elinden +taht u tacını alan Afganlar büyük bir şecaat ve kahramanlık +göstermişler ve en sonra İran tarihinin medar-ı iftiharı olan +Bader Şah –yahud ta’bir-i aharla Tahmasb Kulu Han– ın himemat-ı +ber-güzidesiyle Afganiler İran toprağından çıkarılıp +kendi yerlerine yurtlarına muavedet eylemişlerdir. Bu vesile +beraber Hindistan üzerine hücum etmiş ve Hind İmparatorluğu’nu +bil-cümle Hindistan hükkam ve vülatıyla kendisine +muti’ ve ferman-berdar eylemiştir. Nadir’in Hindistan’dan +aldığı emval-i ganaim o kadar çok ve giran-baha şeylerden +yordu. Nadir’in eline geçen Taht-ı Tavus –yedi çeşid cevahirle +tarsi’ edilmiş olduğu cihetle bu nam ile yad edilmiştir– +dünyanın en büyük kırmızı yakutlarından ma’dud bulunan +derya-yı nur ganaim-i mezkure içinde bulunuyordu. Mezkur +yakut-pareler çift olup ikincisi yüz sene evvel Hindistan’daki +muharebat esnasında bir İngiliz askerinin eline geçmiş ve +bilahare hüsn-i rızasıyla bir meblağ mukabilinde İngiltere +hükümdarına ihda edilmiştir. Bu iki semin ve nadirü’l-cins +taşlar el-yevm biri Tahran’da İran hazine-i şahisinde diğeri +Yine vaktiyle Afgan ümerasından Ahmed Şah kendi as­ +keriyle İran toprağına geçerek Kazvin’e kadar yürüyüp bütün +vilayat-ı İraniyeyi zapt ve istila eylemişlerdi. Fakat Afgan +ahalisini hab-ı gafletten uyandırıp kendilerine hakīkī refah +ve ni’met bahş eden hükümdar merhum Abdurrahman Han +Emareti’ni deruhde ettiği sıralarda müşarun-ileyhin kahr ve +gazabına uğramış ve Rusya’ya gitmeye mecbur olmuşidi. +Rusya ordusunda ulum-ı askeriyye ile Rus lisanını hakkıyla +tahsil eden Abdurrahman Han amcasının vefatından sonra +Kabil şehrine dört nal koşarak gelmiş ve tac-ı emareti başına +koymuştu. +Afganistan memleketiyle Afgan kavmi o günden i’tibaren +kesb-i saadet ve refah eylemeye başlamış ve her türlü niam-ı +la-tuhsa-yı ilahiye mazhar olagelmiştir. Abdurrahman +Han her şeyden evvel Afganistan’da küçük bir ordu teşkil +ve tensikine mübaderetle cesur Afganlıları meşk ve ta’lim-i +askeri ile alıştırıp müsellah ve mücehhez bir hale ifrağ eylemiştir. +Böylelikle kendisini komşuları bulunan Rusya ile +ahiren Hindistan’ı Rusya’nın hecematından muhafaza ve +sıyanet etmek üzere kendisine İngiltere hükumeti tarafından +maaş ve tahsisat bağlandığı gibi senevi bir mikdar da silah +ve malzeme-i askeriyye bahş edilmiştir. Tahsisat-ı mezkure +git gide artmış ve el-yevm senevi yedi yüz bin İngiliz lirasında +karar kılmıştır. Uykusunu rahat ve asayişini kendi milletinin +teali ve terakkīsine hasr eden emir-i müşarun-ileyh bu +kadarla iktifa etmeyerek ahiren Kabil Darü’l-emareti’nde bir +silah fabrikası celb ve te’sis ile silah i’mali için Almanya’dan +kontrato mucebince usta ve muallimler celbiyle silah i’maline +teşebbüs ederek on sekiz sene evvel günde otuz tane +tüfenk i’maline muvaffak olmuştur. +O zaman içinde Afgan ustaları Almanlardan bu hususa +dair olan san’atı ve maharetleri öğrendikten sonra Almanlara +yol verilmiş ve Afganlar kendi başlarına esliha yapmaya +başlamışlardır. +Merhum emir milletini bu noktadan müstefid ve müstağni +ettikten sonra para darbına mahsus diğer bir makine celb +ederek akçe darbına mübaşeret edip Afganistan umur-ı +lik-i Afganiyye’de tek bir ibtidai mektebi mevcud değil iken +yine Emir Abdurrahman Han merhumun gayret ve faaliyeti +sayesinde Afganistan’ın her tarafında mekatib-i ibtidaiyye +küşadıyla Afganların ta’lim ve terbiyelerine müsaraat olunmuş +ve az vakit içinde bir tabaka-i münevvere ile unsur-ı +faziletin Afganistan’da nümayan olmasına hizmet etmiştir. +Böylelikle Afganistan Emareti ve ahalisi yevmen fe-yevmen +ketlerinin şuunat-ı siyasiyye ve istiklaliyyesini muhafazaya +gayret etmeyi vazife edinip şan ve şereflerinin tezyidi esbabını +kuvvet ettiğini görünce bu millete karşı hürmeti artmış ve +onlara her türlü yardım ve muavenette bulunmaktan çekinmemiştir. +Bir aralık İngiliz kraliçesi bulunan müteveffa Viktorya +Afgan emirini beray-ı seyahat ve tenezzüh Londra’ya +da’vet etmesi üzerine her ne esbaba mebni ise Abdurrahman +Han beyan-ı ma’zeret edip kendi küçük oğlu Nasrullah +Han’ı bil-vekale İngiltere’ye göndermiştir. +distan hududundan istikbal edip hususi bir trenle Bombay +limanına isal ve orada bir İngiliz harp gemisine bil-irkab +Londra’ya göndermişlerdir. +Nasrullah Han maiyetiyle beraber İngiltere’ye muvasalat +ettikten sonra Kraliçe tarafından ihtiramat-ı mu’tade ile +kabul olunup hakkında emsalsiz bir surette bezl-i atıfet ve +eğlence yerlerini görmeye yeltenmeyerek ancak İngiliz daru’s-sınaalarıyla +müessesat-ı ilmiyye ve fenniyyesini ziyaret +eyleyerek iktisab-ı feyz ve behre ettikten sonra Afganistan’a +aynı merasim-i mahsusa ile muavedet etmiştir. +Han’a hitaben: “İngiliz nişanlarından hangisini ister isen +derhal verilmesini emrederim” demesi üzerine genç prens: +“Biz duacılara en ziyade elzem olan şey silah ve paradır +ancak bununla Hindistan’ı her türlü düşman taarruzundan +muhafaza ve sıyanet edebiliriz” cevabını vermiş ve kraliçe +dahi kendilerine verilen tahsisatın tezyid edeceğini vaad ve +Abdurrahman Han hazretleriyle İngiltere hükumeti beyninde +meveddet ve vifak daimi surette cari olmuş ve fakat +bir aralık Kabil’deki İngiliz sefirinin huşuneti üzerine tehavvüle +uğramış ve akībinde sefirin Kabil’den ihracıyla İngilizlere +karşı i’lan-ı harb olunmuştur. Beş altı hafta kadar devam +eden mudarebat ve musademat neticesinde maddi ve +ma’nevi hasarata duçar olarak kendi hadlerini tanıyıp emir +Abdurrahman Han Avrupa medeniyeti namına kendi +memleketi dahilinde yalnız Avrupa sanayi’ ve hırfetlerini +neşr ve ta’mim edip sair Avrupa’nın örf ve adatına asla takarrub +etmemiştir. Hatta Avrupa seyyahlarıyla İngiliz misyonerlerini +kırk günden ziyade Afganistan’da ikamet etmeye +müsaade etmediğini İngilizler bizzat i’tiraf ve şikayet etmişler +lememiştir. +Şurada ufak ve tuhaf bir hikayeyi istıtrad kabilinden nakl +etmeyi ve Afganistan emir-i sabıkı merhum Abdurrahman +hakkında bir fikr-i mahsus vermeyi vecibeden addediyorum. +tasaddi etmişler ise de muvaffak olamamışlardır. Bunun +üzerine hile ve desiseye müracaat etmeye karar vererek bir +gün emire misyonerler tarafından Kabil Darü’l-emaresi’nde +yeni ali bir mektebin açılacağını ve bu mektepte Afgan +çocuklarının leyli ve nehari olarak meccanen kayd ve kabul +edileceklerini ve bu sayede Afganistan nesl-i atisinin tahsil-i +umumisi yazıp göndermiş ve emirin müsaadesini istihsale +müsaraat eylemeye çalışmıştır. Emir Abdurrahman Han +cevaben valiye azim teşekkürler ederek bu hususdaki hüsn-i +niyyet ve teveccühünden emin olduğunu ve fakat Afganistan +ahalisinin asabiyet-i diniyye ve gılzat-ı ahlakıyyelerinden +bahsederek misyonerlerin Kabil’e gelmelerinin münasib olmadığını +beyan etmiş ve ancak bu fikrin kuvveden fiile çıkarılmasına +kendisi bizzat emaret namına teşebbüs etmeye +amade ve müheyya olduğunu ve bu ümniyenin husulü için +tahsisi lazım gelen mebaliğin doğrudan doğruya kendisine +gönderilmesi lüzumunu dermiyan eylemesi üzerine İngilizlerce +emirin aldanacak bir zat olmadığı fikri hasıl olarak bir +daha bu gibi latifelerden sarf-ı nazar etmeye karar vermişlerdir. +rem kari’lere bu memleket hakkında ma’lumat-ı mufassala +vereceğimi vaad ederim. + +---- +MEKATIB +---- + +GÖRÜNÜŞÜ +Daily Telegraph Acentesi uzun makalelerle Avrupa’nın +hal-i hazır seyasisini İngiliz imbiğinden geçerek taktir edip +Avrupa’nın mevkii şu son günlerde daha ziyade fenalaştığını +kadar mucib-i endişe bir vak’a ise de Avrupa’nın mevkiini +tezelzüle uğratacak hassaya malik değildir. Belki bu zelzelenin +kökü Rusların iki taraflı kullandıkları politikanın altında +aranmalıdır. Ruslar bir tarafdan İtalya’yı İttifak-ı Müselles’den +ayırmak diğer tarafdan Çanakkale Boğazı’nın Rus +harp gemilerine küşade edilmesi ile Şimali Anadolu’da daire-i +nüfuzlarını tevsi’ etmek arzusundadırlar. İtalya’yı İttifak-ı +Müselles’den ayırmak arzusu doğrudan doğruya Almanya +aleyhinde olduğu gibi Çanakkale Boğazı’ndan harp gemilerini +serbestçe imrar edebilmeleri de yalnız Almanya’nın +muavenat-i siyasiyye ve fiiliyyesiyle kabildir. Binaenaleyh +Rusların siyasetlerini pek beceriksiz surette yürütmüş olmaları +bilumum karışıklıkların ve yekdiğere adem-i i’timad ile +mucib-i vesvese hallerin ikaına sebeb olmuştur. +Maamafih Rusların muharebe-i hazırada İtalya menfaatini +tenibane ve mütereddidane hareketi Rusların Petersburg +Fransız sefirine karşı adem-i hoşnudilerini ibraz eylemelerini +tevlid eylemiştir. +Almanlar Anadolu’da Suriye’de ve Ceziretü’l-arab’daki +mevki’ ve vaz’iyyetlerini tertib ve tanzim etmek zamanının +takarrub ettiğini tefekkür ile Osmanlıların arkasından +Rus­ +larla birleşmek emeli geçen sene her nasılsa duçar-ı if­ +şaat olarak hükümden sakıt olmuş idiyse de Almanların +Babıali’ye karşı takınmış olduğu Osmanlı dostluğu maskesi +artık o zamandan beri yırtılmış idi. Baron von Marshall’ın +meslek takınmak ve artık Babıali’ye riayeti ber-taraf ederek +kurmuş oldukları proğramlarını mevki’-i icraya vaz’ eylemek +Almanlar ile Rusların Dersaadet sefirlerini geri çağırmaları +yekdiğeriyle hem-fikir ve hem-menfaat olduklarını irae +etmez mi? +Yine bu iki devlet iktisadi nokta-i nazarından Memalik-i +Osmaniyye’nin beynlerinde taksim olunması için İngilizlerin +dahi muvafakatini istihsal edebilmek arzusuyla Çanakkale +Boğazı’nın lüzumsuz ve neticesiz yere topa tutulmasını ve +binaenaleyh seddine Osmanlıları mecbur bırakarak bu sebeble +çevirmek fikrine istinaden yapılmış olduğunu göstermez mi? +Bundan maada Berlin’de Sefir Goschen’in aleyhine icra +olunan tahrikat sefir-i müşarun-ileyhin geriye çağırılması +Alman ricali tarafından arzu olunduğunu ima etmez mi? +Aynı zamanda Rusların Petersburg Fransız sefiri aleyhine +edilen protesto ile ehemmiyetini izdiyad fikrimize takviyet +vermez mi? +hazır-ı siyasiden Avrupa üzerinde kesif bulut kütlelerinin cevelan +etmekte olduğu anlaşılıyor. Hava ister bulutlu ister +açık olsun. Her fırtınaya ve her boraya mukavemet edebilmekliğimiz +sırın ittihadıyla bir kitle haline girmekliğimiz lazımdır. +Burada mektep çocuklarının kitaplarındaki ufacık bir +hikayeyi hatırlatmak ister; halet-i nez’de bulunan ihtiyar bir +adam vefatının takarrub ettiğini anlayınca tabiat ve fikirce +yekdiğerinin zıddı olan üç oğlunu yatağı başına çağırarak +yekdiğerine merbut üç değnek parçasını kırmalarını emreder. +Her ne kadar üçü de olanca kuvvetlerini sarf ederler ise +de bir türlü kırmaya muvaffak olamazlar. Ba’dehu ihtiyar +peder o üç değneği yekdiğerine rabt eden bağları çözerek +bu defa da her birisine birer değnek vererek kırmalarını emreder. +Oğullarının her biri kemal-i suhuletle verilen değnekleri +kırarlar. Bunu gören peder oğullarına: “Görüyorsunuz ki +halet-i nez’de bulunuyor ve çok geçmeden vefat edeceğim. +Bunun için hayatımda nasıl birlikte imrar-ı hayat ve sa’y ü +gayrette devam ediyorsanız vefatımdan sonra da ayrılmayıp +şu merbut üç değnek gibi yekdiğerinize merbut kalınız ki sizi +perişan ve berbad etmeye hiçbir kuvvet muktedir olamasın. +Şayed yekdiğerinizden ayrılır müteferrik surette hareket +edecek olur iseniz hemen her zaif bile sizi birden bire mahv +ü perişan edebilir…” diye mükemmel bir vasiyette bulunur. +Bunun için her nerede ve hangi bir şey üzerine olur ise olsun +ettiği gibi hiçbir şey de böyle bir kitleye karşı bir mazarrat +AMERIKA’DA MÜSLÜMAN DÜŞMANLARI +Şimali Amerika’da San Fransisko şehrinden Üsküdarlı +Ali Enver Efendi Manastır’da münteşir Neyyir-i Hakīkat gazetesine +yazıyor: +Amerika’dayım İslamiyet’in feyzlerini buradan daha iyi +görüyorum. Senelerden beri Avrupa’da Amerika’da dolaşıyorum. +Fakat ittihad-ı İslam menfaatlerini buralardan daha +fikirler anlatıyor ki ittihad-ı İslam pek muvafık ve müsaiddir. +Osmanlı-İtalya muharebesi başladı. Bu İslamiyet’e Osmanlılığa +hücum için mükemmel bir silah bir fırsat! Osmanlılık +“William Randolph Hearst” isminde garazkar bir milyoner +var. Bu herifin New York’da Chicago’da Boston Philadelphia +San Francisco Los Angeles’de Examiner isminde +daha bir çok şehirlerde bir çok gazeteleri var. İşte bizim için +en fena yazan bu adamdır. Diyor ki: “İtalyanlar Trablus’a +Hıristiyanlık medeniyet götürüyorlar İtalyanlar Kudüs-i +Şerif’i de alıp Papa’ya hediye edecekler. Osmanlıları Avrupa +haritasından değil alem-i medeniyyetten silecekler.” Bu +gazete hem tavsiye eyliyor ki: Medeni Amerikalılar siyahlara +nasıl muamele ediyorsa mahv edilecek Osmanlılara da o +yolda muamele lazım gelir. Amerika’da siyahlar insan değildir. +Onlar için kanun ayrıdır. Bir beyaz kadın ile bir siyah +erkek evlenemez. Eğer bir evlenmek vaki’ olur ise o siyah +erkek cayır cayır yakıldığı vaki’dir. +Ben isterim ki böyle müslüman düşmanı gazetelerin +neşriyatı tercüme edilerek Türkçe Arapça velhasıl bütün +şı adaveti kat kat ziyadeleşsin! Hiç mutaassıb olmayan ve +Avrupa Amerika’nın enva’-ı hayatında sürünmüş olan ben +kendime nefsime bakmayarak işte böyle istiyorum. Ve her +zaman böyle isteyeceğim. +New York’ta Chicago’da İtalyanlar William Randolph +Hearst’in şerefine ziyafetler verdiler. Bu ziyafetlerde +mezkur şehrin mayorları belediye reisleri med’uv idi. Daha +pek çok resmi adamlar vardı. Osmanlılık İslamlık aleyhine +nutuklar irad olundu. Asıldı kesildi biçildi. Ama hep lafla +alkışlar Amerika semalarını doldurdu. +Panama’ya hala hiçbir Osmanlı bırakmıyorlar sürüyorlar. +Yalnız Panama’da de��il Jamaika’da da böyle!.. Bunu +bütün Amerika cihanı biliyor. +Bizim memleketimizde Amerikalılar en büyük müsaadelere +mazhar olsunlar kollarını bizden ziyade sallaya sallaya +gezsinler de biz Amerika’da makhur zelil yaşayalım; koğulalım +artık bunlara tahammül kalmadı. + +---- +MATBUAT +---- + +“AVRUPALILAŞMAK?” +mak” lüzumunu ileri sürüyor. Hatta Cuma günkü başmakalesini +bu mes’eleye tahsis etmişidi. Makaleyi okuyanlar görmüşlerdir +ki bizim için yegane çare-i selamet varsa yoksa +“Avrupalılaşmak” imiş. Pekala; ancak şimdiye kadar meydana +atılan vesaya gibi bu tavsiye de gayet umumi gayet +mübhemdir. Zaten ictimai siyasi iktisadi mütalaalarıyla +halkı irşad etmek memleketi kurtarmak da’vasında bulunan +zevatın bizce en büyük kusuru böyle umumiyatçılıktır. +Müstahsillerin mikdarını çoğaltalım köprüler yapalım kanallar +açalım halkın seviye-i irfanını yükseltelim yalnızlık +politikasından vazgeçelim.. gibi umumi sözler birer tedbir +gibi meydana atılır; lakin o müstahsillerin kemmiyeti nasıl +çoğalır? Kanallar nereden ne ile açılır? Halkın seviye-i irfanı +hangi tarik ile daha çabuk daha emin bir surette yükselir? +yukarıki umumiyat zümresindendir. Avrupalılaşmak ne demektir? +Bu gayete vusul için nereden başlayacağız; hangi +yoldan gideceğiz? Mevcuddan neleri bırakacağız yeniden +neleri alacağız? Bunlar etrafıyla hem de açıkça anlatılmalıdır +ki yegane medar-ı necatımız olmak üzere önümüze sürülen +bu vasıtaya tevessül bizim için ne dereceye kadar kabildir +öğrenelim de ona göre davranalım. Şayed alacağımız +şimdiden vaad ederiz. +Tarih tekerrürdür diyen adam her kim ise pek acı fakat +hiç şaşmaz bir hakīkate tercüman olmuş. Beş asır evvel +Fatih Sultan Mehmed’in ordusu İstanbul’u kuşattığı zaman +şehrin içindekiler ne halde bulunmuşsa bugün de memleketin +şimdiki sekenesi aynı halde bulunuyor! Haydi diyelim +ki avam yanıbaşındaki tehlikeyi göremeyecek kadar gafil +bulunsun; ya milletin havassından üdebasından hükemasından +geçinmek isteyenlere de ne oldu ki düşünecek başka +derd kalmamış gibi müslüman hanımlarının kıyafetiyle +tarz-ı maişetiyle meşgūl oluyorlar? Müslümanlardaki aile +hayatını değiştirmek herkesin harim-i beytini herkese açık +bulundurmak erkeklerin sefahetine sefaletine zavallı kadınları +da teşrik eylemek gibi arzuların tahakkuk edeceği zamanı +mümkün olduğu kadar çabuk getirmek istiyorlar? Bize +kalırsa o devri biran evvel getirmek için çalışmaya hiç lüzum +yok. Zira bu gidişle o kendi kendine hem pek yakın bir zamanda +gelecektir. Meğer ki Allah bu ümmete hiç olmazsa en +basit hakīkatleri görebilecek kadar basiret vere! +ŞUUN +Cava Hüccacı – Cidde’den gazetemize yazılıyor: Bin +üç yüz otuz hacının ilk kafile-i şeref-averini teşkil eyleyen +altmış altı Cava hüccac-ı muhteremi İngiliz bandıralı Proz +namındaki vapurla Nisan sene tarihinde kemal-i afiyetle +Cidde’ye muvasalat eylediler muazzez Cavalı kardeşlerimiz +birkaç güne kadar Mekke-i Mükerreme’ye hareket +edeceklerdir. +Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının iş’arı üzerine +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Telgraf Ajansı’na tebliğ +olunmuştur: +Tunus kurbundaki Suva nam mahalde bulunan +düşman Mayıs tarihinde beş tabur piyade iki cebel +topuyla iki mitralyözden mürekkeb bir kuvvetle cenubda +memlahalar arasındaki Beni Eytam geçidi istikametinde taarruz +etmiş ise de geçit pişgahında bir buçuk saat kadar devam +eden şiddetli bir muharebeden sonra bir hayli cephane kazma +kürek ve portatif çadır ve şapkalar bırakarak firar suretinde +ric’ate mecbur edilmiş ve kendi istihkamatına kadar ta’kīb +olunmuştur. Sekiz şehid yirmi kadar mecruhumuz vardır. +– Bu sabah Furuva’da bulunan düşman şark +bölük mitralyözden mürekkeb bir müfreze ile huruc hareketi +askerimizle muharebeye tutuşmuş ve beş buçuk saat kadar +devam eden muharebeden sonra ric’at ile istihkamata kadar +ta’kīb olunarak telefat-ı külliyyeye duçar edilmiştir. Zayiatımız +üç şehid ile altı mecruhdan ibarettir. +– Nisan’ın dokuzuncu gecesi düşmanın garb +dan istihkamat etrafına yerleştirilen lağım bombalarından +adedi mahallerinden çıkarılarak telleriyle beraber ordugaha +getirilmiştir. +– Bugün bir piyade taburu ve bir süvari alayıyla +üç sahra bataryasından ve bir mikdar Eritre askerinden mürekkeb +bir düşman müfrezesi dört cihetten huruca cesaret +eylediğinden devriyelerimiz tarafından mukabelesine mübaderetle +üç saat kadar devam eden ateş muharebesinden +sonra düşman telefat-ı külliyyeye duçar olarak firar etmiş ve +yoktur. +– Bugün Debab önüne gelen bir İtalyan harp +sefinesi mevki’-i mezkuru bombardıman etmiştir. Mitralyözlerle +mücehhez iki çatana sahile tekarrüble asker üzerine +ateş etmiş ise de gördüğü mukabele üzerine oradan tebaüd +etmiştir. Buradaki sevahilin abluka haricinde olmasına rağmen +erzak yüklü bir senbuk düşman tarafından batırılmıştır. +Nüfusca zayiatımız yoktur. +– İzmir vilayetinden +Dahiliye Nezareti’ne varid olan telgrafnamede İstanköy ve +Sömbeki adalarının İtalyanlar tarafından taht-ı işgale alındığı +bildirilmiştir. Mezkur adalarda kuvve-i müdafaa mevcud +olmadığından İtalyanlar duçar-ı mukavemet olmamışlardır +ve me’murin-i mahalliyyeyi esir eylemişlerdir. +– el-Müeyyed gazetesine ihbar olunduğuna +nazaran meydan-ı harbde bulunan mücahidin-i Osmaniyye +düşman üzerine na-gehani hücum etmeyi tasavvur ve +tasmim ediyorlar. Mücahidin İtalyanları kamilen tenkil ve +memleketi vücudlarından tathir etmeye karar verdikleri gibi +bu muharebeden dönmeyeceklerine ya gazi ya şehid olup +avdet edeceklerine müştereken ahd ü kasem etmişlerdir. +– İki yüz kadar yerli Bingazi’den firar ve +Osmanlı ordugahına iltica ve iltihak etmiştir. Bu biçareler açlıktan +son derece bizar bir halde bulunmaktadırlar. İçlerinde +bir çok kadın ve çocuk dahi bulunmaktadır. Kumandan Aziz +Bey bunları kemal-i lutf u insaniyetle kabul edip kendilerine +birkaç koyun kesilmesini emretmiş ve bu vesile ile Padişah’a +hayır dualar celbine muvaffakiyet elvermiştir. +el-Alem gazetesinde +okunduğuna göre Robanito Kumpanyası’na mensub +bir İtalya vapuru yedi yüz Eritre askerini hamil bulunduğu +halde İskenderiye’ye muvasalat etmiştir. Bunların çoğu elsiz +kolsuz ayaksız mecruh ve ma’lul ve muattal bir vücuda +maliktirler. Asakir-i mezkure Bahr-i Ahmer’deki Eritre müstemlekesine +–kendi vatanlarına– isal edileceklerdir. Vapurun +dan diğer bir vapurun da mecruhin ve ma’lulini hamilen +Trablus’dan çıkmak üzere bulunduğu anlaşılmıştır. İtalya yalancıları +bunları emval-i hasise-i dünyeviyye ile ıtma’ edip +Trablus’a götürmüşlerdi. Fakat ahiren bunların Trablus’da +bir şey yapamadıklarını görünce tekrar memleketlerine sevk +etmeye başlamıştır. Çe faide ki zavallılar mükemmel a’zalı +olarak Trablus’a gittikten sonra şimdi yarım ve çarpık a’zalı +dönüyorlar. +– Urla Tapu Kitabeti’nde +hırsızlık edip mahkum olan ve şimdi Rodos’da İtalyanlara +casusluk eden “Altındiş” namındaki Aksaraylı İsmail +Hakkı mel’unu asker elbisesi giyip zabit şapkasıyla İtalya kumandanının +maiyyetinde ester-süvar harbe iştirak etmiştir. +– İtalyanlar Rodos’da ma’sumu +– Rodos’da bulunan +lunan bir Osmanlı askeri İtalyanlardan seksen nefer ve bir +zabit vurup fişengi kalmayınca süngü ile düşman üzerine +yürümüş ve o esnada şehid düşmüştür. Mezkur İtalyan zabiti +de bu “Osmanlı askerini görenler hayrette kaldı” diyor. +– el-Liva gazetesi Tunus’da münteşir +el-Hakīka gazetesinden naklen atideki fıkrayı derc etmiştir: +Meşayih-i Arap ile Enver Bey beyninde bir meclis-i meşveret +teşkil edilip mukarrerat-ı atiyyenin ittihazına karar verilmiş +ve bu babda bir ahidname kaleme alınmıştır: On beş +yaşından yetmiş yaşına kadar olan Bingazi ve Trablus urbanı +ahd ü peyman ediyorlar – Muharebeye güçleri olmayan +pek genç ve ihtiyar kimseler mücahidine aid olan erzak ve +malzemenin muhafazasıyla mükelleftirler – Mücahidler +meydan-ı muharebeye kendi silah erzak ve mevaşileriyle +gitmeyi taahhüd ederler – Her on mücahidin yemeğini +yatağını hazırlamak için bir hizmetçi istihdam edilecektir – +Kabail-i müctemia hükumet tarafından tahsis olunan mahalde +çadır kurup zabitlerin evamirine itaat ve harekatına +hidler hiçbir harekette bulunmayacaklardır. Buna muhalefet +edenler ise mücahidin miyanından men’ ve tard edilecektir +– Meydan-ı muharebeye en yakın bulunan kabail tarafından +mücahidinin ahmal ve eskali sevk ve nakl edilecektir +– hükumet-i Osmaniyye Roma Bankası’ndan zabt ve +müsadere eylediği emvali icab-ı halinde mücahidine tevzi’ +edecektir. +Bu ahidname on dört maddeden ibarettir ki diğer yedi +maddesi pek hafi olduğu için derc edilememiştir. Ahidnamenin +tahrir ve temhirinden sonra bütün kabail-i urban namus +din ve şerefleri üzerine yemin etmişlerdir. +– İtalya’nın pek çok şehrinde ihtilal +zuhur etmektedir. İşsiz ameleler isyan edeceklerinden bahisle +tehdidatta bulunmaktadırlar. Cenubi İtalya’nın pek çok +yerinde kaht u gala icra-yı hüküm etmektedir. Anarşistler +bir isyan icrası için Sosyalistler ile i’tilaf etmekte olup eğer +– Trablus’da telef olan asakirin aileleri +namına derc edilen ianat mikdarı milyon franga baliğ +olmaktadır. Tayyare filosu için iki milyon Türkiye’den teb’id +olunan İtalyanlar için de bin frank iane toplanmıştır. +– Sosyalist +bir İtalyan nefer katil Kral’ın emriyle bu kadar kanlar dökülmekte +olduğundan bahisle teessüfler etmekte olduğunu +alenen söylemekten çekinmemiştir. +– İngiltere Başvekili Mister Asquith ile +Bahriye Nazırı Lord Churchill Malta’ya azimet ederek İngiltere’nin +Mısır me’mur-ı siyasisi Lord Kitchener ile cezire-i +mezkurede ictima’ etmişlerdir. Alınan ma’lumat-ı mevsukaya +nazaran İngiltere hükumeti Bahr-i Sefid muvazenesine +dair bu kere bir proje tanzim etmiştir ki bu ictima’ mezkur +projenin ne suretle tatbik edileceğinin ta’yinine ma’tuftur. +Mezkur projede Mısır’daki İngiliz askerinin tezyid-i mikdarı +rık’dan maada Malta ceziresinin donanma için bir ikinci +merkez ittihaz edilmesi ve bu kabil hususatın dahil olduğu +ayrıca istihbar olunmuştur. +– Girit’de münteşir İstikbal gazetesinde +okunduğuna göre Girit’in Hanya şehrinde “Fodors +– Rabıta-i Milliyye” namıyla bir cem’iyet-i hususiyye-i Hıristiyaniyye +vardır. Hatt-ı hareketi tarihde ma’ruf Ehl-i Salib +cem’iyet-i İseviyye’sinin hatt-ı hareketine mutabıktır. Efradı +daima nişan ta’limiyle iştigal ediyor. Bu cem’iyyet efradı +geçen Pazar günü Hanya şehri haricindeki Trokor köyüne +giderek nişan ta’limleri icra etmiş ba’dehu müctemian ve +müsellahan şehre dönmüştür. +Girit’i karıştıran bu cem’iyettir. Bu cem’iyetin esliha-i harbiyye +ve Ehl-i Salib iş’arıyla lebaleb dolu bir daire-i mahsusası +da vardır. Bu cem’iyette bir çok etibba ve ekabir vardır. +Eğer Yunanistan Osmanlılar ile muharebe eder ve Memalik-i +Osmaniyye’nin mukasemesine başlanırsa bu cem’iyet +efradı harbin birinci hattında bulunacaklarmış! +Fas’da ihtilal Fransızların +asıp kesmelerine i’damlarına rağmen el’an devam +ediyor. Şu son günlerde altmış kişiyi Fransızlar i’dam ettikleri +halde cesur Faslılar üzerine bir gune te’sir bahş etmemiştir. +Mutaassıb ve dindar ahali vatanına milletine hain olan +Mulay Hafiz yerine şürefadan bir zatın emarete intihabına +teşebbüs etmişlerdir. Fas kabaili Fransızların memleketlerini +yurtlarını zabt ve tasarruf etmeye muvafakat etmek istemiyorlar. +Fransızlar ise ahaliden zabt ettikleri emlakı iade +etmedikleri gibi bu babdaki şikayatı dinlememek için de karar +vermişlerdir. Bu politika ile asıl Faslılar Fransızlara ısanamayacakları +aşikardır. Enva’-ı mezalim Fransızlar tarafından +nazarında min külli’l-vücuh isbat etmektedirler. +– Afitab gazetesinin beyanına +nazaran Salarüddevle’nin en muktedir erkan-ı askeriyyesinden +esir edilerek İran Hükumeti asakiri +tarafından i’dam olunmuştur. +– Keri namında bir Ermeni Efrem +Han’ın yerine ta’yin olunmuştur. Bu zat Salarüddevle asakirini +duçar-ı hezimet etmiştir. +– Times ’in beyanına +göre İran’ın ihtiyacat-ı hazırasına sarf olunmak üzere sabıkı +vechile İngiltere-Rusya tarafından bir mikdar paranın avans +olarak i’tası takarrur etmiştir. Hal-i hazırda İngiltere kendi +hissesine düşen mikdarı bizzat verecek ise de Rusya’nınki +böyle değildir. Rusya’nın hissesini Fransa ve Hollanda bankaları +tesviye edeceklerdir. Bu vesile ile Fransa’nın İran’daki +menafi’-i iktisadiyyesi de bir dereceye kadar te’min edilmiş +olacaktır. İhtimal atideki ikrazatta Fransa’ya da bir sehm terettüb +eder. Şimdiki avansın mikdarı yüz bin liradan ibarettir. +– Naibü’s-saltana Avrupa’ya +seyahatini üç hafta te’hir etmiştir. +– Bağdad’da münteşir +er-Riyaz gazetesinde okunduğuna göre iki İngiliz harp gemisi +Kuveyt’e muvasalat etmiş ve içinde bulunan İngiliz askerinden +yüz yirmi nefer müsellah oldukları halde üç kayıkla +karaya çıkmışlardır. Asakir-i mezkurenin başında kumandanları +bulunuyordu. Bu askerler sahilde bulunan Kuveyt +şeyhi tarafından beray-ı istikbal gönderilen eşhas tarafından +mazhar-ı ihtiram olmuşlardır. Asakir-i mezkurenin önünde +bulunan muzıka bandosu tarafından İngiliz marşları çalınmış +ve bu minval ile şeyhin kasrına gidilmiştir. Şeyh İngilizleri +hüsn-i kabul ve ikram ettikten sonra askerin kumandanı +ayağa kalkarak İngiltere hükumetinin medayihini yad ile +tebaa-perver olduğu beyan eyledikten sonra hamil olduğu +Hind yıldızı nişanının kumandora rütbesini geçen sene Muhammere +Hakimi Haral Han’a yapıldığı gibi Şeyh Mübarek’in +göğsüne takmıştır. Bunun üzerine İngiliz harp gemilerinden +kırk bir pare top endaht edilmiş ve şeyh topçuları +tarafından da mukabeleten o kadar top endaht olunmuştur. +– el-Müeyyed +gazetesinde okunduğuna nazaran Edinburg Darülfünunu’na +misyonerlerin tevhid-i a’mal ve vezaif eylemelerine +dair Profesör Schlather tarafından mufassal bir takrir takdim +olunmuştur. İngiltere’de intişar eden Alem-i İslam mecmuası +bu takrirlerin suretini neşretmiştir. Buradan anlaşıldığına +göre misyonerlerin Çin’de Hind’de Japonya’da Afrika’da +ve Madagaskar ve sair havali-i cihanda bulunan cem’iyetlerine +aid raporlar Hıristiyanlığı neşr ü ta’mim hususunda bu +son senelerde son derece muvaffakiyet görüldüğünü natık +sunda memalik-i İslamiyye’de dahi misyonerlere mümanaat +edilmekte imiş! Profesörün nokta-i nazarına bakılırsa bütün +misyonerler cem’iyyatının tevhid-i meslek ve mesai eylemeleri +lazım imiş. Böylelikle daha vasi’ bir surette vezaif-i mevdualarına +devam edebileceklermiş!. +– Kabil’de münteşir Siracü’l-ahbar +gazetesinde okunmuştur: Afganistan Emiri Habibullah +Han hazretleri huzurunda geçen Rebiüssani ayının beşinci +gününde Afgan asakir-i muntazaması tarafından bir resm-i +geçit icra edilmiştir. Afgan ordusunun mükemmeliyetiyle intizamı +huzzarın mazhar-ı takdiri olmuştur. Resm-i geçidi müteakib +emir hazretleri orduya hitaben Farisiyyü’l-ibare bir +nutuk irad ederek cümlesinden beyan-ı memnuniyyet etmiş +ve demiştir ki: “Afgan hükumetiyle milletinin şan ve şerefiyle +mukadderat-ı atiyyesi sizin gibi cesur ve bahadırların +süngülerinin ucuna bağlıdır. Bit-tabi’ vezaif-i askeriyyenize +gönül bağlayıp kendi istiklal ve haysiyetinizi alem nazarında +muhafaza etmeye gayret ederseniz.” +Nutuktan sonra emir hazretleri ümera ve zabitanını +kendi bulunduğu çadıra da’vetle birer birer taltif etmiş ve o +esnadaki muhavereler pek teklifsizce cereyan etmiştir. Emir +hazretlerinin nevaziş ve muamelatından bütün Afganistan +ordusu son derece müteşekkir ve minnetdar kalmışlardır. +Askerler emir hazretlerini muhterem ve sevgili peder +ünvanıyla yad ediyorlar. +– Afganistan’ın Kafiristan eyaletindeki +Musevilerin çoğu şeref-i İslam ile teşerrüf edip nur-ı +hidayeti iktibasa muvaffak olmuşlardır. +Emir hazretleri tarafından bunların çocuklarına – çocuğa– +bir bab mektep küşad etmiş ve bugünlerde bizzat imtihanlarında +çocukları birer birer taltif buyurmuşlardır. +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE +TARIHI ’NIN HATALARI +Müellifin gözettiği yegane maksad zihinlere şunu yerleştirmektir +ki: Ümmet-i Arabiyye halis Arap kaldığı müddetçe +zulüm katı yüreklilik kan dökmek gibi her nevi’ fenalığı nefsinde +cem’ etmiştir. Şu kadar var ki müellif bunu açıktan açığa +söyleyemediğinden hile tarikine sapmış telkīn edeceği +fikri dışı yaldızlı cümleler altında saklamıştır. İşte asr-ı İslam’ı +üç devre taksim ile Hulefa-yı Raşidin’in siyasetini takdir etmesi +bu cümledendir. Ancak bu siyaseti medh ile beraber +sonunda diyor ki: +“Maamafih Hulefa-yı Raşidin’in siyaseti hey’et-i umumiyyesi +kün icabatına muvafık değildi. Bu siyaset olsa olsa bir hilafet-i +diniyyedir ki tedviri bir asırda ictimaı nadiren görülen +ricalin vücuduna mütevakkıfdır. Ulum-ı ictimaiyye erbabı +o devr-i fevkaladenin haricindeki zamanlar için bu siyaseti +diniyyenin bir idare-i siyasiyyeye inkılabı zaruri idi.” +Müellif Hulefa-yı Raşidin tarafından tutulan siyasetin +başkaları için numune-i imtisal olamayacağını bunun bir +basiler devrine gelince bunu medh ediyor. Lakin bu medih +Devlet-i Abbasiyye’nin Devlet-i Arabiyye olması i’tibarıyla +değil belki maddesi tarzı nizamı nokta-i nazarından bir +hükumet-i Farisiyye olduğundandır. Nitekim kendisi de +bunu tasrih ediyor: +“Her ne kadar Abbasiler [Arab] devri dahilinde ise de +yine biz bu asra bir asr-ı Farisi dedik. Zira Devlet-i Abbasiyye +halifeleri lisanı diyaneti i’tibarıyla bir devlet-i Arabiyye ise +de siyaseti idaresi haysiyetiyle bir hükumet-i Farisiyye’dir. +Çünkü bu hükumete muin olanlar şevketini te’yid edenler +Acemlerdi. Bundan başka idaresine intizam verenler +şuununu tedvir eyleyenler yine onlardı. Vüzerası ümerası +katipleri hacibleri hep Acemlerden idi” +Müellif eserinin birkaç yerinde halis bir devlet-i Arabiyye’nin +ancak Devlet-i Emeviyye olduğunu söylemiştir: +“Sözün hülasası Devlet-i Emeviyye bir devlet-i Arabiyye’dir.” +“Araplar Emeviye zamanında bedevilikleriyle +kabalıklarıyla kalmışlardı. Halifeler evladlarını +lisanı iyi öğrenmek bedavet adatını tahsil etmek için badiyeye +gönderirlerdi.” +Müellif artık Hulefa-yı Raşidin’in hilafeti kanun-ı tabiata +muvafık olmadığını Devlet-i Abbasiyye bir devlet-i Farisiyye +olup Arabiyetini muhafaza eden hükumetin ancak Devlet-i +Emeviyye’den ibaret bulunduğunu isbat ettikten sonra +müstakil ünvanlar altında Emevilerin fenalıklarını saymaya +başlıyor ki bir kısmı şunlardır: Dini ehl-i dini istihfaf; Kur’anı +Haremeyni tahkīr; gadr şiddet; çocukları öldürmek; ilh. +Hem bu ünvanların altına sıkıştırdığı sözlerde iftirayı yalanı +tahrifi hadd-i ma’rufu geçecek dereceye vardırıyor. Şimdi +bunlardan bir nebze bahs edeceğiz. +* * * +Müellif bu ünvan altında diyor ki: +Abdülmelik’e gelince o şer’a muhalif bile olsa yine şiddet +tegallüb tarafdarı idi. Zaten hilafete geldiği zamandan +ederler ki: +Kendisine halifeliğini tebşir ettiği zaman Mushaf okumakta +“Seninle son musahabetimizdir – yahud– işte bir daha görüşmemek +üzere ayrılıyoruz” demiş. Artık iş böyle olduktan +sonra Haccac’ın Ka’be’yi mancınığa tutmak. İbni Zübeyr’i +öldürerek başını Ka’be içinde kendi eliyle kesmek +gibi harekatını hoş görmesi elbette istib’ad olunamaz. İşte +bu vak’ada kıtal üç gün devam etti. Beyt-i İlahi tanıdıkları +Ka’be’yi yıktılar; taşlarıyla astarı arasında ateş yaktılar” +Vak’ayı mücmelen hikaye edelim: İbni Zübeyr hilafet +da’vasıyla meydana çıkarak Haremeyn’i Irak’ı zapt etti. +Şam’ı almasına da az bir şey kaldı. Bir taraftan nüfuzu günden +güne ilerliyordu. Karşısında da Emeviler var idi ki bunlar +Şam’ı merkez ittihaz etmişlerdi. Abdülmelik hilafete gelince +Haccac’ı İbni Zübeyr’e gönderdi. İbni Zübeyr’in Mekke’ye +Mancınığı da İbni Zübeyr’in yaptırmış olduğu ilaveye doğru +çevirdi. Nitekim tafsili aşağıda görülecektir.” Tarihe az çok +vukūfu olanlar bilirler ki Haccac İbni Zübeyr’i öldürmek istiyordu. +mancınığı oraya çevirmekte muztar kaldı. Bununla beraber +doğrudan doğruya Ka’be’ye atmaktan sakınarak İbni Zübeyr’in +yaptırmış olduğu ilaveyi hedef ittihaz etti. Bakınız +müellif hikayeyi nasıl değiştiriyor da Kur’an’ı Haremeyn’i +tahkīr ünvanı altında bir bab açıyor; sonra; Abdülmelik +diye Kur’an’ı elinden attı Haccac’a Ka’be’yi +taşa tutup yıkmak astarı arasında ateş yakmak gibi emirler +verdi diyor. Şimdi müellifin sözlerini gören şöyle bir zanda +bulunur daha doğrusu şuna yakīnen hükm eder ki Abdülmelik +halife olur olmaz dini Kur’an’ı istihfaf ile işe başlamış; +bunu kendisine gaye ittihaz etmiş. İbni Zübeyr’in katli ise +ya Ka’be’yi müdafaa etmesinden yahud bu katilde de Harem-i +Şerif’e karşı bir nevi’ hakaret bulunmasından imiş. +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Ey iman eden kimseler yapamayacağınız bir şeyi niçin +söylüyorsunuz? Sizin böyle yapamayacağınız işi söylemeniz +parçaları birbirine kaynamış yekpare binayı andırır saflar +halinde fi-sebilillah gaza ederler.” +* * * +Bu ayat-ı kerime +ayet-i celilesiyle başlayan Saff Suresi’ne +mensubdur. Sebeb-i nüzulü bazılarınca şöyledir: Müslümanlar +daha cihad farz olunmazdan evvel “Nezd-i ilahide en +makbul amel hangisidir? Bilsek de o uğurda malımızı canımızı +feda ediversek.” demişler. Yahud Cenab-ı Hak Şüheda-yı +Bedir’in nail olduğu sevabı haber verince “Bir cihad +olursa biz de olanca vüs’umuzu sarf ederiz.” ahdinde bulunmuşlar; +Uhud Gazvesi’nde ise sözlerini yerine getirmedikleri +Bazılarınca da böyledir: Adamın biri muharebede öldürmemiş +saplamamış vurmamış sebat göstermemiş iken “Öldürdüm +sapladım vurdum sebat ettim.” dermiş. Binaenaleyh +tekdir ona raci’ imiş. Bir takımlarına göre Suheyb’in +öldürdüğü müşrikin katlini kendisine maletmek isteyen +a­ +dam hakkında; diğerlerinin re’yince de münafıklar için inzal +buyurulmuş. +“Makt” bir adamdan çirkin bir iş zuhurunu görüp o adama +buğz eylemektir. Araplar “Şu heriften ne kadar hoşlanmam +bilir misin?” yerinde olarak: derler. +Bu ibarede makt kelimesi lafzen teaccüb sigası üzerine geldiği +gibi Zemahşeri’ye göre ayet-i kerimedeki de +ma’nen yani sigası üzerine gelmemek şartıyle fi’l-i teaccübdür. +Hakīkat azıcık düşünülürse görülür ki: Sözünü tutmamak +ahdini yerine getirmemek kadar sevimsiz bununla beraber +mühlik bir i’tiyad olamaz. Efradı bu nakīsa ile ma’lul +olan cemaat için helakten kurtuluş yoktur.” +“ İki yüz laf yarım işin yerini tutmaz!” diyen +Firdevsi ne açık bir hikmet söylemiştir! +Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında valilerden biri ilk +defa olarak hutbe irad etmek üzere minbere çıkmış; lakin +bir türlü Elhamdülillahın arkasını getirememiş. Nihayet “Ey +cemaat-i müslimin görüyorsunuz ben öyle natuk bir adam +değilim. Yalnız kavval bir emirden ziyade faal bir emire +muhtac olduğunuzu unutmayınız” diyerek minberden inmiş. +Bunu işiten meşhur Ahnef “Vallahi şu minbere +bu kadar beliğ bir hatib çıktığını görmedim.” demiş. +Acaba müslümanları birbirine bağlayan rabıta ne derecelerde +muhkem olmalıdır ki düşmanlarına karşı bünyan-ı +mersus denecek kadar metin saflar vücuda getirebilsinler? +Şu vak’a-i tarihiyye işte o rabıtayı bize gösteriyor. +Huzeyfetü’l-Adevi diyor ki: +Yermük Vak’ası günü kimi zi-ruh yatan kimi bi-ruh serilen +ecsad-ı müslimin arasında amcamın oğlunu arıyordum. +Yanımda azıcık su vardı. Şayed henüz ölmemişse hem bir +dum. Nihayet kendisini baygın bir halde buldum. “Su ister +misin?” dedim. Gözleriyle “Evet” cevabını verdi. Lakin bu +sırada öte taraftan bir inilti işitildi. Amca-zadem suyu ona +götürmemi işaret etti. Gittim baktım ki Hişam bin el-As imiş. +Tam ağzına bir iki yudum su vereceğim anda biraz arkadan +bir inilti daha duyuldu. Bu sefer de Hişam suyu içmekten +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +sin geldiği yere gittim lakin biçareyi ölmüş buldum. Hemen +koşarak Hişam’ın yanına geldim baktım ki ölmüş; amca-zademe +koştum. O da ölmüş. +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKĪKAT +Mele’-i a’lada salavat-ı hamse ve diğer +feraiz-i mühimmeye aid Cenab-ı Cibril’in diğer bir suret-i +melekiyyede görünerek tavassut eylediği vahiydir. Çünkü +melek-i müşarun-ileyh melaike-i saire gibi nasıl ki suret-i beşeriyyede +zuhur iktidarını haiz oluyorsa diğer bir melek suretinde +zahir olmaya da muktedirdir. Kendi suretinde zuhuru +yalnız iki defaya münhasırdır. +Müşahede vaki’ olmayarak bila-vasıta +kelam-ı Sübhani’yi işitmek tarikiyle olan vahiydir. Hazret-i +Musa’ya “Tuva” ve “Tur”da vukū’ bulan mükaleme-i +Rabbaniyye bu cümledendir. Husus-ı mezkure +ve +ayet-i celileleri +delalet etmektedir. +Envarü’t - Tenzil ’de mervi olduğu üzere Cenab-ı Musa’ya +hitab-ı ilahi vukū’ bulunca mütekellimin kim olduğunu sormuş +cevab-ı cemilini almış idi. Fakat kelam-ı +mesmuun gayr-i Rahmani olmak ihtimali varid-i hatır-ı +mübarekleri olmakla tedkīk-i hale lüzum görerek der-akab +fark etti ki kelam-ı şerif-i mezkur kelimat-ı saire gibi cihet-i +vahideden gelmiyor ve yalnız kulakla işitiliyor. Belki cemi’-i +cihattan gelerek bütün havasla işitiliyor. İşte bu harika ile +anladı ve yakīnen bildi ki şeref-yab-ı semaı olduğu kelam-ı +celil Rahman-ı bi-adil hazretlerinin kelam-ı Sübhanisi’dir ihtimal-i +diğer kat’iyyen münselibdir. +Beydavi merhum rivayet-i mezkureyi derc ettikten sonra +ber-vech-i ati tedkīk-i makam ediyor: Rivayet-i vakıa +şehadet ediyor ki Hazret-i Kelim o esnada alem-i beşeriyyet +ma-fevkine irtika ile kelam-ı Rabbani’yi bila-vasıta telakkī-i +ruhani suretiyle telakkī etmiş kelam-ı Celil bütün vücuduna +temessül ile hiss-i müşterek denilen kuvve-i idrakiyyesine +vaki’ bir cihete ve yalnız kuvve-i samiaya ihtisas etmemiştir. +E[elif] H[he]. Vallahu a’lem. +Müşahede-i Sübhaniyye esnasında +teklim-i ilahi şeref-sunuhu ile olan vahy-i samidir. Bu kısmın +leyle-i Mi’rac’da Seyyidü’l-mürselin Efendimiz hazretlerine +Mes’ele hilafiye olup mahallinde tahkīk olunmuştur. +Beydavi rahimehullah diyor ki: Kelam-ı Sübhani hadd-i +zatında temevvücat-ı müteakıbeye mütevakkıf huruf-ı mebaniden +müterekkib bulunmadığı cihetle işitilmesi tedric +suretiyle olamaz. Belki harik-ı ade tarikıyla ani oluyor +binaenaleyh kelam-ı hafi addolunarak “vahy” mefhum-ı +küllisinde dahil kılınır +nazm-ı şerifinin havi olduğu aksam-ı vahyde +münderic bulunuyor. +Müfessir-i müşarun-ileyhin bu tevcihi kelam-ı zati-i Süb­ +hani’nin doğrudan doğruya imkan-ı mesmu’iyyetine zahib +olan ulema-yı Eş’ariyye mezhebine muvafıktır. Amma +ulema-yı Matüridiye nezdinde mesmu’ olan nefs-i sıfat-ı +kelam olmayıp belki onun tealluku ile hadis olan elfaz-ı +mahsusadır. Bu mezhebe göre kelam-ı mesmua “vahy” ıtlak +edilmesi sema’-ı vakıın enbiya ile melaikeye ihtisası i’tibarıyladır +diye tevcih olunur. Kur’an-ı Kerim’de İblis ve saire +hakkında mezkur olan muhatabat-ı ilahiyye melaike vasıtasıyla +vukū’ bulmuştur. Bizzat değildir. +Kelam-ı zati-i ilahinin imkan-ı mesmuiyyetini +mezheb-i Eşa’ireye tahsisimiz kavl-i meşhure göredir. Şeyh +Kemal ibni el-Hümam aleyhi’r-rahme Müsayere nam te’liflerinde +Matüridiye indinde savttan ari bulunan kelam-ı zatinin +semaı muhal olduğunu tasrih ve sem’ ta’biri idrak-i asvata +mevzu’ [ ] olup savt kabilinden olmayan şeylere rü’yet +ve sair nevi’ idrakat tealluk edebilir diye tercih etmiştir. Taftazani +de: Ebu Mansur hazretlerinin muhtarı budur diyor +Lakin şarih-i fazıl diyor ki: Levn ve keyfiyetten münezzeh +olan zat-ı Bari tealanın rü’yeti harik-ı ade tarikıyla vaki’ olacağı +gibi kavl-i tahkīke göre tarik-ı mezkur ile savt u harfden +ari kelam-ı Bari de mesmu’ olabilir. Sem’ kuvve-i samia ile +husul bulan idrakten ibarettir. İdrak-i mezkur bi-kudreti’llah +savtın gayrısına da tealluk edebilir. Bina-berin Matüridiye ile +Eşa’ir’e beyninde ihtilaf imkanda olmayıp vukū’-ı sema’da +caridir. Demek isteriz ki Hazret-i Musa as bil-ittifak Kelimu’llah’dır +defaatle kelam-ı Sübhani’yi işitmiş oldukları +Kur’an-ı Kerim’de musarrahtır. Fakat acaba bizzat bi-tarikı’l-ade +kelam-ı zati-i ilahiyi mi yoksa sıfat-ı kelamın tealluku +sünnet fırkaları arasında ca-yı ihtilaf bu noktadır. Eimme-i +Eşa’ir’e şıkk-ı evvele kail oluyorlar ki Beydavi merhum da +–anifen beyan olunduğu üzere– kendisinin salik bulunduğu +bu mezhebe bina-yı kelam ile tevcih-i meram etmişlerdir. +Mi’rac gecesinde Cenab-ı Risalet-penah hakkında vukuuna +kail olduğumuz kelam-ı Sübhani de inayet-i ilahiyye ile böylece +Matüridiye: Hayır! Cenab-ı Hakk’ı dünya gözüyle gören +olmadığı gibi kelam-ı zati-i Sübhanisi’ni işiten de yoktur +Hazret-i Musa’nın hitab-ı ilahiyi havi olan elfaz ve kelimat-ı +kudsiyyeyi bila-vasıta telakkī etmiş olması Kelimullah tesmiye +buyurulmasında kafidir diyorlar. +Külliyatü Ebil-Beka ’daki beyan-ı ati mebhasimizi tenvire +yardım edeceğinden –bazı tavzihat ilavesiyle– şuraya derc +olunuyor: +nazm-ı celili nev’-i beşer hakkında teklim-i ilahi ıtlak +olunabilen ahvali üç surete hasr ediyor: +Bila-vasıta vaki’ olandır bu mükaleme +muha-ileyhin kendisine hitab olunan zat-ı şerifin kelam-ı +zati-i kadimden idrakine meşiyyet-i Rabbaniyye tealluk eden +mikdarı idrak etmesinden ibarettir. O zat bu idrakin hakīkatini +kalb-i pakinde ilm-i zaruri hasıl olmasına binaen cezm ü +teyakkun eder. Bu nevi’de ne mübellağ ne de elfaz tavassut +etmediğinden asla vasıta-i tebliğ bulunmuyor. Ulemadan +bir cemaatin re’yine göre leyle-i Mi’rac’daki halet-i Muhammediyye +bu kabīldendir. Beydavi’nin tasrih eylediği üzere +mükaleme-i ilahiyyenin bu nev’i müşafehe suretiyle olacağı +gibi gaibane tarzda dahi olabilir. Hazret-i Musa’nın mazhar +buyurulduğu mükaleme bu nevi’den olduğu takdirde gaibane +kısmından olur. Leyle-i Mi’rac’da Resul-i Ekrem Efendimiz +hazretlerine rü’yetu’llah isbat eden ulema-yı kirama +göre mükaleme-i vakıa kısm-ı evvelde dahil olur. +Şecere-i mübareke gibi bazı ecsamla kaim +elfaz-ı mesmua icadı vasıtasıyla olan mükaleme-i Sübhaniyye’dir. +Hazret-i Musa’nın “Tuva” namı verilen vadi-i +mukaddesde mazhar kılındığı mükaleme bu nevi’dir. İşte +Ebu’l-Beka merhum da bu mes’elede Matüridiye mezhebini +Bir melek irsaliyle vukūa gelen tebliğ-i Süb­ +hani’dir ki enbiya-yı izamın ağleb-i ahvali bundan ibaretti. +Melaike-i kiramın mazhar oldukları mükalemat-ı Rabbaniy­ +ye hep nev’-i evveldendir. Mükalemenin nev’-i evveline +mu­ +ma-ileyhin gayrisi muttali’ olamaz hin-i vukū’da iştirak +edemez. Ama nev’-i sanide ihtisas yoktur diğer kimseler de +nazm-ı celilinde mezkur mikat-ı Musevi’de Hazret-i Musa’ya +murafakat eden seb’in-i muhtarin de sema’-ı kelam-ı ilahide +diyerek ciharen rü’yet-i ilahiyye talebinde bulundulardı. +Nev’-i saliste melek-i vahyin nebiyy-i muma-ileyhe +müşarik bulunması emr-i zaruridir. +HEGEL’IN MAKALESI MÜNASEBETIYLE +– – +Bu Nasturilerin kimler olduğunu da anlayalım çünkü bu +suretle hem kariin-i kiramımızda Nasturiler hakkında husulü +tabii olan merakı izale etmiş oluruz hem de menazırımızın +kaffe-i delailini ortaya koyarak onun da serbesti-i müdafaasını +te’min etmiş bulunuruz. Zira hasmın sözlerinin bazılarını +mes’eleye tealluku olduğu halde zikr u beyan etmemek +haksızlık olmakla beraber ketm-i hakīkat demektir ki izhar-ı +hakk u hakīkatten ibaret olan bizim maksadımızla bu hal kabil-i +tevfik değildir. Her şeyi bila-noksan aleyhimize de olsa +husulü de tabii olmakla bu gibi mülahazat bizi Nasturiler +hakkında biraz fazlaca ma’lumat vermek mecburiyetinde +bulundurdu. +* * * +“Nasturiliğin mucib ve +müessisi tarih-i Miladisi’nde İmparator Kostantin tarafından +Nasturiyus’dur. Kostantin Hıristiyanlığı kabul ettiği zaman +putperestlik de memzuc bir halde Hıristiyanlık’ta kaldı. Her +mahal despotlarının da Hıristiyanlığı kabul eden ahali-i mahalliyyeyi +eski dinleri olan putperetlikten men’ etmemek +menfaatlerine muvafık geliyordu. Evvelki taabbüd ettikleri +putların yerine şimdi eb ibn Meryem’in suretleri vaz’ olunmuş +Bu asrın kilise ve hatta siyasi tarihi üç büyük belde-i merkeziyyenin +arasındaki mücadele üzerine müessestir. +Nasturiyus zat-ı uluhiyyete insan şekli isnad olunması +esasını reddederek buna adeta şan-ı celil-i uluhiyyet hakkında +mezhebine ziyadesiyle meyyal idi denilebilir ki Nasturyus +kilisenin hikmet-perver olan fırkası riyasetinde bulunuyordu. +Bu esnada Nasturyus ile İskenderiye Patriki Sen Siril +arasında bir münazaa peyda oldu: Siril Nasraniyet’e bir +çok putperestlik usulünü katan fırkanın reisi olup Hazret-i +Meryem’i ümmullah olmak üzere bit-ta’yin ona mahsus bir +taabbüd usulünü te’sis ettirmek azminde idi. +Nasturyus dahi bunu men’ ettirmek cezm-i kat’isine düştüğünden +Kostantiniyye Başkilisesi’nde irad ettiği bir nutukta +kadim ve kayyum ve ala külli şey’in kadir olan Allah-ı +Vahid-i Zü’l-Celal’in kaffe-i sıfatını ta’yin ederek: “Böyle bir +zat-ı ecll ü a’la valideye muhtac ve müftekır olur mu?” dedi. +Sair vaazlarında ve kitaplarında dahi Nasturyus isbat eyledi +ki Hazret-i Meryem’e “ümmüllah” tesmiye olunmamalıdır +belki Hazret-i İsa’nın sıfat-i insaniyyesi hasebiyle validesi +tesmiye olunmalıdır. Allah doğmaz ve doğurmaz. +Bunun üzerine İskenderiye papasları tarafından edilen +tahrikat ile bütün papaslarla beraber İstanbul papasları dahi +“Vay reis-i ruhanimizin yaptığı nedir? Hazret-i Meryem’i uluhiyetten +çıkarıyor” diyerek gayret-i ümmullah ile silahlandılar +memlekette bir arbededir koptu. Kostantin ne olduğunu +anlayamıyordu. Asayiş-i memleket dehşetli surette muhtel +oldu. Nihayet bunların önüne silah ile geçmek mümkin ve +muvafık olamayacağını görünce bu mes’eleye bir karar +vermek üzere “Efes” nam-ı diğer “İznik” şehrinde bir konsil +yani meclis-i umumi-i rehabin cem’ine mecbur oldu. +Kısm-ı a’zamı Yunanlı olan iki yüz elliyi mütecaviz piskopos +maiyetlerindeki rahibleriyle meclisde bulundular. Siril +konsile ayak takımı sınıfından bir cemm-i gafir ile gitti +meclisin riyasetini kendi yed-i iğtisabına alarak henüz Suriye +papasları gelmeksizin imparatorun emirnamesini okudu +galabe-i kamileyi ihraz için yalnız bir gün kifayet eyledi. +Biçare Nasturyus tarafından i’tilaf için edilen teklifatı +kamilen reddederek Nasturyus’un kaleme almış olduğu ifadenamesinin +bile okunmasını men’ ile onu istima’sız olarak +reddetti. Ondan sonra Suriyeli papaslar yetişip gelerek +karar-ı vaki’ aleyhinde protesto için ictima’ eyledilerse de +Siril’in işaretine tabi’ olan ayak takımı ma’rifetiyle Saint +Jean kilisesi derununda bir kanlı arbede çıkarak saray-ı +yus biraz sonra Mısır’ın hücra bir mahalline nefy olundu +ve tarafdarlarına bir çok ezalar edildi. Lakin Nasturyus’un +bir mağlubiyet ve menkubiyet-i şahsiyyesi kendi mezhebini +mahv edemedi tarafdaranı Nastur’un mezhebini etrafa neşretmeye +sa’y ettiler. Nasturilerden bir çoğu Fırat kenarlarına +kadar hicretle Keldani kilisesini te’sis ettiler başka taraflarda +da kiliseleri vardı. Niza’-ı İlim ü Din’ den hülasa.” +* * * +Zavallı Nasturyus hakīkati çok güzel anladığı halde maatteessüf +dinleyen olmamış işte Cenab-ı Peygamber sallallahu +aleyhi ve sellemin mülakat buyurdukları aşağıda +ber-tafsil izah edeceğimiz Bahira ve Nastura nam rahibler +bu mezheb saliklerinden ve şer’-i İsa’nın hakīkatine vakıf +olanlarından idiler. +Bu izahattan anlaşılıyor ki putperestlik Nasraniyet’e sonradan +girmiş teslis sonradan olmuş bir takım tasavir ve +hayalat sonradan meydan bulmuş. Öyle ise şimdiki Nasraniyet +soyula soyula altından bir tevhidin çıktığını galiba göreceğiz. +Bu da İslamiyet’in doğru bir din olduğuna şehadet +eder. Bideat-ı Nasraniyye Din-i Nasara’ya gire gire temellerine +varıncaya kadar sarsmış Hazret-i İsa’nın vaz’ ettiği +esastan eser bile kalmamış. Bu halde demek oluyor ki hal-i +hazır-ı Nasraniyyet’te ele alınacak bir şeyler bulunamıyor. +Bunu Draper diyor amma bilmem kilise erbabı tasdik ederler +mi? ! Temenni olunur ki Draper bunu tahkimü’l-hal +ale’l-mazi kabilinden istishab yapıp da İslamiyet’te bulunan +mezayadan Nasturiliği keşf etmek gibi bir tarikı ihtiyar etmiş +olmasın maamafih vak’anın bu suretle cereyan ettiği tarihlerde +dahi mezkurdur. +* * * +Draper’in bu beyanatı ehl-i İslam’ın Nasraniyet hakkındaki +Nasturilik’te tevhid mevcud İslamiyet’te de var; Nasturyus +Allah doğmaz ve doğurmaz demiş Hazret-i Muhammed +sav +diyor; Hazret-i Muhammed’in sav +Bahira ile görüştüğü de mervi Amma suret-i mülakat başka +türlü imiş nasıl olursa olsun her halde Hazret-i Muhammed +sav ondan Nasturiliği teallüm etmiştir… Draper böyle +diyor. Halbuki bu muhakeme yanlıştır. Zira Nasturi Mezhebi’nin +bazı esasatı İslamiyet’te mevcud ise bunu Cenab-ı +Peygamber’in Nasturiliği teallümünde aramamalı hakīkatin +vahid olmasında aramalı. Çünkü hak teaddüd etmez. Bir +misal ile tenvir-i meram edelim: Mesela bir memlekette üç +yapsalar elbette yine on beş edecek. Neticeler yekdiğerine +müsavi olduğu için denilebilir mi ki: Madem ikisi de on beş +olmuş sonra bulunan behemehal evvelkinden öğrenmiştir? +Elbette denilemez. Çünkü evvel bulan nasıl buldu ise sonra +bulan neden o suretle bulamasın? +Nasturilerin Hazret-i İsa’nın mezheb ve din-i hakīkīsine +oldukça vakıf bulundukları anlaşılıyor. Hazret-i İsa’nın ahz-ı +ulum ettiği menba’ ne ise –ki bizim i’tikadımıza göre de Allahu +Zü’l-celal’dir– Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve +selemin dahi o menba’dan ahz-ı ulum etmesi neden mümkin +olmasın? Öyle ise yani amir ve muallim-i hakīkī Allahu +Zü’l-celal ve’l-Kemal olunca telakkī olunan ma’lumat arasında +elbette muhalefetin bulunmaması lazım gelir. +* * * +Peki amma ibadat ve muamelattaki ihtilafa ne diyeceğiz? +Hazret-i İsa bir türlü demiş Hazret-i Muhammed bir türlü; +madem ki menba’lar birdir oradaki muhalefet neden neş’et +ediyor? Cenab-ı Hak bir defa bir türlü diğer defa diğer +türlü ibadet ile emir buyursun nasıl olur? diye edilecek +bir istizaha karşı ati’l-beyan bazı izahatın i’tasına lüzum görülür: +Alel-umum edyan iki rükn-i esasi üzerine istinad eder: +Biri ahkam-ı asliyye yani i’tikadat diğeri ahkam-ı fer’iyye +yani ameliyattır. Her hangi bir dine intisabı murad eden bir +kimsenin önüne şu iki kısım sürülür denir ki: Şunlara inanacaksın +şunlarla da amel edeceksin. +Dinleri böyle iki parçaya bölünce mes’ele kolaylaşır ahkam-ı +usuliyye yani i’tikadat; asla tebeddül etmez İslamiyet +beyan etmiş ise şeriat-i İseviyye ve Museviyye’de ve şer’-i +Çünkü iki nokta beynine ancak bir hatt-ı müstakīm vasl +olunabilir diğer hatlar müstakīm iseler hep o hat üzerinden +geçerler ikisi birbirine uymadı mı mutlaka biri müstakīm +değildir. +Edyanın i’tikadat kısmı nesih ve tebdili kabul etmez çünkü +nesih ve tebdili kabul etse kizb ala’llah lazım gelir. Allahu +azimü’ş-şan zat-ı uluhiyyetini defaat-ı müteaddidede muhtelifen +tavsif etmesi bir kere “üç Allah varız” bir kere de “bir +Allahım” demesi lazım gelir ki bu mümkin değildir. Nesh +yalnız ameliyatta olabilir. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac +− +Fahr-i kainat sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz arefe +gününün vakt-i zevali hulul edince Nemre nam mahalden +Kasva adlı devesine binerek Batn-ı Vadi’ye geldiler. İşte burada +tevakkuf ile adedleri yüz bini tecavüz eden hüccac-ı +kirama hitaben gayet uzun bir hutbe irad buyurdular. Bu +hutbede kavaid-i İslamiyye’nin en mühim esaslarını takrir +olundu. Sonra kan can mal ırz… gibi bütün milletlerce +kud­ +siyeti sabit olan şeylerin hürmetini insanların hayat-ı iktisadiyyelerini +mahv ile refah ve saadet-i umumiyyeyi tedrici +bir surette izale eden bir nevi’ hırsızlık ve gasb demek olan +ribanın haram olduğunu beyan eylediler. Ba’dehu kadınları +erkeklere tavsiye ederek daima onlara karşı lütufkar ve iyi +muamelede bulunmalarını hukūk-ı zevciyyete tamamıyla +riayet edilmesini emir buyurdular. Bir de hiçbir zaman Hazret-i +Kur’an’dan ayrılmamalarını daima Kitabullah’a i’tisam +eylemelerini tavsiye ile buna i’tisam edildiği surette ebeden +duçar-ı dalalet olmayacaklarını haber verdiler… Sonra hüccac-ı +kirama hitaben: Bir diyeceğiniz var mı hakkımda nasıl +şehadet edersiniz?... gibi bir sual irad etmesi üzerine ashab-ı +kiram hep bir ağızdan: – Ya Resulallah risalet ve nübüvveti +tebliğ emaneti te’diye ümmeti irşad buyurduğuna şehadet +ederiz… dediler. Ol hazret de üç defa “Ya Rab şahid ol!” +dedikten sonra hutbeyi işitenlerin işitmeyenlere tebliğ etmelerini +tavsiye ile hutbe tamama ermişti. Ba’dehu Hazret-i +Bilal’e ezan okumak ve kamet getirmek ile emr eylediler. +Öğle ve ikindi namazları kasr tarikıyla bir ezan iki kamet +di. Ehl-i Mekke dahi kasr ve cem’e iştirak etmişlerdi. O gün +yevm-i Cuma olmakla beraber Cuma namazı kılınmadı. +Aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri namazdan +fariğ olunca nakasına binerek Arafat mevkiine geldiler. Dağın +eteğinde büyük sahraların yanında tevakkuf buyurdular. +Develeri üzerinde bulundukları halde Cebel-i Müşat’ı önlerine +alarak kıbleye teveccüh ile dua ve niyaza başladılar. Ashab-ı +kiram dahi ba-emri Risalet-penahi Nemre havalisinden +Arz-ı Urene’den kalkarak Arafat’a gelmişlerdi. Ol hazret +Arafat’ın her yeri mevkıf olduğunu i’lan ettirdiler. Yevm-i +arefe duasının en hayırlı bu dua olduğunu da bildirmişlerdi. +Herkes yerinde vakfe ediyor; dua ile meşgūl oluyorlardı. +Fahr-i kainat Efendimiz hazretleri mübarek ellerini göğüslerine +kadar kaldırmış oldukları halde büyük bir dikkat +üzerine Hazret-ı Allah’a karşı tazarru’ ve niyazda bulunarak +diyorlardı ki: +Bu babda İmam Ahmed ibni Hanbel’in Taberani’nin +rivayetleriyle daha başka dualar da menkūl olmuştur. +Arafat vakfesi esnasında: +ayet-i kerimesi nazil oldu. +Bir de ehl-i Necid’den bazı kimseler nezd-i risalete gelerek +hac hakkında sualler irad ettiler. Ol hazret de +“Hac Arafe vakfesinden ibarettir; yevm-i nahrın fecri tulu’ +etmeden vakfe edebilenler hacca erişmiş sayılırlar” buyurdular. +Yine bu vakfe esnasında hüccac-ı kiramdan bir zat hayvanından +düşerek vefat eyledi. Emr-i nebeviye tevfikan su +ve sidr ile gasl edildi; fakat yüzü başı için hoş kokular isti’mal +etmeksizin üzerinde bulunan ihramlara sarılarak defn +edildi. +Gurub-ı şemsi müteakib mağrib tarafındaki sarılık gaib +olunca Arafat’tan Müzdelife’ye gidilecekti. Aleyhissalatü +vesselam Efendimiz bindiği devesine Hazret-i Üsame’yi de +almış dizgini bizzat kendisi tutarak yavaş yavaş ilerliyor ashaba +da sekinet tavsiye buyuruyorlardı. Az çok açıldıktan +sonra dizgini bir mikdar boşaltmış orta bir yürüyüş ile gitmeye +başlamışlardı. Kalabalık olmayan açıklıklarda dizgini +daha ziyade boşaltır fakat yokuşlarda nakayı kendi ihtiyarına +bırakırlardı. Esna-yı rahda inerek su döktükten sonra +hafifce abdest aldılar. Bunu gören Hazret-i Üsame’nin “Ya +Resulallah namaz mı?..” demesi üzerine ol hazret de: Namaz +kılınacak yer ileridedir… buyurdular. Aleyhissalatü vesselam +Efendimiz yol üzerinde hep telbiye ediyorlardı. +Müzdelife mevkiine erişince namaz için abdest aldılar. +Emr-i nebevi ile ezan okundu; kamet getirildi. Ba’dehu ol +hazret daha kafile erişmeden akşam namazını eda eylediler. +Bu sırada kafile de geldi. +Resul-ı Ekrem Efendimiz bu arada başka bir namaz kılmadan +onların akşam kılmalarını beklediler. Ba’dehu birlikte +olarak ezansız yalnız kamet ile yatsı namazı da kılındı. +Geceyi burada geçireceklerdi. Zuafanın kafile hareket etmeden +ortalık galabalık olmadan gece üstü Mina’ya gitmelerine +müsaade edilmiş fakat güneş tulu’ etmedikçe remy-i +cemre edemeyeceklerdi. Fahr-i kainat Efendimiz bu geceyi +sabaha kadar uyku ile geçirdiler. Yevm-i nahrın fecri tulu’ +edince hemen erkenden sabah namazını kıldılar. Ba’dehu +rakib olarak Meş’ar-i Haram’a geldiler. Burası mevkıf +tulu’una az bir vakit kalıncaya kadar zikir ve tehlil tekbir +ve tazarru’ ile meşgūl Hazret-ı Allah’a karşı bütün dikkat +ve samimiyetleriyle dua ve niyazda bulundular.. Yerli yerinde +vakfede durdular. Zaten Resul-i Ekrem Efendimiz bütün +Müzdelife’nin mevkıf olduğunu haber vermişlerdi. +Bu esnada ashabdan Urve bin Mudar et-Tai namında +bir zat huzur-ı nebeviye gelerek: “Ya Resulallah Tay taraflarından +geliyorum; hacca erişebilmek için kendim rahilem +ziyadesiyle yorulduk. Maamafih iktiza eden yerlerin hepsinde +tevakkuf ederek vakfeleri icra eyledim. Şu halde bu sene +haccına erişmiş sayılır mıyım?” dedi. Bunun üzerine Fahr-i +kainat Efendimiz: “Evet Arafe vakfesini gündüz yahud geceleyin +beraber vakfede bulunan kimsenin haccı tamam sayılır…” +buyurdular. +Sonra Müzdelife’den kalktılar. Mina’ya gidiliyordu. Re­ +sul-i Ekrem Efendimiz bu defa devesine Fazl bin Abbas’ı +almış; Üsame ise Kureyş arasında gidiyordu. Fazl yolda deveden +biyy-i muhterem Efendimiz taşları mübarek avucuna alarak +tozlarını sildi; ashabına: “– İşte böyleleriyle remy-i cemerat +edersiniz. Fakat sakınınız zinhar dinde gulüv ve taşkınlık +göstermeyiniz; zira ümem-i salife dinlerinde taşkınlık göstermeleri +yüzünden duçar-ı helak oldular… diyordu. Ol +haz­ +retin bütün yol boyunca tebliyeye devam buyurdukları +görülüyordu. +Bu sıralarda Has’amiler’den güzel bir kadın huzur-ı nebeviye +gelerek: – “Ya Resulallah pederim ziyadesiyle ihtiyar +olduğundan şedd-i rahle tahammülü yoktur. Onun için +haccını ifa edemiyor; bu hususda ne buyurulur? demiş idi. +Fakat deve üzerinde Hazret-i Peygamber’in yanında olan +Fazl ibni Abbas ile kadın arasında nazarlar teati edilmekte +olduğu görüldü. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz mübarek +elleriyle genç Fazl’ın yüzünü diğer tarafa çevirdikten sonra +kadına: Pederin için hac kılmaklığın lazım gelir… buyurdular. +Bunu müteakib diğer bir kadın da rahile üzerinde duramayacak +bir halde ihtiyar olan validesinin haccından sual +etmesine karşı ol hazret de: –Validenin birisine borcu olursa +te’diye edersin değil mi? demesi ve kadından evet cevabını +alması üzerine: – “O halde validenin Allah’a karşı olan borcunu +da eda etmeklik iktiza eder…” demişlerdi. + +---- +FELSEFE +---- + +Şarkın agūş-ı pür-ismetinde perverişyab-ı kemal olmuş +nice zengin dimağlar nevvar zekalar vardır ki ahlafın kadir +na-şinaslıkları yüzünden isimleri unutulmuş eserleri kuşe-i +nisyane atılmış mesailerinden ilim ve fenne olan hidemat-ı +ber-güzidelerinden haberdar olmak şöyle dursun alem-i İslam’da +bu gibi eazımın gelip geçtiklerine bile ihtimal verilemeyecek +derecelerde gaflet gösterilmiştir. +Maatteessüf bu sehabe-i gaflet el’an pişgah-ı tedkīkimizde +bir sütre-i kesife halinde payidardır. +Garbda yetişen ve ulum fünuna az çok bir hizmeti +sebk eden zevat namına yer yer rekz olunan abideler neşr +olunan kitaplar nazar-ı i’tibara alınırsa la-kaydimizin derecesi +belki takdir olunabilir. +Bugünkü iflas-ı ilmi ve ictimaimizin esbabı taharri +olunurken ta’mik-ı nazar edilirse uruk-ı hayatımızı atıl +bırakmış olan la-kaydinin bu hususda da pek mühim bir +müessir olduğuna hükmetmemek kabil olamaz. Erbab-ı +kemalin mezaya-yı aliyyesini takdir ve layık oldukları dere­ +ce­ +de tebcil edebilmek için kemalat-ı ilmiyyeden az çok +nasibedar olmak icab eder. +Bir Arap edibinin dediği gibi cibah-ı ilim ü ma’rifet – +maddeten fena-yab olsalar bile– hakīkatte bir hayat-ı cavidaniye +mazhardırlar. Fakat bu hayat-ı ebediyi tecelli ettirecek +onların ahlafıdır. Şark senelerden beri galiz bir kabus-ı +cehalet ve zillet altında uyuşa uyuşa o derece bihuş o kadar +atıl bir hale gelmiştir ki bugünkü şarklıların bir vakitler asırlarca +cihana huzemat-ı irfan ve medeniyet neşr etmiş olan +eazımın ensali olduklarına bi-hakkın iştibah olunabilir. Meskenet +o dereceyi bulmuştur ki bir şarklının kudret-i iradiyye +ve fikriyyeye malik olup olmadığında bile insanın tereddüd +edeceği geliyor. İslam’ın ikad ettikleri meş’ale-i irfan ahlaf +den yeniye pek çok şeyler daha keşf olunabilir. +Bir mütefennin veya bir kaşif hiçbir zaman kendisinden +evvel geçen ulemanın asarından istiğna gösteremez. +Ensal-i evveliyyeden ilim ve fenne hizmet eden eazımın +kitaplarından mesailerinden istifade sayesindedir ki günden +güne bir çok şeyler keşf olunuyor iklim-i fennin menatık-ı +mechulesine kadar isal-i fikr edilerek bir çok hakīkatlerin izahına +muvaffakiyet hasıl oluyor. +Bir keşif veya bir ihtira’ –ne kadar ehemmiyetsiz olursa +olsun– binlerce zevatın muhassala-i zekaları eseri olduğundan +şübhe etmemelidir. Kaşif veya muhteriin muvaffakiyeti +o zekaların asarını terkib ve te’lif ederek muhassalayı ta’yin +etmekten başka bir şey değildir. +Müslümanlar birkaç asırdan beri derin bir gaflet uykusuna +dalarak eslafın mesai-i ilmiyye ve fenniyyelerini tedkīk ve +tevsi’den istiğna göstermeleri neticesindedir ki bugünkü girdab-ı +sefalete sukūt etmişlerdir. Maarif-i şarkıyyenin hakīkī +varisleri biz olduğumuz halde bu hakka malik olmak liyakatini +gösteremediğimizden mütebahhirin-i eslafın semere-i +mesailerini garblılara kaptırdık ve bunun netice-i müessifesi +olarak cihan-ı İslam baştan başa bir feyfa-yı cehl ü sefalet +halini aldı. +Biz bu derin uykuda iken Avrupalılar şarkın en izbe köşelerine +kadar nüfuz ederek buldukları kıymetdar kitapları +yığın yığın memleketlerine nakl ve münderecatlarından +bi-hakkın istifade ederek emin ve metin hatvelerle şeh-rah-ı +terakkīde ilerlediler. Bugün bizi valih ü hayran bırakan a­ +sar-i +medeniyyenin temel taşları işte bu suretle atılmış oldu. +Alem-i İslam’da pek çok dahiler yetişmiş olduğu halde +–mahdud birkaç zat müstesna olmak üzere– iştihar eden +zevat pek azdır. Halbuki o ma’ruf simalar derecesinde dehayı +felsefi ve iktidar-ı ilmiye malik pek çok eazım gelip geçmiştir. +Bunların bir çoğu te’lif-i asardan ziyade neşr-i uluma +hasr-ı vücud etmiş olduklarından sit-i faziletleri –ara yerde +geçen devr-i fetret sebebiyle– ahlafa kadar intikal edememiştir. +Onbirinci asr-ı miladide ber-hayat olan Ebu’l-Hasen Said +bin Hibetullah bin el-Hüseyin ahlafın kadr [na-]şinaslığı +daha doğrusu ilm ü irfana rağbetsizliği yüzünden layık olduğu +derece-i iştihara nail olamayan bu nadir zekalardandır. +Müşarun-ileyh Irak’ın en meşhur etibbasından idi. Müddet-i +hayatının kısm-ı küllisini tetebbuat-ı felsefiyyeye hasr +eylemişti. Zamanının en büyük mütefekkirlerinden ma’duddur. +Kütüb-i felsefiyye mütalaasından o kadar zevk-yab +olurmuş ki bazen saatlerce bila-aram tetebbuata dalar. Geceleri +ta-be-sabah tefekkürat-ı amika içinde puyan olurmuş. +Onbirinci asr-ı miladinin nısf-ı ahirinde hükümran olan +leyhe karşı fevkalade bir hürmet-perverde ederlermiş. +Bu iki hükümdarın devre-i saltanatlarına aid olan +şa’şaa-i ilmiyye Said’in neşr ettiği huzemat-ı maarif sayesinde +revnak-ı tammını iktisab eylemiştir. Said Bimaristan-ı +Adudi’nin en meşhur etibbasından idi. Burada ameli ve nazari +tedrisat-ı tıbbiyyede bulunmuş ve dershane-i irfanında +pek çok eazım perverişyab-ı kemal olmuştur. +Müellefat-ı tıbbiyyesinden el-Muğni fi’t-Tıb ünvanlı meşhur +eser Paris Kütüphanesi’nde mevcud ve ve +numaralarda mukayyed ve mahfuzdur. +el-Muğni fi’t-Tıb tıbb-ı tatbikīye aid bir cetvel-i icmal gibidir. +Daha doğrusu el-Muğni tertib-i edviyye ve bünye-i +bın bir nüshası da Budleyn Bodléienne Kütüphanesi’nde +mevcuddur. +el-Muğni dört kısma ayrılmıştır: Birinci kısımda alel-umum +hastalıklardan ikinci kısımda esbab-ı emrazdan ve +üçüncüde hastalıkları teşhise medar olan a’raz ve alaim-i +mütenevviadan dördüncü kısımda ise emraz-ı muhtelifenin +tarz-ı tedavisinden bahs olunmuştur. Müellif bu eserini Halife +Muktedi Biemrillah namına ithaf eylemiş olduğu mukaddimesinden +anlaşılıyor. +Said’in Telhisü’n-Nizami namında kıymetdar bir eseri +daha vardır. İbni Ebu Usaybi’a tarafından müşarun-ileyhin +müellefatına dair verilen ma’lu[ma]ta nazaran +dokuz kadar te’lif-i güzini olduğu teayyün ediyorsa da Keşfü’z-Zünun +sahibi İbni Useybi’a’nın cetveline alaim ve esbab-ı +emrazdan bahis bir kitap daha ilave etmektedir. +Said neşr-i asardan ziyade tedrisatla meşgūl olmuştur. +Dershane-i feyyazında yetişen zevat miyanında pek çok +eazım isimlerine tesadüf olunuyor. Hibetullah’ın dest-i terbiyyetinde +nü’d-devle Ebu’l-Berekat gibi meşahiri ta’dad edebiliriz. +Said Hicret’in ’ıncı senesinde mehd-ara-yı alem-i +nasut olmuş ve tarihinde cihan-ı faniye ebediyen veda’ +eylemiştir. +Asar-ı meşhuresi ber-vech-i atidir: +­ +ve Ta’didiha. +Said saat-ı hayatını ta’lim ve tedrise hasr etmiş olduğundan +fazilet-i ilmiyyesiyle münasib asar neşr ü te’lifine vakit +bulamamıştır. +Müşarun-ileyhin kudret-i ilmiyyesi müellefat-ı mevcudesinden +mümkin olamaz. Çünkü bu büyük dahinin kudret-i ilmiyyesini +bi-hakkın takdir ettirecek büyük bir kitabı yoktur. +Tilmizlerinin yazdıkları asara nazarandır ki Said’in paye-i +bülend-irfanına karşı hayretle memzuc sitayişler ediyoruz. +Esasen Said’i ahlafa tanıttıran eserlerinden ziyade yetiştirdiği +ma’ruf simalardır. +FEMINIZM MES’ELESI +− +Bizden bir cem’iyet-i ilmiyyenin vücudunu farz ediniz! +Kormayınız! Vebali –ümena-yı ümmet kabul etmezse– benim +boynuma olsun. Mesela: Bu gayur bu hami-i şeriat +bu naşir-i envar-ı diyanet cem’iyet mevatın-ı mağsube-i İslamiyye’den +Kafkasya Kırım Cezayir… kişverlerinden birine +gidip etfal-i müslimin namına sırf bir mektep küşadına +teşebbüs ediyor. Acaba muvaffak olabilirler mi? Muvaffakiyet +mi dediniz? İşte bu korkunç farz ve tahayyülün vebaline +katlanamam. Çünkü mevkūfiyet tard ve ihrac muhakkak. +Evvela orada bir hey’et-i muazzama-i ruhbaniyye var. Bu +hey’et uyumaz. Öyle kahvelerde mastaba-nişin-i atalet olarak +esnemekle uyuklamakla bi-sud laklakiyat ile ümena-yı +ümmet nigehban-ı diyanet geçinmez. Böyle bir cem’iyet-i +pür-gazab kiliselere koşar. Müdhiş çanlara sarılarak memleketi +sağır eder. Ahaliye mitingler yaptırır. Hükumete protestolar +yağdırır. Artık cem’iyet-i ilmiyye olsun da orada +bir dakīka tevakkuf edebilsin! Bedbaht İslamiyet! İşte şuracıkta +burnumuzun dibinde daha dünkü Bulgaristan bütün +ma’na-yı ciğer-suzuyla zavallı biçare müslüman köylerinde +mekteplerimizi bi-muhaba seddederek yerlerine Bulgar +mektepleri açıyor. Kur’an-ı Kerim ilm-i hal bile okutmuyor. +Kara yazılı müslüman çocuklarını adeta cebren ve kahren +Nasraniyet’e irtidada sürüklüyor. Sonra da Makedonya’da +Memalik-i Osmaniyye’de kemal-i faaliyyetle çalışmakta +sür’at-i berkiyye ile terakkī etmekte olan o muhteşem Bulgar +mektepleri o muazzam Bulgar darülfünunları için “Türkiye +mekteplerimizi seddediyor; Bulgar unsurunu Türkleştirmeye +çalışıyor?!” diye şeytanların bile hatır ve hayaline gelmeyecek +Yüzüncü asr-ı insaniyyetin vahşi engizisyonu o kanlı çehresini +sahte bir nikab-i medeniyyet altında gizleyerek dilsiz +gözsüz silahsız hamisiz İslamiyet’e bütün gayz-ı akūranesiyle +saldırmakta paralatmakta devam edip gidiyor. +O kendi nokta-i nazarınca pek büyük en mukaddes bir +vazife ifa ediyor. Diyor ki: “Bir millet bir ailedir. Vatanı da +onun –iştirak kabul etmez!– hanesidir. Onun için de –velev +vehmen– hayatının tehlikede kaldığını görmek istemez. +Hayatını tehdid eden yabancı bir unsurdan tek bir ferdin +bile bulunmasına rıza ve muvafakatini intihar cinnet addeder. +Binaenaleyh ailesi halkı içindeki muzır unsurları şu üç +tedbirden biriyle mutlaka yok eder: Dinini tebdil suretiyle +ruhunu bel’. Olamazsa tard bu da olamadığı halde mezara +gömer!” İşte onun nokta-i nazarı! İşte onun bir harfini bile +tebdil ve tağyir etmemeye huzur-ı Salib’de diz çökerek ettiği +yemini! Ahd ü misakı! Yemin ederim ki eğer İslamiyet +Allah dini hak yolu olmasaydı daha kurun-ı vüstada tufan +dalgaları gibi üzerine yığılıp gelen Papa ordularına Salib yanar +dağlarına bir Kılıç Arslan’la bir Selahaddin-i Eyyubi ile +mümkün değil mukavemet edemez mahv olur biterdi. +Siz İngiltere’ye kadar zahmet ediniz de cenab-ı +Selahaddin’in şemşirinden saçılan yıldırımlardan nasıl tilki +gibi kaçtığını Arslan Yürekli! Şarl’ın mezarından sorunuz! +Orada salahu’l-milleti ve’d-dinin nam-ı celadet ve azametini +daha yad ederken mezarın titremeye başladığını göreceksiniz. +Seni ey din-i hak takdir eden vicdan azdır az. +Yüzün zir-i nikabından gören çeşman azdır az. +Asıl hayret bu kim surette herkes ibni Adem’dir +Hakīkatte fakat matlub olan insan azdır az +Görürsün Mushaf’ın huffazını alemde pek çoktur +Velakin aşina-yı ma’ni-i Kur’an azdır az +Cehalettir cehalet ademi teb’id eden haktan +Ona lazım olan gencine-i irfan azdır az +Bu taksim-i ezel alude-i esrar-ı hikmettir +Bu idrak-i beşer fevkınde kalmış bir meşiyyettir. +Ne hayret ne garabet ne musibettir ki biz müslümanlarda +hal bunun –tamamen değil belki– muzaafan aksine: +Bizde misyoner denilen insan kıyafetli bu İslamiyet ve insaniyet +düşmanlarına hane-i vatanın kapıları ardına kadar +açılır! Kudumleri şerefine ezhar-ı ta’zimat ve tekrimat arz ve +takdim kılınır. Kara tali’li yavrucaklar bizzat pederleri tarafından +götürülerek bir vaz’iyet-i müstemendane ile o vicdan ve +Bunlar o yadigarlardır ki kendi muhitleri içinde kendi +cemaatleri arasında yapmadık fuhş u rezalet bırakmadılar. +Nihayet Fransa hükumeti bunları memleketten tard ve ihracda +muztar kaldı. Hatta Papa’yı ma’bud-ı a’zam derecesinde +sayan İspanyalılar bile bu şeyatin-i mer’iyyeden bunların +hatır ve hayale gelmedik mefsedet ve mel’anetlerinden +yaka silktiler ve Fransa’yı taklide mecbur oldular. İşte bizde +medeniyet terakkī ve tekamül namına bir imdad-ı gaybi derecesinde +mazhar-ı tevkīr olan dindaşlarından yüz bulamayan +kendi memleketlerinden koğulan silindir şapkalı altın +salibli uzun tırnaklı Papa evladları hakkında; dinine vatanına +milliyetine ateşin bir sevda ile merbut bulunan fazıl +bir mütefekkir hakīkī bir mü’min kemal-i teessürle anlatıyor: +Misyoner darü’n-nedvelerine devam eden bedbaht çocuklarımızdan +sekiz yaşlarında biri mektep kilisesine girmekten +ve –haşa!– Cenab-ı Mesih aleyhissalatü vesselam efendimiz +nam-ı ma’sumuna merkuz heykelin ayağını öpmekten +retle ısrar eder. Misyoner kızar. Çocuğu izinsiz bırakır. Çocuk +sınıf başısından sebebini sorar. Hareket-i vakıasından dolayı +cezaya mahkum olduğu cevabını alır. Bir takrib oradan sıvışır +evine gelir. Mektebe bir daha gitmeyeceğini ve eğer pederi +rak söyler. Validesi sorar; macerayı dinler. Mes’ele pederine +akseder. Osmanlı sinyörü çocuğunu çağırır; istintaka başlar: +– Bir daha mektebe gitmeyeceğini madam söyledi sebebi?.. +– Kat’iyyen bey baba kat’iyyen! +– Sebebini soruyorum; niçin? +– Şiddetle ağlayarak Beni hıristiyan yapmak istiyorsanız +bu işkenceye ne hacet! Kiliseye götürün! Huzurunuzda +resmen vaftiz ettirip ismimi değiştirin olsun bitsin! +Nisaiyyun beylere rica ederim; söylesinler? İnsanı hayvandan +tefrik eden meziyet nedir? Hakīkat nedir? Bedahet +nedir? Bu müdhiş cinayet nedir? +Bir insan öldürülür. Katil ya i’dam yahud on beş sene +küreğe konulur. Niçin? Maktul için ise o bir daha ebediyen +avdet etmemek üzere gitti. Katilin i’damıyla hayatı alınıp +maktule verilmez. Bunda koca bir milletin mukaddes olan +hayatını sıyanet vazife-i mühimmesi vardır. +Kısasda sizin için hayat vardır düstur-ı Kur’anisi bu +beliğ hikmeti natıktır. +Halbuki bu ma’sumun tahsil-i ma’rifet iktisab-ı envar-i +medeniyyet namına katolik misyonerine teslimi tanassura +kat hunharane bin kat vahşiyane bir cinayettir. Çocuk ölüp +mezara girmiyor; belki ruhu öldürülüyor vücudu o maktule +canlı bir mezar oluyor. İnsanın hakīkī ruhu diyanet ve onun +atf-ı müradifi olan milliyetidir. Milliyet bir şeceredir. Efrad-ı +millet de onun yemişleridir. +Şecere-i milliyyet yaşadıkça esmarı mütevali ve la-yenkatı’dır. +Fakat o şecere kökünden baltalanınca ne dal kalır +ne budak; ne yaprak ne yemiş. İnsaf edelim! Bu o kadar +nazari bir felsefe değildir. Ah… İnsan bu hevl-engiz muhavereyi +göz önüne getirince sanki beyni üstünde yüz bin yıldırım +birden patlıyor. Ruhu bu lagar bu bunak vücud-ı beşeriyyete +nefretler yağdırıyor. Kaçacak yer arıyor. +Şimdi sekiz yaşındaki bir ma’sumun mülhem olduğu şu +büyük sözlerine şu hakimane cevabına bakınız! Bu mülzim +bu müskit intak-ı hakka mazhariyet çocuğun ne ulvi +bir ruha ne ateşin bir zekaya malik olduğuna şehadet eder. +Pederinin bu beliğ ilzam ve ifhamdan ne kadar hacil ne +kadar zelil olduğunu mu sormak istiyorsunuz? Orasını bilmem. +Şu kadar derim ki eğer bu herifte akıl namına bir zerreciği +olaydı zaten ciğerparesini hayru’l-halefini kendi eliyle +götürüp de cellad-ı milliyyete teslim etmezdi. Bu zavallı deliden +ziyade bin kat ziyade şayan-ı merhamet! Çünkü deliye +aklı veda’ etmiş. Bu garib mahluk ise lüzum ve ihtiyac +görmemiş aklına yol vermiş. Cinneti hiddete gelmiş hasmını +koğmuş! +Hiç yaşar mı böyle milliyet olur mu payidar? +Milletin efradı tedricen ederken intihar. +Vicdan-ı selim diyor ki: Evvela bu misyonerlere vatanımızda +mektep inşasına kat’iyyen müsaade olunmayacaktı. +Bu; birinci cinayet. Bunun vahamet-i encamını zamanının +uleması der-piş ederek meydan-ı hamiyyete atılacak ve +medarisin ıslahını hükumetten isteyecekti. Evet evet: Avrupa’dan +celb olunan muallimler talebe-i ulumun en zeki en +faal dimağlarını karşılarında bulacaklar ve fünun-ı cedideyi +onlara tedris edeceklerdi. Bunlar da mekatib-i İslamiyye’nin +mürebbileri muhterem hocaları veliyyü’n-ni’met-i idrak ve +allimin birer muhteşem darülfünun şeklini alacaktı. Maarif +Nezareti Bab-ı Meşihat’in bir şu’besi olacak ibtidai rüşdi +cını medaris-i İslamiyye’den te’min edecekti. Vücud-ı şeriatin +dimağı olmak iddiasında bulunanlar daima istikbale giden +beşeriyetin hayatı teceddüd ve terakkīden tekamül ve +tealiden ibaret olduğunu düşünecekler. Bir çocuğun ilk doğduğu +gündeki basit ve iki katre sütten ibaret olan ihtiyac-ı +hayatıyla yirmi sene sonraki yığın yığın ihtiyacat-ı mütenevviasının +bir olmadığını ve bunun te’mini için büyük bir cidal +sa’y ve amel meydanına atılmak mecburiyet-i kat’iyyesini +takdir edeceklerdi. Allah’ın; ibadı üzerine nigehbanları kanadlarını +germiş melekü’s-sıyaneleri mürebbileri mürşidleri +olduklarını fiilen gösterecekler ve ümmeti kendilerine +minnetdar edeceklerdi. +hadis-i celilü’ş-şanının ma’nayı +münifi bu demek değilse nedir? Allah; ibadının nesini +ulemaya emanet ediyor? Yalnız nikahını talakını cenazesinin +merasim-i tedfini mi? Şeriat bir sıfattır; mevsuf ile +kaimdir. Müteşerri’ olmazsa şeriat kalır mı? Misyonerler +gelir bi-perva çocuklarımızın vicdanını zehirlerlerse şeriati +sinesinde taşıyacak onu istikbale götürecek yaşatacak kim +kalır? Kurdlar içimize dalmış dişili erkekli koyunları kuzularıyla +beraber muttasıl kapıp duruyorlar. Koyunlar daima +azalmakta eksilmekte. Kırk sene evvel camilerde sufuf-ı +cemaat ne kadardı şimdi ne kadar? Çobanlık böyle koyunları +kurdlara kapdırmak mıdır? Emanet böyle mi muhafaza +olunur? Emanete –hususiyle böyle bir emanet-i kübraya– +hıyanetin ziyaın cezası +– – – – +– +nedir? Ziyaı halinde kanuna karşı mes’ul olmak ta’zir ve +tekdir görmek. Haps olunmak korkusundan dünya emaneti +üzerine gözlerimizi fal taşı gibi açar ve kemal-i i’tina ve ihtimam +acil uhrevi emanete gelince iş değişir. Nazarlarda ehemmiyeti +kalplerde endişesi korkusu azalır. Mukteza-yı iman +bu mudur? +“ Erbab-ı hıyanet +duçar-ı hacalet ve rezalet olmak mes’ul tutulmak ve mücazat +görmek korkusuyla insanlardan gizlenmeye hıyanetlerini +ört bas etmeye çalışırlar da Allah’dan utanmazlar. +Kahr u gazabından hiç de korkmazlar. Halbuki Allah onlarla +beraberdir. Kendilerine şah damarlarından daha yakındır. +Güya sütre-i hıyanet delil-i beraet ve ma’sumiyetleri olmak +üzere Allah’ın kat’iyyen razi olmadığı yalanları uydurur +aleme iftiralar bühtanlar icad ederken Allah onları görüyor +olan ilm-i ezelisi onların bütün a’mal ve ef’al-i cinaiyyelerini +muhittir. Bir zerre gayb olmaz ve olamaz”. +Biz sırtımıza yüklendiğimiz bu emanet-i kübrayı muhafaza +etmedik. Bu milletin hayat-ı tayyibe-i diniyye ve milliyyesini +din ve şeraitimizin en müdhiş düşmanları olan papaslara +misyonerlere mürebbilere mürebbiyelere bıraktık. +Azim cinayet işledik. Şu halde bari mütesemmimlere karşı o +kadar gazubane ve mütehevvirane çıkışmayalım. Hıyanetin +hepsini onlara isnad ve tahmile kendimizi serir-i ma’sumiyyete +çıkarmaya çalışmayalım. Cinayeti aramızda taksim +edelim. Birbirimize yaklaşalım. Musafaha edelim. Barışmağa +Onlar da bu milletin efradı bu sevgili mader-i vatanın evladıdır. +Güneşe karşı ilelebed göz yummak sada-yı hakk u +hakīkate kulak tıkamak için misyonerlere namusları üzerine +söz vermediler ya! Emin olalım ki bu memleketin selameti +bakıyor. Yekdiğerini dinsizlikle taassubla köhne-perestlikle +göstereceksin değil mi? +Mehmed Fahreddin +EDEBİYAT +Ey unsur-ı necibin bir dürr-i şah-varı +Sensin bugün şuaı enzarı ibtisarın +Senden doğarsa çok mu encüm kadar maali +Yarmış ufukları hep seyf-i kaza-medarın +Dönmez o seyf-i hasim şehrah-ı adl-i haktan +Fevka’r-ruus o şu’le bir necm-i haledarın +Seyfinle hem saramet faslu’l-hitab-ı nutkun +Bir şu’le-i dehadır vakkad olan nigahın +Ma’tuftur Huda’ya her medd-i intizarın +Yoktur mehafetin hiç baziçe-i vegadan +Hunabe-i şehadet reyhane-i baharın +Hamun u deşt-i harbin sensin sıracı el-hak +Yoktur hubutun asla memdud iken menarın +Bast-ı cenah ederler sükkan-ı sermediyyet +Oldukça cebhe-fersa ensar-ı bi-şümarın +Meydan-ı kerr u ferrde galtan olan nevasi +Mihrab-ı mecd ü necdet minberleri kibarın +En nuhbe-i hamiyyet ey seyyid-i hamaset +Nisyan-pezir olur mu amal-ı intisarın +Sensin mücahidinin bir ferd-i bi-adili +Bir ferd isen de sensin külliyyeti vekarın +Ma’şuka-i fuadın a’da-yı dini ezmek +Şehdane-i celadet her ferd-i cansiparın +Seyf-i cihad elinde meslul iken dema-dem +Şadan olur muhakkak ervahı Çar-Yar’ın +Tarraka-i adüvden lerzan değil urukun +Anterlerin tanini guya ki guş-darın +Mutlak ölüm girizan piş-i mehabetinden +Ser-pençe-i rızada seyf-i kaza-nisarın +Darü’l-cihada sinen bir me’men-i rızadır +Destar-ı hun-disarın iklil-i iştiharın +Bir hatifi nidadır sem’inde mevc uran ses +Guya telatum eyler fevka’l-feza şiarın +Mermileri adunun bir seyl-i sail amma +Tufan-ı hun u ateş bir mevc-i dil-şikarın +Mahz-ı belagatindir iblağ-ı emr-i ma’ruf +Merza seciyyelerdir eş’arı abdarın +Hutben lisan-ı gaybın bir nefha-i revanı +Hassan ile Lebid’i sensin bu kar-zarın +Sadr-ı güzin-i İslam cebhende muntabı’dır +Ayn-ı şifasıdır o enzar-ı i’tibarın +Var ol şehametinle ey şeyh-i pak-siret +Güldeste-i tahiyyat oldukça yadigarın +Bir haşyet-i mücessem olsun aduvv-i na-kam +Yardıkça deşt-zarı tekbir-i zar-zarın +EBU’L-ALA MAARRI +Mesela Maarri’ye sen şöyle diyorsun: +Ve bu sözünle dini ta’yib etmiş oluyorsun desen cevap +vermekte duçar-ı işkal olmaz. +Ebyat-ı sabıkaya göz yumalım fakat şu beyitleri de kolay +kolay onlara ilhak edebilir miyiz? +Evet bunlarda da müsamahakar davranalım feylesofun +buradaki maksadı şu: +Beytindeki ma’nayı okşuyor diyelim; hakīkat de budur +Sözünü kabul edince: +Fikrini de telakkī bil-kabul etmek icab eder. +Şimdi siz diyeceksiniz ki: +“Söylediklerini anladık. Lakin sen sözünde durmadın. +Şartımızı hudud-ı tedkīki unuttun mu? Feylesofun hiçbir +adin nerede? Bu; vaadde durmamak ahdi bozmak değil +midir? Hani bütün mezahibi teşni’ ettiği bütün dinlerle alay +ettiği sarih beyitleri nerede? Niçin bize: +..! +Gibi sözlerini zikr etmiyorsun? “Menasik-i haccı” takbih +ettiği şu: +Şiirini niçin kale almıyorsun? +Feylesofun: +Dediğinden haberin yok mu? +Ben de derim ki: +“Vallahi ben şimdiye kadar takdim ettiğim beyitleri; yalnız +onları ortaya koymuş olmak için ileriye sürmüş değilim; +saydığınız kabilden beyitleri de ortadan kaldırmak hesaba +koymamış olmak için te’hir etmedim bunları sona koymaktan +maksadım bütün söylediğiniz takımdan sözlerini toplayarak +bir arada irad etmektir. İşte yazıyorum: +Bir daha: +.! +Maarri bu sözleriyle her şeyi tasrih etmiş oluyor. Feylesofun +acı tatlı fikir ve mezhebini tamamıyla şerh edeceğine +kani’ olduğum ne sözü varsa naklettim; şimdi ilk sözlerine +bakarak imanına hükm etmek caiz ise son sözlerini yine +kulak vermeyerek geçmek de layık değildir. Hatta içimizden +biri buna razi olsa bile zannetmem ki Maarri razi olmuş olsun. +Çünkü feylesof; bu sözleri bu yüzden kendine teveccüh +edecek mes’uliyetin derecesini takdir ederek söylemiştir; +eğer sözlerinin mes’uliyetini deruhde etmemek istemiş +olsaydı hiç söylemezdi Lüzumiyyat ’ını cem’ ederken +bunları hiç bulundurmazdı; çünkü şiirlerini bizzat cem’ ve +tertib eylemiştir. +Biri çıkar da “Bu şiirlerin öldükten sonra kitapları arasına +sıkıştırılarak Maarri’ye nisbet edilmiş olmak ihtimali vardır.” +diyebilir; fakat bu sözün sahif olması şöyle dursun tıbaatın +zuhurundan evvel yazılan bütün kitaplardan emniyeti kaldırmak +gibi mühim bir işkali de vardır. Bu emniyetsizliğe kail +olursak büsbütün şaşırır kalırız. Ben derim ki: +“Bu söz pek çürüktür. Çünkü hadi feylesofun bu sözleri +söylemediğine diğer biri tarafından tertib olunan bazı sözlerin +Maarri’ye nisbet olunduğuna cevaz verelim. Fakat düşünelim +bu adam niçin başkasına nisbet etmiyor da feylesofa +ediyor niçin bu sözler yalnız ona isnad olunuyor? Şübhe +yok onun sözüyle kendine nisbet olunan söz arasında bir +müşabehet var ki bu nisbete cesaret ediliyor. Yoksa bir mazmun-ı +felsefiyi bir şaire nisbet etmek nasıl ma’kūl olur bu +nisbetin ne ma’nası olur? Ona isnad edileceğine İbni Sina +onların felsefi sözleri arasında revacı te’min edilir. Böyle +yapmak pamuktan bir libas üzerine dibac-ı hüsrevaniden +yama vurmaya benzer. Hasılı bu şiirlerin Maarri’nin olmadığını +söyleyerek ona intisar etmek daiyesinde bulunanlara +rağmen bizim bu ihtimali tasdika hiçte meylimiz yoktur. +Maarri’yi bu yolda müdafaaya kalkışmak; arkadaşına iyilik +etmeye kalkıp da yolunu şaşırarak fenalık yapan cahil bir +dostun hareketine benzer. Böyle bir tarz-ı himaye tutanlar +kadar da hiç kimse feylesofun şan ve şerefini tenkil etmiş +haysiyetini düşürmüş olmaz. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DİNİ +“İşte bundan sonra Davud as Filistinlileri kahr u mah­ +kum etti. Davud Filistinlilerin elinden Mezka Muhah’ı aldı ve +Moab kabilesini kahretti; onları yere atarak bir ip ile ölçüp +mahvetti. Ve onları hesab ile kesti; böylece Moab kabilesi +onun hadimi tabii oldular ona hediyeler getirdiler. Davud +Fırat nehri sahilinde hududunu kurtarmaya giderken Tsuba +kralı Rehub’un oğlu Hadadezer’i de kahretti; ondan bin +muharebe arabası yedi yüz süvari yirmi bin piyade aldı. +Davud bu muharebe arabalarının hayvanlarının ard ayaklarının +sinirlerini keserek işten bıraktı; yalnız kendisi için yüz +harp arabası alıkoydu. Ve Şam’ın Suriyelileri Hadadezer’i +kesti. Davud Şam Suriyesi’ne muhafız koydu Suriyeliler +Davud’un tabii olup hediyeler haraç getirdiler…… +“Ve Edom’a muhafızlar koydu bütün Edomiler de +Davud’un tebaası oldular..” +Tarih-i Beni İsrail yani kütüb-i mukaddeseden ma’dud +’in birincisinin altıncı babında Hazret-i Davud’un +daha bir çok icraat-ı muharibanesi içlerinde bilhassa Amoniler +dahil olmak üzere katl olunan nüfus-ı azimeye ve “harp +arabalarında kavga eden yedi bin Suriyeli ile kırk bin piyade +Suriyelinin ve kumandanları Şafat’ın katline” aid +ma’lumat vardır. +“Ve öyle oldu ki sene nihayetine erince yani padişahların +harbe gitmek mevsimi geçince Yoab yani Kudüs’ün +zabtına sebeb olan ve Davud as’un askerine kumandan +nasb olunan orduyu sevk edip Beni Amon’un memalikini +harab Rabba’yı muhasara zabt ve tahrib etti. Ve Davud +as onların kralının tacını başından alıp bir ağırlığı talan +altın olduğunu tarttı. Ve bundan başka tacın üzerinde kıymetdar +taşlar var idi. Bu tac Davud as’un başına vaz’ olundu. +Şehirden de o kadar ganaim getirilmiş idi. Ve şehirden +ahalisini de alıp getirdi; onları destereler ile demir oklarla ve +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +şeklinde yazılmıştır. +baltalarla kesip parçaladı. Davud bunu yalnız onlara değil +bütün Beni Amon Amoniler şehirleri ahalisine yaptı. Ve +bundan sonra Cerz’de Filistinlilerle harp çıktı. Bunda Haskat +olan Sippekay Sipay’ı katletti; bu Sipay Devler Goller +cinsinden olduğundan onlara tabi’ oldu. +“Ve yine Filistinilerle harp çıktı Elhanan Gat kabilesinden +Calut’un biraderi Lahmı’yı katletti. Lakin yine Gat’ta +muharebe var idi. Orada azimü’l-cüsse biri çıktı ki: El ve +ayak parmaklarının mecmuu yirmi dört idi: Yani her elinde +altı ve her ayağında altı idi. O da Gol ta’bir-i amiyanesince +Dev oğullarından idi. Ancak Beni İsrail’e karşı mağrur ve +hakaretkar olunca Şimei’nin oğlu Yonatan Davud aleyhisselamın +biraderi onu katletti. Bunlar Gat’ta Gol Dev olarak +doğmuşlardı ve Davud as’un ve tebaasının eliyle katl +olundular.” +Bu mebhasi bitirmek için en muvafık hareket Milme’nin +Hazret-i Davud’un son safahat-ı hayatiyyesi bu sahib-i şevket +satırları buraya nakl etmek ile olabilir: +“Zaman-ı intikali yaklaştığı zaman Davud oğlunu şeriat-i +Museviyye’ye kavanin-i ilahiyyeye ıktifa ile emretti. Buna +ve müsabakatla teftiş etmesini vasiyet etmişti. Onun fikrince +Yoab şeci’ ve sadık olmakla beraber hiç sükunet bulmayan +tul-ı amali hasisa-i teşebbüskarisi ve düşmanlarının iraka-i +deminde gösterdiği kayıtsızlık nokta-i nazarından tehlikeli bir +adam olabilirdi. Hazret-i Süleyman’ın Yoab’ı ilk maksad-ı +hıyanetkarisinin tezahüründe bila-merhamet katl etmesi lazım +geliyordu. Şimei de şayed en cüz’i bir alamet-i gayr-i +hoşnudi gösterirse katl olunacaktı. İşte bu vechile veraset-i +hükümdari ve beka-yı şeriat ve kanun ve din-i milliyyetin +şeref-i daimini taht-ı emniyyete aldıktan sonra cidden banisi +addolunabileceği bir hükumet-i şevket-medarı kırk sene +cihetce dahili nifaklarla zedelenen her tarafı muzaffer düşmanlarla +mahdud ve merkez-i hükumetsiz hemen hemen +şeklinde yazılmıştır. +ordusuz ve kabaili arasında cihet-i camia gayr-i mevcud bir +kraliyetin riyasetine gelmiş idi. Halbuki: Vefatında ortada bir +müellef müttehid bir hükumet bıraktı ki: Eb’adı Mısır hududundan +Lübnan Cibali eteklerine Fırat Nehri’nden Bahr-i +Sefid sevahiline imtidad ediyordu. +Davud as Filistinlilerin kudret ve şevketini mahv bütün +civardaki hükümdarlıkları ya kendisine tabi’ veyahud +tebaasıyla beraber harita-i alemden hakkeylemiş idi. Bu +miyanede Tir yani Su şehr-i azimiyle de esaslı daimi bir +zaman nevbetle kabailden yirmi beş bin genç silah altında +bulundurularak müdafaa-i milliyye kuvvet-i daimesi te’sis +olunmuştu. Bu ordunun kumandanları umumiyetle sahib-i +liyakat ve tecrübe olup o zamanın usul-i harbinde pek mühim +havas ile yani cür’et şecaat-i şahsiyye ve azim kuvvet +ve cesamet-i bedeniyye ile mümtaz idiler. Bu kahramanlar +bize Şarlman’ın ve Kral Artur’un masallarındaki şövalyeleri +kavi zırhlılarına mukabil Beni İsrail kumandanları harikulade +kuva-yı medeniyyeye bedeniyye olabilir mi asla yılmaz +bir ısrar ve mukarenet-i fikriyyeye sahib idiler. Davud +as’un aile hususatı da diğer hükümdaran-ı şarkiyyeninkine +müşabihdir. Harbe giriştiği vakitler asrının ve memleketinin +adeti olduğu vechile gayet şedid surette düşmanlarından +ahz-ı intikam ederdi..” +Hazret-i Davud’un devre-i hükumetinin nihayete erişmesi +rebleri büyük bir inkılab arz ediyor idi. Bu ana kadar Beni +bir mahiyette değil idi ve her İsraili için her taraftan zuhuru +melhuz olan tecavüzat ve tedafuata karşı silah ile mukabele +eylemek üzere asker olmak bir vazife-i esasiyye idi. Ancak +nihayet arz-ı Ken’an kabza-i teshire geçince İsraililer içinde +san’at ve temeddün esasları tevessüe başlamış Hazret-i +Davud’un halefi devr-i hükumetinde harpten ziyade sulh ve +müsalemete atf u i’tina edilmiştir. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Buhara emiri birkaç zabit maiyetinde olarak istikbale bin +kişi göndermişti. Benim için hazırladıkları menzile kondum. +Üç gün sonra emir tarafından bir me’mur gelip beni mülakat +rin bin teneke nakd ile birkaç top kumaştan ibaret olan hediyesi +geldi. Bir iki gün daha oturduktan sonra Semerkand’a +azimet ettim. +Ruslar tarafından mansub olan Semerkand hakimi hakkımda +hürmet ve riayet gösterip gerek benim gerek maiyetim +bulundu. +Birkaç gün sonra Rusların Türkistan vali-i umumisi beni +Taşkend’e da’vet etti. Masarıf-ı seferi de Semerkand hükumeti +tahammül eyleyerek beni yola çıkardı. Taşkend’e vusulümde +kemal-i muhabbet ve ihtiram ile istikbal olundum. +Vürudumun ertesi günü vali-i umuminin da’vetnamesi geldi. +Gidip görüştüm. Fevkalade ihtiramkarane davrandı ve +beni gece yarısına kadar alıkoydu. Avrupalıların merasim-i +ülfeti hoşuma gitti. Bunlar misafirlerini büyük bir salonda +kabul ediyorlardı. Misafirler odadan odaya gezip birbiriyle +konuşuyorlar sıgara içip meyve yiyorlardı. Nısfu’l-leylde +menzilimize avdet ettik. Ertesi günü vali ziyaretime geldi. +Kapıdan karşıladım. Hal hatır soruştuktan sonra kendisine +murassa’ bir kılıç ile altı tane Keşmir şalı ve iki top kemha +kumaşı verdim. İki saat oturup gitti. +Ertesi günü Ceneral Ali Hanef beni sabah yemeğine +da’vet etti. O günü musahabetle geçirdik. Birkaç gün zarfında +diğer ceneraller tarafından da çağırılıp icabet eyledim. +Bu esnada Rusların büyük paskalyası – ki Huda-zadelerinin +doğduğu güne müsadif bayramdır– geldi. Vali muaviniyle +arabasını gönderip beni ikametgahına da’vet etti. +Birlikte gittik. Vali bizi kaimen kabul eyleyerek bir salona +götürdü. Bundan ümera ve ekabir kadınları ve çocuklarıyla +orada idiler. Meşru’ ve gayr-i meşru’ içkilerin hepsinden +vardı. Huzzar gece yarısına kadar yiyip içmekten el +çekmediler... Nısfu’l-leyl olunca Hristos Hristos diyerek +birbirlerini öpmeye başladılar. +Sahib-i haneden izin alıp menzilimize geldik. Üç gün +sonra vali yine arabasıyla muavinini yollayıp beni yapılacak +askeri merasime çağırdı. Gidip gördük ertesi günü vali +muavini gelip: +– Vali sizinle görüşmek istiyor dedi. Birlikte gittik. Çaylar +– İmparator hazretleri telgrafla istifsar-ı hatırınızda bulunuyorlar +dedi. Teşekkür ettim. Ba’dehu: +– Bir de görüşülmek üzere Petersburg’u teşrifinizi arzu +ediyorlar. Muvafakat buyurur musunuz? sualinde bulundu. +– İmparatorun memleketini şimdiki halde kendime melce’ +zat-ı haşmet-penahilerine arz eylemek içindir. Petersburg’a +azimet bahsine gelince yarın ma’lumat veririm dedim. +Avdetimde arkadaşlarımı çağırıp bu hususda fikirlerini +sordum. +– Sizi salıvermeyiz. Çünkü sizsiz edemeyiz. Dediler. +– Rusya’daki benim gibi bir çok firari bulunduğu halde +da’vetini kabul edip gitmek lazım gelir. +Diye kendilerini iknaa çalıştımsa da muvaffak olamadım. +Ertesi günü valinin nezdine gittim. Çay ve cıgara içildikten +sonra: +– İmparatorunuz hakkımda fevkalade nezaket gösterip +beni Petersburg’a da’vet eylemiş buna tekrar tekrar teşekkür +ederim. Fakat ben Rus memalikine yeni gelmiş bir adamım +ki maiyetimde beş yüz kişi vardır. Bir çok seyr ü seferde +bulunup muhtac-ı istirahat bir hale gelmiş olan bu adamlara +mesken tedarik ve istirahatlerini te’min eyledikten sonra imparatorun +da’vetine icabet edebilirim dedim. +Vali: +– Pek güzel şimdi bir telgraf çekip cevabınızı imparator +hazretlerine arz ederim dedi. +umuminin nezdine götürdü. Vali: +– İmparator hazretleri mütalaanızı tasvib buyurmuşlar +ve zat-ı fahametiniz için Semerkand yahud Taşkend’de bir +ni de irade etmişler dedi. +– Ben imparator cenablarına iltica etmiş bir adamım. +Hakkımda ne arzu ederlerse kabulümdür cevabını verdim. +Tekrar: +– İmparator hazretleri sergerdelerinizden bazılarıyla zat-ı +fahimanenizin tasvirini istemişler deyince: +– Hazırım dedim. +Ertesi günü vali muavini beni fotoğrafcı dükkanına götürdü. +Fakat bizim arkadaşlar: +– Resmini çıkartan gavur olur! diyerek fotoğraflarını aldırmadılar. +O vakte kadar yoldaşlarımı oldukça münevverü’l-fikr +sanırdım. Meğerse aldanmışım. +Muavin: – Rufekanız niçin resim çıkarmadılar? sualinde +bulundu. +– Bunlar hiçbir taifenin sergerdesi değil ancak benim +yol arkadaşlarımdır. Binaenaleyh bir sıfat-ı resmiyyeleri +yoktur ki resimleri imparator hazretlerine takdim olunsun +cevabını verdim. +Muavin: – Çok akıl bir zatsınız. Hakīkaten imparator hazretleri +bu adamların mansıbı nedir? diye sorsalardı verecek +cevap bulamayacaktık dedi. Bundan sonra hiçbir hususda +arkadaşlarım ile istişare etmedim. Zira iki defa teklifimi +reddeylemişlerdi. Kendilerinin ma’lumat ve tedbirlerine de +beni valinin ikametgahına götürdü. Gece yarısına kadar +oturup eğlendik. Bu esnada Semerkand’a gitmek için validen +hitaben bir mektup bana verdi. Ertesi günü gidip vali ile +veda’ eyledikten sonra geldiğim tarik ile Semerkand’a azimet +eyledim. Hamil olduğum mektubu Ceneral Abramof’a +verdim. +Ceneral: – Taşkend valisinden aldığım emir mucebince +zat-ı fahametinize beğendiğiniz bir menzil iştira olunacaktır +dedi. +Adamlardan birini dolaştırıp verdiği ma’lumat üzerine +cenerale mektup yazdım. Ve: “Dervaze-i Kalenderhane” +civarında kain olup Buhara emirinin emlakinden bulunan +arşın vüs’atinde bir bağ hoşuma gitti dedim. Burası +latif ve abdar bir mahal olmakla beraber emlak-ı hükumetten +bulunduğu cihetle iştirası için para sarf edilmeyecekti +dedi. +Birkaç gün sonra oraya taşındım. Amca-zadem İshak +Han ile yoldaşlarım için de şehir dahilinde birer ev kiraladım. +delerimden bazıları birkaç gün sonra benden izin istediler. +Bazıları da bila-istizan savuştular. Yalnız kendi adamlarım +maiyetimde kalıp sadıkane hizmetten ayrılmadılar. +SİYASİYAT + +---- +FAS VE TRABLUS +---- + +Fas ahvali kimse tarafından beklenilemeyen tasavvur +edilemeyen bir şekil almaktadır. Bütün Marakeş bir buhran +ve heyecan-ı azim içinde alevlenmektedir. Afrika-yı Şimali’yi +kendi aralarında masa başında taksim ederken miyonlarca +ahaliyi koyun sürüsü gibi farz ederek bila-mukavemet kasap +bıçağı üzerine koyacaklarını tahmin edenler kendi hesablarında +aldandılar. Marakeş müslümanları ölmeden evvel +kendilerinin ber-hayat olduklarını isbata kalkıştılar. Memleketin +millinin imhası Fransızlara pek bahalı bir fiata mal olacağını +göstermek fikrinde olduklarını irae etmektedirler. Fransızlar +pür telaş pür heyecan şu seylab-ı hayatın nerden geldiğini +hangi menba’dan feyz aldığını ta’yin edemeyerek şaşırmıştırlar. +Onlar ile beraber memleketi kendi menafi’-i zatiyyeleri +kendi istirahat-i şahsiyyeleri için feda eden zimem-daran-ı +umur da titriyorlar kesb-i istihkak etmiş oldukları cezaları +görmeden sahne-i girudardan çekilmek istiyorlar. +Memleketi bila-mukavemet ve yalnız kendi menafi’-i şahsiyyesini +te’min ederek ecanibe teslim etmiş olan Fas sultanı +şimdi hiddet ve şiddet karşısında kendisini gaib ederek isti’fa +etmek istiyormuş. Lakin buna ne Fransız ne de Faslılar razi +olmuyorlar. Her iki taraf da müşarun-ileyh hakkında hiss-i +nefret ve istikrah ile mütehassis olarak kendisi ile hesablarını +görmek istiyorlar. Fakat bundan evvel tarafeyn kendi aralarındaki +hesablarını bitirmek fikrindedirler. Cereyan-ı ahval +Fransızların Marakeşliler tarafından kat’iyyen böyle bir +mukavemete duçar olduklarına muntazır olmadıklarını ve +binaenaleyh Marakeş’de şu mukavemete karşı gelecek ve +kifayet edecek kuvvete malik bulunmadıklarını gösteriyor. +Halbuki el-yevm bütün Fas’ın hemen kaffe-i nikatında Fransızlara +karşı Faslılar tarafından bir hücum-ı umumi icra edilmektedir +ve bir çok yerlerde Fransızlar taht-ı muhasarada +bulunmaktadırlar hatta bir aralık Fransız başkumandanının +ve Fransa murahhasının Marakeşliler tarafından katledildiği +şayiası intişar etti. Fransa’da tahmin edildiğine binaen şu +kıyamı yatıştırmak için la-ekal yüz bin kişilik orduya ihtiyac +messediyorlarmış! Hülasa Marakeş’de hal ve vaz’iyet birden +bire az bir zaman içinde son derece vahim bir şekil aldı! +Hatta Fransa matbuatının bir kısmı Marakeş’in Fransa’nın +başına bir bela kesileceğini şu memleketin istilası senelerce +muharebenin devamına mebaliğ-i külliyyenin sarfına mütevakkıf +olacağını tahmin ediyorlar. Kim bilir belki Marakeş’ten +şu hal el-Cezayir’e Tunus’a da sirayet eder ve bütün +Afrika-yı Şimali vasi’ bir meydan-ı cihad kesilir. +Fransızlar şu felaketten dolayı kimseyi tahtie etmemelidirler. +kendilerine verdikleri esnada bir de şu yerlerin asıl sahib ve +maliklerini nazara almalı idiler. Ta öteden beri alem-i İslam +rette tedkīk ve tahkīk etmiş olan bir çok ulemaya müsteşrikīne +malik olan Fransa hükumeti biraz ihtiyatkarane davranmalıydı; +Afrika’nın diğer kabail-i vahşiyyesi yerine koymamalıydı; +Fransa bilmeliydi ki alem-i İslam’da –şu alem ne kadar +münevvim mütedenni gözüküyorsa da– bir ruh bir hayat +bir medeniyet bir an’ane-i tarihiyye vardır. Müslümanlar +nim vahşi diğer akvama teşbih edilemez. Onlara karşı biraz +münevverü’l-efkar Fransızların bile ihtaratına ve tenbihatına +rağmen bunları nazar-ı dikkate almadı ve işte bugün şu +hatasının cezasını çekiyor. +* * * +tüğünden bununla beraber Fransa kadar iktidar-ı siyasi +mali ve askeriye de malik olmadığından daha ziyade cezaya +ma’ruz kalmıştır. Bugün İtalya hükumeti kendini tamamen +gaib etmiştir ne yapacağını ne söyleyeceğini bile ta’yin +edemiyor. Hükumet-i mezkurenin Adaları işgalden maksadı +Avrupa hükumetlerini işe müdahale ettirerek bir konferans +vasıtası ile nail-i meram olmaktı. Lakin diğer tasavvuratında +olduğu gibi bu kere de aldandı. Hükumat-ı sairenin etvar +ve harekatının nazım-ı hakīkīsi elbetteki İtalya değildir. +Hükumat-ı mezkurenin konferansı İtalya’nın arzusu vech ile +tertib etmek için bizi böyle bir konferansa iştirak etmeye icbar +etmeleri lazım gelirdi. Ta’bir-i ahar ile müttehiden bize +karşı çıkmaları icab ederdi. Evvela böyle bir iş daire-i imkandan +hariçtir saniyen Avrupa’yı kendi eli ile ateşten İtalya +mevcud değildir. Binaenaleyh konferans mes’elesi bir aralık +hararetle müzakere edildiyse de şimdi saha-i münakaşadan +çıkmak üzeredir her yerden kimsenin konferans tarafdarı +olmadığına dair te’minat geliyor hatta Rusya hükumeti bile +konferans tarafdarlığından istinkaf ettiğini resmen i’lan etti. +Demeli ki konferans şayiaları sırf bir tecrübe balonu olarak +net-i Osmaniyye’ye karşı şu balon da mukavemet edemeyerek +mahv oldu. +Bu İtalya diplomasisi İtalya ordusunun Trablusgarb’daki +ma’ruz kalmış olduğu ricat ve hezimetten daha müdhiş +bir mağlubiyettir. Zira evvela bu kadar masarıfa mal +olmuş olan Adalar seferi de neticesiz kalıyor; saniyen İtalya +dan maada şu sefer İtalya’yı son derece nazik ve müşkil +bir vaz’iyet içinde bırakmıştır. Hükumet-i mezkure şu seferi +mahafil-i siyasiyyede deveran etmekte olan karinü’l-vüsuk +bir rivayete binaen İngiltere ve Fransa hükumetleri İtalya +hükumetine diğer büyük adaları işgal edemeyeceğine aid +bir nota vermişlerdir. Zaten İtalya kendisi de işgal etmiş olduğu +Adalar’da kalamaycağını pek ra’na biliyor. Demek +meye başladılar. İtalya başnazırı İngiliz gazetesi Daily Chronicle +muharririyle icra etmiş olduğu bir muhaverede demiş +ki: “Osmanlılar Trablus’un İtalya’ya ilhakı hakkında ısdar +edilmiş olan emirname-i kraliye lüzumundan fazla ehemmiyet +verdiler. Bizim maksadımız ilhaktan ziyade hakimiyettir. +Zira biz yerlilerin hukūk ve imtiyazatına adat ve kavaid-i +milliyyelerine ve sultanın hilafetine riayet etmek fikrindeyiz!..” +Bu ne demektir? Sersemleme ve bilhassa diplomasi sersemlemesi +olduğu için şu sözlerin ma’na-yı hakīkīsini anlamak +biraz güçtür. Fakat şu cümlenin irae etmekte olduğu +ahval-i ruhiyye ile iki ay evvelki ahval-i ruhiyye arasındaki +fark-ı azimi ta’yin etmek pek de güç bir şey değildir. Zaten +sır haline vaz’ edebilecek şerait-i sulhiyyenin kabule hazır +bulunduğunu ima eder Roma’dan bir çok havadis teraşşuh +etmeye başladı. İtalya başnazırının mübhem kelimatı da bu +ma’nayı anlattırıyor. Fakat mahafil-i Osmaniyye’de böyle +bir fikre yanaşabilecek bir racül-i devlet bile tasavvur etmiyoruz. +Düşman bize karşı bütün vesait-i tazyikıyyesini tecrübe +etti. Beslemekte olduğu bütün ümidlerin boşa çıktığını gördü. +Düvel-i muazzama ne bize karşı icra-yı tazyikata ne de +konferans akdine yanaştılar. Balkanlarda sulh ve müsalemet +damadılar değil bizimle hoş geçinmek fikrinde olduklarını +beyan ettiler el-yevm bile Viyana’da Avusturya imparatoru +ve Rusya aleyhine gayet ma’nidar bir nümayiş icra edilmektedir. +Rusya sustu. Fransa ve İngiltere’de efkar-ı umumiyye +tamamıyla İtalya’nın aleyhine çevrilmiştir. Avusturya ve Almanya +gayet na-müsaid olan şu vaz’iyet-i umumiyyeye karşı İtalya +hükumeti şaşırmıştır. Bir taraftan bize sulh teklif ediyor diğer +taraftan İzmir’e asker çıkararak bizi karada muharebe +etmekle tehdid ediyor. Fakat şu tehdidi yaparken bile kendi +kendini istihza ediyor zira pek ra’na biliyor ki bütün Osmanlıların +da yegane arzusu düşmanla karada karşı karşıya +gelmektir. Bizim yegane ta’kīb edeceğimiz meslek devam +ve sebattır. Biz devam ettikçe düşman kendini gaib edecektir +ve bilahare hakkımızı teslimden başka bir çare olmadığını +kendisi de ikrar edecektir. + +---- +MEKATIB +---- + +GIRIT’DEN YÜKSELEN BIR ENIN-I HITAB +Efendim her halde Cenab-ı Hakk’ın hıfz-ı Samedanisi’nde +olmanız duasıyla selam-ı vefire ve tahiyyat-ı kesiremizi +takdim ederiz. Vatan millet ve devleti seven ve müdafaa +edenlerden olduğunuzu üç seneden beri okumakta +olduğumuz mev’iza ve makalelerinizden pek ra’na anlıyoruz. +Makaleleriniz burada daha çok te’sir yapıyor ve hele +biz Girit’in bağrı pare pare müslümanlarına dair sözleriniz +cümlemize gözyaşları akıttırıyor. Şühedamızın analarını +kadınlarını evladlarını hüngür hüngür ağlatıyor. Bizim İslam +askeri ecnebiler tarafından çıkarıldığı günden beri neler +çekdiğimizin siz binde birini bilmezsiniz. Girit a’da-yı din +vahşilerinin biz eli bağlı müslümanlara yapmakta oldukları +kıtal ve cinayetlerinin birkaç tasavirini güç hal ile bin türlü +korku ile hafiyyen alabildik bunları bu kere bütün Osmanlılık +derdik ve bir nüshasının size gönderilmesini rica ettik. Size +de rica ederiz ki bunun üzerine bir makale yazınız. Bütün +felaketleri bütün dindaşlarımıza bildirsinler. +Biz silsile-i felaketleri hep donanmasızlık yüzünden çekiyoruz. +Donanmanın kadr u kıymetini bilmeyenler gelsinler +de bizden ve Trablusgarblılardan ve bugünlerde İtalya’nın +dest-i işgaline düşen Adalar’dan sorsunlar. Bu kadar binlerce +müslümanlar yanıp kavruluyorlar berbad ve perişan +oluyorlar. Oradaki ehl-i iman ehl-i insaf acaba bu zavallı +din kardeşlerinin gayr-i müdafi Adalar’da ve Trablus’da +başlarına gelen felaketlere ne kadar yanıp yakılıyor. Biz hep +bu kadar zulümleri ancak müslüman olduğumuzdan ötürü +çekiyoruz. Ehl-i salib muhiti içindeyiz. Bizi sinekler gibi öldürüyorlar +ve seslerimizi çıkartmıyorlar. Bu millet bu ehl-i +din ve iman acaba Almanların ve Yunanistan’ın gayret-i +milliyyelerini ve donanmalarını büyütmek için vermekte +oldukları ianat-ı cesimelerini nazar-ı i’tibara almazlar +mı? Bir millet bir hükumet bir devlet ne ile kaimdir. Kuvvet +Bakınız geçenlerde Yunanistan’ın Avarof zırhlısıyla iki +aded torpidosu İskenderiye’ye gittiler. Mısır toprağında ne +kadar Yunanlı ve Rum varsa hepsi koştular geldiler. Harp +gemilerini ziyaret ederek güvertelerini üç yüz bin . +Mısır altınıyla gark ettiler. Yunanlıların bu kadar büyük gayret-i +milliyet-perverileri bize ibret olmasın mı? İşte bunlar +yine bir zırhlı parası yaptılar demektir. Hele buradaki Rumlar +Atina’ya ne kadar çok bahriye ianesi gönderiyorlar. İlhak +Biz bunları görüyor ve kederler içinde yanıp kavruluyoruz. +Sekiz aydan beri Trablus’da daima şanlı muzafferiyetler +kazanıyoruz. Bu kadar müslümanlar din ve vatan uğrunda +şehid oluyorlar. Yine donanmasızlık yüzünden bunca kazançlarımız +Tayyarelerin kadrini Trabluslular ne kadar acı anladılar ki +bugünkü halleriyle beraber yine can ve mallarıyla çalışıyorlar +ve ateşler arasında tayyare ianesine bin üç yüz yirmi altın +birden veriyorlar. Donanmasızlığın ve tayyaresizliğin acısını +düşmanların ayakları altında ezilen bi-tab ve bi-penah kalan +müslümanlar çekiyor Allah sizlere ne tattırsın ve ne de +çekdirsin. Biz Girit müslümanları bu esir halimizle beraber +gece gündüz donanma-yı Osmani için çalışmaktayız. Şimdiye +kadar kırk beş bin Fransız altını ianemiz toplandı. Sizin +o Hak kelamı olan makalelerinize dört el ile sarıldık çalışıyoruz. +Bu kadar varidatımıza karşı çaresiz masrafımız topu +topu üç yüz seksen franktan ibarettir. +Ramazan-ı Şerif yaklaşıyor. müslümanların adeti zekatlarını +Ramazan’dan az evvel sadaka-i fıtralarını da Ramazan’da +verirler. Amma şimdi caiz mi? Değil. Bu adet olmuş. +Bu gayr-i caiz olduğunu bize tamamıyla makalelerinizle +anlattığınız adetleri bırakalım. Allah nereye buyurduysa oraya +verelim. Olmaz mı? Bize hac ve zekatından evvel Allah’ın +acil emri kuvvet ve donanmaya bu paraları hep birden versek +bir günde donanmamıza acaba kaç tane zırhlı katardık? +Biz bütün Girildi müslümanlar kadınlarımızla çocuklarımızla +size ricalar ederiz siz yazınız ve teşvikat-ı müessire-i kat’iyyeden +ayrılmayınız. Devam ediniz. Makaleleriniz rahmet-i +Hak’tır. Biz buna inandık ve iman getirdik efendim. +Girit + +---- +MATBUAT +---- + +LORD KITCHENER’IN MISIR HAKKINDAKI + +---- +RAPORU VE +---- + + +---- +HARB-I HAZIRA DAIR BEYANATI +---- + +Times ’ten: +senesine dair olan mufassal raporu dün akşam İngiltere +Hariciye Nezareti tarafından neşir ve tevzi’ olunmuştur. +Müşarun-ileyhin bu raporu pek mufassal olup hıtta-i Mısriyye’nin +ahval-i ziraiyye iktisadiyye ve siyasiyyesiyle maarifi +mecalis-i umumiyyesi mehakim ve umur-ı askeriyyesi ve +hususat-ı sairesi mevzu’-ı bahs olmuştur. +Lord Kitchener bu münasebetle hıtta-i Mısriyye ile +hem-hudud ve mücavir bulunan Trablus ve Bingazi muharebesi +hakkında da bazı beyanatta bulunmuştur. +Lord Kitchener raporunda harb-ı hazır hakkında şu suretle +“Me’muren Mısır’a muvasalatımı müteakib İtalya Hükumeti +na-gehani bir surette Devlet-i Osmaniyye’ye karşı i’lan-ı +harb ve Trablus’a Bingazi’ye hücum eylemişti. Bu keyfiyet +bütün alem-i İslam ve bilhassa Mısır müslümanları üzerine +büyük bir te’sir hasıl ettiği gibi Mısır’ın hayat-ı asudegisini de +rette heyecana getirmiştir. Bu heyecanın tezayüdüne başlıca +hizmet edenler miyanında Mısır’daki gayr-i mes’ul bazı gazeteler +gösterilebilir. Gazeteler tarafından efkar-ı umumiyye +tehyic edildiği için derhal muharebe etmekte olan komşuları +hakkında Mısır’ın hemen her tarafında ianat derc edilmiş +ve buna bütün ahali zükur ve inas büyük küçük umumen +harbe ve Dersaadet’e irsal olunduğu gibi ayrıca meydan-ı +harbe zahire ve saire gönderilmeye başlamış ve peyderpey +Hilal-i Ahmer Cem’iyyatı da teşekkül ederek müteaddid +doktorlarla eczacılar ve bunlara lazım gelen edviye ve malzeme +tedarik edilip sevk olunmuştur. +Harbin i’lanını müteakib Hükumet-i Mısriyye bi-taraflığını +faza etmekte hükumet-i mezkure me’murları tarafından her +türlü sitayişe layık bir eser-i dirayet gösterilmiştir. +Mısırlıların bu hususdaki heyecanları tabii bir şey idi. +Diyaneten müşterek olduğu gibi hıtta-i Mısriyye ile doğrudan +doğruya mücavir ve mülasık bulunan Bingazi ve Trablus +urbanına karşı İtalyanlar tarafından gösterilen muamelat-ı +heyecana duçar olmakta ma’zur idiler. Öteden beri Mısır ile +Bingazi arasında karadan çölden muvasalat ve münakalat-ı +ticariyye cari olduğundan her iki unsur birbirine maddeten +diyaneten ve ticareten büyük metin bir bağ ile pek sıkı ve +kavi bir surette merbutturlar. Her ne hal ise balada tafsil +edilen heyecan bu son günlerde şiddet ve ehemmiyetini bir +dereceye kadar tahfif etmiş ve evvelki galeyanlar mübeddel-i +sükun ve i’tidal olmaya başlamıştır. +DERNE MEB’USUNUN BEYANATI +el-Müeyyed gazetesinden: +Gerek Yemen’de ve gerek Derne’de fevkalade yararlıklar +gösteren Binbaşı Abdülkadir Ganay Bey Trablus’dan Mısır’a +gelmiş ve buradan İstanbul’a azimet etmiştir. +Bu zat Yemen’deki müsademat esnasında büyük bir eser-i +şecaat ve cesaret göstermiş ve meşhur Sinanpaşa mevkiini +aylarca müdafaa ve muhafazaya muvaffak olmuş ve bilahare +Kumandan İzzet Paşa imdadına yetişmesiyle muhasaradan +kurtulmuştur. İtalyanların Trablus’a hücumları üzerine +Abdülkadir Bey’le Mısırlı Aziz Ali Bey beraberce Yemen’den +kara tarikıyla Mısır’a ve buradan meydan-ı harbe +gidip kendi vatanı olan Bingazi’ye muvasalat ettikten sonra +oranın en büyük ve kalabalık kabailinden ma’dud olan Beraasa +kabilesi kumandanlığını deruhde ederek musademat-ı +kesireye iştirak eylemiş ve cümlesinde de galib ve muzaffer +olmuştur. +Bundan başka bu gayur mücahid bütün kabail beyninde +ları ve su’-i niyyeti hakkında urbanı ikaz etmiş ve düşmana +karşı şiddetle mukavemet lüzumunu telkīn etmiştir. +Müşarun-ileyhin beyanatına nazaran meydan-ı harbde +mevcud olan bilumum Arap ve Türk mücahidleri kılıç ve +Kur’an üzerine müdafaa ve muharebeye devam etmek üzere +ahd ü peyman ettikleri gibi Huda-nekerde Devlet-i Aliyye-i +Osmaniyye’yi Avrupa devletleri sulha mecbur etseler +bile Trablus mücahidlerinin İtalya amaline ser-füru etmeyip +Trablus mücahidleri İtalyanları Trablus’un her noktasından +koğmadıkça silahlarını ellerinden bırakmayacaklardır. +Meydan-ı harbde bulunan Osmanlı zabitanıyla askerleri +de hin-i hacette askerlikten isti’fa edip Arap kardeşleriyle +beraber düşmana karşı sebat edeceklerine dair yemin etmişlerdir. +Mücahidinin malik oldukları erzak ve eslihaya dair olan +sualimize “Hamd olsun mücahidlerimiz her şeye mebzulen +malik bulunuyorlar –hiçbir şeye muhtac değillerdir– harb-i +hazır on sene devam edecek olsa bile yine mücahidlerimiz +hiçbir vech ile sıkıntı çekmeyeceklerdir” cevabını vermiştir. +Pazartesi günü sabahı İshakpaşa’da +büyük bir yangın zuhur ederek yatsıya kadar saat devam +etmiştir. Etrafdaki mahallelere de sirayet ederek +hane dükkan cami mektep hamam türbe +medrese yanıp kül olduktan sonra ancak söndürülebilmiştir. +Bazı vefat ve mecruhlar da vardır. Cenab-ı Hak bil-cümle +memalik-i Osmaniyye’yi afat ve mesaib-i kevniyyeden +muhafaza buyursun. +Her sene Birinci Kosova Muharebesi +muzafferiyetinin yevm-i tahakkuku olan yedi yüz doksan bir +senesi Haziran’ın on altıncı günü Meşhed’de ictima’ edilmesi +hususuna Meclis-i Vükela kararıyla irade-i seniyye şeref-tealluk +etmiştir. +OSMANLI-İTALYAN MUHAREBESI: +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +tebliğ edilmiştir: +Humus’da düşman istihkamatına karib mahalde +bulunan bir pusuda edilen ateşle düşman devriyesinden +rini kaldırmaya gelen müfreze de üç maktul bırakarak firar +etmiştir. Muahharan düşman bir bölük sevkiyle cesetleri +kaldırmış ve şiddetli top ateşine rağmen küçük müfrezemiz +salimen avdet eylemiştir. +Bükmüş cihetinde düşmanın beş tabur piyade +bir batarya top ve bir takım mitralyözden mürekkeb kuvveti +diğeri askerimizi ihata için şark-ı cenubiye doğru ilerlemiştir. +Düşman kollarının ileri kollarımıza tesadüf ile muharebeye +başlanması akībinde kısm-ı küllimiz muharebeye yetişmiş +ve süvarimiz düşman ihata kolunu yanına alarak hücuma +kıyam eylemiştir. Bunun üzerine düşman bidayette mecbur-ı +ricat olmuş ise de bu ricat bilahare münkalib-i hezimet +olmuştur. Düşmandan bir hayli kazma kürek ve külliyetli +mikdarda fişenk iğtinam edildi. Müsademe ve ricatte düşmanın +hayli telefatı vardır. Piyade ve topçu muharebesi dört +saat imtidad etmiştir. Zayiatımız beş şehid ve yirmi üç mecruhdan +Merciinden varid olan ma’lumata nazaran +Bingazi’de İtalyanların bir tabur piyade bir alay süvari bir +sahra bataryası ve bir zenci müfrezesi garba doğru ilerledikleri +sırada devriyelerimiz tarafından görülerek müsademeye +firara mecbur olmuştur. Düşman istihkamata kadar ta’kīb +olunmuş ve güzergahda müteaddid ecsad ile süvari ve piyade +şapkaları zenci sarıkları bulunmuştur. Müfrezelerimiz +düşmanın müstahkem hututuna kadar ilerleyerek bir çok +telgraf ve telefon telleri iğtinam eylemişlerdir. Bu müsademede +telefatımız yoktur. +Bingazi’de düşmanın kabil-i sevk bir balonu +ordugahımıza kadar yaklaşmış ise de askerimiz tarafından +açılan topçu ateşinden ürkerek avdet etmiştir. Düşmanın +daha evvel çıkardığı tayyare Bingazi ordugahına birkaç +bomba atmış ise de iras-ı zarar edememiştir. Açlıktan ve +ahalisinin bir kısmı firar ile ordugaha iltihak etmiştir. +Bir küçük müfrezemiz düşmanın Futman istihkamına sokularak +bir düşman süvari bölüğüne edilen ateşten süvari +Derne’de bir zabit keşif kolu istihkamata kadar +erkenden istihkamattan çıkan iki bölük üzerine ateş ederek +düşmana yirmi kadar maktul ve o kadar da mecruh verdirmiştir. +Bunun üzerine düşman firar etmiştir. Kezalik leyl-i +mezkurda sahil cihetine gönderilen bir müfrezemiz sabahleyin +yol inşası için çıkan düşman piyadesi üzerine icra ettiği +ateşle düşmanı duçar-ı telefat ettirmiştir. +Tobruk’ta düşmanın yeni inşa etmekte olduğu +pusudan bir düşman bölüğü üzerine ateş edilmesiyle bir çavuş +ve dört düşman neferi maktulen telef olmuş ve bunun +üzerine mezkur bölük perişan bir halde firar eylemiştir. Müfrezemiz +avdette düşmanın kulesinde nöbet bekleyen iki düşman +neferini dahi kurşunla itlaf etmiştir. Zayiatımız yoktur. +Tobruk’ta ileri sevk olunan bir müfrezemiz +düşman tarafından hafr olunan avcı siperlerinde pusu +kurarak geceyi orada geçirmiş ve sabah erkenden bir yerli +kılavuzu ta’kīben düşmanın bir zabit kumandasında yirmi +kişilik bir müfrezesi ve bunun gerisinde emniyet tertibatını +alan üç tabur piyadesiyle iki cebel bataryası Tobruk’tan çıkarak +müfreze üzerine ateş edilerek zabit cerh ve altı düşman neferi +katledilmiş ve müfrezenin bakiyye-i efradı bir müddet +yere yattıktan sonra zabitlerini terk ile sürünerek çekilmeye +başlamıştır. Müteakiben istihkamattan başlayan top ve mitralyöz +ateşinin himayesinde düşmanın gerideki taburları küçük +müfrezemizi ihata etmeye teşebbüs etmişlerse de vürud +eden kuvve-i imdadiyye düşmana yetmişten ziyade maktul +verdirerek onu ber-mu’tad firara mecbur etmiştir. Zayiatımız +cüz’idir. +[ ] Yemen: +Ebuzühre mevkiini topa tutarak Havsa’da üç mescid ve +bir haneyi hafif ve Ebuzühre’de iki hane ile bir cami’-i şerifi +kamilen tahrib eylemiş ve bir kadın ile iki çocuk ve beş +hayvan itlaf etmişlerdir. Havsa esbab-ı müdafaayı kat’iyyen +gayr-i caiz olduğu gibi burada asker dahi yoktur. Nisan +tarihli emr-i nezaret-penahilerine melfuf İtalya Hariciye +Nezareti’nin tahriratında Lhayye ve Meyzi ve emsali kasabatın +asla bombardıman edilmediği hakkındaki müddeiyatın +na-be-ca olduğu şu vak’a ile de sabit olmaktadır. +Düşmanın bir torpido ve kruvazörü Kuşadası’na +üç çeryek mesafede vaki’ Ilıca Divansu mevki’lerine +doksan üç aded gülle atmıştır. +MA’LUMAT-I MÜTEFERRIKA: +Mısır gazetelerinde okunduğuna göre bizzat Senusi Şeyhi +Seyyid Ahmed eş-Şerif hazretleri tarafından meydan-ı harbde +bulunan mücahidin-i İslamiyye’ye iltihak etmek üzere +gönderilen mücahidlerin ilk kafilesi Cağbub’a muvasalat etmiştir. +Osmanlı Ordugahı Umum Kumandanlığı tarafından +mücahidin-i mezkurenin istikbali için Cağbub’a bir hey’et-i +mahsusa i’zam olunmuştur. +el-Alem gazetesinde +okunduğuna göre aileleriyle maan darü’l-harbde bulunan +mücahidin-i İslamiyye etfalinin ta’lim ve tahsillerine hadim +olmak ve etfal-i mezkurenin ni’met-i ma’rifetten istifazalarını +te’min etmek üzere karargah-ı askeride mekatib-i ibtidaiyye +küşad olunmuştur. Mezkur mektepte otuz kadar talebe tahsil +el-Liva’ gazetesinde +okunduğuna göre Bingazi ve Derne kuvvetleri umum kumandanı +mücahid-i muhterem Enver Bey tarafından yerlilerden +mürekkeb olmak üzere bir muhafızin fırkası teşkiline +tensikatı hitam bulmuş bu fırka mensubini askeri vezaif ve +ta’limlerde rüsuh ve meleke iktisabına başlamışlardır. +– el-Müeyyed gazetesinde +okunduğuna göre meydan-ı harbde şeref-i İslam ile teşerrüf +eden ve Osman el-Mehdi ismiyle yad olunan bir İngiliz zabiti +hibb-i İslamiyyet bir zat idi. Osmanlı mücahidininin şecaat +ve hamasetlerini musavvir hayli fotoğrafı ahz etmişti. +Bingazi’deki İtalyanlar +m��cahidin-i Osmaniyye karşısına çıkıp harp etmenin müşkilatını +anladıkları için ilk safa cebren Bingazi yerli ahalisini +sevk ediyor. Bu zavallıları bil-iltizam pençe-i mevte atıyorlar. +Mücahidin-i Osmaniyye bu bedbaht hainlerden kişiyi +cerh ve onbir kişiyi de itlaf eylemişlerdir. +Duyun-ı Umumiyye’de +müstahdem bulunup İstanbul’dan teb’id olunan +olmak üzere de . kuruş tevzi’ olunmuştur. Duyun-ı +Umumiyye Meclis-i İdaresi’nin maaşları bin kuruşa kadar +olan İtalyan tebaası me’murlarına dört ve binden yukarı +maaş alanlara iki ve üç maaş nisbetinde tazminat verilmesine +karar verildiği müstahberdir. Osmanlıların düşman-ı +menfuru olan İtalyanlara karşı Osmanlı Duyun-ı Umumiyye +ruz! +ki harekat-ı bahriyyelerini tahdid eyleyeceklerini ve şimdiye +kadar işgal eyledikleri cezirelerden maada sair adaları +te’minen beyan edilmektedir. +Düvel-i muazzama kabineleri beyninde Osmanlı-İtalyan +muharebesi hakkında bir konferans akdi için bir müddetten +beri müzakerat cereyan etmekte olduğu ma’lumdur. Alınan +ma’lumata nazaran kabinelerce konferansa esas ittihaz edilecek +mevad hakkında i’tilaf hasıl olamamış İngiltere hükumeti +diğer bazı devletlerce ta’yin edilmek istenilen esası +şayan-ı kabul görmediği için konferans teşebbüsü adem-i +muvaffakiyetle neticelenmiştir. +Girit meb’uslarının Yunan Meclisi’ne +sokulmalarına meydan verilmeyip mümanaat edilmiştir. +Meb’uslar ilhah ettikçe Venizelos kendilerine Yunan hükumetinin +kararında sabit olduğunu bildirmiştir. Venizelos’un +fikrine iştirak etmeyen Adliye nazırı isti’fa etmiş ve isti’fası +kabul olunmuştur. Yunan Meclisi’nin resm-i küşadı esnasında +sükun ve asayişin muhafaza olunması zımnında zabıtaca +tedabir-i şedide ittihaz olunmuştur. +cinayat-ı siyasiyye ile fakr u sefalete dayanamayan müslümanlar +ne yapacaklarını şaşırmışlardır. Biçareler su bahasına +mallarını satıp gidiyorlar. Bize kalırsa bunlar hiç olmazsa +emlak ve akarlarını satmamalıdırlar. Bundan birkaç sene evvel +mülklerini satıp da İzmir’e göçenlerden birkaç kişi Girit’e +dönerek boş geziyorlar. El-yevm Girit’de en kıymetli emlak +ve akarat ve ticaret ve sanayiin bir kısm-ı mühimmi unsur-ı +ko ale’l-ekser Osmanlı asakirine tecavüz ile hududu muhafazaya +me’mur olan Osmanlı askerine tecavüzde bulunmakta +nezdinde i’tiraz eylemiştir. +Geçende eşkıyası yeniden hududu tecavüz eylemişler +ve asakir-i Osmaniyye ile aralarında bir müsademe vukūa +gelmişti. Fakat asakir-i Osmaniyye kuva-yı imdadiyye aldıklarından +çeteyi teb’id mümkün olmuştur. Osmanlı tarafından +üç şehid olmuştur. Mes’uliyetlerin tebyini için tahkīkat +– Bağdad Başkarperdazlığı’ndan +varid olan bir kıt’a telgrafnamede İran asakirinin Kirmanşah’a +muzafferen dahil olarak Salarüddevle firar Davud +Han-ı Gülher ağır surette mecruh ve büyük oğluyla yüz nefer +rüesa ve eşirra maktul oldukları ve diğer bir oğlu dahi +külliyetli eşirra ile esir edilerek Tahran’a sevk edilmiştir. +Berliner Tageblatt gazetesine Tahran’dan iş’ar olunduğuna +göre Salarüddevle Kirmanşah’da Rusya Konsoloshanesi’ne +Genç şah önümüzdeki Sonbahar +esnasında suret-i gayr-i resmiyyede Avrupa payitahtlarını +dolaşacakmıştır. +Reşt’te zuhur eden müdhiş +bir harikde beş yüz mağaza ile kervan deposu muhterik +olmuştur. Hasarat kırk milyon mark raddesinde tahmin ediliyor. +Müteaddid kimseler telef olmuştur. +Fas: +El-an Fas ahali ve kabail-i İslamiyyesiyle mütecaviz ve +gasıb Fransız asakiri beyninde müsademat-ı hun-rizane devam +etmektedir. Fransızlardan bir çok telef ve cerh edilmiştir. +Ceneral Livokay ne yapacağını şaşırmış ve Fransa’dan +mecbur olmuştur. Ahali sultanı resmen memleketin başı olmak +üzere tanımadıklarını ve ilelebed vatanlarına tecavüz +edenlere karşı muharebe edeceklerini bir beyanname ile +biyye kendi konsülatolarına korkularından iltica ve tahassun +etmişlerdir. Fransızlar yeniden Fas’a kuvve-i askeriyye göndermişlerdir. +Her taraftan cihad ve kan sesleri yükselmekte +ortalık büyük bir daru’l-melhameye benzemektedir. +– Hal-i hazırda +Malta Ceziresi’nde bulunmakta olan kuvve-i askeriyye ile +Mısır’daki İngiliz ordusu takviye olunduktan sonra Malta’ya +diğer mahalden asakir gönderilecektir. +Kıbrıs’da ahali-i İslamiyye ile +Hıristiyanlar arasında vukū’ bulan müsademede beş kişinin +telef ve altmış kişinin mecruh olduğuna dair bir şayia deveran +eyliyor. +Berlin Cem’iyyet-i İslamiyyesi tarafından gönderilen be­ +yannamedir: + +---- +. . . . . . . . +---- + +* * * +MEDENIYET-I İSLAMIYYE +TARIHI ’NIN HATALARI +Vak’anın tafsili şöyledir: İbni Zübeyr Haremeyn’e sahib +olunca Emevileri Medine’den çıkardı. Mervan ile oğlu Abdülmelik +de hasta olduğu halde o miyanda çıktı. Sonra İbni +Zübeyr’den bir takım hareketler sadır oldu ki halkı aleyhine +çevirdi. İşte Beni Haşim üzerine hücum etmesi onlara +karşı buğz ve adavet göstermesi bu cümledendir. Hatta bir +kere hutbede tasliyeyi terk etti. Sebebini sordular: “Hazret-i +Peygamber’in al ve ehli içinde fenaları var. İşitirlerse +burunları kabarır da onun için..” cevabını verdi. Kezalik +Ka’be’yi yıkması da halka pek fena te’sir etti. Çünkü alışılmamış +bir hareket idi. +Hatta aleyhissalatü vesselam Efendimiz Ka’be’ye Hatim’i +beyr’in bu gibi hareketlerini vesile ittihaz ederek halkı onun +aleyhine çevirdi. Belki İbni Zübeyr şu harekatında muztar +Eğer İbni Zübeyr’i ma’zur görecek isek Abdülmelik ma’zur +görülmeye daha layıktır. Zira ilk başlayan İbni Zübeyr’dir. +Mes’uliyet ise daima ilk başlayana raci’dir. Şu sözlerden anlaşılıyor +ki Abdülmelik Ka’be-i Muazzama’nın kadrini şerifini +tenzil etmek istemedi. Ancak İbni Zübeyr’i öldürmekte +muztar kaldığı için öbür vak’alar istemeyerek zuhura geldi. +Haccac’ın mancınıkları kurduğu zaman asıl Ka’be’ye çevirmeyerek +sebebdendir. Allame el-Beşşari Ahsenü’t-Tekasim ismindeki +eserinde bunu sarahaten söylüyor. Bundan başka fıkıhda +bir mes’ele vardır ki bagīlerin Ka’be’ye tahassunları kendilerini +katilden kurtaramaz. Nitekim Fetih vak’asında Hazret-i +Peygamber bunlardan birini astar-ı Ka’be’ye yapışmış olmakla +beraber yine öldürtmüştü. İbni Zübeyr ise Şamlılarca +bağy ile huruc ani’d-din ile müttehem idi. +Eğer Haccac’ın maksadı Harem-i Şerif’e hakaret olsa idi +Ma’lumdur ki Haccac’ın ta’mir etmiş olduğu Ka’be hala İslam’ın +Ka’be’si hala bütün müslümanların kıblesidir. +Abdülmelik’in Kur’an’a demesine gelince +evvel bütün zamanını ibadetle geçirir dünyaya aid hiçbir +şeyle uğraşmaz idi. Nafi’ “Medine’de Abdülmelik’ten daha +abid daha zahid kimse görmedim.” diyor. İbni Ömer’e +“Senden sonra fetva için kime müracaat edelim?” demişler. +“Mervan’ın oğluna” cevabını vermiş. +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“İnsanın önünde arkasında dolaşan melekler vardır ki +Allah’ın emriyle onu siyanette bulunurlar; şu muhakkaktır +ki bir kavim kendisinde olan secaya-yı kerimeyi bozmadıkça +Allah onun saadetini bozmaz; bir kere de Cenab-ı Hak +bir kavmin felaketini isterse def’ine çare olmayacağı gibi +kendileri için ondan başka sahip de yoktur.” +* * * +Ayet-i celile Sure-i Ra’d’a mensubdur. Ayetteki +kafile-i melaikdir. Bazıları melaike-i siyanetin hatta bütün +ecsam-ı latifenin vücudunu inkar ediyorlar. Şayed bunlar +alem-i hilkati baştan başa dolaşmış; fıtratın bütün zevahirine +bütün serairine mahrem olabilmiş iseler ona diyeceğimiz +yok! Heyhat beşerin nazar-ı ittilaına her an yeni bir cihan +açılır dururken idrakimizin ihatası haricinde hem şu gördüğümüz +hilkat-i kesifenin fevkınde bir silsile-i mahlukat daha +olacağı acaba hangi delile istinaden inkar edilebilir? +Gelelim ayet-i kerimenin diğer kısmına. Cenab-ı Hakk’ın +gerek ferdler gerek cemaatler üzerinde cari bir takım ka­ +va­ +nin-i ezeliyyesi vardır ki bir hikmet-i baliga üzerine mevzu’ +olan o kanunlar asla değişmez. İşte +suretindeki tebliğ-i beliğ de kıyamete kadar mer’iyetini muhafaza +edecek bir kanun-ı fıtrattır. +Ayat-ı muhkeme-i Kur’aniyye bize gösteriyor ki milletlerin +arş-ı izzetten esfelü’s-safilin-i mahkumiyyete yuvarlanması; +nihayet mevcudiyetlerine başkaları tarafından hatime +çekilmesi hep o kanunların çizmiş olduğu sebil-i fıtratı bırakmalarından +dud-i ilahiyyenin haricine çıkmayanlar için böyle bir akıbet +tasavvur olunamaz. Zaten tarihin tekerrürden başka bir şey +olmaması da kavanin-i fıtratın istisna kabul eylememesindendir. +Uzaklara gitmeye hacet yok! İşte efradı üç yüz elli milyona +varan ümmet-i İslamiyye gözümüzün önünde duruyor. +Bir hizb-i kalil iken harikalar gösteren; cihana hakim olan bu +ümmet şu kesretiyle beraber şimdi cihanın mahkumu bulunuyor! +Bu ne musibettir? Bu ne felakettir? Acaba bu sukūtun +sebebi bu inhitatın illeti ne olabilir? Cenab-ı Hakk’ın +bize karşı bir çok mevaidi vardı. Acaba onlar hakkındaki +Maazallah. +Biz bu felaketlerin bu hüsranların esbabını hep kendimizde +aramalı; hep kendi nefsimizi muhasebe altına almalıyız. +O zaman görürüz ki biz kendi ceza-yı amelimizi +çekmekteyiz. Evet şehameti himmeti sa’yi sıdkı istikameti +tığımız için öyle şanlı bir maziden böyle zelil bir hale geldik. +Ayet-i celilenin +kısmına gelince +“Cenab-ı Hak bir kavmin felaketini isterse” demek yukarıdan +beri verilen izahata göre o kavim kendi muamelatıyla +kendi harekatıyle felakete istihkak gösterirse demektir. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac +��� – +Resul-i ekrem efendimiz hazretleri Batn-ı Muhassir denilen +yere gelince oradan süratlice geçiverdiler. Nahr gününün +güneşi tulu’ etti. Artık Cemretü’l-Akabe’ye gelmişlerdi. +Beyt-i Şerif’i soluna Mina’yı sağına alarak rakib oldukları +halde Cemre’ye müteveccihen ardı sıra yedi taş ile orasını +taşladılar. Her taşı attıkça tekbir getiriyorlar fakat artık telbiye +edilmiyordu. Remy-i cemre esnasında Üsame ile Bilal +radıyallahu anhümadan biri naka-i Nebevi’nin dizginini tutuyor +diğeri de ol hazreti güneşten muhafaza ediyordu. +Sonra Mina’da Mescid-i Hayf kurbünde zat-ı Nebevilerine +mahsus olmak üzere hazırlanan yere gelerek yüksek +ses ile gayet beliğ bir hutbe irad buyurdular. Bu hutbeyi +Mina’da bulunan hüccac-ı kiramın hepsi de işitiyordu. +Hutbede yevm-i nahrın fazileti Mekke-i Mükerreme’nin +mahremiyeti Kitabullah’a da’vet eden ümeraya itaatin +lüzumu beyan buyuruluyordu. Bundan sonra küfre meyl +olunuyordu.. “Me’muldür ki bir daha hac edemem bundan +böyle şu yerlerde görüşmek mümkün olamaz… Fakat Rabbinize +tutunuz emirlerinize itaat ediniz…” dedikten sonra nasa +veda’ ile işitenlerin işitmeyenlere eriştirmesini tavsiye buyurdular. +Burada ef’al-i hacca dair bazı sualler irad olundu. +Mesela remy-i cimardan evvel tıraşın ve zebhin hükümleri +sorulmuş; ol hazret tarafından “beis yok” manasında olan +cevabı alınmış idi. Abdullah bin Ömer burada sorulan +suallerden hepsinin ile iade edilmiş olduklarını +rivayet ediyorlar. Üsame bin Şüreyk diyor ki: Esna-yı hacda +ol Hazret’e türlü türlü sualler soruluyor “menasik arasında +takdim te’hirler yaptım…” deniliyor; fakat Peygamber aleyhi’s-selam +da “beis yok günah müslümanların ırzına tecavüz +eden zalimler içindir…” buyuruyorlardı. +Sonra aleyhissalatü vesselam efendimiz Mina Pazarı’nın +vasatında kain olan menhara –kurban boğazlanacak yere– +geldiler. Kendi mübarek elleriyle altmış üç deve zebh ettikten +sonra yüze baliğ olmak üzere otuz yedisi de Hazret-i Ali +eliyle kesildi. Ba’dehu emr-i Nebevi üzerine kurbanların +etleri derileri hepsi Hazret-i Ali tarafından fukaraya tevzi’ +olundu. Hatta zebh hususunda yardımları dokunanların ücretleri +dahi kurbanlardan değil ceyb-i Nebevi’den tesviye +olundu. Bunları müteakib bila-istisna Mina’nın her yerinde +kurban kesilebileceğini hatta Mekke’ye inilecek yolların +hepsi de mahall-i nahr olduğunu i’lan buyurdular. Sonra +ashabdan Ma’mer bin Abdillah namında bir berber çağrıldı. +Ol Hazret’in işareti üzerine ibtida mübarek başının sağ tarafı +tıraş edilerek saç taneleri birer ikişer orada bulunan ashab +beyninde tevzi’ olundu. Sol tarafın saçları da Ebu Talha’ya +verildi. Mübarek tırnakları kesilerek onlar da yere düşürülmedi +ashab-ı kiram tarafından alındı. +Ba’dehu Mekke-i Mükerreme’ye inerek henüz zeval bulmamış +tavafa “tavaf-ı ziyaret” ve “tavaf-ı ifaza” ve “tavaf-ı sadr” +namları verilir. Aleyhissalatü vesselam efendimiz ya kesret-i +da az çok ağrı bulunduğundan hülasa her halde bir ma’zerete +mebni bu tavafı rakiben icra buyurmuşlardır. Sonra +Zemzem-i şerif kapısı yanına gelerek takdim olunan sudan +kaimen içtiler. +Ba’dehu Mina’ya avdet buyuruldu. Öğle namazının +Mekke’de mi yahud Mina’ya avdet ettikten sonra mı eda +edilmiş bulunduğu hakkında ihtilaf olunmuştur. Hazret-i +Aişe ile Cabir bin Abdillah birinci şıkkı Abdullah bin Ömer +hazretleri ise ikincisini iltizam buyurmuşlardır. +O gece Mina’da geçirildi. Ertesi yani eyyam-ı nahrın +Hayf kurbünde olan Cemre-i Ula’ya geldiler. Her defasında +tekbir getirerek yedi taş attılar. İnişe doğru azıcık ilerleyerek +kıbleye müteveccih bulundukları ve ellerini kaldırdıkları halde +hemen Sure-i Bakara kadar uzun bir dua yaptılar. Sonra +Cemre-i Vüsta’ya gelerek orasını da birincide olduğu gibi +taşladılar. Soldan vadinin vasatına doğru birkaç adım ilerleyerek +kıbleye karşı durdukları halde hemen birinciye yakın +uzunca dua ettiler. Sonra Cemretü’l-Akabe’ye gelerek Beyt-i +Şerif’i soluna Mina’yı sağına almış bulunduğu halde orasını +da usulü vechile taşladılar. Fakat bu cemreyi müteakib +dua edilmedi. Zaten ol Hazret ale’l-ekser duayı akīb-i +Eyyam-ı teşrikin ortalarında –yevm-i nahrın ikinci gününde +olacak– Mina’da ikinci defa olmak üzere bir hutbe +olacak: +sure-i celilesi nazil olarak ashab-ı +kiramca bu haccın hakīkaten “Haccetü’l-veda’” olduğu +tahmin edilmiş idi. +Aleyhissalatü vesselam efendimiz Cumartesi Pazar Pazartesi +günleri Mina’da kaldılar. Bu günlerde minval-i sabık +üzere remy-i cemerat edildi. Salı gününün zevaline kadar +dahi orada kalarak son remy-i cimarı müteakib “Muhassab” +nam mahalle geldiler. Kafile-i Nebevi’den evvel hareket +eden Ebu Rafi’ bit-tesad��f burasını beğenerek ol Hazret için +çadır kurmuşlardı. Peygamber öğle ikindi akşam yatsı namazlarını +kıldılar. +Bu sıralarda Ümmü’l-Mü’minin Hazret-i Aişe ayrıca bir +umre getirmek için müsa’ade edilmesini ol Hazret’ten istirham +eyledi. Peygamber efendimiz paklığa erdikten sonra +Arafe vakfesini müteakib icra ettiği tavaf ve sa’yin hac +de’l-ihram niyet ettikleri umrenin adeti sebebiyle icra edilememesinden +gönüllerinde bir ukde bulunduğunu dermiyan +edince biraderi Abdurrahman bin Ebi Bekr ile “Ten’im” denilen +yerden ihrama girerek umre getirmelerine izin verildi. +Umrelerini geceleyin ikmal ederek nezd-i risalete avdet ettiler. +Aleyhissalatü vesselam efendimiz: “İşte bu umre evvelce +ma’zeretten dolayı getiremediğin umrenin makamına kaim +oldu.” buyurdular. +Peygamber efendimiz hazretleri yatsı namazından sonra +azıcık uyuyarak istirahat etmiş bulunduklarından Hazret-i +Aişe ve Abdurrahman’ın avdetlerini müteakib Mekke’ye +vedaı icra buyurdular. Ba’dehu sabah namazını Harem-i +Şerif’de eda ile Mekke-i Mükerreme’nin aşağı taraflarından +çıkarak Medine-i Münevvere’ye müteveccihen hareket edildi. +Nebi-i muhterem efendimiz hazretleri şu onuncu sene +haccı esnasında ümmetine karşı veda’ ettiğinden buna +“Haccetü’l-Veda’’” namı verilmiştir. Hakīkaten haccı müteakib +ol hazret çok yaşamayıp irtihal-i dar-ı beka buyurmuşlardır; +bu hac da son hacları olmuştur. +Erbab-ı tefsir ve siyerin rivayetlerine göre Sure-i Maide’nin +evvelleri dahi bu sefer esnasında ya gelirken Mekke +muştur. Sure-i Maide’nin birinci ve ikinci ayetleri –ki +. dan +ki Beyhaki’nin tahricine göre Esma bint-i Yezid bu surenin +evvellerinin Mina’da nüzulünü rivayet eder. +... ayet-i kerimesinin de Arafat’ta nüzulü hemen derece-i +şöhrete vasıl olmuştur. İhtimal ki bu sure-i celilenin hepsi +Haccetü’l-Veda’ seferi esnasında nazil olmuş olsun. Zaten +bu hususu te’yid edebilecek bazı haberler de varid olmuştur. + +---- +FELSEFE +---- + +eden feyyaz dimağlar arasında İbni Cezle’nin de bulunduğunu +söylemiştik. +ve muallim-i irfanı hakkında hürmet ve tebcil-i ammeyi celbe +muvaffak olmuştur. +Kitabü’l-Hükema ve Ebu’l-Ferec müşarun-ileyhin namını +“Ebu Ali Yahya bin İsa” suretinde kayd ediyorlarsa da +sair teracim-i ahval kitaplarında “Ebu’l-Hasen Ali bin İsa +bin Cezle el-Katib el-Bağdadi” tarzında mukayyed olduğu +görülüyor. +Tarih-i ulumda ise büyük dahi İbni Cezle ünvanıyla iştihar +eylemiştir. İbni Cezle On dördüncü asr-ı miladinin ibtidalarında +Bağdad’da mehd-ara-yı alem-i şühud olmuştur. +Katib Çelebi merhum tarih-i vefatının on birinci asr-ı +miladinin nihayetlerine yani Hicret’in ’üncü senesine +müsadif olduğunu beyan ediyor. Şu halde bir tarafta +necm-i ma’rifet uful ederken diğer tarafta da alem-i İslam +felaket-nisar bir kabus altına giriyordu. Fil-hakīka Kudüs-i +Şerif’in Ehl-i Salib tarafından ilk işgali tarihi bu zamana +tesadüf ederler. Kitabü’l-Hükema mü’ellifi ile Ebu’l-Ferec +olduğunu iddia ediyorlar. +Fakat; İbni Cezle’nin tarihinde makam-ı hilafeti ihraz +eden Muktedi Biemrillah namına bir çok asar ithaf etmiş olduğuna +bakılırsa Katib Çelebi’nin beyan ettiği tarihin hakīkate +daha ziyade mukarin olduğunu kabul etmek icab eder. +Müşarun-ileyhin Paris Kütübhanesi’nde mahfuz Minhac +nam eserinin nihayetine derc edilmiş olan tercüme-i +halinde senesi Şa’ban’ında vefat etmiş olduğu tasrih +edilmiştir. +Hıristiyan mekteplerinde ikmal-i tahsil ettikten sonra Said’in +dershane-i irfanına mülazemete başlamış ve tıb tahsiline koyulmuştur. +Kendisinin harika-nüma zeka ve faaliyeti üstadının feyyaz-ı +huzemat-ı irfanı sayesinde az müddette rüfekasına gıbta-bahş +olacak bir iktidar-i ilmi bir şöhret-i tıbbi kazanmış ve +nihayet Bağdad’ın en hazık etibbası sırasına geçmiştir. +ederek o esnada Bağdad’da mantık ve felsefede parlak bir +şöhret sahibi olan Reisü’l-Mu’tezilin Ebu Ali’nin derslerine +mülazemeten başladı. +Hikemiyat tahsilinde ilerledikçe; İbni Cezle’nin dimağı +derin endişeler tufan-engiz şübheler altında eziliyor sarsılıyordu. +Felsefe ve mantıkın metin ve na-kabil-i indiras +berahini karşısında kendisine aba-i kenise tarafından öteden +beri din namına telkīn edilen şeylerin vehmiyat-ı adiyye +derekesine düştüklerini hakīkat kisvesi altında öğretilen safsataların +huzemat-ı şemse ma’ruz buz tabakası gibi eriyip +zail olduklarını görmüş bu andan i’tibaren Hıristiyanlığa +olan i’timad-ı kalbisi yavaş yavaş sarsılmaya başlamıştı. +Artık pederinin akīdesine iman edemiyordu. Asil bir +azm vicdani bir meyl ile ahkam-ı İslamiyyenin tedkīkine +koyuldu. +Hikmet-i aliyye ve fünun-ı müsbete ile hakaik-ı İslamiyye +arasındaki kat’iyyet-i tevafuk kendisini hayran bırakıyor +din-i Ahmedi’nin sadegi ve ulviyetine karşı kalbi bir aşk duyuyordu. +Tetebbuatına devam ettikçe incizab-ı vicdanisi de +o nisbette kesb-i şiddet ediyordu. +eyledi. Hengam-ı tederrüsde Ebu Ali ile mühim mübahaselerde +zihnine hutur edebilen şübheleri serd ederek medid +münakaşalardan fariğ olmuyordu. +Ebu Ali’nin kuvve-i iknaiyyesi kat’i bürhanları; İslamiyet’in +ulviyetine ve akıl ve fenne muvafık bir din-i hakīkī +olduğuna dair; kendisinde la-yetezelzel bir kanaat-i vicdaniyye +samimi bir tasdik-i dimaği hasıl eyledi. Nihayet İbni +Cezle fikir ve vicdanına mukavemet edemedi. İslamiyet’i +kabul ederek ihtida eylediğini i’landan çekinmedi. +ulviyetini münkirine karşı müdafaaya hasr eylemiştir. +Yazdığı kitaplarda İslamiyet’ten başka hiçbir dinin fen +ve felsefe ile kabil-i te’lif olamayacağını mütefennin bir +hakim-i din namına Müslümanlık’tan başka bir şey kabul +edemeyeceğini kat’i ve mantıkī delillerle isbata çalışmıştır. +Pek güzel bildiği Hıristiyanlığa karşı bi-eman hücumlarda +bulunmaktan çekinmemiş aba-i keniseiyyenin vehmiyatını +tehekküm-amiz ifadelerle çürütmüş eski dindaşlarını şefik +bir kardeş sıfatıyla hakīkati kabule da’vetten bir an fariğ ol[ma]mıştır. +Rahib Elyas namında bir hıristiyan alimine hitaben +yazdığı kitapta akīde-i Nasraniyye’yi bi-eman bürhanlarla +tenkīd etmiş İslamiyet’in ulviyetini rengin ve kat’i ifadelerle +tasrihe çalışmış ve her iki dinin ahkam-ı esasiyyesini mütefennin +bir hakim sıfatıyla mukayese ederek hükm-i kat’iyi +vermiştir. Tarih-i Hicri’nin ’ıncı senesinde ikmal ettiği bu +kitapta İbni Cezle ne gibi mukavemet-suz berahin-i akliyye +sevkiyle ihtida etmiş olduğunu İslamiyet’in cazib ve hikmet-amiz +ulviyet ve sadeliğine karşı kendisinde ne suretle +vicdani bir aşk hasıl olduğunu fikr-i hikmet ve turuk-ı mantıkiyye +önünde Hıristiyanlığın hiçbir mukavemet gösteremediği +halde İslamiyet’in nasıl i’tila arz ettiğini uzun uzadıya +teşrih eylemiştir. +fizyoloji ilm-i teşrih ve fenn-i tıbda teferrüd etmiş eazımdandır. +Felsefe ve edyana aid pek derin tedkīkatta bulunmuş ve +mütefennin bir feylesof için İslamiyet’ten başka bir din kabulü +mümkün olamayacağına ilmen kanaat hasıl etmiştir. +Teslis ile esasat-ı fenniyyenin te’lifi mümkün olamayacağını +Hıristiyanlığın Roma ve Yunan-ı kadim hurafeleriyle +büsbütün karıştırılmış olduğunu Hazret-i İsa’nın telkīnatıyla +aba-i keniseiyyenin turrehatı arasında hiçbir münasebet bulunmadığını +kat’i ifadelerle tasrihten çekinmemiştir. +HÜVIYET-I MILLIYYE +Bir milletin hüviyeti yani asl-ı sabiti her türlü müessirat-ı +hariciyyenin te’sirinden azade bir mahiyet-i müstakılle olmayıp +an’anat adat mu’tekadat ve saire gibi bir takım müessirat-ı +kaviyyenin hülasa-i mütemessilesidir. Bu hakīkat +bütün erbab-ı ukūlün kabul ettikleri bir düstur-ı kat’idir. +Her kavmin asar-ı medeniyyesi de hüviyet-i milliyyesine +has olan isti’dad-ı kaminin suver ve eşkal-i barizesidir. +Nevi’leri mahiyetleri ne olursa olsun akvam-ı muhtelife tarafından +vücuda getirilen eserlerin kaffesi onların şahsiyetlerine +has olan bir damgayı haizdir. +Mesela her hangi bir san’atın uslubundaki hususiyet-i barize +onu vücuda getiren kavmin şahsiyetini o eserin aheng-i +umumisinde –fakat eserin mahiyetine mütemessil bir +surette– tecelli ettirir. Bu şahsiyeti görmek hususunda melekesi +olan bir göz nazra-i ulada onu temyiz eder; eserde kavmin +sima-yı umumi ve hususisini daha doğrusu ruhunun +zevkinin bi-tarikı’t-tenasüh o esere intikalini onda tecellisini +görür. Mesela Mısır’ın ehramında kavaim-i musavveresinde +Romalılarla Yunanlıların Asurilerle Keldanilerin asar-ı +metruke ve mebani-i müşeyyedelerinde o milletlerin simayı +umumi ve hususilerinin vasf-ı müştereki olan heyula-yı +hassı görmek mümkündür. +Milletlerin şahsiyetleri ani olarak hasıl olmuş bir şey değildir. +Bu şahsiyet edvar-ı maziyye tezgahlarından çıkan halefen +an-selef intikal eden bir miras-ı umumidir. O şahsiyet +daima o devirlere has olan ahval ve etvarı birlikte getirir. Bu +da bir kavmin hasais-i eslafa tevarüsünü intac eder. Hasais-i +eslafa tevarüsün en kavi bir müessir olduğundan kinaye olmak +üzere: “Diriler ölülerin tercümanıdır” denilmiştir. Benim +fikrime kalırsa diriler ölülerin birer mezar-ı seyyarıdır +demek daha muvafık olur. +Akvam üzerinde hükm-i anifini icradan hali kalmayan +bu müessirat-ı kaviyye ve müteselsilenin hükümden iskatına +kalkışmak muhali imkana takrib ile uğraşmaktan başka bir +şey değildir ki neticesi hızlana müeddidir. Zira enfüsi olsun +afakī olsun hadisatı yekdiğerine rabt eden silsile-i müessirat +onun fekkine kıyam suretiyle vukū’ bulan isyanı şiddetle +tedmir eder. +El-yevm büt��n milletlerin kuvvetine ser-füru etmeye +mecbur oldukları bu müessirata karşı bizim de baş eğmekliğimiz +zaruridir. Hal böyle iken bu müessiratın def’aten izalesi +mümkün olduğuna kail olmak biraz değil gereği gibi +saf-derunluktan daha doğrusu şuun-ı aleme vukūfsuzluktan +başka bir şeyle tefsir olunamaz. Çünkü onlar pek kuvvetli +pek dehşetli bir takım amillerdir. Bu avamilin istihkarı hüviyet-i +milliyyenin hüviyyat-ı saire tarafından ifna ve temsiliyle +neticelenir. Bir milletin hüviyet-i milliyyesinin milel-i sairenin +hüviyatında temsil edilmesine razı olacak kadar eser-i +semahat göstermesi en kısa bir ta’bir ile intihar demektir. +Bu intihara yanaşmayan hüviyet-i milliyyesinin tatarruk-ı +halelden muhafazası şartıyla tekamüle yol açmak isteyen bir +kavim o hüviyetin anasır-ı mükevvine ve müşekkilesi demek +olan yukarıki müessiratı hiçbir zaman nazar-ı dikkatten +dur tutmaz. Onların muhafazasını akdem-i vecaib ehemm-i +vezaif addeder. +Zira bir milletin kendi hüviyetini hüviyyat-ı sairede ifnaya +rıza göstermesi hüner değil hamakattir. Hüner hüviyyat-ı +sairenin feyizli filizlerini kendi şecere-i hüviyyetine aşılayarak +onun semeratını iktıtaf etmektir. Bu dakīkayı üss-i hareket +takım füru’-ı nabite ile tezyin etmiş kemale eriştirmiş olur. +Şahsın sıfat-ı galibesi ondaki sair sıfatlara hakim olduğu gibi +bir milletin hüviyeti de istiklalini muhafaza nokta-i nazarından +adeta hüviyyat-ı saireye hakim olmalı hakim olmaya +çalışmalıdır. Çünkü cihan akil ve me’kulden ibarettir. Aks-i +kaziyye hüviyet-i milliyyenin başka hüviyetler tarafından +bel’ ve temsil edilmesini intac eder. Bir kavim ki kendisini +muhafaza-i hüviyyet kaydından vareste görür; artık onun +tur. Çünkü o mevcudiyet-i müstakillesini fedaya razı olmuş +kendisini bir gıda gibi başkalarının dide-i iştihasına arz etmiş +demektir. Onun için yapacak bir şey varsa o da gözünün +kestirdiği bir hüviyet-i hakimeye teslim-i nefs etmekten ibarettir. +Zira kasiru’l-himme olan kendi hüviyetinin istiklaliyle izmihlali +beyninde bir fark görecek kadar nazar-ı nafize izzet-i +nefise malik olmayan bir millet için en salim tarik budur. +tinin anasır-ı müşekkilesi olan avamilin mizacını kollamaktan +bu suretle tekamülüne bir şekl-i istiklal vermekten gafil +olmaz. O şarkın büsbütün garb garbın da tamamıyla şark +olamayacağını şarka mahsus olan bir şeyin garbda müstaid +olduğu kemali bulamayacağını; mesela aktar-ı kutbiyyede +hurma ağacının yaşayamayacağını bilir. Bununla beraber +şarkın da kendisine has bir nehc-i tekamülü olduğunu asla +unutmaz. Daima o yoldan gidip garbın gıda-yı medeniyyetini +şarkın şera’it-i hayatiyyesine göre ta’dil ve temsil eder. +Şu umumi sözlerden hususi bir netice çıkarmak lazım gelirse +o da bizim daima adamıza an’anatımıza mu’tekadatımıza +sadık kalmaklığımızı tavsiyeden ibarettir. Zira bunlar +bina-yı mevcudiyetimizin birer taşı mesabesindedir. Onlardan +birini çekip çıkarmak o binaya bir rahne açmak demektir. +Vakıa onun yerine başka bir taş koymak mümkündür. +Fakat bu suretle devam edilecek olursa ortada bir bina kalır +fakat kalan bina her halde bizim bina-yı mevcudumuz değildir. +Bu mütalaayı şahıs i’tibarıyla da tekrar edelim. Mesela +bugün bir Müslüman bir Osmanlı maddi ma’nevi kaffe-i +mahsusat-ı hayatını bir Avrupalının tarz-ı hayatına benzetecek +olursa acaba müslüman ve Osmanlı olarak temeddün +mü etmiş olur? Yoksa Avrupa’ya bir Avrupalı daha kazandırmış +mı olur? Her Osmanlı mahsusat-ı milliyyesinin kaffesini +Avrupalıların mahsusat-ı milliyyeleriyle mübadeleye +kıyam edecek olursa ortada bir millet kalır ki o da her halde +Osmanlı milleti değildir. +Bu suretle hareketin neticesi de mevzu’-ı bahsimiz olan +hüviyet-i milliyyenin muhafaza-i istiklali değil tesri’-i izmihlali +demektir. Eğer biz bugün her türlü mahsusat-ı milliyyemizden +tecerrüdle büsbütün Avrupalılaşacak olur isek emin +olalım ki Frenklerin en aşağı bir tabakasını teşkil ederiz. +Çünkü şark mahsulüyüz büsbütün garbı temsil edemeyiz. +Fena bir mukallid derekesinde kalıp fenaya mahkum oluruz. +Hüviyet-i milliyyemizi muhafaza şartıyla tarik-i tekamülde +devam ede bilmekliğimiz için metin akılların doğru +fikirlerin yolumuzu tenvir bizi irşad etmesine muhtacız. +Yoksa son mevkıfı –velevki Avrupa medeniyet-i şa’şaa-barı +olsun– her şeyin zevahirinden ibaret olan ondan öteye geçmeyen +ukūl-i heyulaniyye her zaman bize serabı ab gösterecek +ve hiçbir vakit bizi vadi-i selamete götüremeyecektir. +Eğer biz hüviyet-i milliyyemizin hüviyyat-ı saire tarafından +yapdırıp bize mahsus olan şeylerin kaffesini onunla damgalamalıyız. +Yoksa milliyetimizle onun mahsusatını istihkara +yeltenmek gibi çıkmaz bir yola sapacak olursak akibetimiz +pek vahim pek muzlim olur. Hakīkaten memleketimizde +öyle garib adamlar görülüyor ki istihsana şayan olan birçok +mahsusatımızı hiçbir fikre hiçbir muhakemeye müstenid +olmaksızın istihcan ediyorlar. Onları sırf memleketimize ihtisasından +dolayı tezyiften lezzet alıyorlar. Sonra bir Avrupalı +onlardan birini istihsan etti mi derhal bunlar da tebdil-i fikir +ediyorlar Bahisde yer tutacak bir misal değilse de serd etmeden +geçemeyeceğim; adi misaller bazı kere pek mühim +hakīkatlerin tefhimine medar olur. +Mesela bundan evvel Avrupa’da terbiye görüp vatana +avdet edenler ez-kaza sofrada yoğurt görecek olsalar yoğurta +bedavet yadigarı bir gıda-yı metruk nazarıyla bakarak +hala sofralarda bulundurulmasına taaccüb ederler idi. +Bilahare yoğurt Avrupalıların takdirine istihsanına mazhar +oldu. Bu suretle bugün en muhteşem sofralarda kendisi için +bir mevki’ te’min etti. Evvelce yoğurtu zem edenler Avrupa’nın +bu teveccühünden sonra yoğurtun meddahı kesildiler. +mek mi bilemem! +Bu bir misaldir ki çok şeylerde emsaline tesadüf olunur. +Bir kavim ki takdirinde temyizinde muhafaza-i istiklal melekesinin +takririne lüzum görmez; elbette hüviyet-i milliyyesine +sahib olamaz. Hüviyet-i milliyyesine sahib olmayan bir +millet de er geç zevale mahkum olur. Eğer biz bir millet bir +müstakil hüviyet olmak üzere yaşamak istiyor isek garbın +mümesseli değil mümessili olmalıyız! Garbın kaffe-i measirini +yoluyla iktibas ederek memleketimizi müstaid olduğu +terakkīye isale çalışmalıyız. Fakat şarklı olduğumuzu da asla +hatırdan çıkarmamalıyız. Mahsusat-ı milliyyemizi istihcan +değil bil-aks istihsan etmeliyiz. Memleketimize “bonjur”dan +ziyade amele gömleği lazım olduğunu bilmeliyiz. Gümrüklerimizden +piyanodan ziyade alat-ı ziraiyye ve sınaiyye geçmesini +temenni etmeliyiz. +Gustav le Bon bir eserinde diyor ki: +“Devr-i hilkatten beri birbirini vely eden medeniyetler +hakkında icra olunan tedkīkat gösteriyor ki bu medeniyetler +terakkīlerinde birkaç düsturun delaletine iktıda etmişlerdir. +“Milletlerin tarihleri yalnız medeniyetlerine rehber olan +bu düsturlara hasr edilmiş olaydı o tarihler pek muhtasar +olur idi. +“Eğer bu medeniyet bir asır zarfında sınayi’ ulum edebiyat +felsefe vadilerinde rehber olacak iki üç düstur keşf +edecek olursa o medeniyete pek parlak bir medeniyet nazarıyla +bakılabilir.” +Gustav le Bon’un bu sözü hakīkaten pek büyük bir +düsturdur. Eslafımız zamanlarının muktezasına göre kabul +ettikleri düsturlarla altı asırdan beri hüviyet-i milliyyelerini +muhafaza etmişler. O vedia-i mukaddese şimdi bizim yed-i +emanetimizdedir. Biz de onun muhafazası şartıyla tarik-ı +tekamülde delaletine iktıda edecek çok değil iki üç düstura +muhtacız. +Bu düsturlar ya vardır ya yoktur. Fakat varsa onları bize +gösterecek yoksa vaz’ edecek dahiyi nerde bulmalı? +FEMINIZM MES’ELESI +– – +Şimdi biz nisaiyyun beylerden –eğer bu vatan-ı İslam’a +zerre kadar muhabbet duygusu besliyorlar efradından bulundukları +bu millete zerre kadar acıyor felaketleri musibetleri +zerre kadar vicdanlarını sızlatıyorsa– akıl ve mantık +namına biraz insaf biraz meyl-i i’tiraf isteriz. Bu talebimiz +vicdani olduğu kadar şer’idir. Bilmem bu kadarcık bir lütfu +da bizden diriğ ederler mi? +Biz –tarafeyn– üç yüz milyonluk koca bir alem-i İslam’ın +mahkeme-i vicdanı huzurunda iddia-yı hak ve hakīkat etmekte +olduğumuzu göz önüne getirirsek verilecek hükmün +ne kadar ağır ne kadar gayr-ı kabil-i istinaf ve temyiz bir +hükm-i kat’i olacağını elbette takdir ederiz. +Bu mahkeme-i ma’neviyye bütün mehakim-i nizamiyye +ve örfiyyenin fevkinde bir divan-ı alidir. Bunun hükmü +damgadır. Eğer diriğ ederlerse kendileri bilirler. Biz –ulemayı +mütefekkirin– o divan-ı aliye alnımız açık olarak gidiyor +ve misyoner şakirdlerinin düştükleri müdhiş uçurumu gösteriyoruz. +“Etmedim her batıla bir hakk tasavvur bir zaman +Nisaiyyun beyler iyi bilmelidirler ki bu memleketin dimağına +hakim olan vücudunu idare eden hasılı: Bu memleketi +bütün füyuz-ı ma’nasıyla yaşatan ve ila maşaallah yaşatacak +olan yegane kuvvet sultan-i İslamiyyet şahen-şah-ı +Hila­ +fet’tir. Nisaiyyun beyler kat’iyyen inanmalı ve +kanaat-i tamme hasıl etmelidirler ki bu kuvveti o dimağdan +çekip alabilecek yerine başka bir kuvvet koyabilecek +yabancı bir hakime nasb edebilecek bir dest-i ahenin bir +şir-pençe ! tasavvur olunamaz. +O emelin ne elem-efruz ne hıred-suz bir muhal-endermuhal +olduğu hala ruhu o duzah-ı lehib içinde yanmakta +olan Papa İkinci Pie’den sorulmalıdır. +Şarkda kadınlık hayattan muazzez olan namus ile müsavi +ve belki tev’emdir. Namus; iffet ve ismet demektir. Namus +gizli bir şey demektir. Kadınlık da Cenab-ı Hakk’ın envar-ı +letafetinden nefha-i ismetinden mahluktur. Namusun kadrini +bilen erkek kadınlığın iffet ve ismetini izzet ve hürmetini +muhafaza uğrunda ölmeyi kendine en büyük şereflerden +biri addeder. +Şarkın o matla’-ı hurşid-i İslamiyyet ve insaniyyetin +na­ +zar-ı hakiminde kadınlığın mevki’-i şerefi işte bu kadar +bala-terindir. +O lisan-ı hikmet diyor ki: “Kadınlık; vücud-ı beşeriyyetin +kısm-ı mesturudur. Çünkü namusudur. Binaenaleyh namusun +setr ve ihfası lazımdır.” +ma’neviyete iltifat eder. +Onun ruh-ı feyyazı nasuti değil lahutidir. Sırf maddi bir +hayat onun nazarında pek süflidir. +Halik-i yeganesine arz-ı ubudiyyet ve mahlukiyyet etmek +mek tükenmek bilmeyen hevesat ve şehevatına esir olmak +farkı var?” Yemek içmek huzuzat-ı şehevaniyye beyninde +koşmak olduktan sonra –evet! Pek doğru! Ne farkı var? +[ Kamer /] +Lisan-i İslamiyyet öyle müstağrak-ı şehvet olmuş bi-çareye +diyor ki: +! +her-i hakīkatiyle insandır. İnsanın hayvandan ma-bihi’l-imtiyazı +budur. +Yüksel ki yerin bu yer değildir +Dünyaya geliş hüner değildir +Yüksel ki cihan sefil ü dundur +Rağbet ona adeta cünundur. +lahutisi! İşte İslamiyet’in vicdan-ı ulvisi! +Ey insan! Ey zavallı fani! Hiç düşünmez misin? Hiç aklına +getirmez misin? Seni bu derd alemine gönderen bu sefil +topraklara indiren bu mudik-i unsuriye –gayr-ı ihtiyari bir +teslimiyet-i ebkemane ile– habs eden kimdir? O ne kuvvetdir +o ne kudrettir on ne meşiyyettir ki seni hükmüne ram +etmiş. Gelişin de gayr-ı ihtiyari gidişin de. +Sen bu belalı bu musibet-engiz müsaferet-i çend-ruza +niçin razı oldun? Bu hayal-i sür’at-i berkiyyesiyle geçen ve +nihayet bir torba etten kemikten başka bir eser mütefessih +müteaffin bir eser bırakmayan hayatın her türlü kahrını bin +bir çeşit azabını işkencesini –hem garibdir ki seve seve!– +neden çekiyorsun? Yalnız yemek içmek yalnız aklına gelen +her zevkin her safanın her sefahetin esiri olmak için mi? Bir +kerecik insanlığına rücu’ etmek bir kerecik akibetini düşünmek +senin için değil mi? +Aman ya Rabbi! Bir insanın gözü olup da görmemesi +kulağı olup da işitmemesi kalbi olup da duymaması serir-i +Bunların vasf-ı şanı! Bunların berat-ı hızlan ve hüsranı! +Eyvah… Esfel-i safilin-i hayvaniyyete sukūt etmek! Efsus… +namında yazdığı tarihinin birinci cildinin ellinci sahifesinde +mühim bir bahs-i felsefi açıyor. Kendine has ateşin bir hame-i +beyan ile söylediği sözlerin karşısında şark hem iftihar +ediyor hem de girye-i teessür döküyor. +Hakīkat! İnsan için mensub olduğu milletin büyüklüğünü +mu’tekidi bulunduğu dinin kudsiyetini hasmının lisanından +dinlemek kaleminden okumak kadar bir hazz-ı azim +bir zevk-i naim tasavvur olunamaz. Senin hazineler değer +bir cevherin olsa fakat kıymetini bilmiyor adi bir çakıl taşından +çıkıp da elindeki o cevherin milyonlar milyarlar değerinde +olduğunu söylese nasılsın? Cevher yalnız maddi mi olur? +Kıymet yalnız maddiyata mı münhasır asıl kıymet ma’neviyetindir. +Çünkü maddiyyatın şerefi ma’neviyat ile kaimdir. +Madde kuvvetle yaşar. +Senin kıymetin ma’neviyetinledir ruhunladır değil mi? +La Martin’in birkaç sahife süren bu bahsini harfiyyen tercüme +ve nakle hacet yoktur. İsteyen o sahifeleri okur. Ben +burada müşarun-ileyhin i’tirafat-ı hak-guyanesini şu birkaç +sözle anlatmaya çalışacağım. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +Hazret-i Süleyman as yirmi yaşında tahta çıktı. İlk icraatından +birisi kendi biraderi Adoniya’yı hassa askerinin +kumandanı Benaya vasıtasıyla i’dam ettirmek oldu. Bunu +müteakib pederinin ser-askeri Yoab’ın ve Şimei denilen adamın +başlarını pederinin vasiyeti mucebince kestirdi. Hazret-i +Süleyman sulh ve müsalemeti harbe tercih etmek ve pek +muhteşem bir saray takımı tertib etmiş olmakla beraber Kudüs +şehrinin istihkamatını surlarını ta’mir tevsi’ ve takviye +eylemişti. Ordu hakkında da aynı i’tinayı sarf ediyordu. +“Muharebe arabaları pek çok idi ve bu arabaların beygirleri +süvariden ibaret olup bunlardan bini nefs-i Kudüs’de ve +mütebakīsi civar karyelerde bulunurdu…” +Hazret-i Süleyman Suriye’ye doğru uzanan çölün medhalini +elde ettikten sonra buraya müstahkem Tamadora kasabasını +an Beni İsrail hükümdarına itaat göstermeyen bazı Ken’ani +kabail vardı. Nihayet Hazret-i Süleyman bunları da mağlub +edip her sene kendisine muayyen bir mikdar esir vermeye +cebr etmiş idi. Bu üsera Beni İsrail arazisini sürerler ve sair +hidemat-ı şakkada istihdam olunurlardı. Beni İsrail kendilerini +–bu kadar akvamı daire-i itaate almış olduklarından dolayı– +bir mertebe-i mümtazede addeylediklerinden üseraya +mahsus olan hidemat-ı süfliyye ile iştigali haysiyet ve şereflerine +bir leke addederlerdi. Beni İsrail’in meşgūl oldukları +başlıca işler silah ta’limleri askeri idmanlar beygir ve harb +arabalarını kullanmak idi. Ken’aniler ale’d-devam çalıştırılır +ve yalnız bunların ifa-yı vazife etmelerine nezaret için +müfettiş istihdam olunurdu. +Hazret-i Süleyman sene hüküm-ferma olduktan sonra +vefat etmiş ve onun vefatıyla Yahudi Kraliyeti’nin şevket ve +şeklinde yazılmıştır. +Hazret-i Süleyman’ın yerine oğlu Rehoboam makam-ı +saltanata geçmiş idi. Lakin bu genç tarafından ahalinin kendisine +gönderdiği hey’et-i murahhasaya verilen düşüncesizce +bir cevap üzerine esbat-ı İsrailiyyeden onu müttefikan +Hazret-i Süleyman’ın oğlu Kudüs’e firara mecbur oldu. Asi +kabail Rehoboam’ın tahsildarını dahi taşa tutarak katl etmişlerdi. +Yalnız Yehuda sıbtı ile Bünyamin sıbtı Rehoboam’ın +milli mahv olmuş bulunduğundan bundan sonra bunların +vekayiini biri Yahudi diğeri Beni İsrail kraliyetleri tesmiye +olunan iki hükumet tarihinde ta’kīb etmekliğimiz lazım gelir. +Rehoboam yüz seksen bin kişiden ibaret bir ordu cem’ +ederek asi olan on kabile Beni İsrail’e karşı harbe girişmek +fikrine düşmüş ise de Şemaya Peygamber’in müdahalesi ile +bu teşebbüs bir müddet için geri kalmış Rehoboam kendi +memalikini tahkim ile iştigal eylemiştir. Rehoboam sene +hükumet ettikten sonra yerine oğlu Abiya çıkmış biraz sonra +da İsrailiyye kralı büyük bir ordu ile onun aleyhine hareket +etmiştir. İki hükumet ordusu Efraim Cebeli civarında +birbirine müsadif oldular. +“Yahudiye hükümdarı Abiya’nın maiyyetinde . +kişi asakir-i cesureden mürekkeb bir kuvvet vardı. Yeroboam’ın +da onun karşısına koyduğu hepsi cengaver . +kişi idi.” “Ve İsrailoğulları Beni Yehuda önünden kaçdılar; +Cenab-ı Hak onları İsrailileri Beni Yehuda’nın eline teslim +etti. Abiya ile maiyyeti onlardan birçok kişi katl ettiler. İsrailiyyeden +. bin müntehab cengaver düştü.” +Bu muzafferiyet-i azimeyi ta’rif sadedinde Josephus der +ki: “Yahudiyeliler işaret verilinceye kadar duaya vakf-ı nefs +ettiler; işaret verilince bülend avaz ile düşmana hücum edip +onları mağlub eylediler ve ne Yunan ne akvam-ı vahşiyye +tarihlerinde görülmemiş suret-i müdhişede çok adam katl +ettiler. Beytel ve İzen ve en iyi tahkim edilmiş şehirleri zabt +ve yağma olundu…” +Dört senelik kısa bir devre-i hükumetten sonra Abiya +vefat etti. Yerine oğlu Asa geldi; bu sahib-i akl ve dindar bir +hükümdar olup “gerek diniyat ve gerek ahlakıyatta tamamıyla +evamir-i ilahiyyeye göre hareket etti. Yehuda +kabilesine mensub mızrak ve kalkanlarla müsellah . +seçme askeri vardı. Bünyamin kabilesinden de . +tir-endaza malikti…” +Asa’nın tahta kuudundan on sene sonra memleketi Nube +hükümdarı tarafından istila olundu. Lakin Asa müstevlilerin +üzerine kemal-i şiddetle hücum ederek onları telefat-ı azime +Biraz da İsrailiyye Krallığı’na atf-ı nazar edersek Yeroboam’a +da vefatında yerine ancak iki sene hükumet eden oğlu +Nadab’ın çıkdığını görürüz. Nadab iki sene hükumetten +sonra indirilip bir suret-i hainanede katl edilmiş bütün ailesi +Baaşa tarafından da kılıçtan geçirilmiştir. Baaşa ba’dehu +kadar sene icra-yı hükumet etti. Baaşa’dan sonra oğlu +Elah hükümdar oldu. İki sene icra-yı hükumet edip saray +kethüdası Artsa ile serhoş olurken yine saraya mensub +Zimri tarafından öldürüldü. Katil tahta çıktı. “Zimri tahta çıkınca +Baaşa ailesini tamamıyla katl etti ve ne hısımlarından +ne de dostlarından sağ bir erkek bırakmadı.” +Lakin pek az sonra Zimri kendisini Omri isminde diğer bir +taht ve tac talibi karşısında bulmuştu. Omri Zimri’yi Ta’berza +şehrinde muhasara etti. Zimri nihayet şehrin zabt olunduğunu +görünce hemen İsrailiyye hükümdarlarına mahsus +saraya gitmiş ona ateş vererek kendi de alevler içinde terk-i +hayat eylemiştir. +Omri İsrailiyye tahtına kuud on iki sene icra-yı hükumet +etti. Yerine oğlu Ahab geldi. Bu hükümdar Sayda Sidon +kralının zalime ve şedidü’t-tab’ kızı Cebel’i tezvic etmiş idi. +Bu kadının nüfuzu ile Sidonluların ma’budu olan Baal yani +güneş ma’bedleri Beni İsrail memalikinde inşa ve takdis +edilmeye başlanmış putperestlik mezhebi İsraililerin din-i +kadim ve millilerini adeta taht-ı tehlikeye koymuş idi. Enbiya-i +ğaralara saklanmak sayesinde tahlis-i hayat ettiler. +Maamafih din-i ecdadın bu ceri ve müteşebbis müdafi’leri +hükümdarın ihtiyar ettiği bu harekat-ı meş’umeye karşı +bütün kuvvetleriyle isyan ettiler. Nihayet İlya dahi mübarezeye +nin denaetlerine karşı ihraz-ı galebe ve zafer eylediler. İlya +Hükümdar Ahab’ın huzuruna ilk çıkışında mezheb-i millinin +böyle terki aleyhine şiddetle idare-i lisan etmiş ve bu hareketin +nice acı felaket-engiz kurak seneler suretinde cezası +çekileceğini söylemişti.” + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Semerkand’da ikametim esnasındaki zuhur eden vekayii +tamamıyla yazmak lazım gelse şu risale hiçbir vakit hitama +reside olmaz. Binaenaleyh o vekayi’den milletim hakkında +faidesi olabilenleri tahrir ile iktifa edeceğim. +Bir Rus memleketi olan bu şehirde on bir sene geçirdim. +Ekser evkatımı ata binmek ve ava gitmekle imrar ederdim. +Ahırımda on re’s binek atı ve on re’s mekari hayvanı mevşeklindedir. +şeklindedir. +cud olduğu gibi atmaca şahin gibi şikari kuşlarım da vardı. +Kuyruktan dolma tüfenklerle mücehhez beş yüz süvari bulunuyordu +ki bunların neferatına beşer rupiye ve zabitanına +daha fazla aylık veriyordum. +Masrafım ziyade olduğu için oldukça zaruret çekiyordum. +Rusların bana tahsis ettiği mebaliğ gayr-ı kafi idi. Bununla +beraber yine memnun idim. Çünkü onlardan bir şey +talebine hakkım yoktu. +Rus me’murlarıyla görüşürken tahsisat hakkında lakırdı +açıldı mı derhal bunun kifayetinden hatta bila-istihkak verilmiş +olmasından bahs eder: +– Bana gösterdiğiniz şefkat derecesinde Cenab-ı Hak +devletinizi payidar buyursun derdim. +Resmi günlerde Ceneral Abramof ile diğerleri beni evlerine +çağırırlar ve fevkalade ihtiramda bulunurlardı. Bilhassa +Ceneral Abramof pek ziyade meveddet ve samimiyet gösterirdi. +Ne vakit para yahud başka bir şeye ihtiyac hasıl olsa +nazırım Abdullah Han’ı –ki merhum Abdurrahim Han’ın +oğlu olup şimdi Katagan ve Bedehşan hakimidir– kendisine +gönderir ve bir mülakat taleb ederek maksadımı beyan +eylerdim. +Hülasa bana karşı ihtiramkarane davranırlar ve kavanin-i +hükumetten müstesna tutarlardı. Ne vakit istesem görüşmeye +giderdim. Onlar da arzu ettikleri gibi bana gelirlerdi. +Her ayın on beş gününü şehirde mütebakīsini de av +kand’da bu suretle geçti. +Yalnız mükedder olduğum bir şey vardı ki o da esir olan +validem ve haremim ile oğlum Abdullah’ın ne olduklarına +dair ma’lumatım yoktu. +Semerkand’a gelişimin ikinci senesi Afganlar ile Ruslar +arasında bir mukarenet husule gelmeye ve Alişir Han ile Rus +Devleti beyninde bir meveddet peyda olmaya başladı. Bunun +esbabını öğrendim. +Belh Hakimi Muhammed Alim Han Buhara Emiri Muzaffer +Han vasıtasıyla Ceneral Abramof’a ve Türkistan valisine +mektublar yollamış onlar da fırsattan bil-istifade cevaplar +yazmışlar. +Bidayeten gayet gizli tutulan bu haller bilahare şüyu’ bularak +gazetelere yazıldı. +Semerkand’a geldiğim esnada Bedehşan beyinin kerimesiyle +tezevvüc etmiştim. İkinci sal-i izdivacımda Cenab-ı +Hak bir erkek evlad ihsan buyurdu. İsmini Habibullah koydum +ki hala büyük oğlum olması dolayısıyla veliahdimdir. +Halen Afgan emiri olan Habibullah Han hazretleri Ondan +rullah [ ] tesmiye ettim. Bunlardan maada iki erkek ve +bir kız evladım olduysa da küçükken irtihal eylediler. Birkaç +sene sonra Rus Devleti Şehr-i Sebz üzerine asker gönderiyordu. +Ceneral Abramof bana: +– Maiyyetinizi alıp siz de askerimizle gitseniz iyi olur +teklifinde bulundu. +– Bidayeten de gerek valiye gerek size söylemiştim ki ben +Rus Devleti’nin hizmet ve me’muriyetini kabul edemem. İsterseniz +Şehr-i Sebz’in ümera ve ekabirini teşvik edeyim. +Şeraitinizi kabul eyleyerek musalaha yapsınlar dedim. +Ceneral –İş musalaha derecesini geçti ve i’lan-ı harb edildi +deyince: +– O halde beni ma’zur görünüz askerinizle kat’iyyen gidemem +cevabını verdim. Bir de Semerkandlıların bir şuriş +çıkarmaları ihtimaline binaen kendimi muhafaza için üç yüz +tüfenk ile mikdar-ı kafi fişenk istedim. +Ceneral buna müsaade etti. Ben de maiyyetimi silahlandırdım. +hareket etti. Ahaliyi tehdid için askerinizi Karşı yolundan +Şehr-i Sebz’e gönderin diye Buhara emirine de emir verildi. +Ruslar dört defa Şehr-i Sebz’in kal’asına hücum ettikleri +halde şehri alamadılar. Bu hücumlar esnasında Ceneral +Abramof hafifce yaralandı. Beş bin neferden ibaret bulunan +asakir-i muhacimeden iki bin kadarı da mecruh ve maktul +oldu. +Ruslar bu inhizam üzerine ahaliden altı günlük bir mütareke +taleb ettiler ve nakz-ı ahd eylemeyeceklerine dair söz +verdiler. Zavallı ahali bu muazzam devletin ahdini sabit +zannıyla teklifine razı oldu ve kal’adaki iki bin müdafi’den +bini Buhara emirinin geleceği yolda kalmış olan evlad ü +Ruslar kal’adaki kuvvetin azaldığını görünce gece yarısı +bir hücum yaptılar. Kal’adaki bin kişi merdane döğüşerek +muhacimleri evvela püskürttülerse de muahharan kancıkcasına +şehri almalarına mani’ olamadılar. Şehr-i Sebz ümerası +üç yüz kişi ile Kuhistan yolundan Katagan’a kaçtı. Rus cenerali +de beldeyi Buhara me’murlarına teslim eyledikten sonra +avdet eyledi. +Semerkand’a vürudunda ziyaretine gittim. Hafifce yaralı +bir dürbin verecek oldu. Halbuki bunlar Şehr-i Sebz’den aldıkları +ganaimden idi. Kabul etmedim ve: +–Bizim dinimizde müslümanlardan yağma edilen bir malın +kabulü caiz değildir diyerek gösterdikleri ahd-şikenliğe +canım sıkıldığı cihetle sözü kısa kesip kalktım. +SİYASİYAT +TAASSUB-I CAHILANE KIMDEDIR? +Harb-i hazır münasebeti ile İtalya muhibbi bir kısım matbuat-ı +ecnebiyye Tan gazetesi başta olduğu halde müslümanların +taassub-ı cahilane-i diniyyelerinden bahis açmışlardır. +Bu pek eski ve bu gibi hallerde ale’l-ade kullanılmış +bir silahdır. Yapılan haydudluğu yağmagerliği hak hakkaniyet +kavanin ve adat-ı mevcude ile tebriye etmeye muvaffak +olunamadığı esnada son silah ve istinadgah olarak +müslümanlara taassub-ı cahilane isnadına müracaat edilmiştir. +Zira işbu silaha müracaat edenler silahın pek keskin +ve müessir olduğunu pek ra’na biliyorlar. Bunlar pekala biliyorlar +ki bir Avrupalı ne kadar hür ve serbest olursa olsun ne +kadar din hakkında lakayd ve laübali ve hatta mütemadiyen +“ateye” yani dinsiz din düşmanı bulunursa bulunsun yine +bahis Müslümanlık’tan İslamiyet’ten açıldığı zaman kalbinin +en derin umkunda en hafi köşelerinde Müslümanlığa +edilecektir. Bugünkü Avrupa ne kadar alim ve danişmend +ne kadar Hıristiyanlık’tan tecerrüd etmiş olsa bile İslamiyet +hakkında tamamıyla bi-taraf olamaz. Mutlak kendisinde +kendi kalb ve dimağında bir Ehl-i Salib enkazı asarı bulunacaktır. +Arslan Yürekli Richard’ın Salahaddin’e karşı beslemiş +olduğu hissiyat ve efkardan bir kısmını olsun muhafaza etmiş +olacaktır. +Bu hali biz her günkü müşahedatımız tecrübelerimizle +görmekte hissetmekteyiz. Zaten de başka türlü olamaz. +Asırlarca devam etmiş olan bir tarihin izleri eserleri kolay +kolay silinmez mahv edilemez. İslamiyet ta bidayet-i zuhurundan +beri karşısına Avrupa’yı çıkmış bulmuştur. İbtida +şu husumet şu adavet müslümanların Roma ve Bizans ile +uğraşmasında temerküz etti. Madem ki yıpranmış izmihlale +ve inkıraza doğru sürüklenmekte olan şu imparatorluklar +salabet-i İslamiyyeye karşı müdavemet ve mukavemet edemeyerek +mahv u na-bud oldular bunların yerini tutmuş olan +Avrupa hükumetleri İslamiyet’e karşı ayn-ı tarik-ı adavet ve +husumeti ta’kīb etmeye devam ettiler. Hatta kin ve adavet-i +lerin bir zaman birleşmeleri ittihad ve ittifak etmeleri için en +büyük en müessir amil yerine geçti. İslam ve Müslümanlık +namı gelince bunlar kendi aralarında ihtilaf ve husumeti +unutarak kuva-yı müttehideleri ile İslamiyet aleyhine hücum +etmeyi vazife-i vicdaniyye kabilinden addediyorlardı. İşte +bunun içindir ki bir Pierre L +’Ermite’in bir Papa’nın propagandaları +neticesinde onuncu asrın evahirinde bütün +Avrupa’yı müttehiden İslamiyet’e karşı yürümekte olduğunu +görüyoruz. Tarihte “Hurub-ı Salib” namıyla meşhur +olan şu devr-i taassub tam üç yüz elli sene imtidad ediyor. +Bin-netice Avrupa mağlub oluyor. Lakin yorulmuyor bıkmıyor +hiss-i kin ve adavet daima kalbini sızlatıyor yakıyor. +can-güdaz bir sada-yı nefrin ve feryad ile karşılanıyor. Bütün +Avrupa şu hadisenin intikamını almayı kendisi için bir vazife-i +diniyye addediyor. İşte o günden bugüne gelinceye kadar +almış olan Osmanlılar Avrupa hücumatını def’ etmeye sarf-ı +himmet ve dikkat etmek mecburiyetindedirler. +Elbette ki bin seneden beri devam etmekte olan şu kadar +uzun bir tarih-i kin ve husumet kolay kolay unutulmaz. Bugün +bile dince en la-kayd en laübali olan ve ilimce en yüksek +makamları ihraz etmiş olan zevatın kalb ve dimağlarının +mahfi köşelerinde Pierre L +’Ermite’ler gizlenmiştir. Müsaid zamanlar +esnasında şu kalb ve dimağlar kurcalanırken Pierre +’Ermite’ler uyanıyor kendilerini gösteriyor. +Biz şu müddeiyatımızı isbat için Avrupa edebiyatından +en meşhur ulemanın asarından ve hatta bütün Avrupa’ya +dinsiz ve Hıristiyanlık düşmanı tanınmış zevatın te’lifatından +birçok deliller irad edebilirdik; fakat makalemizin hacmi bu +gibi tafsilata müsaid olmadığından biz kendi muhitimizde +herkesçe müşahede ve tahkīk edilebilecek birkaç delail ile +Bugün hiçbir Avrupa milleti yoktur ki Osmanlılık içinde +müteaddid ve muhtelif dini propaganda hey’etlerine Mission +religieuse malik olmasın. Şu hey’etleri hükumat-ı mezkure +buraya resmen gönderiyorlar resmen iaşe ediyorlar ve +resmen himaye ediyorlar. Bunun için hatta bütçelerinde +hususi tahsisatlar ta’yin ediliyor. Hatta Katolik dinini kendi +banı Fransa’dan nefy etmiş olan Fransızlar herkesten ziyade +memalik-i Osmaniyye’ye propaganda hey’etleri gönderiyorlar +herkesten ziyade Cizvitler için para sarf ediyorlar. +Kendileri için reva görmedikleri metaı bizim için bol bol sarf +ediyorlar!! İki ecnebi konsolosu tarafından neşr edilmiş olan +Suriye’de Arz-ı Filistin’de ve Şarkda Hükumatın Vaz’iyyeti +nam eser-i mühimde şu propaganda hey’etleri ve onların +faaliyeti hakkında verilmiş olan ma’lumattan anlaşılıyor ki +el-yevm memalik-i Osmaniyye’de elliyi mütecaviz propaganda +hey’etleri icra-yı faaliyyet ediyorlar. Bunlara mensub +ruhban ve keşişlerin adedi birkaç bine baliğdir. Te’sis etmiş +oldukları mekatibe gelince beş bini mütecavizdir. Şu mekteplerde +ta’lim ve tedris edilen etfalin mikdarı ise yüz binlere +varıyor ki bu mikdardan yüzde ellisi İslam evladıdır. +Şimdi soruyoruz: Acaba bütün küre-i arzda bir hükumet-i +Hıristiyaniyye bulunur mu ki kendi içine İslam hükumeti tarafından +resmen gönderilen ve resmen himaye edilen bir +ediniz?! Bugün bir ecnebi İslam kalkıp da Rusya’ya el-Cezayir’e +Tunus’a Hindistan’a Mısır’a ve sair bilad-ı İslamiyyeye +gittiği halde etrafını bir alay polis me’murları hafiyeler +atılıyor ma’nen de işkencelere ukūbata duçar oluyor. Hele +bir fikr-i dini için gelmiş olduğu anlaşılırsa istihlas-i giriban +etmesi bile kabil olamaz. +Halbuki bizde gözümüz önünde yüzlerce Hıristiyan propaganda +hey’etleri binlerce mekteplerinde ma’bedgahlarında +viyatımızı bütün kuvvetleri ile bozmaya bezl-i mesai ediyorlar. +Mekteplerde İslam çocukları Hıristiyan ayininin icrasına +mecbur ediyorlar. Ahkam-ı şer’iyye-i İslamiyye ilm-i hal +elsine-i İslamiyye asla ta’lim ve tedris edilmiyor!! Biz bunların +hepsine katlanıyoruz sabır ve tahammül ediyoruz ve +yalnız şimdi değil kavi muhteşem Avrupa’yı önümüzde titrettiğimiz +zamanlarda ediyorduk. Zira din-i İslam fıtri tabii +akli ve mantıkī bir din olduğu için hiçbir şeyden korkmuyor +muhtevi olduğu hakaika güveniyor ve binaenaleyh başka +dinler hakkında başka ayinler hakkında husumet adavet +beslemeye asla lüzum görmüyor. +Tebaa-i hıristiyaniyyeye gelince Avrupa hükumatının +taht-ı idaresinde bulunan İslamların halleri ile hükumat-ı İslamiyyenin +taht-ı idaresinde bulunan hıristiyanların ahvali +mukabele edildikte Avrupa’nın kızarması mahcub olması +yerlerin altına girmesi lazımdır. Zira tebaa-i İslamiyyenin her +nevi’ hukūk-ı medeniyye ve siyasiyyeden mahrum oldukları +halde Hilafet-i muazzama-i İslamiyye içinde hıristiyanların +hukūk-ı medeniyye ve siyasiyyece İslamlardan asla farkları +yoktur. Bugün İngiltere Fransa Almanya parlamentolarında +nümune için olsun bir tane İslam meb’usu daire-i resmiyyelerinde +bir tane İslam me’muru bulunmadığı halde Osmanlı +Meclis-i Meb’usanı ve A’yanı içinde bütün akvam-ı Hıristiyaniyyenin +aded-i nüfusu nisbetinde meb’usları ve a’yanı +bulunmakla beraber hey’et-i vükela devair-i resmiyyede de +birçok hıristiyan bulunduğu ma’lumdur. Bundan maada +hükumat-ı Hıristiyaniyye taht-i idaresinde bulunan müslümanlar +hiçbir yerde teşkilat-ı hususiyyeye malik olmadıkları +esnada memalik-i İslamiyye’de teba’a-i gayr-ı müslime teşkilat-ı +hususiyyeye malik ve ayrı ayrı cemaat teşkil ederek +kendilerine mahsus umur-ı diniyye ve maarifde tamamıyla +müstakil ve bahtiyardırlar! Bu da ta öteden beri İslamiyet’in +beşeriyete bahş etmiş olduğu bir fazilet bir ni’met neticesidir. +Bu noktayı daha mufassal tedkīk etmek isteyenler kendisi +Hıristiyan dinine mensub olan Corci Zeydan’ın Medeniyet-i +hiçbir hıristiyan hükumetinin taht-ı idaresinde tebaa-i +Hıristiyaniyye hilafet-i İslamiyye dairesinde nail olmuş bulundukları +hukūk ve imtiyazata malik olmamışlardır. Eğer +bugün Osmanlı tebaa-i Hıristiyaniyyesinin hali mesela Rusya +ve Almanya’daki Hıristiyan Lehlerin hali ile mukabele +edilirse şeref ve faziletin hangi tarafta olduğu anlaşılır! +Tan ve emsali gazeteler vahşetten ve taassubdan dem +vurmasınlar. Bugün bütün beşeriyet Avrupa’nın zulüm ve +teaddisi altında inliyor eziliyor. Avrupa ruhbanlarının dailerinin +dini propagandistlerinin şarka sokmak istedikleri İncil +ve Tevrat arkasında daima hun-riz hançerler yakıcı ateşler +saklanılıyor. Bari utanacak yerde iddia-yı fazilet etmesinler! + +---- +HILAL VE SALIB +---- + +Avrupa medenileştikçe akvam-ı Asyaiyye ile İslam aleyhindeki +kin ve adavetleri artıyor. Hükumat-ı İslamiyyenin +tahdid ve taksimini Avrupalılar bir vazife-i dini ve vicdani +addederek memalik-i İslamiyyenin siyaseten iktisaden kendi +nüfuz ve tagallübleri altına girmesi için çalışmaktan bir an +hali kalmamışlardır. Otuz seneden beri alem-i Nasraniyyet +her vesile ile fırsat düştükçe hükumat-ı İslamiyyeyi zarar ve +ziyana sokmayı servetlerini mallarını istiklallerini ellerinden +gasb etmeyi adet edinmiştir. Berlin Kongresi Londra ve +muş bir ağdan başka bir şey değildir. +Koca bir dünyanın rub’unu teşkil eden Hindistan’ı Cezayir +ve Tunus’u Mısır’ı Hive ve Türkistan’ı Afrika’nın en +bü­ +yük arazisini zabt ve istila eden İngiltere Fransa Rusya +Almanya ve sair düvel-i Mesihiyye bu kadarla kanaat etmeyip +en sonra İran ile Fas kıtaat-ı İslamiyyesinin de gasb ve +teshirine karar vererek bu hususta her türlü entrikayı çevirip +müteaddid fesad dolablarını kurdular. +Osmanlı-Yunan Muharebesi neticesinde Devlet-i Aliyye +tarafından kılıç ve muzafferiyet hakkı olan araziyi temellük +etmeye “salibin girdiği yere hilal giremez” kaziyye-i sofistaiyye +ve gayr-ı mantıkıyyesi ile mümanaat gösterdiler. +Yeniden hab-ı giran-ı gafletten henüz uyanmaya başlayıp +da Avrupa’nın meşrutiyet-i idare tarzını kabul eden Devlet-i +Osmaniyye ve İran hükumetine karşı türlü türlü müşkilat +ve Hersek’in Avusturya idaresine zam ve ilhakına Girit’in +muhtar ve mümtaz bir hükumet-i milliyye-i Mesihiyye şekline +girmesine göz göre yardım ettiler. +Biçare İran bunca fedakarlıklar neticesinde binlerce değerli +genç ve mütefekkirininin kanları bahasına aldığı meşrutiyeti +Rusya ve İngiltere çok görerek Muhammed Ali’yi +tahrik ve teşvik ile İran Millet Meclisi’ni ona topa tutturup +vükela-yı milletin bir kısmını kılıçtan geçirerek bir kısmını da +çil yavrusu gibi dağıttılar. İran meşrutiyetperverleri tekrar +var kuvveti bazuya verip milli bir ordu tanzim ve teşkil ile +Tahran üzerine yürüyüp Muhammed Ali’yi hal’ ettikten sonra +hükumet-i meşruta ve milliyenin yeniden teşkiline muvaffak +olunca Rusya hükumeti enva’-ı fitne ve fesad ile İran’ın +kendi aşairini öz evladını kıyam ve isyana tahrik ile İran +hükumetine enva’-ı müşkilat ve aksam-ı felaketleri hazırladı. +Bir yandan İran’ın cihet-i şimaliyyesinde bulunan Recim +Han’ı Türkmenleri Şahsevenleri cenubunda kain Kaşkai +ve gayret ettikten maada diğer taraftan Muhammed Ali’yi +Şuaussaltana’yı Erşedüddevle ve Salarüddevle ile Mücellilüssultan’ı +tuğyan etmeye Rusya hükumeti gereği gibi çalıştı. İran’ın +umur-ı maliyyesini ıslaha gayret eden Saniuddevle’yi kendi +tebaasına öldürtüp Amerika’dan celb edilen maliye müşavirlerini +de koğdurdu. +Bilahare bir iki ültimatom ve nota ile metalibini İran +hükumet-i zaife ve mağlubesine kahr u tezvir-i hainane ile +kabul ettirerek koca Azerbaycan’ın işgaliyle yüzlerce vatanperveranı +ulema-yı kiram ve sadat-ı izamı celladane bir +surette İranilerin matemli bir gününde –Muharrem’in onunda– +darağacına çekip zavallı adamların hayatlarına hatime +verdi. +Bu kadarla da iktifa etmeyip en sonra umum müslümanların +Ali bin Musa er-Rıza hazretlerinin Meşhed’deki merkad-i +mübarekini de –ki umum müslümanların ziyaretgahını teşkil +ediyor– topa tutup sinin-i vefireden beri müslümanlar tarafından +oraya nüzurat ve hedaya kabilinden olarak takdim +kılınan asar-ı nadire ve giran-baha ile kütüb-i nefiseyi elegeçirip +Petersburg’a göndererek kendi müzesinin tezyinine +hizmet etmiştir. +Terakkī ve teali şeh-rahına doğru ilerlemekte olan Devlet-i +Aliyye-i Osmaniyye’ye külle yevmin çeşit çeşit müşkilat-ı +dahiliyye ve hariciyye ihdasıyla bütün anasır-ı Osmaniyye +arasında nifak ve şikak tohumlarını saçarak gah Arnavudları +gah Yemenlileri kıyam ve isyana tahrik ile hükumeti kendi +umur-ı dahiliyyesiyle meşgūl edip terakkīden alıkoydular. +En sonra bunlardan da bir faide göremeyince İtalya hü­ +kumetini Trablusgarb ve Bingazi’yi zabt ve temellüke sevk +eylediler. +Avrupa bunu yapmakta böyle davranmakta kendi nokta-i +nazarından ma’zur ve haklı idi. Çünkü alem-i İslamiy­ +yet’te görünmeye başlayan nur-ı hidayet ve intibah müslümanları +seyr-i seri’-i fevka’l-ade ile semt-i maksuda +savb-ı matluba çekip götürdüğünü gören düvel-i Mesihiy­ +ye daha işin başlangıcında mukaddimesinde düvel ve hü­ +kumat-ı İslamiyyenin amal ve tasavvurat-ı aliyyesine ma­ +ni’ +ve haylulet icadıyla müslümanları azm ü tasmimlerinden alıkomayacak +olurlarsa nihayetü’l-emrde hiçbir şey yapmaya +muktedir olamayacaklarını iyiden iyiye biliyorlardı. Binaenaleyh +sonra Fas hükumet-i İslamiyyesi’ni zabt ve taksim eylemeyi +farz ve vacib bildiler. +Buna mukabil Fransa hükumeti İngiltere’nin Mısır’daki +hukūkunu Rusya da Almanya’nın İran’daki menafi’-i ticariyyesini +kabul ve tasdik etmek suretiyle kozlarını paylaşıp +bu yağlı lokmaların kemiklerini de İspanya ve İtalya devletlerine +terk eylemek istediler. Devlet-i Osmaniyye ile mücahidin-i +rini tahmin etmeyen Avrupa hükumatı İtalyanların Afrika-yı +Osmani’deki mağlubiyetlerini görünce izhar-ı hayret etmeye +başladılar. Fuzulane bir surette Trablus’u ve Bingazi’yi +kendi memalikine zam ve ilhak eden İtalya ilk defa Devlet-i +Osmaniyye’ye tazminat vermekle harbin hitam bulacağını +tahmin ediyorken bilahare evdeki pazarın çarşıya uymadığını +anlayınca Osmanlıları sulha yanaştırmak için en hassas +bir noktaya ilişip Avrupalıların müdahalesini da’vet etmeye +teşebbüs etti. Çanakkale Boğazı’nın kapanıp açılmasından +devlete bir ziyan erişmeyince ve Times ’in ta’bir ve iddiasınca +bi-taraf olanların muhariblerden ziyade zarar ve ziyana +duçar olduklarını gören İtalya Rusya’nın ima ve işaresiyle +müttefiklerinin tasvib ve tensibleriyle Adalar Denizi’ne harekat-ı +harbiyyeyi nakil ve tahvil edip Rodos’u muhasara +ve işgal eyledi. Akibinde tavassutlar konferanslar kongreler +akdi lüzumuna dair olan nakarat birbirini mütevali Avrupa +matbuat sahaifini işgal etti. +Rusya hükumeti ise Japonya Muharebesi’nde gaib ettiği +şeyleri İran ve Osmanlı hükumetlerinden telafi etmeye kendisince +karar vermiş olmalıdır ki bir aralık Osmanlı hududuna +kendi askerini tahşid etmiş ve bu vesile ile hükumet-i Osmaniyye’yi +Saviçbulak ve sair arazi-i İslamiyyeyi yed-i zabta geçirmek +ve ötede İtalya’nın metalibini bir takrib ile kabul ettirmek +Rusya zannediyordu ki kendi fikrine Avrupa devletlerini +konacaktır. +Bi’n-netice yanlış yola salik olduğunu İngiltere ve Fransa’nın +adem-i muvafakatlarıyla Avusturya ve Almanya’nın +tehaşileriyle anlayıverdi. İngiltere ve Fransa hükumetleri +bundan ziyade Devlet-i Osmaniyye’yi icbar etmek dayattırmak +gibi ısrar ve ibramların neticesini vahim telakkī ettiklerinden +tabiatıyla gevşek –bi-taraf– davranmayı kendi +menfaatleri uğrunda tercih eylediler. +Zira fazla tazyik neticesinde yeryüzünde bulunan +bil-cümle müslümanların bi-zar olacaklarını ve dolayısıyla +bir Hilal ve Salib muharebesine yol ve sebebiyet verileceğini +güzelce biliyorlar. Nitekim bugünkü günde Afrika’daki +müslümanların maa iyal ü evlad İtalyanlara karşı muharebe +etmekte oldukları halde Fas kabail-i İslamiyyesinin de bir +yandan Fransızlar aleyhinde sell-i seyf-i celadet ettiklerine +bakılırsa Avrupa devletlerinin ısrar ve taannüdleri neticesinde +mesail-i hazıranın pek fena bir şekil ve kılığa gireceğine +şübhe etmemelidir. +Şimdilik biz müslümanlar için her şeyden elzem ve vacib +olan bir şey var ise o da hakīkī bir sabır ve ittihaddır. +Huda-nekerde na-çar ve muztar kalacak olursak o zaman +muhaberat ve müzakerat-ı diplomatikiyyeden ziyade bütün +münazaat ve müşagabatı keskin kılıç halledecektir. +FAS AHVALİ +Avrupa merakiz-i mühimmesinden vürud etmekte olan +telgraf haberleri Fas ahvalinin gittikçe ehemmiyet kesb etmekte +olduğunu mutazammındır. Bu telgrafların mahmul +olduğu haberlere göre Faslılar Fransızlar aleyhinde kıyam +etmiş ve şiddetli muharebelere başlamışlardır. Bu muharebe +yavaş yavaş yağmaya başlayarak bulutların her tarafı kaplayıp +da kesilmeyen yağmur gibi Fas ikliminin her tarafına +sirayet etmiş ve cidden büyük ma’rekelere vak’alara melhamelere +mukaddime olacak bir vaz’iyet almıştır. Faslılar +Abdülhafiz’in dinine vatanına milletine karşı caiz gördüğü +zimam-ı idaresini yedine geçirmek isteyen ırkan ruhen +hissen ve fikren maddeten ve ma’nen muhalif olan ecnebi +bir hükumetin esiri gibi zir-i mahkumiyetinde kalmaklığı +sızlara karşı bu dehşet-nak muharebe ateşini açmışlardı. Fas +kabail ve aşairi hain Abdülhafiz’in Fas namına kabul eylediği +Fransız himayesini hiçbir vakit asla tanımayacakları +sine hiçbir zaman muvafakat etmeyecekleri ve bunun için +Fransızlara karşı açtıkları bu muharebede sebat ve devam +edecekleri şüphesizdir. +Çünkü Faslılar Fransızların Cezayir’e duhulünden bugüne +kadar Cezayirlilerin Fransızlara olan sadakat ve fedakarlıklarına +rağmen haklarında tatbik etmekte olduğu +mezalim ve taaddiyatın tahammül-suz nümunelerini bilmez +değillerdir. +Evet Faslılar biliyorlar ki komşuları ırk ve dindaşları +olan Cezayirliler Fransızlara cansiperane hizmet etmişlerdi. +Fransa’nın her hangi tarafla muharebesi oldu ise ibtida +Cezayir’den asker tertib edilir ve o tarafa sevk olunur idi. +Bu asker ise Fransa için gittiği yerde hem şecaat-i fıtriyyelerini +gayret-i mahsusalarını isbat eylemişler idi hatta Almanya +muharebesinde ibtidaki Weissenburg Vak’ası’nda nice bin +Cezayir canları Fransa’nın namus ve hukūkunu muhafaza +muharebesi yok gibi idi. Bugün de böyledir. Hakīkat böyle +olduğu halde Cezayirlilerin bu kadar sadakat ve fedakarlıkları +mukabilinde Fransa’dan ne mükafat gördüler? Vaktiyle +Cezayirliler Dayılar’ı idaresinde Hilafet-i Muazzama-i +Osmaniyye’nin rızasına mugayir olarak gördükleri zulüm +ve taaddiden kurtulamadılar da Fransızların ellerine geçtiklerinde +adaletlere mi gark oldular? Mal namus ırzlarını +emniyet ve refah-ı halde mi buldular? Memleketlerinde hiç +olmaz ise bir nahiye müdürlüğü şöyle dursun canlarını telef +edercesine içinde bulundukları askerliklerinde yüzbaşılık +rütbesini ihraz edebilmek kadar hukūk mu kazandılar? +Hiçbir şey… Nihayet İmparator Napolyon’un sükūtundan +sonra teşekkül eden hey’et tarafından Cezayir’in müstesna +bir halde tutulmayıp da asaleten Fransa’nın bulunduğu derecede +müsavat üzere idaresi resmen gazeteler ile neşr edilmekle +güya i’lan-ı adalet olundu. Fakat ne oldu? Cezayir’in +üç eyalete taksimiyle her birinin ikişer meb’usu olmak ve +teferruat-ı müessesatının icrasıyla yalnız Musevileri o derece-i +müsavata mazhar edilerek müslümanlar bu hukūk-ı +telef eden Museviler imiş de Cezayir’de bedevilik ile rast geldiği +yerleri gasb u garet eyleyen müslümanlar imiş! +mezalimi Faslılar bütün çıplaklığı ile bildiklerinden ve iki seneden +beri bu mezalimin aynı kendilerine tatbik edilmekte +olduğunu gördüklerinden Fransa himayesine asla razı olmayacakları +ve hain-i vatan ve İslam Abdülhafiz’in imza eylediği +himayenameyi Fransa’ya yırttırmak ve mukadderat-ı milliyyelerini +kendileri idare ve istiklal-i ictimailerini muhafaza +etmek için Fransa’ya karşı açtıkları muharebelerinde devam +ve bu hususta müdafaası için bütün varlıklarını feda edecekleri +pek tabiidir. +Bu makaleyi yazmakta olduğum esnada şark ve garbın +bütün büyük matbuatıyla beraber alem-i İslam’ın en +büyük mecelle-i ilmiyye ve siyasiyyesi olan mu’teber Sebilürreşad +’ın bu muhterem sütunlarında vicdani büyük bir +te’sir ve teellüm ile okuduğum şu “Fas’ta ihtilal Fransızların +asıp kesmelerine i’damlarına rağmen el-an devam ediyor. +Şu son günlerde altmış kişiyi Fransızlar i’dam ettikleri halde +cesur Faslılar üzerine bir gune te’sir bahş etmemiştir. Mutaassıb +ve dindar ahali vatanına milletine hain olan Mulay +Hafiz yerine şürefadan bir zatın emarete intihabına teşebbüs +etmişlerdir. Fas kabaili Fransızların memleketlerini yurdlarını +zabt u tasarruf etmeye muvafakat etmek istemiyorlar. +Fransızlar ise ahaliden zabt ettikleri emlaki iade etmedikleri +gibi bu babdaki şikayatı dinlememek için de karar vermişlerdir. +Bu politika ile asıl Faslılar Fransızlara ısınamayacakları +aşikardır. Enva’-ı mezalim Fransızlar tarafından icra edilmekte +ve medeni bir kavim olmadıklarını Faslılar nazarında +min külli’l-vücuh isbat etmektedirler.” Sududundaki telehhüf +ve teellüm-alud muhrik sözler biçare Fas mazlumlarının +meslek-i hazırlarında pay-endaz-ı mukavemet olacaklarına +delil ve bürhandır. +Faslılar kendilerini bir ecnebi hükumetin taht-ı esaretinde +görmek ve mezalimini çekmek istemediklerinden istiklal-i +millilerini müdafaa için silaha sarılmışlardır. Fransızlar Fas +gibi Cezayir’de Afrika’da Asya’da her nam ile istila eyledikleri +fakat Faslılar o adaletten zerre kadar nasibedar olmamışlardır. +Nihayet bunu anlayan Faslılar şimdi ortaya atılmışlar +uğraşıyorlar. Fakat muvaffak olabilecekler mi? Burasını işlerin +bundan sonra kesb edeceği suret-i hal gösterecektir. Eğer +Faslılar şu hareket-i ihtilaliyye ve muharebe-i milliyyelerini +yalnız istiklallerini iade etmek ve ele geçirmeye hasr edip +de yekdiğerlerinin ittifak ve ittihadından ayrılmazlar her hal +ve hareketlerini yolunda tutarak yeni sultanın emri haricine +çıkmazlar ve muharebenin bütün metaib ve mezahimini iktihamda +sebat ve metanet gösterirlerse nail-i emel olabilirler. +Ancak aralarında ittifak olmayarak her kabile kendi başına +birer heva-yı ihtilale düşer de bir kısmı muharebede +sebat ve mukavemet göstermek tarafını iltizam diğer kısmı +dahi Fransızların eslihalarına altın ve hilelerine kapılmak tarafını +cekleri emsaliyle müberhen olan ahval-i mücerrebedendir. +Belki böyle müteferrik bir surette hareketleri bundan sonra +bütün bütün perişan ve sefalete duçar olmalarını intac +edecektir ki Fransızların dahili erbab-ı ihtilale bir kere galib +gelmesiyle bunların bu sırada hareket-i ihtilaliyyede bulunmamış +olan müslümanların nihayet derece tenkillerine i’tina +ve dikkat eyleyeceği müsellem bir keyfiyettir. +Muharebenin Faslılar nokta-i nazarınca olan suver ve +eşkali budur. Fransızlara gelince bunu ikinci bir makalede +tedkīk ederiz. + +---- +MEKATIB +---- + +NIL’DE SALIB VE HILAL +Medeniyeti insaniyeti yalnız kendilerine mahsus bir +tabiat-ı saniyye addeden ve bu isti’dada malikiyet ancak +mezheb-i Hıristiyaniyyenin ilkaat-ı ruhaniyyesinden olduğu +ze­ +habına düşen taassubu ise –lisan-ı Osmani’deki ma’nasıyla– +alem-i İslam’ın kılıç ile kazandıkları mezhebleri iktizasından +olduğu iddiasında bulunan millet-i Hıristiyaniyyenin +kisve-i ruhbaniyyesine bürünmüş bir zat artık medeniyetin +evc-i balasına varmaya ramak kalmış dedikleri bu yirminci +asırda medeniyet ve insaniyet namını adeta tahkīr edercesine +bazı neşriyatta bulunuyor. Eğer medeniyet ve insaniyetin +ma’na-yı hakīkīsi bizim anladığımız gibi “Cenab-ı Hakk’ın +beşere ihsan buyurduğu fezail-i evsaf-ı ruhaniyye ve kalbiyye +hüsn-i hal ve refah ile sanayi’ ve ticaretin semere-i hal-i hazırından +bi-hakkın istifade etmek üzere hal-i asayişte yaşamak” +demek olmayıp “alem-i beşeri ve mezhebleri yekdiğerine +karşı kıyam ettirip boğazlaştırmak” demek ise ona +alem-i İslam’ın hiçbir diyeceği kalmaz. +Hazret-i İsa as ashabına: “Dünyanın her köşesine gidiniz +namıma her kavme telkīn ediniz size ne emr ettim ise +onları öğretiniz. Size eza ve cefa olunur belki seriniz vücudunuzdan +cüda olunur lakin bunların hepsine benim için +tahammül ediniz” dediğini millet-i Hıristiyaniyyenin yanlış +tefsir etmiş oldukları anlaşılıyor. Zira bugün memleketimizdeki +rahat ve huzuru selb eden kimlerdir? Memleketimizde +din muharebesine ibtida eden kimdir? Trablus Muharebesi +bir din muharebesi olduğunu İtalyanlar aleni söyledikleri +gibi resimlerle dahi aleme gösteriyorlar. Madem ki bizim +medeni olmadığımızı ve Avrupa’ya pek karib bulunmadığımızdan +ona eşedd-i ihtiyacımızı iddia ediyorlar; hiç olmaz +dik ediyorlar da niçin rah-ı terakkīde önümüze bir sedd-i +azim çekiyorlar? Bugün aleyhimize kıyam eden hükumet +Katolik milletine mensub olduğundan Katoliklik ile Protestanlık +beyninde mevcud olan zıddiyet-i azimeye ve Protestanlığın +bidayet-i intişarında Protestan mezhebini kabul +eden biçarelerden binlercesini Katoliklerin cayır cayır ateşte +yakdıklarına rağmen bugün en büyük ve sahib-i nüfuz Protestan +milletlerinin İtalya vahşetine karşı nazar-ı la-kaydi ile +bi-hareket durmaları acaba neye mübtenidir? Kıyam İslam +aleyhine olduğu için her ne kadar doğrudan doğruya iltizam +değilse de ma’nen muavenet demek olduğunu ima etmez +mi? İşte bu halin medeniyetten mi yoksa bize atf olunan +mutaassıblığın fazla mikdarda kendilerinde bulunduğundan +mı tevellüd ettiğini kariin-i kiramın hükmüne terk eylerim. +Biz bugün bu adaletsizlikleri Avrupa’nın İslam aleyhindeki +bu hareketleri yalnız kayd ile iktifa ederiz. Bir gün gelecek +elbet bunların hesabı görülecektir. Ben temenni ederim +ki bugün bütün Avrupa memalikinde dolaşan müslümanlar +boş yere vakit geçirmeyip aleyhimizde kurulan bütün entrikaları +tedkīk ederek görsünler ve vatandaşlarımızın enzar-ı +tarafında bulundurdukları adamları vasıtasıyla her gün ahval-i +ve mufassal haberler aldıkları halde biz Avrupa’da bulunan +vatandaşlar dindaşlar neden aleyhimizde çevrilen entrikalardan +yekdiğerimizi haberdar etmeyelim? Fakat vatandaşlarımız +da bu yazdıklarımızı kemal-i ehemmiyyetle nazar-ı +daha. Bu kısa fakat ma’nası çok sözleri okuyarak derin derin +düşünmeli ve buna karşı ne yapmak lazımsa hiçbir fedakarlıktan +çekinmeyerek yapmalı. +Mısır ve Nil-i ulya cihetlerine seyahat eden Neomark’da +Forstenfeld’de ruhbaniyet ile meşgūl Kudüs Protestan Medresesi +Ulum-ı Atika Meclisi a’zasından Doktor Feylesof Julius +Bomer’in sene-i Efrenciyye’sinde: +“Nil’de Salib ve Hilal” +Namıyla te’lif eylediği kitabı: “ Salib Hilal Salib +ve Hilal Muharebede” namlarıyla üç kısma taksim eder ve +mukaddimesine de şu yolda başlar: +“ Temmuz’unda hemen üçüncü defa olarak memalik-i +Osmaniyye’de meşrutiyet i’lan olundu. Bununla da henüz +nihayetinin neye müncer olacağı şimdiden tahmin ve +takdir olunamayacak bir takım karışıklıkların vücud bulmasına +sebeb olduğu gibi el-an kağıd üzerinde memalik-i Osmaniyye’nin +bir cüz’ü addolunan halbuki otuz bu kadar seneden +beri İngilizlerin taht-ı idaresinde bulunan Mısır kıt’ası +da alemin nazar-ı dikkatini kendi üzerine celb eyliyor. Kıt’a-i +mezkure henüz Türkiye’nin idaresi tahtında iken bulunduğu +hal ile şimdiki hali kıyas edilecek olursa fark hemen gece +meşrutiyetle idarenin Mısırlılara şümulü yok mudur? Genç +Mısırlılar Cenevre’de tecemmu’ ederek: Türkiye’nin cihat-ı +sairesinde icra olunan teşekkülat ve teceddüdat tebaa-i +Osmaniyyeden bulunduğumuz için bizim de hakkımızdır… +diyerek Genç Türklerin bu kadar senelerden beri Paris’de +meşrutiyet için tertib ettikleri planlar üzerinde terk ettikleri +olanca kuvvetleriyle çalışıyorlar. Maamafih Genç Mısrilerin +hareketleri evvel ve ahir nail-i emel ve maksad olacaklarına +hiç şübhe bırakmaz ise de; istikbalde Mısır kıt’ası üzerine söylenecek +kat’i sözü acaba Hilal mi yoksa Salib mi söyleyecek +olduğu en ziyade şayan-ı ehemmiyyet bir sual olduğundan +Avrupa medeni garb devletleri hususiyle alem-i Hıristiyani +buna ziyadesiyle hisse-mend olduklarından nazar-ı bi-kaydi +ra müteallik mezhebleri yekdiğeriyle kıyas birbirlerine karşı +olan rekabeti nazar-ı dikkate alarak her şeyin ta balasından +ka’rına kadar olan ahvali ayne’l-yakīn müşahede ile layık +olan hükmü vermeli! Bununla beraber alem-i İslam ile Hıristiyanlık +henüz vakti muayyen olmayan bir zamanda mahal +mahal yekdiğerleriyle suret-i ciddiyyede çarpışacaklarını +kimse hatırdan çıkarmamalıdır. Düşecek zar ne Vüsta Afrika’da +ne de Hind’de olmayıp yalnız Mısır’dadır. Burada +kimin menfaatine zar düşer ise onunla alem-i İslam’ın bekasına +veya adem-i bekasına hüküm verilmiş olur. +“Onun içindir ki hıristiyanlar daima gözlerini açık +bulundurarak Mısır’a atf etmelidir. İslam ile Hıristiyanlık beyninde +vukūu ihzar olunmakta olan bu kat’i son muharebeye +hisse-mend olunuz. Hıristiyanlığa dilsiz bir şahid olmayınız. +El birliğiyle icraata sarılınız. İslamı mağlub etmeye yardım +ediniz. Herkes kendi hissesine isabet edeni yapsın!..” +Zavallı İslamların mahvına uğraşan Hıristiyaniyet’in yekdiğerine +karşı olan teşvikatından ibret alalım da onların ihzar +etmekte oldukları hücumlarına karşı bir kütle-i vahide +halinde kendimizi ve din-i mukaddesimizi müdafaa etmek +sa’y ü gayret etsin. Cenab-ı Hak adildir. Başkası için kazdığı +kuyuya insan kendi düşer. +HAYAT-I AKVAM-I İSLAMİYYE +BOSNA MÜSLÜMANLARI +senesinin ilkbaharı esnasında Bosna müntesibin-i +müslüman kardeşlerimizin nazargah-ı ıttılaına arz etmek isterim. +Evvela bunu mucib olan esbabı bir mukaddime ile izah +edeyim: Bosna-Hersek’in Avusturya tarafından istilası üzerine +hükumet-i müşarun-ileyha –bütün umura vaz’-ı yed +ettiği gibi– evkaf-ı İslamiyyeyi dahi nezareti altına almış +ve istediği gibi yirmi sekiz sene kullanmıştır. Memleketimiz +müslümanlarının intibahı üzerine hükumetten vukū’ bulan +mütalebatı miyanında evkaf ve maarif-i İslamiyyenin istiklali +mes’elesi mühim bir mevki’ işgal ediyordu. On sene kadar +devam eden mücahede neticesinde müslümanlar evkaf ve +maarif-i İslamiyye muhtariyetine nail oldular. Bu muhtariyetin +hududu İslam ve hükumet murahhasları arasında vukū’ +bulan ictima’larda kabul edilen “Evkaf ve Maarif-i İslamiyye +Muhtariyeti Nizamnamesi” ile ta’yin edilmiştir. Tabiidir ki bu +muvaffakiyet bütün müslümanları derece-i nihayede memnun +etmiştir. Bununla müslümanlar artık isbat-ı rüşd ederek +kendi mallarına vaz’-ı yed etmiş oluyorlar. +Umur-ı evkaf ve maarifin tedviri için iki hey’et-i müntehabe +maliyyesi hakkında mukarreratta bulunur diğeri ise mukarreratı +şer’-i şerife muvafık bulduğu halde kabul ve maarif-i +ba’de’l-müzakere ittihaz eder. +Umur-ı maliyyenin tedviri vazifesiyle mükellef olan hey’­ +et her sancaktan gönderilen dörder meb’ustan teşekkül +e­ +der. İkinci hey’et ise her kazanın tabi’ oldukları sancağa +gönderecekleri iki murahhastan teşekkül eden hey’etin Saraybosna’ya +gönderecekleri ilmiyeye mensub iki murahhas +nazaran on iki alimden teşekkül eden bu hey’ete “Hacegan +Meclisi” denilir. Bu son meclis reisü’l-ulema ile dört refikini +müfti umur-ı maliyyeyi tedvir eden hey’etin a’za-yı tabiiyyesi +addedilirler. Her iki meclis Reisü’l-ulemanın riyaseti altında +Evkafın umur-ı maliyyesi Meclis-i Evkaf’ın intihab ettiği +hey’et-i idare tarafından rü’yet edilir. Hey’et-i İdare’ye riyaset +eden zat Evkaf Müdiri namı altında tedvir-i umur eder. +Bizdeki teşkilat-ı ilmiyye hakkında şu muhtasar ma’­ +lu­ +mat­ +tan sonra iki hey’etin münasebat-ı mütekabilesini ted­ +kīk edelim: Birinci intihabatta mevki’-i iktidara geçen bu iki +hey’et arasında daha ibtida-yı faaliyyette ihtilaf hasıl olmaya +başlamıştır. +olduğu üç müftiliğe –evvelkilerin vefatına mebni– diğerlerini +ta’yin etmemesinden ileri geliyordu. Tabaka-i münevverenin +bu tekasüle hiddet etmeleri ber-vech-i zir esbabdan +neş’et ediyordu: +Reisü’l-ulema bir müftilik mahalli açılınca üç ay zarfında +diğer birisini makam-ı iftaya ta’yine Muhtariyet Nizamnamesi’nin +madde-i mahsusası mucebince mecburdur. Hükumet +her ne kadar bu nizamnamenin kafili sıfatıyla reisi buna +milliyyelerini te’hire uğratabildiğinden hiç ses çıkarmıyordu. +Her müftinin Nizamname’nin mevadd-ı mahsusasıyla muayyen +vezaifi vardır. Makam-ı mezkurda eğer ondan mes’ul +edilecek zevat bulunmazlarsa umur-ı mezkurenin son derecede +mutazarrır olacakları muhakkaktır. +bulmuştur. Ehemmiyetine mebni onu bir parça mufassal +olarak izah edeceğim: Bosna’nın birçok taraflarında vakfın +hali emlaki vardır. Vakıf bu mahallerden hiçbir faide görmediği +halde hükumete bunlar için ağır vergiler vermek +mecburiyetinde bulunuyor. Halbuki o mahallere binalar +edadan sonra– % ila varidat te’min ederlerdi. İşte bu +te muhalifdir” diyerek ibraz-ı muhalefet ettiler. Maa-haza bu +mes’ele Fetvahane’den istifta edilerek terakkīperverlerin arzusu +vechile halledilmiştir. +Yukarıdaki müftilerin adem-i ta’yini mes’elesinde reisin +de bir takım esbab-ı indiyyesi vardır. Çünkü bu üç +mevki’ açık kaldıkça onları gaye-i amal edinen ulema –menfaatleri +muktezası olarak– reise hoş görünmeye ona –velev +vicdanlarına muhalif olsun– tarafdar olmaya mecburdurlar. +Reis de bil-mukabele müftileri ta’yin etmeyerek bunu emel +edinen ulemayı kendisine karşı beyne’l-havf ve’r-reca bir +hale koymayı menfaati iktizasından addedeceği şüphesizdir. +Fakat bu esbabın vatanperverane olmadığını yukarıdaki +satırları okuyanların derhal kabul edecekleri bence muhakkaktır. +Üçüncü ihtilaf nisvanın tarz-ı terbiyyesi mes’elesinde +zuhur etmiştir. Yegane bu mes’elede Reisü’l-ulema’yı haklı +görüyorum. Bu mes’elede kuteh-bin terakkīperverler son +derece saçmaladılar. İlmiyyenin irticaı hakkında uzun ve +müheyyiç makaleler neşr ettiler. Makalelerinde her ne kadar +o kadar açığa çıkamıyor idiyseler de hususi mahfillerde hacelerin +memleketten tard edilmeyince terakkīnin adem-i imkanından +bahs ediyorlardı. Cehaletlerinden Otuz Bir Martı +tertib edenlerin ilmiyye olduğunu zannederek makalelerine +“İkinci Bir Otuz Bir Mart” namlarını verdiler. Bereket versin +ki idare-i örfiyyenin ikamesi ellerinde değildi yoksa zavallı +hacelerin hali hakīkaten yaman olurdu. +Zükur ve nisvan mekteplerinin proğramlarını tertib için +toplanan hey’et mantıkī cevaplar vermekten geri kalmadı +gir oldu. Reisü’l-ulema’ya her taraftan hem-fikir bulunduğuna +dair yüzlerce telgraflar vürud etti. Ataletinden dolayı enzar-ı +ammeden sükūta başlayan Reisü’l-ulema bu mes’ele +sayesinde oldukça te’min-i mevki’ etmeye başladı. Bugüne +kadar birisi İlmiye Cem’iyeti’nin teşkilinden bahs etmiş olsaydı +herkes gülerdi. +Fakat bu tecavüzler Bosna müntesibin-i ilmiyyesinin intibahına +sebeb oldu. Bu tecavüzleri bir hafta geçmemiş idi ki +gazetelerde bütün meslekdaşlar cem’iyet-i mezkurenin teşkili +Terakkīperveran mehafilinde bu haber hayret ve istihfafı +mu­ +cib oldu: “Ya! Haceler de adam olacakmış!” avazeleri +her yerde işitiliyordu. Zavallı ilmiye müşkil bir mevki’de +hayr-hahide imtiyazlı olmak iddiasında bulunuyorlar. Acizleri +de meslekdaşların bu ictimaında bulundu. Hey’et-i +mü­ +rettibenin tanzim ettiği proğram huzzar önünde okundu. +Proğramın esası meslekdaşların terfih-i ahvali hayat-ı +ma-vudı’a lehine sarfı için cem’iyetin sarf-ı dikkat etmesi +gibi mevadd-ı mühimmeyi havidir. +Burada tesadüf ettiğim bir halet-i ruhiyyeyi kayd etmekten +kendimi alamıyorum. Mezkur ictima’da isbat-ı vücud +kabul etmemek istediler. Fakat hüviyet varakamı göstererek +zorla kendimi kabul ettirdim. Bu vak’ada feslilere karşı bir +adem-i emniyyet bir ma’na-yı iğbirar istişmam ediliyor. +Ma’lum ya! Her yerde hükmü cari bir kaide vardır: “Her +amel aksü’l-ameli mucib olur” İşte benim başıma gelen bu +vak’ayı ancak bu surette tefsir edebiliriz. Az kaldı bu aksü’l-amel +kaidesinin kurbanı ben olacaktım. +Program teferruatta bazı mevaddın tebdili ile huzzar tarafından +kabul edildi. Hey’et-i mürettibeye hükumete tasdik +ettirmek vazifesi verildi. Proğram maddesinin ne raddeye +geldiğini bilemem. Yalnız diyebilirim ki cem’iyet rüşeym halindedir. +Temenni ederim ki inkişafat-ı lazımesini idrak için +mahir ellere tevdi’ edilsin. Fakat ne çare ki alem-i İslam’ın +bir maraz-ı ruhisi var korkarım ki bizim Bosna Cem’iyet-i +mıza ric’at ederiz. Bu müdhiş bir hastalıktır. Akıllı geçinenlerimizin +dir. Bir millet ne kadar hamiyet-mend olursa kendisinde +fikr-i ta’kīb olmadıktan sonra hiçbir hareketi muvaffakiyetle +neticelenmez. Bu hastalık ale’l-husus ilmiye sınıfında had +bir dereceyi bulmuştur. +Zavallı hacelerin her fikr-i teşebbüs ve ta’kībi nemnak +medrese odalarının mütefessih havasında çürüyüp gidiyor. +Onlardan bazıları mükemmel bir alim çıkıyorlarsa da nazari +bir adem olmaktan öteye gidemiyorlar. Bu maddi asırda ise +nazariyatın para etmediği cihanın ma’lumudur. Temenni +ederim ki cem’iyet-i mezkurenin hey’et-i idaresinde ameli +bir adem bulunsun da cem’iyetten beklenilen faide hasıl olsun. +Bir de en ziyade şayan-ı dikkat olan cihet müstakbel hacelerin +cesaret-i medeniyyeye sahib olarak yetiştirilmeleridir. +budur. Mesela: Şöhret-i şayia ashabı tarafından serd edilen +ma’nasız bir fikir genç meslekdaşlar tarafından duçar-ı i’tiraz +olursa simalarda bir adem-i hoşnudi nümayan olur. Öyle +ulema ister ki kendi fikrini bila-perva herkese karşı söylemek +cesaretinde bulunabileceği gibi en muhalif bir fikri dinlemek +hürriyetperverliğinde de bulunsun. Maa’t-teessüf bu cihetler +pek nakısdır. Fakat bundan me’yus olmak iktiza etmez. Bu +rında İslamiyet dairesinde hürriyetperver ve azim ve cesaret +sahibi birkaç alime tesadüf ettim. +Makalemin baş tarafında söylediğim iki hadise-i mühimmenin +birisi işte Cem’iyet-i İlmiyye’nin teşkili mes’elesidir. +Zannedersem bunu ehemmiyetli telakkī etmekte siz +de benim ile hem-fikirsiniz. Benim fikrimce alem-i İslam’ın +mütenasibdir. Bu cem’iyet vakıa bir lüzum-ı tedafüi üzerine +teşkil olunmuştur. Fakat bir cem’iyetin müntesiblerini muvaffakiyetle +müdafaa edebilmesi için esliha-i cedide +lüzumu ona herkesin muhtac olduğu fikri girer. Bu tenebbüh +meslektaşlara ta’mim-i maarif lüzumunu ve bu sahada +seldikten sonra ötesi kolaydır. Onlar o zaman alem-i İslam’ın +rehber-i terakkī ve necatı olurlar. Bütün parlak temenniler +hamiyet-mendane emeller ancak onların faaliyetleri sayesinde +tahakkuk eder. +ŞUUN +OSMANLI-İTALYAN MUHAREBESI +Atideki ma’lumat Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +tebliğ edilmiştir: +Mayıs’ın on sekizinde İtalyanlar Bükmüş +cihetinden mevakiimizin cenub ve şark-ı cenubi cihetlerini +ya top ve bir takım mitralyöz ile taarruza teşebbüslerinde +küllimizden derhal gönderilen piyade ve süvari kuvveti harbe +mekle düşman bidayette firar eylemiş ve bilahare bu firar +bir ric’at-i münhezimeye inkılab etmiştir. Düşman firarında +edevat-ı istihkamiyye ve külliyetli fişenk terk etmiştir. Dört +saat imtidad eden piyade ve topçu muharebesinde İtalyanlar +külliyetli telefat vermişlerdir. Bizim zayiatımız beş şehid +ve yirmi üç mecruhdan ibarettir. +Mayıs’ın yedisinde dahi düşman istihkamatına karib kurulan +pusulardan düşman devriyesinden iki kişi itlaf ve üç +ferdi cerh edilmiştir. Maktulini kaldırmaya gelen müfrezeye +de üç telef daha verdirilerek bir cesed kaldırmalarına mahal +vermeden kaçırılmışlardır. Muahharan düşman top ateşi +himayesinde olarak bir bölük asker sevk ile cesedleri kaldırabilmişlerdir. +Mücahidinimiz bu ateşe rağmen selametle +avdete muvaffak olmuşlardır. +Mayıs’ın ’inci gecesinde Humus’da şehir +düşmanın matbahından bil-cümle edevat-ı tabhiyye ile erzakı +almış ve diğer bir müfreze düşmanın bir telefon hattını +kamilen kaldırmış ve üçüncü bir müfreze dahi düşman istihkamının +tel örgülerini kat’ ve develerle ordugahımıza kadar +nakl eylemiştir. +Mayıs’ın ’ünde Humus’da bir keşf-i taarruzi +O gün düşman istihkamına hücum olunarak mezkur istihkam +zabt ve kişi itlaf ve külliyetli cephane ve bir mikdar +esliha iğtinam olunmuştur. +Mayıs’ın ’inde düşman mezkur istihkamı +akşama kadar devam eden muharebe neticesinde istihkamı +tekrar terkle kısmen şehre ve kısmen Merkab tepesine firar +etmiştir. +bah bir buçuk fırkalık bir kuvvetle Zanzur’un tahkim edilmiş +olan cebhesine ve bir fırka ile dahi cihet-i şarkiyyesine taarruz +eylemişlerdir. Muharebeye filo ve istihkamatın cesim +topları ile iki batarya cebel ve dört batarya seyyar top iştirak +ederek harb yedi buçuk saat bila-fasıla devam eylemiştir. +Sol cenahımızın düşman filosu tarafından şiddetli surette +bombardıman edilmesi mezkur cenahımızın terk-i mevki’ +etmesini icab ettirmiş ise de hatt-ı müdafaamızın diğer aksamı +cephaneleri tükeninceye kadar kahramanane bir surette +müdafaada bulunarak ve nihayet boğaz boğaza gelinceye +kadar terk-i mevki’ eylememişlerdir. Fakat düşmanın adeden +olan tefevvuk-ı azimi karşısında bilahare geri çekilmeye +mecburiyet hasıl olmuştur. Hey’et-i umumiyyesi i’tibarıyla +bu harb son derece hunrizane bir surette cereyan etmiştir. +Ve esna-yı harbde mücahidinin irae eylediği sebat ve metanet +ve şecaat her türlü tasvir ve tasavvurun fevkinde bulunmuştur. +Düşmanın telefatı be-heme-hal bini mütecaviz olup +bizim tarafdaki şühedanın adedi ise yüz elli ve mecruhinin +üç yüz ve küsurdur. Süvari Yüzbaşısı Abdullah Efendi bu +muharebede rütbe-i şehadeti ihraz eylemiştir. +Urbanı hükumet-i Osmaniyye aleyhine tahrik +eylemek üzere İtalyanların vapurla Susa’ya çıkardıkları +Muhammed Ebu Abdülcelil yaklanarak avdet eylemediği +cihetle düşman Mayıs’ın on sekizinde Seyyidü’l-Merasin’e +bir torpido geçer göndermiş idi. Mezkur torpido geçer ertesi +günü bir sandal indirerek sahile yaklaşmak istemiş ise de +müfreze-i askeriyyemiz tarafından ateş edilmiş ve binaenaleyh +akşama kadar sahili top ateşiyle döğmüştür. +Torpido geçer Mayıs’ın yirmisinde Susa’ya gelerek orada +top mermisi atmış ise de yalnız bir yel değirmeninden +başka tahribat icra edememiştir. +Mayıs’ın ’inci günü Bingazi’de kişilik +bir müfrezemiz ileri hat istihkamını geçerek istihkamı geriye +rabt eden telefon hattını kat’ eder ve en gerideki Sabiri +pusu tertib eyler ba’dehu müfreze kumandanıyla refiki yalnız +başlarına ilerleyerek birinci hat tel örgüsünü sökerler ve +rında İtalya efrad-ı askeriyyesini uykuda bulurlar. Ve üçünün +silahlarını ellerinden almalarıyla cümlesi gözlerini açarlar ve +karşılarında mücahidinimizi ateşe müheyya bir vaz’iyette +görmeleriyle korkup bila-mukavemet firar etmeye başlarlar. +Bunun üzerine bizimkiler de kahramanane iğtinam ettikleri +silahlarla salimen avdet ederler. +Ertesi günü bütün düşman tarafından bütün Bingazi ormanlıkları +süvarimiz üzerine bir buçuk saat kadar top ateşi açılmış ve +Mayıs’ın ’üncü günü dahi bir balon çıkarılıp altı bomba +atılmış ise de hiçbir zarar olmamıştır. +Ordugah-ı Osmani’den Mayıs’ın on +üçüncü gecesi Tobruk ilerisine gönderilen bir müfreze geceyi +düşmanın avcı siperlerinde pusu suretiyle imrar ederek +sabahleyin saat onda bir Arab kulavuzunu ta’kīben ilerlemeye +başlayan bir zabit kumandasındaki yirmi kişilik avcı +ve onu ta’kīben emniyet tertibatıyla üç tabur piyade ve iki +cebel bataryası ve mitralyöze karşı vaz’iyet-i lazımeyi ahz +ederek avcının takarrubunda mükerreren edilen yaylım ateşinden +zabit mecruh olmuş ve altı nefer maktul düşmüştür. +Düşmanın diğer neferatı tüfenklerini bırakarak ve sürünerek +çekilmeye mecbur olmuşlardır. Bunun üzerine gerideki +kısm-ı külli istihkamattan atılan top ve mitralyöz ateşinin +himayesinde olarak küçük müfrezemizi ihata teşebbüsünde +bulunmuş ise de müfrezemiz tarafından vaki’ olan ve bir +buçuk saat imtidad eden mukabele-i şedide üzerine +düşmana yetmişten ziyade maktul ve bir o kadar da mecruh +verdirilerek ve o sırada muavenete şitab eden asker ve milis +efradın himmetleriyle de düşmana savlet ve hücum olunarak +verdiği zayiat-ı külliyyeden zaten kuvve-i ma’neviyyesi +kırılmış olan düşman münhezimen firara mecbur olmuştur. +Bazı ganaimi hamilen vürud eden guzatta zayiat olmadığı +görülmüştür. +Trablusgarb Meb’usu mücahid-i muhterem Süleyman elBaruni +Efendi’nin Haziran tarihiyle Düheybat’tan +Osmanlı Meclis-i Meb’usanı’na çekdiği telgraftır: +“Düşmanımızın bir gün olsun muzaffer olduğuna veya +olacağına zahib olmayarak avn-i Bari ile daima makhur +olacağına i’timad edelim. Düşman Kasr-ı Gümüş’ten büyük +bir kuvvetle altı defadır huruc ettiği berri ve bahri toplarla +baran-ı bela gibi mermiler yağdırdığı halde hamd olsun her +defasında münhezimen ric’at etti. Hazır bulunduğum Mayıs +sene muharebesinde asakir ve mücahidinin hayret-bahş-ı +ukūl ve mefahir-i Osmaniyyeyi te’yid edecek azm +ü sebatını görmekle ve Füruva’dan Zanzor’a kadar sevahil +karakollarını devrimde dahi şan ve şevket-i Osmaniyyeyi +dinin hamiyet ve hamaset-i vatanperverane ile meşbu’ ve +mütevekkil olduklarını müşahede ile kariru’l-ayn-ı mübahat +ve mefharet oldum. Muhterem arkadaşlarım önünüzde bir +gün vardır ki o günde ya alem-i insaniyyeti mesrur veya +mahzun bırakacaksınız. O günde millet-i Osmaniyyeyi ya +evc-i kemal-i şevkete ıs’ad yahud ifna-yı hayat edeceksiniz. +O günde ittihaz edilecek hatt-ı hareket ya muhasamaya +hatime verecek veyahud maazallah taksime fatiha olacaktır. +Arkadaşlar! Bizi terk etmeyiniz. Selamet-i millet namına canımızı +hayatımızı feda etmekteki azm ü sebatımız bir kitle-i +mücahidinin yed-i hamiyyet ve salabetine mevdu’ bir +gayretten ibaret olduğunu nazar-ı ibretten dur tutmayalım +... va’d-i celiline i’timad edelim. Düşman tecavüzat-ı +zalimanesine nihayet vermezse sevahildeki erzak ve cephaneler +dahile nakl ve İtalyanlar tard ve darbe-i şedide vurulduğu +halde kahr u iflastan ve düvel-i muazzama sınıfından +sükūttan başka ne netice verecektir? Hasıl olan i’timadımıza +halel verecek bir musalahaya rıza gösterdiğiniz takdirde hür +olan ümmetlere şark alemine ve bil-hassa alem-i İslam’a +karşı ne yüzünüz kalacaktır? Kella sümme kella… İşte bu +sene devre-i ictimaiyyesinden bunu taleb ve istirhamdan +başka bir şey istemeyiz. Terk edilsek bile cennet-mekan +Sultan Osman ve Fatih’in ma’neviyatına istinaden liva-yı +muhteşemleri altında avn-i Hak’la düşmanımızı kahr u +tenkil veya son nefese kadar uğraşarak şeref-i şehadeti tahsil +edeceğiz. Vilayetimiz sair memalik-i mahruse-i Osmaniyyeye +nisbetle min külli’l-vücuh müftekır iken hamden li’llah +oldu. İnşaallah bilahare de olacaktır. Düşman gece ve gündüz +cehennem-asa binlerce mermi yağdırdığı halde karaya +ayak atmaya bile muvaffak olamadı. Takririni takdim ettim +Trablusgarb’da bulunan erkan-ı +harbiyye binbaşılarından mücahid-i muhterem Enver Bey’in +hidemat-ı cansiperanesine mebni rütbesinin kaimmakamlığa +terfii irade-i seniyyeye iktiran etmekle mahalline Harbiye +Nezareti’nden ba-telgraf iş’ar olunmuştur. +Tayyare ianesi olarak Trablus ordumuzun +Derne karargahında bulunan ümera ve zabitan +ve meşayih ve urban-ı muhtereme tarafından İngiliz ve +Fransız ve Osmanlı lirasıyla bir buçuk mecidiye ihda +ve mebaliğ-i mezkurenin Harbiye Nezareti’ne irsal kılındığı +Derne Mutasarrıf ve Umum Kumandanı mücahid-i muhterem +Enver Bey tarafından Muavenet-i Milliyye Cem’iyyeti +merkezine bildirilmiştir. +Anadolu refikımize gelen +bir mektubda beyan olunduğuna göre Rodos’da Uzgur +Muharebesi’nde yaşında bir İslam delikanlısı mücahidinin +evvel sınıfında bulunuyordu. Birden bire düşman şiddetli +bir top ve mitralyöz ateşi açmış ve önde epeyce ilerlemiş +olan delikanlı mitralyözlerin kurşunların ateşi içinde kalmış +barut dumanları içinde görünmez olmuştu. Koca kahraman +bundan korkup şaşıracağı yerde bilakis bulunduğu mevkii +bırakmamış ve mütemadiyen kurşun atarak sabaha kadar +muharebe etmiştir. +Vazifesine eskisi gibi –hem +zamm-ı maaşla– devam etmek üzere İtalyanlar tarafından +vaki’ olan teklifi kabul etmeyen Rodos Rüsumat Müdiriyeti +Hey’eti ile bazı me’murlar Hidiviyet’in Saidiye vapuruyla +şehrimize gelmişlerdir. +Rodos’un işgalinden beri üç +haftalık gümrük hasılatı on beş bin franga baliğ olarak Rodos +Maliye Sandığı’na teslim olunmuştur. +Trab­ +lus’ta sahil eşrafından Hasan bin Herzes’in haremi +hemşiresi refakatlerinde altı kadın olduğu halde şehir dahilinde +Salıpazarı’ndan geçerken İtalyan neferleri yanlarına +gelerek mestur bulunan yüzlerini açmalarını ve kendilerine +teslim olmalarını söylerler. İffetleri duçar-ı hakaret olan zavallı +kadınlar tekliflerini reddederler. İtalyanlar bu mukavemete +ateşle mukabele ederek Hasan bin Herzes’in haremi +ve hemşiresiyle Mahmud ez-Zinari’nin ailesini şehid ve diğer +beş kadını cerh ederler. +§ Şeyh Busayr’a ziyaret için gelen on beş kadına yine +ruada bulunurlar. Muhafaza-i namus kaydıyla muhalefette +bulunanlar süngü darbeleri altında feda-yı hayat ederler ki +bunlardan birisi Trablusgarb tüccar-ı mu’teberesinden Hacı +Miftah Efendi’nin zevcesi Halime Hanım’dır. +§ İhtirasat-ı behimiyyelerinin teskini maksadıyla yapılan +bu cinayetler İtalyanların reda’et-i ahlakıyyesini gösterir. +Namus ve hürriyetlerini müdafaa eden zavallı halk İtalyanların +nazarında gayr-ı kabil-i afv görülmüş ve kıyafet-i milliyyeyi +labis olmak da İtalyanların nazarında mucib-i i’dam +bir hareket addedilmiş bu sıralarda bila-tefrik kime tesadüf +etmişlerse kimi ellerine geçirmişler ise feci’ bir surette i’dam +eylemişlerdir. +§ Sahil ve Müneyşe taraflarında İtalyanların kurban-ı +mezalimi olan ma’sumların bir cedveli yevmi gazetelerde +neşr olunmuştur. Trablusgarb’dan gönderilen bu cedvelde +gösterildiği üzere birçok kadınlar zalim vahşi İtalyanlar tarafından +zebh edildiği gibi birçokları da fi’l-i şeni’ icra edildikten +sonra koyunlar gibi kesilmiştir. Bu kadar mezalim ve +vahşeti yaptırtan Avrupa medeniyet-i sefilesi artık insafa +gelsin de İslamı bu kadar ezmesin ezdirmesin. Yoksa cihan +kana boyanacaktır. +§ Osmanlı Ajansı Derne ahalisinden iki kişinin İtalyanlar +tarafından i’dam edildiğini Haziran tarihiyle istihbar +e­ +diyor. Bunlardan biri bila-müsaade-i mahsusa girdiğinden +diğeri İtalyanların yerlilerden teşkiline çalıştıkları alaya dahil +olmaktan ve kendisine cebren giydirilmek istenilen İtalyan +üniformasını yırtmasından dolayı i’dam edilmiştir. Bu ikincisine +formasını telebbüs etmesi tekrar teklif edilmiş ise de hakīkī +kahraman Derneli hem-mezhebi üzerine ateş etmekten ise +ölmeyi tercih edeceğini bila-perva söylemiştir. Bunun üzerine +biçare Derneli İtalyanlar tarafından bila-rahm i’dam +edilmiştir. +§ Rodos’tan Anadolu refikımıza Mayıs tarihli bir mektubla +yazıldığına göre İstinaf Başkatibi Ali Efendi’nin elleri +ayakları zincirle bağlanıp arkasına demirler sarılıp altı gün +altı gece işkence edildiği halde askerleri zabtiyeleri köylerde +alenen katl eden Rumlar serbest geziyor. Müebbed kürek +cezasına mahkum bir Arab zindanda hastalandığı haber verilmesi +üzerine doktor gelir muayeneden sonra İngiliz tozu +bağlar iki yüzü mütecaviz mevkūflar huzurunda odanın birisine +yalnız habs eder gider. +§ Milel-i saireye bahren gelip gitmek için müsaade +edildiği halde İslamlara gelip gitmek memnu’dur. Çend gün +mukaddem herkes işiyle meşgūl olsun bağlarına serbest gidip +gelsinler diye vali tarafından i’lanlar ta’lik edildiği halde +noktaları geçmek kırık kapılarını kapamak memnu’dur. Zindan +nöbetcilerinden bir zebani kapılar açıldıkta birkaç yüz +mevkūfa karşı sizi asacağız keseceğiz gibi her gün yaptığı +Osmanlı askeri Pesitos civarında +namındaki Rum köyüne gider. Arhangelos köyüne [giden] +asker susuzluktan yanmış idi. Orada bulunan köylerde içecek +su isterler. Köylüler kadınların silahlardan korktuklarını +ve silahlarını bıraktıkları takdirde su ve yiyecek vereceklerini +te’min ederler. Biçare askerler sırf kadınları korkutmamak +lunan köylüden birkaçı hemen tüfenklere sarılırlar ve Kerbela +Vak’asını andıran bir vak’a-i dil-suz zuhur eder. Beş +asker kendilerine hücum eden yirmi otuz köylü ile kasatura +şehid olurlar!.. İbret! Şehid olan askerin silahlarını Orhangelos +muhtarı Pazar günü şehre getirip İtalya kumandanına +teslim etmek suretiyle vazife-i ubudiyyetini ifa etmiştir. +§ Rodos’un düşman tarafından işgali haberini alan birçok +köyler ahalisi jandarma karakolları üzerine hücum ederek +asker ve jandarmaları şehid eylemişlerdir. Kastilos’da +jandarma onbaşısı Giritli Ali Derviş bu kudurmuş halkın gazabına +kurban olmuştur. Katavya’da Bornovalı Abdülvahhab +Resmolu Süvari Neferi Hüseyin dahi Yorgi Moşki Estergofonaki +Yani Hancaki ve Nikola Çindaki isminde dört +alçak yerli Rum tarafından şehid edilmişlerdir. +Rodos’tan +Tan gazetesine yazılan bir mektubda Hıristiyan ahali +tarafından İtalyanlara gösterilen suret-i kabulden bahs edilerek +Rodos’daki bil-cümle Rum kiliselerinde ayin-i ruhani +Vekili Kristof kabul etmiş ve ada ahali-i hıristiyaniyyesinin +gösterdiği muavenetinden dolayı kendisine tekrar teşekkür +etmiştir. Ceneral Ameglio mekatibde bulunan fukara talebe +arasında tevzi’ edilmek üzere metrepolide bin frank tevdi’ +eylemiş ve fakīr ailelerin bir listesi tanzim edilmesini de metrepolidden +taleb etmiştir. Ceneral Ameglio mezkur ailelere +Osmanlılardan alınan erzakı tevzi’ ettirecektir. Rahib Kristofi +Rumların günün birinde Türkiye’nin eline düşmekten endişe +etmekte olduklarını Ceneral Ameglio’ya bildirdiğinden +ceneral Kristofi’yi te’min etmiş ve İtalya’nın kendileri için +her halde muhtariyeti istihsale çalışacağını beyan ederek bu +keyfiyetin İtalya’ya terettüb eden bir vazife-i ahlakıyye olduğunu +ve İtalya’nın bunu takdir ile son dereceye kadar ifa +edeceğini dermiyan etmiştir. +ğu ifa eden millet ve hükümeti aleyhinde enva’-ı tezviratta +bulunan Altındiş lakabıyla ma’ruf Aksaraylı İsmail Hakkı +haini Rumların şikayeti üzerine İtalyanlar tarafından bir +semt-i mechule teb’id edilmiştir. +darma zabitanından ve mahkuminden Kürd Ahmed Hamdi +nam şahıs müdafaa-i vatan için gönüllü kayd edilmiş olan +hamiyetperveranı İtalyanlara gösterir ve toplatırken birçok +rezaletlerle beraber soygunculukta da bulunmuştur. Aleyhindeki +şikayetler tevali eylediğinden Ceneral Ameglio’nun +emriyle habs edilmiş ve İtalya’ya sürülmüştür. +Dikensiz gül olmadığı gibi aralarında +hain bulunmayan millet de olmaz. Bunun bir misal-i +müstekreh ve menfuru Hüseyin Vecihi Bey’in hizmetcisi +Hüseyin Çavuş isminde bir heriftir. Bu herif Bayındır’dan +Yerebatanlar’dan imiş. Bu hafiyenin sivil elbisesi kıravatını +tecdid ederek şık bastonunun ucuyla İtalyanlara gösterdiği +mazlumlar toplanıp zindana atılmaktadır. +Sabık Encümen-i +Maarif mümeyyizlerinden İhsan Bey isminde bir menfi istid’asının +tervic edildiğini görünce çarşılarda “Yaşasın İtalya” +bağırmış ve “İtalya Devleti’nin adaletini mensub olduğum +gazetelerde neşr eyleyeceğim” yollu herzelerle İslamları +dilgir eylemiştir. Devr-i istibdadın yadigarı olan bu herif +Vapuru’na bindiği halde suret-i mahsusada Ceneral Ameglio’nun +yaveri Hasan Çavuş’la karaya çıkmıştır. Bir şayiaya +göre merkūm İhsan serkomiser ta’yin edilmek üzere vapurdan +celb edilmiş. +düncü sene-i devriyyesi i’lanı münasebetiyle geçen Pazar +günü İtalyanlar şenlikler resm-i geçidler yapmışlardır. +Ada içlerinde bulunan İtalyanlar resm-i geçide iştirak +eylemişlerdir. Ceneral Ameglio bir beyanname neşriyle İtalyanların +lediye Riyaseti’ne ibkaen Pavlidi’yi ta’yin etmekle beraber +müşavir ünvanıyla Antilo Prici isminde bir İtalyanı yerleştirmişlerdir. +Belediye Reisi Sava Pavlidi dahi beyannameler +neşr ederek ahaliyi İtalyanların şenliğine iştirak eylemelerini +tavsiye ve teşvik etmiştir. +Girit’de münteşir +met-i icraiyyesi Yunan kralı namına sadakat yemini vermemiş +olan Hanya Sancağı Mutasarrıfı Naib-zade Ali ve Hanya +Rüsumat me’murlarından Kavur-zade Ali beylerle Hanya +Mutasarrıflığı mübaşirlerinden Kurakaki İbrahim Efendi ismindeki +me’murin-i İslamiyyeyi bila-sebeb azl ederek yerlerine +Yunan kralı namına sadakat yemini vermiş me’murin-i +saireyi nasb eyledikleri ma’lumdur. +Me’murin-i İslamiyye hakkında düvel-i hamiyye tarafından +Girit Hükumet-i icraiyyesine bir nota verilerek bunun +Girit statükosuna ve hukūk-ı müktesebe-i İslamiyyeye +mugayir bulunmuş olmakla Girit hükumet-i icraiyyesinin +düvel-i hamiyyenin mukarreratına ittiba’-ı hürmet etmesi +lazım geldiği ve Yunan kralı namına yemin vermiş olanların +kasemleri ke-en-lem-yekün hükmünde bulunduğu beyan +olunmuştur. +Hanya’dan Yunan gazetelerine çekilen bir telgrafnamede +dahi bu ma’lumat-ı resmiyye te’kid olunarak me’murin-i +ma’zule-i İslamiyyenin me’muriyetlerine iadeleri mes’elesinin +bu notada muharrer bulunduğu zikr ediliyorsa da yerli +Rum gazetelerinin resmi olmak üzere neşr eyledikleri ilavelerde +“me’muriyete iade” kaydı görülmemiş olmakla ceride-i +resmiyyenin intişarına kadar bu nota tercümesinden +sarf-ı nazar edildi. +Hudud-ı Osmani’de +bir müddetten beri tahşidat-ı askeriyyede bulunmakta olan +Rusya hükumetinin tahşidat-ı mezkureye nihayet verdiği +yazılmıştı. Tahşidat-ı vakıa netayicinden alınan ma’lumata +göre Rusya Hükumeti şimdiye kadar Kazan’dan ve sair ordularından +Kafkasya hududu ile İran hududu civarına iki +yüz bin asker sevk etmiştir. +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“Müslümanlar birbirinin kardeşinden başka bir şey değildir; +onun için iki kardeşinizin arasını bulunuz Allah’tan da +korkunuz ki rahmetine nail olabilesiniz.” +* * * +Ayet-i Celile Sure-i Hucurat’a mensubdur. Zemahşeri +diyor ki: “ +yahud +suretinde kıraetler +olmakla beraber kelime tesniye sigasıyla da olsa kafidir. +Zira aralarında dargınlık zuhur eden kimseler en aşağı iki +kişi olur. Azlığı barıştırmak lazım olunca çokluğun arasını +bulmak elbette daha ziyade lazımdır. Çünkü iki adamın +bozuşması yüzünden husule gelecek fenalık hiç bir zaman +cemaatin yekdiğerine darılmasından meydan alacak fesada +benzemez. +den murad Evs ile Hazrec kabileleridir +diyenler de vardır.” +Evet hakīkī müslümanlar birbirine kardeş nazarıyla bakarlar. +Zaten aradaki rabıta bu kuvvette olmazsa Müslümanlık +kuru bir ünvandan ibaret demektir. Azıcık dikkat olunursa +görülür ki: Şeriat-i mutahharanın hemen bütün ahkamı +uhuvvet vahdet esasını tahkim eylemektedir. Namazlar +haclar zekatlar şehadetler oruçlar aynı kıbleye teveccühler +hep müslümanları birbirine bağlayacak vasıtalardır. +Resul-i Ekrem salallahu aleyhi ve sellem Efendimiz hazretleri: +“Müslümanların haline aldırmayan müslüman değildir.” +buyuruyorlar. Şu hadis-i şerife göre hakīkī müslümanların +mikdarını anlayabilmek için nüfus-ı hazıradan ne +dehşetli bir yekun indirmek lazım gelecek! +Bizler “Hiç bir müslümanın vücuduna bir diken batmaz +ki onun acısını kendimde duymuş olmayayım” diyen bir +Peygamber’in ümmeti iken cihan-ı İslam’ı kırıp geçiren felaketlerden +haberimiz bile olmuyor! Evet zelzeleden musab +olan İtalyanların imdadına koştuğumuz sırada binlerce +müslüman Hindli tufanlar içinde boğuluyordu. Zavallıların +elini tutmak şöyle dursun bedava bir teessür gösterebilmek +Biz müslümanlar başka milletlere benzemeyiz. Din rabıtasını +ya kalmaz daha dünyada iken çekeriz... Nitekim çekiyoruz! +Din-i mübin kavmiyet cinsiyet gibi insanları birbirinden +uzaklaştıran esbabı aradan kaldırarak dünyanın muhtelif +noktalarındaki cemaatleri birleştirmiş iken biz kalkıyoruz da +aynı toprakta yaşayan cemaat-i İslamiyyeyi kavmiyet hissiyle +parçalamak istiyoruz! +Ey cemaat-i müslimin bilmiş olunuz ki Müslümanlık’ta +kavmiyet yoktur. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem +Efendimiz hazretleri “Kavmiyet gayreti güdenler bizden değildir.” +buyurmuştur. Şayed kiminiz Araplığına kiminiz Arnavutluğuna +kiminiz Türklüğüne kiminiz Kürtlüğüne sarılacak +sizi rabıtaların en metini ile birleştirmiş olan din +kardeşliğini bir tarafa bırakacak iseniz neuzubillah hepimiz +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKĪKAT +– – +Tekmilemiz burada tamam oldu. Şimdi –Dozy Cevdet– +müftereyatının ta’kībine başlıyoruz. Biri dışımızdan diğeri +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +lerek ikrar-ı müevvel tarzında şu ifadeyi dermiyan ediyorlar: +“Bu anda Muhammed hüsn-i i’tikad üzere idi. Bundan +asla şübhe edilemez. Kendisi keşiflerine ve me’muriyet-i +kudsiyyesine muhkem ve samimi olarak i’tikad ediyorlardı. +Adi bir yalancı milyonlarca insanların kabul ettiği ve bir +ayin-i cihani olan bir din te’sis etmeye muktedir olamazdı. +Metin ve samimi bir itminana malik olmaksızın Muhammed +sav on seneden ziyade bir müddet kendisini bekleyen tahkīrat +ve mehalike karşı koyamazdı.” +Eser-i ma’hudun havi olduğu isnadat içinde bir aded olsun +doğruya şebih söz bulmaya uğraşanlar var ise yalnız +bu ifadeyi misal gösterebilirler. Halbuki ber-mukteza-yı garaz +le uzağa atılmıştır. Kayd dediğimiz şey de en baştaki “bu +anda” ta’biri olacağı emr-i aşikardır. Nasıl ki ’ıncı sahifede +burada ima ile geçtiği isnad-ı batılı ber-vech-i sarahat dermiyan +etmişti. Naklini buraya te’hir etmiş olduğum oradaki +“Bundan şu netice çıkar ki Muhammed hayatının son +devrinde mürseliyetine hala inanıyor mu idi yoksa inanmıyor +mu idi? Bunu bilmek muhaldir. Bunu nefy eden deliller +mevcud olduğu gibi tasdik eden deliller de mevcuddur ve +bu iki delail kuvvetçe hemen hemen yekdiğerine müsavidir.” +görünerek böyle bir takım entrikalar yürütmek istiyorlar. En +doğru söz kıyas olunan i’tiraf-ı nifak-perveraneleri de büyük +bir tecavüz olduğu az mülahaza ile meydan-ı alaniyyete +çıkıyor. Cür’etin zirve-i balasına irtika ile sultan-ı zi-şan-ı +enbiya efendimiz hazretlerine haşa ve kella irtidad rücu’ +ani’l-i’tikad isnadına kadar varıyorlar. Kendi risaletinin hak +olduğunu evvelce bilir ve suret-i samimanede i’tikad ediyormuş +da sonra devr-i ahir-i hayatlarına doğru bundan rücu’la +“haşa sümme haşa” sahtekarlığa başlamışlar. Bu müfterilerin +şenaat-i mezbureleri taife-i Yehud’un müşahede etmiş +oldukları mu’cizat-ı celilelerini sihre haml ederek Hazret-i +Davud as ile Hazret-i Süleyman’ın küfr ü irtidadlarına kail +olmaları gibi şenaatin en fahiş nev’inden olduğu hüveydadır. +Bir defa ortaya koydukları mantıksızlığa bakınız da hayran +olunuz. Bu herifler –baladaki i’tiraflarına nazaran– milyonlarla +mukaddes ve ali müessis-i vala-şanının hin-i te’sisinde yalancı +olmak imkanını zihinlerine kabul ettiremedikleri halde +muzafferiyet-i kamile ihrazına muvaffak buyurulduktan sonra +kendisinin yalancı olduğuna mu’tekid bulunabileceğini +vicdanlarına sığdırıyorlar. Her amil bil-bedahe i’tiraf eder ki +bundan saçma bir tenakuz olamaz. Nasıl ki bu zamana kadar +böyle bir söz tefevvühü ferd-i vahidden rivayet edilmiş +değildir. Zerre kadar idrak ve iz’ana malik olan bir insan +tarafından tasavvur olunabilir mi ki hin-i te’sis ve tebliğinde +muhik ve sadık bulunan ve mahza bu sayede mazhar-ı +tevfikat-ı Samedaniyye buyurulan aynı zat aynı mes’elede +muahharan kazib ve mubtil olsun. Müddei ve iddiada asla +tebeddül vaki’ olmadığı halde sıdk ile kizb ictima’ edebilsin. +Eğer şu ictimaı caiz gören şahıs i’tikad-ı tenakuzdan ari addolunursa +kıyamete kadar dünyada tenakuza misal bulmak +doğrudur. Yalan da her zaman yalandır. Mürur-ı zamanın +sıdk ve kizb tahakkukunda te’siri olur mu? +“Bunu nefy eden deliller mevcud olduğu gibi tasdik eden +deliller de mevcuddur. Bu iki nev’ delail kuvvetçe hemen +hemen yekdiğerine mümasildir. Binaen-aleyh ta’yin-i hakīkat +muhaldir.” gibi garazkarane sözlerle bu hakīkat-i kat’iyye +haleldar olabilir mi? Bir hükmün sübutuna delalet eden delil +meydanda dururken yine o hükmün intifasına dall olacak +başka bir delil bulunsun yekdiğerine mukabil deliller müteaddid +hem de kuvvetçe mütemasil bulunsun da bundan +dolayı ta’yin-i hakīkat muhalat-ı akliyyeden addolunsun? +Hiç bu kadar mantıksızlık olur mu? +Sübut-ı hakīkate Peyamber-i zi-şan efendimizin irtikab-ı +kizbden ari ve mukaddes bulunmasına dall olan müfterilerce +bile şayan-ı i’timad görülen deliller yukarıki kelamlarında +musarrahdır. Bunun hilafına delalet edecek delail değil +bir tanecik delil göstermek imkanı yoktur. “Bunu nefy eden +deliller mevcud olduğu gibi tasdik eden deliller de mevcuddur.” +diye tesvid-i evrak kolay bir şeydir; ancak hilaf-ı hakīkate +dall delil-i vahid ikamesinden aciz kalınırsa o vakit muharrir +bi-hakkın müfterilik sıfatını iktisab etmez mi. Sübutu +müteyakkın olan bir şeyin zevali şek ile tevehhüm ile değil +ancak bürhan-ı kat’i ile bilineceği halde burada muris-i şek +olacak edna bir sebeb iraesi bile kabil değildir. +Resul-i Ekrem efendimiz hazretlerinin muvaffakiyet-i +tamme ihraz buyurmuş oldukları zamana kadar mülhidler +nazarında dahi kat’iyyü’s-sübut olan iman ve i’tikadlarından +muahharan rücu’ eylediklerini te’yid edecek hiç +olmazsa iham eyleyecek bir kavl veya öyle bir fiil ortaya +konulmalı ki iddia-yı garazkaranelerini tervic etmek kabil +olabilsin. Halbuki böyle bir iddiaya asla yanaşamıyorlar. Bu +ciheti bil-külliyye mühmel bırakıyorlar da yalnız isnad ve iftira +HEGEL’IN MAKALESI MÜNASEBETIYLE +“TEALLÜM-I NEBI” IDDIASINA REDDIYYE +– – +Lügaten: Bir şeyi kaldırıp da onun yerine başka +bir şey koymaya denir; ıstılah-ı usuliyyunda: Bir hükm-i +şer’inin hilafı üzerine delil-i şer’i-i müterahinin delalet etmesine +denir. +Neshin mahalli ahkam-ı fer’iyyedir. Ahkam-ı i’tikadiyyede +vekayia dair ahbarda ahkam-ı hissiyyede ahkam-ı +akliyyede tevkīt ve te’yid kaydıyla mukayyed olan ahkam-ı +ameliyyede nesih cereyan etmez. +Zira i’tikadatın bir zamanda başka diğer zamanda başka +türlü olması kezalik ahbar ve tevarih-i selefin ve umur-ı +müstakbelenin bir peygambere başka diğerine başka türlü +haber verilmesi mümkün olamaz. Çünkü o zaman kizb ala’llah +lazım gelir ki batıldır. +Ahkam-ı hissiyye ve akliyyede ise neshe ihtiyac yoktur. +Çünkü gözle görünüyor. Mesela “ateş muhriktir” buna bir +nesih varid olup da “ateş muhrik değildir” denilemez. Mahall-i +nesh hükm-i şer’i-i fer’idir. +Nesih aklen ve naklen caizdir: +Aklen caizdir; zira Eş’ariyye ve amme-i ehl-i hadis mezhebinde +olduğu gibi eğer menafi’-i ibad ahkam-ı şer’iyyeye +lah dilediğini yapar istediği gibi tasarruf eder hiçbir hikmete +ve maslahata bakmaksızın vaz’ ettiği ahkamı tebdil ve tağyir +eyler. +Eğer mezheb-i cumhurda olduğu gibi menafi’-i ibad +ahkam-ı şer��iyyeye illet ve bais ise evkatın ihtilafıyla mesalih-i +mesalih-i ibadın tahallüf edeceğini biz bilemez isek de habir +ve kadir olan Cenab-ı Bari’nin ilmi bunu muhit olduğundan +bu nokta-i nazardan ahkam-ı şer’iyyenin tebeddül ve tağayyürü +caiz olur. Nasıl ki emzice ve ezmana göre başka başka +edviye isti’mali bir hikmete müstenid ise bi-hasebi’z-zaman +mesalih-i ibadın ihtilafıyla mütenasib bir surette vaz’-ı ahkam +dahi öylece hikmete müsteniddir. +Nesih naklen de caizdir: Ahavatla istimta’ Adem aleyhi’s-selam +zamanında helal idi sonra bu hüküm nesh edildi. +Hitan Hazret-i İbrahim şeriatinde caiz iken Musa aleyhi’s-selam +şeriatinde vacib oldu. Uhteyn beynini cem’ şer’-i +Ya’kūb aleyhi’s-selamda caiz idi. Sonra şeriat-i Ahmediyye’de +mefsuh oldu. +Bazı akvam-ı gayr-ı münşeria neshi kabul etmezler. Mesela +ulema-yı İseviyye neshi kabul ettikleri halde ulema-yı +Yehud neshi kabul etmiyorlar. Aklen ve naklen delil irad +ediyorlar. Diyorlar ki: Nesh ya bir hikmete mebnidir ya değildir. +Eğer zuhur-ı hikmete mebni ise Bari tealaya bed’ ve +cehl lazım gelir. Çünkü insanların böyle bir hükme muhtac +olacaklarını da Allah bilmiyordu da bir zaman sonra dediğinden +rücu’ etti demek olur. Ve eğer zuhur hikmete mebni +değil ise nesh abes olur. Biz deriz ki: Nesh elbette bir hikmete +müsteniddir. Cenab-ı Bari o hükmün ne zamana kadar +cari olacağını ve ondan sonra ne gibi mesalihin zuhuruyla +ne gibi ahkamın lüzum ve vücudunu da biliyordu. Evvelki +ahkamın neshi ibada karşı o hükmün hitamını beyandır. +Yoksa rücu’ değildir. Mesalih-i ibadın bu babdaki ihtilafını +zaten ilm-i Bari muhit olduğundan beda ve cehl de lazım +gelmez çünkü ilm-i ilahinin teceddüdü muhaldir. Haricde +o hükmün tebeddülünü bais bir hikmet ve menfaat mevcud +olduğundan işbu nesh abes de olmaz; çünkü haricde +hükmün tebeddülünü mucib bir menfaat mevcud ve sabittir. +Eğer böyle bir menfaat mevcud olmasaydı o vakit nesh +abes olurdu. +Edille-i nakliyyeleri ise şaibe-i tahriften masun olmayan +Tevrat’ larına raci’dir. Bizce ehemmiyeti yoktur. +Draper’in beyanatına göre de teallüm-i Peygamberi mü­ +nakaşasına ibtidar edelim: +Buraya kadar olanlar mukaddimattan ibaret idi. Asıl +mes’eleye şimdi girişiyoruz. Dikkat buyurulsun ki: Biz Hegel +lince Hegel de hatıra gelmelidir. Hegel’in makalesi mücmel +verilen cevaplar Hegel’e dahi cevaptır. +Bahira ile olan mülakat-ı Nebi mes’elesinde Draper’in +beyanatı üç noktadan redde şayandır. Birincisi: Suret-i +mülakattır ki Draper’in dediği gibi değildir. İkincisi: Draper +“Bahira’nın telkīnatından Hazret-i Peygamber müteessir +oldu” diyor ki bu da yanlış. Üçüncüsü: “Hazret-i Peygamber’in +başka defalar da Suriye’ye seyahati olduğu zannolunabilir” +diyor ki burası da tarafımızdan izah olunacaktır. +Bahira ile Mülakat-ı Nebi: +Ebu Talib beray-ı ticaret kervan ile Şam’a azim ettikleri +zaman on iki yaşlarında bulunan Fahr-i alem efendimizi pek +ziyade sevdiklerinden yanından ayırmayarak maiyyetlerine +aldılar Şam’a karib Busra denilen mevki’de nazil oldular. +Çünkü orası mahall-i nüzul-i kervan idi. Buraya yakın bir +savmaa var idi – Nasturiler kilisesi olmak üzere mervidir– +Orada rahib bulunan Bahira İncil ’de ve sair kütüb-i mukaddesede +beyan edildiği cihetle bir peygamber-i zi-şanın +meb’us olacağını ve o peygamberin hal ve şanını ve alametlerini +de bilirdi. +Hazret-i Fahr-i alemin mübarek vücud-ı saadetleri güneşten +müteessir olmamak için kable’n-nübüvve başları +üzerinde bir bulut parçası bulunduğu da mervidir. Kable’n-nübüvve +olan harikalara ıstılah-ı ehl-i siyerde “irhas” +Daima tedkīkatta bulunan Bahira kervanın vüruduyla +bazı havarıkın zuhurunu görünce merak etti o kervanı ziyafete +da’vet etti onlar da gittiler Hazret-i Peygamber’i ufarak +oldukları için ziyafete almadılar yükler develer yanında bıraktılar. +Bahira gördü ki maksudu hasıl olmadı gelen züv­ +vara sual etti: –Arkadaşlarınızdan başka kimse kaldı mı?.. +– Hayır dediler yalnız küçük bir çocuk yükler nezdinde kalmıştır… +Her halde o tıfl-ı nazik-terin de bulunmasını Bahira +şiddetle rica etmesi üzerine Hazret-i Peygamber’i de gidip +getirdiler. Beraber yemek yediler Bahira daima tedkīkatta +bulunuyordu: Hazret-i Peygamber nasıl yemek yiyor ne suretle +hareket ediyor her halini nazar-ı tedkīkten geçiriyordu. +Nihayet: –Bu kimin çocuğudur? diye sordu. Ebu Talib: – +Benim çocuğumdur. Bahira: –Yok dedi bu bir dürr-i yetim +olmak yakışır. O zaman Ebu Talib: –Evet birader-zademdir +benim yanımda büyüdüğü için oğlum diyorum… cevabında +bulundu. Tahminat ve keşfiyyatının hep muvafık çıkdığını +gören Bahira Fahr-i Alem’in ketf-i saadetlerine bakmak +arzusunu izhar ile müsaade talebinde bulundu. Müsaade +ber’in iki omuzu arasında keklik yumurtası kadar berat benini +–ki mühr-i nübüvvettir– görünce telsim ile yüzünü gözünü +sürdü ve ağlamaya başladı oradaki halk hepsi şaşırdılar +papasın indinde Muhammed’in ne kıymeti var diye taaccüb +ettiler. +Bahira: –Bi’seti İncil -i şerifde kat’iyyen tasrih ve tebşir +olunan hatemü’l-enbiya bu tıfl-ı şerif olacaktır bu beşairi +ulema-yı Yehud da bilirler Şam’da ise onlar hem çok hem +nüfuzludurlar zarar iras etmeleri ihtimali vardır. Emvalinizi +burada satınız da Şam’a gitmeyiniz… diye misafirlerine +nasihatta bulundu. Gayet samimane olan bu nasihat kervan +halkına da te’sir etti hüsn-i suretle telakkī ve kabul ettiler +Mekke’ye döndüler bu vak’ayı Mekke’de işaa ettiler. Bu +vak’a hemen herkesin ma’lumu oldu çünkü Şam’a gitmek +üzere çıkan bir kervanın Şam’a gitmeden geriye avdetleri +hilaf-ı adet idi. Herkes sebebini soruyor onlar da anlatıyorlardı. +“Teallüm” namıyla hiçbir rivayet mevcud değildir. +Mülakatın bu suretle cereyanı hakkında bizim birçok +şevahidimiz mevcuddur. İnşaallah gelecek makalemizde +bunları ta’dad ederiz. + +---- +FELSEFE +---- + +hir bir hakim idi. Bütün müddet-i hayatında beşeriyetin alamına +karşı ağlamış felaket-i umumiyyeden ruhen hissedar +olmuştur. +Hem-cinsinden birinin alam ve ıztırabatına deva-saz bir +bedbahtın tehvin-i ihtiyacatına muvaffak olduğu zamanı hayatının +en mes’ud bir anı gibi telakkī ederdi. Tali’in merhametsiz +pençeleri altında inleyen biçarelerin imdadına koşar +felaketlerini tahfife çalışır bu uğurda malen bedenen hiçbir +fedakarlıktan geri kalmazdı. +Halife Muktedi Biemrillah’ın mazhar-ı teveccühü olduğu +gibi tababetteki ihtisası cihetiyle de pek ziyade şöhret kazandığından +bu sayede oldukça mühim bir servet iktisab +eylemişti. +Fakat İbni Cezle rahatı gibi servetini hatta hayatını beşeriyete +vakf etmiş necib simalardandır. Hanesi adeta bir +daru’l-aceze halinde idi. Nerede bi-kes bir hasta aciz bir +bedbaht duyarsa balin-i felaketine koşar rahat ve huzurunu +bırakır o biçarenin tedavisine koyulur lazım gelen mualecatı +kendi parasıyla alır başka ihtiyaclarını da tesviye eder +münşerih ve fahur bir kalb müsterih ve zafer-dar bir vicdanla +hanesine avdet ederdi. Mağdurini pençe-i i’tisaftan +tahlise çalışır muzlim ve mechul bir girdab-ı sefalete doğru +atılan bi-kes yetim çocukları toplar cismen ruhen tedavilerine +çalışır okutturur ve onlara ümid-bahş ve nuşin bir istikbal +hazırlardı. +şeriyete hizmet etmek istemiş pek kıymetdar asarı cami’ +olan zengin kütübhanesini Ebu Hanife Camii’ne teberru’ +eylemiştir. Müşarun-ileyh meşhur hattatinden olduğu +cihetle vakf ettiği kitaplardan birçoğunu kendi eliyle istinsah +eylemişti. +rist-nüvisler tarafından Kitabü’l-İşarat fi Telhisi’l-İbarat ve +Risaletün fi Medhi’t-Tıbbi ve Muvafakatihi’ş-Şer’ namında +teviyatına dair –maa’t-teessüf– hiçbir ma’lumat verilmiyor. +Yesta’miluhu’l-İnsan ünvanlı te’lif-i güziniyle Takvimü’l-Ebdan +namında kitab-ı eşheridir. Takvimü’l-Ebdan ’ın yazma +bir nüshası Cezayir’de Kostantin Kütübhanesi’nde mevcud +olduğu müsteşrikīnin cümle-i beyanatındandır. +Minhacü’l-Beyan ’da; nebatat edviye ve mevadd-ı saire-i +tıbbiyyenin isimleri elif-ba sırasıyla derc edilmiş ve hizalarında +bunlara dair ma’lumat-ı lazıme verilmiştir. Minhac adeta +tıbbi bir ansiklopedidir. Kitap büyük sahifede takriben üç +yüz altmış yapraktan mürekkeb olup Paris Kütübhanesi’nde +bir nüshası mevcuddur. +Minhac ’ın oldukça uzun olan mukaddimesinde müellif +edviye hakkında pek mühim ma’lumat-ı umumiyye verdiği +gibi kitabı te’lif ederken ne gibi eserlere müracaat etmiş olduğunu +da ayrıca zikr etmiştir. +Minhac ’ın o vakitlerde yazılmış olan asar-ı tıbbiyyenin +kaffesine faik olduğu müsteşrikīnin taht-ı i’tirafındadır. +Minhac ’ın kıymet-i ilmiyyesi eserin bilahare meşhur İbni +Baytar tarafından tedkīk ve tenkīd edilmesinden de anlaşılabilir. +rek noksan cihetlerini ıslah eylemiştir. Minhac ’ın bir nüshası +Paris Kütübhanesi’nde mevcud olup ’inci numarada +mukayyeddir. +lı kitabı Minhac ’dan ziyade meşhur ve kıymetdardır. Takvimü’l-Ebdan +cami’ klasik bir eserdir. +Şarkta bu yolda yazılmış asar için Takvim nümune ittihaz +edilmiştir. Ebu’l-Fida gibi bir mütebahhir bile Takvimü’l-Buldan +namındaki coğrafya kitabında İbni Cezle’yi +taklidden kendini alamamıştır. +Takvimü’l-Ebdan ’ın bir nüshası Paris Kütübhanesi’nde +mevcud ve ’üncü numarada mahfuzdur. +Kitap takriben sahifeden mürekkeb ve kırk dört tabloyu +muhtevidir. Her tablo iki sahife işgal etmektedir. Birinci +sahifede marazın ismi maraza duçar olan kimsenin mizacına +göre tarz-ı te’siri hastanın sinni ve yaşadığı muhitin +esbab ve alaimi izah edilmiş olduğu gibi hastalığa karşı +edilen hastalığın tarz-ı tedavisi beyan olunmuştur. Sahifelerin +umumiyye verilmiştir. +Takvimü’l-Ebdan ’da ilk evvel humma hastalıklarından +bahs edilmiş ba’dehu emraz-ı cildiyyeye karhalara ve +sümuma dair ma’lumat-ı lazıme verilmiş ve nihayet baştan +ayağa kadar bil-cümle a’za ve echizeye mahsus hastalıklar +yegan yegan serd ü beyan olunmuştur. +Kitabın sonlarına doğru teşhis-i emraza dair pek mühim +ma’lumat verilmiştir. İbni Cezle bu eserinde emraz-ı nisaiyye +hakkında da tedkīkata girişmiş ve ihtinak-ı rahm hysterie +hastalığından da bahs eylemiştir. Kitapta bunlardan başka +haml ve vaz’-ı hamle dair de ma’lumat-ı nafia mündericdir. +Paris Kütübhanesi’nde mahfuz olan Minhacü’l-Beyan ’ın +nihayetine; muhtelif menabi’den iktitaf edilmek suretiyle; +müellifin bir de tercüme-i hali derc edilmiştir. Burada İbni +Cezle’nin ba’de’l-ihtida Hıristiyanlığa karşı birçok reddiyyeler +yazarak Tevrat ve İncil ’in ne suretle tahrif edilmiş olduklarını +gösterdiği ve iddiasını gayr-ı kabil-i cerh bürhanlarla +lisan-ı sitayişle tezkar edilmektedir. +olan Faraklit Paracliteden maksad Hazret-i Muhammed +as olduğu halde hıristiyanların bu hakīkati ketm etmekte +olduklarını iddia ve işaadan çekinmemiştir. İbni Cezle’nin +Takvimü’l-Ebdan ’ı şu “ Tacuim egritudinum et morborum +fere omnium corporis humani cum curis eorundem. Buhu +hylyha byn gezla autore ” ünvanı altında Latince’ye tercüme +edilerek tarihinde Strasburg’da tab’ ve neşr edilmiştir. + +---- +BIR MILLETI SEFALETE SAIK KUVVETLER VE +---- + + +---- +KURTARACAK ELLER +---- + +Bedbaht vatan tabiatın bi-payan hazain-i servetini sine-i +hafasında taşıdığı halde agūşunda yaşayan evladlarının +yine sefalet içinde didindiklerini felaket kovuklarında +süründüklerini ihtiyac altında ezilip mahv olduklarını görüyor +her gün bağrına saplanan bi-eman bir hançerin yeni +açdığı bir ceriha-i ıztırab ile inlemekten kurtulamıyor. +Münbit vahalara behişti ovalara müsmir buk’alara +ve’l-hasıl çalışkan bir milleti evc-i saadete isal edecek feyyaz +bir toprağa latif bir iklime malik olan bir milletin; hazineler +da kıvranması ne acıklı bir levha-i fecia-nümadır. Bir halde +ki havanın ciyadeti iklimin letafeti suların safiyeti olmasa +memleket bu kıt’a-i behişti belki bütün ma’nasıyla bir +mezaristan-ı sefalet manzarası gösterecek!... +Huda-dad füyuzattan bile istifade edemeyen daha doğrusu +etmek zahmetine katlanmayan bir ırk inkırazın akūr +dişleriyle parçalanmaya mahkumdur. Faal ellerde bir hadika-i +saadet olabilecek feyyaz bir iklimi miskinler yuvasına +döndüren kavimler; yaşamak hakkından mahrum olduklarını +kendi fiilleriyle isbat etmiş olurlar. +Esasen kanun-ı hilkat de bunların esbab-ı inkırazını teshil +ve ta’cil eder. Hayat bir mücadeleden ibaret olduğu gibi +namus-ı fıtrat da bu mücadelede; her türlü esbab-ı galebeyi +hakk-ı hayata en ziyade müstahak olanlara bahş ve tehyie +etmekle mükellefdir. Bu gayet tabii ve binlerce vak’alarla +müsbet bir hakīkattir. Muhit ve zamanın ilcaat ve ihtiyacatına +karşı mukabele ve temerrüd gösterenler bi-eman kuvvetler +altında ezilir mahv olurlar. Çünkü kanun-ı hilkate karşı +durulmaz ve durulamaz. Taşkın seylabeler önlerine gelen +mevanii sökerler yıkarlar. Hiçbir şey onların cereyanına hail +olamaz. Tarih-i kainat ve tarihçe-i beşeriyetin bu hususta arz +ettikleri ibret-nüma sahifelerden bir hisse-i intibah alınamazsa +Milletler ma’şerlerin ma’şerler de ferdlerin ictima’ından +hasıl olmuştur. Ferdler ne kadar zinde ve faal bir seciye iktisab +eder ne kadar asil bir terbiye ile perverişyab olurlarsa +teşkil etttikleri cem’iyet de o kadar rasin ve o kadar payidar +esaslara müstenid olur ve o nisbette asar-ı terakkī ve tekamül +gösterebilir. +Ferdler ayrı ayrı birer kuvvet gibi telakkī edilebileceğinden +hey’et-i umumiyyenin meydana getireceği asarın azamet +ve vefreti de tabii o kuvvetlerin terekkübünden husule +gelen muhassala şiddet-i faaliyyetiyle mütenasib bulunur. +Fenn-i mihanik bize isbat ediyor ki: Şiddetleri sıfıra +müsavi olan kuvanın muhassalası da sıfır olduğu gibi bir +noktaya ma’kusen te’sir eden kuvvetlerin gösterecekleri eser +ancak onların beynlerindeki fazla muadil bulunur. Kuvvetler +aynı cihetten te’sir ederlerse şiddet-i muhassala da onların +mecmuuna müsavi olur. Bu kanun-ı riyaziyi ictimaiyyata +tatbik edersek şu netice çıkar. Bir milletin medeni ictimai ve +ahlakī fiiliyyat-ı zahiresi o milleti teşkil eden ferdin kudret-i +fikriyye ve bedeniyyeleri mecmu’-ı cebrisine müsavi bir kuvvetin +bir muhassalanın mevlududur. +Ferdler kavi ve zinde olur ve muayyen bir gayeye müteveccihen +şah-rah-ı terakkīde emin ve seri’ hatvelerle muttasıl ilerler. +Fakat ferdler başka başka amale merbut kalır ve ayrı gayeler +ta’kībine veya bütün bütün atalete koyulurlarsa millet ve o +milletin zat-nüması representant olan hükumet de gittiği +yolda sendelemeye başlar kuva-yı muhalifenin te’siriyle +muttasıl tebdil-i istikamet etmekte muztar kalır veya büsbütün +atıl ve aciz düşer. +Bu derekeye sukūt eden bir milletin gaye-i maksuda erişmesi +müteassir ve belki müteazzirdir. Şu halde bir milletin +ma’ruz kaldığı sefalet ve inkıraz mes’uliyetini –zahir-i hale +bakarak– birkaç şahsın duş-ı müttehemine yükletmek veya +en son batna hasr etmekten ise silsile-i ecdadı dahi muhit +olmak üzere umum efrad-ı millete teşmil etmek daha doğru +bir hüküm olmaz mı? +Bir adamın vücudca sağlam ve tüvana bulunduğuna +dair hey’et-i tıbbiyyeden bir tasdikname alabilmesi bedenini +terkib eden ensice ve bil-cümle a’za ve echizenin sağlam +ve her türlü afetten salim ve ifa-yı vazifeye sai olduğunun +etibba nazarında suret-i kat’iyyede tahakkuk etmesine +vabestedir. +Çünkü huceyrat-ı bedeniyyeden birinin atıl ve mariz +kalması huceyrat-ı sairenin de hakkıyla ifa-yı vazife etmesine +mani’ olur. Bu arıza tedricen bütün vücudu istila ederek +şahs-ı mezkurun bi-tab bir halde hasta düşmesini intac +eder. Hıfzu’s-sıhhanın echize-i bedeniyyeden her birinin +muhafaza-i sıhhatlerine i’tina edilmesine dair uzun uzadıya +vesayada bulunması ayrı ayrı tedbirler göstermesi bu hikmete +mübtenidir. +Bir milletin zat-nüması olan hükumet bir şahsa teşbih +edilirse ma’şerler o şahsın a’zası ve ferdler de huceyrat-ı bedeniyyesi +yerini tutarlar. A’za ve huceyrat ne kadar sağlam +olurlarsa olsunlar bedenden ayrı bulundukları takdirde – +kendilerine isal-i hayat edecek olan seyyale-i demeviyyeden +mahrum kalacakları cihetle– alaim-i hayat gösteremez ve az +müddet zarfında tefessüh ve tahallül ederek mahv olurlar. +Aynı hal bir hükumeti terkib eden cemaatler ve ferdler +seyyale-i hayatı tezyid etmek için ferdleri fikri ve cismi marazlardan +vikaye etmeye çalışmalıdır. +Garblılar şark muhitini atalet-bahş ve şarklıları da sefalete +karşı hamul ve sabur olmakla itham ederler. +Gözleri inkişaf-ı hakīkate mani’ olacak derecede gışave-i +ağraz ile kapalı olan satıh-binler sefalet-i hazıra esbabını +dine haml etmek bile istiyorlar. +Secaya-yı kavmiyye ve hayat-ı ictimai-i milliyyeyi bilmeyen +edemeyen bir garblının şarkta icra ettiği kısa bir seyahat +neticesinde böyle bir kanaat hasıl etmesi mucib-i istiğrab +görülmemelidir. +Çünkü muhit içinde yaşayan şarklılardan bazılarının da +–ihtimal ki garblılardan mülhem olarak– tedkīk ve tetebbu’ +zahmetine katlanmaksızın aynı hükmü vermekte isti’cal ettikleri +müşahede olunuyor. +Acaba hakīkat-i hal şu müddeayata muvafık mı? Bizi +miskin ve atıl bırakan muhit ve mu’tekadat-ı diniyyemiz midir? +Böyle ise ümid-i felah mefkūd demek olmaz mı?!. +Fakat şayan-ı şükrandır ki; bu iddianın adem-i isabeti +delil iradına lüzum göstermeyecek derecede zahir ve hakīkat +pek aşikardır. Muhit ve mu’tekadatın ahval-i ruhiyyeye olan +derin te’sirlerini kimse inkar edemez. Mes’ele bu te’sirin ne +suretle vukūa gelmiş olduğunu ta’yin etmektedir. Acaba bu +derin te’sir iddia edildiği surette mi vaki’ olmuş!? Bir hükm-i +kat’i vermeden evvel ahval-i hazıra teessüratından tecerrüdle +maziye irca’-ı nazar ve sahaif-i tarihiyyeye atf-ı basar +etmelidir. +Tarih medeniyet-i hazıraya mehd-i evvelin olarak şarkı +gösterdiği gibi İslamiyet’i de bunun mürebbi-i zi-irfanı suretinde +takdim ediyor. Muhit-i meşrık muattal olsaydı sinesinde +ne Cemşidler ne Daralar ne Astropaller ne Asuriler +ne Keldaniler ne Buhtunnasarlar ne Fenikeliler ne Ebu +Ubeydeler ne Amr bin el-Aslar ne İbni Vakkaslar ne Abdülmelikler +ne Harun-ı Reşidler ne Celaleddinler ne Mahmud-ı +Gazneviler ne Alparslanlar ne Melikşahlar nihayet +ne Murad-ı Evveller ne Timurlar ne Selimler ne Fatihler ve +ne de Nadir Şahlar yetiştiremezdi. +dad’da Semerkand’da Şam’da Endülüs’de Kudüs’de +Kayrevan’da Mısır’da İstanbul’da o kadar abidat-ı muhallede +o kadar mebani ve müessesat-ı medeniyye o derece +eser-i terakkī görülmez bugün bizi menazır-ı bedia-nümaları +karşısında vakfegir-i hayret eden asar-ı medeniyye ve +sınaiyyeden hiçbir şey müşahede olunamazdı. +Müslümanlar arasında bir Farabi bir el-Kindi bir İbni +Sina bir İbni Musa bir Gazzali bir Razi bir İbni Rüşd bir +şemezdi. +Riyaziyat ve tabiiyattan fıkıh ve felsefeden edebiyat ve +bahis olarak şark kütübhanelerini dolduran bir kısmı da kadir-na-şinaslık +ve teseyyübümüzle garb kütübhanelerine kadar +kaçırılan mücelledat-ı nefise ulema-i İslamiyyenin eser-i +hame-i dehası değil midir? +Müslümanlar ilmi ve fenni birçok keşfiyatın medeni ve +sınai mütenevvi’ muhtereatın berat-ı şeref-bahşını taşımıyorlar +mı? +Din mani’-i terakkī olsaydı acaba Bağdad medeniyetini +Kurtuba haşmetini Kahire saltanatını Semerkand ma’rifetini +sanaatını tasvir için tarih binlerce sahifeler yazmaya mecbur +olur muydu? +Dest-i bi-insaf-ı zamanın bile tahrib edemediği abidat +ve müessesat-ı muhallede karşısında tarih-i ulum ve tarih-i +medeniyyet gibi zi-hayat iki şahid huzurunda hala İslamiyet’in +mani’-i terakkī olduğu iddiasında musır olmak garaz +ve cehaletten başka neye haml olunabilir? +Asırlarca bar-ı istibdad ve mezalim altında ezile ezile +kendi hayatlarından bile bi-zar olacak bir hale gelmiş olan +şarklıların esbab-ı inkıraz ve sefaletlerini tarz-ı idareleriyle +hayat-ı ictimailerinde aramalıdır. Kaşane-i istibdadın en +emin istinadgahı cehalettir. Müstebid halkda hissiyat-ı necibeyi +mahv kudret-i fikriyyeyi ifna kuvve-i mümeyyizeyi itlaf +ettiği gündür ki erike-i istiklalini te’yid ve la-yüs’el sıfatını +bir kitle haline geçer müstebidin ihtirasat ve hevesatına karşı +–sanki hipnotize edilmiş gibi– bila-i’tiraz hamul ve sabur +Ferman-ferma olmak isteyen müstebid tebaasını bi-şuur +u irade bir alet gibi kullanmak için onlarda kuvve-i müfekkireyi +çalışır. Bu sayede arzu ettiği zaman o hislere müracaatla atıl +kümeyi bir seyl-i huruşan haline getirir. +Cahil halkta kaba hislerin nemalanması taassub suretinde +tecelli eder. Hissiyat-ı diniyyeyi alet-i mefsedet edebilmek; +herkes nazarında hakayık-ı şer’iyyenin adem-i inkişafına +mütevakkıf olduğundan müstebid; hakīkī erbab-ı irfanı +mahv u icla ve bir sürü ceheleyi din uluları makamına ıs’ada +çalışmaktan geri kalmaz. +Bunlar vasıtasıyla her emrini her arzusunu bir hükm-i +şer’i şeklinde halka telkīn ettirir. +Tek tük mevcud olan efkar-ı münevvere ashabının irşadatına +meydan vermemek fikriyle millette hayat-ı ictimaiyi +mahv ederek yerine hayat-ı ferdiyeti ikame eder. +Bu gibi tahribat saikasıyla millette terbiye-i asliyye zevalpezir +olmaya başlar hayat-ı aile ve hayat-ı ictimaiyye intizamsızlığa +duçar olur. +Terbiye-i fikriyye ya büsbütün muattal kalır veya yanlış +gayelere teveccüh eder. Muhiti kaplayan sehabe-i cehalet +gittikçe kararır. Karardıkça kesb-i kesafet ederek bir kabus-ı +bela gibi dimağları uyuşturur. A’sabı duçar-ı rehavet eder +efrad-ı milleti hayat-ı behimiyyeye alıştırır. +Hayat-ı fikri uyuşunca bit-tab’ hayat-ı behimiyye uyanır +azar hududu aşar ve ferdleri seri’ ve tehlikeli hatvelerle felaket +ve sefalete doğru sürükler. Ferdlerde faaliyet-i dimagıyye +ve adaliyyenin mahkum-ı inhizal olması hey’et-i ictimaiyyeyi +de sarsar tahrib eder. +Millet her gün daha titrek bir hatve ile daha acıklı bir +safhaya [ ] dahil olur: İnhizamdan sefalete sefaletten inkıraza +yuvarlanır ve nihayet dest-i bi-insaf-ı zaman günün +birinde tarihin solgun bir yaprağına la-kaydane hükm-i bieman-ı +lekette fedakar bir kuvve-i mübeccele taht-ı istibdadı devirebilirse +memleket uçurum başında tevkīf edilmiş olur. Fakat +bu muvaffakiyetle tehlikenin büsbütün önü alınmış olmaz. +Hatta yeniden yeniye bir takım hadisat-ı meş’umenin sernüma-yı +zuhur olmasına meydan bile açılmış olur. +Bu gibi buhran zamanlarında milletleri müdhiş sukūtlardan +kurtarmak kurtarabilmek mu’cize-nüma dehalara +polad ellere la-yetezelzel ve samimi hamiyetlere mütevakkıfdır. +tekamül tevlid edecek kuvvet; ferdlere muayyen gayeye +müteveccih metin ve asil bir terbiye-i fikriyye vermek onları +ferdiyetten kurtararak hayat-ı medeni ve ictimaiye alıştırmak +dini ve ahlakī terbiye-i ibtidaiyyelerine i’tina göstermek +sayesinde te’min edilebilir. Bu gayeye doğru mümkün +mertebe ilerlemek için her köyde hıfzu’s-sıhhaya muvafık +bulunduğumuz asrın ihtiyacıyla mütenasib ibtidai mektepleri +her kasabada –ihtiyac-ı mahalliye göre– mektep tarzında +muhtelif meslek ve san’at evleri büyük şehirlerde sanaat +ziraat ve ticaret meşher ve medreseleri açmak ve buralarda +vazife-i tedris ve idareyi münevver faal dimağlara ihtiyac-ı +memleketi takdir etmiş vatanın sefalet-i hazırasıyla kalbi +cerihadar olmuş metin ve fedakar ellere tevdi’ etmek icab +eder. +Köylere varıncaya kadar her yerde pek mebzul olan +evkaf-ı İslamiyye ma-vudi’a-lehine yani müslümanların dini +ve hayati ihtiyaclarına tahsis edilirse hükumete bar olmaksızın +şu ta’dad olunan müesseseler meydana getirilebilir. Bunun +Nesl-i ati için bu gibi istihzaratta bulunmakla beraber +nesl-i hazırı da tenvire çalışmaktan geri kalmamalıdır. +Siyasi cereyanların fevkinde olmak üzere münevver +gayur ve hamiyetli zevattan mürekkeb bir hey’et-i tenviriyye-i +milliyye teşkil edilmeli ve bu hey’etin her vilayet ve +liva merkezlerinde birer şu’beleri bulunmalıdır. Hey’et ve +şu’beler senede birkaç defa memleketin muhtelif taraflarına +seyahatler tertib ederek gezdikleri mahallerde ahaliye va’z +u nasihat ve konferans vermeye mahalli maarif ve teşvik-i +sanayi’ hey’etleri teşkil etmeye ahaliyi mektep ve medreselerin +atalete olan inhimakin önünü almaya sa’y etmelidir. +Hey’et a’zasından sahib-i irfan ve fedakar fudalayı köylere +kadar göndererek bi-çare kitlenin anlayacakları bir lisan +ve lede’l-icab hislerini tehy[i]c edecek ifadelerle maarif +sanayi’ ve ziraate teşviki mutazammın atalet ve meskenetin +mezmumiyetini mübeyyin va’z u nasihatlar verdirmek +köylüleri hayat-ı faaleye sevk ve tahrik etmek ahlakan mezmum +olan ve milletin uruk-ı hayatiyyesini kurutan temayüllerin +önünü almaya çalışmak halkı memleketin menabi’-i +hayatiyyesini teşkil eden ziraat ticaret ve sanaat gibi semere-bahş +mesaiye sevk etmek ve lede’l-icab bu hususta +kendilerine teshilat-ı lazıme göstermek ulema kıyafetine +sokularak cerad-ı münteşire gibi etrafa dağılan ve saçtıkları +zehirlerle halkı atalet ve uyuşukluğa sevk eden cahil derbederlerin +himmesini erbab-ı ilm ü fazilete tevdi’ etmek gibi tedbirlerle +bu hususta az çok faideli netayic istihsali mümkündür. +Daima der-hatır etmelidir ki millet-i İslamiyyeyi kurtaracak +dimağlar atalet ve sefalet-i hazırayı izale edecek çelik +eller asr-ı hazıra layık darü’l-mualliminlerle meslek ve san’at +evleri ticaret ve ziraat mektepleridir. +EDEBİYAT +Biz ebced hesabıyla tarih çıkarmanın ma’nasızlığına +ka­ +nı te’min için hem ma’nidar hem külfetsiz olmak şartıyla +bulunan tarihleri beğenmemek de elimizden gelmez. Mesela +ekabir-i milletten Abdülkadir-i Geylani hazretlerinin biri +veladetini diğeri irtihalini bildiren “aşk” “kemal-i aşk” kelimeleri +terkib-i celili gibi. +Ebedi ziyaı Osmanlı edebiyatı için hakīkaten büyük bir +hasar olan şair-i mağfur Eşref hakkında risalemiz hey’et-i +tahririyyesinden Tahirü’l-Mevlevi Bey tarafından bulunan +atideki terkib-i tarihi de o cümledendir: +Taliku’l-lisan-ı Eşref nüktedan +Ki çun o sühan-ver niyayed besi. +Gözetmezdi asla o ateş-zeban +Hakīkat cihadında piş ü pesi. +Sataşmazdı erbab-ı namusa hiç +Yaşatmazdı asude bir na-kesi. +Birer yıldırımdır ki alçaklara +O hiç susmayan ağzı susdurdu hak… +Fakat yad-ı millette hala sesi. +Huda eylesin ruh-ı mağfuruna +Tenezzüh-sera gülşen-i akdesi. +Şehadetle pervazını gösterir: +“Şehid-i gaza-yı heca” cümlesi. +EBU’L-ALA MAARRI + +---- +ENBIYA VE EDYAN HAKKINDAKI FIKRI +---- + +Benim fikrime göre bu sözlerin iki türlüsünü de söylemiştir. +Evvelce de söylediğim gibi Maarri diğer felasife-i +lahutun tarz-ı tefekküründen haric bir yol tutmuş değildir. O +da onlar gibi düşünmüş onlar gibi istintac etmiş onlar gibi +tasdik onlar gibi tekzib etmiş delilin arkasından koşmuş +onunla beraber dönmüş dolaşmıştır. +Feylesofun şiirleri arasındaki tertibi bileydik en son fikrine +en yeni mezhebine vakıf olmuş olurduk. Lakin tarihleri +mechuldür. O halde “feylesof bu sözünden dönmüştür yok +ona kail olmuştur.” gibi hükümlere aklı başında hiçbir kimse +razı olamaz. Bizim için yalnız bir yol vardır. O da: Feylesof +asar-ı kudreti tetebbu’ ederken ölmüştür demektir. Ebu Osman +el-Cahız ve saire de nazar ederken fakat Hakk’a vasıl +olmadan ölen; mutian ölmüş demektir; çünkü nazarın vücubu +ve bu hususta bezl-i cehd hakkındaki emr-i ilahiye imtisal +ederek ölmüştür. Hak teala herkese ancak vüs’ü mertebesinde +teklif eder. tasrihinde bulunuyorlar. +Şimdi şu cihet kaldı. Biri çıkar da şöyle diyebilir: “Hakk-ı +sariha karşı bu tereddüd ne huzur-ı yakīnde bu şek mevzi’-i +hidayette bu hayret ne? +Bu ne nihayetsiz sapıtganlık? Bu hal aklın zaifliğine fikrin +durgunluğuna nazarın kısalığına delalet etmez mi? Herkesin +mazhar-ı hidayet olduğu mesailde hayretlere duçar +olmak alemin yakīn kesb ettiği umurda şekten kurtulamamak +lığına bir delil değil midir? +Maarri’ye herkesin tuttuğu yolu tutmak bu vesveselerden +yakayı sıyırmak evla değil mi idi?” Ben ona derim ki: +“Azizim biraz yavaş ol akīdeler satılmak üzere ortaya +atılmış kıymeti eline geçen herkesin alabileceği bir kumaş +değildir. Onlar sema-yı irfanda pervaz eden ervah-ı kerimedir. +vaffak olunca artık yüreği rahat eder. Bir türlü inanamadığı +bel bağlayamadığı yahud şek ettiği şeyleri kalbine sokmaya +kalkışırsa böbreği ile tıhalı arasında bir derde uğrayıp da +bütün ömrünce süren hiçbir ilaç kar etmeyen bir hastalığa +tutulan bir adama benzemiş olur. Bu derdin sair a’zaya da +sirayet ederek hareketten alıkoyması da hesabda vardır. +Nazar edip araştırıp da hakka vasıl olmayan yahud niyyeti +fena olmadığı halde ayağı batıla doğru kayan adam +takliden hakkı kabul eden adamdan hayırlıdır. Çünkü: +Taklid; hakta olduğu gibi batılda da olabilir zararlı şeylerde +hasıl olduğu gibi nafi’ şeylerde de bulunabilir. O pek büyük +bir zarardır hayvan taklidde ma’zur olabilir fakat insan için +na-hoştur.” +Maarri; bütün bu sayıp döktüğümüz efkarını kurun-ı +vüstada zulüm ve istibdad hürriyet-i akıldan mahrumiyet +din namına hükümranlık günlerinde tasrih ediyor. O günlerde +ki vezirler ya camid bir fakih ya bir budala olurlardı. O +günlerde ki; bir adamın ağzından çıkacak bir kelime yirmi +bin kişiyi fazla bir o kadarı da mecd ü şerefe sevk edebilirdi. +Hürriyet-i diniyye hürriyet-i matbuat hüriyet-i neşriyyat +hüriyet-i i’tikad ve nazar yok. Ukūl ve efkar zincirlerle bağlı +bir kelime bir adamın hayatına mal olabilir kendi öldükten +sonra ailesi de hisse-mend-i felaketi olur. Hasılı en karanlık +günlerde… +Maarri bu sözleri öyle bir zamanda söyledi hiçbir zalimin +korkusu hiçbir hakimin heybeti fikrini açıkça söylemesine +mani’ olamadı. +Yüksek sesle bağırdı fikrini cehren i’lan etti. Halbuki kimsesiz +bir adamdı. Ne bir hanedan-ı hükümdariye mensub ne +bir padişahın veziri idi. Hakime rüşvet olarak verilecek malı +yoktu. İnde’l-hace metris gibi kullanmak üzere büyüklerle +uğraşan şiirleri de yoktu. Bunları iki meclisin içinde yazdı. +Ev ve göz. Senede otuz dinara baliğ bir geliri var idi bütün +ma-meleki bundan ibaret idi. O bir çekirge bir maymun +kadar fakīr ve hakīr idi. Fakat bunların hiç biri kanaat-i fikriyye +ve i’tikadiyyesini serbestçe söylemeye mani’ olamadı. + +---- +TARIH +---- + +KILIÇ DINI +Bu söz doğru çıktı. “Kuraklık o kadar devam etti ki: Efraim +ve Zebulun sıbtlarına mahsus münbit yeşil vadiler ve +ovalar hararetin susuzluğun te’siriyle kavruldu kaldı. Pınarlar +kuyular ve nehirler kurudu. Hükümdarların zatına mahsus +beygirleri ve inekleri doyurmaya kafi ot kalmadı.” +Bu esnada İlya nagehan hükümdar Ahab’ın huzuruna +çıkıp her iki dinin hangisi hak olduğunu bir mu’cize tecellisi +suretiyle aleni umumi bir tecrübeye koymağı teklif etti. +Vak’a o yüksek Karmel Dağı üzerinde cereyan etti. Ba’al’e +taabbüd eden putperest ruhanilerden kişi toplanmış +nuyordu. Bütün ahali toplanmış kemal-i merakla neticeye +ban veya takdime semai bir ateşle yanarsa o tarafın dini +“din-i hak” addolunmak takarrür etmişti. Ba’al kahinleri +rical-i ruhaniyyesi kurbanlarını intihab edip mevki’-i mahsusuna +koydular. Tulu’-ı şemsten gurub-ı şemse kadar hep +bir ağızdan dualar ilahiler okuyarak takdimesinin yanması +sakit ve kurban halet-i asliyyesinde kaldı. Sonra İlya kendi +mihrabını kurdu ve etrafına su ile memlu bir hendek yaptı. +Nezrini mihraba koyup Cenab-ı Hakk’a kısa bir dua etti. +Cevap geldi. Şedid bir gök gürültüsü işitildi ve büyük bir +şimşek çakıp mihrabdaki takdimeyi yaktı hendekteki suyu +kuruttu. Beni İsrail bu mu’cize karşısında hem mütehayyir +ve hem mu’tekıd Kadir-i Mutlak’a karşı yüz üstü düşüp onu +yegane ilah-ı hayy ü hakīkī tanıdılar. “İlyas bunun üzerine +dört yüz elli yalancı peygamberin katlini emr etti ve ahali +meserret içinde dağıldılar.” +Bu vak’adan birkaç sene sonra Samiriye’de Ahab Suriye +ve Şam kralı ve onun müttefikleri krallar tarafından +muhasara edildi. Lakin İsraililerin hükümdarı düşmanı +perişan etti. Hücum esnasında düşmanın kısm-ı a’zamı +şarabla serhoş olmuş ve silahsız bulunmuşlardı. Bunlardan +bazıları döğüşerek kurtuldu lakin arkalarından yetişilip tutulanlar +katl olundu. Düşman perişan kuvvetlerini toplayarak +Afeke şehri civarındaki bir sahrada ordu kurmuş idi. Ahab +da Suriyelilerin karşısına ordu kurdu arada mürur eden fasıla-i +zamanda Beni İsrail’i ve peygamberlerinden biri Ahab +Şiddetli bir muharebe vukū’ bulup Suriyeliler bozuldular. +Muzaffer İsraililer tarafından “birçokları esna-yı ta’kībte +öl­ +dürüldüler bazıları da kendi muharebe arabaları ve arkadaşları +tarafından helak edildiler bir takımları da parçalandılar. +Firarilerden birazı yegane mevki’-i tahaffuzları olan +Afeke şehrine kaçabildi. Yapılan hesaba nazaran bu şehrin +surları dibinde . kişi defn edilmiş olup muharebede +telef olanların mikdarı ise . kişi tahmin olunuyor.” +meti bir devr-i sulh ve refah geçiriyordu. Kırk bir sene süren +bir devre-i hükumetten sonra Asa’nın oğlu Yehoşafat +tahtına geçmiş idi. Yeni hükümdar da pederinin akılane ve +takva-perestane hareketine ıktifa edip memleketlerini tahkim +etti. Kuvvetli bir ordu bulundurdu. Ve oğlu Yehoram ile +Azalya’yı evlendirip İsrailiye hükumeti ile bir ittifak vücuda +getirdi. +“Bu esnalarda Moabiler Amoniler ve kabail-i Arabiyye +para ile kesiru’l-mikdar asker tedarik edip Kudüs’ten takriben +mil uzaktaki En-gedi şehri üzerine yürüyerek Yehoşafat +geçtiklerini görünce milletini toplayıp ibadetgahın Mescid-i +Aksa önünde durdu ve düşman üzerine kendilerine bahş-ı +galebe eylemesi için Cenab-ı Hakk’tan dua etti. Josephus +der ki: Bu hareket binanın yani ma’bedin Mescid-i Aksa’nın +te muvafık idi. Her büyük tehlikenin zuhurunda Beni İsrail +buraya toplanıp yek-dil ve yek-lisan Cenab-ı Hak’tan kendilerine +bahş ettiği emanet-i mütevarisenin düşmana karşı +muhafazasını istirham ederlerdi. Yehoşafat’ın istirhamatına +gözyaşları da refakat edip bütün ahali hatta kadınlarla çocuklar +bile bu duaya iştirak ediyorlardı. Bu dua esnasında +Cehazil isminde bir nebi-i Beni İsrail onlara dualarının +kabul olunduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın kendilerine bahş-i +muzafferiyet ettiğini haber verdi. Bu nebi yarın hemen düşman +üzerine hareket olunmasını ve düşmanlarını Kudüs ile +En-gedi kasabası arasında Sis denilen tepede ordu kurmuş +bulacaklarını tavsiye etti. Burada Beni İsrail sadece seyirci +gibi dururken Cenab-ı Hak onların yerine muharebeyi edecek +Nebi bu beşareti verince Yehoşafat ile bütün mevcud +ahali-i İsrailiyye yerlere kapanarak Levilerin –yani rüesa-yı +diniyyenin– aheng-i ubudiyyet ve şükranları yükselirken +Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena etmişlerdir. Ertesi günü hükümdar +erkenden kalktı. Tekova şehrinin yakınındaki sahraya +götürerek peygamberine i’timad ve böylece Cenab-ı +Hakk’a istinad etmelerini söyledi. Ve sanki yevm-i zaferde +gitmelerini ve Levilerle nakiblerin onları ta’kīb eylemelerini +emr etti. Yahudiler bu emre itaaten ve bu tertib-i muhteşem +rine öyle azim bir havf ü haşyet geldi ki yek-diğerine hücum +ettiler ve son derece bir şiddetle kavga ederek hepsi kendi +silahlarının kurbanı oldular. Yehoşafat vadiye baktığı zaman +onun ölülerle mestur olduğunu gördü. Kendi tarafından bir +katre kan dökülmeksizin kazanılan bu muzafferiyet-i azime +pek hoşuna giderek askerine ganaimin herkese aid olarak +yağmasını emr etti. Ganaim o kadar ziyade idi ki sade meydan-ı +harbden kaldırmak için üç gün sarf olundu. Dördüncü +günü Yahudiler Baraçya vadisinde toplandılar ve hükümdara +kudretinin merhametkarane isti’malinden dolayı arz-ı +teşekkür ettiler. İşte bu vak’aya sahne-i vukū’ olduğu için +vadiye Vadi-i Ni’met ismi verilmiş ve bugüne kadar bakī +kalmıştır. +“Ba’dehu ordu Kudüs’e gelmiş burada nezirler kurbanlar +verilmiş günlerce şenlikler ziyafetler yapılmıştır. Bu +şayan-ı hayret muzafferiyet akvam-ı mütecavire üzerinde +Yehoşafat’ın emsalsiz derecede doğru bir adam olduğuna +binaenaleyh Rab tarafından suret-i mahsusada mazhar-ı +şefaat bulunduğuna aid bir te’sir hasıl etmiş idi.” +Yehoşafat vefat edince oğlu Yehoram pederinin tahtına +calis olduğundan aynı zamanda gerek İsrailiyye gerek +Yahudiyye Devleti’nin hükümdarlarının isimleri beyninde +müsavat hasıl olmuştu. Ancak Yehuda’nın hükümdarı olan +Yehoram tahtına çıkar çıkmaz icraatına kardeşlerini ve pederinin +en sevdiği dostlarını i’dam ile başlamış nam ve şöhretini +lekedar edecek her türlü ahvalde bulunmuştur. Nihayet +bu kanlı hükümdar müstekreh bir ölüm ile ölmüştür. Tebaasının +o kadar nefretini celb etmiş idi ki cesedi hükümdarana +mahsus makbereye defn olunmadı. İsrailiyye hükümdarı +olan Yehoram ise Ramoz Cebel-i Ad şehrini muhasara edip +esna-yı hücumda yaralanmış yarasına baktırmak üzere Yizreel’e +çekilmişti. Yahudiyye’nin yeni hükümdarı Ahazya +gelip onu burada ziyaret etti. +mandanı Yehu belde-i mahsusayı hücum ile feth etmiş +ordu da onu hükümdar olarak alkışlamıştı. Bunun üzerine +mütegallib yani Yehu Yizreel üstüne yürüyüp Yehoram ile +Ahazya’yı tuttu ikisini de katl etti. +Hilekar Yehu kanlı lakin muzafferane icraatına devam +ediyordu. Bunun emriyle maktul kralın validesi olan Cezebel +Ahab’ın yetmiş oğluyla müteallikatı Ahazya’nın kırk iki +efrad-ı ailesi Tir yani Sur şehrinin Ba’al rüesa-yı putperestanının +cümlesi katl edilip Ba’al ma’bedi dahi tahrib +olunmuştur. +Yahudiyye hükumetinin boş kalan tahtı Yuaş tarafından +si Atalya dahi katl edilmişti. “Bu işi yapmaya me’mur olan +zabitlere şayet Atalya’yı kurtarmaya teşebbüs eden olursa +onların da hemen öldürülmesi emr edilmişti.” +Bu emrin ifasından sonra yeni hükümdar Mescid-i Aksa’ya +gidip muvacehe-i umumiyyede “vezaif-i mezhebiyyenin +nakl olundığı vechile– inyıkad-ı tam göstereceğine” yemin +etti. Bu resm-i tahliften sonra ahali müctemian Ba’al Ma’bedi’ne +giderek binayı hak ile yeksan eylediler ve bu esnada +Matan isminde bir putperest rahibini de katl ettiler. +şeklindedir. +Gerek Yahudiyye gerek İsrailiyye hükumetlerinde +yek-diğerini müteakib birkaç hükümdar geldi geçti. Lakin +Yahudiyye ve Ahazia’nın İsrailiyye hükümdarı olduğu devre +geçeceğiz ki bu esnada İsrailiyye hükumetinin nihayeti +artık sür’atle yaklaşıyordu. Çünkü Asuriye Devleti kralı Salamanzar +Samiriyye üzerine yürümüş üç sene devam eden +anudane bir muhasara ve müdafaa neticesinde şehri teslim +alarak senedir bil-istiklal mevcud olan İsrailiyye hükumetine +nihayet vermiştir. İsrailiyye hükümdarı esir olunmuş +Beni İsrail ise vatanlarından nefy ü icla olunmuştu. İşte bu +tarihten i’tibarendir ki: Tarih Beni İsrail’in on iki sıbtından +tının izini –muayyen müstakil bir millet olmak üzere– gaib +ediyor. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Şehr-i Sebz’in ümerası Hokand’a geldiği gibi oranın hanı +bunları tutup Taşkend’e gönderdi. Yoldaşlarıyla mallarını da +nefsi için zabt ve tevkīf eyledi. Beyler on sekiz ay Taşkend’de +mahbus kaldılar. Sonra mahbesten çıkarılıp bir mikdar aylığa +nail oldular. Mir Baba Big ile Mir Sohrab Big biraderleri +ve arkadaşlarıyla senesine kadar Taşkend’de mevkūf +kaldı. Buhara emiri de bunların ehl ü ıyalini yanlarına yolladı. +Bu vak’adan iki sene sonra Rus askeri Ürgenc üzerine +yürümek için hazırlanmıştı. Taşkend valisi askerle Cezek’e +gelip beni de çağırttı. Araba ile iki gün sonra mülakī oldum. +Ale’l-mu’tad ikram ve ihtiram gösterdi ve esna-yı musahabette: +– Acaba maiyyetinizle beraber Ürgenc’e kadar bana +refakat buyurur musunuz? Teşrif edecek olursanız levazım-ı +seferiyyenizi ikmal ederiz dedi. +– Arkadaşlarımın sizinle gelmek için hazırlanabilmesi bir +aya mütevakkıfdır. Siz ise burada dört günden ziyade duramazsınız. +Diğer cihetten bu harbiniz müslümanlarla olacaktır. +Biz ise onlarla hem-din ve hem-mezhebiz. Şeriatımız +bizi ihvan-ı dinimizle çarpışmaktan men’ etmiştir. Bundan +maada ben askersiz ve satvetsiz bir adamım. Refakatimle +Rus ordusunun heybeti artmayacağı gibi bulunmayışımla +da askerinizin kuvveti eksilmez cevabını verdim. +– Nasıl arzu ederseniz öyle olsun. Birlikte gelmeye mecbur +değilsiniz dedi. +– Şimdiki halde hükumetinizin taht-ı himayesinde bulunuyorum. +Eğer benim arzumu arıyorsanız ata binmek ve +ava gitmektedir. Zira geçirdiğim sademat dolayısıyla artık +muharebeden teneffür ediyorum diyerek işi latifeye döktüm. +– Kendi çadırımın yanında sizin için iki çadır kurdurdum +dedi. Teşekkür ettim. Fi’l-vaki’ imparatorun amca-zadesi +kadem fasıla ile bizim için iki çadır ikame edilmişti. Vali her +gün beş altı defa benimle görüşmeye geliyordu. +Yirmi gün sonra beni çağırtıp: +– Askerimiz Afganistan’a yürümek için hazırdır. Siz de +gitmek ister misiniz? sualinde bulundu. +– Eğer Afganistan’ı Rusya namına teshir etmek fikrinde +bana vermek emeliyle gidiyorsanız nafile zahmet çekmeyiniz. +Bin nefer nizamiye piyadesi ve bin nefer nizamiye süvarisi +la ve ata binip ava gitmekle meşgūlüm. Binaenaleyh Semerkand’da +kalmak benim için müreccahdır. Şu da var ki siz bu +kadar az askerle Afganistan üzerine yürüyemezsiniz. Çünkü +Afganlıların ne kadar şeci’ olduklarını ve Ürgenc ahalisi gibi +olmadıklarını pek iyi bilirsiniz. Şübhesiz ki maksadınız başkadır +cevabını verdim. +Mütercimi +SİYASİYAT +TECELLIYAT-I İSLAMIYYE +Son haftanın vekayi’-i mühimmesi arasında en calib-i +dikkat olanlar Afganistan emiri hazretlerinin Osmanlı Sadr-ı +a’zamı Said Paşa hazretlerine yazmış olduğu mektubu ve +Fransa Başnazırı Mösyö Poincara’nın nutkudur. +Şu iki vakı’a yek-diğerine ihtilaf-ı menabi’ ve bu’d-ı me­ +safeye rağmen gayet sıkı bir rabıta-i ma’neviyye ile mer­ +butturlar. Her ikisi ayn-ı mevzua aid aynı amil-i si­ +yasinin neticesi ve aynı ahval-i ruhiyyenin müvellididirler. +Gerek Mösyö Poincara’nın nutku gerek emir-i Afgan hazretlerinin +mektubu harb-i hazıra aiddir. Nutkun esasını ruhunu +lamiyet’tir. Mösyö Poincara harb-i hazır hakkında demiş ki: +“İtalya-Osmanlı Muharebesi ahval-i hazıra-i umumiyye üzerine +te’sirat-ı mühimme icra ediyorsa da Fransa Hükumeti +ta muharebenin evvelinden beri ahz etmiş olduğu vaz’iyet-i +bi-tarafaneden inhiraf etmeyecektir. El-yevm Fransa ile Osmanlı +hükumeti arasında iki milleti yek-diğerine ta öteden +beri rabt etmekte olan ve an’anat-ı tarihiyye sırasına geçmiş +bulunan alaka-i dostane ber-devamdır. Zaten Fransa başka +surette hareket bile edemez. Zira Fransa muazzam bir hükumet-i +sinin efkar ve hissiyatını nazar-ı dikkate almak ve Hilafet-i +veddetkarane ta’kīb etmek mecburiyetindedir!” +Fi’l-hakīka Mösyö Poincara nutkunun sonunda İtalya ile +de Fransa arasında revabıt-ı i’tilafkaranenin mevcud olduğunu +söylemişse de ne dost kelimesini isti’mal etmiş ne de +Fransızların hissiyat ve efkarı hakkında bir işarette bulunmuştur. +Bütün Avrupa matbuatı Fransız matbuatı da başta +olduğu halde Mösyö Poincara’nın nutkunda Osmanlılar +hakkında daha ziyade meveddet ve samimiyet ibraz edilmiş +olduğunu i’tiraf ve teslim ediyor. +Birkaç müddet bundan evvel İngiltere Hariciye nazırının +da aynı mealde ve belki aynı kelimat ile irad etmiş olduğu +nutku da biz bu sahifelerde tedkīk ve tahlil ettik ve dedik ki: +yiş-i İslamiyyede bulunmuş oldukları iddia edilebilir! +Ne garib tesadüf! Mösyö Poincara’nın nutku hemen +Emir-i Afgan hazretlerinin sadr-ı a’zam paşa hazretlerine +yazmış olduğu mektubun İstanbul’a muvasalatı ile müteradif +oldu. Hamiyetperver emir hazretleri mektubunda mücahidin-i +ya başlamış olduğunu ve şu teşebbüsün inşaallah mühim +neticeler vereceğini ve ilk hisse-i iane olarak altı bin İngiliz +lirası irsal buyurmuş olduğunu haber vermekle beraber alçakçasına +Osmanlılar üzerine atılmış olan İtalya hakkında +da nefret ve istikrahını alenen beyan buyurmuşlardır! +El-hak emir hazretlerinin şu hamiyet ve gayret-i İslamiyyeleri +bütün Osmanlıları ve onlar ile beraber bütün alem-i +lerinin ve gayur merd Afganilerin ianat-ı nakdiyyelerinden +ziyade nakdine-i giran-baha-yı hissiyyat ve efkar-ı İslamiyyeleri +bais-i sebeb-i meserret ve ümid olacaktır. Zaten İslamiyet +ve müslümanlar yalnız şu gibi metanet-i hissiyye ve +salabet-i fikriyye sayesinde te’min-i hayat edebilirler. +Görünüyor ki şanlı emir hazretleri peder-i büzürgvarları +cennet-mekan Abdurrahman Han hazretlerinin vasiyetine +sadık kalmışlardır. +Bilahare kitap şeklinde neşr edilmiş olan şu vasiyetnamede +merhum ve mağfur Abdurrahman Han hazretleri +namdar oğluna bil-hassa üç şey vasiyyet ediyor: Rusya’dan +kiyyenin sıyanetine dikkat etmek! +Fil-hakīka bütün akvam-ı İslamiyye arasında Afganiler +bekaret-i fıtriyyelerini ve metanet-i ahlakiyyelerini en ziyade +muhafaza edebilmişlerdir. Aded-i nüfusu sekiz milyondan +ci’dir. Ruslar ile hem-hudud oldukları halde Rusya ile hiçbir +münasebatta ve hatta münasebat-ı siyasiyye ve ticariyyede +bile bulunmuyor. Bütün Afganistan Rus tebaası ve ticareti +olan bir tedafüi ve tecavüzi ittihad mevcuddur. Ve bu yüzdendir +ki Afganistan İngiltere’den senevi bir mikdar-i külli +para alıyor. Medeniyet-i garbiyyenin faideli cihetleri tedrici +bir surette memlekete sokulmaktadır. Ve en ziyade umur-ı +askeriyyenin tanzimine mekatib-i askeriyyenin tertibine +kaç gazete neşr edilmeye başladı. Afganistan Hindistan için +bir siper vazifesini ifa ediyor. Kısm-ı a’zamı dağıstan olan şu +memleket başkalarının istilası için son derece na-müsa’id +zaten ahalisi gayet reşid ve cenk-cu olduğu için Hindistan +yollarının kaffesine hakimdir. Hindistan için cihet-i şimaliden +bir kal’a-i ahenin vazifesini ifa ediyor. +hazretleri bu kerre Makam-ı Hilafet’e olan derece-i merbutiyyetini +nazara almayarak kalbinden nebean eden hissiyat ve efkarını +aleme bildirdi. Yalnız kendi efkar ve hissiyatını değil başında +bulunduğu bütün kavmin bütün memleketin hissiyat +ve efkarını ibraz etti. +Bu feyz ve bereket-i İslamiyyenin yeni bir teccellisi yeni +bir nümunesidir. Harb-i hazır şu tecelliyatın nebeanına sebebiyet +vermiştir. Bütün Afrika ve Asya müslümanları bugün +aynı fikirler ile mütefekkir aynı hissiyat ile mütehassisdirler. +El-yevm cümlesinin nazarı Osmanlılığa harb-i hazıra +doğru atf edilmiş suzan bir intizar ile herkes buradan haber +bekliyor. +Onlarca yüzlerce milyon tebaa-i İslamiyyeye malik olan +devletler elbette ki şu hal-i intizarı nazar-ı dikkate almak +mecburiyetindedirler. İşte Poincara’nın Sir Edward Grey’ın +hazretlerini tahrir-i mektuba sevk eden aynı kuvvet +Mösyö Poincara’yı Sir Edward Grey’i de irad-ı nutka sevk +ediyor. Vahdet-i İslamiyye terkibinden tevahhuş edenler biraz +şu nokta hakkında sarf-ı dikkat ve fikr etsinler! +Dünyada hiçbir ahmak ve budala bulunmaz ki şu terkibin +sır-ı İslamiyyenin bir idare bir hükumet altında toplanarak +bir vahdet-i siyasiyye teşkil etmeleri tarzında anlasın! Aklı +başında muvazenesi yerinde olan kimsenin hayaline bile +böyle bir tasavvur hutur etmez. Fakat terkibin ifade ettiği +ma’na bir vahdet-i ma’neviyyedir ki bi’z-zat mevcuddur ve +cümlemiz onun takviye te’yid ve tevsiine çalışmakla muvazzafdır. +Bu dinimizin esası olduğu gibi hayatımızın da +rüknüdür. Yalnız şu rüknün sayesinde yaşayacağız hayat +bulacağız Trablusgarb Muharebesi şu hakīkati bütün vuzuh +ve sarahati ile meydana attı. Muharebenin evvelinde kim +cesaret ederek bilahare nail olduğumuz muvaffakiyetleri +hayaline bile getirebilirdi? İşbu muvaffakiyetlerin azamet ve +mahiyet-i hakīkiyyesini layıkınca takdir etmek için Trablus’u +biran için olsun adaların bulunduğu şerait içinde farz ediniz! +Acaba o zaman teslimden başka bir çaremiz olur muydu? +Teslim etmeseydik bile düşman bil-fiil ilhak edecekti. +Zira donanmaya adem-i malikiyyetimizden dolayı kendimiz +müdafaa edemeyeceğimiz gibi diğer hükumat da şu ilhaka +mümanaat etmezlerdi. Halbuki adalarda şerait bizim için +daha muvafıkdır. Zira burada hiç olmazsa hükumat-ı sairenin +menafi’-i külliyyesi ihlal ediliyor. +te’min eden bir ser-çeşme-i hayatı kurutmayalım. Bütün +kuvvetimizle şu ser-çeşmenin daha ziyade feyz-bahş olmasına +çalışalım. Mürur-ı dühur ile aramıza sokulmuş olan +ve bütün mesaib ve belayanın sebeb-i mühimmi olan ve +el-yevm de bir dereceye kadar bakī kalan bazı ihtilafatın +ber-taraf edilmesine çalışalım. İslamiyet safiyet-i evveliyyesine +ric’at ettiği ve bütün müslümanlar aynı ser-çeşmeden +kalben ve dimağan kesb-i hayat ettikleri gün yani kalb ve +dimağlarımız aynı hissiyat ve efkar ile memlu oldukları gün +müslümanlar kendilerini kendi hayat şeref izzet ve namuslarını +te’min etmiş olacaklardır. Bugün bu hakīkati ma’neviyyat-ı +bize söyletiyor. Hiç olmazsa bu münasebetle mütenebbih ve +müteyakkız olalım! +OSMANLI-İRAN İTTİFAKI +Bir iki aydan beri Avrupa matbuatı yine sık sık “ittihad-ı +hakīkat ve mahiyet neşriyata devam ettikleri görülmektedir. +Her nerede müslümanlar arasında bir intibah ve tenevvür +görürlerse derhal onu ittihad-ı İslam’a haml ve +te’vil edip bunun da amil ve müessirini Osmanlı ve İran +bet’te Türkistan-ı Rusi’de Rusya aleyhinde hasıl olan asar-ı +na-hoşnudi ve dolayısıyla kıyam ve isyanları müslümanların +müttefik ve müttehid olduklarına veyahud olmak istediklerine +tefsir edip kendi zulüm ve tuğyanlarını hiç kale almak +memalik-i İslamiyye ile müslümanlara karşı ittihaz etmekte +olduğu vaz’iyet-i gaddarane ve mütecavizaneden memnun +olmayan ve olamayan müslümanlar bit-tabi’ eser-i hayat +göstermeye mecburdurlar. Bir müslüman gönül rızasıyla +hiçbir vakitte izzet-i nefsini ayak altına aldırmaz. Geçenlerde +Duma Meclisi a’za-yı müslimesinden Sadreddin Maksudof’un +Duma’daki nutkunda açıktan açığa Rusya’nın mezalim-i +guna-gunu birer birer ta’dad edildiği halde yine Rusya +bildiğinden şaşmayıp yeniden Türkistan-ı Rusi’nin şark-ı +cenubisinde kain Panka eyalet-i İslamiyyesindeki bil-cümle +mekatib-i hususiyyeyi cebren kapattırıp tedrisata nihayet +vermiştir. +Rusya müslümanları bir esirden daha fena bir nazarla +bakmaya alışmış ve vesile düştükçe hukūk-ı sariha ve meksubelerine +hatime vermeyi i’tiyad etmiştir. Gün geçmiyor ki +Rusya hükumetinin emriyle çarın iradesiyle müslümanların +cami’ mektep ve sair müessesat-ı diniyyeleri kapanmasın. +Bu hal ile müslümanlar Rusya’ya ne suretle arz-ı itaat ve +El-yevm beray-ı kisb ü ticaret o taraflara gitmek isteyen +otuz iki Osmanlı Bakü’de felek-zede ve sergerdan bir halde +kalmışlardır. Petersburg’daki Osmanlı Sefiri Turhan Paşa’nın +müracaat-ı mütevaliyyesine rağmen Sazanof bunların ubur +ve mürurlarına müsaade vermemiştir. +O taraflara giden her Osmanlıyı Rusya sellemehü’s-selam +mutlak propagandacı ve ittihad-ı İslam tarafdarı kabul ve +telakkī ediyor. Rusya bu hususta mantık edille ve berahin +mes’eleyi düşünecek olursa İslamların kıyam ve feveranını +sırf su’-i idare ve huşunetinden münbais olduğunu pek güzel +teyakkun ve idrak edebilir. +Propagandaya tervice ne hacet zulüm ve adavet İslamları +Rusya’nın aleyhine tabiatıyla bulundurmuştur. Rusların +Balkan şibh ceziresindeki teşvikat ve telkīnat-ı mu’tadesi +neticesi olarak ikide birde alevlenip vasi’ ve sari bir hal kesb +eden ifsadatı tuğyan ve isyanı söndürmekten Hükumet-i +Osmaniyye vakt ü zaman bulmuş mu ki Rusya’nın taht-ı +sin? Eğer Osmanlılar bu gibi küçüklüklere entrikalara talib +olmuş olsaydılar bugün Rusya’nın her türlü tedabir ve teşeddüdatına +rağmen yine istediklerini yapabilirlerdi. Fakat +umur-ı dahiliyyesiyle bir taraftan diğer taraftan memalik-i +Osmaniyye’nin mütemmimi ve cüz’-i la-yenfekki makamında +bulunan Trablus’la Bingazi’ye tecavüz eden hak-na-şinas +nan Osmanlılar bu gibi şeyleri düşünmeye vakit ve fırsatları +yoktur. +Rusya yine şımarmaya kudurmaya başlamış olmalıdır +ki günden güne Devlet-i Osmaniyye’ye müşkilat ika’ +ve icad etmeyi düşünüp bizi düşmanımıza göz göre vahi +ve bi-ma’na bahanelerle mağlub etmek istiyor. Eğer Rusya +Hükumet-i Osmaniyye’ye karşı bir kin ve adavet hissi +beslemiyorsa Kafkasya ve İran hududunda bir çeyrek milyon +asakirini niçin tahşid ve ihzar eylemiştir? Demek oluyor +ki Rusya’nın bizim hakkımızdaki tasavvurat ve tahayyülatı +muslihane ve müsalemet-perverane bir halde değildir. Çarikof’un +mu’tedil mesleğini beğenmeyip de onun azli cihetini +Fakat Rusya eski kaviyyü’ş-şekime Rus Devleti olmadığı +gibi Osmanlı Hükumeti de sabık –kendi ta’birlerince– hasta +ve nahif hükumet değildir. Donanma noktasından Rusya +Osmanlı kuvve-i berriyyesi de Rusya’nınkinden daha aşağı +değildir. +Rusya şunu bilmelidir ki eğer Devlet-i Aliyye gereği gibi +müsalemet-perver bir meslek ta’kīb etmeye mail ve arzu-keş +bulunmasaydı çoktan Rusya’yı şaşırtacak surette Rusların +başına bir çok belaları musallat ederdi. +Uzağa gitmeye hacet var mı? Şurada burnumuzun dibinde +koca İran Devleti’yle Rusya’nın mezalim-i seffakane ve +dürüştanesinden bi-zar olan on beş milyon İranlı kardeşlerimiz +duruyor ki bizimle onlar arasında dini kavmi ve milli +bir karabet mevcuddur. Osmanlılar ile İranlılar arasında bir +müşkilat ve mezahime tesadüf edilmeyeceği aşikardır. +Ni’met-i hürriyyet ve meşrutiyyetin istihsali neticesinde +hab-ı giran-ı gafletten uyanan Osmanlılarla İranlılar beyninde +Ali-Ömer kavgası çoktan mürtefi’ ve zail olmuş ve eski +taassub-ı amiyaneden eser bile kalmamıştır. Buna da lüzum +yoktur Osmanlılarla İraniler beyninde dini bir ittihadın +ehemmiyeti kalmıştır. Siyaset ve menafi’-i sariha-i tarafeyn +ve zatü’l-beyn noktasından kavi ve metin ittihad ve ittifakın +husulü kolay ve asandır. +Memalik-i Osmaniyye ile cesim İran ülkesi arasında bir +hatt-ı fasıl olmadığı gibi Ararat dağından ta Basra körfezine +ve oraya dökülen Karun nehrine kadar hudud ve sınırımız +muttasıl ve mülasık bulunuyor. +Her iki kavim ve unsur-ı necibin ulema ve mütefekkirleri +tarafeynin menafi’-i siyasiyye ve atiyyesini düşünüyorlar. +Bundan bir an hali ve gafil değillerdir. Azıcık bir himmet +ve fedakarlık neticesinde bu iki devlet millet-i müttehid ve +müttefik olur ve dolayısıyla bütün akvam-ı İslamiyyeyi mazhar-ı +saadet edebilirler. +Muhterem vatanperver İranilerin boykotajına karşı sabır +ve metanetini elden bırakan Rusya o zaman ne yapabilir. +Japon muharebesinde gaib ettiği şeyleri İran’da telafiye kalkışan +Rusya kendisine hazır lop zannettiği mıntıka-i nüfuzdan +bir eser bakī kalacak mı? İngiltere Devleti her ne kadar +Rusya ile İran umuru hakkında İ’tilafnamesi mucebince +mü’telif görünüyorsa böyle bir zuhurata karşı ister istemez +Rusya’nın güzel siyah gözleri için muğber etmez ve edemez. +Fransa’ya gelince o da İngiltere gibi birçok tebaa-i İslamiyyeye +malik bir devlet-i azime bulunmak haysiyetiyle bi-taraf +kalmayı tercih edecektir. +Ben burada kendi hissiyatımdan bahs ediyorum. Kimse +beni böyle düşündüğüm için men’ edemeyeceğini iyiden +teşebbüsata tevessül etmediğinden dolayı şiddetle intikad +eder ve bütün vicdanımla kusur ettiğini alenen söylerim. +Bu müddeamı edille ve berahin-i kat’iyye ve emsaliyle isbat +ediyorum. +Bugün Fransa-İngiltere-Rusya bir taraftan Almanya-Avusturya-İtalya +diğer taraftan hepsi de Hıristiyan oldukları +halde akd-i i’tilaf ve ittihad ettikleri halde biz bir Osmanlı-İran +Yeter ki bu dediğim ittifak şerait-i mütekabile ve menafi’-i +meşrua dairesinde hasıl olsun bizi bundan hiçbir Avrupa +hükumeti men’ edemez. Edecek olursa o zaman kendimizi +himaye ve müdafaa etmeye elbette düşünür ve çaresini de +bulabiliriz. +Zaten er geç buna mecburuz. Şimdiden böyle bir emrin +husulüne çalışmayacak olursak atiyen pişman olacağız. +Rusya İran’ın inkırazına çalışıyor. İran’da askerini doldurmuş +ve Rus-perest bir takım mürteci’ ve müstebid hainleri +kabul ettirmiştir. +Bir sene daha sonra görülecektir ki Rusya Mavera-i İran +şimendüfer imtiyazını koparmış ve işe de başlamış bulunmuştur. +Bu şimendüferin bir başı Astana diğer ucu da +Gova’dır ve Karaçi olacaktır. Aynı zamanda mezkur şimendiferin +bir şu’besini Tahran’dan Hanekin’e ve oradan +Bağdad şimendüferine rabt ve ilsak edeceğini şimdiden tasavvur +ediyor. +Bundan başka İngiltere Devleti de kendi tüccarını teşvik +edip bir sendika teşkil etmelerini emr etmiş ve bu hafta +zarfında bir İran-ı Cenubi şimendüferin imtiyazını mezkur +sendika namına İran kabinesinden kendi Tahran’daki sefiri +vasıtasıyla taleb eylemiştir. Küçük demir ağı Hürmüz’den +–Basra’nın ta yakınındadır– başlayıp Karun Nehri hizasını +ta’kīben Bender-i Nasıri Ahvaz Şuşter Diskul Hürremabad’a +kadar müntehi olacaktır. +Bu şimendüferin güzergahında öyle kadim maabid ve +asar-ı atika vardır ki bir kıymeti muhtevidir. İran’ın +bütün bu künuz-ı mesturesine miras-ı pedermande gibi +konmak isteyen İngiltere’yi oradan sonra kim çıkaracak? +Rusya’ya Mavera-i İran şimendüferini temdid ettikten sonra +–ki en ziyade beş sene zarfında bitecektir– kim ne söyleyebilecektir. +Bir tarafımızda Rusya diğer cihetimizde İngiltere +gibi iki kaviyyü’ş-şekime ve kahir devlet yerleşip kökleşince +askerimizi bir buçuk milyona iblağ etmeye ister istemez +mecbur bulunacağız. Hal-i hazırdaki istikrazlarla iktisadiyyatımızın +zaaf ve inhilaline bakılırsa bu kadar askeri nasıl +besleyebiliriz? +Eyvah! Yazıklar olsun! Biz müslümanlar ne zaman adam +olup adam gibi düşüneceğiz? Bir gün gelecek pişman olacağız +fakat acaba pişmanlık para edecek mi?! +Uyanalım ağır uykudan ebediyyen uyanmaya kalkmaya +çalışalım! Zira yeter. + +---- +MEKATIB +---- + +ÇIN MÜSLÜMANLARININ HATALARI + +---- +VE +---- + +HÜKUMET-I OSMANIYYE’NIN ÇIN’DEKI VEZAIFI +Her ne kadar alem-i İslam için bugün bir taraftan Trablusgarb’ı +ve onun istikbalini düşünmek büyük bir emr-i vaki’ +mes’elesinden dahi büsbütün gafil olamazlar. +Çinliler cemahir-i müttefika suretinde idare olunur bir +devlet vücuda getirmek hülyasında bulunmakla ne kadar +büyük hatalar irtikab ettiler ise Moğolistan zadeganı da o +derece hataya düştüler. Her ne kadar bil-istiklal kendi beynlerinde +meşveret meclisleriyle idare olunmak fikrine hizmet +eder gibi olsalar da hakīkatte Rusya’nın ribka-i esaretine girmek +suretiyle istikballerine hatime çektiler. +Çin İslamları ise zann-ı aciziye göre daha büyük hata +lar. Kendi zadeganlarından birini de han olarak i’lan ettiler. +Burada Çin ahvaline vakıf zevat-ı muhteremeden bazı +kimselerin fikrine göre bu hareketlerin neticesi olarak Çin +ülkesinde inkısama bir yol açılmış bulunduğu zannolunuyor. +Şimdi merkez-i cumhuriyyet bu ayrılmış parçalarını arayacak +kendini tahkīm eder etmez onları terbiye fikrine zahib +olacak o zaman işte o han olanların yahud hanlığa tabi’ +olanların başlarına belalar kopacak. +Zira merkez-i cumhuriyyetin i’timadını da gayb ettikleri +cihetle müslümanların büyük felakete duçar olmak ihtimalleri +hatıra gelir. +Şimdiye kadar cumhuriyet tarafdaranı İslamlara i’timad +nazarıyla bakarak büyük mansıblara müslümanları ta’yin +etmekte idiler. Rivayete göre Harbiye nazırı Avrupa’ya tahsil +cah mansıb hülyası bi-çare Çin müslümanlarını bu hale giriftar +etti. +Bu cehaletin neticesi onları daha büyük belalara ilka +etmek ihtimali melhuz olduğu cihetle tahlis çarelerini düşünmek +vazifesinde eb-i müşfikleri olan Makam-ı Hilafet-i +Uzma’ya da bir hisse çıkar zannına zahib olanlar da var. +Trablugarb gailesi arasında olsa bile cüz’i bir fırsat bulup +da Osmanlı Hükumet-i Muazzaması Aksa-yı Şark mes’elesini +de hatıra getirip gayr-ı resmi vaizler namıyla olsun birkaç +muktedir ve müdebbir adamlar gönderilebilse idi hiç şübhesiz +ki Çin müslümanları için büyük bir muavenet ile beraber +şark namına da bir şeref olurdu. Aynı zamanda istikbalde +Çin müslümanları hukūkuna aid bazı mütalebatta bulunmakta +Türkiye’nin hakk-ı meşruu olduğuna kani’ olanlar da +var. +Bunlar yalnız gayr-ı resmi değil gizli ve hafi olsa bile faide +ve menfaatten hali olmazdı. Çin Hükumeti de İslamlar ile +münasebatta bulunmaya zaten arzu-keştir. Bu sayede Çin +Devlet-i hazırasıyla kesb-i münasebet olunursa istikbalde +müdahale meydanları dahi açılabilirdi. +Japonya ile münasebet tesri’ olunduğu takdirde Avrupa +hükumet-i mütemeddinesi karşısında bir de şark kuvveti +başgöstermek suretiyle muvazenet-i siyasiyyeye doğru +büyük bir hatve atılmış olur Asya akvamı beyninde te’sisi +mümkün olabilecek ittifak ve i’tilafların temeli kurulmuş bulunurdu. +El-yevm Osmanlı emtia-i nefisesi Çin’e İngiltere ve +Alman bandırası tahtında idhal olunuyor ve onların namına +Osmanlı malı satılıyor. Eğer Osmanlı münasebat-ı siyasiyyesi +buralara resmen girerse doğrudan doğruya Osmanlı şan +ve şerefi olurdu. Mısır pamukları Japonya’da niçin İngiliz +namıyla satılsın? diyerek teessüf eden zevat bulunuyor. +HAYAT-I AKVAM-I İSLAMİYYE +BOSNA MÜSLÜMANLARI +− +Birinci makaledeki yazılarımla iki hey’et arasındaki ihtilafları +ve onlardan [ ] birisinin mucib olduğu hadiseyi +muhtasaran arz ettim. Şimdi diğer ihtilaflarla onların mucib +olduğu ikinci hadiseyi beyan edeyim: +Dördüncü nokta-i ihtilaf zirde yazacağım mes’ele-i mühimmeden +zuhur etmiştir: +Bizim memlekette iki nevi’ mektepler vardır: Bunlardan +birincisi her milletin otonomisi idaresinde bulunan +mekatib-i hususiyye-i ibtidaiyye ikincisi muhtelifü’d-derece +resmi mekteplerdir. Riyaset-i ilmiyye bu mekteplerde +okunacak ders kitaplarını tertib ve muallimleri hükumete +tavsiye etmek vazifesiyle mükelleftir. Ale’l-husus bu cihet +resmi i’dadiye mekteplerinde son derece mühimdir. Zira bu +mekteplerdeki İslam gençleri eğer hakīkī bir terbiye-i diniyye +altında tutulmazlarsa istikbal-i İslam için muzır bir surette yetiştirilmeleri +bir vazifede tekasül ile ataletin son derecesini göstermiştir. +Daha ufak bir hata lazım idi ki efkar-ı umumiyyede adem-i +memnuniyyet tam ma’nasıyla tezahür etsin. +Son hata pek de evvelkilerden geri kalmaz.. Reisü’l-ulemaya +bir şey hakkında şikayet için gelen hey’eti muma-ileyh +kabul etmek istemiyor ve murahhasları vasıtasıyla bütün +hey’eti bir reisü’l-ulemanın ağzına yakışmayan elfaz-ı +galiza ile tahkīr ediyor. +nomisine müteallik olduğunu söyleyerek red eder. Mes’ele +Hacegan Meclisi’ne havale edilir. +Meclis-i mezkur dört kişiye karşı on altı re’y ile reis ve +da’vet eder. Bakalım reis kendiliğinden isti’fa ederek hey’eti +daha yüksek makamlara şikayete mecbur etmeyecek mi? +Eğer bütün hatalarını bir dereceye kadar unutturmak isterse +çekileceği muhakkaktır. Ümid etmeyiz ki muma-ileyh +kendisine adem-i emniyyet beyan eden bir milletin riyaset-i +mütalebatına muvafakat etmesin. Bu artık hata olmaktan +çıkarak umur-ı milliyyemize başkalarının karışmasını mucib +olacak bir cürm bir cinayet halini kesb eder. İhbarını vaad +ettiğim ikinci hadise-i mühimme budur. Ehemmiyetini de +arz edeyim: +Bu son hadisede her ne kadar zahiren fırka cereyanları +halledilmiyorsa da o surette tefsir edilebilmek mahiyetini +haizdir. Reis aleyhinde mahkemeye müracaat eden hey’etin +ekserisi ekseriyet fırkası efradındandır. Halbuki reisü’l-ulema +fırka-i mezkurenin ileri gelenleri ile iyi geçinemiyor. +Binaen-aleyh mes’ele pek çapraşık idi korkuluyordu ki +sakın Hacegan Meclisi meslek gayretini güderek reisin bu +kadar hataya ve kusurlarına karşı ona beyan-ı i’timad etmesinler. +olacağını daha karar verilmeden iddia ediyorlardı. Ve’l-hasıl +Hacegan Meclisi’nin bu mes’ele hakkındaki mukarreratına +–gerek tarafdar gerek aleyhdar– herkes son derecede +muntazır idi. Mukarrerat yukarıda beyan ettiğim gibi zuhur +edince İlmiye’nin her gayretten ziyade gayret-i diniyye ve +milliyyesi bulunduğu tezahür etti. İlmiye’nin riyasetinde ona +layık olacak olmayan bir adama –ne kadar şöhret-i kazibesi +olursa olsun– adem-i emniyyet beyan edeceği anlaşıldı. +Bu vak’a İlmiye’nin mevkiinin ehemmiyetini takdir etmeye +başladığına büyük bir delildir. Arzu ederim ki İlmiye yalnız +kendi reis-i na-layıklarına karşı değil –milletin büyüğü geçinen +liyakatsiz ve hamiyetsiz kesanın aleyhinde dahi avaze-i +şikayetlerini lüzumu halinde– ref’ etsinler. +Bunları yazarken Bosna’nın Hacegan Meclisi’ne aşağıdaki +hitabta bulunmaktan kendimi alamadım: “Yaşayınız +millet-i İslamiyye sizin ancak bu nevi’ gayretlerinizle te’min-i +ka ve meslek gayretinin fevkinde bulunmalıdır.” +Bir de mahkemeye müracaat eden hey’ete birkaç söz +söyleyeyim: “Biraderler! Bu müracaatınız hamiyet-i İslamiyyeye +münafidir. Çünkü bu kadar sene mücahede sayesinde +nail olduğumuz muhtariyete yabancıların müdahalesine +sebebiyet veriyorsunuz. Bu mes’ele zuhur eder etmez +Hacegan Meclisi a’za-yı muhteremesini da’vet etmeli ve +bu işe hükumeti müdahale ettirmemeli idiniz. Buna sebeb +olarak sizdeki fırka gayretini gösterebilirim. Siyaseten aleyh­ +darı olduğunuz bir adamı enzar-ı umumiyyeden iskat için +mahkemeye müracaat ederek muhtari işlerimize hükumetin +müdahalesini mucib olmak zannetmem ki hamiyetle kabil-i +tevfik olabilsin.” +ŞUUN +OSMANLI-İTALYAN MUHAREBESI +Atideki ma’lumat Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +Ajansı’na tebliğ edilmiştir. +Humus cihetindeki asakir ve mücahidinimiz +tarafından fecr zamanında şarktan iki kol ile Lide harabelerine +bir hücum icra olunmuş ve muharebe pek kanlı ve +şerefli bir surette yedi saat devam etmiştir. Mezkur harabede +düşmanın iki büyük istihkamının dairen ma dar sekiz sıra +tel örgüsüyle muhat olmasına lağım top tüfenk mitralyöz +ateşlerinin pek şiddetli te’siratına rağmen şeci’ ve fedakar +mücahidinimiz bu gibi mevani’-i fer’iyyeyi makas ve bıçaklar +kurtulmamak şartıyla cümlesini itlaf ve istihkamın müdafi’lerine +aid cesim İtalyan bandırasıyla bil-umum tüfenklerini +yükler ile cephane ve müteaddid dürbin ve emsali eşya-yı +askeriyyeyi iğtinam ve istihkamdaki iki topu da tahrib etmişlerdir. +Bu istihkamların zabtı esnasında ikinci kol deniz kenarına +kadar ilerleyerek düşmanın hurmalıklar arasındaki mıntıka +dir. Bu ihtiyatın bakiyyetü’s-süyufu diğer bir istihkama iltica +suretiyle ancak canlarını kurtarabilmişlerdir. Mevani’-i +fer’iyyenin tahribiyle uzun bir zaman uğraşıldığı esnada +şehirde ve Merkab tepesinde bulunan düşman ihtiyat-ı +umumisi Lide’nin muavenetine şitab etmiş ise de istikamet-i +hareketine evvelce ta’yin edilen mücahidinimiz tarafından +açılan ateşle tamam yedi defa ric’ate icbar edilmiş ve bu +saha-i cenk ü vega dahi düşmanın maktulleriyle dolmuştur. +Seydibarak ve Merkab mevki’leri ve Humus şehri bataryalar +masından dolayı oralarda kalmak mümkün olmadığından +erzak deposu ve cephanelik kamilen ihrak ve avdet olunmuştur. +Düşmanın bu muharebede biri yüzbaşı olarak takriben +on yedi zabit ve bin neferi mütecaviz telefatı vukū’ bulmuştur. +Bizim yüz kadar şehid ve iki yüz kadar mecruhumuz +vardır. Mülazım-ı Evvel Ali Faik Efendi şüheda miyanındadır. +Düşmanın gösterdiği mukavemet-i şedideye rağmen +kitabe-i şan ü şerefine bir sahife-i celadet daha ilave etmiştir. +Haziran-ı Rumi’nin üçüncü günü Misrata’nın +Kasr-ı Ahmed İskelesi önüne altı harb ve dört nakliye sefinesiyle +gelen düşman icra ettiği bombardımanı müteakib +oradaki muhafızlar ile bir saat kadar şiddetli muharebeden +sonra civardaki Buşair mevkiine asker çıkarmıştır. Tarafımızdan +tertibat-ı lazımeye tevessül edildi. +Mayıs’ın ’ıncı günü düşmanın dört beş +yüz kişilik bir kuvvetiyle müsademe edildi. Mezkur kuvvete +ateşine mukavemet edemeyerek bir hayli maktul ve eşya +terkiyle firar etti. Bu müsademelerde zayiatımız yoktur. +Mayıs’ta bir düşman tayyaresi iki bomba +atmış ise de zayi’at olmamıştır. +Derne’de Mayıs’ın ’inci günü ale’s-sabah +suud eden düşman tayyaresinden ordugahımız civarına atılan +bombalardan hiçbir zarar görülmemiştir. Mezkur tayyare +piyade ve mitralyözlerimiz tarafından edilen ateş ve toplarımızla +endaht olunan şarapneller üzerine mecbur-ı ric’at +edilmiş ve şarapnellerimizden birinin te’siriyle tayyarenin +sakatlanarak Derne vadisine sukūt ettiği istihbar kılınmıştır. +Hükumet-i Osmaniyye ile İngiltere hükumeti beyninde +Kuveyt-Basra mes’elesi hakkında cereyan eden müzakeratın +kariben hitam bulacak ve onbeş yirmi güne kadar İngiltere +hükumeti Babıali’ye suret-i resmiyyede ve tahriri bir cevap +gönderecektir. İstihbarata nazaran Devlet-i Osmaniyye Kuveyt +hakkındaki protokolün muhafazası hususunda İngiltere +hükumetiyle hem-efkardır. Mezkur protokolde gerek hükumet-i +Osmaniyye’nin gerek İngiltere hükumetinin Kuveyt’e +asker çıkarmayacakları musarrahdır. Kuveyt’in suret-i idaresine +gelince burası da Cebel-i Lübnan’daki idare şeklinde +bir idare-i hususiyyeye mazhar olacaktır. Bağdad şimendüferinin +nokta-i intihaiyyesi hakkında şu suretle ittifak hasıl +olmuştur. Basra Körfezi’ne kadar temdidi tasavvur olunan +hattın inşasından kısmen sarf-ı nazar olunmuş mezkur hattın +yalnız Basra’ya kadar temdidi karargir olmuştur. +Girit’de münteşir İstikbal gazetesinde +okunduğuna göre düvel-i hamiyye Girit’in tahribatına karşı +olmak üzere ihracata vaz’ edilmiş olan yüzde üç resmin +temdid-i dercine ve ada umur-ı maliyyesinin taht-ı teftişe alınacağına +dair Girit hükumetine yeni notalar vereceklerdir. +Teftiş mes’elesi Girit Rumlarının menfaatperest siyasiyyununu +düşündürüyor. +Yunanistan Hükumeti bir +konferans in’ikadı ihtimalini nazar-ı i’tibara alarak Girit +mes’elesinin tesviyesini de konferans proğramına idhal için +düvel-i muazzama ile müzakerata girişmiştir. Eğer bu teklif +esas i’tibarıyla kabul edilecek olursa Yunanistan Teşrinievvel’e +ta’lik edilmiş olan Yunan parlamentosunun küşadında +Girit meb’uslarını kat’iyyen red edecektir. +Kıbrıs’da münteşir Vatan gazetesinden: +“ senelik Osmanlı ve senelik İngiliz idaresinin +tarik-i medeniyyete isale muvaffak olamadığı bir kısım +Kıbrıs Rumlarının hayli senelerden beri İslamı az olan köylerde +görülmekte olan muamelat-ı vahşiyyanelerinin geçen +Mayıs’ın ’inci günü Limason’da gayet büyük mikyasta ve +adeta katl-i am şeklinde bir nümunesi zuhura gelmiştir. +Osmanlıların ve İngilizlerin nesayih ve tedabir-i medeniyyelerinden +ziyade Yunan müşevviklerine kulak vermek +leke olabilecek olan vak’a-i mezkureyi meydana getirmişlerdir. +Yunan müşevvikleri tahayyül ettikleri imtiyazatın istihsali +etmek tehdidini Lefkoşa’da İslamları mes’ul ettirmek tarikiyle +sakin ahalinin takriben üçte biri İslam ve ikisi Rum olduğundan +Rumlar tarafından bir hücum tertibine dahi cesaret +edemedikleri cihetle takriben beşte biri İslam ve dördü Rum +olan Limason kasabasına panayır münasebetiyle gelen iki +o kadar daha Rumlardan bil-istifade ahz u i’talarıyla meşgūl +olan bi-çare İslam ahalisinin üzerine dehşetli bir hücum +tertib ile icrasına başlamışlardır. +Kıbrıs Rumlarının terakkī ve temeddün edip kendi kendilerini +kesb-i istihkak ettikleri iddiasıyla İngilizlerin şimdiki idaresine +artık tahammül edemeyeceklerini ve kendileri Afrika +vahşileri olmadıklarını beyan eden Rum ser-amedanından +birkaç kişilerin hin-i hücumda ictima’ eden haydudların başında +hücumu teşvik ve teşci’ etmelerine nazaran terakkī ve +temeddünden neyi murad ettikleri tamamıyla anlaşılmış ve +hakīkaten bir kısım Rumların Afrika vahşileri gibi olmayıp +dünyada misli bulunmayan vahşilerden olduklarını fiilen +bir hiss-i hayvani ile hareket ederler. Limason vahşileri ise +ları cihetle Afrika vahşilerini gölgede bırakmışlardır. +Limason menabi’-i muhtelifesinden vürud eden ma’­ +lu­ +mat şu zemindedir: +Geçen Pazartesi günü öğleden sonra vasati saat üç buçuk +raddelerinde Limason kasabasında birkaç köylü İslam +bir Hıristiyan arabasıyla gezmekte iken bir Rum kahvehanesinde +oturan Rumlar tarafından üzerlerine şişe teneke +taş ve saire atılarak içlerinden birisi başından cerh ve araba +durmaya mecbur edilir. +Araba durunca başlarının çaresini aramak üzere İslamlar +arabadan inerler ve bu hakaretin esbabını Rumlardan sorup +taarruzatın önünü almak isterlerse de kırk elli raddesinde +bulunan Rumlar İslamları piyade olarak görünce hepsi +birden hücum ile bunları abluka ve darb etmeye teşebbüs +ederler. +Tehlikenin büyümüş olduğu ve hiç tanımadıkları hıristiyanlar +tarafından dayak altında ezileceklerini hisseden İslamlardan +Piskopi karyeli Ahmed Emir Hüseyin bıçağını çıkarıp +müdafaa-i nefse çalışır. Hücum kesb-i şiddet eder. Bunun +üzerine Ahmed üç dört Rumu hafif surette cerh +ederek hatt-ı muhasarayı yarıp kurtulur. Diğer dört arkadaşı +dahi İslam çarşısına iltica ve polise ihbar-i keyfiyyet eder. +Bu esnada sallanmakta olan kilise çanının topladığı kasabalı +ve köylü beş altı bin raddelerinde Rumlar birkaç Rum +ser-amedanının aleni surette teşvikiyle çarşılarda birkaç yüz +raddelerinde bulunan İslamların üzerlerine dükkanlarına +“Yaşasın Yunanistan! Yaşasın ilhak!” sadalarıyla hücum +ederler. +Hücumu men’a çalışan İngiliz mevki’ kumandanıyla +Yüzbaşı Mehmed Efendi dahi darb olunur. Hücum devam +eder. Ellerinde taşlar sopalar bıçaklar revolverler ile müsellah +olan Rumlar çarşıda ve işinde gücünde hiçbir şeyden +haberdar olmayan İslamlardan erkek kadın çocuk her +kimi rast gelirlerse darb ve cerh ve İslam dükkanlarını tahrib +ederek yollarına devam ederler. +Üç kola ayrılan muhacimlerden takriben iki bin raddelerinde +olan bir kol Komiseryat yolundan İslam mahallesine +gitmeye başlar. +Mevki’ kumandanıyla Yüzbaşı Mehmed Efendi sekiz on +süvari ile yetişerek bunları men’a çalışırsa da bu hey’et zabıtaya +dahi hücum ederler. Süvarileri kumandanı taşlar ve +değnekler ile darb ederler. Mehmed Efendi’yi attan düşürürler. +Mehmed Efendi tekrar atına binerek arkadaşlarıyla +birlikte gayet cesurane savletler icrasıyla hücumu men’a devam +eder. Bu suretle hayli müddet uğraşılarak büyük müşkilatla +Diğer iki kol ve buradan avdet edenler İslam dükkanlarını +sıradan tutarlar sokaklarda ve dükkanlarda rast geldiklerini +darb ve cerh ettikten sonra dükkanların mefruşat ve kapı ve +pencerelerini yıkılabilen kırılabilen yerlerini tahrib ederek +yola devam ederler. Dükkanları müteakib panayır münasebetiyle +ötede beride olan İslam satıcılarına hücum edip darb +ve cerh ettikten sonra sattıkları eşyayı yemişlerini ve paralarını +yağma ederler. Zabıta hey’etinin kuvveti muhacimlere +nisbetle yüzde bir raddelerinde bile olmadığından tedabir-i +şedideye müracaat olunamayarak yalnız havaya silah atılmakla +vahşetler iki saat kadar devam ettikten sonra gerek hey’et-i +zabıtanın gayret ve fedakarlığı ve gerek Polamidya’da bulunan +seksen kadar İngiliz asakirinin akşam üzeri yetişmesi +tahribat ve cinayattan artık yorulmuş olan muhacimleri kendi +mahallelerine avdet ettirmiştir. +Gazetemizin bu sahifesini tab’ ettiğimiz sırada gelen haberlere +nazaran iki taraftan üç maktul ve tehlikeli mecruh +olduğu anlaşılmaktadır. Hafif mecruhların mikdarı henüz +ma’lum değildir. +Bu tafsilatı i’ta eden Kıbrıs gazetesi Rum ahalinin hunharane +muhacematı esnasında müteferrik olmak üzere ne +mühim fecialar irtikab ettiklerini de uzun uzadıya yazıyor. +Biz bunların naklinden sarf-ı nazar ediyoruz. Yalnız öteden +beri Rum ahali ile meskun adalar ahalisinde meşhur olan +halet-i ruhiyyenin iç yüzü ne kadar kötü olduğuna dair bu +vak’anın da şehadetini Avrupa alem-i medeniyyetinin nazar-ı +dikkatine arz ederiz. +Şarkiyye namıyla olup Van ile Musul arasında altı nahiyeyi +arasında münazaun-fih olduğu ma’lumdur. Rusya Hükumeti +bu arazinin Osmanlı askeri tarafından işgal olunduğunu +ve bunu Rus hududunun hükumet-i Osmaniyye tarafından +tehdidi makamında telakkī ettiğini Babıali’ye bildirmiş ve +bunun üzerine hükumet mülkiye müfettişlerinden Ali Seydi +Bey’i beray-ı tahkīkat mahalline i’zam etmişti. Muma-ileyh +tahkīkatını ikmal etmiş ve Dersaadet’e avdetle raporunu +Dahiliye Nezareti’ne takdim eylemiştir. +Alınan ma’lumata nazaran bu raporda mes’elenin bir +su’-i tefehhümden ibaret olduğu anlaşılarak tarafeyn beyninde +lenin İran tahdid-i hududu mes’elesine de aidiyeti olması +cihetiyle Tahdid-i Hudud Muhtelit Komisyonu’na gönderilmiştir. +Geçenlerde Osmanlı-İran +hududu üzerinde vukūa gelen bir hadiseden dolayı +Tahran Sefiri Emin Bey tarafından İran hükumetinin nazar-ı +dikkati celb edilmişti. Bu mes’ele hakkında tahkīkat icra +edilmiş ve İranlıların Osmanlı hududunu tecavüz ettikleri +anlaşılarak müsebbiblerinin tecziyeleri taleb edilmiştir. +tahkīk etmek üzere hududa azimetle ahiren avdet eyleyen +Ali Seydi Bey tanzim ettiği diğer raporu Harbiye Nezareti’ne +takdim eylemiştir. +Tan gazetesine Petersburg’dan +vaki’ olan iş’ara nazaran Urumiye’ye aid olup +Osmanlı-İran Muhtelit Komisyonu tarafından tahdid-i hudud +mesailine dair cereyan eden müzakerat hiçbir netice +vermemiştir. Osmanlı murahhasları iddia edildiğine göre +pek az ihtilafkar görünüyorlar imiş. Osmanlı murahhasları +hududun eski şeklini ta’yin eden bir haritayı taleb etmekte +müstenid harita bulunmadığını iddia ediyor. +Mesned-i celil-i Sadaret-i Uzma’ya +Rebi’ulahir sene tarihiyle Afganistan emiri +hazretleri canibinden irsal olunan Farisiyyü’l-ibare mektubun +tercümesi suretidir: +“Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin sadr-ı a’zamı bulunan +muhibb-i aziz ve mihribanımız Mehmed Said Paşa zade +kadruhu hazretlerine İstanbul harik-zedeganından melce’ +ve me’vasız kalanlar için muhibb-i İslam ve İslamiyan olan +senaverleri tarafından i’ta olunan bin aded İngiliz lirasının +vusulünü ve muma-ileyhimin teşekküratını mutazammın +Zilhicce sene tarihli mektub-i muhabbet-uslubları +dest-i senaveriye vasıl ve badi-i meserret-i hatır olmuştur. +Meblağ-ı mezburun ber-vech-i dil-hah sarf edildiğinden +dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena eder ve bil-münasebe +şurasını da beyan eylerim ki senaverleri rabıta-i cinsiyyet +ve milliyyet hasebiyle efrad-ı millet-i İslamiyyeden her ferd +hakkında fevka’l-ade muhabbet-perverde eylemekte bulunduğumdan +daima onların meserretleriyle dilşad ve mihnetleriyle +gamnak olmaktayım. Ecza-yı memalik-i Osmaniyyeden +olan Trablusgarb ahalisine karşı İtalyanlar tarafından +bi-muhaba bir takım tecavüzat-ı hunharane ika’ edildiği +peyderpey varid olan haberlerden anlaşılmış ve bundan +dolayı dil-i meveddet-menzil-i senaveranemde hasıl olan +galeyanın ne merkezde olduğu Afganistan’da münteşir Siracü’l-Ahbar +gazetesinde elbette manzur-ı sami-i fahimaneleri +buyurulmuştur. Bunun te’siri mes’ele faysal-pezir oluncaya +kadar kalbimden zail olmayacaktır. Binaenaleyh Trablusluların +felaketlerine bil-iştirak şüheda-yı salihinin eytamına +muavenet ve mecruhin-i mücahidinin hatırlarını tatyib +maksadıyla bu kere iane defterleri tertib olunmuş ve Afganilerden +her ferdin kendi arzusu ve vüs’-i iktidarı nisbetinde +edilmiştir. İnşaallah Afganiler bu teşebbüsü kemal-i şevk ve +hahişle hüsn-i hitama isal edeceklerdir. Lehü’l-hamd Afganistan +pek vasi’ bir memleket olmak hasebiyle ianenin cem’ +ve tahsili bir az zamana muhacdır. Şimdilik cem’ edilen altı +bin İngiliz lirası Bombay Osmanlı Başşehbenderi Cafer Bey +vasıtasıyla huzur-ı samilerine irsal olunduğu gibi ba’dema +cem’ edilecek mebaliğ dahi peyderpey gönderilecektir. Hemen +Cenab-ı Hak hüsn-i muvaffakiyyet ihsan buyursun.” +Hüccaca Karşı – Avam Kamarası’nda Mösyö Fots +Mekke ve Medine’ye azimet edecek olan hüccac-ı müslimine +taarruz etmemek üzere İtalya’nın bir guna taahhüdatta +bulunup bulunmadığını Hariciye nazırından sual eylemiş +ve taarruz vukūunda İngiliz tabiiyetinde bulunan İslamların +müte’essir olacaklarını beyan eylemiştir. İtalya’nın hüccacı +hamil bulunan sefain-i nakliyyeye karşı müsamahakarane +bulunacağını ve İtalya tarafından ittihazına tevessül olunacak +olan tedabirin hüccacın müruruna mani’ olacak mahiyeti +haiz olmayacağı ümidinde bulunduğunu Sir Edward +Grey cevaben beyan eylemiştir. +Tebriz vali-i umumisi +nezdinde ulema-i belde tarafından akd edilen bir ictima’da +müslümanlara hitaben evamir-i diniyyeye ve örf ve asayiş-i +memlekete riayet vesayasını mutazammın bir beyanname +neşri taht-ı karara alınmıştır. +Times ’in istitlaatına nazaran +kabinede Bahtiyariler unsurunun çok bulunmasından naşi +adem-i memnuniyyetini izhar etmek üzere Hariciye nazırı +mamıştır. Son haberlere göre Muhteşemü’s-Saltana müsta’fi +Vüsuku’d-Devle yerine Hariciye nazırı ta’yin olunmuş ve +hal-i hazırdaki İran kabinesi tamamıyla Rus tarafdarı bulunmuştur. +– İran Naib-i +Hükumeti Nasıru’l-Mülk geçen Salı günü Avrupa’ya müteveccihen +hareket etmiş ve müşarun-ileyhi salimen hudud +haricine kadar isal için elli İran jandarması terfik edilmiştir. +Etrafına bin kadar adam cem’ etmiş bulunan +Salarüddevle Firuzabad cihetlerine gitmiştir. Tahran +Hükumeti iğtişaşa meydan vermemek için tedabir-i lazımeyi +El-yevm Ferman-ferma Kirmanşah’da +Kürdistan ve Luristan İran valisi sıfatıyla bulunuyor. Ekser +Kürd rüesası muma-ileyhe arz-ı mutavaat eylemişlerdir. +Hükumet asakiri küçük bir kuvvet ile Kirmanşah civarında +tahassun eden Salarüddevle’yi elegeçirebilmek üzere Kirmanşah’da +kalacaklardır. Hükumet asileri bu defa suret-i +kat’iyyede tenkil eylemiştir. +Şahsevenler’le Rusya asakiri +arasında müsademat vukūa geldiği Rus hududundan iş’ar +edilmektedir. Rusların mağlub edildiği rivayet olunmaktadır. +Bombay’dan Times ’a iş’ar +olunmuştur: Afgan hududunda bulunan mevsuku’l-kelim +bir muhabirin iş’aratına nazaran Host kabaili el-an hal-i +duğu gibi Afgan asakiri tarafından mühim bir muvaffakiyet +emirinin adem-i faaliyyeti nakliyat için lazım gelen yolların +alatın fıkdanından münbaisdir. Gaznin’de asilerin ihraz-ı +muvaffakiyyet ettikleri söylenmektedir. Afganistan emiri +hazretleri ki ittihad-ı İslam tarafdarıdır müslümanlarla darb +u harb etmeyi pek arzu etmiyor. Emirin niyeti asileri sulh +ve müsalemet dairesinde ikna’ etmektir. Bu hususta me’yus +olursa o zaman silahla asilerin te’dibini deruhde edecektir. +Gazai kabilesine mensub olan usatın silahları pek mükemmeldir. +Afganistan asakirinin kendi hem-cinslerine karşı +muharebe edip dahildeki ihtilalleri söndürebilecekleri henüz +ma’lum değildir. Asakir-i muntazama geride bulunup +asilere karşı muharebe etmek için gayr-ı muntazam askerler +öne sevk olunmuşlardır. Kabil’den alınan havadise bakılırsa +Emir kabail-i asiyye ile bir muahede akd etmekle ihtilale +nihayet vermek tarafdarı görünüyor. Bu halde mücazatsız +kalan ihtilalciler en sonra başka fenalıklara da sebebiyet vereceklerdir. +Times ’da münderic +bulunduğuna nazaran Host şehrindeki kabail-i asiyye mahall-i +mezkur valisinin azlini taleb etmeleriyle Emir hazretleri +mes’ullerinin is’af buyurması üzerine isyana nihayet vermişlerdir. +Mezkur kabail-i asiyyeye icra-yı nesayih-i mü’essire +danı Ceneral Abdülaziz Han bir nutuk irad etmiş ve demiştir +ki: “Emir hazretleri sizi teslih etmekten maksadları silahlarınızı +kendinize İslam İslam’a karşı su’-i kasd etmek için değildir.” +Bunun üzerine bütün asiler arz-ı inkıyad ve teslimiyyet +ederek meydan-ı harb ü vegadan dağılmışlardır. +Daily Telegraph ’a Petersburg’daki +muhabiri tarafından iş’ar olunmuştur: Petersburg’a +vasıl olan havadise nazaran Rusya’nın şark-ı cenubisinde +kain Tatar gençleri arasında hükumet-i Osmaniyye +ve Panislamizm amali lehinde bir propagandacılar cem’iyeti +keşf edilmiştir. Kazan’a tabi’ ve Patka kasabasında derdest +edilen mezkur propagandacılardan ekserisinin isticvablarına +dair hükumet tarafından evamir-i resmiyye ısdar edilmiş ve +aynı zamanda o havalide bulunan bütün mekatib-i hususiyye-i +Kaşgar’dan Petersburg’a telgrafla +linde bulunuyorlar. Kaşgar şehrinin en nüfuzlu ekabirinden +birisi katl edilmiştir. Bu zat siyaseten ahali üzerinde büyük +bir nüfuza malik idi. Me’murin-i hükumet ortalıkta hasıl olan +kargaşalıktan ürkmüşler üç gün üç gece teskin-i fesad için +bila-aram çalışmış iseler de muvaffak olamamışlardır. Şuriş +ve iğtişaş Parkand Kargalık Goma ve Hoten vilayetlerine +de sirayet etmiştir. Ahali bütün devair-i hükumeti zabt +ederek idare-i umuru ele geçirmişlerdir. Ahali milis askerleri +teşkil ederek her tarafa yayılmışlardır. Geçen Haziran-ı +Efrencinin ikisinde vaktiyle ahali tarafından intihab olunan +Maralbaş valisi de yine ahali tarafından katl edilmiştir. Hoten’deki +me’murin-i hükumet kamilen kaçmışlardır. +Rusya Hükumeti Kaşgar’a Ka­ +zak ve piyade askerlerinden bir mikdar kuvvet sevk ederek +husule gelen iğtişaşı teskin etmek istiyor. Çin ihtilalcileri +beyninde münakaşa ve ihtilaf hasıl olmuştur. Kaşgar’da her +ne kadar ufak fakat yağmalar vukū’ bulmuş ise de şayan-ı +ehemmiyyet değildir. +Kaşgar’dan Petersburg’a gelen haberlerden +ahvalin gittikçe fenalaşmakta olduğu anlaşılıyor. +Aksu’da Çinlilerin avam takımına mensub pek çok kimse +türeyerek milis halinde bir kitle teşkil edip kasabanın idaresini +ele almaya çalışıyorlar. Rusya Hükumeti tarafından +gönderilen kuvve-i askeriyye Kaşgar’a muvasalat etmiş ve +me’murin-i hükumeti itlaf edenleri asmışlardır. +Sila’dan Times gazetesine iş’ar +olunduğuna göre Hindistan’ın yeni makarr-ı hükumeti olan +Dehli şehrinin diğer bir mahalle nakli takarrur ederek daha +güzel vasi’ ve düz bir ovada yeniden inşası kararlaştırılmıştır. +Bu mahallin manzarası gayet latif olmakla beraber +suyu da pek mebzul imiş. +Hindli Seyyid Emir Ali hazretlerinin +eser-i himmeti olan Trablusgarb’daki İngiliz Hilal +Cem’iyeti için Hindistan ağniya ve ahali-i müslimesi tarafından +verilen iane mecmuu beş bin yüz otuz dört İngiliz +lirasıyla on üç şiline baliğ olmuştur. +Fas ahvali gittikçe fena renk kesb ediyor. Fransızlar peyderpey +Marakeş’e asker ve erzak ile mühimmat sevk ve +el-yevm Fas’ta elli bin Fransız askeri bulunmaktadır. Bununla +beraber Fransızlar hiçbir hatırı sayılacak muvaffakiyet ihraz +etmemişlerdir. +Tebaa-i ecnebiyyeye tabi’ olan Avrupalılar korku ve meskenetlerinden +hep kendi konsolatolarına iltica eylemişlerdir. +Fransa cenerallerinden Marakeş’e suret-i fevka’l-ade ve +salahiyet-i tamme ile gönderilen Ceneral Liyokay pusulayı +şaşırmış ve ne yapacağına dair hayran kalmışlar. Mulay +Hafiz’i kaçırmamak için onu muhafaza eden Fransızların +maksadı onun nüfuz-ı mevhumu sayesinde iş görmektir. +Halbuki bil-umum Fas kabaili müşarun-ileyhi hain-i vatan +telakkī ettiklerinden ona hiçbir hürmet ve alakaları kalmamıştır. +Daimi surette Fransız asakirine karşı sell-i seyf-i cihad +eden Fas kabail-i İslamiyyesi hemen her tarafı sararak Fransızları +pek fena surette düşündürmektedirler. +Faslıların maksadı Mulay Hafiz’i hal’ ettikten sonra +an-asıl Mekke şürefasından olup müddet-i medideden beri +Fas’ta neşr-i envar-ı ilm ü ma’rifet eden abid zahid Seyyid +Abdullah’ı Fas Sultanlığı’na intihab ve iclas etmektir. +Fransa Hükumeti Fransa matbuatına icra ettiği resmi bir +tebliğname mucebince Fas’taki Fransız asakirinin muvaffakiyetsizliğinden +bir şey yazmamaları lüzumu tavsiye olunmuştur. +Lakin Marakeş’te bulunan İngiliz matbuatı muhabirleri +buna havale-i sem’-i i’tibar etmeyerek gördükleri ve işittikleri +hakayıkı mensub oldukları gazetelere bildiriyorlar. +Times gazetesinin bu babda yazdığı bir başmakalede +Fransa hükumetinin nazar-ı dikkatini celb ederek kemal-i +ehemmiyyet ve şiddetle münazaata nihayet vermek için +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHI ’NIN + +---- +HATALARI +---- + +lik’tir” derdi. İmam-ı Şa’bi ise “Abdülmelik bin Mervan’dan +başka kiminle görüştüm ise kendimi ona faik buldum.” demişti. +Bu sözlerin hepsini allame Suyuti Tarihu’l-Hulefa ’sında +zikr ediyor. İşte Kur’an okuduğu bir sırada kendisine +hilafeti haber verilen Abdülmelik işin ehemmiyet-i azimesini +düşündü. Bu kadar ağır bir yükün başka işlerden el çekilmedikçe +kaldırılamayacağını anladı da kemal-i tahassüründen +elindeki Kur’an’a hitaben “Bu seninle son sohbetimizdir.” +dedi. Yani şimdiye kadar olduğu gibi artık bundan böyle +de sırf ibadetle tilavet-i Kur’an ile meşgūl olmak kabil olamayacağını +söyledi. Görülüyor ki bu söz mutlaka dini tahkīr +yolunda söylenmiş değildir. Zaten hilafetinden sonra da Abdülmelik’in +feraiz ile sünen ile iştigalini görüyoruz. Evet namaz +kılıyor oruç tutuyor hacca gidiyor. Ya’kūbi Tarih ’inde +diyor ki: senelerinde Hicaz’a Haccac’ı gönderdi. +’de Abdülmelik kendisi gitti. senelerinde +Hazret-i Osman’ın oğlu Eban’ı gönderdi. Ka’be’ye kumaş +tahkīr etmek isteyen bir adamın karı mıdır? +Müellif diyor ki: “İbni Zübeyr’in başını Ka’be’nin içinde +kendi eliyle kesti” Cild Sahife . +Müellif bu rivayeti el-Ikdü’l-Ferid ’den alıyor. Zaten bu +gibi vak’alarda bu gibi asar ile istişhad kendisinin mu’tadı +olan hilelerden biridir. Bilirsiniz ki İbni Zübeyr’in katli hadisesi +Taberi İbnü’l-Esir gibi söylediğine i’timad olunur bütün +müverrihlerce me’haz tanılır kütüb-i tarihiyyenin kaffesinde +mezkurdur. Lakin vak’a bu kitaplarda müellifin istediği tarzda +tasvir edilmiş olmadığı için hiç birisini kale almayarak +muhazarat sınıfından bir kitaba sarılıyor ki bu gibi kitaplara +elde başka bir me’haz bulunmaz usule de muhalif düşmezse +müracaat edilebilir. İşte gerek Taberi’de gerek diğer mu’teber +tarihlerde musarrah olduğu vechile İbni Zübeyr Hacun’da +erbab-ı tuğyandan birisi tarafından öldürülmüştür +yoksa başı Ka’be’de kesilmiş değildir. +Müellif diyor ki: “Ka’be’yi yıkdılar” +Yukarıda söyledik ki Ka’be Haccac’ın hedefi değildi. +Haccac mancınıkları İbni Zübeyr’in ilave etmiş olduğu kısma +çevirmiş bu ilave ise asıl Ka’be’ye muttasıl olduğu için +atılan taşlardan bir kısmı da Ka’be’ye isabet etmiş idi. Haccac +kıtali bitirdikten sonra ilk emrini Mescid-i Haram’ı taşlardan +kanlardan temizlemek için verdi. İbnü’l-Esir bunu sarahaten +söylüyor. Pekala Mescid-i Haram’ı sildirip süpürtmek +Velid’in küfrüne mushafı okla nişan alıp parça parça ettiğine +sonra; +! +Beyitlerini söylemesine gelince müellif bu rivayeti +Agan i’den alıyor. Vak’a Agani hurafatındandır. Ma’lumdur +ki Agani sahibi şiidir. Emevilere buğz etmeyi onları küçük +düşürmeyi kendisine din ittihaz eder. Beyitlerin üzerinde ise +tevlid damgası gözüküp duruyor. Edebiyat ile azıcık münasebeti +olanlar şu uslub-ı nazmın asla eskilere aid olmayıp +müvellidin malı olduğunu kolayca anlarlar. +TEFSIR-I ŞERIF + +---- +. . . +---- + +Tercümesi +“Şairlerin arkasından ancak sapıklar gider. Görmüyor +musun ki onlar her vadide dolaşıyorlar. Hem yapmadıkları +şeyleri söylüyorlar. Yalnız iman ederek a’mal-i salihada bulunanlarla +Allah’ı sık sık hatırlayanlar; bir de zulüm gördükten +sonra intikam alanlar için söz yoktur. Zulmedenler ise +nasıl bir akıbete uğradıklarını anlayacaklardır” +* * * +Bu ayat-ı kerime + +---- +. ... +---- + +hitabıyle başlayan Sure-i Şuara’nın başındadır. +Hakīkat her vadiye dalıp çıkan; yalancılıktan başka sermaye-i +san’atı olmayan; mevzu’ tükendikçe ötekinin berikinin +namusuna hücum eden; herkesin harim-i serairini açmak +kafiye uğrunda bin hakīkati bin hikmeti kurban ediveren; +bir nükte hatırı için hatıra gelmeyecek rezaile agūş açan bu +serserilerin etrafında daima bir sürü kopuk dolaşır ki bunlar +o herze-vekillerin kustukları hezeyanları ni’met iğtinam eder +gibi iltikam ederler de gezdikleri yerlere saçıp dururlar! +çıları mensub oldukları millet için birer musibettirler. Evet +bunların mikdarı hüsran-ı ictimainin en sağlam ayarıdır. +Din namına ahlak-ı fazıla namına Allah korkusu namına +kalbinde hiç bir his taşımayan; zulme haksızlığa karşı ansamimi’r-ruh +cuşa huruşa gelmeyen şairler hangi cemaatte +mebzul ise Allah o cemaatin belasını verecek değil vermiş +demektir. +Öyle ya evvela bir milletin ruhu edebiyatında eş’arında +görülür. +Ruh-ı ictimaisi yüksek olan bir milletin sinesinde bu gibi +esafil türese de üreyemez. +Saniyen efrad-ı milletin terbiye-i ictimaiyyesini yükseltmek; +ulvi bununla beraber sağlam fikirleri beliğ bir beyanın +te’sir-i sahiriyle kalblerde his haline getirmek ancak şairlerin +vazifesidir. +Bu vazifenin ihmali milletin izmihlalidir. +Şeriat-i garra-yı İslamiyye şiirin temizini makbul murdarını +medhul görür. Aleyhissalatu vesselam Efendimiz hazretleri +Ashab-ı Kiram içindeki şairlerin neşaidini dinledikten +başka devr-i cahiliyyette yetişmiş söz erlerini de şiirlerinin +kıymetine göre takdir buyururlardı. +Hamasetteki mevkii erişilemeyecek kadar yüksek +olan Antere kendilerinin ani’l-gıyab mazhar-ı istihsanı olan +bir şair-i bahtiyar idi. +Hazret-i Ömer’in hafızasındaki şiirler biter tükenir gibi +değil idi. Hatta Hazret-i Abbas “Ali derecesinde kudret-i ilmiyyesi +Ömer kadar mahfuzat-ı şi’riyyesi olan adam görmedim.” +derdi. +hususi hem umumidir. Yani şair hücuma taarruza uğrayan +şahs-ı ma’sumunun intikamını alacağı gibi zulüm gören ebna-yı +milletini de seyf-i lisanıyla müdafaa edecektir. +nazm-ı celili Kelamullah’ın +en mehib en şedid parçalarındandır. Teessüf olunur +ki onu aslındaki ruh-ı şiddete dair bir fikir verebilecek surette +olsun lisanımıza nakletmek kabil değildir. +Hazret-i Ebubekir ahidnamesinin sonunda bu ayet-i +celileyi irad eylemiştir. Cevdet Paşa merhum Kısas-ı Enbiya +’sında o ahidnameyi tercüme etmiştir ki biz aslını +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +niyle yazıyoruz: + +---- +. . . . . . . +---- + +Mehmed Akif +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKĪKAT +Server-i Enbiya aleyhi eşrefü’t-tehaya Efendimiz tevarüd +eden evamir-i Rabbaniyyeye tevfik-ı hareketle evvela +kendi aşiret ve akrabasından bed’ ile da’vet ü irşadını bütün +akvam-ı Araba Hicaz ve Tihame ve Yemen ahalisine +ta’mim buyurduktan sonra bil-cümle müluk-i dünyaya etraf +u afak-ı aleme da’vetnameler neşr ü irsaline de bezl-i inayet +ve kaffe-i efrad-ı beşeriyyenin nail-i hidayet olmalarına +sarf-ı himmet buyurdular ve mazhar oldukları fütuhat-ı celile +ve muzafferiyat-ı mütevaliyye üzerine adl ü ihsandan inhırafla +ahlak u ef’al-i pesendide-i ma’rufelerinde zerre kadar +tebeddül görülmemiş huzuzat-ı acileye meyl ile meslek-i +müttehazleri bulunan zühd ü ittikadan kıl kadar ayrılmamışlardır. +Belki niam-i Sübhaniyye teradüf eyledikçe tevazu’ +ve semahatleri artar a’dasına galib geldikçe afv u keremle +muamele buyururlardı. –cild-i evvel’de sebk eylediği üzere– +hiçbir vakit zinet ü ihtişama servet ü saman ihrazına rağbet +buyurmadıkları gibi salahıyet-i kamileleri dahilinde bulunan +yet etmeyerek ümmetin intihabına terk ü tevdi’ buyurmuşlardı. +Bu haller hep taraf-ı Sübhaniden telakkī eyledikleri +evamire müraat-ı kamilede bulunarak haşyet-i ilahiyye ve +menfaat-i hususiyye gözetmediklerini vazıhan ve kat’iyyen +garazkarlar şu bast u beyan olunan hakaik-ı kat’iyye haricine +çıkarak ne diyebilirler? Bunların acz ü garazlarını bir kat +daha meydan-ı vuzuha ibraz etmek için biraz da teferruata +atf-ı enzar ile ahkam-ı şer’iyye ve etvar-ı Muhammediyyeyi +tedkīk edelim: +Bu garazkarlar ibtida-yı İslam’da meşru’ olmayan cihad +hakkında muahharan emr-i Rabbani şeref-vürud etmesi +üzerine Nebiyy-i Zi-şan Efendimiz hazretleri lede’l-icab +küffar ve münafıkīn ile mukatele ederek onları makhur u +perişan eylemiş olmasına mı güceniyorlar? Yoksa bidayet-i +emrde mubah olduğu halde müskirat-ı habise hakkında +ahiren hürmet-i kat’iyye i’lan buyurulmasını mı beğenmiyorlar? +Yahud Mekke-i Mükerreme’den izn-i ilahiye binaen +muhaceret ü mufarakat buyurmuşken bir müddet sonra +gelip o belde-i mübarekeyi müşriklerden pak memalik-i İslamiyyeye +aliyyeye ibtina kılınan teaddüd-i zevce talak zıhar nafaka… +hudud-ı şer’iyye ve sair ahkam-ı terhibiyye tecviz ü +te’sis etmiş olmasına mı an-cehlin ta’riz etmeye yelteniyorlar? +Halbuki bu te’sisatın kaffesi bu te’aliyatın herbiri Din-i +Mübin-i İslam’ın tekemmüle doğru birer hatvesi ileride din-i +umumi olacağı bütün ukala-yı enam ve erbab-ı basair-i akvam +nazarında emr-i muhakkak addolunan Şer’-i Enver-i +Ahmedi’nin tezayüd-i intizamını intac eden feyzli birer mukaddimesi +olduğu ca-yı iştibah olmayan hakaik-ı kat’iyyedendir +Tafsilat-ı kamileye dest-res olmak arzu eden kariin +Beyyinat-ı Ahmediyye nam eserimize müracaat eylesinler. +Sultan-ı Enbiya aleyhi ekmelü’t-tehaya Efendimiz’in +mebde’-i risaletlerinden irtihal-i hümayunlarına kadar her +türlü müşkilata sine germeleri bütün şüce’an ve bahadıranın +tevakkuf ve tezelzüle uğradıkları hengam-ı şiddette +tevatürat-ı kat’iyye ile vasıl-ı rütbe-i bedahettir. Bu ise mahza +Dergah-ı Sübhani’ye iltica [ve] istinadı +nazm-ı celili ile mübeşşer buyurulduğu va’d-i Rabbaniye +tevekkül ve i’timadı sayesindedir. Din ve imanında +zerrece şübhesi olan kimse Cenab-ı Risalet-meab’ın mazhar +buyuruldukları bu tevekkül [ve] i’timadın binde birini haiz +olamaz. +Dozy de; “Metin ve samimi bir itminana malik olmaksızın +Muhammed on seneden ziyade bir müddet kendisini bekleyen +tahkīrat u mehalike karşı koyamazdı.” diyerek bil-mecburiye +bu hakīkati i’tiraf ettiği halde mehalik ü muhatarat +vaşıyor. En büyük muhatarat u şedaidin ba’de’l-hicre cihad +ü kıtal ile iştigal ve Yahudilerle onlardan dönme münafıklar +tarafından icra olunan enva’-ı mekr ü mefsedete ashab-ı +kiramını iğva için işaa ettikleri türlü türlü fitne vü mekidete +karşı lazımü’l-ittihaz tedbir-i ahval hengamında çehre-nüma +olduğunu hiç kale almıyor. İşte bu noktada dahi kanun-ı +mantıkīden fersah fersah uzaklaşmış bulunuyor. Evet; madem +ki –inkara mecal olmadığı vechile– ibtida-yı İslam’da +za’f-ı kuvvet hengamında beray-ı tahammül kuvvetli bir +çoğalarak dahil ü haricde ihtilal ü muhacemeler tekessür +ü tezayüd edince iman ü i’tikad kuvvet ü metanetine daha +ziyade lüzum görülmesi evleviyet tarikıyla sabit oluyor. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac +– – +Ta’kīb etmekte bulunduğumuz silsile-i tarihiyyede hacca +dair nazil olan ayetlerin varid olan hadislerin bazıları sıraları +yerleri geldikçe zikredildi. Fakat hac hakkında şeref-varid +oldukları açıkça ma’lum olan bazı ayetlerin hadislerin +tarih-i nüzul ü vürudları bizce perde-i meşkukiyyet yahud +tamamıyle mechuliyyet altında kaldığından silsilede işgal +edecekleri yerler boş kaldı. İşte bu boşluğun doldurulması +ahkam-ı haccın ve bu babda ashab ve müctehidin-i kiramca +vukūa gelen ihtilafların hakkıyle anlaşılabilmesi için hacca +dair nazil ü varid olan ayet ve hadislerin mühimlerini ayrıca +dercetmeyi elzem addediyorum. +* * * +Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Ka’be-i Muazzama’nın +buyurduktan sonra erbabına +haccın vücubunu ifade için: +diyerek ba’­ +de’lvücub +terk-i hac edenler hakkında da: +buyuruyorlar. Enes radıyallahu anh rivayet ediyorlar ki: +Hac farz kılınınca Aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz hazretleri +hutbesinde; +buyurmuşlardı. +Bunun üzerine ashabdan birisi kalkarak; –Ya +Resulallah her sene mi? dedi fakat sükut ile karşılandı. Bu +sual üç defa tekerrür edince ol hazret; +diyerek haccın farz-ı ömri olduğuna +ayet-i kerimesinin muhtevi olduğu +tehdide ma’ruzıyetten bir nevi’ tahziri mutazammın olarak; +buyurdular. +* * * +Hazret-ı Allah esna-yı hacda ticaret ve sair teşebbüsat ile +taleb-i rızk etmekte bir beis bulunmadığını beyan ile: +buyurdular. Fahr-i +Kainat Efendimiz hazretleri kadinin esna-yı hacda bir bedel +mukabilinde kendisini diğerinin hizmetinde bulundurmasına +müsaade ediyordu. Ashabdan birinin huzur-ı nebeviye +gelerek; “Biz hüccacı kira ile Mekke’ye naklediyoruz. Bundan +dolayı bazı kimseler haclarımızın adem-i sıhhatine kail +oluyorlar. Bu hususta ne dersiniz Ya Resulallah?” demesi +üzerine Aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz sükut etmişlerdi. +Fakat çok geçmeden; +ayet-i kerimesi +nazil olarak sail çağırıldı hacları sahih olacağı tebşir +buyuruldu. +* * * +Kur’an-ı Kerim’de Arafat’tan kalkarak Müzdelife’ye gelince +Meş’ar-ı Haram yakınlarında Allahu teala’nın zikredilmesi +hakkında; +ayet-i kerimesi nazil olmuştur. +Sonra Müzdelife’den Mina’ya gelmek hususunda da; +ayet-i kerimesi görülüyor. Bazı rivayetlere göre bu ayet +Ahmesilik iddiasında bulunarak Arafat vakfesini binaenaleyh +ondan ifazayı terkeden Kureyş ve emsali hakkında +nüzul etmiştir. Bu hale göre ayetten Müzdelife ifazasını +değil belki Arafat ifazasını anlamak iktiza eder. Ümmü’l-mü’minin +Hazret-i Aişe’den mervidir ki bütün kabail-i +Arab Arafe günü Arafat vakfesinde hazır bulunur yalnız +Kureyş ve etbaı Harem-i Şerif dahilinde bulunan Müzdelife +vakfesiyle iktifa ediyorlardı. İşte bunun üzerine; +ayet-i kerimesi nazil olarak o adet-i cahiliyye +ref’ edilmiştir. +Ma’lum olduğu üzere Arablar zaman-ı cahiliyyette menasik-i +haccı ikmal ettikten sonra Mina’da ictima’ eder; her kabile +herkes dilinin döndüğü kadar mensur u manzum olarak +aba vü ecdadının hatırını yad ederlerdi. Din-i Mübin-i +ayet-i kerimesi +nazil olmuştur. +* * * +Müteaddid tarikler ile vürud eden asar-ı muhtelifeden +müsteban olduğuna göre bazı ashab-ı kiram tavaf hakkında +nüzul eden ayet-i kerimede sa’yin meskutün-anh bırakılmasıyla +beraber eski adat-ı cahiliyyelerine teşebbüh olacağını +der-hatır ederek Safa ile Merve arasında sa’y eylemek hususunda +duçar-ı şübhe olmuşlardı. +ayet-i kerimesi +nazil olmuştur. Bu ayetten Safa ile Merve’nin menasik-i hac +umre edenler için bunlar arasında sa’y ü tavafın meşruiyeti +anlaşılıyor. +ayet-i kerimesinde; +cümlesinden +sa’yin fiili gibi terki cihetinde de bir cenah olmayacağını +düşünerek bu ciheti teyzesi Hazret-i Aişe’ye arzetmiş idi. Fakat +Ümmü’l-mü’minin Urve’nin mütalaasını tasvib etmedi +ve dedi ki: “Bu mes’elenin senin anladığın gibi olması için +ayet-i kerimenin; suretinde nüzulü lazım +gelirdi.” dedi. Bunu müteakıb ayet-i kerimenin sebeb-i +nüzulünü beyandan sonra sözlerini; +cümleleriyle +bitirdiler. +Bu hadis-i şerife göre sa’yin ancak ibahat derecesindeki +bir meşruiyet ile kalmayıp herhalde mesnuniyet yahud vücub +gibi taraf-ı fi’li racih bulunan bir meşruiyet ile muttasıf +olduğu anlaşılıyor. Zaten ayet-i kerimede Safa ile Merve’nin +“şeairillah”dan ma’dud olması da buna delalet eder. +FEMİNİSTLERİN NAZARGAH-I İNSAFINA +– – +“Türkler devletlerini tamamıyle +–La Martine– +La Martine dünyanın üç büyük dini olan Museviyet +viyet ve İslamiyet’e Şark’ın mehd-i zuhur olmasındaki +hikmeti vicdanından soruyor ve şu cevabı alıyor: “Şark +mat­ +la’-ı envar-ı füyuzat-ı ilahiyye ve mehbit-ı ilhamat-ı +Rab­ +baniyyedir. Cenab-ı Hak nısf-ı küre-i şarkinin bu saf +muhitını bu latif afakını ma’kes-i envar-ı hicabı buyurmuş. +liyyesinin kısm-ı a’zamını akvam-ı şarkıyyeye insanların +bu büyük kardeşlerine tahsis kılmış. Biz garblılar bundaki +esbab-ı hafiyyeyi Cenab-ı Hak’tan suale hakkımız yoktur +haddimiz değildir. Cenab-ı Hak re’yinde muhtar iradesinde +müstakıldir. +“Şark insanlarını ve bilhassa Arabları feyyaz bir akl ü idrak +cevval bir zeka ile mağbutu’l-enam ve mahsudü’l-akvam +buluruz. +“Arablar; bulutsuz berrak yıldızları şa’şaadar bir semayı +laciverdi altında külfet-i maişetten azade sakin ü sakit +bir hayat-ı sade içinde yaşarlar. Maddiyattan ziyade ma’neviyata +“Ancak dide-i basiretle görülebilen ma’nevi cihanlar +lahuti kişverler keşfederler. Arabların bu ulviyet-i tefekkürleri +bu azamet-i tasavvurları “ilm-i hey’et-i ruh” ıtlakına +sezadır. +“Ruhen avalim-i ulviyyeye i’tila cihan-ı melekutu seyr ü +şeklinde yazılmıştır. +temaşa cüstcu-yı kibriya tahmid-i Huda temcid-i nu’ut ü +esma Arablara has bir fazilet-i hılkat bir keramet-i fıtrattır. +“Biz barid bir iklim içinde kesif bulutlarla mestur bir +tabaka-i semaviyye altında derd-i maişetle la-yenkatı’ çalışmaya +ve ta’b-ı cismanimizi teskin etmek için fazlaca uyumaya +mecburuz. İşte bu müşkil tarz-ı hayat bizi ma’neviyat +ve tefekkürattan men’ ediyor. +“Maddiyat içinde boğulmuş bi-tab bir ruh kisve-i nasutiyyetinden +silkinip avalim-i lahutiyyeye pervaz edemezse +ma’zurdur. +“Biz garblılar bu ali-fikret kavme sakın nazar-ı istihfaf ile +bakmayalım! Zira Cenab-ı Halik-ı kainatı bize onlar keşfettiler.” +kamilinin bu –milyonda bir– akl-ı ma’ali-perverinin şarka +ve akvam-ı şarkıyyeye ve bilhassa Arablara dair ruhundan +tereşşuh eden mütalaat-ı hakimane ve i’tirafat-ı hak-perestanesi! +Zerre kadar hisse idrake vicdana malik bir insan –hususıyle +satırlık söz ne büyük bir kitab-ı hikmet ne müessir ne intibah-aver +bir ders-i ibrettir! +cihan-ı hakīkat olan bu sözler Fransa’nın Loire eyaletinde +Macon şehrinde doğmuş İslamiyet’e gayr-i kabil-i teskin +bir ateş-i gayz u husumetle yanmakta olan katolik mezhebi +üzerine terbiye görmüş bir La Martine’in kaleminden dökülüyor. +La Martine diyor ki: +“Les Turcs doivent leur Empire tout entier au Prophète +arabe.” +“Türkler devletlerini tamamıyla Zat-ı Sıfat-ı Risalet-penahi’ye +medyundur.” Bu devlet ve saltanatını Cenab-ı +Resul-i Haşimi’ye iktidaları ihtidaları İslamiyetleri sayesinde +kazandılar. Türklerin hayat-ı millileri ruh-ı istiklalleri İslamiyet’tir. +Türkler İslamiyet’in kadrini bilsinler; İslamiyet’e +daima mü’min ve sadık kalsınlar! +Hazret-i Risalet-penahi’ye medyundur” demekle bu neticeyi +murad ediyor. +“L +’Islamisme et la Turquie sont un même fait.” +“İslamiyet’le Türkiye aynı şeyden bir hakīkatten ibarettir.” +Yani; İslamiyet Türkiye’den ayrılmaz! Türkiye denilince +bila-tevakkuf İslamiyet hatıra gelir. Türklük bir vücud ise +yaşamaz; derhal ölür gider. Ne kadar doğru bir söz! Hatta +bakınız: Herhangi bir mü’min ve mu’tekıd Arnavud’a; “Sen +nesin?” diye sorsanız alacağınız cevab; “Turkyam elhamdülillah!” +yani; “Türküm elhamdülillah!”dan ibaret olur. +Arnavud’un “Türküm” demekten maksadı şübhesizdir ki İslamiyet’tir; +din-i tevhid ve Kur’an’dır. Yoksa sırf milliyet noktasından +olsa bedihidir ki Arnavud Türk değildir. Milliyet ve +kavmiyet i’tibarıyle Türk başka Arnavud yine başka. +miyet’tir; hiç başka bir şey değildir. Koca La Martine Türkiye’nin +ruh-ı milliyyetini ne güzel ne kadar vakıfane tedkīk +etmiş! İki kelime ile ne büyük bir hakīkat ifham ediyor! +Müslüman nam-ı celilü’l-kadrini taşıyan herhangi bir insan +hiçbir şey bilmese de insaniyetin akl-ı selimin nerede +olduğuna dair bir Fransızdan “insaniyet sizde akl-ı selim +sizde medeniyet-i ma’neviyye ve hakīkıyye sizde” i’tiraflarını +dinlese yine kalbinde dinine milletine bir meyl-i muhabbet +hisseder. Vicdanından bir sada-yı ta’zim bir zemzeme-i +tekrim duyar; ona koşar ona sarılır. Onunla muhatabı olan +Fransıza karşı iftihar eder. +Sübhanallah! Garb Şark’ın insaniyetine ma’neviyetine +ruh-ı hakīkat-i insaniyye olan İslamiyet’ine aşık! Şark +da Garb’ın medeniyet-i maddiyyesine na’ş-ı müzehhebine +heykel-i bi-ruhuna veba-yı ahlakīsine taun-ı ictimaisine +meftun! Sanki mübadele-i edyan! Efsus!... Hakīkat hayale +kurban! +Mücerred şevket ü satvet-i İslamiyye korkusundan +yarım ağızla; “Amenna! Biz de iman ettik müslümanız!” diyen +ve kalbinden şiddetli bir kin çılgın bir husumet besleyen +münafıklar akl-ı selim ile istihza eden o sefihler o ahmaklar +o eblehlerdir ki ne kadar zerrin-i hidayetle kala-yı! dalalet +satın aldılar! +Gözleri önünde Ka’be-i saadete götüren gayet geniş bir +sebilü’r-reşadı bırakıp felaket uçurumlarına müntehi olan bir +reh-i na-refteye girdiler. Onlar bilmiş olsunlar ki bu sevk-ı +şeytanide umdukları kazanç meta’-ı hızlan u husrandan ibarettir. +Onlar zümre-i mühtedinden değildirler. Onlar sevad-ı +a’zamdan o muhterem cemaatten ayrıldılar; bir fi’e-i zelile +bir şirzime-i dalle olarak derk-i esfel-i cahime sukūt ettiler. +Sure-i Celile-i Bakara ayet +Garb’a temas etmek Garb medeniyetinden iktibas-ı +fikr-i terakkī ve tekamül eylemek şerefini! kendilerine mal +eden nisaiyyun beylerden sorabilir miyiz? “Stuart Mill”lerin +“Tourgeon”ların[?] “Émile Faguet”lerin felsefelerini fart-ı +hahişle okudukları kadar niçin “La Martine”lerin “Lavalle”lerin +“Comte Henry de Castries”lerin te’lifat-ı hakimanelerini +mütalaaya biraz da bunlardan istifazaya tenezzül +etmiyorlar? +Yoksa bunlar İslamiyet’in medeniyet-i hakīkıyye-i Kur’­ +an’ın tarafdarı sena-hanı oldukları için mi? +Lütfen söylesinler! Muhterem Comte Henry cenablarının +nedir? Fakat bilmem gördüler okudular mı? O her harfi bir +cevher-i giran-baha ıtlakına seza olan kitab-ı müstetab İslamiyet’i +ve müessis-i celilü’l-kadrini ne kadar bi-tarafane ne +kadar munsıfane ne kadar alimane müdafaa ediyor! +te Henry bir Fransız iken lisan-ı Arabı mükemmelen tahsil +etmiş kim bilir kütüb-i diniyyemizden kaç yüz cild kitab-ı +tefsir hadis fıkıh okumuş nihayet o güzelim eserini vücuda +getirmiş! Nisaiyyun beyler müslüman olduklarını iddia eyledikleri +halde acaba Comte Henry kadar lisan-ı Arabın tahsiline +kütüb-i diniyyelerinin tetebbuuna güzel güzel eserler +tahririne niçin bir lüzum hatta bir meyl-i vicdani hissetmiyorlar? +Hiç olmazsa niçin “ İslam ” ve emsali İslamiyet lehinde +yazılmış asarı tercümeye ve mihr-i münir-i İslamiyyet’in – +güneş gibi vasıtaya muhtac olmaksızın– nasıl Garb’ın afak-ı +vicdanı üzerinde neşr-i envar-ı füyuz-ı ma’neviyye etmekte +olduğunu millet-i İsamiyyeye göstermeye tenezzül etmiyorlar? +Comte Henry’ler Muhammed Webb’ler Abdullah +Quilliam’lar gelseler de bu sualleri bizzat yüzlerine karşı +himmet ü gayret bile ediyorlar; eğer Doktor Dozy gibi bir +Nesl-i atimizi zehirleyecek İslamiyet’ten tebrid ü tenfir edecek +–fazıl bir Hollanda kalemiyle derin bir im’an-ı nazarla +yazılmış!?– hezeyanlar denaetler olursa!.. +Fakat bu; din-i fıtridir kanun-ı insaniyyettir düstur-ı medeniyyettir. +Bütün cihan halkı bütün şeyatin-i ins ü cin Doktor +Dozy’ye yardım etse yine o Allah güneşini söndürmeye +muktedir olamaz. Tesemmüme müstaid ve birkaç ma’lulü’l-vicdan +birkaç mefkūdü’l-iman o hezeyannameyi hırz-ı +can etmekle İslamiyet bitmez Müslümanlık ölmez! +– O İslamiyet düşmanları Allah’ın nurunu ağızlarıyla +söndürmek istiyorlar ve bütün kuvvetleriyle çalışıyorlar; +fakat beyhude! Allah nurunu –onların bütün mesailerine +rağmen–bir kat daha füruzan etmekte hurşid-i İslamiyyet’e +daha ziyade tab u fer vermekte. Velev ki münkirlerinin hoşuna +gitmemiş velev ki onlar gayz u tehevvürleri içinde çıldırmış +kudurmuş; zerre kadar ehemmiyetleri yok!” +Cenab-ı Hak bir Dozy’ye mukabil –yine +ettirir; erbab-ı akl ü vicdan nazarında Dozy’yi avenesiyle beraber +teşhir ü terzil ettirir. +sözü dinlememek için şeytan ile ahd ü misak eyledikten sonra +gözleri önünde bin güneş doğsa yine cihan karanlık nur-ı +hakīkatin bir zerresi yok!!.. +Ağrıklı bir göz hiç güneşin nurunu ister mi? Hastalıklı bir +ağıza ab-ı kevser bile yine acı gelir yine suratını ekşittirir. +Sen isterse –bir değil– bin ayet oku bin hüccet getir bin ke­ +re sustur; yine nafile!.. +Zat-ı Akdes-i Cenab-ı Risalet-penah-ı A’zami Kur’an-ı +Hakim’i tertil ü tilavet buyururken müşrikler kulaklarını tıkarlar +ve kemal-i nefret ü istikrah ile arkalarını çevirip kaçarlardı. +Ebatil-i hurafat ve esatir-i vehmiyyata ise –bilakis– can +verirler dinlemeye doyamazlardı. +ekseriyet teşkil edegelmişlerdir. İşleri güçleri mütemadiyen +hak ile erbab-ı hak ile çarpışmak ma’bude-i butlanlarına +onları da cebren ve fikren secde ettirmek… +Maksadlarına vusul için dünyada ne kadar fenalık ne +kadar cinayet varsa bunlara mubah hele tezvir iftira bühtan +şetm ü tahkīr bunların adetleridir. Fakat beyhude mesai! +Fakat hüsrana hizlana sai! +Nisvan-ı İslam’ın hukūk ve mevki’-i şerefi fariza-i tesettürü +mesail-i ictimaiyye-i İslamiyyenin en mühimlerinden +biridir. +Nisvan denilince yalnız bir veya birkaç Osmanlı madam­ +ları madmazelleri murad olunmuyor. Nisvan lafzı bütün +cihan-i İslamiyyet’in harim-i namusuna bütün muhadde­ +ratına şamil bir kelimedir. +Müslüman vardır ki zevcesinden kerimesinden hemşiresinden +velev nisvan lafzının zımni delaletiyle bahsine +kat’iyyen tahammül edemez zerre kadar bile dayanamaz. +Herkes hür değil mi? Hukūk-ı şahsıyyesine tamamıyle malik +değil mi? Onun harim-i zevciyyeti kendisine hayatından +muazzezdir; kimsenin dil uzatmasına kail olmaz olamaz! +Hatta ben içimizde bu fıtratta namusuna gayur zevcesinin +sokağa çıkmasından hiç de hazzetmez ağyar tarafından görülüp +enzar-ı şehvet altında ezilmesini istemez koluna takıp +gezmez hıristiyanlar da bilirim. Binaenaleyh böyle son derece +mühim ve nazik bir mes’ele-i ictimaiyyeden bahisde +fevkalade ihtiyatla davranmak kimsenin kablini kırmamak +kendisinden dil-gir ü müteneffir etmemek lazım gelir zannederim. +Şübhesizdir ki bu kanun-ı ictimaın en mühim maddelerinden +birini teşkil eder. +Bu hakīkati takdir etmeyip de ulu orta nisvan-ı İslam’dan +sahayif-i matbuat üzerinde bahsetmek adeta herkesin –sellemehü’s-selam– +evine dalmak ailesi içine girmek demektir. +Buna en lakayd bir hissiz bir gayretsiz de olsa yine dayanamaz +yine bir istizan-ı dühul ister. +Stuart Mill’ler Tourgeon’lar Émile Faguet’ler ve daha +bilmem kimler Paris’te nim-üryan sokakta rast gele hoşlarına +giden gençlere nazikane kollarını takdim eden ve her +leyl-i sefahetlerini bir agūş-ı şehvette geçiren iffet-i mücesseme? +madamlara mahcub? madmazellere meleklerden +ma’sum hurilerden mukaddes birer alihetü’r-ruh birer +ma’bude-i nefs olduklarını söyleyebilirler. Ruhan ve bedenen +aklen ve zekaen ve binaenaleyh hukūkan erkeklerin +kat kat fevkınde olduklarını anlatabilirler. Hatta kadınların +muhteşem arabalarını erkeklere çektirebilirler. Hatta kadınlardan +bir meclis-i meb’usan bir kabine bir ordu da teşkil +edebilirler. Kendi memleketlerinde kendi muhitlerinde ne +gelip de nisvan-ı İslam’dan bahsedemezler; herkesin evine +dalıp da kadınlarını seyredemezler; Garb nisvanını taklid etmeleri +derslerini veremezler! + +---- +MAKALAT +---- + +BARBAROS’UN MEVLİDİNDE BİR GECE +Midilli +Şeffaf ve hazin bir gece. Mehtab bütün letafeti bütün +şefkatiyle Akdeniz’in haşarı bir çocuk ihtilacıyla koşuşan hırçın +dalgalarını okşamak istiyormuş gibi huzemat-ı nevvaresine +gark ediyor. +Kuşlar yuvalarına mevaşi inlerine insanlar evlerine çe­ +kilmişler! Hiçbir zi-ruh ses yok. Yalnız ara sıra bi-eman hü­ +cum­ +larla sahili yalayan telatum-ı emvacın hasıl ettiği inilti +kal’a duvarlarından aksederek mağmum bir uğultu gibi sı­ +ma­ +hı tahriş ve a’sabda bir seyyale-i hiras-engiz tevlid ediyor. +Midilli’nin Paşa Köşkü denilen ve limana hakim bulunan +yüksek bir mahallinde oturarak gecenin şu yalnızlığı arasında +dalgaların yosunlu kal’a duvarlarında mün’akis olan ve +bir harhara-i vapesini andıran hazin ve müellim uğultusunu +dinliyordum. +A’sabım bu gamgame-i dil-hıraşın taht-ı te’sirinde pür­ +heyecan pişgah-ı nazarıma musadif olan yıkık burç tavr-ı +samitiyle sanki bana mazinin inşirah-bahş ve müellim şu­ +unatıyla karışık bir silsile-i vukūat okuyordu. +Her taraf sakit ü mağmum… Denizde ne bir kürek fışıltısı +sahilde ne bir zi-ruh hışıltısı hiçbir şey işitilmiyordu. +Ahval-i hazıranın te’sirat-ı buhran-engizi altında ezilen +a’sabımda bu yalnızlığın tevlid ettiği lerze-i hirasla titredim. +O anda azgın bir heyecanla Anadolu kıyılarından kopup +gelen dalgalar önümdeki kayalara çarparak beni ikaz etti. +Bu gulgule-i emvac arasında mader-vatanın ümid-bahş-ı +selam ü tesliyesini duyar gibi oluyordum. +Gözlerim feyyaz mehtabın nevvar şuaatıyla yaldızlanmış +olan o zümürrüdin sahillere kadar akıp gitti. +Anadolu’nun nim seçilebilen bu sahillerindeki yosunlu +kayalarda ümid-bahş bir hitabe-i imdad okur gibi oldum. +Kalbimdeki yeis zail yerine ümid ü inşirah kaim oldu. +Bir halde ki ufkun arkasında vakit vakit açılıp kapanan ve +şübhesiz sefil düşman gemilerine mahsus aid bulunan projektör +ziyaları bile artık sükunumu ihlal edemiyordu. +Bulunduğum yerde oturdum kaldım. Bilmem ne kadar +zaman geçmiş. Projektörler artık görünmez olmuştu. Ben +yine tefekküratıma dalmıştım: Akdeniz’in saha-i şarkīsini +sefil düşmana bi-havf u bi-kayd bir cevelangah haline getiren +acz-i hazırın geçmiş sebeblerine karşı kalbimin en derin +huceyratından bir tufan-ı gayz u nefret kopuyordu. +Bahr-ı Sefid’i bir malikane haline getirmiş olan büyük +Barbaros’un mevlidinden Roma korsanlarının muhteris cakalarına +karşı pür-acz ü fütur seyirci kalmak zilletini düşündükçe +akūr bir arzu-yı intikam yüreğimi kemiriyor mevcudiyetimi +sarsıyordu. +Maziye dokuz yüz tarihlerine doğru irca’-ı fikr ettim: +Yine bu kal’a yerinde daha rasin ve daha mukavemetli +olan şu yıkık burç yine bu mevkiinde büyücek bir şalopenin +üzerinde birbirinden farklı polad vücudlu iki gencin şimdiki +larını görür gibi oluyordum. Baba Oruç’la Hayreddin bu iki +nadire-i fıtrat Akdeniz’in bu iki hakim-i şa’şaadarı mehdara-yı +vücud oldukları Midilli’nin dört asır sonra hecemat-ı +kahramananeleri karşısında tiril tiril titreyen sefil İtalyanlar +tarafından tehdid edileceğini acaba hatırına bile getirirler +miydi?!.. +Hayreddin tarihinde bu adada saatlerce vakfe-gir-i +tefekkür olduğum şu noktadan altı-yedi saat mesafede vakı’ +bir köyde doğmuştu. Kahraman kardeşi kendisini de hakīkī +bir deniz arslanı olmak üzere terbiye etmiş birlikte Akdeniz’in +şark sularını cevelangah-ı şehametleri haline getirmişlerdi. +Barbaroslar’ın gittiçe artan cesaret ve ikbaline bir müddet +sonra Adalar Denizi dar gelmeye başlamış gemilerini +Bahr-ı Sefid’in diğer mahallerine Afrika sahillerine kadar +sevke mecbur kalmışlardı. Oralarda kendilerini bir vazife-i +diniyye karşısında buldular: +Saltanat hırsını birbirlerinin kanını içmekle teskine çalışan +Beni Hafs hükumeti inkıraz çukuruna yuvarlanmaya +başlamış kendisiyle birlikte Berberistan’ın bedbaht İslamlarını +da Salib’in ribka-i esaretine sürüklemişti. +Hayreddin yılgınlık bilmez bir azim lerze-bahş bir şehametle +Cezayir’i kurtarmış Beni Hafs enkazı üzerinde bir beylik +te’sisine muvaffak olmuştu. Barbaros üssü’l-harekatını şarktan +cenuba Adalar’dan Cezayir ve Tunus sahillerine nakletmek +lüzumunu hissetmiş artık Akdeniz baştan başa Hayreddin’in +havza-i hakimiyyetine girmişti. +Ne İspanyol gemileri ne Fransız donanması ne İtalya +Sicilya ve ne de Venedik ve Ceneviz korsanları Barbaros’un +havf u dehşetinden sığındıkları limanlardan dışarıya çıkamaz +olmuşlardı. +Barbaros Cezayir Beyliği’nde kaldığı on dokuz sene zarfında +mütemadiyen nagehani hücumlarla limanlara iltica +eden düşman donanmalarını mahvetmiş Avrupa-yı Cenubi +sevahilini baştan başa titretmişti. +Vakta ki Sultan Selim Mısır’ı zabt ve hil’at-i beyza-yı Hilafet’i +setle ittihad-ı İslam gaye-i mübeccelini ta’kībe başladı aynı +hisle mütehassis olan ve Avrupa muhitiyle fazla temas neticesi +olarak cihan-ı Nasraniyyet’in alem-i İslamiyyet’e karşı +perverde ettiği amal ü ihtirası daha yakından takdir +eden Hayreddin derhal Sultan Selim’e arz-ı itaat ve hizmete +şitab eyledi. Kadir-şinas büyük Selim tarafından hizmeti +mazhar-ı takdir olarak kendisi paşalıkla taltif olundu. Hayreddin +Endülüs’de vukūa gelen facialara yakından muttali’ +olmuştu: +Endülüs İslamları iltica ettikleri Ferdinand-İsabella orduları +tarafından tahkīr edilmiş bir kısmı parçalanmış kimisi kesilmiş +bakıyyetü’s-süyuf perişan bir halde sahillerde sığınmışlardı. +Hayreddin’in gemileri bu tali’-zedelerden bulabildiklerini +Afrika sahillerine nakle muvaffak olmuşlardı. +Musa bin El-Gazan daha evvel: +Umulur mu baka bu devlette. +vaveylasıyla dindaşlarını ittihada da’vet etmiş aldığı cevab-ı +la-kaydi karşısında eşkabe-i nevmidi dökmüş enin-i ye’sle +vatanını dindaşlarını kurtarmaya çalışmış fakat ittihadsızlıkla +hakk-ı bekalarını gaib etmiş olan İslamları o müdhiş +Hayreddin karşısında cereyan eden Endülüs fecayiini +görerek işiterek atiyi istidlal ve ittihad-ı İslam lüzumunu +hissettiğinden büyük Selim’in muhteşem siyasetini candan +alkışlamıştı. +Barbaros’un hiçbir mecburiyeti olmadığı halde istiklalini +feda ederek Sultan Selim’e arz-ı hizmete koşması esbabını +bu gibi ulvi fikirlerde aramalıdır. +Osmanlı tarih-i şehametinin pür-hamaset bu sahifeleri +birer birer gözümün önünden geçiyordu. +Pederinin ta’kīb ettiği siyaset-i basiret-karaneyi bırakarak +o devir için pür-şa’şaa ve şan fakat neticesiz ve belki ati için +muzır harblerle uğraşan büyük Selim’in oğlu ve muhteşem +halefi Sultan Süleyman tarihinde Hayreddin’i bi-hakkın +şeref-bahş olduğu Kapudan-ı derya makamına is’ad eylemişti. +Barbaros’un Donanma-yı Osmani Kumandanlığı’nı işgal +ettiği on sene kuvve-i bahriyyemizin en parlak en şanlı muvaffakıyetlerle +tetevvüc ettiği bir devir idi. +O vakit ki Avrupa’nın en mükemmel donanması olup +“Deniz Kurdu” diye meşhur Andrea Doria’nın idaresinde +bulunan Venedik donanması bile Barbaros’un savletlerine +tab-aver-i mukavemet olamayarak Preveze önünde mahv ü +perişan olmuştu. +Mağlub Andrea’nın bugünkü halefleri tarafından Barbaros’un +evladlarına karşı gösterilen şantajlar mevlidine beslenen +lerde sahillerde icra edilen nümayişler evet nesl-i hazır için +pek acı olan felaketler o muhterem simaların halefi olmaya +na-müstahak sefillerin seyyiat-ı istibdadı değil midir?!.. +Şarlken’in tecavüzüne karşı südde-i Süleyman’a iltica +eden Fransa Kralı François’nın imdadına koşan Nice’i zabt +ve Şarlken donanmasını perişan eden Hayreddin’in bugünkü +evladları François ahfadından muhafaza-i muvazenet +ümidi dilenecek kadar aciz bir mevkie sükūt etmiş bulunuyorlar! +Ne müdhiş sükūt ne feci’ ihtiyac!.. +Bütün bu hatırat altında dimağım yanıyor vücudum bir +humma-yı acz ü ye’sin tevlid ettiği buhranlar içinde tutuşuyordu. +Bu esnada Marmara sahillerinden kopup geldiğini zannettiğim +nesim-i saba sanki Barbaros’un makbere-i ebedisinden +mehd-i sabavetine bir peyam-ı tesliyet ü ümid getirmişti. +Düşündüm ki; zulm ü istibdad ile muvakkaten uyuşmuş +olsa bile milletteki seyyale-i hayat yine Selimlerin Hayreddinlerin +kanı değil midir?!.. Bu kan bir gün yine şehametini +asliyetini gösterecek bugünkü acz ü ye’si yarınki şan u şerefin +esaslarını hazırlayacaktır. +Barbarosların Turgutların evladları necm ü hilali yarın +yine Akdeniz’in ufuklarında mevcelendirecekler. +Milletin sinesinde kaynayan hun-ı hamiyyet ü hamaset +Bahr-ı Sefid’i yer yer Osmanlı bayraklarıyla donatacak. +Evet; millette azm ü ittihad olunca bunların hepsi olacak! +Çünkü; +Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır +Bir vakitler donanmalarının yelkenlerini ipekten direklerini +gümüşten yapabilecek kadar semih olan Osmanlı +evladları bugünde mevcudiyet-i milliyyemizi kurtaracak donanmamızın +böyle öksüz kalmasına şübhe yok ki rıza gösteremezler. +Vatanını dinini namusunu düşünen bakir adalarımızın +behişti sahillerimizin düşmanın pay-ı hakareti altında ezilmesine +yürekleri dayanamayan vatandaşlar; donanma için +veriniz donanma için fedakarlıktan çekinmeyiniz! +Veriniz ki karada harikalar gösteren ordumuz gibi bahriyemiz +de denizlerde barikalar yağdırsın! +Midilli +“İHTİFAL-İ EDEBI” HAKKINDA + +---- +BAZI MUTALAAT +---- + +Ecille-i rical-i Mevleviyye ve ser-amedan-ı şuara-yı Osmaniyyeden +“Şeyh Mehmed Es’ad Galib Dede” merhumun +sene-i devriyye-i irtihali münasebetiyle Receb’in ’nci günü +müşarun-ileyhin medfen-i mağfireti önünde “bir ihtifal-i ali-i +edebi” icrasına karar verildiği Hak Gazetesi’nin Haziran +tarihli ve numaralı nüshasında yazılıyor ve bu +ressem bir makale ile anlatılıyordu. Bu mufassal makalenin; +ağlamak mı yoksa gülmek mi icab ettiği pek de kestirilemeyen +teşebbüsat-ı garibemize bir lahika-i acibe olan mealini +hazin ve istiğrab-akin bir tavır ile düşündüm. +Galib Dede merhumun şahsiyet-i şairanesinden maada +bir de hüviyet-i dervişanesi bulunduğu ve ihtifal-i mutasavver +o hüviyet ile kat’iyyen münasebet olmayacak derecede +olduğu cihetle gerek Mevlevi meşayih-ı kiramı gerek o +tarik-ı celilin salikan-ı irfan-ittisamı tarafından bu hususta +bazı mütalaat serdedileceği ümidiyle beklemeye başladım. +ralı nüshasında “Bir Muharrir” imzalı makaleden ve; “Diyorlar +ki; şebab-ı mütefekkiremize siyasiyatın gird-bad-ı levs +ü ihtirası fevkınde bir saha-i şiir ü san’at açmak emelindeyiz.” +Bizim de bu söze karşı vereceğimiz cevap şudur: “Eğer +şu aralık mümkünse…” tarzında diğer bir nokta-i nazardan +yürütülen muhakemeden başka beyan edilmiş bir fikir göremediğim +söylemek istedim: +“Yad-ı eazım milletin ruhunda hiss-i vatanperveraneyi +takviye edeceği” mütalaasıyla bu ihtifal-i edebinin icrasına +lüzum görülmüş. Eğer usul ve teamül-i milli de nazar-ı dikkate +alınarak o daire dahilinde hareket edilecek olsa idi teşebbüs-i +vakı’ hakīkaten şayan-ı şükran olacaktı. +Fakat o teamülden tegafül ve bir tekke dahilinde ale’lhusus +Şarih-i Mesnevi İsmail Ankaravi gibi kibar-ı evliyaullahtan +bir zat-ı mükerremin merkad-i mukaddesi pişgahında +yapılacak merasimin nasıl olması lazım geldiğinde tecahül +gösterilmiş olduğundan mürettibleri teşekkürden ziyade teessüfe +kesb-i istihkak eylemiştir. +Biz müslümanların yad-ı eazım hakkında müstahsen ve +mu’tad bir usulümüz vardır ki büyük ve muhterem bildiğimiz +zevat-ı merhumenin tezkar-ı namı için mevlidler hatimler +okutup sevab-ı mev’udunu ruhlarına hediye eyleyerek +haklarında dualar ederiz. +Hele mevlevihanelerde her beş vakit namazı müteakıb +dedegahın türbe-i şerife pişgahına giderek derununda med­ +fun bulunan meşayih-ı kiramın ruhuna Fatiha okuması ve +bu suretle ekabir-i eslafı yad ü tezkar ederek haklarında hissiyat-ı +ta’zim-karane perverde eylemesi Tarik-ı Celil-i Mevlevi’nin +müstahsenat-ı müteyemminesindendir. +Şu i’tiyadımızı hatırladıktan ve Galib Dede merhumun +da bir Mevlevi şeyhi olduğunu burada tekrar ettikten sonra +yad-ı namı için tertib olunan merasimin nasıl yapılmak istenildiğini +“Bu ihtifal-i mübeccele iştirak eden zevata varaka-i +da’vetiyye verileceği cihetle dergah-ı şerif-i mezkur dairesinde +varakayı ibraz edenler girebilecektir. Receb’in yirmi +yedinci Cuma günü vakt-i zuhr ezanı saat dördü otuz sekiz +geçe hulul etmiş olacağından med’uvvin-i kiram saat dörtte +mahall-i merasimde isbat-ı vücud edeceklerdir. Resm-i ihtifale +siyah boyun bağı takmaları ayrıca rica olunacaktır. Hey’et +toplandıktan sonra ihtifal hey’eti tarafından vukū’ bulan +meşayih-ı muhtereme-i Mevleviyye saniyen hazır bulunacak +zevat nam-ı bülendine izafetle ihtifal icra olunan Şeyh +Galib merhumun medfun bulunduğu türbe önünde krokide +gösterilen tertib üzere ahz-i mevki’ edeceklerdir. +“Hey’et tamamıyla teşekkül ve ahz-i mevki’ ettikten sonra +Hak hey’et-i tahririyyesinden Köprülü-zade Mehmed Fuad +Bey Şark’ın bu büyük ve müteceddid şairlerinin hayatı ve +asar-ı şi’riyyesi ve meslek-i edebisi ve kendisinden sonra nesillere +“Bunu müteakıb Mekteb-i Mülkiyye müdavimlerinden +Akif Efendi şairin enfes-i asarından olan Hüsn ü Aşkı ’ndan +ve asar-ı saire-i şi’riyyesinden bazı parçalar okuyacaktır. +“Bundan sonra son neslin Üstad-ı Muazzamı dahi-i edebiyyat +Abdülhak Hamid Beyefendi’nin şeyh-i müşarun-ileyh +hakkındaki ihtisasat-ı edebiyyesine dair irsal buyurulan +mektup Ahmed Hikmet Bey tarafından okunacaktır. +Ba’dehu usul ü adab-ı Mevleviyye üzere dergah-ı mezkur +postnişini efendi hazretleri tarafından bir gülbank keşidesiyle +Şu merasim Avrupa eazımından mesela “Panteon”da +medfun olan Fransız meşahirinden birinin ziyaret-i mezarı +“Yalnız kabre konulacak çelenk unutulmuş.” i’tirazına kalkışacaklardan +maada şakk-ı şefe edecek bulunmazdı. +Lakin Garb’dan Şark’a Paris’ten İstanbul’a Panteon’dan +Galata Mevlevihanesi’ne mesela Victor Hugo’nun +medfeninden Şeyh Galib’in merkadine tahvil-i nazar edilince +şayan-ı tatbik ve kabil-i icra olmadığı görülür. +Çünkü bizde kabir ziyaretine açık yahud koyu renkli elbise +da nutuklar mektuplar şiirler okunmaz; ancak ayat-ı kerime +ve salavat-ı şerife kıraet olunur dua edilir. +mesi ve frenk usul-i ihtifali ile müslüman ve Mevlevi tarz-ı +teemmül etmesi ve Receb Paşa merhumun cenazesi top +arabasına yükletilmek istenildiği sırada efvah-ı İslamdan +yükselen sada-yı i’tirazı olsun tenezzülen hatıra getirmesi +lazım gelir. +Biz zannederiz ki o hey’et miyanında hakīkī bir Mevlevi +bulunsa idi. Dede merhumun fezaili için dergah-ı şerifte +bir Mevlid okutturulmasını mukabeleden sonra gunude-i +gufran olduğu türbe pişgahında bir dua ettirilmesini ondan +sonra ya Darülfünun’un kürsi-i tedrisinde veyahud başka bir +mahallin mevki’-i hıtabetinde meziyyat-ı şairanesinin teşrih +u tavzihi zımnında nutuklar mektuplar ve saire kıraet olunmasını +teklif ederdi. +Hele ötekinden berikinden toplanacak iane ile puşidesinin +tecdidine rıza göstermez ve nihayet iki yüz kuruşla +mübayaa olunabilecek birkaç arşın çuhanın tedarikine Galata +Mevlevihanesi’nin vakfı müsaid değilse ihvan-ı Mevleviyyenin +vereceği beş on kuruşla alınabilir. “Siz zahmet buyurmayın!” +diyerek bir hayat-ı müstağniyane geçirmiş olan +Şeyh Galib’i vefatından sonra keşkül-küşa-yı sual olmak +zilletine düşürmezdi. +Şimdilik bu kadar kafi ve; +Tahirü’l-Mevlevi +SİYASİYAT +Geçende “Arnavudluk ve Hissiyat-ı İslamiyye” ünvanlı +makaleyi yazan meşhur İslam muharrir-i siyasisi tarafından +ba’dema bu kısımda “Mülahazat-ı Mütenevvia” ünvanı altında +ahval-i mühimme-i dahiliyye ve hariciyye hakkında +mülahazat-ı siyasiyye yazılacaktır. +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVİA +Memleketimizde ve ale’l-husus payitahtta menafi’-i devlete +muzır ve efkar-ı ahad-ı nası müheyyic her gün birçok +havadis dağıtılıyor. Bu husustaki neşr-i ekazib vasıta-i kalemden +ziyade ağızdan ağıza geçirilmekle vukū’ buluyor. +Akl-ı selim sahibi olan her Osmanlı menabi’-i ağyardan +gelen ve terakkıyat-ı vatan-perverane emrinde gösterilmesi +lazım olan cehd-i Osmaniyyeti sektedar eden bu rivayatı +layikıyla tedkīk eder ve onunla tabii müteessir olmaz. Lakin +sade-dilan-ı nasın bunları işite işite me’yus olması vehme +düşmesi mümkündür. Mehalik-i mülk ü millete dair olan +bu rivayatın menba’larını ekseriya Beyoğlu’nda Galata’da +aramak iktiza eyler. Naşirleri arasında Osmanlı sıfatını haiz +bed-tinetler de az değildir. Bizdeki ahlak düşkünleri para +mukabilinde hangi denaeti irtikabdan çekinirler ki? Bazı +devletlerin tahsisat-ı seneviyye-i hafiyyelerinin mikdarı hakkında +geçende elimize geçen bir eseri mütalaa eyledik. Bundan +anladığımıza göre büyük devletler arasında Rusya ile +çük devletleri de az faaliyet göstermiyorlar. Hele Yunan bu +hususta kendisine hizmet edecek pek çok huddama maliktir. +Rusya’nın senede sarf ettiği tahsisat . liradır. İtalya +mahrum-ı şeref-i muzafferiyyet olan İtalya i’mal-i hiyel-i +siyasiyye hususunda elbette pek ileri gitmiştir ve Avrupa +matbuatına ve havadis acentelerine hayliden hayli icra-yı +nüfuz eylemektedir. Galiba işine gelecek surette bir sulh +akdine pek muhtac olduğundan İtalya bugünlerde Avrupa +gazeteleri vasıtasıyla hayli kabadayılık çalımı satmakta olduğu +gibi memleketimizde dahi rivayat-ı kazibe dağıtmak ve +halkımızın vehm ü heyecanını uyandırmak için mezkur yüz +yirmi bin liralık tahsisat-ı hafiyyeden mühim bir mikdarını +buralarda sarf etmekte bulunmuş olsa gerektir. Memleketimizde +havadis-i hariciyye neşrine delalet eden ve isimlerinin +zikrine burada lüzum görülmeyen birkaç telgraf acentesi +dahi hiç de kendi vatan ve devletimizin lehinde tefsir olunamayacak +eşkalde havadis ısdar eylemektedirler. Mısır’da +vakar ve nef’-i Osmaniyyeti muhıl havadis veren ecnebi +acentelerinin rivayatının ihvan-ı Mısriyyenin guş-ı ıttılaına +erişmesine vesatat eden Mısır gazetelerini ta’yib ederdik. +Halbuki bizim kendi gazetelerimiz bile mezkur acentelerin +birer garaz-ı muzmer üzerine Avrupa’dan ahz ve kendilerine +tevdi’ eyledikleri havadisi gelişi güzel dercedip gitmektedirler. +Bize layık olan bu gibi havadisten külliyyen tecahül etmek +ve neşrlerine rağbet etmemek değil mi? +§ +Sabah ile Tanin geçenlerde ecnebi müşavirleri istihdamı +mes’elesini ciddiyetle tazelediler. Bu işi uyandırmak teşebbüsü +acaba ibtida Londra’da mı yoksa İstanbul’da mı +vukū’a geldi? Bu iki gazete dahi ecnebi müşavirleri istihdamından +maksad yalnız İngiliz müşavir bulunduğunu sarahaten +yazdılar. Tanin gazetesi İngiliz müşavirleri istihdamıyla +terecek bir tarzda idare-i lisan eyledi. Muharrir-i aciz Tanin +gazetesinin gayret-i vatan-perveranesini takdir edenlerdenim. +Fakat mezkur gazetenin la-yuhtiliğine kat’iyyen kani’ +olamam. Biz müşavir getirecek isek sırf kendi ihtiyacımız +ni bununla mezcetmek ister isek emin olalım ki bu tarz-ı +mülahazamızı öğrenen İngilizler bıyık altından bize gülerler. +Şübhesiz İngilizlerin muhadeneti bizce pek kıymetdardır. +Fakat onu te’min edecek vesait başkadır. Bunu bir tedbir-i +liğimiz lazımdır. Londra’daki sefaretimiz bu muhadeneti istihsalin +esbabı ne ise taharri ile der-i devlete bildirmelidir; +bildirmiyorsa Londra sefareti devr-i meşrutiyyetin faaliyet-i +hamiyyet-mendane ve faalanesine layık bir surette tasfiyeye +muhtac olduğunu irae etmiş olur. +cında olduğumuzu cümlemiz takdir eyleriz. Lakin ecnebi +me’murlar istihdamı gayet nazik bir mes’ele olduğundan +etrafıyla düşünülmelidir. Şark’ta ecnebi me’murları büyük +hizmetler gösterebildikleri gibi Şark’ın ahval-i siyasiyyesinin +sık sık mağruz-ı tehavvül olmasından dolayı hakimiyet-i +mahalliyye için bir unsur-ı hatar teşkil eylemeleri +dahi muhtemelattandır. Müteveffa Hıdiv İsmail Paşa Mısır’ın +şuabat-ı idariyyesine tesri’-i icra-yı ıslahat emeliyle ecnebi +me’murları doldurduktan sonra bu yüzden birçok belalara +giriftar oldu. Getirdiği adamlar arasında birçok kısmet kovalayıcılar +zuhur eyledi. Bunlar Hıdiviyet Mısır’ına değil ecnebi +mısırına çalıştılar. +Acaba biz ecnebi me’murlarını ehl-i hıbre suretinde +bila-vasıta mı yoksa tarik-ı resmi ile ve müzakere-i düveliyye +bahseden gazetelerimizin tarz-ı beyanına dikkat olunur ise +bu ikinci tarik ile me’mur celb olunmak istenildiği anlaşılıyor. +Pekala! Varsın gelsinler; biz hizmet-i ehl-i hüner ve tecrübeye +pek muhtacız. Fakat şurasını unutmamalıyız ki mesela +bir İngiliz me’muru Mısır’da gösterdiği semeredar faaliyeti +burada pek kolay gösteremez; meğer ki devleti tarafından +mütemadiyen iltizam oluna! Bu ise müdahaleyi da’vet tehlikesinden +azade kalamaz. +Ecnebi müşavirler Mısır’da amir-i mutlaktırlar; nuzzar +ve me’murin-i mahalliyye onların evamirine ittibaa muztardırlar. +Onların arzuları vechile hareket etmeyen nuzzar +ve me’murin-i Mısriyye Cromer gibi Kitchener gibi İngiliz +politika me’murlarının serzenişi üzerine hükumet-i Mısriyyece +derhal tahtie ve belki azl ediliyorlar. Memleketimizde ise +ahval değişir. Bu memleket ila-ma-şaallah istiklal-i siyasisine +malik kalmak ister. İmdi; İngiliz me’murin-i idariyye ve +zabtiyyesi istihdamından hasıl olacak fevaidi idrak etmekle +beraber mes’elenin tefekkürat-ı amikadan sonra mevki’-i +tatbika konulmasına tarafdarız. Dahiliye Nazırı Hacı Adil +Beyefendi hazretleri ahiren Rumeli’de devr ü teftiş buyurdukları +sırada maiyyetlerinde İngiliz müşavirin-i maliyyemizden +Mösyö Greivis dahi bulunmuştur. Şübhesiz bu muktedir +ve tecrübe-i Şarkıyye sahibi İngiliz kendilerine müşavir +mes’elesi hakkında beyanat-ı müfidede bulunmuştur. +Namus ve liyakati müsellem olan Mösyö Greivis bilmeyiz +ki ecnebi müşavirler istihdamının Memalik-i Osmaniyye’ye +edebilecekleri hıdematın Balkan Komitesi Erkan-ı Siyasiyyesi’nin +nokta-i nazarından mı yoksa sırf menafi’-i milliyye-i +Osmaniyye nokta-i nazarından mı vücubuna kaildir? +Hacı Adil Beyefendi hazretleri Tanin muhbirlerinden +biriyle bu hususta ettiği bir mülakatta me’murin-i zabtiyye +ve idariyye-i ecnebiyye istihdamının Rumeli’ye münhasır +kalmayıp Suriye ve Anadolu’nun Vilayat-ı Şarki’sine de +teşmil edileceğini beyan buyurmuşlardır. Gönlümüz Suriye’nin +hiç de araya sokulmamasını arzu ederdi. Hele Suriye’ye +gidecek ecnebi me’muru İngiliz tabiiyyetinde bulunup +da Mısır’da tecrübe-i idariyye görmüş zevattan ise –velev +ki müstesna bir kudret-i idariyyeye malik bulunsun– onun +Anadolu’nun Vilayat-ı Şarkıyye’sini tahsisan zikre gelince: +Bu da Kıbrıs Muahedesi’nin akdini müteakıb tasavvur +olunan bir tedbiri hatırımıza getirdi. Devlet-i Osmaniyye +Kıbrıs Ceziresi’ni İngiltere idaresine tevdi’ eylemeye +mukabil İngiltere Devleti Asya’daki hudud-ı Osmaniyyeye +Rusya’dan gelebilecek tecavüze karşı devletimize muavenet +eylemeyi taht-ı taahhüde almış idi. Diğer taraftan dahi +hükumet-i Osmaniyye kesretle Ermeni sakin olan vilayat-ı +Osmaniyyede ıslahat-ı esasiyye icrasını müteahhid bulunmuş +müteveffa Lord Beaconsfield bu ıslahatın icrasını tarassud +zımnında Vilayat-ı Şarkıyye’ye konsolosluk ve sair ünvanlarla +birçok İngiliz zabiti ta’yini gibi bir tedbir ittihaz eylemiş +Gladstone Rusya tarafdarlığından dolayı mıdır yoksa başka +bir maksadla mıdır her ne ise Vilayat-ı Şarkıyye’mizde bu +zubbat-ı İngiliziyye istihdamı tedbirinden sarf-ı nazar eylemişti. +Biz mes’elenin bu tarihçesini vermeye lüzum hissettik. +Çünkü hal-i hazırda o babda İngiltere ile olan müzakeratın +hüsn-i icrasınca tenvir-i ezhana medar olur ümidindeyiz. +Mes’elenin ehemmiyeti derkar olduğundan Hacı Adil Beyefendi +hazretleri kendi vatandaşları arasında bu gibi şeyleri +hem Osmanlı ve İngiliz nokta-i nazarından tetebbu’ etmiş +zevat bulurlar ise onlarla istişarede tereddüd buyurmazlar +ümidindeyiz. +§ +Hutaba-yı ümmetin çok kere ikaz-ı efrada hadim sözler +söyledikleri herkesçe ma’lumdur. Lakin biz bir devr-i +faaliyyette yaşıyoruz. İmdi; Meclis-i Meb’usan’ımızın hutabadan +ziyade iş ehli yetiştirmesini ümid ederiz. Meclis-i +Meb’usan’da bazan öyle hatibler zuhur ediyor ki eğer dedikleri +olmazsa vatan alt üst olacakmış gibi bir tarz-ı heyecan +bir zat; “şöyle olmazsa böyle yapılmazsa bu devlet mahvolacak.” +yolunda laflar sarf eyledi. Hakk-ı kelama malik olan +bir zatın hürriyet-i beyanına mani’ olmayı hürriyeti seven +hiçbir Osmanlı arzu eylemez. Lakin muvacehe-i ammede +söylenen sözler evvelce layıkıyla ölçülüp biçildikten sonra +söylenmelidir. Devletin tehlikesine ve ma’ruz-ı inkıraz olduğuna +kail olan bir adamın o yolda düşünmesine karşı hiçbir +şey söylemek istemeyiz. Maamafih Meclis’in matbuata +akseden ve yar u ağyara arz olunan nutuklarında vatanını +cidden seven ve milletinin terakkıyat ve teali-i istikbaliyyesi +hakkında kanaat-ı kamile-i vicdaniyyesi bulunan üç yüze +yakın meb’usların hissiyatını cerihadar edecek bu gibi sözleri +müstahakk-ı ta’yib görürüz. Gazetelerde okunan tafsilatına +nazaran “devlet batar” ta’birinin isti’maline birçok meb’uslar +kızmışlar mu’terizane söylenmişler. Ba’dema o +yolda söz sarfedecek meb’uslar bulunursa ümid ederiz ki +makam-ı riyaset onu derhal iskat eder ve kailine sözünü geri +aldırır. Reis-i cedid hazretlerinin müsellem olan hamiyet ve +kiyasetinden me’mul olan şey de budur. +BAĞDAD VE MAVERA-YI İRAN HATLARI +siyye ve ictimaiyye miyanında en mühimlerinden birisi de +şimendüferlerdir. Bu şimendüferin siyasiyyat ve ictimaiyyat +nokta-i nazarından derece-i ehemmiyyeti tayyedeceği +mesafenin vüs’ati ile mütenasibdir. Şu hakīkat o kadar +vazıhtır ki isbata bile muhtac değildir. Şimendüferler bir +kıt’adan diğer kıt’aya bir memleketten diğer memlekete +yalnız emval-i ticariyye yahud misafirler taşımıyorlar. Aynı +zamanda bir kıt’anın bir memleketin emtia-i ma’neviyye ve +ruhiyyesini taşıyorlar. Şimendüferler ile berabar lisanlar da +edebiyat da yeni siyasi ve ictimai cereyanlar da mezahib +ve edyan da seyr ü sefer ediyorlar. Evvelce yekdiğerlerinden +uzun uzun mesafeler ile ayrılmak yekdiğerine bigane kalmak +yekdiğerlerinin lisan adab i’tiyadat akaid-i diniyyesinden +bil-külliyye bi-haber olan binaenaleyh yekdiğerleri +hakkında bazı efkar-ı batılada hissiyat-ı lakaydanêde bulunmuş +olan insanlar şimendüferler sayesinde yekdiğerlerine +takarrub ederler lisanlarını adab u i’tiyadatını öğrenirler +aralarında birçok yeni alakalar peyda ederler. +miyet-i azimesi derkardır. Mezkur şimendüfer evvela Garb +ve Şark alakası nokta-i nazarından büyük bir ehemmiyeti +haizdir. Saniyen Memalik-i Osmaniyye’nin kıtaat-ı muhtelifesini +yekdiğerine rabtedecektir. Binaenaleyh Osmanlılıkça +da azim bir ehemmiyeti haizdir. El-yevm Basra’dan veyahud +Bağdad’dan Darülhilafe’ye vürud için haftalar ve bazan +da aylar lazımdır. Bağdad Şimendüferi inşa edildikten +sonra haftalar aylar günlere inecektir. Yalnız bunun askeri +ve siyasi nokta-i nazarından ehemmiyetini düşününüz. Bugün +hudud-ı şarkıyyemizde bir muharebe vukū’ bulsa İstanbul’dan +veyahud Haleb’den imdada varmak için hayat-ı +milliyyemizde ehemmiyeti takdir edilemeyecek vakitlerin +ziyaı karşısında bulunmak mecburiyetindeyiz. Keza Irak’ta +mesela yarın bir hadise-i mühimme serzede-i zuhur ederse +hükumetin mahall-i hadiseye varması için uzun uzadıya +vakitler lazımdır. Bundan maada kıtaat-ı şarkıyyenin yekdiğerinden +uzun uzun mesafeler ile ayrılmış olduğundan vahdet-i +milliyyemiz bi-hakkın te’min edilememiştir. Bugün her +kıt’ada sakin ahali ahval-i ruhıyye seviye-i irfaniyye adat +teşkil etmektedir. Aralarındaki revabıt-ı ma’neviyye pek az +pek sathidir. Bu ise siyasiyyat ve ictimaiyyatça bir ehemmiyet-i +mahsusayı haiz olan uhuvvet-i milliyyemizi haleldar +ediyor. Şu noksanı izale edebilecek avamil arasında en mühimmi +yine Bağdad Şimendüferi olacaktır. +Asr-ı hazırda şimendüferler vahdet-i milliyyenin en müessir +amillerindendir. İstanbul’da bugün neşredilen bir gazete +bir mecmua yeni tab’ edilmiş bir kitap yeni zuhur etmiş +bir fikir memleketin şimendüferler vasıtası ile her tarafına +yayılırsa aşikardır ki hissiyat ve efkar-ı milliyyenin tevhidine +lisanının intişar ve ta’mimine daha ziyade hizmet etmiş +olur. Keza memleketin kıtaat-ı muhtelifesi içinde yangın +zelzele gibi bir afet vukū’ bularak diğer kıtaatta sakin ahali +kazazede ahalinin yardımına muavenetine sür’atle yetişirse +elbette ki vahdet-i milliyye daha ziyade te’min edilmiş olur. +Zira derd ve eleme iştirak meserret ve şadumaniye refakat +vahdet-i milliyyenin ruhu ve esasıdır. +mendüferi havidir. Biz öyle muhassenat-ı maddiyyeyi me­ +nafi’-i ticariyye-i iktisadiyye ve ziraiyyeyi nazar-ı dikkate al­ +mıyoruz. +Fakat Bağdad Şimendüferi bunların kaffesinin fevkınde +bulunan diğer bir ehemmiyeti de haizdir ki bilhassa bu +hususa nazar-ı dikkati celbetmek isterim: O da İslamiyet +nok­ +ta-i nazarından haiz olduğu ehemmiyettir. +Bugün Makam-ı Hilafet’le Şark Alem-i İslam’ı arasında +re­ +vabıt-ı maddiyye ma’dum gibidir. Ne milel ve akvam-ı +lamiyye Hilafet’i biliyor onunla git-geldedir ve ne de +Ma­ +kam-ı Hilafet İslam akvam ve milelini bilir ve onlar ile +amed-refttedir. Hac mevsimi gayet mahdud olan tüccarlar +Hilafet’le aynı alemin vücudunu teşkil eden diğer kıtaat-ı +gibidir. Maatteessüf birçok sebebler dolayısı ile hatta şu hac +mevsiminde ve tüccarlardan bile gönlün istediği kadar istifade +te’min edilemiyor. +Halbuki Bağdad Şimendüferleri Şark müslümanlarını +yekdiğerlerine maddeten rabtederek adeta bir aile şekline +det esnasında Kafkasya’yı ve İran’ı dolaşıp yine İstanbul’a +avdet edebilecektir. Yine aynı müddet içinde Hindistan’ı +seyredebilir. Zira büyük şimendüferlerin haiz bulundukları +faziletten birisi de hemen kendi etraflarında birçok küçük +hatlar vücuda getirmektir. Bağdad Şimendüferi itmam edilir +edilmez hemen muktezıyat-ı tabiiyyesi neticesi olarak etrafında +birçok diğer hutut da vücud-pezir olacaktır. +seri’ bir surette bütün Şark alem-i İslamı ile rabıta ve alaka-i +maddiyyede bulunabile cektir. Bunun ise netayic-i +azimesi derkardır. Akvam-i İslamiyye arasına mürur-ı dühur +fehhümler izale edilecektir. Yekdiğerini daha yakından görerek +bilerek yekdiğerinin adat-ı mahsusalarına elsine ve +fezail-i ahlakıyyelerine hürmet peyda edeceklerdir. Rabıta-i +ma’neviyye yeniden ve bil-fiil hayat bulacaktır. Makam-ı +Hilafet ise kendi te’sirat-ı ma’neviyyesini doğrudan doğruya +teaddideyi te’yid edecek Bağdad Şimendüferi’ne rekabet +etmek ve belki de hatt-ı mezkuru muattal bırakabilmek üzere +Ruslar tarafından bir Mavera-yı İran Hattı tasavvur edilmektedir. +Rusların planlarınca şu hat Odessa’dan başlayarak +Kafkasya tarikı ile Bakü Denizi’nin cihet-i cenubisinden +geçerek Sistan ve Belucistan’dan doğru Hindistan’a inecektir. +Şu hat Hindistan’ı bila-fasıla Londra ile birleştirecektir. +Moskofların hesabınca şu Mavera-yı İran Hattı üzerine +Hindistan ile İngiltere arasındaki mesafe Bağdad Hattı +üzerindeki mesafeden daha kısa olduğu için Şark ile Garb +arasında açılacak alaka ve rabıtanın kısm-ı a’zamını guya +birinci hat celb edecektir. Ruslar hatt-ı mezkura büyük bir +ehemmiyet veriyorlar ve bütün kuvvetleri ile hayyiz-i husule +gelmesine çalışıyorlar. Rus Hükumeti tarafından tertib +edilmiş olan bir komisyon-ı mahsus hatt-ı mezkur hakkında +uzun uzadıya tedkīkat ve mütalaatta bulunmuş bilahare +takdim etmiş olduğu raporda hattın inşa edilmesine karar +vermiştir. Bunun üzerine Rus hey’et-i vükelası da mes’eleyi +müzakere ederek raporu tasdik eylemiştir. Fakat Rusya yalnız +başına şöyle azim ve yüzlerce milyon paranın sarfını istilzam +edecek bir hattın inşasını deruhde edemez. Diğerlerinin +paraca muavenetine ve iştirakine muhtacdır. +sa mahafilinde şu iki hükumeti de tasavvur ettikleri teşebbüse +bila-i’tiraz iştirak etmeye hazırdırlar. Bilhassa ki mes’elede +Almanya’ya da rekabet etmek Almanya’nın bu teşebbüsünü +akīm bırakmak ciheti de vardır. +Fakat İngilizlerin vaz’iyeti böyle değildir. İngiltere hükumeti +teşebbüse iştirak etmeden evvel mes’eleyi uzun uzadıya +mütalaa ve tedkīk etmek mecburiyetindedir. Zira filhakīka +teşebbüs-i mezkur İngiltere’nin rakībi bulunan Almanya’ya +Ruslar tarafından tehlike altına koyabilir. Rusya’nın kuva-yı +askeriyye ve bahriyyesini tanzim ü takviye ettikten sonra +yeniden İngiltere’ye karşı Asya’da Almanya’dan daha müdhiş +bir rakīb olmak hakkını kim te’min edebilir? Bu gibi +tebeddülat tarihde az mı vukū’ bulmuştur? Zaten İngiltere +ta öteden beri Hindistan’ı yalnız Rus tecavüzüne karşı müdafaa +etmek mecburiyetinde değil midir? İran’da hemen +hemen hakimiyet-i mutlakasını te’min etmiş olan Ruslar +sa acaba atide Hindistan’ın selamet ve bekasını kim te’min +edebilir? İşte şu suallerdir ki İngiltere hükumetini Mavera-yı +tereddüdler sayesindedir ki hatt-ı mezkur henüz kuvveden +fiile çıkamıyor. +Fakat Ruslar bütün kuvvetleri ile çalışıyorlar. Bilahare +muvaffak olacakları ma’lum değil ise de herşeyde ve her +ti şu mes’elede de aynı tarika salik olduğunu gösterdi. Bu +münasebetle bizim bir an evvel İngiltere ile görüşüp uyuşmamızın +derece-i ehemmiyyeti tebeyyün ediyor. Şu lüzumu +rical-i devletimiz elbetteki takdir etmişlerdir. + +---- +FRANSA VE FAS +---- + +Evvelki hafta bu sahifelerde Fas ve Fransız ahvalinin Faslılarca +olan suver ve eşkalini yazmış ve Fransızlar nokta-i +nazarınca olan etvar ve vaz’iyyatını ikinci bir makalede ted­ +kīk ve tahlil edeceğimizi vaad eylemiş idik. Bugün o vaadin +Fransa hükumeti Fas iklimi hakkında öteden beri beslemekte +olduğu fikrine resmi Avrupa’nın müzaheret ü +muavenetiyle hain-i vatan ve millet Abdülhafiz’ın hıyanet +ve ihanetiyle geçen senenin on bir Mayıs’ından beri guya +nail olmuş bir vaz’iyette bulunuyor idi. Fransa hükumeti +medeniyet-i müşa’şaasının ve i’lan eylediği ve uğrunda milyonlarca +kanlar milyarlarca paralar döktüğü Hukūk-ı Beşer +Beyannamesi’nin hilafına olarak Fas’ta kazandığı bu mevkiini +Cezayir’de tatbik etmekte olduğu mezaliminin aynıyla +tahkim eylemeye çalışmak gibi vahi bir meslek ittihaz etmiş +leğine karşı Faslılar şu suretler ile mukabele eyledikleri ve +eylemekte oldukları görüldü: +Geçen Nisan ve Mayıs içlerinde evvela Abdülhafiz saltanattan +Sultanı i’lan edilmiştir. Saniyen; Beni Verain Kabilesi +Mevleye sahiline tecemmu’ ile nehrin öbür yakasında +olan Fransa askerine hücum eylemiş payitaht olan Fas şehri +ahalisi ayaklanmış şehir kumandanının sarayına hücum +edilmiş kumandan katl ve emvali yağma edilmiştir. Şehrin +etrafı kabail ve aşayir efradından yirmi bin kişilik bir kuvvet +tarafından ihata edilmiş şehir muhasara altına alınmıştır. +Salisen; Taviret Garkuy’deki Fransa askeriyle BeniVain +Kabilesi arasında harp ateşi açılmış yeni +sultan tarafından Fransızlara karşı cihad-ı mukaddes i’lan ve +umum Faslılar bu cihada da’vet edilmiştir. +Yeni Sultan tarafından Fransızlara karşı i’lan olunan +bu Cihad-ı Mukaddes Beyannamesi’nin bazı parçaları Paris’te +münteşir Matin gazetesinin son nüshalarının birinde +şu suretle tasvir edildiği manzurumuz olmuştur: “Hak Teala +Hazretleri’ne imandan sonra en güzel ve makbul olan amel +muharebedir. Şimdi Fransızlara karşı muharebe farzdır. Hatta +kadınların ve etfalin dahi bu muharebeye iştirak etmeleri +vacibdir. Ey Fas iklimi müslümanları! Eslafınızın namusunu +muhafaza ediniz ve onlar gibi düşmandan vatanı muhafaza +şehrinde her gün binlerce müslüman kanını dökmektedir. +Ne duruyorsunuz ve ne için eslafınız gibi hareket etmiyorsunuz?” +Matin gazetesi bu cihad-ı mukaddes beyannamesinin o +cümlelerini bu tarz ve şekl ile nakil ve tercümesini müteakıb +diyor ki: “Fas’ın her tarafında Fransızlar aleyhinde şiddetli +bir heyecan fevkalade bir kıyam ve galeyan hüküm-fermadır. +Fas’taki Fransa kuvvetinin mevkii büyük bir hatar büyük +bir tehlike ve vahamet ile muhattır. Fransa’nın bu vahametli +mevki’den kendini tahlis ve Fas’taki emel ve gayesini te’min +ü tahkim edebilmesi büyük pek büyük masraflara ciddi +seri’ kat’i tedbirlere muhtacdır…” +Matin gazetesinin Fransa’nın Fas’taki hal ve mevkiinin +vahametini bu suretle i’tirafı nazar-ı dikkati celbedecek bir +mahiyeti haizdir. Çünkü Matin gazetesinin i’tirafı vechile +Fransa’nın Fas’taki hal ve mevki’-i hazırı gayet hatar-naktir. +Fransa’nın bu mevki’-i mühlikten kendini tahlis ile ideal +ve hedefine nail olabilmesi hazineler sarfından ciddi seri’ +kat’i tedbirlere müracaattan başka uzun vakitlere mütevakkıftır. +Bu uzun vakitlerin ise Fransa’ya müsaid çıkacağı gayet +meşkuktur. +Çünkü evvela; Fas iklimi kabail ve aşayiri Cezayir ve +ahalisine makīs değildir. Fransa Fas’a nazaran Cezayir gibi +küçük bir yeri elde etmek için yedi milyar frank sarf etmiş +elli bin kurban vermiş ve yalnız mücahid-i a’zam merhum +Emir Abdülkadir ve hamiyetli maiyyeti ile kırk sene uğraşmıştır. +Halbuki Fas iklimi Cezayir’den birkaç defa büyüktür. +Yed-i Kudret’ten masnu’ tabii istihkamları vefirdir. Kabail ve +aşairi Cezayir’in sekiz misli nisbetindedir. Bu ahval ise Fransa +amalinin tecellisine mani’ ve burada sarf edeceği sa’y ve +guşişlerinin bir semere vermeyeceğine delildir. +Saniyen; Afrika müslümanlarının hal-i hazırdaki vaz’iyetleri +Cezayir’in istilası zamanındaki vaz’iyete müşabih +değildir. O zamanda Afrika kabail ve aşairi arasında nifak +ve münaferet hükümran idi. Ecnebilerin nişanlarına altınlarına +hilelerine kapılmak aldanmak ile ecnebi menfaati +mahvına badi ecnebi menfaatine hadim yekdiğeriyle olan +muharebeleri istiklallerinin ziyaına bais olduğunu re’ye’layn +müşahede eylediklerinden ecnebilere karşı müttefik ve +müttehid olmuşlardır. Afrikalıların bu ittihadları dahi Fransızların +Fas’ta bir şey kazanamayacaklarına burhandır. +Salisen; Trablusgarb Fas Muharebeleri’ne kadar alem-i +Fransa ilm ü irfanına Fransa hakşinaslığına büyük i’timadları +var idi. Bunun sebeb-i yeganesi ise ancak Fransa hükumet-i +fahimesinin Fransa millet-i necibe ve irfaniyyesinin +Hilafet-i Celile-i İslamiyye ve hükumet-i mufahhame-i Osmaniyyeye +karşı öteden beri muhafazasına çalıştığı ve +riayetine i’tina eylediği bütün alem-i İslam tarafından nazar-ı +memnuniyyetle görülen münasebat-ı veddiyye tezahürat-ı +vifakıyye muavenat-ı maddiyye ve ma’neviyyesi +gibi an’anat-ı kadime-i mübeccele-i tarihiyyesi idi. Alem-i +Dersaadet muhterem ceneral konsolosu ve katibleri ile iki +sene mukaddem Eyüb’de bir kulüpte şeref-vukū’ bulan bir +mülakatımda muhterem zevat huzurunda beyan ile nazar-ı +dikkatlerini celbetmiş ve Tan Gazetesi’nden de şikayet eylemiş +lerini ızhar ve Tan ’ın hilafet ve İslam aleyhindeki neşriyatına +hükumetin iştiraki olmadığını maamafih bunun dahi nazar-ı +dikkate alınacağını vaad buyurmuşlardı. Fakat Trablusgarb +mes’ele-i hazırasında Tan Gaulois Figaro Paris Journal +Matin gibi Paris gazetelerinin Hilafet ve İslam aleyhindeki +neşriyatı ve Fransa hükumetinin böyle bir zamanda Fas’ta +tatbik etmekte olduğu muamelat vaz’iyyat ve icraatı Fransa +hükumetinden Afrikalılar ile beraber bütün alem-i İslam’ın +dil-gir ve dil-hun olmasına ve Fransa’nın alem-i İslam nazarındaki +o mevki’-i bülendinden sukūt etmesine ve bunun +nefret derecesine varmasına sebeb olmuştur. Afrikalılar ve +alem-i İslam istintac ediyor ki: Fransa’nın Hilafet’e ve Afrika’ya +karşı olan bu vaz’iyeti Fransa’nın cihan-ı ilm ü irfandaki +o mevki’-i bülend ve müstesnasına rağmen Avrupa +mutaassıblarından bir takım amal-i hasise kurbanlarının +bir nevi’ hukūk-ı düvelden olmak üzere tanıdıkları “Hilalin +tasarruf eylediği kıt’aların tedricen Salib’in havze-i temellüküne +garib ve kanun-ı acibine tabi’ olmak ve mevki’-i tatbika koymaktan +başka bir şey değildir. +Faslıların bugünkü Fransa aleyhindeki kıyamları bu istintacdan +dikkate almamış ve Fas’a vaz’-ı yed etmek gibi azim mühlik +bir hatada bulunmuştur. Binaenaleyh Fransa hükumeti +hatasını tashih ve Fas’tan keff-i yed etmesi ve bu suretle efkar-ı +umumiyye-i İslamiyyeyi kendi lehine çevirmesi ve bu +harbden evvelki mevkiini kazanması lazımdır. Alem-i İslam +efkarının Fransa’nın lehine dönmesi Fransa için birkaç +Fas iklimine muadil olacağını beyana hacet yoktur. +Yok Fransa hükumeti bu hakayıkı görmek istemez ve +hatasında devamdan geri kalmaz ise pek yorgun düştükten +başka neticede hiçbir şey de kazanamayacaktır. +AFGANİSTAN MÜSLÜMANLARI +Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’den sonra hükumat-ı İslamiyyenin +en müterakkī ve mükemmeli Afganistan Hükumet-i +Celile-i İslamiyyesi olduğu asar-ı bahire tecelliyat-ı +hazırasıyla meşhud ve nümayandır. Afganistan’ın teali ve +terakkīsine en evvel hizmet edip milletini şehrah-ı saadet ve +vadi-i tekemmüle sevk ve isal eden zat cennet-mekan Emir +Abdurrahman Han-ı mağfur idi. Müşarun-ileyh hazretleri +vefatından sonra veliahdı Afganistan hükümdar-ı müstakbeline +–bir vasiyetname– bir düsturu’l-amel bırakıp mucebince +amel ve hareket olunmasını ekiden vasiyet ü tavsiye eylemiş +ve halef-i alisi Siracü’l-mille ve’d-din Emir Habibullah Han +hazretleri de peder-i ali-kadrinin vasiyetini harfiyyen ta’kīb ü +tatbik ederek kendi tebaasının refah ve saadetlerini ezmine-i +sabıkadan yüz kat ziyade te’min eylemiştir. +Afganistan’ın tarz-ı idaresiyle umur-ı maliyye ve iktisadiyyesini +yoluna koyduktan sonra Habibullah Han hazretleri +umur-ı askeriyyeyi ahsen vech üzere tensik ve tekmile hasr-ı +mesai ederek az zaman içinde Afganistan’ı hal-i seferberide +ettiği gibi her bir ihtimale karşı hin-i hacette kendi askerine +lazım gelecek levazımat ve eşyanın da Kabil Darü’l-Emaresi’nde +sistemde bulunan alat ve edevatını Kabil’e celb ile icab eden +mütefennin mühendis ve ustaları da muayyen bir zaman +Birkaç sene sonra Afgan ustaları celb edilen mühendis +ve muallimlerinden sanayi’-i lazımeyi ahz u iktibas ettikten +sonra Avrupalılara izin ve ruhsat verilip yerlerine yerli ustalar +dikilmiş ve bu suretle Afgan askerine lazım olan bütün +mevadd ü eşyanın i’maline mübaşeret olunmuş ve memleket +zarfında Kabil şehrinde intişar eden haftalık Siracu’l-Ahbar +–ki Farisi lisan-ı azbü’l-beyanıyla mükemmel bir matbaa-i +emiriyyede tab’ ve temsil edilmektedir– gazetesinde okunduğuna +nazaran el-yevm emir hazretleri tarafından te’sis +olunan İslami ve yerli fabrikalarda atideki hıref ve sanayi’ +kemal-i nefaset ve metanetle i’mal edilmekte bulunduğunu +mübahat ile derc-i sütun-ı mefharet eylemiştir. +Kabil darü’s-sınaalarında i’mal olunan eşya ve mevad +ber-vech-i atidir: +Esliha-i Nariyye: +Küçük sahra topları önden dolar +Büyük toplar arkadan dolar +Zodfir Graben top ve tüfenkleri üç çeşit +Henry Martin tüfenkleri piyade ve süvarilere mahsus +sistemli tüfenkler süvari ve piyade için +Yandan dolan tüfenkler +parça tüfenkler +parçalı tüfenkler +Çifte tüfenkler av için +Esliha-i Cariha: +Zabitana mahsus kılıçlar altın gümüş nikel yaldızlı +Süvari asakirine mahsus kılıçlar halis demirden +Tüfenklere mahsus süngüler +Askere mahsus kılıç kama harbe hançer bıçak kalemtıraş +Gülle ve Fişenkler: +Büyük top gülleleri +Küçük top gülleleri +Schneider ve Maxim gülleleri +Tüfenk için her türlü fişenk +Phius kısmından fişenkler +Adi fişenk +Dumanlı dumansız barut +Şarapnel gülleleri +Sanayi’-i Saire-i Muhtelife: +Askeri ve mülki bayraklar ki mihrab ve minber alametini +haizdir +Her çeşit askeri çadırlar +Çadırlara mahsus edevat-ı saire +Askeri ayakkabların envaı yerli derilerden ma’mul +Askeri eldivenler +Her nevi’ muzıka alatı sarı ma’denden +Askeri meşk ve ta’lim ve jimnastik aletlerin envaı +Zabitana ve efrada mahsus enva’-ı kalpaklar +Zabitana mahsus durbinler +Demirciliğe aid her nevi’ sanayi ve alat ve edevat +Dülgerlik marangozluk doğramacılık sanayii +Saraçlık +Pirinççilik +Kuyumculuk +Bakırcılık +Boyacılığın envaı +Nakkaşlık +Ressamlık +Na’lbandcılık baytarlık +Meskukat darb ve i’mali +Simkeşlik +Meşinden yapılan her türlü çanta ve askere lazım edevat +Örmecilik +Dokumacılık +Halıcılık +Kilimcilik +Sırmacılık +Haccari ve mi’mari +Litografi +Tipografi +Zinkografi +Hakkaklik her türlü taş ve ma’den üzerine +Oymacılık her türlü taş ve ma’den üzerine +Mobilyacılık +Çorapçılık +Dişçilik Ma’denden sun’i diş yapmak +Dökmecilik +Billurculuk +Balada gösterilen bütün eşya el-yevm Kabil’de Emir hazretleri +tarafından müceddeden inşa ve te’sis olunan büyük +fabrikalarda Afganistan kerestelerinden müslüman usta çırak +ve ameleler vasıtasıyla “buhar” ile i’mal olunur. Mezkur +makineler şehir haricinde en güzel bir mevki’de te’sis edilip +makinelerin kolaylıkla tedviri için son sistem motorlarla müteharriktir. +Mezkur fabrikaların nezaret-i umumisi “Liva” Muhammed +Server Han’a Emir hazretleri tarafından tevdi’ ve tefviz +olunduğu gibi müdiriyet-i umumiyyesine de Mühendis Muhammed +Rıza Beğ Han ta’yin olunmuştur. +Fabrikalar her gün kemal-i faaliyyetle on saat işlemekte +ve Afganistan’ın askeriyle ahalisine lazım gelen eşyayı i’mal +etmektedir. Mezkur fabrikalara izin ve ruhsat-ı mahsusa ile +girilir. Yabancı ve gayr-i müslime hiçbir zaman müsaade +edilmemektedir. Fabrikaların esrarı tamamıyla me’murları +tarafından muhafaza ediliyor. +Balada gösterilen sanayi’ ve hıref tamamıyla Avrupa’nın +hal-i hazırda i’mal ettiği alat ve edevata müşabih ve mümasil +bir haldedir. Bunlardan başka Emir hazretleri tarafından +Avrupa’dan daha başka yeni fabrikaların celbi takarrur etmiş +ve daha sair hıref ve sanayii öğrenmek için Avrupa’ya +müslümanlardan birçok genç dindar talebeler i’zam kılınmıştır. +Altı bin senelik an’anata şan ve şöhrete malik olan İran +Devleti hanlık ve elkab ile uğraşıp vatan ve memleketin +menafi’-i maddiyye ve ma’neviyyesini ağraz ve amale feda +ettiler. Memleketin İran’ın istiklalini Rusya’ya sattılar. İran +mak lazım gelirse berikilerin mahv ü inkıraza yüz tuttuklarını +ötekilerin ise çoktan beri hab-ı gafletten uyanıp şuunat-ı +mülkiyye ve vataniyyelerinin ıslahına bezl-i gayret etmekte +oldukları kolayca anlaşılıyor. +mayan Afganistan Hükumet-i İslamiyyesi el-yevm Rusya ve +edebilmek iktidarına malik olduğu halde İran hükumeti +büsbütün bitmiş mahv ü harab olmuş Rusya ve İngiltere’nin +bütün tahakküm ve tehekkümatına sürud etmekte +bulunmuştur. +Hasılı bir şahıs bir milleti batırır bir adam bir ümmeti +evc-i a’laya çıkarır. +Mulay Hafiz utanmayarak dinini milletini memleketini +Fransızlara satar; Afganistan emir-i dirayet-mendi bir avuç +Afganlıyı i’la ve ihya eder. +BULGARİSTAN MÜSLÜMANLARI +UMUR-I MAARİF +Bulgaristan müslümanları +birkaç seneden beri kendi mekteplerine muallim yetiştirmek +üzere bir “Müslüman Darü’l-muallimini” küşadını hükumetlerinden +taleb ediyorlardı. Onların bu talebi daha “Malinof” +kabinesi zamanında kabul edilmiş ve bir komisyon-ı mahsus +tarafından ta’limatı ve programı ihzar olunmuş ise de +bunun icrası mümkün olmamış idi. Bugün “Geshof” hükumeti +müslümanların bu emelini icra ediyor. Artık mektebin +ta’limatını hükumetin ceride-i resmiyyesi i’lan etti. İrade-i +kraliye iktiran ettiği görüldü. Ta’limat-ı mezkure ber-vech-i +atidir: +Birinci Madde– Bulgaristan mekatib-i ibtidaiyye-i İslamiyyesine +muallim yetiştirmek üzere Şumnu’da bir +Pedagoji Mektebi Darü’l-muallimin açılacaktır. Bu mektepte +ulum-ı diniyye dersinin tedrisi başmüftinin teftişine +tabi’ bulunacaktır. Müfti-i müşarun-ileyh bu husustaki mütalaatını +mektep müdirine bildirecektir. +havi bulunacaktır. +Üçüncü Madde– Mekteb-i mezkurun birinci sınıfına +kaydolunmak isteyenler Bulgaristan dahil ve haricinde bir +rüşdiye mektebini ikmal etmiş bulunmalı veyahud Bulgar +mekatib-i rüşdiyye-i resmiyyesinin ikinci sınıfını ikmal eylemiş +olmalıdırlar. Bulgaristan haricinde rüşdiye tahsili görenler +Bulgaristan tabiiyetinde bulunmak ve dühul imtihanı +vermek mecburiyetindedirler. +Mülahaza: El-yevm Bulgaristan mekatib-i İslamiyyesinde +muallimlik vazifesiyle meşgūl bulunanlar Bulgar lisanı +hesab ulum-ı tabiiyye tarih ve coğrafya derslerinden Bulgar +mekatib-i rüşdiyyesinin ikinci sınıfında okunduğu kadar +ve Türkçe’den mekatib-i rüşdiyye-i İslamiyyede tedris olunduğu +kadar sahib-i ma’lumat bulunduklarını isbat ettikleri +takdirde Şumnu Daru’l-muallimini’nin birinci sınıfına kabul +olunabilirler. +Dördüncü Madde– Bu mektebin birinci sınıfına yirmi yaşını +tecavüz edenler kabul olunmazlar. +Mülahaza: El-yevm muallim bulunanlardan otuz yaşına +kadar olanlar mekteb-i mezkurun birinci sınıfına kabul edilebilirler. +Beşinci Madde– Dühul imtihanı hey’et-i ta’limiyye tarafından +müntehab beş kişilik bir imtihan hey’eti huzurunda +Altıncı Madde– Bulgaristan müslümanları için hükumet +tarafından açılan bu darü’l-muallimin Bulgar Mekatib-i Taliyyesi +Nizamnamesi’ne tevfikan idare olunacaktır. +Mülahaza: Mezkur nizamnameden müslümanların a­ +dat-ı diniyyelerine muhalif bulunan maddeler mülga addedilir. +Yedinci Madde– Şumnu Darü’l-muallimini’nde atideki +dersler okutulacaktır: Ulum-ı Diniyye-i İslamiyye Lisan-ı +Türki Bulgar Lisanı Hesab Hendese Pedagoji Terbiye +usul-i tedrisiyyenin esasat-ı umumiyyesi her dersin tarz-ı +tedrisine dair usuller ve bu hususta lüzumu olan tatbikat +Coğrafya Ma’lumat-ı Medeniyye Tarih-i Tabii Resim Musikī +Keman ve Jimnastik. +Sekizinci Madde– Dersler tercihan Bulgar lisanı üzerine +tedris olunacaktır. Ulum-ı Diniyye-i İslamiyye ve Lisan-ı +Türki Türkçe olarak tedris edilecektir. +Dokuzuncu Madde– Şumnu Darü’l-muallimini muallimleri +Bulgaristan Maarif Nezareti tarafından Maarif Nizamname-i +Umumisi’ne ittibaen ta’yin edileceklerdir. Lisan-ı Türki +ve Ulum-ı Diniyye-i İslamiyye için mütehassıs muallimler +ta’yin olunacaktır. +Onuncu Madde– Pedagojiye aid tatbikat mahalli İslam +mekteb-i ibtidaisinden birinde veyahud mahalli Bulgar +mekteb-i ibtidaisinde icra edilir. +Onbirinci Madde– Bu mektebin iki sınıfını da ikmal +edenler Türkçe ve Bulgarca’dan hem tahriri hem de şifahi +Ulum-ı Diniyye-i İslamiyye Pedagoji Tarih-i Vatan Coğrafya +ve Hesab derslerinden ise yalnız şifahi imtihan vermeye +mecburdurlar. Bu imtihanlar Pedagoji mekteplerinde tatbik +edilmekte olan Ruus İmtihanları Nizamnamesi’ne tevfikan +ve başmüfti tarafından gönderilecek murahhas hazır bulunduğu +halde icra edilecektir. +Onikinci Madde– Şumnu İslam Darü’l-muallimini’ni ikmal +edenler Bulgaristan mekatib-i ibtidaiyyesine talib olan +muallimlerin kaffesine müraccah bulunacaklardır. +Bu mekatib müfettişleri bu gibi muallimlerin ta’yinini +teshil etmekle beraber kendilerine daha münasib maaş +verilmesi için mekatib encümenleri nezdinde teşebbüsatta +bulunacaklardır. +Mülahaza: Bulgar Pedagoji veyahud i’dadilerini ikmal +eden müslüman gençleri dahi bu husustaki hakk-ı rüchana +malik bulunacaklardır. + +---- +MATBUAT +---- + +LORD KİTCHENER VE HIDIV +Londra’da münteşir The Egypt gazetesi yazıyor: +Lord Kitchener Mısır’da eslafına muhalif bir hatt-ı hareket +ta’kīb ediyor. Müşarun-ileyh Hıdiv Abbas Paşa ile görüşerek +doğrudan doğruya kabul ile evamir-i mahsusa veriyor. Mısır +mülhakatı devr ü teftiş ile köylülerin şikayatını bizzat istima’ +ve ona göre müdirlere evamir ve nevahi i’ta ediyor. İstasyonlara +uğradığı zaman ahali kendisini büyük bir tantana ile +kabul ediyorlar. Hidive karşı bile gösterilmeyen nümayişleri +ahali ve fellahin lorda ibraz ediyorlar. +Hidivin Mısır’da yalnız kuru bir isim ve şöhreti kalmıştır. +Yoksa zimam-ı umur-ı hükumet tamamıyla lordun elindedir. +Kitchener kendi politikasıyla amalini tervic için hidivin +menafi’-i şahsiyye ve hususiyyesine dokunmayarak Mısır +evkafından icra ettiği müdahalatı görmemezlikten geliyor. +Hidiv ise bu kadar bir salahiyete iktifa ederek bütün evkatını +kendi umur-ı hususiyye ve ziraiyyesiyle imrar ederek yazın +mu’tadı vechile İstanbul’a ve Avrupa’ya seyahatler yaparak +kendi işine bakıyor. Hidivin vazifesi milletin ümmetin +net etmek ve kimsenin şikayetine mahal bırakmamak ise de +Mısır’da tarz-ı idare ve zimam-ı umur büsbütün başka bir +renk kesb eylemiştir. Her kim İngilizlerle ve onlara pey-rev +olanlarla hoş geçinip onlara dalkavukluk ederse sellemehüsselam +her istediğine nail olur. Böyle yapmayanlar ise ebediyyen +mahrum kalmaya mahkumdurlar. +Hidivin Mısır’daki mensubini ise o kadar çoktur ki bunlar +sabahtan akşama kadar kahvehaneleri dolaşıyor şunun +bunun ahval-i şahsiyye ve hususiyyesini tedkīk ediyor ve +Nasyonalistlere mensub olup olmadıklarını anlamaya çalışıyorlar. +Mısır ahval-i iktisadiyyesi günden güne fenalaşmaktadır. +Zavallı fellahların elinde bir şey kalmamaya başlamıştır. +Enva’-ı hıyel ve desayis-i iktisadiyye ile muhtekirler bankalar +ve buna yardım ve müsaade edenler zavallı fellahinin +servetini sülük gibi emiyorlar. Mısır mahkemelerine gelince +onlar da İngilizlerle hidivin elinde kör bir alet gibi kalmışlardır. +Hidivin aleyhdarlarıyla Mısır Nasyonalistleri her gün +birer bahane ve suretle habs ü nefy ve işkence ediliyorlar. +Matbuat Kanunu tamamıyla hükumet-i hidiviyyenin keyfine +ta’dil edilmiş olup ufacık bir tenkīd veya i’tirazda bulunan +gazeteler –hususıyle Nasyonalistlerin mürevvic-i fikirleri +olanları– kapatmak için sudan bir bahane kafidir.” + +---- +MEKATIB +---- + +KAŞGAR AHVALİ +Kaşgar’dan Kolçalı Abdülaziz Efendi hazretlerine ahiren +vürud eden bir mektubun sadede dair kısmından alınmıştır: +Kaşgar Urumçi ve havalisinde ahval muztaribdir. Hükumet-i +sabıka tarafdaranı ile hükumet-i cumhuriyye askeri +çarpışmaktadır. Kaşgar ve Urumçi ve tabii olan cümle vilayetlerdeki +hükumet-i sabıka erkan ve kumandanları katl ve +emvali yağma edilmiştir. Yağma şehirlere dahi sirayet etmiş +tır. Ticaret ve san’at durgundur. Rus ticareti Rusya’nın +himayesi ve tedabir-i askeriyyesi ile zarardan mahfuzdur. +süs edememesinden perişan bir haldedir. Vaktiyle Kaşgar ve +havalisinde hükumet-i Osmaniyye canib-i alisinden şehbenderlikler +te’sis olunmuş olsa idi böyle bir zamanda büyük +ler te’min etmekten hali kalmaz idi. Ne ise yine İslamların +ümidi muhterem Osmanlılardadır. Hükumet-i Osmaniyyenin +bura İslamlarının kendine karşı beslemekte oldukları hissiyat-ı +safiyyelerini nazar-ı dikkate alması ve şehbenderlik +mes’elesine atf-ı nazar eylemesi derkardır. Trablusgarb iane-i +harbiyyesi devam etmektedir. Teraküm ettikçe pey-derpey +gönderilecektir. Cenab-ı Hak İslamiyet ve Hilafet’i daim +ve düşman İtalya’yı kahretsin! +Kaşgar +AFRİKA CİHADI: +Senusi Hazretlerinin Mektubu – Taraf-ı eşref-i hazret-i +Hilafet-penahi’den Şeyh Ahmed es-Senusi Efendi hazretlerine +Mutasarrıfı ve Kuva-yı Umumiyye Kumandanı Enver Beyefendi +tarafından gönderilen tahrirata şeyh-i müşarun-ileyh +hazretleri canibinden irsal olunan tahriratın el-Alem gazetesinde +aynen neşrolunan suretidir: +. . . . . . +§ el-Alem gazetesi işbu cevabnameyi derc eyledikten +sonra bununla birlikte darü’l-harbdeki muhabirinden aldığı +bir mektuba atfen Şeyh Ahmed es-Senusi Efendi hazretleri +darü’l-harbe gelirken Cağbub mevkiine muvasalat eylediği +vakit Enver Beyefendi tarafından ihtifalat-ı layıka ile istikbali +ve hakkında vecibe-i ihtiramın ifası zımnında mevki’-i +mezkura zabitandan mürekkeb bir hey’etin gönderildiğini +ve bu hey’etin miyanında Derne Kaymakamı ile Bingazi +Erkan-ı Harbiyyesi’ne me’mur Nuri ve Doktor Abdülgani +Zahid Beyler’in dahi bulunduğunu yazıyor. +Tunus’tan Times ’a iş’ar +olunduğuna göre İngiliz Hilal-i Ahmer Hey’eti’nin ikinci +kafilesi iki doktorla altı erkek hasta bakıcı ve altmış hastayı +Tunus’a vürud etmiştir. Bunlara Binbaşı Vickson Johnson +riyaset ediyor. Lazım gelen edviye ve levazımat-ı tıbbiyyenin +etmesi takarrur etmiştir. Hey’et reisi yerli Arablardan olmak +üzere bir doktorla birkaç hademeyi buradan tedarik etmek +fiile çıkaramamıştır. +Rusya +hükumeti Osmanlı hududuna gönderdiği Kazak askerinden +başka Osmanlı ve İran hududlarına yeni sevkıyatta +bulunmaya karar vermiştir. Asakir-i mezkure piyade ve +süvari yirmi binden otuz bine kadar olup bunların kısm-ı +a’zamı hudud karakollarını takviye edecek ve diğer kısmı da +karargahlarda İran ve Osmanlı hududları civarında ihtiyat +olarak bulundurulacaklarmış. Yine aynı muhabirin ifadesine +göre Osmanlı Sefiri Turhan Paşa’ya bu babda verilecek +cevapta tahşidat-ı askeriyyenin Osmanlı ve İran hududunda +teşevvüşat vukūundan ve İran hükumet-i hazırasını iskat +beyan edilecekmiş. +Ceneral Limbritis ile Sifakianakis +hey’et-i icraiyye a’zalığını kabul etmemişlerdir. A’zadan +diğer üçünün de isti’fa etmeleri kaviyyen melhuzdur. +Düvel-i hamiyye konsolosları tarafından me’muriyetlerinden +bi-gayri hakkın çıkarılan İslam me’murlarının tekrar +vazifeleri başına aldırılmaları hakkında Girit hükumet-i icraiyyesine +bir müzekkire gönderilmiştir. +Agari ’den bildirildiğine göre +akd-i ittihad etmiş bulunan Şahsevenler’le Kocabeyli Serdarlı +münasebat-ı daimede bulunmaktadırlar. Bütün bu kabileler +Ruslarla son dakīkaya kadar mücahede etmeye ve en nihayet +himayesine iltica eylemeye karar vermişlerdir. Mezkur kabileler +vukū’ bulacak mücadelelerde serbestçe hareket etmek +maksadıyla mal ve mülklerini satmaktadırlar. +Viyana’da bulunan Na­ +vi Avusturya ve Fransa kaplıcalarından birine gidecektir. +Mu­ +ma-ileyhin katibi Musa Han İran’da sükun ve asayişin +hate çıkması ahvalin iyiliğine delalet etmekte bulunduğunu +söylemiştir. Musa Han şah-ı mahluun her türlü müddeayattan +sarf-ı nazar ederek Odessa’da sükun ve müsalemet dairesinde +dermiyan eylemiştir. +Şimdiye kadar nifak-ı +daimi içinde yekdiğeriyle çarpışan Şahseven kabailinden +bir çoğu ahiren hep birlikte Rusya aleyhine yürümek üzere +te’lif-i beyn edip Ruslarla müsadematta bulunduklarından +dolayı Tebriz muhaberatı münkatı’ olmaya başlamıştır. +Kabil’de münteşir +“ Siracu’l-Ahbar ” gazetesinde okunduğuna göre Afgan emiri +hazretlerinin “Dil-güşa Sarayı” karşısında yeniden büyük +bir saat kulesi inşa olunarak şehrin tezyiniyle ahali-i mahalliyyenin +ya hizmet edilmiştir. Mezkur kulenin irtifaı yüz İngiliz kademi +olup genişliği de ona göredir. Saat ise İngiltere’de suret-i +mahsusada ta’yin-i evkat-i hamse-i mefruza için büyük bir +tarafından yerine vaz’ olunmuştur. Kabil şehrinin diğer bir +noktasında da yakında diğer küçük bir saat kulesinin nasbı +takarrur etmiş ve işe de mübaşeret olunmuştur. +Times gazetesinde +okunduğuna nazaran Hind vali-i umumisi malik +olduğu salahiyet-i tamme mucebince Hindistan vilayatının +adem-i merkeziyyet usulüyle idare olunması hakkındaki fikrini +bu babda İngiltere Parlamentosu’yla Avam Kamarası’nda +keyfiyet-i mezkure pek derin bir surette mevzu’-ı bahs edilmiş +ve usul-i mezkurun tatbikında bir mahzur görülmemesi +üzerine Hindistan başvalisine muktezasına bakılmak üzere +tarz-ı idaresinde şu günlerde külli tebeddülatın vukūuna intizar +ediliyor ise de Hind umur-ı maliyyesinin bu kaideden +müstesna olup külliye-i nükūd ve varidatın Hind hükumet-i +merkeziyyesinde toplanması karar-gir olmuştur. +Bombay’dan Times ’a iş’ar olunduğuna +göre Bombay’da kolera hastalığı zuhur etmiş ve +binlerce telefata sebebiyet vermiştir. Ölenlerin ikisi Avrupalılardan +olduğu tahakkuk etmiş ve ona göre hükumet tarafından +tedabir-i müsta’cele ittihaz olunmaya başlamıştır. +Fransa’nın Fas Sefiri Mösyö Reniyo +Paris’e muvasalatta gazetelere Fas hakkında pek nikbinane +beyanatta bulunmuştur. Maamafih muma-ileyhin +beyanat-ı vakıasının tahakkuk etmemekte olduğu görülüyor. +Fransız harekat-ı askeriyyesini ta’kīb eden gazete muhabirleri +yerlilerin her tarafta ictima’ etmekte olduklarını ve şehre +karşı her an bir hücum vukūunu intizar edilmekte olduğunu +Fas süvarileri Fransızların harekat-ı askeriyyesini tarassud +ve her tarafta ızhar-ı husumet etmektedirler. Fransız asakiri +bazı şübheli mahallerde karargah kurmuşlardır. Bazı kabail +rüesası Fransızların kendi arazileri dahilinden çekilmeleri +şartıyla Fransa hükumetine arz-ı mutavaat edeceklerini +beyan etmişlerdir. Bu tarz-ı inkıyad ise Fransız me’murini +tarafından kabul edilmemiştir. +Çin başvekili katledileceğinden +korktuğu için Pekin’e evdet etmemek kararını vermiştir. +Muma-ileyh meclis-i a’yanın kendi aleyhinde vakı’ olan hücumlarından +bizar olduğunu söylemiştir. Bu sebeble meclis-i +milli başvekili müsta’fi addederek yerine hariciye nazırını +ta’yin eylemiştir. +Kanton’da ecnebiler mahallesinde +vukū’ bulan bir musademede kırk altı Çinli katledilmiştir. +Almanya’nın Çin’deki tebaasının menafiini muhafaza +Mokdan’da bir liva mikdarında +olan kıt’a-i askeriyye meyanında iğtişaş zuhur etmiştir. Bütün +gece askerler bila-inkıta’ silah atmışlardır. Birçok banka +ve mücevherat mağazaları yağma ve ihrak edilmiştir. Yüzlerce +hane tahrib ile ihtilalciler ecnebilerin mal ve canlarını +sıyanet etmişlerdir. Kadın ve çocuklar İngiltere konsulatosuna +bulunuyor. Şehrin kapılarına Çin asakiri ikame edilmiştir. +Binlerce seneden beri kahr-ı +te’min-i hürriyyet ve te’sis-i cumhuriyyet eylediler. Hıtta-i +Çin’de anasır-ı muhtelifenin en mühimlerinden biri olan İslamlar +dahi bu inkılabdan istifadeye azm eylemişler ve unsur-ı +bulunmuşlardır. Orenburg’da münteşir “ Vakit ” Gazetesi’nin +beyanına nazaran bütün Çin İslamları müttefikan bir muhtıra +tertib edip Pekin’deki hükumet-i merkeziyyeye takdim +eylemişlerdir. Muhtıranın havi olduğu maddeler ber-vech-i +ati beyan olunur: +Birinci madde: Çin hükumetinin payitahtında umum +Çin İslamlarının umur ve ihtiyacat-i diniyyesine nezaret etmek +üzere bir şeyhülislamlık mansıbı te’sis edilmelidir. Şeyhülislamın +taht-ı idaresinde bir meclis-i mahsus-ı şer’i ile +evkaf idaresi ve bir ders vekili ve bir fetva emini bulunmalıdır. +Umum Çin’de kadi müfti şeyh mütevelli gibi me’murin +şeyhülislam tarafından ta’yin ve azl edilmelidir. Şeyhülislam +bütün Çin ahali-i İslamiyyesi tarafından intihab olunmalıdır. +Sekene-i İslamiyyesi olan her vilayetin merkezinde bir hakim-i +şer’i bulunmalıdır. +bahşedilmeli ve umur-ı diniyyelerini idarede İslamlara serbesti-i +tam i’ta edilmelidir. +Üçüncü madde: Me’murin-i şer’iyye ve talebe-i ulum hizmet-i +askeriyyeden muaf tutulmalıdır. +Dördüncü madde: İslamlara istedikleri yerde mektep +medrese cami’ tekke te’sis etmek hakkı verilmelidir. +Beşinci madde: Mektep ve medrese ve cevami’ için iane +cem’ etmek hususunda müsaade i’ta edilmelidir. +Altıncı madde: Evkaf-ı İslamiyyeye hükumet tarafından +emlak-i hususiyye gibi muamele olunmamalı ve evkaf +Mecusilerin ibadethaneleri gibi vergiden muaf tutulmalıdır. +Evkafın umuru ve şerait-ı vakıf Pekin’deki Evkaf İdaresi tarafından +Yedinci madde: Hükumet tarafından Mecusi ruhanilere +bahşedilen ve edilecek olan her türlü müsaedattan İslamların +dahi müstefid olmasına müsaade olunmalıdır. Çin +Hükumeti tarafından mecusi ruhanilerine maaş tahsis edildiği +vakitte aynı mikdarda İslam me’murin-i şer’iyyesine +dahi maaş ta’yin edilmelidir. +Sekizinci madde: Elbise ve kıyafet-i atikanın tebdili hakkında +hükumet tarafından neşredilecek evamire Çinli İslamlar +mecbur tutulmamalıdır. +Dokuzuncu madde: İslamların memalik-i hariciyyeye +seyahatine mümanaat edilmez. Fariza-i haccı ifa için canib-i +Hicaz’a giden İslamlara teshilat gösterilmek üzere Çin ile Hicaz +arasındaki büyük benderlerde Çin konsoloshanesi te’sis +edilmelidir. Çin’de Osmanlı Sefareti ve Osmanlı konsolosları +ve Memalik-i Osmaniyye’de Çin Sefareti ve konsolosları +te’sisi için Çin hükumeti ile Osmanlı hükumeti arasında bir +muahede-i mahsusa akdedilmelidir. Pasaport müddeti altı +aydan bir seneye temdid edilmelidir. +Onuncu madde: Çin Parlamentosu’na ve sair müessesata +meb’us ve vekil intihabında İslamlar ile Çinlilerin +hukūku müsavi olmalıdır. +Onbirinci madde: Her türlü hukūkta İslamlar ile Çinliler +müsavi olmalıdırlar. +Onikinci madde: Matbaa kütübhane umumi kıraethane +te’sisinde ve kitap ve gazete ve risale-i mevkūte neşrinde +Onüçüncü madde: İslamlara devair-i hükumette isti’dad +ve ehliyetleriyle mütenasib me’muriyet verilmelidir. +Ondördüncü madde: Çin hükumeti Çin mekatibine vereceği +tahsisat derecesinde İslam mekteplerine dahi tahsisat +Onbeşinci madde: Mekatib-i resmiyyeye Çin İslamları +etfali dahi kabul edilmelidir. Avrupa ve Amerika mekatibine +hükumet hesabına İslam talebe dahi gönderilmelidir. +Onaltıncı madde: Hizmet-i askeriyyeye alınan Çin İslamlarının +bulunmalarına müsaade edilmelidir. +Onyedinci madde: Kışlalarda cami’ te’sis edilmelidir. İslam +zabitanın terfi’-i rütbe hususundaki hukūku Çinli zabitana +muadil olmalıdır. +Onsekizinci madde: İslam askerlerine her sene Ramazan-ı +Şerif’te hanelerine avdet için izin verilmelidir. +Çin’deki İslamların mikdarı Çin hükumetinin resmi istatistikine +nazaran elli beş milyondur. İslamlar kendilerinin mikdarını +yetmiş milyon olduğunu iddia ediyorlar. Elli beş milyon +kan halis Çinlidir. Bunlara “Dungan” tesmiye edilmektedir. +Elli beş milyondan on milyonu lisan-ı Türki ile mütekellim +olup Türk ırkına mensubdur. Dunganların ekserisi Çince +okuyup yazmaya muktedir olduğundan Çin Hükumeti nezdinde +sözleri nafizdir. +Çin Hükumet-i Cumhuriyyesi tarafından yeni bir bandıra +kabul olunduğu ma’lumdur. Bu bandıra beyaz kırmızı +siyah yeşil ve sarı olarak beş renktedir. Beyaz renk İslam +unsuruna kırmızı halis Çin unsuruna siyah Mançu unsuru­ +na yeşil Tibet unsuruna sarı Moğol unsuruna nişanedir. +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHI ’NIN + +---- +HATALARI +---- + +Lakin rivayatta merci’ tanılan kibar-ı muhaddisin ile böyle +yerlerde sözleri sened ittihaz olunan zevat bu gibi şayiaları +dekası doğru değildir. Ancak sarhoşluk bir de oğlancılıkla +Bundan başka bir mes’ele daha var ki o da Velid’in +katili bir halife-i Emevi olmasıdır. Artık hal böyle iken bütün +Emevi halifelerine dini tahkīr şenaati nasıl isnad olunabilir? +Kaldı ki Agani sahibi tarafından Kur’an’ı tahkīr ile ittiham +edilen Velid hakkında el-Akdü’l-Ferid müellifi bir vak’a +hikaye ediyor ki o Velid’in Kur’an’ı ta’zim nası hıfza tergīb +eylediğini gösteriyor: “Beni-Mahzum’dan birisi Velid’e +giderek diğer birindeki alacağının tahsil ettirilmesini istirham +etmiş. Velid; “Pekala! Eğer buna müstahak isen mes’ulünü +yır!” deyince; “Yanıma sokul!” diyerek zavallının başındaki +sarığını elindeki sopa ile çıkarıp bir temiz döğdükten sonra +yanındakilerinden birine; “Şu kafiri götür; Kur’an okumadıkça +başından ayrılma!” emrini vermiş. Diğer bir alacaklı +da aynı suale ma’ruz olup; “Evet!” cevabını verince Velid +kendisine bir aşır Enfal bir aşr Beraet surelerinden okutmuş. +Adamcağız aşırları okuyunca halife; “Hakkı ihkak +ederiz; çünkü sen buna ehilsin!” demiş.” Görüyorsunuz ki +Velid Kur’an okuyamayanı kafir addediyor. Halbuki müellif +Velid’i kafir yapıyor. +Lakin müellif tarafından gerek Haccac ile Halid el-Kasri’nin +olmak üzere zikrolunan sözlere gerek bu ikisinin hilafeti +nübüvvete tafdil etmeleri gibi maskaralıklara gelince +bir kere bu gibi akvalin kısm-ı a’zam�� el-Akdü’l-Ferid ’den +alınmıştır ki o da muhazarat kitaplarındandır. Saniyen biz +ne Haccac’ı ne de Halid’i müdafaa mecburiyetinde değiliz. +Çünkü ikisi de ümmetin erazilindendir. Maamafih Abbasiler +zamanında aranırsa bunlar gibi mülhidler ne kadar çoktur! +ed-Damiğ ismiyle bir de kitap yazdı! Abbasiler müellife göre +bu gibi heriflerin cinayetlerinden mes’ul değil ise Emeviler +de öyle olmak lazım gelir. +Arz-ı Batha’da tulu’ eden neyyir-i İslamiyyet az zamanda şa’şaadar huzematıyle Türkistan’ın bi-payan ovalarını Endülüs’ün +şükufedar hadikalarını Afrika’nın çorak feyfalarını nur-ı irfan ve medeniyyete garketmiş vaktiyle birbirlerinin düşman-ı +canı olan akvamı samimi bir mevveddetle tev’em kardeşler gibi agūş-ı şefkate almış muharib devletleri barıştırmış +kardeş yapmış muvahhidin arasında umumi bir rabıta-i meveddet te’sisine muvaffak olmuştu. +Rey’den Kahire’ye Bağdad’dan Marakeş’e Tuleytula’dan Şam’a koşan ekabir-i ulema buralarda meskun mü’minleri +birbirlerine tanıttırmak için sarf-ı mesaiden geri kalmamışlar ve müslümanlar arasındaki inkıta’-na-pezir rabıtanın teşyidine +çalışmışlardı. Vaktaki kabus-ı cehalet kesif ve ezici sıkletiyle alem-i İslam’ı tazyika başladı muhteris erbab-ı istibdad millet-i +den i’tibaren cihan-ı İslam kalın ve müdhiş sedlerle birbirlerinden ayrıldılar. Evvelce seyahatler icrası fedakarlıklar ihtiyarıyle +müslümanları birbirlerine tanıttıran eazım-ı ulemadan kimseler kalmadı. Cehalet arttıkça arttı. Bir halde ki samimi birer +kardeş oldukları Furkan-ı Mübin’de te’yid edilen müslümanlar birbirlerinin düşman-ı canı kesildiler. +Alem-i İslam’daki bu iftirak ve teşettüt uruk-ı mevcudiyyeti hun-i taassubla mali olan Garb’ın Şark’a hücumunu Ehl-i +Salib bayraklarının Kudüs-i Şerif burcları üzerinde telatumunu intac etmek gibi feci’ bir akıbete müncer oldu. Hiç unutulmaması +halden istikbale tevcih ettirmeye arzu ediyoruz. +Alem-i İslam’ı ayıran kesif manialar bugün de bertaraf olmamıştır. Ma’nen Makam-ı Mualla-yı Hılafet’e merbut olan +milyonlarca muvahhidinin ahvalinden maatteessüf hiç de haberdar değiliz. ... fermanı müslümanların birbirleriyle +tanışmaları bilişmeleri yekdiğerlerinin alam ve meserretinden hissedar olmaları lüzumunu ihtar ettiği halde va-esefa ki +biz yine hab-ı giran-ı lakaydiden başımızı kaldırmak etrafımıza göz gezdirmek muhitimizde cereyan eden ahvalden ihzar +edilen tertibattan haberdar olmak lüzumunu hissedemiyoruz. Fakat bu derin uykunun neticesi pek dehhaş bir bi-dari ile +gayedar olmayacak mı? Acaba uyku sersemliği ile o vakit gösterilecek telaşların faidesi olabilecek mi?.. +Cihan-ı İslami’nin teali-i fikrisine çalışmayı bir vazife-i mukaddese bir gaye-i muayyene addeden şimdiye kadar bu +uğurda her türlü fedakarlıkları ihtiyardan çekinmeyen Sebilürreşad bütçesinin kifayetsizliğine bakmayarak bu maksad-ı +ulviye doğru bir hatve daha atmaya azmetmiş tevfikat-ı kibriyaya istinaden büyük ve masraflı bir işe girişmiştir: +Hindistan Türkistan Türkmenistan Buhara Çin Romanya Bulgaristan… gibi memleketlerde yaşayan dindaşların +ahval-i ictimaiyye ve terakkıyat-ı fikriyyelerinden haberdar olmak müslümanlar arasındaki rabıta-i uhuvvet ve diniyyeyi +takviye etmek hülasa müslümanları birbirine tanıttırmak üzere birçok masraf ihtiyarıyla Merkez-i Hilafet’ten pek uzak +bulunan bu memleketlere muhbirler i’zamına karar vermiştir. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Şark ve garb lisanlarına vakıf ilm ü iktidarı namus u +fa­ +zileti bütün erbab-ı matbuatça müsellem olan ve “S[sin]. +M.T[te].” imzasıyla müfid makaleler neşreden Basralı Seyyid +Mehmed Tevfik Beyefendi önümüzdeki hafta içinde +Hindistan’a müteveccihen hareket ediyor. İki haftaya kadar +diğer muhbirlerimiz dahi inşaallah hareket edeceklerdir. +Birkaç hafta sonra varid olacak mektuplarda muhterem kari’lerimizin +alem-i İslam hakkında pek mühim haberler okuyacaklarını +şimdiden te’min ve tebşir ederiz. Bu gaye-i mekaddese +yolunda erbab-ı hamiyyet ve diyanetin maddi ve +ma’nevi müzaheret ve muavenetlerine mazhar olacağımıza +emin bulunduğumuzdan müslümanlarla meskun kıtaat ve +memalik-i saireye de pey-der-pey muhbirler i’zamına çalışacağız. +Saik-ı vicdanimiz +ferman-ı celilidir. Biz hiçbir fedakarlıktan çekinmeyeceğimiz +gibi her türlü müşkilatı da iktihama gayret edeceğiz. +ferman-ı celiline ram olan her mü’minin Sebilürreşad +’ın neşr ü ta’mimine gayretle maddeten ve ma’nen +mesaimize iştirak edeceğine emniyetimiz ber-kemaldir. Ve +hüve’l-Muvaffık! + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +Hac +– – +Şuru’ olunan hac ve umrenin bütün menasik ü şeraiti ile +emr-i celili varid olmuştur. Bir de ihsar yahud bu ma’zerete +mebni esna-yı ihramda halk yahud temettu’ sebebleriyle lazım +gelen demlerin kurbanların sadaka ve orucun nevi’ ve +keyfiyetlerini beyan ederek; +ayet-i kerimesi nazil olmuştur. +ettiği hadis-i şerifde Abdullah bin Ömer radıyallahu anhüma +hazretleri Halife Abdullah bin ez-Zübeyr üzerine Haccac’ın +hücum ettiği fitneli bir senede umre niyetiyle yola çıkmış +girdi. Ve dedi ki: “Beyt-i Şerif’e erişebilir isem tavaf ederim; +yok mani’ olurlar ise Hudeybiye senesinde Peygamber’in +yaptığını yaparım.” buyurdular. +yetine göre Abdullah bin Ömer hazretleri; “Hacca gidip de +sünnet-i seniyye-i peygamberiye iktidaen –muktedir olduğu +surette– tavaf ve sa’y ile ihramdan çıkar kurbanını keser +kurbanlık bulamaz ise oruç tutar; haccını da sene-i atiyyede +Bir de hatırlardadır ki bu babda Ka’b bin Ucre’nin hadis-ı +şerifi mürur etmiş idi. Peygamber Efendimiz muhrim +de üç gün oruç tut; yahud altı fakīri doyur; yahud bir koyun +zebhedersin!” buyurmuşlardı. İşte bu hadis-i şeriften ayet-i +kerimede ma’zerete mebni muhrimin halkından dolayı lazım +gelen fidyenin envaından ma’dud savmın üç gün oruçtan +sadakanın altı fakīri it’am eylemekten ve nüsükün de +bir koyun zebh etmekten ibaret oldukları anlaşılır. +* * * +Hac aylarını haccın vaktini beyan zımnında; +ve esna-yı hacda “refes” yani cima’ ve devaisinin +“füsuk” yani hudud-ı şer’iyyeden hurucun cidal ve mücadelenin +memnuiyetlerini i’lan için de; +ve bir de hüccac-ı kiramı ef’al-i hayriyyeye tergīb eden ve +vücub-ı hac için zad ve rahıle şart olduğunu bildiren; +ayet-i kerimesi nazil olmuştur. +[ ] İbni Ömer ra derdi ki: +“Hac ayları Şevval Zilka’de Zilhicce’nin on günlerinden +eşhur-ı hacda ihrama girilir. Çünkü sünnet böyledir!” buyururlardı. +Peygamber Efendimiz sonra Hazret-i Ebubekir +es-Sıddik Zilhicce’nin onuncu gününe müsadif birinci nahr +gününü de; “yevmü’l-hacci’l-ekber” namıyla yad ederlerdi. +Fahr-i Kainat Efendimiz hazretleri umre için senenin bütün +aylarında ihrama girilebileceğini söylerlerdi. +rak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Fahr-i Kainat Efendimiz; +“Refes ve füsuk irtikab etmeyerek şu Beyt-i Muazzam’ı hacceden +kimse anasının doğurduğu gündeki gibi –günahsız– +olur.” buyurdular. +Sahih-i Buhari ’de mervi olduğuna göre ehl-i Yemen; +“Biz Allah’a tevekkül ediyoruz!” diyerek hazırlıksız havaic-i +seferiyye tedarik etmeksizin hac niyetiyle yola çıkarlar fakat +Mekke-i Mükerreme’ye gelince öteye beriye sokularak tese’ül +etmek mecburiyetinde kalıyorlardı. İşte bunun üzerine; +ayet-i kerimesi nazil olmuştur. +* * * +Hazret-i Allah hac esnasında memnu’ ve mahzur olan +şeylerin bazılarını bildirmek için ibtida; +ayet-i kerimesiyle mukaddime yaptıktan ihram halinde büyük +küçük şikarın saydından imtina’ mehafetullahın delili +gibi telakkī olunarak buna göre muti’ ile asi yekdiğerinden +temeyyüz edeceğini beyandan sonra; +buyuruyor. Bu ayet-i kerime muhrimin katl-i sayd eylemesi +cihetini fiili nehy ediyor. Bir de katl-i saydı irtikab edenler +bulunursa ceza olmak üzere katlettikleri hayvanın mislini +tedarik ederek zebh yahud miskinleri doyurmaları yahud +oruç tutmaları lüzumunu bildiriyor. +Fahr-i Kainat Efendimiz hazretleri av hayvanlarının katlinden +men’ eder ve; “Katledildiği surette naziriyle tazmin +etmek lazım gelir.” buyururlardı. İbni Abbas radıyallahu anhüma +der ki: “ +ayet-i kerimesi nazil +olduktan sonra Peygamber Efendimiz sırtlana koçun geyiğe +koyunun tavşana dişi keçinin Arab tavşanına dört aylık dişi +keçi yavrusunun mesil ve nazir olabileceklerini beyan buyuruyorlardı.” +Fahr-i Kainat Efendimiz hazretleri muhrimin av eti yemesini +men’ eder. Yalnız av bizzat yahud bil-vasıta mani’li +bulunmaksızın avlanmış ise bunun etini yemekte bir beis olmadığını +dermiyan ederlerdi. Hazret-i Enes’in rivayet ettiğine +göre bir hac seferi esnasında Resul-i Ekrem Efendimiz’e +av eti takdim olundu. Ol hazret de kabul etmeyerek onu +reddetmiş idi. +Fakat onu takdim eden kimsenin yüzünde bir tegayyür +görülünce Cenab-ı Risalet muhrim olduğunu söyleyerek +gelir. derlerdi. Hazret-i Ömer güvercin öldürenlerin tasadduk +etmeleriyle hükmederdi. +Risalet-meab Efendimiz hazretleri av eti hakkında sual +eden muhrimlere; avlanması için sizin tarafdan delalet yahud +emr edildi mi? der “Yok…” cevabını alırsa; yiyebilirsiniz +zira avları kendi tarafınızdan yahud –işaret ve emrinizle– +sizin için avlanmadıkça muhrim olduğunuz halde helal olur. +buyururlardı. +* * * +Cenab-ı Allah hacc-ı şerifin fazl ü şerefine işaret zımnında +nebiyy-i muhteremi Hazret-i Halil’in bina-yı Ka’be’yi +müteakıb nası hac ve ziyarete da’vet ile me’mur olması ve +bir de nasın da etraf-ı şettadan uzaklardan piyade rükban +olarak şu da’vete icabet edecekleri hakkında vaad buyurduklarını +hikayeten; +diyor. Hele hacc-ı şerifin ictimai hayati siyasi… menafi’-i +dünyeviyyeyi Hazret-ı Allah’ın zikri mesakin ve fukaranın +şerafetinin yüksekliğini bildirmek için; +buyurmuşlardır. Bir de bütün menasik-i hac ikmal edilerek +sonra erkan-ı hacdan olan tavaf-ı ziyaretin icrasını emrederek; +evamir-i +celilesi nüzul etmiştir. +* * * +Risalet-meab Efendimiz hazretleri muhrim olanlara +gömlek sarık bornos don zağferanlı vers bir nevi’ +boyalı ot’li elbise mest giymeyiniz der. Fakat ayaklara giyilecek +larını topuk altlarından keserek giyilebileceğini söylerlerdi. +Resul-i Ekrem Efendimiz hazretleri ihramda bulunan +kadınları yüzlerine perde asmalarından ellerine eldiven +üzerlerine zağferanlı ve resimli esvab giymekten men’ eder +dirirlerdi. +Ümmü’l-mü’minin Hazret-i Aişe der ki: “Bir hac seferi +esnasında biz muhrim olarak Resul-i Ekrem’in maiyyetinde +bulunuyorduk. Gelip geçmekte bulunan rükban yanımıza +yaklaşınca Peygamber birimizin feracesini alarak yüzlerimize +kapayıverdi. Onlar bizden uzaklaşınca yüzlerimizi açardık…” +Peygamber Efendimiz bilmeyerek gömleğini çıkarmadan +Aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz icabına göre mesela +hararetten dolayı gölgelenmeye müsaade eder de başın +örtülmesini caiz görmezlerdi. Nebiyy-i Muhterem Efendimiz +hazretleri bir ma’zeret bulunmadıkça muhrimin silah takınmasını +men’ buyururlardı… +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HEGEL’İN MAKALESİ MÜNASEBETİYLE +“TEALLÜM-İ NEBI” İDDİASINA REDDİYE +Efendimiz’in alamatı beyan olunduğu muhakkaktır. Şimdiki +’ncı Babları’nda beyan olunan Hazret-i Isa’nın; “Benden +sonra Faraklit ta’bir-i Yunanisi Paraklitos daha doğrusu Periklitos +ki ma’nası Ahmed ism-i şerifine muadildir gelecektir; +ona ittiba’ ediniz!” kavl-i şerifi zi-hayat bir şahid-i adildir. +Keza Tevrat lar’da bir kurtarıcı geleceği de musarrahdır. +Zebur ’da a’mal-i rusüller’de beşair-i Muhammediyye beyan +edilmiştir. Nasturilerin ise Hazret-i Isa’nın ulumuna vakıf bulundukları +münazırlarımızın beyanatı ile evvelce sabit oldu. +Hal-i hazırda mevcud olmayan İncil ’de kim bilir daha nice +tafsilat mevcud idi. Yontula yontula bu kadar kalan İncil lerde +evsaf u alamat-ı peygamberi mevcud olunca asıl İncil ’de +daha ziyade bulunacağı evleviyetle sabit olur. Nasturilerin +ulum-ı Iseviyyenin hakīkī varisleri olduğu teslim edilince +alamat-ı peygamberiye de vakıf olacakları ve buna muntazır +bulunacakları tabiidir. +lerle değil daima geleceklerle uğraşırlardı. “Bakalım kim ne +keşfetmiş kimin dediği çıkıyor?” diye umur-ı müstakbeleden +haber vermek evvelleri adeta moda hükmünü almıştı. Hükümdarlar +yapacakları herşeyi müneccimlere danışmadan +yapmazlar idi. Kehene sahere pek çoktu. Bu da tarihlerle +sabittir. Bi’set zamanında umum efkarda bir peygamberin +vüruduna intizar var idi. Bu mes’eleler de ileride izah ve isbat +olunacaktır. Bahira’da dahi böyle bir merak bulunması +meclis-i sohbetine çağırması delalet eder ki Hazret-i Peygamber’de +–her ne suretle olursa olsun– her halde bir takım +havarik görmüş olacaktır. +meden avdet etmesi yolda her halde fevka’l-ade bir vak’anın +hudusuna delalet eder. +devam etmediği de anlaşılır. Çünkü ticaret için yola çıkan +bir kervan çok zamanlar kalamazdı. Umur-ı ticariyyede vaktin +kıymeti eskiden de takdir olunmaz değildi. +Hazret-i Peygamber’i de orada bırakamazlardı. Çünkü +hem ufak bir çocuk idi hem de Ebi Talib Hazret-i Peygamber’i +çok severdi. Birader-zadesini yanından ayırıp bir papasa +bırakması ihtimal dahilinde değildir. +mizde beyan ettiğimiz gibi böyle bir rivayet tarihlerde asla +mevcud değildir. Çünkü Fahr-i Alem Efendimiz’in günü gününe +tercüme-i hal-i saadet-iştimalleri tahrir edilmiştir. Ta +doğduğu günden ahireti teşriflerine kadar ne suretle ömürgüzar +oldukları mukayyed olduğu gibi fi’l-i Resul’e tebeiyyeti +eazz-i makasıd addeden ashab-ı kiram Fahr-i Alem’in +geceleri ne suretle geçirdiğini ne suretle yattığını nasıl guslettiğini +en ufak teferruatına varıncaya kadar her fiili tahkīk +ve tedkīk ile onlara tebeiyyet ederler ve o tebeiyyeti kendilerine +şeref bilirlerdi. Bu tedkīkat ba’de’n-nübüvve olduğu +gibi kable’n-nübüvve dahi ol Efdal-i Mahlukat’ın her hal ü +şanı bila-inkıta’ mükemmelen yazılmıştır. Validesinden ne +zaman doğduğu hatta doğarken ne gibi havarik zuhur ettiği +hangi süt validelerde ne kadar müddetlerle emzirildiği +çocukluğunun gençliğinin bi’sete kadar nasıl geçtiği nereleri +seyahat edip kimlerle görüştüğü ve ne sohbet ettiği +ne kadar at kılıç zırh mızrak ve saire isti’mal ettiği +hususatına varıncaya kadar cümlesi birer birer sebt ü tahrir +edilmiştir. +Bu haberler içinde bazı ravilerin ihtilafı varsa o ihtilaflar +dahi mahvedilmemiştir. Hadis rivayet eden zevat dahi +şayan-ı vüsuk ve i’timad kimselerdir. Ehadisden Kütüb-i +Sitte’nin ne suretle meydana geldiğini onlara vakıf olanlar +bilirler. Yüz binlerle ehadisi cami’ olan mezkur altı kitap +tarih-i Ahmedi’yi o kadar mükemmeliyetle havidir ki ondan +mükemmel bir tarih yazmak cidden ve hakīkaten kabil olamaz. +Siyer-i Şerife-i Ahmediyye böylece yazılmıştır. Halbuki +teallüme dair hiçbir rivayet yoktur. Eğer hakīkaten teallüm +olsaydı bunu saklamakta ne ma’na olabilirdi? Küçük iken +biri tarafından bir parça ta’lim edilen bir zat artık sonra peygamber +olmaz mı imiş? Hazret-i İbrahim’in oğlu İsmail ve +aleyhimüsselam hazeratı pederlerinden ahz-ı ulum ettikleri +halde yine peygamber idiler. Sadakat-i peygamberiye bizim +delilimiz yalnız bu mes’ele değildir ki bundan o kadar tevahhuş +edilsin; bundan maada yüzlerle delail mevcuddur. +* * * +Mülakat-ı Nebi beyan ettiğimiz suretle cereyan ettiği muhakkak +olmağla beraber bil-farz ve’t-takdir Draper’in dediği +gibi olsa bile evvela Draper ve Hegel ve daha bu fikre kail +olanlardan sorarız ki: On iki yaşında olan –ki bu da onların +müsellemidir– bir tıfl-ı mübarek ne kadar harikulade bir +zekaya malik olsa dahi birkaç saat hatta birkaç günler içinde +ne öğrenebilir? Hikemiyat ve felsefiyatı hakaik-ı kevniyyeyi +Şark Kilisesi’nin ahvalini Nasturilerin duçar-ı mezalim +olduklarını Hazret-i İsa’nın ibnullah değil ibn-i Meryem +olduğunu Aristo felsefesini on iki yaşında bir çocuğun bir +görüşte teallüm etmesi doğrusu hiçbir akıl tarafından dermiyan +olunamaz! +Mülakat-ı mezkure vukūa geldiği zaman Peygamberimiz +Efendimiz hazretleri henüz on iki yaşlarında idiler. Hatta +Ravzatü’l-Ahbab’ın kütüb-i kadime-i siyerden alıp kaydeylediğine +göre ömr-i şeriflerinden tamam on iki sene iki ay +on gün geçmiş idi. +Böyle bir ma’sum ile Hıristiyanlık’ın ilk mezheb-i tevhidinden +ve sonraki teslisinden bu kadar mühim şeylerden +bahse girişilebilir mi? Ba-husus yanlarında koca bir kervan +halkı mevcud ve hazır olduğu halde bil-farz ve’t-takdir öyle +bir mübahase edilmiş olsa onlara mechul kalır mı idi? O bahis +dahi bilahare ağızdan ağıza raviden raviye intikal ederek +siyer-i şerife kitaplarına kadar vasıl ve dahil olmaz mı idi? +Bahira ile Resulullah Efendimiz arasındaki mülakatın +Avrupalıların dediği vech ve surette vukūa gelmiş olmasına +sabavet-i Muhammediyye’nin mani’ olacağı da tabiidir. +* * * +Fahr-i Alem Efendimiz kırk yaşında iken risalet şerefiyle +meb’us oldu. Çünkü akl-i insan kırk yaşında kemale gelmiş +addolunur. Yirmi üç sene de bazı rivayetlerde yirmi iki sene +altı ayda hep vahy-i ilahi nazil oluyordu. Demek oluyor ki +kırk yaşından sonra yirmi üç sene zarfında min-tarafillah +ta’lim-i peygamberi vakı’ oldu. Allahu Zü’l-Celal Hazretleri +–li-hikmetin– yirmi üç senede peygamberini öğrettiği halde +Nasturi Rahibi Bahira bir görüşte bunları öğretmesi mümkünattan +değildir; bunu iddia pek garib düşür. +* * * +Daha garibi şurasıdır ki Cenab-i Peygamber’in kırk yaşında +Bahira ile mülakat ettiği de sabit. On iki ile kırk yaşları arasında +yirmi sekiz senelik bir müddet-i tavile mevcud. On iki +yaşında ta’lim edilen bir ilmi yirmi sekiz sene sonra Hazret-i +Peygamber’in iddia etmesi ve o teallümün semeresi olarak +mükemmel bir din meydana çıkarması ağrebü’l-garaibdir. +Garb efkarının afvlarına mağruran bu teallüm mes’elesine +kail olanlarına deriz ki: “Bu sözleri yazarken galiba +bütün mantık ve insafı ayaklar altına aldınız!” +H. Mahmud Şevket +FEMİNİZM MES’ELESİ MÜNASEBETİYLE +– – +Kolera mikropları gibi vücud-ı millimizin –müstaid buldukları– +uzuvlarına üşüşerek semlerini telkīha çalışan misyonerlerin +mahiyet-i caniyanelerine yine kendileri –madamlarıyla +beraber– şahid-i zi-hayat iken Avrupa’nın o sefih +filozoflarının o zen-dost hakimlerinin ma’budeleri namına +şarab masası önünde hayvani bir aşk ve sevda ra’şeleri içinde +yazmış oldukları ve kendilerinin –yani: nisaiyyun beylerin– +derin bir im’an-ı nazar u hikmetle okuyup ateşin bir +hararet-i tebcil ile alkışladıkları hukūk-ı mukaddese ve mevki’-i +bala-terin-i nisvan desatirini koca bir kitle-i Osmaniyyeye +yirmi milyonluk bir hey’et-i ictimaiyyeye kabul ettirmeye +müfrit bir gayret-i temeddünle! çıldırasıya bir sevda-yı +terakkī ve tekamül! ile çalışmaları hele serbesti-i vicdan +ve hürriyet-i kelama istinaden merdane karşılarına çıkan +ve nazariyat-ı ma-fevka’l-idraklerini! bütün üryanlığıyla +bütün çirkinliğiyle meydana koyan İslamiyet ve Osmaniyet +müdafi’lerini vahşi bir taassubla itham ve tehdid-i irtica’ ile +kaybettiklerine delalet etmez mi? +Misyonerler bu zavallıları o kadar teshir o derece +san ancak bunlar imiş! Şu kadar milyon müslüman nazarlarında +bir sürü hayvan! +Yirmi milyon müslüman İngilizlerden Fransızlardan +hat­ +ta iki yüz senelik hasm-ı galib ve mütehakkimimiz olan +Ruslardan daha bala-pervazane bir lisan-ı gurur bir tavr-ı +azametle; “Barbar müslümanlar! Vahşi Türkler! Geliniz; siz +de Papa’nın takdis etmiş olduğu bu asır-dide şarab-ı medeniyyetten +tik akl ü idrakimiz evc-i a’la-yı hayvaniyyete terakkī ve teali +etti. Birleşelim; hepimiz Avrupalılaşalım. Pencerelerimize bir +muzlim kurun-ı ula yadigarı bir vahşi taassub ve cehalet +perdesi olan kafesleri kıralım. Kadınlarımızı esaret çuvallarından +çıkaralım; hukūk ve mevki’-i nisvanilerini verelim. +Onlar da insanlıklarını anlasınlar; müsamerelere tiyatrolara +balolara gitsinler. Dekolte? olarak gençlerle sine-saf +dansetsinler. Avrupalılaşmaz kadınlarımıza bu mukaddes +hukūk-ı medeniyye!lerini vermezsek mahvımız muhakkaktır.” +diyorlar. Evet; bi-muhaba söylüyorlar. İslamiyet’ten +lüman olduklarına beyan-ı nedametten de çekinmiyorlar. +Bunlara kızmak bunlara hiddet etmek beyhude. Çünkü +dalalet-i akla duçar olmuşlar. Akılları vicdanları çarpılmış +ruhları misyonerlerin zehirli dersleriyle tesemmüm etmiş ölmüş. +Bunlara acımalı! Bunlara ağlamalı! Bunları dar-ı şifaya +göndermeli! Dalalet-i aklın masruiyet-i vicdanın şiddetine +bakınız ki bunlardan fazıl bir madam filozof bir kontes on +ay evvel İstanbul gazetelerinden biriyle neşrettiği –mahfuzum +olan– “Avrupa’ya Talibat İ’zamı?” serlevhalı makalesinin +doksanıncı satırında; “Ahlak ve adab-ı milliyye… gibi +sözler hepsi vahi ve bir mecburiyet saikasıyla icad olunmuş +mahzurlardır.” diyor?! +Doğrusu ben bu na-şinide sözler karşısında medid bir +sekte-i veleh ü hayret içinde kaldım. Bir aralık düşünmek +veyahud –olabilir ya– hiç de anlayamayacağım derin bir felsefesi +var! Heyhat!.. Filozof kontes cenabları ne düşünmeye +yoktur. Buna mevhum ve muhayyel bir vücud veren vahşi +bir taassub çılgın bir cehalettir.” diye kesip atmış. Fazılanın +bu cümleyi ta’kīb eden sözlerini dinleyelim! Diyor ki: +“Doğruyu bila-perva söyleyeceğiz. Biz memlekette sahib-i +kuvvet vahşi bir taassubun tahrik edilmesinden korkuyoruz. +Fakat bu tehaşi mübhemdir; acaba mani’-i azmimiz olacak +kadar haiz-i te’sir midir? Haiz-i te’sir olduğu meydanda +hiçbir şey yapamadığımızla sabit. Fakat haiz-i kuvvet midir? +sahih yok! Filhakīka bir kısım halkımızın cahil ve mutaassıb +olduğu kabil-i inkar değil. Onların esir-i tahakkümü olduğu +taassub ve yanlış akīdeleri Din-i Celilimiz’in ahkam-ı nezihe +ve münifesini telkīn ile izaleye gayret edelim. Onlar da anlasınlar +ki diyar-ı Garb’da bile kadınların iktisab-ı hüner ve +ma’rifet eylemesine dinimiz mani’ değil bilakis amirdir….” +Görüyorsunuz ya fazıl madam söylüyor: Memlekette +vahşi bir taassubun tahrikinden korkmasalar Garb desatir-i +medeniyyesini bir kanun şeklinde derhal tatbika başlayacaklar. +adab ve ahlak-ı milliyye olmadığını anlatmaya çalışacaklar. +Kabul ettiremezlerse mutaassıb mürteci’ diye darağacına +çekecekler. İşte bu çılgınlığın hezeyan devirleri! +Filozof kontes; “Ahlak ve adab-ı milliyye gibi sözler +vabını daha evvelce hazırlamış. Makalesinin yirmi birinci +satırında diyor ki: “Bir İslam hanımının –saika-i zaruretle– +Avrupa’da mazhar-ı ta’lim ve terbiye olması neden kabul +olunmuyor? Bunun için araştırılıp nihayet icad olunan yegane +mahzur “adab u ahlak-ı milliyyenin müsaid olmadığı” +gibi mübhem bir kelimedir. Bilmem dikkat olunuyor mu? +“Adab-ı diniyye” denilecek kadar cür’etkarlık gösterilmiyor. +Şimdi ben sorarım; adab ve ahlak-ı milliyye dediğiniz şeyler +nedir? Bunun hudud-ı mahiyyetini bana vuzuh ile ta’yin +eder misiniz? İ’tikadatına sadık ahkam-ı diniyyesinin bütün +şeraitına riayetkar olan bir İslam hanımının dinimizin kendisine +bahşettiği hakk-ı serbesti-i tahsiliye istinaden saika-i +zaruretle Avrupa’da ikmal-i tahsile talib olması adab ve ahlak-ı +milliyyeye münafi midir? Ulema-yı dine müracaat edelim; +bakalım bu mes’eleyi nasıl hallediyorlar?” +Söyleyiniz fazıla söyleyiniz: Siz “ahlak ve adabı” “Bir +mecburiyet saikasıyla kuvve-i vahimenin daha doğrusu +vahşi bir mutaassıbın barbar bir cehaletin cebr ü tazyikıyla +dedikten sonra istediğinizi söyleyiniz! Hem hiç +de ulema-yı dine müracaat ve istiğna etmeden saika-i zaruretle +zaruret-i temeddün ve tekamül ile Avrupa’yı teşrif ediniz! +Vaktiyle hududa kadar gizlice kaçıyor ve oradan kurun-ı +ulanın sizi soktuğu esaret çuvalları içinden birer “dekolte” +madmazel madam olarak fırlayıp çıkıyor ve Paris’e can atıyordunuz. +Şimdi serbest olarak gidebilirsiniz. Korkmayınız; +size vahşi taassub barbar cehalet bir şey yapmaz! Arayıp +sormaz! Hatta hepiniz gitseniz o memnun bile olur. Çünkü +rahat kalır. Geniş bir nefes-i selamet alır. Keşki hepiniz erkeklerinizle +Avrupa’ya göç etseniz. Rica ederiz; misyonerlerden +okuduğunuz derslerle bizim dinimizden bahsetmeyiniz. +Çünkü bizde öyle ahlaksız bi-edeb bir din yok! Bizim dinimiz +din-i ahlak u adabdır! Din tecessüm etse envar-ı ulviyyetten +bir vücud-ı ahlak u adab şeklinde görünür. Siz Din-i İslam’ı +bilmez ve bilemezsiniz. O isti’dadınızı misyonerler daha +sinn-i sabavetinizde tesmime başlamışlar. Sizin ruhunuzu öldürmüşler. +Bir hıristiyanın isti’dad-ı ihtidası vardır fakat sizin +sözleriniz bir istihfaf ve istihza değilse bilmelisiniz ki ulemayı +din size Kur’an-ı Mübin’i gösterecek. O Lamartine’in “Le +Coran est un livre dont chaque lettre est devenue loi.” diye +şan-ı kudsiyyetini i’tiraf ettiği– nazım-ı kavanin-i insaniyyeti +menba’-ı desatir-i medeniyyeti gösterecekler Sure-i Celile-i +Nur’da mü’minenin görünebileceği maharimini ta’dad +ve ta’yin eden ayet-i celilede ... +... hüccet-i +katıasıyla cevap verecekler. Bu sizin hiç de hoşunuza gitmeyecek +yüzünüz ekşiyecek. Çünkü bu hükm-i ilahi sizi +Avrupa’ya gitmekten değil hatta nisvan-ı gayr-i müslimeye +görünmekten bile şiddetle men’ eder. Bu ferman-ı ilahi diyor +ki: “Müslüman kadınları ancak kendi mü’mine muvahhide +hemşirelerine görünebilirler. Gayr-i mü’minlere görünmelerini +yani onlarla görüşmelerini men’ ederim.” Zira nisvan-ı +gayr-i müslime ima’-i mü’minatın küfr ü irtidadına erkeklerinden +bin ziyade haristır. Onları baştan dinden çıkarırlar. +Onları diyar-ı Salib’e Paris’e kaçırırlar… Bu cümle-i celilede +“Nisa’” nazm-ı mukaddesinin –yine kendilerine raci’ olan– +“hünne” zamirine izafeti ihtisas içindir umum için değil. +Muhadderatımızın nisvan-ı gayr-i müslime ile ihtilatı hanelerine +Fransız İngiliz Alman mürebbiyeleri kabul etmeleri +netice-i feciası değil midir ki kızları Paris’e firara başladılar. +ri gibi sıfat-ı celile-i İslamiyye ile muttasıf nisvan-ı tevhide +görünmelerinin cevazına ve nisvan-ı teslisten kaçmalarının +vücubuna bir hüccet-i fi’liyyedir. +Avrupa’ya gidip de ne yapacaksınız? Fenn-i kıbale çocuk +bakmak usul ve kavaidini teallüm ü tahsil edeceksiniz +öyle mi? Din-i Celil-i İslam mü’minelerine bundan fazlasını +fenn-i tıbbı da tahsil ve hem-nev’lerine hizmeti emrediyor. +Fakat –afv buyurunuz madam cenabları!– “Avrupa’ya gitsinler.” +demiyor. Hatta erkeklere de dinlerini tamamıyle öğretmeden +diyanet ve milliyetlerini şiddetli bir muhabbetle +muhafaza iktidarını kesbetmeden gitmelerine kat’iyyen razi +olmuyor. +eder. Din olmazsa millet de olmaz. Liva’ü’l-Hamd-i Hılafet-i +Muhammediyye altında Arabları –bunca butun ve kabailiyle– +Türkleri Arnavudları Kürdleri Çerkesleri Boşnakları +Pomakları ilh. toplayıp bir millet-i muazzama vücuda getiren +yaşatan İslamiyet’ten Kur’an-ı Kerim’den başka nedir; +gösteriniz! İslamiyet’in kalblerde zaafı Osmanlı vücud-ı +milliyyetini teşkil eden bu kavmiyetleri mizacları muhtelif +a’zada yekdiğerine yan bakmaya birbirinden ayrılmaya +başlar. Nitekim sizin gibi misyonerlerden ders-i medeniyyet +alan bir takım adı müslüman Arnavudlar İslamiyet’i –aynı +sizin dediğiniz gibi– Arnavud için muzır görüyorlar Türklere +dişlerini gıcırdatıyorlar. “Biz akvam-ı garbiyyedeniz; Şark +yoktur.” diyorlar. Bir buçuk milyon Arnavud müslümanını +beş asırdan beri et-tırnak oldukları Türklük’ten yani İslamiyet’ten +ayırmaya Avusturya’ya Karadağ’a Sırba Bulgara +Yunana taksim ve ihda? etmeye çalışıyorlar. Siz misyoner +şakird ve şakirdeleri Türkler arasında [ne] iseniz bunlar da +Arnavud müslümanları arasında odur. +Zavallı madam! Siz daha din ve millet milliyet ne olduğunu +bilmiyorsunuz! Bir millet nasıl teşekkül eder müessirat-ı +asliyye ve fer’iyyesi nedir hiç de haberiniz yok. Sonra +da ilm-i muvaneset-i beşerden felsefesinden dem vurmaya +kalkışmışsınız! Biliyorsunuz ya ben size meram anlatmak +ümidiyle hitab etmiyorum. Zira siz o ümidi; “Ahlak ve a­ +dab-ı milliyye gibi sözler hepsi vahi…” düstur-ı edibane? +ve nezihaneniz?le öldürdünüz! Size hiç de gücenmem; +si­ +zi böyle misyonerlere zehirleten ebeveyninize la’net-han +olurum. İşte sizin isminizi o inkar ettiğiniz kanun-ı ahlak u +adaba riayeten zikretmiyorum. Şimdi isterseniz siz kendinizi +bir kere daha teşhir edebilirsiniz! +Bütün ma’nasıyla çıldırmak isteyen bunlara iltihak edebilir. +Zira hürriyeti kayd ü bend eden akıldır. O bağ çözüldü +mü hürriyet de hürdür hürr-i mutlaktır. Yularsız azgın +gayr-i kabil-i zabt bir hayvandır. Ne ahlak tanır ne adab ne +din ne kitap ne ar ne hicab! Dünya kadar geniş bir saha-i +medeniyyet ister ki arzu ettiği gibi sıçrayarak çifte atarak +koşsun dolaşsın; nihayet çatlasın leşiyle bir çukuru doldursun. +artık onun gemsiz çenesini zabtedecek ancak “ölüm”ün +pençe-i kahharıdır. Ölüm ne Garb medeniyeti dinler ne +de filozoflarının şefaatlerini kabul eder. Müdhiş tırnaklarıyla +ruh-ı habisini lime lime ederek çıkar[ır] Malik-i cahime +teslim eder. Ah!... Biz veba-yı cehaletten kurtulmadan taun-ı +medeniyyete terakkī ve teali maraz-ı frengisine tutulduk. +Bizi yaşatacak yegane ruh İslamiyet! O sultan-ı cem’iyyet +o rehber-i selamet o mürşid-i saadet iken onu unuttuk +bıraktık arkamıza attık. Bizim erkeklerimizin amiri o kadınlarımızın +da hakimi hamisi o. Cenab-ı Kur’an-ı Hakim’e karşı +erkek kim oluyor ki kadını himayeye memleketimizde bir +de Nisaiyyun Fırkası teşkiline cür’et etsin? Biz medeniyet-i +ma’neviyye ve ahlakıyyede nasıl Garb medeniyetini taklid +ederiz? Nasıl onların kendi mahsul-i evham ve hayalatı olan +felsefelerini elimize alır okur sonra da tatbikata kalkışırız? +Allah bunlara akıl ve insaf versin! Versin de şu Garb medeniyyet-i +ma’neviyyesinin ne muhrib bir taun-ı insaniyyet +olduğunu anlasınlar tevbe ve istiğfar etsinler. Biz de görelim +kendilerine elimizi uzatalım çekip bağrımıza basalım; +“Kuzum vahşi mutaassıb biz değil sizsiniz. Vahşi mutaassıb +odur ki söz dinlemez akıl ve mantık kabul etmez. Göz +önünde olan canlı felaketleri görmez. Mutlak dediğim olsun +diye şeytan gibi inad ve inadında ısrar eder. Bizi terakkī ve +teali ettirecek ancak ve ancak Kur’an-ı Hakim’dir. Sizin aklınız +varsa şu makalemi nazar-ı iz’an ve insafa alır Hakk’a +Kur’an’a rucu’ edersiniz. Yoksa Allah; din haini millet canisi +vahşi mutaassıb barbar cahil kim ise bilir ve fikreder. İşte +bu defalık da size bu kadar. + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Son bahar mevsimine kadar bir harekette bulunmadılar. +“Kabil’e asker gönderelim mi göndermeyelim mi?” diye +müzakere ile vakit geçirdiler. Bu esnada dehşetli bir taun +zuhur edip Rus ordusunu kırdı geçirdi. Askerler korkularından +bırakıp savuşmaya başladılar. Vali de Taşkend’e azimet +fikrinde bulundu. Bana veda’ ettiği sırada evvelki mütalaamı +– Gördünüz mü? Bu kadar hazırlıktan sonra Afganistan’a +gitmediniz dedim. +* * * +Kış sonlarına ve bahar ibtidalarına doğru Emir Şir Ali +Han’ın İngilizlere muhalif davranıp Ruslarla arasının iyileştiği +ve Hokand ulemasıyla ahalisinin bir ihtilal çıkarması üzerine +hanın infisal eylediği işitildi. +Biraz sonra ulemadan elli ümeradan iki yüz kişi bazı +şerait mukabilinde mezhebdaşları aleyhine Ruslarla ittifak +etti. Şerait-ı mukarrere ne idi bilmiyorum. Bu ulema ve +ümera haffaf esnafından birinin kıyafetini tebdil ederek +“Fulad Han” tesmiye eylediler. Hokand emirinin bu isimde +bir amca-zadesi vardı. Ruslar emir-i sabık Musa Han’ın Fulad +Han namında bir oğlu olduğunu işitmişlerse de şahsen +görmemişlerdi. Binaenaleyh hilekar herifler; “Hudayar Han +Hokand Vilayeti’ni Ruslara verecek!” diye ahaliyi iğfal ettikleri +gibi; “Hokandlılar Hudayar Han’ı azlederek amca-zadesi +Fulad Han’ı emarete ta’yin eylemek istiyorlar.” tarzında +Ruslara da külah geçirmek fikrinde bulundular. +Filvakı’ bir sürü cehelenin ictimaıyla Hudayar Han infisal +ederek yerine sahte Fulad Han geçti. Fakat neticesinde +memleket de emaret de istiklal de elden gitti. Çünkü Ruslar +ber-mu’tad vaadlerinin hilafına olarak şehri zabtettiler +ve ümera ve eşraftan birçoklarını öldürdükten sonra “Üçüncü +Şehir” namıyla yeni bir belde te’sis eylediler ki bu belde +latif ve ma’mur olup hala Rusların taht-ı tasarrufundadır. +§ +Biraz da Şir Ali Han tarafına imale-i nazar eyleyerek o +sıradaki ahvalinden bahsedelim: +Müşarun-ileyh birçok mükatebeden sonra Rusların kendisine +ebedi bir dost olacağını zannederek İngiliz me’murlarıyla +muhasamaya başladı. Ve İngiltere kraliçesinden ru-gerdan +olup Rusya imparatoruna teveccüh gösterdi. +Şir Ali Han bir pazarda müşterisi olmayan metaın diğer +pazarda da para etmeyeceğini anlayacak kadar idrak sahibi +değildi. Buna binaen bir tarafa bi-vefalık ızharıyla kendini +edemeyeceği taahhüdata girişti. Ez-cümle Rusların Hindistan’a +yürümeleri için Afganistan’dan geçmelerine ve temdid +eyleyecekleri telgraf hututunu muhafaza etmeye söz verdiği +gibi Rusların Hindistan’a doğru bir şimendüfer yapmalarına +ses çıkarmayacak ve bil-ittifak İngilizler ile muharebe +edecekti. Buna mukabil Ruslar da Sind Nehri kenarında +kain olup Afgan hükümdarlarının mülkü iken İngiltere’nin +zabtına geçmiş olan vilayatı ba’de’l-feth kendisine iade! +eyleyecekti. +Bu şerait kararlaşınca Rus Kazakları Hind’e gidip çapulculuk +edecekleri ümidiyle sevindiler. Lakin İngiliz ordusu ile +Şir Ali Han’ın askeri Dera Husrev ve Nivar Kötel denilen +Kuh-ı Şotorkerden’de birleşince emirin askeri ta’lim görmemiş +olduğu için İngilizlerin muallem efradına karşı duramayıp +bozuldu; Şir Ali Han da –birkaç hafta evvel ailesini +yolladığı– Belh’e kaçmak suretiyle yakasını kurtardı. +Belh’e vürudunda –mahbesde bulunan– oğlu Ya’kūb +Han’ı ıtlak ederek Kabil hükumetine ta’yin eyledi. +reye ibtidar etti ve neticede Şalküt Hayber Kerem Peşenk +sefirinin de Kabil’de ikameti takarrur etti. +Bu esnada Şir Ali Han Belh’de oturup delicesine söyleniyor +ve: +– Madem ki Afganlılar İngilizlere karşı bana yardım etmediler +Rusya’ya gidip Kazakları getireceğim Afgan kadınlarını +onlara bahşeyleyeceğim” diyordu. +Biraz sonra yani Saferi’nde müşarun-ileyh Belh’de +vefat ederek asker ve ahalinin rızası hilafına Kabil sergerdeleri +tarafından Ya’kūb Han makam-ı emarete geçirildi. +rek her işe burnunu sokması ahaliyi tenfir eylemeye başlamıştı. +Nihayet galeyana gelerek gidip sefiri öldürdüler. + +---- +MAKALAT +---- + +Her yerde ba-husus bizim gibi keşfiyat-ı ilmiyye ve muhtereat-ı +medeniyyeden pek az hissedar olan memleketlerde +vazife-i tenviriyyenin ehemmiyet ve fevaidini izah etmeye +lüzum bile yoktur zannederim. +Mücavirimiz bulunan akvam irfanlarıyla hırfet ve san’­ +atlarıyla bu kadar ileri gitmiş bir memleketin uruk-ı hayatiyyesi +demek olan yolları şimendüferleri ve merakib-i bahriyyeleriyle +vatanlarının en hücra en izbe köşelerine kadar +nurlar ma’rifetler saçmakta bulunmuş oldukları halde yine +her sene muayyen zamanlarda köylere kasabalara zirai +sınai hey’et-i ilmiyyeler göndermekten muhtereat-ı fenniyyeden +köylüleri haberdar edecek meşherler açmaktan müstağni +olamıyorlar. +Bir milleti yaşatacak menabi’-i hayatiyye ticaret ziraat ve +sanaat gibi mübeccel mesleklerdir. +ne kadar ileri götürülürse efrad-ı millet ve onun neticesi olarak +o memleket de o derece refah ve saadete mazhar olur. +çürüten saikler bertaraf edilmezse efrad bil-mecburiye yanlış +gayeler ta’kībine koyulur ve siyasiyat ve ihtirasatın agūş-ı +sefiline atılırlar. Neticede memlekette sükun ve asayiş muhtell +olur. +Daima atalet-i ırkıyye sefalet-i milliyyeyi intac eder. +En feyyaz topraklara en müsaid ticaret limanlarına malik +olan vatanımızın ahval-i ziraiyye ve ticariyyesine idhalat +ve ihracatına aid istatistik cedvelleri tedkīk edilirse insanın +tüyleri ürperir. +O müdhiş rakamlar huzurunda bila-ihtiyar; “Ne olacağız?” +sual-i mahufunu irad etmeden kendini alamaz. +Meriç Vadisi Elcezire ve Asya-yı Suğra gibi her biri birçok +memleketlere zahire anbarı vazifesini ifa edebilecek kadar +münbit ve feyzdar bi-payan topraklara malik olan Türkiye’nin +haricden hububat celbine mecbur kaldığı hakīkati +karşısında istikbali düşünen her vatanperver titremelidir. +Memleketimizde ahval-i ziraiyyenin ne halde olduğunu +anlamak için Anadolu içlerine kadar gitmeye lüzum bile +yoktur. +Kuvve-i inbatiyye ve i’tidal-i iklimisi ile müştehir bulunan +sa kalbi parçalayan pek elim hakayıka kesb-i ıttıla’ edilebilir. +Hıfzu’s-sıhhaya adem-i riayet noksani-i tegaddi fart-ı +atalet ve sefalet gibi bi-eman esbab taht-ı te’sirinde ırkın inhizale +toprakların akamete mahkum münbit vahaların çoraklığa +feyzdar ovaların sıtma ve emraz-ı muhtelife ocağı +olan bir bataklık haline girmiş oldukları görünür. Frenklere; +“Il est fort comme un Turc!” Bir Türk kadar tüvana! tarzında +bir darb-ı mesel irad ettiren eski Türklerin bu günkü +hafidleri cılız zaif bünyeli çarpık kambur bir hale geldikleri +hayatın en cevval devirlerinde bile bi-tabi-i sefaletin ezici +pençeleri altında zebun kalmaktan kurtulamamış oldukları +pek ayan müşahede olunur. Bu müdhiş hakīkatler karşısında +lerzedar-ı teellüm olmamak insan için mümkün olamaz. +Halbuki bu gençler dinç tüvana polad kemikli metin +adaleli tenasüb-i a’zaya malik birer kahraman olmaya +namzed idiler. Veraset ve ilca-yı muhit bunu iktiza ederdi. +Vaktiyle ma’mur u abadan olan milyonlarca insanları +besleyecek kadar feyz-bar ve münbit bulunan bu topraklarda +bugün vahşi otlardan hüdayi-nabit dikenlerden başka +bir şey görülmüyor. +Arazinin kısm-ı küllisi bu suretle muattal kalmış olmakla +beraber köylülerin büsbütün ziraati ihmal etmiş olduklarına +hükmetmek de doğru olamaz. Biçare köylü ve bilhassa +köylü kadını saat-i hayatını tamamen arazisinin zer’ine hasretmiş +gibidir. Gece gündüz bu uğurda çalışır çabalar fakat +va esefa ki mesaisinin binde biri nisbetinde müstefid olmak +saadetinden daima mahrum kalır. +O muttasıl didinir çabalar parçalanır uğraşır; fakat hiçbir +vakit yoksulluktan sefaletten ihtiyacdan kurtulamaz. +Köylü daima borçludur. Her sene daha elde etmeden +evvel mahsulünün bir kısmını satmak mecburiyetindedir. +Muhtekirlerin bir baziçesi daha doğrusu muti’ bir bendesidir. +Tefeci bu biçareyi istediği gibi sağar. İnsaf ve merhamet +denilen mezayadan soyulmuş olan bu muhtekir İblis-pesend +hud’alar sayesinde pençe-i kanuna çarpmaktan da +emin olduğundan faiz-i mürekkeb ve yüzde yüz hesabıyla +zavallı köylüye birkaç kuruş verir. Cahil köylüyü sefahet ve +nün münbit bir tarlası mahsuldar bir bahçesi veya oldukça +muntazam bir hanesi vardır. Muhtekir bu haneyi o araziyi +gözüne kestirmiş olduğundan iç etmek emelindedir. +Arazinin muattal veya son derece az istifade-bahş bir +hale gelmesi köylü o kadar didindiği halde mesaisinin ancak +yüzde biri nisbetinde istifade etmesi usul-i ziraate +adem-i vukūfdan bu gibi muhtekirlerin insafsızlığından +uruk-ı hayatiyyemizi istila eden atalet ve lakaydiden alat-ı +ziraiyye-i cedideden istifade etmek lüzumunu takdir edememekten +hülasa cehalet-i mutlakadan neş’et etmekte olduğu +şübhesizdir. +Cihanın her köşesinde usul-i ziraat büsbütün değişmiş +melerini te’min edecek la-yüad alat ü edevat ihtira’ edilmiş +olduğu halde bunların kaffesinden bi-haber bulunan biçare +köylü hala kurun-ı ulaya mahsus tarz-ı kadimden ayrılamamıştır. +Çünkü bu yeni ihtiraattan haberdar değildir. Haberdar +olanlar da ne suretle isti’mal edileceklerini tatbiklerinden ne +kadar çok faide göreceklerini bilmezler ve bilemezler. +Bir tek öküz tedarikine bile müsaid olmayan fakr-ı hali +bu aletlerin iştirasına bir mania teşkil eder. +Köylünün sa’y ü gayretini mümkün olduğu kadar semeredar +ettirecek onda hayat-ı faalenin inkişafına hadim +olacak şey erbab-ı fen ve mütehassısinin ameli bir surette +vukū’ bulacak telkīnatlarıdır. +Ahalisi layıkı derecede tenevvür etmemiş olan memleketlerde +vazife-i tenviriyyeyi yalnız hükumete bırakmak +doğru bir hareket olamaz. Efrad-ı milletten fikren irfanen +sınaaten müterakkī olan zevat da vicdanen bu vazife-i mühimme +Vazifenin kudsiyetini takdir eden zevat ittihad ederek el +birliğiyle ifa-yı tenvire gayret ederlerse ika’ edilecek te’sir +hasıl olacak netice de bittabi’ daha derin ve daha ziyade +semeredar olur. +Bize şu satırları yazdıran saik Selanik gazetelerinde gördüğümüz +bir i’landır. Bu i’landa Selanik’te neşredilmekte +olan “ Ziraat gazetesi yazıcıları ve bilgiçlerinin” Anadolu’ya +vukū’ bulacak seyahat-i fenniyyelerinden bahs olunuyor. +Seyahatin gazetelerde i’lan ve tasvir edildiği vechile +vukū’ bulacağında tereddüd edemediğimizden bilmediğimiz +tanımak şerefine mazhar olamadığımız bu hamiyetli +vatandaşların teşebbüsatını gıyaben alkışlamaktan kendimizi +alamadık. +Erbab-ı vukūf ve ihtisastan mürekkeb bir hey’etin Anadolu +arazisi üzerinde vukū’ bulacak seyahat ve tedkīklerinden +pek nafi’ neticeler istihsal edileceğini ümid etmekte +haklıyız. Selanik Midhat Paşa Sanayi’ Mektebi son sınıf +efendilerinin de bu seyahate iştirak edecekleri beyan olunuyor +ki bu husus hey’etin maksad-ı mübeccelini bir kat daha +Anadolu’da çalışmaya namzed olan bu gençlerin bir kısmı +demirci ve bir kısmı da makinist imişler. +Cism-i vatanın birer faal uzuvları olan bu gençlerin görgü +ve san’atlarından memleketin ne kadar müstefid olacağını +tasvire lüzum görmem. +Hey’et a’za-yı kiramı Selanik’ten başlayarak İzmir Bursa +Konya Ankara Kastamonu Sivas Samsun ve Sinop’a +uğradıktan sonra İstanbul tarikıyla Selanik’e avdet edecekler +Hey’etin uğradığı yerlerde hüsn-i kabule mazhar olacakları +tabiidir. +Temenni edelim ki; ahalimiz hey’etin konferanslarından +ameli tecarib ve telkīnatından mümkün olduğu kadar çok +lüzum ve fevaidini takdir suret-i isti’mallerini öğrenerek tedariklerine +çalışsınlar. +Seyahat hey’etinin ahaliye göstermek ve gözleri önünde +şunlardan ibarettir: +Tohum temizlemek için kalbur makinesi +Çiğ sütün yağını ayırır makine +Günde yüz yetmiş kile mısır daneler makine +Tereyağını ayırır makine +Tereyağı kalıbları ve yeni yol yayık +Kirizme yapmak için rodosak? pulluğu +Tırmık +Ruzgarsız yerlerde harman savurmak için makine +Bağlara ve ağaçlara ilaç serpmek için tulumba +Bağlara kükürt serpmek için yeni yol körük +Türlü türlü artezyen burguları +Harman makine modeli +Ruzgarla işler tulumba modeli +Akar suları kendi kendine yukarıya çıkarır su terazisi modeli +Kemik kıran makine +Pancar ve yeşillik doğrar makinesi +Kırma makinesi +Sağlam toprak ve ma’den aramak için burgular +Köylülerimizin kullanabilecekleri çorap makinesi +Dondurma makinesi ve saire. +Hey’et i’lanında diyor ki: “Gezdiğimiz yerlerde Avrupalıların +gibi beraberimizde bulunan sinematoğraf makinesiyle +gezdirilemeyecek derecelerde büyük ve ağır olan islimli ve +gazlı makinelerin nasıl işledikleri ve çiftçilikte ne kadar faideler +ve kolaylıklar yaptıkları yüz elli kulaç derinden kendi +kendine toprak üstüne çıkan burgu sularını çıkarmaya mahsus +makineleri ve bu makinelerin geçtikleri toprakların nasıl +olduğunu şimdiye kadar açılıp kendi kendine akmakta olan +artezyen kuyularını gece yeni makinelerle çalışan çiftçileri +göstereceğiz.” +Ahaliye icab eden vesaya ve tedabir-i fenniyyeyi telkīn +çiftçiliğe aid alat ve muhtereat-ı cedideden bazılarının nasıl +tereceklerini vaad ve i’lan eden bu muhterem hey’etin muvaffakıyatını +temenni eyleriz. + +---- +CEVABIM +---- + +Galib Dede merhum hakkında yapılacak “ihtifal-i edebi”ye +dair geçen hafta yazdığım mütalaat üzerine Hak gazetesinin +Pazartesi günkü nüshasında bir buçuk sütuna istinad +etmiş bir yığın yazı gördüm. +Tulumbacı kahvehanelerinin peykelerinden değil küplü +meyhanelerin tezgah başlarından fırlatılan sada-yı hezeyanı +andıran bu hurufat kümesine cevap vermek mecburiyetinde +bulunduğum için hitabatım daire-i nezaheti biraz tecavüz +edecek olursa hoş görülmesini kariin-i kiramdan istirham +eyledikten sonra muarızıma tevcih-i kelam ile derim ki: +Ey Şahabeddin Süleyman Efendi! +verileceğini bekliyorsam da bunun mantıkī bir kalemden +çıkıp erbab-ı mütalaayı ikna’ edemezse bile ilzama olsun +muvaffak olabileceğini zannediyordum. Meğer aldanmışım. +Çünkü karşıma bahada hafif yükte ağır olan makaleniz çıktı. +Ne ise madem ki me’mulümün hilafına –Razakı-zade’nin +Şeyh Küşteri meydanına çıkışı gibi– “hele sizler hele sizler!” +yavesiyle meydan-ı mukabeleye atıldınız. Bari sizinle olsun +bir-iki satırlık müşafehede bulanalım. +Fikr-i alinizce bazı mürai herifler varmış ki intifa’ ve iştihar +hevesiyle din bayrağının altına iltica eder ve her türlü +teceddüdatı her türlü mukaddesatı öldürmek istermiş. +Selim-i Salis’in bu kıymetdar bu büyük padişah-ı müteceddidin! +başladığı teceddüdünü kıranlar dört senelik +hayat-ı meşrutiyyetimizde vücuda getirilmek istenilen herşeye +mani’ olanlar bunlarmış ki muhatab-ı muatebeniz de +onlardanmış! Müsaadenizle söyleyeyim ki bu hususta da +mu’tadınız vechile bir “çıkmaz sokak”a sapmışsınız. Çünkü +modası çoktan geçmiş bir usul-i ittiba’ ile bana “mürteci’” +demek istemişsiniz ki lehü’l-hamd ve’l-minne artık bu gibi +lü müstekreh dolmaları yine kaillerinin dehan-ı ihtirasından +başka yutacak kalmadı. +A mon bon Bey! Bizim mani’ olduğumuz teceddüdat ve +mukaddesat ne ise bir danecik olsun nümune gösterebilir +misiniz? O “teceddüdat” dediğiniz şeyler bazı züppelerimizin +tırnaklarını uzatıp saçlarını koyuvermesi bıyıklarını dibinden +kırpıp yüzüne pudra ve krem-pertev sürmesi ve yeni +açılmış kız mekteplerindeki bir takım ma’sumelere balolarda +oynanan dans dersleri verilmesi mi demektir? “Mukaddesat” +ta’bir ettiğiniz meta’lar da sizin seviciliğe dair yazdığınız +Çıkmaz Sokak ’la Zambak Sevmek San’atı ve saire ve +saire gibi fezahatnameler midir ki biz mürteci’ler onların intişarına +mümanaat için kalen ve kalemen çalışmışız da menfaat +bulacağız şöhret kazanacağız diye “küçük beyinlere +mahdud nazarlara tahakküm için” uğraşmışız? Ma’lumunuz +olsun ki bizde menfaat hissi ve şöhret hevesi bulunsa idi +acz ü noksanımıza rağmen bilerek bilmeyerek hatta tedkīk +ve tetebbua lüzum görmeyerek bir Edebiyat-i Osmaniyye +Tarihi yazacak ve mekteplere kabul ettirecek kadar cür’et-i +cehalet gösterirdik. Lütfen i’tiraf buyurur musunuz ki bunu +yapan biz miyiz yoksa siz misiniz? +ruhiyyem görünüyor ve avam-firib mütalaatımla bariz hakīkatleri +kırmak ezmek istiyormuşum! +Evet; o yazılarda halet-i ruhiyyem görünüyor ve avamdan +değil ehassu’l-havas denebilecek birçok zevat-ı irfansimatın +mazhar-ı takdiri oluyor ki bu takdiri şifahen ve +tahriran telakkī etmekle müftehirim. Acaba bütün bu zatlar +avamdan küçük beyinli ve mahdud nazarlı da yalnız zat-ı +aliniz mi havastan koca kafalı ve durbin bakışlısınız? Şu +halde en bariz hak[īkat]leri kırmak ezmek isteyen ben mi +oluyorum bana cevap vermeye kalkışanlar mı? +Galib Dede’nin hüviyet-i dervişanesiyle yapacağınız ihtifalin +neden yakışık almayacağını soruyorsunuz. Geçenki +makalemde yazmıştım; tekrar edeyim ve daha açık söyleyeyim +ki Galib Dede bir Mevlevi şeyhidir. Bir mevlevihane +dahilinde ale’l-husus hazret-i şarih gibi bilumum ehl-i tarikatçe +mükerrem ve muhterem tanılan bir zat-ı şerifin ayak +ucunda medfundur. Öyle bir mevki’-i mübarekte frenkçe +merasim icra etmek dinen hürmetsizlik tarikaten edebsizlik +sayılır da onun için! İnşaallah anlayabildiniz? +Bizde kabir ziyaretine açık veyahud koyu elbise ile değil +abdestle ve temiz kisve ile gidilir. deyişime i’tirazan; “Koyu +elbise ile gitmek bu ihtifal-i güzinde bulunmak abdeste +mani’ midir?” diye soruyorsunuz. Ben de size sorayım: +“Açık yahud koyu elbise ile kabir ziyaretine gitmek abdeste +mani’ olmadığı halde niçin elbisenin koyu renklisi ve boyun +bağının siyahını tahsis ettiniz?” +Çünkü frenkler böyle yapar; çünkü onlara benzemek +çünkü usul ve teamül-i millimizi değiştirmek çünkü “şeytani +zeka”ların “sade-nazar olanları iğfal” ile ayırabilecekleri +“maksad-ı mukaddes”i bu suretle meydana getirmek lazım +değil mi? +“Şebeke-i kelimat”ıma tutulan ve “efkar-ı basita”ma +mahkum olanlara karşı bu maksadı; “Ey zavallı büyük kelimelerle +kalbleri çalınan saf-diller; bundan maksad yalnız intizamdan +mütevellid şekl-i bediiyi muhafaza etmektir! Yalnız +bu kadar!” tefsiriyle anlatıyorsunuz. Bari ben de o saf-dillere +bir hitab edeyim: +– Ey Şehabeddin Süleyman Efendi’nin lütf-ı izahına uğrayıp +da maksad-ı mukaddesin neden ibaret olduğunu öğrenenler! +Allah aşkına şu muakkad ibareden ne anladınız?” +Büyüklerin huzuruna çıkılırken düğmelerin iliklendiği +gibi Osmanlı şairlerinin en büyüklerinden bulunan Galib +Dede’nin huzur-ı merkadine giderken de “bu şekl-i vakūr ve +necibe ihtiyac var”mış. “Niçin Hüsn ü Aşk mübdi’-i dahisinin +makbere-i ebed-metbuuna giderken bir vaz’-ı ihtiram” alınmamalı +olanlar da kendine mahsus resmi elbise” ile gelecekler”miş. +Yalnız büyük zevatın huzuruna değil büyük ve kibarana +makamata bile girerken bir vaz’-ı ihtiram alınmak lazımdır. +Bunu edeb ve terbiye ne demek olduğunu idrak eyleyen +her ferd i’tiraf eder. Fakat o vaz’-ı ihtiramın yerine göre olması +da lazım gelmez mi? Mesela zat-ı aliniz şeyhülislam +efendi hazretlerinin huzuruna çıksanız bir ecnebi sefiri yanına +giriyormuşsunuz gibi reverans mı yaparsınız yoksa teamülümüz +neyi icab ederse onu ifaya şitaban mı olursunuz? +Siz bir müslüman olmanız haysiyetiyle mesela Ayasofya +Camii’ne girerken ayakkablarınızı çıkarmaya mecbursunuz; +hiçbir vakit potinlerinizin üstüne terlik giymezsiniz. Fakat +alafranga bir mecliste potinlerinizi çıkarmaya kalkışsanız sizi +merasim-na-şinaslıkla itham eyleyerek adeta müsteskıl addederler. +Demek ki her yerin kendine mahsus bir edebi varmış ki +onun hilafına hareket bi-edeblik sayılırmış. +Galib Dede’nin –ne demek olduğunu bir türlü anlayamadığım– +“makbere-i ebed-metbuu” acaba resmi bir balo +mahalli midir ki oraya gidebilmek için öyle şekl-i vakūr ve +necibe ihtiyac hasıl olsun? +Sonra da ütülü dar pantolonla tek düğmeli bonjour giyilmesinden +husule gelecek şeklin neden “vakūr” ve “necib” +sıfatlarını alması icab ediyor? Pantolonun darlığı dolayısıyla +esasen frak azmanı bir setre olmasından mı? +“Ya mantık namına dimağınızda küçük bir zerreye malik +değilsiniz demek zerrenin de büyüğü küçüğü oluyormuş! +yahud her şeyi inkar ile ma’hud emel-i iştiharınızı ta’kībe +karar vermişsinizdir.” diyorsunuz. Cher ami! “Mantık” kelimesinden +kasdeylediğiniz ma’na-yı şerif! sizin yazıların +hükmü ise hamden sümme-hamden küçük bir zerresine değil +hatta hiç-ender-hiçine malik olmamakla iftihar ederim. +Emel-i iştihar muakkıbı olsa idim ne yapacağımı da yukarıda +söyledim. “Yalnız ithaf-ı dua etmek ma’neviyatı te’min +etmek” bu ihtifalin gaye-i maddiyyesi ise hiss-i vatanperveraneyi +yad-ı eazımla takviye eylemek imiş. Ay efendim! +Acaba herşeyi inkara kalkışan ben miyim zat-ı edibaneniz +mi? Muhlisiniz yad-ı eazım-ı hiss-i vatanperveraneyi takviye +etmez; “Galib Dede’nin kabrinde ihtifal yapılmasın!” iddiasında +mı bulundum; yoksa; “Bu ihtifal vatanperverane +vatanın usul ve teamülü vechile yapılsın” mı dedim. +“Galib Dede’yi makbere-i mübareke ve mübeccelesi karşısında +zikr-i hayr etmek günah” değildir. Günah olan bir +şey varsa o da müslümanlıkta bid’at-i seyyie telakkī edilecek +el çırpıntıları ve alkış sadaları ile bir medfen-i muhteremin +sükut-ı mehibini ihlal eylemektir. +“Ölülerinizi hayır ile zikrediniz” buyurulmuştur. Fakat; +“Ölülerinizin mezarı başına toplanın da şaklabanlık ediniz” +buyurulmamıştır. ayet-i kerimesinin +Türkçe tefsirine bakarsanız epeyce ma’lumat-ı diniyye +almış olursunuz. İhtifal-i mürettebinizin fenalığını dilim +döndükçe söylemekten çekinmeyeceğim gibi “ma’luliyet-i +dimağıyye”me hükmetmek lutfunuza karşı da zat-ı alinize +akıl hakim ve dahi ünvanlarını vermekten çekinmeyeceğim +ki erbab-ı ukūle göre ikimizin de isabet edememiş olduğumuz +anlaşılacaktır. +“Hey’et-i ihtifaliyye arasında hakīkī bir Mevlevi bulunsaydı.” +deyişime cevaben bazı zevatı ta’dad ile sözümü nakzetmek +ve tertib-i vakıın Tarik-ı Mevlevi erkanından bazılarının +tensibiyle olduğunu söylemek istiyorsunuz. +Ben yine iddia ederim ki hakīkī bir mevlevi Mevleviliğe +muhalif bulunan bu merasimi kat’iyyen tensib ve tasvib +eylemez. +Benim kadar ve belki daha kavi bir mevlevi olduğunu +ve benim kadar bilip anladığını söylediğiniz Ziya Bey Galib +Dede’nin kabrinde dervişana merasim yapılmasının müteşebbisi +olabilir. Galata mevlevi şeyhi efendi hazretleri de +dervişane olacağı zannıyla bu merasimin icrasına muvafakat +eder ve bu suretle Çelebi Efendi hazretlerinden istizan +olunur; fakat Ziya Bey dediğiniz gibi bir mesnevihan ise; +beyt-i Mesnevi ’sinin medlul-i ma’nevisini hatırlayacağı cihetle +böyle münasebetsiz bir teşebbüste ön ayak olmasına – +muma-ileyhe– hüsn-i zan etmiş olmak için ihtimal veremem. +Şeyh efendi hazretlerine gelince: Tarik-ı Mevlevi’nin turuk-ı +saireye nisbetle adab u erkanını saklayabilmiş olması +müntesiblerinin muhafazakarlığı sayesinde olduğunu ve; +“Hatır kalsın da yol kalmasın” ta’birinin mevleviler arasında +zeban-zed ve mer’i bulunduğunu pekala bildiklerinden ne +böyle usul-i tarika muhalif frenkçe bir ihtifalin icrası için Çelebi +Efendi hazretlerinden istizan ederler ne de müşarun-ileyh +hazretleri hasbe’l-makam böyle bir müsaadede bulunurlar. +Nitekim de böyle olmuş ve Galata Dergahı Postnişini +Efendi hazretleri işin rızası ve ma’lumatı hilafına olarak böyle +bir renk aldığına müteessifen ihtifalin men’i yahud tebdili +hakkında teşebbüste bulunmuştur. Diğer bir mevlevi şeyh-i +fazılı da yine bu iş hakkında bana gönderdiği bir tezkirede; +“Resm-i ihtifalin bir tarz-ı efrenc-perestaneye tahvilini gazetelerde +görünce fakīriniz de sizin gibi müteessir olmaktan ve; +demekten kendimi alamadığımdan dergahca adem-i iştiraki +münasib görüyorum. Elden ne gelir ağlamadan başka bu +hale?...” diyor ki ihvan-ı Mevleviyyenin ihtifal-ı ma’hudunuz +hakkındaki fikrine delil-i vazıh teşkil eder. +Hele şu son cümleniz onlar ne kadar fena ne meş’um +gülüyorlar biliyor musunuz?.. Onlarda sima-yı ruhunuzu +okudum gördüm: +“Şeyh Galib’i vefatından sonra keşkül-küşa-yı sual olmak +zilletine düşürmek”!!! +“Ya Rabbi; ne galiz düşünce!.. Biz ona ihtiramlarımızı +ta’zimatımızı takdim ediyoruz. Bu vesile ile aramızda topladığımız +naçiz hediyelerle ve yine naçizane ve dehasına ihtiramkar +çuhasını tecdid etmek istiyoruz.” diyorsunuz. Ben +de; “Ya Rabbi ne rekik ifade! A beyim; siz Galib Dede’nin +sandukasındaki puşidenin tecdidine kalkışacağınıza tarz-ı +tefekkür ve şive-i tahririnizi tashiha çalışsanız daha ziyade +me’cur ve Galib Dede’nin ruhunu asıl bu suretle şad etmiş +olursunuz.” dedikten sonra: +O cümlede sima-yı ruhumu görebilecek kadar ruh-aşina +olsa idiniz o kelimatın fena ve meş’um güldüğünü değil +Osmanlılar arasında Osmanlılık adabından bu kadar gafil +ve frenk adatına bu derece mütemail kimseler bulunduğuna +müteessifen kan ağladığını müşahede ederdiniz. +Efendi! Siz Şair Şeyh Galib’in yad-ı namı için dergah haricinde +aklınıza geleni yapınız. Lakin Mevlevi Şeyhi Galib +Dede’yi biz mevlevilere bırakınız! +Buyuran Cenab-ı Hudavendigar’ın bir mürid-i istiğna-şiarı +duka-i mübarekesini –tekrar edeyim– dilenci keşkülüne +çe­ +virmeyiniz ve huzur-ı ma’nevisindeki sükut-ı muhteremi +hengame-girane bir takım hay u huy ile ihlale teşebbüs ederek +dergah-ı şerif dahilini panayır yerine benzetmeyiniz! +Atalardan kalma bir darb-ı meselimiz vardır: +“Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz!” derler. +Bir de şu sözlere cevap verecek olursanız edeb ve terbiye +dahilinde yazınız ki benden de o suretle mukabele görmüş +olasınız! +Tahirü’l-Mevlevi +Mazlum dindaşım! +Şehidlerin kanı yetimlerin göz yaşlarıyla yazılmış olan +enin hitabınızı gözlerimi rü’yetten beri eden bir girye-i tufannümun +O gıyabi iltifatnamenizin her tarafı bir duzahi şerare olup +ruhuma yapıştı. +Emin olunuz ki Osmanlı vatanında Hilafet-i Mukaddese-i +gözü sizin için sızlamayan bir müslüman kalbi sizin için kanamayan +bir muvahhid vicdanı sizin için inlemeyen hakīkī +bir Osmanlı ruhu yoktur. +Osmanlı yurdunda hangi memleket hangi şehir +hangi köy tasavvur olunabilir ki Girit’de bir şehidi bir +kurbanı olmasın? Bugün sine-puş-ı matem olmuş anaların +beytü’l-hazenlerinde eşk-i sefalet dökmekte olan genç dulların +sefil nim-üryan kalmış yetimlerin bir çoğu; “Oğlum Girit +şühedasındandır!. Zevcim Girit kurbanlarındandır! Babam +Girit’de şehid oldu!” diyorlar; daima Girit’i yad ediyorlar. +Girit vird-i zebanları; Girit vesile-i girye ve hicranları. +Girit’in derdi vatan derdi vatan matemidir; +Vatanın yaresidir o vatanın merhemidir. +Girit olmazsa vatan yaresine var mı deva? +Meğer Allah’dan ola derdine bir başka şifa. +Acıklı mektubunuzu okurken bedbaht Endülüs Devlet-i +kalb-i İslamiyyet’i titreten son şehik-ı feryadı Osmanlılardan +dir. Girit’in sadık! Osmanlı? Rumları Endülüs vahşetlerini +bütün ma’na-yı feci’ ve hevl-engiziyle tanzir ettiler. Gırnata +feryadnamesinin hafızamda menkūş bazı ebyatını tercüme +ve nakl ediyorum: +Selam ey padişah-ı Al-i Osmani +Selam ey mefharet-i cümle emiran +Selam ey mülkü vasi’ ceyşi bi-had +Selam ey nusret-i Hak’la müeyyed +Selam ey hadimi Din-i Mübin’in +Melazı yeryüzünde mü’mininin +Selam ey seyf-i meslul-i ilahi +Veren a’da-yı İslam’a tebahi +Senin kahr-ı celal ü satvetinden +Cihanda bulmasınlar gayrı me’men +Meğer kim saye-i alem-penahın +Meğer olsun o meşmul-i nigahın +Ne hoşdur pay-ı tahtın ey mufahham +Seza dense Stanbul kutb-ı alem +Onun feth-i celili id-i ekber +Sahih olsa gerek kavl-i Peyamber +Cihan-ı şirki titretti temelden +Haber gelmiş gibi semt-i ecelden +Salibiyyunu aldı öyle dehşet +Ki kopdu sandılar gerçek kıyamet +Sarardı çehreler emvata döndü +Hayatın zevk u şevki hepsi söndü +Selam erbab-ı ilm ü ma’rifetten +Selam ashab-ı re’y ü meşveretten +Ki gurbet ellerinde Endülüs’de +Felaketler içinde hep yeisde +Muhatı üç tarafdan bahr-i Rum’un +Ümidi sende kalmışdır umumun +Selam eyler sana heştade salan +Ki düşmen pençesinde el-aman-han +Şuyuh-ı memleketti tac-ı serdi +Nazarlarda aziz ü mu’teberdi +Bugün baziçe-i zulm ü sitemler +Ki ta’rifinden aciz kalemler +Bugün madrub u merkub-i salibi +Bugün işkencelerde en meşibi +Selam olsun benat-ı seyyidattan +Lisan-ı salihat u kanitattan +Yazık ruhsar-ı ısmetler ki soldu +Yazık namus u ırz yağması oldu +Yazık eyvah… Neler gördü bu gözler +Hicabından erir namuslu yüzler +Büyut-ı müslimine daldı a’da +Kırıp ebvabı zalim bi-muhaba +O dem kopmuş gibi yevm-i kıyamet +O dem cinnet o dem ölmek saadet +O feryad u o vaveyla-yı nisvan +O istimdadlara ağlardı şeytan +Tutulmuş saçlarından ellerinden +Çekilmekde veya kim bellerinden +Ne ebkar u ne a’ras u ne zevcat +Sürüklendi olundu cümle garat +Beşikler içre kaldı şir-harlar +Ciğerler parçaladı girye-barlar +Kitabullah ferş oldu zemine +Bu savletler nedir Ya Rabbi dine +Buna sabr-ı hıred-suzun ne hikmet +Bu en vahşice bir müdhiş cinayet +Bu Nasraniyyet’in şan-ı cediri +Olunca ehl-i İslam’ın emiri +Selam eyler size bedbaht acaiz +Kıyam ve meşyden efsus aciz +Bu ceddat-ı Arabda zulüm-dide +Ne zulm amma ki öyle na-şenide +Yedirdi bunlara Ehl-i Tesavir +Tokatlar tekmelerle lahm-ı hınzir +Ah!.. Biz ne çektik ve el-an ne çekmekte isek hep cehaletimizden +yaşamayı bilmediğimizden hakk-ı hayatı muhafaza +edemediğimizden çekiyoruz. +Din kemal-i ehemmiyyetle mütedeyyinlerine mu’tekıdlerine +mü’minlerine hıfz-ı hayatı hıfz-ı namusu hıfz-ı vatanı +hıfz-ı istiklali hıfz-ı şevket ü iclali emreder. Mücerred +hıfz-ı hayat için; +cümle-i celile-i +dasına lütfen müsaade ederken +“ Allah emr-i dinde sizin üzerinize zerre kadar bile bir +darlık yapmadı. Din sizin için kat’iyyen çenber-i tazyik değildir.” +Yaşamak hayatınızı namusunuzu istiklalinizi muhafaza +etmek için en dar görünen yolları sizin selametiniz için +genişletir en vasi’ cadde şekline kor. Din size rahmettir +musibet değil; saadettir felaket değil! Sakın muztar kaldığınız +demlerde; “Din müsaade etmiyor.” diye Allah’a iftira +etmeyiniz! İşte ben şayed düşman kılıcını üzerinize çeker de +sizi küfre ikrah ve icbar ederse iman-ı lafzinizin fedasına kadar +nevverdir iman-ı lafzinin fedasında bir beis yoktur. derken +erkan-ı İslam diye ibadat-ı maliyyeyi hac ve zekatı kurbanı +sadaka-i fıtrı hayata tercih etmek nasıl olur? İşte biz Kur’an-ı +Kerim’den haberimiz olmadığına hikmet-i Kur’an’ı anlamadığımıza +kurban oluyoruz. Bir mü’minin felaketi bütün +cihan-ı İslam’ın felaketidir. En küçük bir uzvun kat’ı bütün +vücudun parçalanmasıdır. Müslümanlar bir vücuddur. +Emin olalım ki İtalya’yı bize i’dad-ı kuvvet emr-i aciline +nazar-ı lakaydi ile bakmaklığımızın cezası olarak Allah +musallat etti. Allah buyuruyor: +“ Emrime muhalefet edenler +kendilerine –dünyada– müdhiş fitne isabetinden +düşman kılıcı ile katl-i amm olmaktan zencir-i esaretine +düşmekten –ahirette de– hail bir azab-ı elime ma’ruz kalmaktan +hazer etsinler!” +dar pahalıya mal olduğunu gözlerimizle görmekteyiz. +cümle-i celilesine dikkat olunsun ne +kadar ma’nidardır! Dünyada Allah’ın emrine muhalefet yüzünden +düşman istilasına katl-i ammına zencir-i esaretine +düşenler ahiretin cennetiyle ümidvar olmasınlar ki beyhudedir. +Zira; Yani; +dünyada düşman yumruğu düşman tekmesi altında zelil +olarak yaşayanlar ahirette aziz olarak haşrolunmazlar. Çünkü +o zilletin o meskenetin baisi emr-i ilahiye muhalefet idi. +O muhalefetin cezası ahirette daha müdhiştir. Asıl mes’uliyet +ordadır. “Niçin Allah’ın fermanına itaat etmedin de dinini +Kur’an’ını namusunu düşmanlarına çiğnettin? Buyur +şimdi mahbes-i ateşine!” denecek! +“ Dünyada +kör olan ahirette kör ve tarik-ı selameti gaybetmişlerin +en bedbahtıdır.” Dünyada Hakk’ı görmeyen yahud Hak’tan +teami eden ahirette kör olarak haşrolunacak. +“ Ya Rab! Beni niçin kör olarak haşrettin? +Halbuki ben dünyada görürdüm kör değildim.” +“ Dünyada sana ayat-ı ilahiyyemiz +geldiği okunduğu vakit sen bize karşı nasıl yaptın nasıl +göz yumdun arka çevirdin ise işte biz de bugün seni kör +olarak haşrediyor seni cahim-i hırman ve hüsrana atıyoruz!” +Allah emrine itaat ve inkıyad istiyor; “Ben neyi istersem +onu yapınız!” diyor. +Eğer biz i’dad-ı kuvvet emr-i aciline karşı bu lakaydide +bu teamide devam ve ısrar edersek yarın İtalya Harbi bitmeden +Moskof hücumu başgösterir. Zaten hazırlanmakta gün +saymakta vakt-i merhununu beklemekte. Bu da –şübhe etmeyelim +ki– pek yakındır. Karadeniz donanmasını ikmale +geceli gündüzlü çalışıyor. Sonra Yunan Girit ve –şimdi de– +Adalar için bir id-i ekber-i ilhaka hazırlanıyor. +Allah i’dad-ı kuvvet ayet-i celilesinde; +“ İ’dad-ı kuvveti yalnız hal-i harbde bulunduğunuzdan +ünvanınıza [udvanınıza] hasretmeyiniz. Bunlardan +başka a’da-yı istikbaliniz için de acilen i’dad-ı kuvvete +geceli gündüzlü çalışınız!” buyuruyor. +Bize donanma lazım; şimendüferler haralar tersaneler +havuzlar tayyareler hepsi acilen lazım. Bunlar tamamen +makbul değil. Bu fetva-yı ilahidir; kimsenin tasdikına muhtac +değildir. Biz Allah’ın emrini tanısak bir günde bütün istitaat-ı +nakdiyye ve maliyyemizi meydan-ı itaat ve inkıyada +yığarız. İtalya derhal harbe hitam verir. Tazminat bile alınır. +Çünkü bir milletin milyonlarla liralık şahid-i diyanetini +delil-i hamiyyetini meydanda yığılmış görür. +Mehmed Fahreddin +MÜSLÜMANIN MÜSLÜMANLA +ALIŞ VERİŞ ETMESİ +Bilemiyorum; bütün insanlar da böyle midir? Biz Osmanlı +müslümanlarında belki de bütün dünya müslümanlarında +ciddiyet-i idrak ile na-kabil-i te’lif tuhaf bir hal vardır. +Dikkat edilmiş olacak ki bizde herşey söylenir her mevzu’ +hakkında uzun uzadıya bir tafsilat verilebilir herkes her +mevzu’ hakkında allame kesilebilir. Fakat düşünülür dikkat +edilirse bütün bu sözlerin hatta epeyce yaşlı başlı hatta +şöhrete de malik olanların hatta alim fazıl geçinenlerden +bir çoklarının ağızlarından çıkan sözler tahlil ve tedkīk edilecek +olursa inanarak anlaşılmış olarak söylenmemiş olduğu +derhal meydana çıkar. Bizim şu halimizi gören bazı seyyahlar +tarihin anlayamadığı zamanlarda bizden ayrılmış olan +kardeşler bizi yalancılık yahud riyakarlık ile tavsif ediyorlar. +Ben burada şayan-ı hicab olan şu halimizin sebebini taharri +edecek değilim. Bu hal nereden neş’et ederse etsin adı gerek +yalancılık gerek riyakarlık olsun her halde buna güzel +bir sıfat denilemeyecek olduğuna kaniim… +* * * +Dillerimizde mecmualarımızda her yerde müslümanların +kardeş olduklarını söyler; +ayet-i celilesini +duruyoruz. Fakat müslümanların kardeş olmaları ne demek +olduğunu zannederim hatırlarımıza bile getirdiğimiz yoktur. +Şübhesizdir ki; “Müslüman müslümanın kardeşidir” cümlesinden +karabet-i nesebiyye ma’nasını anlayacak değiliz. +Bundan her halde karabet-i kalbiyye uhuvvet-i ruhiyye +ma’nasını anlamaklığımız lazım gelir. İşte burada biraz tevakkuf +ederek az-çok bir mukayese yapalım: +Biz kardeşlikten karabet-i nesebiyye ma’nasını pekala +anlarız. Mesela bir kardeşimizin biraderimizin sair akrabamızın +venet etmek lüzumunu hissederiz. Hülasa kalbimiz onlara +karşı daima büyük bir rikkat duyar. Kardeş kelimesi söylenir +söylenmez bütün bu ma’nalar hemen birden zihne tebadür +eder. +Kardeşlikten karabet-i diniyye ma’nası alınırsa bunun +ne kadar gevşek ne kadar te’sirsiz bir şey olduğu derhal +meydana çıkar. Adeta öyle ki bizim “müslüman kardeşimiz” +dediğimiz sözde kardeş kelimesinin hiç de ma’nası +yok gibidir. Bu kardeşlik üzerine hiçbir türlü hüküm terettüb +etmez. Şimdiye kadar bunun hiçbir türlü asar-ı hayriyyesini +görmeye muvaffak olduğum yoktur. +* * * +Bizden dine millete en ziyade merbut bulunması +ayet-i celilesinin bütün ma’nasını anlaması lazım +gelen birisi mesela hoca talebe-i ulum … hayatı maişeti +şusu din kardeşi bir bakkalı bırakır da uzakta da olursa +yabancı bir dükkana gider fazla verecek olursa da onun ile +alışveriş eder. +Yeni bir elbise yeni bir şey almak isteyen bir müslümanın +Şamlılar Balmumcu-zadeler Karakaşlar Dülbendci +Muhyiddinler… var iken Tiring’e Stein’a Mayer’e Heiden’e… +gitmek hatırlarına bile gelmemeli idi. +Bir müslüman parasıyla kendisi gibi bir müslümandan +tedarik edebileceği bir şeyi iyice düşünülecek olursa her +halde düşmanı olduğunu anlayacağı bir kimseye kat’iyyen +müracaat etmemeli idi. Karamürsel Hereke Feshane… +fabrikalarının sağlam latif çuhaları kumaşları ve fesleri… +mevcud iken Lui İngiliz Alman… çuha ve kumaşlarına +kat’iyyen iltifat etmemeli idi. +Yanı başımızda mesela Terzi Mehmed Bahaeddin Mehmed +Arif Ahmedler var iken bilmem kimlere müracaat ederek +yüz suyu dökmemeli idi. +Yine mesela Tabib Orhan Tahsinler Galib Atalar Es’adlar +Akıl Muhtarlar Arif Hikmetler Besimler Feyziler Dişçi +Hüdaverdiler… var iken bilmem nereli heriflere dönüp bile +bakmamalı idi… +kelimesinin ma’nası anlaşılarak söylenmekte bulunduğuna +kani’ olurdum. Şübhesizdir ki kardeşlik ve bunun asarı +umur-ı muamelatta tarik-ı hayatta görülmek lazım gelir. Bilmelidir +ki düşmana verilen bir para kar kendi aleyhimizde +kullanılmak için verilen en müdhiş bir silahtır. Emin olmalıdır +ki düşmanlarımıza en büyük cesaret veren şübhesiz bizden +onlara geçen paralardır. Emin olmalıdır ki düşmanlarımızdan +çekdiğimiz bütün belalar hep bizim kendi paralarımız +vasıtasıyla gelmektedir… +Fakat biz bu cihetleri hala anlayamıyoruz. Elimize beş on +para düştü mü hemen bir yolunu bulup da düşmanlarımızın +zalim ellerine sıkıştırıyoruz. Bizde öyle yanlış bir i’tikad +hasıl olmuştur ki guya müslüman olmayanların yabancıların +herşeyleri iyidir. Fakat bugün bu i’tikadın yanlış olduğunu +Hamdolsun birinci sınıf birçok ticarethanelerimiz mahir +doktorlarımız bir dereceye kadar bize kifayet eder san’atkarlarımız +yok değildir. Evet; ihtiyac suretinde bir müslüman +yabancılara da müracaat edebilir fakat böyle bir ihtiyac +zaruret mevcud değil iken kardeşi bırakıp da yabancı kapılarında +sürünmek her halde büyük bir hamiyetsizlik aşikar +bir alçaklıktır… +Geçenlerde rufekamdan ikide birde müslüman müslümanın +kardeşi olduğundan bahseden muhterem bir zatın +ailesi a’zasından birisine epeyce tehlikelice bir hastalık gelir. +şehrimiz piyasasında yalancı bir şöhrete malik yabancı bir +tabibe müracaat eder fakat hastasının daha ziyade fena olduğunu +görür. İşin tehlikeye yaklaştığını gören muhibbim +ümmet-i Muhammediyyeden birinin tasviyesiyle mesleğinde +hele kadınlar hastalığı hususunda maharet ve hazakati +acizlerince de müsellem olan Haseki Nisa Hastahanesi etibba-yı +muhteremesinden Orhan Tahsin Bey’e müracaat eyler. +Muhterem müslüman tabibi hastalığı teşhis etmek hususunda +hiç de güçlük çekmez. Zavallı hastayı hatta yüzde +doksan ölüme mahkum olan çocuğunu da kurtarır. Ve bir +de o yabancı doktor tarafından verilen reçetenin pek ziyade +yanlış hatta hastayı bütün bütüne ölüme yaklaştıracak +unsurları havi bulunduğunu da ayrıca meydana koyar. İşte +bu suretle refik-ı muhteremim müessir bir ders-i ibret alır; +Orhan Tahsin Bey’e karşı da medyun-ı şükran kalır. +* * * +Sıratımüstakīm sonra Sebilürreşad ’da “İslam Ticarethaneleri” +ünvanıyla bir sahife açılmıştı. Fakat maatteessüf +bunun sonu gelmedi. Risale bu hususta vazifesini etmiyor +gibi geliyor. Biz vaktiyle bu teşebbüsü ziyadesiyle alkışlamış +bütün rufeka bu teşebbüsten dolayı sevinmiş idik. Zannederim +bu hamiyeti takdir edemediler. Ümid ediyorum ki Sebilürreşad +gibi külliyetli mikdarda intişar eden bütün kari’leri de +şübhesiz hamiyetli müslümanlar olan bir mecmuada i’lan +olunmanın her halde büyük bir faidesi olacağı şübhesizdir. +Maamafih fikr-i aciziye göre Sebilürreşad bu hususta az-çok +fedakarlık etmelidir. Meşahir-i etibba-yı İslamiyyeyi İslam ticarethanelerini +kari’lerine birer defa tanıttırmalı. Sonra alışa +alışa i’lanlar da yavaş yavaş vürud etmeye başlardı. +Yukarıda söylendiği üzere dostum Allah’ın yardımıyla +etibba-yı hazikadan Orhan Tahsin Beyefendi sayesinde +büyük bir tehlike atlatmaya muvaffak olmuştu. İşte +mahza bunun şükranesi olmak üzere bizim alemde pek de +ma’ruf olmayan bir surette iyilik yapmak düşünüldü idi: +Gönderilen şu meblağ mukabilinde idarece hazakatleri +müsellem beş müslüman tabibinin kariin-i İslamiyyeye +tanıttırılması ve leffen takdim olunan beş adrese teberru’ +tarikıyla Sebilürreşad risalelerinin irsali istirham olunur. +Ricamızın lütfen is’af buyurulacağından eminiz. Selamün +aleyküm. +SEBILÜRREŞAD +Herşeyden evvel işbu mektup veya makale sahibi zatın +hissiyat-ı ali-cenabanesiyle hamiyet-i İslamiyyesini takdir +eder ve tavsiyelerinin hüsn-i ifasına çalışacağımızı kaviyyen +vaad eyleriz. Zaten biz Sebilürreşad ’a konulacak olan +cek olan kağıd mürettibiye tab’iyye ve sair masarıfın te’miniyle +aşığı olsaydık bize pek çok getirilen ecnebilerin i’lanlarını +derc ve neşr etmek suretiyle bu ümniyemize nail olurduk. +Çe faide ki müslüman müteşebbis tüccar ve esnafımız bu +fedakarlığımızı takdir etmiyorlar. Yoksa biz onların i’lanatını +pek ucuz ve rekabet kabul etmez bir surette ceridemize derc +eder idik. +Bundan başka Sebilürreşad ’ı ileride yirmi dört sahifeyi +muhtevi olmak üzere tevsi’ etmek istiyoruz ki bu dört sahifeyi +kamilen İslam ticaretgahlarına hasretmek niyetindeyiz. +Muhterem müslüman kardeşimizin risalemize karşı olan +teveccühlerine bütün samimiyet-i kalbimizle teşekkürler +ederiz. Melfuf adreslere bu haftadan i’tibaren altışar aylık +abone kaydolunup irsalata başlanmıştır. Tabiblerin i’lanlarını +da gelecek nüshadan i’tibaren i’lan edeceğiz. +* * * +Garib tesadüf; baladaki mektubu aldığımız sırada atideki +mektubu da aldık: +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI +Muhterem Efendim +Bendeniz Sebilürreşad risale-i güzidesine aboneliyim. +Maamafih neşr-i maarif-i İslamiyyeye bir muavenet-i naçizanem +olmak üzere kuruş ba-posta gönderdim. Bunlarla +münasib göreceğiniz tarafa altı ay müddetle risale-i mezkureyi +göndermenizi istirham eylerim. +Cenab-ı Hak müsaade ederse velev murane olsun ileride +de bu babda emrinize amade olacağımı arzeylerim. +[ yardımlaşın] nass-ı celili bizim mahz-ı mübeşşir-i +saadetimizdir. Bakī ihtiram. +Bu muhterem vicdanlı asker Sebilürreşad ’ı aşık-ı irfan bir +müslümana hediye suretiyle gönderilmesini tavsiye ediyor +ve parasının kendi ceyb-i hamiyyetinden tesviye edileceğini +bildiriyor ki bu teşebbüs ve tasavvuru cidden sezavar-ı +takdirdir. Sebilürreşad bu muhterem kardeşimize de samimi +teşekküratını takdim eder. Sebilürreşad idaresi birçok müstahıkkīn-i +de bu tevziat hadd-i zatında mahdud bulunacağı tabiidir. +Çünkü bizim yapacağımız fedakarlıklar başka cihetlerdedir. +Bütçemiz müsaid olsaydı daha pekçok müstahıkkīne mesela +bütün İslam medreselerine cerideyi meccanen gönderip +memleketin hakīkī ve saf evladlarının tenvir ve intibahına +hizmet ederdik. Ne çare ki mümkün olamıyor. Maamafih +Sebilürreşad ’ın ettiği fedakarlığı zannedersek muhterem kari’lerimiz +şübhesiz takdir buyururlar. Görülüyor ki ceridemizin +mündericatına tab’ına nefasetine min-külli’l-vücuh +nun etmek için bu ana kadar hiçbir Osmanlı gazetesi tarafından +yapılmayan fedakarlıkları da ihtiyar etmekten çekinmeyerek +Hindistan’a suret-i mahsusada hey’et-i tahririyyemizin +en değerli bir a’zasını bile göndermektedir. +Muhterem Hüseyin Bey kardeşimizin arzu-yı alilerini yerine +getirmek için Daruşşafaka-i İslamiyye’ye ilk nüshadan +derilmiştir. +SİYASİYAT +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVIA +Trafalgar kahramanı meşhur +Amiral Nelson muharebede gemicilerine askerlerine +şöyle bir hıtabda bulunmuştu: +“İngiltere her İngilizin kendi vazife-i vataniyyesini ifa eylemesini +bekler” +Bu sözün te’siri Trafalgar Muharebesi’ni kazandırdı. Bu +sözün hala da İngilizler arasında düstur-ı ef’al olarak hükmünü +sürdüğü şu zamanda herkes kendisine isabet eden vazife-i +vataniyyeyi ifa eylemiş olsa bir buhran-ı siyasi tehlikesi ihdasına +dair olan kaffe-i tedabir-i bedhahane hükümsüz kalır. +Emr-i terakkī ve temeddünde çekilen müşkilat-ı manianın +başlıca sebebi her tarafça icra-yı vazife hususunda gösterilen +terahi ve teseyyübdür. Amiral Nelson’un bir asır mukaddem +melhuza ve merviyyeden hiç de korkumuz kalmaz. +Hakīkaten biz tehlikeden pek mi korkuyoruz? +Evet; hatta tehlike rivayatından bile ürküyoruz; kendimiz +korktuğumuz gibi ihvan-ı vataniyyemizden önümüze +rast gelenleri de korkutmaya çalışıyoruz. Tabii bu halden en +ziyade müstefid olanlar ağyar-ı hariciyye-i vataniyyemizdir. +Mayası tehlikeler içinde yoğurulmuş tehlike içinde idame-i +cak böyle bir halet-i ruhiyyeye tutulmuşuz. Vatanperverlik +vazife-i merdanesi olsa olsa dilimizde bulunuyor. Hissiyat-ı +kalbiyyeyi keşfedebilen ashab-ı tedkīk kalblerimizde +hevesat-ı zatiyyenin ihtirasat-ı nefsaniyyenin ma-fevka’t-tabia +şey bulamaz. Bu makūle emraz-ı ma’neviyye te’siratından +haylice masun bir sınıfımız vardı ki dünyada bakī kalabilen +da; sınıf-ı askeri! Onun şecaat derecesinde kıymetdar olan +nizam-perestliğinin hamiyet-perverliğinin –velevki kısmen +olsun– duçar-ı halel olmaması matlub-ı ümmet iken şu harb +zamanında böyle bir halel rivayatını işitmekle de muazzeb +oluyoruz. +Sevin İtalya sevin! Sana yakışan anarşi ve şuriş ef’ali +bizde daha evvel ihdas olunmak isteniliyor! Bed-tinetler +arasına saçtırdığın paraların ne kadar da te’sir-i müsahhiranesi +var imiş? +§ +Trablusgarb Harbi’nin +bidayetinden beri düvel-i ecnebiyye tabiiyyetinde +bulunan müslümanlardan mağdurin-i harb aileleri veya +Hilal-i Ahmer namına birçok ianat geldi. O müslümanların +tabi’ oldukları devletlerin buradaki sefaretlerine mensub tercümanları +tarafından mebaliğ-ı ianeyi havi çeklerin Sadaret +Müsteşarlığı ile diğer bir-iki daire-i resmiyyeye tevdi’ edildiğini +gazetelerde gördük. Kezalik mikdar-ı ianatı havi listeleri +yine gazetelerde okuduk. Cem’ ve derc-i ianat hususunda +her memlekete mahsus takyidat-ı nizamiyye bulunmamış +olsa hiç şübhe yoktur ki Devlet-i Osmaniyye’nin tedarikat-ı +esbab-ı tedafüiyyesine medar olmak üzere birçok ianat +daha gelebilirdi. Her iyiliğe mukabelede bulunmak lüzumu +aşikardır. Biz ne gibi mukabelede bulunuyoruz? Memalik-i +saire-i İslamiyyeden mezkur ianeleri gönderenlerin isimlerini +yalnız gazetelerimize dercetmek kafi değildir. İaneyi verenlerin +veya gönderenlerin hüviyetleri tamamıyla bilinmek +ve mümkün olduğu kadar kendileriyle muhabereye girişilip +her defaki iane mukabilinde madalya ile kıymet-i maddiyye +veya ma’neviyyesi bulunan hedaya ile kendilerine mukabele-i +cemile-karane gösterilmek iktiza eyler. Paraları aldıktan +sonra nezaket-i siyasiyye vecaibini ihmal eylemek pek çirkin +ve hatta pek muzır bir kusurdur. Yardımcıları küstürmeyelim +§ +Mümtaz bir ehl-i kesb +sınıfı türemedikçe ahlak-ı siyasiyyemizde layıklı bir salah +vukūa geleceğine kani’ değilim. Bizde tacir sınıfı terbiye-i +addolunan nice erbab-ı kesbe tesadüf olunageldiği gibi gerek +tabakat-ı asiliyyeden gerek sunuf-ı resmiyyeden kesb ü +ticarete süluk edenler de bulunur. Evet; ehl-i kesb ü ticaretin +terakkī ve tezayüdü ahlak-ı siyasiyyemizin salahına çok +yardım eder. Mütemadi sa’y ü emek sarfıyla kendisini ve +ailesini zillet-i ihtiyac ve tebeiyyetten kurtarmak fikre bir istiklal-i +meşru’ bahşeyler. Mümtaz bir sınıf-ı kesbisi olmayan +bir memlekette hirfet ve sınaatin idaresi ne kadar da himayet-i +resmiyyeye mazhar olsa yine layıkıyla inşirah bulamaz. +Bugün bizde eşhasın birbirine i’timadı hemen yok gibidir. +Devr-i sabıkın seyyiat-ı tecessüsiyyesi her gönülde su’-i telakkī +su’-i zan ve su’-i niyyet hislerinin kökleşmesine sebeb +olmuş. Bir adam için kuvve-i i’timadiyyesi zaif bulunmak +fena bir haldir. Fakat i’timadı da’vet ve iktisab edememek +daha fena bir haldir. Kesb-i ticari ve sınaide terakkī la-cerem +eşhas arasında hiss-i rekabet uyandırır. Rekabet de gıbta ile +karıştırılmamak lazım gelir. Gıbta ile eşhas yekdiğerine karşı +mennaün li’l-hayr kesilirler. Nitekim bu redaet-i ictimaiyyenin +revacından dolayı mutazarrır olup gitmektedir. Rekabet +kaba-yı kesbiyyenin iştirakini intac eyleyebilir. Ve binaenaleyh +sermaye vücuda getirir. Büyük kar ve temettu’ işlerinin +toplu sermayeler ile husul bulduğu dahi ma’lumdur. İmdi +müslümanlar kesbde teşrik-i mesaiye de muhtacdırlar. Bizde +müslümanlar ekseriyetle ya amele veya çiftçi takımındandırlar +veya devlet hizmetine girmişlerdir. Ashab-ı emlak bile +rütbe ve me’muriyet yakalamak hevesinden tenzih-i nefs +edememişlerdir. Bu hal ahlak-ı siyasiyyemizi pek bozmuş +hala da bozuyor. Küçük büyük binlerce kimseler kise-i devletten +ayda bir –veya mümkünse birkaç– maaş çıkarabilmek +dan dolayı olmak gerektir ki içimizde kafi mikdarda hakīkī +rical-i umur-ı resmiyye de yetişmemiş; zoraki racül-i devlet +peyda olmaz. Hem de bu husustaki hiss-i istirkab na-bi-nane +bir gurur sahte tavırlılık çılgınca bir heves-i tekaddüm +gibi halat-ı mezmume dahi tevlid eylemiştir. +Bizde kar u kisbe süluk edenler fil-vakı’ bir müddetten +beri görünmeye başladı. Fakat ihtiyacatımızı nısfen olsun +onlardan tedarik edebileceğimiz zaman maatteessüf henüz +ashabında daima bir hal-i rehavet ve bataet meşhuddur. +Azdan başlayıp bir gayret-i mütemerridane ile tevsi’-i muamele +edebilmek için lazım gelen şevk bizim müslüman ehl-i +kesbinin halinde görülemiyor. Hele tanzim-i umura iktiza-yı +zamana göre teceddüde tanzim-i ticaretgaha taharet-i telebbüse +tatyib ve cezb-i müşteri için elzem olan nezaket ve +cemileye riayet bizimkilerde pek az görünüyor. İnsan ufak +bir sipariş için bir frenk ehl-i kesbine müracaat etse –sahib-i +maarif ve irfan olmakla beraber– muamelatı vasi’ ve gani +olan o ehl-i kesb müşterisi muvacehesinde adeta bir terbiye-i +huddamane ile ve bin zahmet ihtiyarıyle hareket eder. +Muhaberesinde dahi o yolda bir tarz isti’mal eyler. “Alacaksan +al almayacaksan def’ ol!” tarzında muamele etmek +bizim erbab-ı kesbden bir çoğunun halini andırır. Yazıklar +olsun! +§ +A’sar-ı kadimeden +beri cehl müslümanın müslümana karşı harbetmesindeki +adem-i cevazın şuyuuna mani’ olmuştur. Bilmem ki uhuvvet-i +beyne’l-akvam hakkındaki ahkam-ı ma’kūle-i İslamiyye +daha ne zamana kadar idrak edilemeyecek? Ma’lumdur +ki İtalyanlar Musavva’ı yed-i temellüke geçirdikten sonra +Habeşliler ile muharebeye girişmişler idi. Adowa Muharebesi’ndeki +hezimetleri üzerine Musavva’ ve havalisi ahali-i +den beş yüz kadarı Habeşlilerin eline esir düşünce Necaşi-i +Habeşi bu yerli neferatı hem-cinsine hıyanetle itham eyledi +ve elleriyle ayaklarını cezaen kat’ ettirdi. İtalyanlar muharebe-i +hazırada dahi bu yerlilerden mürekkeb birçok kıtaat-ı +askeriyyeyi Trablus ve Bingazi’ye sevkeylediler ki el-yevm +muharebatta en ziyade ileri sürülen asker bu Eritreli neferattır. +Bunlar arasında bir müslüman devlete karşı harb edildiğinin +farkına varıp da asar-ı na-hoşnudi irae eyleyenler bulunduğunu +mukaddema Avrupa gazetelerinde okumuş idik. +Lakin asakir-i mezkurenin kısm-ı küllisi cehl-i tam içinde bulunduğundan +tin alem-i İslam’daki mevkiini idrak eyleyemezler. Siyaset-i +hariciyyemizde dur-binlik gösteren me’murlarımız kafi derecede +bulunsa idi daha mezkur yerli askerlerin mevakı’-i harbiyyeye +sevkinden evvel memleketlerine nasıhlar gönderilir +ve ahval izah olunabilirdi. Mebadi-i harbde bu husus için +Musavva’ taraflarına gönderilebilecek ezkiya-yı müslimin +bulunabileceği Mısır’da bulunan mevkii mühim bir me’murumuza +mes’ele takdir olunamamıştır. Yazıklar olsun! +OSMANLI – İTALYA MUHAREBESİ + +---- +VE +---- + +ALEM-İ İSLAM’DA TE’SIRATI +Muharebe-i hazıranın umum küre-i arz ahalisine az çok +şümul ve tealluku olduğuna şübhe yoktur. Bunlardan bazıları +doğrudan doğruya alakadar bulunuyorlar. Bu alakadaranın +bir kısmı Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’ye ve pek az +kısmı da İtalya’ya merbutturlar. Muharebeden evvel İtalya +hükumeti bütün yeryüzünde yaşayan akvam ve anasır-ı İslamiyye +nazarında zararsız ve fakat iktisab-ı servet ü miknet +etmeye meyyal bir kavim ve hükumet olduğu cihetle muhterem +bir mevki’ ihraz etmişti. +Bu yüzden müslümanlar tarafından İtalya’ya oldukça +menfaatler te’min ediliyordu. Mesela Hindistan’da İtalya +ticareti şu son seneler zarfında revac bulmuş ve kesb-i +ehemmiyyet eylemişti. İtalya’nın makarnalarından mermer +taşlarına varıncaya kadar pek çok ma’mulat ve mahsulatı +Hindistan’da nail-i şöhret ve rağbet olmuştu. İplik ipek ve +sair İtalya mahsulat-ı arzıyye ve ticariyyesi Hindistan’da kesretle +sarf ve istihlak olunuyordu. +no” Kumpanyası tarafından her hafta Bombay’a bir İtalyan +vapuru göndermeye ve orada bir acentahane te’sisine de +muvaffak olmuşlardı. Bu vapurlar İngiliz posta ve yük vapurlarıyla +sair İngiliz kumpanyalarına mensub olan vapurlara +rekabet etmeye başlayınca İngilizler asar-ı hiddet göstermek +diri olduğundan İngilizlerce İtalyanlara dokunulmadı. Bu +yüz bin lira safi kar te’min ediyordu. Bombay’da ve bilumum +Hindistan’da İtalyanların karı çoğalmaya başladıktan +sonra Hindistan’da İtalyan tebaasının adedi de çoğalmış ve +Hindistan’ın hiçbir noktasında bir tek konsolosu yok iken +ahiren Hindistan’ın sevahil-i cenubiyyesini teşkil eden Bombay +Madras Rangun Kalküta gibi mevaki’de İtalya hükumeti +tarafından görülen lüzum üzerine birer konsolos dahi +ta’yin ve sevk olunmuştur. İtalya bu gidişle birkaç sene sonra +Hindistan’da dehşetli bir nüfuz te’min edebilirdi. +Lakin sersem mağrur İtalya hükumeti kurbağa gibi yetişip +manda olmak arzusunu ta’kīb ederek birden bire büyümek +ve imparatorluk teşkil etmek sevda-yı ham ve hayal-i +batılına düşerek Afrika-yı Osmani’yi zabt u istila hevesiyle +Devlet-i Osmaniyye ve dolayısıyla bütün milel-i İslamiyye +hakīkī can düşmanı etti. Trablus’ta ve Bingazi’de hiçbir halt +edemediği gibi müslümanlarla olan ticaretini de gaib edip +evdeki pirinçten de oldu. Hindliler İtalyanlara karşı o kadar +müteheyyic ve müteneffir oldular ki sırtlarına giydikleri +caketlerin astarlarını –ki İtalya ma’mulatından bulunuyordu– +yırtıp yere atıverdiler. İtalya gemilerine yolcu yük +verilmemeye başlandı. İtalya sefain-i ticariyyesi tenezzühe +çıkmış gibi Palermo’dan Bombay’a boş gelir gider oldular. +Hülasa İtalya’nın makarnalarına mermer taşlarına birer yılan +ve heykel-i desise ve tezvir gibi bakıldı. Hindistan’daki +karara tercih edip tekrar kendi mel’un memleketlerine def’ +olup gittiler. +hemen beş milyon İngiliz lirasını tecavüz ediyor ki bu meblağ +sırf kar olarak fakīr ve sefil İtalyanlara Hind müslümanları +tarafından te’min olunuyordu. +yenin her tarafına külliyetle sevkeyledikleri emtia-i ticariyyeye +büyük bir darbe vuruldu. İran’da Mısır’da Tunus ve +Cezair’de bütün Afrika’daki menafi’-i iktisadiyye [ ] ve +ticariyyelerine hatime çekildi. Cezair’deki müslümanlar İtalyan +kumpanyasına mensub olan tramvaylara karşı boykotaj +ü tazyik icrasına kalkıştıysa hiçbir neticeye müncer olmaksızın +en sonra müslümanların dediği ve istediği oldu. +gönderilip menafi’-i azime te’min olunduğu halde muharebe-i +hazıra yüzünden İtalya’nın bu metaı da kesada uğrayıp +yerine Hindistan’dan çivit celbedilmeye başladı. +Zengibar’da Ümid Burnu’nda da müslümanlar tarafından +muştur. +vasıtasıyla İtalya emtiasının isti’maline bir “tahrim fetvası” +verilmemesi bilhassa İranilere tavsiye edilmiştir. +Bunlardan başka İtalya umum müslümanları kendisine +ebedi surette düşman etmeye çalıştı. Öyle ki bir daha +bir müslümanla İtalya’nın arası ısınmaz. İtalya Devlet-i Osmaniyye’ye +tecavüz etmeyi kolay ve ehemmiyetsiz bir şey +zannediyordu. Giolitti Kabinesi bedbaht İtalyanları aldattı. +Halbuki i’lan-ı harb akībinde çok geçmeksizin Makam-ı Mualla-yı +Hilafet’in bilumum küre-i arzda bulunan İslam üzerindeki +şiddet-i nüfuz ve te’sirini gereği gibi gördü. Her taraftan +eli boş bir halde dönen İtalya her ne yaptıysa meramına +muvaffak olamadı ve peşiman oldu. Fakat bu peşimanlık +geçmiş ok yaydan çıkmıştır. +kiye İtalya fukarasının penahı melcei idi. Şimdi bu matrudlara +Hülasa İtalya Hükumeti Giolitti’yi assa da yaksa da +kendi zararını telafi edemeyecektir. İngilizler İtalya’nın boş +kafalığına gülüp dişlerini gösteriyorlar. +Çünkü zir-i himayelerinde o kadar müslüman vardır ki +bundan başka bir politika ta’kīb edemezler. Bu iki büyük ve +kaviyyü’ş-şekime Avrupa devletleri bi-taraf kaldıkça İttifak-ı +Müselles erkanı bir şey yapamazlar. +ŞUUN +Daru’l-cihaddaki İslam kumandanlarının iş’arı üzerine +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Ajansı’na tebliğ edilmiştir: +Haziran’ın ’inci günü düşman +Seydisaid civarındaki muhariblerimiz üzerine faik bir kuvvetle +huruc hareketi icra ederek hayli mesafe kazanmış ise +de yedi saat imtidad eden şiddetli bir muharebeden sonra +makhuran mecbur-ı ric’at edilmiş ve denize kadar ta’kīb +olunmuştur. Düşmanın telefatı külliyetli olup bizden yüz elli +şehid iki yüz mecruh vukū’ bulmuştur. +§ Haziran’ın on beşinci günü vukū’ bulan ric’atte ve sahil-i +bahre kadar ta’kībde düşmanın meydan-ı muharebede +ve yolda terkeylediği ecsad-ı maktulenin adedi beş yüzü +mütecavizdir. Ancak düşman ertesi Haziran’ın on altıncı +günü yeniden üç alay piyade ile tecdid-i tecavüzat eyledi. +Bukamis’la[?] üç kilometre şarkına vaz’ eylediği büyük çaplı +topların ateşi ve denizden dahi iki kruvazörün bombardımanı +te’siratıyla sahil kurbunda olan Seyyidsaid’in terkine +mecburiyet hasıl oldu. +Bu sene mektepten çıkan Mülazım Said Subhi Efendi bu +muharebede şehid oldu. Şüheda ve mecruhinimizin mikdar-ı +sahihi henüz ma’lum değildir. Muharebelerimiz +Seyyidsaid’in cenubunda mevakı’-i lazımeyi işgal +eylemişlerdir. +el-Alem ’de okunduğuna nazaran +meydan-ı harbde te’sis olunan mekatib-i ibtidaiyyenin imtihanlarına +mübaşeret olunup talebeler üç ay zarfındaki tahsillerinden +hitam olmasıyla Enver Bey tarafından tevzi’-i mükafat +merasimi icra edilmiştir. Enver Bey ali bir ihtifal esnasında +mükafatları kendi eliyle isbat-ı ehliyyet ve liyakat eden mücahidin +evladına teslim etmiştir. İhtifal-i mezkurda bil-cümle +zabitan ve meşayih ve rüesa-yı kabail ve mücahidin hazır +bulunuyorlardı. Talebe Arabca ve Türkçe lisanlarıyla neşide +manzumeler okumuşlardır. +el-Alem gazetesinde okunduğuna +göre Hindistan-ı Vusta’nın meşhur Aligede[?] şehrinin +gönüllü olarak meydan-ı harbe gitmiştir. Bu zat Hindistan’ın +sıyla herşeyi hazırlayıp yola çıkmıştır. +Beray-ı ziyaret +Kerbela’ya gelen Şii Mezhebi’ne salik Hind ve Cenubi İran +müslümanlarının arasında tehaddüs edecek münazaaların +hall ü faslı için İngiltere hükumeti Samarra kasabasındaki +konsoloshanesinde bir mahkeme küşad etmiştir. Ora ahalisi +şehirlerinde bile bir ecnebi hükumetin mahkeme küşadına +tahammül edemeyerek mahkemenin lağvettirilmesi +bulunmuşlardır. Vali-i Vilayet Cemal Bey yalnız mahkeme +kapısındaki serlevhayı indirebilmiş ve ahaliye karşı teşkil +edilen mahkemenin bir ehemmiyet-i resmiyyesi olmadığını +ve levhayı kaldırdığına dair bir beyanname neşrederek ahaliyi +tatmin etmeye çalışmıştır. Hükumet-i seniyye Memalik-i +Osmaniyye’de devr-i meşrutiyyette böyle mahkemelerin +teşkiline iğmaz-ı ayn edecek olursa imtiyazat-ı ecnebiyyenin +daha ziyade tevsiine meydan verecek ve böyle diğer ecnebi +devletlerin Mekke ve Kudüs’te mahkemeler küşadına yol +açmış olacaktır. +Kıbrıs Fevkalade Komiseri’nin talebi üzerine Kıbrıs kuvayı +zabıtasını takviyeten Mısır’dan celb olunan bir bölük İngiliz +askeri Lefkoşa’da bir hafta [ikamet] edecektir. +Mezkur kuva-yı askeriyye ile Mısır’dan on dört sandık mühimmat +nakledilerek başkomiserliğe teslim olunmuştur. +lundukları müddetçe te’min-i idaresi hakkında sarfedilecek +mebaliğ Kıbrıs maliyesine tahmil olunacaktır. Bu babda sarf +olunacak mebaliğın on bin liraya baliğ olacağı tahmin ediliyor. +Her sene olduğu gibi bu sene de İngiltere Kralı George +hazretlerinin yevm-i veladetinde Abidin meydanı’nda icra +edilen merasimde Mısır Reisü’n-Nüzzarı Mehmed Said Paşa +Lord Kitchener’ın Kahire’de bulunmaması üzerine kendisine +vekalet eden diğer bir İngiliz ceneralini tebrik etmiştir. +Daima Osmanlılık’a karşı büyük bir samimiyeti olduğunu +tarafından yevm-i veladet günü “Büyük Salib” nişanı i’ta +kılınmıştır. +– İngiltere hükumeti +Mısır-Sudan Şimendüfer Hattı’nı Fransız Sudan Hattı’yla +birleştirmek niyetinde iken bu kere ilsaktan mukaddem +Darfur Sultanı Ali bin Dinar hazretlerinin zir-i idaresindeki +memleketi yed-i zabta geçirmek ondan sonra şimendüfer +hattını rabtetmek arzusundadır. Bu memleketi zir-i idaresine +almak için Mısır askerinin tahşidine devam etmek üzere bulunuyor. +Bu İslam’a İslam’ı kırdırmaktan başka bir şey değildir. +Darfur sultanı ve Şeyh Senusi hazretleriyle Vudmara[?] +ve Vaday sultanlarıyla müttefik olduğundan bu muharebe +küçük bir muharebe olmayacaktır. Vudmara[?] Sultanı dörtbeş +sene sıra ile Fransa hükumetiyle muharebe etmiş ve her +defasında muzaffer olmuştur. +el-Liva’ gazetesinde okunduğuna göre +Aden dahilinde müstakil bir emarete malik olup İngilizler tarafından +kendisine “sir” lakabı verilen Lahic emiri hazretleri +beray-ı tenezzüh Mısır’a gelerek Yemen eşrafı Seyyid Ubeyd +bin Bilal hazretlerine misafir olmuşlardır. Müşarun-ileyhin +Kahire’ye muvasalatları üzerine Hıdiviyet-i Mısriyye ile İngilizler +tarafından hakkında merasim-i ihtiramiyye ifa kılındığı +gibi Osmanlı Komiserliği tarafından da beyan-ı hoş-amedi +zımnında bir me’mur-ı mahsus i’zam edilmiştir. +Bulgaristan’da Maarif-i İslamiyye – Sofya gazetelerinde +okunduğuna göre mah-ı halin ’inci günü Bulgaristan +Muallimin-i İslamiyye Cem’iyeti Eskicuma kasabasında +bir kongre akdedecektir. Bundan yedi sene evvel teşekkül +etmiş ve şimdiye kadar Bulgaristan Maarif-i İslamiyyesi’ne +pek güzide hizmetlerde bulunmuş olan bu cem’iyetin yedinci +defa olmak üzere in’ikad edecek olan kongresinde gerek +mekatib-i İslamiyyenin ihtiyacat-ı maddiyye ve maliyyesine +ve gerek en yeni usul ve asara aid gayet faideli konferanslar +verilecektir. Bu kongrelerin ehemmiyetini takdire başlayan +Bulgaristan Mekatib-i İslamiyye encümenlerin onlara iştirak +edecek muallimlere harc-ı rah vermekte oldukları gibi Bulgaristan +hükumeti de kongreye gidecek muallimler için şimendüfer +ücretinden yüzde elli tenzilat icra etmektedir. Aynı +zamanda bu muallimin kongreleri ahali-i İslamiyyeyi cihet-i +maarife teşvik ve tergīb eylemektedir. +el-Alem gazetesinde +okunduğuna nazaran Londra Cem’iyet-i İslamiyyesi Haziran +efrenci tarihinde Mirza Abbas Ali Bey’in riyaseti tahtında +zinde mevcud nukūd ve masarifat-ı hesab tedkīk edilmiş ve +yüz elli kişiden ibaret bulunan huzzarın kararıyla yeniden +cem’iyete reis ve hey’et-i idare intihab olunmuştur. Hindli +Kaymakam Seyyid Hasan riyaset-i daime intihabatında ihraz-ı +ekseriyyet etmiştir. +bil-cümle akvam ve milel arasında kavi bir rabıta-i meveddet +ve uhuvvet te’sisini müslümanlarla Avrupalılar beyninde +de bir meveddet istihsaline müslümanlarla İslamiyet’in +hukūkunu ciddi surette müdafaa etmeye müslümanları tahsil +ve ta’lime teşvik ve memalik-i İslamiyyede maarifin terakkī +ve tealisine çalışmaya İngiltere’de bulunan müslümanlara +maddeten ve ma’nen muavenette bulunmaya ve şeair-i +diniyyenin icrası için bir cami’-i şerif ve ta’til zamanlarını +tetebbu’ ve mütalaa ile geçirmek için Londra’da bulunan +müslümanlara bir mütalaahane inşasına ve müslümanlara +mahsus olmak üzere bir mezaristan ihdasına ve müslümanların +adem-i terakkīleri esbabının taharrisiyle ona göre bir +çare-i hakīkıyye keşfine dair mukarrerat ittihaz olunmuştur. +Londra’da tahsilde bulunan Mısırlı talebe tarafından İngiltere’ye +muvasalat eden hidiv-i Mısır hazretlerine atideki telgrafname +yazılmıştır: +Windsor Castle Kasrı’nda bulunan hidiv-i Mısır hazretlerine: +Ahalisini seven bir melike vacib olan muamele misilli +kudumunuzu “terhib-i” hoş-amedilik ifa ederiz. Lakin +bi’d-defeat taleb ettiğimiz hakkımızı “meşrutiyet”i bize iade +etmedikçe size hiçbir ihlası rü’yada hatırımızdan geçirmeyiz. +Kudumunuzu size “hoş-amedi”yi ifa etmeyi düşünen her +Mısırlıyı kendi efradı miyanına cem’iyetimiz kabul etmez. +Novoye Vremya gazetesinin beyanatına +göre Salarüddevle etbaıyla Burucerd tarafına doğru hareket +etmiştir. Bize kalırsa bu havadisin kayd-ı ihtiyatla telakkī +edilmesi lazım gelir. +Şuş­ +ter şehri Muhammere hakiminin m��ntıkası dahilinde bulunduğundan +orayı Bahtiyariler kendi yaylaları için zabtına +kal­ +kışmışlardır. Bu münasebetle Bahtiyariler’le Muhammere +hakimi arasında muharebe başlamış ve harbin kesb-i vüs’at +edeceği İran hükumetince kanaat hasıl olması üzerine Bahtiyariler’in +Şuşter’den çıkmaları için Tahran kabinesi tarafından +evamir-i mahsusa verilmiş ve bu suretle kavgaya hatime +verilmiştir. +Rusya’dan Hindistan’a +kadar İran tarikıyle çekilecek olan şimendüferin umur-ı maliyye +ve fenniyyesine bakmak üzere Fransa-İngiltere-Rusya +hükumetleri tarafından Paris’te bir komitenin teşekkülüne +teşebbüs olunmuş ve Fransa sabık rical-i siyasiyyesinden +olan Mösyö Rinder’in[?] riyaseti tahtında bir hey’et teşekkül +etmiştir. Bu hey’et dahilinde her üç memleket müessesat-ı +maliyyesinden birer murahhas gönderilmiştir. Fakat Times +’ın ifadesine bakılırsa Hindistan’ın atisinden emin bulunmadıkça +muvafakat etmeyecektir. +Mulay Hafiz makarr-ı hükumeti terkedip savuştu. Fransızlar +toplarını makarr-ı hükumete ve musallat olan dağ ve +tepelerin zirvelerine yerleştirmişlerdir. Ufacık bir hareket akībinde +Fransızlar şehri hak ile yeksan etmeye muktedirdirler. +Muharebe vergisi veya tazminatı Ceneral Lyautey tarafından +lemiştir. Bu suretle ahalinin gönlünü elde etmek istemiştir. +Kabail-i asiyye zahiren dağılmış gibi görünüyorlar ise de +batınen Marakeş Emareti’ne namzed olan Şerif’in etrafına +toplanmakta ve tekrar Fransızlara karşı muharebe etmek +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“Ey iman eden kimseler Allah ile Peygamber’in size hayat +verecek da’vetine icabet ediniz; hem iyi biliniz ki Allah +sun ki sizler onun huzurunda toplanacaksınız.” +* * * +Ayet-i kerime ... +hitabıyle başlayan +Enfal Suresi’ne mensubdur. +Müslümanlara hayat verecek da’veti ilme cihada yahud +şehadete kasr etmek muvafık değildir. Zira evamir-i ilahiyyenin +kaffesi ya doğrudan doğruya yahud dolayısıyle bizi +ölümden kurtaracak; hakīkī sermedi bir hayat ile yaşatacak +mahiyettedir. +Edasına mecbur olduğumuz feraizden namaz gibi oruç +gibi faidesi yalnız o emri yerine getirenlerin şahsına münhasır +görünen bedeni ibadetlerde bile bütün cemaat-i İslamiyye +huzu’-i kamil içinde kılınan namazları şöyle dursun; ahad-ı +cem’iyyetin yalnız erkan-ı zaruriyyeye riayet ederek ifa edecekleri +dini hareketler bile tabiidir ki kendilerini fuhuştan +münkerattan rezailden kısmen olsun alıkoyar. +Şu hesaba göre efradı namaz kılan milletin ahlak-ı umumiyyesi +mazbut olur. +Sonra efrad-ı milletin muayyen zamanlarda aynı ma’­ +bedlere giderek hep birden aynı kıbleye dönmeleri; Cenab-ı +Hakk’a aynı lisan-ı huşu’ aynı etvar-ı huzu’ ile yalvarmaları +bunların arasındaki rabıtayı alabildiğine tahkim eder. +Şu basit hikmetleri sayıp dökmekten maksadımız evamir-i +lerimiz için başka yollardan tedariki telafisi kabil olmayacak +kadar büyük nasibe-i felah olduğunu söylemektir. +Şimdi ayet-i kerimeden riyazi bir kat’iyetle şu hakīkat +anlaşılıyor ki: Biz müslümanlar dünyada mevcudiyetimizi +kurtaracak; ukbada selametimizi te’min edecek; hasılı bize +her ma’nasıyle hayat verecek olan şer’-i mübine sarılmazsak +hüsranımız helakimiz muhakkaktır. +Üç yüz elli milyonluk insan yığını nasıl oluyor da sağlam +bir eser-i hayat gösteremiyor? +Nasıl oluyor da hergün binlerce efradının hakk-ı mevcudiyyetine +hatime çekiliyor? +Bunu bilmeyecek ne var! İslam ki din-i fıtridir; onun ahkam-ı +bülendine isyan fıtratın la-yetegayyer kanunlarına +karşı isyandır. +Bunun cezası ise dünyada haybet ukbada hizlandır. +Ey ma’şer-i müslimin evamir-i ilahiyyeyi dinlememekte +biraz daha devam ederseniz büsbütün mahvolursunuz. +Allah size “İlim öğrenin kuvvet hazırlayın çalışın adaleti +düstur ittihaz edin birbirinize muavenette bulunun +hakkı tanıyın tefrikadan sakının.” dedikçe +Siz bilakis cehle revac verdiniz; meskenete düştünüz; +atalete kapıldınız; zulmü adet edindiniz; birbirinizin gözünü +oymaya kalkıştınız; haktan yüz çevirdiniz; na-mütenahi fırkalara +ayrıldınız... +Artık bu tuttuğunuz yolu bırakınız. Çünkü o sizi izmihlal +uçurumuna doğru götürüyor. +Şeriatın gösterdiği şahrah-ı felahı tutunuz. Zira sizi kurtaracak +ancak odur. +Mehmed Akif +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKİKAT +– – +Nail-i hidayet olmadığı halde haiz-i insaf bulunmasına +binaen Tarih-i Temeddün-i İslami sahibi Corci Zeydan +Efendi nevbet-i kelam bu fasla gelince işin içine fesad ve telbis +katmayarak bak ne güzel söylüyor. Kitab-ı mezkurun tercümesinden +aynen naklediyoruz; dikkatle mütalaa olunsun: +“Bu mevki’de biraz durup da –tarihçe tetebbuat icrasından +sonra– da’vet-i İslamiyye hakkında zihnimizde tecessüm +eden mütalaatı beyan etmek lüzumunu hissediyoruz. Gayr-i +müslim bazı muharrirler Hazret-i Muhammed’in sav ancak +riyaset ve teferrüd sevdasını menafi’-i dünyeviyyeye meyl ü +rağbet saikasıyle iddia-yı nübüvvet ettiğine zahib oluyorlar. +Biz ise bu zehabın husulünü tecviz eder bir sebeb göremiyoruz. +Zuhur-ı İslamiyyet tarihi açıktan açığa gösteriyor ki Hazret-i +Muhammed ancak kemal-i sıdk u ihlas ile herkesi Din-i +mürsel olduğuna halkı İslamiyet’e da’vet için evamir-i ilahiyye +telakkī etmiş bulunduğuna metin bir i’tikad ile kani’ +olarak i’lan-ı da’vet eyledi. Öyle olmasa idi kendisi hakkında +reva görülen bunca mukavemete enva’-ı cefaya kabil +değil tahammül edemezdi. Nebiyy-i [zi]-şan ızhar-ı da’vet +etmeden evvel Mekke’de bilcümle ahali nezdinde büyük bir +mevki’-i hürmet ve muhabbete malik idi. Kendi akraba ve +teallukatı da umumen kendisini seviyor ve ihtiramda bulunuyorlardı. +Kendisi dahi Hazret-i Hadice’nin serveti ve icra +ettiği muamelat-ı ticariyye sayesinde müreffehen yaşamak +sildi. Hakkında her türlü işkence ve hakaret reva görüldü. +Hatta akrabaları olduklarından dolayı bütün Beni Haşim’e +meye alış-verişte bulunmamasına müttefikan karar verildi. +Ve bu ittifak bir sahifeye yazılarak Ka’be’nin dahiline asıldı. +Beni Haşim bu tazyikattan dolayı dağlara iltica etmeye ve +üç sene mütemadiyen dağ aralıklarında yaşamaya mecbur +oldular. Bu müddet zarfında ancak gizli olarak Mekke’ye +girebilirlerdi. +Hazret-i Peygamber’in amcası Ebu Talib’in himayesi +altında bulunmak sayesinde ancak bu sebat ve metaneti +gösterebildiğini iddia etmek de bizim mütalaatımızı nakzedemez. +Zira görüyoruz ki Hazret-i Risalet-penah amcasının +vefatından sonra daha ziyade sebat ve metanet gösterdi. +Halbuki o sırada halk Hazret-i Muhammed’e daha ziyade +kin ve husumet göstermeye başlamışlardı..… Eziyetleri o +dereceye vardı ki artık Hazret-i Nebi dayanamayarak kendisine +zahir olacak kimseler bulmak ümidiyle Taif’e çekildi. +Burada dahi aynı nefret ve tahkīri gördü. Mekke’ye avdet +etti. Fakat fikrinden teşebbüsatından vaz’ geçmedi……… +Mekke’de ise kendi kavmini evvelkinden ziyade kendisine +hasm-ı can kesilmiş buldu. Hazret-i Peygamber’in bu ahvali +cidden şayan-ı dikkattir. Çünkü gördüğü ahval ve muamelat +üzerine ta’kīb ettiği da’vetten vazgeçe idi herkesten –açıktan +açığa kendisine söyledikleri gibi– muhabbet ve hürmet +ve ikram göreceği muhakkak idi. Fakat Nebiyy-i zi-şan bunların +hiç birine ehemmiyet vermedi. Şu halde Hazret-i Risalet-penah +neşrine teşebbüs ettiği da’vetin sıdk u sıhhatine ve +Cenab-ı Hak tarafından bu risalet ile mükellef olduğuna son +derece metin bir i’tikadla kani’ ve mutmain olmasaydı bunca +eziyetlere ve hakaretlere tahammül edemez vazgeçerdi.” +müslim bulundukları halde terbiyeleri iktizasınca İslamiyet +söylemekten geri durmuyorlar. Nasıl ki biz de kendisine diğer +bir milletin da’va-yı intisabda bulunduğu hiçbir nebiye +hürmetsizlik etmiyoruz. Dinen bununla me’mur olduğumuz +gibi terbiyemiz de bunu muktezidir. +* * * +“Iman imanı celbeder.” +Bu mukaddime burada merkūm Dozy’nin kaleminden +bila-ihtiyar sadır olmuştur. Çünkü ifade-i salifede Sultan-ı +Enbiya Efendimiz’in gayet metin ve samimi bir i’tikada malik +bulundukları i’tiraf edilmiş ve hak ve hakīkatin tezahürü +emr-i zaruri olduğu kabil-i iştibah olmayan mevaddan +bulunmuş olmasına binaen mukaddime-i mezkure bir netice-i +tabiiyye olarak meydana çıkıyor. Fakat bunu yazan kalem +bunun ihtiva ettiği hakīkati idrak etmiş olsaydı burada +durur maba’di olan isnadatı dermiyan etmekten ar eder +utanır idi. Halbuki hakīkat-i ma’ruzaya mübayeneti aşikar +bulunan şu sözler de yine o kalemden fırlamıştır: +“Muhammed efrad-ı ailesi ve ahibbası üzerinde +bunun tecrübesini yaptı. İlk evvel zevcesini tecrübe etti. Bu +dakīkadan i’tibaren Hadice bir melekü’s-sıyane gibi zevcinin +etrafında bulundu. Onunla istihza edenlere karşı tesliye +tasallutattan muztarib olduğu zaman cesaret ilham mütezelzil +olduğu vakit takviye ederdi.” +Tecrübe kimin karıdır? Ol kimsenin ki kendiliğinden bir +şey ihtira’ eder de onun neticesi ne olacağını bilmek ister. +Yoksa tuttuğu işin encamına mutmain akıbet-i haline emin +olan zatın teşebbüsatı tecrübe dairesine girmek mutasavver +değildir. Bunda şübhe yok! Şimdi bunlar madem ki Resul-i +Ekrem Efendimiz’in risalet-i celileleri Cenab-ı Hallak-ı Zü’lCelal +tarafından olmasına iman ve itminanı emr-i kat’i olduğunu +–kendi taraflarından istihrac olunan esbabdan +dolayı– i’tirafa mecbur oluyorlar bu i’tirafları akībinde ol +hazrete “tecrübe”ye kıyam fiilini isnad etmeleri garazkarane +bir tenakuz olmasında iştibah olunur mu? +HEGEL’IN MAKALESI MÜNASEBETIYLE +“TEALLÜM-I NEBI” İDDIASINA REDDIYE +– – +Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yirmi +beş yaşlarında iken Şam-ı Şerif’e ikinci bir seyahatleri daha +vardır ki bu seyahatte “Nastura” denilen rahib ile mülakat +etmişlerdi. Draper bu seyahatten asla bahsetmemiştir. Bütün +kuvve-i iknaiyyesini Bahira ile mülakat mes’elesine +sarfetmiş Cenab-ı Peygamber’in on iki yaşında bulunduğunu +nememiştir. Asıl mühim olan bu mülakat hakkında yalnız; +“Muhammed as büyüdükde Suriye’ye başka seferler daha +dahi Busra Manastırı ile misafirperver rahibleri unutulmadılar.” +Draper’in şu ibaresi im’an ile tedkīk olunursa görülür ki +teallüm-i nebi hakkında söylenen sözler hep zan kabilinden +şeylerdir. Halbuki bin üç yüz sene evvel olan bir vak’a +hakkında; “Şöyle zannolunabilir.” demek torbaya girer sözlerden +değildir. Erişmediğimiz bir zamanın ahvalini tedkīk +ve tenkīd etmenin tarikı asar ile istidlaldir tarihlerle isbattır. +Biz birçok delillerle isbat-ı müddea ediyoruz. Her vak’ayı +senesi ayı günü ile söylüyoruz. Fakat görülüyor ki muarızlarımızın +da’vaları da’va bila-delildir kuru bir iddiadır. +Eğer siyer-i nebi suret-i sathiyyede olsun nazar-ı tedkīkten +geçirilmiş olsaydı Nasturiler hakkında teallüm-i nebiye +edilecek isnad şu zikredeceğimiz “Nastura” mes’elesine +daha ziyade yakışık alırdı. İşte biz i’lan ediyoruz ki: “Ey Peygamber’e +muallim aramakla uğraşanlar! Teallüm-i Nebi’yi +mi istiyorsunuz? Bir iftirayı ediniz ki biraz yakışsın! Cenab-ı +Peygamber “Nastura” nam rahib ile de mülakat etti bu zaman +ahz-ı ulum etmek ihtimali vardır. İşte böyle söyleyiniz! +Yoksa; “On iki yaşında bir çocuk iken Hazret-i Muhammed +ahz-ı ulum etti.” demek pek uygun olmaz! Bahira ile +mülakatta hadaset-i sinn-i nebevi teallüme mani’ idi. Burada +o dahi yok! Tam teallüm edeceksin; yirmi beş yaşında bir +delikanlı birçok şeyler öğrenebilir.” +Görüyor musunuz İslamiyet’i? Bin üç yüz sene evvel nasıl +tahaddi etti ise bugün de o revnak ve letafetini muhafaza +ediyor. Çünkü bizim şübhemiz yok İslamiyet’te gizli kapaklı +şeyler bulunmaz. +* * * +Şimdi suret-i mülakatı beyan edelim de müdafaatımızı +sonra dermiyan ederiz: +Nastura ile mülakat-ı nebi: +Vakt-i saadetten evvel Mekke ahalisi ekseriyet üzere ticaret +ticaretle meşgūl idiler. En mühim menabi’-i ticaretleri eyyam-ı +mahsusada Mekke-i Mükerreme’ye gelen hüccac ile +kaim idi. Ka’be-i Muazzama Mekke-i Mükerreme ahalisinin +medar-ı maişetlerini teşkil eyliyordu. Ka’be olmasaydı her +türlü kuvve-i inbatiyyeden mahrum olan o vadide yaşamak +vardır– makam-ı hac ittihaz edilmiş olduğu için etrafdan pek +çok halk ziyarete geldiklerinden Mekke Hicaz’ın en meşhur +şehri olup her sene evkat-ı muayyenede ictima’ eden hacılar +sayesinde bir merkez-i ticaret kesilmişti. Muayyen zamanlarda +panayırlar küşad edilir bütün kabail oraya gelirdi. +Pek çok ahz ü i’talar ederler ve bundan müstefid olurlardı. +Kureyşiler her sene beray-ı ticaret iki seyahatte bulunurlardı. +Biri kışın Yemen’e digeri yazın Şam’a vukū’ bulurdu. +Bu sebebden Mekke-i Mükerreme Yemen ile Şam arasında +muvasalat-ı ticariyyenin merkezi idi. +dul kalmış Hadice namında gayet zengin bir hatun var idi +Hazret-i Hadicetü’l-Kübra validemiz radıyallahu anh a bazı +zevata karda müşterek olmak şartıyla sermaye verirdi Buna +akd-i mudarabe derler. +Bazı kimseler tarafından Hazret-i Hadice’ye; “Muhammedü’l-Emin’e +–Çünkü bi’setten evvel Hazret-i Peygamber +böylece telkīb olunurdu.– bir mikdar sermaye versen hayli +kar ve menfaat görürdün. Çünkü hem akıldir hem sadıktır.” +diye edilen ihtar üzerine Hazret-i Hadice Fahr-i Alem +Efendimiz’e külli sermaye verdi. Bu sebeble Resul-i Ekrem +Efendimiz yirmi dördüncü sene-i viladetinin Zilhiccesi +hitamına on dört gün kalarak Hazret-i Hadice’nin Meysere +nam gulamı ile akrabasından Huzeyme bin Hakim nam +zatın refakatinde kervan ile azim-i Şam olmuşlardı. +Azimetlerinden akdem Hazret-i Hadice ra gulamı Meysere’ye; +“Sakın Hazret-i Muhammed’in emrine muhalefet +etme; re’y-i rezinlerine tabi’ ol” diye emretmiş Resul-i Ekrem’in +amcaları da kafile ricaline kendisini gözetmelerine +dair tavsiyelerde bulunmuşlardı. Suriye’ye muvasalatlarınde +Busra civarına kondular. Resul-i Ekrem hazretleri orada +bir ağaç altında bulundukları hengamda mukaddema Ebu +Talib ile olan seferlerinde mülakī oldukları Bahira’nın savmaasından +bu kere Nastura nam rahib gelerek evvelki seferlerinden +dolayı tanıdığı Meysere’ye ağaç altında bulunan +Cenab-ı Peygamber’in ismini hangi kabileye mensub olduğunu +ve bazı ahvalini sual ettikten sonra; “Alamatından istidlal +edildiğine göre ahir zaman peygamberi bu zat olacaktır” +dedi Şam’a gitmekten vazgeçirdi. Emvali orada sattılar. +Bazı kitaplarda vak’a-i mülakat şu suretle yazılmıştır: +Rahib-i muma-ileyh zaten hin-i kudumlarında re’s-i saadet +üzerinde sayeban olan beyaz bulut paresini görmüş ve +merak etmişti. Sonra tahkīkı neticesinde aldığı ma’lumat +mübareklerine vardı. Kemal-i ihtiram ile mübarek başını +ve dizlerini öperek alamat-ı celilesi kütüb-i semaviyyede +mastur ahir zamanda zuhuru mev’ud Nebiyy-i zi-şan olduğuna +şehadet iman ve tasdika mübaderet eyledi. Mühr-i +nübüvveti müşahede ile bir kat daha mazhar-ı feyz ü saadet +olmasıyçün ketf-i saadetin keşfi niyazında bulundu. Nur-ı +rahşan-ı hatemi de görünce itminan-ı tam hasıl ederek kelime-i +şehadet getirdi. +Havran Panayırı’nda birkaç gün zarfında getirdikleri şeyleri +tamamen satıp alacaklarını da aldılar pek çok ticaret +ettiler. Yine kafile ile avdet buyurdular. Hatta gelirken birçok +havarik meşhud oldu. Artık onların tafsili çizdiğimiz planın +haricinde kalır. Tafsilat arzu edenler kütüb-i müdevveneye +müracaat ederler. +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVIA +– Taşrada seyahat edenler +pek iyi bilirler ki çöl halinde bulunan veya tahrib-i eşcar +cinayetinden dolayı çöl haline getirilmiş olan yerler şöyle +dursun eşcarı çok suyu bol havası sağlam toprağı umur-ı +sekeneye tesadüf olunur. Baka-yı devlet için en çok hadim +olan bir unsur ümmetin tezayüdü hakkında hiçbir tarafta +alaim-i muknia görülemez. İstilaya ma’ruz kalan memleketlerin +muhacirleriyle bazı yerlerin imla olunmasını tezayüd-i +nüfusa delil addeylemek de doğru değildir. “Müslümanları +kırıp tüketen” halin askerlik olduğu hakkında pek çok söz +ce bu sözlerin de hakīkati tasvir etmedikleri kanaat-i kamile +bana kuvvet-bahş olabileceğinden ıslah ve takviye-i neslin +esbabından addedilmek lazım gelir. Taşradan cılız cılız gelen +birçok kur’a neferatının tezkire alıp döndükleri zaman idman-ı +bedeni ve intizam-ı maişet dolayısıyla gürbüz delikanlı +şeklinde göründükleri çok kere işitilir. Hele şimdi askere +devr-i sabıka kıyas kabul etmeyecek derecede iyi bakıldığı +kabil-i inkar değildir. +Nüfusun adem-i tezayüdüne en büyük sebebin vefeyat-ı +sıbyan olduğu her müdakkıkın taht-ı tasdikındadır. Validelerin +cehlinden dolayı ziya’-ı cenin maddesinin kesret-i vukūunu +dahi bizdeki noksani-i nüfusun esbabından addedenler +vardır. Sıbyanın kuşpalazı gibi basur gibi bronşit ve verem +gibi emraz dolayısıyla ne derecede ma’ruz-ı helak olageldiklerini +ta’yin etmek etibbaya aid bir mes’eledir. Biz sıbyanın +nasıl yetişeceğinden bahsedelim. Bir frenk kadını; “Nev’-i +beşer anaları yavruya bakmak için kedi veya kuş analarının +malik oldukları hüsn-i takayyüde maatteessüf malik değildirler.” +demiş ve bu sözüyle validelerin çocuk yetiştirmek +hususundaki cehl ü teseyyüblerine telmihda bulunmuştu. +Birçok valideler kendi giydikleri kumaşa kendi yedikleri +taama çocuklarının cisim ve mi’delerinin dahi mütehammil +olacağına zahibdirler. Daha garibi kendi hastalıklarını tedavi +eden ilacların çocuklarının iltiyamını da mucib zannederler. +Avutmak üzere çocukların ağzına verilen ve her iki dakīkada +bir kere yere düşüp mikroplu tozları ağza nakleyleyen +boş emziklerden bir türlü vazgeçmezler. Gebelik alaiminin +zuhuru üzerine ve lohusalık halinin tamamıyla zevalinden +mukaddem alelade işlemeye çalışmaya mecbur kalan bedbaht +valideler dahi ıslah ve tezyid-i nesl emrine pek de yarayamazlar. +Ziyası az havası mefsud sokakları dar odaları +bodrum gibi nemli yerlerde sağlam cisim gösterişli cüsse +sahibi çocuklar yetişebilmesi adeta keramete tevakkuf eder. +Köyler sahralar gibi havası ziyası yolunda olan yerlerde +dahi sükna için lazım olan şerait-ı taharet ve nezafet bulunmazsa +hayat-ı sıbyan yine ma’ruz-ı hatar kalır. +Nüfus mes’elesi bizim için en büyük bir mes’ele-i hayat +ve memat bulunduğundan vefeyat-ı sıbyanın esbabını ted­ +kīk ve vesait-ı maniasını taharriye her milletten zi­ +ya­ +de muhtacız. Bunu da tamamıyla hükumetin daire-i fa­ +aliyyetine bırakmayalım da bu hususta kendi kendimize +bak­ +maya alışalım. Bilenler ve yapabilenler bilmeyenlere ve +kudreti olmayanlara yardım etmelidir. Çünkü hayat-ı mütemeddine +maani-i şamilesi ile teavünü muktezidir. +§ +Hayat-ı ictimaiyyenin +medeniyet-i hazıra mukteziyatına göre tanzim ve ıslahı +en etraflı surette müessiri telkīnat-ı va’ziyye olmak gerektir. +Muhafaza-i hayat-ı sıbyana dair olsun veya hıfz-ı sıhhat-i +ammeye müteallik bulunsun veya halkın fikr-i teşebbüsünü +uyandıracak hiss-i faaliyyetini cuşa getirecek velhasıl beynelmilel +müsabaka-i temeddünde ilerlemesini teshil edecek +hususat hakkında olsun va’z u irşadın halk üzerinde bir +te’sir-i keramet-averi bulunur. Suver-i dirin-i dindaranenin +hılafında olarak vukūa gelmiş olan teşebbüsat-ı teceddüdiyye +ve temeddüniyyenin mahkum-ı akamet olageldiğine +dair pek çok misaller gösterilebilir. Dürus-ı temeddüniyye ve +ahlakıyye ve terakkıyyeyi ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife ile +takviye ederek nasa va’z suretinde ve bir lisan-ı saf u sadegi +üzere vermek lüzumunu ince düşünelim. Zannımca böyle +bir va’zın te’sirat-ı hasenesi yüz ceride makalatından daha +seri’ daha vüs’atli olur. İslam’a olan adavet-i mevruselerinden +dolayı çok kere tenkīd ve ta’yib eylediğimiz –hem de +bi-hakkın eylediğimiz– ruhban-ı garbiyyeden bir kısmının +o gibi hususatta mensub oldukları kavimlere ettikleri hıdemat-ı +dün-karanesine pek büyük medarı bulunmuş olduğunu da +bil-münasebe yada bir mecburiyet-i munsıfane hisseyleriz. +Fazıl mütefennin hazık hünerver heyeat-ı irşadiyye teşkiliyle +halka telkīnat-ı medeniyyede bulunmak üzere taşraya +gönderilmesi tedbirine himmet edenlerimiz bulunmayacak +mı acaba? Yazık ki hala bizde va’z u irşad gibi bir emr-i +nazik “dünyanın öküzün boynuzunda durduğunu” halka +anlatmaya uğraşan esatir-guyanın uhde-i cehlinde kalıp gitmektedir. +§ +Geçen gün yevmi +gazeteler Galata’da bir makarna fabrikasının makinesinin +patladığını ve bunun gürültüsünü silah seslerine teşbih eden +halkın dükkanları kapayıp pür-telaş öteye beriye sığınmak +veya tarz-ı tekzibde muhtasarca yazıp geçtiler. Mes’elenin +bir de cihet-i ahlakīsi vardı ki ondan bahseden olmadı. +Bu şehir hamiyetsizlerin bolluğu cihetinden dünyanın en +büyük beldelerinin kat kat fevkındedir. İstediğimiz maaşı +bulamaz umduğumuz me’muriyeti alamaz veya bir suretle +menfaat-i şahsiyye ve hatta hasisemizin sekteye uğradığını +görürsek hükumetimizin dünyanın en fena hükumeti olduğunu +ötede beride söylemekten devletimizin mahkum-ı +zeval bulunduğu mülahaza-i bedhahanesini mütemadiyen +tefevvühten kat’iyyen haya eylemeyiz. Kendi içimizde bulunan +bu makūle ahlak düşkünlerine muhtelif din ve cinsten +olan ve Memalik-i Osmaniyye hakkında salim ve samimi +vatanperverlik beslemeyen bir alay haşeratı ilave eder ve +yabancı müfsid ve casuslarının teşebbüsat-ı tehyiciyye ve +tedhişiyyesini nazar-ı dikkate alırsak mülk ü milletin herc ü +mercini mucib vukūata büyük bir kısm-ı nasın dide-i intizar +dikmesine taaccüb eylememekliğimiz lazım gelir. Ezhan-ı +amme kıtal ve ısyan felaket ve tuğyan havadisiyle dolduruluyor; +her gün fenalık bekleniyor. Kendi kendisini bu derece +bedbahtlığa mahkum eden başka bir memleket daha bulunmasa +gerektir. Meşrutiyet bu memlekete ilim ve mantığa +müstenid bir hiss-i siyaset bahşetmemiş de adi bir politikacılık +hevesi vermiş. Politikacıların türrehat-ı muzırrasından +dolayıdır ki efkar-ı nas daima müsemmem bir halde. Velev +ki silahlar atılsın ve hatta beş-on kişi de telef olsun her halde +ceraid-i ağyarın muhabirlerini ihtilal ve kıtal “müjde”si +gösterenler ne kadar da namerd ne kadar da cebin adamlar +kapılanlarımız bu vatana ihanet ediyorlar demektir. +Hakīkaten meydanda tehlike olsa bizdeki ashab-ı cebanet +bilmem ki daha ne derecede ızhar-ı havf u telaş ederlerdi. +Hakīkī Osmanlı hatar-ı muhakkak karşısında bile +muvazenesini şaşırmamalı metanete malik olmalıdır. An-ı +hatarda şematet-i havf u heyecan daha ziyade mucib-i felaket +olur; sükunet ve mekanet-i merdane ise çok kere dafi’-i +beladır. +nush-ı kerimi de buna işarettir. + +---- +FELSEFE +---- + + +---- +MADDIYYUN VE MESLEKLERI +---- + +– – +Bugün Müslümanlık alemini güzelce tedkīk edecek olursak +derhal kendimizi iki müdhiş cereyan karşısında bulacağız. +Hem de nasıl buluş? Gafilane sanki böyle bir cereyanın +mevcudiyetinden bi-haberiz veyahud bu cereyanların +Müslümanlık alemine hiç taalluku yokmuş! Halbuki bu iki +cereyan nefsü’l-emirde pek mühim olduğu gibi millet-i İslamiyye +dan hiç birisi Müslümanlığın maddi ve ma’nevi terakkīsini +tesri’ etmiyor. Belki her ikisi de alem-i İslam’ın –maazallah– +Bunlardan birisi; +fikr-i sakīmini +düstur-ı hareket ittihaz ederek hiçbir hususta maziden kat’-ı +alaka etmek caiz olmadığını öne sürenlerdir. Bunlara karşı +bir mütefekkir bir sahib-i hamiyyet bir hakīkī müslüman +çıkıp da ihtiyacat-ı zamaniyyeyi anlatacak olursa derhal +ayağa kalkıp; “Ne demek? Bizim bu kadar senedir aba vü +ecdadımızdan gördüğümüz şeyi terkettirerek aba vü ecdadımızın +kıyameti koparırlar. +Diğeri ise bu fikrin külliyyen hilafınadır. Onlar maziden +tamamen kat’-ı alaka olunmasını an’anat-ı diniyye ve sair +hususatın hiç ehemmiyeti olmadığı iddia-yı batılını öne +sürüyorlar. Bu babda nokta-i nazarlarına biraz muhalif görünen +her sahib-i hamiyyete hiçbir zaman millet-i İslamiyye’nin +terakkīsinden başka emeli olmayan sahib-i vicdana +karşı fırlatacakları en büyük mermi –kendilerinin de ma’nasını +bilmedikleri– “mutaassıb!” lafzıdır. +Şu iki fikr-i sakīmden herhangi birisinin neşv ü nema +bulması memleketimiz için cidden mucib-i felakettir. Bu iki +sınıfa sathi bir nazar ile bakacak olursak nazarlarımızda layih +olacak şey bunlardan birisinin müdafi’-i din diğerinin +de naşir-i ilhad olmasıdır. Maa-haza biraz dikkat edilecek +olursa görülür ki bu iki sınıftan hiç birisinin hakayık-ı edyan +hakkında zerre kadar ma’lumatları yoktur. +Zira birisi +diyerek dini pek basit bir surette +anlıyor aba vü ecdadından kalma olan herşeyin doğruluğunu +bir Halik’a kulları irşad etmek için Sani’-i Teala tarafından +gönderilmiş bir peygambere bir “din”e adem-i ihtiyac iddiasında +bulunduklarından beşeriyetin bir “din” ile mütedeyyin +olup olmaması lüzumunu –velev ki basit bir surette +olsun– tedkīk etmek zahmetinde bile bulunmuyorlar. Bunların +“din” hakkında bildikleri bir şey varsa o da; “Din mani’-i +terakkīdir!” kelam-ı na-ma’kūlüdür. +Birinci sınıfın maksadları ma’lum; gizli kapaklı bir şeyleri +olmadığı için şimdilik bunlara dair bir şey söylemeyeceğiz. +Çünkü tedrici bir surette bunların zihinleri ulum ve maarifle +tenevvür ettikçe dimağlarında yerleşen yanlış fikirler kabil-i +Fakat ikinci sınıf böyle değildir; ulum ve fünun ile zihinlerindeki +yanlış i’tikadların silinmesi şöyle dursun bilakis neşv +ü nema bulmaya çalışıyor. “Tabiiyyun-dinsiz” namını alan +bu güruh-ı dalle ve mudılle günden güne tekessür etmekte +ve her tarafa dal budak salmaktadır. Zira hiçbir memleket +yok ki orada bunlardan birkaç kişi bulunmasın! Şurası +şayan-ı teessüf ki müslümanların bu cereyan-ı müdhişe bu +dinsizlik mezheb-i batılına karşı nazar-ı istihfaf ile bakmaları +lazım gelir iken en ziyade müslümanlar arasında neşv +ü nema buluyor; mahiyetini gayesini bilmedikleri bu mezheb-i +batılı tervice çalışanlar en ziyade müslümanlar oluyorlar. +Bunların iddiasınca beşeriyeti gaye-i saadete erdirecek +olan “dinsizlik” imiş! İnsanlar her türlü kuyudat-ı diniyyeden +tecerrüd etmedikçe terakkī edemezler imiş! Binaenaleyh +müslümanlar eğer terakkī etmek isterler ise i’tikadat-ı diniyyeyi +terketmek lazım imiş! Çünkü el-yevm mevcud olan +“din”lerin en yenisi Din-i İslam olduğu halde o bile bin üç +yüz senelik bir kıdeme malik olduğundan bu kadar kadim +zamanlarda tatbik edilmek üzere vaz’ edilen bir kanun? +şimdi kabil-i tatbik değilmiş! Bunların iddiasınca “dinsizlik” +pek yenidir. Onun için beşeriyeti saadete! eriştirecek +olan bu mezheb-i cediddir. Bunların bu iddialarının batıl ve +binaenaleyh ta’kīb ettikleri gayeden pek çoklarının bi-haber +olduğunu meydana koymak için evvela ber-vech-i ati birkaç +sual irad etmek lazımdır ki bunlara verilecek cevaplar ile +hakīkat tezahür etsin. +“Dinsiz”liğin mahiyeti nedir? Ne zaman zuhur etmiştir? +Bu fırkanın insanlar arasında neşretmeye çalıştığı –kendi +medeniyyeti takviye medeniyetin terakkīsine büyük bir hizmet +ederek başka cihete tecavüz etmemek mi? Yoksa daha +başka maksadları da var mı? Bunların tervicine çalıştıkları +mezheb mutlak “din”in erkanına mugayir mi? Yoksa hiçbir +suretle mugayir-i “din” değil mi? Alem-i medeniyyet ve +hey’et-i ictimaiyye-i beşeriyyede “din”in bahşettiği asar ve +fevaid ile bu mezheb-i cedidin te’min edeceği faide beynindeki +nisbet nedir? Eğer bu tarikat –dinsizlik– evvelden +beri mevcud bir mezheb idiyse niçin şimdiye kadar vasi’ bir +mikyasta tevessü’ etmedi? Niçin bu mezheb-i kadimi neşretmeye +sai olan mürşidler? kendilerini göstermiyorlar da +gizli duruyorlar? Eğer yeni bir mezheb ise bunu ihdas ve +kabul etmekten gaye ve faide nedir? +Eğer şu suallere tafsilen cevap verecek olursak “dinsizliğin” +mahiyeti bütün üryanlığı ile meydana çıkacaktır. Fakat +biz o tafsilatı makalat-ı atiyyeye bırakalım da şimdi münhasıran +birkaç şey söyleyelim: +“Dinsizlik”in mahiyeti hakīkati mechul bir “tabiate” arz-ı +perestiş etmektir. Bunların bulundukları mesleğe gelince: +Bu yeni bir mezheb değil belki kable’l-milad üçüncü ve +dördüncü asırda Yunanistan’da zuhur eden ve o zamanlar +“Dehriyyin” namını alan mezheb-i kadimdir. +Bunların ta’kīb ettikleri maksad bil-cümle edyan-ı mevcudeyi +mahv ederek tekalif-i şer’iyyeyi iskat ve muharrematı +ve “emval”de iştirak ve ibaha esaslarını vaz’ ve bin-netice +temhid-i mebani-i fısk u ilhad ve neşr-i asar-ı fesaddır. +Bunlar şu maksad-ı hainaneye erişmek için pek çok çalıştılar +ve hala da çalışıyorlar. Bunun için müteaddid namlar +dönüp durdular. Fakat hangi milletin içinde bulundular ise +onların ahlakını ifsad ettiler. Halbuki kendileri muslih-i alemiz +Hangi müdekkık bu tarika süluk edenlerin makasıdı +etrafında cevelan ederse onun için inkişaf eder ki bunların +serdettikleri mukaddemat medeniyet-i hakīkıyyeyi ifsad +hey’et-i ictimaiyye-i beşeriyyenin esasını bozmak zir ü zeber +etmekten başka hiçbir şeye yaramaz. +Çünkü –atiyen izah olunacağı üzere– hey’et-i ictimaiyye-i +beşeriyyenin nizam ve intizam üzere devamını te’min +eden mutlaka “din” olduğu şübhe kabul etmeyen hakīkatlerdendir. +Evet; “din”siz usul-i temeddün hiçbir vakit kavi +ve muhkem olamaz! Halbuki bu mesleğe süluk edenler için +birinci vazife edyan-ı mevcudeyi i’dam dini akīdelerin hepsini +atmak mezar-ı ademe göndermektir. +Yirmi dört asırdan beri mevcud olduğu halde bu mesleğin +şayi’ olmaması ve saliklerinin mebgūz olmalarının esbabına +gelince: İnsanları fıtraten me’luf oldukları nizam-ı ictimai – +ki kudret-i fatıranın asar-ı hikmet-i bahiresindendir– onların +meydana koydukları usul-i vahiyye üzerine daimi surette +galebe etmesinden ileri gelmiştir. İşte ancak bu esrar-i ilahiyye +sayesindedir ki nüfus-ı beşer bunların mahz-ı hakīkat +olmak üzere öne sürdükleri şeyleri mahvetmeye kıyam ediyor. +Bundan dolayı bunlarda daimi bir sebat görülmemiş +bunlar için bir dai bir mürşid kalkıp da doğrudan doğruya +bu mezhebi neşretmeye me’mur olmamıştır; hiçbir vakit de +olmayacaktır. +KILIÇ DINI +mevti aldığı esnada Yahudiye hükumetinin tahtında Yahudilerin +en akıl ve en iyi hükümdarlarından biri olan Ezekiya +var idi ve tahta İsrailiye hükumetinin inkıraz-ı kamilinden +altı sene evvel kadar çıkmış idi. Muma-ileyh zaten tahta çıktığı +zamandan i’tibaren din-i millinin takviyesine ça­ +lışmaya +başlamıştı. “Ali yerleri yıktı tesaviri bütleri kırdı. Ufak ormanları +kesti. Hazret-i Musa’nın yaptığı pirinç yılanı kırdı. +Çünkü o vakte kadar Beni-İsrail onun üstüne tütsü yakarlardı. +O yalnız Beni-İsrail’in Allahı’na güveniyordu. Ve Allah +onunla idi. Nereye teveccüh ettiyse muvaffak oldu. Asuriye +hükümdarına karşı arz-ı mukavemet edip hizmet etmedi. +Filistinileri Gaz[ze]’ye kadar ve daha ileriye –nöbetçilerin +hisarlarından siperli şehre kadar sürdü.” Kütüb-i Mukaddese +şöyle naklediyor: “Bu hükümdarlardan ve tertibattan +sonra Asuriye Hükümdarı Sennacherib gelip Yahudiye diyarına +girdi. Müstahkem şehirler karşısında ordusunu kurdu +ve kazanmanın yolunu düşündü. Ezekiya Sennacherib’in +geldiğini ve Kudüs’e karşı muharebe edeceğini anlayınca +ümerasını ekabirini toplayıp şehrin haricindeki su menabiini +kurutmak tedbirini arz eyledi. Onlar da tasvib eylediler. +Böylece birçok ahali toplayıp su menabiini kurutmaya ve +ortadan geçen derenin sularını kat’ etmeye teşebbüs ettiler. +Diyordu ki: “Niçin Asuriye kralı gelip de çok su bulsun? +Bundan başka şehrin duvarlarını kuvvetleştirip kuleler yapıldı. +Yahudiye hükümdarı dış tarafda da bir sur yaparak +Kudüs’deki Millo’yu ta’mir etti. Birçok kalkanlar mızraklar +yaptı. Ahalinin üstüne muharebe kumandanları nasbedip +Kudüs Kapısı Sokağı’nda topladı. +Ve onlara kemal-i i’tidal ile metin ve şeci’ olmalarını +Asuriye kralından ve maiyyetindeki kalabalıktan ye’s getirmemelerini +tavsiye etti. “Çünkü bizimle olanlar onunla +olanlardan daha çok olacaktır. Onunla lahm ve şahmdan +mürekkeb bir kol var bizim ile ecdadımızın Rabbi muharebe +etmek üzere bulunuyor…” dedi. +Müteakıben Sennacherib’in ordusunun nasıl bir suret-i +kaddese’de tasvir olunmuştur. +Hezekiah Ezekiya yirmi dokuz senelik bir devre-i hükumet +nihayetinde vefat etti. Herkes kendisine muhabbet ve +hürmet etmiş olduklarından çok müteessir oldu. Yerine oğlu +Manasse çıktı. Lakin hun-riz bir adam olduğundan “şehre +ma’sumların kanı yayıldı. Enbiyanın şahsiyet-i mukaddeseleri +duçar-ı taarruz oldu. Hatta İşaya İsaiah Peygamberin +bir testere ile biçmek suretiyle katli bu hükümdar-ı zalimin +hareketi idi…” +Manasse elli beş sene hükumet etmiş yerine geçen oğlu +Amun da iki sene sonra kendi huddamı tarafından katlolunmuştur. +Bunu müteakıb Amun’un katilleri de i’dam ile +mücazat olunarak yerine o zaman henüz sekiz yaşında olan +oğlu Yuşiya Josiah kaim oldu. Bu hükümdar henüz pek +genç iken büyük bir asabiyet-i milliyye merbutıyyet-i dünyeviyye +gösterdi. On iki yaşında babasının tekrar te’sis etmiş +olduğu putperest ma’bedlerini tahrib ecdadının merasim-i +mezhebiyyesini iade etti ve otuz yaşında iken Mısırlılarla ettiği +bir muharebede maktul oldu. Bundan sonra birkaç hükümdar +daha geldi. Nihayet Zedekya’nın Zedekiah devr-i +hükumetinde Babil Hükümdarı Buhtunnasr Babil hükümdarı +Kudüs şehrini zabt yağma ve ihrak ettiği gibi hükümdarları +şehrine götürmüştür. +Yahudilerin tarihi işte böylece birden munkatı’ oluyor. +Bu eserimizin geçen sahifelerinde müracaat etmiş olduğum +bir müverrih Beni-İsrail ve Hıristiyaniyet Kütüb-i Mukaddesesi’nden +ma’dud bulunan Ahd-i Atik aksamından +Chronicle ’ler ile Hükümdarların Kitabı hakkında diyor ki: +“Bu sahifelerde su’-i kasdlardan hıyanet i’dam +ve muharebelerin ta’dadından başka tarihe benzer bir şey +yoktur. Museviler bir kavl-i diniye istinaden memleketlerini +kendilerine mal ettikleri Ken’aniler hakkında daima tatbika +alıştıkları zulümleri yağmaları nihayet birbiri hakkında da +tatbik eylemişlerdir. Dikkat olunursa Yahudilerin hükümdarlarından +hemen nısfını mütecavizi maktulen vefat etmiş +olduğu görülür; bununla da iktifa olunmayıp hükümdarın +maktulün bütün familyası ve eviddası i’dam olunduğu… +Halbuki: +Bu suretle tahta çıkan hükümdarın birkaç ay sonra hemen +aynı akıbete duçar olduğu ekseriya görülür. +“ Hükümdarların Kitabı ’nın ’uncu Babı’nda adedi yetmişe +baliğ çocuk başlarıyla dolu olan iki sepetin şehir kapısında +nasıl teşhir olunduğu mezkurdur. +Bunlar Hükümdar Ahab’ın çocuklarının başı olup Yehu’nun +Allah’ın adamı olan Elisa tarafından Beni-İsrail’e +hükümdar-ı meşru’ olmak üzere takdis edildiği de söyleniyor. +Hükümdar Menahem’in devri vekayiinde de –ki bu +hükümdar yalnız bir ay hükumet edebilen Şalom’u katletmişti– +Tipsa şehrini kapılarını kendisine açmadığı için mahv +ü harab eylediğini ve gebe kadınların karınlarının yarılmasını +emrettiğini görüyoruz. Bu halde kadim İbranileri nasıl bir +millet diye tavsif etmek lazım geliyor?..”*** + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Bazılar; “Bu cinayet Mehmed Ya’kūb Han’ın istisvabıyla +oldu.” derler. Bazıları da; “Ya’kūb Han’ı emaretten mahrum +etmek için Veliahd Abdullah Han’ın validesi Davudşah +Han’a üç bin eşrefi verdi; o da ahaliyi teşvik eyleyerek İngiliz +sefirini öldürttü.” iddiasında bulunurlar. +Bu Davudşah Han Galicai taife-i safilesinden olup o sırada +sipehsalar idi. Çocukluğunda Despez’de çobanlık etmiş +yirmi yaşında Kabil’e gelip istihdama başlanmıştı. +Sir Louis Cavagnari’nin katli üzerine ifa-yı tahkīkat ve +sında olarak Kabil’e geldi. Ya’kūb Han istikballerine koştu +habsettiler; ba’dehu Hindistan’a gönderip Kabil ile Kandehar’a +mutasarrıf oldular. +§ +Şir Ali Han’ın Ruslar nezdine yolladığı murahhaslar şunlardı: +Serdar Şir Ali Han-ı Kandehari Kadi-i Peşaveri Müfti +Şah Muhammed Münşi Muhammed Hasan ve merhum +Emir Dost Muhammed Han’ın bendeganından bazılarıyla +ümera-yı askeriyyeden birkaç zat. +Bunlar Semerkand’a geldikleri esnada Şir Ali Han +Belh’de kalıp Rus askerinin vürudunu bekliyor Rus valisi +de Şir Ali Han Semerkand’a gelecek diye menzil tedarik ve +tertibiyle meşgūl oluyordu. +Evvelce söylenildiği üzere Şir Ali Han vefat ederek bu +tedbirler bi-sud kalınca vekayi’-i cariyye hakkında ma’lumat +alabilmek için Taşkend’e gittim. Ya’kūb Han Rus valisine +bir mektup yazıp; “Pederimle akdolunan muahedatın kaffesini +emirin mektubunu Petersburg’a yollamıştı. +Emirin; “Abdurrahman’ı Semerkand’dan teb’id ederseniz +minnetdar olacağım; çünkü ondan emin değilim” mealinde +diğer bir mektubu üzerine de Rusların bana olan nazar-ı +teveccühleri değişmişti. +Ben bu tebeddülü anlamamış görünüyor ve her gün teferrücle +dem-güzar oluyordum. +Vakta ki Taşkend’e geldim Şir Ali Han’ın benden evvel +vürud etmiş olan murahhasları hakkında tahkīkat ifası için +casuslar ta’yin ederek bazı ma’lumat aldım. +Bunlar Rus askerine muavenet zımnında bazı şerait dermiyan +etmişlerdi ki Serdar Şir Ali Han Kandehar Vilayeti’ni +Ruslara verecek Münşi Hasan Kabil’deki Kızılbaş ve Hezarileri +Rusların itaatine idhal eyleyecek Müfti Şah Muhammed +bütün Galicaileri Kadi-i Peşaveri de Peşaver Suvat Bacur’daki +tekmil tavaifi taht-ı inkıyada getirecekti. +Bunları öğrenince Semerkand’a avdet ettim. Benden +sonra murahhaslar da oraya geldi. +* * * +Biraz da –Semerkand’da kendilerini himaye eylediğim– +amcazadelerim Serdar Muhammed Server Han ile Serdar +Aziz ve Serdar Muhammed İshak hanlardan bahsedeyim: +Murahhasların vürudu üzerine Serdar Muhammed Server +Han benim tarafımdan Şir Ali Han-ı Kandehari’ye bir +mektup yazdığını söyleyerek tahtim için mührümü istemişti: +– Şir Ali Han-ı Kandehari ile emsalinin yüzünü görmek +mişler diyerek mührümü vermedim. Server Han: +– Şir Ali Han-ı Kandehari Kelam-ı Kadim üzerine yemin +etti. dedi. Güldüm ve; +– Kur’an ’a inanmayan heriflerin mushafa yeminlerinden +ne çıkar? cevabını verdim. Server Han gösterdiğim delail-i +adideye rağmen mührümü istemekte ısrar etti. Ziyadesiyle +canım sıkıldığı i��in; +– Bu türlü eşhas ile münasebette bulunmak arzu etmem. +Onlara gidecek bir mektubu da elimle mühürlemem. Al; ne +yaparsan yap diyerek mührümü fırlattım. Server Han mektubu +tahtim eyledikten sonra Kadi Can Muhammed vedaatiyle +Şir Ali Han-ı Kandehari’ye gönderdi. +Bu herif de ünvanı kadi olmakla beraber dinsiz bir hain +halde kalbi kömür gibi kararmıştı. +Şir Ali Han aldığı mektubu okur okumaz Semerkand ceneraline +o da Taşkend Valisi Ceneral Kaufmann’a yollamış. +Beş gün geçip de Kadi Can Muhammed gelmeyince Serdar +Server Han’a; +– Mektubu mühürlemesini istemediğim halde ısrarınla +beni belaya uğrattın dedim. +Altıncı günü ata binip dolaşmaya çıkmıştık. Adamlarımdan +biri arkamızdan yetişti: +– Semerkand hakimi bir tercüman ile geldi; sizi görmek +ALTIPARMAK MEHMED EFENDİ +Elsine-i selase edebiyatına vakıf fuzala-yı üdebadan +bir zat olup Üsküplüdür. Memleketinde “Çıkrıkçızade” ve +“Altıparmak” şöhretiyle be-nam olmuşsa da ahiren ikinci +şöhretiyle teşehhür etmiştir. Nüzhet-i Cihan mukaddimesinde +be-Altıparmak” yazdığı da ikinci şıkkı te’yid ediyor. Ulum-ı +aliyye ve ‘aliyye tahsilini vatanında ikmalden sonra meslek-i +kadim-i tasavvufa da intisab lüzumunu derpiş ederek Üsküp +Kal’ası’nda defin-i hak Tarikat-i Bayramiyye ricalinden +Şeyh Ca’fer Efendi’ye bey’atle gaye-i tasavvuf olan tasfiye-i +vicdana da muvaffak oldu. Ba’dehu İstanbul’a gelerek bir +müddet bugün de meşher-i ilm ü fazilet bulunan Fatih Cami’-i +Şerifi’nde hadis tefsir tedrisiyle neşr-i fazilet ve iktisab-ı +şöhret eyledi. Daha sonra “Mısır”a rıhletle buradaki tedrisiyle +de kadr-şinas ulema-yı Arabın enzar-ı takdirlerine mazhar +olarak ifa-yı hacc-ı şerif için canib-i Hicaz’a azimet ve +ba’de edai’l-hac yine Mısır’a avdetle ke’l-evvel ulum-ı ‘aliyye +tedrisiyle meşgūl olup tarihinde irtihal-i dar-ı beka +etti. Cenazesi bir cemm-i gafir tarafından kaldırılarak “Suk-ı +Gar”da bina-kerdesi olan mescid haziresine defnedildi. +Asar-ı fazılanesi: +Altıparmak : Meşahir-i ulemadan Molla Miskin’in bir +mukaddime dört rükün bir hatime üzere müretteb siyer-i +enbiya ve siret-i Cenab-ı Mustafa’dan bahis Ma’aricü’n-Nübüvveti +fi-Ma’arici’l-Fütüvveti ismindeki Farisiyyü’l-ibare +eser-i meşhurunun tercümesi olup matbu’dur. Bu eser Koca +Nişancı Mustafa Bey tarafından da Dela’ilü’n-Nübüvveti’l-Muhammedi +ve Şema’ilü’l-Fütüvveti’l-Ahmedi ismiyle +tercüme olunmuştur. +Tercüme-i Nigaristan-ı Gıfari : “Gıfari” şöhretiyle benam +Ahmed bin Muhammed el-Kazvini’nin tarih-i İslam +yü’l-ibare eser-i ma’rufunun tercümesi olup ismi Nüzhet-i +Cihan ve Nadire-i Devran ’dır ki şayan-ı istifade asardandır. +Nüshaları İstanbul kütübhanelerinin bazılarıyla kütübhane-i +acizide vardır. Nigaristan-ı Gıfari fuzala-yı Osmaniyyeden +şair-i meşhur Şeyhülislam Yahya Efendi tarafından da tercüme +olunmuştur. Fuhul-i ulemadan Muinüddin İsferaini’nin +de Ebi Said Bahadır Han-ı Cengizi namına Nigaristan isminde +Farisiyyü’l-ibare bir te’lifi olduğu gibi Allame-i Rum +Tercüme-i Sittin li-Cami’i’l-Besatin : Asl-ı eser Hüccetü’l-İslam +te’lif-i makbulü olup tercümenin bir nüshası Köprülü Kütübhanesi’nde +mevcuddur. +Kaşifü’l-Ulum ve Fatihu’l-Fünun : Şerhu Telhi­ +sı’l-Ma’­ +ani tercümesi olup bir nüshası Kütübhane-i Umumi’de vardır. +Bu tercümenin mukaddimesindeki; “Nice resail-i dakīka +tasnif ettim.” ibaresinden anlaşıldığı üzere sahib-i tercümenin +ta’dad ettiğimiz asarından başka da eserleri olduğu anlaşılıyor. +Teracim-i ahval kitaplarımızın bazılarında meşhur +Mutavvel ’i de tercüme ettiği muharrerse de manzur-ı acizi +olmamıştır. +Nüzhet-i Cihan mukaddimesindeki eş’arından: +Kar u barı akılin daim hata-puş olmadır +Ayb-bin olmak revadır Servera cahillere +Dide-i insaf ile nazır olan ehl-i kemal +Nisbet etmez şeyn ü aybı bir nefes kamillere +HUTBE VE MEVAİZ + +---- +HUTBE +---- + +Ali Şeyh +Reha-kar ve Ulvi Teşebbüsler: +BURSA’DA DARÜŞŞAFAKA +TE’SISİ MÜNASEBETİYLE +Yevmi gazetelerin Haziran tarihli nüshalarını gözden +geçirenler şübhesiz şuunat-ı yevmiyye arasında şu birkaç +satırlık yazıları okumuşlardır: +“Dersaadet Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyyesi tarafından +Bursa’da bir darüşşafaka mektebi te’sisine teşebbüs +edilmiştir. İşbu mektebe alınacak talebeye ameli ziraat ve +baytar dersleriyle ulum-ı diniyye okutturulacak ve mektepten +me’zun olacak efendiler köylere muallim ta’yin edileceklerdir.” +Münevver ve nevvar bir cem’iyetin bir hey’et-i mübeccelenin +sakin ve sakit vakūr adımlarla mefkuresine doğru +yürümekte olduğunu tebşir eden bu birkaç satırlık yazı +şüb­ +he etmem ki benim gibi birçok kimselerin de kalblerini +çırpındırmış pek çok ruhları nuşin ümidlere düşürmüştür. +Hay u huy-ı siyasiyyat arasına karışan bu yazıları ben +atide vukūa getirecek daha parlak ve muazzam teşebbüsatın +azade-i alayiş bir başlangıcı gibi telakkī etmek istiyor +ve öyle olmasını bütün kalbimle ümid bütün varlığımla +temenni ediyorum. +Bu diyar-ı tarumarda dört seneden beri parlak i’lanlar +şa’şaalı resm-i ibtidalarla birçok teşebbüsata girişildi. +Fakat aradan vakit geçtikçe evvelki hahişler söndü geçici +hevesler hararetini gaib etti. Ortaya hiçbir eser konulamadıktan +maada bu gibi hayırlı işlere teşebbüs edeceklerin +Şark’ta hayat-ı ferdiyyet o kadar kökleşmiştir ki bunun +derin cüzurunu söküp çıkarmak müt’ib ve medid birçok +mesai sarfına tevakkuf eder. +Bu sebebe mebnidir ki asil ve metin bir terbiye-i fikriyye +verilmedikçe nesl-i atiyi de cem’iyet hayatıyla ünsiyet peyda +ettirmek müşkil olacaktır. +Beş-on münevver gencin bir araya gelerek büyük bir +heves ve hahişle başladıkları herhangi bir teşebbüsün neticedar +olamaması cem’iyet hayatına olan temayülün suri +daha doğrusu taklidi olmasından bilakis ferdiyetin daha +çok nafiz ve daha çok hakim bulunmasından neş’et etmektedir. +Baştan başa bir feyfa-yı nadani olan koca bir iklimin +tenviri atıl ve sefalet-zede bir milletin kurtarılması öyle geçici +hevesler ferdi teşebbüslerle hiçbir vakit mümkün olamaz. +Azim ve basiretkar nevvar dimağlardan müteşekkil cem’­ +feyi tahammül edebilirler ve etmelidirler. +Kitlenin bi-eman ihtiyaclar altında ezildiğini akūr yoksullukların +merhametsiz dişleri arasında kemirildiğini görüp +dururken azimkar bir hahişle nafi’ ve müsmir teşebbüsata +girişileceğine siyasiyat ve ihtirasatın gavga-yı bi-suduna +atılanlar ayıldıkları zaman pek feci’ bir manzara karşısında +bulunacaklarını acaba hiç düşünmüyorlar mı? +Hatıra getirmek istemiyorlar mı ki bu manzara-i fecia-nüma +karşısında kendileri de tab-aver-i tahammül olamayarak +eriyecekler biteceklerdir. Bugün cihan-ı İslam +baştan başa cehalet atalet gibi sakīl iki kabus altında +eziliyor. +Bu iki müdhiş kurt hun-aşam dişleriyle müslümanların +uruk-ı zindegisini parçalıyor kemiriyor; menabi’-i hayatiyyesini +emiyor kurutuyor. +Bütün bu hali bilen gören feci’ akıbeti takdir eden münevver +dimağlar ise ihtirasat ve siyasiyatın serab-ı nuşini arkasında +koşmaktan kendilerini alamıyorlar. +Şahsi emellerden gayr-i meşru’ hırslardan sıyrılarak +kıy­ +metdar zamanlarını dindaşlarının kardeşlerinin tenvir-i +dimağīsine atalet ve sefaletten kurtarılmasına hasretmek +lüzum-ı mübremini hissedemiyorlar. +Acaba öksüz evladlarının müsmir bir terbiye almasına +bir sahra-yı nadani olan memlekette nurlu çiçekli vahalar +semeredar ve feyzli san’athaneler te’sisine çalışmak zamanı +hala gelmedi mi? +Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye şu büyük ve Huda-pesend +teşebbüsü ile mütefekkirin-i milleti ağniya-yı ümmeti +meydan-ı faaliyyet ve semahate da’vet ediyor. +Her türlü şahsi ve siyasi ihtiraslardan tecerrüd ederek +sırf ilmi ve ictimai bir gaye ta’kībi için saha-i cihada atılmak +arzusuyla titreyen kalbler birleşir metin ve azimkar kollar +tevhid-i mesai ederlerse az zaman içinde hayret-bahş muvaffakıyetler +tecelli edeceğine şübhe etmemelidir. Darüşşafaka +buna bir misal-i paydar değil midir? Milletin hatıra-i +terem zevatın himmetleriyle teessüs eden “Darüşşafaka” bu +vatana pek çok kıymetdar vücudlar yetiştirmiştir. Pençe-i biinsaf-ı +sefalet altında sarsar-ı bi-eman-i ihtiyac karşısında +ezilmeye ebediyyen sönmeye ma’ruz nice zekalar ne kadar +ma’sum dimağlar bu dar-ı şefekatin zir-i sakf-ı irfan-nisarına +sığınarak iktisab-ı kemal etmiş vatana nafi’ ve kıymetdar +birer vücud olarak yetişmişlerdir. +Salih Zeki Emin Ferid ve Hüseyin Remzi Beyler gibi +milletin medar-ı iftiharı olan sahib-i fazilet mütefenninler İsmail +Safa Ahmed Rasim Beyler gibi nezih edibler bu dar-ı +feyzin millete yadigar-ı kemalat-nüması değil midirler? +Bursa’da te’sisi mutasavver olan darüşşafakanın da +mem­lekete büyük kardeşi gibi faziletkar gençler yetiştirme­ +sini temenni edelim. Cem’iyet-i Tedrisiyye te’sis edilecek bu +yeni mektebin programını muhit ve ihtiyacat-ı mahalliyyeyi +nazar-ı i’tibara alarak tanzim edeceğinde şübhe yoktur. Esasen +gazetelerdeki yazılar da bunu te’yid ediyor. Cem’iyet-i +Tedrisiyye’nin bu mübeccel ve peyamber-pesend teşebbüsü[nü] +alkışlar ve muvaffakıyetini temenni ederiz. +Bu mühim teşebbüs kalbleri saadet-i milliyye temennisi +şübhesiz alkışlarla istikbal edilecektir. +Fakat mütefekkirin-i millet mütemevvilin-i ümmet bu +hayırlı teşebbüsü yalnız alkışlamakla mı iktifa etmelidir? Bu +gibi mühim teşebbüsata fikren malen ibraz-ı muavenet etmek +her müslümanın vezaif-i vicdaniyyesinden değil midir? +Bu yolda atılacak hatveler sarfedilecek gayret ve servetlerin +ferman-ı celili ahkamında dahil olduğuna tereddüd +edilebilir mi? +Nazargah-ı hayretimize her gün yeni bir harika-i fenniyye +vaz’ eden garblılar vatanlarını bu gibi heye’at-ı kiramın +teşebbüsat-ı azim-karanesiyle kurtarmışlardır. Avrupa’nın +Amerika’nın neş’e-dar ufuklarını ruh-nüvaz ve şetaret-engiz +zevklerini bırakarak Arabistan’ın ekalim-i yabisesine koşan +oralarda mektepler san’athaneler te’sis ile temdin namı altında +bedevilere zerk-ı efkara çalışan hey’etlerin misyoner +cem’iyyetlerinin bizim zararımıza olan azim ve faaliyetlerinden +olsun yazık ki bir hisse-i intibah alamıyoruz. Cem’iyet-i +Tedrisiyye-i İslamiyye bugün yalnız Bursa’da değil Memalik-i +Osmaniyye’nin her tarafında darüşşafakalar darüleytamlar +açmalı değil midir? Memleketin en yüksek en necib +simalarından müteşekkil olan hey’et-i muhtereme bu ümniye +Bugün Bursa’da i’la edilmek istenilen bünyad-ı ma’rifete +yarın Konya’da Manastır’da Erzurum’da Bağdad’da +Şam’da da birer kaşane-i irfan terfik etmeyi kim bilir ne kadar +düşünmüşler ne kadar arzu etmişlerdir? +Fakat… Evet; fakat ne çare ki yar yok yar-ı mededkar +yok!.. +Biz herşeyi hükumetten beklemek hastalığından kurtulamaz +gömmeliyiz. +Her yerde her memlekette bu gibi ilmi sınai zirai ictimai +ve temdini teşebbüslere daima ahalinin münevver +sınıfı rehber olur; hükumetler de bu hey’etlerin mesaisini +teshile hizmet ve muavenet ederler. +Her türlü ihtirasat ve amal-i siyasiyye fevkınde olmak +üzere lüzum-ı teşkilini Sebilürreşad ’ın geçen nüshalarından +birinde arzetmiş olduğum “hey’et-i tenviriyye-i milliyye”ler +edecek hey’etlerdir. +Efrad-ı milleti hasis ve sefil temayüllerden nefret-engiz +ve adi ihtiraslardan kurtararak müsmir ve feyzdar bir saha-i +faaliyyete sevkedecek olan hey’et-i tenviriyyeler halkta +cem’iyet fikrinin tenmiyesini ferdiyet meylinin azalmasını +te’min edeceklerdir. +Ancak o vakit muhiti kaplayan kabus-ı atalet dağılarak +milletin pişgah-ı azmine vasi’ bir saha-i faaliyyet açılır. Zinde +ve münevver gençler bu saha-i faaliyyette metin ve seri’ +adımlarla evc-i terakkī ve tekamüle doğru kat’-ı mesafe ederek +geçtikleri uğradıkları yerleri huzemat-ı irfanlarıyla nur-ı +ma’rifete garkederler. +Bursa Darüşşafakası’na alınacak yetim ve bi-kes çocuklar +bu dar-ı feyzin agūş-ı irfanında perverişyab-ı kemal +olduktan sonra feyyaz dimağları metin bazularıyla milleti +kurtarmaya bi-kes köylülere nevvar ve azimkar birer veli-i +müşfik olmaya koşacaklardır. Ne ulvi teşebbüs ne +mübeccel netice!.. Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye’nin bu +feyyaz ve müsmir teşebbüste muvaffak olmasını teshil ve +temenni etmek bu uğurda her türlü fedakarlıktan çekinmemek +bütün müslümanlar için bir vazife-i mukaddese bir +vazife-i hamiyyettir. +NİSAİYYUNDAN CEVAD SAMİ BEY’E +AÇIK CEVAP +Beyefendi! +Mayıs sene tarihli mektubunuzu aldım. Cevabını +makalemin hitamına ta’lik ettim. İstediğiniz tarzda cevap veremediğime +müteessifim. Mes’ele şahsi değil. Bütün bir millet-i +muhterem vücud-ı dini ve millinin –ırkan Arnavud olduğum +halde– cazibe-i i’caz-ı tevhid ile –elhamdülillah ala-ni’meti’liman +ve’l-İslam– bir uzv-ı zi-hayatı bulunuyorum. Vazifenin +takdiri ise her türlü derece-i takdirin fevkındedir. Makaleme +amik bir teessür-i vicdan ile –muvakkaten– hitam verdim. +“ Sebilürreşad Mecmuası’nda iki haftadan beri “Bizde +Nisaiyyun Nasıl Türedi?” ünvanlı makaleler yazıyorsunuz. +Tarz-ı tahririnizden gayet alim Estağfirullah! ve dindar bir +zat… olduğunuz anlaşılıyor.” diye büyük bir teveccühle söze +başlarken; “Lakin ilmin şart-ı evveli la-yuhtiliğe kalkışmamaktır. +“Ben ne söylersem ayn-ı hikmet muvafık-ı şeriat’tir! +Benim fikrimi kabul etmeyen dinsiz hain-i millettir.” diye +ortaya atılmak alim bir adama yakışır mı?” cümle-i istidrakiyyesiyle +ve ma’nidar bir istifham-ı tevbihi ile o büyük +teveccühünüzü geriye alıyorsunuz. Görülüyor ya!; bu pek +açık bir tenakuzdur. Evvela ilmin hem de vasf-ı gayet ve +kemaliyle –tebcil sonra da tevbih ve techil?! “İlmin şart-ı +evveli la-yuhtiliğe kalkışmamaktır...ilh.” demek; “Sen cahilsin +henüz ilim ne demek olduğunu bilmiyorsun. Bilsen +la-yuhtiliğe kalkışmaz da’va-yı enaniyyet etmezsin.” ta’birinin +üslub-i diğeridir. Hame-i irfanınız nasıl oldu da daha ilk +satırlarda böyle bir tenakuza düştü? Elbette bunu sormaya +hakkım vardır. Fakat müsaade edin de cevabını ben vereyim: +Hakaik-ı bedihiyyeyi ihtiva eden o makaleyi siz tasdik +ve belki takdir edecektiniz. İlk kelimat-ı teveccüh-karaneniz +buna delildir. Bu sözlerde bir gayr-i ihtiyarilik gizleniyor. Çe +faide ki içine düşmüş olduğunuz muhit fikrinizi bulandırdı; +hissinizi boğdu şaşırttı; sizi elim bir tenakuza düşürdü. +Sizin bu mütenakız sözleriniz ayniyle bir hastanın tabibine: +Siz mesleğinizde fevkalade mütehassıs ve hazakat-i kamile +teşhis-ı maraz ve usul-i tedaviden bi-haber denecek kadar +cahilsiniz. Çünkü vermek istediğiniz ilac fenn-i tıbba muvafık +değil. Siz onu kendi vahimenizin tazyikıyle tertib ettiniz. +Bir de şimdi; “Benim bu ilacım son derece muvafık-ı fendir +fevkalade müessirdir; içmezseniz ölümünüz muhakkaktır.” +da’va-yı hod-kamanesinde bulunuyorsunuz. İçmediğim +halde beni “Ölümünüz muhakkaktır” diye tehdid ediyorsunuz. +Bu bir tabib-i hazık ve mütehassısa yakışır mı?” demesine +benzer. Zavallı hasta! +Bu teşbih-i beliğ –ihtimal ki– sizin hoşnuza gitmez. Fakat +Azizim! Alim; tabib-i ruhanidir. O ruha arız olan emraz-ı +ma’neviyyeyi tedavi eder. Cismani hastalıkların ba-husus +emraz-ı dahiliyyenin tedavisi –sorunuz!– bir tabibi ne kadar +yorar! Evvela marazı teşhis etmek sonra onun ilacını +bulmak mikdar-ı fennisini ta’yin etmek ne kadar belini +büker! Cüz’i bir sehv ufacık bir hata hastayı ölüme kendisini +de kanunun pençe-i intikamına teslim eder. Emraz-ı +cismaniyyenin teşhis ve tedavisi bu kadar güç tabib için bir +namus hatta hayat mes’elesi olursa ya ruhani hastalıklar!.. +Hummadan müdhiş vebadan taundan mühlik bir maraz-ı +uzv[un] hastalığından haberi yok. Şiddetle in’ikar ve afiyette +olduğunu muannidane iddia ve iddiasında ısrar ediyor. Tabibine +–hazakatini tasdik ve teslim ettiği halde yine– cehalet +etmeyenleri misyoner şakirdi namıyla tevsim ediyorsunuz?” +diye muahaze ederek vahşet ve nefretle memzuc nazarlar +fırlatıyor. +Bir hasta için en büyük musibet marazını inkar etmesi +tabibini gayz u tehevvürle koğmasıdır. Bir tabib için de en +müşkilü’l-iktiham derd en vicdan-suz azab böyle bir hastanın +tedavisine me’mur olmasıdır. Biçare tabib tedavi etsin; +nasıl?.. Çekilip gitsin; mümkün mü? Hastasını nasıl göz göre +[göre] ölüme terketsin? +yorum. Belki gözle görülen el ile tutulan hakayık-ı mahsuse-i +bedihiyyeden bahsediyor ve kanun-ı ilahi olan Cenab-ı +Kur’an -ı Hakim’in –acizane– terceman-ı ahkam-ı evamir ve +nevahisi olmaya çalışıyorum. +Emin olmalısınız ki bir tabib sehv ü hatadan ne kadar +korkar bir mahi-i hayat sıfat-ı katilesiyle kanunun pençe-i +kahrına düşmekten ne kadar titrerse Allah ve kıyamet gününe +o dehşetli günün mahkeme-i kübrasına şiddet-i hesabına +hevl-i azabına kalben ve ruhan inanan bir mü’min alim +ondan yüz bin kat ziyade lerze-nak-i havf u haşyet olur. +Lisan-ı akdes-i Cenab-ı Peyamber-i a’zamiden olmak üzere +rivayet olunur ki: +“ Eğer insan öldükten +sonra duçar olacağı ahvali bilse yediği her lokmayı içtiği +her yudum suyu gözyaşlarıyla ıslatır ve sinesini döğer; içine +zehir olur gider. Fakat ahval-i maba’de’l-mevti bilmez de +zevk u safa içinde kemal-i huzur u rahatle bol bol yer içer; +zavallı gafil!” Cami’-i Sağīr İmam-ı Süyuti’nin +Burada kanunun pençe-i adaletinden tahlis-i giribana +timas kabil; orada muhal ender-muhal. el-Yevmü’l-ahir öyle +hevl-engiz öyle hıred-suz bir gündür ki insan ef’al-i cinaiyye-i +dünyeviyyesini bütün kuvvetiyle inkar etmek isterken +aleyhindeki şahidleri yine kendisinde görür. Görür ki lisanı +elleri ayakları aleyhine şehadet eder. İşte Kur’an -ı Hakim; +Sure-i Celile-i Nur + +Ellerin ayakların nutku istib’ad mı +olunuyor? Dil namına bir et parçasına meziyet-i nutku veren +Cenab-ı Kadir ale’l-ıtlak neden o meziyeti ele ayağa göze +kulağa veremesin? Sen insan iken sadayı sinematografa alır +sahibini ufacık bir kutu içinde gizlemiş kadar bir harika-i iktidar +gösterirsin de seni yaratan Allahu Ekber neden eli ve +ayağı söyletemesin? Sen şu ayet-i celilede +terakib-i münifesinin +nazm-ı mukaddesi üzerine atfına +dikkat et. Bu atıf diyor ki: “Allah’ın indinde el ve ayağın +lisandan bir farkı yoktur. Lisanı söylettiği gibi el ve ayağı da +söyletir.” Akıl için bunda istib’ad edecek zerre kadar bile bir +garabet yoktur. Bilakis pek tabiidir. Ma-ba’de’l-mevte inanmayanlar +omuz silkerek istihfaf ve istihza ile gülenler ölümü +de inkar edemezler ya! Nihayet günün birinde o +dehhaş pençe-i mevtin tırnakları arasına düşeceklerini ister +Kıymetli canları o nazenin o “çıt kırıldım?!” vücudlarının +her zerresinden ayrı ayrı çekilip alınır kıvrım kıvrım +kıvrandırır inim inim inletirken aileleri evladları akrabaları +döşekleri etrafında hıçkırıklarla hüngür hüngür ağlar yaka +yırtar saç yolarken yine omuzlarını silkerek istihfaf ve istihzalarla +safa???ya karşı ebediyyen yumarken yine omuzlarını silkerek +Sure-i Celile-i Vakıa +[ - ] nazm-ı ezelisinin meal-i pür-melalidir. +Şimdilik bize ölümün i’tiraf-ı can-sitanı kafidir. Üst tarafını +da gördükleri vakit lütfen?! ikrara tenezzül ederler. +rı yazan ömründe bir misyoner görmemiş hiçbir ecnebi +mekte­ +binde tahsil etmemiştir. Elhamdülillah müslümanım +ve sa­ +labet-i diniyyem yerindedir.” demek salabet-i diniyye +sa­ +hibi yani: Dininize pek kavi pek muhib pek sevdazede +hakīkī bir müslümansınız. Oh… ne a’la! Buna ben de; “Elhamdülillah!” +derim. Fakat bilirsiniz ki bu bir da’vadır; sıhhati +delilden müstağni değildir. Madem ki salabet-i diniyye +sahibisiniz madem ki dininizi tebcil ve takdis ediyorsunuz +o halde sevdavi bir aşk-ı iman ile sevdiğiniz dine bigane +kalan Türklük’e İslamiyet’e yan gözle bakan milliyetinizi +diyanetinizi sevmeyen misyoner şakirdleriyle nasıl oluyor da +birleşiyorsunuz? Bir taraftan misyoner şakirdliğinden ecnebi +mektebinden tahsilden teberri ederken yine nasıl onlarla +akd-i rabıta ediyor nasıl fikirlerini muvafık-ı akl ü hikmet +buluyorsunuz? Doğrusu bu sözlerinizde de –darılmayınız!– +sarahate karib bir tenakuz görüyorum. Hem; “Elhamdülillah +müslümanım ve salabet-i diniyyem yerindedir.” demek +hem de; “Biz mani’-i temeddün ve terakkī olan İslamiyet’­ +ten kurtulup da Avrupalılaşmadıkça kabil değil adam olmayız?!” +hezeyanlarını savuran misyoner şakirdlerine dest-i +muhadenet ve musafatı uzatmak bilmem nasıl mümkün +olabilir? Ahibbanızdan biri çıksa da veliyyü’n-ni’met-i vücudunuz +aleyhinde tefevvühat-ı lisaniyyede bulunsa yüzü­ +nüze karşı pederinizi tahkīr etse ne yaparsınız? Kalbiniz cerihadar +olmaz vicdanınız kanamaz mı? Artık miyanenizde +dostluk uhuvvet kalır mı? Farz-ı muhal olarak kırılmasanız +dostluğunuzu muhafaza etseniz pederiniz de bu çirkin hadiseden +haberdar olsa size ne der ne nazarla bakar? Beyefendi! +Bahsimizde tecavüz gören pederinizden yüz bin kere +sevgili olmak lazım gelen dininizdir. Dinini gerçekten seven +onun dostuna dost düşmanına düşmandır. Salib Hilal’i sevmiyor; +nerede galebe çalarsa vahşiyane ve akūrane ayakları +altında eziyor. Bu hal ile Hilal Salib’e nasıl dest-i meveddetini +uzatır? Diyorsunuz ki: “Fakat milletimi vatanımı sevdiğim +devletimizin bekasını tehlikeye koyacağına yakīn hasıl eylediğim +tinin öz milliyetini teşkil eden İslamiyet’tir. İslamiyet aradan +çekilince milliyet de vedaı çeker. Bu hakīkati makalemde de +söyledim. Hal-i esef-iştimalleri devletimizin bekasını tehlikeye +koyacağına yakīn hasıl ettiğiniz kadınlarla kimleri murad +ediyorsunuz? Misyoner şakirdlerini mi? O İslamiyet’ten müsta’fi +madamları Müslümanlık’tan mütecerrid kontesleri mi? +“Ahlak ve adab-ı milliyye vahşi bir taassubun akūr bir +cehaletin mahsul-i evham ve hayalatıdır. İnsanın fazileti ahlaksızlıktır…” +diyen filozof misleri mi? Bunlar gerçekten devletimizin +bekasını tehlikeye koyacaklarına hiç şübheniz olmasın. +Türkistan’dan Buhara’dan Cezayir’den Tunus’tan +Rusya’dan gelen din kardeşlerimiz yüzleri kulaklarının –elmas +küpelerini göstermek için– ardına kadar açık tuvaletli +saçları meydanda kolları dirseklerine kadar çırçıplak gerdenleri +memeleriyle beraber gayet ince ve seyrek bir tüy +tül altında en namuskar insanların bile cazib-i enzar-ı şehveti +guya çarşaf diye kullandıkları –nisvan-ı gayr-i müslimenin +bile hiddet ve hicab ile yüzlerini çevirdikleri– inadına dar +kösteklenmiş kısrak gibi ayağıyla sıçratan eşkal-i tabiiyyesiyle +gösteren bir İslam kadınından başka herşeye benzeyen bu +garib mahlukları görünce; “Aman ya Rabbi! Bizim dört yüz +milyonluk alem-i İslam’ın kıblegah-ı Hilafet-i Mukaddesesi +diye selamet ve saadetine gece gündüz gözyaşları dökerek +dua ettiğimiz yer burası mı? İstanbul’un muhadderat-ı İslamiyyesi +bu nisvan-ı firenge taş çıkartan u’cubeler mi? Bir +daha bunlar için ağlamak hayır dua etmek mi? Tevbeler +olsun ya Rabbi!” nedametleriyle elleriyle yüzlerini kapayarak +kaçıyorlar. Memleketlerinde bu gördükleri manazır-ı +vakahat ve rezaleti anlatıyorlar alem-i İslam’ı merkez-i Hilafet-i +Muhammediyye’den alehissalatü vesselam bu yegane +devlet-i Kur’an iyyeden soğutuyorlar. Anadolu içlerinden +gelip de Kadıköyü’ndeki hayasızlıkları aşüftelikleri… gören +müslümancıklar ağlayarak la’netler okuyarak dönüyorlar. +Sonra dahili düşmanlarımız müslüman köylerine gidiyorlar; +o saf yürekli köylü dayılara; “İstanbul Avrupa medeniyetini +kabul etti. Hele kibarları hanelerinde kaçı göçü kaldırdı. +Yakında kadınları evlerinden kafesleri sırtlarından çarşafları +bütün bütün atacaklar; sizin kadınlardan da kaldıracaklar. +Türkiye Avrupalılaşacak; erkekleri kadınlarıyla kol kola gezecekler?!” +diyorlar. Zavallı köylüler; “Ya… Demek hepimizi +gavurlaştıracaklar ha? Demek dinimizi hepten kaldıracaklar; +öyle mi?” diye müfsidlerin yüzlerine şaşkın bakakalıyorlar. +Bütün bu tezvirat-ı mel’unaneyi inkılaba ve inkılabiyyuna +azv ü isnad ederek ehl-i imanı bu güzelim inkılabımızdan +tebrid ve tenfire çalışıyorlar. Arnavudluk’a da serpilen fesad +tohumları miyanında en irisi yine bu madam ve madmazellerin +eşkal-i frenk-perestaneleri İslamiyet’ten teberrileri +oluyor! Daima inkılabiyyunu ittihad-ı ümmet müessislerini +dinsizlikle enzar-ı umumiyye-i İslamiyyede teşhire ittihad-ı +kılabiyyunun ise bu misyoner şakirdleriyle zerre kadar bile +alaka ve münasebeti olmak şöyle dursun bilakis onlardan +son derece müteneffir. +Dinsizlere tevcih-i reviyyet yeni çıkdı +Evvel yok idi işbu rivayet yeni çıkdı +Milliyyeti nisyan ederek her işimizde +Efkar-ı Freng’e tebaiyyet yeni çıkdı +Hasbihal-i teessür-iştimaliyle –daha altmış sene evvel– +bunlardan acı acı şikayet eden milletin natıka-i irfanı terceman-ı +vicdanı dimağ-ı hükumeti nasıye-i bülend-i fazileti +merhum Ziya Paşa inkılab-ı Osmaninin ilk müessislerinden +değil mi? O zaman ruh-ı milliyyetimizin bu misyonerlerden +ne kadar nefret ve istikrah ettiğine; “Türkler cahil ve mutaassıbdır. +Terakkīlerine İslamiyet mani’-i yeganedir.” gibi +merhum-ı müşarun-ileyh hazretlerinin Terkib-i Bend i’ndeki +şu beyitlerden daha vazıh delil mi olur? Efsus ki müslümanlar +ekseriyetle bu elim hakīkati bilmedikleri için bütün fenalıkları +bi-gayri hakkın mukaddes inkılabımıza muhterem +ni’metini ni’met-i hürriyyet ve hakimiyyetini ayaklar altına +alıyorlar; pek azim küfran-ı ni’met ediyorlar. İnsan buna +nasıl kahretmez? Nasıl dil-hun olmaz? Uğruna feda-yı can +ettiğimiz ve bi’d-defaat ölümle kucaklaşarak i’dam olunmak +vartalarını geçirdiğimiz mukaddes inkılabımızın birkaç südü +bozuk masru’u’l-vicdan mesmumü’r-ruh misyoner şakird +ve şakirdeleri yüzünden lekelenmesine zerre kadar vicdan +ve imanı iz’an ve irfanı olan nasıl tahammül eder? +nuz cem’iyetin himayesiyle müftehir ve mübahi bulunduğu +kadınların –kendi ta’biriniz vechile– hal-i esef-iştimalleri! +Öyle bir hal-i felaket-meal ki gerçekten devletimizin bakasını +tehdid ediyor. Kangrenleşmiş bir uzuv gibi vücud-ı +milleti kemiriyor. +Siz kendi dilinizle sözünüzle tutuluyorsunuz. Eğer gerçekten +dininize aşık milletinize muhib vatanınıza meftun +bakınız! Devletimizin bekasını tehlikeye koymak isti’dadını +gösteren unsur-ı nisvan ahlak ve adab-ı milliyyeyi vahşi bir +cinnetle inkar eden bu mürebbiye-perverdeleri bu misyoner +şakirdelere mi yoksa Din-i Celil-i İslam üzerine terbiye +olunmuş hakīkī muhadderat-ı ahavat ve mesturat-ı zevcat +ve benatımız mı? +Biz –ulema-yı mütefekkirin– nisvanımızın hal-i hazırından +beyan-ı hoşnudi ediyoruz zannolunmasın. Cenab-ı +Kur’an -ı Hakim’in kadınlarımıza te’min ettiği hukūk ve +vezaif-i ictimaiyye ve medeniyyeden bir çoğu zalam-ı cehalet +essifiz. Bu hukūku aramak meydana çıkarmak sahibesine +vermek herkesten evvel ulemanın vazifesidir. Çünkü mes’uliyet-i +ma’neviyyenin en ağır kısmı ulemanın boynundadır. +Fakat bir ailenin erkeği cahil olursa kadınına ne kalır? Mürebbi-i +evvel erkektir kadın değil. Asırlardan beri sürüklenip +gelen bir silsile-i cehaletin kesilecek halkası kadınlık değil +erkekliktir. +Asr-ı mes’ud-ı Cenab-ı Risalet-penah-ı a’zamide alehissalatü +vesselam fevc fevc dahil-i daire-i İslamiyyet olan +Arabların erkekleri okutulurdu. Onlar da gider evlerinde kadınlarını +kızlarını okuturlardı. +Halife-i Sani Hazret-i Faruk-ı Ekrem radıyallahu anh +evlad-ı sahabeye hitaben söyledikleri şu; +“ Ey evlad-ı +ashab! İhtiyarlamadan din ve dünya ilminde tefakkuha +çalışınız. Veliyy-i ni’met-i İslamiyyet ve insaniyyetimiz +sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin ashab-ı +güzini ihtiyarlıklarıyla beraber ilm-i dine çalıştılar.” +söz ne kadar ma’nidardır! O bahtiyar +sabıkīn-i İslam’ın bölük bölük takım takım huzur-ı akdes-i +cenab-ı rahmeten li’l-alemine alehissalatü vesselam gelerek +kemal-i ta’zim ü tekrim ile arz-ı ihtidaları nail oldukları +beyaz belleri bükülmüş o muhterem o fedakar ihtiyarların +mektep çocuklarını tanzir eden tahsilleri göz önüne getirilsin. +Acaba bu –maziye aid– manzaraya ağlamayacak göz de +göz müdür? Öyle göz hiç olmasın daha ehven! +yakamızı kurtarıp hayatın agūş-ı saadetine atıldık. Heyhat!.. +Giribanımız yine cehaletin pençe-i bi-emanında; sürüklüyor +yine o mezara sokmaya çalışıyor. Nerde inkılab! İnkılab +dimağda ruhda olursa işte ona hakīkī inkılab denir. +On Temmuz’dan sonra bazı yerlerde Cem’iyet Kulübü +esnaf-ı memlekete gece dersleri açtı. Eğer ciddi tutulmuş ve +bütün muhit-ı vatana ta’mim edilmiş olaydı ne kadar güzel +olacaktı. Biri geldi a’mayı uçurumun kenarından aldı caddenin +ortasına getirdi iki hatve atmadan Mart’ta bir hain +geldi; “Yolu sapıtmışsın uçuruma doğru gidiyorsun” diye +müdhiş bir girdab-ı irticaa sevketmek istedi. Bu zavallının +selametini isteyen gözlerini açar. +Biz daha ferda-yı inkılabımızda başımızı ellerimizin içine +alıp derin derin düşünecektik. Hayat-ı millimizi tehdid eden +hatta bazısı ruhumuza kadar sokulan anasır-ı muzırrayı zehirli +mikropları tedabir-i hakimane ile vücud-ı millimizden +çekip alacak idik. İşte bu mikropların en semdarı en mühliki +mürebbiler misyonerlerdir. Bunlar şecere-i milliyyetimizin +körpe dallarını zehirliyorlar. Milletimizi bel’ ve mahv edecek +yabancı milliyetler telkīh ediyorlar. Bu kadar bedihi bu +kadar tehlikeli bir muzır unsurun içimizde bırakılması maksad-ı +semdar mikroplar hala muzaaf bir faaliyetle çalışıyorlar hala +etfal-i İslam’ı zehirleyip duruyorlar. Ya o bedbaht çocukların +pederlerine ne demeli? Anasır-ı gayr-i müslimeden kavmiyetlerine +gösterdikleri ifrat-ı muhabbetlerinden çocuklarının +terbiyeleri üzerine nasıl titremekte yabancı? bir terbiyeden +ne kadar sakınmakta bize karşı ne vaz’iyetler almakta olduklarından +olsun ibret almıyorlar! Bir Rum çocuğu bir Bulgar +yavrusu evvela kendi lisanını kendi kavmiyetini öğreniyor; +dimağı Rumluk’la Bulgarlık’la işba’ ediliyor. Bu şaşkın +babalar ise bilakis ciğerparelerini mürebbilere misyonerlere +teslim ruhlarını Fransızlık’la Almanlık’la İngilizlik’le tesmim +ediyorlar. Artık akıl olsun da bunlardan hayr u meymenet +dine milliyete muhabbet vatana aşk u sevda beklesin! Evet; +beklesin: Hem de yetişmiş gelinlik kızlarının Paris’e firarlarını +beklesin! Ne söylüyorsunuz Allah aşkına?! Bunlar bu faci’ +hakīkatler benim zade-i fikrim mahsul-i hayalim mi? Lütfen +makalemi –fakat bi-tarafane bir i’tidal-i vicdan ile– bir daha +mütalaa ediniz! Makalem her satırı hatta her harfi üzerine +eşk-i teessür dökülmeye layık bir levha-i hakīkattir. Siz +azimini istikbal daha faci’ bir surette gösterecektir. +GALİB DEDE İÇİN YAPILAN +Hak gazetesinin Cumartesi günkü nüshasında “Baykuş” +serlevhalı ve “Şehabeddin Süleyman” imzalı yine bir buçuk +sütun yazı münderic idi. +mealini andıran ve baykuş feryadını – +kerahet-i edasına göre– avaz-ı bülbül sandıran bu nağmeler! +Geçen hafta yazdığım cevabın guya cevabı olmak üzere karalanılmış. +Tahirü’l-Mevlevi ile Şehabeddin Süleyman Efendi’yi bilenler +kendilerini pek iyi tanıdıkları cihetle zat-ı mes’eleye +taalluku olmayan ve sırf şahsıma tecavüzden ibaret bulunan +o türrehata mukabele etmeyeceğim. Çünkü o yazılara +mukabele etmek yazanın seviyesine inmek olacağı gibi +Nasreddin Hoca’ya sibahat dersi vermek tarzında muarızımın; +“Sizi Sebilürreşad ’ın ta’kīb ettiği gaye-i güzin ve mübarek +düşecek. Yalnız Şehabeddin Efendi’nin; “Baykuş bu hafta +yine öttü… Bu sada-yı meş’um biraz sussa en mukaddes +hislerin en necib arzuların tezahüratı için bir sabah-ı nevin +bir sabah-ı güzin doğsa…” diye acıklı çığlıklar koparmasının +sebebini izah edeyim: +Ma’lum ya; Şeyh Galib merhum için bir ihtifal-i edebi +yapılacağı Hak gazetesiyle i’lan edilmiş ve nasıl yapılacağına +dair bir de program neşrolunmuştu. +Vadisinde tertib edilmiş olan bu frenkçe merasimin bir +Osmanlı payitahtında ve bir İslam ibadethanesinde kabil ve +şayan-ı icra olmadığına dair ilk makaleyi ben yazdım. Cevap +verdiler ve teşebbüslerini müdafaa değil bana tecavüz +ettiler. Bit-tabi’ ben de sertçe mukabelede bulundum. +Bunun üzerine son makale yazıldı ve; “Bu sada-yı meş’um +biraz sussa” temennisi ızhar edildi. Çünkü bu müretteb ihtifali +yapamayacaklarını –dediğim gibi– müslüman mahallesinde +salyangoz satamayacaklarını anladılar. Kaşane-i +hülyaları yıkıldı saha-i emelleri harab ü türab oldu. Tabii +benim nida-yı ikazımı baykuş sadası telakkī ettiler. Ne ziyanı +var? Hazret-i Bilal’in Ka’be üstünde okuduğu ezanı duymamak +“Müretteb ihtifallerini yapamayacaklar.” dedim. Evet; +yapamayacaklar. Zira Receb’in yirmi yedinci Cuma günü +Galata Mevlevihanesi her hafta ve her günkü gibi züvvara +küşade bulunacak. Gelenlerden kimse bilet ve da’vetname +sormayacak. Her ferd kisve-i mu’tadesiyle gelip dergaha +girebilecek. Öğle ezanı okununca Cuma namazı kılınacak +namazdan sonra mevlid-i şerif okunacak. Veladet Bahri’ni +müteakıb Şeyh Galib’in; +Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed’sin efendim +Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim +Na’tı inşad edilecek. Ba’dehu mukabele icra edilerek +hitamında –taraf-ı şahaneden ihsan buyurulup– mihrab +dahiline konulmuş olan sitare-i şerife al��nacak tekbirat ve +ta’zimat ile türbeye gidilip hazret-i şarihin sandukası üzerine +konulacak. Ondan sonra da türbe pişgahında bir dua kıraeti +ve bir gülbank keşidesi ile bu ihtifal-i mukaddese nihayet +verilecektir. Bu tertibatı Çelebi efendi hazretlerinin; +Eylül sene +Post-nişin-i Dergah-ı Hazret-i Mevlana +Veled-i Hazret +Telgrafnamesi ve Galata Mevlevihanesi post-nişini efendi +hazretlerinin ifadesi vechile maa’ş-şükran i’lana mübaderet +ediyorum. +tamadığım maksad merasimin bu suretle yapılması ve hissiyat-ı +vatanperveraneyi takviye için yapılacak ihtifalin vatandaki +usul ve teamüle muvafık olması idi. Fe-lillahi’l-hamdü +ve’l-minne. +ne artık münakaşata hitam verilmesi lazım gelirse de Baykuşname +!nin alt tarafındaki “Bir ikaz-ı necib”i yazan “muhibban-ı +Mevleviyye’den Üsküdarlı Şeyh Ebu’l-Hasan Hüsnü +en-Nakşıbendi el-Halidi” Efendi’nin bu kahve döğücünün +hınk deyicisi olan ibnü’z-zaman aziz hazretlerinin nutk-ı +şeriflerinde! mi’de bulandıracak bazı cihetler bulunduğu +rine iğtiraran ber-vech-i ati bazı ma’ruzata ictisar ediyorum: +Ünvanı irfanından büyük efendim! +Hasbe’l-meslek bilmeniz lazım gelir ki: Gaye-i tarikat saha-i +ma’rifettir. Derecat-ı ma’rifetin ibtidası da insanın nefsini +bilmesi yani haddini tecavüz etmeyecek derecede mertebe +ve mikdarını öğrenmesidir. Maatteessüf görüyorum ki +nazarınız bu ibtidai dereceye de vasıl olamamış ve erenler +mikdarınızın haricindeki işlere karışmaya ve aklınızın ereceği +ermeyeceği şeylerden bahse çalışmaya kalkışmışsınız. +Bilmem kimlere hulus çakmak için benim mütalaatımın +sırf taassubdan ileri geldiğini söylüyor ve menakıb-ı evliyayı +okuyup okumadığımı soruyorsunuz? Evliya-yı kiram +hazeratının bazı menakıb-ı celilesini acizane okumuş olduğumu +ez-cümle tarik-ı haceganın ecille-i ricalinden bulunan +“Abdülhalik Gocduvani” hazretlerinin; “Ya olduğun gibi görün +ya göründüğün gibi ol” irşad-ı arifanesini ziver-i hafıza +eylediğimi söylemekle isbat ederim. +Şahım! Ehl-i ihlas olması lazım gelen erbab-ı tarikata +huluskarlık yakışmaz. Meşayih-ı izamın vazifesi: Li-maksadin +hakīkati tağyir etmek değil levme-i laimden bile çekinmeyerek +hasbeten lillah irşadat-ı halisanede bulunmaktır. +Yazık ki nazarınız bu hususta ehlullahın meşreb-i hudasına +değil “Şeyh Necdi”nin meslek-i hevasına ittiba’ ile “müfti-i +macin”lik ediyorsunuz. İhtifal-i sabık edebi hakkındaki +mes­ned ve müttekanız sağlam olmadığı için sizi ve peyre­ +vanınızı çürük tahtaya ayak bastırmış. Buhara ahalisinin +“Şah-ı Nakşibend” hazretlerini ziyaret için müzeyyen elbise +ve siyah bayraklar ile “Kasr-ı Arifan”a gitmeleri Cenab-ı +“Ahmed el-Bedevi”nin türbe-i şerifesi civarında toplananların +da azim cem’iyetler tertib etmeleri Galib Dede için yapılması +tasavvur edilen alafranga merasime sened olabilir +mi? +Sanihatınız galiba istiğrak esnasında zuhur etmiş. Bilirsiniz +ki bunlara “şathiyyat” derler ve zahir-binanı mezlaka-i +neye öyle yapmadınız? Nev-niyaz dervişanınızdan yahud +daha sizi layıkıyla tanımamış olanlardan tenk-havsala bulunanların +yolunu vuracağının ve kendilerine; + +dedireceğini düşünmediniz mi? +Bir de; “Hakīkī kelimesiyle Mevleviliği hizb-i cedid hizb-i +atik namıyla ikiye mi taksim etmek istiyor” sualinde +bulunuyorsunuz. Ben de zat-ı reşadetinize sorayım: Şimdi +de mürşidlik ve müftilikten politikacılığa mı heves ettiniz? +Vazgeçiniz imanım! Politikacılığın örf-i avamda müdahinlik +ma’nasına geldiğini düşününüz. Müdahene etmek +Türkçesi kavuk sallamak sizin gibi kisve-i evliya labislerine +ve üç tarikatten makam-ı irşad calislerine yaraşmaz. Siz +hizb-i cedid ile hizb-i atikdan bahsedeceğinize kuşe-i ferağınızda +bir hizb Kur’an okuyup vatan ve milletin selametine +dua ediniz ki asıl vazifenizi ifa eylemiş olasınız. +“Bir zamanlar aynı asar-ı taassubla mürşid-i ali-himem +Şeyh Nazif kolu diye mecazi ve hakīkī sözleriyle Mevleviliği +Aman erenler! +Arzı bilmez la-haladan la-meladan bahseder +Susturun söyletmeyin sufiyi bi-ca söylüyor! +Ve; +Değil kerametini şeyhi almayın hiçe; +Bakın da ibret alın mürşidin dalalinden! +diyeceğim geliyor. +Mevlevilik’i ikiye ayırmak isteyen kimlerdir? Şeyh Nazif +kolu ne demektir? Vakıa biz Şeyh Nazif Efendi’yi göremedik. +Lakin müşarun-ileyhin zamanına yetişenler hala mevcud. +Bize inanmazsanız onlara sorup tashih-i akīde eyleyiniz +ki Mevlevilik’in öyle dalı budağı kolu bacağı yoktur. Dosdoğru +bir meslek-i irfandır ki altı yüz bu kadar seneden beri +o tarik-ı ma’rifette zuhur eden ekmelin zerrat-ı müncezibe +gibi Şems-i Mevlana’nın şua’-i hak-iltimaında mahv ü müstehlek +olup kalmıştır. Yalnız sizi yanıltan bir saçma vardır ki +tebdilü’ş-şekl li-ecli’l-ekl vadisinde dolaşan bazı serseriler tarafından +çıkarılmış “Şemsilik” “Veledilik” i’tibar-ı merdududur. +Guya Şemsiler meşreb-i aşkı Velediler meslek-i zühdü +Hakīkatte ise Sultan Veled hazretleri Cenab-ı Şems-i +Tebrizi’nin de halifesi olduğu cihetle Şemsilik ile Veledilik +Mevlevilik’ten başka bir şey değildir. +kinize tenezzülden müteali bulunan mebahise karışmaktan +şitab ediniz ki nazarınıza; +demesinler. Bakī: +Nüshan maraz-ı aşka ilac eylemedi hiç; +Ey şeyh-i keramat-füruş! Ez de suyunu iç! +Hakk ’ın Pazar günkü nüshasında da; “Dedegan-ı +Mevleviyye’den on beş kişi namına Ali Rıza Dede” +ve “Yenişehirli Şair Avni Bey hafidi muhibban-ı Mevleviyye’den +Hüseyin Avni” ünvan ve imzalarıyla iki varaka vardı. +Ali Rıza Dede ile Hüseyin Avni Bey re’y ve mütalaalarında +serbest bulundukları için yalnız kendi namlarıyla vekalet +ettikleri zevat hesabına söz söyleyebilirler. Lakin birinin; +“Tahirü’l-Mevlevi’nin Mevleviler namına haksız ve bi-lüzum +tecavüzüne iştirak edecek hiçbir Mevlevinin bulunmadığını +kemal-i cesaretle ityan” etmesi diğerinin de; “bu gibi gayr-i +mantıkī i’tirazatın Mevlevilik’in şahsiyet-i ma’neviyyesi ile +hiçbir münasebeti olamayacağı” iddiasında bulunması asıl +gayr-i mantıkī ve şayan-ı taaccüb görülecek efkar-ı müteceddidaneden +olsa gerektir. + +MÜHLİK BİR MARAZ +Tarih-i İslam ariz u amik bir surette tedkīk edilirse akvam-ı +mühlikin iftirak ve ihtilaftan ibaret olduğu tebeyyün eder. Şu +marazın asar ve tezahüratını ta bidayet-i İslamiyyet’te müşahede +eylemek kabildir. Hazret-i Resul-i Ekrem’in vefatı günü +bile şu müdhiş maraz kendisini gösterdi. Eyyam-ı cehalete +has ve ruh-ı İslamiyyet’e taban tabana zıd olan şu hal İslamiyet’in +vasıta-i zuhuru olan Zat-ı Mübarek’in vefatı dakīkasında +bile tecelli eylemeye başladı. Fakat ruh-ı Nebevi ile +müteneffis ve hakayık-ı İslamiyye’yi hamil bulunan birkaç +zat-ı meali-sıfatın himmetleri sayesinde eyyam-ı cehalet hissiyatı +bu kere de mağlub edildi. Makam-ı Mualla-yı Hilafet’e +lerinde; “İslamiyet’i kabil-i zeval olan cesed-i mübarek-i Muhammedi’den +addedenler için İslamiyet artık bitti yoktur. +Fakat İslamiyet’i beşeriyetin saadetini mütekeffil bir silsile-i +hakayık-ı asumaniden addedenler için İslamiyet ebediyyen +bakīdir ve işte biz şu İslamiyet’i ibka ve neşr vazifesi ile mükellefiz.” +siyakında beyan-ı efkar etmişlerdi. +Filhakīka İslamiyet’in başında tezelzül ve tereddüd-i napezir +bir kuvve-i hakime-i ma’kūle ve meşrua ile bütün +gaye-i mukaddeseye doğru sevkeden Ebubekr-i Sıddik +Ö­ +mer ibni Hattab radıyallahu anhüm gibi muktedir zevat +bulundukça tarih-i beşeriyyette emsali na-mesbuk ve hakīkaten +mu’cize-nüma bir faaliyet bir iktidar ibraz eyledi. +Zira hayat-ı ictimaiyye milliyeti mütehalif u mütezad +ve iradat u temayülat-ı şahsiyyeye malik olan milyonlarca +nüfusun ictima’ ederek bir kitle-i vahide teşkil etmeleri için +en birinci şart en umde esas nizam ve intizama riayet etme­ +leridir. +Nizam ve intizamı te’min için de iki kuvve mevcuddur. +Birisi kuvve-i kahire-i kanun diğeri ise vicdan-ı milli! Evvelkisi +bir kuvvet-i maddiyyedir ki hudud-ı tabiiyyesinden +çıkmak temayülatında bulunan iradat-ı şahsiyyeleri derhal +hudud-ı mezkure dairesine sevkeder. İkincisi ise bir kuvvet-i +ma’neviyyedir ki insanları kendi temayülat arzu ve irade-i +şahsiyyelerini bir maksad ve gaye-i aliyyenin istihsali için +menfaat-i umumiyye yolunda feda etmeye sevkeyler. +biz şu iki kuvvetin de aynı derece hakim olduğunu görüyoruz. +Yukarıda arzettiğimiz gibi vefat-ı Nebevi’yi müteakıb +eyyam-ı cehalete mahsus ahval ve alamat kendilerini göstermeye +başladılar. Zuhur-ı İslamiyyet’e kadar müteferrik ve +müteharib kabail-i vahşiyyeden ibaret olan Arablar İslamiyet +sayesinde bir kitle-i vahide bir millet-i muktedire şekline +girmekteler iken vefat-ı Nebevi münasebeti ile eski hal +ve evza’ yine başgöstermek isti’dadında bulundu. Rüesa-yı +kabail eski vaz’iyetlerini ahzetmek arzusunda bulundular; +ötede beride kıyama isyana şüru’ ettiler. İslamiyet’ten bile +haric oldular. Medine’de Ensar ile Muhacirler arasına hilafet +mes’elesi münasebeti ile sokulmuş olan niza’ u şikak da +şu ahval-i umumiyyenin başka bir tecelli bir tezahüründen +du. +ni İslamiyet’e vakfetmiş olanların kaffesi hemen tehlikenin +azametini derkederek bütün kuvvetleri ile izalesine koyuldular. +Evvel be-evvel Faruk-ı A’zam’ın ittihad-ı ara ile intihabıyla +vicdan-ı milliyi taşıyanlar içinde ihtilaf ve şikak bertaraf +edildi. Şimdi sıra kuvve-i kahire-i kanuna geldi. Ebubekr-i +Sıddik Ömer bin Hattab zamanlarında kavaninin bütün +efrad-ı ümmet hakkında siyyanen ne derecede şiddetle tatbik +edildiği cümlece ma’lumdur. İşte bu münasebetle şiraze-i +vahdeti bozmak temayülatında bulunan ve sırf eyyam-ı +cehalete mahsus olan iradat-ı ferdiyyeler daire-i ma’kūleye +sevkedilerek tarih-i İslamiyyet en zerrin sahifelerini şu iki +halife-i zi-şanın eyyamında haiz oldu. +Fakat eyyam-ı cehalet ruhu henüz bütün bütün mahv ü +nabud edilememişti; hava-yı nesimide geziyordu kendisi +Osman ibni Affan radıyallahu anh hazretleri tarafından ibraz +edilen ufak bir za’f-ı mizac temayülat ve iradat-ı şahsiyyeler +tu. Bu hal Ali ibni Ebi Talib hazretleri zamanında daha ziyade +kesb-i şiddet etti. Cemel Sıffin Nehrevan muharebeleri +ve faciadar sahifeleridir. Havaricin zuhuru Kerbela vakıa-i +müdhişesi Yezid ve Haccac ibni Yusuf gibi hakimlerin sahne-i +men bozulduğunu ve bir herc ü merc-i umuminin anarşinin +kaim olduğunu gösteriyor. +Ali ibni Ebi Talib’in katili olan İbni Mülcem’den kerimesi +Hazret-i Zeyneb; “Babam halifeyi niçin öldürdün?” diye +sordukda katil; “Ben halifeyi öldürmedim Ali’yi öldürdüm; +el-hükmü lillah!” diye cevap verdi.” Bugünkü Avrupa anarşistleri +başka bir şey söylemiyorlar. Anarşi cari ve hükümran +olan bir yerde ne vicdan-ı millinin ne de kavaninin tatbikına +meydan kalmaz. Anarşiye karşı konulacak yegane kuvvet +bir herc ü merc-i umumi içinde yekdiğerleri ile çarpışmalarına +karşı yegane çıkabilecek kuvvet yine bir irade-i vahide-i +kahire olabilir. Beni Ümeyye ve Beni Abbasiyye zamanları +hakīkat-i halde İslamiyet’in esas ve erkan-ı hükumet hakkında +vaz’ etmiş olduğu kavaide tamamen muhalif olan bir +usul-i istibdadın te’sisinden başka bir şey değildi ve bu da +çaresiz idi. Üstad-ı fazıl Manastırlı İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin +Sıratımüstakīm sahayifinde tarih-i İslamiyyet’e aid +neşretmiş olduğu tetebbuatta buyuruluyor ki: “Arablardan +birisi Haccac Ebu Yusuf’a: Sen Faruk-ı A’zam zamanına +yetiştin; adaletini gördün. Niçin o halife-i zi-şana imtisal etmezsin? +demiş. Buna cevaben Haccac da demiş ki: “Faruk-ı +A’zam zamanında Eba Zer vardı; sen Eba Zer ol da ben de +Ömer olayım!” +Şu ufak cümle tam bir hikmet-i hükumettir! İbni Mülcemlerdir +ki Yezidleri doğuruyor. İstibdad anarşi… yekdiğerlerinin +şerik ve refik-i gayr-i mufarıkıdır. Anarşi olan +yerde mutlak istibdad olur ve istibdad hakim olduğu mahalde +mutlak anarşi vücud bulur. Tarih-i İslamiyyet’i tedkīk +ediniz; zahiren kavi muktedir bir hükumet-i müstebiddenin +mevcudiyetine rağmen batınen umumi bir herc ü merci bir +adem-i intizamın hükümranlığını görürsünüz. Rüesa kabail +akvam ale’d-devam yekdiğerleri ile çarpışmaktadır. Daima +bir seylab-ı hunindir ki akıyor. Hatta düşmana karşı gönderilen +asakir-i İslamiyye arasında şu halet-i ruhiyye berdevam +olarak rüesa arasında istirkab kanlı facialar +çarpışmalar hiçbir zaman eksik değildir. +rette sükūtuna başlıca sebeb de şu ahval-i ruhiyye olmuştur. +Endülüs’te İslamiyet’in suret-i inkırazını Hindistan’da +hükumet-i İslamiyyenin sukūtunu Afrika-yı Şimali’de Asya-yı +Garbi’de bu kadar İslam saltanatlarının tarih-i izmihlalini +der-hatır ediniz; hep aynı sebebi aynı hali görürsünüz. +Biz müslümanlar ihtirasat infialat temayülat-ı şahsiyyemizi +menafi’-i umumiyyeye feda etmek hassasına malik değiliz. +Bizim en büyük en mühlik hastalığımız marazımız da bundan +muz zilletler musibetler bile bizi ikaz edemiyor. +Manastır vakıa-i elimesi bugün her bir müslümanı ta +ruh-ı kalbinden cerihadar etmelidir. Biz şu vakıanın mübaşirleri +tarafından dermiyan edilen müddeayat ve mütalebatın +mahiyeti hakkında beyan-ı efkar etmeyeceğiz. Bunların +hak olduğunu teslim e[t]sek bile yine şu hakkın istirdadı +sahib-i vicdan bir sahib-i iz’an bulunduğunu bile tasavvur +etmiyoruz. Eğer bugün ser-i karda Abdülhamid bile bulunsaydı +ve memleketin içinde bulunduğu gavail ve müşkilatla +beraber bir de böyle bir gaile ika’ etmiş olsaydılar biz bila-tereddüd +şu gaileyi ika’ edenleri –kim olursa olsun– hamiyetsizlikle +vasfederdik! Zira bugün bütün Osmanlıların bütün +müslümanların üzerine yegane bir vazife tahmil edilmiştir +ki o da karşımıza çıkmış olan bizim mevcudiyet-i milliyye +ve diniyyemize bile hitam vermek niyetini beslemekte bulunan +düşmanla müttehiden ve müttefikan pençeleşmekten +şu düşmanı bertaraf edinceye kadar herşeye sabr u tahammül +etmeliyiz. Bizde bir vicdan-ı milli İslamiyet’in şu son +nişanesi olan Hilafet-i Osmaniyye’yi muhafaza etmek kaygusu +var ise –böyle hareket etmeliyiz. Bugün hesab vakti +değildir. Katil katile bile el vererek düşman-ı umumiye karşı +çıkmalıdır. Zira maazallah düşman galebe çalarsa düşman +vatanı makhur ve menkub ederse bugün is’af ettireceğimiz +müddeayat ve mutalebattan bile hiçbir behre ve semere göremeyiz! +Halbuki işte mevsimsiz vakitsiz yapılmış olan şu +gibi harekattır ki düşman için en ziyade medar-ı zafer ve +galebe olabilir! Şu gibi harekattan sakınalım ki göklerde ervah-ı +enbiya kan ağlıyor!! +DARÜLHILAFE’DE +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI’NE +Ma’ruz-ı daileridir ki; +Matbuat-ı Osmaniyye ve İslamiyye arasında mündericat-ı +ciddiyyesiyle kesb-i temeyyüz ve zir-i idare-i fazılanelerinde +ferideleri bilumum üsera arkadaşlarımla mutalaa olunmak +arzu edildiğinden lütfen irsal buyurulmasıyla bir derece hal-i +esaretten mütevellid ye’s ü kederlerimizin ref’ ve tatminine +himmet ve inayet buyurulmasını temenni eder ve bu vesile +Haziran +Kampanya nam kasabada kışlada mukīm üsera-yı +Osmaniyyeden Çekmeceli Komiser Muavini +* * * +SEBILÜRREŞAD +Ceridemiz hakkındaki teveccühat-ı aliyyelerine teşekkürler +ederiz. Risalemiz maal-iftihar takdim olunmuştur; ba’dema +da gönderilecektir. Muhterem kardeş +teremi es-Seyyid Ahmed el-Kebsi hazretlerine gönderilen +mektubun aynen tercümesidir: +Birader-i azizim Yahya el-Kebsi; selam ve tahiyyattan +sonra: Ma’lum-ı alileri olduğu vechile ecnebiler daima +ahali-i mutia-i İslamiyyeyi iğva ve iğfale sai ve enva’-ı hiyel +ü desayis isti’malinden gayr-i halidir. Bazı müslümanlarımız +dahi bu iğfalata kapılarak yekdiğerine karşı ika’-ı zarar +etmekte ve ahiren gelecek mazarratın derecesini hesab ve +ta’yin eyleyememekte ve düşmanın bundan istifade ederek +bugün cümlesini mahv ü perişan eyleyeceğini teyakkun +edememektedirler. Bu halin İslamiyet’in mahvını intac eyleyeceğini +tahattur edemedikleri gibi bu hareketleriyle düşmanın +muvaffakiyetine hizmet etmekte olduklarını da anlayamamaktadırlar. +Her sahib-i akl ü iz’an edna bir mülahaza ile vukū’ bulan +kaffe-i harekatın bir desise-i ecnebiyye mahsulü olduğunu +ve bütün ecnebiler müslümanların aleyhinde yekdiğerine +hafiyyen ve celiyyen muavenet etmekte bulunduklarını görmemek +ve bunun netayic-i vahimesini anlamamak kabil değildir. +me’kulat ve melbusatta ve ifadat ve beyanat ve harekatta +taklid etmekte ve bunlardan muavenet ve müzaheret görmekte +ve ahali-i İslamiyye arasında ika’-ı şikak u fesad eyleyecek +beyanatta bulunmaktadırlar. +Ne olurdu bu gibi adamlar ahkam-ı diniyyeden olan teavün +ve tenasur kavaidine riayet ve aralarında vukūa gelmekte +olan niza’ ve şikakı bertaraf etmiş ola idiler. Efkar-ı +umumiyye-i İslamiyye te’sirat-ı hariciyye neticesi olarak +Meclis-i Meb’usan’da teşekkül eden fırkaların birbirine karşı +aldıkları vaz’iyetten fevkalade müteessir ve müteellimdir. +Hele müntahibler biz meb’usan-ı kiramı zarar-ı ammı +ye ve i’mar-ı Memalik-i Osmaniyye’yi tezyid edecek olan +Seyyid İdris’e gelince: Bunun ahval ve harekatı vaktiyle +size yazılmış ve bir kısmı evrak-ı havadisle neşredilmiş olduğundan +tafsilatına hacet yoktur. Yemen Kıt’ası mülk-i mevrus-ı +Osmanidir. Burada hakimiyet-i İslamiyye-i Osmaniyye +emsalinin bi-inayetillah taarruzundan masundur. +Seyyid Dahyani el-Kasımi’ye gelince: Bunun kaffe-i +bilad ve kılaı ve hatta Ümm-i Leyla namındaki hısn-ı hasini +zabtedilmiş ve kendisi Asir’e firar eylemiştir. +HABEŞISTAN MÜSLÜMANLARI +Mesafenin uzaklığı muvasalatın suubeti sebebiyle Habeşistan’daki +müslüman kardeşlerimizin ahvalinden hemen +bi-haber kalmışız; Habeşistan’ın ahvaline nizamatına usul-i +san Efendi’nin burada bulunmasından bil-istifade el-Hilal +muharriri muma-ileyhin ma’lumatına müracaat ile atideki +ma’lumatı istihsal etmiştir. İşbu ma’lumattan Habeşistan +müslümanlarının ahvaline kari’lerimizin bir dereceye kadar +vukūf hasıl edeceğini me’mul ederiz. +* * * +Habeşistan üç kısma münkasemdir. +Kısım İkinci Menelik’in maskat-ı re’si ve Habeşistan’ın +makarr-ı idaresi “Emhara”dır; . Kısım “Cala” . Kısım +“Necra”dır. +tiyan valiler vardır. +Müslüman valilerin birisi es-Sultan Muhammed Davud +Ebu-Cafar’dır. Bunun makarr-ı hükumeti Cala kısmında +kain Cama’dır. İşbu sultan yakın bir zamana kadar istiklal ve +hürriyet-i tammeye malik idi. Ahiren Habeşistan’a inkıyada +mecbur edildi ise de şimdiye kadar hakim olduğu vilayetin +umur-ı dahiliyyesine müteallik hususatta tasarrufat-ı mutlakayı +haiz bir çok imtiyazatı hala bakīdir. +ahalisinin cümlesi müslümandır. Bu memleketlerde akıl +dirayet ve salabet-i iman ve diyanet ile ma’ruf birçok ulema +ve mütefekkirin-i İslamiyye vardır. Kuvve-i harbiyyesi +bin mukatildir. Bunların bini Menelik’in bini de kendisinindir. +Adisababa’ya vergisini vermek üzere gelir ve bir ay Ababa’da +ve sair valilere nazaran pek muhterem ve ali makamı vardır. +altın haşalarla müzeyyen olan birçok at ve esterlerden ve +evani-i zehebiyyeden başka bin kıyye altındır. +Diğer iki müslüman vali Emhara kısmında ikamet ederler. +Bunlardan birisi Deva Valisi Deccac Ahmed’dir. Bunun +hakim olduğu vilayet ahalisi umumen müslüman olup içlerinde +bir hıristiyan bile yoktur. +birçok salihin olup Mısır’daki Cami’-i Ezher gibi medarisde +tahsil-i ulum için bütün Habeşistan ahali-i müslimesi her taraftan +bu vilayete gelirler. +Müslümanlardan Habeşistan’da bulunan üçüncü vali +Heleboko Vilayeti’nin hakimi bulunan Deccac Bro nam +zattır. İşbu vilayet ahalisi müslim ile hıristiyandan ibaret ise +de müslümanların adedi daha ziyadedir. Vali-i muma-ileyh +dindarlıkla ve ulemaya fevka’l-had muhabbet ve i’tibar ile +meşhur ve ma’ruftur. Ulemaya pekçok iltifat ve ikram eder +ve ulemanın terfih-i halleri için arazisinden birçok vasi’ ve +mahsuldar yerlerini ulemaya sarfolunmak üzere vakfetmiş +bir zattır. Kuvve-i harbiyyesi yetmiş bin askerden ibarettir. +Hıristiyan valilerin taht-ı idaresinde bulunan diğer vilayetlerin +bir kısmı sırf hıristiyan Habeşilerle ve diğer kısımları +da müslüman ve hıristiyanlarla meskundur. +Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının iş’arı üzerine +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Telgraf Ajansı’na tebliğ edilmiştir: +Haziran’ın ’inci günü sabahı düşmanın +bir alay piyadesiyle bir mitralyöz müfrezesi Seyyidsaid Tepesi’nden +sahil-i bahrı ta’kīben mezkur tepenin takriben beş +kilometre şarkında vakı’ Seyyidali Tepesi’ne doğru ilerlemiş +ve mezkur tepeye İtalya bayrağını rekz ile oraları da işgal +eylemiş ise de düşmanın Seyyidsaid’de icra ettiği şiddetli +top ateşine rağmen muhariblerimiz tarafından vukū’ bulan +hücum-ı dilirane üzerine düşman rekz ettiği bayrağı indirerek +Seyyidsaid’e kadar mecbur-ı ric’at olmuştur. Düşmanın +külliyetli telefatı vardır. Şehid ve mecruhinimizin mikdarı henüz +ma’lum değilse de lehü’l-hamd pek azdır. +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Telgraf +Ajansı’na tebliğ edilmiştir: “Haziran’ın ’ünde Seyyid +müfrezemize ateş etmiş ise de edilen mukabele üzerine eşkıya-yı +merkūme tenkil edilmiştir. Bu musademede eşkıya +top isti’mal etmiş iseler de iki kıt’a topları isti’malden iskat +edilmiştir. Mütemerrid bulunan Batariye Kabilesi dehalet +etti. Beni Beşir’den daha dört karye taleb-i eman etmiştir.” +Bağdad’da münteşir +er-Riyaz gazetesinde okunduğuna göre Basra Şiilerinin +himmetiyle İslami bir mekteb-i alinin te’sisine mübaşeret +olunmuştur. Bu müessesenin te’sisiyle içinde lazım olan +muallimin ve alat ü edevatının istikmali için Basra’daki Şiiyyü’l-mezheblerin +alimi Şeyh İbrahim hazretlerinin riyaseti +tahtında bir encümen teşekkül etmiş ve yine Basra’daki ileri +gelen Şiilerden Musa el-Atıyye tarafından müesseseye sarfolunmak +üzere mebaliğ-ı külliyye ihda olunmuştur. +Müslümanlar aleyhinde +entrika çevirmekten bir an hali kalmayan Yunanlılar ahiren +Kıbrıs’taki fecayia sebebiyet vererek birçok müslüman +ma’sumlarının kanını akıtmışlardır. Müslümanların +ma’sumiyeti İngilizlerce tebeyyün etmiş olmakla beraber +mes’eleyi kemal-i bi-tarafi ile tahkīk ve tedkīk etmek üzere +Londra’dan bir hey’et-i tahkīkıyyenin Kıbrıs’a i’zamına karar +verildiği gibi aynı zamanda ihlale uğrayan asayişin iadesi +zımnında da Mısır’daki İngiliz asakirinden yüz neferin Kıbrıs’a +Londra’ya muvasalat eden hidiv-i +Mısır “Windsor Castle”da İngiliz kral ve kraliçesine üç +gün misafir olarak şerefine müteaddid ziyafetler keşide edilmiş +ve Londra Osmanlı sefiri de mezkur ziyafetlere da’vet +olunmuştur. +Kahire matbuatında +okunduğuna nazaran Mısır’da müstahdem İtalyan polisler +tarafından hidiv Lord Kitchener reis-i nüzzarın hayatlarına +hatime çekmek üzere teşekkül eden bir cem’iyet-i hafiyye +keşfedilmiş ve Nasyonalistlere mensub üç genç tevkīf +olunmuştur. +Bu babda Mısır müddei-i umumisiyle dahiliye müsteşarı +Kahire Emniyet-i Umumiyyesi müdirinden mürekkeb bir +komisyon teşekkül edip tahkīkata faaliyetle devam olunmaktadır. +Tevkīf olunanların mesakini taharri edilip birçok +evrak ve mekatib dahi elde edilmiştir. Etrafa dahi tahkīkat-ı +hafiyye icrası için me’murin-i mahsusa i’zam olunmuş ve +bu mes’ele gereği gibi hükumet-i Mısriyyeyi işgale vesile olmuştur. +Bize kalırsa Mısır Nasyonalistlerinin Osmanlı-İtalya +Muharebesi’nde İtalyanlar aleyhinde ittihaz ettikleri +vaz’iyetten memnun olmayan Mısır’daki İtalyan polisleri +tarafından mes’ele intikam için tertib ve tasni’ olunmuş +olsa gerektir. Çünkü hidiv ile Lord Kitchener’ın Mısır’da bulunmadıkları +bir sırada Mısır Nasyonalistleri böyle bir vahi +fiile iştirak etmeyecekleri bedihidir. +Lenkeran kazası dahilinde iki +yüz Şahseven bir Rus hudud karakolunu muhasara etmişler +ve şiddetli bir müsademeden sonra hücum def’ edilmiştir. +Rus asakirinden biri telef ve diğer biri mecruh olmuştur. +Musademat esnasında Şahsevenler’in duçar oldukları zayiat +mikdarı mechuldür. +Şahsevenler’in Ruslar +aleyhine kıyamla onlara karşı vatanlarını müdafaa edip +mukatelata teşebbüs eylemeleri keyfiyeti –Rus tarafdarı +o­ +lan– İran kabine-i hazırası tarafından şiddetle takbih edilmiş +germi ile müsademata devam ile Ruslara hemen her gün +telefat vermektedirler. +Rusların Tebriz’deki +son vaz’iyet ve mezalimlerinden firar ile Dersaadet’e gelen +Tebriz mücahidleri tekrar İran’a gidip Şahsevenler’le beraber +Ruslara karşı vatanlarını müdafaaya karar vermişlerdir. +Kirmanşah’da mağlub +olan Salarüddevle Muhammere’de bulunup büyük bir +nüfuz-ı kuvvete malik olan “Serdar-ı İran Erfa”ın nezdine +gelerek istimdad talebinde bulunduğu rivayet olunmuştur. +ler’den hoşnud olmayan Serdar Erfa’ henüz Salarüddevle’ye +muavenet edip etmeyeceğine dair bir vaad olunmamıştır. +Haziran-ı efrencinin yirmi birinden beri Fas ahvali yine +kesb-i vehamet etmiş ve ahali ve kabailin heyecanı artmaya +başlamıştır. Galavi’nin Mulay Hafiz tarafından vali ta’yin +olunduğuna dair olan fermanın kıraetinden sonra ahali Avrupalılara +karşı ibraz-ı gayz u husumete ve ecnebilere taşlarla +hücuma başlamışlardır. Mülazım Heining’in kumandası +altında bulunan yerli asakir tarafından galeyanın teskinine +muvaffakiyet elvermiştir! Sultanlık da’vasında bulunan zat +kendi tarafdaranıyla beraber sabık Marakeş valisinin tarafını +hasmaneye devam eylemektedir. Ceneral Guro ve Ceneral +Dalbiez’ye kabail-i asiyye tarafından arz-ı mutavaat ve +beyza’ya gitmiştir. +Tunus’ta Times gazetesine +harb-i örfi tarafından geçen Teşrin-i Sani-i efrenci ayında +vukū’ bulan harekat-ı ihtilaliyyenin müşevviklerinin muhakemesi +müstantıklar tarafından zabtedilmişti. Muhakeme neticesinde +otuz beş kişinin ithamlarına karar verilmiştir ki bunların +yedisi i’dama diğerleri muhtelif habs ve pıranga cezalarına +mahkum edilmişlerdir. Habs cezalarına mahkum olanlardan +biri müebbed küreğe diğeri de yirmi senelik pırangaya +mahkum olmuşlardır. Otuz altı kişinin de ma’sumiyetleri tahakkuk +ettiğinden tahliyelerine karar verilmiştir. +Kalküta’da münteşir Farisi “ Hablü’l­ +Me­ +tin ” gazetesinde okunduğuna nazaran Hindistan’ın +“Lek­ +nehu” şehrindeki Şiiyyü’l-mezheb Hindlilerin komitesi +bütün Hindistan’daki Şiileri büyük bir konferansa iştirak +mezkur kongre ahiren in’ıkad ederek Rusya’nın Meşhed +dıman ettiğinden dolayı alenen ızhar-ı nefret eyleyip mukarrerat-ı +atiyyenin ittihazına karar vermişlerdir: +Rusya’nın Meşhed’de bulundurmakta olduğu asakirin +geri aldırılmasına +Bombardıman esnasında hasara uğrayan imamın +mezarının Ruslar tarafından ta’mir ve termimine +Rusya’nın İran’da harekat-ı zalimane ve mütecavizanesinin +tahdidine +Baladaki metaliblerinin is’afı zımnında Hindistan başvalisi +vasıtasıyla İngiltere hükumeti nezdinde müracaat-ı resmiyyede +bulunulmasına +Mezarın bombardıman edildiği Rebiussani ayında +her sene matem icrasıyla Rus mezaliminin tezkar ve tekrar +edilmesine +Baladaki mukarrerat ekseriyet-i mutlaka ile kabul edilmiş +ve icra-yı icabına tevessül olunmuştur. +Farisi Hablü’l-Metin +gazetesinde okunduğuna nazaran geçen Cu­ +madessani ayının on beşinde İran Hilal-i Ahmer hey’eti Kalküta’da +kain Medical Külcher Caddesi’nde İranilerin en ileri +gelen fuzalasından Gulam Hüseyin Arif hazretlerinin riyaseti +altında in’ıkad edip mukarrerat-ı atiyyenin ittihazına karar +verilmiştir: +Meydan-ı harbde Afrika-yı Osmani bulunan mücahidin-i +Doktor Abdullah el-Me’mun es-Sühreverdi’nin reis olarak +ta’yinine +Hey’ete lazım olan alat ü edevat ile eczaların mübayaasıyla +Hey’etin salimen meydan-ı harbe muvasaleti için İngiltere +hükumeti tarafından icab eden tedabirin ittihazı zımnında +Hindistan hükumetine müracaat olunmasına. +TEFSIR-I ŞERIF + +---- +. . +---- + +Tercümesi +“İkindiye kasem ederim ki insan muhakkak ziyandadır. +Ancak imanı olan kimselerle a’mal-i salihada bulunanlar; +bir de birbirlerine hakkı tavsiye edenler birbirlerine sabrı +tavsiye edenler ziyanda değildir.” +* * * +Kitabullah’ın her suresi her ayeti tasavvurların fevkinde +beliğ olmakla beraber bu parçalardan bir kısmı diğerinden +daha yüksek bir seviye-i belagattadır. Seyyid Şerif: +! +diyor. Yani “Hakim-i Zülcelal’in kelamında bile -ki vahy-i +münzeldir- nasıl olur da Tebbet Suresi +ayetine +muadil olabilir!” +gelen bir harika-i nazımdır. +“Kur’an namına yalnız bu sure nazil olsaydı bizim için +kafi idi. Evet insanlar bu sureyi ihata edebilselerdi başkasına +hacet kalmazdı.” dermiş. +Ashab-ı kiram efendilerimizin ikisi bir yere geldi mi biri +diğerine bu sureyi okumadan o da evvelkine selam vermeden +ayrılmazlarmış. +Sahabenin şu adeti teberrük içindir zannedenler yanılıyorlar. +Zira onların bu sure-i güzini okumaktan maksadları +yı karşısındakinin hatırına getirmek idi. +Ta ki arkadaşında bir vasiyet-i hayr varsa kendisine celbedebilsin. +Asr ya zamanın ma’lum olan bir cüz’üdür ki o da mütekellimin +rin adediyle takdir olunsun da mesela yüz yıl densin isterse +hiç mikdarı ta’yin edilmesin. Yahud öğle ile akşam arasındaki +vakt-i ma’rufdur. Burada iki ma’nadan hangisi ihtiyar +olunsa doğrudur. Çünkü her ikisi nezd-i ilahide cay-ı kasem +olabilir. +Ve’d-Duha Suresi’ni tefsir ederken de söylemiştik alem-i +hilkatteki eşyadan yahud şüun-ı kainattan birine yemin etmek +Kur’an-ı Kerim’de cari olan adetullah muktezasıdır. +Bundaki maksad ise o kasem olunan şeye ezelde mevdu’ +hikmeti insanlara ihtar etmektir; ta ki ondan bir nev’i şer +tevehhüm edilmiş ise tashih-i i’tikad olunsun. +Mesela insanlar bulundukları asrı daima zemmederler; +kendi kusurlarını hep o biçarenin boynuna yüklerler! Bütün +evsaf-ı kerimeyi de yetişemedikleri asırlarla beraber gitmiş +sanırlar. +Hak tarafından asrın namına kasem edilmesiyle meydana +çıkıveriyor. +Demek kabahat asırda değil asrı hüsn-i isti’mal edemeyen +Asr’a “ikindi” ma’nasını verirsek yine aynı netice çıkar. +Zira vaktiyle Arapların işsiz takımı gündüzün bu devresini +pek faidesiz şeylerle geçirmek mu’tadında oldukları +cağı vehmi yerleşmişti. +Artık yeri gökleri yaratan Allahu Zü’l-celal tutar da bu +zamana kasem ederse kadri ne derecelerde yüksek olacağı +derhal anlaşılır. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Husr “dalal helak noksan” ma’nalarınadır. Evet sure-i +celilede istisna edilenlerin haricinde ne kadar insan varsa +hepsi hüsran içindedir. +Evvela imanı ele alalım bakalım; bu feyizden nasibi olmayanların +hüsrandan azade kalması mümkün mü imiş +değil mi imiş: +Vakıa insanların esbab-ı saadet bildikleri vesaiti elde +edenler için –dinsizlere göre zaten bu hayatın maba’di olmadığından– +hüsran yoktur gibi gelir; ama azıcık düşünülürse +hakīkatin büsbütün başka olduğu görülür. +Çünkü insan yalnız müessirat-ı tabiiyyeye karşı cismaniyetini +barındırmak ihtiyacında değildir. Ma’neviyatını hücum-ı +te hisseder. Zira elbette insan hayvan gibi olamaz. +Şimdi biraz da Dini Felsefi Musahabeler ’in maalesef +leyelim. Bakınız imandan nasib alamayanları nasıl tasvir +ediyor: +“Dinsiz bir adam gayet karanlık bir gecede fırtınaya tutulmuş +yelkensiz dümensiz safrasız gemi gibi bu umman-ı +havadisin emvac-ı müdhişesi arasında çalkanır durur. Nihayet +sahil-i selamete ermeden dehşetli bir kayaya çarpıp +parça parça olur. +Eğer dinsiz olmak ezvak-ı mümkine-i beşeriyyeden istenildiği +kadar nasib almak maksadına müstenid ise emin olmalı +ki Cenab-ı Hak asla buna meydan vermez; su’-i i’tikad +ashabının dimağından isti’dad-ı telezzüz hassasını derhal +nez’ eder. +Din gittiği dakīkada insanın gözüne bir siyah gözlük takılır; +dünya insanın nazarında bir zindan-ı bela kesilir; bütün +mevcudatı simsiyah görmeye başlar. +Afak bir kemend-i ateşin gibi boğazına geçmek için +dakīka be dakīka darlaşır. Kalb her türlü mezaya-yı insaniyyeden +tearri eder. +Dinsiz ailesi efradına kendisini me’kel ittihaz etmiş bir +alay mahlukat-ı muzırra nazarıyle bakar; beni nev’ine karşı +hiç bir muhabbet hiç bir şefkat hissetmez.. Buhran-ı küfr ü +Nevmi azab yakazası endişe-i bi-hesab olur. Kuşların +negamat-ı can-fezası gıriv-i matem ezhar-ı nevbaharın hande-i +Nereye baksa çin-i cebin la’n ü nefrin görür. Bütün mevcudatın +kendisine diş gıcırdatmakta olduğuna hükmeder. +nazarında bir levha-i matemi-reng-i bela kesilir. Onun için +fazilet bir lafz-ı bi-ma’na; vicdan kayd-ı tahzir-i büleha; muhabbet +bir maraz; şefkat ukūl-ı kasıra mahsusatından vehmi +bir arazdır. +Din gidince bünyan-ı fezail yıkılır; hissiyat-ı mübeccele +namına kalbde dimağda ne varsa hepsi birer birer çekilir. +Saha-i kalb bomboş tamtakır kalır. O sahayı tenvir eden ne +kadar şu’le varsa hepsi söner. Onun yerine payanı olmayan +bir meydan; göz gözü görmeyen bir zindan kaim olur. O zindanın +her tarafından mübhem muvahhiş müdhiş sadalar +aksetmeye başlar. +hennemdir. Orada insanın dimağına istila eden efkar-ı müd­ +hişe-i muzlime de o cehennemin ateşin taziyaneli zebanileridir. +Cenab-ı Hak dinsizlere azab-ı ekberin nümunesini +burada bu suretle gösterir. +Bu buhran-ı akli ve asabinin neticesi ne olmak lazım geleceği +herkesin ma’lumudur...” +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKĪKAT +“Müteakıben kızları imana geldiler. Amcası oğlu Ali de +onlara iltihak etti. Ali on yaşında bir çocuk idi. Bir kaht senesinde +amcasının bar-ı maişetini tahfif için onu kendi evine +almıştı. Bunu müteakıben köle Zeyd geldi. Zeyd hala köle +miydi yoksa Muhammed azad edip evlad etmiş miydi burası +layıkıyla ma’lum değildir.” +Keraim-i seniyyenin iman etmelerini zikretmek zaiddir. +Onlar zaten peder-i zi-şanları terbiyesi tahtında yaşamakta +oldukları cihetle putlara tapmış değillerdi. Risalet haberini +tasdikte tereddüd etmeyecekleri de emr-i aşikardır. Binaberin +ekser-i kütüb-i siyerde husus-ı mezkur meskutün-anh +bırakılmış dine da’vet buyuruldukları beyan edilmemiştir. +tezevvüc etmiş olup diğerleri hep sağīre idi. Hatta Hazret-i +Fatıma ra henüz dünyaya gelmişti. Müşarun-ileyhinne +hazeratının menakıb-ı aliyyeleri cild-i evvelde icmal olunmuştur. +Hazret-i Ali kerremallahu vechehu Efendimiz’in de hane-i +saadet-aşiyane-i peygamberide terbiye görerek ibadet-i +asnamdan masun kaldıkları halde kabul-i İslamiyyet’leri +mevzu’-ı bahs oluyor. Çünkü sinn-i büluğa ermeyen çocuk +pederine tabi’ addolunur. Müşarun-ileyhin pederi Ebu Talib +kendisinin Din-i Hakk’a da’vet buyurulup icabet eylediğini +ulema-yı siyer tasrih ediyorlar. +Hazret-i Ali Efendimiz’in suret-i ihtidaları da şayan-ı tezkardır. +Şöyle ki: Suretü’l-Müddessir’in balada mezkur evaili +şeref-nüzul ederek Sultan-ı Enbiya Efendimiz hazretlerine +mansıb-ı risalet ihsan ü inayet buyurulan Pazartesi günü akşam +vaktine doğru zevce-i mükerremeleri Hazret-i Hadice +yanlarına gelip hıtam-ı salat akībinde istifsar-ı keyfiyyet eyledi. +Cevaben; “Bu ibadet Cenab-ı Hakk’ın Zat-ı Uluhiyyeti +buyurduğu Din-i Hakk’ın ahkam-ı celilesi cümlesindendir. +Ya Ali! Seni de şerik ve şebihten mukaddes olan Ma’bud-ı +Zü’l-Celali’mize ibadet ve Lat ve Uzza gibi alihe-i batılaya +perestişten tevakkī ve münacebet etmeye da’vet ederim.” +buyuruldu. Ali ra: “Bu da’veti henüz işitmiş olduğumdan +müsaade buyurun da biraz düşüneyim bir kere de pederimle +yır! Bu sırrı kimseye açmaya izin vermem! Eğer muvafakat +etmezsen bari ketmeyle” buyurdular. Hazret-i Ali o gece +kendi kendine mülahaza ve tefekkür sayesinde mazhar-ı hidayet +olup ertesi Salı günü tekrar huzur-ı Risalet-penahi’ye +duhul ile saadet-i ezeliyyesini ibraz etti ve bu hal ü hareketini +bir müddet gizli tuttu. Pederi muttali’ olup sebat etmesine +muvafakat ettikten sonra i’lan eyledi. Hazret-i müşarun-ileyh +bu sırada sinn-i temyize baliğ olmuştu ki bu sinde bulunan +sabinin iman ve İslam’ı ittifakan sahihtir. Ama sinn-i büluğa +vasıl olmadıkça terk-i iman sebebiyle muahaze olunmaz. +Rivayet olunduğuna göre Ebu Talib bir gün mahdumunu +Resul-i Ekrem hazretleriyle namaz kılarken görüp kendisine: +“Bu ne haldir?” demiş Ali hazretleri de: “Başka bir +şey değil! Ben Cenab-ı Bari’ye ve Nebiyy-i Zi-şanı’na iman +ettim. İbadette de kendisine iştirak ediyorum.” cevabını +vermiş olmağla pederi: “Pekala! Demek seni hayr-ı azime +delalet etmiş; iktidada devam et!” diye takdir ve tahsin etmiş +Efendimiz’in sağ canibinde salat ederken gördükde diger +oğlu Cenab-ı Ca’fer’e hıtaben: “Ne durursun sen de amca-zadenin +diğer canibini vasl eyle!” demişti. Ca’fer ra da +pek ziyade müştak bulunduğu Din-i Hakk’ı kabul ile Resul-i +Ekrem’in sol canibine kavuştu eda-yı salata müsaraat etti. +Maamafih Ebu Talib hazretleri: “Birader-zademin söylediği +sözlerin hak olduğunu biliyorum. Eğer Kureyş kadınları beni +ta’yib edecek olmasalardı ben de kendisine mütabaat ederim.” +diyerek din-i kadimi olan putperestlikten ayrılmaya +muvaffak olamamıştır. +Dozy’nin “Köle Zeyd” dediği zat Kur’an-ı Kerim ’de ism-i +şerifi mezkur Zeyd bin Harise radıyallahu anhdır. Müşarun-ileyh +küçük yaşında validesiyle beraber Beni Tayy kabilesinden +bulunan dayılarını ziyarete giderken gasb olunarak +Suk-ı Ukaz’da bey’ ve Cenab-ı Hadice’nin birader-zadesi +Hakim bin Hizam ra tarafından iştira ve müşarun-ileyhaya +de Hadice Validemiz onu Risalet-penah Efendimiz’e hibe +eyledi. Efendimiz de kabul ile der-akab azad zeki ve zarif +bir gulam olmasına mebni kendisini evlad ittihaz buyurdu. +Hengam-ı bi’set-i mübarekede Hazret-i Ali Efendimiz’in tasdik-ı +risalete müsaraati üzerine almış bulunduğu terbiye-i +hasene sayesinde Cenab-ı Zeyd bila-da’vet tasdika mübaderet +etmişti. Burası ca-yı tereddüd olmadığı gibi Dozy’nin +tereddüdüne rağmen kıssa-i i’takın kable’n-nübüvve vukūu +da mahall-i iştibah değildir. +olmağla kable’l-İslam cari olan usul-i Araba tevfikan Hicr-i +Ka’be’de müctemi’ bulunan ekabir-i Kureyş’in işhad oldukları +bir vak’a-i ma’lumedir. +– Cenab-ı Zeyd’in gaybubetinden sonra pederi +Harise firakıyla müteessir olarak hayli eş’ar inşad etmiş +ve pek çok ağlamış idi. Muahharan oğlunun nezd-i Risalet-penahi’de +olduğunu istihbar edip biraderi Ka’b’ı istishabla +Mekke��ye gitmiş ve hane-i saadette oğlu ile buluşmuş +Müteakıben fidye verip tahlisi için istirhamda bulunması +üzerine Resul-i Ekrem hazretleri; “Fidye vermenize hacet +yok. Ben kendisini muhayyer bırakıyorum. Eğer sizi isterse +beraber gidiniz; beni tercih edip de burada kalmak isterse +bütün dünyayı verecek olsanız kabul etmem” buyurdular. +Bu sözü işitince onlar pek sevindiler. Fakat lede’t-tahyir +Zeyd’in gözleri sulanıp Resul-i Ekrem’e hitaben: “Ben sizin +üzerinize hiç kimseyi tercih edemem. Benim babam da siz +amcam da sizsiniz..” demesi üzerine hayrette kaldılar. Fikrini +tahvil için müteessir edecek ne söyledilerse faidesini göremediler. +Binaenaleyh mezburların hatırlarını tatyib için Cenab-ı +Risalet-meab Zeyd’i yanına alarak mahfil-i Kureyş’e isal ile +kendisini oğul ittihaz ettiğini bir daha i’lan buyurdu. Harise +HEGEL’IN MAKALESI MÜNASEBETIYLE +“TEALLÜM-I NEBI” İDDIASINA REDDIYE +– – +mıştı. Hatta bu Bahira ve Nastura nam rahibleri bazı ulema +ashabdan saymışlar fakat esah olan ashab-ı Resul’den addedilmemeleridir. +Çünkü ashab; +diye ta’rif olunur ki bir kimsenin ashabdan ma’dud +olmasıyçün mü’min olduğu halde Peygamber’i görmesi +yahud –a’malarda dahil olmak için– Peygamber’in onu +görmesi lazımdır ve imanında sabit olarak vefat etmesi de +sahabetin şeraitindendir. Halbuki bu muhterem rahibler +bi’sete erişmemişler Şeriat-i Ahmediyye ile mükellef olamamışlardır. +Bizce onlar ehl-i fetretin naci kısmına dahil mü’min +ve muvahhidlerdir. Fakat yine inkar edilemez ki nail oldukları +şeref ve saadet az değildir. Allah onlara rahmet eylesin. +* * * +Görülüyor ki burada daha ta’lim ve teallüm namıyla hiçbir +rivayet mevcud değildir. Teallüm olmadığını biz Bahirames’elesinde +olduğu gibi bunda dahi biraz muhakeme ile +tedkīk-ı mes’ele ederek anlarız: +Bahira’ya halef olan bu Nastura vefat eden Bahira’nın +şakirdi veya şeriki olmak ihtimali yok değildir. Çünkü evvelleri +şimdiki gibi mükemmel müesseseler her yerde daru’l-maarifler +bulunmadığı için hacenin vefatında oğlu varsa +oğluna yok ise veya ehil değilse yine o medreseden veya +kiliseden yetişen diğer birine o vazife tevdi’ olunurdu. Bu +usule şimdi bile riayet edildiği vardır. +Cenab-ı Peygamber’in Bahira ile mülakata müncer olan +evvelki seyahati ile bu seyahatleri arasında on üç senelik +bir zaman geçmiş idi. Bahira’nın ne zaman vefat ettiğini +bilmiyoruz. Yalnız Nastura ve Bahira’nın şakirdi veya şeriki +olmak suretlerinde kat’i bir surette şu neticeye dest-res +oluruz ki; Bahira Hazret-i Peygamber’e mülakī olduğunu +Nastura’ya herhalde söylemiştir. Çünkü nebiyy-i muntazara +mülakat hadise-i azimedir. Nastura dahi o merak ile daima +tedkīkat ve taharriyatta bulunurdu. Nihayet arzu ettiği şerefe +nail oldu. +Yok eğer Nastura Bahira’yı görmediyse yani ikisi görüşemeyip +Bahira’nın vefatıyla Nastura ahar mahalden +celb olunduysa o vakit deriz ki; Bahira nasıl istidlal ettiyse +Nastura dahi öylece istidlal etmiştir. Çünkü Kütüb-i Mukaddese’de +ba-husus İncil -i Şerif’te bir peygamberin ba’s olunacağı +mübeşşer ve o peygamberin evsaf ve alamatı mübeyyen +Kervan halkı yanlarında olmakla beraber Hazret-i +Hadice’nin tenbihiyle Meysere ve Huzeyme dahi Cenab-ı +Peygamber’in yanından ayrılmamışlardır. Keza Cenab-ı +Peygamber’in amcaları Hazret-i Peygamber’e göz kulak olmaları +rından Cenab-ı Peygamber’in –bil-farz– gaybubetini herkes +görecekti. Aramaya başlayacaklar bir telaş olacak ve bu +Mekke’de şayi’ olacaktı. +Ticaret için ba-husus diğer bir kimsenin emvalini satıp +ticaretinde iştirak maksadıyla yola çıkan bir zat işini gücünü +terkedip de “teallüm” ile uğraşması baidü’l-ihtimaldir. Hem +de Cenab-ı Peygamber’in sadakati buna mani’dir. Deruhte +ettiği vazifeyi ifa etmemek başka şeylerle meşgūl olmak +emaneti yerine getirmemek demektir. Halbuki ahde vefa +Arabların en büyük meziyetlerinden olduğu tarihlerle sabittir. +Hazret-i Hadice’nin Peygamber’e muahharan zevce +olması da vazifesini hüsn-i ifa ettiğine en büyük delildir. +Eğer orada bulundukları müddet Nastura ile baş başa vurup +da ders okumuş olsaydı Meysere Huzeyme elbette bunu +Hazret-i Hadice’ye söyleyeceklerdi. Hazret-i Hadice ra o +zaman zevceliğe iltifat değil verdiği sermayeyi bile geri alması +lazım gelirdi. +Başkasının emvali ile gittiği için pekçok kalmadıklarını +da anlarız. Çünkü aharın malını satmak için gidip de aylarla +orada kalmak bu da mümkün değildir. +Kütüb-i siyerle de sabittir ki bizim pek mevsuk kitaplarımızdandır. +Başka defalar yalnızca da Hazret-i Peygamber Busra’ya +gidip tahsil edemezdi. Çünkü Busra denilen mahal +Şam’ın kilometre cenubunda Kudüs’ün kilometre +şimal-i şarkīsinde kaindir. Busra ile Mekke arasında bin +küsur kilometre vardır ki yalnız bir adamın Mekke’den kalkıp +da Busra’ya gitmesi ihtimali yoktur. Çünkü yollar emin +değildi. Şimdi bile hüccac kafilelerle gitmek ve aylarla yol +yürümek ihtiyacından vareste olamazken o vakitler böyle +bir tasavvur haric ez-imkan olacağı tabiidir. +Hülasa kat’iyyen emin olmamalıdır ki bu ta’lim ve teallüm +mes’elesi Avrupalılar için o zamanki ahvalin hakayıkını +bilmeksizin iltizam olunmuş zaif bir da’va olup bu da’valarıyla +nazar-ı tarihde hiçbir hak kazanamazlar. O yoldaki +da’valar zunun ve evham hükmünde kalır ciddi adamlar +nezdinde lihaza-i ehemmiyyeti celbedemez. +MADDİYYUN VE MESLEKLERİ +−− +Hey’et-i ictimaiyye-i beşeriyyeye mazarrat-ı azimesi +derkar olan bu maddiyyun fikrinin zamanımız mütefelsiflerinin +zu’m-ı batılları gibi yeni bir şey olmadığına dair geçen +makalemizde muhtasaran bazı izahat vermiştik. Şimdi de bu +ciheti daha etraflı bir surette izah etmek isteriz. Bu hususta +gani Şeyh Muhammed Abduh Gazzali Fahreddin Razi +bu babda te’lif olunan asar-ı fazılanedir. +Tedkīkat-ı tarihiyye isbat ediyor ki; Yunan hükeması kable’l-Milad +üçüncü ve üördüncü asırlar’da iki fırkaya ayrılmışlardı. +Bunlardan birisi; –kainatı idare etmek için– levahık ve +avarız-ı cismaniyyeden münezzeh levaziminde mahsusata +muhalif madde ve müddetten mücerred bir zatın vücuduna +kail idi. Bu fırkaya göre; mevcudat-ı maddiyye ve mücerredenin +kaffesi bir mevcud-ı mücerrede müntehi ve o mevcud-ı +mücerred her cihetten vahdet ile muttasıf zatı te’lif ve +terkibden müberra zatında terkib tasavvuru aklen muhal +vücudu hakīkatinin aynı hakīkati de vücudundan başka bir +şey değildi. Binaenaleyh kainatın mübdii mucid-i hakīkīsi +masdar-ı evveli bu idi. Bu fırka hukema-i “müteellihin” uluhiyeti +kabul eden hükema diye şöhret bulmuştur. +Bu fırkanın başlıca rüesası şunlar idi: Pythagoras Sokrates +Platon Aristoteles. +maada ne varsa hepsini nefy ederek mevcudatın havass-ı +hams ile görülen şeylere mahsus olup bundan ileri geçmeyeceğine +kail oldular. Bundan dolayı bunlara “maddiyyun” +namı verildi. Bunlar kainatta madde ve maddiyattan başka +bir şey olmadığına kail olmaları ve binaenaleyh Sani’-i +Teala’yı inkar etmeleriyle beraber diğer bir cihet vardı ki +bunları hakīkaten düşündürüyordu o da maddelerin zahir +ve hassalarındaki ihtilaf! +Şimdi de bu cihete atf-ı nazar ettiler. Bu ihtilafın menşeini +aramaya başladılar. Pek çok tefekkürden sonra bunların +kudeması bu ihtilafın menşeini tabiata nisbet ettiler. Binaen­ +aleyh maddenin zahirinde hassasında ru-nüma olan bu kadar +Fransızlar indinde “naturalisme” yahud “materialisme” diye +şöhret bulmuştur. Birincisi tabiiyyun ikincisi maddiyyun demektir. +Bu fırka marru’z-zikr usule i’timad ettikten sonra bu kadar +kevakibin mevalid-i selasenin –ma’deniyat hayvanat +nebatat– ne suretle vücud bulduğunu tedkīk ve bu hususta +muhtelif fikirlere ayrıldılar. +Bunlardan bazıları dediler ki: “Bu feza-yı na-mütenahiyi +hede etmekte olduğumuz intizam-ı bedi’ üzere bulunması +ancak bir ittifak bir tesadüf neticesidir. Bunların +cümlesi tesadüfi olarak vücuda gelivermiştir. Yoksa –mütedeyyinlerin +dediği gibi– bir Vacibü’l-Vücud’un eser-i kudreti +değildir. Binaenaleyh nizam ve intizam üzere müşahede etmekte +olduğumuz kainat için bir mucid bir mübdi’ taharri +etmeye lüzum yoktur.” +Bunların fikirlerindeki za’fiyet fehimlerindeki sehafet +butlanı pek zahir olan bu varta-i helake yuvarladı. Zira bu +fikre zahib olmak için tercih bila-müreccahı tecviz etmek +lazımdır. Halbuki tercih bila-müreccah muhalat-ı evveliyyedendir. +Bu mezhebin reisi Democrates’tır. +Diğer bir fırka da şöyle düşünüyordu: “Ecram-ı semaviyye +ve arzıyyenin bu hey’et üzere vücudu ezelidir. Silsile-i +nebatat ve hayvanat için bir ibtida olmadığı gibi bir nihayet +de mutasavver değildir. Böyle gelmiş böyle devam edip gidecektir.” +Çünkü bu fırka hikmetlerini yeni esas üzerine bina +ediyorlar idi. Biri ademden hiçbir şeyin zuhur etmeyeceği +diğeri de kainatın tanzimi için bir illet-i nazımenin lüzumu. +Birinci esasın neticesi olarak diyorlardı ki: “Kainatı terkib +eden anasır-ı mütenevvia ezelde mevcud idi.” İkinci esasın +neticesi olarak da; “Asl-ı kadimin vücudu anasır-ı muhtelifeyi +terkib etmiştir.” diyorlar ve bu suretle “Kümun ve Büruz” +usulüne kail oluyorlardı. +Bu usule göre kaffe-i eşya asl-ı kadimin ibda’ ettiği cism-i +evvelde kamin gizli idi. Bilahare nevi’ ve sıfat ve mikdar +[ve] şekil i’tibariyle cism-i evvelden büruz zuhur eyledi. +Mesela; silsile-i nebatatı elimize alacak olursak görürüz ki +bir dane tohumda bir başak nebatat mündemic ve o neba­ +tatın her birisinde yine gizli bir tohum onda da bir başak +olup ila-gayri’n-nihaye devam edip gidiyor. +Bu usul nebatat hakkında tatbik olunduğu gibi silsile-i +hayvanata da tatbik olunuyordu. Mesela; cerasim-i hayvaniyyeden +her bir cürsumede tammü’t-terkib bir hayvan-ı +kamin olduğu gibi onda da başka cürsumeler ve yine bu +cürsumelerde hayvan-ı ahar vardı. İşte bu suretle bir daneden +bir başağın bir yumurtadan bir kuşun meydana gelmesi +hal-i kümundan hal-i büruza ta’bir-i ahar ile kuvveden +fiile çıkması demek idi. Eşyanın büruzdan kümuna çekilmesi +de maad idi. Binaenaleyh bu fırkanın zu’m-ı batıllarına +göre gerek nebatat ve gerek hayvanat için ne bidayet ve ne +de nihayet olmayıp ecram-ı semaviyye ve arzıyyenin kaffesi +ezeli ve ebedidir. Bir Mucid ve bir Halik-ı Zi-şan’dan +müstağnidir. Vücud-ı asli hiçbir vakit tegayyür kabul etmez. +Zahirdeki tehavvül ve tegayyür o vücud-ı gayr-i mütegayyir-i +aslinin terkib ve tefrikından ibarettir. Zira bir cisim +anasırında bulunmayan bir sıfatı ba’de’t-terkib haiz olabilir. +Şeker su ile fahmdan hasıl olmuştur. Halbuki halaveti +ne suda bulunur ne de fahmda. Bunlara tabiiyyun-ı cedide +namı verilmiştir. Empedokles Anaksagoras Democrates +Leucippus K.M tabiiyyun-ı cedidedendir. Tabi­ +hiyyü’l-butlan olmasında hiç şübhe yoktur. Çünkü böyle bir +fikre zahib olmak mikdar-ı mütenahi içinde makadir-i gayr-i +mütenahiyyenin bulunmasını tecviz etmek demektir. +Halbuki mütenahinin gayr-i mütenahiye zarf olması aklen +mantıkan muhaldir. +TA’LIM VE TERBİYE MES’ELESİ +Hazret-i Ali +Çocuklarına asil bir terbiye-i fikriyye verebilen bir millet +tanı bi-havf u endişe ahlafına terk ve tevdi’ edebilir. Nesl-i +atinin teali-i fikri ve ahlakīsini mühmel bırakan kavimler ise +evladlarını korkunç ve zalam-engiz bir uçuruma doğru salıvermiş +olurlar. Bit-tabi’ bu gençler kendileriyle beraber vatanı +da gayya-yı felaket ü izmihlale sürükler götürürler. +Hayat-ı milletle pek derinden alakadar olan ta’lim ve +terbiye mes’elesi zannederim hiçbir memlekette bizde olduğu +kadar ihmal edilmiş değildir. Düne kadar zir-i hakimiyyetimizde +yaşayan Bulgarlar bile muntazam mektepleri +müretteb programları muktedir ve usul-şinas muallimleriyle +yüzümüzü kızarttıracak harikalar terakkī ve tekamüller gösterdikleri +halde bizde el-an bir hareket-i müsmire müşahede +olunamamasını bilmem neye hamletmemelidir? Sille-i intibah-bahş-ı +zaman bile uruk ve a’sabımızı donduran lakaydiden +bizi ikaz edemiyor. +Ne yaman uyku! Ne havf-engiz gaflet!... +* * * +Ta’lim ve terbiye ne demektir? Çocuklarımızı nasıl ve ne +suretle terbiye edeceğiz? Onlara ne gibi şeyler okutacağız? +Bunları niçin okutacağız? Nasıl ve nerede okutacağız? Kimler +okutacak? Ta’lim ve tedrisden gaye ne olacak? +Çocuklarımızı ta’lim ve terbiyeye başlamadan evvel kendi +kendimize irad etmekliğimiz icab eden şu suallerin ecvibe-i +mukniasını bulmak ta’yin etmek çocuk cidal-gah-ı +maişete atılıncaya kadar muayyen olan bu istikametten inhiraf +etmemeye çalışmak icab eder. +Her milletin tarz-ı ictimaisi ile tarz-ı terbiyyesi arasında +yakın bir rabıta pek derin bir alaka vardır. +Terbiye ne esasa göre ta’kīb olunursa hayat-ı cem’iyyet +de tedricen o şekli alır. Yalnız bu noktanın düşünülmesi +ta’lim ve terbiyenin ehemmiyetini isbata kafidir. Bugün terbiye +edilen bir nesil yarın terbiye etmekle mükellef olacaktır. +Bugünkü çocuklar yarın mukadderat-ı milleti ellerine alacaklardır. +Şu halde biz bugün evladlarımızı ne suretle terbiye +edersek yarının o hale gireceğine hiç şübhe etmemelidir. +Ta’lim ve terbiye beşeriyet kadar kadim insanlar kadar +ma’ruz-ı tehavvüldür. Hatta pedagoji fenninin usul ve +kavaidini mübeyyin kitaplar henüz neşr ü te’lif edilmemiş +olduğu zamanlarda yani beşeriyetin edvar-ı evveliyyesinde +bile bil-fi’l ta’lim ve terbiyeye devam olunduğu şübhesizdir. +Her kavmin her ırkın en büyük mütefekkirlerinden en +sade-dil efradına kadar herkes kendi idrak ü ihtiyacatına +göre bir usul bir tarz dahilinde çocuklarını terbiye etmeye +çalışmışlardır. Hal-i vahşette puyan olan bedbaht yamyamlar +bile evladlarına adat ve teamülat-ı vahşiyyelerini öğretmek +anlatmak lüzumunu takdir etmişlerdir. Ebeveynin +tarz-ı hareketi çocuğun ahval-i ruhiyyesine pek derin te’sirat +bırakır. Pedagoji kavaidini tanzim ederken ebeveynin tarz ve +hareketleri behemehal nazar-ı i’tibara alınmalıdır. Aksi halde +usul ve kavaid-i terbiyye denilen şeyleri nereden istihrac +edebiliriz? +Usul mèthode bil-fi’l işe girişmiş olan zevatın ef’al ve +Bu usullerin çok kere bir gaye gözetilmeksizin ve belki +farkına varılmaksızın tatbik edilmiş oldukları şübhesizdir. +Fakat mütefekkirin bu münferid usulleri mütenevvi’ örf ve +an’aneleri tedkīk ve te’lif ederek “ta’lim ve terbiye” nam-ı +umumisi altında vasi’ bir fen te’sis edebilmişlerdir. +Ta’lim ve terbiye ile muvazzaf olan zat pedagoji fennine +vakıf olursa mesaisi daha ziyade semeredar olur. Fenn-i +terbiye esasatına vakıf olan bir pederin evladı şübhe yok ki +daha agūş-ı maderde büyük bir isti’dad-ı tekamül gösterebilir. +Nazariyat tatbikatla tetvic edilmedikçe parlak muvaffakıyetler +beklemek abestir. Herbart ve Pistaloji gibi ma’ruf +pedagoji alimleri aynı zamanda birer pratikçi birer muallim +etmiş ve bil-fi’l meşgūl bulundukları bu san’atın prensiplerini +ta’yine çalışmışlardı. +Fenn-i terbiye tecrübelerden yeni yeni hadiselerden +doğmuş örfler an’aneler üzerine müesses bulunmuştur. Şu +halde evvela vak’aları hadiseleri tedkīk etmek; teamülleri +örfleri an’aneleri toplamak ve neticede bunlara istinaden +usul ve kanunları vaz’a çalışmak iktiza eder. +Fenn-i terbiye hakkında öteden beri kabul ve tatbik edilmiş +olan usullere bugün yeni bir şey ilave edilemez. Fakat +bize kadar intikal eden ve mahsul-i tetebbu’ ve tecarib olan +meslekler arasından iyi ve daha ziyade faide-bahş olanlarını +ayırmak gibi esaslı bir hatve-i terakkī atmak mümkündür. +Her devirde her iklimde ta’lim ve terbiye ile iştigal edilmiş +olduğundan ta’kīb edilen usuller şahıstan şahısa +nesilden nesile göre duçar-ı tehavvül olmuşlardır. Bu derece +mütehavvil usuller miyanında faide-bahş olanları bulunacağı +gibi muzır ve faidesiz bulunanları da pek çok olabilir. +Hayat-ı cismani için tenasül ne kadar mühim bir vazife +aynı ehemmiyeti haizdir. Bir millet teali ve tekamülünü +te’min eden avamil-i esasiyyeyi bizzat terbiyede bulur. +Hayat-ı ictimaide müşterek olan efrad-ı milletten her şahıs +diğerlerinin tarz-ı terbiyyesine az-çok bir te’sir ikaından +hali kalmaz. +Örf an’ane te’sir-i muhit tevarüs ve muvaneset usul-i +terbiyyeye en ziyade müessir olan avamilden sayılırlar. +Bir aile reisi kendi efrad-ı ailesinin tarz-ı terbiyyesinde +zi-nüfuz bir hakim olduğu gibi bir milleti idare edenler de +o millet efradının terbiye ve secayasında az-çok tehavvülat +husule getirebilirler. +Bir millete nisbet edilen ef’al ve harekatın –ki haiz olduğu +terbiyeye göre tecelli eder– efrad arasındaki te’sirat-ı +mütekabilenin muhassala-i fa’alesi netayici olduğunda şübhe +edilmemelidir. +Şu halde bir milletin harici tezahüratına karşı kuva-yı +mürekkebe olan efrad-ı milletten her şahıs mevki’-i ictimaisi +nisbetinde mes’ul olması icab eder. +Ta’lim ve terbiye ile meşgūl olan her ferd –bu vazifeyi ne +gibi bir ünvan altında ifa ederse etsin– deruhde ettiği işin +ehemmiyet ve azametini bir an bile unutmamalıdır. +Evlad ü ahfadımızın hayat-ı müstakbelelerini taht-ı emniyyette +bulundurmak bir gün kendilerine terkedeceğimiz +mevakii işgal ettikleri zaman ihtiyacat-ı maddiyyeden mümkün +mertebe azade kalmalarını te’min etmek için gayret ve +fa’aliyetimizle iddihar-ı servet ü samana çalışırız. Çocuklarımıza +ciddi bir terbiye veremez isek bütün bu sa’y ü gayretimiz +heder olmuş olmaz mı? +Esaslı bir terbiye veremediğimiz varisler atılacakları mücadele-i +hayatta kolayca mağlub olarak bırakacağımız servet-i +maddiyyeyi de mahv ü telef etmeyecekler mi? +Fakat çocuklarımızın ciddi ve esaslı bir ta’lim ahlakī ve +nezih bir terbiye almalarına çalışır ve bu yolda fedakarlıktan +çekinmez isek emin olalım ki bu uğurda sarfedeceğimiz +mebaliğin on parası bile beyhude yere telef edilmiş olmaz. +Kazancımızdan çocuklarımızın ta’lim ve terbiyesine hasredeceğimiz +bu mebaliğı onların dimağlarında ma-dame’lhayat +payidar olacak bir irad tedarikine hasretmiş olacağız. +Ancak müsmir ahlakī bir ta’lim ve terbiye vermek suretiyledir +ki evladlarımıza –ahfadımıza da aynen tevarüs ve +onların da refah ve saadetlerini müteselsilen te’min edebilecek– +bir miras-ı la-yüfna bırakmış oluruz. +Şübhe yoktur ki ciddi ve esaslı bir terbiye tahtında perverişyab-ı +kemal olacak bir genç reh-güzar-ı hayatta tesadüf +edeceği mevani’ ve müşkilatı daha ziyade bir metanetle +ziyade bir sühuletle tedarik etmeye kudret-yab olur. Bu yolda +bir terbiyeden mahrum kalan bedbahtlar ise pederlerinden +ederek ma’nen ve maddeten iflas eder sefalet ve felaketin +merhametsiz pençeleri altında kahr olur gidirler. +Terbiye mes’ele-i muğlakasının karanlık noktalarını tenvir +pek ziyade alakadar olduğunu daima der-hatır etmelidir. +M. Şemseddin +EBU’L-ALA MAARRI +Arabın Ebu’l-Ala’sı –mesleksizlikte– Acemin Hayyam’ına +pek benzer. Evet şimdi Hazret-i Peygamber’e salavat getiren +Hayyam birazdan Allah’a dil uzatmak hatta vücud-ı +Bari’den şübheye düşmek derekelerine indiği gibi Ebu’l-Ala +da bugün abid zahid görünürken yarın bütün edyana karşı +en hürmetsiz bir lisan ile yürür. Bir rubaisinde; “Ya Rabbi! +Haydi benim günahlarımı afvettin diyelim. Lakin halktan +gizli kalmasını istediğim o rezailin sence ma’lum olması benim +gösteren Hayyam diğer bir rubaisinde Allah’a; “İşlediğim +fenalıkları cezasız bırakmazsan seninle aramızda ne fark ka­ +lır?” sual-i mülevvesini irad edecek mertebelerde edebsizlik +etmiştir. Aynı sözleri aynı hareketleri Ebu’l-Ala’da da görürsünüz. +Eserlerinin yarısı diğer yarısıyla mükemmel bir tezad +teşkil eden Ebu’l-Ala şayed müellefatını bizzat tertib etmiş +olmasa idi; “Şair fikren birçok tavırlar bir çok inkılablar +geçirmiş” diyerek kendisinin ya ilhadına ya imanına karar +verebilirdik. Lakin bütün asar-ı münteşiresi kendi mahsul-i +tertibidir. Onun için eğer mülhid idiyse imanına hükmettirecek +muvahhid ise kendisine mülhid dedirtecek parçaları +neşretmemeli idi. +Riyaziyyundan bir zat-ı muhteremin dediği gibi: “Bu din +ya vahiddir yahud sıfır. Her halde kesr olmasına imkan yoktur.” +Lakin şu iki şair din için ne vahid diyebilmişler ne sıfır; +hatta ne de kesr! +Bizim fikrimize kalırsa bu adamların her ikisi orta +halli birer şair imiş. Yüksek tabakadaki san’atdaşlarının mertebesine +yükselmek için kabiliyetlerini kafi görmemişler. İlhadiyat +vadisinde ise işlenmemiş birçok nükteler mazmunlar +görmüşler. “Haydi. Seleflerimizin meşru’ bir maksad gözeterek +el uzatmadığı şu maaniyi nazmetmek suretiyle umuma +muhalif lakin yeni bir çığır açalım.” demişler. Bunun +üzerine bir kısım halk nazarında zındık diğer bir hizibe göre +Eserleri im’an ile okunacak olursa görülür ki: Ebu’lAla’nın +olanca felsefesi başkalarının düşünemeyeceği değil +ancak söyleyemeyeceği şeyleri bi-perva söyleyivermesidir. +Yoksa ne mülhid göründüğü zaman ileri sürdüğü şübheler +yıkılmayacak kadar sağlamdır ne de muvahhidliği devrelerindeki +sanihaları çıkılmayacak gibi yüksektir. +Başlarında Cenab-ı Ali olmak üzere binlerce hakim-i +ali-nazar yetiştiren alem-i İslam hamdolsun Ebu’l-Alalara +Hayyamlara feylesof ünvan-ı mübeccelini verecek kadar +Bahse nihayet vermek için deriz ki: Söz Hazret-i Kemal’in +sözüdür: +“Onları bu türrehata sevkeden ya kafiyedir ya mazmun!.. +Kale’llahu Teala: Yekulune ma-la yef’alun.” +ÇALIŞMAK +Çalışmak nizam-ı intizamı tabiatin; +Odur en büyük kanunu düstur-ı hilkatin. +Bakarsan görürsün yerde gökte ne varsa hep +Birer şahid-i hamuşudur bu hakīkatin. +Çalışmak hayatın maye-i pür-füyuzudur +Odur ruh-ı mevcudiyyeti her saadetin. +Hayatı seversen durma terket ataleti +Çalış çünkü yoktur farkı mevt ve ataletin. +“Küllen nümiddü ha’ulai ve ha’ula...” +Hitab-ı celili o kitab-ı hidayetin +Bizi sevk için kafi kemal-i fazilete +– Düşünsek eğer ma’nasını biz o ayetin– +Çalışmak hususunda muvahhidle mülhidi +Müsavi tutar Mevla ve zaten adaletin +Budur muktezası… Sa’y eden müşrik olsa da +Olur hakimi atıl olan kavm ü milletin. +Maksadımız Sebilürreşad ’ı alem-i İslam’ın en mühim ve +en ziyade nafi’ bir mecmuası haline getirmekten ibaret olduğundan +noksanlarını tedricen ikmale çalışacağımızı vaad +etmiştik. +Fil-hakīka ciddi mecmualar kari’lerine şuabat-ı ulumdan +her birine dair ma’lumat-ı lazıme verebilmelidir. +Siyasiyatın mücadelat-ı bi-sudundan usanan dimağlar +ciddi mecmualarda ruhlarını tenşit fikirlerini i’la edecek +mebahis ararlar. +Huceyrat-ı dimağıyyenin fa’aliyet-i fizyolojiyyeleri daimi +olduğundan zihin hiçbir zaman meşgaleden azade kalamaz. +Öğrenmek anlamak beşeriyetin en derin ihtiyaclarındandır. +Bu ihtiyac altında kıvranan dimağ muhtac olduğu +şeyleri kafi derecede alabilmelidir. +Sebilürreşad tefsir hadis felsefe ictimaiyat terbiye +e­ +de­ +biyat siyasiyat iktisadiyat ilh… gibi ciddi ve mükemmel +bir mecmuanın havza-i tedkīkıne girebilecek mebahisi +cami’ olduğu halde günden güne bedayi’-i harika-nümasıyla +herkesi beht ü hayrete düşüren fenden bahsetmemesi +kari’lerini fennin en son muhtereatından haberdar edememesi +bir noksan teşkil ediyordu. +Kariin-i muhteremenin gösterdikleri rağbet icra ettikleri +teşvik bize bir de Kısm-ı Fenni açarak bu noksanı bertaraf +etmek lüzumunu hissettirdi. +Sebilürreşad ’da fenne de ayrıca bir kısım tahsis bazı sebük-magzanın +fen ile dinin kabil-i te’lif olamayacakları hakkındaki +bi-esas kanaatlerini çürütmek hakaik-ı müsbete-i +fenniyyenin Din-i Mübin-i Ahmedi’yi te’yid etmekte olduğunu +göstermek gibi bir maksad-ı ulviye müsteniddir. +Kısm-ı Fenni’ye tabiiyata mebahis-i hayatiyyeye fizyolojiye +hıfzussıhhaya tabakatu’l-arza… dair mebahis-i mühimme +dercedilecektir. +Fennin yeni yeni keşfiyat ve muhtereatından mühim ve +faideli tatbikatından bahsolunacak ve nazariyat-ı fenniyye +hakkında lazım geldiği kadar izahat verilecektir. +Fikr-i fenden mahrum olanlarda kudret-i tenkīdiyye bulunamaz. +Dimağları fenni esaslarla da tenevvür eden erbab-ı +diyanet öğrendikleri yarım yamalak bazı mukaddemata +sözlerindeki kıymetsizliği pek kolay takdir edebilirler fenni +larla hasmı ilzam ve iskat edebilirler. Hayat-ı maddiyye ile +alakadar olan mebahis-i fenniyyenin mechul kalması mücadelat-ı +maişet için elzem olan tevazün-i kuvayı ihlal eder. +Hayat-ı ma’neviyyenin te’alisi hayat-ı maddiyyenin zindegi +ve tekemmülüne mütevakkıftır. Bunlardan yalnız birisiyle +cidalgah-ı hayatta te’min-i muzafferiyyet mümkün olamaz. +Hakayık-ı diniyyeyi kat’i vukūfla beraber saha-i fennin +menatık-ı mesturesine nüfuz edildikçe insanın ma’neviyatı +teali akīdesi rüsuh peyda eder. Kendi vücudundan a’za +ve echizesinin vezaif ve bünyelerinden haberdar olmayan +muhitini muhitinde bulunan eşyayı bunlar arasındaki re­ +vabıtı bilemeyen bir kimse mechul ve muzlim bir diyara +düş­ +müş aciz bir gurbet-zedeye benzer. Nerede bir +tehlike hangi tarafta bir melce’-i selamet bulunduğunu bilemez; +mütereddid kalır. Faidesiz yere öteye beriye koşar ve +hiçbir zaman mühlik ve hatar-nak bir vartaya düşmekten +emin olamaz. +Fen bize hayat-ı maddiyyede zaferyab olmak esbabını +bünye ve teşkilatını teşrihini echizenin vezaifini öğretir. Nasıl +ve ne suretle muhafaza-i sıhhate muvaffak olacağımızı +gösterir. +Nerede bulunduğumuzu muhitimizde ne gibi şeyler olduğunu +bunlarla bizim aramızdaki rabıta ve münasebetleri +gösterir. +Ber-hayat olduğumuz müddetçe zebunu bulunduğumuz +kuva-yı tabiiyye hakkında bize bir fikir verir. +Silsile-i cemadat ve nebatat ve hayvanata dair netice-i istikrasının +neden ibaret olduğunu anlatır. Üzerinde yaşadığımız +seyyarenin alem-i şemsle olan münasebetini irae eder. +Velhasıl fen bizi ve muhitimizi tanıttırarak +nazm-ı mübini ile ıttılaına me’mur olduğumuz +hakayıka vukūf peyda etmemize hizmet eder. +KILIÇ DINİ +Babil esareti yetmiş sene devam etti. Gerek bu müddet +ve gerek birçok felaketlere ma’ruz bulundukları daha uzun +edvar-ı müteakıbe-i perişani esnasında Yahudiler diğer akvamdan +büsbütün ayrı kaldıkları gibi din ve mezheblerinin +kavanin ve ahkam-ı esasiyyesi de değişmemiş gibi idi. Nihayet +kadim Babil hükumeti munkarız olup Asuriye tahtı İran +hükümdarı Keyhüsrev’in yed-i zabtına geçti ve yetmiş senelik +esaret devresi hıtama erdi. Keyhüsrev Babil’i zabtettiği +zaman Yahudilerin vatan-ı aslilerine iadesini irae eylediğinden +kişi hemen Zeru Babil kumandasında bundan +etmeyip menfalarında kalmış idi ki “Ester’in Kitabı”nda +naklolunan vak’anın işte bu vakitlere aid olması lazım gelir. +Esas-ı vak’ayı şöyle hulasa edebiliriz: +tezvic etmişti. Rical-i hükumet arasında ise kraliçenin amca-zadesi +olan Mordehai isminde bir Yahudi ile Haman namında +bir de çapkın ecnebi vardı. Haman hükümdara vezir +nasbolundu. Lakin rakībi olan Mordehai’dan açıkça ahz-ı +ezmek istedi. Nihayet bütün imparatorluk eyalatı dahilinde +Yahudilerin katli için hükümdardan bir takım iftiralarla ferman +ler dahilinde Yahudiye diyarı dahil idi. Yahudiler son derece +korkmuşlar yegane ümidlerini Mordehai’a bağlamışlardı. +Ester Mordehai tarafından ta’limata tevfikan krala pek ziyade +lebatını ifa eyleyeceğine hatta hükumetinin yarısını bile vereceğine +dair söz almıştı. Ba’dehu kraldan milletdaşlarının +afvını taleb edip onları felaket-i müdhişeden kurtardı. Müteakıben +Haman’ın müfteriliği fenalığı da anlaşılarak duçar-ı +müzacat edildi. Yani Haman darağacına asılmış Mordehai +onun yerine mansıb-ı vezarete geçmişti. Bütün valilere yazılan +fermanlarda evvelki fermanın nakzedildiği Yahudilere +–hatta– istikamet ve sadakatlerinden dolayı hüsn-i muamele +gösterilmesi i’lam olunmuştu. Bundan sonrasını Josephus’un +kendi lisanıyla ta’rif eyleyelim: +“Kendi haklarındaki fermanın neşrinden sonra “Sousa” +Yahudileri düşmanlarından beş yüz kişiyi katlettiler. Hükümdar +bu vak’adan Ester’i haberdar edip daha başka bir matlubu +olup olmadığını ve varsa is’af eyleyeceğini sordukta +Ester Haman’ın on oğlunun da darağacına çekilmesini ve +Yahudilere istedikleri gibi düşmanlarından intikam almak +üzere bir gün daha müsaade edilmesini taleb etti. Hükümdar +razi oldu. Ertesi günü ’e yakın adam daha “Sousa”da +öldürüldü. Bunlarla beraber bütün havza-i hükumetteki +maktulin Babili ve Asuri kişiye baliğ oldu. “Sousa”daki +’üncü günü vukūa geldi ve her katl-i ammı ta’kīb eden +günlerde Yahudiler bayram ve şenlik yaparlardı. Mordehai’ın +emriyle bu günler senevi bayram suretinde ve “purim” +yani “muhafaza bayramı” namıyla eyyam-ı mukaddeseden +addolundu…” +Bu hadise hakkında Mr. Milman yazdığı Yahudilerin +Tarihi ’nde diyor ki: +“Bu şayan-ı hayret halas-ı nefs ve mevcudiyyetin hatırası +Yahudiler tarafından el-an takdis ve ta’ziz olunur. Bu bayramın +“purim” tesmiyesi Haman’ın Yahudileri mahvetmek +üzere “pur” yani piyangoya müracaat etmiş olmasındandır. +Bu bayram günü kadın ve erkek her Yahudi sinagogda +bulunmaya mecburdur. Burada Ester’in kitabı okunur [Haman’ın +adı] her geçtikçe umum hazırun ellerini çırpıp ayaklarını +yere vurarak; “Hatırası mahvolsun!” diye bağırırlar…” +Ardeşir’in İran tahtına kuūdunun yedinci senesinde bir +çok Yahudilerin Üzeyir as kumandasında Kudüs’e hicreti +vukūa geldi. + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Server Han’a; +– Ektiğiniz tohumun semeresi! diyerek döndüm. Fakat o +gelmekte teallül gösterdi. +Eve avdet ve merasim-i mizbaniyi ifa eyledikten sonra +hakim; +– Vali sizinle Taşkend’de mülakat etmek arzu ediyor dedi. +– Yarın öğleye iki saat kala yola çıkarım cevabını verdim. +– Hayır; ale’l-acele azimetiniz matlubdur dedi. Ben de +cevab-ı red verdim. Hakim kalkıp gittikten sonra amca-zadelerimi +çağırtıp gaybubetimde ne yapmaları lazım +geldiğini kendilerine söyledim ve; +– Beni mahbusen Taşkend’e götüreceklerdir. Siz Belh tarafına +kaçınız ve Türkistan’a gidip oradaki asakir ve reaya ile +müzakereye girişiniz dedim. Ba’dehu ora ahalisine hitaben: +“Amca-zadelerimi tarafınıza yolladım. Kendilerine edeceğiniz +hizmet ve muavenet bana edilmiş gibi olacaktır.” mealinde +birkaç beyanname yazdım. Mühürlerimden bir danesini +–hin-i hacette isti’mal etmeleri için– onlara teslim ettim. Yol +masrafı olmak üzere de dört bin Kabil rubyesi verdim ki bu +paraları iki ay evvel valinin bana verdiği on beş bin manattan +saklamıştım. Bu işleri gördükten sonra hareme girdim. +Gece yarısı Semerkand hakimi yanında mütercimiyle üç yüz +Kazak ve iki yüz polis olduğu halde eve gelmiş beni uyandırmalarını +adamlarıma emretmiş. +Harem kapısı vurulunca dışarıya çıktım. Hakim; +– Benimle geleceksiniz; vali sizi pek acele görmek istiyor +dedi. +– Beni esir edeceğinizi bilse idim ilk teklifinizde kendiliğimden +gelirdim cevabını verip resmi libasımı giydim ve +yanıma Feramurz Han ile Can Muhammed Han’ı –ki bunlardan +biri hala Herat sipehsaları diğeri de Kabil hazinedarıdır– +alıp evden çıktım. +Kazaklar yalın kılıç oldukları halde etrafımı sardılar; polisler +de önümden yürümeye başladılar. Bu alay ile Ceneral +– Beni niçin istediniz? diye sordum. +– Sizi Ceneral Kaufman istemiş. Taşkend’de görüştüğünüz +vakit sebeb-i da’vetini anlarsınız cevabını verdi. +– Acaba ne kusur etmiştim ki gece yarısı müsellahan evime +girip beni buraya getirdiler? dedim. +Bu sözüm üzerine Ceneral Ivanof hakimi muahazeye +başladı. O da; +– Fazla kuvvetle gitmeye mecbur oldum. Çünkü Abdurrahman +Han’ın maiyyetinde bulunan müsellah adamların +mümanaat etmek ihtimali vardı dedi. +Ceneral; +– Gece yarısı gittiğiniz için pek yanlış hareket etmişsiniz +ta’zirinde bulundu. Hakim de: +– Gece yarısı beni gönderdiğiniz için asıl yanlış hareket +eden sizsiniz tarzında mukabele etti. Bunlar yekdiğerini +levm ü teşyi’ ederken ben sakitane dinliyordum. Bir müddet +atıştıktan sonra Ceneral bana tevcih-i hitab ile; +– Yarın öğleye bir saat kala hazır bulunacağınızı vaad +ederseniz şimdi ikametgahınıza gidiniz. Ben araba ile bir +adam gönderir sizi Taşkend’e yollarım dedi. +Eve avdetimde bağ kapısının kilitli bulunduğunu gördüm. +Yanımdaki adamlara emredip kapıyı açtırdım. İçeri +girince baktım amca-zadelerim ile sair adamlarım asude +bir uykuya dalıp gitmişler. Yalnız iyalim ile çocuklarım bir +de Pervane Han ile Kurban Ali Han –ki biri şimdi Kabil’de +sipehsalar muavini diğeri de hazinedarımdır– uyanık olup +benim için ağlıyorlardı. +Evladım gibi kendilerini perverde ettiğim kimselerden +gördüğüm şu tavr-ı lakaydi beni müteessir bıraktı. Me’yusane +hareme girip evlad ü iyalimi tesliye ettim. Ve gaybubetimde +ne yapmaları lazım geldiğine dair ta’limatta da bulundum. +Ba’dehu yarınki sefer için hazırlanmaya başladım. +Ertesi günü mev’ud araba geldi. Pervane Han ile muahharan +süvari binbaşısı ta’yin ettiğin Nizamüddin Han’ı yanıma +alıp arabaya rakiben vali muavininin evine gittim. Muavin +kağıt yazmakla meşgūl idi. Onun bu meşgūliyetini ganimet +bilerek; +– Bu gece uyumadım. Müsaadeniz olursa biraz istirahat +edeyim dedim ve muvafakatleri üzerine yatıp iki buçuk saat +kadar uyudum. +Ba’dehu hareket ettik. Mahbus olduğumu göstermek için +bindiğim arabayı Şir Ali Han-ı Kandehari’nin evinin önünden +geçirdiler. Fena halde canım sıkıldı. Dünya gözümün +önüne simsiyah kesildi. Arabadan atlamak ve ölünceye +kadar düşmanlarımdan birkaçını haklamak istedim. Lakin +hiddetimi zabtederek kendi kendime; +–Bu iş deliliktir. Erbab-ı ukūl sabr u sebat ile nail-i me’mul +olur dedim. Maamafih şu hal-i buhran iki saat kadar sürdü. +Ondan sonra kendimi toplayıp lakaydane bir vaz’ aldım. +ve evvelce bana verdikleri eve dahil oldum. Burası bağlı +bahçeli ahırlı arabalıklı bir kaşane idi ki inşası için yüz bin +manat sarfedilmişti. Her sene dört defa buraya gelir ve teferrüc +ederdim. Lakin şimdiki halim eskisi gibi olmadığı için +Beni getirenler bırakıp gittiği ve aradan iki-üç gün geçtiği +halde Rus me’murlarından bir haber gelmedi. Ondan sonra +biri gelip; +–Vali sizi istiyor dedi. Birlikte arabaya binip valinin nezdine +gittik. Her vakitki gibi ihtiramkarane istikbal ederek +yanı başına oturttu ve yolculuğumuzun nasıl geçtiğini sordu. +NİSAİYYUNDAN CEVAD SAMI BEY’E +AÇIK CEVAP +Diyorsunuz ki; “Kadınların elini yüzünü setretmemesine +hatta hakim olabilmesine Din-i Mübin-i İslam cevaz vermiş +bir takım i’tiyadat-ı kadimenin nezr doğrusu nez’ eylediği +hukūku istirdada uğraşanlara misyoner şakirdi din düşmanı +demeye nasıl diliniz varıyor?” Afvedersiniz beyefendi ama +mektubunuzu teşkil eden fıkralar tenakuzda yekdiğeriyle +rekabet ediyor. Bu mektup değil adeta bir mecmua-i tenakuz! +A canım! Birkaç satır evvel misyoner şakirdlerinden teberri +eden siz değil misiniz? Madem ki salabet-i diniyye sahibi +bir mü’min-i tammü’l-i’tikadsınız niçin kuşkulanıyor +neden sözü üzerinize alıyorsunuz? Hem ben makalemde +bu aşikardır– teberriniz ma’nasız kalmaz mı? Ya sonra o ağız +dolusu; “Elhamdülillah müslümanım ve salabet-i diniyyem +yerindedir.” da’vasını ne yapalım? Farzedelim ki teberri etmiyorsunuz +fakat Türklük’ten nefret İslamiyet’ten mübaadet +eden kimselere ne nam verilir? Bu gibilere nasıl müslüman +denilebilir? Denildiği takdirde İslamiyet’le şeriat-i mukaddesemizle +–haşa!– istihfaf ve istihza edilmiş olmaz mı? +Eğer İslamiyet mücerred bir ism-i bi-ma’na ile olsa +gayr-i müslimler içinde İslam ismi taşıyan birçok kimselerin +de ehl-i imandan addolunmaları lazım gelmez mi? +Gazi “Mihal” Bey merhum ismini değiştirmeye pek de +lüzum görmemiş. Yalnız kalben ve ruhan hakīkī bir mü’min-i +tammü’l-i’tikad olmakla iktifa etmiş. Gazi Sultan Osman +hazretleriyle uleması da ses çıkarmamış. +viyet için –ma’nasından mücerred– bir alemdir. +Dini imha eyliyor amma ki Muhyiddin adı +Muhribu’d-din olsa ahradır bırak şu müfsidi +Şimdi bu uzun tırnaklı mösyölerin bu pudralı şık kontların +Din-i Celil-i Tevhid namına nisvan-ı İslam’ın müdafi’-i +hukūku geçinmeleri matbuat sütunları üzerinde Avrupa +filozoflarının desatir-i felsefiyyeleriyle ihticaca kalkışmaları +cami’ içinde ayin yahud kilisede ibadete benzemiyor mu? +Delileri bile saatlerce güldürecek cinnet-i medeniyyet! +Nisvan-ı İslam’ın hukūk-ı meşrualarını aramak ancak öz +müslümanların hakīkī mü’minlerin vazifesidir. Fakat –insaf +ediniz insaf!..– şimdi vatanın geçirmekte olduğu şu buhranlı +şu keder-engiz dakīkalar hukūk-ı nisvanı aramak zamanı +mıdır? +Bir tarafını ateş sarmış cihat-ı sairesinden de ateşlenerek +haküstere çevrilmek tehlikesinde kalmış olan bir hane +uğraşırlar yoksa el birliği can birliğiyle ateşi söndürmeye +mi çalışırlar? Vatan derdini hayat-ı namus namus-ı dini ve +milli endişesini yine öz mü’minler çekerler. Vatanın yaralarını +kendi gözyaşlarıyla damarlarında cevelan eden hun-ı +hamiyyetleriyle yıkamaya ancak onlar koşarlar. +Bu “novateur bien-aime”lere gelince onların Fransız +kalbleri İngiliz gönülleri Alman yürekleri öyle vatan-ı İslam +derdini çekmekten namus-ı dini ve milli endişesiyle titremekten +Şark ve Garb arası kadar uzak. Nelerine lazım. Onlara +var mı tiyatrolar. Onlara var mı balolar. Onlara var mı +madamlarıyla madmazelleriyle danslar valsler. Onlara var +mı vur patlasın çal oynasınlar. Onlara var mı Hıristiyanlık’ı +takdisen tırnak uzatmaklar yüzlerine pudra sürüp bıyıklı +madam olmakla iftiharlar. +Bunların maksadı meydan-ı vuzuhda: Kadınları kurun-ı +ula çuvallarından o vahşi hararlarından çıkarmak! Zaten +ademi vücudundan bin kat ehven olan o müstekreh o iğrenç +o ismet-şiken tesettürü?! de madamlarından madmazellerinden +çekip atmak bu mülevves bu fuhş-alud me­ +deniyeti hukūk ve mevki’-i nisvan namına cebren ve kahran +bütün muhadderat-ı İslamiyyeye teşmil etmek! Trablusgarb’da +Adalar’da bedbaht nisvan-ı müselmanın peçelerini +çarşaflarını yırtıp üryan bırakmakta olan a’da-yı dine +nazire yapmak. O halde İtalyanları neden tel’in ediyor niçin +ceridelerimizle; “Vahşi İtalyanlar kadınlarımızın peçelerini +çarşaflarını yırtıp atıyorlar!” diye bağırıyoruz? +lar içimizde! Cenab-ı Kur’an -ı Hakim kadınlarımızın ellerini +yüzlerini tesettürden istisna etmiyor. Veliyyü’n-ni’met-i +dimiz hazretleri gerçi tahsis ve istisna buyurmuşlar fakat +bu da ancak namaz haline münhasır. Tesettürün hikmet-i +teşriini piş-i nazar-ı teemmüle alalım. Tesettürden maksad; +kadının hürriyetini namus ve ismetini şeref ve haysiyetini +enzar-ı ağyardan tecavüz-i eşirradan muhafaza değil mi? +Güzellik çirkinlik kadının neresinde tecelli eder? Görücüler; +elden ayaktan boydan hasılı her şeyden evvel simaya +bakarlar değil mi? Çehre güzelse oldu bitti. Hatta bazı pek +güzel sima bulunur ki sıska çelimsiz tenasübden mahrum +bir vücud onun sayesinde bahtiyar olur. Sima çirkin oldu +mu görücüler kahve içmeye bile lüzum görmezler. İsterse +en münasib en şuh-kad bir vücud olsun! Kadınlığın +bütün ma’na-yı cazibedarı bütün medlul-i fitne-engizi sima +üzerinde titrer. Güzellik denilen sayyad-ı ruh şikarını kaşla +göz arasında avlar. +Elmas altın ve emsali cansız ahcar ve ma’deniyat mücerred +zinet namına kadının üzerinde bulunduğu için setri +farzolsun da kadınlığın bütün ma’na-yı dil-aşubu olan yüzün +o levha-i füsunkarın setri neden farzolmasın? Yüz açıldıktan +sonra varsın o elmaslar o altınlar da görünsün!! Yüz +açık iken elmaslara altınlara kim bakar? En çirkin bir kadın +dınların tezeyyün ve tecemmülü kendilerini erkeklere beğendirmek +ruhlarını kapmaktan başka ne içindir? Kendini +bilen aklı başında namuslu hiçbir müslüman kadını tasavşeklinde +yazılmıştır. +vur olunamaz ki zevcinin hakk-ı meşruu olan bu tezeyyün +ve tecemmülü bu ihtişam-ı niseviyyeyi na-mahremlere göstermek +fitneler fesadlar uyandırmak için sokaklara düşsün! +Hülasa beyefendi yüz tesettürü farz olan a’zanın birincisidir. +Bu hakīkat-i bedihidir. Tekrar ederim: Yüz açık olduktan +sonra sırtındaki çarşafın hiçbir hükmü kalmaz! O gayr-i +mütesettire demektir. Farzediniz ki adeten mütesettire imiş. +Bizim dinimiz adet değil ayn-ı hakīkat mahz-ı hikmettir. +Geçen sene yine bu sahifeler üzerinde tesettür-i nisvan +namına yazdığım mufassal bir makalede bu hakīkatleri bu +hikmetleri zikretmiştim. O makaleyi isterseniz görünüz. Kadının +validelik çağını geçirdiğinden yüzü buruşup saçları +ağardıktan sonra çarşafını atmaya me’zun olduğunu maamafih +tesettür yine hayırlı olacağını ayet-i celile ile isbat +etmiştim. Kadının gençliğinde validelik deminde tesettürle +me’mur olması altmışını geçtikten sonra ondan azade +kalması ne büyük bir hikmettir. Murad-ı ilahi mü’minlerin +Kadınların hakim olabilmeleri ayrıca bir bahis teşkil edecek +kadar uzundur. Binaenaleyh bunu cevabımın üçüncü kısmına +ta’lika mecbur oldum. +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVİA +Yeni meb’usandan +beklenilen meslek-i faaliyyet hakkındaki alaim bilmem ki +lis-i hazırın dört senelik ömr-i teşriini itmam edebilmesi için +sözden ziyade iş çıkarması lazım gelir. Bu babda cihan-dide +bazı a’za tarafından edilen telkīnat-ı refakatkari ile beraber +maraz-ı hitabetin yine az-çok hükmünü sürdüğü anlaşılmaktadır. +Kendi hürriyet-i meşruasının kadrini bilen başkalarının +hürriyet-i meşruasına ta’riz etmeyi halel getirmeyi hatırından +bile geçirmez. Biz de kimsenin meşru’ surette vukū’ bulan +hürriyet-i kelamına –hatta fiilen muktedir bile olsak– ilişmeyi +hatırımıza getirmeyiz. Fakat kelamın Meclis’in hey’et-i +umumiyyesince tezekkür olunan kaffe-i mevad hakkında +kürsi-i hitabete çıkıp da laf atmak suretinde isti’malinde de +bir isabet göremeyiz. Bilmem ki taşradaki devair-i intihabiyye +kendi meb’uslarından iş çıkarmaya yardımdan ziyade +laf çıkarmaya çalışmak mı bekliyorlar? Meclis-i Meb’usan’da +en ziyade sarf-ı mesai olunacak yer Hey’et-i Umumiyye +salonu olmayıp encümen odaları bulunduğu ma’lumdur. +Fakat bir encümen faaliyet ve sür’at-i muameleye ne kadar +himmet ederse etsin çıkaracağı işlerin her maddesi ve hatta +her noktası Hey’et-i Umumiyye hitabetleri sebebiyle duçar-ı +ta’vik olur takılıp kalırsa encümenlerin faaliyet-i seriasından +muntazar olan faide-i ameliyye dahi hükümden düşer. +Bir encümenin müzakeresi o encümende a’za olmayan +meb’uslar için dahi açık bulunduğu usulüne nazaran acaba +Hey’et-i Umumiyye’nin birçok kıymetdar saatlerini işgal +eden mülahazat-ı hatibanenin bir kısmı da encümenlere +gidilerek sarfolunsa memleket için daha hayırlı olmaz mı? +Hele bir encümenin a’zasından bulunup da o encümenin +kaffe-i müzakeratında hazır bulunmayan ve fakat encümenin +çıkardığı iş Hey’et-i Umumiyye’ye gelince dehan-ı tenkīdi +açan meb’usları nasıl ma’zur görmeli bilemem! Acaba +Hey’et-i Umumiyye’de hazır bulunan gazete muhbirleri encümenlere +de da’vet olunsa da mensub oldukları gazetelere; +“Filan yerin meb’us-ı muhteremi filan encümende şöyle +söyledi böyle mülahazatta bulundu.” diye yazsalar hey’et-i +umumiyyede icra-yı hükm eden maraz-ı hitabete bir çare +teşkil eder mi? Yalnız Meclis-i Meb’usan’ımızda değil kaffe-i +mecalisimizde dahi nazariyata pek ziyade dalmak ihtimali +vardır. Bütün mecalisimizde ehl-i hibreden olmayanlar +bile refiklarını muhtac-ı ikaz ve ta’lim mi farzederler nedir +tatvile girişiyorlar. Bizde delaili münakkah surette tertib ve +sual veya cevabı vuzu’ [vuzuh!] üzere taksir eylemek kudreti +maatteessüf pek azdır. Hele re’yimiz de ekalliyette kalınca +gösterdiğimiz huşunet-ı hal ü kal kolayca ma’zur görülür +kusurlarımızdan değildir. Kendi fikrimizin ulviyet ve tefevvukuna +ne kadar da kailiz! Hissiyatımıza ne kadar da mağlub +adamlar imişiz! +§ +Hoşnudsuzluk herkeste ve her yerde +hoşnudsuzluk! Mes’udiyet denilen şey’i bulmak herkesin +kendi elinde olduğunu iddia eden ecanib gelip de halimize +dikkat etseler kim bilir bu memleket halkını ne kadar acz +ü meskenetle itham ederlerdi. İstihkakının fevkındeki +makamatı bulanlar mikdar-ı sa’yinden ziyade ni’met elde +edenler de halden müşteki hüsn-i taliin cilvesine nail olanlar +da bedbahtan-ı ümmet kadar me’yus. Hatta müşahede-i +şahsıyyeye binaen diyebilirim ki; birer fırsatla evvelce yükünü +tutup da şimdi Avrupa’nın en rahat yerlerinde ve sıhhat-i +tamme ile yaşayabilenlerimizde dahi hissiyat-ı me’yusane +galibdir. Acaba avaze-i şikayatı koparan kafile-i me’yusana +memleketin mukadderatını tanzim eylemek vazifesi verilse +vaz’-ı mes’udiyyete imkan bulunur mu idi? Biz zannetmeyiz. +Tenbellik fesad-ı ictimai vazife-na-şinaslık bu me’yusiyet-i +miskinanenin esbabındandır. Ezhan-ı amme fenalık beklemeye +o kadar maildir ki bu memleketin düşmanı olanlar en +aykırı bir rivayet-i musibet işaa etseler hemen binlerce kimseler +üzerinde sahirane bir nüfuz-i ikna’ icra eyleyebilirler. +Bazı kimseler latife tarzıyla bu hali memleketin ab u hevasının +te’sirine isnad ederler. Buradaki cemaat-ı ecnebiyye +memleketin ab u hevasını pek a’la pek müferrih bulmuş +olmak gerektir ki daima işleriyle meşgūl oluyorlar hayattan +da zevk alıyorlar. Onlarda bir cem’iyet-i medeniyyeye layık +surette bir aile hayatı bulunuyor; ekserisinde zevk-ı irfani +var fen ve san’ate hasr-ı heves etmek isti’dadı var. Edebiyat-ı +mütenevviadan sanayi’-i nefiseden asar-ı atikadan +da zevk alırlar. Ya biz bedbahtlar? Daima çenemiz sarkmış +yüzümüz ekşimiş pür-asabiyet bir musibete dide-duz-ı intizar +olup kalmışız. +Başka memleketlerin bazı aksamında dahi şuriş ü isyan +zuhur edebilir başka memleketlerde de mevkii ve şahsı mühim +bir nazır isti’fa ederek müşkilat-ı muvakkate zuhur eyleyebilir +başka memleketlerde de beş-on veya birkaç yüz asker +metalib-i tehdidkaraneye cür’et edebilirler. Lakin memleket +herc ü merc olacakmış gibi nas telaşa düşmez hadisat +bir vaz’-ı merdane ile telakkī olunur heyecan da ne kadar +büyük olursa olsun az bir zaman zarfında zail olur gider. +§ +Esası Türk kavmine +mensub bir hanedan-ı zi-kadr ü kudret tarafından kurulmuş +olmakla beraber bu devlet hiçbir vakitte bir Türk devleti +şekl-i muhtassında hüküm sürmemiştir. Liva-yı Osmani altına +giren akvam-ı müslime-i mütenevvianın nazar-ı saltanatta +daima müsavat-ı mevkii bulunmuştur ki bu da nüfuz-ı +sindedir. Hal böyle iken Osmaniyeti teşkil eden tavaif-i nasın +tezasından olarak bazı mertebe ayrılık gayrılık alaimi zuhura +gelmeye başlamıştır. Bir zamanlar Suriyeli gayr-i müslim ba­ +zı +politikacılar –ber-mukteza-yı menfaat-i şahsiyye– bir mes’ele-i +millet-i Arabiyye ihdasıyla ötede beride uğraşarak ecanib +lehinde Osmaniyet’in vahdet-i siyasiyyesine bir darbe +vurmak istemişlerdi. Fakat beyne’l-İslam teyakkuz-ı medeni +husulü üzerine Arab’ın Türk’ten ve Türk’ün Arab’dan ayrı +olarak vakar ve şeref-i istiklal ile idame-i hayat-ı milliyye e­ +demeyeceği +ve Türklerden evvel Arabların mahkum-ı düvel-i +ecnebiyye olacağı hakīkati her tarafta anlaşılmaya başladı. +Bugün maatteessüf tefrika ifsadatına en ziyade ma’ruz +kalan bir taife-i Osmaniyye vardır ki o da Arnavud kavmidir. +Meclis-i Meb’usan’ı –kavanin ve bütçe ile mütemadiyen +uğraşmaya mecbur olduğu şu sırada– istizah vesilelerinden +dolayı politika müzakerat-ı muzırrasıyla iştigale sevk için çok +çalışan Cenubi Arnavudluk meb’uslarından birinin geçende +kürsi-i meclisden; “Arnavudlar hükumet-i Osmaniyye’den +me’yus kalırlar ise başlarının çaresine bakabilecekleri” yolunda +bir laf fırlattığını gazetelerde görmüş idik. +Devlet-i Osmaniyye’de makamat-ı mühimme ibraz eylemiş +ve alem-i Osmaniyyet’te birer suretle temeyyüz etmiş +birçok Arnavud zevat zuhur eylediğini tarih bize gösteriyor +ki ufak bir kavimden bu kadar kesretli efradın nail-i ikbal +ve temeyyüz olmak için meydan bulabilmesi sırf vahdet-i +milliyye-i İslamiyye kaidesinin netayic-i munzamme ve ulviyyesindendir. +Yoksa bu hali zekavet ve ma’rifet şecaat ve +gayret gibi evsafta Arnavud ırkına mensub olanların Türk ve +Kürd ve Arab’a faik bulunduklarına atfetmek pek batıl bir +saadet ve ikbale nail olabilirler mi? +Asla ve kat’a! Evvel emirde zamanımızda efradı kalil +olan milletler için muhafaza-i istiklal-i siyasi fırsatı kamilen +zail olup gitmektedir. Hatta Garbi Avrupa’nın Norveç +Danimarka Hollanda gibi pek müterakkī ve mütemeddin +olan memalik-i sağīresi ahalisi bile büyük devletlerin Şark’ı +–vesait-ı ma’lume ile tedricen– parçalayıp taht-ı hükme al­ +dıktan sonra nöbetin kendilerine geleceği ve her halde büyük +devletlerin milel-i müstakılle-i sağīreyi yutmak iştihasında +bulundukları endişesiyle şimdiden muazzeb olmaya +başlamışlardır. Arnavud kavmine mensub bir takım haris ve +mağrur politikacılar da munsıfane düşünürler ise i’tiraf ederler +ki Devlet-i Osmaniyye’den –velevki kısmen olsun– iftiraka +sevkolunmak istenilen Arnavudluk’un akıbeti ecnebinin +mahkum-ı ribka-i mutavaati olmaktır. Büyük Garb devletlerinin +taht-ı hükümlerine geçen küçük ve gayr-i müterakkī +milletler efradının “stoaian” hukūkundan hukūk-ı mütesaviyye-i +vatandaşaneden mahrum olduklarını ve ale’l-husus +müslüman iseler “indigène” halini iktisab eyleyip yerli raiyye +vaz’iyet-i süfliyyesine düştüklerini anlayamayanlarımızın +haline melekler ağlar şeytanlar sevinir. +§ +Münasebat-ı hariciyyemiz +hakkında Sadr-ı a’zam Paşa hazretlerinin Meclis-i +Meb’usan’da söyledikleri sözleri gazetelerde okuduk. Bir-iki +noktası hakkında nazar-ı dikkati celbetmek isteriz. +Fransız sermayedaranının Anadolu’da yapacakları demiryollarından +Bahr-ı Siyah havzasına aid olan kısmın madde-i +nüfuz salahiyet-i meşrua ve muzırrasından dolayı duçar-ı +ukde olmakta imiş. Fransız sermayedaranının evvel-i emirde +bu mıntıka-i nüfuz mes’elesinin tesviyesini taleb eylemeleri +şübhe yoktur ki Rusya’nın Paris’te icra eylediği diplomasi +nüfuzu sayesindedir. Hükumetin bu babdaki hüsn-i niyyet +ve gayretinden eminiz. Lakin Rusya nüfuzu karşısında +hükumetimiz menfaat-i devleti Paris’te hangi vasıta-i muktedire-i +siyasiyye ile tervic edebilecek? Fransa’daki diplomasi +vesaitimizin adem-i kifayetine hala kanaat gelmedi mi? +Bağdad ve Basra havalisi demiryollarına aid müzakeratın +tesviyesine dahi hükumetin Londra’da tavsit eylediği +makamı da Sadr-ı a’zam hazretleri beyan ve hatta o +ların emr-i mühimm-i mezkurun tesviyesi için karşılarında +bulunacak hamiyetli faal mütefennin dur-bin ve fetanet-i +siyasiyye sahibi İngiliz me’murlarını tasavvur ettikçe pazarlıktan +ne kadar muvaffakıyetle çıkabileceğimizi de düşünüyor +ve doğrusu me’yusiyet hisseyliyoruz. Hükumet-i hazıra +menafi’-i hariciyyemizi te’min hususunda gayr-i münker +olan mesaisinin mazhar-ı muvaffakıyyet olması için evvel-i +emirde haricde bulunan alat ve vesaitin tecdid veya ıslahına +himmet eylemelidir. +BALTIK MÜLAKATINDAN SONRA +Etrafında birçok kīl ü kaller müheyyic şayialar deveran +eden Almanya imparatoru ile Rusya imparatorunun arasında +Baltık Denizi üzerindeki mülakatları oldu bitti. Mülakattan +sonra tebliğ edilmiş olan beyanname-i resmi bize evvelden +de bildiğimiz ve bin kere rical-i siyasiyye ağızlarından +medi. Beyanname-i mezkurede harb-i hazır meskutün-anh +geçiştirilmekle beraber Rusya ile Almanya devletlerinin arasında +Balkanlar’da istatükonun lüzum-ı muhafazasına sulh +u müsalemetin ihlaline meydan verilemeyeceğine ve vaz’iyet-i +beyne’l-mileliyyede mucib-i endişe hiçbir mes’ele-i +mühimmenin mevcud olmadığına aid nikat-ı nazarlarının +tevafuk ettiği söyleniliyor. +Demek ki mülakat-ı mezkure zannedildiği kadar asar-ı +mühimmeyi tevlid edemedi. Zaten böyle olacağı mesail-i +siyasiyye ve ictimaiyye ile tevaggul edenler için ta evvelden +muayyen idi. Zira içinde yaşadığımız asır artık iki hükümdarın +yekdiğeri ile görüşerek milletlerin mukadderatını ta’yin +edebilmelerine müsaid ve muhtemil değildir. Asr-ı mezkurda +umur-ı siyasiyye ve ictimaiyye üzerine hükümdarların +Şu amil de milletlerin kendileri ve onların menafi’-i hayatiyyeleridir. +El-yevm bütün Avrupa içinde bir devlet yoktur +ki umur-ı memleket yalnız bir zatın veyahud bir hey’et-i +mümtazenin yed-i iktidarında temerküz etmiş olsun. Her +yerde memleketi idare eden ya doğrudan doğruya millet +kendisi veyahud milletin temayülat ve iradesini nazar-ı dikkate +almak mecburiyetinde bulunan bir sınıf-ı ahalidir. Hatta +Rusya’da bile şu kaide bir dereceye kadar hüküm-fermadır. +Binaenaleyh zamanımızda hükümdarların veyahud nazırların +mülakatları eski ehemmiyetini gaib etmiştir. Hükümdarlar +veyahud nazırlar kendi aralarında görüşerek kabul etmiş +oldukları kararların icrası için mutlak millet tarafından tasvib +edilmesi lazımdır. +bir halde bulunduran ve her dakīka sulh-ı umuminin ihlali +karşısında saklayan Osmanlı–İtalyan Muharebesi hakkında +meskutün-anh geçiştirilmiştir. Zira hükümdaran-ı müşarun-ileyhimanın +efkar ve temayülatı ne olursa olsun onu mevki’-i +bilhassa onlara tebeiyyet edecek bir Osmanlı veyahud İtalya +milleti olmalıdır. Halbuki hükümdarlar da pek a’la biliyorla +ki; evvela mensub oldukları milletlerin menafi’-i zatiyyesine +mütehalif bir harekette bulunamazlar ve bulunsalar bile ne +Osmanlılık’ta ne de İtalya’da kendilerine tebaiyyet edecek +bir millet görmeyeceklerdir. Fil-hakīka devr-i sabık Avrupa +hükümdarlarını başka teamüle başka an’anelere alıştırmıştı. +Bunlar istedikleri zaman zebun ve cebin bir hükumet +vasıtası ile kararlarını arzuları dairesinde icra ettiriyorlardı: +Memleketin bir uzvunu kopararak diğerine bahşediyorlardı +yahud en mukaddes hukūkunu pay-mal ediyorlardı; işten +bi-haber millet ses bile çıkarmıyordu. Fakat bugün hal +ve mevki’ Osmanlılık’ta başka bir renk ahzetmiştir. Bugün +bütün Avrupa ve hükümdarlarınca pek a’la ma’lumdur ki; +Osmanlı milletine menafi’-i zatiyye ve şeref-i nefs-i millisine +muhalif herhangi bir kararı yutturacak hiçbir hükumet hiçbir +hey’et-i vükela mutasavver bile değildir. İşte bunun içindir +ki; hükümdarlar isteseydiler bile millet-i Osmaniyye’nin +temayülat-ı müşterekesine karşı hiçbir karar kabul edemezlerdi. +Meğer ki milleti cebren ve kuvve-i müsellaha ile kararlarına +tebeiyyet ettirmeye tasmim etmiş olsunlar! Fakat o +zaman da bunlar arkalarında kendilerini takviye edecek bir +millet bulurlar mıydı? Bugün başkaları için kan akıttıracak +paralar sarfederek harbin iktiza ettiği birçok fedakarlıklara +tahammül ederek ateşten kestane çıkartacak yeryüzünde +bir millet bile bulunmaz! Binaenaleyh hükümdaranın harb-i +hazır hakkında hiçbir karar ittihaz etmemeleri ve hatta tevassut +müdahale konferans gibi vesaitten bile harf-i vahid +bahsetmemeleri gerek kendi milletleri menafii nokta-i +nazarından gerek Osmanlılık nokta-i nazarından pek musib +olmuştur. Evet; İtalya için mülakatın böylece neticelenmesi +pek acı bir darbe-i ma’nevidir. Onlar mülakat-ı mezkureden +birçok şeyler bekliyorlardı. Ümidlerinin kaffesi boşa çıktı ve +bugün İtalya nim-resmi ceridesi haibane bir surette; “İtalya’nın +kendi seyf-i celadetinden başka istinad edecek hiçbir +temennisi yoktur.” diye kendisine tesliyet veriyor!! +Ve keza mülakat esnasında tereşşuh etmiş ve mülakattan +sonra deveran etmekte bulunan diğer bir takım şayiat da +boş lakırdıdan ibaret olduğu aşikardır. Ez-cümle mesela İngiltere +ve Fransa tarafından Trablus’un İtalya’ya ilhakı tasdik +edilmekte olduğu şayiası! Ta öteden beri İtalya tarafgirliği ile +müştehir olmuş Tan Gazetesi tarafından meydana atılmış +olan şu şayia o kadar muhalif-i akl ü mantıktır ki mahiyet +ru olduğunu bile farzetsek yine her nevi’ ehemmiyetten ari +olduğuna kailiz. Zira Trablus’un İtalya’ya ilhakını değil yalnız +Fransa ve İngiltere bütün dünya tasdik etmiş olsa bunun ne +gibi bir netice-i ameliyyeyi havi olduğunu biz kestiremiyoruz. +Madem ki biz muharebede devama Trablusgarb’ı son +dereceye kadar müdafaaya azmetmişiz ve bilhassa madem +ki Trablusgarb mücahidleri hükumet-i Osmaniyye’nin irade +ve meyline rağmen bile mücahedat-ı Huda-pesendanelerinde +ber-devamdırlar İngiltere ve Fransa’nın emr-i ilhakı +tasdik edip etmemelerinin ne ehemmiyeti olabilir? Acaba +muhteremeyi teslime icbar mı edecekler? Böyle bir haydudluğu +yapabilecek bir Fransa ve İngiltere’yi biz tasavvur bile +edemiyoruz! Daha birkaç hafta bundan akdem İngiltere ve +Fransa hariciye nazırlarının meb’usan-ı millet muvacehesinde +Hala Mösyö Poincaré’nin Fransa Meclis-i Meb’usanı’nda ve +Sir Edward Grey’in İngiltere Meb’usanı’nda; “Memleketimiz +Osmanlı İmparatorluğu’na tarihi bir an’ane-i meveddet +rabıtası ile merbuttur. Bundan maada Hılafet-i İslamiyye’ye +gayet sıkı ve ma’nevi rabıtalar ile bağlı olan milyonlarca +ahali-i müslimeyi havidir. Binaenaleyh bu dostluğu ihlal ve +milyonlarca tebaa-i İslamiyyenin hissiyat-ı dindaranelerini +tahriş edebilecek Osmanlılık’a karşı hiçbir harekette bulunamayız.” +demiş olduklarını hala işitiyoruz. Nasıl olur da +birkaç gün sonra aynı ricalin başında bulundukları hükumetler +birden bire bütün Osmanlıları ve bütün alem-i İslam’ı +cerihadar edebilecek bir hareket-i gayr-i meşruada bulunsunlar? +Biz daha şayianın hadd-i zatındaki boşluğu İngiltere +Sefid üzerinde ahz-i mevki’ etmesinin ne derecede muhalif +olduğunu sükutle geçiriyoruz. Görünüyor ki bu gibi şayiaları +Osmanlı efkar-ı umumiyyesini iğfal ve tehyic etmek niyeti ile +meydana atanlar bizim herşeye kapılacağımızı herşeyden +müteessir olacağımızı zannediyorlar! Fakat abes! Biz şayianın +doğru olduğunu bile kabul ederek her bir ehemmiyetten +ari olduğuna eminiz. Bu gibi şeyler ile İtalya’nın hiçbir şey +kazanmayacağına Osmanlı efkar-ı umumiyyesinde iras-ı tezelzül +edemeyeceğine emin olmalıdır. +Biz haricden asla tevahhuş etmiyoruz. Haricdeki ahval ve +evza’ silsile-i havadis öyle bir şekil ve mahiyet kesbediyor +ki bizim mesail-i hariciyyeye pek de ehemmiyet vermemize +meydan bırakmıyor. Osmanlılık etrafında toplanmış olan +müteaddid mütehalif ve mütezad menfaatler Osmanlılık’ın +hal-i tezelzülünde öyle çarpışmalar mahiyetini haizdir ki.. ve +şu çarpışmalar Avrupa’nın sulh ve müsalemet-i umumiyyesini +öyle müdhiş bir surette ihlal edecek bir mahiyettedir ki +menafi’-i mezkurenin yegane çare-i tevazünü yine Osmanlı +Fakat bizi en ziyade düşündüren ahval-i dahiliyyemizdir. +dahildeki buhranlar ve halecanlardır. Eğer biz hakīkaten şu +memleketi yaşatmak azminde isek eğer biz şu memleketi +kendi elimiz ile bitirmek cinayet ve hıyanet-i azimesini irtikab +eylemek kasdında değilsek ah eğer bizde hamiyet-i +hakīkıyyeden zerre kadar eser var ise… biz ne yapılmak lazım +ağlanacak kadar perişan halden istihlas edelim! Vaz’iyetimizin +vahamet ve ehemmiyetini takdir edelim Trablus’da +Osmanlılık İslamiyet yolunda canlarını kanlarını isar eden +mücahidinden utanalım ve cümlemiz kendi nefsimize galebe +çalarak mücahede-i azime niyeti ile yekdiğerimize karşı +fedakarlıklarda bulunalım! Osmanlılar! Unutmayınız ki üç +yüz küsur milyonluk İslamiyet bütün nazarlarını bize dikmişlerdir. +Ve el-an ebvab-ı asuman açılmış bütün ervah ve enfas-ı +mukaddese bizi seyr ü temaşa ediyor!! +Ahmed Agayef +MÜSLÜMAN MALLARINA RAĞBET +Geçen haftaki Sebilürreşad ceridesinde “Müslümanın +Müslümandan Alış-Verişi” namıyla bir makale mündericdi. +Evet; diyebilirm ki biz İslamlara İslamdan alış-veriş etmek +farz derecesinde lazım bir şeydir. İslamlar istiklal-i iktisadi ve +ticariye malik değildir. Cihet-i iktisadide Avrupa zencirlerine +gittikçe daha kuvvetli bağlanıyor. İstiklal-i iktisadisiz istiklal-i +siyasi boş bir hayaldir. Zaten Avrupa istila ordularının pişdar +kolları iktisad ordularıdır; maliyyunu erbab-ı sanaiidir. +Her memlekette bu usulü tatbik ettiler ve ediyorlar. Bugünkü +günde Çin istiklaline darbe vurmak maksadıyle +milyon liralık istikrazı teklif ettiler. Çin hükumeti istikraz +şeraitının Çin istiklali nokta-i nazarından muzır ve mühlik +olduğunu teyakkun ederek istikrazı reddetti. Muhafaza-i vatan +net-i mütekabileleri o nisbette elzem bir şeydir. Hükumet bu +hususta gümrüklerde himaye usulünü kapitülasyonlardan +dolayı tatbik edemiyor. Dahilde de erbab-ı sanai’ himaye ve +teşvik edilemiyor. Bu mühim vazifeyi ifa İslamların uhde-i +hamiyyetlerine mevdu’ bir keyfiyettir. Avrupalılar müterakkī +ve kuvvetli oldukları halde ahalisi bu hususta muavenette +bulunuyorlar. Bir İngiliz İngilizden bir Yunanlı Yunanlıdan +alış-veriş ediyor. Yalnız kabil olmadığı takdirde bir ecnebiye +müracaat ediyor. Yalnız bununla kalmıyor menafi’-i dahiliyyeyi +himaye için gümrüklerde yüksek ta’rifeler tatbik ediyorlar. +Bursa’yı ziyaretimde İslam müesseselerinin atisi nokta-i +nazarından bende bir ümid hasıl oldu. Az bir rağbetle İslam +müesseselerinin terakkī edeceği pek aşikar bir keyfiyettir. Bu +münasebetle iki müesseseyi İslamlara takdim etmeyi vecibeden +addederim. +Birisi “Mensucat Fabrikası Anonim Şirketi”dir ki İttihad +ve Terakkī Klübü a’zalarının gayretiyle teşekkül etmiş bin +lira sermayeli bir şirkettir. Fabrikanın dahilini gezdim. El +ğer tezgahlar da motor ile işliyor. Ma’mulatı havlu ve ipek +ma’mulatından ibarettir. Pek zarif ve metin çarşaflar boyun +bağları mendiller ve saire yapıyorlar. Ahalinin rağbeti ile +çabuk terakkī edecek bir müessesedir. Garibi şurasında ki +şirketin işleri sağlam olduğu halde Bursa ahalisi hisse senedatına +rağbet etmiyorlarmış. Evet bir dereceye kadar haklı; +çünkü şimdiye kadar hisse senedatı ne demek olduğunu +görmemiş ve bilmemişlerdir. İnsan bilmediği bir şeyden ictinab +edeceği tabiidir. +Diğer müessese de “Makaronya Fabrikası”dır. Sahibleri +taza biraderlerdir. Teessüsü daha henüz bir sene olmamış. +Fabrikada kuvve-i mihanikiyye olarak mebzuliyetinden su +kullanılıyor. Yirmi dört nev’i makarna yapıyorlar. Halis irmik +unundan yapılıyor. İtalya ve Avrupa makarnalarına faik +olduğu isti’mal edenlerce mücerrebdir. Makarnalar sütlü-şekerli +ve adi olmak üzere iki nevi’dir. Makarnalar muntazam +ve temiz kutulara konarak satılıyor. Niçin böyle saf temiz ve +ucuz makarnalar varken ecnebi makarnalarına rağbet edelim. +Her İslam bakkalları bu makaronyayı satmalıdır. +Bursa’ya gelen züvvara bu iki müesseseyi ziyaret etmelerini +kemal-i ehemmiyyetle tavsiye ederim. +SEBILÜRREŞAD +Biz bu mektubu okuduktan sonra Dersaadet’te bulunan +Lastikçi biraderlere müracaat ederek şu mühim ve müsmir +teşebbüs hakkında kendilerinden izahat istedik. Aldığımız +ma’lumat bize pek ziyade emniyet-bahş göründü. Her taraftan +gösterilen rağbetin günden güne arttığını büyük bir +meserretle öğrendik. Bir İslam müessesesi mahsulatının şu +suretle revac kazanmasını memnuniyetle telakkī etmeyecek +hiçbir müslüman bulunamaz. Lastikçi biraderlerin Yeni Postahane +karşısındaki mağazalarında makarnaların envaına +aid nümuneler bulunuyormuş. Arzu edenler gidip görebilirler. +Bize verilen ma’lumat ve te’minattan Bursa Makarna +Fabrikası’nın mahsulatının hem nefaset ve hem fiatça ecnebi +makarnalarına kat kat faik olduğuna kanaat hasıl ettik. +Ecnebi makarnaları üç buçuk kuruşa satıldığı halde Bursa +Fabrikası’nın çıkardığı makarnalar nefasetçe onlara faik +olmakla beraber üç kuruşa satılmakta olduğunu öğrendik +ve Dersaadet mağazalarından birçoğu tarafından fabrikaya +sipariş verildiğini memnuniyetle haber aldık. Halis ve letafetine +fevka’l-ade i’tina edilerek ve hususi kutular derununda +toz-toprak ve muzır cürsumelerden muhafaza edilmekte +olan müslüman mallarına rağbet gösterilmesini muhterem +kari’lerimize tavsiye ve sair mahallerde bulunan bu gibi İslam +müesseseleri hakkında bize ma’lumat verilmesini istirham +eyleriz. Vereceğimiz paralar memleketimizde bir dindaşımızın +kesesine girecek biz de ehven fiatla nefis makarna +yiyeceğiz. Bundan iyi ne olur? +Mensucat müessesesi hisse senedatına rağbet gösterilmemesi +bu gibi şeylere alışılmadığından neş’et ettiği şübhesizdir. +Fakat müessese emniyet ve i’timad-ı milleti kazanacak +surette teşebbüsatında azm ü samimiyetle devam ederse +halkın bir müddet sonra sevine sevine hisse senedlerini almaya +koşacaklarına emin olmalıdır. +DARÜLHILAFE’DE SEBILÜRREŞAD +CERIDE-I İSLAMIYYESI’NE +Muhterem Efendim +Bu günler yine meserret-aver haberler aldık. Şu cümleden +Hindistan’da Kelküta şehrinde vakı’ “Nedvetü’l-Ulema” +Cem’iyeti katibi ulema-yı be-namdan Şeyh Nu’man-ı Şibli +cenabları mezkur cem’iyetin Hindistan’a gelip Din-i İslam’ı +ta’lim edecek birinci Japon için tahsil müddetince her ay +rupiye yani takriben kuruş kadar bir maaş ta’yin +ettiğini bize ihbar ve öyle bir Japon gencinin Hindistan’a +§ Riyasetinde Ali Efendi Heyki bulunan Cem’iyet-i İslamiyye +Eylül ibtidasından i’tibaren meccanen konferanslar +vermeye başlayacaktır. Bu hususta şimdiden teşebbüsata +başlandı. Konferanslar Din-i İslam’a dair olacaktır. +§ Hakeza bu günler Hasan Efendi Hatano’nun İslam +ve Müslim nam eseri Japonca intişar üzeredir. İslamiyet +hakkında en mükemmel ve birinci eserdir. Her ne kadar +burada epey vakitten beri bazı İslamlar bulunmuş ise de +maalesef İslam’a aid pek az haber ve ma’lumat vermişler. +Saniyen misyonerlerin te’siri ile bu İslamların mesaisi de +semeresiz kalmıştı. Şimdi artık kendi kendine heveskarlar +çoğalıyor. Hususan gençler ve asker takımı arasında ehl-i +merak daha çok görünüyor. +AKSA-YI ŞARK’TA İSLAMIYET +Manastır’da Neyyir-i Hakīkat refikımıza Amerika’dan yazılıyor: +Kariben buradan Aksa-yı Şark’a bir seyahat icra edeceğimden +oralar hakkında şimdiden tedkīkat yaptım. Beni Aksa-yı +Şark tedkīkatı içinde en ziyade işgal eden İslamiyet’in +hal ve mevkii oldu. +Japonya’nın Tokyo şehrinde Muhammed Bereketullah +Efendi –ki Hindistanlıdır ve kendisini Londra’da Uhuvvet-i +ternity Uhuvvet-i İslamiyye ünvanı altında bir gazete neşrediyor. +Çin’de keza China Times isminde İngilizce bir gazete +neşrediliyor. Tokyo’da münteşir Uhuvvet-i İslamiyye vaktiyle +Paris’te neşredilen Meşveret cesametinde olup son nüshalarının +birinde ahiren İslam olan bir Japonyalı baron ile kızının +ve kayınbiraderinin resimleri vardı. Baronun ismi Baron +Ali Kintaro Hiki’dir. Bu aile Japon tarihinde meşhurdur. +Diğerleri Hasan Hatano Efendi Fatıma Hatano Hanım’lardır. +Hasan Hatano Efendi Kanunisanisi’nden +aylık bir magazin neşretmeye başladı. Masarıfını kendi veriyor. +“Asya Gıkay” namındaki Asya cem’iyeti de intişar-ı İslam +kı’-i mahsusada ahaliye vaazlar veriyor. Hasan ve Muhammed +Bereketullah Efendiler birçok Japon asilzadeganından +tebrik dua-yı muvaffakıyyet va’d-i muavenet mektubları +almışlardır. Bu mektubların sureti Japonya İslam gazeteleriyle +neşrolunmuştur. +Pekin’de intişar eden China Times gazetesinde şunları +okudum: Pekin ahali-i İslamiyyesi büyük bir miting akdetmişlerdir. +Dünkü Cuma günü “Niyuçiye” Cami’-i Şerifi’nde +Halifesi Mehmed Reşad ve Trablusgarb’da İtalya ile harbeden +asakir-i müslime için muvaffakıyet dua etmişlerdir. +Pekin Müftisi Abdurahman Efendi minberde bir nutuk +muazzamaya teessüfler eyledikten sonra atideki telgrafı +Çin İslam ahalisinin kalbi +Size Aksa-yı Şark İslamiyeti hakkında şu kadar ma’lumat +verdikten sonra sözümü keser ve ati-i taliin bize her halde +güleceğinden pek ümidvarım. Şark’ın ucundan parlayacak +bir şa’şaa-i İslamiyyet bir gün ahval-i alemde başka ruzgarların +esmesine sebeb olacaktır. Hülyalarda yuvarlanmıyor +rüyorum. Çünkü bunda İslamiyet milliyet mes’elesi var… +Onun için çok derinden görüyorum… +MÜSLÜMANLARIN ŞANLI +BAYRAM GÜNLERI +Garyan’dan “ Köylü ” refikımıza yazılan bir mektubda +son Humus muzafferiyeti hakkında şayan-ı iftihar bazı tafsilat +verildikten sonra beyanat-ı atiyye ile mektuba nihayet +veriliyor: +Doğru bir hesaba göre şu on gün zarfında düşmanın +yalnız buralarda yirmi bin kadar telefatı vardır. +Bu gidişe göre düşmanın artık burada barınması mümkün +değildir. Garyan’da Cebel’de Zaviye Humus’da el-hasıl +her yerde kemal-i muvaffakıyetle cebehanemiz yapılıyor. +Askerimiz hatta kapsül dahi yapmaya muvaffak oldu. Dahilde +barut pek çoktur ve pek güzel barut i’mal ediliyor. Şimdi +de top mermisi yapılmaya teşebbüs olunuyor. İtalyanların +ve­ +sait-ı harbiyyesi ne kadar mükemmel olursa olsun bu +arslan millet ile başa çıkamazlar. İşte böyle böyle bir gün +kemal-i rezaletle bu sefiller vatanımızdan çıkacaktır. +Düşman Osmanlıların hakīkaten pek müdafi’ ve cesur +olduklarını kendi Ajans Stephens’i ile tasdik ediyor. Zanzur’un +Ma’muresi’ndeki yüz yirmi kişilik bir kuvvetimizin sekiz +saat fasılasız ve korkusuz sebat ve müdafaası ve düşmanın +beş tabur askeri birden herçi bad-a-bad diyerek “hurra +hurra” sadalarıyla bu yüz yirmi kişilik kuvvetimize hücumları +ve büyük bir zayiatla dönerek yine “hurra” deyip de +cebehanemizin yoksuzluğu yüzünden tepeyi bin müşkilat ile +zabtetmeleri onların hayretlerini mucib olmuş imiş. +Zavallılar; bilmiyorlar ki bir neferimiz bine karşıdır. Ve +onların karagöz perdelerinden çıkmalarına intizar ediyor… +Artık düşmanın mahvolacak günleridir. Düşman istediği +kadar Adalar’da dursun. İnşaallah bir gün olur oraları da +ona mezaristan olur. Zaten daha Adalar’ın intikamı zamanı +gelmedi. Doğrusu şu mücahidinin ibraz ettikleri şecaat ve +fedakarlık tarihde yaldız ile değil elmas ile yazılmalıdır. Bu +muazzam millette korku yoktur. Din ve vatanından başka +bir şey düşünmüyor. Ailesini millet te’min etmiş. Hele gelen +li. dedikçe ağlıyorlar. Kadınlar bile galeyana +gelerek düşman üzerine gidiyorlar kendi evladlarını teşci’ +ediyorlar. Bu zaferli günler Osmanlıların müslümanların büyük +bayramıdır. “Biz şan ve şeref isteriz; ecdadımızın kemiklerini +düşmanın kirli çizmeleri altında ezdirmeyiz” diyorlar. +şeklinde yazılmıştır. +UYAN EY MİLLET! +Ey Millet! +Uyan! Maziden tarihten ibret al! Çünkü vakit pek kısa ve +mahdud. Artık el ele veriniz. Şa’şaa-i İslamiyyet’in yegane +enkaz-ı an’anatı olan bu hükumeti elinizle ateşe yuvarlamayınız. +Mülkünüz feyzdardır. Onun her bir zerre-i türabı altında +birer kenz-i mes’adet var. Beyhude yere çağlayan suların +her damlası size ebedi saadetler mutantan ve müzehheb ali +hayatlar ihzar edebilir. +yemizi pek büyük bir sevinç ve mefharet ile okuyor. Adeta +adaveti titreye titreye bekliyorlar. Çünkü filoların orduların +topların tayyarelerin iktisab edemediği bir muvaffakıyeti +sizin dedikodunuz onlara bahşeder. Onlar artık Trablus’ta +bir adım ileri gidemeyeceklerine kani’ oldular. Fakat gavail-i +dahiliyyemiz düşmanı muzaffer edebilir. İşte İtalya ve Avrupa +mağlubiyetimizi bu yüzden bekliyorlar. Top ile tüfenkle +bize daima makhur olacaklarını çoktan idrak ettiler. +Ey ateşin hamiyetli Millet! +Kalbini parçalayacak bir silahı kendi elinle düşmana +vermeyi şan u şerefine yakıştırabiliyor musun? Düşmanın +milyonlar birçok genç ve kıymetdar canlar mukabilinde nail +olmadığı bir muzafferiyeti kendi elinle takdim ederken titremiyor +musun? +Uyan! Senden başka hamisi nigehbanı kalmayan öksüz +Yüksel! Ortalığı toplarının velveledar kesafetleri içinde +de yalnız muzaffer mütemevvic Hilal’inin başını yukarıya +kaldır. Onun cebhe-i tab-naki daima yükselsin! Çünkü biz +seni öteden beri maaliyat için şan u şeref için ölmek için +mahluk bir kahraman biliyoruz. Menafii çiğne ez ve sema-yı +ulviyyete kadar yüksel!.. +el-Hilalü’l-Osmani +el-Alem gazetesine +Bingazi’den yazıldığına göre İtalyanlar Bingazi’de yakında +hükumet-i Osmaniyye ile musalaha edeceklerini i’lan eylediklerinden +bugün bütün Senusi zaviyeleri meşayihi ile +rüesa-yı Urban Bingazi Ordugahı’nda ictima’ ederek İtalya’nın +Trablus toprağına müdahale etmelerini intac edebilecek +hiçbir sulha ruy-ı muvafakat göstermeyeceklerini ve +kendi memleketlerinin Osmanlılığına halel verecek hiçbir +hal kabul etmeyeceklerini beyan ile ile’n-nihaye harbe devam +edeceklerine ve başka bir suret-i halle kat’iyyen razi +olmayacaklarına ahdetmişlerdir. Osmanlı zabitleri bu hususta +bunlarla tamamen müttefiktirler. Bununla beraber İtalya +hükumeti yerliler tarafından kabul olunmayan bir muahededen +faide hasıl olmayacağını ve Osmanlı hükumetinin de +Arabların rızasına makrun olmayan bir muahedeyi imzaya +yanaşmayacağını pek güzel bilmektedir. +Trablusgarb’dan +gelen haberlere göre Zanzur Muharebesi’nden sonra düşman +tarafından evvelce zabtolunduğu yazılan Ma’mure ve +Seyyidabdülcelil mevki’leri üzerine Cebel kahramanlarından +Şeyh Sasi Hizam Efendi’nin kumandası altındaki mücahidinimiz +tarafından bir gece baskınında düşman münhezim +edilerek mezkur mevki’ler istirdad edilmiştir. Ve İtalyanlar bu +müsademede her zaman olduğu gibi pek ziyade bozularak +darma dağınık bir surette firara başlamış ve firar esnasında +pek çok esliha ve mühimmat terkeylemişlerdir. Bundan +sonra askerlemiz Kırkkarış üzerine de yürümek istemişlerse +de sabahın takarrubu üzerine yalnız Zanzur takviye edilerek +geriye dönülmüştür. Düşmanın bu son günlerde zayiatı pekçok +yekunlara baliğ oluyor. Askerimizin kuvve-i ma’neviyyesi +pek iyi olup cebehane ve esliha ise mebzuldür. Garyan +Zaviye Humus ve diğer mevakı’de daimi surette cebehane +ve barut ve hatta top mermileri i’mal edilmektedir. +Trablusgarb’dan merci’-i +alisine varid olan ma’lumat-ı resmiyyeye nazaran İtalyanlar +vahşetlerini kuyuları tesmim etmek derecesine kadar +dest edilen bir casusun elinde mevadd-ı semmiyyeyi havi +bir şişe bulunmuştur. Casus isticvabında Rikadü’l-lin’de bir +kuyuyu tesmim ettiğini ve bütün kuyuları tesmim me’muriyetiyle +başka diğer iki casusun da Bunume taraflarındaki kuyuları +zehirlemek üzere hareket eylediklerini de beyan eylemiştir. +§ Anadolu gazetesine yazıldığına göre vapurlarda işleyip +aile besleyen ve altındaki kayıktan başka hiçbir şeye malik +olmayan İslam sandalcılar vapurlara yolcu taşımaktan men’ +edilmişlerdir. Zaten İstanköy’de sandalcıların kaffesi İslam +ki olduğu anlaşılmıştır. +§ İstanköy eşrafından Hacı Mustafa Bey’den bilinemeyen +bir sebebe mebni yüz lira ceza-yı nakdi ahzedilmiştir. +§ Altı seneden beri hükumet-i seniyye canibinden Rodos’un +Kum Burnu’nda Osmaniye Mahallesi’nde dul ve +bi-vaye Girit muhadderat-ı İslamiyyesine mahsus inşa olunan +Dulhane’de ikamet etmekte olan aceze-i nisa bu kere +ettirilecektir. +§ Şehir haricinde vakı’ İslam kabristanlarında mevtanın +defni taht-ı memnuiyyete alındığından bahisle fima-ba’d +kasabadan uzak bir mahalde defnedilmeleri hakkında İtalya +hükumeti tarafından mahkeme-i şer’iyyeye tebligat icra +kılınmıştır. +Zat-ı hazret-i hilafet-penahi Cuma namazını +ba’de’l-eda saray-ı hümayunlarına muavedet esnasında +Bulgaristan ve Rumeli’nin mevakı’-i muhtelifesinden +hac için gelen müslümanların cami’-i şerif kapısı karşısında +ahz-ı mevki’ ettikleri manzur-ı şahane buyurularak Seryaver +Salih Paşa’yı i’zam ile; “Kendilerini burada gördüğümden +dolayı memnun oldum. Sıhhat ve afiytle ifa-yı hac ve +selametle memleketlerine avdet etmelerini eltaf-ı Sübhaniyye’den +temenni ederim. Selamımı tebliğ ediniz” buyurmuşlardır. +Salih Paşa hüccac-ı kiramın yanlarına gelerek zat-ı +hazret-i padişahinin fermanlarını tebliğ ve hüccac-ı kiram +deavat-ı hazret-i hilafet-penahiyi tekrar etmişlerdir. +me’murin-i ilmiyyeye göre maaşları pek ziyade dun olan +liva müfti ve müsevvidlerinin maaşatına sınıflarına göre yüzer +kuruş ilave edilerek maaşlarının üçer yüz kuruşa iblağı +ve Şam-ı Şerif’te Maliki müftisine altı yüz kuruş maaş tahsisi +karargir olmuştur. +Şuhur-ı selase münasebetiyle +taşrada icra-yı va’z u nasihat edecek ulema-yı kiram +ve talebe-i ulum efendilerin satvet-i Osmaniyyenin idamesi +zımnında tezyidine eşedd-i ihtiyac bulunan kuva-yı bahriyyemizin +derece-i matlubeye isali için küşad edilen Donanma +muhteremeyi teşvikat ve tergībatta bulunmaları ve kendilerinin +ahlak-ı hasene ile ittisaf ve sünen-i seniyyeye ittiba’ +ederek bila-lüzum kahvehanelerde izaa-i evkatten ve nazar-ı +halkta mucib-i şeyn olacak ahvalden ictinab eylemeleri ve +siyasiyyatla iştigal etmeyerek adab ve şeair-i İslamiyyeyi +hüsn-i telkīne gayret etmeleri lüzumunun ulema ve talebe-i +muma-ileyhime lisan-ı münasib ile tefhimi hususu Makam-ı +Meşihat’ten hükkam-ı şer’a ta’mimen tebliğ edilmiştir. +Cevami’-i şerifenin +ve Evkaf Nezareti’ne merbut sair müessesat-ı hayriyyenin +tahtında veya fevkinde veya harim ve müştemilatında +bulunan ve her nasılsa gayrin uhdesine geçerek ba-sened-i +hakani tasarruf edilmekte olan mahallerin menafi’-i umumiyye +namına olduğuna dair ayrıca karar istihsaline ihtiyac +gösterilmeyerek istimlak edilebilmesi ve istimlak olunacak +mahallin ta’yin-i bedel ve müteferriatında İstimlak Kanunu’na +tevfik-ı muamele olunması zımnında tanzim olunup +Meclis-i Meb’usan ve A’yan’ın tasdikine iktiran eden kanun +hakkında irade-i seniyye-i padişahi şeref-sadır olmuştur. +Mısır: +Mısır’da su’-i kasd töhmetiyle +tevkīf olunan eşhas hakkında tahkīkat kemal-i ehemmiyyetle +ta’mik olunarak ahiren mahalli matbuat kaleminden +tebliğ edilen resmi beyannamede böyle bir suikasd tertibiyle +bir delil ve emareye dest-res olunamadığı gibi tevkīf olunan +eşhasa isnad olunan fiilde alakadar ve zi-medhal bir şerik +dahi bulunamadığı beyan edilmiştir. +Sofya’dan Balkan Gazetesi ’ne yazıldığına +göre Sofya ahali-i İslamiyye ve ma’rufesinden olup +bir müddetten beri Sofya’da berberlik san’atıyla meşgūl +olan Halil Ağa bin İbrahim geçen günler Sofya civarında +bir Bulgar köyüne gider. Halil Ağa avdetinde Kostenbrut +Garası’na karib bir tarlalıkta meyyiten bulunur. Kendisine +saika isabet etmiş diye işaa olunup oranın Bulgar papasları +tarafından ayin icra edilerek defni icra olunur. Bu vak’a +Sofya’da meskun ahali-i İslamiyyeyi son derece mahzun ve +mükedder bırakmıştır. Şu çirkin vak’a vaktinden evvel gerek +başmüfti efendiye ve gerek vekil-i lahıkı Süleyman Faik +Efendi’ye haber verilmişse de hiçbir teşebbüste bulunmamışlardır. +Zavallı müslüman! +Sofya +gazetelerinde okunduğuna göre Haziran’da Eski Cuma +kasabasında Muallimin-i İslamiyye Kongresi pek parlak bir +surette küşad edilmiş ve Bulgaristan’ın cihat-ı muhtelifesinden +gelmiş olan iki yüz muallim Maarif-i İslamiyye’nin ihtiyacat +ve esbab-ı terakkīsini müzakere etmek üzere bir araya +toplanmışlardır. Bu ictima’ Eski Cuma ahali-i İslamiyyesi +üzerinde derin bir te’sir husule getirmiş ve şimdiye kadar +maarifsizlik yüzünden bin türlü belaya duçar olmuş bulunan +zavallı Bulgaristan İslamlarının kalblerinde tatlı ümidler +uyandırmıştır. +Muallimler kongrenin devam edeceği dört beş gün zarfında +evvela bütün Bulgaristan mekatib-i ibtidaiyyesinin +nevakıs ve ihtiyacatını tedkīk saniyen mekatib programlarında +ve sehil usulleri ta’yin ve izah rabian ihtiyacat-ı milliyye ve +menabi’-i varidat elde etmek hususunda müzakerat icra +edecekler ve sadisen Bulgar Muallimin Cem’iyeti’yle umur-ı +maarifte teşrik-i mesaiye karar vereceklerdir. +Kaşgar’dan Alman gazetelerine iş’ar edildiğine +göre milis askeri birçok kimseyi katletmiş ve birçok mebaniyi +kaç kişi bulunduğu rivayet ediliyor. +§ Sirbang Eyaleti Kıtaat-ı Askeriyye Kumandanlığı’na +ta’yin edilen Ceneral Bi Barkul şehrinde asiler tarafından +katledilmiştir. +Evvelce yazıldığı üzere efrenci +Temmuz’un onunda Tunus’tan Victor Hugo kruvazörüyle +hareket etmiş olan Tunus beyi maiyyeti erkanı nazırlar ve +çocuklarıyla beraber Toulon’a gelerek orada tahte’l-bahr +sefineler manevralarında hazır bulunduktan sonra Paris’e +müteveccihen yola çıkmıştır. Paris’te suret-i resmiyyede beş +gün kadar hükumet-i cumhuriyyenin misafiri olacak ve reis-i +cumhur ile birlikte Temmuz manevralarında hazır bulunacaktır. +Misaferet-i resmiyye nihayet bulduktan sonra bey +bir-iki hafta kadar Paris’te kalacaktır. +Times gazetesinin Tahran’dan istihbaratına +nazaran İran hükumeti son Rus notası müfadına +tevfikan ikinci bir Kazak alayı teşkil edecek ve merkezi Tebriz’de +bulunacaktır. Bu alaya iki Rus zabiti kumanda edecek +ve dört de küçük zabit bulunacakmış. +Petersburg Ajansı’nın Tebriz’den +keriyyesi i’zam edilmiştir. +Tahran’dan Rus gazetelerine çekilen +telgraflar İran ahvalini pek fena gösteriyorlar ve pek +endişe-bahş rivayat deveran ediyor. Genç Nasyonalistler +Rusya-İngiltere aleyhine bir hareket hazırlıyorlarmış. Kazrun +tir. +sil etmekte olan on iki zadeganın sene-i hazıra imtihanları +hazır bulunmuşlardır. +Rusya hükumetinin Kafkasya’daki +Kazak askerinden üç taburu bir erkan-ı harb kumandanının +kettiği haber alınmıştır. Şu yeni sevkiyat usatın son zamanlarda +sık sık Rusya hududunu tecavüz etmelerinden neş’et +eylemekte imiş. +Londra’dan alınan bir +telgrafta beyan edildiğine nazaran ahvaldeki vahamet hasebiyle +Basra Körfezi sevahiline asker i’zamı mes’elesinin +hükumetçe tedkīk edilmekte olduğu Kalküta’dan iş’ar olunuyormuş. +Elyevm Ribat’ta bulunan Mulay +Hafiz şehr-i mezkurda bulunan askeri tayyarelerini ziyaret +etmiş ve huzurunda yapılan tecrübelerden pek memnun +kalmıştır. Mulay Hafiz tayyarelere karşı büyük bir temayül ve +merak hissetmekte olduğundan hemen kumandana müracaat +ederek kendisinin de uçurulmasını taleb eylemiştir. Fakat +mevcud tayyareler yalnız bir kişilik olduğundan arzusu +Figaro gazetesi bu kere +Afganistan’dan aldığı haberlerden telaşa düşmüş. Afganistan +emiri açık fikirli Osmanlı ve İranlılardan bir mikdarını +nezdinde cem’ ederek İslam hükumetleri beyninde bir i’tilaf +husule getirmek için teşrik-i mesai ediyormuş. Figaro bunun +neticesi Avrupa devletleri menafiini rahnedar edeceği +gibi muhatarat-ı azimeyi dahi müntic olacağını uzun uzadıya +teşrih ediyor. +Hindistan muhbirimiz Tevfik Bey bu hafta hareket etmiştir. +Cenab-ı Hak selamet ü afiyetler ihsan buyursun. Diğer +muhbirlerimiz de inşaallah birkaç güne kadar hareket edeceklerdir. +TEFSIR-I ŞERIF +çalkandıklarını söylemiştik. Gelelim sure-i şerifedeki “salihat”a. +“Salihat” zevk-i selimin kabul ettiği a’mal-i hayrdır ki +bunlardan bir takımı her din-i sahihin amir olduğu ibadat-ı +sahiha gibi ruhu tezkiye kalbi tasfiye edecek hareketler; diğeri +Allah yolunda bezl-i mal etmek biçarelere muavenette +bulunmak esna-yı hükümde adilden ayrılmamak; mazlumları +gadrden kurtarmak gibi insaniyeti kurtaracak büyüklükler; +elhasıl üçüncüsü de emanet iffet insaf muhabbet +şefkat gibi evsaf-ı kerimenin mahall-i suduru olan fazıl melekelerdir. +Evet ister bedene müteallik bir fi’l-i zahir suretinde tecelli +etsin; ister ruha aid bir vasf-ı batini şeklinde görünsün; bunların +kaffesi salihat-ı a’mal zümresindendir. İnsanın insanlığı +bunlarla kaimdir. +A’mal-i salihadan ahlak-ı fazıladan hissedar olmayanların +hüsranına hükmetmek şöyle dursun böylelerine insan +demek bile doğru değildir. +“Tevasi” iki kimseden birinin diğerine bir şey tavsiye eylemesidir. +“Hak” batıl mukabilidir ki ma’lumdur. +“Sabr” bütün ahlak-ı fazılanın anasıdır. Kitabullah’ın tam +yetmiş yerinde zikrolunmuştur. +Sabır nedir? Sabır ruhun bir melekesidir ki tarik-ı hakda +tahammülü güç olan şedaide katlanmak nefsin hoşlanmadığı +meşakkatleri sineye çekmek ancak o meleke sayesinde +kabil olabilir. +Sabrın fıkdanı yahud zaafı kadar büyük musibet tasavvur +edilemez. Tedkīk olunursa görülür ki bütün nekais +bütün rezail seciye-i sabrın yokluğundan yahud azlığından +meydan alır. +Mesela: Cehaleti ele alsak görürüz ki bu felaketin başlıca +sebebi sabrın zaafıdır. +Çünkü: Şuabat-ı ilmden birine intisab eden adam o +şu’bede ihtisas sahibi olacak kadar uğraşmaya mesail-i gamızayı +tedkīk için yorulmaya kendisinde sabır göremiyor. +Ma’lumatını tahkīk derecesine çıkarmaya üşenerek firaş-ı +taklide yan gelip yatıyor. +Şimdi böyle bir adamın çalışıp istifade ettiği farz edilse +bile ifade zahmetine tahammül edemeyeceği için evinin +bir köşesine büzülerek halkı bir takımlarının dediği gibi +“Allah’a bırakır”; kendisi hiç uğraşmak istemez. +Kezalik pintilik rezilesini ele alsak anlarız ki bu da sabrın +yokluğundan ileri geliyor. Evet pinti malını veremez muttasıl +biriktirmek için mücahede eder durur. Bir çok hayırlı işler +zuhur ettiği halde hepsinden yüz çevirerek hiç biri için on +parasını feda edemez. +Şimdi bu adamın elini bağlayan sebebi araştırsak sabrındaki +zaafından başka bir şey bulamayız. Evet bu adam +vahimesinde dolaşıp günün birinde üzerine çökmekle kendisini +tehdid eden zaruretin hayal-i mehibine karşı +durabilecek bir sabra malik olsaydı hem nefsini hem de +kavmini öldüren bu sefil hırs ile bu mühlik hastalık ile +ma’lul olmazdı. +Bir müsrif ezvak-ı behimiyyesi uğrunda bir çok paralar +heder eder; bir hevesine mağlup adam muharrematın içine +dalar. Her ikisinin ma-meleki biter hali fenalaşır. İzzeti zillete +serveti sefalete inkılab eder ki bunların kaffesi hevesat-ı +nefsaniyyeye karşı sabr edememekten başka bir sebep tahtında +değildir. +Şimdi fezail-i insaniyyeyi de birer birer gözden geçirecek +olsak yine sabra varırız. +Artık mevkii bu kadar yüksek olan bir haslet Kitabullah’da +bilhassa zikrolunmaya layık değil midir? +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +“Hak” ilmin medar-ı kemali itminanın ma-bihi’l kararı +aklın bais-i yakīni olduğu gibi “sabır” da fezailin yegane +cazibi rezailin yegane dafii salihat-ı a’malin yegane müdafiidir. +Ashab-ı kiram rıdvanullahi aleyhim efendilerimizin birbirlerine +daima bu sure-i celileyi okumalarındaki hikmet +şimdi anlaşılmıştır sanırız. +Sure-i celilenin tefsiri hakkında daha fazla izahat isteyenler +Sıratımüstakīm ’in numaralı nüshalarına +müracaat buyurmalıdırlar. +HAK VE HAKĪKAT +Yine Dozy söylüyor: “Muhammed’in en aziz dostu ve +din-i hak taharri eylediği sırada mahrem-i esrarı bulunmuş +ve istikameti ve sabit-i secayası ile umumun mazhar-ı +Muhammed sonraları; “Ebubekir müstesna herkes benim +Resulullah olduğuma iman etmezden evvel az çok tereddüd +etti.” derdi. +Ebubekir ra hazretleri kable’l-bi’set Resul-i Ekrem Efendimiz +hazretlerinin en samimi bir dostu ve ibadet-i asnamdan +mücanebetleri hasebiyle ha’iz-i muhabbet ve meveddetleri +olabilirdi. Bu hususa dair kütüb-i siyerde rivayetler +de vardır. Fakat bundan dolayı düşman için ta’n u i’tiraza +ser-rişte olacak bir cihet yokdur. Kanaat-i vicdaniyye hasıl +etmedikçe akl ü kiyaset sahibi olan kimse babasına bile +tabi’ olmaz. Bilhassa “da’va-yı risalet gibi bil-vücuh ha’iz-i +garabet bulunan hususatta tasdik ve mütabaat için dostluğun +ne te’siri olabilir? +Hazret-i Ebubekir’in i’tiraf olunan istikamet ve sa’ir secaya-yı +aliyyeleri metanet-i fikriyyelerine burhan-ı kat’i +o­ +la­ +cağından hakk-ı alilerinde müdahene isnadına ve iman +hususunda bütün mü’minlere tekaddüm ve pişvalıklarına +binaen taklid tevehhümüne mesağ yokdur. +Din-i hak taharrisinde hem-dem ve hem-raz olmak sıfatı +dendir. Resul-i Efham Efendimiz hazretlerinin din-i hak taharrisinde +bulunmaları hatta bundan dolayı zümre-i hunefa +tir. Zat-ı Risalet-penah Efendimiz’in müddet-i ömürlerinde +mütalaa veya müzakere ile iştigal buyurmamış oldukları bütün +erbab-ı ıttıla’ ve ibtisarın ma’lumu olan hakaik-ı kat’iyyedendir. +Evet! Ebubekir hazretleri tasdik-ı risalet babında +asla tereddüd ve tela’süm etmeyerek kabul-i hakka müsaraat +eylemiş ve hatta mazhar buyuruldukları şu muvaffakiyet-i +uzmadan dolayı “Sıddik” ünvan-ı şerifini ihrazla kesb-i imtiyaz +etmiş oldukları müsellem-i enamdır. Fakat bu teferrüdleri +–kütüb-i siyer ve tevarihde tastir olunduğu vechile– Zat-ı +Risalet-penah Efendimiz hakkında evvelce edinmiş oldukları +ma’lumat-ı kafiyye sayesinde kemal-i sühuletle hakk u +hakīkati anlamış olmalarından münba’isdir. +Ebubekir es-Sıddik ra hazretleri –zikr +ü senaları geçen– Varaka bin Nevfel ve Zeyd bin Amr gibi +erbab-ı vukūf ve irfandan ve Şam ve Yemen seyahatlerinde +mülakī olduğu daha bazı zevattan bilhassa Rahib Raskova +cenab-ı Bahira ile mülakat-ı nübüvvet vukū’ bulan sefer-i +mübarekte kafile ile beraber bulunarak muma-ileyhden ahz +ü ikmal eylediği ma’lumat-ı sahiha ile tamamen tenevvür +etmiş ve Resul-i Ekrem hazretlerinin ihraz-ı risalet buyuracaklarına +emniyet-i kamile hasıl eylemiş idi. +Risalet-i celile ihsan buyurulduğu gün Ebubekir Efendimiz +Hazret-i Hadice’nin birader-zadesi Hakim bin Hızam +ra’ın hanesinde bulunuyorlardı. Muma-ileyhin dadısı hane-i +saadetten gelerek “ammesi” ta’bir-i Türkice halası olan +Hadicetü’l-Kübra’nın zevc-i pakine –Hazret-i Musa as +gibi– mansıb-ı risalet ihsan buyurulduğunu kendisinden istima’ +etmiş olduğunu haber vermesi üzerine müşarun-ileyh +hazretleri der-akab kıyamla doğru nezd-i Risalet-penahi’ye +varıp istifsar-ı keyfiyyet etmiş ve kıssa-i vahy ve risalet kendisine +hikaye buyurulmakla bila-tevakkuf; “Eşhedü en +la-ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve +Resuluh” diyerek tasdik ve ikrara mübaderet eylemiş idi. +Hakim bin Hızam hazretleri kesret-i hayr ile ma’ruf ağniya-yı +Kureyş’dendir. Feth-i Mekke senesi nail-i hidayet +olabilmiştir. Müellefe-i kulubdan ma’dud idi. Tamam yüz +yirmi sene mu’ammer olarak Hicret-i Seniyye’nin ellidördüncü +salinde Medine-i Münevvere’de irtihal etmiştir. +HEGEL’İN MAKALESİ MÜNASEBETİYLE +“TEALLÜM-İ NEBI” İDDİ’ASINA REDDİYEDİR +Nasturilerden teallüm-i nebi iddiasının reddine dair be­ +yan ettiğimiz delail munsıfane düşünenlere bu teallümün +adem-i imkanı hakkında oldukça kanaat hasıl etmiştir +zannederim. Fakat yine muannidler eksik değildir. “Getirdiğiniz +delail kendi kitaplarınızdandır. Binaenaleyh onlarla +bizi ilzam edemezsiniz.” diye i’tiraz edecek olurlarsa cevabında +deriz ki: “Pekala! Cenab-ı Peygamber’in Nasturilerle +mülakat ettiğini siz nereden öğrendiniz? Yine bizim kitaplarımızdan +değil mi? Kütüb-i İslamiyyede mübeyyen olan +mülakat mes’elesini kabul edip de delailine gelince; “İşte +orasını dinlemeyiz. Çünkü kendi kitaplarınız bizce mu’teber +değildir.” diyerek bir da’vada hesabınıza gelen şıkkı alıp da +diğerini mu’teber addetmemekte ne gibi bir hak iddia edebilirsiniz? +Buna tercih bila-müreccah denir ki batıldır deriz.” +Latife: Birine niçin namaz kılmadığını sormuşlar. O da +demiş ki: “Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim i’nde: +yani; “Namaza yaklaşmayınız” buyurmuştur +da onun için kılmam.” “İyi amma biraz daha aşağısını oku” +demişler. “Orası hesabıma gelmediği için okumam.” demiş. +Çünkü ayetin aşağısı +gelir. Yani “Sarhoş olduğunuz +zaman namaza yaklaşmayınız.” demekdir. Şimdi +bizimkiler de mülakata kadar okuyorlar aşağısına bakmıyorlar. +Halbuki biz yalnız kendi kitaplarımızla değil birçok +delail-i akliyye ve mantıkıyyeden maada İncil ile de isbat-ı +müddea ediyoruz. +* * * +Maamafih ulema-yı kiram-ı İslamiyye bu i’tirazı da kabul +etmişler ve pek mukni’ cevaplar vermişlerdir. Hazret-i +Resul’ün nasturilerden teallüm eylediği iddiasına karşı İshak +Efendi merhumun Zıya’ü’l-Kulub u’nda şu mutalaata tesadüf +olunmuştur: +Fazıl-ı müşarun-ileyh Hazret-i Fahr-i Alem’in Bahira ile +mülakatını evvelce beyan ettiğimiz üzere izah buyurduktan +sonra diyorlar ki: “Haydi velev sellem Hazret-i Resul-i Ekrem +Şam-ı Şerif’e dahil olup beş on gün ulema-yı Yahud ve +Nasara ile mülakat etmiş olsun böyle müddet-i kalilede ve +o yaşta ulum-ı evvelin ve ahirini ahzeylemiş olsa bile yine en +birinci mu’cizelerden addolunmaya şayan değil midir? Hem +de bu takdirce iki müşkil sual varid olur. Birincisi; Hazret-i +Peygamber’e ta’lim eyleyen rahib bu kadar ulumu Hazret-i +Peygamber’e ta’lim edeceğine kendisine iddia-yı nübüvvet +etse olmaz mı idi? İkincisi de; muallim Bahira Hazret-i Peygamber’den +zuhura gelen ulum-ı bi-nihayeyi acaba hangi +menba’ ve me’hazden almış idi? Çünkü Hazret-i Nebiyy-i +Zi-şan’ın canib-i Hakk’dan tebliğ eylediği ulum ahkam-ı +li daha ziyadedir. Zira Kur’an-ı Kerim –kema hüve’l-meşhur– +altı bin altı yüz altmış altı ayet olarak ahkam-ı ilahiyye +ve maarif-i Rabbaniyyeyi havi oldukdan maada lisan-ı ilham-beyan-ı +cenab-ı nübüvvetten ulum ve maarif ve sünnete +vacibat mendubat menhiyyat mekruhat ve me’surata +dair yedi yüz bin hadis-i şerif-i sahihu’s-sened zuhur eylediği +mü’eyyid İmam-ı Nesai der ki: “Yedi yüz elli bin hadis-i şerif +cem’ etmiş idim. Lakin elli bin hadisin senedinde zaaf olduğu +cihetle terkeyleyip yalnız yedi yüz bini hıfz eyledim.” +Hala sıhhati beyne’l-Yehud ve’n-Nasara musaddak ve +mu’takad olan Tevrat ve İncil derununda kısasdan maada +emr ü nehye ve sair ahkam-ı diniyyeye müteallik ayatın +cümlesi bir yere cem’ edilse yedi yüze bile baliğ olmaz. Ve +bunu Kur’an ile İncil ’i mukayese babımızda isbat eyledik +Zıya’ü’l-Kulub’ da. Hal böyle iken Hazret-i Muhammed sallallahu +aleyhi ve sellem rehabin-i nasaranın hangisinden ne +makūle ilm ahzedebilir? Bir havz-ı sağīrden bir bahr-ı muhit +münşaib olmak mümkün müdür? Bundan da ma’lum olur +ki kavmi içinde bir rahib yok iken bu iftiraya cür’et olunduğu +halde eğer Beni İsrail’den ba’s olunsaydı kim bilir daha +ne guna-gun iftiralara badi olurdu! İhtimal ki Cenab-ı Hak +Nebiyy-i Muhterem’ini o makūle iftiralardan sıyaneten Beni +ba’s ve irsal buyurdu. İnteha” +* * * +nesine karşı da yine kanaat gelmeyerek hala o iddiada ısrar +olunur ve denirse ki: “Siz ne derseniz deyiniz Hıristiyanlık’ın +hakayık-ı esrar ve dekayık-ı hafayasını o kadar mükemmel +bilip de reddi için dahi o kadar kuvvetli berahin-i kitabiyye +ve delail-i mantıkıyye ve hıkemiyye irad edebilmek ta’limsiz +mümkün olabilecek ahvalden değildir.” +Artık münazaranın mükabere derecesine vardığına teessüf +etmekle beraber cevabında deriz ki: “ Kur’an ’ın Hazret-i +Resulullah’a böyle künhüyle hakīkatiyle ihbar ve i’lam +eylediği şeyler yalnız hakayık ve dekayık-ı nasraniyyeden +mi ibarettirler? Haydi teslim edelim Nasraniyyet’i ol Nebiyy-i +Zi-şan Bahira veyahud Nastura’dan öğrendi ya +Yahudiyyet’i nereden öğrendi? Haydi onu da İbni Selam +gibi Ka’bü’l-Ahbar gibi İslam ile müşerref olan ulema-yı +Yehud’dan öğrendi; ya Sa’ibiyyet’i nereden? Haydi onu da +kefere-i Kureyş’den kendisi bizzat teallüm eyledi öğrendi… +Bir tarafda iddia-yı nübüvvet edip; “Herşeyi Allah bana öğrediyor.” +demek diğer tarafda ötekinden berikinden teallüm +etmek gibi azdadı cem’ mümkün olmamağla beraber +münazara mucebince kabul ediyoruz sizin dediğiniz olsun! +Pekala! Ya acaba tarihi coğrafyayı kozmoğrafyayı hey’eti +mevalid-i tabiiyyeyi ahkam-ı şerayii ilm-i hukūku +hikmeti tababeti siyaseti ahlakı ekonomiyi velhasıl ulum-ı +evvelin ve ahirini ol hace-i yekta-yı cihana kim öğretmiştir? +Şimdi Avrupa’da olduğu gibi o zamanlarda dahi Mekke’de +Cidde’de Taif’de filanda darü’l-maarifler mi mevcud +ve fünun eylemişlerdir diye iddia olunabilsin? +MADDİYYUN VE MESLEKLERİ +Üçüncü fırka da diyordu ki: “Ecram-ı ulviyye ve onun +bulunduğu hey’et kıdem-i şahsiyye ile kadim olduğu gibi silsile-i +hayvanat ile nebatat da kıdem-i nev’iyye ile kadimdir. +Fakat büzur-ı nebatiyye ve cerasim-i hayvaniyyenin cüz’iyyatından +hiçbir şey kadim değildir. Ancak her bir cürsume +dan o kalıba müşakil olanlar onda tekevvün ederler.” +Diğerlerinin kavilleri gibi bunların da zahib olduğu bu +nazariye pek muhakemesiz binaenaleyh bedihiyyü’l-butlandır. +Çünkü bu da’vanın sıhhatine kail olmak için mutlaka +müşahedata göz yummak kanun-ı tabiatten gafil olmak +lazımdır. Zira daima gözümüzün önünde duran bir +hakīkattir ki; hılkati nakıs olan hayvanatın pek çoklarından +tammü’l-hılka hayvanat tevellüd eylediği gibi hılkati tam +olan bir hayvandan da aslına muhalif olarak nakısu’l-hılka +veyahud zaidü’l-hılka hayvanlar meydana geliyor. İşte silsile-i +hayvanat üzerinde cari olan şu hal bunların da’va-yı +batıllarının sehafetini tamamıyla ortaya koymaktadır. +Bunlardan bir cemaat de şu yolda beyan-ı mütalaada +bulundular: Enva’-ı hayvanat ile nebatat halat-ı muhtelifede +dönüp durdular; mürur-ı zaman tekerrür-i eyyam ile +muhtelif suretler aldılar; en sonra meşhudumuz olan suver +ve hey’ete vasıl oldular. Bu re’y-i batıla kail olanların evveli +meşhur Epicure’dir. Bunun zu’m-ı fasidine göre insanlar +geçirmiş oldukları etvarın bazılarında vahşi hayvanlar gibi +vücudunun her tarafı kıllar ile mestur imiş. Fakat insanlar +daima bulundukları tavırdan tavr-ı ahara intikal ederek tedrici +bir surette tekamül ede ede şu görülen suret-i hasene ve +hulk-ı kavime vasıl olmuşlar. Bunlara göre suretin bir halden +diğer hale tebeddülüne nev’in terakkīsine illet mürur-ı +zamandır. +Fakat bunlar mürur-ı zamanın bu suretle illet olabilmesine +dair ne bir delil getirebilirler ne de burhan üzerine istinad +ediyorlar. Yalnız bir da’vadır gidiyor. Bu mezhebin +de zamanımızdaki maddiyyun mezhebinden başka bir şey +olmadığı tezahür ediyor. Hatta bunun mezhebine efkarına +zamanımız mütefekkirleri şayan-ı ehemmiyyet bir şey bile +Kıdem-i envaa kail olmak epeyce bir zamana kadar devam +edip gelmişti. Fakat ne zaman ki “ilm-i tabakatü’l-arz” +bu mesail-i muallaka-i tabiatin üzerindeki muzlim perdeleri +kaldırdı o zaman mevalid hakkında kıdem-i nev’iyyeye kail +olanların kavillerinin butlanı anlaşıldı. +Bundan sonra müteahhırin-i maddiyyin evvelce dermiyan +ettikleri fikirden rucu’ ederek hadis olduğunu söylediler. +Maahaza bu defa da iki bahisde ihtilaf ettiler: +le tekevvün eylediği. Bu mes’ele hakkında serd-i mütalaa +eden efkar-ı muhtelifeden birisi şu yolda beyan-ı mütalaa +ediyordu: “Küre-i arz küre-i şemsden ateş-feşan bir halde +ayrıldıktan sonra pek çok zamanlar yekpare bir ateş gibi +kendi mihverinde deveran etti. Bilahare arz incimad ederek +ki o zaman arz üzerinde cerasim-i tohum hayvaniyye ve +nebatiyyenin yaşayabilmesi kabildi. İşte o zaman bu kadar +hayvanat ve nebatat-ı muhtelifenin tohumları tekevvün eylemiş +tabiat tarafından serpilmiştir. Fakat sonraları küre-i arzın +o tavrı munkazi olduğu için tekevvün-i cerasim de munkatı’ +olmuştur. Binaenaleyh hal-i hazırda arzın tabiati buna +müsaid değildir.” +Diğer bir fırka da bunların külliyyen hilafına olarak diyordu +ki: “Tekevvün-i cerasim munkatı’ olmamıştır. Dest-i +feyyaz-ı tabiat evvelce tohm-ı hayatı nasıl serpti ise el-an devam +ediyor. Alel-husus hararetin ziyadesiyle şiddetli +olduğu hatt-ı istivada el-yevm tekevvün-i cerasim vakı’dır.” +Şu iki fırkadan her birisi cerasim-i mezkurenin hayat-ı +nebatiyye ve hayvaniyye ile yaşamalarının esbabını beyandan +aciz kalmışlardır. +Bunlardan bazıları da şu yolda idare-i kelam ediyorlar: +“Küre-i arz kürre-i şemsden hin-i infisalinde cerasim-i hayvaniyye +ve nebatiyye de arz ile beraber mevcud idi. Binaenaleyh +cerasimin tekevvünü arz küre-i şemsden ayrıldıktan +sonra değildir; belki arz ile beraber güneşten infisal etmişlerdir.” +Bu da’vanın butlanı da bedihidir. Çünkü her şeyden +evvel bu kendi istinadgahları olan usule mugayirdir. Bunların +da’vasına göre arz küre-i şemsden infikak ederken yalın +ateş halinde idi. Şu halde nasıl oldu da cerasim-i mezkure +yanıp mahvolmadı? +mezkurenin hadıyd-i noksaniyyetten zirve-i kemale suud +hal-i naksdan şu gördüğümüz suver-i mutkıne hey’et-i +muh­ +keme bünye-i kamileye ne suretle tehavvül eylediği +mes’elesidir. +Bu muammayı halletmek için hukemadan bazıları şu +yolda idare-i kelam eyledi: “Her nevi’ için kendisine mahsus +bir cürsume bu cürsumeden her birerleri için de tabiat +vardır. Bunlar etvar-ı hayvaniyyede kendilerine münasib +olan harekete tabiatiyle meyl ve tabiatlerine mülayim ve fakat +hayat ile muttasıf olmayan ecza’-i saireyi de kendilerine +cezb ve bu suretle tegaddi ederek ecza’-i saireyi de kendi +cüz’lerine ilhak ederler ve bilahare nev’ine mahsus olan sureti +bil-iktisab meydana atılırlar.” +Bunlara cevaben deriz ki: “Sizin bu nazariyenizi “fen” +ti yekdiğerine muhalif olmak lazım gelir. Halbuki tahlilat-ı +kimyeviyye isbat ediyor ki; insan bakar hımar ve sair hayvanatın +nutfeleri beyninde tefavüt yokdur. Anasır-ı basitada +nutfeler yekdiğerine mümasil olarak zuhur etmiştir. Şu halde +anasırı mümasil olan cerasimin tabiatindeki tehalüfün +menşei nedir?” +Hükemadan bazıları da muamma-yı mezkurun halli +hususunda şu mütalaada bulundu: Enva’-ı cerasimin kaffesi +alel-husus cerasim-i hayvaniyye cevher-i maddede +mütemasil hakīkatte mütesavidir. Nev’ler arasında tehalüf-i +cevheri infisal-i zati yoktur. Binaenaleyh zaman ve mekanın +muktezası muhitin te’siriyle cürsume-i vahidenin nev’ine +mahsus olan suretten nev’-i ahara mahsus olan surete +Bu mezhebe süluk edenlerin reisi Darwin’dir. + +---- +EDEBIYAT BAHISLERI +---- + +Osmanlı üdebasını garblılardan bu kadar geride bı­ +rakan +esbabın en birincisi şüphe yoktur ki plan meselesi­ +dir. +Evet evvelce enine boyuna düşünüp tasarlanmış; bidayeti +gayeti kestirilmiş muntazam muayyen bir tertib dahilinde +çalışmakla ale’ -amya nazımlık yahud nasirlik etmek +arasındaki farkı teslim için uzun uzadıya muraka­ +beye varmak +Eski şairlerimiz böyle muntazam plan dahilinde ha­ +reket +etmeyi hatıra getirmiş olmadıklarından başka; bizim tarz-ı +kadim şiirimiz de doğrusu pek öyle plan dinler takımdan +değildi. +Yeni şairlerimiz plana lüzumu kadar değilse de az çok +ehemmiyet veriyorlar. Maamafih nasirlerimiz oldukça muntazam +oldukça ma’kul bir tertib dahilinde yazı yaz­ +maya +başladılar. +Garblılar eskiden beri “resimsiz plansız hiçbir eser-i +san’at meydana gelemez.” iddia-yı muhikkındadırlar. Hat­ +ta +Almanların en büyük edibi olan meşhur Goethe “Ne çı­ +karsa +plandan çıkar.” düsturunu daima tekrar ederdi. +Ne hacet! Dest-i kudretten çıkan asarı bile nazar-ı im’an +müdhişesini kemal-i hayretle görürüz. +çıkıyor. +Evet güzel bir plan metin bir eser-i edebinin temeli me­ +sabesindedir.Vakıa şu sözler birden bire pek kaide-perestane +telakkī olunabilirse de iyi düşünülünce bundan daha sağlam +bir düstur bulunamayacağı anlaşılır. +Meydana getirilecek eser ne olursa olsun insan öyle bir +plan dahilinde harekete mecbur olmalıdır ki o plan ne kadar +mümkün ise o kadar işlenmiş olsun; onun haricine çıkmak +kabil olmasın. Şimdi böyle müfredatlı bir plan ta­ +sarlandıktan +sonra bir kere işe başlanıldı mı artık önce kabul edilen nisbetler +gözetilmelidir. Çünkü o nisbetler birçok düşünülerek +kabul edilmiş idi; çünki plandan maksad taşkınlıklara meydan +vermemek idi. İnsan ne kadar çok yazar ne kadar çok +tetebbu’ ederse şu hakīkate o nisbette kuvvetli bir kanaat +hasıl eder; iyi bir plan bir eserin metanetine kıymetine üslub +kadar hadimdir. +Evet iyi bir plan metin bir üslub ile birleşince artık o eser +cihan-ı edebde bekaya namzeddir. Büyük ediblerin +muhalled eserleri hep bu tarzda yazılmış olanlardır. +Pek meşhur bir tiyatro müellifi eserinin planını çiz­ +dikten +sonra “Tiyatromu bitirdim.” dermiş. Bu sözde bi­ +raz ifrat +olsa bile planın ehemmiyetini pek vazıh bir surette gösterir. +Semahat-ı karihaya mağrur olarak işe başlayıvermek ben +plana tabi’ olacağıma plan bana tabi’ olsun demek doğru +bir hareket değildir. En büyük kabili­ +yetler nizama ittiba’ +ederler. +Eczası arasında nisbet gözetilmemiş kaide-i i’tidale riayet +olunmayarak gah ifrata gah tefrite gidilmiş elhasıl gelişi +güzel yazılmış ne kadar asar-ı edebiyye görüyoruz ki eğer +biraz plan biraz intizam dahilinde hareket edilmiş olsaymış +bugün bütün o eserler kuşe-i nisyana atılmaya­ +cak muhafaza-i +mevcudiyyet edecek imiş. Öyle ya büyük kabiliyette +yaratılmış olduğu halde eserlerini sırf karihasının sevkine +tabi’ olarak rastgele yazan edibler unutulup gidiyor da nisbetle +o kadar yüksek fıtratta olma­ +yan diğer birtakım muharrirler +kalemi ele almıyor; mevzuunu iyi seçiyor; sonra iyi düşünüyor; +planı ile adam akıllı uğraşıyor; icabeden yerini tavzih +lazım gelen tarafını tenkih ediyor. +Evvelce planını güzelce tertib etmeyen bir edib için eserinde +sukūt muhakkaktır. Kim planını iyi çizmiş; ne söyleyeceğini +ne yapacağını kestirmiş ise muvaffakiyet onundur. +Bazı gençler böyle bir mecburiyete kolay kail olmu­ +yorlar. +Evet karihanın sevkine hayalin servetine müte vekkilen işe +başlayıvermek çok zamanlar tabiata daha mülayim gelir. +Hiçbir inkişaf yapılmaksızın hiçbir rehber almaksızın maksada +varılır zannolunur. Yazmak bir an evvel yazıp bitirmek +hırsı bu gibi ihtiyatlara meydan bı­ +rakmaz. Öyle ya! Tabiat-ı +şairane galeyana gelmiş; nükte­ +ler mazmunlar saha-i hayalde +dolaşıp duruyor. Artık ne­ +ye beklemeli? +Hayır hiç de öyle değil! O sanihalar o ma’nalar o fikirler +biraz sıkışmakla biraz tazyik görmekle hiç bir şey gaib +etmez. Görmez misiniz ihtimara terk edilen mayi’ da­ +ha kuvvetli +olur; şişenin ağzını vaktinden evvel açarsanız dışarıya +fışkıran köpükten başka birşey değildir. +SECDE-İ KALB +Bahar olunca tabiatte bir hayat uyanır; +Cihan bir yeni reng-i taravete boyanır. +Sabahleyin o küçük kuşların teraneleri +O tatlı nağme-i şadi-i şairaneleri +Temevvücat-ı meserretle titretir ruhu; +Bir ihtizaz-ı nüvazişle kalb-i mecruhu +Sevindirir ona serper reşaşe-i eşvak +Verir o zemzeme bir başka mesti-i ezvak; +Eser nesim-i muattar hayat-ı taze verir +Şu hakdanı behişt-i saadete çevirir. +Bulutlarıyla sema bir hadika-i ezhar +Akar serair-i aşkı fısıldayan enhar; +Akar kemal-i sükunetle zi-huzur u vakūr +Birer neşide-i ilham-ı şairiyyet okur. +Şükufeler birer iklil-i husrevane giyer +Televvünüyle döner hacle-i arusa bu yer. +Güneş bu sahne-i rengin-i safı yaldızlar; +Eder bu hüsn-i tabiiye gıbta hep kızlar. +Bütün zemin ü sema hep şükufe hep envar; +Bakılsa aleme her şeyde bir letafet var. +Gönül bu levha-i şi’ri görür düşer vecde +Eder o Mübdi’-i Feyyaz’a karşı bin secde. +TERBIYE-I İCTIMAIYYE PRENSIPLERI +mahsulü olmadıkça müsmir ve paydar olamazlar. +Kabil-i zer’ bir hale getirilmeksizin tohum atılan bir tarladan +mahsul alabilmek ümniyesi vahi bir ümiddir. +Zemin ihzar edilmeden ani hareketlerle bir tehavvül-i ictimai +husulüne çalışmak kadar tehlikeli bir teşebbüs olamaz. +Basiretkar bir zeka ile tehlikenin ehemmiyetini evvelden +takdir olunamaz veya bu gibi bir teşebbüsün tehlikedar +netayic tevlid edebileceğine ihtimal verilmezse müz’ic +ve belki mahuf hadisata intizar etmelidir. Çünkü kavanin-i +müsbete la-yetegayyerdir. Daima her te’sir bir aks-i te’sir +hasıl eder. Te’sir ne kadar ani ve na-be-mevsim olursa aks-i +te’sir de o nisbette şedid ve tehlikedar bulunmak mukteza-yı +nevamis-i fıtrattır. +Bir cisim ne kadar ziyade bir sür’atle hareket ederse harekatı +ta’dile sai olan mevani’ de o kadar te’sirli olur ve diğer +bir cisme çarptığı zaman da o kadar çok zedelenir. +Hılkat-şiken harekattan na-be-mevsim ileri atılmadan faide +me’mul etmek kadar kuteh-binlik olamaz. +Saha-i hilkat bi-payan bir dershane-i hikmettir. Ta’lim +ve terbiye ve ulum-ı ictimaiyye esaslarını idare-i hayat ka­ +nunlarını hatta kavaid-i iktisadiyyeyi sahne-i tabiatten istihrac +etmeye mecbur olduğumuzu takdir etmeliyiz. Çünkü +nevamis-i fıtrat haricinde yapılan kasri harekatın daima +ma’kus netayic tevlid ettiği binlerce vukūatla teeyyüd etmiş +bir hakīkattir. +Şark’ta parlak ve cidden faideli teşebbüslerin az müddet +sonra ya büsbütün akīm kalmasına veyahud ma’kus bir +netice hasıl etmesine bir sebep aranılırsa müteşebbislerin +muhitı hazırlamadan işe girişmiş olmaları gösterilebilir. +Psikolociya-yı enam hakkında tetebbuata girişmemekten +mütevellid olan bu büyük kusur en azimkar bazuları bile +aciz ve bi-tab bırakmıştır. +Mahdud ve sabırsız beş on dimağın ihtiyacatını tatmin +ya sürüklemek demektir. +Halbuki ma’şerde de o ihtiyac hissettirildikten sonra yürünülecek +olursa kitle sendelemeksizin ric’at arzusu göstermeksizin +bu yolda büyük bir hahişle ilerleyebilir. En metin +müteşebbislerde bile bir müddet sonra inkisar-ı hayalden +mütevellid bir azimsizlik görülmesi halat-ı gayr-i muntazara +karşısında pay-ı sebatın lerzedar olması yine evvelce muhiti +nii evvelden takdir ederek icab eden tedabiri vakt ü zamanıyla +Muhit bir teşebbüse müsaid hale getirildikten sonra işe +başlanılır ise şüphe yok ki bu gibi gayr-i muntazar mevani’ +zuhura gelmez. Gelse bile izalesi çareleri malum ve muayyen +olacağından başlanılan iş behemehal netice-pezir olur. +ler. Yapabilecekleri şeyi ancak kavaninin tarz-ı te’sirini ta’dil +edebilmekten ibarettir. Yoksa mukteza-yı kanun ne ise behemehal +o suretle tecelliyab-ı zuhur olacaktır. +Yeni doğmuş bir çocuğu kendi yediğimiz yemeklerle +tagdiye etmeye kalkışırsak biçare çocuğun mevtini tesri’ ve +teshil etmiş oluruz. Bizim idame-i hayatımızı te’min eden bir +gıda nev-zadın mucib-i mematı olur. +Çünkü cihaz-ı hazm bizde tedricen tekemmül ederek ağdiye-i +mezkurenin hazmı için iktiza eden mihaniki hikemi +ve kimyevi ef’ali icra edebilecek bir hale gelmiş olduğundan +vazifesini hakkıyla ifa eder ve deveran-ı deme karışabilecek +mevad zügabeler vasıtasıyla massolunarak ev’iye-i mahsusa +mevadd-ı muhterikayı bu suretle tedarik eder kanun-ı hayat +çocuğun a’za-yı hazmiyyesi henüz bu kabiliyeti iktisab edememiştir. +O yalnız şir-i maderi kabul ve hazm eder. +Hatta iki üç yaşındaki bir çocuğun yaşamasını pek güzel +te’min eden ağdiye-i hafife bile bir nev-zad için su’-i hazmı +Muhit-ı ictimaide de aynı hal caridir. Tekamülat-ı ictimaiyyeye +karşı bir nev-zad halinde bulunan ma’şerlerin +evvela kabiliyet-i dimağiyyeleri tedricen inkişaf ettirilmeli +ba’dehu inkişaf nisbetinde hüsn-i telakkī edebilecekleri efkarın +zerkıne teşebbüsatın tatbikıne girişmelidir. +Noksan bir gıda inhizal ve zaafiyeti fazla bir gıda da su’-i +hazmı müntic olacağı gibi ma’şerin müsaid bulunduğu derecede +tenvir edilememesi milletin zaafını fazlaca ileri gidilmesi +de ahenk-i cem’iyyetin bozulmasını müstelzim olur. +Cehalet-zede ve mahkum-ı an’anat bir milletin tenvirini +deruhde eden hey’etin bu dakīk noktayı hiçbir zaman nazaran +ehemmiyyetten dur tutmaması iktiza eder. +Ancak asırlarca imtidad eden tekamülat-ı dimagiyyenin +müsaid bulunacağı bir teşebbüsü henüz o tekamülün ilk kademesine +ayak atan bir kavme gelişi güzel tatbika kalkışmak +o teşebbüs ne kadar güzel ve ne derece faide-bahş +olursa olsun hiçbir vakit muhit-ı ictimaide intıba’-pezir olacak +bir eser bırakamaz. +Fazla gıda su’-i hazmı ve bi’n-netice inhiraf-ı mizacı mucib +olacağı gibi bu halde evvela su’-i tefehhüm ve bil-ahare +buhran ve ihtilac-ı ictimaiyi istilzam eder. Memleketi müstaid +bulunduğu terakkıyata mazhar edebilmek için terbiye-i +umumiyyeyi sabit bir metoda tevfikan muayyen bir gayeye +tevcih etmek esaslarını ihzara çalışmalıdır. Gaye muayyen +olmaz metodlar muhtelif bulunurlarsa sarfedilen mesaiden +yine bir semere hasıl olamaz. Hedefleri muhtelif ve belki +muakis bulunan ferdlerin te’lif-i amal ve efkar edebilmeleri +En evvel düşünülecek şey ma’şeri sevkedeceğimiz gayenin +ta’yini mes’elesidir. Mefkure ne olacak ise ilk evvel o +teayyün etmelidir. En mühim ve en ziyade dai-i münakaşa +olacak nokta da bu mes’eledir. +Bu husus teayyün ve mazhar-ı kabul olduktan sonra +edebilmek mes’elesi kalır ki tekamül-i tedrici usulünü ta’kib +edecek hazik ve azimkar bir hey’et-i tenviriyyenin buna muvaffak +olması pek de o kadar müşkil bir iş değildir. +Hastalığı teşhis eden hazik bir tabib marizın alabileceği +gıda ve ilacın keyfiyet ve kemmiyetini takdir ve ta’yin +hususunda fenn-i tıbbın vesaya ve prensiplerini ihtiyatkarane +tatbika muvaffak olursa mesaisinin mucib-i memnuniyyet +netayic tevlid edeceğinde şübhe edilemez. + +---- +FENNIN SAHA-I ITTILAI +---- + +Cilvegah-ı şuunatta her gün yeni bir levha-i bedia-nüma +arzeden her gün yeni bir ihtira’-ı hayret-engiz ile bizi valih +bırakan alem-i fen Onsekizinci Asır’dan beri seri’ ve azimkar +adımlarla muttasıl ilerlemekte terakkī etmektedir. +Fikr-i tecrübenin tasavvurata galebesinden beri atılan +hatveler güzergah-ı fende daha derin ve daha paydar izler +bırakmaya başlamıştır. Fennin saha-i tekamüldeki seyr-i +seri’-i terakkī-nümasını rengarenk şükufeler bedia-nüma +manzaralar dil-ruba meşcereler mevcedar havzalar latif +koylar pür-ahenk ırmaklar ve nehirlerle müzeyyen bir kıt’a-i +behiştinin ortasından her tarafa hakim muazzam bir şahikaya +suud eden kimsenin esna-yı suudundaki müşahedatına +teşbih edebiliriz. +Dağın sarp bayırlarına meni’ kayalarına tırmanarak yukarı +çıkmaya devam eden bu zat yükseldikçe ufk-ı mer’isinin +daha ziyade vüs’at peyda ederek pişgah-ı hayret-engizinde +daha rengin ve daha bedia-nüma menazır zuhur +ettiğini müşahede eder. +Nazarının hakim olduğu eteklerin ovaların yaylaların +vadilerin koyların velhasıl bütün bu güzel kısımların planı +gittikçe en ufak tafsilatıyla daha müsennem olarak önündeki +levhada teressüm etmeye başladığını görür. Evvelce seçemediği +kısımları daha vazıh nazarının daire-i nüfuzundan +gizlenmiş olan şeyleri daha ayan rü’yet eder. +Şahs-ı said henüz bu levhayı temaşa ederken uzaktan +uzağa yeniden daha başka bir letafeti daha başka bir cazibeyi +haiz diğer manzaralar tecelli-nüma-yı zuhur olmakta +devam eder. Yükseldikçe zirve-i cebele doğru ilerledikçe +manzara daha ziyade bir vüs’at daha ziyade ihtişam ve azamet +kesbeder. Ufuk daha ziyade genişlenir. Saha-i müşahede +daha rengin fakat daha karışık ve daha ulviyet-nüma bir +hale gelir. Mavera-yı ufukta daha çok hıred-fersa bedialar +daha ziyade vecd-engiz manzaralar bulunduğunu hisseder. +Ve yükseldikçe aynı hal mütemadiyen daha ziyade rengin +ve revnakdar olmak üzere tevali eder gider. +Terakkıyat-ı fenniyye de ayniyle buna benzer. Fen saha-i +tekamülde attığı her hatve ile menatık-ı mechuleden birini +keşfetmiş bir diğerine tekarruba başlamıştır. +Kainat-ı mahsuseden bizi haberdar eden alem-i hissinin +gizli sütredar gencinelerine nüfuz edebilmek için bize rehber +olan havassımız maatteessüf ancak pek dar bir sahayı +Çıplak gözle müşahede edebildiğimiz şuaat ve elvanın +maverasında kim bilir göremediğimiz farkedemediğimiz +nice şua’lar ne kadar renkler vardır. Hiss-i basar bedayi’-i +hilkatten pek mahdud bir kısmını daire-i tetebbuuna alabilir. +Kimyanın terakkıyat-ı hayret-nüması sayesindedir ki +gözümüzle göremediğimiz ne kadar renkler şua’lar bulunduğuna +vakıf oluyoruz. İspektroskop tayf-bin denilen alet +yeşil mai turuncu ve kırmızı yedi renkten mürekkeb olduğunu +nasıl anlayabilecektik? Hikmet ve kimyanın terakkıyatı +değil midir ki ziya-yı şemsde şua’at-ı kimyeviyye şua’at-ı +haruriyye denilen bir takım şua’lar daha mevcud olduğuna +kani’ olduk ve tayf-ı şemside bunları aynen müşahede edebildik? +Röntgen şua’ına Lenard şua’ına radyum ma’deninin +müşa’şaatına havassımıza gizli kalan bütün bu şua’lara +keşfiyat-ı fenniyye sayesinde ıttıla’ hasıl etmiyor muyuz? +Havassımızdan diğer biri hiss-i samia ancak mahdud +ve muayyen iki had arasındaki savtları hissedebilmektedir. +Bu iki had maverasında daha tiz veya daha pest bir takım +esvat mevcud olduğu halde biz bunları işitmekten mahrum +bulunuyoruz. A’sab-ı sem’iyye bu iki had maverasındaki ihtizazatı +zabtedecek kadar hassasiyet gösteremiyor. +Beşeriyet yalnız fezanın eb’ad-ı bi-payanında kudret-i +fatıranın azametine dall olan şa’şaa-paş binlerce milyonlarca +şemslerin ahterlerin hayret-engiz avalim-i muazzamanın +mevcudiyetinden tamamıyle haberdar olamamak acziyle +titrememiştir. Aynı zamanda üzerinde yaşadığı kürenin sinesinde +gizlenen alemlerden de bi-haber bulunuyordu. Saha-i +tetebbu’ asırdan asıra tedricen tevessü’ ettikçe acz-i beşer +de o nisbette artmaya başlamıştır. +Teleskopların keşfi sayesindedir ki beşeriyet a’mak-ı +fezada sair binlerce güneşlerin milyonlarca yıldızların arzımızdan +binlerce defa büyük olan şemsden pek ziyade büyük +daha bir çok şemslerin alemlerin mevcudiyetine vakıf +olabildi. +Arzın bu la-yuad cihanlar arasındaki mevkii tarz-ı hareketi +teayyün etti. Daha sonra mikroskoplar ihtira’ edildi. +Bu ihtira’-ı nevin de pişgah-ı tetebbu’-ı beşeriyyete vasi’ +bir alem-i diğer bir cihan-ı hurde-bini açtı: +Her yerde etrafımızda bizi muhit olan eşyada +aktar-ı hevaiyyede sularda gözümüzle göremediğimiz ha­ +vassımızdan hiçbiri ianesiyle vücudlarından bile haberdar +olamadığımız milyarlarca uzvi mevcudat zi-hayat mahlukat +bulunduklarını bunların yaşadıkları muhitler dahilinde mütemadi +bir faaliyetle hareket ve tekessür ettiklerini gösterdi. +Yine bu sayede ecsamın teşekkülat-ı zerreviyyelerinin +tedkīkı taht-ı imkana girdi: Girivet-i demeviyyenin ensice +ve huceyrat-ı bedeniyyenin zi-hayat birçok tufeyliyat-ı uzviyyeye +aramgah oldukları anlaşıldı. Ancak keşfedilen bu +hurde-binlerle vücudlarından haberdar olunan nakī’iyelerin +bedenlerinde bile daha asgar uzviyat-ı hayatiyyenin yaşamakta +olduklarına ıttıla’ hasıl oldu. Bu ıttıla’ gittikçe hayret-bahş +bir dereceye vasıl oldu. Bir halde ki zeka-yı beşer +saha-i hilkatte mevce-i hayatın acaba nerelerde vakfe-gir +olduğunu düşünmek hususunda bi-hakkın aciz ve hayran +kaldı. +Fen yine terakkī ve tekamülünde devam ve muttasıl tevessü’ +ve teali ediyor. Zeka-yı beşer her gün daha ziyade +bir cesaret ve emniyetle yeni ufuklara yeni alemlere doğru +yükseliyor. Ala-i hilkatten yeni bedialar keşfine çalışıyor. +Fakat bu kadar harikalar gösteren zeka-yı beşer ala-i fıtratın +bi-payani-i hıred-fersası önünde yine ızhar-ı acz etmekte +muztar kalıyor. Bildiğimiz şeylerle henüz ıttıla’ hasıl edemediğimiz +şeylerin mukayesesi insanı müdhiş bir inkisar-ı +hayale uğratacak kadar payansız görünüyor. +Pişgah-ı celaletinde zanu be-zemin-i hayret olduğumuz +bu san’at-hane-i bedia-nümada henüz fennin saha-i ıttılaı +fevkınde daha o kadar çok şeyler vardır ki ma’lumat-ı beşeriyyenin +mechulatına nisbeti asgar-ı na-mütenahinin a’zam-ı +na-mütenahiye nisbeti addedilse hata edilmiş olmaz. Fikr-i +beşer mahdud kişver-i ma’rifet bi-payan!.. Kavanin-i kainattan +daire-i ıttılaımıza dahil olan şeylere nisbeten henüz vakıf +olamadıklarımız bir cihan kadar vasi’ ve şümullü!.. +Mahdud ve pek noksan olan havassımızla na-mütenahi +bir okyanus-ı bedayi’ içinde hiç denilecek kadar cüz’i ve +mugfil ma’lumatla hemen her şeyden bi-haber yaşıyoruz! +Mağrur insanlar seylabe-i huzemat içine gömülmüş +a’malara ne kadar da benzerler!..... +KILINÇ DINİ +Ve yine o hükümdarın yirminci sene-i saltanatında Nehemya +Kudüs şehrini mümkün olan sür’atle bina eylemek +üzere emir aldı. Civarındaki bütün kabail Samiriyyeliler +Amoniler ve Arablar bu teşebbüsüne açıktan açığa i’tiraza +kalkıştı. Bu halde Yahudiler’in duçar olduğu müşkilat-ı +azime Ahd-i Atik yani Tevrat ’ta Nehemya lisanından nakledilmek +en münasibdir. Salifüz-zikr kabailin nasıl hep birden +Kudüs’e gelerek harb ve tecdidini men’ için nasıl ittifak +ettikleri musarrahtır: “Bununla beraber biz Allah’a dualarımızı +ettik ve gece ve gündüz onları beklemeye başladık. +Ve Yehuda dedi ki: “Yük hamallarının takati azaldı daha +yacağız.” Düşmanlarımız da dedi ki: “Onların ta ortalarına +gelip onları katl-i i’dam ve işi men’ edinceye kadar ne bizi +görecekler ne de bilecekler… +Bunun için surun yüksek yerlerine ve alçak yerlerine +hatta familyaların arkasına kılıçları mızrakları ve okları ile +adamlar koydum. Ve baktım kalktım. Onların kibarlarına +Beni Yehudiler’in amirlerine ve sair ahaliye dedim ki: +“Onlardan yani düşmandan korkmayınız! Mahuf ve büyük +olan Allah’ı der-hatır ediniz ve kardeşleriniz oğullarınız +kerimeleriniz zevceleriniz ve haneleriniz için kavga ediniz! +Düşmanlarımız her şeyin bize ma’lum olduğunu anladılar +ve Allah’ın onların hilelerini boşa çıkardığını görünce +biz surda işimize geldik. Bundan sonra ahalimin yarısı surda +çalışır yarısı kılıç mızrak ok ile bekler oldu. Amirler de +Yehuda’nın haneleri arkasında dururlardı. +Duvarlarda çalışanlar yük taşıyanlar yükleyenlerin hepsi +bir el ile iş görüp bir el ile silah tutarlardı. Çünkü bütün +sur amelesinin kılıcı beline kuşanmış olarak bina ederlerdi. +Ve kumanda borusunu çalan da benim yanımda idi. Ve ben +amirlere ekabire ve diğer ahaliye dedim ki: “İş büyük ve +geniştir ve biz sur üzerinde birbirimizden ayrılmış uzaktayız. +Bunun için yanımdaki boruyu ne taraftan işitir iseniz bize o +tarafa yetişiniz. Rabbimiz bizim için muharebe edecek!” İşte +bu suru binaya çalıştık ve yarımız sabahtan yıldızların parladığı +vakte kadar kılıç ve mızrak ile beklerdi. Bundan başka +biz demiş idik ki: “Haydi. Hariçte bulunan herkes maiyyeti +hizmetcisi ile Kudüs dahilinde ikamet etsin ki geceleri bize +muhafız olurlar ve gündüzleri çalışırlar.” Böylece ne ben ne +kardeşlerim ne hizmetcilerim ne de yanımdaki muhafızlar +hiç birimiz yaykamak lazım gelmedikçe sırtımızdan esvabımızı +çıkarmadık.” +“Öyle oldu ki bütün düşmanlarımız bunu işitince ve etrafımızdaki +kardeşlerimiz bu halleri görünce düşmanlarımızın +cesareti kırıldı. Sur dahi elli iki günde bittiğinden bunun +Rabbimiz’in işi olduğunu anlamış idiler.” +“Nehemya’nın zaman-ı idaresinden İskender-i Kebir’in +devrine kadar Millet-i Yehudiyye’nin tarih-i vekayiinde görülebilen +yegane vak’a ser-rahibin familyasında irtikab edilen +bir cinayet-i müdhişedir. Elyaşib’in yerine ser-rahib olarak +Yuda Yehuda gelmişti. Yehuda’yı da Con Yahya ta’kīb +etti. Bu sonraki Bagus ile biraderi Jseus Yu’u kıskanarak +ve Fars emiri olan Bagus hakkında; “Rahiblik mesleğini +alacak” su’-i zannını ederek onu bir vazife-i mukaddesedir +diye katletti.” Kable’l-milad +hinin memaliki ma’lum olduğu üzere taksim olunmuş bu +esnada Kudüs Ptolemy yani Batlamyusye düşmüş idi. Bu +vak’a neticesinde Kudüs-i Şerif ile Samiriye havalisinin ve +Karizm Cebeli’nin Yahudileri esir edilip Mısır’a naklolundu. +Ve Kudüs Yahudileri ile Samiriyeliler arasında zaman-ı +kadimden beri mevcud olan adavet el-an devamda idi. +Şurası şayan-ı dikkattir ki Josephus bu adavet-i daimenin +tarihinden şöyle bahseder. “Samiriyeliler ile Yahudiler +arasında örf ve adat-ı kadime daimi bir menba’-ı ihtilaf +yegane kudsi ve celil bir ibadetgahtır. Samiriyeliler ise iddia +eylerlerdi: Karizm[ Ma’bedi tercih edilmeye sezadır. Bu +Biz şimdi takriben senelik bir müddeti sür’atle geçerek +Antiochus’un Suriye tahtına çıktığı devre nakl-i kelam +eyleyelim ki: Basun namında ve mevkiinden indirilmiş bir +serrahib bir takım erbab-ı ihtilal riyasetine geçerek Yehudiye +diyarında ref’-i alem-i isyan eyliyor. Bunun üzerine Antiochus +Kudüs üzerine hareket ediyor orasını ziyade bir mukavemete +ma’ruz olmadan fetheyliyor. Üç gün devam eyleyen +kıtal ile kırk bin kişi mahv ve bir çok Yahudileri de satılmak +üzere esir ediyor. Bu esnada hükümdar-ı müstevli Kudüs +Ma’bedi’ni de yağmalıyor. Yahudileri asırlardan beri saha-i +kainattan en mukaddes en ulvi mevki’ addeyledikleri mihrab-ı +sıl şöyle diyebiliriz ki: Yahudilik’in an’anat ve mevcudiyet-i +diniyye ve mülkiyyesini hak ile yeksan kılıyor. + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +– Nasıl seyahat ettiğimi bilemiyorum cevabını verdim. +Gülerek; +– Semerkandlılar sizin fesad çıkarmaya çalıştığınızı söylüyorlar +dedi ve bir kağıt gösterdi. Bakınca Server Han’ın +yazıp Şir Ali Han-ı Kandehari’ye gönderdiği kağıt olduğunu +anladım. +– Vakıa bu mektubdaki mühür benimdir. Fakat yazı ve +– Niçin böyle yaptınız? diye sordu. +– Bu kağıtta devletiniz aleyhine bir şey varsa ondan +mes’ulüm. Yoksa yazmayıp da mühürlediğim bir kağıttan +ne çıkar? sualinde bulundum. +– Bir kere danışmalı idiniz. dedi. +– Siz uzakta idiniz danışıncaya kadar da Afgan murahhasları +avdet eyleyeceklerdi diyerek kağıdı alıp yırttım. Bunun +üzerine; +– Artık Semerkand’a avdet ediniz. Ailenizi meraktan kurtarınız +dedi. +– Beni Semerkand’da tevkīf ve terzil ettiler. Bir daha +oraya gidemem. Burada bir menzil verecek olursanız Taşkend’de +dım ledel-icab Afganistan’a azimet için münasib bir mevki’de +bulunmaktı. +– Neresini intihab ederseniz ikamet buyurunuz dedi. +Bir gece tevakkuftan sonra Semerkand’a avdet ederek +ehl ü ıyalimi aldım ve bir müddet de Taşkend’de ihtiyar-ı +*** +Afganistan’a azimet için hazırlanıyordum. Bu hususda +Ceneral Kaufman ile dur u dıraz mükalemeden sonra Rusya +hükumetinden müsaade istihsal ettim. +Bir gün gizlice çıkıp tüccardan birinin nezdine gittim. Bu +zat icabında bana ödünç para vereceğini vaad etmişti. İki +bin eşrefi ikrazıyla da vadini ifa eyledi. +Gizli çıkışım da Rusların beni ta’kib ettirip ettirmediklerini +anlamak içindi. Şu tedbir ile arkamda casus olmadığını +da öğrendim. +ka düşüp ötede beride beni aradıklarını gördüm. Serdar Abdullah +Han kapının önünde durup me’yusane etrafa bakınıyordu. +Seslendim. Beni görünce sevindi ve selama durdu. +Paraları ona teslim edip içeriye girdim. Arkamdan gelip; +– Bu eşrefileri nereden buldunuz? dedi. +– Birinden istikraz ettim dedim ve bu işi gizli tutmasını +tavsiye eyledim. +Ertesi günü bir araba kiralayıp At Pazarı’na gittim. Oradaki +ahali ayağa kalkıp selamıma durdu. At canbazları hayvan +alacağımı anlayınca yanıma geldiler. Yüz re’s at mübayaa +ettim. +Abdan Han vasıtasıyla da eyer takımı ve sair levazımı +tedarikinde bulundum. Üç gün içinde esbab-ı seferi tehiyye +ederek dördüncü Cuma günü namazdan sonra rufeka ve +ahibba ile veda’laşıp yola çıktım. +O gece Çelçik Nehri’nin kenarında menzil ittihaz ettik. +Civarındaki şehrin hakimi beni akşam yemeğine çağırdı. +Evvela özür diledim ısrar edince kalkıp gittim. Yemek esnasında; +– Rusya hükumeti size ne kadar yol harçlığı verdi? diye +sordu. +– Memleketime azimet için izin verdiler ki benim için büyük +bir lütufdur bundan başka bir şey istemem. Harçlık için +Allah Kerim’dir cevabını verdim. +Bu cevap üzerine kalkıp dışarı çıktı ve beş bin manat getirip +kabulünü rica etti. Ba’det’teşekkür lüzumu olmadığını +söyledim. +– O halde yadigar olarak şunları alın diyerek altı patlar +bir tabanca ile kuyruktan dolma bir tüfenk verdi. Kabul ettim. +Geceyi hoşça geçirip sabahleyin hakim ve Taşkend’den +gelen bazı rufeka ile veda’ eyleyerek Partepe’ye müteveccihen +yola çıktık. Gece yarısı oraya vasıl olduktan sonra +Paskat’a gittik. Orada da üç gün oturup Hocend-i Ataklı +Kal’ası’na geldik ve ahibbadan birinin hanesinde altı gün +misafir olduk. +Kal’aya vürudumun üçüncü günü birkaç beygir almak +üzere pazara çıktımsa da güzel hayvan bulamadım. Orada +birisine sorduğum sırada bir zat yanıma gelip beni çay yahud +kahve içmeye da’vet etti. Birlikte gidip görüştük. Bu zat +evvelce memleketin rüesasından imiş. Ruslar Hocend’i alınca +sairleri gibi bunu da mevki’ ve mansıbından azletmişler. +Geçinmek için bir dükkan açmaya mecbur olmuş. +Ben dükkanında otururken –sabıkan rüesa-yı beldeden +bulunan– sair tacirleri de çağırıp benimle görüştürdü. Hepsi +de: “Merak etmeyin bizde aradığınız beygirler vardır.” dediler +ve yüz kadar dinç hayvan meydana çıkardılar. İçlerinden +otuz re’sini intihab ve iştira ettim. +Mütercimi + +---- +RAMAZAN VAAZLARI +---- + +Ramazan-ı şerif yaklaştı. Ma’lum ya o şehr-i mübarekte +bütün kulub-ı müslimin cilalanır; beşeriyet muvakkaten melekutiyete +tehavvül ve irtika eder. Ruhlarda bir i’tila hislerde +bir safa hasıl olur. Telkīnat-ı diniyye o ayda har bir mevki’-i +kabul ve icabet bulur. Her müslim ibadeti hem-cinsine +muaveneti kendine bir meşgale-i mahsusa addeder. İki evli +bir köye varıncaya kadar “Ramazan hocaları” tedarik edilir. +Onlar bütün bir ayı va’z u nasihatle tasfiye-i ruh ve ahlak +halkın küme küme koşuşması hakīkī bir ittihadın nümune-i +mukaddesini teşkil eder. Hülasa; Ramazan müslümanların +ruhu müstesna bir şehr-i akdes ve a’zamıdır… Fakat bu +Ramazan’ın kadr-i bülend-i sehharanesini takdir fırsattan +bil-istifade vazife-i tenvir ve irşadı hakkıyla ifa edebilir müslümanlıkta +matlubu olan gayeye vasıl olmanın yolunu bulabilir +miyiz?.. İşte burası hakīkaten ca-yı sual ve melaldir!. +Şehirlileri şöylece bertaraf edelim de evvela köylüleri +o her türlü saadetten refahtan mahrum dindaşlarımızın +ahvalini nazar-ı i’tibara alalım: Bugün köylülerin hepsi bir +umman-ı cehalet ve atalet içinde boğulmakta çırpınmaktadırlar. +Fesad-ı ahlak cinayat her türlü fenalık onları ihata +etmiş biçareler –adeta– zümre-i beşerden hariç bir tarz-ı +hayat-ı ictimaide bulunuyorlar. Bunları layık olduğu mertebe-i +ulya-yı terakkıyata ıs’ad ve maali-i İslamiyyeden behredar +eyleyecek vaazlardır. Ramazan-ı şerif bu vazifeyi ifa için +büyük bir fırsattır. Çünkü medid bir senenin ancak o ayında +hoca yüzü görebilen köylülerin va’z u nasihate telkīnat-ı diniyyeye +arzu ve iştiyakları pek galibdir. Bu arzu-yı dindaraneden +Ramazan hocalarıdır. +Ramazan hocaları vazife-i ikaz ve irşadı acaba hakkıyla +edelim. Biz; köylere giden akıllı uslu gerçekten hocaların +hatta büyük kasabalarda da vazife-i irşadı ifa eden ulemanın +bit-tabi’ hepsini murad etmiyorum verdikleri vaazları +dinliyor bunların medar-ı bahs ü iştigallerini –ekseriyetle– +Beni İsrail hikayelerinden akıl ve mantığa hiç uymayan +hurafattan –mesela dünyanın koca öküzün boynuzu +üzerinde durduğuna dair u’cubelerden– ibaret buluyoruz! +Hele köylere tavsiye usulüyle gönderilen bazı zevat bu kabil +vaazları da ifa edemeyecek derecede aciz olduklarından +bunlardan hiç istifade edilmiyor. +Taşralarda Şa’banü’l-muazzam ayında nüvvab müfti +efendiler tarafından hocalara birer tavsiye verilerek köylere +gönderilirler. Fakat köyün cesamet ve ehemmiyetiyle hocanın +ehliyet ve liyakati beyninde –çok defa– bir nisbet-i +adile gözetilmez. Daha doğrusu bu mes’ele-i mühimmeye +hiç ehemmiyet verilmez. Ehliyetsizler büyük büyük köylere +gider hakīkī talebe-i ulum ve hoca efendiler birkaç haneli +köylerde ömürlerini telef etmekle ve neticede mağdur ve +me’yus olmakla kalırlar. Bazan da o kadar uğraştıkları halde +bir tavsiye almaya bile muvaffak olamazlar. Tavsiye aldıktan +sonra köylere kabul olunup olunmamak mes’elesi de +bahs-i ahar! Çünkü kable’r-Ramazan tavsiyesiz olarak köylere +yerleşenler köylüleri memnun etmek için avam-firibane +beyanatta bulunarak tavsiyeli ve hakīkī hocayı köylülere +koğduranlar az değildir!.. İşte bu yüzden de biçare talebe-i +ulum her vakit mağduriyet-i elimeye mahkum olmaktadır. +Meşihat-i Celile-i İslamiyyemiz bu gibi ahvale meydan verilmemesi +ne telgrafla her halde bir emr-i kat’i i’ta buyurmalıdır. Çünkü +mes’ele bir mes’ele-i hayatiyyedir. +Vaazlara gelelim: Mevaiz-i diniyye ve tebligat-ı şer’iyye +asrın emzice ve ihtiyacatıyla mütenasib olmak lazımdır. +Bu dakīkaya peygamberan-ı izam hazeratı bile dikkat +buyurmuşlardır. Her nebiyy-i zi-şan ümmetinin ihtiyacat +ve asrının icabatına göre ba’s ü irsal olunmuş ve ona göre +tebligatta bulunmuştur. Hal-i hazır acaba bir takım hurafatı +dinlemeye müsaid midir? Maddi ma’nevi saadetimizi kafil +olan Din-i Mübin-i İslam başka türlü ahkamı muhtevi değil +midir? Tasfiye-i ruh ve ahlak ittifak ilim cihad ihzar-ı kuvvet +ticaret nezafet… gibi her biri fevz ü necatımızı müemmin +olan mevadda dair evamir-i diniyye ve şer’iyye yok +mudur? +Fakrın medayihini servetin zemaimini i’dad-ı kuvvetin +lüzumsuzluğunu… hala –ale’l-ıtlak– beyan ile bu milleti +mahkum-ı zillet ve zeval etmek reva mıdır? +Hazinelerimiz lebaleb doldu da bunların boşaltılmasına +fakr u zaruretin ihtiyarına mı lüzum görünüyor? Vatanımızı +mehalik-i ecnebiyyeden umur-ı dahiliyyemizi nifak u şikaklardan +tathir edebildik mi?.... +Hülasa; millet-i İslamiyyeye yazıktır. İslamiyet ayn-ı ulviyyettir. +Mezellet meskenet biz müslümanlara asla yakışmaz. +Bugün köylerde nazar-ı teessüre çarpan ahlaksızlıkları +tedavi etmenin çaresine bakmalıyız. Köylerde zatü’z-zevc +kadınlar dağa kaldırılıyor efrad yekdiğerinin hukūkunu +tanımıyor hukūk-ı ahara araziye tecavüz ediliyor alat-ı +ziraiyye hayvanat çalınıyor mahsulat tahrib olunuyor darb +ü cerh katl ü i’dam vukū’ buluyor. Hülasa ne kadar ahlaksızlık +varsa hepsi köylerde icra-yı tahribat edip duruyor. İşte +bunları bu emraz-ı ictimaiyye ve ahlakıyyeyi tedavi edecek +ancak ma’neviyattır. Ma’neviyatın sahibleri mübelliğleri ise +muhterem hoca efendilerdir. Enzar-ı dikkati celbeden bazı +ahval hakkında –ki bunlar umumidir– biraz daha teşrihatta +bulunmaya lüzum görüyorum: +dırlar! Kendilerine ilmin fevaid-i ma’neviyye ve maddiyyesini +ruhlarında bir arzu ve iştiyak hazırlamalıdır. Meşrutiyet efkar-ı +umumiyyeye müsteniddir. Efkar-ı umumiyye ekseriyetin +muhassalasıdır. Ekseriyet ise –bilhassa Anadolu içerilerinde– +köylerdedir! Şu halde meşrutiyeti feyyaz ve müsmir +bir hale getirebilmek için evvel emirde kısm-ı ekseriyyeti +yani köylüleri tenvir ve hiç olmazsa orta bir seviyeye getirebilmenin +çaresine tevessül etmek lazımdır. Ve illa bu hal-i +cehaletin devamı bizi tedenniden tedenniye daima teşevvüşe +daima fena cereyanlara kapılmalara sürükleyeceği +Avrupalılara; “Osmanlı mülkünde efkar-ı umumiyye yoktur” +hükmünü bi-hakkın verdireceği muhakkaktır. +zevatın bir kısmı terk-i dünyayı tevekkülü fakrı emr ü telkīn +edegelmişlerdir. Bugün köylü ataleti mahz-ı şeriat tevekkülü +ayn-ı ibadet yakıcı ve ihtiyari bir fakrı mucib-i dühul-i +cennet olarak biliyor. Terk-i dünya tevekkül fakr… gerçi +birer meziyettir fakat bizim gibi şerait-i ictimaiyyesi ma’lum +olan bir millet için ayn-ı zillettir. Din-i Celil-i İslam’ı –ahireti +unutmamak şartıyla– bizim servet ü gına sahibi olmamızı +hac zekat cihad ianat hayrat ve meberrat… gibi dinimizin +en mümtaz esasatını teşkil eden mevaddı daima emir +ve teşvik etmekte ziraat san’at ticaret i’mar-ı belde hakkında +da ayrıca tergībatta bulunmaktadır. Tevekkül esbaba +tevessülden sonra olur. Bizde yanlış anlaşılan kelimelerden +biri de işte budur tevekküldür. Köylü tarlayı iki parmak tulünde +sabanlarla yalnız bir kere sürer buğdayı atar tarlanın +hiç semtine varmaz oturur sonra Allah’a tevekkül eder!.. +Kendisine; “Yeni alat-ı ziraiyye ile tarlanı birkaç defa kurutma +yap sonra tavında iken sür toprağı tesviye et. Ondan +sonra buğday danesini at” denilse; “Ben tevekkülüm! – +mütevekkil değil de ayn-ı tevekkül!!– Allah ne verirse ona +razıyım.” cevabını verir… +man olur ki köylüler ellerine söğenleri alarak birbirine girişir +mehakime düşerler. Artık iş güç kalır. Senelerce mahkeme +salonlarında sürüklenirler. İhraz-ı galebe için tarlalarına +çift öküzlerine varıncaya kadar satarlar avukatlara me’kel +olurlar. Bu husumet ahfaddan ahfada sirayet eder her köy +birçok muhasım fırkalara ayrılır!.. Bunları Kur’an -ı Azimü’l-Burhan’ın +emri vech ile ıslah etmek bir kardeş haline +getirmek aralarında hakīkī bir ittihad ve teavünün husulüne +çalışmak dini tarihi ictimai delillerle zihinlerini kandırmak… +vaizlerin vezaif-i esasiyyesindendir. +nediyor! Hürriyeti alabildiğine bir serbesti bazıları da bayraktan +mahiyetinden farziyetinden meşrutiyetin meşruiyetinden +bahsetmek alem-i İslam’ın buhran-ı hazırını düşmanların +tertibat ve ma’neviyatını… müessir bir surette izah eylemek +ruhlarında bir hiss-i daimi-i muavenet uyandırmak her halde +vacibdir. +ma. Bu yüzden kolera illet-i efrenciyye uyuzluk çiçek… +gibi emraz-ı sariyye tekessür etmektedir. Tabibe müracaat +köylüler nazarında adeta haram ve dinsizliktir!! Şurası garib +ki cehlin ahlaksızlığın verdiği cesaret ve cür’etin sevki ve +askerlikten kurtulmak sevdası ile bazıları frengiyi yekdiğerine +telkih de ediyorlar! Bu illet-i hanüman-suz köylülerin +hayat-ı ictimaiyyesini günden güne mahvetmektedir. Kendilerine +evvel emirde nezafet ve taharetin lüzumunu bazı hastalıkların +sari olduğunu –çünkü bunlar sirayet-i emraza da +kani’ değildirler!– anlatmak sonra “Tıbb-ı Nebi”den bahs +manın cezası ne olduğunu harbin farziyyetini muhafaza-i +din ve vatan için can kan vermenin lüzum ve ehemmiyetini +umumiyyesini iflasa mahkum eden bir adet-i cahile-i kadimedir. +Köylerde bir düğün –la-ekall– elli liraya patlar. Bu +yüzden fukara birçok borç ve derde giriftar olur tarlasını +bağını satar insafsız muhtekirlere faiz-i mürekkebin bir başka +türlüsü sermayenin iki üç misli ile borçlanır. Bu borç – +ekseriya– evlada kadar da intikal eder! Bu adeti ifa edemeyecek +delikanlılar ise bil-mecburiye istediği kızı dağa kaldırır +bila-nikah ona takarrub eder. Bilahare o delikanlı hükumet +tarafından ele geçirilir senelerce zindanlarda çürür zinde ve +kavi vücudu yıprar. Bu yüzden bir çok cinayetler tahaddüs +eder hanümanlar söner. İşte bu gibi hususatta tam bir fakīr +düğünü yapılmasını tavsiye kendilerini israf ve tebzir aleyhine +ahd ü misaka ittifaka da’vet eylemek Serdar-ı Enbiya +sav Efendimiz hazretlerinin kerime-i muhteremeleri Hazret-i +Fatımatü’z-Zehra’nın nasıl gelin olduğunu cihazı neden +asli tenasül olduğunu fakat tenakuhda ve emr-i mesnun-ı +hitanda irtikab-ı muharremat memnu’ ve bunun enva’-ı +mahzuratı calib bulunduğunu anlatmak aile saadeti bir +hayat-ı nuşin-i maişet husulüne çalışmak Nebiyy-i Muhtar +sav Efendimiz’in –bugün bir ilm-i celilin me’haz-i aslisini +teşkil eden– +hikmet-i ebediyyesini izah aralarında +emniyet-i tamme husulünü te’min alat-ı ziraiyye şirketleri +emniyet sandıkları teşkil ve te’sisine himmet etmek +hülasa dimağlarında la-yemut bir hiss-i iktisad uyandırmak +mukaddes bir vazifedir. +Netice bunlar ve buna mümasil dertlerdir ki her halde +vaizlerce nazar-ı dikkate alınacak birer mahiyettedirler. +Vaizler bu cihetleri düşünmüyor da sırf Beni İsrail hikayeleriyle +Bunlar bahsedilmesin demiyorum. Fikrim hasran ve +kasden bu gibi hikayelerle vakit geçirilmemesi merkezindedir. +bazı hurafat ile vakit geçirirlerse bu vatana hizmet etmiş +sayılmazlar. Binaenaleyh Ramazan gibi büyük bir fırsattan +tahsil takımını teşkil eden o saf sınıf-ı ahalisi mesaiye tasfiye-i +ahlaka sevkolunduğu Din-i Celil-i İslam’ın meziyyat-ı +la-tuhsası izah bizim terakkīmiz ancak Din-i Celil’e sarılmakla +husul bulacağı tefhim büyüklere ülü’l-emre kanuna +aşk-ı din ve insaniyet edildiği her taraftan bu maksad-ı esas +uğrunda çalışıldığı takdirde servet ve ahlak-ı umumiyyeye +büyük hizmetler edilmiş olacağından bu cihetler hakkında +enzar-ı dikkat ve ibreti celbe –naçizane– lüzum-ı mübrem +görmekteyim. – – +Balıkesri +* * * +Enzar-ı Millete: +CEM’İYET-İ TEDRISİYYE-İ İSLAMİYYE’YE + +---- +MUAVENET +---- + +Cennet-mekan Sultan Abdülaziz Han hazretlerinin evahir-i +saltanatlarında namlarıyla ilelebed iftihar ettiğimiz zevat +ve ahrar-ı ümmetten müteşekkil Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye +tirdiler. Darüşşafaka iane-i umumiyye ile yapılmış bir müessese-i +. kuruş Hazine-i Maliyye’den kuruş da vükela-yı +devlet ve me’murin ve zevat-ı saire tarafından iane +edilmiş ve bu vech üzere tehassül eden . kuruş +Darüşşafaka ile te’sis olunmuştur. Fakat bugün Darüşşafaka +milletin anadan babadan mahrum ve ebedi bir sefalete +mahkum evladını istiab edemiyor. Her sene binlerce kişi +müracaat ediyor. Bunlardan ancak mevcudun noksanını +ran içinde ağlayarak geldikleri yere dönüyor. Her ma’nasıyla +hüzn-akin olan şu manzara karşısında titremeyecek kalb +bulunamaz fakat icab eyler ki o titremeler evlad-ı fukara ve +şüheda için vesile-i rahm ü şefkat olacak eserler meydana +getirsin! Evet bunlar ne olacak? Sefalete mahkum mu? Ey +millet-i necibe; bugün yetimlerimiz pek çoktur! Öyle olduğu +halde bu çocukların ta’lim ve terbiyesi için yegane bir +mü’essese-i İslamiyye olan Darüşşafaka’dan maada hiçbir +millet mektebi yoktur. Yalnız milletimizden değil sekenesi +olu­ +yor. Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye bunların hangisini +alsın? Mektep İstanbul’daki eytamı bile alamıyor. Aktar-ı +çocukları Darülhilafe’de tahsil etsinler diye gönderiyorlar +bunlar cem’iyete müracaat ediyorlar. Cem’iyet-i Tedrisiyye-i +mesi ahkamına tevfikan bir mikdarını kabul ediyor diğerleri +ne oluyor? +Madem ki Darüşşafaka millet tarafından iane-i umumiyye +bulunuyoruz; öyle olduğu halde milletimizin i’tilasına vatanımızın +terakkīsine sebeb olacak olan milletin bu öksüzlerinin +feryadını işitiyoruz da neden biz de bir mektep yapmıyoruz +neden her şeyi hükumetten bekliyoruz? Memalik-i ecnebiyyede +hükumete muavenet edecek bir çok cem’iyetler +vardır ki bu hususda hükumeti bile geçmişlerdir. Şimdi size +bir mahalli gazetenin yazmış olduğu bir bendi ber-vech-i ati +arzediyorum: +“Misyonerlerin varidat-ı seneviyyesi iki yüz elli küsur +milyon dolardır. Otuz bin misyoner vardır. Üç yüz bin kişi +misyon-ı müretteblerinden maaş almaktadırlar. Misyonerlik +alemi dört yüz kimyagere altı bin süt anasına üç bin +rahibe otuz bin mektebe yüz altmış risale-i mevkūteye beş +yüz gazeteye maliktir.” +Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye’nin yalnız bir Darüşşafakası’yla +vardır. Bu ne yapabilir? Cem’iyet-i Tedrisiyye vazife-i tenviriyyesini +Ve her suretle ihtiyar-ı fedakari ediyor. Lakin noksani-i +vesait onun bir çok amalini ta’kīm eylemektedir. Çünkü lazım +olduğu kadar parası yoktur. Bugün Cem’iyet-i Tedrisiyye-i +her üç ayda birer liradan senevi dört lira iane vermek bundan +maada senede bir lira-yı Osmani veren zevat da a’zayı +muavine olur. Her türlü ianat maal-iftihar kabul olunur. +Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye’ye efazıl-ı nisvan da dahil +olabildiğinden yakın zamanda muhterem hanımefendilerin +adedi tekessür ederek kız daruşşafakasını te’sis etmeleri arzu-yı +yeganemizdir. +“DIN MANİ’-İ TERAKKĪ DEĞİLDİR” +Bugün maatteessüf görülüyor ki değil haricten hatta içimizden +bazı cahil kimseler dini ve fenni ayırarak fennin dine +dinin fenne hiçbir rabıta ve alakası olmadığını iddia ediyorlar. +Bu kadarla da iktifa etmeyerek dinin terakkīye mani’ +olduğunu söylüyorlar. O gibi efkar-ı batıla ashabı emin olsunlar +ki bugün din olmasa görülen bu kadar asar-i medeniyyet +meydana gelmez hükumetler teşekkül etmez bunun +neticesi olarak bu mücessem-i letafet Osmanlı memleketi +bu mücessem-i şecaat Osmanlı milleti de mevcud olamazdı. +Bir zamanlar hududumuzu Kafkas dağlarından Viyana +surlarına kadar tevsi’ eden eslafımız o büyük atalarımız hiç +şübhesiz bu muvaffakiyetlere bu muhteşem muzafferiyetlere +salabet-i diniyye metanet-i ahlakıyye sayesinde vasıl +olabilmişlerdir. Evet Allah aşkı vatan muhabbeti olmasa idi +acaba muvaffak olabilecekler miydi? Hiç şübhesiz hayır. Bu +hakīkati Avrupalılar bile teslim ediyorlar. Ehl-i Salib muharebelerinin +sebeb-i zuhuru İslamiyet’i mahvetmekten başka +bir şey miydi? Kendilerinin selametlerini istikballerini İslamiyet’in +bu muazzam devletin inkırazında görüyorlar. Fas +mahvoldu İran inkıraza mahkum oldu; sıra bize evet biz +Osmanlılara daha doğrusu İslamlara geldi. Çünkü bizden +başka bir İslam hükumeti kalmadı. Onların nokta-i nazarınca +biz mevte mahkumuz; çünkü cahiliz çünkü taassubumuz +var çünkü cereyan-ı umumiye tabi’ olmuyoruz. Bunun için +mevte mahkumuz. Acaba cidden böyle miyiz yoksa böyle +mi anlatılmışız? +Bir nokta-i nazardan onları ma’zur görmeliyiz. Zira maatteessüf +Avrupalıları kat ender-kat geçerek İslamiyet aleyhine hücum +ediyorlar. İslamiyet’in pa-bend-i terakkī olduğunu iddia +edecek kadar kuteh-binlikte bulunuyorlar. +Bu gibi eşhasa sorarız ki fennin hangi noktasının dine +dinin hangi noktasının fenne mugayir olduğunu görüyorlar. +Bu suale cevap veremezler. Çünkü din ile fenni beraber +mütalaa etmemişlerdir. Yalnız öteden beriden kaba saba +bildikleri ma’lumatla iktifa ederek ötekinin berikinin mukallidleri +olmuşlar ve intisablarıyla mübahi olmaları iktiza eden +Din-i Mübin-i İslam hakkında biraz olsun tedkīkatta bulunmak +zahmetini ihtiyar etmemişlerdir. Evet bu gibi eşhasın +Din-i Celil-i İslam hakkında ma’lumatları pek mücmel hatta +yok denecek bir derecededir. Eğer Protestan Katolik ve edyan-ı +saireyi mutalaa ettikleri kadar Din-i İslam’ı da tedkīk +ede idiler bu gibi iddialarda bulunmaya cür’et edemezlerdi. +O zaman anlarlar idi ki İslamiyet’in yegane müracaatgah-ı +şer’isi olan Kur’an-ı Kerim o Kitab-ı Mübin fennin henüz +keşfettiği ve etmekte olduğu nice hakaik ve serairi on dört +asır evvel bize ihbar buyuruyor. Fakat biz de onları anlayacak +o ihbarat-ı ulviyyeden istinbat-ı ahkam edecek kabiliyet +olmadığı için istihracatta bulunamıyoruz. Bulunamıyoruz +da o Kitab-ı Azimü’ş-şan’ın ulviyetinden şübhe ediyoruz. +Hayatın mebdei su olduğu hakkındaki nazariye alem-i +fenne atılalı daha ne kadar oldu? Fakat Kur’an-ı Kerim o +Kitab-ı Mübin bize +ayet-i kerimesiyle +on dört asır evvel ihbar buyuruyor. +Evet biz de tasdik ederiz ki dinimize bazı hurafat karışmıştır. +Bazı şeylere tesadüf olunur ki fen onları kabul etmez. +Fennin kabul etmediği şeyi de din kabul etmez. O gibi +hurafatın menşei taharri edilsin görülür ki menşei ne ayet-i +kerime ne ehadis-i şerifedir. Belki Din-i Mübin-i İslam’ın +kadrini tenzil etmek için bazı bed-hahan tarafından an-kasdin +ehadis-i şerifedendir diyerek naklolunmuş ehadis-i mevzuadır. +Bugün fennin iki kere iki dört edercesine kabul ettiği +hakīkatlerin içinde hiçbir nokta ve mes’ele gösterilemez ki +dinimizde o hükmü carih bir kayda tesadüf edilsin. +Bilfarz bugün “melaike-i kiramın mevcudiyetine iman” +melaike-i kiramın mevcudiyetini bile inkar ederek fennin +kabul edemeyeceğini söylerler. Kendilerine niçin kabul etmediklerini +sorarsanız teleskoplarla mikroskoplarla görülemediği +cevabını alırsınız. +Acaba mikroskoplar keşfedilmeden evvel bir şahıs kalkıp +da; “Muhtelifü’t-tabia bir çok cürsumeler vardır. Bunlar emraz-ı +müdhişenin başlıca amilleridir.” diye idi inanırlar mı +melaike-i kiramın mevcudiyetine inanmıyorlar? Eğer inanmaz +leri cevab-ı na-savab; “Görmüyoruz”dan ibarettir. Demek +ki her görülmeyen şeyin mevcud olmaması iktiza etmez +olunmasına mani’ oluyor. İşte maddi bir misal arzettik. Her +rü’yet olunamayan şeyin mevcud olmaması iktiza etmeyeceğini +Eğer kendileri bu kadarla iktifa etmezler ise yine sorarız: +“Bugün feza-yı namütenahiyi imla eden ve bütün zerrat +arasında mevcud olan mesamatı işgal eden “esir” nam +seyyale-i latifin mevcudiyetini nasıl isbat ederler? Şübhesiz +eserden müessire intikal tarikıyla. Demek izi görmeden +havass-ı hamsemizle hissetmeden mevcudiyetine inanıyo­ +ruz ve inanıyorlar da melaike-i kiramın mevcudiyetine +gerek kavlen gerek aklen isbat olunduğu halde niçin inanmıyorlar? +Bugün i’tikadat-ı diniyye ilm-i kelamda pek güzel +olsun mütalaa etseler veya bir bilene sorsalar kendilerinin +efkar-ı batılalarına karşı nasıl cevap verildiğini anlarlar. +Doğrusunu söylemek icab ederse bir dereceye kadar bu +gibi şübban-ı vatan ma’zur görülmelidir. Çünkü daha bidayette +pek ufak bir şübhelerini halletmek için müracaat edecek +ve kendilerinin anlayabilecekleri bir tarzda Türkçe tahrir +edilmiş bir “ilm-i kelam” mevcud değil. Teşekkür olunuyor +ki son zamanlarda velev pek sathi olsun bazı ilm-i kelama +müteallik kitaplar neşrolundu. Fakat bunlar da hakkıyla fen +ve din tedkīk edilerek yazılmadığı için kendilerinden beklenilen +fevaidi te’min edemiyorlar ve edemezler. Ulema-yı +kiramımız zahmet buyurup da bu tarzda oldukça mikyası +vasi’ bir kitap yazsalar hiç olmazsa makale-i alimaneleriyle +efkar-ı umumiyyeyi tenvire sa’y ü gayret buyursalar hiç şüb­ +hesiz emekleri boşa gitmemiş olur. Hem bu gibi makaleler +ve münazaralar ile asla mevcud olmayıp da sonradan nasılsa +karışmış olan hurafat dinimizden çıkar da dinimiz Avrupalılar +nazarında bile olanca ulviyetiyle şa’şaasıyla arz-ı +vücud eder. +ZABİTANIN +TE���EHHÜLÜ MES’ELESİ +Zafer Gazetesi ’nin numaralı nüshasındaki “Açık Mektuba +Cevap” makalesine cevab: M. C. Bey’e +Zabitanın teehhülü mes’elesi hakkında Zafer ’in numaralı +nüshasındaki makaleniz tamamıyle hatalıdır. Verilen +cevablar gerek neşrolunmuş gerek olunmamış mütalaa-güzar-ı +alileri olmuştur. Bundan bir maksad bir gaye var +Biz bunu böyle yapmadık. Ancak kendi ictihadatımızı umuma +kabul ettirmek istedik. +Şu birkaç satırı yine Zafer sütunlarında yazmak ister idik. +Fakat bahsimizin gazetenin mesleğiyle gayr-i muvafık bir cereyan +hasıl etmesinden asıl bu gibi mesailde alakadar olan +muhterem Sebilürreşad sütunlarını intihab ettik. Mes’elenin +tenvirini de onun hak-guluğundan bekleriz. Bizim söyleyeceğimiz +bir şey varsa o da asıl maksadımızı teşrih ederek ne +vechile mevzu’dan uzaklaştığını göstermektir. +Zafer ’in numarasında erkam ile irae buyurulan masraf +yekununu kapatacak bir tahsisat buluncaya kadar teehhül +edemeyecek bir zabitin asgari yirmi iki sene zarfında bekar +geçinmesi icab ettiğinden ve bu tarz-ı hayata da Avrupalılar +misal gösterildiğinden; “Bir Osmanlı müslüman zabiti Avrupalılar +gibi hayat geçirebilir mi?” sualine nazar-ı dikkatinizi +celbetmiş idik. Buna da Avrupalıları yakından ted­ +kīk ederek +tarz-ı hayat ve muaşeretlerine iştirak etmemizi tavsiye buyurdunuz. +Gerçi bu tavsiye şayan-ı teşekkürdür. Fakat ne +çare ki hüviyet-i milliyyesi an’anesi Avrupalılardan daha ali +olan bir milletin efradından birisinin tebdil-i tarz-ı hayat etmesi +Zafer ’in numaralı nüshasındaki suallerimi yazmaya +bundan dolayı kendimi mecbur görmüş idim. numaradaki +cevabınızda Avrupa adab-ı muaşereti hakkında te’lif +buyurduğunuz kitabın mütalaası tavsiye buyurulmuş. Maksadımız +Avrupa adab-ı muaşeretini kuru kuruya öğrenmek +değil bunu taklid etmekteki mecburiyetimizi anlamak idi. +Mecburi olmayan işlemesinden bir muhassenat me’mul bulunmayan +bir fiil için kendi ef’alini tebdil lüzumsuz bir zahmetten +başka bir şey değildir zannındayız. +Muhterem dindaş. +Azıcık insaflı davranarak mevzu’-ı bahsimiz olan mes’elenin +gazete sütunlarındaki mehazirinden bahsolunarak +tağlit-ı ezhana çalışmaktan ise bir nebze olsun tavsiye buyurulan +usulün muhassenatından bahsetseniz daha iyi olurdu. +Muhatabınızı taassub-ı hissine mağlub farzediyor iseniz +aldanırsınız. +Avrupalılarda görmüş olduğunuz hayata müteallik iyi +usuller hep müslümanlarındır bizimdir; o taharet ve nezafet +neşv ü nema bulmuştur. Cümlesi bizde mevcuddur. Fakat +onların ahlaklarındaki bütün o mezmumat da hep onlarındır +kendi mu’tekadatları müvelledatıdır; yine onların olsun. +Adat-ı kadimeye merbutiyet ta’biriniz de anlaşılamamıştır. +Bundan bir şey anlaşılıyorsa o da medeniyet-i İslamiyye +evc-i a’lada iken ol vakit Avrupalıların adatıyla müteamil +ahlakıyla mütehallik olduğumuzu yavaş yavaş inhitata yüz +çevirdikçe tedricen adab-ı muaşeretimizin bozulduğunu +dürbünün aksi tarafından bakıp iyi görmeye benzer. +Dünyaya medeniyeti İslamiyet getirdi. İnsanları cehlin mülevvesatından +yine o tathir ettiği halde medeniyetin şeriatımızla +kabil-i te’lif olmadığını iddia edecek kimse tasavvur +olunur mu ki buna aid bahsin de kapalı mübhem terkedilmesi +Bir milletin adatı an’anatı o milletin mu’tekadatının müvelledatından +başka bir şey değildir. Bu da seleften halefe +devredilmiş kıymetli bir mirastır. Şu halde biz de adat-ı +kadimemize mehasinden ise merbutiyetimiz zaruridir. Biz +adab-ı muaşeretimizi terkederek Avrupalıları taklid eder isek +milliyetimizi gaib etmekten başka ne kazanırız? Milliyetini +gaib eden bir kavim tamamıyle hüviyetini gaib etmiş başka +bir kavme kalbolarak mahvolmuş değil de nedir? +ki habl-i metini sımsıkı tutarak onun feyziyle tefeyyüz etmesine +acaba ne mani’ tasavvur olunuyor ve ne mahzur görülüyor +ki adab-ı muaşeretimizi usul-i hayat ve tenasülümüzü +Avrupalılara benzetelim? +Tarik-ı tekamüle doğru milliyetimizi muhafaza ederek +Avrupalılarla tahlit edelim değişelim? Frenklerin şahsında +bize görünen ulviyet acaba nedir? +Bütün bu suallerin cevabını kudret-i ilmiyyesi efzun olan +mütefekkirlere terkederek hülasa olarak deriz ki: Bizim herşeyde +rehberimiz olacak elimizde sönmez bir meş’alemiz var. +Bizi her türlü muavvec dolambaçlardan muzlim mülevves +yerlerden kurtaracak derecede şu’le-bardır. Biz onunla yolumuzdaki +uçurumları görüp gideriz. Bizi ta’kīb edenler de +aynı şu’leden istifaza ederler. +Muhterem dindaş. +Eğer hem-cinsinize iyilik arzu eder iseniz “medeni!” Avrupalılara +acıyarak onları irşad buyurmanız daha munsıfane +olurdu. +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVİA +Tedvir-i Devlette Baş: İbtida-yı makalde şurasını arzedelim +ki bu milletin selameti bu mülkün terakkīsi uğrunda +her kim yararlık gösterirse onun ef’alini takdir ve devam-ı +muvaffakiyetini temenni bizim için bir vazife-i vicdaniyyedir. +Ama yararlık gösterenler şüyuhtan olurlarmış veya şubbandan +sayılırlarmış bizce hiçbir beis yoktur. “Fülan ve fülan +zatlar tecrübe-didedirler kar-azmudedirler.” veya; “Fülan ve +fülan kimseler görgüsüzdürler acemidirler…” yollu ağraz-ı +muzmere ve menfaat-i mektume-i şahsiyyenin ilcaatına +göre nasa telkīnatta bulunanlar takbiha müstahaktırlar. +Ef’ali tedkīk etmeli insaf ile muhakemata girişmeli de +ondan sonra kimlerin rical-i müfide-i devletten olup kimlerin +olmadıklarına hüküm vermeli. İ’lan-ı Meşrutiyet’ten evvel +geçmiş olan otuz bu kadar seneyi bir kere düşünelim. O +uzun müddet zarfında başka memleketlerde yapılan terakkiyat +butun-ı salifede yapılmış olan terakkiyat-ı beşeriyyenin +hiç birisine kıyas kabul etmeyecek kadar büyüktür. Yine +o uzun müddet zarfında faaliyet-i milliyyemize arız olan +mevanii ve memleketimizde yapılan şeylerle yıkılan şeyleri +hatıra getirelim: Bunu iyice mülahaza edersek devletimizin +nasıl olup da harita-i alemden silinip gitmediğine hayran kalırız. +Zahir merhamet-i Rabbaniye mazhar olmuşuz. Fakat +bu takdir-i Rahmanu’r-Rahim’e karşı artık isyan etmemekliğimiz +lazım gelir. +Devr-i Meşrutiyyet’te yapılan hatalarla savabların muvazenesinde +halka yanlış zehablar ilka edenler münafıktırlar +ağraz-ı hasise ilcasıyla bu mülk ü millete ihanet ediyorlar demektir. +Devr-i Meşrutiyyet’te birçok neşriyat-ı müfide vukū’ +buldu ve buluyor halk yeni yeni birçok şeyler öğrendi ve +öğreniyor idari birçok yerlerde teşebbüsat-ı umur-ı nafia artıyor. +Memleketin ticaretle me’luf anasırı arasında serbestçe +Bu devr-i cedid şübhesiz kuvve-i müfekkiresi başka türlü +husul bulmuş ahlak-ı siyasiyyesi başka bir maye ile yoğurulmuş +ricale dahi muhtacdır. İhtiyac-ı zamandan mütevellid +bu halin ehemmiyeti atiyen daha ziyade tavazzuh eyler. +§ +Faaliyete İsabet-i Nüzul: Her altı ayda bir kere buhran-ı +siyasiye duçar olan bir memlekette terakkiyat-ı seria +ümidi pek vahi olur. Avrupa; “Müslümanlarda terakkī isti’dadı +yok” deyip gidiyor. Rahat kaldığımız yok ki isti’dadımızı +gösterebilelim. Hatve-i terakkīyi aheste atmakla da +menzil-i temeddünde ilerlenebilir lakin bizi bekleyen yok ki. +Her buhran ile erbab-ı istilaya bir vesile-i cedide bahşediyoruz. +Bu gümrahlığımıza bir çare bulunabilecek zamanın +vürud ettiğine dair biz maatteessüf alaim-i sabite göremiyoruz. +Müterakkī memleketlerdeki şuabat-ı idariyyenin kaffesinde +birer iş makinesi kurulmuştur ki bizzat işler gider; +gelip giden nazır ve amirlerin işi ise onu yağlamak gibi bir +vazifeden ibaret kalır. Bizde tebeddül vukūu umur-ı ammenin +temşiyetine sekte getiriyor herşey kargaşalık nöbeti +geçiriyor. İşte böylece bu milletin cehd ü faaliyetine nüzul +mal yerinde tecdid sadedinde tefevvuk izharına kalkışması +yolundaki meslek-i ma’hud ise artık herkesin canına tak +dedi. Vükela-yı sabıka tarafından istihzar edilmiş olan +kanun layihaları biz zannetmeyiz ki ekseriyetle fırsat-ı tatbik +bulabilsinler. Meclis-i Meb’usan encümenlerinde şimdiye +kadar tedkīk edilmiş olan levayih-ı kanuniyyenin birçoğu +da kuşe-i nisyandan kurtulup çıkmaya muvaffak olursa ne +mutlu! Yeni nazırlar yeni kanunlar yaparlar. Onlar da tedkīka +takarrub ederlerken yine bir buhran çıkar mülk ü millet +de hal-i harabide bekler. +§ +Duruğ-ı Tezvirden Bir Deha: Ahibbadan bir zat bize +Londra’da münteşir Times gazetesinden tercüme olunmuş +bir fıkra gösterdi. Bu fıkra Times ’ın Viyana muhabiri tarafından +gönderilmiş bir telgrafnameden müstahrecti. Muhabir-i +muma-ileyh de bunda serd eylediği efkarı Viyana’da çıkan +Allgemeine Zeitung nam ceridenin İstanbul muhabirinden +aldığı havadise atfeylemiştir. +Hükumet-i Osmaniyye’nin akd-i sulh eyleyeceği havadisinin +geçenlerde Bingazi’de İtalyanlar tarafından işaa olunması +üzerine mücahidlerin düşmanı def’ edinceye kadar +harbe devam eylemek azm-i kat’isinde bulunduklarını mücahid-i +ali-himem Enver Bey’in İstanbul’a bildirdiği işitilmiş +Alem-i Osmaniyyet ve İslamiyyet’in bed-hahları bu +azm-i merdane-i mücahidini dahi su’-i te’vile uğratmışlar ve +böylece Devlet-i Osmaniyye’nin zararına olarak bir sulh akdettirmek +bir tuzak daha ilave eylemek istemişlerdir. +Guya Enver Bey mücahidin beyninde kesbeylediği +nüfuz ve şöhretten bil-istifade Bingazi’de iddia-yı hükumet +ve hilafet edecekmiş de hükumet-i Osmaniyye akd-i sulh +etse bile muharebede devam azm-i kat’isinde bulunmak istemesi +ondan dolayı imiş! +Bu bir tezvirdir ki akl-ı selimi olan her müslüman mahiyet-i +batılasını yek-nazarda anlar ve hamiyeti olan her +Osmanlı bu iddia-yı batılı kemal-i nefretle reddeyler. Guya +Enver Bey’in bu fikri İstanbul mahafil-i resmiyyesinin bazılarında +telaşı mucib olmuş da Sadr-ı esbak Kamil Paşa’nın konağında +vukūa gelen bir ictima’da bu mes’ele mevzu’-ı bahs +edilmiş! Biz bu acib havadisi Times gazetesinin Temmuz-ı +efrenci tarihiyle neşrolunan nüshasından muhibbimizin tercüme +eylediği fıkradan öğreniyoruz. +VAHIM GÜNLER +Buhran-ı hazırın derece-i vehametini ta’yin için içinde +bulunduğumuz şerait-ı hazıraya sathi bir nazar atmak bile +kifayet eder. Haricen bir devlet-i muazzama ile muharebe +dahilde memleketin kıtaat-ı muhtelifesinde iğtişaş ve bütün +şu gavaile karşı koyabilecek yegane muntazam kuvvet olan +ordudaki asar-ı tereddüd… İşte ahval-i hazıramızın dehşet-nümun +hutut-ı esasiyyesi. +Biz şu hallere dalıp kalmış iken elbette ki etrafımızı almış +olan düşmanların da hırs ve tama’ları kesb-i şiddet ediyor. +Şiraze-i hayatı bozulmakta olduğu farzedilen bir devlete son +tekme atmanın tam sırası gelmiş olduğu fikri elbette ki kesb-i +kuvvet eder. Bulgaristan’dan Yunanistan’dan ve sair memleketlerden +gelen haberleri mütalaa ediniz. Bulgaristan bir +yormuş ve havadis-i mezkurenin tevlid edebileceği vaz’iyeti +karşılamaya hazırlanıyormuş. Hatta bazı müfrit vatanperver +Bulgarlar Bulgar nazırlarının hayatına su’-i kasd icra ederek +Bulgaristan hükumetini hal ve vaz’iyet-i hazıradan istifade +ederek Osmanlılara i’lan-ı harb ettirmeye azmetmiştir. +olan matbuat ise şu buhran-ı vahime nihayet verilmesini bir +lisan-ı niyaz u tazarru’ ile bize tavsiye ediyorlar. Tehlike pek +yakın pek aşikardır. Fakat maatteessüf biz tehlikeye doğru +kendi ellerimiz ile atılıyoruz. Ma’kūl nasihatleri hayr-hah +dimağlar kalmamış gibidir. +Halbuki bizden bütün beşeriyetin tarihin beklediği bu +muydu? Zannediliyor ki alem-i İslam’ın dehşet-nümun su­ +kūtu içinde hiç olmazsa makam-ı mualla-yı Hilafet’i havi +bulunan alem-i İslamiyyet’in son melce’ ve penahı bulunan +şu memleket kendine tevdi’ edilmiş olan emaneti muhafaza +edecektir. Hiç olmazsa küre-i arzda bir dane İslam hükumeti +kendi istiklal ve şevketini müdafaa ve muhafaza ederek +Kelimetullah’ın serbestane cari olacağına son bir me’va olacaktır. +Fakat eyvah! Bu kadar memalik ve akvam-ı İslamiyye’nin +sürüklenmiş olduğu hufre-i ma’dumiyyet bizi de bir +kuvve-i cazibe-i müdhişe ile kendi agūşuna çeker gibi gözüküyor. +Şu memleketlerin istiklal ve mevcudiyetlerini ademabad-ı +nisyana sevketmiş olan asar ve alaimin bizim de içimizde +nümayan olduğunu müteessifane ve müteellimane +bir halde müşahede etmek mecburiyetindeyiz. Henüz birkaç +ay evvel İran’ın ve Marakeş’in hayatına kalem çekmiş +olan havadis bizde de tekerrür etmeye başladı. +Rical-i devlet ve zimemdaran-ı umur içinde adem-i imtizac +efrad-ı millet arasında ihtilaf tereddüd teşettüt-i ara… +hükumetleri ve saltanatları yıkabilmek mahiyet ve isti’dadını +havi olan şu alaim ve asar bizim gibi kuva-yı maddiyye +ve ma’neviyyesi gayr-i muntazam etrafı haris ve müntekım +düşmanlar ile muhat bir devlet ve millet için bütün ma’nasıyla +mühliktir. Bu kadar perişanlıklar içinde bu kadar +tehlikeler karşısında bulunan bir devlet ve millet kendisini +yalnız kırılmaz kesilmez bir ittihadla idare menafi’-i umumiyyenin +müdafaa ve muhafaza edebilir. İran ve Marakeş bu +kaide-i ictimaiyyeye tebaiyyet etmediler. İradat-ı ferdiyyeler +çarpıştı efrad-ı millet yekdiğerine karşı çıktı herkes kendi +fikr ü amalinde ısrar ve inad etti. İşte bin-netice istiklaliyet ve +mevcudiyet-i milliyyelerini gaib ettiler. +Kendimizi aldatmayalım: Biz de aynı tehlike karşısındayız. +Bunu her bir Osmanlı her bir müslüman görmelidir +anlamalıdır. Saymış olduğumuz tarik-ı felaket-engizde biraz +daha ileri gidersek emin olalım ki hak-i pak-i vatanı maazallah +düşman ayakları ile çiğnenmiş göreceğiz. Biz kendi +kendimizle uğraşırken zaten asırlardan beri ma’dumiyetimizi +kendileri için bir hedef bir amal edinmiş Osmanlılar’ın +bırakacakları harabeler üzerinde kendi saadet ve satvetlerini +te’sis etmek hevesi ile yaşayan düşmanların üzerimize atılacaklarında +asla şekk ü şübhe etmeyelim. Şimdiye kadar +şu düşmanları harb-i hazırdan istifade ile üzerimize atılmak +cesaretinden mahrum ettiren Osmanlılar içinde devam etmekte +olan ittihad ve ittifak idi. Eğer maazallah bundan sonra +aramıza sokulmuş olan adem-i imtizac ve ittifak kesb-i +şiddet ederse eğer ordu-yı Osmanideki tereddüd ve tezelzül +devam ederse mezkur düşmanların vatan-ı Osmaniye tecavüz +edeceklerine emin olalım. +Bizim yeni teşekkül etmiş olan hey’et-i vükela ve Meclis-i +Meb’usan’dan yegane temenniyatımız yegane istirhamatımız +kendi vaz’iyetleri a’mal ve harekatı ile millete bir nümune +bir timsal bir rehber-i ittihad ve ittifak olmalarıdır. Hiçbir +fırka şahsi ihtirasat ve temayülatına meydan vermeyerek +bütün dikkat ve vakitlerini yalnız memleketi duçar bulunduğu +müşkilattan istihlas cihetine atf u sarf etsinler. Bugün +fırkalardan temayülat-ı şahsiyyeden ziyade ihtiyacımız +memleketi düşünmektir. Unutmayalım ki cümlemiz bila-istisna +gayet vahim bir tehlike karşısındayız. Unutmayalım ki +tehlikenin uhdemize vaz’ edeceği mes’uliyet gayet ağır ve +büyüktür. +Mes’ele yalnız Osmanlılık’la alakadar değildir. Bütün İslamiyet’i +de havidir. Maazallah bu memleketin başına bir +felaket gelirse bütün İslamiyet’i mahv ü nabud addetmek +caiz olacaktır. Artık alem-i İslamiyyet’in kelime-i tayyibenin +melce’ ü me’vası yeryüzünden kalkmış demektir. Böyle +vahim ve azim bir mes’ele karşısında fırka ve şahsi ihtirasat +siyet ve şeref-i İslamiyye ile gayr-i mütenasib olur. Der-hatır +edelim ki geçirmekte olduğumuz buhranlardan milletler +kendilerini yalnız bir fedakari-i umumi bir ittihad ü ittifak-ı +tamme vasıtası ile istihlas edebilmişlerdir. Bilakis bu gibi +fedakarlıklara ittihad ü ittifaka adem-i isti’dad ibraz etmiş +olanlar mahv ü nabud olmuşlardır. +Zaten Halife-i müslimin ve binaenaleyh alem-i İslamiyyet’in +hıfz u müdafaası vazifesi ile mükellef bulunan zat-ı +melek-simat şu hal ve evzaı takdir buyurmuşlardır. Sadr-ı +a’zam paşa hazretlerine hitaben ısdar buyurmuş oldukları +ferman-ı alilerinde bilhassa; “Efkar-ı umumiyyenin teskin ve +huzuru” lüzumu üzerinde ısrar etmişlerdir. Halife-i müsliminin +şu emr ü iradelerine ittibaan hey’et-i vükela ve Meclis-i +Meb’usan’ın da şu hakīkatleri takdir edeceklerine kaviyyen +eminiz. Fırka ve tefrika ihtirasatlarını düşmana ve tehlikeye +karşı olsun unutalım yekdiğerimize sarılalım esas ve ruh-ı +dinimiz olan ittihad ü ittifaka riayet edelim. Bu münasebetle +hem vatan ve devleti kurtarmış hem de kendimiz için atide +uzun uzadıya münakaşat ve muhasamatta bulunmak üzere +asırlar kazanmış oluruz. Nefsimize hırslarımıza bu an-ı tarihide +galib gelirsek atide onların inkişafı için vasi’ bir meydan +hazırlamış oluruz. Eğer tefrika ve ihtilafta bir zevk bir haz +duyarsak bile muvakkat bir zaman için tefrika ve ihtilaftan +vazgeçelim. Ve illa düşman-ı bi-aman gelir ne ittihadcı ne +kit ihtilaf ve tefrika için bir saha bile bulamayız. Osmanlılar +şu hali gözleri ile görmek isterlerse zencir-i esarete giriftar +olmuş olan mesela Kafkasya’da İran’daki din kardeşlerini +ziyaret etsinler. Bugün bu mel’un ve menfur ihtilafat neticesi +olarak İran’a musallat olmuş olan Rus Kazakları hem hürriyetperverleri +hem istibdad tarafdaranını bila-istisna yakıp +kesiyorlar kimseye iftirak ve ihtilaf için bile fırsat vermiyorlar. +Acaba bu kadar tecarib-i tarihiyye bizim için bir ders-i +RUSYA MÜSLÜMANLARI +Rusya’dan el-Hilal ’e yazılıyor: +Rus coğrafiyyununun kavlince Rusya şarkında güneş +tulu’ eylediği anda garbında gece oluyor denilecek kadar +vasi’dir. Vladivostok ile Finlandiya sevahili arasındaki mesafe +küre-i musannaa üzerinde bu müddeayı te’yid ediyor. +Küre-i arzın yedide birini işgal eden Rusya memalik-i vasiasında +Rus menabiine nazaran muhtelifü’l-ecnas milel ve +akvam mevcuddur. +kadar ta’dad olunan bu cinslerden munkarız nesli +munkatı’ olmak derecesine gelmiş olan kavim Haput Kavmi’dir. +Şimdi bu kavimden Ruslar arasında ancak birkaç +hane kalmıştır. Merkez-i faaliyeti Tiflis şehrinde bulunan Encümen-i +Fen bu kavmin mütekellim olduğu lügati elsine-i +mütedavile ile bu elsinenin şuabatından olan hiçbir lehçe ve +şivede bulamıyor. Semaya “difko” Huda’ya “mefko” babaya +“terifiko” dedikleri anlaşılan bu bir avuç milletin lügati +henüz tetebbu’ olunamadığı için hangi ırk-ı beşere mensub +oldukları belli değildir. Hülasa-i kelam bu kadar muhtelifü’l-ecnas +akvamı zir-i idaresinde bulundurmakta olan Rusya’da +müslümanlar Ruslardan sonra adeden ikinci derecede +gelir. Ruslar Malorus ve Likorus Büyük ve Küçük Rus +lar dahil olduğu halde - milyon ve müslümanlar +da - milyon raddesindedir. Şu nokta-i nazardan bugün +Rusya’da bulunan müslümanlar nefs-i Rus unsuruna nisbeten +Rusya’da müslümanların bulunmadığı bir eyalet bir +kaza yoktur. Merkez-i hükumet addolunan Petersburg ile +Moskova’da mukīm müslümanların adedi günden güne +tezayüd etmektedir. Cenuba doğru gittikçe her şehir ve kasabada +birer İslam mahallesi vardır. +Başlıca müslümanlar Türkistan Sibirya Vasati Rusya ile +Lehistan-ı Kadim taraflarında cenuben Kırım Şimali Kafkasya +tavattındırlar. +Ruslar Kraliçe Katerina’nın zamanından beri Rusya müslümanlarını +başlıca iki kısma ayırarak bunlardan birine bir +müddete kadar “Ömeri” diğerine “Ali” mezheb ünvanını +vermişlerdir. +Hayır ve şerrini temyiz etmek gibi kuvve-i mümeyyizeden +mahrum olmayan müslümanlar kendilerine verilen ünvan +ve saireyi asla nazar-ı dikkat ve i’tibara almayıp kaffesinin +nokta-i nazarı vahdet-i İslamiyye ve rabıtaları da kelime-i +tayyibe-i tevhid olup bunlar habl-i metin gibi Din-i Mübin-i +dan hali kalmazlar. +Bugün Rusya müslümanları hey’et-i mecmualarıyla kendilerini +“Muhammedi” bilirler. Mezahib ve adab ve ayin-i +diniyyelerini cevami’-i şerifede ifa eylerler. Maamafih Sünni +Şii diye başlıca iki kısma münkasem olup bu kısımlar da +evvelkisi Hanefi Şafii ötekisi de Ca’feri İmami Şeyhi ve +Babi gibi fırkaları muhtevidir. Sünni mezhebi ekseriyeti Şii +mezhebi ekalliyeti teşkil eder. +Milliyetlerine gelince bila-istisna kaffesi Türk’tür. Bunlar +Türkmen Çağatay Tatar Nogay ve Azerbaycan lisanlarıyla +mütekellim olup bu lisanlar ise esasen Türkçe’nin birer lehçeleridir. +Buhara ve Hive Emaret ve Hanlığı ahval-i ma’lumeleriyle +Rusya’nın nüfuz ve idare-i siyasiyyesi altında bulundukları +nazar-ı i’tibara alınınca Rusya müslümanları nefs-i Rus +unsurunun nısfı raddesinde oluyor. +Cuma ve Cumartesi günleri +kıtaat-ı askeriyye zabitan muvacehesinde irad ve bilumum +asakir-i şahaneye tebliğ edilen beyanname-i hazret-i padişahidir: +“Asker! +Hey’et-i vükelanın isti’fasına mebni kaide-i Meşrutiyet’e +tevfikan Meclis-i A’yan ve Meb’usan reislerinin mülahazatını +da istima’ ettikten sonra Londra’daki Sefir-i kebirimiz Tevfik +Paşa’yı mesned-i Sadaret’e da’vet eylemiştim. Hey’et-i cedide-i +vükelanın umur ve masalih-i devlette tecrübekar ve +tamamıyle müstakil bi’r-re’y ve her türlü te’sirat-ı hususiy­ +yeden azade zevattan teşkili nezdimde matlub ve mültel­ +zimdir. Halbuki dünkü gün bazı zabitan namına olarak Ka­ +nun-ı Esasi ahkamına ve herkesin riayetle mükellef olduğu +hukūk-ı mukaddese-i Hilafet ve saltanata karşı bazı metalib +vukūa gelmiştir. +Hukūk-ı sariha-i saltanata ve başında kumandan-ı a’zam +sıfatıyla ben bulunduğum ordunun ahkamına yemin ile +mecbur-ı itaat olduğu Kanun-ı Esasi’ye münafi bir taleb dermiyan +edecek ordu-yı şahanem içinde bir ferd-i askerin vücuduna +kail olmadığım halde adedinin bi-şübhe pek kalil olması +lazım gelen bir zümre namına vukūa gelmiş olan müracaata +askeriyyelerini bir an için unutmuş bulunanlardan olacağını +tahmin ettiğimden ve askerliğin üssü’l-esası inkıyad ve intizam +ve Makam-ı Hilafet ve saltanata irtibat-ı tam demek +olduğunun ve bu sıfatı haiz bulunanların siyasiyyatı bir tarafa +bırakarak yalnız ümeralarından alacakları emri harfiyyen +feda ile mükellef bulunduklarından bunun aksine hareket +millet ve memlekete ihanet olacağının ve hatta bu yolda +hadis olan tezahürat neticesiyledir ki müterakkıb-ı fırsat +olan düşmanın dün gece payitaht-ı saltanat-ı seniyyemizin +kapısına kadar gelerek fürceyab-ı duhul olmaya çalışması +mühim bir nümune-i ibret olduğunun bütün asakir-i şahanemize +neşrini ve işbu irademizi payitahtımızda bulunan kıtaat-ı +askeriyyemiz muvacehesinde bizzat kıraet eylemesini +Harbiye nazırı vekiline emrettim.” Temmuz +Pazartesi günü merasim-i +mah­ +susa ile Babıali’de kıraet olunan hatt-ı hümayun suretidir: +“Vezir-i maali-semirim Gazi Ahmed Muhtar Paşa Said +Paşa’nın vukū’-ı isti’fası cihetiyle mesned-i Sadaret ehliyet +ve kifayetinize binaen uhde-i rü’yetinize ihale ve Makam-ı +Meşihat-i İslamiyye Cemaleddin Efendi uhde-i istihaline +tef­ +viz olunmuştur. Kanun-ı Esasi’nin yirmiyedinci maddesi +mucebince hey’et-i cedide-i vükelanın intihab ve arzını +hoşnudiye ve hudus-ı müşkilata ve şikayata badi olan mu­ +a­ +melatın hey’et-i vükelaca hemen tahkīkıyla mugayir-i ka­ +nun-ı ma’delet ahvalin izalesine ve te’min-i efkar-ı umumiy­ +yeye hadim olacak tedabir-i kanuniyyenin ittihazına ve mem­ +leketimizin selameti ve ma’nen ve maddeten husul-i terakkıyatı +Kanun-i Esasi ahkamına ve levazım-ı Meşrutiyyet’e +fevkalade riayete mütevakkıf olduğundan hey’et-i cedide-i +vükelanın bu babda dahi mesai-i hamiyyet-mendanesine +sun. Amin! Fi Şa’ban sene Fi Temmuz sene +Sadaret’e Ahmed Muhtar Paşa +Meşihat’e Cemaleddin Efendi Şura-yı Devlet’e Kamil Adliye’ye +Hüseyin Hilmi Dahiliye’ye Ferid Harbiye’ye Nazım +Maliye’ye Ziya Bahriye’ye Mahmud Muhtar Evkaf’a Mehmed +Fevzi Nafia’ya Damad Şerif Ziraat ve Maadin’e Reşid +Paşalar Maarif’e Müsteşar Said Bey Hariciye’ye Noradunkyan +Efendi hazeratı. +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +tebliğ edilmiştir: +Haziran’ın yirmisekizinde bir alay piyade +bir batarya top ve Arab süvarilerinden mürekkeb bir düşman +kıt’ası Bükmüş’ten cenub istikametinde ilerleyerek +Bunume’deki kuvvetimizle muharebe ve neticede firar suretiyle +mücahidin üzerine top ateşi devam eylemiştir. +Temmuz’un birinde fecirden evvel düşmanın +Seyyidsaid’den bir liva ile huruc ve sefain-i harbiyyesiyle +karadan mütezayiden topçu bataryalarının ateşi himayesinde +sahildeki Seyyidali istikametine ilerleyerek mahall-i +mezkuru işgal etti. Tarafımızdan mukabil taarruzlar icra +edildi. Bu muharebede hayli telefatı vardır. Birçok İtalyan +tüfengi müsadere olundu. Mücahidinin şüheda ve mecruhu +mikdarı henüz ma’lum olmayıp iki topçu neferi mecruh +olmuştur. +Harbiye Nezareti’nden İstihbarat Kalemi’ne +varid olmuştur. +Bugün ba’de nısfı’l-leyl bire doğru düşmanın bir +torpido filosu boğaz medhaline girmiş ve Soğanlıdere ile +Dardanos istikametine kadar ilerlemiştir. Seddülbahir’den +verilen ma’lumat üzerine Soğanlı ve Dardanos mıntıkalarında +bulunan bataryalarımız şiddetle ateş açmış ve yarım saat +kadar devam etmiştir. Torpidolardan ikisinin Baykuştepe +önünde battığı oradaki topçu kumandanı Mülazım Hasan +Efendi tarafından haber verildiği ve vakı’ olan mükerrer sual +üzerine işbu haberin sıhhatinde ısrar eylediği ve dışarıya +yalnız üç torpidonun çıktığı görüldüğü ve bu çıkan torpidolarla +Seddülbahir istihkamatı arasında ateş teati edildiği ve +şimdi İmroz civarında on beş kadar ziya görülmekte olduğu +ma’ruzdur. +hükumet-i Osmaniyye Düvel-i +Muazzama’ya tebliğ ettiği bir notada Çanakkale Boğazı’nın +geçit mahallini bir kat daha daraltmış olduğunu ve +tamamıyle seddetmek fikrinde bulunduğunu beyan etmiştir. +Mısır gazeteleri İdris’in yeni bir hezimetini +muarızlarından olan Seyyid Dahyani’nin hareketinden +bil-istifade Sabya civarında bulunan imamın kaidleri Seyyid +Yusuf ve Seyyid Ebi Nib üzerine havenesini saldırmış ise +de vukū’ bulan musademe-i şedidede İdris mensubini fena +münhezim olarak tüfenk ile üç top bırakmak suretiyle +bakıyyetü’s-süyufu firar eylemişlerdir. +Karadağ hükumeti tarafından hudud-i Osmaniyye’de +oldukça mühim tahşidat-ı askeriyye icra olunduğu +gibi Rusya hükumetiyle de büyük bir istikraz akdedileceği +müstahberdir. +Rila’dan Cisr-i Mustafapaşa’ya kadar imtidad +eden Osmanlı ve Bulgar hududunda Bulgaristan’ın tahşidat +bu tahşidatın esbabını sual etmesi üzerine cevaben sonbaharda +rikattan ibaret bulunduğu bildirilmiştir. +Mısır’da münteşir el-Alem refikımızda okunduğuna göre +Londra Cem’iyet-i İslamiyyesi a’zasından fazıl-ı muhterem +Ali Efendi hazretleri Haziran’da Londra Cem’iyet-i İslamiyyesi +ganlı Hindli müslümanlardan mürekkeb bir cemm-i gafir +huzurunda İngiliz lisanıyla gayet beliğ bir nutuk irad etmiş +nutuklarında bu son senelerde müslümanların başlarına +gelen felaketleri tezkar ederek yapılan muahedelerin parçalandığını +verilen vaadlerin istihfaf edildiğini ta’dad ediyor: +Avusturya Devleti Osmanlı’nın tamamiyet-i mülkiyye ve +hukūk-ı hükümranisini himaye etmeyi taahhüd ettiği halde +Bosna-Hersek’i yuttu. ’de İngiltere ile Rusya arasında +mün’akid muahedelere rağmen İran’ı Moskof ayakları altında +çiğnedi kanlar içinde yuvarladı. Halbuki mezkur muahede +mucebince İran istiklalinin muhafazası mukarrer idi. +Cezair Konferansı’nda istiklali taht-ı te’mine alınan Marakeş +ne oldu? Osmanlı memleketinin istiklaliyet ve tamamiyet-i +mülkiyyesini muhafaza hususunda vaz’-ı imza eden devletlerden +biri olan İtalya Trablus’un ilhakına kadar tecavüz +etmekle iktifa etmeyip Cezair-i Bahr-ı Sefid’e kadar tama’ını +uzattı. Müttefikan vermiş oldukları kararı ve kanun-ı düveliyi +çiğnedi. Hatib-i muhterem bilahare Mısır’a atf-ı nazar ederek +Londra Muahedesi’nin madde-i mahsusasını göstererek +lede’l-hace asakir-i Mısriyyenin Devlet-i Osmaniyye emr ü +hizmetine amade olacağı taahhüd edildiği halde muhalefet +edildiğini Lord Kitchener’ın Mısır’a ta’yin olunmasından +maksad ne olduğunu bit-tafsil esrarıyla şerh u beyan buyurdu. +Sonra da Hindistan’da İngilizlerin müslümanlara karşı +muamelelerinden bahsederek müslümanlar için hıristiyan +devletlerinden hiçbirine i’timad kat’iyyen caiz olmadığını +Avrupalıların müslümanlar hakkında meslekleri Gladstone +mesleği olduğunu Gladstone’un; “Salib’in aldığı Hilal’e iade +olunmaz.” sözü her Avrupalı devletin üssü’l-esas-ı harekatı +bulunduğunu “bizim bedbahtlığımız iftirakımızda bahtiyarlığımız +samiini tenvir etti ve dedi ki: “Her ne kadar Avrupalılar bizi +taassub ile itham etseler bile biz yine kendimizi muhafaza +hakkında yazılan eserler risaleler gazeteler bilhassa İngiltere’nin +amalini ve Balkan Cem’iyeti’nin efkar ve makasıdını +Trablusgarb ve Marakeş mücahidleri için kalben ve kalıben +muavenette bulunup ehl-i İslam’ın halasına hizmet +edenlerin kaffesini hayır ile yad ettikten sonra hazırunu +Kur’an huzurunda yemin etmek suretiyle ittihad ü ittifaka +da’vet etmiştir. Cem’iyet-i İslamiyye bu mühim hutbenin +mufassal bir suretini tab’ ettirerek Avrupa’da bulunan bilumum +müslüman kardeşlere tevzi’ etmeyi taht-ı karara almıştır. +Bu son senelerde Rusya Hükumeti müslümanları +pek ziyade tazyik ediyor o derece ki herkes +hayatından bizar bir hale geldi. Fakat çaresiz hürriyet ve +yerek feryad ederek ömür sürüklemek mecburiyetindedirler. +Bundan bir sene evvel “Bubi” karyesindeki medrese-i İslamiyye +bila-sebeb kapatılmış müderris ve muallimleri tevkīf +olunmuştu. Tamam bir sene bila-muhakeme hapishanelerde +süründükten sonra biçarelerin şimdi kimisi iki ay kimisi +beş ay daha habse mahkum olmuşlardır. “Allah zalime insaf +versin.” demeyelim; Allah Millet-i İslamiyye’yi ikaz ve mazhar-ı +Ufa beldesinde +vefat eden Fatıma Hanım müslüman mekteplerine sarfolunmak +üzere yüz bin ruble bin iki yüz elli lira nakid ve +–kıymeti henüz takdir edilmeyen– bir çok mücevheratı vasiyet +etmek suretiyle cidden şayan-ı takdir pek büyük bir +hamiyyet-i maarif-perverane göstermişlerdir. Cenab-ı Hak +rahmet-i ilahiyyesine mazhar eylesin. +Fas’da Fransız himayesinin +te’sisine dair olan Fransa-Fas Muahedenamesi’nin tasdikini +mutazammın layiha-i kanuniyye ceride-i resmiyye ile neşrolunduğu +Paris’ten bildiriliyor. +Temmuz tarihiyle Ribat’tan Paris’e iş’ar ediliyor: +“Marakeş ile Ümmü’r-Rabi’a mevki’leri arasındaki +Dikale mıntıkası kamilen hal-i ihtilaldedir. Muhafaza-i sadakat +eden hukkam firara mecbur kalmışlardır.” +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“Bilmiş olunuz ki: Allah emanetleri ehline vermenizi bir +de insanların beyninde hükmederken adl ile hükmetmenizi +size emrediyor; Allah’ın size verdiği şu nasihat ne güzel bir +nasihattir! Şüpheniz olmasın ki Allah hem işitir hem görür.” +* * * +Ayet-i celile Sure-i Nisa’ya mensubdur. Zemahşeri diyor +ki: +“Bu hitab bütün emanetler hakkında bütün insanlara +varid olan bir hitab-ı amdır. Bir kavle göre Ka’be-i Mu’azzama’nın +perdedarı Osman bin Talha için nazil olmuştur. +Şöyle ki: Aleyhissalatu vesselam Efendimiz fetih günü Mekke’ye +girince Osman Ka’be’nin kapısını kapadı; anahtarını +vermek istemedi. “Muhammed’in gerçekten peygamber olduğunu +bilseydim o zaman verirdim” dedi. +“Bunun üzerine Hazret-i Ali radıyallahu anh Osman’ın +bileğini büküp anahtarı aldı Ka’be’nin kapısını açtı. Resul-i +Ekrem salallahu aleyhi ve sellem Efendimiz içeri girip iki +rekat namaz kıldı çıktı. +“O zaman Abbas anahtarın kendisine verilmesini; sikayet +sidanet yani sakalık perdedarlık vazifelerinin kendi tarafından +ne bu ayet-i kerime nazil oldu. +“Artık aleyhissalatu vesselam Efendimiz anahtarı Osman +bin Talha’ya vermesini; bir de kendisinden özür dilemesini +Hz. Ali’ye emretti. Ali aldığı emri yerine getirince “Demin +kolumu incittin. Anahtarı zorla elimden aldın... Şimdi de +gelmiş gönlümü alacaksın öyle mi?” itabına hedef oldu. +“Bu sözü işiten Ali: “Allah senin hakkında Kur’an indirdi.” +diyerek ayet-i celileyi okudu. Osman Kelam-ı İlahi’yi +dinledikten sonra hemen imana geldi. Bunun üzerine vazife-i +sidanetin ilelebed evlad-ı Osman’a verildiği Cenab-ı +Hak tarafından Hazret-i Peygamber’e vahiy buyuruldu. +“Bazılarına göre de hitab vazifelerini hakkıyle eda etmeleri +Görülüyor ki ayet-i celilede iki büyük emir var: Biri emanetlerin +erbabına tevdii; diğeri de adaletin hakkıyle tatbiki. +“Emanet” hak vedia vazife gibi bir çok ma’nalara gelir. +Hakīkat kimsenin hakkını diriğ etmemek; her ferde ehliyetine +göre vazife ta’yin eylemek ta’bir-i diğerle işleri erbabının +eline vermek bir cemaatin selameti için o derecelerde zaruridir +ki: Bu zarureti kabulde azıcık düşünmek bile haramdır. +“Adl” ise bütün fezaili bütün mehasini cami’ bir fazilettir. +Hiç bir zaman hatırdan çıkmamalıdır ki işleri ehline tefviz +etmeyen; bütün muamelatında adaleti düstur-ı hareket +tanımayan milletler için yaşamak ihtimali yoktur. +“Memleket kılıç ile alınır; lakin adalet ile muhafaza olunur” +sözünü Timurlenk gibi zalim bir cihangirin ağzından +Evet işe göre adam bulmalı; adama göre iş vermeli. Zira +ne kadar müşkül olursa olsun bir vazife tasavvur edilemez +ki ehli aransın da bulunmasın; kezalik kabiliyeti ne derecelerde +dun bulunursa bulunsun hiç bir adam gösterilemez ki +onun da görebileceği bir iş mevcud olmasın. +Ne yalnız azmin büyüklüğü her mes’elenin halline kafidir; +ne de kabiliyetin küçüklüğü büsbütün ihmalini muktezidir. +Bizde bir kere efrad mesleğini kendi isti’dad-ı fıtrisine +göre ta’yin edemez. Çünkü meslek intihabı mes’elesinin gerek +şahsı gerek milleti için hayat memat mes’elesi olduğunu +pek geç öğrenir. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Teessüf olunur ki efradı temsil eden hükümet de umuru +tevzi’ ederken aynı giriveye düşüyor. +Yukarıdan beri söylenen sözler gayet basit bir takım +hakīkatlerdir. Biz bunu i’tiraf ederiz. Şu kadar var ki bizden +evvel çöküp giden milletler hep bu gibi basit hakīkatlerin +kurban-ı zuhulü olmuşlardır! +TERCÜME-I MEAL-I MÜNIFI +“Der-hatır ediniz Ey Beni İsrail! o zamanı ki sizden birbinizin +kanını dökmemek ve kendi öz ellerinizle kendinizi +vatanınızdan çıkarmamak üzere ahd ü peyman aldık; siz +de buna razi oldunuz. Verdiğiniz sözde sebat edeceğinize +ahd-şikenlik etmeyeceğinize yekdiğerinizi şahid tuttunuz.” +Sure-i Celile-i Bakara. +* * * +Hitab-ı ilahi asr-ı mes’ud-ı Cenab-ı Risalet-penahi’deki +alehissalatü vesselam ulema-yı Yehud’adır. Hadise-i ahd +ü misak ise Hazret-i Musa aleyhi’s-selam hazretlerinin za­ +man-ı nübüvvetlerinde vukū’ bulmuştur. Üslub-ı beyan +tev­ +bih ve tekdire şiddet vermek için –ahlafı eslaf makamına +mecaz-ı hazf vardır. Takdiri: +’ dir. +Bu üslub-ı beyan ulema-yı belagatça meşhur ve pek makbuldür. +Bu nazm-ı celilin sebeb-i nüzulü hass ise de hükmü +ammdır. Zira i’tibar nazmın umumiyetinedir sebebin hususiyetine +değil. Binaenaleyh bu tekdir-i ilahiye istihkakda birbirini +öldüren vatanlarını a’daya terk edip kaçan her kavim +müsavidir. +Bir de haber tarzında şeref-vürud eden +ve +sıyağ-ı menfiyyesi hakīkatte nehy ma’nasını mutazammındır. +Nehy de tahrimidir. Katl-i nefsin hurmet-i azimesi +bedihidir. Hele terk-i vatan gibi umumi bir felaket-i +müdhişeye avuç açmak fitneler uyandırmak şikak u nifaklar +Kavaid-i usuliyyedendir: Farzın zıddı –istilzamen– haram +haramın zıddı da –istilzamen– farzdır. Mesela; katl-i nefs +haram bu cinayet-i azimeden ictinab farzdır. Terk-i vatan +haram hıfz-ı vatan farzdır. Farz olmasa terki haram olmamak +lazım gelir. Halbuki terki haram. Öyle ise hıfzı kemal-i +ehemmiyyetle farzdır. +Şu halde; +siga-i nahiyyesi istilzamen vatana +muhabbetin vücubuna yani farz olduğuna delalet eder. +hadis-i şerifinin sıhhatine şu delil-i +Kur’an i kafidir. +Veliyyü’n-ni’met-i cihan-ı insaniyyet hace-i dershane-i +medeniyyet alehissalatü vesselam Efendimiz hazretleri +Mek­ +ke-i Mükerreme’den hicrete me’mur oldukları gün Harem-i +Şerif’i teşrif buyuruyorlar. Beyt-i İlahi’ye nazar-ı teessürle +bakarak şu hüzün-engiz hitab ile rasime-i vedaı ifa +ediyorlar: +“ Ey Ka’be-i Muazzama! +bir hak-i mübarek ve mukaddessin! Çünkü sen yeryüzünde +Allah’a en sevgili bir makam-ı muhteremsin. Eğer süfeha-i +Kureyş beni hicrete mecbur etmemiş olaydı senden bir lahza +ayrılmaz senin agūşundan başka bir yerde sakin olmazdım! +Şimdilik elveda’ ey mukaddes vatan!” Mevahib-i Ledünniyye +li’l-Kastelani Sünen-i Tirmizi Müsned-i İmam-ı +Ahmed +Ah!.. Ne acıklı ne dil-suz veda’-ı peyamberi alehissalatü +vesselam. Aradan tam bin üç yüz sene geçmiş iken yine her +cevher-i harfi birer şerare olup ruha yapışıyor cayır cayır +yakıyor. Bu ulvi hitabe-i veda’ o ruh-ı akdesin ne büyük bir +vatan muhabbetiyle mütehassis olduğuna şahid-i ebedidir. +Vahy-i ilahinin ilk tecelligahı olmakla bahtiyar Cebel-i +Hira’dan ferman-ı celil-i Kur’an ’ın mehabet-i celaliyle haşian +avdet ve cenab-ı Hadicetü’l-Kübra ala-zevciha ve aleyha +efdalü’s-salevat ve ekmelü’t-tahıyyat ve ecmelü’t-teslimat +valide-i muhterememizle Varaka bin Nevfel’i lutfen ziyaret +buyurmuşlardı. O Cenab-ı Hakk’ın envar-ı ulviyyetinden +mahluk mader-i ismet-penahımız o melek-haslet anamız +sözü açtı. Varaka kemal-i i’tina ile dinledi büyük bir meserretle; +“Hak-i payinize yüz süren Cibril’dir Hazret-i Musa’ya +nazil olan Namus-ı Ekber’dir.” diye rütbe-i ulya-yı +risaletlerini tebşir ve tebrik etti. Fakat bir lisan-ı teessürle: +“ Süfeha-i Mekke zat-ı kudsiyyet-sıfatınızı +mecbur-i hicret edeceği gün ne olsa da hayatta +bulunsam! Size canımla başımla hizmet ve muavenet ederdim.” +deyince o sultan-ı kişver-i ismet ve risalet alehissalatü +vesselam Efendimiz; “ ! Vay! Onlar beni sevgili +vatanımdan mecbur-ı hicret edecekler mi?” Buhari Kitabu +Bed’i’l-Vahy İstifham-ı inkari ve istib’adisiyle beyan-ı hayret +buyurdular. Bu cümle-i celilenin ihtiva ettiği teessür ve +teessüf-i peyamberinin alehissalatü vesselam derecesi takdir +olunsun! +Mehmed Fahreddin +EDEBİYAT +SÜLEYMANIYE KÜRSÜSÜNDE +Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı pazar +Na’radan çalkanıyor! Öyle ya... Hürriyyet var! +Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş... Doğru: +Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. +Kimse farkında değil anlaşılan yaptığının; +Kafalar tütsülü hülya ile gözler kızgın. +Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden +Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden! +Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine; +Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine! +Eli bayraklı alaylar yürüyor dört geçeli; +En ağır başlısının bir zili eksik belli! +Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük; +Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! +Kim ne söylerse hemen el vurup alkışlanacak: +– Yaşasın! +– Kim yaşasın? +– Ömrü olan. +– Şak! Şak! Şak! +Ne devairde hükumet; ne ahalide bir iş; +Ne sanayi’ ne maarif ne alış var ne veriş. +Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok rabıta yok; +Aksa kan sel gibi bir dindirecek vasıta yok. +“Zevk-i hürriyyeti onlar daha çok anlamalı” +Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! +Haydi öyleyse çocuklar ebediyyen azad! +Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan... +Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan. +Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa +Hep ağızlar deşilip kimde ne cevher varsa +Saçıyor ortaya... İster temiz ister kirli; +Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli +Dalkavuk devri değil! Eski kasaid yerine +Üdebanız ana avrat sövüyor birbirine! +Türlü adlarla çıkan na-mütenahi gazete +Ayrılık tohmunu bol bol atıyor memlekete. +Bularak fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it! +Yürüyor dine beş on maskara alkışlanıyor +Nesl-i hazır bunu hürriyyet-i vicdan sanıyor! +Kadın erkek koşuyor borç ederek Avrupa’ya... +Bilemem Asya sizin şıklar için pek mi sapa? +Hakk’a tefviz ile üç tane yetişmiş kızını; +“Analık ilmini öğretmek için” baldızını +Taşıyanlar bile varmış Paris’e yüksünmeyerek... +Şüphesiz yıktı o hülyaları meşhudatım... +Ben fakat kendimi bir müddet için aldattım: +Galeyandır... Galeyan geldi mi kalmaz mantık. +Su bulanmazsa durulmaz... Hele sabret azıcık... +Eskisinden daha berbad iyileşmek ne gezer! +Vatanın takati yoktur o kadar ihmale: +Dolu dizgin gidiyor baksana izmihlale. +Ey cemaat uyanın elverir artık uyku! +Yok mudur sizde vatan namına hiçbir duygu? +Düşmeden pençe-i hizlanına istikbalin +Biliniz kadrini hürriyyetin istiklalin. +Söyletip başka memalikteki mahkumini: +Hakimiyyet ne imiş öğreniniz kıymetini. +Yoksa onsuz ne şu dünya kalır İslam’a ne din... +Kuşatır millet-i mahkumeyi hüsran-ı mübin. +Müslümanlık sizi gayet sıkı gayet sağlam +Bağlamak lazım iken anlamadım anlayamam +Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize! +Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? +Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı +Aynı milliyyetin altında tutan İslam’ı +Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir. +Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir. +Arnavutlukla Araplıkla bu millet yürümez... +Son siyaset ise Türklük o siyaset yürümez! +Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; +Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan. +Siz bu da’vada iken yoksa iyazen-billah +Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah! +Diye dursun atalar: “Kal’a içinden alınır.” +Yok ki hiçbir işiten... Millet-i merhume sağır! +Bir değil mahvedilen devlet-i İslamiyye... +Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye. +Girmeden tefrika bir millete düşman giremez; +Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. +Bırakın eski hükumetleri meydandakiler +Yetişir şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. +Edecekler. Bu da gayetle tabi’i. Zira +Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş Mevla. +Müslüman fırka belasıyle zebun bir kavmi +Medeni Avrupa üç lokma edip yutmaz mı? +Ey cemaat yeter Allah için olsun uyanın... +Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın! +Arzı oynattı yerinden yıkılırken Iran... +Belki bir kıl bile ürpermedi sizden bu ne kan! + +---- +EDEBIYAT BAHISLERI +---- + +Müfredatıyle düşünülmüş iyi çizilmiş bir plan ol­ +mazsa +eserinizin başa çıkacağı pek şüphelidir çıksa da karmakarışık +bir şey olur. Çünki sevk-i tesadüfe kalmış olacağı için +eserin değersiz ehemmiyetsiz bir kısmı lüzumundan fazla +ciheti lakaydane geçiliverir. +Büyük bir adamın şu sözleri hiç bir zaman nazar-ı dikkaten +dur tutulmamalıdır: +Sırf evvelce planını çizmemek mevzuu lüzumu ka­ +dar +düşünmemek seyyiesidir ki büyük kabiliyetler bile müşkilat +ler. Vakıa ortada birçok maani birçok efkar görülür lakin +onları ne birbirleriyle mukayese ettikleri ne de aralarında +bir tertib gözettikleri olmadığından hangisi hangisine tercih +etmek lazım gelecek birden bire kestire­ +mezler. Tereddüd-i +mahz içinde saplanıp kalırlar. Lakin ne zaman bir plan çizer +ne zaman mevzua doğrudan doğ­ +ruya irtibatlı olan bütün +efkarı toplar sonra da onları bir tertibe bir nizama koyarlar +canlı yeri neresi olacağını hissederek o ruhlu noktayı ihsasa +uğraşırlar. Artık bunlar için yazmak işkence değil adeta +eğlence olur. +Demek iyi yazmak için evvela mevzuu tamamiyle temsil +etmiş olmak saniyen maaninin efkarın sırasını iyice görerek +onlara muntazam mantıki bir silsile-i cere­ +yan verebilmek +Bir kere de kalem ele alındı mı artık o çizilmiş olan daire +dahilinde cevelanına ruhsat verilmeli; yalnız harice çıkmasına +yahud bazı yerlerde pek çok bazı yerlerde pek az elhasıl +nisbetsiz bir tarzda dolaşmasına müsaade olunmamalıdır. +Yani devr edeceği sahanın ta’yin eyleyeceği hareketten başka +bir hareket verilmemelidir. +Madem ki bugün plan bu kadar mühimdir gayet mutaassıb +davranarak bidayette iyice kesip biçmelidir. Mevzu’ +henüz mevadd-ı ibtidaiyye halinde henüz ecza-i müteferrika +şeklinde iken kabil-i ıslahtır. Yoksa bir kere kisve-i nazma +yahud nesre girdi mi artık feda edilemez. Çünkü o kadar +uğraştıktan sonra bu fedakarlık insana pek zor gelir. +Bir de herkesin bazı maaniye hatta bazı elfaza karşı +hususi bir temayülü vardır; onları lüzumlu lüzumsuz kul­ +lanmak sarf etmek ister. Onun için plan çizilirken +o fikir­ +ler o kelimeler şayet mevzua uzaktan temas ediyor +daha doğrusu bir güzellik vermiyorsa hemen atılıvermelidir. +Meşhur Pascal’ın dediği gibi “Bir şeyin yalnız güzel olması +kafi değildir mevzua bigane olmaması da şarttır. Mevzu’ +öyle ister ki: ne bir şey eksik olsun ne bir şey fazla.” +Plan hakkında söylediğimiz şu sözleri bir Fransız edibinden +naklettik. Çünki garblıların bu mes’eleye ne ka­ +dar i’tina +ettiklerini göstermek istiyorduk. +Evet bizim divanlarımızda mecmualarımızda yer yer +öyle kıymetli beyitler öyle cem’iyetli mısralar bulu­ +nur ki bir +garp şairinin karihasından nadiren sünuh eder. Lakin maattessüf +onların tertibine hiç riayet edilmemiş hatta böyle bir +tertib akla bile getirilmemiş olduğu için hey’et-i mecmuaları +payidar bir güzellik gösteremiyor. Mesela Fuzuli elbette +pek büyük bir şairdir; Leylaname ’sinde elbette pek yüksek +şiirler vardır. Lakin hazret efsanesini nazma kalkışmazdan +evvel eserine nasıl başlayacağını nelerden bahsedeceğini +nasıl bir netice ve­ +receğini düşünmemiş; yani hiç bir plan +hiç bir taslak yapmadan sia-i karihasına servet-i hayaline +semahat-i hissine güvenerek işe başlayıvermiş onun için bu +kadar emeği heder olmuş gitmiş! +Leylaname-i Fuzuli için haşa kıymet-i edebiyyeden +mahrumdur demek istemiyoruz; demek istiyoruz ki Fuzuli +daha az şair lakin daha çok san’atkar olsaydı o eseri vücuda +getiren ecza-yı edebiyyeden daha az kıymetli mevad ile +daha güzel bir bedia telif edebilirdi. +Fuzuli için söylenen bu sözler Nabiler Yahyalar Şeyh +Galibler hakkında da variddir. Bizim garb edebiyatından +ettiğimiz daha doğrusu edeceğimiz istifade onla­ +rın bütün +hissiyatına hatta bütün adatına tercüman olarak bu millet-i +merhumeye anlayamayacağı anladığı surette de zevk alamayacağı +birtakım u’cubeler okutmak yahud halkın zevk-i +behimisini okşayacak zaten sallanıp duran ahlak-ı umumiyyeyi +temelinden yıkacak numuneler göster­ +mek değildir. +Gözümüzü açmalı aklımızı başımıza alma lıyız da edebiyatı +onlar gibi çalışmalıyız; şeraitini cami’ bir eser-i edebi nasıl +oluyor ne gibi hazırlıklar isti­ +yor buralarını onlardan öğrenerek +muntazam muayyen planlar metin muhkem usuller +ta’kib etmeliyiz. +TERBİYE VE TA’LIM +TA’LIM VE TERBIYEDE EBEVEYNIN VEZAIFI +Haleflerini yaşayacakları muhit ve zamanın ihtiyacat ve +bekadan ıskat etmiş olurlar. Ta’lim ve terbiye mes’elesinin +saadet-i vatan ve hayat-ı milletle en ziyade alakadar mesailden +bulunduğunu tasdik etmeyecek hiçbir ferd-i mütefekkir +yoktur zannederim. Fakat bizde –maatteessüf– en ziyade +terbiyesi hususu olduğunu i’tiraf etmelidir. +Nesl-i atiyi düşünmek mukadderat-ı müstakbele-i vatanı +düşünmek demektir. +Ati-i vatanın saadet veya inkırazı planlarını çizecek kalemler +bugünkü mürebbilerin dest-i ihtimam ve hamiyyetine +mevdu’ bulunuyor. +Refah ve terakkī-i memleketten ümidvar olarak müsterih +bir vicdanla istikbale nigeran olabilmek için bugünkü nesli +yarın yaşayacakları zamana o zamanın ihtiyacat ve icabatına +göre terbiye etmeye çalışmalıyız. +Ta’lim ve terbiye mes’elesinde başlıca üç amilin nazar-ı +Çocuğun kendi +Ebeveyn ve ailesi +Muhit-i ictimai +Terbiyeden gaye çocuğun saadet ve refah-ı müstakbelesini +te’min etmek onu mücadele-i hayata hazırlamak ve o +mücadelede muzafferiyetine medar olacak esaslarla kendisini +techiz etmek velhasıl çocuğu ailesinin ve içinde yaşayacağı +cem’iyetin lüzumlu ve faide-bahş bir uzv-ı faali haline +getirmekten ibarettir. +Ancak bu gaye gözetilmek şartıyla verilecek bir terbiyeden +netayic-i müsmire iktıtaf olunabilir. Fakat bu gayeye +göre çocuğu kim terbiye edecek? Bu hususta en çok te’sir +kimler tarafından icra edilebilecek? Bu suallerle ta’lim ve +terbiye mes’elesinin en dakīk bir noktasını kurcalıyoruz: Terbiye +ve tezkiye-i nefse çalışmak herkesin bir hakk-ı meşruu +olduğundan bir ��ocuk kendi kendini idare edebilecek bir +sinne geldikten yani saha-i hayata atıldıktan sonra ıslah-ı +nefse çalışması kendinin mukaddes bir vazifesi olacağı şüb­ +hesizdir. +Fakat bir çocuk terbiye-i asliyye ve ibtidaiyyesini alarak +ef’al ve harekatından mes’ul olabilecek bir sinne vasıl olmadıkça +bittabi’ kendisine böyle bir vazife teveccüh edemez. +Çocuk devre-i tufuliyyette iken bu vazife ailesine ve mensub +olduğu cem’iyete yani hükumete aid bulunur. +Aile ve hükumet çocuğun ta’lim ve terbiyesine en +yakīnden alakadar iki amil-i mü’essirdir. +Hükumet nesl-i atinin terbiyesine dolayısıyla yani mektepler +vasıtasıyla icra-yı te’sir edebilir. +Aileler ise bu vazifeyi doğrudan doğruya ifa ederler. Devre-i +derecede mes’ul olan kendi velisi ve ailesidir. Bu mes’uliyet +o kadar azimdir ki yalnız derece-i ehemmiyyetini düşünmek +Hengam-ı tufuliyyette çocukların dimağı her türlü irtisamatı +ahz u zabta müsaid hassas bir fotoğraf plağına +müşabihtir. İyi kötü her ne görür işitir ise –nik ü bedi temyiz +etmeksizin– onları kamilen zabt ve kabul eder. +Devre-i sabavette çocukların dimağlarında nakş-gir olan +mürtesemat-ı seyyie bilahare –ne kadar i’tina edilirse edilsin– +tamamıyle zail olamaz. +Bütün hayat müddetince ef’al ve harekatta i’tiyadat ve +melekat-ı evveliyyenin bariz izleri müşahede olunur. +Muhit-i ictimaimizde vazife ve mes’uliyet-i übüvvetini +bi-hakkın takdir edebilen bir usul bir gaye gözeterek evladının +ta’lim ve terbiyesine i’tina gösteren zevatın maatteessüf +o kadar çok olmadıkları seviye-i irfan-ı umumiden pek +güzel istidlal olunabilir. +Ekseriyet vezaif-i übüvveti daye-i tabiata bırakmış olduklarından +bu suretle hüdayi nabit olarak yetişen gençlerde +secaya-yı lazıme aramak kadar abes bir şey olamaz. +Vazife-i beşeriyyelerini ihtirasat-i behimiyye ilcasıyle +agūş-ı tabiate bir bedbaht daha atmaktan ibaret addeden +mıdır? +Her hayvan bir sevk-ı cibilli ile kendi yavrusunun tagdiye +ve muhafazasına i’tina etmiyor mu? +Vezaif-i übüvveti bir hayvan kadar ifa edemeyen etmek +arasına sokulabilirler? +Evladının ta’lim ve terbiyesinden hiç de mes’ul değilmiş +gibi lakayd bir vaz’iyet alan veya vazifesini sabahleyin +çocuğu kolundan tutarak bir mektebe def’ etmekten ibaret +addeden ebeveyn bizde hemen ekseriyeti teşkil etmektedir. +Bu suretle yetişecek bir nesil mader-i vatanı pür-ihtiram +ve şefkat okşayacağına sine-i bedbahtisini parçalamakla +zevk-yab olursa istiğrab edilir mi? +Çocuğu hiss-i şefkati tatmin eden bir oyuncak gibi telakkī +etmek kadar şan-ı beşeriyyete bir darbe olamaz. +Bir hiss-i hod-endişi mevludu olduğunda şübhe edilemeyen +bu telakkī pek çok gençleri evvela şımarık ve bilahare +atıl ve her türlü kudret-i teşebbüsiyyeden mahrum bir hale +getirmektedir. +Hiss-i şefkati çocuğun gayr-i ma’kūl hevesat-ı tıflanesine +baziçe yapan za’f-ı kalb erbabının muhabbet namı altında +ciğerparelerine ettikleri ihanet pek vahim ve dil-hıraş netayice +meydan açtığı binlerce vak’alarla müeyyeddir. +Yüksek tabakata mensub ailelerden bazılarının terbiye +edilmek üzere çocuklarını cahil lalaların budala dayelerin +dest-i ihmal ve aczlerine bırakmalarını nasıl telakkī etmelidir? +Çocuk ne olduğunu secayasının ne suretle tenmiye edilmesi +edilebileceğini fezailin ne gibi şeylerden ibaret bulunduğunu +bilmeyen bilemeyen bir şahsın dest-i terbiyyetine tevdi’ +edilen çocuk doğrudan doğruya anası babası tarafından +agūş-ı felakete atılmış demek değil midir? +Kalbleri evladlarının saadet ve muhabbetiyle titreyen +bu zavallı pederler işledikleri cinayetin çocuklarının hayat-ı +müstakbelelerine karşı irtikab ettikleri ihanetin ehemmiyet +ve dehşetini takdir edebilselerdi hiç şübhe yok ki vicdan-suz +cahil mutabasbıs ve izzet-i nefsden mahrum ne oldukları +belirsiz bir takım eşhasın dest-i terbiyyetlerine tevdi’ edilen +ma’sumlardan necabet-i ruhiyye fazilet-i hulkiyye ve secaya-yı +metine beklemek bütün ma’nasıyle kaba bir hamakattir. +Çocuğa lala olarak alınacak adam da evsaf-ı lazıme +bu­ +lunup bulunmadığını tedkīk etmek zahmetine girişmek +pek az pederlerde müşahede olunabilen bir hareket-i vazife-şinasidir. +Ale’l-ekser hiçbir meziyet-i zatiyye aranılmaksızın çocuk +la-ale’t-ta’yin bir hizmetkarın! dest-i ihmal ve atılına terkedilmektedir. +En mukaddes vazifelerini bu suretle mühmel bırakan pederler +hiç olmazsa bir azab-ı vicdani olsun hissetmezler mi? +Vezaif-i übüvveti biraz takdir edebilen bazı zevat ücretinin +mümkün olduğu kadar dun olması şartıyla muallim +sıfatıyle rast gele bir şahsı çocuklarının ta’lim ve terbiyesine +me’mur ederek kendilerini bu ağır mes’uliyetten kurtulmuş +addederler. Ciğerparesini metanet-i ahlakıyyesinden fazilet-i +zatiyyesinden pedagoji ilmindeki ihtisas ve melekesinden +emin olmadığı bir şahsa tevdi’ etmekle vazife-i übüvvet +haiz bulunmasına son derece i’tina etmek ve bu yolda +fedakarlıktan çekinmemek de iktiza eder. +Aksi takdirde mürebbi ve muallim ta’yin etmemek +daha az zararlı bir tedbir olur. +* * * +Çocuk terbiye-i ibtidaiyyesini agūş-ı maderde aşiyane-i +pederde almalıdır. Terbiye-i asliyyeden mahrum bir genç +mübareze-i hayatta daima mağlub kalır; her fiili her hareketi +Aile terbiyesi esastır. Esas çürük olursa –bilahare ne kadar +lemez. +Çocuğun alacağı ilk terbiye –ister iyi ister fena– ebediyyen +dimağında payidar olur gider. +Akıl ve muhakemeden ziyade sevk-ı garizi ve temayü­ +latın hakim bulunduğu unfuvan-ı sabavette kazanılan i’tiyadat +kolay kolay terkedilemez. +Çocuğun tehlikeye en ziyade ma’ruz kaldığı zaman hengam-ı +sabavettir. +Melekat-ı dimağiyyenin tenmiyesi kuva-yı bedeniyyenin +terbiyesi esasları hep bu zamanda ihzar olunmak icab eder. +Ekser çocukların cılız çelimsiz sıska ve mariz düşmelerinin +başlıca sebebi ebeveynin lakaydisi ve ta’lim ve terbiye +prensiplerine tevfik-ı hareket edememeleri keyfiyeti olduğunda +asla tereddüd edilemez. +Ana ve babalarının cehaleti yüzünden na-be-mevsim +uful eden yavrular özürlü kalan çocuklar muhit-ı ictimaimizde +maatteessüf ta’dad edilemeyecek kadar çoktur. +Ciddi ve asil bir terbiye-i fikriyye alamamak yüzünden +sönen zekalar mahkum-ı akamet kalan isti’dadlar o kadar +çoktur ki memleketin herhangi tarafında bu hususta insana +medar-ı intibah olacak fecia-nüma binlerce nümuneler +gösterilebilir. +Ailelere teveccüh eden vazife-i terbiyye pek mühim ve +pek büyüktür. +Aşiyane-i aile bir dershane-i fazilet olmalıdır. Çocuk burada +fezail-i ahlakıyyenin her gün daha parlak bir nümunesini +görebilmelidir. Peder ve mader herşeyden ziyade yavrularının +kuva-yı bedeniyye ve melekat-ı dimağıyyelerinin +temrinler ile onları terbiyeye sa’y etmelidir. +Yanlış fikirlerden ma’nasız göreneklerden sıyrılarak muayyen +ve mu’tedil bir usule tevfikan çocuğu hem kendisi +hem ailesi hem vatanı ve hem bütün beşeriyet için nafi’ ve +elzem bir uzv-ı zinde olarak yetiştirmeye çalışmalıdır. Vazife-i +übüvvet bunu iktiza eder. +Fakat çocuk her zaman her yerde kendisini şu esaslar +gözetilmek şartıyla terbiye edebilecek nüfuz ve iktidara malik +bir aile içinde bulunamaz teali-i fikrisine hadim parlak ve +fezail-nüma misaller göremez. Bu sebebe mebnidir ki vazife-i +terbiyyede vasi-i umumi olan ve nesl-i atinin ta’lim ve +terbiyesiyle pek ziyade alakadar bulunan hey’et-i ictimaiyyenin +yani hükumetin de bir hakk-ı te’siri vardır. +Hükumetler bu hak ve bu vazifelerini umumi mektepler +vasıtasıyle ifa edebilirler. +Gelecek makalemizi de bu hususa hasredeceğiz. +SİYASİYAT +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVIA +Londra’da bulunan +bir dostumuz bize gönderdiği gazete maktu’ları tercümelerinden +birinde İtalya’nın Avrupa payitahtlarında göstermekte +olduğu faaliyet-i siyasiyye hakkında yeni bir nümuneden +bahsolunuyor. +Şöyle ki: McCullough isminde an-asl Amerikalı bir muharrir +bidayet-i harbde İngiltere’den kalkıp Trablus’a gider. +yesi hakkında irtikab ettikleri katl-i am vahşetlerini görür ve +muhabirlik ettiği Londra’da münteşir Westminster Gazette +nam cerideye tafsilatını yazmaktan çekinmez. Bunun üzerine +gitmiş gelmiş olan bütün Londra gazeteleri muhabirleri bir +müddet sonra İtalya’yı tenkīden hiçbir şey söylemek istemedikleri +veya İtalya lehinde icale-i kalem eylemeye başladıkları +halde Mösyö McCullough beyan-ı hakīkat zımnında +Trablusgarb Muharebesi esbab ve tafsilatını muhtevi koca +bir kitap bile yazar. İngiliz ceraid-i yevmiyye ve resail-i üsbuiyyesi +kütüb-i cedide hakkında kısm-ı edebilerindeki intikadatta +bu kitabın sıhhat-i mündericatı lehinde söz söylemek +Westminster Gazette ceridesi kitap mündericatındaki sıhhati +musaddak bir intikad derceyler. +Naşirlerin vazifesi müelliflerin yazdıkları asarı tab’ ve +füruht olup onun mündericatı hakkında kat’iyyen müdahale +edemedikleri halde Mösyö McCullough’ın eserini neşredenler +resimlerden bazılarının tab’ına muvafakat eylemezler. +Zira bunlar İtalyanların sıbyan ve nisvan-i İslamiyye hakkında +reva gördükleri cinayat-ı feciayı musavvir imişler. Naşirler +kaideten mündericat-ı asara hiç müdahale edemedikleri +halde bu eserin naşirleri mezkur kitabın ibaresiyle derc edilebilen +tasvirleri tasvib etmek istemediklerini ve yalnız bir +muamele-i kisb icrasıyçün neşrine tavassut eylediklerini mukaddime-i +kitapta ihtar eylerler. +Hiç işitilmemiş ve görülmemiş olan bu muamele +münasebetiyle mezkur gazete maktu’larından birinin tercümesinde +nelerinde bile hissolunduğu ima ediliyor. Ve ilave-i mütalaat +olmak üzere hükumet-i Osmaniyye Hariciyesi’nin mesail-i +muhtelifede efkar-ı ecnebiyyeyi Osmanlılar lehinde çevirmek +Beyanından hiçbir vakit çekinmediğim bir zehab vardır +ki baladaki mütalaat vesilesiyle burada dahi tekrar edeceğim: +Nazır gelir nazır gider; sefirler gelir sefirler gider. +Madem ki –sekiz veya on kadar erbab-ı iktidar ve hamiyyet +seçildikten sonra– bütün hariciye ve sefarat me’murini +çıkarılarak bir unsur-ı cedidi muhtevi olmak üzere teşkilat +yapılamıyor imdi haricde namus ve menfaat-i milliyyemizin +rekabet ve tecavüz-i ağyara karşı muhafazasını hiç ümid +etmemekliğimiz lazım gelir. Onları muhafaza sadedinde +Mec­ +lis-i Meb’usan tasvib ederse tahsisat-ı munzamma veya +mesture olarak daire-i aidesine senede on beş bin otuz bin +veya elli bin lira daha versin. Bu fedakarlık Avrupa’nın büyük +ve zevkli payitahtlarında yaşayan bazı zevatın hoşuna +giderse de bu milletin ecanib mukabelesinde muhafaza-i şeref +ve müdafaa-i menfaatine medar olamaz. +§ +Hükumet-i cedidenin +hükumet-i sabıka tarafından matbuat hakkında ittihaz +edilmiş olan mukarreratı keen-lem-yekün addetmesiyle bazı +kimselerin: +Ne yar-ı can imişsin ah ey didar-ı hürriyyet +Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten +diye terennüme başladıkları anlaşılıyor. Evet bazı kimseler +birşeyin esir-i aşkı olunca bilahare tahatturuyla insanlar +muvacehesinde –eğer haya sahibi iseler– utanacakları pek +çok münasebetsizliklerde bulunurlar. Beş-on günden beri +bazı gazetelerde gördüğümüz levha-i inkılabı tasvir edenler +arası çok geçmeksizin şimdiki hallerinden dolayı havf u hicaba +düşseler gerektir. +Hürriyet-i matbuatın pek iyi bir şey olduğunu herkes bilir. +Fakat memleketimizde layıkıyla bilinmeyen bir şey varsa +o da matbuatın –muhite ve hey’et-i ictimaiyyenin vaz’iyetine +göre– hayır yerinde çok kere şer vücuda getirebileceğidir. +Bazı Avrupa memleketlerinde olduğu gibi burada dahi ahiren +yeni yeni bazı ceraid ve resail bila-mani’ intişara başladı. +Lakin Avrupa memaliki hakkında tahkīkatta bulununca +anlaşılıyor ki Avrupa memalikinden mesela İngiltere’de kesesi +bol olmayan ecanib veya müşevvikīn-i nifak parasına +muhtac olan hey’et-i ictimaiyyede bir mevki’-i şeref sahibi +bulunmayan eşhas gazete çıkaramadığı gibi gazete ve resail +yazanlar dahi elfaz-ı müstehceneden müftereyattan haysiyet-i +şahsiyyeye tecavüzden ictinaba mecburdurlar. Orada +bizim şu İstanbul dediğimiz Babil Kulesi’ne benzer bir belde +ve binaenaleyh ecnas-ı mütehalife-i beşer kargaşalıkları +bulunmasa gerektir. Elbette orada bir millet-i vahide bir +vahdet-i terbiyye ve selamet ve adab-ı milliyyeyi salimane +surette muhakeme edebilir bir ahenkdar efkar-ı amme bulunur. +Hele orada öyle bizde olduğu gibi ecanib tarafından +veya ecanibin iltizamıyla memleketin selameti ve istiklal-i +siyasisi üzerine icra-yı te’sir edebilir ceraid ve resail fırsat-ı +Meşrutiyet’in i’lanı akībinde bizde de matbuat hürriyet-i +müfrita ihraz eylemişti. Bu halden memleketin başına +hayli belalar geldi. Bunun üzerine hürriyet-i matbuatı +su’-i isti’mal edenler hakkında tedricen takyidata hacet +görüldü. Ondan sonra; “Matbuatın hürriyeti selbolundu.” +diye haykıranlarımız çoğaldı. “Hürriyet-i matbuat yoktur.” +diye burada haykırmakla iktifa etmeyip de Avrupa ceraidi +muhabirlerinin dahi bu şikayete iştirak ettirildikleri bir sırada +Panorama ünvanıyla bir İstanbul varaka-i yevmiyyesine +öyle menfur ve şedid bir makale yazıldı ki onda namusuna +tecavüz olunmadık bir sahib-i mevki’ ve haysiyet bırakılmadı. +Londra’da Paris’te Berlin’de vakı’ olsa mürtekiblerinin +beyne’n-nas mezmum ve kanunen mahkum olacağı böyle +bir makale burada binlerce kimselerin kin ve garazını okşadı +nice arsızları yılıştırdı sevindirdi. +Şimdi yeni hürriyet yeni yeni cerideler varak-pareler +tevlid eyliyor. Bunların önünü hükumet nasıl alacak? Korku +kalmadı diye ahiren çıkan beyannamelerden “ Umum Evlad-ı +Araba ” ünvanlı varaka-i tezvir vahdet-i Osmaniyyeye +likin bir huccet-i nifak u şikakıdır. Hele gençlerin ve ale’lhusus +genç kadınların ahlak ve safiyet-i ırzına te’sir-i muzırrı +olacak ufak tefek hikayat-ı zillet ü şenaatin yine meydan-ı +füruht bulduğu görülmektedir. +Hasıl-ı kelam matbuata na-mahdud bir serbesti vermek +tedbirinin hataya mı veya savaba mı mukarin olduğunu +memleketin ehl-i hamiyyet ve haysiyyetinin takdirine bırakırız. +§ +Bizde selefin başladığını halefin +bozduğu lisan-ı ammede deveran eden tenkīdattandır. +Bir me’murun icraatını onun yerine gelen me’mur hoş görmez +diyorlar. Kimsenin kimseyi beğenmediği ve her başı +sivrilen kimsenin “menem diğer-nistlik” da’vasına saptığı bir +memlekette bu hale tabii nazarıyle bakmalıdır. Hiss-i rekabet +selefde devama mani’ olmaktadır ki tabii bu tenkīd devair-i +yetini keşmekeşte bırakan ve terakkıyat-ı seriaya hail olagelen +bu hal bizde mevcud olan ilel-i ictimaiyye asarındandır. +Bunun def’i uzun müddet terbiye-i hamiyyet ve medeniyyet +görmekle mündefi’ olur. Eğer devairin maiyyet me’murları +ekseriyetle daha vukūflu daha vazife-şinas olsalardı +amir-i lahıkın tedabiri amir-i sabıkın mübaşeret ettiği ef’ali +hükümden düşürmez ve amirlerde fikr-i müdavemet ve +hiss-i ta’kībin adem-i mevcudiyyetinden dolayı umur-ı ibad +ve terakkıyat-ı bilad geri kalmazdı. +Devairde iş makineleri maiyyet me’murları tarafından +yalnız sür’at ve derecat-ı harekatını tanzim eylemelidir. Bizde +selefin yaptığını halefin bozması şuabat-ı idariyyede kurulmuş +ve gayret şarttır. Lakin tecrübekarlığı kar-azmudeliği daha +ziyade maiyyet me’murlarında aramalıdır. Memalik-i muntazama-i +garbiyyede mesela adliyeden dahiliyeden maariften +harbiyeden bahriyeden yetişmediği halde sahib-i ilm ü +şuabata amir olarak gelir orada hazır makine bulduğundan +ammenin oralarda bizde olduğu gibi esasından sarsılmaması +da bundan dolayıdır. +§ +Kavminin kadrini tebcil +et­ +meyen cism-i millide faidesiz bir uzuvdur. Kavminin aczinden +bahseden kavmi için pek muzırdır. Ef’al-i kavmiyyenin +beyanında –i’tidali geçmemek üzere– tefahur caiz ise +de milletine safahat-ı azamet atf eylemekte mahviyete riayet +eylemek terbiye-i medeniyye iktizasındandır. Dikkat olunursa +görülür ki efradı kıracak derecede acz-i kavmiden bahsedenlerimiz +pek çoktur. Maamafih mükalemat-ı hususiyyede +bu tavr-ı kasveti iltizam eylediğimiz halde muvacehe-i ammede +söz söylemek istediğimizde milletimize sıfat-ı azamet +vermekte ıtraya saparız. Makalat ve hutebde mesela “kitle-i +azime-i Osmaniyyet” ta’biri alem-i Osmaniyyetin ehemmiyet-i +siyasiyyesini ihtar makamında isti’mal edildiğinden +gurur-ı tefahura haml olunamaz. Fakat “kavm-i necib” veya +“ali-cenab” veyahud “millet-i muazzama-i Osmaniyye” ta’­ +birlerinin ammeye hitabda isti’mali münevver ve medeni +bir hey’et-i ictimaiyyece adab-ı mahviyyete muvafık sayılmasa +gerektir. Bu makūle tefahur-ı aleni-i avam-firibanenin +makamat-ı mühimmede re’s-i ahzabda bulunanlardan bile +sadır olageldiği işitilmektedir. Bu zatlara adab-ı mahviyyete +riayette nasa nümune-i imtisal olmağı tavsiye ederiz. +BİR MEMLEKET NASIL MAHVOLUR +Ben doğrusu sahaif-i tarihde; “Fülan memleket munkarız +oldu fülan saltanata nihayet verilmiş bulundu fülan kavim +ve millet mahv u na-bud oldu…” gibi şeyler okurken bir türlü +anlayamıyordum ve kendi kendime daima diyordum ki: +“Nasıl olur da milyonlarca nüfusu havi asırlarca yaşamış +hükümranlık etmiş olan bir millet bir kavim bir saltanat +birden bire durup dururken inkıraza doğru yürür mahv u +na-bud olur?” +Fakat bugün içinde bulunduğumuz ve bir müslümanı +hayatından bile bıktıracak bizar ettirecek kadar acı müellim +olan ahval bana şu muammayı keşfettiriyor ve avamil ve +anasır-ı inkıraziyyenin neden ibaret olduğunu ayne’l-yakīn +gösteriyor. +Ben evvela burasını anlıyorum ki bir milletin bir saltanatın +kalb ve dimağında caygir olur. Memleket ve vatan evvelce +efrad-ı milletin kalbinden sıyrılmış bulunur. Efrad-ı millette +kendi infialat ve ihtirasatlarını kendi hissiyat ve efkar-ı şahsiyyelerini +memleketin menafi’-i umumiyyesi namına feda +edecek kadar metanet-i ahlakıyye salabet-i ma’neviyye kalmıyor. +Memleketi saltanatı halas etmek için ma’nen maddeten +kendilerini kurban edecek efrad az bulunuyor. +Saniyen: Burasını anlıyorum ki bu hal yani memlekete +adem-i merbutiyyet ve ihtirasat-ı şahsiyyenin menafi’-i +amme üzerine tahakküm etmesi bütün efrad-ı milletin iradat-ı +zatiyyelerini gevşetiyor zaifleştiriyor. Galat-ı rü’yet ve +etmeyi bir alamet-i metanet ve şecaat addetmeye başlıyor. +Hakīkat-i halde bu bir esaret-i ma’neviyyeden başka bir şey +değildir. Metanet addettikleri şey kendi ihtirasat ve infialatlarının +altında zebun ve esir kalarak onların irae etmekte olduğu +muavvec yollara sapmaktan ibarettir. +Salisen: Böyle bir vaz’iyete sokulmuş olan efrad-ı millette +kuvve-i müdrike ve muhakemenin muvazenesi bozuluyor. +Efrad-ı nas havadis ve vekayii ihata ile tahlil ve tedkīk +edemiyorlar mahiyetini ve derece-i vehametini derk eylemek +halde kendi fikir ve hissiyatını en musib ve en muvafık hakīkat +addediyor ve onların tezahür etmesinde onların hayyiz-i +husule gelmesinde malik olduğu bütün kuvveti ile ısrar +ve inad ediyor. +memleket ve devletinin hayat ve bekası için yegane zamin-i +hakīkī olan rabıtalar bozuluyor. Ruh-ı cem’iyyet yerine ruh-ı +ferdiyyet kaim oluyor. Evvelce vahid-i küll olan bir vücud +yavaş yavaş birçok gruplara fırkalara bölünüyor inkısama +uğruyor. Sonra inhilal ve inkısam şu fırkalara bile sirayet +ediyor bunları da yavaş yavaş hal-i ferdiyyete sevkedinceye +kadar taksim ve tahlile duçar ettiriyor. Bilahare hayat-ı +vahid-i küll yerine inhilal ve inkısama uğramış gayet gevşek +ve zaif bir çok vücudlar kaim oluyor. +Yukarıdan beri ta’rif etmekte olduğumuz alaim-i +ziyade bir sür’atle icra-yı tahribat eder. Bu gibi tazyikat-ı harice +arasında en müessiri harbdir. Zaten içinden bile inhilale +uğramış olan bir hey’et-i ictimaiyye harici tazyikat te’siri ile +elbette ki emr-i inhilalini daha ziyade tesri’ eder. İhtirasat +ve infialat daha ziyade kesb-i kuvvet ederler muvazene-i +ma’neviyye daha ziyade bozulmuş olur ferdiyetin ictimaiyet +üzerine tahakkümü daha ziyade kesb-i şiddet eder. +mış olan bir hey’et-i ictimaiyyeye dahil veya haricden arız +olan bir tekme neticesinde zaten hal-i ferdiyyette bulunan +ve hayat-ı ictimaiyyelerini müdafaa ve muhafaza kuvvetinden +mahrum kalmış olan bir muhit mahv u nabud olur. +Eski Asya imparatorluklarının Endülüs’ün hilafet-i Beni +Abbasiyye’nin Roma’nın ve Bizans’ın suret-i inhilal ve inkırazını +esbab-ı izmihlallerini tedkīk ve mütalaa ediniz; hep +aynı alaim-i ictimaiyyeyi müşahede edersiniz. Her yerde +efradın ayrı ayrı ve yekdiğerine muhalif ve mütezadd mecmualar +teşkil ettiklerini şu mecmuaların yekdiğerlerine karşı +geldiklerini aralarında uyuşamadıklarını herkes gördüğü +ve hissettiği felaket-i umumiyyeye karşı koyulacak esbab-ı +tedaviyi yalnız kendi düşüncelerinde kendi ilaclarında görerek +başkalarının irae ettikleri ilacları kabul etmemekte ısrar +ve inad ettiklerini görürsünüz. +Bizans İmparatorluğu’nun son melce’ ve penahı olan İstanbul +bile her taraftan Osmanlılar ile ihata edilmiş olduğu +Ayasofya kubbeleri Osmanlı ordusundaki Macar mühendislerinin +gülleleri altında titrediği Mehmed Fatih hazretlerinin +sınıf-ı ruhban yegane çare-i istihlası eızzelerin şefaatinde +görerek eızzelere kurban kestirilmekte eızzeler için ayinler +asker ve me’murin-i devlet de yine kendi aralarındaki entrikalara +dalarak şu felaket-i umumiyye içinde bile adam +kayırmak bir fırkanın diğer fırkaya tefevvuk etmek kendi +menafi’-i hususiyyelerini te’min eylemek umuru ile iştigal +ediyorlardı. Bilahare Mehmed Fatih hazretleri şu inhilal ve +Bizans kaldı ne imparatorluk; ne fırka kaldı ne de tefrika!! +Eyvah! Bugün bile birkaç yüz sene geçtikten sonra şu +eski Bizans’ın enkazı altında muhtefi bulunan Bizans ruhu +Osmanlılardan dehşetli bir intikam alıyor. Bu ruh Din-i Mübin-i +Ahmedi’nin bize telkīn etmekte olduğu hablü’l-metin-i +lıklara ihtirasatlara sevketmiştir. Biz de aynı tazyik altında +ezilip bitiyoruz; ezilip bittiğimizden bile haberdar değiliz. Bir +gün gelir ki ne vatan kalır ne hükumet; ne devlet kalır ne +saltanat; ne fırka kalır ne tefrika! O vakit eyvah nadim ve +peşiman olacağız; fakat şu nedametin ve peşimanlığın semere-bahş +olamayacağı aşikardır. +Cereyan-ı havadis ve vukūat bizi önüne alarak sürüklüyor. +Nereye? Bilmiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey var ise o da +varacağımız noktanın sahil-i necat ve felah olmadığıdır. Haricde +bir devlet-i muazzama ile muharebe dahilde ihtilal ve +karan-ı Millet” namıyla bir cem’iyet-i hafiyye tezahür ediyor +bugün “Muhafazakaran-ı Meşrutiyyet” namıyla ona karşı +diğer bir cem’iyet alabildiğine intişar ediyor. Birimiz usatın +Osmanlı zabitanından birisini salben i’dam ettiklerini tel’in +ediyoruz; diğerlerimiz aynı usatın şehirleri fethettiklerini kasabaları +aldıklarını alkışlıyoruz; birimiz Meclis-i Meb’usan’ın +feshini taleb ediyoruz diğerimiz aynı meclis için ölmeye müheyya +olduğumuzu bütün cihana i’lan ediyoruz. Yahu! Bize +ne oluyor? Aklımızı başımıza toplayalım. Eğer merd isek +merdliğimizi evvela kendimize kendi ihtirasat ve infialatımıza +galebe etmekle isbat edelim. Düşman kapı önündedir. +Binlerce vatan ve dindaşlarımız Afrika’nın yakıcı güneşi +altında bizim için bizim şan ve şerefimiz için gece gündüz +mücahede ediyorlar. Bari onlardan utanalım haya edelim. +Ölmek bitmek istiyorsak kendimizle beraber şu İslamiyet’e +de bir nihayet vermek istiyorsak pekala ölelim. Fakat böyle +kendi kendimizi çiğneterek zilletle ölmeyelim. +Temmuz : +Üç Temmuz’a tesadüf eden Salı günü zevali saat dörtte +Makarr-ı Hilafet’i terkle müteheyyi’-i azimet olan Rusya +Kumpanyası’na mensub Dicle vapuruna bindim. +Vapur fekk-i lenger edip savb-ı maksuda şitaban olacağı +esnada ne kadar mağmum mahzun ve mükedder olduğumu +bir türlü ta’rif ve tasvir edemem. İstanbul menazır-ı latifesi +mesacid ve cevami’-i aliyyesi ile Bizans’a Bizans tarihine +aid olan kasırlar binalar birer birer gözümün önünde +resm-i geçit yaparcasına geçerken ben ailemi çocuklarımı +ahibba ve eviddamı düşünür ve bana ikinci bir maskat-ı re’s +kadar aziz ve sevgili olan İstanbul’un firak-ı gam-aluduyla +müte’essir oluyordum. +Aynı zamanda Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesi uğrunda +taahhüd eylediğim hıdemat-ı mühimmeyi piş-i nazar-ı +dikkate getirip pek büyük ve ağır bir yük altına girmiş olduğumu +tasavvur ettikçe daraban-ı kalbim arttıkça artıyordu. +Saat dört buçuk zevalida kalkan vapur yavaş yavaş +dı. Bunlar her unsur ve mezhebden bulunuyorlardı. Mesela +bana verilen numaralı kamarada France namında +ve Avusturyalı genç bir banka me’muru vardı ki İzmir’deki +mir’deki Crédit Lyonnais Bankası’na nakl-i me’muriyyet eylemişti. +Gece vakti yemek masası başında bu oda arkadaşı +olan gençle zemin-i musahabemiz İtalya Muharebesi’ne intikal +ediverince derhal Osmanlıların lehinde ve İtalyanların +aleyhinde olarak beyanatta bulundu. Huzzar ise söze sohbete +şarlatan fırsat düşmanı bir kavim olduklarını söylediler. +Temmuz: +Hasılı o geceyi pek mağmum bir halde geçirerek ertesi +Çarşamba günü Temmuz sabahı Çanakkale’ye ve akşamı +zevali saat dörtte Midilli’ye vasıl olduk. Oda arkadaşımla +beraber karaya çıktık. Bu adada maatteessüf iskeledeki polislerden +başka Türkçe bilir kimselere rast gelemedik. Rast +gele oturduğumuz bir kahvehanede şekerli kahve istediğimizi +bir türlü kahveci olan herife anlatamadık. +Biraz dolaştıktan sonra tekrar vapura döndük. Vapur +buradan birçok yük ve saire alarak gece yarısından sonra +yoluna düştü. +Temmuz: +Temmuz’un beşine tesadüf eden Perşembe günü sabahleyin +zevali saat sekizde İzmir’e geldik. Derhal İzmir’e inecek +olan kamara arkadaşıma refakat ederek doğruca rıhtıma ve +Pasaport İdarehanesi’ne uğrayarak sonra “Hotel Hall”a kadar +gittik. Bir müddet istirahatten sonra rıhtımda ve çarşılarda +gezerek ahval-i mahalliyye hakkında biraz tetebbu’da +bulundum. +nisbeten daha ehvendir. Bunun sebebi ise İzmir’e uğrayan +vapurlarla yolcuları olsa gerektir. +Aynı zamanda İzmir’de pek büyük bir kuvve-i askeriyye +bulunmakta olduğunu bir zabit bana söyledi. Bu askerlerin +herşeyi mükemmel ve muntazamdır. +Osmanlı asakiri Anadolu cihetine her bir ihtimale karşı +asker çıkaracak olan İtalya’ya tüfenkle mukabele etmeyeceklerine +ve bilakis ormanlardan kesecekleri meşe odunlarıyla +o hınzırları tepeleyeceklerine kasem eylemişlerdir. +olan para ve ufaklık mes’elesidir ki insan çarşıdan bir şey +satın alınca birkaç dakīkada geri alınan parayı saymakla +meşgūl olmaya mecbur oluyor. Hükumet Maliye Nezareti +evzan ve mikyasat-ı Osmaniyyeyi bilmem ki ne zaman yoluna +koyacaktır. Çünkü bu hallerin ref’ u def’i ve Osmanlı +parasının her yerde aynı fiyatla sarfolunması devletimizin +nüfuz ve i’tibarını göstermeye hizmet edeceğine şübhe yoktur. +Mecidiyenin yirmi kuruş olduğunu öğrenen ecnebiler +onu ondokuza sarf olunduğunu görünce ızhar-ı hayretten +kendilerini alamıyorlar. Mısır’da on paralık bir şey alınsa hemen +liranın üstünü ufaklık olarak derhal iade ederler. Bu +ufaklık mes’elesinde zannedersem en büyük rolü ifa edenler +miyanında en ziyade alakası olan Osmanlı Bankası’dır. +pıyor. +Bu şehirde Midilli’de olduğu gibi lisan-ı Osmani Rumca’dır. +Rumca bilmeyen buralarda ve Sakız’da sıkıntı çeker. +Lisan-ı Osmani’nin intişarına kim bilir bundan sonra muvaffakiyet +elverebilecek midir? Bu lisan mes’elesinin siyaset ve +hakimiyet üzerindeki te’sirini burada bir iki lakırdı ile tavsif +edemeyeceğim. +§ Vapurumuz İzmir’den akşamın saat dördünde mufarakatle +gece yarısına yakın Sakız’ı buldu. Burada pek az tevakkuf +ettik. Karadan ekmek ve saire ile sakız reçeli vapura +kayıkçılar tarafından getirilmişti. +Cuma günü saat dört alafrangada +vapurumuz Rodos’a muvasalat etti. Limanda birkaç +küçük torpidobotla iki büyük İtalyan kruvazörü bulunuyordu. +Vapurumuza doğru İtalya bayrağıyla birkaç İtalyanı +hamil olan bir muş geliyordu. Muşun vapura yanaşmasıyla +manmaya başlayıp soluklarını güverte üzerinde aldılar. Bu +gelenlerin biri binbaşı rütbesinde diğeri sivil bir doktorla üç +jandarma zabitinden ibaret bulunuyorlardı. +Çok geçmeksizin İtalyan doktor vapurdaki yolcuları mu­ +ayeneye koyuldu. Resm-i geçit yaptırırcasına yolcular birer +birer önünden geçerken muayene ve teftiş ediyordu. İslam +kadınların yüzlerini açıp dikkatle bakıyordu. Şübhe ettiği +eşhası ayrı bir tarafa ayırıp sonra isticvab eyliyordu. Bu kadarla +da kanaat etmeyerek asker olup olmadıklarına dair +kurtuldum. Zira evrakımı çantalarımı tedkīk ve ta’mik etmiş +olsaydı dini ve Osmanlı bir ceride-i İslamiyye’nin muhabir-i +mahsusluğuyla Hindistan’a ve alem-i İslam’a gitmeye me’­ +mur olduğumu bilir bilmez hemen beni evvela Rodos’a ve +oradan ihtimal ki Palermo’daki üsera-yı Osmaniyye nezdine +gönderecekti. Huda-nekerde böyle bir hale ma’ruz olsaydım +bütün emeklerim amalim mahvolacağı gibi Sebilürreşad +’ın da teşebbüsatı netice-pezir olamayacaktı. +den burada birkaç söz söylemek isterim ki esasen Rusların +Rus Kumpanyası’nın yalancılıklarına aid olacaktır. Bunu +yalnız ben tenkīd ve şikayet etmiyorum. Benimle beraber bu +vapurda bulunan sair Osmanlılar da aynı halde bulunuyorlar. +Hatta Sebilürreşad ’a yazacağım mektubu imzalamaya +bile amade olduklarını mükerreren beyan eylemektedirler. +Rus Kumpanyası’ndan bilet alırken vapurlarının Rodos’a +uğrayıp uğramayacağını ve İtalyanların teftişatına ma’ruz +bulunup bulunmayacağını gerek ben gerek sair yolcular sorup +nefy cevabını aldıklarına rağmen Rus vapuru Rodos’a +uğramıştır. Buraya çıkaracak ve alacak hiçbir yük ve metaı +da olmadığı ahiren anlaşılmıştır. +§ Rodos’da bir fevkaladelik olmadığını ve İtalyanlarda +da eski faaliyet kalmadığını Rodos’daki Musevilerden biri +söyledi. Hatta birçok ebniye ve inşaata başlamış olan İtalya +her nedense birden bire eli ağırlaşmıştır. +Rodos’a yolculardan hiçbirini çıkarmaya ve kasabayı +gezmeye İtalyan me’murları müsaade etmediler. Hatta İspanyol +tebaası bulunan bir Musevinin karaya inmesine bile +mesağ göstermediler. +§ Her ne hal ise iki buçuk saat kadar Rodos’da tevakkuf +ettikten sonra Rus vapuru demirini kaldırıp yola revan oldu. +Esna-yı rahda limanın haricinde demirlemiş olan İtalyan +kruvazörü mürettebatı ve zabitanı tarafından vapurumuzun +hamil olduğu Rus bayrağı selamlandı. Bizimki de bil-mukabele +cevap verdi. Hülasa gerek bana ve gerek Sebilürreşad ’a +geçmiş olsun demek lazım gelir. +Rus vapurunda intizam ve +nezafet namına bir eser yoktur. Vapurun birinci mevkii sair +kumpanyaların ikincisi kadar temiz olmadığı gibi yemekleri +dahi pek biçimsiz ve tatsız şeylerden ibarettir. +Aynı zamanda bu yemeklerin fiyatı o kadar pahalıdır ki +acından ölmek derecesine gelenler bile bir şey satın almakta +tereddüd ediyorlar. Ez-cümle limonatanın küçük bir şişesi +bir franga ve bir tabak çorbanın da aynı fiyata satıldığını da +söylemek sair şeyler hakkında zannedersem kariin-i kirama +oldukça iyi bir fikir verebilir. +Tuhaf ve hakīkī bir hikayeyi yad etmekten bir türlü kendimi +alamıyorum. İzmir’de kamara refikım benden +ayrıldıktan sonra kamaraya bir genç ve saçlı sakallı bir +papaz getirildi. Bu adam İstanbul’dan Yafa’ya kadar bir bilet +almış ve fakat bütün kamaralar dolu bulunduğu için iki +gün kahve ocağında yatmış bilahare münhal yer vukūuna +binaen bulunduğum kamaraya gönderilmiştir. Bu biçare +yalnız yemeksiz bir mevki’ bileti yüz bu kadar franga satın +alarak yemeğini bir sepet içinde beraber getirmiştir. Arasıra +çay içmek mu’tadı olduğundan ve vapurda bardağı iki kuruşa +satılan çayın fiyatını istiksar eylediğinden kendi çayını +kullanmaya karar veren papaz refikıma bu kerre vapurdaki +aşçı ve kamarot sıcak suyu da para ile satmaya kalkışmaları +üzerine papaz cenabları haddinden aşırı köpürerek bağıra +bağıra kamaraya doğru yürüdü. Hiçbir şeyden haberim olmayan +ben; “Hayrola ne oldu?” diye sormaklığım üzerine; +“Bu kafir hınzırlarda insaftan eser bile kalmamıştır.” mukaddimesiyle +hakkında yapılmak istenilen muameleyi kırık dökük +Türkçesi’yle anlatmaya başladı ve aynı zamanda sesini +Bu esnada şikayetçilerin adedi çoğalmaya başladı. Kimi +vapurda yazı kağıdı kimi de vakit geçirecek oyun ve eğlence +alatının fıkdanından kimi de orada masa üzerinde bulunup +da gayr-ı kabil-i isti’mal olan kağıd kurutmasını elinde +tutup huzzara gösteriyordu. Öyle bir pandomimaya daha ilk +defa olarak tesadüf ediyorum. Hakīkaten sıcak suyu para ile +satmak usulünü ilk defa galiba Rus vapurları icad ediyorlar. +Vapur acentesinin diğer gayr-i kabil-i afv bir kabahati +vardır ki başlıca yalan söylemesidir. Vapurun Beyrut’a +muvasalat edebileceğini kimine Pazar kimine de Pazartesi +günü söylemişken ahiren vapur kumandanının ifadesi üzerine +ancak önümüzdeki Salı günü öğle vakti oraya yetişeceğimiz +tahakkuk eylemiştir. +Hele bu vapurun güvertesinde yaşayan zavallı Osmanlıların +halini bir türlü ta’rif ü tavsif edemem. Öyle ani rahatsızlıklara +mahkum bulunuyorlar ki görüp de müteessir olmamak +gayr-i kabildir. Vapur iskelelere yanaştığında bu biçareler +bütün eşyalarını büküp kaldırmaya ve tekrar limandan +hareket ettikten sonra tekrar yerleştirmeye mecbur olmakla +beraber sabah ve akşam tayfaların tahkīrleri yüzünden de +zavallılar büsbütün bizar oluyorlar. +§ Maatteessüf henüz ne hükumet ne de millet-i Osmaniyye +kendi tebaa ve din kardeşlerini böyle mütegallib ve +yalancı ecnebi kumpanyalarının tegallüb ve i’tisafından kurtarmak +nememişlerdir. Böyle bir Osmanlı kumpanyası teşekkül edecek +olursa evvela bereketli ve sağlam bir kar te’min edecek +saniyen kendi vatandaşlarını ecnebilerin bu gibi tahkīratına +hedef olmaktan tahlis eyleyeceğinde hiç şübhe yoktur. +Fakat vaktiyle dünyayı zabtedip bir aşiretten bir devlet +çıkaran Osmanlılarda el-yevm hıref ve sanayi’ ve ticaret namına +hiçbirşey kalmamıştır. Teşebbüs-i şahsiye malik olmayanların +sonu inkıraz olduğu her gün edille ve burhanıyla +meşhudumuz olmakta iken hala memleketimizde bir müteşebbis +yüzünü görmekten mahrumuz. +Vapurdaki Osmanlı arkadaşlarım benim Hindistan’a kadar +bir yolculuk ihtiyar ettiğimi işittiklerinde hayret ve behte +duçar oldular. Bana; “Bu Temmuz sıcağında Haleb tarikıyla +Bağdad’a Irak’a Basra’ya Hindistan’a gitmek doğrusu büyük +bir cesarete muhtacdır.” demesinler mi! Hasılı bu milleti +seyahat ve ticarete bir an evvel alıştırmak ve bunları bu +gibi nafi’ ve istifadeli yollara sevk ile rızk ve maişet peşine +Teşebbüs-i şahsi ve ticaret hevesiyle ma’ruf olan milletler +hiçbir zaman makhur ve mağlub olmaz. Nümune göstermek +lazım gelse Iranileri derhal gösteririm. Bu vapurda bile iki +lediler. Bunlar İran’ın Horasan şehrinden ticaret ve kar için +Suriye ve Mısır’a “firuze” götürüyorlar. Vapurdaki frenk madamalarına +bile birkaç danesini satıp vapur navlunlarını kar +çıkardıklarını bana söylediler. +§ Şimdi gece ve saat zevali üç buçuktur. Yarın Pazar ve +Temmuz’un sekizidir. Zannedersem sabah vakti vapurumuz +Mersin’e uğrayacak ve bir-iki saat kadar orada duracaktır. +Fakat Mersin’de kolera olduğu cihetle yolcuların karaya çıkabilmeleri +biraz meşkuk gibi görünüyor. Havalar gittikçe +sıcaklaşıyor. Hele bu gece kamarada yatmak hiç kabil değildir. +Aydınlık da azdır. Henüz hilal halinde olan ay cevv-i +semada pek az meks ettiğinden denizde bir letafet görünmüyor. +Fakat şu birkaç günlük yolculukta hamd olsun fırtına ve +emsaline tesadüf etmedik. Herkeste bir şetaret ve şenlik vardır. +Denizin koyu mai rengi ile güneşin iltimaatı pek şairane +bir manzara teşkil ediyor. +§ Her ırk ve milletten vapurda yolcu vardır. Adeta sefine-i +Nuh’a benziyor. Yeryüzünde elsine-i şarkıyye ve garbiyyenin +ekserisi vapurda tekellüm ediliyor. Rusya’nın seyaset-i +dahiliyyesi pek yolunda olmadığını bir Rusyalı madam bana +bugün anlatıp er geç Rusya’da büyük bir gürültü kopacağını +da söyledi. Bu ictihadın ne derecede kabil-i vüsuk olduğunu +vekayi’-i siyasiyyeyi daha yakından ta’kīb edenler bilse +gerektir. +Vapurda Musul’a gidecek olan iki Keldani papazı vardır. +Bunlar Dersaadet’te ve Fransa Sefareti sokağında kain olan +Saint Benoit Mektebi’nde Latince ve Fransızca ruhbanlık +derslerini on sene zarfında ikmal edip şimdi de memleketlerine +avdet ediyorlar. Her ikisi Arabca tekellüm ediyor. Aramızda +birçok münakaşat ve mübahasat-ı diniyye cereyan +etti; gah ben onları ilzama bazan onlar beni iknaa çalıştılar. +Fakat “Ekanim-i Selase” bahsine gelince; “Bu hususta papa +hazretleri bile sağlam bir cevap veremez. Çünkü bu öyle +bir sırdır ki o bile künhüne vakıf değildir.” cevabında bulundular. +§ Vapurumuz yarın akşam İskenderun’a öbür gün Pazartesi +Trablusşam’a ve Salı günü de Beyrut’a muvasalat +edip bir gün kalacaktır. Sonra oradan Hayfa’ya Port Said +tarikıyla İskenderiye’ye ve oradan tekrar İstanbul tarikıyla +Odesa’ya geri gidecektir. Bu vapur pek eski ve fakat daimi +surette ta’mir olunduğundan henüz revnakını gaib etmemiştir. +Vapurda iki küçük topla on iki tüfenk bulunuyor. +Bu vapurlar zannımca Rusya’nın nüfuzunu Şark ahalisine +ve bilhassa müslümanlara tanıttırmak için İstanbul ve +Suriye sularına amed-şod ederler. Hükumet-i Osmaniyye’nin +bu gibi ticaret ve şirket vapurlarına silah taşıyacak kadar +müsaadekarane davrandığına doğrusu taaccüb olunur. +§ Beyrut’ta tedkīk ve tetebbu’ edecek bazı noktalar için +birkaç gün kalmaya mecburum. İhtimal ki Cebel-i Lübnan’a +da uğrarım. “Haleb’de kolera vardır.” diye şimdiden +bir havadisdir gidiyor. Her ne ise Cenab-ı Hak hayırlısını +sin’de postaya veririm; mümkün olmadığı takdirde Trablus’dan +veya İskenderun’dan gönderirim. +Din-i Celil-i İslam’ın en ziyade ehemmiyet verdiği şeylerin +birisi de hiç şübhe yok ki seyahattir. Çünkü İslamiyet bir +kavme bir beldeye mahsus olmadığı gibi hükümleri +de umumidir; efraddan ziyade hey’et-i ictimaiyyeyi nazar-ı +lazım olan kavanini vaz’ etmiştir. Bir cem’iyetin yaşaması +vahid gibi merbut olarak zaif noktalarda birbirlerine muavenet +ederek cem’iyeti muhkem bir kal’a haline ifrağ etmekle +kabil olabilir ki bu da ancak seyahatler icra ederek yekdiğerinin +halinden haberdar olabilmeye mütevakkıftır. İşte +bunun içindir ki İslamiyet bu cihete pek büyük ehemmiyet +vermiştir; hatta ehemmiyetini göstermek için müteaddid +ayat-ı kerime bile nazil olmuştur. Fakat her nasılsa bu mühim +ve mühim olduğu kadar da faideli olan seyahat mes’elesi +birçok zamanlardır İslamlar arasında unutulmuş adeta +bir kasabada yaşayan diğerlerinin halinden haberdar değil +bir hale gelmiş. +Bir seyyah esna-yı seyahatte bazan öyle şeyler görür ki +hakīkaten me’yus olur. Bazan da öyle şeylere tesadüf eder +ki milletinin istikbali hakkında kendisinde büyük bir ümid +hasıl olur. Bunun her ikisini de enzar-ı ümmete arzetmek +me’yusiyete sebeb olan halin izalesini taleb etmek lazımdır. +da bu hakīkatleri bana gösterdi. +§ İstanbul’dan Şa’ban akşam alaturka saat bire on +kalarak hareket ve sekize yirmi kala Alpullu İskelesi’ne geldim. +Oradan posta arabasıyla Babaeski’ye oradan da hiç +durmayarak doğruca Şa’ban gündüz alaturka saat üçe on +kala Kırkkilise’ye geldim. +Burada ahali zabitan me’murinden bazı zevat ile görüştüm. +Bir İslam ceridesi olması cihetiyle Sebilürreşad hakkında +göstermiş oldukları teveccühat-ı dindarane bana pek büyük +ümid verdi. Hakīkaten Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesi +hakkında pek büyük teveccühleri var. Ta’mim ve intişarına o +kadar sa’y ediyorlar ki ta’rif edemem. Musahabe esnasında +zabitandan bir zatın söylemiş olduğu şu sözler Sebilürreşad +hakkındaki teveccühün ne derecede olduğunu göstereceği +– Bugün Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesi’nin her tarafa +lışmak için adeta hac sevabı vardır. Çünkü haccın hikmet-i +şer’iyyesini teemmül edecek olursak en büyük hikmetlerinden +birisi bütün müslümanların aktar-ı alemin her köşesinden +o makam-ı mübareke gelerek birleşip yekdiğerinin +halinden haberdar olması ve o münasebetle müslümanlar +arasında tearüf ve teavün esaslarının kuvvetlenmesidir ki +Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesi’nin ta’kīb etmekte olduğu +meslek de budur. Daima alem-i İslam’ı yekdiğerinden haberdar +ederek onları intibaha da’vet ediyor… +§ Ferdası şehrin içerisini yanımda bir refik ile geziyorduk. +Bu sırada bir arsaya geldik. Bu arsa hakīkaten nazar-ı dikkatimi +celbetti: Etrafı gayr-ı müslimlerin haneleriyle muhat +bazı kimseler de orasına burasına abdest bozmuşlar. Bununla +beraber kısmen harab olmuş bir minare de bu arsanın +orta yerinde duruyor. Bu yekdiğerine mugayir olan iki hal +karşısında bulunmaklığım bila-ihtiyar refikıma şu suali irad +etmeme sebeb oldu: +– Azizim bu hal ne? Bu ortada duran minareye benzer +şey ne oluyor? Müteessirane cevap verdi: +– Burası vaktiyle müslümanların namaz kılması için yapılmış +mukaddes bir ma’bed muazzez bir cami’-i şerif idi. +Doksanüç Muharebesi’nde Ruslar buraya gelmişler bunu +yıkıp harab etmişler bu minarenin yarısı kalmış şimdi de +gayr-i müslimler geliyor da gözümüzün karşısında buralara +tebevvül ediyorlar!.. +Şu cevap karşısında öyle bir hale geldim ki bütün vücudum +bir ra’şe-i teessür içinde kaldı. Zira bu hal bizdeki +ahval-i ruhiyyeyi tamamen meydana koyuyordu. Biz müslümanlar +cevami’ ve mesacide abdest almaksızın girmezken +cami’lerimizi en mukaddes bir mahal i’tikad ederken +nasıl oluyor da gözlerimizin önünde o mukaddes ma’bedlerimiz +–düşmanın gözüne battığı için düşman tarafından +tahrib olunan bir Ka’be-i mukaddesenin– derununa abdest +bozuyorlar da biz hiçbir teessür duymuyoruz? Biz i’la-yı kelimetullah +ve haysiyetini yar u ağyara karşı böyle mi muhafaza edeceğiz? +Bizler ecdad-ı izamımızın evladları değil miyiz? Oraya +gelip abdest bozmakla Ka’be-i Muazzama’ya Zemzem Kuyusu’na +tebevvül etmek beyninde ne fark vardır? Bizde hiç +kan hiç his yok mudur? +Burada Kırkkilise ahali-i müslimesinin üzerine terettüb +eden bir vazife-i diniyye vardır ki o da; hiç ihtiyac olmasa +bile düşmanın tahrib ettiği bu cami’-i şerifi eskisinden daha +mükemmel olarak yeniden yapmak yar u ağyara karşı +Müslümanlığın ulviyetini namus ve haysiyetini muhafaza +etmektir. İnadına olarak gelip oraya tebevvül etmek isteyenlere +karşı bu camii ihya etmek hacca gitmekten daha +efdaldir. Ümid ederiz ki şimdiye kadar nazar-ı dikkate alınmayan +bu ma’bed-i mukaddesi ahali-i hamiyyet-mendan +§ Daha sonra o caddeyi ta’kīb ederek gittim meydanlık +bir yere geldim. Burası vasi’ havadar memleketin en hakim +bir noktası bulunuyordu. Burada pek dehşetli bir bina +nazar-ı dikkatimi celbetti. Sordum; Rum mektebi olduğunu +söylediler. O zaman biraz tevakkuf ettim mülahazaya daldım. +Bilmem İslamlardaki bu kansızlık nedir? Her yerde İslamlara +nisbetle sair vatandaşları müteyakkız mütenebbih +müterakkī bir halde; İslamlar ise sanki dünya ile hiç alakaları +yok imiş gibi herşeye karşı lakayd. Şimdi gönül arzu ederdi +ki koca bir Kırkkilise sancağında –görmüş olduğum +Rum mektebine muadil– hiç olmaz ise sekiz-on kadar İslam +mektebi olsun. Fakat heyhat! +§ Sonra memleketin servet-i iktisadiyyesi tekmil gayr-i +şeklinde yazılmıştır. +müslimlerin elinde bulunuyor. Bir zat-ı muhteremin ifadesine +göre geçen sene bir müslüman furun açtığı halde kimseden +rağbet göremediği için bilahare kapamaya mecbur +kalmış. +Vah Müslümanlığa! Hani ya müslüman müslümanın kardeşi +değil miydi? Müslümanın müslümana muaveneti lazım +değil miydi? İnsan bu gibi halleri görüyor da; “Hissizlik kansızlık +atalet taksim olunurken başta müslümanlar bulunuyormuş!” +diyeceği geliyor. +Burada herşey fiyatlı; hususıyle me’murin ve zabitan sınıfları +kadar hiss-i teavün yok sair sınıflara iki kuruşa verilen bir +şey me’murin ve zabitana üçe veriliyor. “Siz maaş sahibisiniz” +diyorlar. Hele hane kirası pek fahiş. Sokakları o kadar +[gayr-i] muntazam ki bir cani firar etmiş olsa derhal bir saniyede +gaib olur iki kişi yan yana zor gider! +JAPONYA TİCARET-İ BAHRİYYESİ +Biliyorsunuz ki Japonların terakkıyat-ı mühimmelerinden +biri de ticaret-i bahriyyelerinin tealisidir. Bu hususda +Garb asarı fıtri olan adavetlerine mebni her vakit Japonların +lak adedlerden ibaret gösterirler; fakat son vakitlerde hükumetin +murakabesine tabi’ ve gümrük liman idarelerinin tasdiki +oldum. Şu cümleden sene-i miladisine aid bir ticaret-i +bahriyye istatistiki buldum ki bu babda kariin-i muhteremeye +bazı ma’ruzatta bulunmayı münasib görüyorum: +Bu eserlerden birisi hususan şayan-ı dikkat olup Japonya’nın +yirmi senelik ticaret-i bahriyyesini göstermektedir. +Şöyle ki: senesinde Japon şirketlerine ve eşhasa aid +ekalli tonilato olmak şartıyla sefain-i ticariyyenin adedi +mecmuunun sikleti bin tonilato iken senesindeki +a’dadı tonilato sikleti iki buçuk milyon raddelerinde +yani vasati olarak her sefine tonilato raddesinde +bulunuyor. +El-yevm Japonya ticaret-i bahriyyesinde meşhur şirketler: +Dowayova Kisen Kaisha Ticaret-i Bahriyye Şirketi +Nippon Yusen Kaisha Japonya Bahriye Ticareti Japonya +Gönüllü Filosu namlarıyla üç kumpanyadır. Birinci şirket +münhasıran millet parası ile vücuda getirilmiş ve bin dokuz +yüz iki senesine kadar ufak ticarethanelerden ibaret olan birkaç +ehl-i gayretin ittihadıyla meydana çıkmıştır. El-yevm bu +şirketin bin tonilato sikletinde sefaini vardır. Şimdi de +bin tonilato istiabında bir yeni gemi daha yapmaya başlamışlardır. +Şirketin yeni projesi mucebince senesinde +bütün filosu milyon tonilatoya kadar irtifa’ edecektir. +Nippon Yusen Kaisha şirketi yani ikinci şirket dahi hükumetin +postasını nakl ile ve fakat Hindistan ve Avrupa hatlarına +olup mecmu’-ı istiabı bin tonilatodur. Bu şirket de sefaininin +nezafet ve güzelliği ile meşhurdur. Birincisi ise cesamet-i +fevkaladeleri ile meşhurdur. +Üçüncü şirket Japonya Gönüllü Filosu’dur ki bunun +nısf hissesi hükumetindir. Binaenaleyh bu vapurlar esna-yı +sulhda bir ticaret gemisi eyyam-ı harbde hafif kruvazördürler. +Bu şirketin gemileri cümlesi yeni ve gayet seri’ ve metin +olup seyirleri ila mildir. Bu şirketin en eski gemisi seneliktir +ki bunun sür’ati mil olup harb için bati addedildiğinden +bu sene İlkbaharında filodan ihrac olunup satılmıştır. +Hakeza Japonya’da bulunan i’malat-ı bahriyye tezgahları +şayan-ı mülahaza bir derecede terakkī etmektedirler. Elyevm +bütün Japonya’da yerde küçük ve büyük tersane +mevcud olup altısı bunlardan en mühimmidir: Osaka Kobe +ve Nagazaki şehirlerindekiler hususi olup Kore Yokosuka ve +Kiyoshni’deki tezgahlar da hükumete aiddir. +Hususi tersanelerin en büyükleri Kobe ve Nagazaki tezgahlarıdır. +Bu iki tezgahta el-yevm Japonya Hükumeti için +to torpido muhribi birkaç da sahil karakoluna mahsus +top çekerleri inşa olunmakta. Osaka Tezgahı ise el-yevm yukarıda +arzettiğim bin tonilatoluk bir gemi ile birkaç da +daha küçük gemiler inşa etmektedir. El-yevm tezgahlarda +çalışan amelenin hesabı - bin raddelerindedir. +Yukarıda arzettiğim üç şirketten maada sevahilde seyr ü +sefer eden ve birkaç vapura malik daha kadar şirket ve ticarethaneler +vardır ki bunların ehemmiyeti o kadar yoktur. +Tokyo’da bulunan meşhur ticarethane ve şirketlerin ekserisini +ziyaret ettim. Ziyaret edemediklerimi de bil-vasıta +anladım. Taaccüb olunacak pek çok ahval kaydettim. +Şu cümleden bu kadar büyük şirketlerde ve onların inşaat +tezgahlarında bugüne kadar hiçbir ecnebi kullanılmamıştır. +En son İngiliz me’muru senesi Mitsui nam mütemevvilin +muavenetine ihtiyacları kalmamış. Zann-ı acizaneme göre +buraları bizim ehl-i ticaret için hakīkaten gelip görülecek ve +nümune alınacak birer ticaret daireleridir. Hususan tezgahlarındaki +mütehassısların bile medhettiğini işitip geçen sene hayran +olmuştum. +Burada bulunan Rus ataşenavalının rivayetine göre Yokosuka +Tezgah�� gibi mükemmel bir tezgah el-yevm yalnız +birkaç yerde varmış. Rusların meşhur Baltık ve Sivastopol +Tersaneleri bundan çok derecede aşağı ve nakıs imiş. +§ Bugünlerde vasıl olan bazı İstanbul gazetelerinde Reji +oldum. Lakin onu hakkıyla idare edecek muktedir me’murlarımız +olmadığı eskiden beri ma’lumum idi. Japonya’da +dahi tütün inhisarı hükumet elinde ve son derece mükemmel +bir haldedir. Geçen sene sonbaharda hasta bulunduğum +zaman etibbanın tavsiyesi mucebince dağlar arasına +köylere gitmiş idim. Oradaki bir köylü dükkanında nasıl bir +tütüncüler köyü olduğu halde hükumetin takayyüd ve faaliyeti +sayesinde hiç olmazsa kaçak tütünün ne olduğunu bilen +adama bile rast gelemedim. Tütün kaçırmak ne olduğunu +bi­ +le unutmuşlar. Tütün isti’mali gayet şayi’ olduğu halde +kimse kendi tütününü isti’mal etmiyor. Belki hepsi hükumetin +tütününü kullanıyorlar. Eğer hükumetimizde böyle bir fikir +mevcud ise her nasıl olsa da buraya bir-iki İngilizce bilen +mütehassıs gönderseler tabii faideden hali olmazdı; şayan-ı +desi çok olurdu zannederim. Hususan bizdeki kolculara edilen +masarıf ve kaçakçılarla beynlerinde vukūa gelen mukatelat +ve muhakemeler burada söylense kat’iyyen inanılmaz +zannederim. +Tokyo: Temmuz +SENUSI HAZRETLERİNİN MÜCAHİDIN-İ İSLAM’A +MEKTUBU VE İKİ OĞLUNUN +MEYDAN-I HARBE VUSULÜ +el-Alem refikımızın darü’l-cihaddan aldığı mektubdur: +yalan intişar etmekte Seyyid Senusi hazretlerinin kendilerine +zahir olduğu da’va olunmakta idi. Biz bu gibi sarih eracif +hakkında bir şey demeye lüzum bile görmemiştik. Fakat bilmezdik +bu derece yalana sebeb ne idi. +Halbuki Mevlana es-Seyyid Senusi hazretleri ibtida-i +harbden bu ana kadar mücahidin-i kiramı cihada teşvik +etmekte ve umum zaviye şeyhlerinin merkezlerinden meydan-ı +harbe azimetleri hususuna lazım gelen evamiri ısdar +etmekte idi. Umum meşayih-ı kiram da sem’an ve taaten +asakir-i Osmaniyyeye iltihak ederek mücahedeye iştirak +ettikleri ellerinden geleni diriğ etmeyip bütün mevcudiyetleriyle +sarf- ı mesai etmekte oldukları aşikardır. Bizzat kendileri +dahi harbe geleceklerini vaad ederek mahdumlarını +evamir-i mahsusa ile göndermiştir. Kendileri de Kufra’dan +mufarakat etmiştir. İstikballerine me’mur teşrifatcılar çıkıp +kendilerine intizar etmektelerdir. Cenab-ı seyyidin maiyyeti +erkanının kesreti ve yollarda suların azlığı bit-tabi’ esna-i seferde +betaetlerini mucib olmuştur. An-karib kariin-i kirama +Seyyid Senusi hazretlerinin meydan-ı harbe vusulünü dahi +tebşir ederim. Bu kere evladlarıyla Urban mücahidine göndermiş +olduğu hutbenin suretini göndermekle iktifa ederim: +] + +---- +. . +---- + + +---- +. . +---- + + +. : . . . + +---- +. . . . . +---- + +el-Muktebis en-Nur el-Kuddusi +HAYAT-I AKVAM-I İSLAMİYYE +ADAKALE’DE +Tuna üzerinde beşyüz elli senelik Osmanlılıktan kalmış +bir eser… Daha Birinci Murad’ın vasıl olduğu Tuna’daki +ha­ +kimiyet-i nehriyyemizin son izi… Burası ümmü’l-vatana +maddeten ne kadar muttasılsa ma’nen de tekayyüdden +o nisbette azade görülmüştür. Mevkiini görseniz cennete +teşbih ederdiniz. Tuna’nın verdiği feyz ü bereketten en +ziyade müstefid olan bir mevki’ şübhesiz ki bu Osmanlı +adacığıdır. Adanın kuvve-i inbatiyyesi yerinde olduğu gibi +yazın bu sıcaklarında bile Tuna’nın verdiği serinlik ahalinin +faaliyetini tezyid eylemektedir. +Ada pek büyük değildir; çevresini yarım saatte değilse +kırk dakīkada bol bol dolaşabilirsiniz. Ahalisi yedi sekiz yüzü +buluyor. Evleri tahta perde içinde saklı olduğu için tarz-ı +mi’marileri hakkında ma’lumat veremeyeceğim. Fakat sokaklarının +genişliği bir metre ile iki metre arasında tahallüf +eder. Ahalisi fakīr addolunabilir. Maamafih hepsi çalışkandır. +Ada içinde umuma aid olmak üzere iki bina bulunuyor +ki birisi müdir-i muhtereminin dediği vechile İstanbul’daki +Topkapı haricinde bulunan reji kolcusu kulübeleri kadar büyük +ve müzeyyen hükumet konağı diğeri de taştan binasıyla +güzel bir minber ve yekpare bir halısıyla adada birinci +derecede zinetli bulunan cami’-i şeriftir. Camiin içinde mektep +olmak üzere ayrılmış hususi odalarda iki muhterem sima +küçükleri yetiştirmekle meşgūl. Her ikisine de gösterdikleri +gayretten dolayı hasbe’l-meslek tekrar teşekküre borçluyum. +Hükumet konağının arkasında kafi mikdar arazisi varken +ve defaat ile Viyana Sefareti vasıtasıyla müracaat-ı resmiyyede +bulunulmuşken dört hükumetin nokta-i iltisakında +bulunan bu mevki’-i mühimme bir hükumet dairesi yaptırılmıyor. +Viyana Sefareti dedim de hatırıma geldi: Adanın +vaz’iyet-i hukūkıyye ve idaresi pek garibdir. Adanın müdiri +bittabi’ diğer nahiye müdirlerinden farklı bir maaş alır. Müdirin +bir kaimmakam yahud mutasarrıf veya valiye tabi’ +olmayıp Viyana Sefareti’ne merbutıyeti ve ba-husus bazan +da bu defa olduğu gibi sabık bir şehbenderin ta’yin edilmiş +olması hükumetin buraya layık olduğu ehemmiyetle +baktığını zannettirirse de heyhat!. Karşısında Orşova Macaristan’ın +en kıyısı olduğu halde asfalt kaldırımlarıyla muazzam +ve latif binalarıyla nazara çarparken üç çeyrek ötede +Herküleç taşlıklar dağlar arasında ilim ile irfan ile vücuda +getirilmiş bir mevki’-i behişti arzederken öbür tarafta Sırbistan’ın +Bulgaristan’ın Romanya’nın muntazam kasabaları +bulunurken adanın bir metre genişliğindeki sokakları tahta +perde içindeki evleri bir kulübeden daha küçük hükumet +konağı bir müdir ile bir muallimden ve dört jandarmadan +mürekkeb me’murin kadrosu hakīkati hemen gösteriveriyor. +Hatta hükumet-i sabıka buraya asker göndermek zahmetinden +kendisini kurtarmak için Avusturya’dan nefer askerle +bir zabit gelmesine bile müsaade etmiştir. Daha garib +olmak üzere şunu da söyleyeyim ki adada daire-i askeriyye +bahçesinde senede üç-dört gün Avusturya sancağı rekz olunur +bir bandıra direği de vardır. Bunun kadar badi-i teessüf +olacak bir şey daha varsa o da adanın dört tarafındaki +askeri kumandanlık dairesinin hatta asker ikamethanesinin +bizim hükumet dairesinden pek büyük olmalarıdır. Adanın +dört tarafındaki askeri karakol dairelerine zamimeten bu üç +mevki’-i resmiye karşı –tekrar edeyim– bizim bir tek hükumet +dairemizle bir de camiimiz var. Onların kırk altı askerine +karşı bizim altı me’murumuz bulunuyor. Yeni ta’yin olunan +hakim bile el-an gelmemiştir. +Buranın bir de belediye meclisi vardır ki rast gelen dükkanda +ve ekseriya bir kahvede in’ikad eder. Belediyenin +senevi varidatı ancak on iki bin kuruştur. Bu para ile bir +belediye dairesi yapılması mümkün olmadığı gibi bir belediye +tabibi de bulundurulamıyor. Hatta Orşova’dan zaman +zaman birkaç gün için bir doktor bile getirilemiyor. Ancak +bir ibtidai muallimi ta’yin edilebilmiş. Şayan-ı teşekkürdür. +Çünkü her şeyden evvel muallime olan ihtiyac takdir olunuyor +demektir. +Su adayı o kadar yiyor ki “i’tikal” bir tarafının arzı hemen +otuz otuz beş metreye inmiş. Adanın etrafına rıhtım +gibi bir şeyler yapmak na-kabil. Çünkü belediyede para +yok. Birkaç seneye kadar adanın ikiye bölüneceğinden korkuluyor. +Her sabah; Tuna yükseldi mi? diye bir defa sahile +koşan bu zavallı halk hükumetten bir mikdar para istemeyi +akledemiyorlar. İ’tikale karşı birkaç söğüt ağacı dikmek çaresi +varsa da ne onu bulabiliyorlar ne de bulsalar esaslı bir +mani’ olabilecek. +Adanın ahalisi üç san’atla iştigal eder: Şekercilik kayıkçılık +kaçakçılık. Burada bir gümrük me’muru ta’yin etmek +külfetinden kurtulmak için hükumet ahaliyi rüsum-ı saireden +olduğu gibi bu resmden de afvetmiştir. Onun için ahali +Macaristan’da bahalı bulunan şekeri adalarına getirterek +muahharan Orşova’ya nakledip külli bir kar ile satarlar. Bu +yüzden zengin olanları çoksa da fakīrlere bu san’at kapalıdır. +Bunu zenginler bir inhisar tahtına vaz’ etmişlerdir. Kayıkçılık +da başlıca vesait-i maişetten biridir. Şu kadar ki son zamanlarda +getirilen bir Avusturya motoru bu ticareti de ehemmiyetsiz +bırakmıştır. Tebaamızın şikayatı mesmu’ olmamakla +beraber şiddetini el-an muhafaza etmektedir. +Kaçakçılık pek vasi’ bir mikyastadır. Burada Reji tütünü +de yoktur. Ahali kendileri tütün i’mal ederler. Bir fabrika +vardır ki tütün i’maline yetişemez. Ma’mulat teneke ve mukavva +kutular içinde dört tarafa naklolunur. Tuna üzerinde +bu tütünlerin gerek naklinde gerek vapurlar derununda +bey’inde büyük bir amil vazifesini görürler. +Adaya gelmezden evvel beş yüz elli senelik hakimiyet-i +nehriyye-i Osmaniyyenin son parçasına koşmak oradan +Osmanlı puluyla etrafa mektublar kartpostallar yağdırmak +me’muru ta’yin etmek adanın me’murin bordrosuna zam +vukūunu icab ediyor. +Ahaliden birisi yalnız bey’iyesine razi olarak pul satacağını +söylüyormuş. Müdiriyet Viyana Sefareti’ne yazmışsa +da iki yüz kuruşluk bir müvezzi’ ta’yini zaruri olduğundan +hükumetçe adem-i kabulünden korkuluyor. Zannediyorum +ki hayır tahkīk eyledim ki buranın pul sarfiyatı yevmiye +Romanya’nın Macaristan’ın bu taraf hududuna kadar gelen +züvvar-ı ecnebiyye ve o taraflar ahalisi adayı behemehal +ziyaret ederler. Hele adaya üç çaryek mesafede bulunan +Herküleç banyoları zairini o kadar fazladır ki çok defa Orşova’ya +telgrafla telefonla otellerin dolu olmasına binaen +banyolara kimsenin gönderilmemesi züvvarın Orşova’da +beklemeleri lüzumu bildirilir. İşte bu zairin Osmanlı toprağına +koşarak Osmanlılığın Yirminci Asır’daki medeniyetini +görmek Osmanlı parasını almak Osmanlı puluyla etrafa +mektublar göndermek istiyorlar. Fakat hepsi de benim gibi +hüsran-ı emele uğruyor. Burada Osmanlı parasını bereket +olarak saklarlar. Bu parayı bilenler nezdinde bulunduranlar +diğerlerine naz ile gösterirler. Pulun bir danesi bile bulunmaz. +Mektublar Orşova’ya Macar postahanesine gönderilir. +Hele ecnebilerin bizim medeniyetimizi görmek için buraya +gelip sonra onu bütün memalikimize kıyas eylemeleri o kadar +girandır ki… +Üsküp’te kalıplanmış fesim yollarda berbad olmuştu. +Zannediyordum ki adada kalıpçı bulabileceğim. Yanılmadım; +kalıpçı vardı. Vardı amma kalıbı bir o da benim işime +yaramadı. +Müdir Rif’at Bey çalışkandır. Bir hükumet dairesi bir +hapishane bir posta merkezi yapmak istiyor. Fakat bizim +o daracık bütçemizin ufacık fakat ma’nen pek büyük olan +bu adaya bir şey verip veremeyeceğini te’kidleriyle beyhude +araştırıp duruyor. Avusturya’nın kırk altı askeri için yapılmış +hapishaneye karşı bizim bir mahkememiz bir hakimimiz +bile yok ki sekiz yüz Osmanlı İslamı için bir hapishane +yapılsın. Eskiden bir hakim varmış. Hükumet dairesinde +yer olmadığından nerede oturduğunu bilmiyorum. Fakat +bildiğim bir şey var ki o da adi bir zelle-i lisaniyye üzerine +birinin i’damına hükmetmesidir. Vakıa edilen şikayet üzerine +hükumet onu kaldırmış fakat yerine ta’yin edilen de +el-an meydanda yok. Şer’i ve hukūkī işlerden bir kısmını +bu hakim görecek. Fakat umur-ı hukūkıyye-i saire ile umur-ı +cezaiyye meclis-i idareye aid. Adada kavanin-i Osmaniyye +de cari değildir. Mesela üç sene habsine Ceza Kanunu’nun +karar verdiği bir fiil için üç gün habs kafi görülür. Sonra yer +olmadığı için mücrimin habsi de pek müşkil olur da ikinci ve +üçüncü günleri afvolunuverir. +Müdir bey tahrir-i emlake başladığını tahrir-i nüfus yapmak +“Emlakimizi tahrir etmeyin; vergi mi alacaksınız? Nüfusumuzu +bilmeyin; asker mi alacaksınız?” diyorlarmış. Çünkü +bura ahalisi bütün vergilerden muaftır. +Dört jandarmamızın elbisesi Avusturya askeri elbisesi yanında +o kadar fena ki sormayın. Ne ise bu sene hükumet +edilen ricalara karşı bir kışlık bir de yazlık elbise gönderebilmiş. +Lakin bunların ne tüfenkleri ne de kasaturaları yoktur. +Müdir bey bu dört kişinin yerine bir komiserle iki polisin +gönderilmesini sefaret vasıtasıyla hükumetimizden rica etmiş. +Verilen cevap ise şu: Yüz altmış beş kuruş maaşları olan +bu dört ihtiyar jandarma İstanbul’a isteniyor. Orada jandarma +mektebinde okutulup ikmal-i tahsillerinden sonra adaya +tizam gösteriyor. Muntazam kumandanlık dairesi mükemmel +asker ikamethanesi güzelce karakollar yapılmış temiz +ve muntazam geziyorlar. Maamafih müdir ile beraber biz +birkaç kişi gidiyorken nefer hiç beklemedi. Yüksek sesle bir +“pardon”u müteakib safımızı yardı geçti. Hükumetimiz arzu +ettiği vakit çıkarmak üzere Avusturya askerini getirdiği vakit +kaleyi onlara vermiş. Yıkılan bazı mevki’leriyle bütün? +kale bağçesini bugün asker kamilen zabt etmiş bulunuyor. +Adanın en münbit yeri bulunan bu kısm-ı arazi adanın sülüsü +değilse bile herhalde rub’unu buluyor. Buranın istifadesi +kendilerine aiddir. Hatta daha garibi bu kısm-ı arazide vukū’ +bulan hadisat-ı hukūkıyye ve cezaiyyeyi de kendileri halletmek +koparırlar. Müdiriyet hayvanların girememesi için nihayet +buraya müntehi yola divar çektirmek mecburiyetinde kalmıştır. +Bu mevki’den bir kısmını ifraz ederek umumi bir park +yapmışlar adada hiç Avusturyalı olmadığı tekmil ahali İslam +bulunduğu halde bu bağçede bulunan “Aviso” serlevhalı bir +cemileler gösterildiği de olur. Ez-cümle sabık kumandan askeri +fuyla Adakale yazdırmış yanına da ayla yıldız yaptırmıştır +ki müdir bey bilhassa bunu bize irae ile memnuniyetini +bildiriyordu. Asker her üç ayda bir tebdil olunur. Müdiriyet +bundan da beyan-ı memnuniyyet eylemektedir. +Adada imparatorun hususi günlerinde ve diğer bir iki +günde Avusturya bayrağı temevvüc etmesine de her nedense +öteden beri alışılmış i’tiraz edilmiyor. Bunu mukabil +bizimkiler de bir şey düşünmüşler: Her Cuma hükumet +dairesine çektikleri Osmanlı sancağından başka bir danesini +de minarede bulunduruyorlar. Güzel bir mukabele değil mi? +Ey Tuna üzerinde mütemevvic ve bulunduğun +mevki’-i dini kadar mukaddes ve ulvi Osmanlı sancağı; seni +bir daha tebcil ederim! +EY ULEMA-YI İSLAMIYYE! HALA MI UYKU? +Ey ulema-yı izam ey hükumet-i İslam! Şeriat-i Garra-i +Mutahhara diyanet-i semha-i mukaddese sizden istimdad +ediyor: A’da-yı Din-i Mübin her taraftan canavarcasına saldırıyor +misyonerler her fırsattan istifade ederek hukūk-ı İslamiyyeye +tecavüz ediyorlar bizim ciğergahımıza kadar hulul +ederek muhadderat-ı İslamiyyenin akaidini ifsad için tedbirler +düşünüyorlar bir çok acuzeler irsal ederek mekteplere +hastahanelere hatta hanelerimize kadar girerek nisvanımızı +götürüp teabbüd ettiriyorlar. Üfürükçülük san’at-ı rezilesi +o kadar şayi’ olmuştur ki: Aktar-ı Mısriyye’nin her tarafını +den Sudanilerden bir takım koca karılar misyonerlerin elinde +alet olarak hanelerimize gelirler nisvanımızı iğfal ederler +akīdelerini bozarlar mugayyebattan ahbar ve emraz-ı mütenevviayı +tedavi edeceklerini ileri sürerek paralarını aldıktan +sonra şuurlarına kadar te’sir ederler. +En belası da bunları tenkīd filan kat’iyyen caiz değil. +Bunların meşayihı ifritleri hep bir olup yekdiğerinden infisali +kabil değilmiş. İ’tiraz da kat’iyyen caiz olmayıp her ne +derlerse hemen tasdik etmek vacibmiş! Şu suretle asabi hastalıklı +olanları büsbütün yoldan çıkarırlar. +Şimdi misyonerler bunların İslam kadınlarına olan derece-i +te’sirini tamamıyle anlamışlar büyük paralar ile o +mel’uneleri İslam ailelerine hanelerine saldırıyorlar ve şu +suretle kadınlarımız vasıtasıyla evladımıza tecavüz ederek +onları iğfal edecekler. Kadınlara diyorlar ki: “Bizim gaybden +haber veren şeytanımız hastalara şifa veren ifritimiz +kiliseye gitmek Meryem’e secde etmek lazımdır…” İşte bu +gibi ta’limat-ı Nasraniyye’den her ne lazım ise söyleyerek +bilahare tedavisine mübaşeret ederler. +Misyonerlerin tecrübeleri neticesi olarak diyanet-i İslamiyye +bu yol imiş. Bu suretle nisvanımızı iğfal edebilirlerse onlar +da evvelden [evlad-ı] müstakbelemizin maderleri olduğu cihetle +gayeye vusul kolaylaşır az zaman büyük muvaffakiyet +te’min olunması melhuz imiş! +Ey ulema-yı kiram! Kendinize veresetü’l-enbiya’ ünvanını +takınmak için herkesten evvel siz ihtimam ederseniz +Şeriat-i Garra-i Mutahhara’nın müdafaası dahi size vacibdir. +Artık bu gaflet bu cehaletten uyanınız bu üfürükçülüğün +hurmeti için fetva ısdar ediniz bunun yegane ilacı budur. +Bu Cenab-ı Vacibü’l-Vücud’a şirktir. Bu gibi bir fetva-yı +şer’i ile bu san’at-ı redieyi men’ ve o fetvayı gazeteler sütununda +ve risale şeklinde neşrediniz avam ve havas kaffesi +okusun görsün. Hükumete resmen tebliğ ederek men’ini +taleb ediniz. Hükumet-i İslamiyyenin vazifesi bu gibi mel’un +ve mel’uneleri men’ etmektir. +Bu suretle Din-i Mübin-i İslam üzerine açılmış muharebeyi +müdafaa etmek size vacibdir. Zannederiz ki hükumet +murad ederse bu şerire kadınları o san’at-ı rezileden men’ +etmek için bir çare bulur. Hiç olmazsa; “Herkesin ailece rahatını +o suretle mümkün olmadığı takdirde bunların men’i için ayrıca +hususi kanun vaz’ etmeli behemehal men’ ederek bu +fitne-i azime ve beliyye-i kebirenin önünü her halde almalı +her halde bunun çaresini arayıp bulmak hükumet-i İslamiyyenin +vazifesidir. +MİSYONERLER ÇALIŞMAKLA +Şa’banü’l-muazzam tarihli el-Alem refikımız böyle bir +ünvan ile “kanatır-ı hayriyye”den Ahmed Atyu imzasıyla +gönderilen bir mektubu neşrediyor. Aynen tercüme ediyoruz: +“Bu günlerde misyonerler bütün mevcudiyetleriyle Nasraniyet’i +neşretmek hususunda ellerinden gelen vesailin +her türlüsüne teşebbüs ederek her türlü fedakarlıktan geri +kalmıyorlar her ne lazım ise hepsine teşebbüs ediyorlar: +Mektepler hastahaneler açarak erkek ve kız çocuklarını +meccanen kabul ediyorlar; kitaplar risaleler gazeteler neşrederek +meccanen tevzi’ ediyorlar; tekkeler açarak fukara ve +eytam-ı müslimini iğfal etmek istiyorlar. Bunların hepsinden +esas maksadları Nasraniyet’i tervic olduğunu bilmeyen bir +müslüman yoktur. +Bunların o kadar mesailerine rağmen beri taraftan insanların +hakīkat ve basiret sahibleri muhtelif milletlerin ileri +gelenleri sürü sürü ihtida ederek Din-i Mübin-i İslam’ı kendi +hüsn-i ihtiyarlarıyla kabul ederek müşerref oluyorlar. İşte +size bu ay zarfında Din-i İslam ile müşerref olanların isimlerini +ta’dad edeyim: +Muhammed Bey Ragıb Mina a’yanından Ivaz Beğ Uryan +Beni Süveyf a’yanından Feylesof Muhammed Osman +Efendi İngiliz eşrafından Hazretü’l-vecihü’l-müfekkir Mehdi +Efendi İskenderiye a’yanından Bu zat daima; +diyor. +Ben bu satırları yazarken bir i’lam-ı şer’i okudum. Menuf +Mahkeme-i Şer’iyyesi hakimi huzurunda iki kadın Din-i İslam +biisinde alabildiğine kat’-ı merahıl ediyor. Evet bunda şübhe +yoktur; zira bu din din-i fıtridir.” +Darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının iş’arı üzerine +Harbiye Nezareti’nden Osmanlı Ajansı’na tebliğ edilmiştir: +Temmuz’un yedinci günü ale’s-sabah düşmanın +Mısrata’nın garb istikametine ve cebheye karşı tam +bir fırka kuvvetiyle başladığı harekat-ı taarruziyyesi mücahidinin +mukavemet-i şedidesiyle iki-üç kilometre sonra tevakkufa +uğradığı ve bu sırada sağ ve sol cenahda bulunan +mücahidinin düşmanın Mısrata ile muvasalasını kat’ ve +her taraftan taaruza kıyam eylemeleri üzerine ortada kalan +düşman kuvvetlerinin azim bir perişani içinde muhtelif istikametlere +firara başladıkları ve hurmalıklar içinde ta’kīb +olunarak birçok defa boğaz boğaza cereyan ve gündüz saat +dörde kadar devam eden muharebat ve ta’kībat neticesinde +meydanda külli telefat bırakarak mütebakīsinin canlarını +kurtarabildikleri ve mücahidinin hayli ganaim ve bu miyanda +bir de top esteri elde ettikleri ve işbu muharebede on beş +kadar şehid ile otuz küsur mecruh olduğu ve kuvve-i +ma’neviyyenin fevkalade bulunduğu ma’ruzdur. +§ Ahiren vukū’ bulan Mısrata muharebesinden sonra +hurmalıklar içinde yeniden cesedlerle eşya ve kuyulardan +palaska ve cebehane ihracına devam olunduğu ve ve +’ıncı Alaylar’la Zenci kıtaatından maada Üçüncü Alay’a +aid birçok cesed ve eşya dahi cem’ olunduğu ve bu muharebeye +üç alay ile Zenci taburlarının iştirak ettiği ve bu fırkanın +külli telefat vererek büyük bir perişaniye uğradığı ma’ruzdur. +Osmanlı Ajansı Piemonte +ve Caprera kruvazörleri Hudeyde’nin şimalinde bulunan +beyan ediyor. +Acaba ne için Roma tarikıyla? Böyle bir suale lüzum var +mı? Lord Kitchener kim olmuş bir İngiliz me’muru değil mi? +Elbette başka bir şey değil. Lord Kitchener’ı zihnimizde ne +kadar büyütecek olsak yine bir konsolostur. +Fakat Avrupa gazetelerinden bazıları bu babda başka +türlü mütalaalarda bulunuyorlar. Esasen Lord Kitchener gibi +ümera’-i askeriyyeden olan bir zatın bu suretle konsolosluk +vazifesini deruhde etmesine başka ma’nalar veriyorlar. Lord +Kitchener İtalya ve Trablusgarb muharebesiyle esasen alakadardır. +Mısır’a konsolos ta’yin olunması dahi aynı maksada +mebnidir. Devlet-i Aliyye’nin Mısır askerini Trablus’a +sevketmek fikrine meydan vermemeyi yahud Mısır tarikıyla +Osmanlı askerinin esliha ve mühimmatını geçirmemeyi… +daha konsolosluk vazifesini kabul ederken deruhde etmiş. +Böyle bir vazifeyi ifa ettikten sonra “Roma”ya Lord Kitchener’ın +misafir olmak hakkını haiz olacağı şübhesizdir. +Rusya Hükumeti İran’a her cihetten müdahale +etmeye karar vermiştir. İran’da teşkili mukarrer olan +Kazak Alayı kumandanlığını dahi Rus zabitanı uhdesine tevdi’ +etmek üzere İran hükumeti kabul etmiştir. Bunların da +vazifeleri kan dökmek olacaktır. +Herhangi gazeteyi ele alıp da bakacak olursak mutlaka +Fas Tunus mes’eleleri Sultan Abdülaziz ve Abdülhafiz isimleri +göze çarpar. +Bir zamanlar umum Mağribiler Abdülhafiz’a hüsn-i zan +ederek biraderi Abdülaziz aleyhine kıyamını istihsan etmişler +vatan ve milletin selameti uğrunda büyük büyük ümidleri +Abdülhafiz’a tevcih etmişlerdi. Hatta o derecede hüsn-i +zan ederlerdi ki; bu adamda yegane bir emel var ise o da +vatan ve millet-i İslamiyyenin selametine hizmet etmektir. +Kanlar dökülecek canlar feda olunacak vatan ve milletin +haysiyet ve namusunu layıkıyla müdafaa için lazım gelen +esbaba kemal-i ciddiyyetle teşebbüs olunacak zannolunuyordu. +Va esefa ki bu zanların da fasid olduğu çok sürmeyip +tahakkuk etti. Vatanın selameti uğrunda canını feda ederek +bir gün geldi Fransızların kucağına atıldı resmen Fransa +himayesini iltizam denaetini irtikab etti. +Fransızlar da milletine hıyanet eden Abdülhafiz’ı iğfal +ederek nail-i meram olduk zannetmişlerken Sultan Abdülhafiz’ı +elde etmekle memleketini dahi elde ettik zehabına +düşmüşlerken birden bire efkar-ı umumiyyede heyecan +başgösterdi. Umum Marakeş ahalisi silaha sarılarak memleket +ve vatanlarını düşman tasallutundan muhafazaya kıyam +ettiler her beldeye her türlü mihen ve mezahime göğüs +gerekek vatan uğrunda kanlarını canlarını feda etmeye +karar verdiler. Bunun üzerine Fransa hükumeti de anladı +ki Marakeş’e tasallut etmek için yalnız Wilhelm cenablarının +muvafakati ve Mulay Hafiz’ın rızası kafi değilmiş; belki +asıl memleket ve vatanın sahibleri olan milletin rızası lazım +keş’de Fransızlar da aynı haldedir. Ne canlar gitti ne paralar +sarf olundu. Fransızlar nedamet edecek dereceye gelmişler. +Halbuki sonraki pişmanlık faide vermez. Şimdi ızhar-ı acz +etmek de müşkil. Hülasa Arabların kuvve-i ma’neviyyelerini +Fransızlar şimdi anladılar pek büyük müşkilata duçar +olacaklarını tamamıyla keşfettiler. Abdülhafiz’dan başka vatanın +asıl sahibleri olduğunu ayne’l-yakīn müşahede ettiler. +Biz de Mağribi kardeşlerimize yalnız bir kelime tavsiye ederiz: +nass-ı celilini unutmayınız. +Evrak-ı resmiyyeden +tebeyyün ettiğine göre Rusya’nın Grodna vilayetinde +senesinde sarf olunan rakı krotke iki milyon +yüz bin ruble kıymetinde iken senesinde iki milyon beş +yüz bin rubleye çıkmıştır. +Rusya hükumeti şimdiye +kadar hep Rusların cehaletinden istifade etmekte idi. Bu +kere Rus askeri miyanında dahi laf anlar adamlar zuhur +edebileceği ümidi biraz açıldı. Bundan bir ay mukaddem +Rusya Karadeniz Donanması efradı miyanında bir iğtişaş +zuhur ederek taifeler amirale karşı muhalefet etmiş bilahare +efrad-ı bahriyyeden on kişi mahkeme kararıyla kurşuna dizilip +onu kalebend ve yüzlercesi de nefy olunmuştu. Şimdi +de asakir-i berriyye miyanında iğtişaş zuhur ederek yüzlerce +nefer itlaf olunduğu rivayet olunmaktadır. +Temmuz tarihiyle Rangoon’dan Darülhilafe matbuatına çekilen +telgraftır: Rangoon Cem’iyet-i İslamiyyesi Burma Hindistan +tini bu fevkalade müşkil zamandaki adem-i ittihadı büyük +bir zucret-i kalbiyye ile telakkī ediyor ve Devlet-i Osmaniyye +eylemeye da’vet eyler. Aynı zamanda bu uğurda sarf-ı nüfuz +etmesini Amiral … burada isim okunamamıştır’dan rica +eder. +Kalküta’da münteşir Hablü’l-Metin refikımızda okunduğuna +göre Hindistan’ın Lucknow beldesinde ictima’ +e­ +den Nedve-i İslamiyye Rusya’nın Meşhed-i Şerif’de yaptığı +tecavüzatı nazar-ı i’tibara alarak ber-vech-i ati mukarreratı +Rusya’nın Meşhed-i Şerif’de olan askerini geri çektirmek +Rusya askeri tarafından tahrib olunan mesacidin +ta’miri için hükumet-i mezkureye ihbar +Rebiul-ahir’in onbeşinci gününü Rus mezalimi hatıra-i +müellimesi olmak üzere bir yevm-i matem ittihaz ederek +müslümanlara o güne mahsus bir elbise ta’yini.. Bu mukarreratın +HADIS-İ ŞERIF +Bu hadis-i şerif ecille-i ruvat-ı ashabdan Ebu Hureyre +radıyallahü anhdan mervi olan Sahih-i Müslim hadislerindendir. +Mü’minlerin tabibü’l-kulubu olan Hazret-i Resul-i +Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem Efendimiz bize buyuruyor +ki: “Nefsimi yed-i kudretinde tutan Zat-ı Ecell ü A’la’ya +kasem ederim ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. +Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size bir şey +göstereyim mi ki siz onu yapınca sevişesiniz? Kendi aranızda +selamı ifşa ediniz.” +Bir bu hadis-i şerifi okuyorum bir de bu asırda yaşayan +müslümanların haline bakıyorum da ruh-ı İslam’dan +ne kadar uzaklaştığımıza hayretler ediyorum. Tealim-i nebeviyyenin +füyuz-ı necat-bahşasından kalblere isale-i hayat-ı +cavidani eden evamir-i nebeviyyeden bu kadar gafil olmasaydık +ruh-ı İslam’dan bu kadar bi-haber davranmasaydık +şübhesiz bugün mezelletin bu derekesine düşmezdik. İslam’ın +mecd-i sabıkı kılıçla kuvvetle hasıl olmuş diye vehm +edenlere karşı bu ve emsali evamir ve nevahi-i nebeviyyeden +daha parlak daha mukni’ burhan mı olur? Bir zamanlar +her müslümanın üssü’l-esas-ı akayidi iken bugün –hezaran +teessüfle söylüyorum– habaya-yı hakayık zümresine dahil +olan bu gibi desatir-i hikmet hangi kavmin mülk-i yemini +olur da kişver-i saadeti fethetmekte müşkilat çeker? Hangi +bahtiyar millet sevişmek düsturunu havass u avamına telkīn +eder de yine zeval ü izmihlal girivesine düşer? +Biz müslümanlar bugün +ayet-i kerimesini +münasebet düşsün düşmesin tilavet ediyoruz da +yine yekdiğerimizde gördüğümüz en ehemmiyetsiz taksiratı +tifade ederek birbirimizi tahkīr ve tezlil etmekle dem-güzar +oluyoruz. Teavün ve tenasur yerine birbirimize hasım olmayı +herbirimiz diğerinin hizlanına karşı la-kayd kalmayı +tehabb ü tevadd yerine de buğz nefret yarışına çıkmayı ikame +etmişiz. Hadi-i A’zam’ımızın Mukteda-yı Mükerrem’imizin +sözleri ise meydanda. Buna muttali’ olan zamane +müslümanlarının yüzlerini humret-i hacalet istila etmez mi? +Yüzlerce milyonlara baliğ olan ehl-i İslam’ın her yerde zelil +olması her iklimde ecanibin ayakları altında hakīr düşmesi +dini unutmaktan Peygamber-i Zi-şan’ın evamirine adem-i +Hepimiz; “Müslümanız” diyoruz. Da’va-yı imanda sadık +meş’ale-i hidayet gözümüzün önünde duruyor; birbirimizi +sevelim. Birbirimizi sevmek için evvel be-evvel tanışalım. +Her yerde müslümanlar ne halde imiş öğrenelim. Bir müslüman +bir müslümana rast geldiği vakit selamullahı diriğ etmeyelim +bir “es-selamü aleyküm” demeye üşenmeyelim. +Muhbir-i Sadık bu kelime-i tayyibenin iksir-i muhabbet +deva-yı acil-i salah u saadet olduğunu işte bize bildiriyor. +Ne garib körlüktür ki bugün “es-selamü aleyküm” gibi +muhatabımız hakkında selamet-i dareyni temenni ma’nasını +mutazammın olan bir kelime-i tayyibeyi ca-nişin-i ihtiram +olanlardan esirgiyoruz da ona bir inhina-yı teabbüd ikamesinden +sıkılmıyoruz! Ne acib bir dalalettir ki lafz-ı selam ile +yanımıza giren bir müslimi –tahkīr olundum zannıyla– bir +nazra-i işmi’zaz ile karşılıyoruz! Adab-ı İslamiyye o derecede +giriftar-ı gurbet olmuştur ki muhatabımız gücenmesin diye +selamullahı çok kere terkediyoruz da kalbini bir “bonjour” +veya “bonsoir” ile tatyib etmeyi evla görüyoruz! Cehalet +o kadar teammüm etmiştir ki selam veren kimseye karşı +redd-i selam farizasını icra “es-selamü aleyküm” diyerek +mukabele etmeyi bile aklımıza getiremiyoruz. Bizi bu çıkmaz +yollara sevkeden şey hep hüsn-i idareden mahrum bir +sevda-yı temeddün ile ihtiyar ettiğimiz taklid-i bi-ma’nadır. +Sahib ve Müdir-i Mes’ul: H. Eşref Edib +Anlayamıyorum; biz mukallid olacak olduktan sonra +celalet-i kadrine mü’min ve mülhid bütün akvam-ı cihan +şehadet eden bir Nebiyy-i Zi-şan’a neden taklid etmeyelim? +O Resul-i Mükerrem’e ki kemal-i tevazuundan hakīr ve +celil tanısın tanımasın her kime rast gelse selam verirdi ve +ümmetine de böyle emrederdi. Zira ifşa-yı selam esbab-ı ülfetin +başlangıcıdır isticlab-ı meveddetin miftahıdır. Zira lafz-ı +selam şeair-i İslamiyyedendir. Bu lafz-ı mübarek yalnız ehl-i +müslümanlar yekdiğerini tanır. Bir de lafz-ı selamın müeddası +bizatihi buğz u adavete fesad-ı zatü’l-beyne mani’dir. +Zira bir insan sevmediği bozuştuğu kimsenin saadet-mend +olmasını istemeyeceğinden bu dua-yı mübarekle muhatabı +–eğer ağzından çıkanı kulağı işitir makūleden ise– içindeki +hıkd u buğza bedel muhabbet doğar. Müslüman kardeşi için +olur. +SÜLEYMANIYE KÜRSÜSÜNDE +Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den +Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken +Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı? +Sizden elbette olur ruh-i Nebi da’vacı. +Ey cemaat uyanın! Yoksa hemen gün batacak. +Uyanın! Korkuyorum: Leyl-i nedamet çatacak. +Ne vapurlarla trenler sizi bidar etti; +Ne de toplar bu derin uykuya bir kar etti! +Sizi kim kaldıracak suru mu İsrafil’in? +Etmeyin... Memleketin hali fenalaştı... Gelin! +Gelin Allah için olsun ki zaman buhranlı; +Perdenin arkası –Mevla bilir amma– kanlı! +Siz ki son lem’a-i ümmidisiniz İslam’ın +Dayanın gayzına artık medeni akvamın! +Şimdilik sulha sebep ordunuzun kuvvetidir; +Bir de vaz’iyyet-i mülkiyyenizin kıymetidir. +Bu tezebzüble o kuvvet de fakat sarsılacak... +Çünkü isyanları bastırmaya me’mur ancak! +Ordu madam ki efradını milletten alır; +Milletin keşmekeşinden nasıl azade kalır? +Öyledir memleketin hali düzelmezse eğer +Kışlalar evlere asker de ahaliye döner! +Durmasın sonra kazan kaldıradursun ordu... +Düşmanın safları çiğner bu mukaddes yurdu! +Enbiya yurdu bu toprak; şüheda burcu bu yer; +Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer! +Dışı baştanbaşa bir nesl-i kerimin yadı; +Öyle meşbu’-i şehadet ki bu öksüz toprak: +Fışkıran otları bir sıksa adam kan çıkacak! +Böyle bir yurdu elinden çıkaran nesl-i sefil +Yerin üstünde muhakkar yerin altında rezil! +Hem vatan gitti mi yoktur size bir başka vatan; +Çünkü mirasyedi sail kovulur her kapıdan! +Göçebeyken koca bir devlete kurmuş bünyad... +Çerge halinde mi görsün sizi kalkıp ecdad? +“Çerge halinde...” dedim... Korkarım ondan da tebah: +Saltanat devrilecek olsa iyazen-billah +Öyle iğrenç olacak akıbetin manzarası +Ki tasavvur bile vicdanlar için yüz karası! +Azıcık bilmek için kadrini istiklalin +Bakınız çehre-i meş’umuna izmihlalin: +Yarılıp sanki zemin uğrayıvermiş yer yer +Bin sefil ordu ki efradı bütün aileler. +Hepsi aç bir paralar yok kadın erkek çıplak; +Sokağın ortası ev kaldırımın sırtı yatak! +Geziyor çiğneyerek bunları yüzlerce köpek; +Satılık cevher-i namus arıyor: Kar edecek! +Sen işin yoksa namaz kılmak için mescid ara... +Kimi cami’lerin artık kocaman bir opera; +Kiminin göğsüne haç boynuna takmışlar çan; +Kimi olmuş balo vermek için a’la meydan! +Vuruyor bando şu karşımda duran minberde; +O sizin secdeye baş koyduğunuz mermerde +Dişi erkek bir alay boklu ayak dans ediyor... +Avlu baştan başa binlerce dilenciyle dolu: +Eski sahipleri mülkün kapamışlar da yolu +El açıp yalvarıyorlar yeni sahiplerine +Bu sizin ağlamanız benzedi bir digerine: +Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara +Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara +Tırmanır bir kayanın sırtına etrafa bakar. +Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar +Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür! +Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür +Der ki: “Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla... +Şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla!” +TA’LIM VE TERBIYEDE ÜSSÜ’L-ESAS +Avrupa ulum-ı ictimaiyye mütehassıslarının eserlerine +kamusü’l-ulumlarına bakılırsa avamil-i ictimaiyye ve müessirat-ı +milliyye olmak üzere vahdet-i ırk vahdet-i lisan ve +mekan ve –esaslanmış kadim bir– iştirak-i menafi’ terkibleri +görülür. +Şimdi bu müessiratı –umumi bir nazarla– hey’et-i ictimaiyye-i +vahdet-i lisan ve mekan ne de öyle –esaslanmış kadim bir– +lümanların amil-i cem’iyyeti ve nazım-ı milliyyeti olmaktan +pek uzak bulunduğuna bila-tereddüd hükmedebiliriz. +O halde bizim düstur-ı ictimai ve millimiz nedir? Şübhesiz +hepsinin fevkınde sehhar bir amil-i cem’iyyet füsunkar bir +müessir-i milliyyet bir nazım-ı hayat-ı medeniyyettir. +Evet bizim mürebbi-i fikr ü vicdanımız nazım-ı cem’iyyetimiz +ruh-ı vahdetimiz cazibe-i ittihadımız mazimiz halimiz +ebedi hayat-ı istikbalimiz odur. +Bakınız aksa-yı Şark’tan münteha-yı Garb’a kadar Çin’­ +de Sumatra Cezayir-i Müctemiası’nda Hindistan’da Türkistan’da +Arabistan’da Acemistan’da Asya-yı Suğra’da +Av­ +rupa’da Afrika’da binlerce ırkları lisanları –tevhide tenezzül +etmeksizin– nasıl agūş-ı vefa-penahına almış! Nasıl +ruhen yekpare bir kitle-i ma’neviyye-i tevhid vücuda getirmiş! +Hepsinin Allah’ı bir Peygamber’i bir Kitab’ı bir Kıblegah’ı +bir. İnsanlara –İslamiyet’ten başka– bu derece hürriyet-i +vicdan serbesti-i hayat veren bir din bir kanun bir +amil-i cem’iyyet bir müessir-i milliyyet varsa gösterilsin! +Trablusgarb’da Arabları Türkleri Kürdleri Çerkesleri +Arnavudları Boşnakları ilh. el ele verdirir vicdanlarını +ruhlarını mezc ederek müdhiş bir düşmana karşı –istihkar-ı +hayat istihfaf-ı mevt ettirerek– saldırır. Fikdan-ı vesaitla beraber +la-yenkatı’ şanlı bir silsile-i muzafferiyyet içinde yaşatır +ve bütün cihan-ı insaniyyeti velehlere hayretlere düşürür. +Ta aksa-yı Şark’tan Çin’in köhne surları üzerinden elli +milyonluk bir kitle-i tevhidin kalbini coşturur. +Çin ehl-i İslam’ının kalbi Osmanlı müslümanlarındadır. +Zümre-i tevhidi gulgule-i ittihadıyla ufuklarımızı +sarstırır kalblerimizi sürur ve heyecanlar içinde gaşy +ettirir. +Nerede vahdet-i ırk vahdet-i lisan ve mekan? Hani ya +emel. +Nazar-ı idrak ve irfanları maddiyat ve tabiiyyat içinde +boğulup kalmış olan Avrupa filozofları bu ma-fevka’t-tabia +bu ruhi ve lahuti amil-i cem’iyyete bu füsunkar müessir-i +milliyyete bir türlü akıl erdiremezler şaşıp da kalırlarsa yeri +vardır! +“Bir öyle Melik’e ey esiran! +Hürriyetim olmasın mı kurban?” +Madem ki hey’et-i ictimaiyyemizin ruh-ı milliyyeti İslamiyet’tir +evlad terbiye ve ta’liminde üssü’l-esas olan ancak ve +ancak odur. +Hayatımızı cem’iyet-i İslamiyyeye medyun değil miyiz? +O sayede yaşamıyor muyuz? Evladlarımız da o muhterem +cem’iyetindir. Çünkü onlar varis-i hayatımız hayat-ı diniyye +ve milliyyemizdir. Onlar müstakbel cem’iyet-i İslamiyyedir. +Terbiye-i evlad emr-i mühimminde her mü’min için ittihazı +farz-ı ayn olan üssü’l-esas: +“ Ey mü’minler! Hitab-ı ulvi –hazır gaib– kıyamete +kadar bütün ehl-i imana şamildir. Evladlarınızı üç +haslet-i celile üssü’l-esası üzerine te’dib ve terbiye ediniz. +Birincisi Nebiyy-i Zi-şanınız’a alehissalatü vesselam muhabbet +evladdan ziyade sevmek.” Düşününüz ki Allah; +“ Sultan-ı Kişver-i Nübüvvet ve Risalet +hakīkī mü’minlere öz canlarından daha kıymetli daha sevgilidir. +Uğrunda feda-yı hayatta zerre kadar bile tereddüd +etmezler. Ve bunu kendileri için en ulvi bir şeref en büyük +bir bahtiyarlık bilirler.” Sure-i Celile-i Ahzab buyuruyor. +Bu muhabbete ihtiyac bende değil sizdedir. O muhabbet +hayat-ı cem’iyyetinizin –tevhid-i ilahiden sonra– en +metin en la-yetezelzel istinadgahıdır. +“ Sevgili Resulüm! Onlara söyle: Sizi sebilü’r-reşad-ı +tevhide irşadıma mukabil hiçbir ecr ü mükafat +bumdur. Çünkü emr-i ilahi mukteza-yı münifidir.” ferman-ı +Samedanisi’ni der-hatır ediniz. +Üçüncüsü Kur’an-ı Kerim ’i güzelce okumak ve –mümkün +olduğu kadar– hıfzına çalışmak. Çünkü sizin habl-i +metin-i i’tisam ve ittihadınızdır. Sizin faslü’l-hitab-ı nizaınız +odur. O size –vasıta-i risaletimle– Allah’ın emanet-i kübrasıdır +kanun-ı len-yetegayyeridir. Cami’-i Sağīr +“ Çocuğa yedinci +yaşında namaz kılmayı öğretiniz! Zinhar haline bırakmayınız! +Hatta –icab ederse– kulağını çekiniz! Tokatlayınız!” Namaz +dinin direğidir. Hayat-ı cem’iyyetinizin esasıdır. Çünkü +en müessir vasıta-i ictima’dır. Uhuvvet-i ictimaiyyeniz diniyye +ve milliyyeniz bütün saadetiniz ancak namazla kaimdir. +Keza Cami’-i Sağīr + +---- +HIFZUSSIHHAYA DAIR +---- + +Hıfzussıhha ancak son senelerde pek ziyade mazhar-ı terakkī +olmuş bir fendir. Birçok müdhiş hastalıkların esbab-ı +zuhur ve intişarına dair vukū’ bulan keşfiyat-ı ahire hıfzussıhha +kavaidinin lüzum ve ehemmiyetini bir kat daha artırmıştır. +Sıhhatinin muhtel olmamasını istemeyecek bir kimse tasavvur +edilemez. Cihanda sıhhat kadar bir ni’met zindegi +kadar bir saadet olabilir mi? Fakat hasta olmamayı istediğimiz +halde sıhhatin muhafazası için iktiza eden tedabirin +tatbikında şayan-ı hayret tekasül gösteriyoruz. Hatta bu +husustaki lakaydi hayatı tehlikeye düşürecek kadar korkunç +netayic tevlid ettiği halde yine i’tiyadat-ı muzırradan kendimizi +kurtaramıyoruz. +Bu husustaki lakaydi kısmen cehaletten kısmen de ha­ +yat-ı muntazama ile adem-i i’tilaftan ileri gelmekte olduğu +şübhesizdir. +Sıhhatin kıymetini takdir ederek muhafazasına ne yolda +çalışmak icab edeceğini anlamak için hayatımızın gayr-i +mer’i ve pek müdhiş düşman orduları tarafından ne suretle +tehdid edildiklerini öğrenmek iktiza eder. +Muhafaza-i sıhhat hususunda gösterilecek lakaydinin ne +kadar vahim netayic tevlid edeceğini bir kanaat-i tamme ile +takdir etmek lazım gelir. +müdhişeye karşı bedenimizi ne suretle vikaye edeceğimizi +bize öğretecektir. +Hıfzussıhha fenninin ehemmiyeti cidden takdir edilen +memleketlerde kavanin-i sıhhiyyeye riayet sayesinde her +sene nüfusca vukū’ bulan telefat mikdarının bi’n-nisbe tenakus +ettiği müzmin ve sari hastalıkların mümkün mertebe +önü alındığı istatistiklerle sabit olmuş bir hakīkattir. +sıyla nakilleri sokakların genişlettirilerek havadar ve temiz +bir hale getirilmesi mikrop yuvası olan eski viranelerin ortadan +kaldırılması su birikintilerinin bataklıkların kurutulması +çarşı ve pazarların tanzifatına riayet edilmesi emraz-ı sariyyeye +karşı tathir ve ta’kīm usullerinin muntazaman tatbiki +sayesinde Avrupa’nın vaktiyle birçok sari hastalıkların menba’-ı +olanların adedi günden güne azalmakta olduğu belediyelerin +neşrettikleri cedvellere müracaatla pek güzel anlaşılabilir. +Hükumetlerin mesaisine her sınıf efrad-ı millet tarafından +sunda herkes kendine teveccüh eden vezaifi hakkıyla ifaya +çalışırsa hasıl olacak netice bit-tabi’ daha ziyade parlak ve +daha ziyade mucib-i memnuniyyet olur. +Kolera veba… gibi emraz-ı sariyyenin Garb’dan ziyade +Şark’ta Avrupa’dan çok Asya’da tahribat ika’ etmesi +Garblıların hıfzussıhha kavaninine fart-ı riayetlerinden ve +Şarklıların ise bilakis bu hususta büsbütün atıl ve bi-kayd +kalmalarından başka bir şeye haml edilemez. +Tedabir-i sıhhıyyeye i’tina edebilmek için zengin olmaya +lüzum yoktur. Kavaid-i sıhhıyyenin tatbiki her zaman para +sarfına ihtiyac göstermez. +hükm-i celilinin +etmek daima muayyen zamanlarda yemek yemek +beden idmanlarına devam etmek saf ve ceyyid hava teneffüsüne +çalışmak pislikten nefret etmek nezafete i’tina +göstermek gibi şeyler pek de para sarfına ihtiyac göstermez +zannederim. +Maamafih bilahare hastalığın müdhiş pençesi altında +kıvranarak avuç dolusu doktor ve ecza parası te’diyesine +mecbur kalmaktan ise bahşayiş-i Rabbani olan +sıhhatin muhafazasına i’tina göstermek bu uğurda az-çok +masraftan çekinmemek daha ma’kūl bir hareket olmaz mı? +Bir tarlaya atılan tohumlardan bazılarının pek güzel neşv +ü nema buldukları halde diğer bazılarının filiz vermeden çürüyüp +mahvoldukları herkesin bildiği bir şeydir. Keyfiyet-i +zer’de hiçbir fark olmadığı halde tohumlardan bazılarının +mahvolmuş olmasından veyahud arazinin o kısımları tohumun +Beden de hastalık tohumlarına karşı aynıyle böyle bir +tarlaya müşabihdir. Aynı şerait dahilinde ve aynı muhit içinde +bulunan iki şahıstan birisi bir hastalığa duçar olduğu halde +diğerinin sıhhatine asla halel tari olmadığı ekseriya müşahede +olunan ahvaldendir. Mesela yağmura tutularak iyice +romatizma gibi bir hastalığa yakalandığı halde arkadaşına +asla bir şey olmaz. Birinci şahıs hastalığın merhametsiz ıztırabatı +altında kıvranır dururken ikincisi sapasağlam gezer +dolaşır. Aynı bir şehirde yaşayan insanlardan bazıları havayı +suyu sokakları meskenleri… istila etmiş olan uzviyat-ı +hurde-biniyyenin mikrop denilen düşmanların te’siratıyla +ağır ve tehlikeli hastalıklara uğradıkları halde diğer büyük +bir kısmının bu gayr-i mer’i düşman alaylarının istilasından +masun kaldıklarını biliyoruz. +Hatta aynı bir hastalık eşhasa nazaran vahametçe muhtelif +tezahürat gösteriyor. Aynı maraza duçar olan iki şahıstan +biri hastalığı ehemmiyetsizce geçirebildiği halde diğeri +tehlikeli safhalara ma’ruz kalıyor. +Acaba niçin? Bazı kimselerin bedeni tehlikeli hastalıklara +neden daha ziyade müstaid bulunuyor? Bu isti’dad-ı marazi +neden neş’et ediyor? +Hastalıklara karşı vücudu techiz ve takviye etmek mümkün +müdür? Bütün bu suallere hıfzussıhha pek sade bir cevap +veriyor: Her şahıs kendi i’tiyadatı kendi tarz-ı hayatıyla +bedenini bir takım hastalıkların zuhur ve inkişafına müstaid +bir hale getirir. Yine bu sebebden aynı bir hastalığa bir şahıs +daha kolay yakalanabilir. Maraz bu şahsın bedeninde daha +çabuk devre-i vahamete girer. Çünkü bu şahsın tarz-ı hayatı +vücudunu zaif düşürmüş hastalığın istilasına mukavemet +edemeyecek bir hale getirmiştir. +Uzun müddet mülevves ve mahsur bir hava teneffüs etmek +bedeni temrinlerden idmanlardan mahrum bırakmak +vücudun muhtac olduğu gıdayı verememek fena bir surette +tegaddi etmek iş ü işrete fart-ı sefahete mübtela olmak gibi +ahval bedeni hastalıklara müstaid bir hale getirecek başlıca +sebeblerdir. +Halbuki hıfzussıhha kavaidine riayet edilerek echize-i +bedeniyye takviye deveran-ı dem teneffüs hareket ve +hazm gibi ef’al-i hayatiyyenin suret-i muntazamada devamları +te’min edilirse beden hastalıklara karşı akīm ve gayr-i +müsaid bir hale getirilmiş olur. +Beşeriyeti tahrib eden hastalıklardan bir çoğunun sebebi +bugün tamamıyle anlaşılabilmiştir. Fena ve mülevves sular +ğu kat’iyyen ma’lum bir keyfiyettir. +Durgun sular veya bataklıklar civarında yaşayan insanların +ekseriya humma-yı munkatıaya uğradıklarına herkes +dikkat edebilir. +Terli terli soğuk su içilecek olursa ekseriya mühlik bir +konjestiyona uğranıldığını avam-ı nas bile anlamıştır. Tafsilat-ı +ma’ruza gösteriyor ki bir takım tedabir-i ihtiyatıyyeye +fart-ı riayet sayesinde hastalıkların istilasına karşı vücudumuzu +mümkün mertebe muhafaza ve takviye etmek taht-ı +talığının önü alındığını biliyoruz. +Nezafete riayet göstermek elbiseleri me’kulat ve meşrubatı +temiz tutmak haneleri havadar ve güneşe ma’ruz bir +halde inşa etmek şehirlerin sokaklarını genişletmek çarşı ve +pazarları daima tathir etmek sayesinde veba ve kolera gibi +sari hastalıkların müdhiş afetlerin daire-i tahribatı pek ziyade +küçüldüğü istatistiklere müracaat etmeye bile lüzum göstermeyecek +kadar aşikar bir keyfiyettir. Bedeni hastalıklara +karşı mücehhez ve mukavemetli bir hale getirecek tedabirin +tatbikıyla vazife bitmiş olmaz. Herşeyden evvel ruh ve bedeni +tekamül ettirmek hayattan mümkün olduğu kadar çok +Hıfzussıhha ruh ve bedeni tekamül ettirecek emraz-ı +müdhişeye karşı lazım gelen tedabiri öğretecek bir fendir. +Bu fennin ahkam-ı vesayası o kadar karışık değildir. Fakat +bu sade ahkamın tatbikinde gösterilecek terahi ve tekasül +vahim neticeler verir. Çünkü akciğerler kalb ev’iye-i demeviyye +cild izam adalat a’sab havas ve dimağ gibi a’za-yı +bedenin tekamülü muhafaza-i sıhhati ahkam-ı mezkurenin +suret-i muntazama ve daimede tatbikine vabestedir. + +---- +AFGANISTAN +---- + +Altıncı Fasıl +Bedahşan’a Vürudum Esnasındaki Vekayi’ +sene +Hoçend’de üç gün daha oturduktan sonra Oratepe’ye +müteveccihen yola çıktık. Hin-i hareketimizde bir adama +dört bin rupiye verip Mir Cihandar Şah’ın Hokand’da +bulunan oğullarına gönderdim ve; +– Ben Oratepe’ye gidiyorum. Siz haber-i ahire kadar +Hokand’da oturun diye haber yolladım. +Erbab-ı mütalaa tahattur eder ki; Mir Cihandar Şah +kayınpederim olup Şir Ali Han tarafından ihrac edilmiş ve +şimdi kendilerine para yolladığım oğulları tarafından katlolunmuştu. +Ruslar bu peder katillerini tutup habsetmişler ve +benim tavassutum üzerine üç yıl sonra mahbesten salıvermişlerdi. +Hareketimizin akşamı Timab’a vasıl olduk. Yollar +çamur hava bozuk idi. Timab’da kimseyi tanımadığım için +bir dükkancıya müracaatla; +– İslam rüesasından biriyim; beni kabul edin dedim. +Kemal-i şefkatle kabul ve ikişer ikişer bizi evlerine misafir ettiler. +Gece toplanıp epeyce dertleştik. Sabahleyin –yol azığı +olmak üzere– ekmek ve nevale getirip verdiler. +hil olduk. Oradaki Hindular beni kendi kervansaraylarına +da’vet ettiler. Sair tacirler de bu teklifte bulundular. Hiçbirini +kırmamak için arkadaşlarımdan bazılarını bunların kervansaraylarına +gönderdim. Kendim de tanıdığım bir tacirin +–da’vet ve ısrarı üzerine– evine gitmeye mecbur oldum. +Burada amca-zadelerime bir mektup yazıp; “Belh’e gidin; +Taşkend’deki ta’limatım mucebince hareket edin” dedim. +On iki gün Oratepe’de ikamet ve bazı hil’at ile levazım-ı +saire iştira ederek Oçi Geçidi’ne müteveccihen yola çıktım. +Yolumuz bir dağdan geçiyordu ki Semerkand’dan gelenler +mutlaka buradan geçmeye mecbur bulunuyordu. Halbuki +geçit o esnada kardan kapalı idi. Tefrik ettiği dağ ise +uzaktan büyük bir yumurta gibi bembeyaz duruyordu. Ben +bu geçitten geçip Bedahşan’a gidecektim. +Geçit başına gelince ne kadar dik ve sa’bu’l-mürur olduğunu +görmekle beraber mütevekkilen alallah tırmanmaya +rüzgar esmeye soğuk fevkalade surette artmaya kar ise +dizlerimize kadar çıkmaya başladı. Atlarımızı önümüze katıp +kuyruklarından tutarak ilerliyorduk. Bir fersah kadar mesafe +kat’ etmiştik ki arkadaşlarım soğuğun şiddetinden muztar +kaldılar. Kendilerini tesliye ettim. Fakat birkaç danesi kar üstüne +düşünce müezzine ezan okumasını söyledim. +Yedi defa ezan okunmuştu ki rüzgar durdu soğuk şiddeti +de kesildi. İ’tikadımız saf olduğu için Cenab-ı Hak şu +suretle bize necat verdi. +Atımın kuyruğundan tuttuğum halde ilerliyor ve omuzlarım +yerinden çıkıyor sanıyordum. Yüz nefer arkadaşımızdan +ancak on kişi ile ben zirve-i cebele vasıl olabildik. +O kadar kuvvetten düşmüştüm ki ayaklarım yürüyemiyordu. +Kar üzerine oturup sürüne sürüne aşağıya inmeye +başladım. Arkadaşlardan beşi önümde gidiyordu. +Dağın öbür tarafına indiğimde ora ahalisinden üç yüz +kadarının odunlar ile hazır bulunduklarını gördüm. Hemen +ateş yaktırıp ısındım. Bizi evlerine götürüp misafir ettiler ve +kadaşlarımı getirdiler. Güneş doğarken kal’aya vasıl olduk. +O derece hasta idim ki beni attan indirip yatağa yatırdılar. +Gurub-ı şemse kadar uyumuşum. Uyandığım vakit her tarafım +ağrıyordu. Güç ile kımıldanabiliyordum. +Kal’a ahalisinden beherine bir ve reislerinden her birine +de beş aded eşrefi verip gönüllerini aldım. +On gün bu kal’ada oturup istirahat ettik. Bütün arkadaşlarım +da kesb-i afiyyet eyledi. Ba’dehu buradan Hisar’a gitmek +mümkün olup olmadığını sordum. “Yol üzerinde dört +büyük dağ vardır.” dediler. Binaenaleyh Semerkand tarafından +gitmeye karar verdim. Çünkü o yolda Telkar isminde +yalnız bir dağ vardı. Fakat sa’bu’l-mürur on noktadan geçmek +lazım geliyordu. +Hele Cennet denilen nokta hakkında; “Sırat Köprüsü gibidir +ki üzerinden ka’r-ı Cehennem’e düşmek muhtemeldir. +Cehennem’de ateş bu Cennet’te ise kar ve buz olmaktan +başka fark yoktur” deniliyordu. +Ne ise birçok zahmet ve meşakkat çekerek bu noktalardan +geçtik. İki gece Pençkend kal’alarında istirahati müteakıb +Karadaş ve Mağyan’a gidip iki gün oturduk. +Vaktiyle alem-i ma’nada Hace Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini +görmüş ve “Muazzez evladım! Türbemdeki büyük +sancağı alıp Afganistan’a gittiğin vakit beraber götür. Sana +feth u nusret hasıl olacaktır” emrini telakkī etmişim ve bu +emir üzerine türbedeki sancağı yanıma almıştım. +Burada iki koyun kurban ederek fukaraya dağıttıktan +sonra sancağı açıp Şehr-i Sebz’e müteveccihen yola çıktım +ve Cevz namındaki kal’aya vasıl oldum. Kal’anın hakimi +beni istikbal ve kabul etmedi. Çünkü Buhara emiri “Abdurrahman +Han Rusya hükumeti nezdinden firar etmiştir. Onu +kabul ve kimsenin kendisine erzak satmasına müsaade etmeyin” +mealinde bir emirname göndermişti. +Zavallı hakim “Benim gavur padişahımın yani Buhara +emirinin verdiği emir mucebince sizden tebaüde mecburum” +diye haber yolladı. +– Merak etmeyin. Cenab-ı Hudavendigar bize nasır ve +mededkardır cevabını verdim. +Kal’a ahalisi yanımıza sokulmadıkları gibi bizi de +yanlarına uğratmıyorlardı. Mescidi menzil ittihaz ederek arkadaşlarıma; +– Nehir kenarındaki karı süpürüp atları oraya bağlayın +dedim ve ba’dehu mescidin damına çıkıp; +– Ey ahali! Eğer hüsn-i rızanızla bize erzak satarsanız +memnun olurum. Aksi takdirde cebren almaya mecbur olacağım +Bunun için mukateleye de hazırım. Madem ki her +riş edersek daha iyi olur diye seslendikten sonra rufekaya +kal’aya hücum emrini verdim. +Ahali bunu görünce ellerinde Kur’an-ı Kerim olduğu +halde çıkıp rica ve niyaza başladılar ve; +– Biz ceddiniz Emir Dost Muhammed Han-ı merhumun +hayr-hahanındanız. Onun hafidine de hizmet etmek ister +bize lüzumu olan şeyleri getirip sattılar. +Tahirü’l-Mevlevi +MEV’IZA +Müslüman kardeşler! +Cenab-ı Hak bu ayet-i kerimesinde bizlere hitaben buyuruyor +ki: “Ey benim mü’min kullarım! Sizler Allah’ın +Peygamber’inin size hayat verecek sizi dünya ve ahirette +saadete erdirecek olan da’vetlerine icabet ediniz! Yaşamak +mevcudiyet-i milliyyenizi ilelebed muhafaza etmek bütün +milletler fevkınde bir hayat geçirmek isterseniz –yaşamak +kanundan çizmiş olduğu tarik-ı müstakīmden ayrılmayın! +Eğer o kanundan inhiraf ederseniz mutlaka mevte mahkumsunuz!...” +Bize hayat verecek bizi saadet-i ebediyyeye erdirecek +olan şeyler neden ibaret olduğunu söylemezden mukaddem +bir kere halimizi tedkīk ve neticede zuhur edecek olan maraza +göre ilac tertib etmek lazımdır. +Müslüman kardeşlerim; +Eğer bugünkü müslümanların halini geçirmekte oldukları +felaketli dakīkaları tedkīk edecek olursak göreceğiz ki: +Bugünkü müslümanların hal-i esef-iştimali müslümanların +bidayeten bulundukları mahuf müdhiş hale pek ziyade +benziyor. +Çünkü +hadis-i şerifi muktezasınca +cede zaif idiyse şimdi de aynı kisveyi iktisab eylemiştir İslamlar +her yerde zillet ü meskenet içinde her yerde mağdur +mazlum hukūk-ı meşruaları ayaklar altında pa-mal oluyor. +Herhangi memlekette bulunan müslümanların haline atf-ı +nazar edecek olursak müşahede edeceğimiz hallere karşı +hüngür hüngür ağlamamak kabil değildir. +Fakat İslam’ın bulunduğu mevki’ ne kadar elim olursa +olsun biz yine me’yus olmayacağız; zira ye’s insanları +ataletten başka bir şeye sevketmez! Allah buyuruyor ki: +Bu kadar va’d-i ilahiye karşı istikbalden +ümidimizi kesip de ellerimizi göğsümüze koyarak; “Ne yapalım +kader böyle imiş” diye miskin miskin durmak Allah’ın +rahmetinden ümid kesmekten başka nedir? +Bazı kimseler görüyoruz ki; +hadis-i şerifiyle +binaenaleyh İslam’ın terakkīsi için çalışmak beyhudedir..” +diyorlar. Acaba bu doğru mu? Hayır; böyle söylemek azim +cinayettir Allah ve resulüne iftiradan başka bir şey değildir. +Zira pek çok ayat-ı kerime ve ehadis-i nebeviyye gibi bu +hadisin maba’di olan; +rivayeti de gösteriyor ki İslam bir zaman zaif düştükten sonra +yine evvelki izzet ve mecdini bulacak yine bir gün gelip +de bütün cihana karşı meydan okuyacaktır. Onun içindir ki +bu zaif zamanında eski satvet ve şevketini iadeye çalışanları +Cenab-ı Peygamber Efendimiz tebrik ve müjde ile tebşir +ediyor. +Şimdi düşünelim; İslamları bidayeten bulundukları za’fiyetten +kurtaran ne idi? Gerçi onların hali ile bizimki bir +değildir. Zira onlarda za’fiyet yalnız adeden pek mahdud +olmalarından ileri gelmiştir. Biz ise adeden üç yüz elli milyondan +fazlayız. Fakat ne çare ki hakīkatte yine onlar kadar +kuvvetimiz yoktur. Çünkü sellerin getirip de oraya buraya +dağıttığı çörçöp gibi dağılmışız. Bila-tevakkuf diyeceğiz ki +kavaid-i Kur’an iyyeye hakkıyla tebeiyyet! +Onlar; +gibi ayat-ı Kur’an +reket ittihaz ederek yorulmak bilmez bir azim ile çalıştılar. +Çok geçmeden +gibi +nusus-ı Kur’an iyyenin sırrı zahir oldu. Bir hizb-i kalil olan +küre-i arzın en hücra köşlerine varıncaya kadar rekzeylediler. +Bütün dünyayı zalam-ı cehaletten kurtardılar. +Yalnız Endülüs’de Bağdad’da… İslamların asar-ı medeniyyesi +olarak binlerce medreseler zuafa ve mesakin için +–ücretsiz olarak– binlerce hastahaneler hanlar hamamlar +vücuda getirildi. O zamana kadar vahşet cinnet cehalet +eden bu şems-i hakīkat sayesinde gözlerini açarak o zamana +kadar ne vahim bir hal içinde bulunduklarını anladılar. +Endülüs Bağdad medreselerine atıldılar; orada gördükleri +tahsil ile memleketlerini vahşetten cehaletten ulum ve +maarife karşı olan husumetten tahlisa çalıştılar ve muvaffak +da oldular. +Fakat va esefa ki İslamlar gittikçe Kur’an’ın ahkamından +uzaklaşmakta başta olanlar kendi hevesat-ı nefsaniyyesine +tabi’ olarak ittihad ve ittifak kaidelerini uhuvvet müsavat +teavün ve adalet esaslarını arkaya attılar; birbirleriyle saltanat +gavgasına düşerek yekdiğerinin gözünü oymaya kalkıştılar +manlar arasında zuhur eden nifak u şikak sebebiyle –İspanyol +vahşilerinin yed-i zalimanelerine geçerek milyonlarca +külhanlarda ihrak edildi binlerce cami’ler de hayvan ahırı +oldu. O zamandan i’tibaren İslamlar tedenni Avrupalılar terakkī +etmeye başladılar. O kadar ki onlar terakkī hususunda +bir karış ileri gittilerse biz mutlaka bir arşın geride kaldık. +Nihayet şimdi müşahede edilen hal-i esef-iştimale geldik. +Müşlüman kardeşler! +Evvelce olduğu gibi şimdi de bizi bu halden kurtaracak +olan Kur’an ’dır. Ölmüş mahvolmuş olan millet-i İslamiyyeye +taze taze hayat bahşedecek onun mevcudiyet-i milliyyesini +muhafaza edecek olan Kur’an ’dır ahkam-ı İslamiyyeye +tebeiyyettir. +Kur’an diyor ki: Bir millet yaşamak mevcudiyetini göstermek +zillet ve meskenetten kurtulmak isterse ittihad ve +uzatmak lazımdır. Uhuvvet biliyorsunuz ki kardeşliktir. İki +öz hakīkī kardeş birbirlerine nasıl muamele ederse İslamlar +da yekdiğerine karşı aynı muameleyi yapmak lazımdır. +Sonra bir de; +emr-i ilahisi mucebince teavün +lazımdır. Acaba teavün ne gibi şeylerdir? Şimdi de onu bilelim +ki ona göre muavenette bulunalım! +Mü’min kardeşlerim! Teavünün pek çok aksamı vardır: +Ez-cümle tahsil-i ilm kesb [ü] ticaret şirketler teşkil etmek +teavün cümlesindendir. +“Cehl ile İslamiyet ilim ile Nasraniyet payidar olmaz” +kelamı ne büyük bir hakīkattir. +Din-i İslam nida ediyor sayahat-i şedide ile feryad edip +çağırıyor ki: Bilenler ile bilmeyenler bir değildir. Beni yaşatmak +bende gizli olan esrar ve hakayıka vakıf olmak için +mutlaka tahsil-i ulum ü fünun etmeniz lazımdır. Eğer ilmi +mehcur cehli ihtiyar ederseniz o zamandan i’tibaren ben +size elveda’ derim. Siz de düşmanlarınızın esaret boyunduruğu +altında inlersiniz! + + + + + + +Din kardeşlerim! +Dikkat ediyor musunuz? Şu ayat-ı kerime ve ehadis-i +nebeviyyeler Din-i Celil-i İslam’ın ne büyük bir kanununa +ne kat’i bir düsturuna terceman oluyorlar?! Evet! Bilenler +de bilmeyenler ise felaket uçurumlarının kenarlarına yaklaşmaktadırlar +ki buna bütün milletlerin hali şehadet eder. +Hiçbir devlet yoktur ki: Cehl ile payidar olsun! +Sonra kesb ü ticaret… Evet! Bir milleti teşkil eden efrad +ne nisbette gayur çalışkan azminde sebat ederse o millet +de o nisbette mes’ud daimi bir hayat geçirebilir. Eğer bir +milletin efradı tenbel atıl azimsiz sebatsız olursa o milletin +Allah belasını vermiş demektir. Artık o milletten hayat namına +birşeyler beklenilmemelidir. +Kesb ü ticaret de teavün cümlesinde dahil binaenaleyh +milletin terakkīsine hadimdir. Çünkü kesb ü ticaret eden +maişetini tedarik eylediğinden hayatı cem’iyete bar olmadıktan +başka diğerlerinin de havaicini husule getirdiği veya +teshil eylediği cihetle cem’iyete yardım etmiş olur. +Bakınız Mülteka Şarihi Damad merhum kesb faslında +ne diyor: Kesbin menfaati kasibe münhasır değildir gayra +da şamildir. +Şeyh-zade merhum da; +ayet-i +kerimesinin tefsirinde şöyle diyor: Cenab-ı Hak fisebilillah +cihad edenlerle kendinin ehl ü ıyalinin teayyüşü ve +ebna-yı cinsinin ihtiyacatı terakkīsi için mal-ı helal iktisab +edenleri bu ayette beraber cem’ ederek bu iki sınıfın derecesini +müsavi kılmış olmakla ticaretin cihad menzilesinde +olduğunu beyan buyurdu. Zaten bir hadis-i şerifde de +Cenab-ı Peygamber Efendimiz; +buyurmuyor +mu? Kesb [ü] ticaret hakkında yüzlerce ayet-i kerime +binlerce ehadis-i nebeviyye varid olmuştur ki bu mev’izada +bunların zikri kabil değildir. +Binaenaleyh tahsil-i ulum u fünundan sonra esbab ve +vesail-i maişetin a’zamı ehemmiyeti kesb ü gayrettir. İnsan +hayat ile kaim hayat-ı beşer de çalışmak ile daimdir. Herşey +çalışmak ile istihsal her şey çalışmak sayesinde istisal olunur. +Daha sonra şirketler teşkil etmek… Evet bu da teavün +cümlesindendir. Zira bir insanın başa çıkaramayacağı +mu’zamat-ı umur şirketlerin kuvvetine müsahhar olduğu +cihetle şirketlerin cem’iyet-i beşeriyyeye yardımı pek mühimdir. +Şirketler adeta alem-i ticaretin ruhu mesabesindedir. +Umur-ı ticariyyenin bu kadar vüs’at peyda etmesi şirketler +sayesindedir. Measir-i külliyye-i beşeri saha-i vücuda isal +eden ancak şirketlerdir. Görülmüyor mu ki; kargahlar te’sis +kanallar küşadı demiryolları yapılması gibi bunca umur-ı +cesimenin hemen kaffesi şirketler ile meydana gelmiştir. Biz +kendimizi düşünürsek bu babda haricden delil taharrisine +muhtac olmayız. San’at ticaret şirket gibi menahic-i saadeti +kendimize seddeylediğimiz günden beri sırtımızdaki gömleğe +varıncaya kadar bütün havaic-i zaruriyyemizi bilad-ı ecnebiyyeden +celbetmeye başladık. İğneden ipliğe varıncaya +bilcümle ihtiyacatımızı haricden tedarik ediyoruz. Bu kadar +mi’marlarımız mühendislerimiz var iken ve hala onların +meydana getirdikleri asar-ı muhalledenin revnakı fehameti +gözlerimizin önünde pertev-feşan iken bugün hemen külliyen +denebilecek bir ekseriyetle ma’bedlerimize varıncaya +kadar hayatımızı başka eller ile bina ediyoruz. Allah bu ümmet-i +ten bu mazlumiyet bu esaret boyunduruklarından kurtulmak +daşlarımızdan ibret alarak ruhlarımıza kadar sirayet eden +kanunsuzluk hissizlik atalet mikroplarını bırakarak çalışınız +kesb [ü] ticaret edelim. Bu sayede büyük büyük mektepler +küşad edelim çocuklarımızı okutalım ve şunu da hatırlarımızdan +çıkarmayalım ki Allah çalışanlar ile beraberdir. Eğer +biz bu yolda çalışacak olursak emin olunuz ki bir gün olup +da İslamların şan ve şerefi bütün dünyaya hakim olduğunu +göreceğiz. Biz görmesek de evlad ü ahfadımız mutlak görecektir. +Allah o şanlı günleri göstermekle cümlemizi mes’ud +ve bahtiyar eylesin! Amin! + +---- +HAK +---- + +– – +Beşeriyet ferda-yı hilkatten beri ne zaman başı sıkıldıysa +O’nun huzuruna diz çökmüş O’nun halaskar Ka’besi’ne sığınmıştır. +Denebilir ki dimağ-ı insaniyyette doğan ilk ma’nayı +mücerred O’dur; ilk meveddetler i’tilaflar hürmetler ilk +şikayetler tehdidler nefretler niza’lar O’nun engüşt-i ikazıyla +uyanmış yine O’nun kudsi ve sekinet-bahş hükümleriyle +tenvim edilmiştir. +Zaiflerin da kavilerin de melceidir: Birinciler bess-i şekva +ve fasl-ı da’va ikinciler neyl-i muzaheret için O’na koşarlar. +bu zavallılara karşı ebkemdir. Onlar hakkın natıkası olmak +da’vasını tutarlar. Her zümre hatta her ferd O’nun malik ve +memlukü olmakla mütesellidir. O her elin silahıdır her ağzın +lisanıdır her i’tikadın musaddıkıdır her da’vanın şahididir. +Bütün müddeilerin ilk nida-yı da’veti ilk hüccet-i kıyamı +hak olmuştur. Arzular iştihalar zulümler zevkler safalar diba-yı +hak ile ilbas edildikten sonra ca-yı telbis bulabilmiştir. +Hasılı beşeriyette her hareketin her fikri kıyamın mesned +noktası haktır; ister harici bir muzaheret olsun ister olmasın +mutlaka her da’vada öne hak sürülecektir. Şu farkla: +Da’valarını kudret-i maddiyye ile himaye edebilecek +olanlar hakkın pişdarlığını kuvvetin dümdarlığıyla te’yid +ve teşdid ederler. Hırman-ı kuvvetle nalan olanlara gelince: +Bunlar yalnız hak diye bağırır dururlar kuvve-i te’yidiyyeleri +yoktur. Bu iki hey’eti karşı karşıya gelmiş farzediniz ikisi de +aynı şeyi istiyor ve; “Benim hakkım” diyor. “Hakkın mikyası +yok mu? Ona göre ölçer biçer; hak senindir” der geçeriz!” +diyeceksiniz. Sizinle beraber ben de öyle diyeceğim. Bütün +düşünceli kafalar da öyle diyor öyle olmasını istiyor. İstiyor +amma öyle oluyor mu? Bir kere zavallı beşeriyet hakkın ne +olduğunda da ihtilaf ettiği için bu hususta nokta-i nazarları +muhtelif iki müddei zümreye aynı mikyası kabul ettirmek +lazım gelecek bu da olamayacak. Senin hak bildiğin ona +göre hak değil. Sonra böyle müşterek kabul-i ammeye mazhar +bir hak mikyası elde bulunsa bile muta’ olamıyor. Çünkü +söyledik ya hak umumun benimsediği bir şeydir; “hak +bendedir benim lehimde olursa haktır aleyhimde oldu mu +hak olduğunda şübheye düşerim.” diye düşünülüyor. Hasılı; +“hak deyince akar sular durur.” gibi sözler bol bol her +ağızdan akıyor. Fakat ortalık yine bir seylab-ı tereddüd hayır +bir tufan-ı intifa’ içinde yüzüyor. +Sözü buraya kadar getirdikten sonra kendimize +gelelim: +Bugün müslümanlığın Osmanlılığın elinde yegane silah +haktır. Bunun keskinliğine şübhe yok; hayır keskinliğine değil +keskin olabileceğine. Acaba biz bunu te’min edebilecek +miyiz hakkı biliyor muyuz keskinletiyor muyuz? İş burada. +kın bileği taşı kuvvet olmuştur: Hakkımız var; fakat himaye +edecek kuvvetimiz yoksa neye yarar? Hatta i’tiraf edelim +kuvvet yoksulluğunu hak yoksulluğuna delil addedenler de +var. Bu acıdır. Fakat ne yapalım ki bugün kuvvetli ve hakim +bir akīdedir ve tatlı tatlı tatbik olunuyor. +Alemin mukadderatını toplarıyla tüfenkleriyle dretnotlarıyla +taşıyan bütün mes’uliyetlere göğüs geren Garb +milletlerinde müdir-i efkar olan feylesofların hakkı nasıl düşündüklerini +bilmek bize pek lazımdır. Çünkü Garb’ın binayı +ef’ali o düşünceler üzerine kurulmuştur. Şimendüferler +vapurlar onunla hareket ediyor süngüler zırhlılar onun işaretine +munkad. O halde Garb’dan kopan gird-bad-ı efkar +arasında bocalamak bizi ürkütmemelidir. +Bugün müterakkī devletler mütemeddin milletler vasıl +oldukları bu derece-i tekamüle bizim için bir hülyadan başka +bir şey olmayan o gaye-i san’ata ne ile nail olabilmişlerdir? +Şübhesiz fen ile değil mi? Amerika İngiltere Almanya +Fransa gibi düvel-i muazzama irtika ettikleri makamat-ı +aliyyeye ve teveccühat-ı umumiyyeye ne sayesinde mazhar +olabilmişlerdir; ulum ve maarifle değil mi? Bugün gözle görülemeyen +birden hissedilemeyen fakat müdhiş bir surette +neticesi tezahür edecek olan “istila-yı iktisadi” nasıl hüküm-ferma +oluyor? Bu istilaya “istila-yı ilmi” demek daha +münasibdir. Zira Almanya gibi kaffe-i ulum ve fünunun her +şu’besinde mütehassıslar yetiştirmiş sanayii son derece ileriye +götürmüş bir memleket şübhe yok ki bizim gibi cehaletin +muzlim a’makında çırpınan zavallı milletleri bir istila-yı +şanını evc-i kemal-i irfana çıkarmak için çalışıyorlar. +Evet bir zamanlar bu İslam hükumeti de ulum ve fünunun +maderi denebilecek bir hale gelmiş; büyük hem de pek +büyük adamlar yetiştirmiş şöhretini Şark’tan Garb’a isal +etmiş; her devleti her milleti kendisine ser-füru edecek bir +hale getirmiş; bütün aktar-ı cihanda ulum ve maarif tahsili +bir hükumet-i muazzama ve mütemeddine idi. Fakat bilahare +Garblılar bizden istifaza ettikleri ulum ve fünun sayesinde +terakkī etmişler; ileri hem de pek ileri gitmişler; biz ise geri +hem de pek geri kalmışız. Kalmışız da işte bugünkü mevki’-i +Bizden alındığına hiç şübhe edilmeyen maarif ve medeniyeti +yine bize satmak istiyorlar. Onları bizim aleyhimize +adamların biz de büyük evladları olduğumuzu isbat etmek +saireler kendi dinlerini neşr ü ta’mim ediyorlar; herkes birer +uzvumuzu kesmeye hazır u amade bulunuyor da vücudumuzda +kan bile deveran etmiyor. Acaba biz bu halimizle o +büyük adamların ahfadı olduğumuzu isbat edebilir miyiz? +Eğer bu devlet-i muazzama bir gün gelip de mahv u inkıraz +bulacak olursa hiç şübhesiz bir istila-yı askeri ile değil +belki bir istila-yı ilmi ve iktisadi ile mahv u fena bulacaktır. +Biz bugün harici düşmandan değil dahili düşmandan +korkmalıyız. Bu dahili düşman da cehaletten başka bir şey +midir? Dahilen her gün muharebedeyiz. Hem nasıl muharebe? +Yüz kişiye karşı - kişi muharebe ediyor. Evet bugün +yapılan nakıs istatistikler a’zami yüz kişiye karşı altı kişinin +okuyup yazma bildiğini irae ediyor. O da okuyup yazma. +Hakkıyla mektep görmüş hiç olmazsa bir i’dadi tahsili elde +etmiş efrad-ı milletin adedi beşyüzde bire bile vasıl olamıyor. +Eğer bu hakīkat kemal-i ehemmiyyetle nazar-ı dikkate +alınır ve eskiden beri me’lufumuz olan lakaydlığı biraz olsun +terkederek tedkīk edersek görürüz ki altı yüz senelik bu Osmanlı +Devleti on dört asırlık bu İslam memleketi şeci’ milleti +döndürücü seri’u’s-seyr bir sür’atle koşuyor fakat farkına +varılmıyor. Çünkü bir kitle-i vahide teşkil etmiş öyle gidiyor. +Acaba bu cereyanı durduracak istikametini tebdil edecek +bir çare-i halas yok mudur? +Eğer bire karşı on çalışılırsa ihtimal bir sukūt-ı muhakkaktan +tahlis-ı giriban edilmek ümidi vardır. Evet Avrupalılar +bir çalışırsa biz on çalışmalıyız. Çünkü hem her gün her +saat her dakīka tevsi’-i daire etmekte olan ulum ve maarifi +ta’kīb etmek hem de evvelce aramızda açılan mesafeyi kat’ +etmek icab eder. Fakat değil on misli çalışmak hatta onların +çalıştığının onda biri kadar bile çalışmıyoruz. Her devlet bütçesinden +maarife külliyetli meblağ ayırırken bizde ise tenkīs +edilmeye bakılıyor. Hep tecrübe ile vakit geçiriliyor. Köhne +bir bina yaldızlanmaya bakılıyor. Hiç temellerini ta’mire +kimse teşebbüs etmiyor. Şübban-ı vatan bir mekteb-i aliden +çıkıncaya kadar ne kadar zahmetler çekiyor. Zaten i’dadinin +gayr-i mütecanis dersleriyle hırpalanmış olan bir zihin +darülfünunun her gün mütebeddil programlarıyla kitabsız +dersleriyle Maarif nazırının tebeddülüyle mütebeddil +nizamname ve ta’limatname ile bütün bütün harab oluyor. +Velhasıl darülfünunlardan çıkarken oldukça müntesib +oldukları şu’be ve fen hakkında bir ma’lumat edinerek çıkılmıyor. +Demek ki bizde bu suretle mütehassıslar yetiştirmek +ve yetişmek hemen adimü’l-imkandır. +Muhtelif şuabatta yetişen mütehassıslarımız da sırf kendi +eser-i sa’ylarıyla ve şaz kabilinden olarak yetişmişlerdir. Eğer +bu memleketin ahvaline vakıf olmayan bir ecnebi gelip de +darülfünuna girse şübhe yok bir mahalle mektebi olduğunu +tasavvurda bir dakīka bile tereddüd etmez. Öyle bir binanın +hayaline bile getirmez. Bugün darülfünunun muhtelif şu’beleri +arasında darülfünun namını ahzetmeye layık olabilen +ancak “Mekteb-i Fünun-ı Tıbbiyye”dir ve darülfünuna gelen +züvvar-ı ecnebiyyeye de ancak burası irae edilebiliyor. Bilfarz +Tıb Fakültesi’nin laboratuvarı ile darülfünunun laboratuvarı +hiçbir zaman mukayese edilemez. Maatteessüf mütehassıs +yetiştirmek için açılan darülfünunun Hikmet Laboratuvarı +hiç olmazsa Tıb Fakültesi Hikmet Laboratuvarı kadar olsun +olmak icab ederken onda biri kadar bile olamaz. Acaba niçin? +Tıb Fakültesi’nin muhterem muallim ve muavinleri laboratuvarı +Avrupa laboratuvarlarından aşağı kalmamak için +gece gündüz çalışıyorlar. Hikmet Laboratuvarı gibi bir kısmı +da muvaffak oluyorlar. Halbuki darülfünunda muallimler +ancak dersten derse uğramak zahmetini ihtiyar ediyorlar +çalışacak bile olsalar vesait yok. Maarif’e müracaat ederlerse; +“Para yok” cevabını almakta gecikmiyorlar. +Artık bu millet mahvoluyor. Biraz da maarife himmet +edelim. Donanmaya iane veriyoruz acaba Maarif daha mı +az ianeye muhtacdır? +Almanya Fransa ile ettiği muharebede gaib etti. Esbabını +tedkīk etti cehalet olduğunu anladı. Birçok mektepler açtı; +köşebaşlarına kürsiler koydu bu kürsilere hocalar ta’yin etti. +Az bir zamanda bu umumi dersler sayesinde Alman milleti +terakkī etti. En nihayet bu ulum ve maarif sayesinde Fransa +oldu. Demek ki topun tüfengin yapamadıklarını ulum ve +fünun pek güzel yapıyor. İşte bunları piş-i teemmüle alan +Avrupalılar mekteplerinin fevkalade mükemmel olmalarına +ve milletlerinin mütemeddin ve müterakkī bulunmalarına +rağmen yine günde binlerce kitaplar her gün gazetelerle +yüzlerce makaleler neşrediyorlar. +Bizde ise gazete sütunlarında lisan münakaşatından +nisaiyyun ve raculiyyun gibi derece-i taliyyede bulunan +mesaille iştigalden başka bir şey görülmüyor. Birisi kalkıp +da ulum ve fünun hakkında makale neşretmiyor. Eğer bugün +lisana atfedilen ehemmiyet kadar fennin neşr ü ta’mimi +neşredilecek ve bu suretle şübban-ı vatan istifade edecekti. +Lisanın terakkīsi için Ziya Paşa Namık Kemal gibi eazım-ı +ümmet mahbub-ı kulub-ı millet zevat pek çok uğraşmışlardır +ve hala da uğraşılıyor. Acaba fen hakkında kim uğraşmıştır; +kim fennin terakkī ve tealisi için sarf-ı gayret etmiştir? +Eğer mahvolmamak istiyor isek eski şevket ve şanımızı +Lisan milletin dili ise fen de “beyn”idir. +AHVAL-İ HAZIRA +Ağlayarak sızlayarak i’tiraf edelim ki ahval vahimdir; +hem de müdhiş bir surette vahimdir. +Alem-i İslam’ın muhtevi bulunduğu bunca devlet ve +hükumetler peyderpey yekdiğerlerini vely ederek müdhiş +bir silsile ile berbad olarak adem-abada sürüklendiler. Maddi +ma’nevi birer maraz-ı ictimai bunları ta esasından çürüterek +ecanibin tekmesine karşı ma’dumiyete hazırlanmış zaif ve +natüvan bir hale soktu. Hindistan Türkistan Buhara Hive +Kafkasya Hacıtarhan Kazan Kırım Afrika-yı Şimali’de +kain hükumat-ı İslamiyye hep şu halin kurbanı olarak mahv +u nabud oldular. +Yirminci asrın ibtida-yı infilakında dört yüz milyon nüfusu +muhtevi olan alem-i İslam’da müstakil olarak az-çok hakimiyet-i +milliyyelerini muhafaza etmiş olan önümüzde yalnız +üç hükumet-i İslamiyyeyi buluyoruz ki onlar da Osmanlılık’tan +Marakeş’ten ve İran’dan ibarettir. Fakat bunların da +aynı maraz-ı ictimaiye duçar olduklarını bir felc-i müdhişin +bunların da vücuduna arız olduğunu hiss ü idrak ediyoruz. +Bunların diğerlerini mahkum-ı adem eden avamilin altında +ezilmekte kırılmakta parçalanmakta olduklarını görüyoruz. +Lakin yegane fark bunların mariz olduklarını muhtac-ı tedavi +bulunduklarını anlamış olmalarındadır. Bunlar ölmeden +evvel ölümü gördüler ve bir hiss-i muhafaza-i nefs saikası +ki gecikmiştiler. Bir taraftan tedavi etmek istedikleri maraz ta +olan kuvvet-i iradeyi metanet-i ahlakıyyeyi bunlardan selbetmişti; +diğer taraftan da tedavinin hayyiz-i husule gelmesi +menafi’-i zatiyye ve hayatiyyelerine muhalif olan ecanibin +bin türlü mümanaatlarına duçar oldular. Evet kendilerini +rakılmış olsaydı elbette ki bir çok döğüşmelerden didişmelerden +sonra nail-i meram olabilirlerdi. Fakat maatteessüf +beynelmilel şerait-ı hayatıyye öyle bir şekl ü renk ahzetmiştir +ki zamanımızda hiçbir kavim ve millet kendi başına +bırakılmıyor hiçbir millet ve kavme döğüşmek ve didişmek +fırsatı verilmiyor. +lamiyyeye müstevli olan maraz-ı ictimainin diğer tarafdan +ecanibin müdahalat hıyel ve tezvirat-ı guna-gunu te’siri ile +yalnız beş-altı sene zarfında Marakeş ve İran gibi iki büyük +hükumet-i İslamiyyenin de kanlı facialar içinde bütün diğer +akvam ve milel-i İslamiyyenin arkası sıra aynı hufre-i inkıraza +sürüklendiklerini gördük. +Şimdi yalnız Osmanlı Hükumeti kalıyordu. Bütün İslamiyet’in +ve belki bütün beşeriyetin şimdi nazarları şu devlete +doğru atfedildi. Herkes kendi kendinden soruyordu: Acaba +Hilafet-i Muazzama-i İslamiyye’yi havi İslamiyet’in Kelime-i +Tayyibe’nin son melce’ ve me’vası olan şu devlette +kendisini tedavi edebilecek kuvvet-i iradeye metanet-i ahlakıyye +ecanibin hıyel ve tezviratını bertaraf etmek için kifayet +edebilecek kadar zeka ve idrak bulunacak mı? Yahud +burası da karar-ı mukaddere ittibaan aynı hufre-i inkıraza +doğru sürüklenecek mi? İslamiyet için bir hayat ü memat +mes’elesi ve Avrupa siyasiyyunu için de mühim bir mahiyet-i +siyasiyyeyi muhtevi bulunan şu nokta yalnız bizi ve +Avrupa siyasiyyununu düşündürüyordu. Mesail-i ictimaiyye +yologları da işgal ediyordu. Bu nokta mühim bir madde-i +re ve mübahase ediliyordu. Bir zamanlar biz bütün aleme +alem-i İslam’ın teşkil ettiği kaide-i umumiyyeden müstesna +kalacağız tedavisine girişmiş olduğumuz marazın bertaraf +edilmesine muvaffak olacağımız ümidini verdik! +Fakat evyah ki bugün içinde yuvarlandığımız vakayi’ ve +hadisat bunun bir aldatıcı serab olduğunu gösteriyor ki bütün +alem-i İslam’ı mahkum-ı inkıraz etmiş olan bir maraz-ı +Bugün vaz’iyet öyle bir şekl ü hal kesbetmiştir ki artık +çıkılacak yol bile gayr-i kabil-i tasavvur oldu. En keskin en +muktedir bir zeka bile sapmış olduğumuz çıkmaz yoldan ne +suretle istihlas-ı giriban edeceğimizi kestiremez. +lerin ashab-ı zeka ve erbab-ı dirayet olmalarındadır. İran’ı +Marakeş’i haziz-ı inkıraza sürükleyen cühela-yı nas halkın +alt takımının üst takımına tahakkümü; cehaletin sefahetin +küm-fermadır. Bizde cühela ahalinin alt takımı işe bilfi’l +karışmıyor; bütün zimam-ı umur efkar-ı münevvere denilen +sunuf elindedir. İşte en ziyade teşettüte ve tezebzübe sebeb +olanlar da bunlardır. Bunların kendi aralarında uyuşamadıkları +yekdiğerine laf ve dert anlatamadıklarıdır. +Memleket haricen namus ve şerefini muhafaza ve müdafaa +yor; dahilen naire-i isyan ve tuğyan memleketin mühim bir +kısmını yakmaktadır. Ordu müdhiş bir tefrika tehlikesine +ma’ruz kalmıştır. Ahali fırka fırka olarak yekdiğerine karşı +metler yalnız başına bile bir devleti bir hükumeti mahkum-ı +Etrafımızı çenber gibi kuşatmış olan ve canımızı almak için +daima müterassıd müterakkıb bulunan düşmanlar üzerimize +akıntılar icra etmeye başladılar. Acaba gözü yerinde aklı +başında kalbi de hal-i tabiisinde bulunan insanlar bütün şu +alaimi görerek idrak ederek kendi vazifelerini ta’yin edemez +miydiler? Bir an için olsun ihtirasat ve infialatlarını unutamaz +mıydılar? Fakat eyvah ki biz tamamen aksi bir surette +hareket ediyoruz. Şu alaim bizi yekdiğerimize yaklaştıracak +kalblerimizi muhkem bir surette rabtedecek yerde bilakis +bizi daha ziyade ayırıyor bais-i nifak u şikak oluyor. +Bugün bütün şu perişanlıklara şu asar-ı inhilale karşı +koyacak ve milleti teşhis edecek elimizde iki kuvvet vardır: +Birisi hükumet diğeri meb’usan. Halbuki iş öyle bir renk +kesbetti ki bunlar yekdiğeri ile yüzleşmek anlaşmak değil +kendi aralarında gayr-i kabil-i imla bir hufre-i felaket açtılar. +Madem ki biz vatanın şu cümlemizi beslemekte olan +mihriban-ı vatanın bister-i ihtizarında bile kavgalarımızı ihtirasatımızı +miyoruz bizim vatanperverliğimiz nerde kalıyor? Ah insaf +ediniz! Yalnız Osmanlılık değil onunla beraber tam bir alem +bir beşeriyet bir medeniyet o büyük muhteşem vediatullah +olan İslamiyet de batıyor. Acaba bu muhteşem tabutu kendi +elinizle hak-i nisyana gömdüğünüz zaman etrafta bir yandan +şakırdayan handeleri istihzaları; diğer yandan gelen +sada-yı enin ve hüznü figan-ı nefrin ve tel’ini işitiyor musunuz? +Bari bu handelerden bu istihzalardan utanalım; bu +enin ve figanlardan korkalım! +* * * +MALEZYA MÜSLÜMANLARI +el-Alem refik-ı muhteremimizde Malezya’da sakin ihvan-ı +dinimiz hakkında görülen ma’lumatı ber-vech-i ati iktibas +ediyoruz: +“Malayo” Malezya sakinlerine verilmiş bir namdır. Malezya; +Malakka Johor ve Singapur Adaları’ndan ibarettir. Bu +adalar halkının asılları cins-i asferdir. Sonraları Hindlilerle +dana gelmiştir. Hala cins-i asferin mümeyyiz hassaları +kendilerinde görülür. Öteden beri Malezya havalisinde sakin +bulunurlar ve balıkçılık ile taayyüş ederlerdi. +Memleketlerine Müslümanlık Hind Çin yoluyla ve tacirler +şecaat ve şehamet sahibi bir halktır. Fakat kanaatkarlıkları +kendilerine “iş”ten yüz çevirtmiş “işçilik” ile aralarını açmıştır. +Ulum maarif ve sanayi’ telakkīsi hususunda maatteessüf +kabiliyetleri yoktur. İşten yüz çeviriyorlar balıkçılık ve “hind +cevizi” garsiyle kanaat ediyorlar. Bunları bir defa diktiler mi +artık nemasını inayet-i ilahiyyeye bırakırlar. Memleketlerinin +bütün menabi’-i refahını Hindlilerle Çinlilere bırakarak kendileri +kendi diyarlarında garib kalmışlardır. +Lisanları dünyanın en kolay ve güzel bir dilidir. Arabca +yazılır. Java’da Sumatra’da Borneo ve Siyam’da münteşirdir. +Memleketleri üçe ayrılır: +Müslümanların müstakil bulundukları kısım ki Johor’dur. +Town Singapur. +Ecnebilerin hulul ettiği kısımlar: Beral Sencor +Kelapian İngilizlerin Patani Siyam’ın. +Johor küçük bir emarettir; askere sahib bir devlet değildir. +Malezya’nın cüz’-i cenubisini teşkil eder. Dokuz bin mil-i +murabbaı sahasındadır. Nüfusu iki yüz bindir. Bunun otuz +beş bini müslüman Malezyalılar yüz elli bini Çinliler on beş +bini Javalılardır. Johor’un vasat tarafları meskun değildir +çöllüktür. sene-i miladiyyesinden evvel adım atılmamıştır. +Buranın hasılatı: karabiber cambiyer Gambrier hazeran +hind cevizi ananastır. Az mikdarda her şey de yetişir. +Toprağı az münbittir. Bazı Avrupalılar kahve ve çay yetiştirmek +Yeni Johordur ki boğazın kenarında ufak bir kasabadır. +Yirmi bin nüfusu vardır. Bunun yalnız beş bini Malayo ve +Hindlidir bakī Çinlidir. Kasabanın sene-i miladiyyeşeklinde +yazılmıştır. +sinde kurulduğunu iddia ederler. Müekked olan cihet şudur: +Malayo’nun en meşhur ümerasından Temenjon Ondokuzuncu +asır evailinde Linca’da Sumatra kurbunda bir +ceziredir. zuhur etmiş ’de buradan Johor’a geçerek +’de İngiltere hükumeti hakimiyetini tasdik edinceye +kadar kalmış ve sonra yeni payitahta gitmiş. +Johor Bahru’da el-yevm raca olan zatın –Raca İbrahim– +teşyid ettiği bir kumar gazinosu vardır. Bir Çinli şirket de diğer +birini te’sis etmiştir. İşte bunun için bu payitahta “Şark-ı +Aksa’nın Monte Carlosu” derler. Payitaht değersiz evlerden +terekküb eder. Emaretin ecnebi bir binbaşının idaresinde +bulunan bir taburdan ibaret askeri de burada bulunur. Bahriyesi +ve ton istiabında bulunan iki gemidir. Bunun +biri sultana hastır diğeri de posta işlerinde kullanılır. +Şekl-i idaresi mutlakıyettir. Re’s-i idarede Raca İbrahim +bulunuyor. Bu zat okumuş terbiyeli frenkleşmiş müteferrenc +bir adamdır. Dört veziri vardır; yirmi kadar da karye +şeyhi. Bu emaretin halkı müslümanlığın yalnız esas ve mütearef +kavaidini bilirler. Kur’an-ı Kerim ’den adeten namazda +okunan bazı kısa sureleri hıfzederler hususi bir lehce ile +okurlar. +Bolobenc kasabalarıyla “Bolo” cezire; “benc” cevzetü’t-tayyib +ağacı demektir. Singapur Adası’dır. İngiltere +buralara Hind’e sahib olduktan deniz hükümranlığı Portekizlilerin +Hollandalıların elinden çıktıktan sonra sokulmuştur. +Bundan evvel kulübelerden mürekkeb üç karye halinde +bulunuyordu. Yegane san’atları balıkçılık idi. Bugün son iki +ni almıştır. Bunların hepsi birden merkez-i idaresi Singapur +olan “Straits setlements garer hükumetini meydana getiriyor. +Bu hükumetin başında Londra’da Müsta’merat Nezareti’nden +ta’yin olunan bir muhafız bulunur. Bu zata umur-ı +tarafından intihab kısm-ı diğeri hükumetçe ta’yin olunan +a’zadan mürekkeb bulunan bir meclis yardımcı olur. Muhafızın +“Malakka” ve “Penang”da iki vekili vardır. ’de bu +hükumete İngiliz Borneosu’nun şimali de ilhak olunmuştur. +Bundan evvel buraları British North Bornes Co namı +verilen bir şirket isti’mar ediyordu; İngiltere’ye bir meblağ +mukabilinde buraları terketti. Hind Şirketi de böyle yapmamış +mıydı! +Bu diyarda maişet cidden ucuzdur. Yerlilerin yegane taamı +diğer Hind memleketleri gibi pirinçtir. Bu havalide esir +ticareti şayi’ olmuştur. İşte bu dehşetli bir hakīkattir. +Malayoların “misyonerler”e hiç aldırdıkları yoktur. Şimdiye +kadar Iseviyet veya putperestliğe kapılmış hiçbir Malayo +görülmemiştir. Bunun için misyonerler buralarda neşr-i +dinden vazgeçerek savuşmuşlardır. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +− +Temmuz: +Geçenki mektubumda Rodos’a kadar tesadüf +eylediğim şeyleri yazmıştım. Şimdi de maba’dini yazmakla +kariin-i kirama lazım gelen ma’lumatı veriyorum. Cumartesi +ve Temmuz’un yedisi sabah vakti erkenden Mersin sahiline +yetiştik. Kasabanın uzaktan görünüşü ve dağların eteğinde +bulunuşu cidden latif ve ferah-feza bir manzara teşkil ediyordu. +Akşama kadar tevakkuf edeceğinden karaya çıkıp +dolaşmayı münasib gördüm. Binaenaleyh bir kayığa binerek +rıhtıma çıktık. İtalyanların tekrar Çanakkale Boğazı’na +hücum ettikleri havadisini ahali ötede beride nakl ü hikaye +ettiklerinden keyfiyeti menbaından istifham için telgrafhaneye +gittim. Evvela esna-yı rahda yazmış olduğum mektubu +Sebilürreşad İdarehanesi’ne göndermek için postahaneye +uğradım. Ahiren telgrafhanede nevbette bulunan bir efendiden +bombardıman keyfiyetini sorduğumda; “Böyle bir +havadis münteşir olmuştur. Adana vilayetinden henüz bura +mutasarrıflığına resmi bir ma’lumat vürud etmemiştir. Fakat +yeti de söylenmektedir.” dedi. Binlerce haneye malik olan +bir livaya ajans tarafından ma’lumat verilmediğine pek ziyade +taaccüb ettim. Zira Osmanlı Ajansı altı yüz haneye malik +olan her Osmanlı kasabasına ma’lumat i’tasına mecbur olduğundan +bu hususun ihmal edildiğini anladım. +Bura ahalisinde biraz hayat ve faaliyet eseri meşhud ise +de maişetlerini atalarından kalma usul ile te’min eylemekte +ve kasabanın ticaret ve sair feyyaz işleri birkaç ecnebinin +elinde bulunmaktadır. Mersin’de göze çarpan ve nazar-ı +dikkati celbeden bir şey var ise şimendüfer sebebiyle kasabadaki +asar-ı umranın pek seri’ bir surette terakkī eylemesi +keyfiyetidir. Kasabanın evleri ve binaları sokaklarının genişliği +hakīkaten güzeldir. Fakat maatteessüf kaldırımlar caddeler +tamamıyla kesif bir toz tabakasıyla mesturdur. İnsan yarım +saat kadar dolaşacak olursa üstü başı toz içerisinde kalır. +Şimendüfer istasyonuna gidip orayı gözden geçirdim. İstasyon +gayet küçük ve Alman tarzında bina edilmiş etrafına +bağçeler tarh olunmuştur. İstasyona mücavir bir kıraathaneye +oturup etrafı temaşaya koyuldum. Rıhtımdan istasyona +kadar muvassal olan depo ve sair anbar ve şimendüfer +hututu yeniden yapılmakta ve bu ameliyata lazım gelen alat +ü edevat Alman vapuruyla Mersin’e getirilmektedir. +Kasabada müessesat-ı Osmaniyyeden yalnız hükumet +konağıyla daire-i askeriyye ve posta ve telgrafhane gibi +binalara tesadüf olundu. Fakat Mersin’de Amerika misyonerlerinin +mektep ve kiliseleri gayet muhteşem bir bina ve +tamamıyla Amerika tarzında mefruş bulunuyor. Binanın dahiline +girmeye teşebbüs ettim. İçeride soğuğun def’iyle sıcağın +teskini için “kalorifer” “vantilatör” gibi alat ve edevat-ı +medeniyyenin son ihtiraatı kendisini enzara arzediyordu. +Kütübhane salonunda her türlü İngilizce Almanca Fransızca +kitaplarla büyük bir tahrir masası bulunuyordu. Zair +bulunmak sıfatıyla orada mevcud olan deftere imza etmekliğim +rica olunması üzerine Türkçe olarak; “Osmanlı bayrağı +altında bulunan bir Osmanlı livasında bunca saadet ve refah +mayan misyonerler cidden tebrike sezavardırlar.” cümlesini +yazdım. +Bu bina dahilinde misyonerler istediklerini yapar ve hiçbir +teftişe ma’ruz değildirler. İngilizce lisanıyla Hıristiyanlık’ın +neşrine var kuvvetlerini bazuya vermişlerdir. Mersin’de İngiliz +lisanıyla mütekellim müteaddid Ermenilere tesadüf eyledim. +Maatteessüf lisan-ı Osmani’nin neşrine hükumetimiz +misyonerler kadar ihtiyar-ı külfet etmediğini her zeki ve mütefekkir +görebilir. +“Burada kolera vardır.” diye sıhhiye ve belediye tarafından +meyvelerin satılması men’ edilmiştir. Mersin’de yenecek +en iyi yemek kebabdır ki bunun i’malinde yerlilerin +pek ziyade maharetleri vardır. Biz de Mersin’in bu yemeğini +tadarak kasabadan mufarakat ettik. +Bu kasabada tam tahsil çağında bulunan çocuklar deniz +kenarında ve denizde nim-uryan bir halde geziniyorlar. +Bunlar mektebe devam edecek olsalar herbiri bir harika +olur. Fakat velilerinin cehaleti yüzünden biçarelerin istikbali +mahvolup gidiyor. Hükumet bunları tahsile cebren sevketmeyecek +olursa bence büyük bir cinayet işlemiş olur. +Midilli Sakız Rodos’tan birçok Rum aileleri buraya +gelerek sahib-i mal ve servet olmuşlardır. Burada da müslümanların +ticaret ve teşebbüs-i şahsiye malik olmadıkları +göründü. +Mersin’den akşam geç vakit mufarakat edip vapura döndüm. +Temmuz: +Pazartesi günü de İskenderun’a muvasalat +ettik. Burada şimdilik bir fevkaladelik yoktur. Fakat Bağdad +Şimendüferi’nin bir şu’besi buraya isal edilip bir de güzel +bir rıhtım inşa edildikten sonra herhalde kasabanın umran +ve servetine büyük bir hizmeti dokunacağı şübhesizdir. +Bu kasabanın Osmanlı bir kasabası olduğunu görenler +tasdik eder. Aynı zamanda pek ucuzluktur. Ahalisi de munsıf +ve mükrimdir. Fakat dikkat neticesinde buradaki iyi iş ve +ticaretlerin sırf Ermenilere münhasır olduğu anlaşılır. Müslümanlar +lerle iştigal ediyorlar. Buralarda alış veriş metelik ve beşlik +ta’bir ettikleri “eski yüzlükler” iledir. Mecidiyeyi de on dokuz +kuruş hesabıyle alırlar. +Burada da misyonerlerin ve bilhassa Amerikalıların müessesesi +vardır. Hatta çarşıda Türkçe’ye tercüme olunmuş ve +Amerika’da suret-i mahsusa ve nefisede tab’ edilmiş enacil +ve sair ruhbana mahsus hikayeli kitaplar satan bir Ermeniye +rast geldim. Bu adam yalnız kitap satmıyor; aynı zamanda +telkīn vazifesiyle de meşgūldür. Ben ise bilmemezlikten gelerek +misyonerlerin İskenderun’da ne yaptıklarını kendisinden +sordum. Cevaben; medeniyet ve insaniyete hizmet için +bunca meşakk u mezahimi ihtiyar ile beraber birçok para +sarfıyla burada bir mektep açtıklarını tedrisatta bulunan bu +protestan papasıyla beni görüştüreceğini papasın bu vapurla +Beyrut’a gitmek üzere bulunduğunu söyledi. Hülasa +muhatabımdan anlamaklığım lazım gelen şeyleri öğrendikten +sonra vapura avdet ettim ve mevzu’-ı bahs olan papasla +uzun uzadıya görüştük. +Temmuz: +Salı günü Temmuz öğle vakti Trablusşam’a +ulaştık. Yine karaya çıktık. Maatteessüf Türkçe bilene +tesadüf etmedik. Arabca bilmeyenlerin burada pek ziyade +sıkıntı çektiklerini anladım. Hamdolsun ben Arabca tekellüm +ettiğim cihetle kendileriyle görüşebildim. +Trablus’tan Beyrut’a doğru yollanıp yevm-i +mezkurun akşam saat altısında Beyrut’a eriştik. Kasabanın +manzara-i muhteşemesi uzaktan pek dil-ruba görünüyordu. +Binalar birer heykel-i umran ve medeniyet suretinde nazırinin +temaşasına ma’ruz bulunuyordu. Vapur rıhtıma pek yakın +mesafede demir attı. Mersin koleralı bulunduğu halde +orasıyla yolcular hem ihtilat hem de vapurumuz oradan +yolcu almışken hamdolsun temiz “pratika” almaya muvaffak +olarak yolcularını sahile indirmeye muvaffak oldu. +Vapurda bulunan Beyrutlu Yasin-zade Misbah Efendi’nin +delaletiyle sahibi müslüman ve Trablusşamlı olan “Kasru’l-Bahr” +Hoteli’ne nazil oldum. Bu hotel iki katlı ve deniz +kenarında gayet temiz örf ve adab-ı İslamiyyeye muvafık +bir surette tanzim ve tertib edilmiştir. Müslüman aileler burada +gereği gibi rahat edebilirler. Hotelin bütün müstahdemini +de İslamdır. +Bu müteşebbis müslümanı a’mak-ı kalbimden tebrik +ettim. Keşke Memalik-i Osmaniyye’nin her tarafında böyle +güzel ve mükellef mefruş hoteller müslümanlar tarafından +te’sis edilse de müslim yolcuların rahat ve istirahatleri +te’min edilse. +Temmuz: +On Temmuz id-i millisine tesadüf eden günde Beyrut +Valisi Hazım Beyefendi suret-i resmiyyede bilumum +me’murin-i mülkiyye ve askeriyyeyi ecnebi konsoloslarıyla +rüesa-yı ruhaniyyeyi beşaşetle kabul ettiğini yerli gazeteler +yazıyor. İkindi vakti de kasabada mevcud olan askerlere bir +resm-i geçit icra edildikten sonra yevm-i mezkurun sabahında +Mısır’da çoktan beri kendisini tedavi ile iştigal eden ve +o gün Beyrut’a muvasalat eden Tobruk Mevkii Kumandanı +Edhem Paşa hazretleri bir nutuk irad ederek İtalyanların +Trablusgarb’la Bingazi’de bize karşı daima mağlub olacaklarını +edillesiyle beyan etmiş ve bilcümle huzzarın takdiratına +mazhar olmuştur. +O gece Beyrut’ta emakin-i resmiyye fevkalade bir surette +donaldığı gibi Beyrut’taki eşraf ve a’yan ve mu’teberanın +meskenleri de şan-ı Meşrutıyyet’e layık bir surette donalmıştı. +Bu şehr-ayin kasaba ahalisinin pek şen ve şatır olarak +düşmanımız olan İtalyanların tecavüzatına ehemmiyet vermediklerini +Beyrut kasabası hakīkaten ma’mur ve Avrupa şehirlerine +min-külli’l-vücuh benzemektedir. Kasabada yeniden birkaç +geniş caddeler açılmış ve İstanbul’da bile emsali bulunmayan +elektrikli tramvayların amed-şüdünü te’min ile halkın +Beyrut müslümanları alış verişte ticarette gereği gibi +umur-ı ticariyye ve iktisadiyye ile imrar-ı hayat ve te’min-i +saadet ve refah etmekte Avrupalılara rekabet eylemekte olduklarını +maa’l-mesar müşahede eyledim. Bu kavm-i necib +bütün ma’nasıyla Devlet-i Aliyye’ye –her türlü ecnebi entrikalarına +rağmen– merbut ve can ve mallarını bile Devlet-i +Aliyye ve Millet-i Osmaniyye uğurunda feda etmeye amade +olduklarını fiilen hiss ü idrak eyledim. Bu muhterem usurda +kat’iyyen ayrılık gayrılık hissi yoktur. Aksa-yı emelleri yekvücud +Osmanlı kitlesi halinde yaşamak ve Osmanlı bayrağı +altında ma-dame’l-hayat imrar-ı hayat ve evkat eylemektir. +Hatta hükumet konağı civarında güzel bir eczahaneye +malik olan Beyrutlu Bedi’ Şemli Efendi namında hamiyet +ve gayret-i mücesseme ıtlakına sezavar olan bir zat donanma +vergisi namıyla her hafta muntazaman birer kuruşluk bir +resmin hükumetçe tarh edilmesi lüzumunu ve buna bütün +Arabların kemal-i hahiş ve istekle iştirake amade olduklarını +söyledi. Burada Vali Hazım Bey’le İttihad ve Terakkī Murahhası +Ahmed Fehmi Beyler’in Arablık-Türklük milliyet +mes’elelerinin münazaat ve münakaşatını ref’le onun yerine +hissiyat-ı samimiyyenin yerleştirilmesinde gösterdikleri himem-i +meşkureyi yad ü tezkar etmeksizin bir türlü geçemeyeceğim. +Bi-taraf ve her türlü gıll u gıştan azade ve hükumetle +hiçbir suretle işleri olmayan mevsuku’l-kelim ahaliden işittiğime +nazaran Beyrut’ta mürtekib hiçbir me’mur yoktur. +Hele Beyrut Adliyesi me’murları cidden nezih ve vazife-perver +kimselerdir. Adalet ve hakkaniyet gereği gibi nam-ı padişahiye +cins ü mezheb– deavat-ı hayriyyelerini isticlaba muvaffak +olmuşlardır. +Adliye me’murları içinde bilhassa Bidayet Merkez Ceza +Reisi Cemal Bey’in nezahet ve nezaketiyle büyük bir fedakarlığını +misal ve nümune olarak kayda mecbur oldum. Bu hamiyetli +zat geçenlerde bir jandarma zabitini yolsuz muamele +ve vazife icrasından dolayı bidayeten habse mahkum etmiş +ve verilen hüküm istinaf olunmuştur. Bu mes’eleden yirmi +gün sonra mahkum olan zabit hükumet konağı kapısında +bekleyerek oradan geçmekte olan Cemal Bey’e bir bastonla +tecavüz eylemiş ve akībinde adliye me’murları bu ikinci +yolsuz muamele üzerine me’muriyetlerini muvakkaten terkle +nezarete isti’falarını vermeye teşebbüs eylemişlerdi. Aynı +zamanda Cemal Bey’in izzet ve istikametine hüsn-i ahlak +ve namusuna meftun olan Beyrut ve mülhakatı ahalisi de +yapılan haksızlığı Adliye Nezareti’ne protesto eylemeye başlamışlar. +Ve bu yüzden fena bir tatsızlık yüz göstermeye başlamıştır. +Ahiren bu kargaşalıklara tatsızlıklara nihayet vermek +karşı hakkını helal etmek fedakarlığında bulunmak suretiyle +mes’eleye hatime vermiştir. Bunun üzerine mir-i muma-ileyhin +esniye ve mahamid-i ahlakıyyesiyle fedakarlığı bilcümle +ahali tarafından mazhar-ı takdir olmuştur. +Bu zat İtalyanların Beyrut’u bombardıman ettikleri esnada +müsellah olarak refakatindeki polislerle beraber dolaşmakla +asayişi muhafaza etmek vazifesini de hamiyyeten +deruhde eyleyerek büyük bir hizmet ifasına mazhar olmuş +Beyrut bombardımanı esnasında Vali-i Vilayet Hazım +Beyefendi’nin hazm ü dirayeti sayesinde kasabada büyük +bir fenalığın daha doğrusu –Adana’da olduğu gibi– bir +katl-i amın önü alınmış ve bu suretle devleti azim bir gaileden +kurtarmıştır. +Vali-i vilayetin ilm-i idaredeki nüfuz ve kuvvetini hemen +her ağızdan işittim. Müşarun-ileyhin layıkıyle bir Osmanlı +dahisi olduğuna bütün ahali hüsn-i şehadet eylemektedir. +Vicdanıma namusuma yemin ederim ki henüz vali ile +görüşmediğim halde ahaliden işittiğim ve icra eylediğim +tahkīkat neticesinde bu satırları yazıyorum. Bunu yazmaktan +maksadım müşarun-ileyhi bir hüsn-i misal ve nümune +olarak göstermek ve vücuduyla iftihar eylemektir. +Şimdilik bu kadar yetişir. Sonraki mektublarımda Beyrut’un +ahval-i sairesini tedkīk ve tetebbu’ ederek icab eden +ma’lumatı muhterem kari’lerimize arzederim. +– – +Evvelce yazdığım vechile Temmuz günü alafranga +saat beş buçukta Kırkkilise’den hareket ederek akşam saat +dılmış idi. O gece Edirne’de kalarak Temmuz ale’s-sabah +ona onaltı kala Filibe’ye hareket eyledim. +Edirne’den hareketimden iki saat sonra idi ki artık Osmanlı +yurduna veda’ ediyordum. Öyle bir veda’ ki adeta +evladın anasından –süt emdiği sırada– ayrılmasını andırıyordu. +O zaman gayr-i ihtiyari olarak arız olan halatı tavsif +edecek bir kelime bulmaktan tamamıyle acizim. Bu suretle +ye’s içinde tamam saat dörtte Filibe’ye geldim. +Buraya geldiğim zaman bende ye’s namına bir şey kalmayacak +tamamen muhati imişim de ben anlayamıyormuşum. Çünkü +Filibe’ye dahil olur olmaz iki şey nazar-ı dikkatimi celbediyordu: +Birisi yakın bir zamanda bir İslam yurdu olan +Filibe şehrinde tanıdığım bir zatın hanesine varıncaya kadar +cisi de içinde bulunduğum Filibe’nin on onbeş sene evvelki +Filibe’ye benzememesi. İşte bu iki cihet beni cidden dil-hun +ediyordu. Onun için kendi kendime diyor idim ki: “Aman +ya Rab! İslamların idaresinde iken bakılmaya değeri olmayan +Filibe bugün ne hale gelmiş! Her yerde zillet ve meskenet +bize saadet ve selamet başkalarına mı taksim olundu?” +Doğrusu birkaç sene zarfında Bulgaristan’da görülen bu +kadar terakkıyat karşısında insan valih ve hayran kalıyor. +“Memleketi i’mar edin. Çarşılarınız göze görünecek surette +gayet dehşetli olsun. Fakat cami’leriniz sade ve zinetsiz +olsun. Arza salih olan kullarım varis olurlar. Eğer siz bu +kanundan inhiraf ederseniz bu amelinizle kendinizin o yerlere +layık olmadığınızı isbat etmiş olursunuz. O mülke başka +kimseleri varis kılarım…” diye hitab edip duran Kur’an +olduğu halde bizler hiç kulak vermemişiz de bunun cezasını +şimdi çekiyoruz. Böyle giderse –maazallah– daha birçok +yerlere başkalarının varis olacağı şübhesizdir. +Bir mecliste otururken Bulgaristan’ın akılları valih ve +hayran eden bu kadar terakkıyatına dair söz açarak bu terakkıyat-ı +serianın ne sayede olduğu sualime karşı Bulgaristan +ricalinden bir zatın vermiş olduğu cevabı bilhassa zikretmeden +geçemeyeceğim: +“Sizde bu kafa var iken kat’iyyen eser-i terakkī gösteremezsiniz. +Zira biz Bulgarlar kendi aramızda pek çok fırkalara +ayrılırız; fakat Bulgarlık’a vatana taalluk eder bir mes’ele +olursa derhal fırka gürültülerini bir tarafa atarak muvafık +muhalif cümlemiz o mes’ele ile uğraşırız. Bulgarlık aleyhinde +görülen cüz’i bir şeye karşı muhalif muvafık bütün +gazeteler müttefikan hücum ederler. Fakat siz böyle değilsiniz! +kapısı önünde muharebe ediyor da siz de yine birbirinizle +muharebe ve sandalye kavgası ediyorsunuz. Sizin yaptığınız +bu hareketi İtalya’da Sosyalistler bile yapmıyor. Binaenaleyh +Bulgaristan’ın bu kadar terakkıyatını çok görmemeniz +lazımdır!..” +Bilmem ki düşünüyor muyuz? Bir Bulgar ricalinin ağzından +sudur eden bu sözlere bu cevaba karşı yüzümüz kızarıyor +mu? +Burada yalnız bir şey daha söyleyeceğim: Burada bulunan +muallimin-i muhteremeden birkaç zat bizi bir bahçeye +götürdüler. Bunun da eskiden İslam kabristanı olup iki-üç +bin liraya istenildiği halde verilmeyip bilahare hiç parasız +söylediler. Burasını ta’rif etmek için İstanbul’da öyle bir yer +göremiyorum ki oraya teşbih ederek anlatayım! İçinde sun’i +deniz olup kayıklarla geziyorlar. Üstad-ı muhterem Akif Bey +gelmeli de içinde bir saat kadar oturup manzumeler neşideler +yazarak anlatmalı… Binaenaleyh; “Allahım biz İslamlara +da teyakkuz u intibah ver” diyelim başka bahse geçelim. +* * * +Filibe müslümanlarında Makam-ı Hilafet’e karşı olan +merbutıyet o kadar büyük ve sağlamdır ki Osmanlılarda +cüz’i bir ihtilaf hissederlerse hemen ağlamaya başlıyorlar. +Biçareler gözlerini Makam-ı Hilafet’e dikmişler bütün ümidlerini +oradan bekliyorlar. Diyorlar ki: +“Bizim burada rahat yaşamamız yatıp kalkmamız yiyip +onun saadet ve selameti ile mütenasibdir. Osmanlı hükumetinin +za’fiyetini orada tehaddüs eden ihtilafat-ı dahiliyye +ve onun tevlid edeceği vahameti anlamak için Bulgaristan +adeta bir “barometre”dir. Her ne zaman Osmanlı hükumetinde +cüz’i bir ihtilaf zuhur ederse biz burada enva’-ı tahkīrata +hedef oluruz…” +Tüccardan bir zatın dükkanında oturmakta iken aramızda +cereyan eden şu muhavere şayan-ı dikkattir. Arkadaşım +dükkan sahibine hitaben: +– Nasıl alış-verişler güzel gidiyor mu? +Dükkan sahibi: +– Alış-verişimiz gayet güzel gidiyor; amma gönlümüz şen +değil. +– Canım alış-veriş güzel olur da insanın gönlü şen olmaz +mı? +– Yahu görmüyor musun Osmanlı ahvalini? Osmanlılar +arasında bu ihtilaf bu nifak u şikak devam ettikçe bizim +gönlümüz ferahlı olur mu? Biz burada milyona malik olsak +bize ne faide? Makam-ı Hilafet –Allah etmesin– biraz zaiflesin +de sen burada başına şapka geçirmeden durabil bakalım; +bu mümkün mü?.. +Allahım; felaket günleri gelmezden evvel Osmanlı müslümanlarının +da basiretlerini aç! +* * * +Beş altı seneden beri Bulgaristan müslümanları arasında +maarifin terakkīsi ve evlad-ı vatanın tealisi için çalışan bir +Cem’iyet-i Muallimin bulunduğu ma’lumdur. Bu cem’iyet +birkaç senelerdir maarif-i İslamiyyenin terakkīsi için sa’y ü +gayret ve muayyen zamanlarda kongreler akdediyormuş. +Cem’iyetin bu seneki kongresi Eski Cuma’da in’ikad eylemiş +ve Haziran’ın yirmi altısından dört Temmuz’a kadar +devam eylemiştir. Kongrede reisi ve katib intihabatı ve saire +gibi bir takım teferruat ve daha sonra mekatib-i ibtidaiyye +ta’limatnamesinden birkaç madde ta’dilatı kabul edilerek +tir. Bilahare köy muallimleri için “kur”lar te’sisi müzakere +edilerek paraya mütevakkıf olan büyük işin piyango tertibiyle +hasılatından on bir yerde “kur” küşadı takarrur etmiş +ve nerelerde olacağı da Merkez-i Cem’iyyet-i Muallimin bir +layiha ile ta’yin eylemiştir ki ber-vech-i atidir: Aydos Filibe +Plevne Rusçuk Eskicuma Hezargrad Şumnu Pravadi +Var­ +na Dobroviç Silistre. +Bu “kur”lara devam edecek efendilerin adedi yirmiden +dun olmayacaktır. Şayet aşağı olursa “kur” oradan başka tarafa +naklolunacaktır. Gelecek sene kongre Filibe’de in’ikad +edecek. Bu senelik merkez Şumnu’dur. +Bu sene Bulgar Muallimin-i İslamiyye Cem’iyeti şayan-ı +dikkat bir hatve-i terakkī daha atmışlardır ki o da dört Temmuz’daki +eden Bulgar Muallimin Kongresi’nde Muallimin-i İslamiyye +Cem’iyeti’ni temsil eylemek üzere mekteplerin muallimlerin +maarif-i İslamiyyenin ahvaline vakıf ve Bulgarca’ya +aşina iki zatın murahhas olarak intihab edilip gönderilmesine +karar verilmesidir. Doğrusu bu teşebbüs ne kadar faide-bahştır. +Bu hususta Muallimin-i İslamiyye Cem’iyyet-i +muhteremesini tebrik etmeyi bir vecibe addediyorum. +Vazife-i mukaddeseyi ifa etmek için Filibe Mekatib-i İslamiyye +Müdürü Halil Zeki Bey ile Rusçuk muallimlerinden +Hafız Ahmed Muhtar Efendiler ekseriyet-i ara ile intihab +olunarak gönderildiği gibi Muallimin-i İslamiyye Cem’iyyet-i +Merkeziyye reisinin de bu kongreye iştiraki takarrur etmiş ve +Muallimin-i İslamiyye namına gönderilen bu zevat-ı kiram +Bulgar Muallimin Kongresi tarafından alkışlarla kabul olunmuşlardır. +Tahkīkatıma nazaran Bulgar Muallimin Cem’iyeti yirmi +sene mukaddem birkaç kişi ile işe başladığı halde bugün +beş bin a’zası yarım milyon ihtiyat akçesi cem’iyetin malı +olarak Sofya’nın en mu’tena bir yerinde iki yüz elli bin frank +kıymetinde kendi mülkü olmak üzere bir merkez-i idaresi +olduğu gibi vereme duçar olan muallimlerin tedavisi için bir +darü’t-tedavi yaptırılmak üzere biriktirilmiş ve biriktirilmekte +olan birkaç yüz bin frank da mevcud imiş. Bununla beraber +felaketzede mağdur muallimlere muavenet muallim evladlarının +emr-i tahsil ve terbiyesine mahsus tahsisatları hep +ayrı bulunuyormuş. +Tabiidir ki yirmi senelik bir sa’y neticesinde vatandaşları +olan Bulgar muallimlerinin böyle bir müessese vücuda +getirdiğini gidip anlayan Muallimin-i İslamiyye Cem’iyyet-i +muhteremesi kendi teşekkülatlarına daha ziyade takviyet +vereceklerdir. +Bulgar kongre reisinin beyanına nazaran Bulgar Muallimin +Cem’iyeti pek çok safahat-ı tarihiyye geçirmiş hatta +bin dokuz yüz beş senesinde bu cem’iyeti bozmak emeliyle +hükumet bir hayli roller oynamış ise de a’zasının sebat ve +metaneti sayesinde bugün hükumetin bile yıkamayacağı +bir kuvvete malik bulunuyormuş. Bunlar ile tevhid-i mesai +eden muallimin-i İsmamiyyenin de yakın zamanda böyle bir +kuvvete malik olacağını şimdiden ümid ederiz. +Şimdi gelelim nefs-i Filibe’ye: Filibe’de bir zükur bir inas +rüşdiyesi üç de zükur-inas muhtelit olarak ibtidaiye vardır. +Zükur rüşdiyesi muallim-i evvelinin bin inas rüşdiyesi +muallimesinin yedi yüz kuruş maaşları olup bunlar Hükumet-i +Seniyye tarafından gönderilmektedir. Diğer muallimlerin +maaşatı iktidarına göre Filibe Maarif Encümeni tarafından +tesviye edilmektedir. Bu mekteplerde bulunan şakirdanın +mecmuu kadardır. Mekteplerini gidip gezdim. +Mekteb-i rüşdiyye Rus imparatoru tarafından Bulgarlara +bir hatıra olmak üzere yapılan Bulgar İ’dadisi’nin karşısında +güzel bir mevki’de kaindir. Şimdiye kadar nehari olan +rüşdiyeye leyli olmak üzere bir kat daha ilave edilmektedir. +Burada bilhassa köylerden gelecek talebe yatarak kendilerine +yemek verilecektir ki Filibe Encümen-i Maarifi’nin bu +teşebbüsü de bilhassa şayan-ı teşekkürdür. Tahkīkatıma nazaran +bu mektep gelecek sene i’dadi derecesini bulacaktır. +Yukarıda bahsettiğim “kur”lardan Muallimin Cem’iyeti +Filibe Merkez Şu’besi daha evvel davranıp kongrenin küşadından +evvel açmıştır ki gidip her iki kısmını da gezdim. +“Kur”lar demek köylerde bulunan muallimleri imamları +okutmak için açılmış bir ders bir sınıf demektir. Onları +müfti-i belde vasıtasıyla köylerden getirtip tevsi’-i ma’lumat +ve usul-i tedris öğretmek için bir buçuk ay kadar tahsil ettiriyorlar +bu suretle istikbal için muallimler yetiştirmeye çalışıyorlar. +Devam edenlerin adedi elliye baliğ olmaktadır. +Filibe Maarif-i İslamiyyesi’nin Filibe mekteplerine sarfettiği +meblağ yirmi bin frank raddesinde olup on iki bin frankı +Evkaf-ı İslamiyye Sandığı’ndan iki bin beş yüzü Bulgar +hükumetinden mütebakīsi de Maarif Encümeni’[ni]n kendisine +aid emlakten hasıl olan varidattır. +Yukarıda söylediğim gibi şimdiye kadar Bulgar Muallimin +Kongresi’ne iştirak etmeyen müslüman muallimleri bu sene +eden kongreye iştirak etmiş ve bundan pek büyük faideler +hasıl olacağı da anlaşılmıştır ki Bulgar Muallimin Kongresi’nde +reisin huzzara hitaben söylemiş olduğu ber-vech-i ati +birkaç cümle buna şahid-i beliğdir: +– Bulgar Muallimin Cem’iyeti muallimin-i İslamiyyeye +her vechile müzaherete ve onlarla beraber harekete müheyyadır… +Allah bizim Osmanlı İslam muallimlerine de teyakkuz u +hükumetinin muallimlerinden hisse almalarını tavsiye ederim. +Filibe’deki Mekatib-i Rüşdiyye Programı: +Birinci sene: Kur’an-ı Kerim ulum-ı diniyye hesap kı­ +raat imla ve kitabet-i Bulgarca coğrafya Farisi tarih-i İslam +aile dersleri kavaid-i Osmaniyye hüsn-i hat Arabi. +ulum-ı diniyye Arabi coğrafya hesap teoriya kavaid-i +Os­ +maniyye Farisi tarih hüsn-i hat kıraat imla ve kitabet. +Üçüncü sene: Kur’an-ı Kerim hesap teoriya tarih-i Osmani +Arabi Bulgarca kıraat Farisi kavaid-i Osmaniyye. +Birinci sene: Bulgarca kıraat coğrafya hesap Arabi +Fransızca malumat-ı diniyye hayvanat hıfzussıhha tarih-i +coğrafya tarih malumat-ı medeniyye kavaid imla Fransızca +Bulgarca hayvanat Arabi Kur’an-ı Kerim hendese +kıraat. +Üçüncü sene: Fransızca Bulgarca kitabet nebatat +hen­ +­ +dese hesap nahv-ı Osmani hikmet coğrafya Arabi +malumat-ı medeniyye Farisi tarih-i umumi ulum-ı diniyye +kimya. +Dördüncü sene: Akaid vücud-ı beşer hikmet usul-i +defteri ma’lumat-ı medeniyye coğrafya Arabi Fransızca +hendese Bulgarca kitabet Farisi tarih kimya hesap cebir. +Aksekili Ahmed Hamdi +Hindistan Mektubu: +HİNDİSTAN MÜSLÜMANLARI +VE HARB-İ HAZIR +Hindistan müslümanları umumiyetle muharebe-i hazıraya +kalben zahir olduklarında şüphe yoktur. Değil yalnız +Hindistan müslümanları belki bütün dünya müslümanları +müzaherete şitab etmişler bu mes’ele-i mühimmede alakadar +olduklarını fiilen göstermişlerdir. Herkes kendi muhiti +dairesinde te’sir ve teessür eylediği muhakkak olup yalnız +muhitlerin ihtilafı derecesinde alakaları da tehalüf edeceği +şüphesizdir. +Hindistan müslümanları muhit i’tibariyle üç tabakaya +tefrik olunur: Tabaka-i aliyye ki ashab-ı servet ü i’tibardır. +Bunların her biri daima hükumetin tarassut ve tehdidatı +altında bulunduklarından hiçbir vakit kalbinde olanı ifşa +edemezlerdi. Hükumetin Hindistan müslümanlarını Hindu +yani Mecusiler ve Bengaleler derecesinde büsbütün tazyikat +altında bulunduramaz. Zira onlarda olduğu gibi komiteler +ve hafi cem’iyetlerin müslümanlarda olmadığını biliyor. +Maamafih müslümanların Trablusgarb mücahidin-i kiramına +olan hissiyatını hükumet anladı. +Bunlar da tabaka-i aliyye derecesinde değilse de yine daimi +tarassut altında bulunurlar. +Üçüncü tabaka da fukara ve guraba ve işçilerden mürekkeptir. +Bunların siyasetle iştigale kat’iyyen hal ve vakitleri +müsaid değildir. Bunların kūt-i yevmiyyesini düşünmekten +başka bir emeli gam ve kederi yoktur. +Ramazan-ı şerifin son günleri idi. Telgraflar Hindistan’a +umum müslümanlar galeyana geldi. Gayret-i diniyye ve hamiyyet-i +heretlerinden bahsetmeye lüzum göremem. Devlet-i Aliyye +ve Halife-i muazzamalarına olan fart-ı muhabbetlerini dahi +beyana hacet yoktur. +Hiç şüphe yoktur ki mağribden maşrıka kadar bütün +müslümanlar aynı his ile mütehassistirler. Harp devam ettikçe +yine aynı hissiyat üzere devam edeceklerdir. Fakat +gariptir ki burada olan müslümanlar Avrupa devletlerinin +Osmaniyye aleyhinde beslemekte olduğu adavetini ve Balkan +hükumetlerinin harekat-ı bedbinanelerini gazete sütunlarında +okudukça bu hali mutlaka Salib’in Hilal’e hücumu +suretinde telakkī ederler. +Emin olunuz ki hiç mübalağa değildir: İngilizlerin taht-ı +tarassutunda bulunan tabaka-i aliyye ashabı tüccaran-ı +mu’­ +teberan kendi iş güçlerini unuttular mağazalarında borsadan +ticaretten bahsedecekleri yerde herkesin mağazası +adeta bir mahfil-i siyaset oldu. Her yerde muharebe havadisi +mücahidinin hamaseti Avrupa devletlerinin Hilafet-i +Osmaniyye’ye olan adaveti ve ahval-i saire ile akşamı buluyorlar. +derecelerinde merak etmeye başladılar; her yerde gazete +okuyanların yanlarına sokularak havadis aramaktadırlar. +Hulasa her akşam muharebeye dair kalbe itmi’nan verecek +bir haber almadıkça kimse evine gidemiyor. +Burada musavver gazetelerden biri bir zamanlar Hazret-i +Sultan Mehmed Reşad Han hazretlerinin resm-i mübarekleri +neşretmiş fakat satılamamış kalmış. İ’lan-ı harb haberi şayi’ +olunca gazete iki misli fiyata çıktı. Herkes aldığı resimleri +hanesinde yahut mağazasında en muhterem mevkie ta’lik +ettiler. Son vakitler gazeteyi arayıp da bulamayanlara Osmanlı +arması diye ay yıldız resmi satıldı. +Bir gün bildiğim tüccardan biri bana gelmiş diyor ki: +“Yahu ne yapalım? Evde çocuklar Enver Neş’et Fethi +Beyler’in resimlerini istiyorlar; akşam eve gidemiyorum. Çocuklar; +“Bu resimleri getirmezsen eve gelme!” diyorlar. Rica +ederim ne yaparsan yap şunların resimlerini getir! Eğer +burada bu adamların resimlerini bulamazsam muharebe +meydanına kadar gideceğim” +Tüccarın sözleri son derece bana te’sir etti. Mısır’da bildiğim +bir zata telgraf çekerek muma-ileyhin resimlerini istedim. +Bu gibi daha neler var. Hulasatü’l-hulasa Trablusgarb +Muharebesi müslümanların umumuna ale’s-seviyye te’sir +etti. Bütün müslümanların gözleri kulakları Darülhilafetü’l-İslamiyye’ye +ve muharebe meydanına ma’tuf kaldı. İşte +Hindistan müslümanları ahvalinden bir hulasa. +Umum mücahidin-i İslamiyye na­ +mına Cebel Meb’usu mücahid-i muhterem Süleyman Ba­ +runi Efendi hazretleri tarafından Ağustos tarihiyle +Dehibad’dan matbuat-ı Osmaniyye’ye çekilen telgraftır: +“Biz Trablus’ta düşmanla uğraşmakta iken hükumetimizin +de ihtilalat-ı dahiliyye ile uğraşmalarına pek çok esef ettik. +Düşman cihetinde vukūunu ümid ve temenni [ettiğimiz] +bu hareketi vatan-ı Osmani içinde gösterenlerin selamet-i +vatanı ne derece tehdid eylediklerinden düşman-ı gaddarımıza +ne kadar cesaret verdiklerinden gafil olsalar gerektir. +Fakat şu afet devam etmemeli ve bu kimseler serian mütenebbih +ve nadim olmalıdırlar. Zira Bizanslılar münazaat-ı +dahiliyye ile gözleri kararmış iken Fatih ordusunun +Yeniçerilerin mükerrer isyanlarından vatan-ı Osmani’nin +nasıl parçalandığı asla unutulacak felaketlerden değildir. Bu +günlerde düşman matbuatının oradaki asker ve ahalinin isyanından +dolayı i’lan-ı şadumani eylediğini görerek ağladık. +Gafil vatandaşlar düşmana zafer kazandırdınız memleketimiz +mirasına göz dikenlere ümidler verdiniz. Bunlarla mı +kopup size vasıl olan bu sada-yı intibahı işitecek kadar aklınızı +muhafaza etmiş iseniz ne mutlu vatana!...” +Allah emirlerine kulak asmayan bir halk +kul sözüyle mi mütenassıh olacak? Muhterem mücahidler +o kum çöllerinde bize istinaden harp ediyorsanız neticede +kendi hayat beka ve istirahatımız için her zamanki gibi kulağınızdan +tutup sizi düşmana teslime mecbur kalacağımızı +biliniz. Yok sırf Müslümanlığı muhafaza için Allah yolunda +cihad ediyorsanız Allah sizinle beraber olduğu için hitabınızı +ona tevcih ediniz ki beyhude gitmesin. +Berlin’den iş’ar +olunduğuna göre Gazette de Voss Enver Bey’e bir telgraf +çekerek; “şahsi ve askeri nokta-i nazarından nasıl olduğunu +sulh ihtimali mevcud olup olmadığını” sormuş Temmuz’da +Enver Bey de şu cevabı vermiştir: “Şahsi ve askeri +nokta-i nazarından pek iyiyiz. Sulhun bizce ehemmiyeti +yoktur.” +Cidde’deki kariin-i muhterememizden +bir zat tarafından bildirildiğine göre ilk kafileden sonra +Mayıs ibtidasından Temmuz sene tarihine değin +Cidde’ye muvasalat buyuran hüccac-ı kiramın mikdarı ve +mevridi ber-vech-i atidir: İki postada Sevakin’den Sudani +üç postada Bombay’dan Hindi muhtelif postalarda +Mısır’dan Mısri muhtelif mahallerden Osmanlı +ve saire dokuz postada Singapur-Batavya’dan Cavalı. +Temmuz’un on dokuzuncu günü +ezani saat üçte Kosova Vilayeti dahilinde Koçana Kasabası +çarşısında yekdiğerinden beşer dakīka fasıla ile iki bomba +yüz seksen kişi mecruh olmuştur. Hadise esnasında ahali-i +ve katil derdest edilmiştir. +Temmuz’un yirmi birinci +günü altı bin kadar Karadağlı ile Malisör Seniçe ve Moykovaç +taraflarında hücum ile karakolları tahrib etmişlerdir. Bizim +tarafımızdan Ragova müstahfızlarına silah tevzi’ edilmiş +ve derhal kuva-yı ihtiyatiyye gönderilmiştir. Bunun üzerine +Moykovaç istirdad olunmuş ise de Karadağlılar top isti’maliyle +be-tekrar işgal etmişlerdir. Me’murin ile birçok ahali +Şahovik’e çekilmişlerdir. Düşman büyük kuvvetle ilerlediğinden +Seniçe Kasabası büyük tehlikede kaldığına sıbyan +ve nisvan şiddetli heyecanda bulunduğuna sür’atle imdad +gönderilmesine dair Seniçe meb’usu Amir Bey’e müteaddid +telgraflar çekilmiştir. Osmanlı ricali birbiriyle uğraşmaktan +düşman tecavüzünü def’a acaba vakit bulabilecekler mi?.. +Çetine Ağustos: Türkiye’nin +Çetine sefiri dün hudud hadisatını şifahen protesto +etmiş ve bugün Karadağ kabinesine yirmi dört saat zarfında +Hükumet-i Seniyye’ye tarziye verilmesi talebini mutazammın +bir nota vermiştir. Sefir bu talebi is’af edilmediği takdirde +münasebat-ı diplomatikıyyeyi kat’ ederek İstanbul’a +avdet edeceğini beyan eylemiştir. +Russkiy Slova gazetesinde okunduğuna +göre; İran hududunda Yüzbaşı Nikitin taht-ı kumandasındaki +Rus askeriyle Osmanlı asakiri miyanında şiddetli +bir müsademe olmuş Osmanlılar büyük zayiata duçar +oldukları mevkiinden varid olan resmi telgraftan anlaşılmış. +Nikitin kemal-i muvaffakiyyet ile mevkiini muhafaza ettiği +de ilave olunuyor. +Karadeniz Kazaklarına mensub birkaç +müfreze Bakü Alayları’ndan teşkil olunan İran hudud +muhafızlarını takviye etmek üzere Tiflis’ten hareket ettiği Petersburg +Telgraf Ajansı’na bildirilmiştir. +Şayan-ı i’timad menabi’den +tereşşuh eden rivayata nazaran şah-ı sabıkın İran’a avdeti +ettiği buna mukabil İngiltere’nin Cenubi İran’da bir takım +ta’vizat elde etmesi muhtemel olduğu Tahran’dan Colonia +gazetesine bildirilmiştir. Bu haberin doğru olması muhtemeldir. +Zira kendileri gelip uğraşmaktan birçok telefata +duçar olmaktan ise dahili fitneler çıkararak budala müslümanları +birbirine kırdırdıktan zebun ve bitab düşürdükten +sonra gelip bila-mezahim istila etmek Avrupa politikasının +üssü’l-esasıdır. Ne çare ki anlayan yok! +Rusların nim-resmi gazetesi +olan Novye Vremya yazıyor: +Zah Arık Nehri üzerinde bulunan gayet büyük Troviski +Ordugahı kurbünde Niyaz Bey Kışlağı’nda bir takım hüviyetleri +mechul kimseler tarafından açılmış meyhaneye saldat +neferler ve bazı zabitan devam etmişler. Orada karakol +vazifesinde bulunan süvari pişdar alayı zabitleri teşvikata kapılarak +nihayet itaatsizlik baş göstermeye başlamış. Bilahare +Temmuz’un birinci gecesi efrad silaha sarılarak zabitanın çadırlarını +kurşuna tutmaya başladılar. Topçu ve piyade askeri +sevkolunarak vak’anın etrafa sirayet etmemesine te’min-i +asayişe gayret olunduysa da her iki taraftan birçok telefat +oldu. Ancak ertesi günü ihtilalin önü alınabildi. İhtilalcilerden +dört yüz kişi tevkīf olundu. Birçoğu da dehalet etti. +Rusya’da son zamana kadar müslümanların +mektep ve medreseleri tamamıyla kendi idarelerinde olup +hükumet kat’iyyen müdahale etmezdi. Şimdi Rusya Hükumeti +müslümanların mekatib ve medaris-i diniyyelerini teftiş +diği Kırım’da münteşir Tercüman Gazetesi ’nde görülmüştür. +Müfettiş olacak adamların Misyoner Cem’iyeti’ne mensub +olması muhakkak addolunur. +[ ] Hindistan: +Pise Ahbar Lahor gazetesinin +rivayetine göre; umum Hindistan ahalisi gayet +sıkıntı içindedir. Her tarafta hükumetin mezaliminden şikayet +olunuyor. Bir taraftan açlık diğer taraftan arazi vergilerinin +sene be-sene tezayüd etmekte olması bütün Hindistan +ahalisini ruhsuz bir ceset haline getirmiştir. Bu hal devam +ederse millet kendi hayatı için çare aramak hususunda lazım +gelen esbaba teşebbüs edecektir. +Breçiya’dan yazılıyor: “Burada +harb aleyhinde gayet büyük bir miting akdolunmuştur. +Nümayişçiler ’den ziyade idi. Hutaba hükumetin siyasetini +şiddetle tenkīd etmişlerdir. Nümayişçiler tarafından +hükumet müteaddid defalar tahkīr edilmiştir.” +Düşmana yakışan nifak u şikak maatteessüf Osmanlılar +arasında zuhur etti. +Koçana’da iştial eden +bomba münasebetiyle Bulgarlar hakkında reva görülen +muamelat-ı cebriyyeden Bulgar Hükumeti hükumet-i Osmaniyyenin +nazar-ı dikkatini celb ve bu gibi muamelata bir +nihayet verilerek ciddi bir tahkīkat icrasıyla bu muamelata +cür’et edenlerin tecziyesini taleb için İstanbul sefirine evamir-i +lazime i’ta eylediği Sofya’dan bildiriliyor. +Ministerler Meclisi Tuna Fırkası’nın +ber-vech-i zir efrad-ı ihtiyatiyye ve redifesini da’vet etmeye +karar vermiştir: ve ’uncu +sınıf efradı taht-ı silaha da’vet edilmiştir. Aynı fırkanın sınıf +da’vet edilecektir. +TENKĪD VE TAKRIZ +MEDENIYET-I İSLAMIYYE TARIHI ’NIN + +---- +HATALARI +---- + +Bir de Abdülmelik ile Velid Haccac’ın şenaatlerine karşı +ru-yı rıza göstermişlerse ma’lumdur ki Emeviler’in bu +ba Haccac cehennemde yerleşebildi mi yoksa hala iniyor +mu?” demiştir. Kezalik Hişam Halid’in bir müslüman karısını +tahkīr ettiğini işitince derhal emaretten azlederek hapse +atmıştır. Nitekim vak’a İbni Hallikan’da mezkurdur. +Elhasıl eğer müellif Emeviler’den yalnız bir yahud iki +adama atıp tutmuş olaydı kendisine hak verirdik. Lakin o +mu’tadı olan desise tarikına saparak ferdi cemaat biri ikiz +nadiri amm şazzı muttarid suretinde göstermiştir. +* * * +Buhtunnasr’ın zulümlerini işittik Cengiz Han’ın şenaatlerine +yakīn hasıl ettik Tatar’ın cinayetlerine muttali’ olduk; +lakin Allah’a yemin ederim ki –eğer müellifin sözleri doğru +ler’den daha hunhar Emeviler’den daha gaddar değilmiş! +Müellif diyor ki: “Muaviye Busr bin Ertat’ı askerle beraber +gönderdi. Bundan başka Ali şiasından kimi bulurlarsa +öldürmelerini hatta kadınları da çocukları da bırakmamalarını +emretti. ” İşin hakīkatini anlatmazdan +evvel bir mukaddime serdetmek lazım geliyor: Müellif Abbasiler’i +medhediyor onların harekatını adalete esas rıfk u +mülayemete delil ittihaz eyliyor da diyor ki: “Abbasiler’in +saye-i devletinde memleketlerin ma’mur olması şayan-ı istiğrab +değildir. Zira adalet emn ü asayişi te’min eder. İnsanlar +canlarından hukūklarından emin oldukları surette işe +sarılacakları için tabii memalik ma’mur olur ahali refahiyet +kazanır verginin mikdarı çoğalır. ” +mıyla müsavi bulursak tabiidir ki Abbasiler’in bırakılıp da +yalnız Emeviler’in zemmolunmasını fahiş bir haksızlık büyük +bir tarafgirlik addederiz. Sonra bir mes’ele daha var: +Ma’lumdur ki; müverrihlerin kaffesi Abbasiler zamanında +da Emeviler’in mehasinini söyleyemezdi. Kazara böyle bir +cür’ette bulunanlar ta’zibatın envaına hedef olurdu ki tarihten +bizim için buna dair birçok misaller göstermek kabildir. +Vakıa kemal-i iftihar ile şunu söyleyebiliriz ki; müslüman +müellifleri vekayii olduğu gibi rivayet etmek hakkı bi-perva +söylemek hususunda birinciliği kazanmışlardır. Hakīkati +beyan etmekten ne padişahların kudreti ne de zalimlerin +mehabeti kendilerini men’ etmemiştir. Ancak kasden yalan +seylemekle hakkı söylememek arasında fark vardır. Onun +bulunmadılar. Lakin birçok mehasinlerini sükut ile geçmeye +mecbur oldular dersek bu sözlerimiz cerh olunamaz i’tikadında +bulunuyoruz. +Abbasiler’e gelince bunlar zamanlarında hem memleketin +sahibi hem halkın malik-i mutlakı oldukları için teveccühleri +hayat gazapları herkes için memat idi. Ufacık hatalarını +muahaze ölüm tehlikelerini göze aldırmaksızın kabil +olamazdı. + +---- +TEBRIK +---- + +Kudumüyle cihan-ı tevhidi nurlara gark eden Ramazan-ı +Şerifi Sebilürreşad yeryüzündeki bütün müslüman kardeşlerine +tebrik eder. +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“Tanrı’nın yoluna insanları hikmetle güzel güzel nasihatle +da’vet et; bir de onlarla mübahase ederken en iyi tarik +hangisi ise onu tut; senin Tanrı’n yok mu işte o yolundan +sapanı da bilir hidayeti kabul edenleri de bilir.” +* * * +Ayet-i kerime +tarzındaki tehdid-i mehib ile başlayan Sure-i Nahl’in +son sayfasındadır. +Şüphe yoktur ki aleyhissalatu vesselam Efendimiz’e teveccüh +eden bu hitab-ı Sübhani o Peygamber-i güzinin ümmetine +de teveccüh eder. Ayetteki sebil den maksad bütün +hakayıkı bütün fezaili cami’ olan Müslümanlık’tır. +Gayet fıtri bir din olan; daha doğrusu fıtratın kendisinden +başka bir şey olmayan İslam’ı kabul etmeyenler ya o +din-i ilahinin ruhundaki sırr-ı mübini sırrındaki ruh-ı güzini +göremiyorlar; yahud gördükleri halde nefsani bir yığın esbabın +te’siri altında kalarak görmek istemiyorlar. +bul etmeyenlere karşı bu emr-i ilahiye tevfik-i hareket olunmaz +da –ber-mu’tad– şiddetli davranılırsa bu şiddetle pek +ma’kus pek menhus te’sirler husule getirilmiş olur. Evet +dini anlayamadıkları için fikirlerine mülayim bulamayanlar +böyle bir harekete karşı İslam’ın büsbütün düşmanı kesilirler. +Hakayık-i diniyyeden inadları saikasıyla yüz çevirenler +de i’lan-ı harbe kalkışırlar. +Zaten hiddetler şiddetler tazyikler cebrler hep aczin me­ +şimesinden düşen bir sürü eksik mahluklardır ki beşeriyet +muztar kalmadıkça bunları agūş-ı kabulüne alamaz; alsa da +mümkün değil sevemez. İnsanlar rıfk ister mülayemet ister; +ağızdan çıkmasını bekler. +Resul-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz +hazretleri mu’cizelerin en bahirini şiddetlerin en kahirini +gös­ +termek iktidarında iken bakınız insanları Allah +yoluna getirmek için hangi tarikı ihtiyar etmekle me’mur. +Kemal’in dediği gibi “Fikre galebe yine fikrin şanındandır.” +Mülhid yahud muanid fikirleri devirecek kudreti kendilerinde +görmeyenler; sebil-i hakkı bulabilmek için bir hayli +mücahede geçirmiş olmayanlar mevki’-i irşada çıkıp da +gayet müşkil vazifelerdir. +Sözlerini dinletebilip de efkarı arkalarından getiremeyenler +cemaati kabil-i hitab olmamakla töhmetleyerek işin içinden +sıyrılıveriyorlar; asıl kabiliyetsizliğin aczin kendilerinde +olduğunu hiç hatırlarına getirmiyorlar! +Ömründe medrese mektep görmemiş; üç beş uydurma +hadis ile sekiz on şeni’ masaldan başka sermaye-i ma’rifet +edinememiş ümmi vaizler kürsilere tasarruf edeliden beri +bu millet-i merhume dini umacı hey’etinde sahib-i şeriati +de –haşa– yeniçeri ağası fıtratında tahayyül etmeye başladı! +linden silindi gitti! +Hiç esasa imanı olmayanları cehennemle korkutmak; +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +yahud o pek acib bir kılığa soktukları cennetle avutmak +mümkün olur mu? +Ne garibdir ki: Derse çıkacak hoca efendiden icazetnameden +başka sıkı bir imtihan geçirmiş olmasını isteriz de +vaaz kürsüsüne tırmanacak mürşid-i kamilden hiç de ehliyetname +sormayız! Halbuki iş aksine olmak lazım gelirdi. +Öyle ya okutacağı dersi hakkıyla bilmeyen müderris esasen +tedrise kalkışamaz. Zira karşısındaki talebe temyiz iktidarında +olduğu için hocasının aczine yarım saat bile dayanamaz. +Vaizlerin mevkii ise böyle müşkil değil; çünkü cemaatin bir +kısmı din namına söylenen her sözü dinlemek i’tiyadındadır! +Üdeba-yı ulemadan Ziya Paşa merhum “Bizde gayet +mühim iki vazife vardır ki bil-iltizam en ehliyetsiz ellere tevdi’ +olunur: Biri nahiye müdürlüğü diğeri çocuk lalalığı” diyor +ki biz buna bir de “vaizliği” ilave etmek için hiç düşünmeye +hacet görmüyoruz. +Vaizlik mürşidlik edecek adamın yalnız sebil-i hakkı tanıması +kafi değildir; o caddeye çıkan yolların nerelerden +sapmak ihtimali olduğunu iyice bilmelidir. Bir de yanlış yol +tutanlara “Dalalettesin!” demekle iş bitmez. Oraya nasıl +düşmüş; saha-i reşada nasıl çıkacak buralarını tamamıyla +ta’yin etmeli sonra biçarelerin eline yapışmalıdır. Hele +“tekfir” tehdid makamında ele alınacak silahlardan değildir. +Zira bunun ika’ edeceği mevt-i ma’neviyi duyacak hisler +pek azaldı. Onun için “Sus! Kafir oldun...” nidası top gibi +patlasa yine kuru sıkı telakkī olunacak! +TERCÜME-I MEAL-I MÜNIFI +“Ey şeref-yab-ı iman sevgili kullarım! Üzerinize oruç tutmaklığınız +farz olundu. Nitekim sizden evvel geçen ümmetlerin +de üzerlerine farz olunmuştu. Bu fariza-i mühimme ile +mükellefiyetiniz münafi-i İslamiyyet ve mugayir-i insaniyyet +ahlak-ı rediyye ve ef’al-i diniyyeden ittika ve ictinab etmeniz +* * * +Bilsek –ey mü’min kardeşler!– şu iltifat ve şu hitab-ı ila­ +hiye muhatab olmak şerefinin büyüklüğünü yüceliğini bilsek!.... +Vicdanımızı dinleyelim! İltifat ve hitab-ı padişahiye nailiyyet +şerefi bizim için ne kadar kıymetdar ne derecede +bais-i sürur u iftihardır. +Şübhesizdir ki birer canlı meserret kesiliriz. Muhakkaktır +ki fart-ı şadiden kabımıza sığamayız. O derece-i bala-terinde +ki guya bir daha yed-i hilkatten geçmişe sanki yeniden dünyaya +gelmişe döneriz. Sanki bu cihan-ı dun bütün mefatih-ı +hazain-i pür-füsunuyla bize verilmiş! Öyle değil mi? +Halbuki bulunmak saadet-i uzmasıyla gerçekten –eğer +kadr-dan isek eğer sahib-i rüşd ü iz’an isek eğer haiz-i cevher-i +akdes-i hitabda o padişah da sufuf-ı muhatabin miyanında +tufan-ı mesar içinde çırpınıyor. Bütün ihvan-ı diniyle cebinsa-yı +zemin-i tazarru’ u ibtihal oluyor. +Hitab-ı ilahi ezeli olduğu gibi ebedidir de. Onun içindir +ki biz ehl-i iman bu kudsi hitaba el-an muhatab bulunmakla +müftehir ü mübahiyiz. “El-hamdü lillahi ala-ni’meti’l-imani +ve’l-İslam” Cenab-ı Sultan-ı ekalim-i risalet ü nübüvvet +aleyhissalatü vesselam efendimiz hazretleri ümmet-i +muhteremelerine iltifat ü nevazişi natık böyle ayat-ı celile +şeref-bahş-ı nüzul oldukça mübarek güneş-i cemalleri pertev-nisar-ı +beşaşet ü meserret olurdu. +Hele encüm-i asman-ı risalet olan sahabe-i güzin aleyhim +rıdvanullahi’l-ekber hazeratı o envar-ı mesar içinde +gaşy olur giderlerdi. O dakīka-i hitab-ı Hak onlar için da­ +reyn­ +den muazzez bir hayat-ı ebedi bir fahr-i sermedi idi. +Bu hitab-ı teşrif biz mü’minlere saadet-i hayat namına +bir düstur-ı sıhhat ü afiyet ihsan ü inayet buyuruyor: Fariza-i +celile-i sıyam. Bununla beraber bir de cümle-i tesliyet-bahşayı +Çünkü takdir-i hikmette irfan-ı ni’mette acz-i idrakimizi +za’f-ı vicdanımızı biliyor. +Bu tesliyet; avam-ı ümmete aiddir. Havassa gelince onlar +bizden evvel geçen ümmetlere de farz imiş.” diye müteselli +olur. Ifası nefse ağır gelen bir emrin umumiyeti anlaşılınca +tahammülü kolaylaşır. +Havas ise: “Elhamdülillah bu ni’met-i ilahiyye yalnız +bize has değilmiş ihvan-ı insaniyyetimiz olan ümem-i salife +de ni’met-i sıyam ile mütena’im imişler.” diye Cenab-ı +Hakk’a arz-ı şükran u mahmidet ederler. +“ – Ey ümmet-i +hal ü istikbalim! Sizden hiçbiriniz ta ki kendi nefsi için istediği +ni’metleri husulünü arzu ettiği –maddi ma’nevi– saadetleri +dader-i İslamiyyet ve insaniyeti için temenni etmedikçe +hadis-i şerifi bunların vasf-ı halleridir. +Yine mes’uddur o hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyye ki Kur’­ +an-ı Hakim amir-i vicdanı mürebbi-i idrak ü irfanı cismani +ruhani nazım-ı hayatı ola! +Ah ... Eğer bu ezeli kanun-ı ilahinin kadrini bilsek! +Himye kanun-ı tıbbın en mühim bir düstur-ı sıhhisidir. +Tababet daha bir milyon sal-i istikbal içinde tekemmül etse +yine sername-i mefhareti edecek +hadis-i şerifine müdani bir düstur-ı sani bulamaz. +Tababet henüz beşerin muhit-ı idraki haricinde +himye-i şer’iyye ile me’mur idi. +nazm-ı celili bu da’vamızın sıdkına bürhan-ı satı’dır. +Bugün tababet bütün o bedayi’-ı terakkī ve tekamülüyle +beraber lisan-ı hikmet-beyanından işitilen en büyük hıfzussıhha +düsturu şu oluyor: +“Le jeune entretient la santé” +Bunun Türkçesi: “Ruh sıhhat-i hayatı muhafaza eder. +Himyeye riayet eden hastalanmaz.”dan ibarettir. Bu düsturun +kaili değil hatta ellinci ceddi bile rahm-i madere düşmemiş +aleyhissalatü vesselam samia-i insaniyyeti teşnif vicdan-ı +medeniyyeti sena-han-ı ulviyyeti ediyordu. Akl-ı iş ü nuşun! +hiç de hoşuna gitmeyen çehresini ekşiten bu emr-i lahutiyi +akl-ı insaniyyet vicdan-ı İslamiyyet layık olduğu ehemmiyetle +takdir ve kemal-i tekrim ile der-agūş eder. O ruhun +–gerek şahsi gerek ictimai ve medeni– menafi’-i hayat-bahşası +mükemmel bir hıfzussıhha kitabı vücuda getirecek kadar +çoktur. +Din-i celil-i İslam hıfzussıhha kavaninini bir liste şeklinde +göstermekten şanı alidir. Çünkü dinin mevkii bütün maddiyat +ve ma’neviyatın fevkınde ukūl-i beşerin yetişemeyeceği +bir serir-i ulviyyettir. Bütün ulum u fünun onun bir harf-i +hikmetinde mündemicdir. +Din reçete yazmaz. Çünkü ona ihtiyac bırakmaz. Hastalığın +def’i elbette ref’inden evladır. Hüner bir musibet gelmeden +önüne sed çekmektir. Yoksa geldikten sonra buyurun +firaş-ı ıztırab u enine! +Fenn-i menafi’u’l-a’zanın herkesin anlayabileceği derecede +basit ve vazıh olan şu sözlerini dikkatle okuyalım: “Her +uzvun bir zaman-ı fi’li olmasına mukabil bir de vakt-i sükun +u istirahati olmalıdır. Faaliyyet-i uzv gündüzün olduğu gibi +lenmeden ila-nihaye faal kalacak olursa kuvvetini zayi’ eder. +Bir daha filini icraya muktedir olamamak tehlikesine düşer.” +Mide de bir uzvdur. Hem de a’za-yı vücudun hazine-i +hayatıdır. On bir ay mütemadi bir faaliyyet ile ifa-yı vazife +eden midenin bir ay hakk-ı sükun ve istirahati olmamalı mıdır? +Bu pek bedihi bir hakīkat-i fiz[yo]lojiyyedir. Hastalanınca +tabibin en şiddetli perhiz emirlerini kemal-i mutavaatla +kabul eden insan tababet ve tabibin halıkını nasıl dinlemez? +Hakkında ayn-ı rahmet ve mahz-ı ni’met olan evamir-i mukaddese-i +silker? Mukteza-yı akl-ı selim bu mudur? +Orucun menafi’-i hayatiyyesine dair ma’lumat-ı fizyolojiyye +almak için ihvan-ı saimine etibba-yı hazikamızdan +merhum Hüseyin Remzi Bey’in İlmihal-i Tıbbi’ si ile +Altuni-zade Muhyiddin Bey’in Sıhhat ve Afiyet-i İslam’ ını ve +Tabib-i muhterem Milaslı İsmail Hakkı Bey’in Din-i İslam ve +Ulum u Fünun’ unu kemal-i ehemmiyetle tavsiyeyi bir fariza-i +diniyye addederim. +Evamir-i hazıkaneleri dinen vacibü’r-riaye olan ancak +böyle muhterem tabibler böyle hakīkī mü’minlerdir. +Cenab-ı Hak emsalini asarını çoğaltsın! +Şehr-i celil-i sıyam alem-i İslam’a ecell-i na’ma-yı Samedaniyyedendir. +Kadr-i azimini bilelim de indallah makbul ü +muhterem olalım! +HADIS-I ŞERIF +Bu hadis-i şerif Sahih-i Müslim hadislerindendir. +Ravileri Abdullah bin Ömer Ebu Musa El-Eş’ari +Seleme ve Ebu Hüreyre radiyallahü anhüm’dür. Ebu Hüreyre +hazretlerinin rivayetinde +ziyadesi de +vardır. Bu ziyade ile beraber hadis-i şerifin tercümesi şu olmuş +oluyor: “Her kim bize karşı silah çekerse bizden değildir. +Her kim de bizi aldatırsa yine bizden değildir.” +Din-i İslam tehabb ü tevadd teavün ü tenasur dinidir. +Müslümanlar beynindeki uhuvvet uhuvvet-i nesebiyyeden +akvadır. Bu uhuvveti kıracak vahdet-i İslamiyyeye karşı gelecek +şakk-ı asa-yı müslimin edecek herhangi fiil ve hareket +–mukteza-yı tabiatı olarak– İslam’ın haricinde kalır evamir +ve ta’limat-ı nebeviyyeye muhalif düşer. Bunların en fenası +müslümanın müslümana kılıç çekmesi müslümanın müslüman +canına kasdetmesidir. Müslümana karşı silah çekmek +kebairin a’zamıdır. +Buhari ile Müslim ’in rivayet ettikleri diğer bir hadis-i +şerifte; +buyurulmuştur ki “Müslümana +sebbetmek fısktır. Müslüman ile mukatele etmek ise +küfürdür” demektir. Din-i İslam müslimin can u ırzını te’min +etmiştir. Her müslümanın canı da ırzı da diğer bütün müslümanlara +haramdır. Bu hürmete riayet etmemekteki ma’siyetin +derecesine bakın ki müslümana söğmek fısk olu[y] +or. Yani adeta daire-i dinden çıkmaya yol açıyor. Üzerine +bi-gayri hakkın silah ile yürümek ise adeta küfür mertebesini +buluyor. +Zat-ı Ecell ü A’la Kur’an-ı Kerim ’inde: +Yani: “Ey mü’minler. Hablullah’a yapışın da dağılmayın +ayrılmayın. Bir de Allah Teala hazretlerinin şu büyük ni’metini +hatırınızdan çıkarmayın ki siz yekdiğerinizin düşmanı +hep kardeş oluverdiniz” diye bize imtinan ediyor. Müslimine +bahş ettiği nimetlerin en büyüğü bu ülfet-i kulub olduğunu +bize haber veriyor. +Diğer bir ayet-i kerimede de: +Yani: “Mü’minlerin kalbini Allah Teala te’lif etti. Eğer +sen ru-yı zemindeki ni’am ü hazainin kaffesini birden infak +edeydin yine kalblerini te’lif edemezdin” diyerek o ni’metin +büyüklüğünü bize iş’ar ediyor. +Kur’an ’ın neresini okusanız ehadis-i şerifenin hangisine +baksanız bu imtinan-ı Rabbaninin azamet ü ehemmiyeti +nazarınızda artar. Zira İslam ve imanın mebna-yı üstüvarı +gönül birliğidir kardeşliktir. Lisan-ı Şeriat’te her ne zaman +“Kardeşiniz şöyle olsa böyle olsa” denilmişse maksud olan +din kardeşliğidir. Gönül birliğini tefrikaya ilka edecek vahdeti +şikaka müncer edecek kardeşliği adavete kalb edecek +herhangi fiil ve hareket ve hatta kasd u niyyet iman ve İslam’a +muhalif olduğu için Resul-i Ekrem salla’llahü aleyhi +ve sellem Efendimiz onu ya küfür ile ya füsuk ile ya nifak ile +tavsif buyurmuşlar ve halavet-i İslam’dan ne derecede nasibedar +olduğumuzu anlatmak için bize hiç şaşmaz bir mizan-ı +adalet bir mi’yar-ı fazilet ihsan etmişlerdir. +Müslim ile Buhari’de mervi olan: +Yani: “Müslim o kimsedir ki müslümanlar onun dilinden +elinden salim olur” hadis-i şerifinden daha sağlam bir mikyas +bulunabilir mi? Elinde böyle terazisi olan kimse kardeşinin +canına kasd ve hatta kalbini bi-gayri hakkın rencide +ederse da’va-yı iman ve İslamda bulunmaya haya etmez +mi? +Buhari’deki diğer bir hadis-i şerifte: +Yani: “İki müslüman kılıçlarıyla karşılaştıkları zaman katil +de maktul de cehennemdedir” buyurulmuştur. Bunu duyan +ashab-ı kiramdan birinin: “Ya Resulallah. Katilin cehenneme +girmesini anlıyoruz. Ya maktule ne oluyor ki o da onunla +beraber tutuluyor?” tarzında irad ettiği suale: +Yani: “Arkadaşının katline haris idi de onun +dis-i şerifte buyurulmayıp da +buyurulmasını böyle bir halde mukteza-yı İslam olan uhuvvetin +artık zail olduğuna ve muktezi ile muktezanın zevaline +binaen her iki hasmın da makarr-ı ehl-i küfr olan cehenneme +gideceğine haml etmek icab eder. +Artık görünen köye kılavuz istemez. Bugünkü dereke-i +lam’ı şöyle bir acele ile çevirmek de kafidir. Peygamber-i +zi-şanımız Hadi-i muazzamımız bize ne öğretmiş biz müslümanlar +hangi yoldan gitmişiz! Ne musibettir ki şehrah-ı sulh +u selamı gösteren Peygamber-i ahirzamanın ümmeti olan +bizler hep harb u hısam yolunu tutmuşuz. İslam’ın en son +tahassungah-ı bekasında bile kardeş kanı içmekten +bıkmadık usanmadık. Ne emirler ne nehiyler ne tarihi ibretler +Her devirde her diyarda ecanibin pa-yı hakareti altında +ezildiğimizin illeti bünyan-ı mersus gibi yekvücud olmamıza +dair olan ihtarat-ı mükerrereye ittiba’ etmemek olduğunu +bilip dururken yine hep yekdiğerimizin hürmetini hetk etmiş +durmuşuz. Bizim bu halimiz mehbit-ı vahy olan o Resul-i +zi-şanın zaten ma’lumu olduğu için ahirzaman fitnelerinden +bizi çokça tahzir buyurmuşlar son nefes-i mübareklerini +Hakk’a teslim buyurdukları ana kadar ümmet arasında +tahaddüs edecek şikak ve mücadelenin mazarratını beyan +etmekten vazgeçmemişler hatta Buhari ile Müslim’in rivayetine +göre Haccetü’l-veda’da bile Cerir bin Abdillah el-Beceli’ye +cemaat-i ashabı susturmak için emir verdikten sonra: +buyurmuşlardır +ki: “Benden sonra kafir olup da birbirinizin boynunu vurmaya +kalkışmayınız” demektir. Ne acınacak hal ne bitmez +tükenmez gaflettir ki darülislam olan yerler hep bu yüzden +darülküfr oldu her yerde müslümanlar Beni İsrail hakkında +varid olan +ayet-i kerimesine +ma-sadak oldu son ilticagah-ı İslam’da bile yalnız rahat ve +huzurumuz değil varlığımız bile münselib oldu da biz yine +hala birbirimizi boğmaktan yekdiğerimizin kanı ile ırz u +namusu ile teşeffi etmekten vazgeçemiyoruz! +Artık gözlerimizin çapaklarını silip bu giran hab-ı gafletten +uyanmanın zamanı gelmiş çoktan beri geçmiştir bile. +Bu fena huylardan vazgeçip evamir-i diniyyemizin binde +birine olsun ittiba’ edelim. Te’lif-i kuluba teavün ü tenasura +müsliminin malına canına ırzına hürmet etmeye alışalım. +Hatta muaveneti yalnız mazlumlara değil zalimlere +bile teşmil edelim. Buhari’de Tirmizi’de Müsned-i İmam +Ahmed’de varid olan atideki hadis-i şerif ile amel edelim: +: . : +Resul-i Ekrem salla’llahü aleyhi ve sellem Efendimiz: +“Kardeşine ister zalim olsun ister mazlum olsun yardım et.” +buyurmuşlar. Biri: “Ya Resulallah zalim olduğu halde ona +nasıl yardım edeyim?” diye sorunca: “Onu zulümden men’ +edersin. Ona yardım böyle olur” cevabını vermiştir. + +---- +KANAYAN YARALARIMIZ +---- + +Siyasiyat ve ihtirasat mücadelatı afak-ı vatanda gittikçe +daha ziyade kesif daha ziyade muzlim sehabeler tevlid edecek +bir hal alıyor. +Bağrı yanık sinesi hançer-zede bedbaht vatanın kayıdsız +evladları mevcudiyet-i milliyyeyi kemiren mader-i vatanı +her gün daha seri’ daha hevl-engiz hatvelerle adem diyarına +takrib eden hastalıkları; bi-füturi-i mu’tade ile karşılıyor +müzmin bir hale gelinceye kadar tedavi etmek lüzumunu +hissetmiyor etmek istemiyor! +Sanki herkes bütün gayretini bütün azmini hastalığın +daha vahim bir devreye girmesine daha müdhiş safhalar +geçirmesine hasr etmiş! Yalnız; evet yalnız bunun için çalışıyor!.. +Asırlarca kaygusuz evladlarının düşüncesiz hareketlerinden +tevellüd eden mesaib altında inleyen tündbad-ı ihtirasları +uğrunda zedelenerek canhıraş vaveylalarla bihude +yere sızlanan vatan bugünkü nesilden de aynı lakaydi ile +mi muamele görecektir? +Sema-yı vatan ilim yerine cehalet faaliyet yerine atalet +bulutlarıyla istila edildiği uzun devirlerden beri şems-i saadet +bu bedbaht iklime en sönük şuaatını bile isar edememiştir. +sadmeler insafsız hançerlerle parçalatmış kuvve-i zindegisini +menabi’-i hayatiyyesini kurutmuş echize-i faalesini artık +bir inhizal ve bi-tabiye duçar eylemiştir. +Vatan bir harika-i ilahi olarak yaşıyor. Bugünün mütefekkirleri +acaba hasta nefes-i vapesinini verdiği zaman mı uyanacaklar +tevarüs ettikleri la-kaydiden kurtulmak için böyle +feci’ bir zamanı mı bekleyeceklerdir?! +Bugün Anadolu’ya seyahat etmek oradaki biçare köylülerin +tarz-ı hayatını yakından görmek suret-i maişetlerini +emraz-ı ruhiyye ve bedeniyyelerini tedkīk etmek ... zahmetini +şerih u müsterih bir kalb ile atiden ümidvar olarak avdet +edebilsin! +Her saat göreceği fecia-nüma levhalar karşısında yüreğinde +yaralar açılmadan dönmek mümkün olsun! +Vaktiyle gürbüz tüvana ve bütün ma’nasıyla dinç bir ırk +yetiştiren Anadolu bugün baştan başa yosunlu bir harabezar +mikroplu bir hastahane haline gelmiş! +titretir kavi ve sağlam bir unsur yerine cansız çelimsiz +hastalıklı frengili sıtmalı bir sürü sıska alayı veya müteharrik +bir yığın canlı cenazeler kaim olmuş! +Vasi’ Anadolu arazisinin Huda-dad kuvve-i inbatiyyesi +bile artık eski kudret-i feyyazanesini gaib etmiş işlenmeden +emile emile menabi’-i gıdaiyyesi kamilen kurumuş. +Münbit vadiler bir çoraklığa mahsuldar tarlalar bir dikenliğe +zümürrüdin çimenlikler merzagī bir sazlığa tehavvül +etmiş! Bağlar bağçeler kamilen bozulmuş vaktiyle oraların +ma’mur olduklarını bildiren asar-ı kadimeden başka hiçbir +şey kalmamış. Uzak zamanlardan beri hükümran olan +çöllerinde Rumeli balkanlarında Irak badiyelerinde Kürdistan +ovalarında dolaşarak sürünerek çürüyen vücudlar +menabi’-i zindegileri kuruduktan kardeşlerinden pek çoğunu +o diyarların yosunlu toprakları altına gömdükten sonra +dönebiliyorlardı. +Bu alil ve yarım kadidler çökük tavanlı yıkık duvarlı +kulübelerinde yosunlu ve çamurlu inlerinde sızlayarak kendilerini +bekleyen ailelerine kavuşuyorlardı. Yoksulluk açlık +sefalet zulüm hastalık gibi hain sebeblerle çürüyen kadınlarla +perişan ve kötürüm bir halde yurduna dönen bu iskeletlerin +mahsul-i hayatları ne olabilirdi? +Şimdi sorarız? Sevk-ı kaderle meydan-ı felakete sukut +eden bu tali’-zede nesilde yaşamak yaşayabilmek isti’dadı +bulunabilir mi? Bunlar hayata değil bir müddet süründükten +sonra memata namzed değil midir? +de koşuyor. Bugünün vicdanlı mütefekkirleri yarın huzur-ı +tarihte bu sür’atin ta’diline olsun şitab etmedikleri cihetle itham +olunmayacaklar mı? +Ya Rab! Bu ne derin uyku! Hab-ı giran-ı ataletten +la-kaydiden bizi sur-ı İsrafil mi uyandıracak? Yoksa istila ordularının +samia-hıraş boruları mı?! ...... +Mader-i vatanı düşünmek yarasından akan kanları dindirmek +sinesini parçalayan hançerleri çıkarmak cerihalarını +sarmak evladlarına teveccüh eden en mukaddes bir +vazife değil midir? +Şahsi ihtiraslar arkasında mest ü meshur koşanlar şübhe +yok ki bir gün pek müdhiş bir maniaya çarparak ezileceklerdir. +Ne çare ki kendileriyle beraber felek-zede vatan da +ayaklar altında kalacak!... +Evet ırk inhizale inkıraza düşmüş! Anadolu baştan başa +karanlık haşyet-engiz bir hastahane haline gelmiş! Nur-ı +ümid gibi şu’le-i ma’rifet de bu bedbaht iklimde sanki ebediyyen +sönmüş! +Buna karşı vatanın evladları bu felaketleri bu acıklı +manzaraları görmemek işitmemek için gözlerini kapamışlar +kulaklarını tıkamışlar heva-yı nuşin-i hay u huy içinde +uyuşmuş kalmışlar. +Veraset kanunu; evet bizi kemiren kanımızı cevelandan +dimağımızı tayerandan alıkoyan bu müdhiş ve müessir +kanun; gençleri de ihtiyarlara ahfadı da ecdada benzetiyor +benzetmeye çalışıyor. +Onlar da babaları dedeleri gibi la-kaydi ve atalet çukurlarına +sürükleniyorlar. +Onlar da cedleri gibi istikbali düşünmek görmek görmeye +çalışmak istemiyorlar. +En bariz hakīkatlere en korkunç izmihlal alametlerine +karşı onlar da kendilerinden evvel geçen ve bütün bu felaketleri +hazırlayan ataları gibi “Adam sende!..” demekle iktifa +ediyorlar. +Zavallı vatan; acaba seni canıyla imanıyla sevecek evladların +yetişmeyecek mi?!... +Esir milletler cahil kavimler inkıraza sürüklenen ırklar +nasıl kurtulmuşlar nasıl kurtarılmışlar! Buraları düşünmek +bugünün mütefekkir vatanperverlerine teveccüh etmez mi? +Çare-i tedavi vaktiyle aranılmazsa hastalık müzmin ve +mühlik bir devreye girdiği vatan çökmeğe millet ezilmeye +başladığı zaman gösterilecek telaşlar koparılacak vaveylalar +hiçbir faide te’min edemez. +Dün bizden cahil ve bizim çobanlarımız bizim mahkumlarımız +olan fakat bugün bize ilimleriyle terakkīleriyle +muntazam idareleriyle bi-hakkın caka satan bizi ezmeye +yeltenen bir avuç Bulgarlardan olsun ibret almayacak mıyız?!.. +Bulgarları kurtaran terakkī ve tealiye sevk eden nevvar +dimağlar polat bazular acaba nasıl düşünmüşler ne yolda +çalışmışlar ne gibi tedbirlerle mahkum ve sefil bir kavmi hakim +ve mes’ud bir dereceye çıkarmışlar?!... +Ruh-ı terakkī sine-i milletten doğmalıdır. Millet de bu +ruhu yetiştirecek surette terbiye edilmelidir. +Bir milleti düştüğü girdabdan kurtaracak zinde dimağlar +aynı gayeyi aynı ideali ta’kīb etmek kavi bir iman la-yetezelzel +bir kanaatle garazsız ivazsız çalışmak uğraşmak +eden hailler manialar pa-yı azm ü sebatlarını sarsamaz sarsacak +kadar metanetsiz bulamazsa –ki bu da gayr-i meşru’ +ve şahsi hiçbir ümniye beslememek her türlü siyasi ihtiraslardan +azade kalmak sayesinde müyesser olur– emin olmalı +ki böyle bir hey’et o bedbaht milleti kurtarır kurtarabilir. +Bulgarları tahlis edenler reh-güzar-ı gayretlerine vasi’ bir +saha-i faaliyyet açanlar bu gibi hey’et-i tenviriyyelerdir. +Hiçbir zaman hiçbir memlekette hükumetler bu ağır +vazifeyi tamamıyla yüklenememişlerdir. Esasen de yüklenemezler. +Hükumetler halka ve bu yolda toplanan hey’etlere yalnız +rehberlik ederek onların mesailerini teshil icab eden +muaveneti diriğ etmezlerse vazifelerini ifa etmiş olurlar. +Cihan-ı beşeriyyetin en müterakkī milletleri olan İngilizler +Fransızlar İsveçliler Belçika ve İsviçreliler bile el-an bu +gibi hey’etlerden müstağni olamamışlardır. +Esasen bu mes’ud memleketlerde her türlü teşebbüsat-ı +nafia ve tenviriyye hükumetlerden ziyade efrad-ı milletten +müteşekkil ferd yığınlar tarafından icra edilir. Münevver ve +zinde dimağlı ferdlerin muhassala-i iştiraki kitleyi emin ve +müsmir sahalara sevk eder harika-nüma muvaffakıyetler +gösterir. +Hey’et-i tenviriyyelere en ziyade ihtiyacı olan bir iklim +varsa o da bizim memleketimizdir. Heyhat ki bu gibi nafi’ +teşebbüslere en az cilvegah olan mahal de yine bizim tali’siz +vatanımızdır. +Kani’ olalım ki: Irk inhizale düşmüş inkıraza yuvarlanıyor. +Vatanın hamiyetli ve mütefekkir evladları bu la-kaydiden +sıyrılmazlarsa vicdani mes’uliyetten tarihi mahkumiyetten +acaba nasıl kurtulacaklardır?!... +SÜLEYMANİYE KÜRSÜSÜNDE +Bırakın matemi yahu! Bırakın feryadı... +Ağlamak faide verseydi babam kalkardı! +Hem neden ye’se gelip inleyelim sızlayalım? +Derdiniz neyse dökün ortaya bir anlayalım. +Sizde erbab-ı tefekkürle avamın arası +Pek açık.. İşte budur bence vücudun yarası. +Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı; +Bilmemiz lazım olur halkı da elbet cismi. +Bir cemaat ki dimağında dönen hissiyyat +Cismininkiyle bir olmaz durur aheng-i hayat +Felcin a’razını göstermeye başlar a’za; +Böyle bir bünye için akıbet elbette fena. +Mütefekkir geçinenler ne diyor sizde bakın: +“Medeniyyette tealisi umumen Şark’ın +Yalınız bir yolu ta’kib ederek kabildir; +Başka yollarda selamet arayan gafildir: +Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı +Aynı izden giderek harice hiç çıkmamalı. +Garb’ın efkarını mal etmeli Şark’ın beyni; +Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan; ya’ni +Garb’ı taklid edemezsek: Ne desek beyhude. +Bir de din kaydını kaldırmalı artık zira +Bütün esbab-ı terakkīmize mani’ o bela!” +Bakalım şimdi ne merkezde avamın hissi? +Şüphe yoktur ki tamamiyle bu fikrin aksi: +Görenek neyse onun hükmüne münkad olarak +Garb’ın efkarını asarını düşman tanımak; +Yenilik namına vahy inse kabul eylememek; +Şöyle dursun o teceddüd ki dışardan gelecek +Kendi milliyyetinin kalb-i muhitinde doğan +Yerli hem haklı teceddüdlere hatta udvan... +Müşterek hissi budur işte avamın sizde. +Mütefekkirleriniz tuttuğu yanlış izde +Öyle saplandı ki: Aldırmadı hiç başkasına! +Hiç o gitsin de dönüp bakmayarak arkasına +Nasın efkarı –ki efkar-ı umumiyye odur– +Gitmesin kendi yolundan... Bu nasıl kabil olur? +Açılıp böylece artık iki hizbin arası +Pek tabi’i olarak geldi nizaın sırası. +Yıldırımlar gibi indikçe “beyin”den şiddet +Bir yanardağ gibi fışkırdı “yürek”ten nefret! +Öyle müdhiş ki husumet: Mütefekkir tabaka +Her ne söylerse fena gelmede artık halka; +Hem onun aksini yapmak ebedi mu’tadı. +Bir felaket bu gidiş... Lakin işin berbadı: +Mütefekkir geçinenlerdeki taşkınlıktan +Geldi efkar-ı umumiyyeye mühlik bir zan: +“Bu fesadın başı hep fen okumaktır.” dediler; +Onu mahvetmeye kalkıştılar artık bu sefer. +Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün? +Çünkü efkar-ı umumiyye aleyhinde bütün; +Çünkü yerleşmek için gezdiği yerlerde fünun +Önce gayetle büyük hürmet arar sonra sükun. +Asr-ı hazırda geçen fenlere sahip denecek +Bir adam var mı yetişmiş içinizden bir tek? +Mütefennin tanılan üç kişinin kıymeti de +Münhasır anlamadan dinlemeden taklide! +Kim mesaisini bir gayeye vardırdı hani? +Gösterin paye-i tahkīke teali edeni? +Nazariyyata boğulmakla geçen ömre yazık! +Ameli kıymetidir kıymeti ilmin artık. +Bu hakīkatleri lakin kim okur kim dinler! +Yetişen zübbelerin hepsi beş on söz beller +Düşünür “Dini nasıl yıkmalı bunlarla?” diye... +Böyle bir maksad için çok bile i’dadiyye! +TA’LIM VE TERBIYEDE MEKTEPLER +Bir milleti teşkil edecek ma’şerler arasında evladlarının +ta’lim ve terbiyesine i’tina edebilecek onları yaşayacakları +devre göre yetiştirecek ailelerin adedi bi’n-nisbe pek mahduddur. +Bilhassa bizim memleketimizde vezaifini bi-hakkın takdir +etmiş veya ettiği halde sia-i maliyyesi icab eden ta’lim ve +terbiyeyi verebilmeye müsaid bulunmuş ailelerin mikdarı +ekalliyeti teşkil edecek bir raddededir. +Hey’et-i ictimaiyye ve hükumetin istinadgahı olan kitleyi +zinde ve münevver bir halde yetiştirmek hükumetlerin en +mühim vezaifinden birini teşkil eder. Hükumet sırf kendi +menfaati kendinin te’min-i refah ve şevketi için etfal-i memleketin +tenvir-i fikrisine terbiye-i bedeniyyesine i’tina etmeye +mecburdur. Bu mecburiyeti takdir bu hakkı ifada tegafül +ve tekasül gösteren bir hükumet bekadan ziyade inkıraz peşinde +koşmakta olduğunu kendi hareketiyle isbat etmiş olur. +Bu mühim dakīkayı cidden takdir eden hükumetler +Maarif teşkilatında esas olarak darü’l-mualliminlerle tedrisat-ı +bi-hakkın müstahak zevat yetiştirilmesine i’tina göstermişlerdir. +Memalik-i garbiyyede tahsil-i ibtidainin –bizde olduğu +gibi değil– hakīkaten sıkı bir mecburiyet altına alınması sayesindedir +ki bugün oralarda ta’lim ve terbiye görmemiş +efradın mikdarı yok denilecek bir raddeye tenezzül etmiştir. +ribka-i hakimiyyetimizden kurtulmuş olan faal ve yaşamaya +müstahak bir memleketin maarif hususundaki hayret-bahş +terakkīleri bi-hakkın yüzümü[z]ü kızartmalıdır. +muhteşem ve daha mükemmel mebani ile müzeyyen olan +karyenin en havadar ve en dil-rüba mevakıinde pür-ihtişam +ve gurur yükselen bir veya müteaddid kaşane-i dil-rüba nazara +çarpar. Bu binaların ne olduğunu sual etmeye lüzum +yoktur. Oraları nesl-i atiyi agūş-ı şefkat ve irfanında perverişyab-ı +kemal edecek birer daru’l-ilm birer mekteb-i fazilettir. +Köyün gerek erkek gerek kız bütün çocukları bu mekteplere +devama mecburdur. +Bu tali’li yavrucaklar tahsil ve terbiyelerini pedagoji fennine +vakıf en muktedir muallimlerin dershane-i irfanında ikmal +edinceye kadar bilcümle levazimat-ı tedrisiyyeleri meccanen +hükumet tarafından tedarik edilir. +Hükumet bu gençlerin hayat-ı müstakbelelerini de nazar-ı +Hükumet bu çocuklara; tahsil-i ibtidaiyi bize nazaran +man boş zamanlarında tenvir-i dimağlarına hadim olacak +açık yazılmış birçok da kitap hediye eder. Bu kitaplar arasında +mutlaka vezaif-i medeniyye vezaif-i vataniyye vezaif-i +aileye dair kıymetdar kitaplar bulunacağı gibi bir de diksiyoner +mevcud olmak şart-ı esasidir. +rinden bir zat beray-ı seyahat oraya gelmişti. Bir tenezzüh +henüz payitahtta bile görülmesi nasib olmayan bu gibi şeyler +o mes’ud memleketlerin köylerine kadar taammüm etmişti +civar köylerden birine gidilmişti. Köye girerken sıhhi +dil-rüba haneler arasında ve karyenin en güzel ve en şerefli +bir mahallinde inşa edilmiş bir bina cenah-ı himaye ve şefkatini +bütün köy üzerine açmış gibi pür-şan u i’tila nazarlarımızı +okşamaya başlamıştı. O zat bu binanın ne olduğunu +sual etmiş “mektep” cevabını alınca şaşalamıştı. +Evet Osmanlı Devleti’nin ancak bir vilayeti kadar cesameti +haiz olan bu memleketin her kasabasında yükselen +darülfünunlar jimnaslar ticaret ve sanaat mekteplerinden +başka her köyünde de yegane darülfünunumuzdan daha +muhteşem daha müzeyyen ve asrın terakkıyat-ı ahiresine +göre inşa edilmiş bir veya birkaç ibtidai mektebi vardır. +Ne mes’ud memleket! Ne tali’li çocuklar!... +* * * +Ta’lim ve terbiyede hükumetin bil-vasıta bir hakk-ı te’siri +olması mekatib-i umumiyyede çocukların daha esaslı ve +daha iyi terbiye alabilmelerini te’min edebilir mi? Ta’bir-i +diğerle bir çocuğun hususi bir tahsil görmesi veya mekatib-i +umumiyyeden birinde ikmal-i tahsil etmesi şıklarından acaba +hangisi daha ziyade inkişaf-ı fikrisini te’min ve çocuğu +metin bir seciye sahibi yapar? +Pedagoji ulemasının kısm-ı a’zamı mektep tahsilini +hususi tederrüse tercih etmişlerdir. Hatta bazıları çocuktaki +secayanın tekamülüne mektebin aşiyane-i pederden daha +ziyade müsaid bulunduğunu iddia ediyorlar. +Filhakīka bir çocuk mektepteki rufekasıyla temasda bulundukça +tedricen kendi kuvasına i’timad etmeye başlar. +Derslerde rufekasına galebe ve tekaddüm etmek emellerini +ta’kībe koyulur ve bu sayede kendisinde vazifesine azm ü +sebatla çalışmak arzuları uyanır. +Evvelce anlayamayacağı öğrenemeyeceği zu’munda +bu­ +lunduğu mebahisi; hiss-i rekabet saikasıyla çalıştıkça; +günden güne daha kolay öğreneceğinden büsbütün cesareti +artar ve artık yavaş yavaş kendi iradesine hakim olmaya +başlar. +Derslerde ma’ruz kaldığı müşkilatı başlı başına bertaraf +etmek mecburiyetinde bulunacağından bu hal kendisinde +fikr-i teşebbüsü tenmiye eder. +Mekteb aynı zamanda çocuklara yekdiğerine karşı ne +suretle muamele edilmek icab ettiğini de öğreteceğinden +şakirdan daha mektep sıralarında iken cem’iyet hayatıyla +ülfet peyda ederler ve vezaif-i ictimaiyyelerini küçük yaştan +öğrenmiş olurlar. +Mekteb küçük mikyasda bir sosyete bir cem’iyettir ve +öyle olmalıdır. +Mekteb idareleri ve mualli[m]in bu hususu nazar-ı dikkate +alarak çocukları hayat-ı ferdiyyetten kurtarıp hayat-ı +Mekteplerin tahsil-i hususiye esbab-ı tercihlerinden biri +de mekatibin çocuklarda kuvve-i zekaiyyenin inkişafına +daha ziyade müsaid olması keyfiyyetidir. +Bir mektepte ikmal-i tahsil etmiş bir şakird ile ailesi içinde +hususi ta’lim görmüş bir talib arasında kuvve-i zeka kuvve-i +muhakeme metanet-i fikriyye ve görgü nokta-i nazarından +pek büyük bir fark vardır. +Mekteb çocuğu bir hayat-ı muntazamaya alıştırır. Melekat-ı +dimağiyyesini tenmiye eder. Genç şakirdde hiss-i +vazife ve hiss-i mes’uliyyet esaslarını uyandırır. +Tahsilini suret-i hususiyyede ikmal eden bir genç dar bir +saksıya mağrus fidana benzer. Böyle bir fidan neşv ü nema +bulmak için icab eden mevaddı tamamıyla saksıda bulamayacağı +gibi büyüdükçe de artık saksıya sığışamayacak bir +hale gelir tedricen körlenir ve belki de kurur gider. +Maamafih çocukların mekatibde tahsil ve terbiye görmelerini +aile arasında suret-i hususiyyede teallüm etmelerine +bila-kayd ü şart tercih tarafdarı değiliz. Bu tercih mektebin +bütün ma’nasıyla bir mekteb olmasıyla mukayyed olmalıdır. +Derme çatma adamlardan müteşekkil ve pedagojinin ne +olduğundan vazifelerinin neden ibaret bulunduğundan bihaber +bir hey’et-i ta’limiyye ile rutubetli hava ve ziyadan +mahrum ma’sumların değil canilerin bile ikametine müsaid +olamayan gayr-i sıhhi bir binanın içine bir sürü ma’sumları +göndererek henüz körpe olan dimağ ve bedenlerini tahrib +etmeyi kimse tavsiye edemez. +Erbab-ı felsefeden Jan Jak Russo Rousseau ve Lok +Locke gibi zevat terbiye-i hususiyyeyi mekteplere tercih +ediyorlarsa da biz muntazam mektepler ve vazife-şinas muallimler +bulunduğu takdirde çocuğun bir mektebe gönderilmesinin +her halde daha ziyade faide-bahş olacağı iddiasında +Esasen her pederin kuvve-i maliyyesi hususi muallimler +tedarikine müsaid değildir. Muktedir ve vazife-şinas bir +muallim cüz’i bir ücretle hususi olarak hizmet-i tedrisiyyeyi +kabule yanaşmaz. Fazla para vermeye de her pederin kesesi +müsaid olmaz. İşte bu gibi esbab saikasıyladır ki ekseriyet +çocuklarını bir mektebe göndermek mecburiyetindedirler. +Cem’iyet-i beşeriyyeye karşı bir gayz-ı ebedi bir infial-i +sükunet na-pezir perverde eden Emil Emile müellifi çocuklardaki +temayülat-ı necibe-i fıtriyyenin sosyete hayatıyla +muhtell olduğuna kani’dir. Russo çocukların mümkün olduğu +kadar muhit ve sosyetenin te’siratından masun kalmalarına +muhiti ve hey’et-i ictimaiyyenin genç ve ma’sum çocuklar +üzerine icra edecekleri te’siratı daima tehlikedar görüyor. +Diyor ki: Çocuklarda fıtri olan her şey iyidir mükemmeldir. +Fakat fıtri olan temayülat-ı hasene te’sirat-ı beşeriyye ile +tedricen gaib olurlar ve yerlerini temayülat-ı seyyieye terk +ederler; hey’et-i ictimaiyyenin te’siratı irşadi değil ıdlalidir. +Russo’nun bu sözlerinden çocukların mekatibe gönderilmemesi +gibi bir netice-i mantıkıyye çıkıyor. Russo çocukları +hey’et-i ictimaiyyeye göre değil tabiata nazaran yetiştirmek +tarafdarıdır. Şu halde küçük bir mikyasda birer hey’et-i ictimaiyye +demek olan mektepler Russo nazarında mahkumdur. +Emil müellifinin heyecan-engiz mütalaat-ı bed-bina[ne] +sini tenkīd edecek değiliz. Esasen Russo çocukları icabat-ı +tabiata göre terbiye edilmelerini tavsiye ettiği halde icabat-ı +mezkurenin neden ibaret olduğunu suret-i kat’iyyede ta’yin +edemiyor. Tavsiye ettiği tarz-ı terbiyyenin ne yolda tatbik +edileceğine dair basit bir plan bile gösteremiyor. +Russo’nun fikrince terbiye tabiata göre olmalı imiş! +Acaba hangi tabiata!? Emil müellifi burasını suret-i kat’iyyede +ta’yinde tereddüd ediyor. Bazı beyanatından edvar-ı kadimede +yaşayan insanların hayat-ı vahşiyanelerini hayat-ı +medeniyyeye tercih ettiği anlaşılıyor. Fakat Russo’nun tavsiyesine +tatbikan terbiye edilecek bir çocuk bugünkü cem’iyet +Vasat-ı muhitiye tevafuk edemeyen uzviyat mahkum-ı +alem-i İslam’ın büyük mütefekkiri cenab-ı Haydar’ın sername-i +makaleyi tezyin eden tavsiye-i hikmet-nümunu kadar +parlak bir delil olabilir mi? Feylesof Lok ise daha başka esasa +ve cem’iyete bir uzuv olarak yetiştirmek gayesini ta’kīb eden +mekteplere tercih eder gibi görünüyor. Ta’lim ve terbiyede +Lok’un gaye-i hayali; asalet vakar ve nefse hakimiyettir. +Lok’a göre terbiye insandaki ihtirasat ve hevesatı akıl ve +muhakemenin zir-i hakimiyyetine almak esasına mübteni +olmalıdır. Görülüyor ki Lok pedagoji ile ahlakı tamamıyla +birbirine karıştırmıştır. +Acaba terbiye-i hususiyye Lok’un bu mefkuresinin husulünü +bi-hakkın te’min edebilir mi? Burası insanı biraz düşündürür. +Aynı mefkure daha şümullü olmak üzere mekteplerde +niçin ta’kīb edilemesin!? +Nefsine hakimiyet terbiyenin bir gayesi değil bir vasıtasıdır. +Esasen insana teveccüh eden vezaif yalnız nefsine hakimiyet +değildir. Mekteplerde nefse hakimiyetle beraber çocuğun +bilahare yaşayacağı muhitte idare-i maişetini te’mine +ve kendisine teveccüh eden diğer vezaifi hüsn-i ifaya medar +olacak bir terbiye almasına ne mani’ vardır? +Hayat-ı cem’iyyete bigane olarak yetişecek bir genç – +nefsine ne kadar hakim olursa olsun– mücadele-i hayatta +da­ +Halbuki ta’lim ve terbiyeden maksad insanları cem’iyet +tir. + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +O geceyi kal’anın rüesası ile sohbet ve istirahat eylemek +üzere geçirip sabahleyin Şehr-i Sebz’e azim oldum. Şehrin +civarına vusulümde orada bulunan Buhara emirine “Ben ki +Serdar Abdurrahman’ım. Amm-i muhteremim emir hazretlerine +ber-vech-i ati ma’ruzatta bulunuyorum: Afganistan’a +gitmek için buraya geldim. Eğer müsaade buyurulacak olursa +ziyaretinizle teşerrüf eyledikten sonra azimet etmek istiyorum” +mealinde bir ariza gönderdim. Ertesi günü cevabı +geldi ki “Allah aşkına yanıma gelmeyiniz. Sizinle görüşmem +kabil değildir” tarzında yazılmıştı. +Bu cevabı alınca Rusların mahmisi olan bu adamla görüşmekten +sarf-ı nazar ederek şehre girmek istedim. Muahharan +ondan tahvil-i fikr ile Ya’kūb Bağ’a gitmek için +yola çıktım. Yolun yarısını kat’ eylediğimiz sırada iki üç bin +öküzün yayılıp otlamakta olduğunu gördük. Bizim arkadaşlar +bunları görünce korkup geri döndüler. Çünkü öküzleri +Buhara emiri tarafından sevk edilmiş asker sanmışlardı. +Naçar şehre avdete karar verdik ve bir fersah kadar yürüdük +ki öküzlerin bize doğru geldiğini ve şehir kapılarının +seddedildiğini gördük. +Hizmetimde iken Semerkand’da kalıp Buhara emirinin +hizmetine giren bazı adamların vürudum üzerine kendi hizmetinden +çıkacakları vehmiyle Buhara emiri bana yukarıki +cevabı yazmış bizimkiler ise Abdurrahman Han gelecek +diye birleşerek it’am u ikram levazimi tedarikine kalkmıştı. +Büyük kapının mesdud bulunduğunu görünce diğer ka­ +pı tarafına gittik. Orada gördüğüm eski adamlarımdan birine +bir mektup verip arkadaşlarına götürmesini söyledim ki +mektubda “Benimle birlikte Afganistan’a geleceğinizi me’­ +mul ederim. Bugün ikindi vaktine kadar gelirseniz beraberce +Yartepe’ye gideriz” demiştim. +Şahs-ı merkum mektubumu götürüp Ceneral Nasir Han +da herifi habsettikleri gibi mektubu da gizlemişler. +Nafile yere bunları bekledikten sonra ikindi üstü Yartepe’ye +müteveccihen yola çıktım ve geceyarısından üç saat +sonra oraya vasıl olup üç gün oturdum. İkametim esnasında +eski adamlardan on kişi Şehr-i Sebz’den kaçıp geldi ve: +– Yazdığınız kağıdı bize göstermediler dedi. Müsebbiblerinin +harekat-ı namerdanesinden müteessir ve mahzun +oldum. +Üç gün sonra “Kelteminar” denilen mevkie müteveccihen +yola çıktık. Buhara emiri bizi nezaret altında bulundurmak +minar’a geldiğimizde muakkıbleri nehir kenarında gördük. +Üzerlerine ateş etmelerini rufekama emrettim. İçlerinden on +beşi maktul ve mecruh olunca bırakıp kaçtılar. +Bundan sonra yürüyüşümüzde sür’at lazım olduğunu +anladığım cihetle üç menzili bila-tevakkuf kat’ ederek ertesi +gece Yanda kasabasına geldik. Ertesi günü Balyun’a oradan +da Serasya Yorcı Reygar tarikıyla Hisar’a vasıl olduk. +Buhara emirinin oğlu burada idi. Lakin benim geldiğimi haber +alınca şehirden çıkıp Karadağ yaylağına gitti. +Hisar güzel ve müferrih bir kasaba olup derununda afyonkeşlerin +kahvehanesi ve bade-nuşların meyhanesi de +vardı. +Bu kasabaya konduğum sırada aklıma bir mu’ziblik +geldi. Serdar Abdullah Han’a söyleyip şehrin sergerdelerine +“Sizinle mahremane bir mükalemede bulunmak arzusundayım. +Emiriniz hakīkaten bizimle dosttur. Ruslardan +çekindiği için lakaydane davranmaya mecbur olmuştur” +mealinde bir mektup yazdırıp gönderdikten sonra bazı tenbihatta +da bulundum. +Bu mektup üzerine Buhara emirinin sergerdelerinden altı +kişi geldi. Esna-yı mülakatta Abdullah Han çadırın ortasındaki +perdeyi kaldırıp bana ta’zim ettikten ve kim olduğumu +misafirlere söyledikten sonra onların atlarının dizgininden +tutup: +–Zat-ı fahametiniz emir-zade olduğu için bu sergerdeler +atlarını size takdim ediyorlar dedi. Sahibleri bir şey diyemedikleri +cihetle şu sayede altı at sahibi olduk. +ŞEMSÜDDIN-I SIVASI EBU’S-SENA ŞEYH +ŞEMSÜDDIN AHMED ES-SIVASI +Tarikat-ı Halvetiyye şuabatından “Şemsiyye” şu’besinin +müessisi olan arif bi’llahdır. tarihinde Mehmed Efendi +namında bir zatın sulbünden Zile’de dünyaya gelerek sinleri +yediye baliğ olduğu zaman peder-i alilerinin mürşidi olan +Amasyavi Şeyh Hacı Hızır Efendi’nin daavat-ı hayriyyesine +nail olmak üzere maiyyet-i pederde Amasya’ya azimet ve +hazret-i Şeyh’in teveccühatına mazhariyetten sonra maskat-ı +re’sine avdetle ta’lime başladığı mukaddemat-ı ulumu +tahsil ederek Tokat’a rihlet ve meşahir-i ulemadan Arakıyeci-zade +Şemsüddin Efendi’den ulum-ı akliyye ve nakliyye +tahsiline sarf-ı ma-hasal-i gayret eylediler. +Hitam-ı tahsilleri esnasında görmüş oldukları rü’yayı +urefadan Künkçü-zade’ye arz ederek pek çok talibin-i ilm ü +letle ulum-ı aliyye tedrisine mübaşeret ve az vakitte iktisab-ı +şöhretle rüteb-i ilmiyyeden “Sahn-ı Süleymani” ahzine muvaffak +oldularsa da mukaddema gördükleri ma’na tecelliyatı +mukaddimesinin zuhurundan naşi terk-i meslek eyleyip canib-i +Hicaz’a azimet ve ba’de’l-hac memleketlerine muavedetle +va’z u tedris ile iştigal ve bu esnada Hallü’l-Meakıd ismiyle +kal ettiler. Bu vech ile güzarende-i evkat iken süluk-i tarikat-ı +aliyye daiyesiyle Cumapazarı karyesinde post-nişin olan ve +peder-i alilerinin pirdaşlarından bulunan Şeyh Muslihuddin +Efendi’den inabetle tavr-ı rabia kadar terakkī ederek evvela +Tokat’a ba’dehu Zile’ye giderek tedris-i talibin ile meşgūl +oldukları zamanlarda Zübdetü’l-Esrar ismiyle Muhtasaru’l-Menar +Şerhi ’ni meydana getirdiler. Bu esnada meşayıh-ı +Halvetiyye küberasından Mecdüddin-i Şirvani hazretlerinin +Tokad’ı teşriflerini üstad-ı ekremi Şemsüddin Efendi +müşarun-ileyhin terbiye-i mürşidanelerine dehalet ve altı ay +zarfında tekmil-i etvar-ı tarikatle nail-i mertebe-i hilafet olarak +memleketlerine avdet eyleyip irşad-ı aşıkīn ve ta’lim-i +talibin meşgale-i hayriyyesine başladılar. Bu sırada ashab-ı +hayr u yesardan Sivas Valisi Hasan Paşa tarafından bina +olunan cami’-i şerif imametiyle dergah-ı münif-i meşihatine +olunan da’vete icabetle ailesiyle beraber Sivas’a rihlet +ederek ila-ahıri’l-ömr tedris ü terbiyetle iştigal buyurdular. +du nur ile” mısraının delaleti olan tarihinde ... +emr-i celiline mutabaatle terk-i alem-i nasut eylediler. Eğri +seferinde bulunan müstecabü’d-da’ve zevat-ı aliyyedendir. +Kaddesa’llahü sirrahü’l-aziz. +Tafsil-i ahval ve menakıb-ı aliyyeleri Şeyh Receb-i Sivasi’nin +Necmü’l-Hüda ve Şeyh Nazmi-i İstanbuli’nin Hediyyetü’l-İhvan +ve Müstakīm-zade Süleyman Sa’deddin +Efendi’nin Hülasatü’l-Hediyye isimlerindeki eserleriyle +asar-ı saire de mezkurdur. Ser-halka-i Halvetiyan olan Pir-i +a’zam Seyyid Yahya-yı Şirvani hazretlerine merbutıyyetleri +Aniş-şeyh Muslihiddin ani’ş-Şeyh Hızır el-Amasi ani’şŞeyh +Habib-i Karamani ani’ş-Şeyh Seyyid Yahya-yı Şirvani. +Ani’ş-Şeyh Mecdiddin Nurullah Abdülmecid-i Şirvani +ani’ş-Şeyh Kubad-ı Şirvani ani’ş-Şeyh Muhyiddin Muhammed +eş-Şirvani ani’ş-Şeyh Ziyaiddin Yusuf Mahdum-ı Şirvani +ani’ş-Şeyh Seyyid Yahya-yı Şirvani Kaddesa’llahü esrarahüm +hazeratıdır. +esrar +Halli’l-Meakıd +risiyye +Vasıl olmaz kimse Hakk’a cümleden dur olmadan +Kenz açılmaz şol gönülden ta ki pür-nur olmadan +“Mutu kable en-temutu” sırrına mazhar olan +Gördü anlar haşr u neşri nefha-i sur olmadan +Sen müyesser eyle ya Rab bizlere Beyt’in tavaf +Hak cemalin ka’besini kıldı aşıklar tavaf +Yerde Ka’be gökyüzünde Beyt-i Ma’mur olmadan +Mest hem mestane geldim ta ezelden ta ebed +Mest olanların kelamı kendüden gelmez veli +Pes Ene’l-Hak nice söyler kişi Mansur olmadan +Bir devasız derde düşdi bu dil-i Şemsi müdam +Hakk’a makbul olmak ister halka menfur olmadan + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +– – +Beyrut vilayeti akvam ve +anasır-ı Mesihiyye’nin nümayişgahı ve Avrupa devletlerinin +de hedef-i amalini teşkil eden bir yerdir. Bu vilayette bütün +Avrupa devletlerinin mürevvic-i efkarı propagandacısı vardır. +Her devlet kendi siyasetini tervicle kendisini beğendirmek +Mekatib-i ecnebiyye bu siyasetin en birinci mürevviclerinden +olduğu gibi gazetelerin de büyük bir dahli vardır. Bin +beş yüz nüshadan ziyade satış yapmayan gazetelerin adedi +bir ikiye münhasır olmayıp pek çoktur. +Matbuatı iki kısma belki üç kısma tefrik etmek icab eder. +Bir kısmı matbuat-ı Mesihiyyedir ki başlıcaları el-Ahval –sabah +ve akşam iki kere intişar eder– Lisanü’l-Hal e l-Beşir +en-Nasir gazeteleridir. Bunlar kendi hal ve mevki’lerini +ta’yin ve teşhis ederek gayet mu’tedilane ve bi-tarafane bir +surette neşriyata devam ediyorlar. Aynı zamanda hükumet-i +Osmaniyye’nin menafiini de piş-i nazar-ı teemmüle alarak +ona göre yazı yazıp hiçbir fırkayı diğerine tercih etmedikleri +gibi aynı zamanda hiçbirisine de temayül göstermemektedirler. +Yalnız kendi menafi’-i milliyyelerini mu’tedil bir surette +ta’kīb etmekle iktifa ediyorlar. +Matbuat-ı mahalliyye içinde sahibi İslam olanlardan biri +yevmi e r-Re’yü’l-Amm diğeri de üsbui e l-Belağ ceride-i +diniyyesidir. Bu iki ceride hakīkaten meslek sahibi ve sırf +Osmanlı menafiini ta’kīb etmektedirler. Geçenlerde Asfer +Kumpanyası aleyhinde Beyrut ve Şam gazeteleri uzun uzadıya +bendler ve makaleler derc eylediklerinden Asfer bizzat +bu gazetecilerden birkaçını ıtma’ etmek suretiyle kendi lehine +çevirmeye muvaffak olmuş ise de mezkur gazetecilerden +er-Re’yü’l-Amm sahibi Taha Müdevvir Efendi içlerinden çekilip +para ahzini menafi’-i vataniyye ve diniyyesine mugayir +gördüğünden bir başmakale ile hem kendisine vukū’ bulan +teklifi hem de arkadaşlarının foyalarını meydana koymakla +muahedelerini bozmuştur. Bu genç Osmanlı Daru’l-muallimin +Mektebi’nde ikmal-i tahsil etmekle beraber aynı zamanda +Fransızca’ya da aşina ve Arabca lisanıyla tahrire son +derece muktedirdir. Mesleği ise daima hükumet-i Osmaniyye’ye +bi-tarafane sadıkane hizmet etmekten ibarettir. Nitekim +hüsn-i hizmetine mükafaten birkaç gün evvel kendisine +bir de nişan verilmiştir. +el-Belağ ceride-i diniyyesi haftada bir defa Cuma günleri +muntazaman intişar eder ve tamamıyla Avrupa devletlerinin +entrikalarından ve akvam-ı İslamiyye ile şuun-ı İslamiyyeden +bahis siyasi ictimai edebi felsefi ve dini bir gazetedir. +Bir-iki ay evvel gazetesine derc ettiği bir kasideden dolayı +tine karar verilerek tekrar Beyrut’a avdet eylemiştir. Ziyaretine +gittiğim zaman idarehanesinde bulamadım. Maamafih +Matbuatın aksam-ı sairesi ise el-Müfid ve el-İttihadü’l-Osmani +gazeteleridir ki birincisi meslek ü mişvar sahibi +olmakla beraber Arablığı ve her şeyin lisan-ı Arabi ile teati +olunmasını ve me’murinin lisan-ı Arabiye aşina olmaları +lüzumunu ta’kīb ediyor. Sahibi de terbiyeli ve lisan-aşina +efkarıdır. Halbuki Beyrut’ta Hürriyet ve İ’tilaf Fırkası’nın +resmi bir kulüp ve merkezi ve teşkilatı yoktur. Ancak evvelce +dır ki bunlar her nedense Cem’iyet-i İttihadiyye’den ayrılan +kimselerdir. el-Müfid gazetesinin ta’kīb ettiği meslek her ne +kadar hadd-i zatında meşru’ ve ma’kūl ise de pek müfritane +ve na-be-hengamdır. Çünkü ittifak ve ittihada en muhtac olduğumuz +bir sırada Arablık hissiyatını ta’kīb etmek ve ayrılık +gayrılık mesleğini neşre hizmet eylemek zann-ı acizanemce +devlet ve milletin menafii muktezasından olamaz. +el-İttihadü’l-Osmani gazetesi isminden anlaşılacağı üzere +evvelce sırf İttihadiyyun’dan olduğu halde birkaç ay evvel +ahiren sırf İ’tilafcı olduğunu i’lan eylemiştir. İki gün evvel +Beyrut Divan-ı Harb-i Örfisi tarafından gazetesi bila-müddet +ta’til edilmesi üzerine yeniden el-İ’tilafü’l-Osmani namıyla +diğer bir imtiyaz almaya başlamıştır. Renkten renge şekilden +şekle giren bu adamdan her iki fırkanın da bir hayır +görmeyeceğine sened veririm. +Halihazırda İttihad ve Terakkī Cem’iyeti’nden başka +Bey­ +rut’ta resmi bir cem’iyet yoktur. Cem’iyet-i mezkurenin +hem kulübü hem de teşkilatı olup aynı zamanda el-Bürhan +ve Ebabil gazeteleri de onlara mensub olduğu rivayet olunmaktadır. +Bu hafta zarfında bir de Cem’iyyetü’l-İha’i’l-İslami namıyla +diğer bir cem’iyetin teşkiline Beyrut eşrafından Şeyh +Mahmud Efendi Ferşuh himmet eylemiştir. +Müşarun-ileyh tarafından vukū’ bulan da’vet üzerine +gece vakti hanesine gittim. Orada me’murin ve eşrafdan +müteaddid zevat ile Tobruk mevkii Kumandan-ı sabıkı Halil +Edhem Paşa ve nezdinde misafir bulunduğu Da’uk Efendi +de hazır bulunuyorlardı. Teberrüken ve teyemmünen iki +genç tarafından Furkan-ı Mecid tilavet olunduktan sonra +şair ve edib Fuad Efendi tarafından gayet fasih ve beliğ bir +nutuk kıraet olunduğu gibi küçük bir çocuk tarafından da +Arabiyyü’l-ibare bir manzume kıraet olundu. Hane sahibi +ve cem’iyetin müessisi zat da cem’iyetin suret-i teşekkülüyle +mesleğinden bahis bir nutuk ve neşide okudu. Bendenizin +de bir şey söylemekliğimi rica eylemeleri üzerine acizane +bir-iki söz söyledim. Cem’iyet-i mezkurenin programıyla +beyannamesini leffen takdim eyledim. +Beyrut’ta anasır-ı muhtelife bulunduğunu balada söylemişidim. +Şimdi bu anasır üzerine icra-yı te’sir ve nüfuz eden +devletlerden bahsedeceğim. +Beyrut müslümanları Osmanlı oldukları halde maatteessüf +aralarında gereği gibi ittifak u ahenk mevcud değildir. +Aynı zamanda kendi menafi’-i milliyye ve kavmiyyelerini +layıkıyla düşünememektedirler. Fakat şayan-ı tebrik bir şey +varsa Beyrut müslümanlarının pek hamiyyetli ve gayretli ve +mükrim misafirperver ve teşebbüs-i şahsi taraftarı oldukları +keyfiyyetidir. +Gerek Beyrut İslamları ve gerek Latinlerin bir kısmı tamamıyla +Devlet-i Aliyye’ye sadık ve hayırhah bulunuyorlar. +Latinlerin diğer bir kısmı da Fransa hükumetinin nüfuzunu +teshil ve tercih ediyorlar. +Ortodokslar ise külliyyen Rus taraftarı bulunmakla ma’ruf +ve meşhurdurlar. Rusya hükumeti tarafından Ortodokslara +pek çok iyilikler yapılmış ve on beş haneyi muhtevi olan +köylerinde bile bir bab mektep açmak suretiyle hem çocuklarını +ta’lim hem de kendi nüfuzunu ileri götürmektedir. +Ayrı bir makale ile göndereceğim istatistiğe dikkat buyurulursa +Ruslar tarafından te’sis olunan mekatibin seksen +yedi aded olduğunu mütalaa eden kari’lerimiz şübhesiz taaccüb +edeceklerdir. Hatta bu kadarla da iktifa edilmeyerek +bütün talebelerin başında Rus şapkası bulunuyor. Bu mektebe +devam eden mualliminin kısm-ı a’zamı Osmanlı ve yerli +olup İslam çocuklarının da çoğu hükumet mekteplerinin +fıkdanı yüzünden bu mekteplere devam etmektedirler. +Beyrut’ta her devletten ziyade Fransa Devleti’nin nüfuzu +vardır. Maruni taifesi –ki Cebel-i Lübnan’ın kısm-ı a’zamını +teşkil ediyor– tamamıyla Fransa’nın nüfuzu altında bulunmakta +ve gençleri ise Fransız politikasını tervic eylemektedirler. +Maruniler içinde hissiyat-ı Osmaniyye ile mütehassis +bir ferd bile bulunmaz. +Bu taifenin Cebel’de bir patrikleri vardır. Patrikin me’muriyyeti +resmen hükumet-i Osmaniyyece gayr-i musaddak +olup kendisinin hiçbir fermanı yoktur. Yalnız Fransızlar bu +zata çok ehemmiyyet veriyorlar. Fransa nüfuzuna en çok +hizmet eden bu zattır. +Fransa konsolosu hemen her işte bu patrikin re’yine +müracaat ediyor. +Aynı zamanda Fransa nüfuzunu tervic eden gazeteler de +Beyrut’ta intişar ile bu fikre hizmet eylemektedirler. +Mevsukan istihbar ettiğime nazaran Vali-i Vilayet Hazım +Beyefendi Babıali’ye gönderdiği bir takrirde Beyrut vilayetinin +Alsas-Loren’den pek az farkı bulunduğunu ve Devlet-i +Aliyye tarafından kemal-i sür’atle tedabir-i kat’iyye ve müessire +güne sür’at ve faaliyetle intişar edeceğini geçenlerde yazmış +olduğu halde buna karşı Babıali’den hiçbir ciddi cevap alamamıştır. +kadar değil ise de her halde hatırı sayılır. Yalnız hal-i hazırdaki +çe’yi de öğrenmiş bir zattır. +Kendisi tamamıyla Osmanlı muhibbi bir zattır. Vali Hazim +Beyefendi’ye birçok işlerde –ecnebilere karşı– yardım +ve muaveneti dokunmuştur. +Hükumet-i mahalliyyenin kesb-i kuvvet etmesine de taraftardır. +Beyrut bombardımanı esnasında fart-ı gayret +ve hamiyyeti sebkat eden bir yerli askere kendi devleti +namına İngiliz konsolosu bir gümüş tütün tabakasını kendi +eliyle ihda etmiştir. +§ +Beyrut şehri +her şeyden evvel pek temiz berrak bir suya elektrikli +tramvaya havagazı ve su şirketlerine malikiyyetle ahalinin +esbab-ı istirahatleri te’min edilmiştir. Kasaba ortasında ve +hükumet konağının karşısında genişçecik bir meydanda bir +beledi bahçesi vardır. Bahçenin içinde bir yemek lokantasıyla +birkaç kahvehane vardır. +Beyrut hotelleri de güzel ve temizdir. Yalnız sokakların +kısm-ı a’zamı henüz dar ve taş ve çimento ile tefriş edilmemiş +bir haldedir. +Bu yüzden toz toprak hiç eksik değildir. Beyrut Belediyesi’nin +varidatı kırk bin lira kadardır. Fakat beledi varidatı +nafi’ hizmetler ifasına muvaffakiyyet elvermemiştir. +Mesela Beyrut Hükumet Konağı’nın civarında ikamet +eden fahişelerin çoğu elyevm emraz-ı habise-i sariyye ile +ma’lul bulunmaları yüzünden memleket dahilinde frengi +hastalığı günden güne tevsi’-i daire-i sirayet etmiştir. Beşeriyyetin +bu yüzkaraları her nerede bulunurlarsa mutlak +memleketi telvis ederler. +Bidayet-i emrde pek az masrafla önü alınırken ihmalcilik +sayesinde en sonra evlad-ı vatanı bu gibi müdhiş öldürücü +tamonu’da olduğu gibi– inşa ve te’sise mecburiyyet hasıl +olacaktır! +Bu işte en ziyade vazifesini ifa eden Sıhhiyye Müfettişiyle +Sıhhiye Komisyonu olduğu halde maatteessüf mukarreratlarının +çoğu icra edilmediği cihetle a’zaların birkaçı Komisyon’a +gelmekten imtina’ eylemi��lerdir. +Hele koleranın Haleb’den Şam’a sirayeti ve Şam’ın da +Beyrut’a yakın bulunup günde bir defa Şam’dan Beyrut’a +trenin gidip gelmesi nazar-ı dikkat ve i’tibara alınırsa cidden +hükumetin pek ziyade yorulması lazım gelir. Halbuki Beyrut +te bulunması ve daima revayıh-ı kerihenin intişarıyla kolera +mikroplarının beslenmesine hizmet ettiği fennen sabit iken +bunun ref’ine bir çare-i kat’iyye düşünülememiştir. +Sıhhiye Müfettişinin faaliyetini burada münteşir Fransızca +Leroy gazetesi bir başmakale ile sena etmesine bakılırsa +hükumet-i mahalliyye tarafından memleket içinde yapılması +babdaki kusurun kimde olduğunu ben bir türlü anlayamadığım +gibi me’murları medh u zemmeylemek de vazifem +haricindedir. +§ +Hüseyin El-Mısri’nin İ’damı – Bu hafta zarfında üç +kişi öldüren Hüseyin El-Mısri’nin i’damı hakkında sadır olan +leri katilin i’damını şiddetle taleb eylediklerinden sabahleyin +Temmuz erkenden katil habishaneden kuvve-i zabıta ile +den sonra i’dam edilmiştir. Sairine ibret olmak üzere ölüsü +bir saat kadar asılı bulunduktan sonra defnine müsaade +olunmuştur. +– – +Geçen mektubumda Bulgaristan muallimin-i İslamiyyesinden +bu seneki kongresinden Bulgar Muallimin Kongresi’ne +suret-i iştirakinden bundan hasıl olacak fevaid-i azimeden +bahsetmiştim. +Bilahare yirminci asr-ı medeniyyetin yegane silahı olan +maarif mes’ele-i mühimmi hakkında daha ziyade ma’lumat +almak bu cihetle Bulgaristan mekteplerine dair Sebilürreşad +kari’lerine esaslı bir ma’lumat vermeyi düşündüm. +Bunun için bazı yerlere müracaat etmiş isem de hakīkī +bir ma’lumata dest-res olamadığımdan her halde Sofya’ya +gitmekliğim lazım geldi. İşin en ziyade fena olan ciheti şu ki: +Biz hududdan geçeli on gün olduğu halde hala pasaportumu +vermiyorlardı. Hududdan geçerken pasaportları hep +aldılar fakat Filibe’ye gelmezden mukaddem diğerlerinkini +verdiler benim pasaporta gelince kimi Filibe istasyonunda +verileceğini kimi de konsoloshaneden alınacağını söylediler. +yok. Bu defa Sofya’ya gideceğim tahakkuk edince artık neçarniğe +kaymakam müracaat ederek daha ziyade Filibe’de +ği– bir vaadde bulundu: Bugün mektup yazacağını ve fakat +benim pasaportsuz da gidebileceğimi söyledi; ve “Şayet +sual ederlerse buraya havale edersin.” cümlesini de ilave +eyledi. Ben de bunun üzerine ne olursa olsun “Tevekkeltü +ala’llah” deyip alafranga saat beşte faytona rakiben Sofya +trenine yetiştim. +Saat beşte tren hareket ediyordu. Fakat ne garib hal! İnsan +lunmaktan daha güç bir şey yokmuş Bulgarlar bana söylerler +ben de onlara cevap veriyorum amma bilseniz ne +sual! ne cevap! +Her nasılsa Allah iki kişi gönderdi bunlar güzel Türkçe +biliyorlardı. Başladılar ordan burdan söz açmaya nihayet +söz Osmanlı kabinesine geldi. Hakīkaten Bulgarlar hakkımızda +pek bed-bindirler. +Birkaç istasyon geçtikten sonra Bulgaristan’ın kibrit fabrikasına +geldik. Bu fabrikayı görünce bir kendimizi bir de +Bulgaristan’ı düşündüm ve hemen bila-ihtiyar bir kere ah! +çektim. +Oradan da geçerek saat on raddelerinde Sofya +tabi’ gece idiyse de elektriklerin ziyasıyla ortalık gündüzden +daha parlak idi. +gürültüsü insanın beynini patlatmıyor hepsi lastikli olduğu +cihetle ses çıkarmıyorlar. Tramvaylar da tekmil elektrikle işliyorlar. +Her nereye gidersek yirmi paraya biz de bittabi’ bir +tramvay ile doğruca Metrepol Hoteli’ne geldik. +O gece orada istirahat edip ferdası gün yanıma iki refik +bularak lazım gelen tetebbuatta bulundum. +Sofya’da beş-altı kişiden başka İslam yok demektir. Burada +dört gün kadar kaldım. Başmüftülük’te bulunan İkinci +Katib Hasan Fuad Bey bize pek çok delalette bulundu. +Burada asar-ı İslamiyyeden hiçbir şey yoktur. Mesmuata +nazaran vaktiyle kırk beş cami’-i şerif ile belki bu kadar da +mescid var imiş: Bilahare Bulgaristan tarafından bunların +hepsi hedm edilerek yalnız cami’-i şerifin birisi eski halinde +kalmış diğer birisi de evvelce kilise idi diyerek “Küllü şey’in +yerci’u ila-aslihi” kaidesine tevfikan aslına tahvil olunmuş +ben de yanına giderek kubbenin üzerindeki salibe nazar ede +ede bir kahve içtim. Daha doğrusu bir fincan zehir içtim ... +Oh! Ne acı şey ..! Eski meşhur cami’lerden birisi de müzehane +olmuştur. +§ +O günü +refiklerim beni Bulgar Kütübhanesi’ne götürdüler Bulgarların +gayet dehşetli bir kütübhanesi vardır. Bu kütübhane +fevkani tahtani olmak üzere iki kattır. Karşıdan görünce +bizim Nafia Nezareti’ne biraz benzer; kütübhaneyi daha +görürken İstanbul’da böyle mühim bir kütübhanemiz olmadığına +ne kadar teessüf ettim. Buranın asıl me’muru gayet +nazik mahviyyetli Türkçe Arabca güzel bilir bir gençtir. +Gittiğimiz vakit kendisini tecvid-i Kur’an ’a müteallik yazma +bir Arabca kitabın mütalaasıyla meşgūl bulduk. +Bu kütübhanede . kadar asar-ı İslamiyye vardır. +Bunların içinde en ziyade nazar-ı dikkatimi celb eden şey +dokuz yüz seksen üç tarihinde Farisi lisanı üzere te’lif olunmuş +bir kısas-ı enbiyadır. Kitap ta’lik yazıyla yazılmış ve içinde +pek çok enbiya-i izamın resimleri de gösterilmiştir. +Hatta Nuh aleyhisselamın sefinesi Salih aleyhisselamın +mu’cizesinin ne suretle olduğu; enbiya-i kirama itaat etmeyenlerin +suret-i helakleri bile tablolar ile gösterilmiştir. Kitabın +kabı da asar-ı atikadandır. Bu kitap diğer kitapların bulunduğu +yerde olmayıp büyük bir demir sandık derununda +kilitli bulunuyor. Me’mura niçin burada mahfuz olduğunu +sual ettim. Cevaben dedi ki: “Kütübhanemizde en kıymetli +kitabımız olduğu için ziyaından korkuyoruz da onun için bu +büyük demir sandıkta muhafaza etmeye mecbur kalıyoruz.” +. tarihinde Vidin muhafızı Hafız +Ali Paşa merhum tarafından vakfedilmiştir. +Tahkīkatıma göre bu zat Melek Ahmed Paşa merhumun +divan efendisi olup Sofya’da vefat etmiş ve bu kitabı da Bitlis +Hanı ile olan bir muharebede Bitlis Hanı’nın kütübhanesinden +almış imiş. +§ +O gün yine şehrin içinde şayan-ı ehemmiyyet +olan mevakii dolaşırken bir meydanlıkta yüksek bir yerde at +üzerinde büyük bir heykel ve bunun etrafında yine at üzerinde +birçok ceneraller ön tarafında alamet-i muzafferiyyet +olmak üzere bir de kadın resmi bulunuyordu. Bunun İkinci +Aleksandr olup Bulgar milletine yapılan iyiliğe mukabil bir +hatıra olup namının ebediyyen unutulmaması için yapıldığını +söylediler. İşte milletini milliyetini sevenler büyüklerine +böyle hürmet ederler dediler bunun bir aynı da yine Bulgar +Müzehanesi’nde görülür Bulgarlar şimdiye kadar kaç nevi’ +elbise giymişler ve giyiyorlarsa hepsi müzehanede vardır. +Köylerin en adi elbisesinden en yüksek beylerinkine varıncaya +kadar mevcuddur. Zannedersem milliyetine muhabbeti +olanlara layık bir amel olsa gerektir. +Bu miyanda yine en ziyade nazar-ı dikkatimi celb eden +şey yeni yapılan Bulgar kilisesi olmuştur. Kilise yapılıp hitama +ermek üzeredir. Kubbeleri altun yaldız ile yaldızlanmış +parıl parıl parlıyor. . . dört milyon frank sarf olunduğunu +söylediler. Bunun karşısında dehşetli bir bina daha +vücuda getirilmiş ki o da büyük papaslara mahsus bir yerdir. +Bu kiliseden başka daha birçok cesim kiliseler de vardır. +Bilmem ki bir taraftan yirminci asr-ı medeniyyette dinin +zerre kadar ehemmiyyeti haiz olmadığı öne sürülerek bu +uzun uzun minarelerin cami’lerin hala göz önünde durduğuna +taaccüb edilirken diğer tarafta –krala mahsus hala bir +saray yok iken– nasıl olur da milyonlar sarf edilerek kiliseler +ruhanilere mahsus ali binalar nezaretler vücuda getirilmeye +çalışılır?! +Demek oluyor ki “din”in büyük faidesi var imiş ki ehemmiyyet +veriliyor. Böyle milyonlar sarf ederek kiliseler vücuda +getirmekteki maksad hiç şübhe yoktur ki Bulgar milletinin +milletin istikbalini te’min etmek hususunda “din”in pek büyük +bir dahli vardır. Bu kiliselerdir ki Bulgaristan’ın istiklalini +vücuda getirmiş ve daha tahayyül eyledikleri pek çok şeyleri +getirecek i’tikadında bulunuluyor. +Onun için bu defa Bulgar Eksarhhanesi ile ministerler +arasındaki ihtilafta hepsi birden ayağa kalktılar Eksarhhane +ye dair bilahere ayrıca bir makale yazacağım. +Bulgarlar’da İslamlara karşı acib hissiyat var: Bir İslam +gördüler mi hepsi birden kadın erkek tekmil ona bakarlar +bazan tahkīr de eksik değil bir gün kralın sarayı yanındaki +meşhur Belediye Bahçesi’nde taşradan gelmiş bir misafir ile +beraber otururken görmedik demeyecek kadar biz de gördük +fakat ben Bulgarca bilmediğim için söylediklerini işitmiyorum +da iyi geliyor. Eğer gezen adamın başında bir de +sarık olursa Sofya’nın karıncaları bile ona bakarlar. +Şurasını da söylemek mecburiyetindeyim ki her işte +müslümanlara karşı mutlaka müşkilat gösteriyorlar. senesindeki +protokol ahkamına riayet edilmiyor. Bunu bilahare +yazacağım mes’eleler izah edeceği gibi paso mes’elesinde +bana karşı yaptıkları muamele de isbat ediyor. +Pazar günleri yortu günleri –hıristiyanlar gibi– müslümanlar +da dükkanlarını kapatmaya mecburdur. Bu da +müsavat adalet sayılacak mı bilmem. +Sofya’da bulunduğumun ikinci günü gazete muhbirlerine +mahsus olan usulden müstefid olmak için bir paso almak +maksadıyla nezarete müracaat ederek kendimi bildirdim. +Ne maksadla gezeceğimi sordular ben de cevaben: Hiçbir +maksadım yoktur yalnız Bulgaristan’ın gerek maarif ve gerek +hususat-ı sairede göstermiş olduğu terakkıyat-ı seria ve +bunun esbabını mensub olduğum cerideye yazarak kendi +milletimizin nazar-ı intibahına arz edeceğim ... dedim bunun +üzerine bir arzuhal yazmak lazım geldiğini bu arzuhalde ne +suretle ve nereden çıkıp nereye gideceğimi de sırasıyla zikretmemi +mükerreren tenbih eyledi ki tamamen kayd altına +alıyordu. Biz de söylediği gibi arzuhal yazdık arzuhali başka +bir yere havale ettiler. Bu kere de oraya gittim orada +Sebilürreşad ’dan bir-iki nüsha istediler verdik bu defa da +meclise koyacağız yarın gel cevabını aldım. +Yarın oldu gittim nazır olmadığı cihetle birkaç saat sonra +gelmemi söylediler. Birkaç saat sonra olunca nazır +da gelmişti. Fakat yine meclise koyacağız yarın gel cevabını +aldım bu defa maksadları tamamen anlaşılıyordu; fakat her +nasılsa yine gittim bu defa da üç gün sonra gelmemi söylediler +ben de kemal-i teessür ve teessüfle dedim ki: Bütün +muhbirler hakkında cari olan bir usulü Sebilürreşad muhbiri +hakkında tatbik etmekten niçin istinkaf ediyorsunuz? Bu +şimdiye kadar ben de burada beklemesem olmaz mı? +Bunun üzerine: Sebilürreşad öbür gazetelere benzemeyip +hakkında bir karar vermeden paso vermeyeceklerini söyledi. +Biz de Sebilürreşad ’ın ilmi ve fenni bir risale olmakla beraber +aynı zamanda da siyasi bir gazete olduğunu binaenaleyh +asıl böyle gazeteleri himaye etmek lazım geleceğini +anlatarak paso almadan yine Filibe’ye döndüm. +kilatın bir nümunesi! İslam gazetesi muhbirine bu muamele +olursa başkalarına neler olmaz? +§ +Sözüme hitam vermezden evvel Sofya şehrine aid olarak +birkaç cümle daha söylemek isterim. +Sofya’nın içerisi kısmen dört parmak arzında altı-yedi +parmak tulünde kesme paket taşlar ile döşenmiş olup araları +da zifttir. Görenler sabun kalıbı zannederler. Bir kısmı +da İstanbul’da gördüğümüz paket taşlarının ufakları ile döşenmiştir. +Her tarafı zift olan yer de vardır. Pek dehşetli bahçeler +vücuda getirilmiş. Eğer İstanbul’a buraya sarf edilen +himmetin yarısı sarf olunsa öyle bahçeler vücuda gelecek ki +alem hayret içinde kalacak! +Bu gibi mu’zamat-ı umurda o kadar masarıf bile etmiyorlar. +Bütün mahbuslara işletiyorlarmış: Mesela on beş +sene mahkum olan kimselere birkaç senesini afvederek hizmet +ettiriyorlar ki pek a’la bir usul! Zira bu suretle cem’iyet-i +beşeriyye iki cihetten müstefid oluyor: Birisi milletin menafiine +aid büyük büyük müesseseler vücuda geliyor diğeri +de cem’iyet-i beşeriyyenin bir a’zası ataletten kurtarılıyor. +Bilmem ki ne gibi mülahazaya mebni bizde de bu usul tatbik +olunarak istifade edilmiyor? +Şimdi bahis asıl maksadımız olan maarife geldi zaten +Sofya’ya o maksadla geldiğimden bunu ayrı makaleye bırakıyorum. +§ +Zavallı müslümanlar! Evet zavallı müslümanlar diyorum. +Çünkü: Avrupa bir taraftan yirminci asırda insaniyetten +medeniyetten bahsediyor; Huda ne-kerde müslümanlar +tarafından cüz’i bir şey görülse insaniyet medeniyet namına +protestolar yağdırılır; müslümanların barbarlığından +vahşiliğinden bahsolunur; hatta bu kadarla da kalmayarak +medeniyet namına müslümanları temizlemek lüzumu bile +dermiyan olunur. Diğer taraftan ise müslümanlar aleyhinde +tasavvuru bile insanın kalbini parça parça edecek olan +bir takım mezalim kurun-ı vusta barbarlarının bile cesaret +edemeyeceği canavarlıklar insana insaniyete şeyn verecek +vahşetler icra ediliyor da medeni? Avrupalılar hiç ses bile +çıkarmıyorlar. +Demek oluyor ki müslümanlara reva görülen her fenalık +bütün edebsizlikler ayn-ı medeniyyet? mahz-ı adalet? +oluyor da müslümanların hukūk-ı meşrualarını taleb etmeleri +barbarlık oluyor. +Bulgaristan’da müslümanlara reva görülen muamele-i +zalimanenin derecesini anlatmak için “Pravadi” kazasının +“Putreşan” karyesinde Hüseyin ibni Mehmed ile zevcesi +Hanife’ye icra edilen canavarlığı bütün müslümanların nazar-ı +“Hasan Celal” Efendi tarafından sair gazetelere gönderildiği +gibi –bir İslam gazetesi olmak münasebetiyle– Sebilürreşad +ceride-i İslamiyyesine de gönderilmek ve bu münasebetle +Bulgaristan müslümanlarının hal-i esef-iştimalinden bütün +müslümanları haberdar etmek için bu mezalimi tasvir eden +levhanın bir aynı da bil-vasıta bendenize gönderilmiş olmakla +vak’ayı ber-vech-i ati enzar-ı kariine arz ediyorum: +“Son günlerde bazı vatandaşlarımızın İslamlara karşı +ettikleri tecavüzat hakīkaten fena bir renk almaya başladı. +Tecavüz o dereceye geldi ki insan zavallı ma’sum İslamlara +edilen bu edebsizlikleri gördükçe ağlamaktan kendini alamaz. +zün önünde muhadderat-ı İslamiyyenin de ırzına tecavüz +edilmeye başlandı. Hatta bu edebsizliklere asayiş ve inzibatın +te’minine me’mur olan bazı polislerin de iştiraki insanı +acı acı düşündürüyor. İşte ber-vech-i zir bir vak’a yazacağım +ki her bir hamiyetkar kalblerde bir hiss-i elim-i teessür uyandıracaktır. +Pravadi kazasına tabi’ Putreşan karyesinde manifaturacılık +eden Dimitri’nin dükkanından bir değirmi çenber gaib +olur. Dükkancıda hasıl olan zan ve şübhe üzerine Yeniköy +merkezinde İstarşo Jandarma onbaşısı Kosta Pançef ile beraber +Putreşan karyesi ahalisinden Hüseyin bin Mehmed’in +hanesi taharriye gidilir. +Muma-ileyhin zevcesinin çenberleri aktarma edildikte bir +danesi müşabehet peyda edip dükkancıya gösterildi. “Benziyor +lakin böyle değildir” diyerek su’-i zanla iktifa edilir iş +bir sükutla geçer. +Bir-iki gün mürurunda mezkur İstarşo Kosta Pançef piyade +jandarmalarından biriyle tekrar Hüseyin bin Mehmed +ve zevcesi Hanife’yi beray-ı istintak Temmuz’da Yeniköy +merkezine celb ve her ikisini de odasına alarak bir istid’a +eden olmadığı halde mezkur Hüseyin’i son derece şiddetle +döğüp mahbese ilka eder ve Hanife’yi de yanında alıkoyup +odanın kapısını kapayarak ve pencerenin perdelerini indirerek +“Çabuk çıkar şalvarı?” deyip revolver ve kılınç ile tehdid +ederek mezbureye zeban-dirazlık ettikte biçare kadın ağlayıp +feryada başlamışsa da feryad u figanı o haris canavara zerre +kadar te’sir etmemiş ve cebren ırzına tecavüz edip namusunu +pay-mal etmiştir. +Zavallı kadının feryadı üzerine imdadına can atan jandarma +bulunmuşsa da kapı beklemekte olan çandarın müdafaasından +ve kapının kapalı bulunmasından muavenet +mümkün olmayıp akūrane hareketini ba’de’l-icra biçare +kadın gözyaşları içinde dışarı çıkarılır. +Buna Yeniköy süvari jandarmalarından İstani Pençof ve +Dobref isminde rütbesinin kıymetini bilir iki namuslu Bulgar +ve Putreşan’dan Ahmed Mustafa Ağalar şehadet edip +ve lazım gelen makam-ı alide dahi şehadet edeceklerini ihbar +ettiler. +Bunun üzerine bütün “kamçı boyu bir galeyan” ve heyecana +düşer. Neticede Pazar günü Pravadi müftisi efendi +beray-ı tahkīk karye-i mezkureye gitti. +Karyeye muvasalatında köy imamlarıyla birlikte gidilerek +tahkīk-ı keyfiyyet olundukta vukū’-ı hal ta’rifinden ziyade +vukū’ bulduğunu ve söylenmesi gayr-i kabil edebsizlikler +yaptığını ağlaya ağlaya köy imamı Abdullah ve Bekir Hocalar +huzurunda ikrar etmiştir. +Hemen yapmış olduğu arzuhali müfti efendiye takdim +eder ve diğer istid’asını dahi Naçalniğe vermelerini efendi-i +muma-ileyhten rica eder. +Biçare kadının zevci beş gün Yeniköyü’nde dört gün +de Pravadi’de mahbus bulunduğu ve zerre kadar kabahati +olmadığı halde gözü korkutularak bu haksızlıktan kimseye +şikayete kadir olamamıştır. +Çenber sirkati tahakkuk etmeyip ve istid’a eden dahi bulunmamış +sine gönderip dört gün sonra da Hüseyin’i Pravadi’ye +gönderir. Ahaliden bir şikayete meydan bırakmamak için +yollara jandarmalar ikame edip gelen giden tarassud altına +alınmıştır. +Bugün Pravadi eşrafından İbrahim Efendi Saatçi Hasan +Efendi Belediye Reisi Muavini Ali Efendi Said Efendi +Mustafa Efendilerden müteşekkil bir hey’et müfti efendi ile +beraber Pravadi Naçalnik Vekili Kasabof’a hem arzuhali +takdim ve hem de bu me’murun tecziye olunmasıyla +hukūk-ı İslamiyyenin sıyaneti istirham olundu. Çünkü Kosta +Pançef isimli bu canavarın harekat-ı bi-edebanesi bu kadarla +kalmayıp “Karyağdı” karyesinden Cemile isminde bir +kadını zevci ile beynlerinde olan niza’dan naşi nezdine celb +ve onun da namusuna tecavüz ederek guya zevcine itaat +emri verir. +Ve yine bundan bir buçuk ay mukaddem Sarıkovanlık +karyesinde Halil Hoca’nın kızı “Ümmühan” nam kadını da­ +hi Pirece karyesinde Ali Hoca’nın odasına celb edip o gece +mezbureye akūrane bir surette denaetini icra eder. +Vak’adan sonra arzuhalin bir kopyası Varna Sancak +Müftiliği’ne bir de Upravitel Efendi’ye bir kopya da Başmüfti +da gazetelere bir kopya Pravadi gazetesi ser-muharriri Nedo +Petrof Efendi’ye Pravadi gazetesinde aynen derc olunmuştur. +Bir de sosyalistlerin şefi Vladislaf Marinof Efendi’ye verilmiştir. +Narod ve Pravadi’de çıkan Sabojdane gazeteleriyle +neşrolunacaktır. +yüzünden zavallı müslümancıklar bugün yarın hicret fikirlerindedirler. +Hani ya nerede o “Türk Arnavutlar’da Türkler Bulgar +kızlarına tecavüz ediyor” diye iftira eden gazeteciler! Hani +ya nerede o bizim Gospodin Otroci? +Bu acıklı vak’ayı görür de acaba ne derler? Az buçuk +kızarmaz mı? Heyhat! Aman ya Rabbi! Te’min ya Rabbi! +Te’min-i asayişe me’mur adamlar böyle yapıyorlar ahaliye +ne kalıyor? Her halde yakın vakitte hükumet-i mahalliyyenin +o heriften beline hiç yakışmadığı o kılıcı o resmi elbiseleri +alıp polisya namusunu da lekeleyen o canavarın da +ceza-yı sezaya çarptırılmasını merci’-i aidinin adaletinden +bekleriz.” +HINDISTAN VE AFGANISTAN MÜSLÜMANLARI +ARASINDA DIN KARDEŞLIĞI TEZAHÜRATI +Afganistan’ın payitahtı olan Kabil şehrinde lisan-ı Farisi +“Hindli Müslüman Kardeşlerimiz Bizim Hakkımızda Neler +Hissediyorlar?” ünvanıyla Emritser’de Urdu lisanıyla münteşir +Müslüman ceridesinden tercüme ettiği makaleyi neşrediyor. +Biz de mezkur makaleyi Siracü’l-Ahbar ’dan ber-vech-i +ati iktibas ve tercüme ediyoruz: +Madem ki Müslümanız Kur’an-ı Kerim ’in +rişte-i mukaddesiyle birbirimize bağlıyız. İşte bundan +dolayıdır ki Çinli bir müslümanın derdinden Afrika müslümanları +da bi-aram olur yine bir kısım müslümanların +terakkīye saadete doğru ilerlediği haberi bütün dünyadaki +müslümanları hoşnud şadan eder. Hasılı alemdeki bütün +müslümanlar –ister beyaz ister siyah renkli olsun ister +Amerikalı ister Asyalı bulunsun– bir kabilenin efradı bir cismin +a’zası gibidirler. Hal böyle olmakla beraber birbirinden +uzak ma’şerlere nisbetle yakın olanlar –komşu hakkı nasıl +fazla ise– birbirlerinin hallerinden daha ziyade mes’uldürler +birbirlerini düşünmek hakkına daha ziyade maliktirler. +Binaenaleyh biz Hindlilerin Afganistanlı müslüman kardeşlerimiz +hakkında bu suretle mütehassis olmamız bir emr-i +tabiidir. İşte bunun için Afganistan’ın payitahtı olan Kabil’de +Siracü’l-Ahbari’l-Afganiyye ’nin intişarı bize birçok hayırlı +haberler vaad etti kalbimiz ümidlerle doldu. +Niçin? Yalnız şunun için: Bu suretle Afganlı kardeşlerimiz +arasında ruh-ı terakkī ve bidari sereyan edecek. Siracü’l-Ahbar +neşr-i uluma emin bir vasıta olacak. Ulum ve fünunun +bugünkü terakkıyatına bigane kalan ekser Afganlılara rehnümalık +edecek. Cehalet yüzünden peyda olup şer’-i şerife +muhalif olan rüsum ve bid’atleri ortadan kaldıracak; hakīkī +Müslümanlığı telkīn edecek. Hasılı dini dünyevi hizmetlerde +bulunarak yeni baştan Afganistan’ı izzet-i zindegiye nail +edecek. Elhamdülillah biz bu ümidleri tahminimizden fazla +nümadar bulduk. Siracü’l-Ahbar-ı Afganiyye ’yi; bülend-paye +mazmunlarla pirayedar görüyoruz. Vakıa o henüz bir +gülbün-i nev-reste ve naziktir. Lakin takat ve tedbirin verdiği +müsaade nisbetinde işini tam bir doğrulukla yoluna +koydu yüksek tabakadakilere zevk-ı mütalaa verdi saha-i +mütalaanın pek ziyade tevessü’ edeceğine ümidimiz kamildir. +Siracü’l-Ahbar ’ın bu muvaffakıyeti karşısında “Hükümdar-ı +bidar-mağz” siracü’l-milleti ve’d-din padişah-ı devlet-i +memleket-i Afganistan hazretlerinin ihsanlarını teşviklerini +şahanelerinin hüsn-i kuşişleri sayesinde nur-ı ilm cilveger +oldu. Böylelikle Afganistan bir buk’a-i nur olacaktır. İnşaallahü +Teala nam-ı mübarekleri de Afganistan tarih-i ulumunda +payidar ve memduh olup kalacak altun suyu ile yazılacaktır +nesl-i ati ism-i memduhlarını kemal-i hürmet ve ta’zim ile +yad eyleyecekler Afganistan’da ulum ve fünunun terakkīsi +hususunda gösterdikleri himayet-i aliyyeyi nazar-ı ihtiram +ve tekrim ile göreceklerdir. Bu suretle zat-ı ma’rifet-meabları +Huda ve mahluk nazarında aziz olacaklardır. +Afganistan ne suretle terakkī yolunu tutabilir? +Biz neşriyat-ı sabıkamızda da dermiyan etmiştik ki İslam’ın +raz-ı terakkīsi; müslümanları “yetişmiş müslüman” +yapmaktadır. Kur’an-ı Mecid ’i –nazar-ı amik ile– çok okumalı +ahkam-ı münifesiyle amel etmeli. O kitab-ı muazzamın +nüktelerini Resul-i Ekrem salla’llahü aleyhi ve sellem +nin ihtilatı yüzünden dine girmeye yol bulan fena rüsum ve +adatı bir kalemde ortadan kaldırıvermeli ve eslafımızı +serir-i terakkīye eriştiren onları üstad-ı küll yapan avamil-i +hakīkıyye hangileri ise onlara tabi’ olmalı. Yine bizi berbad +u tebah eden mazarratlar fırlatan neler olduğunu araştırarak +bunlardan kaçmalı. Bu anasır-ı amilenin hepsi Kur’an-i +Kerim ’de ve ehadis-i nebeviyyede teşrih buyurulmuştur. +Lakin efsus ki bizim o tarafa teveccüh ettiğimiz yok. Bu yolu +terk ederek kendi kendimizin esbab-ı felaketini ihzar etmiş +olduk. Biz Siracü’l-Ahbar Müdiri cenab-ı Mahmud Tarzi +Sahib’in bu sırr-ı necata vakıf olduğunu görmekle müteselli +olduk. Birinci senede kalem-i kudretlerinden nebean eden +“İlim ve İslamiyyet” makalesinde vakıa mazmun muhtasardır. +Fakat Afganistan’ın halet-i ilmiyyesine göre biz mezkur +mazmunu büyük bir ganimet biliriz.” +HÜRRIYET-I HAKĪKIYYE NEFSE HAKIMIYETTIR +Nefsine kendisine kendi hissiyat ve efkarına malik olmayan +yenin esası teşkilat-ı siyasiyye ve kavanin-i esasiyyeden +evvel insanların kalb ve dimağlarında caygir olur. Menbaı +kalb ve dimağ-ı beşer olmayan hürriyet ne hakīkī ne de +daimi addedilebilir; geçici ruzgar gibi olur birgün gelir birgün +de gider. Zira hürriyet esaretle tev’em olamaz birlikte +yaşayamaz. Dahilen esir olanlar zahiren hür olamazlar. Batınen +girdbad-ı nefsani içinde boğulup kalanlara haricen ne +kadar serbesti ve azadi verirseniz veriniz yine bilahare esir +kalacaklardır. Zaten hürriyetin esası menbaı kalb ve dimağ +olduğu gibi istibdadın esaretin de esas ve menbaı kalb ve +dimağdır. İnsanlar fıtraten hür doğuyorlar. Zira hürriyet fıtratın +hilkatin kainatın esasıdır. Hürriyet bir kanun-ı ilahidir. +Lakin her kanunun olduğu gibi bu kanunun da hududu +vardır. İşte insanlar şu hududu ta’yin ve kendi nefslerine +hakim olarak hudud-ı mezkureye riayet edemediklerinden +esir oldular. +Mesela henüz daire-i medeniyyet ve ictimaiyyete dahil +olmamış ormanlarda kayalıklarda su kenarlarında av +mertebesine maliktirler. Lakin bunlar şu hürriyetin mahiyet +ve hududunu ta’yin ve o hududa riayet edemediklerinden +bilahare kendilerinden kavi ve daha ziyade nefsaniyyetine +mağlub olan birisi tarafından taht-ı esarete alındılar. Devr-i +medeniyyete gelince aynı hal müşahede ediliyor. Roma +Cumhuriyeti’ni te’sis edenleri tarih metanet-i ahlakıyye +safa-yı kalbiyye hakimiyyet-i nefsiyye ile tavsif ediyor. +Bunlar hakīkaten er oğlu erler idiler. Zira her şeyden ziyade +kendi nefslerine kendi hissiyat ve efkarlarına hakim idiler. +Keza Yunanistan Cumhuriyetleri te’sis ediliyor. Fakat asırlar +mürur ediyor. Eski metanet-i ahlakıyye safvet-i kalbiyye +hakimiyyet-i nefsiyye gibi havas bozuluyor. Yavaş yavaş +hırs tama’ infialat-ı şahsiyye onların yerine kaim oluyor. +Efradı idare eden amil; artık menfaat-i umumiyye için kendini +feda etmek kendi efkar ve hissiyatını kurban eylemek +gibi sıfat değil bilakis kendini ileri sürmek diğerleri üzerine +tefevvuk etmek ne olursa olsun kendi efkar ve hissiyatı üzerinde +rın efradın batınen esir kendi infialat ve ihtirasatları elinde +zebun oldukları anlaşılıyor. İşte tam o zaman bir “Sezar” +nümayan oluyor ve bazılarını altun diğerlerini ise demir +zencir ile bağlayarak şiraze-i hayatı yeniden habl-i hürriyyetle +değil habl-i istibdad ile iade ediyor. +Bugün bile usul-i hürriyyet ve meşrutiyyetle idare edilen +milletler arasında en ziyade hür ve serbest olan elbette ki +ve kavanin-i esasiyyesi başkalarınkinden daha ziyade hürriyetperver +olduğu için mi? Asla ve kat’a! Bilakis: İngiltere’nin +muharrer ve muayyen kavanin-i esasiyyesi bile yoktur. +Kurun-ı vustadan kalma ve barbarlık zamanlarını andırır birçok +kanunlar el-yevm bile mevcuddur ve icabı halinde icrası +mecburidir. Mesela bugün İngiltere Ceza kanunları içinde +bazı mücrimleri darb etmek gibi kararı müstelzim kanunlar +mevcud ve mer’idir. Avrupa’nın diğer kıtaatında böyle bir +kanun nefret-i ammeyi celb eder ve kimse tarafından kabul +edilemez. Keza İngiltere’de Lordlar sınıfı bir takım hukūk ve +Bilahare İngiltere kralı kanunen mutlak ve öyle imtiyazata +maliktir –mesela mesail-i diniyyede– ki Rusya imparatoru +bile malik değildir. Fakat bunların kaffesi ile beraber bütün +cihanca müsellemdir ki İngiliz kavmi dünyada en hür ve en +serbest bir kavimdir. Zira İngilizler tabiatlarının terbiyelerinin +be-evvel kendilerine malik kendi nefslerine galibdirler +hudud-ı hürriyyeti anlamışlardır ona riayet ediyorlar. +tehalif ve mütezadd fırkalara mensub bulunan şu matbuatta +en ziyade gözünüze iki nokta çarpacaktır: Birisi bütün efkar-ı +umumiyyenin mesail-i hariciyyede ittifakı. Bütün millet +hükumetin doğru yanlış ta’kīb etmekte olduğu siyaset-i +hariciyyeyi te’yid ve takviye ediyor. Ah ! Bu ne metanet +ne fetanet ! Bir ecnebi İngiliz matbuatını okurken bütün bir +milletin bir ferd-i vahid gibi aynı noktaya doğru yürüdüğünü +hissediyor. Bu halin ecanib üzerine bahşetmekte olduğu +te’sir-i azimi düşününüz! Bunun in’ikası olarak Meclis-i +Meb’usan’da mesail-i hariciyye hakkında asla uzun uzadıya +müzakereler cereyan etmez. Hükumet tarafından filan yahud +filan mes’ele [ ] hakkında verilen izahat bir sükun-ı +tam içinde dinlenilip kimse kalkıp da “Neden filan şeyi filan +tarz ve şekilde yapmadın?” demez. İngiltere’de bu bir kaidedir +an’anedir. Zira her bir İngiliz diğer İngilizi kendisi kadar +vatanperver namuslu addediyor ona kendisi kadar i’timad +ediyor. +dahiliyye hakkında bu kadar fırkalar arasında bu kadar +müzakereler münakaşalar mübahaseler geçiyor. Fakat +kat’iyyen müstehcen şeref-i nefsi izzet-i şahsiyyeyi haleldar +edecek bir kelime-i vahideye tesadüf edilemez. Bütün +müzakereler bütün mübahaseler ilmi fenni ve son derece +edeb dairesinde cereyan eder. Bunun sebebi aynıdır. Yani +rı hürmet i’timad i’tibardır. Bir de İngilizler bir mes’eleyi +müzakere ederken kendilerini kendi hissiyat efkar ve infialatlarını +onların mutlak galebesini düşünmüyorlar ki yekdiğerlerine +karşı elfaz-ı müstehcene muhıll-i haysiyyet ve +namus kelimeler isti’mal etsinler. Onlar her şeyden ziyade +hakkın hakīkatin tezahürünü düşünüyorlar ve bunun için +de elfaz-ı müstehcenenin haysiyet ve namus-şiken elfazın +vesile olmadığını pek ra’na takdir etmişlerdir. +Şimdi şu yukarıdan aşağıya kadar yazdığımızı nazar-ı +dikkate alarak biraz da kendi ahlak-ı siyasiyyemize kendi +matbuatımıza da bir dikkat edelim! Ah! İnsan için ta a’mak-ı +kalbine kadar müteessir ve müteelim olmamak kabil değildir. +Hürriyyet-i matbuat iade edildi deniyor; fakat bence esaret-i +nefsiyyemiz i’lan edilmiştir; dahilen batınen ne kadar esir +olduğumuz ne kadar kendi ihtirasatımız infialatımız nefsaniyyetimiz +elinde zebun bulunduğumuz meydana atılmıştır. +Okuyunuz bugünkü matbuatı! Ne ye’s-aver ne ümid-şiken +levhalara tesadüf edilir! İzzet-i nefs haysiyyet-i şahsiyye +namus ırz hulasa bir insan için bir evlad-ı vatan için en +muazzez en muhterem addedilmesi lazım gelen her şey çiğneniyor +çamurlatılıyor; bütün kudsiyyata hücum ediliyor; +ne ferd kalıyor ne aile! Aralıkta münaze’un-fih olan mes’ele +bir tarafta bırakılarak hep yekdiğerimiz üzerine atılıyoruz. +Hiç düşünmüyoruz ki hey’et-i ictimaiyye-i Osmaniyyeyi +teşkil eden bütün efrad yekdiğerinin ırz u namusunu can +u malını taht-ı kefalet ü zımana almak için birlikte yaşıyorlar. +Bu kadar can u mal vergisi veren Osmanlılar bu kadar +kanlar bahasına devletin bekasına çalışan Osmanlılar yalnız +yekdiğerinin haysiyet ve şerefini te’min için şu fedakarlıkları +kardeşi. Böyle olduğu halde aynı şeref ve haysiyeti aynı ırz +ve namusu yıkmakta ne kadar da haz ve lezzet duyuyoruz!? +Anlaşılmaz bir muamma! Daha doğrusu mevt-aver bir derd +ve musibet! Acaba hemşehrilerimizi vatandaşlarımızı bu kadar +haysiyetsizlik şerefsizlik namussuzlukla itham etmekle +biz şeref izzet haysiyet mi kazanıyoruz? Dün takdir ettiğini +bugün çamurlar içinde ezen efradının namus ve haysiyetine +riayet etmeyen bir millet hiçbir zaman ne hür olur ne de +felah bulur. Zira yarın da bugünkülerin diğer taraftan namus +ve haysiyeti çiğnemeyeceğini kim te’min eder? Te’min değil +öyle olacağı muhakkaktır. Zira böyle bir muhit hürriyete +hakka hakīkate aşık olmaktan ziyade kendi nefsaniyyetine +kendi infialat ve ihtirasatına esirdir. Esir olan da hür olamaz. +Zira hürriyetle esaret tev’em olamaz birlikte yaşayamaz. +Temmuz’un yirmi üçüncü Cuma günü sabahı +on sekiz harb sefine[si] on iki nakliye gemisi ve külliyetli +merakib-i bahriyye-i sağīreden mürekkeb İtalya filosu +denizden ve iki Eritre üç İtalya alayı iki bölük İtalyan süvarisi +lük-i mitralyözi Seyyidali cihetinden gelerek garbdan Zuvara +üzerine muharebe açmıştır. Zuvara’da bulunan mücahidinin +yirmi iki Temmuz akşamı yapılan şiddetli bombardıman +üzerine sahilde üç-dört noktada yalnız onar-onbeşer kişiden +mürekkeb nöbetçiler bırakarak dahile çekilmiş olmalarına +mebni düşman tulu’dan evvel iskelenin birkaç kilometre +şarkındaki nikata bila-mukavemet asker çıkarmış ve bir alay +kuvvetle Zuvara’nın bir buçuk kilometre şarkındaki iskeleye +yürümüş ve Zuvara sahilinde bulunan kırk-elli asker ve +mücahid geriye çekilerek Zuvara tahliye olunmuştur. Zuvara +hurmalığının şark ve garb kenarlarında mukavemete tesadüf +etmediği halde düşman üç buçuk saat kadar tevakkufla +karadan ve denizden ateş açmıştır. Düşmanın Zuvara’ya +karşı yaptığı taarruza mukabil Trablus cihetinde Seyyid Abdülcelil +Tepesi’ne hücum eden bir kısım mücahidin düşman +mevziine duhul ve esliha ve eşya iğtinam ve fakat donanma +ateşi altında bila-lüzum durmayarak bilahare avdet eylemiştir. +Muharebe dört saat kadar imtidad etmiş olup üç mecruhumuz +olduğu tahakkuk eylemiştir. +Enver Bey’den alınan Temmuz tarihli telgrafnamedir: +Bingazi’de yeni bir vukūat yoktur. Tobruk’ta düşman +on beş santimetrelik toplarla ordugahı topa tutmuş ise de +hiçbir zarar iras edememiştir. Derne’yi de aynı suretle bombardıman +etmekte ise de hiçbir zarar ve telefatı mucib olmamakta +ve külliyyen te’sirsiz kalmaktadır. Vaziyetimiz aynıdır. +Şehir ve İtalyan ordugahını döğüyoruz. İtalyan Rakalı ordugahını +terk ve ateşten mahfuz olan istihkamlarının arkasına +kamattan açtığı ateşin hiçbir te’siri olmamıştır. On gün evvel +başladığımız bombardımana fasılalı devam edilmektedir. +Temmuz’un ’nci Cuma gecesi zevali üç buçuk +sularında Edirne Selanik İstanbul Bursa Aydın vilayetlerinde +oldukça müdhiş bir zelzele olmuştur. Zelzelenin +merkezi Marmara sevahil ve havza-i garbiyyesi olduğu cihetle +Gelibolu Tekfurdağı ve havalisinde yüzlerce kura ve +kasabat mahv u harab olmuş birçok kimseler enkaz altında +vefat etmiş binlerce aile mesken ve me’vasız kalmıştır; bazı +mahallerde sular kurumuş bazı mahallerin de suları tezayüd +etmiştir. Zelzeleyi müteakıb bazı yerlerde yangın zuhur +etmesiyle bu sebeble de yüzlerce haneler yanıp kül +olmuştur. Felaketzedegana İstanbul’dan vapurlar dolusu +ekmek ve erzak gönderilmiştir. Darülhilafe’de şeref-mukīm +sahibetü’l-hayr bir hanımefendi tarafından afetzedegan için +yorgan Amerikan bezi pirinç un yağ vesaire olmak üzere +bin liraya yakın kıymette eşya ve erzak irsal edileceği haber +alınmıştır. Her türlü mesaibe duçar olan vatanımız eksik kalan +bu felaketi de gördü. İnşaallah bununla felaket defteri +kapanmış olur. Cenab-ı Hak bilcümle memalik-i İslamiyyeyi +afat ve mesaib-i kevniyyeden muhafaza buyursun amin. +§ Geçen sene vukū’ bulan harik-ı kebir esnasında İstanbul’u +ziyaret eden Hindistan mihracelerinden Behupal +Hakimesi Beyabi Bigüm hazretleri o zaman bu harik-ı hanman-suzdan +musab olanlara tevzi’ edilmek üzere beş bin lira +veriyi izhar buyurmuşlardı. Haber alındığına göre hakime-i +müşarun-ileyha muhtacin-i musabine tevzi’ kılınmak üzere +maniyyeye iş’ar eylemişlerdir. Beyabi Bigüm hazretlerinin +Osmanlıların felaket ve meserretleriyle daima müşterik ve +onların hisleriyle mütehassis olduğunu sarahaten ima eden +şu lutf-ı insaniyyet-güsteranesi dahi hiç şübhe yok ki kulub-ı +Osmaniyanın en amik köşesinde ca-yı ihtiram ve kabul bulacak +bu ikinci hediyeden dolayı da müşarun-ileyhaya takdim-i +şükran olunacaktır. +Bu nam ile Beyrut’ta +bir cem’iyet teşekkül etmiştir. Muhabir-i mahsusumuz tarafından +kaddimesinde deniliyor ki: “Bazı müslüman gençlerinin +zamanımızın mühlik cereyanlarına kapılarak dine devlete +vatana müteallik vacibattan yüz çevirdiklerini insanı doğru +yoldan saptıran gayr-i meşru’ amellerle ülfete başlayıp israf +denilen çıkmaz yola düştüklerini gören Beyrut müslümanlarından +bir takımı; genç yaşlı bütün müslümanları iktisadiyat +yolunda yürümeye alıştırmak +kavl-i +kerimiyle me’murun-bih olan uhuvvet-i İslamiyyeye irşad +etmek ve bu suretle zıll-i Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’de birr +u takva yolunda muhabbetler ülfetler teavünlerle mes’ud +olmalarını te’min eylemek üzere El-İhaü’l-İslami namıyla bir +cem’iyet teşkiline karar vermişlerdir. Bu teşebbüsle bütün +anasır arasında Osmanlı vatanına muhabbet-i ruhi; kuvvet +bulacaktır. Bu şerif maksadlar işte bizi “ma’rufu emr fahşa +münker ve bağyi nehy eden” böyle iktisadi bir cem’iyet-i +hayriyyenin te’minine tahrik ve teşvik etmiştir.” +Nizamnameden anlaşıldığına göre bu cem’iyetin gayesi; +kardeşliğin sevişmenin zamanın felaketlerine karşı yekdiğere +muzaheretin neşri olup umur-ı siyasiyye ile kat’iyyen iştigal +olunmayacaktır. Bu cem’iyet a’zasından olabilmek için; +feraiz-ı diniyyeyi eda ile şer’-i şerifin nehy kanunun men’ +ettiği şeylerden uzaklaşmakta ve halk ile iyi geçinerek onlarla +sıdk u istikametle muameleyi taahhüd etmek lazımdır. +bir mevkıf inşasını tazammun eden beyanatı; el-Alem refik-ı +muhteremimizde Mısır’ın her tarafından birçok protestolarla +karşılanmıştır. Bu ihticacnamelerde mezkur beyanatın Mısır’ın +hürriyet ve istiklal-i siyasisine Devlet-i Osmaniyye’nin +hukūk-ı hakimiyyetine karşı bir tecavüz olduğu beyan +olunmakla beraber muahedat ve kavanin-i düveliyyeye de +muhalif addolunacağı ilave ediliyor. +Kazak fırkası teşkil ederek iki Rus zabitinin kumandası altına +tevdiini” İran’dan şiddetle taleb etmişti! Ahiren Royter +Ajansı ’na Tahran’dan varid olan habere göre İran Hükumeti +buna muvafakat etmiş ve fırkanın kişilik olmasını +kararlaştırmıştır. Ancak bu fırkanın Tebriz Fırkası gibi İran +Harbiye Nezareti’ne tabi’ olmasını şart koşmuştur. Hükumet +mazbatasında hatır-nüvazlık demek olan bu muvafakatin +Rusya’nın işgal-i askerisi tahtında bulunan nikattan +çekilmesiyle neticeleneceğini dermiyan ediyor. +Varid olan +haberlere göre Fransa-Almanya ittifakını mutazammın olan +“Tevkī”den biraz evvelki halde tegayyür yoktur. Fransızlar +hala evvelce hulul ettikleri yerlerde bulunuyorlar. Memleketin +Çünkü orada Faslıların ateşin bir heyecan-ı harb ile kendilerine +muntazır olduğunu biliyorlar. Biz bu haberler karşısında +Faslıların şehamet ve vatanperverliğine takdir-han +oluyoruz. Fransa hükumetinin yaptığına da esefler ederiz. +Fransa hükumetinin diyoruz Fransız milletinin değil. Çünkü +hükumet tama’karlık ediyor millet ise zıll-i selam ve sükun +el-Liva’ +Mancester gazetesi Fas’ta Mocador’da bulunan muhabirinden +aldığı haberleri ber-vech-i ati neşrediyor: “Hiç şübheye +mahal olmayan bir hakīkat varsa o da bütün Fas’ın Fransız +himayesine karşı şiddetli sabit ve bütün kuvvet-i meyelanla +düşmanlık göstermekte bulunduğudur. Bu hakīkat gayr-i +kabil-i inkardır. Fas samim-i ruhu ile biliyor ki: Maddi değilse +bile ma’nevi olarak alem-i İslam’ın muzaheretine naildir. +Bunun Cezayir’de Tunus’ta Mısır’da Türkiye’de diğer +cihat-ı şarkıyyede birçok şevahidi vardır. Sudan Marakeş +lüzum yoktur. Bütün müslümanların sakin bulunduğu yerlerde +“Fransa Müslümanlığın yegane düşmanıdır.” diye düşünceler +hasıl oluyor. Hakayık-ı ahvale vakıf olanlara göre +Fas için vesail-i müdafaa çoktur. Bilhassa cenub cihetlerinde +Atlas silsilesinin arkasında Mulay Hamid İlahiyan’ın +rufeka-yı mücahidini ile beraber Fransızları Fas’dan tard +ederek Fas’da Mulay Abdülhafiz’ın temsil ettiği hükumet-i +munkarızaya mukabil yeni bir hükumet te’sis etmek emelinde +bulunduğunu görüyoruz.” +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +“İyilikle kötülük bir olamaz; kötülüğü en büyük iyilik +han­ +gisi ise onunla def’ et; böyle yaparsan aranızda düşmanlık +bulunan adam adeta sadık dost olur.” +* * * +Ayet-i kerime +ayetleriyle başlayan Sure-i Secde’ye +mensubdur. +Zemahşeri diyor ki: “İyilikle kötülük nefsü’l-emrde ayrı +ayrı şeylerdir. Senin önüne iki iyilik çıktığı zaman nisbetle +daha büyük olanını ihtiyar et de düşmanlarının birinden gelen +fenalığı onunla def’ eyle. Mesela böyle bir fenalığa karşı +akla gelecek iyilik onu afvetmendir; lakin en büyük iyilik fazla +olarak kendisine iyilikte bulunmandır: Seni zemmedeni +medhetmen; ciğerpareni öldüren adamın oğlunu ölümden +kurtarman gibi.” +Celaleyn ’de ise +kavl-i celili gazaba karşı sabır; +cehle karşı hilm; fenalığa karşı afv ile tefsir olunmuştur. +Zaten bunu ta’kīb eden ayet-i kerimede fenalığı afvettikten +başka fazla olarak bir de iyilikte bulunmak büyüklüğü ancak +sabır denilen seciye-yi mübarekeden geniş mikyasda nasib +alanlarla insanlıktan hazz-ı azimi bulunanların karı olduğu +musarrahtır. Şu halde biz Celaleyn ’in gösterdiği mikdara da +razıyız. Evet ahlak-ı umumiyyenin bu derekelere düştüğü +bir zamanda insanlardan o kadar büyük fedakarlıklar o +kadar necib hareketler beklemek hirmana rıza göstermek +demektir. Ancak hoş görülebilecek kusurları afvetmedikten +başka büsbütün i’zam ile ağır surette mukabeleye kalkışmayı; +uhuvvet-i İslamiyyeyi unutarak ebedi bir düşmandan +görürüz; ne de milletin menfaati hesabına. +Afv ile safh ile muamelede bulunarak düşman-ı canı yar-ı +can etmek kabil iken ufacık bir hataya ağır ağır mukabelelerde +bulunmak yüzünden kardeşlerin ebediyyen birbirine +hasım olması reva mıdır? +Maalesef görüyoruz ki efrad-ı millete mürşidlik etmesi +lazım gelen hem de kendilerini o mevki’de gösteren zümre +yani mütefekkir tabaka sözleriyle yazılarıyla hareketleriyle +halkı pek yanlış bir yola götürüyorlar! Memleket dahili +harici bir çok felaketlere ma’ruz iken biz hala birbirimizin +mazideki seyyiatını kurcalamakla; hala birbirimize bir daha +yüz yüze bakamayacak kadar şeni küfürler savurmakla uğraşıyoruz! +Mehmed Akif +HAK VE HAKĪKAT +– – +Yine Dozy başlıyor: “An’ane-i tarihiyye beş mühim ihtidayı +Ebubekr’e atfediyor. Vakıa bu bir mübalağa gibi görünür. +Şurası muhakkaktır ki din-i cedidi neşre gayretle çalışıyor +ve bunun için fedakarlığı seviyordu. Diğer zevat da +Muhammed’i tasdik ettiler. Evvela biri on altı diğeri on yedi +yaşında iki genç oldu ki biri hem zevcesinin hem kendisinin +akrabası bulunan Zübeyr ile Muhammed’in diğer akrabası +Sa’d bin Ebi Vakkas idi. Sonra tüccardan Abdurrahman bin +Avf ve Talha imana geldi. Müteheyyic muzlim?! Osman bin +Maz’un ki daha kable’l-ihtida hiç şarab içmiyordu. HusyeSahib +ve Müdir-i Mes’ul: H. Eşref Edib +lerini çıkartarak çilekeş halinde dünyayı gezmek istiyordu. +Muhammed’in dilber kızı Rukıyye’nin dest-i izdivacına nail +olmak maksadıyla ihtida eden Osman bin Affan. İlk ihtida +bunlardandır.” +Bu satırları okuyanlar insafla düşünmelilerdir ki din-i mübin-i +kiramın her birine bir türlü garaz ve vesile isnadına cür’et +eden Dozy’nin ortaya sürmüş olduğu evrak-ı fasideden müteşekkil +defter-i mefaside Tarih-i İslamiyyet namını veren +mütecasirin zerre kadar bu dine muhabbet ve irtibatı mutasavver +midir? Bu büyük cür’etkarın bu derece Müslümanlık +düşmanı olduğuna hayret ve teessüf olunur. +Ey mütercim efendi ey gece gündüz nan u ni’metiyle +geçindiğin milletin bütün mukaddesatını yıkmaya çabalamaktan +zevk alan ni’met na-şinas efendi! Sizde zerre kadar +olsun irfan ve insaf yok mu? Bir kere düşününüz: Roman mı +yazıyorsunuz yoksa bugün zinet-saz-ı alem-i ekvan olan üçdört +yüz milyon efrad-ı İslamiyyenin kemal-i samimiyyet ile +teessüsünden pişvayanı olan eazımın teracim-i ahvalinden +mi bahsediyorsunuz? Tecavüzat-ı garazkaranenin de bir +hadd ü gayesi olmak icab etmez mi? +Peygamberan-ı izam hazeratından sonra dünyada en +büyük en muazzam ve muhterem tanılmış olan Hulefa-yı +Raşidin içinde ser-amed-i ali-şan bulunan Ebubekr es-Sıddik +hazretlerinin din-i mübine aid hidemat-ı celilesinin ulviyyet +ve ehemmiyyeti derkar ve gayr-i kabil-i inkar olması dolayısıyla +bil-mecburiyye i��tiraf olunduğu halde beş mühim +niçin? Ya! Bunu an’ane-i tarihiyye ihbar ediyormuş da onun +bu hizmeti tasdik edilecek olursa an’ane-i tarihiyye dedikleri +vesaik-ı İslamiyyenin bilcümle şehadatına karşı ağız açmadan +kabul etmek lazım gelecek tezvirat yolları tamamen +kapanmış olacak. Bu ise müfterilerin iflasını mucib büyük +bir felakettir. Halbuki bu hakīkati yalnız tevarih-i İslamiyye +yazmıyor. Bütün bi-taraf tarih-şinasan i’tiraf ediyorlar. +kısmı genç imiş bir kısmı da şeref-i karabeti haiz imiş veya +ticaretle iştigal ediyormuş; diyerek ta’rizde bulunmak da pek +ma’nasız ve mantıksızdır. +Bu türlü ahval ve avarızın ihtidaya bais olacak münasebat-ı +kaviyye ve ilel-i mucibe kabilinden olmadığı muarızlar +arasında daha genç daha yakın akraba olanların vücuduyla +sabittir. Hele Hazret-i Osman Efendimiz hakkındaki isnad-ı +barid ve iftira-yı kasidin zerrece hissedar-ı terbiyye olan düşman +ağızından işitilecek hezeyanlardan olmadığı derkardır. +Kerime-i pakize-i seniyye Hazret-i Rukıyye’nin o esnada +Ebu Leheb-zadelerden birinin taht-ı nikahında bulunması +bu isnad-ı vakahatkaranenin butlanına dair olan beyyinatın +en vazıhlarındandır. Gerçi –cild-i evvelde beyan olunduğu +üzere– muahharan Ebu Leheb ile zevcesinin dünya ve ukbaca +vahamet-i encamları beyanına dair “Tebbet” suresinin +nüzulü üzerine münfail olan Ebu Leheb’in ilhah u ısrarı +üzerine mahdumu o dürre-i cihan-kıymetin şeref-i bi-adil-i +rü’yetinden mahrum bırakılmış huzur-ı Risalet-penahi’ye +gelerek tatlika cür’et etmiş olmakla Hazret-i Osman musaheret-i +seniyye şeref ve saadetini ihraz etmiş idi. Fakat bunun +böyle olacağı kable’l-vukū’ keşfolunmak asla kabil değildi. +Demek oluyor ki Dozy adeti vechile buradaki cühelaya +karşı telbis-i hakīkat irtikabına yeltenmiş ancak şu suretle +giriftar-ı fazahat olacağını hesaba katmamış. +Mütercim-i garazkarın dibace-i kelamında ehl-i İslam’a +etmekte bulunduğu sevgili Dozy’sinde tecessüm ediyor. +Osman bin Maz’un ra da sabikīn-ı evvelin zümre-i celilesindendir. +Fakat beş mühim ihtidayı sayarken araya katılması +Dozy’nin ve hempasının mübtela bulunduğu şaşkınlık +emaratındandır. Zevat-ı hamse Hazret-i Osman bin Affan ile +Talha ve Zübeyr ve Sa’d bin Ebi Vakkas ve Abdurrahman +bin Avf hazeratından ibarettir ki her biri Aşere-i Mübeşşere-i +kiramda dahildir. +Osman bin Maz’un’un ihtidası Aşere-i Mübeşşere’de dahil +olan Said bin Zeyd hazretlerinden bile sonra vukū bulmuştur. +Kaldı ki Dozy veya mütercimi kendi sıfat-ı rediesi olan +müteheyyic-i muzlim ünvanını hazret-i müşarun-ileyhe +Makam-ı te’yidde sahabi-i müşarun-ileyhin kable’l-İslam +dahi şarab içmeyen hoşyaran zümresinden olmasını irad +ediyorlar. Besbelli kendi meşreb ü mezaklarına muvafık +düşmediği ecilden olacak! Bir de saded haricine çıkarak +müşarun-ileyhin maksad-ı tezehhüdle ıhtısa arzusunda bulunmasını +ta’yib ediyorlar. Evet! Bir aralık kendisine böyle +bir tasavvur arız olup +misilli ehadis-i +şerife ile irşad olunduğuna dair bir rivayet vardır. Fakat +bu nevi’ efkar-ı hususiyye muhakemesine girişmek bunların +kat kat salahiyetleri haricinde bulunduğu hüveydadır. +TEALLÜM-I NEBI İDDIASINA REDDIYE +– – +Bu saydığımız ulum öyle ale’l-amya yekun dolsun diye +söylenmiş sözler değildir bunların her biri hakkında cildler +dolusu ayat ve ehadis mevcuddur. Lakin bunlara vukūf için +bir parça sa’y ü himmet ister. Mahbub-ı dilara-yı hakīkat +öyle kolayca arz-ı didar etmez. +Biz bu uluma aid yalnız birer ayet veya hadis zikredeceğiz +ki Arabların bir darb-ı meseli vardır. der. +Yani bir katre su gölden nümune olur. Biz de birer nümune +göstereceğiz. Artık söz anlayanlar insaf ile düşünsünler. +Mevalid-i tabiiyyeden bir misal: Esteizü bi’llah +kavl-i keriminde bütün nebatat +ve eşcarda izdivac isbat ediliyor. Bütün ağaçlar erkekli ve +dişilidirler ve yekdiğeriyle zevc ve zevce olurlar buyuruluyor. +Hikmet-i tabiiyye uleması bile bunu ne kadar müddet +sonra anlayabilmişlerdir. Demek ki cenab-ı Peygamber “nebatat” +da bilirmiş. Neyi bilmez ki? Acaba nereden öğrendi? +şekkil kitab-ı mahsus vardır. Bir hadis-i şerif beyan edelim: +Yani bir arzda taun illeti mevcud olduğunu +olursa ondan da harice çıkmayınız. +yeye çare olarak bulunan karantinanın icmali bu değil midir? +Sonra kolera zamanlarında etibbanın vesayası şer’-i +etmez mi? +* * * +Celile bir misal teşkil eder ki Mecelle ’nin bugün Fransa +Kanun-ı Medenisi “Code civil”den daha mükemmel olduğu +erbab-ı hukūk nezdinde müsellemdir fıkhın muamelat +kısmından maddeyi havi Türkiyyü’l-ibare olan kitab-ı +mezkurun her bir mebhasi mutlaka bir hadis-i şerife veya bir +ayet-i celileye istinad eder. Mesela +hadis-i şerifi bugün nazariyyat-ı hukūkıyyenin en yüksek +mevkiini ihraz eylemiştir. Keza +gibi ehadis-i Nebeviyye hukūkun esaslarını +teşkil ediyor hatta ulemadan bir zat: +hadis-i +şerifinden maada hazret-i Peygamber hiçbir şey söylememiş +olsaydı yalnız bu hadis sadakatine delil-i kafi teşkil +ederdi.” diyor İslam’da hiçbir hikmet yoktur ki ya doğrudan +doğruya veya bil-vasıta ayat ve ehadis[den] münşaib olmuş +olmasın. Hikemiyyat-ı İslamiyye bütün füyuzatını hep o +menba’dan ahz ü telakkī eylemiştir. +Bu söylediklerimiz deryadan bir katredir bunu da iyi +bilmeli ulum-ı fıkhiyye hakkında ahkam-ı İslamiyye ta’dadı +kabil olmayacak derecede kesirdir. +* * * +Kozmoğrafya hey’et ve tabakata aid misali hace-i muhterem +bu’ Beyan-ı Hak ve Hakīkat’ inden iktibas edelim: “Bin üç +yüz sene evvel kamerin ziya-yı zatiye malik olmadığını ve +şems merkez-i alem olup havl-i şemsde deveran eden cemi’ +kevakibin şemsden müstenir olduğunu bilmek ihtimali yok +Kur’an-ı Kerim ise daha o zamanlar +kelimesi metin u­ +nazm-ı celili ile bu hakīkati i’lan etmiştir. +gibi ayat-ı +celile dahi şemsin bizatihi ziyadar olduğunu kamerin nuru +Kezalik o zamanlarda şemsin merkez-i alem olmasını küre-i +arzın deveranda bulunmasını i’tikad eden bir kimsenin +bulunması imkan haricindedir. Halbuki Kur’an-ı Kerim ’de +ayet-i celilesi arzın havl-i şemsde deveranından haber +veriyor. +Kavl-i esahha göre bu ayet-i kerime ahval-i kıyamet +beyanına dair değildir. Çünkü +kavl-i şerifi +makam-ı tehvil ü tahvife münasib olmadığı gibi +ta’bir-i alisi mevki’-i ihlak ü ifnaya münasib düşmez. +Yine bu kabilden olan +nazm-ı şerifi de müfessirin-i kiramı hayli zaman it’ab eylemişti. +Çünkü o devirlerde seyr ü hareketle şemsin neharı +tecliye ve teşkil etmekte olması zannolunuyordu deveran-ı +arz ile husul bulan neharın bize şemsi tecliye ve ibraz etmesi +leylin de onu gaşi ve satir olması ayn-ı hakīkat olduğunu +bilmek şemsin merkez-i alem olduğunu bilmeye tevakkuf +eder. +Kezalik cirm-i kamerin müşahede olunan eşkal-i muhtelifesi +hacminin küçülüp büyümekte olmasından değil belki +şemse nisbetle ihtilaf-ı menazilinden naşi olduğunu beyan +eden +nazm-ı celilinden +kamerin havl-i şemsde dair olduğunu bilmek iktiza +eder. +Keza yağmurun buhardan tekevvün suretiyle husul bulduğunu +mübeyyin olan +fermude-i Rabbanisiyle bila-istisna bütün miyahın +denizleri ve gölleri muhtevi bulunan a’mak-ı arzdan hurucunu +sarahaten bildiriyor +gibi +ayat-ı Kur’an iyye de suret-i tekevvününe dair işareti havidir. +Bunlardan başka –Kevakibi-zade merhum tasrih eylediği +vechile– hayat-ı eşyanın ma-i teblur ile havayı teşkil +eden müvellidü’l-ma’ murad edilmek gerektir hudusü arzın +semadan ayrılması ve kabil-i intikas olmasıyla kamerin +arzdan infisali bütün kainatta müstemir olan şuhus ve hübuttan +hareket-i daime husulü terkibat-ı kimyaiyyede zabt-ı +makadirin ehemmiyyeti alem-i kevnin esir ile imtilası ve +onun madde-i kainat olması ve buhar ve elektrik ile merakib-i +berriyye ve bahriyyenin hareket etmesi tabakat-ı arziyyenin +yedi kısma münkasem olması gibi bir takım desatir-i +fenniyye dahi ayat-ı atiyye işaratından müsteban olur. +Esteizü billah: +Bu işaratın ekserisi herkese bazısı da yalnız erbabına +münceli olmaktadır. İ’caz-ı Kur’an -ı Mübin’de iştibah edenler +biraz insaf edip düşünmelidir ki devr-i cahiliyyette neş’et +eden bir zatın kelamında bu mertebe sıdk-ı ifade ve o zamanlarca +ma’ruf ve ma’mulün-bih olmayan mesail-i ilmiyyeye +dair bi-nihaye işarat ve rumuz-i aliyye bulunmak kabil +olur mu? İnteha. +Bakınız ahkam-ı İslamiyyedeki mezayaya da teallüm-i +Nebi iddiasının delail irad olunduğu nisbette ne kadar solduğu +anlaşılıyor. Çürük esasa istinad eden da’valar bittabi’ +beka bulamaz. +SÜLEYMANIYE KÜRSÜSÜNDE +Üdebanız hele gayetle bayağı mahlukat! +Halkı irşad edecek öyle mi bunlar? Heyhat! +Kimi Garb’ın yalınız fuhşuna hasbi simsar; +Kimi Iran malı der köhne alır hurda satar! +Eski divanlarınız dopdolu oğlanla şarab; +Biradan fahişeden başka nedir şi’r-i şebab? +Serseri: Hiç birinin mesleği yok meşrebi yok; +Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok! +Şimdi Allah’a söver... Sonra biraz bol para ver +Hiç utanmaz Protestanlara zangoçluk eder! +O benim en ebedi hasmım olan Rusya bile +Hakkı teslim edelim: Hiç de değildir böyle. +Mütefenninleri ta keşfe kadar tırmanıyor; +Edebiyyatı anıldıkça zemin çalkanıyor. +Kudretim yetse eğer on yedisinden yukarı +Üdeba namına kim varsa huduttan dışarı +Atarım hem asarım boynuna “bah-name”sini: +Okuyanlar onu elbette çıkarmaz sesini. +Sonra bir tarz-ı telafi bulurum: –gerçi garib– +Konturatlar yaparak Rusya’dan on onbeş edib +Celb eder yazdırırım millet için birçok eser! +Galiba bahsi değiştirdi bu müz’ic sözler... +Nerde kaldıktı?.. Evet... Ortada bir pis uçurum +Var ki günden güne dehşetleniyor korkuyorum: +–Kapatılmazsa gelip bir yere şayed efkar– +Olmasın millet-i merhumeye bir kanlı mezar. +Hem bu hüsran-ı müebbeddeki mes’uliyyet +Mütefekkirlere raci’ kalacaktır elbet. +Başı boş kaldı mı zira şaşırıp ber-mu’tad +Bulamaz kendiliğinden yolu asla efrad. +Yalınız gösterilen yol tutacak yolsa gider; +Hissidir çünkü onun azmine daim rehber. +Mütefekkirleriniz anlamıyorlar sanırım +Ki çemenzar-ı terakkīde atılmış her adım +Değişir büsbütün akvama cema’ate göre. +Başka bir kavmin izinden yürümek çok kerre +Adeta mühlik olur. Bir de ne var her millet +Gözetir seyr-i tekamülde birer başka cihet. +Sonra hatırlamıyorlar ki umumen beşerin +Daima koştuğu son maksada yükselmek için +Tutacak silsile akvama değildir hep bir; +Belki her millet için ancak o “mahiyyet”tir +Ki kopar kendisinin ruh-i umumisinden. +Şimdi bir kavmin içinden mütefekkir geçinen +Zümre evvelce bu “mahiyyet”i takdir ederek; +Sonra kaç safhası mevcud ise tenvir ederek; +Çekecek oldu mu önden bu İlahi feneri +Arkasından da cemaat yürür artık ileri. +Ruhudur çünkü karanlıkta elinden yedecek... +Yolcu şaşkın mı ki dursun mütemadi gidecek. +Mehmed Akif +TA’LIM VE TERBIYEDE MEKTEPLER +Geçen haftaki makalemizde genç dimağların inkişaf ve +tekamülü nokta-i nazarından mektepleri tahsil-i hususiye +tercih etmiştik. Bu gün de aynı iddiada ısrar edeceğiz. Hatta +biraz daha ileri giderek diyeceğiz ki: Bir mektep sosyeteye +karşı ne kadar az kapalı olursa şakirdanın inkişaf-ı fikrisine +de o nisbette faide-bahş olur. +Mekteplerde saat-i mesai ve istirahat muayyen ve muntazam +olduğundan bu hal henüz küçük yaşta bulunan çocukları +ciddi bir intizama alıştırır. Çalışmak zamanlarında +rerek iade-i kuvvet etmek lüzumuna dair kendilerinde bir +kanaat-i kat’iyye hasıl eder. +Mektep çocukların şahsiyyetini inkişaf ettireceği gibi +aynı zamanda onları hayat-ı cem’iyyetle de ülfet ettirir. Pedagojinin +en mühim mesailinden birini teşkil eden çocuğu +zabt ve idare etmek keyfiyyeti yani çocukta tenperveri ve +avareliğe karşı olan temayülatın önünü almak her an bütün +harekatını nazar-ı teftişten dur tutmamak melekat-ı ruhiyyesini +bozacak eğlencelere sefahetlere karşı mücadele etmek +muhayyilesinin bi-ma’na hülyalara kapılmasına meydan bırakmamak +gibi takayyüdat mekteplerde daha kolay icra ve +tatbik edilebilir. +Çocuk mektepte muayyen ve sabit ta’limata tevfikan +muamele görür. +Bir trampet sadası ona ders namaz teneffüs mütalaa +eder. +Bir intizam-ı tam içinde geçen mektep hayatını –ta’lim ve +terbiye nokta-i nazarından– kararsız gayr-i sabit ve gevşek +olan aile hayatına tercih etmek icab eder. +Aile arasında terbiye gören bir gencin kuvasından hiçbirisi +layıkıyla inkişaf ve tevessü’ edemez. Çünkü aile içinde +çocuklar ve zaifler himaye edilirler. +Validenin hiss-i şefkat ve meveddeti evladına bir istinad­ +gah-ı halaskar olacağından çocuk kendi hukūkunun sıyanetini +maderinin hiss-i merhametinden bekler. Bu hal ise +melekat-ı dimağıyyesinden birçoğunun layıkıyla nemalanmasına +bir mania teşkil eder. +Bir çocuk ailesi arasında haksızlıklara karşı kendini veya +bir diğerini müdafaa etmek lüzumunu pek az hisseder ki bu +şerait dahilinde melekat-ı ruhiyyenin bir şeyi kazanmayacağı +tabiidir. +Çocuk mektepte her gün muayyen ve sabit nizamlara +tevfik-ı harekete mecbur olduğunu kendisiyle beraber diğer +arkadaşlarının da aynı usullere aynı ta’limata itaat ettiklerini +göre göre bir kanun-ı umumi bir kudret-i mutlaka +bulunduğuna dair kendisinde tedricen daha vazıh ve daha +kanaat-bahş bir fikir hasıl olur. +Hüsn ü hal ve hareketleriyle herkesin mazhar-ı takdiri +olan arkadaşlarının kazandıkları teveccühata karşı kendisinde +bir hiss-i gıbta uyanır ve onlar gibi olmaya çalışır. +Arkadaşlarının mucib-i mücazat olan hataları kusurları +onda derin bir intibah hasıl eder ve bu intibah o gibi harekat-ı +na-layıkadan ictinab etmek lüzumunu hissettirir. +Arkadaşlarından göreceği muamelat bile çocuk için bir +ders-i ibret yerini tutar. +Kendisine hüsn-i muamele eden arkadaşlarına karşı kalbinde +pek derin bir hiss-i hürmet ve muhabbet uyanacağı +cihetle; kendisinin de refikleri tarafından mazhar-ı hürmet +ve meveddet olabilmesi için; onlara karşı hüsn-i muamelede +bulunmak icab edeceğini istidlal eder. +Arkadaşlarından hırçın kaba nezaketsiz geçiniksiz olanlarla +kendini herkese sevdirmek herkesin mazhar-ı hürmeti olabilmek +edeceğini anlar ve ictinab etmeye gayret eder. +Mektepte bütün arkadaşlarıyla birlikte aynı muamele gören +dersleri onlarla beraber aynı suretle tederrüs eden bir +çocukta; adaletin ne olduğuna müsavatın hudud-ı tabiiyye +ve lazimesinin neden ibaret bulunduğuna dair; daha mektep +sıralarında iken; bir fikr-i mahsus tevellüd eder. +Mekteb idareleri ve muallimin çocuklarda bu fikrin suret-i +salimede tenmiyesine fevkalade i’tina etmelidirler. Çünkü +ufak bir haksız muamele ehemmiyetsiz bir müsavatsızlık +genç dimağlarda ebediyyen zail olamayacak izler bırakabilir. +Çocuk arkadaşlarıyla temasda bulundukça başkalarının +ef’al ve harekatının kendi şahıs ve saadetiyle ne kadar +alakadar olduğunun farkına varır. Bu hal; bilmukabele; onu +arkadaşlarına karşı ufak tefek bazı hizmetler bazı iyilikler ifasına +sevk eder ki bu suretle de mektepte temayülat-ı +necibe-i ahlakıyyenin esasları kurulmuş olur. Bunun neticesi +olarak ma’sum kalblerde mütekabilen bir hiss-i uhuvvet ve +samimiyyet uyanır ve bu hal ila-nihaye devam eder gider. +Mekteplerin fevaid-i ma’ruzayı te’min edebilmesi mualliminin +bu gayeleri takdir edecek mezayayı haiz ve vazifelerinin +ehemmiyet ve ciddiyetini ihataya muktedir olan zevat +miyanından intihab edilmelerine mütevakkıftır. +Pedagoji bilmeyen bir kimse; ne kadar alim ne kadar +muktedir olursa olsun; hiçbir zaman iyi bir muallim olamaz. +Muallimlik dakīk ve müşkil bir san’attır. San’atın gavamızından +bi-haber kimselerden bedia-nüma asar beklenilemez!. +Mekteb; ta’lim ve terbiye hususunda; aile muavenetinden +hiçbir zaman müstağni olamaz. +Mekteb; aile ve hey’et-i ictimaiyyeye; nesl-i cedidin +ta’lim ve terbiyesinden yegane mes’ul kendisi olduğu fikrini +veremez ve vermemelidir. +Evet mektep bütün mesaisini bu uğura sarf eder. Fakat +çocukların terbiyesinden yegane mes’ul kendisi değildir. +Ebeveyn ve efrad-ı ailenin evladları üzerindeki hakları +ne kadar mukaddes ise evladlarına karşı vazifeleri de o kadar +esaslı onlar üzerine icra edecekleri te’sirler de o nisbette +amik o nisbette devamlı ve o kadar hakimdir. +Cismani fikri ve ahlakī terbiyede aileler mekteplerin ihmal +edilmeyecek bir müşariki bir muavinidir ve öyle olması +Bir valide çocuğunun kalbini ruhunu daha iyi keşfeder +daha iyi anlar. +Zekasını açmak meveddet ve samimiyetin fazilet ve +mehasinin ilk cürsumelerini onun taze dimağında inkişaf ettirmek +yollarını daha güzel takdir eder. Anlayacağı bir lisanla +ona herşeye dair doğru ve esaslı ma’lumat-ı ibtidaiyye +verebilir. +Valideler çocuklarına az kelime ile çok şey öğretebilir ve +onların dimağında derin ve devamlı izler bırakırlar. Bir ruh-ı +şefikın bir ruh-ı ma’sumla beş on kelimelik müşafehesi +haşin bir muallimin saatlerce süren takrirlerinden daha müessir +daha payidar eserler bırakmaz mı?! Herhangi birimiz +hissiyat ve efkar-ı evveliyyemizi yoklayacak olursak analarımızın +müessir ve şefkat-amiz telkīnatlarına dair la-yetezelzel +kanaatler payidar izler bulmaz mıyız?!... +Fakat şurasını da kemal-i hicabla der-hatır etmelidir ki +çocuklarına esaslı bir terbiye ibtidai bir ma’lumat verebilecek +kadar münevver fikirli valideler muhit-ı ictimaimizde +pek azdır. +Kızlarına lazım gelen terbiye-i esasiyyeyi veremeyen milletler +oğullarını ebedi bir bedbahtlığa nesillerini agūş-ı inkıraz +ve sefalete atmış olurlar. +Kadınların evladlarının ta’lim ve terbiye-i evveliyyelerini +bir aşiyane-i nezahet ve samimiyet yapacak zevcinin refik-ı +mesaisi olacak surette necib ve asil bir terbiye almaları evamir +ve vesaya-yı Peyamberi’den olduğu halde; bilmem ne +gibi yanlış fikirlere saplanarak; kız çocuklarının cahil kalmaları +tahsil görmelerine tercih edilmektedir. +Bu yanlış fikrin ekseriyyet-i milleti taht-ı teshirinde bulundurması +cidden acınacak bir felakettir. +Çocuklarda hissiyat-ı neci[b]e ve ahlak-ı fazıla esaslarının +aileler tarafından atılması icab eder. +Filhakīka çocuğun dimağındaki ilk intıbaat aşiyane-i ailede +teşekkül etmektedir. Ebeveyn evladları üzerinde bir +nüfuz ve bir hakk-ı tabiiye malik olduklarından te’sirleri de +bittabi’ muallimlerin te’siratından daha tabii ve daha sebatlı +olur. +Ebeveynin evamir ve nevahisi çocukları tarafından daha +müsaadekarane bir surette mazhar-ı telakkī olur çocuklar +bu evamire karşı daha ziyade asar-ı inkıyad gösterirler. +Çocuklar ihtisasat-i aliyye ve fezail-i neci[b]enin ilk nü­ +munelerini lane-i ailede görmeli muavenet-i mütekabile +esaslarını kendi kardeşlerinin ef’al ve harekatından öğrenmelidir. +Agūş-ı ailede böyle bir terbiye-i ibtidaiyye alan çocuk +bir mektebin sakf-ı irfanı altına girdiği zaman; refiklerine +kardeş muallimlerine baba nazarıyla bakacağından; +onların telkīnatını aynı tarz-ı itaatkarane ile kabul eder. +Görülüyor ki ta’lim ve terbiyenin en mühim amili mektep +olduğu halde bu hususta ailenin ehemmiyeti de mektepten +dun bir derecede kalamıyor. +Yalnız nazar-ı dikkate alınacak nokta aile ve mektebin +terbiye hususundaki ideallerinin gaye-i hayallerinin müttehid +bulunması keyfiyetidir. +Bu ittihad te’min edilirse mektepler secaya-yı lazime ve +fezail-i aliyye ile ittisaf için en emin bir melce’-i irfan olurlar. +TA’LIM VE TERBIYEDE ÜSSÜ’L-ESAS +− +terbiyeleri emrinde kemal-i i’tina ve ehemmiyetle tatbikı dinen +aklen ve hikmeten üzerimize farz-ı ayn ayn-ı farz olan +ve “terbiye-i etfal” namına yazılacak herhangi bir eserin +len-yetegayyer ve ebedi ilk düsturları olacak iki emr-i celil-i +Risalet-penahi sav. +Evet dinen olduğu gibi “aklen ve hikmeten de farzdır” diyorum. +Bu pek bedihi bir hakīkattir. Bedihiyatı idrak +edemeyecek kadar da fıkdan-ı rüşd gabavet-i akl ile ma’lul +olan cism-i milletin mefluc birer uzv-ı bi-ruhu demektir. O gibilerin +vücud-ı milletteki mevkii fazla tırnak kadar lüzumsuz +nasır kadar faidesizdir. Peki hissiyat-ı mukaddese-i diniyşeklinde +yazılmıştır. +yemizi –bir an için– kalbimizin harim-i tebcil ü tekriminde +gizleyelim de hissiyat-ı milliyyemizi yaşatacak –bunlardan +baş­ +ka– ta’lim ve terbiye prensipleri arayalım: Acaba ırkan +lisanen ve mizacen muhtelif binlerce insan kitlelerini bir yere +toplayabilecek onların vicdanlarını ruhlarını yekdiğerine +mezc edip millet-i vahide mahiyetini verebilecek desatir-i +esasiyye bulabilecek miyiz? Her kitle terbiye-i etfal hususunda +kendi secaya-yı kavmiyye ve unsuriyyesini desatir-i +esasiyye ittihaz edecek olur ve kavmiyet hisleri uyanırsa +vahdet-i milliyye-i İslamiyye aradan çekilip gitmiş olmaz mı? +Tevhid-i ilahi üssü’l-esası üzerine mebni olan milliyet-i İslamiyyenin +hayatı vahdettir. Teaddüd ve tenevvü’ ise onun +ölümüdür. +Din-i tevhid nasıl milel-i mütenevvia ve muhtelife teşkil +eder? Mü’min olan her kimsenin milleti ancak millet-i İslam’dır. +vesselam Efendimiz hazretlerinin şu: +– +Asabiyyet-i kavmiyye ve unsuriyyesini asabiyyet-i diniyye +ve milliyyesinden üstün tutup ümmetimden hem-ırkı olan +müslümanları vahdet-i diniyye ve milliyyelerinden ayırarak +vahdet-i kavmiyyeye da’vet eden bizden değildir. Asabiyyet-i +kavmiyye üzerine ihvan-ı dinine karşı kılıç çekip harb +eden de bizden değildir. Bu asabiyyet-i cahiliyye üzerine +ölen dahi bizden değildir. +hadis-i şerifleri +vahdet-i milliyye-i İslamiyyenin gayr-i kabil-i tecezzi olduğunu +bir lisan-ı tehdid ve teb’id ile beyan buyuruyor. Zaten bu +aklen ve matıkan da muhaldir. +cümle-i nafiyyesi +tehdidden ziyade hakīkate mahmuldür. Çünkü kavmiyyet +ve unsuriyyeti milliyete tercih aynıyla dine ve Mübelliğ-ı +zi-şanına sav tercih demektir. Din ve Peyamber muhabbetini +asabiyyet-i kavmiyyesine feda eden kimse nasıl +mü’min sayılabilir? Buna hiç de aklım ermez. Hem +ayet-i kerimesine inanmak hem de +muhabbet-i kavmiyyeyi hubb-i Nebi’ye –haşa– tercih etmek +... hiçbir mü’min kalbinin düşeceği gayya-yı tenakuz ve hüsran +değildir. +Hakīkī mü’minler ne kavmiyet bilirler ne de unsurin +tanırlar.. Onların ruhlarında füruzan olan bir ateş-i sevda +varsa o da hasebün leh ve aşk-ı Risalet-penah’tır. Bu muhabbete +karşı dünya ve mafiha hiçtir. +Buyuruluyor ki +“ Ey –hazır ve gaib– mü’minler sizden hiç +biriniz imanın rütbe-i bala-terin-i kemaline vasıl olamaz; ta +ki ben ona peder ü maderinden öz evladından ve bütün +cihan-ı insaniyyetten daha sevgili daha kıymetdar olmadıkça. +Şimdi libas-ı kavmiyyet ve unsuriyyetlerini çıkarıp kisve-i +hubb-i Nebi sav’i iktisa eden ve bu sevda-yı ulvide +şeklinde yazılmıştır. +yekdiğeriyle rekabet eyleyen hakīkī mü’minlerin vücuda getirdikleri +hey’et-i ictimaiyyedeki hayat-ı diniyye ve şevket-i +milliyye tasavvur olunsun! İşte bu kudsi muhabbet-i Resul +sav vücud-ı cem’iyyet ve milliyyetimizin la-yemut bir ruh-ı +feyyazıdır. +Onu biz hakīkī mü’minler nasıl sevmeyiz? Nasıl takdis +etmeyiz? Nasıl yoluna feda-yı hayatı en büyük bir saadet +bir bahtiyarlık bilmeyiz? Şübhesizdir ki zat-ı akdes-i Risalet-penahileri +mihr-i cihan-efruz-i insaniyyet ve medeniyyettir. +Güneş bize muhtac değil biz güneşe muhtac ve müftekıriz. +Çünkü o bize ifaza-i envar-ı hayat ediyor o bizi yaşatıyor; +biz onu değil. +Yad-ı namı revan-ı pakine vesile-i ithaf-ı rahmet olmak +enzar-ı diyanet-perveranesine arz edeceğim. Beyrut’ta düşman +gülleleriyle batan Avnullah zabitanından Yüzbaşı Fuad +Bey gülle yağmuru altında ailesine hitaben yazdığı vasiyetnamesinde +evladının ta’lim ve terbiyesine dair şu sözler görülüyor: +“Çocuklarımı terbiye-i İslamiyye dairesinde ta’lim +ve tedris ediniz. Kur’an -ı azimüşşan ümmü’l-kitabdır. Akaid +ve vezaif-i diniyye ve İslamiyyelerini kema-hiye hakkuha +öğrettikten sonra ulum ve fünun-ı mevcudeyi ve memleketin +en ziyade lüzum gösterdiği ecnebi lisanlarını tahsile +gayret etmeli !....” İşte genç yaşında hıfz-ı din hıfz-ı vatan +rütbe-i celile-i şehadete nailiyetle bahtiyar olan merhum-ı +müşarun-ileyhin son ve en mukaddes emeli! +Şimdi her ferd-i mü’minin bu fikri bu vicdanı taşıması +bu his ile mütehassis olması evladını bu suretle terbiyeye +başlaması hayat-ı milliyye namına en mühim bir fariza-i diniyye +ve milliye değil mi? +Hakīkat bu kadar vazıh bu derece bedihi iken nasıl olur +da “Bir Millet İçin Ruh-ı Terbiyye ve Tedris” ünvanıyla yazılan +bir makalede: “Diyanet mes’elesi burada mevzu’-ı bahs +olamaz.” denir? Sonra uhuvvet-i diniyye rabıta-i ictimaiyye +muhabbet-i milliyye nerede kalır? Kim kimi sever? Kim +kimin yüzüne bakar? Kim kimin muavenetine koşar? Teessüf +olunur teessüf ...! +Sadedimize gelelim: Çocuğun vicdan-ı ismeti bir fonograf +plağına benzetilebilir. Bu cama göre bir kelime-i mukaddese-i +Tevhid levha-i garrasıyla bir Salib resmi müsavidir. +Hangisi mukabile getirilirse ondaki yazı veyahud sureti +cezb ve intikaş eder; ve ilelebed kalır gider. +“Her insan fıtrat-ı iman üzerine doğurulur. Sonra babası +anası hangi dine hangi millete mensub iseler o esas-ı +diyanet ve milliyyet üzerine ta’lim ve terbiye olunur. Yahudi +hadis-i celili işte bu hikmeti beyan emrinde +şeref-varid olmuştur. +Binaenaleyh her müslüman çocuğu evvel be-evvel din-i +celil-i İslam üzerine terbiye olunmalı. Terbiyesinin üssü’l-esası +tamamıyla öğretildikten sonra ulum ve fünun-ı mevcudenin +elsine-i ecnebiyyenin tahsiline başlatılmalı. Zira cenab-ı +Ali’nin ra dediği gibi “Evlad istikbal içindir. Mazi için değil. +Binaenaleyh onu istikbal için ta’lim ve terbiye etmelidir.” Bu +da kazaya-yı bedihiyyedendir. +Her cem’iyet-i medeniyyenin hayat-ı sahihası ruh-ı milliyyetidir. +Bu ruhun gıdası ise maide-i irfan nevale-i terakkī +ve tekamüldür. Bu maideden bu gıdadan mahrum kalan +herhangi bir cem’iyet-i medeniyye açlığa ve bi’n-netice +mevte mahkumdur. İnsan mazi ile yaşamaz. İstikbal ile yaşar. +Görülmez mi: Henüz ana rahminden düşen çocuğun küçük +midesini iki katre süt şişirirken gün geçtikçe mide genişledikçe +katreler de ziyadeleşir. Bir zaman gelir ki artık süt gıdası +olamaz. Ekmek yemek ister. İlk nefes-i hayatında mini +mini vücuduna geçirilen yarım arşınlık zıbın bir ay sonra +atılır. Daha büyüğü yapılır. Vücudu büyüdükçe ihtiyacat-ı +hayatiyye ve iktisadiyyesi de o nisbette çoğalır. İşte beşeriyet +de böyledir. Her asr-ı hayatında ihtiyacatı mütezayiden +teceddüd eder. Daima terakkī daima tekamül. Fakat hayat-i +diniyye ve milliyyemizi yaşatmak için. Yoksa “incor-poration” +suretiyle gıda olmak ve yabancı vücudları yaşatmak +Nerede kaldı insanlar ...! + +---- +HIFZUSSIHHAYA DAIR +---- + +Mikroplar ve emraz-ı müntine mikropların ifrazatı toksinler +emraz-ı müntinenin menşe’ ve suret-i intişarı ma’lum +mikroplar gayr-i ma’lum mikroplar mikropların bedene suret +ve tarik-ı duhulleri mikropların tarz-ı hayatı tekessür ve inkısamları +sporlar haşereler akarlar didanlar sinek sürfeleri +ve protozoerler bunlara karşı tedabir-i ihtiyatiyye emraz-ı +müntinede zaman-ı tefrih +Kur’an -ı Mübin +Sari ve müntin hastalıkların esbabı mikrop denilen bir takım +tufeyliyat-ı hurde-biniyyenin bir vasıta ile bedene duhul +ve orada neşv ü nema bularak vücudu tahrib etmelerinden +neş’et eder. Gözümüzle göremediğimiz bu küçük uzviyyat +suda toprakta her yerde mebzulen mevcuddur. Bunların +mevcudiyetlerini mikroskop hurdebin denilen bir alet vasıtasıyla +anlıyoruz. Mikroskoplarla muayene ettiğimiz zaman +her an tefeneffüs ettiğimiz heva-yı nesimin bile bi-payan yığınlarla +mikrop kümeleriyle mali olduğunu görebiliriz. +Hava dahilinde bulunan tozlar kum kömür pamuk +ve bez kırıntıları nebatat böcek parçacıkları deri kıl ve +mevadd-ı saire enkazından ibarettir. +Hava dahilinde bunlardan maada iki yüz nevi kadar da +mantar mevcud olduğu erbab-ı tedkīkın cümle-i beyanatındandır. +Bu mantarlardan bazıları bir çok emraz-ı cildiyyenin +menşeini teşkil ederler. Mesela kel illeti cild-i re’si tahriş +ederek orada yuva yapan mantarlardan neş’et etmektedir. +Tedkīkat-ı hurde-biniyye daha ileri götürülürse hava dahilinde +daha bir çok mikroplar bulunduğu tahakkuk eder. Bu +mikroplardan bazılarının te’sirat-ı muharribaneleridir ki vücudumuzda +hasıl olan yara ve berelerin kolayca iltiyam-pezir +olmasına mani’ olur ve yarayı günden güne daha tehlikedar +bir hale getirirler. Bu tehlikenin önünü almak için yara ve +berelerin açık bırakılmaması bunların muntazaman asitborikli +sularla yıkanması icab eder. +Yine bu mikroplar iledir ki kolera verem çiçek kızamık +kızıl hunnak kuşpalazı gibi emraz-ı müntine zuhur ve intişar +etmektedir. +Mikrop nam-ı umumisi altında toplanılan uzviyyat hamire +ferment bakteri bacteries ve basil bacilles isimleriyle +de yad olunur. +Mikroplar suda mevadd-ı uzviyyede ekmek et süt +meşrubat derununda bulunurlar ve bunlar da tehavvülat-ı +mühimmeye sebeb olurlar. Ekmeğin mayalanması sütün +ekşimesi şıranın sirke ve şaraba münkalib olması hep bu +hamirelerin te’siratıyla vukūa gelir. +Mikroplardan bazıları da mevcudat-ı hayatiyye bedenlerinde +yaşarlar. Mikropların eşkali pek mütehavvildir: Bazılarının +yuvarlak bazılarının üstüvani bir kısmının virgül +ve tirbüşon veya çubuk şeklinde bulundukları hurdebinlerle +olurlarsa olsunlar cesametçe bir milimetrenin ancak bindesiyle +ölçülebilecek kadar küçüktürler. +Mikroplar yaşadıkları sahada bazan sakin ve bazan fevkalade +müteharrik bulunurlar. Yaşadıkları muhit müsaid +şeraitı haiz bulunursa sür’atle tekessür ve inkısam ederler. +Çoğalan mikroplar ya hep bir yerde toplanarak bir koloni +teşkil ederler veya birbirlerinden büsbütün ayrılırlar. Mikropların +bir nevi yumurtaları vardır ki erbab-ı fen bunları spor +namıyla yad ediyorlar. Sporların kudret-i hayatileri +bizzat basillere nisbeten pek ziyadedir. Mesela basiller derece-i +hararette telef oldukları halde sporlar ratıb bir vasat +dahilinde - derece hararete kadar hayatlarını muhafaza +edebilirler. Görmediğimiz bu uzviyyat-ı sağīre halkı o +kadar tedhiş etmiştir ki mikrop der demez herkes titremeye +başlar. Maamafih unutmamalı ki mikropların hepsi muzır ve +tehlikeli değildir. Hatta mikroplardan bazıları beşeriyet için +nafi’ bir hizmet bile ifa ederler. Sirke hasıl eden bakteriler +ekmek mayası peynir mayası ... işte bu gibi nafi’ hamirelerden +başka bir şey değildir. +Mikroplar toksin denilen zehirli bir madde-i kimyeviyye +yeniye bir takım mikroplar keşfedilmekte olduğu gibi evvelce +sari olup olmadıkları mechul olan bazı hastalıkların +da emraz-ı sariyyeden bulundukları; keşfiyyat ilerledikçe; +anlaşılmakta ve bunların da bir nevi mikropları bulunduğu +tahmin edilmektedir. Mesela zatürrie La pneumonie +hastalığından vaktiyle hiç şübhe edilmiyor ve sari olduğuna +ma-yı tifoidi kuşpalazı verem kolera gibi emraz-ı müntinenin +mikropları bugün suret-i kat’iyyede tanılmış olduklarından +bunların te’sirat-ı mühlikelerinin önünü almak çareleri +aranılmaya başlanmıştır. +Halbuki çiçek kızamık kızıl hastalıklarıyla koyunlardaki +cederi La clavelee illetinin sari birer maraz oldukları ve +bunların mikroplardan neş’et ettikleri şübhesiz olduğu halde +henüz bu mikroplar etibbaca suret-i kat’iyyede ma’lum +olamamışlardır. Mevcudiyetleri kat’i olan bu mikropların +keşfedilememesi bunları telvin ederek kabil-i rü’yet bir hale +vaz’ edebilecek bir usulün henüz bulunamamasından ve +mikroskopların da bu kadar küçük mevaddı gösterebilecek +kadar tekamül edememesinden ileri geldiği muhakkaktır. +Seretan Le cancer hastalığının da henüz keşfedilememiş +bir nevi mikroptan neş’et ettiği zannedilmektedir. +* * * +Mikroplar bedene suver-i muhtelife ile nüfuz edebilirler. +Bazan doğrudan doğruya teneffüs ettiğimiz hava vasıtasıyla +dahil-i beden olurlar. Bazan da yediğimiz gıdalarla birlikte +cihaz-ı hazm tarikıyla vücuda girerler. Mikroplu tozlar veya +müvellid-i maraz cürsumeleri havi sularla mülevves olan +veya pişmemiş bulunan me’kulat ve meşrubat mikropların +nakli için en emin birer vasıtadır. +Turplar salatalar çiy süt istiridye ve hayvanat-ı na’ımeden +bazıları pek ziyade ihtiyatla ekl olunacak gıdalardan +oldukları unutulmamalıdır. Bazı defa da mikroplar didanlar +sinek veya protozoerlerin sürfeleriyle em’aların gışa-yı +muhatilerine telkīh olunurlar. +Sath-ı bedende açılacak yara veya bere kesik ve çizik +gibi yerler de mikropların idare-i bedene duhulü için bir +menfez vazifesi ifa edebilirler. Emraz-ı zühreviyye maladies +vénériennes emraz-ı cildiyyeye bu suretle yakalanıldığı tahakkuk +etmiştir. +Bir haşerenin ısırmasıyla da vücuda bazı hastalık mikropları +dahil olabilir. Mesela sivrisineklerin ısırmasıyla humma-yı +mütekattıa ve humma-yı asfer hastalıkları diğer bir +nevi sineğin ısırmasıyla uyku hastalığı pire ve tahtakurularının +tifoidi gibi bazı hastalıkların zuhuru muhtemel olduğu etibba +tarafından musırran beyan ediliyor. +Filhakīka hayvanat-ı muziyye bu hastalıklara duçar olan +nın kanında bulunan mikroplarla televvüs edeceği şübhesizdir. +Echize-i massiyyeleri bu suretle mikroplarla televvüs +eden muziyat sağlam bir adamı ısırdıkları zaman a’za-yı +massiyyelerindeki mikropları o şahsın kanına telkīh ederler +ve o kimse de bu suretle aynı hastalığa yakalanabilir. +Adi sinekler bile emraz-ı sariyye mikroplarının en faal bir +vasıta-i intişarı vazifesini ifa ederler. +Tederrün-i rievi humma-yı tifoidi ve kolera hastalıkları +ekseriya bu sinekler vasıtasıyla intişar ve intikal etmektedir. +Şöyle ki sinekler bu nevi hastalığa mübtela olan kimselerin +balgamları tükürükleri veyahud mevadd-ı müzahrafeleri +üzerine konarak hortumları ayakları kanatları ile bir +yığın mikrop yüklenir ve oradan kalkarak süt yemek gibi +mevadd-ı gıdaiyye ve su kapları üzerine kondukları zaman +yüklenmiş oldukları mikroplarla bunları da telvis ederler. +Geceleri cibinlik altında yatmak yemekleri tel dolaplar +derununda muhafaza etmek gibi ihtiyatlar sayesinde sineklerin +sebebiyet verebilecekleri mehazirin önü mümkün mertebe +alınabilmek kabildir. +Profesör Guyyar Guiart Rafael ve Mençikof gibi zevatın +son zamanlarda icra ettikleri tedkīkata nazaran didanlar sinek +sürfeleri ve protozoerlerin dahi mikropların intişar ve +Mesela tenyalar teinas botriyosefaller Bathriocephales +askarid lomberikoidler ascarides lombricoides oksiyorlar +oxyuerslar trikosefaller trichocephales gibi em’alarda +ve bağırsaklarda tufeyli olarak yaşayan didanlar bu +hususta pek ziyade şayan-ı tedkīk görünüyorlar. Bunların +apandisit appendicite humma-yı tifoidi kolera gibi hastalıkların +zuhur ve tevellüdü nokta-i nazarından ifa +ettikleri vazife pek ziyade haiz-i ehemmiyyet olduğu zan ve +tahmin edilmektedir. +Hind-i Çini taraflarında sular ve çamurlar içinde yaşayan +bir nevi hurdebini didan anguillule ile protozoerlerden +bir nevi amipin amibe de ladysenterie dizanteri hastalığının +anlaşılmıştır. +Hayvanat-ı nakī’iyyeden balantidiyum Balantidium +dahi dizanteri amipine müşabih bir vazife ifa etmektedir. +Sinek sürfeleri bir takım sancılara ve kan ziyaına sebebiyet +verecekleri gibi bağırsakları da tahriş ederek mikropların +kana duhulüne müsaid menfezler açabilirler. +nevi huveynatın sürfeleri ve yumurtaları sularda çiy sebzeler +üzerinde salatalarda meyvelerde iyice pişirilmemiş +olan etlerde çamurlarda toz ve topraklar arasında mebzulen +bulunabilir. +Mevadd-ı mezkurenin ekl ü şürbü veyahud ellerin bu +nevi toz topraklar ve çamurlarla mülevves olması didan-ı +em’a yumurta ve sürfelerinin cihaz-i hazma duhulünü +te’min ederler. +Bunların bağırsaklara duhulüne mani’ olabilmek için suların +kaynatılarak içilmesi sebzevatların iyice pişirilmeden +ekl edilmemeleri meyve ve salataların temiz sularla iyice yıkandıktan +sonra yenilmesi gibi tedabir-i ihtiyatiyyeye riayet +etmek icab eder. +Hatta etibbadan bazıları meyve ve salataların bile çiy +olarak yenmelerine muarız bulunuyorlar. +Sofraya oturmadan evvel ellerin gayet temiz olarak yıkanması +lazımdır. Esasen elleri yıkamadan evvel sofraya +oturmak an’anat-ı diniyyemize de mugayirdir. İslamiyet’in +hıfzu’s-sıhhaya riayet hususundaki tedabir ve tavsiyelerini +daima bir fikr-i tebcil ile yad ve tatbik etmeliyiz. Çünkü fennin +en son keşfiyyatı cihan-ı irfanın en mütebahhir ulema +ve etibbası da bugün aynı hakīkatleri tekrar aynı tavsiyeleri +Emraz-ı müntinenin seyri hastalığın nev’ine göre pek +mütehavvildir. Ekser-i ahvalde hastalık birçok safhalar geçirir. +Fakat nadiren kolerada olduğu gibi bütün safahatını bir +gün içinde geçirerek şahs-ı musabı derhal telef edenleri de +mevcuddur. Devre-i tefrih yani hastalık mikrobunun bedenine +duhulünden i’tibaren ilk alaimini izhar edinceye kadar +geçen zaman hastalığın nev’ine göre tehavvül eder. +Bazı ahvalde koleranın zaman-ı tefrihı birkaç saat olduğu +olduğu halde kızıl kızamık çiçek hastalıklarının zaman-ı +tefrihları - gün kadar imtidad ettiği vakı’dır. Cüzzam illetinin +Lepre yedi gün ve bazı ahvalde kuduz hastalığının +Zaman-ı tefrihın şu suretle tehavvül etmesi keyfiyeti hastalıkları +tevlid eden mikropların tedkīkı hususunda pek ziyade +Mösyö Pastör emraz-ı sariyyenin menşei mikroplar olduğunu +on dokuzuncu asır nihayetlerine doğru keşfetmişti. +Aradan bi’n-nisbe pek az bir müddet geçmiş olduğu halde +mikrop ilminin microbiologie mazhar olduğu terakkıyat +cidden hayret-bahşadır. Maamafih mikropları henüz tamamıyla +ma’lum olamayan birçok hastalıklar daha bulunduğunu +unutmamalıdır. Fakat etibbanın hayatları bahasına +gösterdikleri sa’y ü gayret günden güne saha-i tababeti +daha nevvar bir hale getirmekte olduğunu inkar etmek pek +haksız bir nankörlük olur. Jener Jenner tarafından telkīh +usulünün keşfinden beri saha-i tababette tecelli-nüma olan +terakkıyata karşı zanu-be-zemin-i tekrim olmak beşeriyetin +vezaif-i minnetdarisinden olduğunu daima der-hatır etmeliyiz. + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Hisar’da hoşça bir gece geçirip “Sergerdelerinizin takdim +ettiği atlardan müteşekkirim. Şayed ileride Ruslar ile aranız +açılacak olursa Kabil’i teşrif buyurunuz. Kemal-i hürmet ve +minnetle sizi istikbal ederim” mealinde bir mektup yazarak +Buhara emirine gönderdikten sonra yola çıkıp bir geceyi +Tengikak’ta geçirdik. Oradan da Kuzguntepe’ye gidip altı +gün ikameti müteakıb Hace Gülgun’a vasıl olduk. Burada +beni asabi bir başağrısı tuttu ve lutf-ı ilahi ile üç gün sonra +bila-tedavi geçti. +Şahzade Hasan ile amcaları Mir Yusuf Ali ve Mir Nasrullah’ın +Rustak Katagan Bedahşan vilayetlerini aralarında +taksim ettikleri ve Şehzade Hasan’ın Feyzabad’da Mir Yusuf +Ali’nin Rustak’ta Mir Nasrullah’ın da Kaşem’de hükumet +eylemekte bulunduklarını öğrendim. Hace Gülgun’a +vürudumu müş’ir Şahzade Hasan’a bir mektup yazıp adamlarımdan +Miralem ile gönderdim. Bu mektubun irsalinden +sonra da kalkıp üçüncü günü akşamüstü Rustak kalelerinden +birine dahil olduk. Şahzade Hasan mektubumu okuyunca +Miralem’i habsettirmiş “Afganlıların ayak bastığı +toprağı biz necis addediyoruz. Binaenaleyh Ceyhun’u geçip +bu tarafa gelmeyiniz. Yoksa sizi cebren vilayetimizden [ ] +çıkarmaya mecbur olacağız.” mealinde bir de cevap yollamış. +Ben de bu cevabın cevabı olmak üzere “Ey alçak ahmak! +Sana ve biraderlerine bu kadar hizmette bulunmuş ve +sefil ailene sıhriyyet peyda eylemiştim. Hin-i hacette bana +yardım edeceğinizi umuyordum. Şimdi anladım ki aldanmışım. +Ölümden korksa idim buralara kadar gelmezdim. Hangimizin +daha metin ve daha yürekli olduğu yarın anlaşılır” +tarzında bir mektup gönderdim. +Şehzade Hasan hemen o gece bin süvari gönderip geçeceğimiz +sahili muhafaza ettirdi. Evvela ses çıkarmadım +fakat ortalık kararınca verdiğim emir üzerine bizim karakollardan +yirmi nefer karşı tarafa tüfenk atarak süvarileri kaçırdılar. +Altı danesi de elimize düştüler. +Ertesi gün yanımdaki yüz on kişi ile on iki bin kişilik bir +düşmana karşı duracaktım. Vakıa bu yüz on kişinin ne kadar +şeci’ olursa olsun on iki bin kişiye karşı koyamayacağını +biliyordum. Lakin fi-sebilillah mücahede ettiğimi ve Cenab-ı +Hakk’ın mücahidin-i dine olan mevaidini düşündüğüm için +on bin ve hatta bir milyon düşmanın nazarımda ehemmiyeti +kalmamıştı. Yarın sabah Allah yoluna öleceğim diye seviniyordum. +Bu ma’rekeden kurtulsam da Bedahşan ve Katagan +ahalisinin elinde katlolunacağımı onlardan da halas +bulsam İngiliz askerine karşı duracağımı düşünüyorum. Bu +kadar muhatarat üzerine hayatımdan ümidvar olmamakla +beraber bir şahsı Cenab-ı Allah muhafaza buyurursa bütün +dünyaya galebe eyleyeceğini kaviyyen i’tikad ediyordum. +Bende o derece kuvvet husule gelmişti ki cihanın tekmil askeri +önüme çıksa karınca gibi ayağımın altında ezilecek farz +eyliyordum. +Bunları nakletmekten maksadım izhar-ı şecaat değildir. +edecek olursa şübhesiz zafer ve saadet bulacaklardır. +Ertesi gün Şahzade Hasan’ın askerine mukabele için mütevekkilen +ala’llah yola çıktık. Üç fersah kadar mesafe kat’ +eyledikten sonra düşman askerini gördük ki on iki bayrağı +hamilen on iki bin kişi oldukları halde bize doğru geliyorlardı. +Aramızda rub’ fersah kalıncaya kadar birbirimize yaklaştık. +O vakit düşman askerinin şeytan çarpmış gibi müteferrik +bir surette yürüdüğünü gördük. +Diğer taraftan Şehzade Hasan’ın amca-zadesi olan Bedahşan +beyinin askerini müşahede ettik ki tekbir alarak geliyorlardı. +Arkadaşlarıma: +– Durun bakalım anlayalım diyerek birkaç kişi ile ilerledim +ve nereye gitmekte olduklarını sordum. +– Serdar Abdurrahman Han’a selam ve ihtiram için gidiyoruz +cevabını verdiler. +– Abdurrahman Han’a muti’ iseniz böyle hep birden değil +kısım kısım olarak nezdine gitmelisiniz dedim. +Sergerdelerinden birkaçını ayırıp göndermeye karar verdikleri +esnada: +– Abdurrahman Han benim diye hüviyetimi izhar ettim. +Müteaccibane selam verdiler ve: +– İsterseniz Şahzade Hasan’ın askerini ta’kīb ederek hepsini +öldürelim. istifsarında bulundular. +– Ben müslümanları öldürmek için değil fi-sebilillah din +düşmanlarıyla cihad etmek üzere geldim. Hatta bu kaçan +süvariler de avdet ederlerse kendilerini kemal-i muhabbetle +kabul eyler ve İngilizler ile edeceğim harbe götürürüm +dedim. Ondan sonra yola devam ederek Rustak şehrinin +haricindeki Kal’a-i Mir’e konduk. Şehrin eşraf u a’yanı hediyelerle +gelip ta’zimat ve tekrimatta bulundular ve kemal-i +sadakatle bey’atimi kabul ettiler ben de onları hil’atler iksasıyla +tesrir eyledim. +Burada bir gün içinde yirmi bin kişilik bir kuvveti nasıl +elde etmiş olduğuma dair bir sual varid olabilir. Cevaben +derim ki insanların kalbi Cenab-ı Hakk’ın yed-i kudretindedir. +benim tarafıma imale etti. + +---- +MAKALAT +---- + +_______ +MÜSLÜMANLIK İLMI VE FENNI BIR DINDIR +Savabü’l-Kelam fi-Akaidi’l-İslam ünvanlı eser-i mu’teberin +mukaddimesidir +Hak ve savab olan her şeyin daima muarızları bulunmak +kavaid-i külliyye-i kevniyyeden ve adat-ı umumiye-i beşeriyyedendir. +Bunun sebebi de hadd-i zatında efrad-ı beşerin +efkar ve ukūlündeki tefavüt ve tehalüftür. Alelhusus hakkı +batıldan tefrik savabı hatadan temyiz için muktezi olan kuvve-i +muhakeme kuvve-i mümeyyize kuvve-i fikriyye gibi +ahval-i mümtazenin nev’-i beşerin bilcümle efradında bulunması +şimdiye kadar gelip geçen a’sarda görülen halat-ı +beşeriyye ve insaniyyeye nazaran gayr-i mümkindir. İhtimal +ki istikbal bu imkanı tehiyye eder. +Maarif-i beşeriyye ilerler efrad-ı beşerden her biri kendi +leh ve aleyhinde olan hukūku tamamıyla anlayacak ona +riayetin vecayib-i akliyye ve insaniyyesini tamamıyla takdir +edebilecek bir zaman gelir de hakk u savaba karşı muarazalar +da’valar da mahv u zail olur veyahud azalır. +Fakat mücerred ilim ve maarifin öyle bir saadet-i umumiyye +ve muhtemeleyi istihsal ve ikmal edebileceği me’mul +müdür? Böyle bir saadet emel edilse bile beşerin tarih-i tegayyürat-ı +ahvaline göre o zamanın henüz pek uzak olduğu +cidden baid bulunduğu muhakkaktır; hatta denilebilir +ki nev’-i beşerin öyle bir zamanı hiç de görememesi +Efrad-ı beşer tarafından hakk u savaba karşı en ziyade +muarazaya münazaaya hedef olan hususattan biri ve en +mühimmi umur-i diniyyede tecelli etmiştir. Vakıa akvam ve +milel-i muhtelife ve mütenevvianın görenek denilen gayr-i +musib hakka gayr-i muvafık bazı adat ve i’tiyadatında dahi +hakk u savabın pek çok muarazata münazaata uğradığı +şüb­ +hesiz ise de; i’tiyadat ve teamülat-ı kavmiyye ve milliyye +dahi umur-ı diniyye kadar hedef-i i’tiraz olamamış ve olamamakta +bulunmuş olduğu bedihidir. +Kitab-ı ahval-i beşer tetebbu’ ve tedkīk olunsa her sahifesinde +bu ifadeyi müeyyid bir eser bir delil bir bürhan bulunur. +Ekseriya o sahifelere yerleşmiş olan eserler deliller +bürhanların kan ile mülemma’ olduğu görülür. +Umur-i diniyyenin bu kadar muarazata bunca münazaata +sebebiyet vermesinde büyük bir illet mühim bir hikmet +vardır. Bu illet bu hikmet de insanın ebediyetine mütealliktir. +Ebediyetindeki saadete veya şakavete raci’dir. Bu +kargah-ı maişeti hay u huy-i meşgalesiyle ve enva’-ı debdebesiyle +lü lezzatını istihsal eden nev’-i beşerin tabii tenebbüt eden +nebatat gibi mahv olup gideceği bi-nam u nişan kalacağı +da pek azdır cidden nadirdir. Hatta o fikirde bulunanların +dahi tereddüdden hiçbir zaman kurtulmadıkları bit-tedkīk +anlaşılır. +Bütün edyan-ı semaviyye insanları ma’ade ma’adin vücudunu +fu olanlara ma’lum olduğu vechile buna kat’a bir diyecek +yoktur. Bu sevkin keyfiyet ve sureti ne kadar muhtelif ve +mütenevvi’ olursa olsun neticesi yine ma’adi i’tiraf dairesine +yetişir. +Edyan-ı semaviyye ile mütedeyyin olmayanlar dahi insanı +nev’-i beşeri nebat gibi tenebbüt edip mahv olacak bir +mertebede hakīr görmek istemiyorlar. İnsan için behemehal +bu dar-ı hayattan bu dünya-yı maişetten başka bir merciin +mevcudiyetine bir ma’adin vücuduna i’tikad ederler. O +merciin neresi olduğu ne olduğu nasıl olduğu ne vakitte +ne suretle görüneceği kendilerince mechul olmasıyla ve öyle +bir merci’ var ise onda saadet ve şakavet mi bulunacağı +bu saadet ve şakavetin suver-i imkaniyye ve istihsaliyyesi +ne gibi esbab u harekata ne makūle muamelata menut ve +merbut bulunduğu suret-i kat’iyyede bilinememesiyle herkes +kendi fikrince kendi aklınca ittihaz ettiği kararın verdiği +hükmün kat’i olduğuna musib idiğine i’tikad etmekle mesrurdur +mahzuzdur. O esbab ve muamelata mümkün mertebe +mütevessildir. +yin aradan münazaat dahi o i’tikadata taarruzdan veyahud +cebren o i’tikadı başkalarına kabul ettirmekten neş’et ediyor. +Edyan-ı semaviyye erbabından olanlar bi’z-zarur uluhiyyete +ma’budiyyete haşre ma’ade i’tikad ve yalnız “nübüvvatta” +ahkam-ı şerayiin nesh u feshinde ihtilaf ettiklerinden onlar +bittabi’ nev’-i beşer için bir merci’-i ebediye bir dar-ı ahiretin +vücuduna kail bulunurlar. Mütedeyyin oldukları edyan +ve şerayiin gösterdiği tarika göre o merci’-i ebedideki saadet +ve şakavetin esbab-ı meşrua ve muayyenesini de bilirler ve +ona göre hareket ederler. +husus o merci’-i ebedide bir saadet-i ebediyyeye terakkīsi +de gayet müteali bir derece-i ulviyyedir. İki nokta-i mütehalife +teşkil eden şu tenezzül ve zillet bu teali ve ulviyyet ise +pek ziyade mühim bir mes’eledir. Bu mes’ele-i mühimmedir +ki nev’-i beşerle edyan arasında gayet kavi bir rabıta pek +metin ve rasin bir alaka akdetmiştir. +Devr-i Adem’den bugüne gelinceye kadar nev’-i beşer +bu alakalar bu rabıtalar arasında sıkışarak sıkılarak yuvarlanarak +gelmiş ve hiçbir zaman bu kuyud-ı mütehalife ve +mütebayineden azade kalmamıştır. +Dünyada bu derya-yı maişetin emvac-ı mütebayinesi +arasında birbirine tesadüf eden mütehalif din ve mezheb +erbabının tesadüfü hep birbirine kendi fikrini anlatmak beğendirmek +veyahud kendi fikrine ötekinin tecavüzünü men’ +etmek gibi ahvalden mütevelliddir. +Herkes kendi fikri hakk u savab ve ötekinin fikri hata olduğunu +kaşalar ihdası hep o hakk u savabı muhafazaya mebnidir. +A’sar-ı ahirede envar-ı fünun u medeniyyet Avrupa’yı +bi-hakkın işrak etti. O ma’den-i envardan o menba’-ı ziyadan +eşi’a-i zertar-ı fünun ve medeniyyet bütün küre-i arza +sevk olunmaya başladı. Şu asr-ı ahirde ise medeniyetin o +envar-ı lamiası fünunun o ziya-yı şa’şaa-paşı gerçekten bütün +alemin gözünü kamaştıracak dereceye vardı. Bir taraftan +medeniler nur-i medeniyyetleriyle gayr-i mütemeddinleri +tenvire inareye ve diğer taraftan gayr-i mütemeddinler o +envar-i medeniyyetten istifadeye istinareye gayet ciddi bir +suretle çalışmakta olduklarını görüyoruz. +Avrupa’nın o menba’-i medeniyyet o ma’den-i fünun +olan memleketin dini bin dokuz yüz seneden beri küre-i arzımızda +gayet mühim bir suretle icra-yı hükm ü nüfuz eden +dinidir. +Bu dinin ne edyan-ı siyasiyyeden ve ne de edyan-ı fenniyyeden +olmadığı ihtilaf-ı mezahibiyle beraber bütün Hıristiyanlık +alemince de musaddaktır gayr-i kabilü’l-i’tiraz bir +hakīkattir. +Avrupa’da “fenn”in terakkıyat-ı fevkalade-i hazırası +çoktan beri bu dinin ahkamına karşı gelmeye başlamıştır. +Ta’bir-i aharla erbab-ı fen tarafından bu dinin muvafık-ı fen +olmadığı ve binaberin gayr-ı lazimü’l-ittiba’ olduğu meydana +konulmuştur. Mütefennin olanlar ruhbanın maddi ve +ma’nevi idari ve siyasi bunca mesai-i fedakarilerine rağmen +dinin saadet-i beşeriyyeyi ne ‘acilen ne acilen istihsale kifayeti +olmadığını isbat etmişler ve etmekte bulunmuşlardır. +[ ] Avrupa’da maarif ve bunun mahsulü olan medeniyet +hur etmekle mahkum olduğu anlaşılmıştır. Hayfa ki fen ve +dinin şu muarazasından hasıl olan netice dahi dine adem-i +beraber mütefenninler ortaya lazimü’l-ittiba’ bir din koyamamışlardır. +Binaenaleyh Avrupa’da dinsizlik günden güne +çoğalmakta bulunmuştur. Dinin ruhbanı ve henüz ekseriyeti +zayi’ etmemiş olan ruhban tarafdaranı Cizvitler misyonerler +mektepler müessesat-ı aliyye gibi enva’-ı vesayıt-ı mümkine +dahilinde fünunun eşi’a-i münevviresine karşı dinin sönük +bir hale gelen ziyası daima tedenni etmektedir. Her gün bir +darbe-i tenezzüle uğramaktadır. +Fennin muhacemat-ı mütevaliyyesiyle dinde görülen bu +tedenni terakkıyat-i medeniyye icabıyla artık Avrupa’ya da +münhasır kalmıyor; telgraflar postalar şimendüferler vapurlar +hasılı esbab-ı muhtelife-i medeniyye vasıtasıyla dünyanın +her tarafına tecavüz ediyor mühim bir suretle bütün +küre-i arza yayılıyor. +Avrupa’ya pek yakın olan ve vesayıt-ı nakliyye ile daha +ziyade tekarrüb eden memalik-i mahruse-i Osmaniyye dahi +“fenn”in ortaya vaz’ ettiği dinsizlikten büsbütün kurtulamamaktadır. +Bu münasebetsiz efkar ihtilat ve teveddüd münasebetiyle +ve taklid eseriyle bizi de ta’ciz etmeye başlamıştır. +Fakat biz müslümanlar hamden li’llahi teala mütedeyyin +olduğumuz din-i mübin-i İslam edyan-ı saire gibi fennin o +müşa’şa’ güneşine karşı erimekten masundur. Ma’kūl olan +her fenni kabul ettiği için daima fenne galebe edeceği ve fen +dahi envar-ı din-i Ahmedi’den bir şu’be bulunduğu muhakkak +olmasıyla dinsizliğe karşı ilelebed her nevi sademattan +mahfuz ve me’mundur. +Bizim muhtac olduğumuz şey envar-ı hakayık-ı diniyyemizi +ziya-yı fen ile karşılaştırarak o ziyanın bu envardan +müteşa’ib olduğunu ortaya koymaktır bu hakīkati lüzumu +nisbetinde isbat etmektir. +Şayan-ı taaccübdür ki fen ve medeniyet müterakkī olmadığı +zamanlarda Avrupa’nın şarka daha doğrusu Iseviyyet’in +diyanet-i celile-i Ahmediyye’ye karşı taassubunu nasıl +muhafaza etmiş ise bugün dahi o din-i mübinin medeniyete +tahsil-i ulum ve fünuna mani’ olduğu iddiası yine o kuvvetiyle +meydana sürülüyor. Bizzat kendisi fennin darbe-i kahrı +altında zebun kalmış olan din-i Yesu’ erbabı Müslümanlığın +yalnız fenne muhalif olduğunu da’va etmekle iktifa etmeyerek +man’-i ulum ve medeniyet olduğunu iddiadan da bir +türlü geri kalmıyorlar. +Avrupa’da mütefenninlerin bazısı diyanet-i celile-i İslamiyyenin +bir din-i fenni olduğunu bilseler öğrenmiş olsalar +bile ekseriyet-i erbab-ı fen dinimize vukūfları olmadığından +envar-ı fünunun o şa’şaa-i harikası karşısında azva’-i +diyanet-i Ahmediyye’nin haşa din-i Yesu’ gibi sönük olduğunu +zannedebilirler. Bilmezler ki alemin gözünü kamaştıran +o şa’şaa-i fenniyye envar-ı diyanet-i Ahmediyye’nin bir +nebzesidir bir şu’besidir. +Avrupa’nın ruhbanı ve tarafdarları fenne karşı din-i +Yesu’un merkezi olan Avrupa’daki mağlubiyetle beraber +çar-aktar-ı cihanda yine o dinin tevsiine çalışıyorlar edyan-ı +gayr-i semaviyye ile mütedeyyin olanları o dine idhal etmek +gayretinde bulunuyorlar; ale’l-husus Afrika’da bu mesailerini +mertebe-i gayete yetiştiriyorlar. Cizvitlerin misyonerlerin +neşr-i din emrindeki gayret-i fevkaladeleri malen bedenen +fedakarane mesaileri herkesçe ma’lum olduğu cihetle teşriha +gayr-i muhtacdır. Avrupa haricindeki memalikin ve bahusus +şarkın her tarafında her memleketinde bunların göze +çarpan mektepleri hastahaneleri ebniye-i saireleri müessesat-ı +mütenevvia-i ilmiyyeleri lisan-ı hal ile bu ifadeyi tasdik +ediyor. Faaliyetleri sezavar-ı hayret bir dereceye varıyor. +Din-i mübin-i İslam’ın ne Cizvitleri ne de misyonerleri +olmadığı halde nerede din-i Yesu’ ile karşı karşıya geldilerse +edyan-ı gayr-i semaviyye erbabına te’sirat-ı harikuladesini +gösterdi ve mütedeyyin olmayanları kendi tarafına celb etti +ve ediyor. Bu hakīkat o faal Cizvitlerin de o mukdim misyonerlerin +de taht-ı tasdikında bulunduğu her gün gazetelerde +ayn-ı şükran ile görünüyor. +Din-i mübin-i Ahmedi’nin fenne riayetini fenne mutabakatını +fenne muvafakatini isbat edebilecek asar-ı nafia ortaya +konulur ve Avrupa erbab-ı fünunu bu suretle dinimizin +hakayıkını öğrenirse fennin ve Avrupa’daki erbab-ı fennin +kamilen dinimize hürmet ve riayet etmeye mecbur olacaklarında +şübhe edilir mi? Hiç olmazsa din-i mübin-i İslam’ın +terakkıyat-i medeniyyeye ulum ve fünuna mani’ olduğu +hakkındaki iftiraların önüne olsun bir sed çekilmiş olmaz +mı? Kıbale-i fennin tevlid ettiği dinsizlik efkarını henüz cenin +bu gibi asar-ı nafia-i diniyye beklemek zamanı gelmiştir. +Zira Avrupa dinsizliği memleketimizde ayak basmaya başlamıştır. +Hamdolsun bizde erbab-ı fünun çoğalmış Avrupa +mütefenninlerinin emsali zevat zuhur etmiştir. Binaenaleyh +din-i mübin-i Ahmedi’nin fenne münafi ve mugayir olduğu +hakkındaki iftiraların redd ü cerhi dinimizin kaffe-i ma’kūlatı +ve ma’kūlat cümlesinden olan fünunu kabul etmek esasına +mübteni bulunduğunun dinsizlere karşı mütefenninlere +karşı velhasıl alem-i medeniyyete karşı isbat olunması ve +dakayık-ı umur-ı diniyyeye vukūfu olmayan efrad-ı ümmeti +de dinsizlik olan o müz’ic misafirin şerrinden zararından +vikaye edilmesi erbab-ı kalem ü fen olan üdebamıza +ulemamıza bir vazife-i diniyye halini almıştır. +Biz müslümanlarca hamdolsun ma’lumdur ki ulum-ı +Kur’an iyye la-yetenahidir. Bu ulumu bu fünunu tefsir +eden müfessirlerimizin eserleri de add ü ihsadan haricdir. +Kitab-ı Aziz’in ilim ve fen kitabı olup dinimizin akla muvafık +ma’kūlata mutabık bir din-i mübin olduğunu her zaman +da dinimize karşı zuhur etmiş olan efkar-ı batılaya mukabil +ulema-yı millet müdafaa suretiyle ve isbat-ı hakk u savab +tarikıyla te’lifat-ı mühimme vücuda getirmişlerdir. Ulum-ı +diniyyemizin en mühim bir kısmını teşkil eden İlm-i Kelam +ulema-yı izam-ı eslafın himmetiyle bu fikr ü mütalaaya mebni +vücuda gelmiştir. +Fennin müterakkī olduğu erbab-ı fennin çoğaldığı +ve ba-husus fennin edyana maddi ma’nevi doğrudan doğruya +veya dolayısıyla taarruz ettiği şu zamanda bu asr-i medeniyyette +de dinimizin “kat’ıyyüs’sübut” olan fünun-ı cedide-i +mevcudeye mutabakat hususundaki hakīkati izah ve +Her şeyde pişva ve muktedamız olan Arablar zamanlarındaki +ahvale ezmine-i muhtelifede tesadüf ettikleri efkar-ı +batıla-i muhtelifeye göre izhar-ı hakīkat zımnında hazret-i +Kur’an ’dan istinbat ettikleri uluma dair yüzlerce binlerce +müellefat-ı mühimme ve nafiayı vücuda getirmişlerdir. Fakat +o dühat-ı Arab zamanında veyahud Arablarda ashab-ı dühatın +mevcud bulunduğu vakitlerde şimdiki fünunun tevlidine +sebeb olduğu dinsizliklere dair ne alem-i medeniyyette +ne de ahval-i bedeviyyette asar ve alamat-ı muzırra yoğidi. +Onun için fünun-ı hazıra-i medeniyyeyi muhakemeten din-i +mübin-i Ahmedi’yi müdafaa ve muhafazaya müteallik asar-ı +Arabiyye görünememek zaruridir. +Eslaf-ı kiram-ı ulemanın bu husustaki ma’zereti bedihidir. +asırda zuhur eden müftereyatın fenne tatbikan ve hazret-i +Kur’an -ı Mecid’e ve din-i mübin-i Ahmedi’ye istinaden redd +ü cerhi bilhassa Osmanlılar’ın erbab-ı ulum ve fünununa +kalmış bir vazifedir. +Eazım-ı ulema-yı asrdan ma-bihi’l-iftihar-ı ümmet ve sera­ +medan-ı erbab-ı ilm ü fazilet olan Trablusşam fudalasından +ve ashab-ı kemalden semahatlü –Şeyh Hüseyin Efendi Cübeyr +hazretlerinin akayid-i İslamiyyeye dair Husun-ı Hamidiyye +namıyla te’lif ettikleri risale-i mühimmenin lisan-ı azbü’l-beyan-ı +Arabiden – Savabü’l-kelam fi-Akayidi’l-İslam – +ünvanı tahtında Türkçe’ye tercüme ve neşrini tensib ettim. +Fazıl-ı müşarun-ileyh hazretlerinin bu eserleri akaid-i İslamiyyeyi +tavzih ve fenne tevfikan İslamiyet’e edilen bazı +sı i’tikadat-i diniyyemizi takviyeye ve i’tirazat-ı fenniyyeyi de +redd ü cerhe fil-cümle medar olduğu cihetle kemal-i aczimle +beraber terc��me ve neşrine cesaretim mücerred ulemamıza +üdebamıza erbab-ı fünunumuza böyle bir fikri ve dinimize +zaman icabınca muktezi olan bir hizmeti ihtardan ibarettir. +Tevfik Allah’tan. +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVIA +Muamelat-ı beşeriyyenin +tesri’-i tesviyyesine en mühim bir vasıta olan telgraf +hakkında bizde pek çok şikayet işitiliyor. Bizdeki telgraf +maksadı layıkıyla hasıl edemiyor. Her şey gibi bu da ıslahata +muhtac. Geçenlerde Meclis-i Meb’usan’da Posta ve Telgraf +bütçesi tedkīk olunduğu sırada posta gibi telgraf hakkında +dahi birçok mülahazat-ı i’tiraziyye beyan olunmuş efrad-ı +nasın telgraf muamelatından layıkıyla istifadesine mani’ +olan ahval şerh edilmiş. Zabıt müzakeratı[nı]n gazetelerde +mütalaasından anlaşıldığına göre hutut-ı telgrafiyyenin +adem-i kifayeti mevani’-i mezkurenin başlıcasını teşkil etmektedir. +Memleket vasi’ ve hutut-ı kafiyye ta’likı ise uzun +zamana ve çok paraya muhtac. Maamafih başka memleketlerde +ve hatta noksan vesait ile intizam ve mehma-emken +sür’at-i muayyene yine te’min olunabilir. Efrad-ı nasın +muamelat-ı ticariyye ve ictimaiyyede telgraflardan sühulet-i +kesretidir. Resmi telgrafnamelerin efrad telgrafnamelerine +takdimen keşidesi i’tiyadat-ı idariyyedendir. Menafi’-i +amme muvacehesinde nef’-i ferd beklemeli değil mi ya. +Ancak ferdin vikaye-i hukūku için muamele-i resmiyyedeki +müsta’celiyyet ve ehemmiyet de muhakkak bulunmalıdır. +resmiyyenin çok kere mevadd-ı müsta’cele kılığında teller +vasıtasıyla cereyanında devam olundukça –velev ki hutut-ı +telgrafiyyemiz tekessür eylesin– efrad-ı nasın muamelat-ı ticariyye +ve ictimaiyyesi hakkındaki muhaberat-ı müsta’celesi +telgrafhanelerde ma’ruz-ı avk u ihmal olur gider. Asabiyeti +tutan amirin telaşa düşen me’murun hemen telgraf başına +müracaat eylediği ve tellerin beyan-ı halde tahrirat tastirinden +daha kolay addedildiği yerlerde tekaddüm-i resmiyyet +dolayısıyla halkın muhaberat-ı şahsiyesi daha çok zaman +sektedar olur gider. Ya resmi telgrafnamelerin tatvilini mucib +olan ve tahrirata muhsus bulunan elkab isti’maline kelimat-ı +tavsifiyye ve iltifatiyye beyanına ne demeli? Başka +memleketlerde telgrafnamelerde lazime-i icaz ve taksire +be-gayet riayet olunur. Mesela Fransa’da bir adam “Paris’te +Dahiliye’de filan me’muru filana” diye bir adres yazdığı halde +bizde “Dersaadet’te Dahiliye Nezaret-i Celilesi ... Kalemi +hulefasından izzetlü veya saadetlü filan beyefendi hazretlerine” +yollu yazması iktiza eyler. Bu misillü zevaid-i resmiyyete +riayet lazım geldikçe hutut-ı mevcudeden nasın istifadesi +elbette mahdud kalır. +Müterakkī memleketlerde bile telgraflar menba’-ı varidat +teşkil etmezler onların ziyanı posta hasılatından çıkar. Lakin +o memleketlerin hükumetleri ziyana bakmayıp da tezyid-i +hutut eyledikleri gibi telgraf ücuratını da ahalinin kudret-i +te’diyyesi nisbetinde tenzil eylerler. Bu ise halkı muamelat-ı +kesbiyye ve ictimaiyyede intizama sür’ate müdavemete +tergīb eyler. Bu vechile halkın terakkıyat-i medeniyyesinden +de devlet ve memleket müstefid olur. +§ +Dünyada dünyayı do­ +laşarak medeni hey’et-i ictimaiyyelerde mevcud olan ma­ +hafil-i muaşereti görenlerimiz az değildir. Bunlar pek [i]yi +bilirler ki medeni memleketlere isti’dad-ı fıtrilerine mesai-i +zevat yalnız bir sınıfa mensub değildir. Bizde ise tabaka-i +aliyyeye vusul için hala tarik-ı temeyyüz birdir; o da tarik-ı +resmiyyettir. Derecat ile sınıf-ı me’muriyyetten yetişmemiş +ve turuk-ı ma’lume-i resmiyyeden birinde kat’-ı rüteb etmemiş +bulunan bir kimse bu vatanın umurunda sahib-i re’y ü +nüfuz olamıyor; teşrifat-ı ictimaiyyede ise öyle bir kimsenin +Çend seneden beri meşruti bir devlet haline girdik. Hatta +bir aralık hürriyet ve müsavat-ı şahsiyyenin pek vasi’ surette +tevsii tarafına bile meylettik. Fakat tevarüs eylediğimiz +fonksiyoneriter daha doğrusu me’muriyet-i resmiyye illeti +bilahare nüks etti. Tarik-ı me’muriyet-i resmiyyenin haricinde +bir adam ta’lim ve terbiye gördüğü halde bu mülk ü +millete yararlık gösteremez mi? Elbette gösterebilir. Ticaret +ve sanaatte ta’lim ve te’lifde liyakatini fiilen göstermiş olan +kimselerin de medeni bir hey’et-i ictimaiyyenin mevki’-i +mahafil-i aliyyesinde şerefleri bulunmak iktiza eder. Nazar-ı +ammede mevzi’-i şerefin bizimki gibi bir bürokras’tan derecat +let için teali ve iktisab-ı refah ümidlerinden vazgeçmek lazım +gelir. Mehd-i meşrutiyyet tavsif olunan İngiltere’de ulum ve +fünun ile fabrikatörlük ile hatta gazetecilik ile temeyyüz +eden zevata “Lordluk” ünvanı verilegelmiş ve bunların kamarada +mevki’leri bulunmuştur. +Bizde bu hususatta muhafazakar bulunanlar zamanın +temayülatına ehemmiyet-i kafiyye atfetmiyorlar demektir. +Taannüd ederlerse cidal-i siyaside la-cerem er geç mağlub +olmuş olurlar. +§ +Ma’lumdur ki zaman-ı +kadimde şark müterakkī ve mütemeddin garb cahil ve vahşi +bi-ahlak ve pür-nifaktır. Bu iki daire-i arz halkı kadimden +biri yekdiğerini taht-ı tahakküme alacak teşebbüsattan geri +durmamış ve fakat son zamanlarda garb tevsi’-i daire-i tecavüzünde +ve binaenalayh şark üzerinde vaz’-ı tahakkümünde +mazhar-ı muvaffakıyet olmuştur. Bu muvaffakıyet devam +ettikçe şarka mahsus bir eser-i hakimiyyet kalmaz. Nifak u +fesadda puyan olan ve akvam-ı şarkıyyeden bulunan müslümanlar +felaket-i tabiiyyete düştükçe eyvah derler amma geç +salah u teyakkuzun ne faidesi olur? Bizim şu muhit-ı fasidde +pek çok kimseler vardır ki evvelce dahi söylediğimiz vechile +çıkaramadıkları takdirde devletimizin battığını arzu edecek +derekede hissiyat-ı redie izhar ederler. Son senelerde adedleri +artan bu musibetler filan ve filan devletin tabiiyetinde +bulunmağı filan ve filan “zatların icra-yı hükumet ve nüfuz +eylediği devlete” yani kendi devletine tabiiyete müreccah +tuttuklarını söylemekten utanmamaktadırlar. Böyle menfur +ve hainane bir his beslemeleri hakīkatte filan zatların devleti +su’-i idareye uğratmalarından dolayı değil ancak o zatların +yerine geçemediklerinden naşi idi. Hırs-ı kin ü intikam bizde +bazı kimselerin basiretlerini o derece ta’lil etmiştir ki şimdiye +kadar tabiiyet-i garbiyyuna düşmüş olan ehl-i İslam’ın hal-i +ye’s ü mezelletini hiç göremezler. Onlarca en mutavassıt bir +frenk kendi vatandaşlarından en akıl ve alim bir adama bile +müreccahtır. Halbuki vatanları fütuhat-ı ecnebiyyeye duçar +olan ve binaenaleyh ekserisi iktidar-ı sathiye malik ve birçoşeklinde +yazılmıştır. +ğu da şarlatan me’murin-i ecanibin taht-ı hükm ü nüfuzunda +kalan memalik-i şarkıyye müslümanları tek başına müstakil +kalmış olan şu mülk-i İslam’ın olsun istila-yı ecanibden +sıyanetine dua ederler. Cezayir’den Tunus’tan Hind’den +Mısır’dan Kafkasya’dan Bulgarya’dan gelen müslüman +gençlerine sorunuz da bakınız. En azablı bir istiklal-i siyasi-i +millinin en hür ve muntazam sayılan bir idare-i ecnebiyyeye +bin kat müreccah olduğunu size söylerler. Hırs-ı vuhuşane +düşkünleri beka-yı istiklal-i Osmaniyyet’e hadim olabilecek +her türlü kuva-yı milliyye ve diniyyemizi kesre uğraşan yabancılara +yardım bile ederler. Zaman geldikçe bu erbab-ı +makūlelerin gazab-ı Rabbani’ye duçar olmaları niyazıyla iktifa +edelim. +§ +Garbda cari olan adattan +biri gelişigüzel şarka tatbik olunuverince muvaffakıyet-i hasene +te’min edemiyor. Fi’l-vakı’ tabiat-i beşeriyye her yerde +az çok müteşabih olduğundan eğlenceden latifeden insanlar +her yerde hoşlanırlar. Mizah ve latife ile okşanan kalbden +kasvet ve keder çıkar; hatta iyi bir kahkaha dahi ruha ferahlık +verir ve binaenaleyh sıhhat-i cisme yarar. Maamafih ferahın +tarzı adat ve hissiyat-ı mahalliyye ile mütetabık olmaz +Bizde mizah-ı siyasi bir bid’attir; çok kere nezahet ü +bi-tarafi ile vukū’ bulmadığından bir bid’at-i seyyiedir. Hatta +Avrupa’nın müterakkī memleketlerinde bir mizah eğer nezahetten +ari olur ve infiali da’vet edecek bir şekilde bulunur +kat’iyyen guş-ı telakkī ve ca-yı kabul bulamaz. Çirkab-ı garaz +yırtılıp süprüntü sepetine atılmaya layık görülür. Anlayabildiğime +göre hal bizde öyle değilmiş! Mizahda garaz namerdlik +zebunküşlük hasse-i intikam ne kadar ziyade tasvir +olunursa makbuliyeti de o nisbette ziyade bulunur imiş! +Geçen gün bir zat “Şunu gördünüz mü?” diye elime resimli +bir [ ] risale tutuşturdu. Açtım göz gezdirdim lakin +doğrusu ya ıttılaım risaleyi veren zat gibi beni mesrur +edemedi. İade eylediğim sırada kendisi gibi benim yüzümde +dahi tebessüm-i beşaşet bulunmaması onun yüzünde bir +hayret peyda ediverdi. Hele Anadolu’ya mensub bir zatın +tarz-ı telaffuzunu taklid etmek Anadolu’daki birçok ihvan-ı +dinimizi güldürmez; bilakis müteessir eder kızdırır. +Bundan evvel yazdığım bir mülahazada matbuatın takyid +veya tahliyesi bir ihtiyac-ı tedrici ile vukū’ bulmak lazım +geleceğinden bahseylemiş idim. Bu iki surette dahi mübalatsızlık +ağrazı tahrik ve buhranı teşdid eder. Matbuat hakkındaki +tedabir-i ahireden dolayı bazı gazeteler alabildiklerine +gitmeye başladılar. Onlara uymak hamiyet-i sahihası olan +Osmanlılar için tarik-ı necattan sapmak demektir. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +Nüfuz-ı Ecanib Beyrut Mektepleri: +Beyrut ahalisi ister İslam ister Hıristiyan olsun içlerinde +Türkçe bilir kimselere nadiren tesadüf olunur. Devr-i sabıkta +ve lahıkta Türkçe lisanının ta’mimi ile ahaliyi nüfuz-ı ecanibden +tahlis için buraya ta’yin olunan valiler tarafından hiç +ciddi bir teşebbüs ittihaz olunmamıştır. Şaz ve nadir olarak +bu fikirde bulunan valilerin bu babdaki layihalarına Babıali +havale-i sem’-i i’tibar eylememiştir. Beyrut vilayetindeki +maarif-i Osmaniyye Anadolu’daki vilayetlerin pek madunundadır. +Hükumet ve devlet tarafından vaktiyle maarifle +lisan-ı Osmani’nin ta’mimi hakkında bezl-i himmet ve +ehemmiyet olunsaydı zeki ve ifrat derecesinde fatin olan +Beyrut ahali-i mahalliyyesinin cümlesi bugün Türkçe lisanıyla +tekellüm eder ve ecnebileri büyük ve azametli görmekten +kurtulurlardı. Biçare ahalinin kısm-ı a’zamı kendi lisan-ı +mader-zadları bulunan Arabcayı bile –kavaid-i sarfiyye ve +nahviyyeye tevfikan– doğru okuyup yazmaya gayr-i muktedirdirler. +Türkçenin neşr u ta’mimine çalışmamak yüzünden +değil midir ki Girit’i de adeta kendi rızamız ve elimizle bugünkü +hale getirdik. +Bağdad vilayetinde Türkçe lisanını ta’mim burası kadar +lazım değildir. Zira ora ahalisi daima Kürdler ve Türklerle +hal-i temasta bulunmak sayesinde herkes az çok Türkçe +konuşur. Bir de Bağdad vilayeti kadar Beyrut vilayetinde +hükumetin mekatib-i hususiyye ve resmiyyesi yoktur. Halbuki +burada her şeyden evvel ve elzem ve namaz ve oruç gibi +farz ve vacib bir şey varsa maarifin neşr u ta’mimidir. Ahaliyi +ecnebi boyunduruğu altından ancak bu suretle tahlis etmek +mümkündür. Öyle olmasa muamelat-ı hükumetin lisan-ı +Arabi ile icra ve tatbik olunmasını taleb etmekte ahalinin +hakkı vardır. Zaten ikide birde yerli ve muhalif vaz’iyyetini +takınan gazeteler muamelat-ı resmiyye ile tebligatın Arabca +liyyeden ziyade ısrar u ilhah eden el-Müfid gazetesidir. Eğer +bu mutalebe-i aleniyye altında –zamir-i müstetir– gibi hafi +bir maksad yoğise –bana kalırsa tamamıyla– haklıdır. +ye sarf etmiyor. Halbuki mekatib-i hususiyye-i İslamiyye ve +ecnebiyyede Türkçe lisanının tedrisiyle ta’mimi için hükumetimiz +muavenet-i nakdiyyede bulunmak mecburiyetindedir. +Ta’yin olunacak muallimin de me’muriyetleri Maarif +müdirleri tarafından tasdik olunmalıdır. Bu şeraiti kabul etmeyen +mektepleri sedd ü ta’tile hakkımız vardır. +Beyrut’taki mekatib-i ecnebiyye ile Maarif Müdiriyeti +arasında hiçbir vechile bir rabıta yoktur. +Maarif müdiri ise –imtiyazat-ı ecnebiyye ile hükumetin +kudretsizliği yüzünden– ses çıkaramamaktadır. Zira böyle +bir fikirde olduğunu ecnebiler hissedecek olurlarsa dakīkasında +yaygarayı koparırlar. Halihazırda Beyrut Maarif Müdiri +bulunan Faik Bey Beyrut’a yeni muvasalat ettiği zaman +mekatib-i ecnebiyye müdir ve reisleri tarafından kendisine +beyan-ı hoşamedi edilmedikten maada birkaç gün sonra +kendisi onları ziyaret etmeye karar vermiş ve fiilen mekteplerine +kadar gittiği halde pek baridane bir surette kabul +etmişler hatta kendisine iade-i ziyarette bile bulunmaya tenezzül +etmemişlerdir. +Bundan başka yine bir ecnebi mektebinin mükafat +resm-i tevziine da’vet olunduğu halde usulen ve nezaketen +mükafatın talebeye tevzii Vilayet Maarif Müdiriyyeti +tarafından icrası icab ederken maatteessüf Fransa konsolosu +cenabları fuzulane olarak bu vazifeyi icra eylemiştir. Bir +Osmanlı vilayetinde bir Osmanlı Maarif müdirine bu kadar +ehemmiyet vermemek tahkīr ve tevhin ma’nasını tazammun +etmez mi?! +Bu gibi tatsızlıkların yegane sebebi ise vaktiyle ve hala +bizim tarafımızdan ta’mimi lazım gelen maarifin ecnebiler +tarafından icra olunmasından ileri gelmiştir. Sonra daha +calib-i dikkat ü im’an bir şey varsa bizim mekteplerimizin +Hazret-i Adem devrindeki tarzda bulunup mekatib-i ecnebiyyeye +min-külli’l-vücuh rekabet edememesi keyfiyetidir. +On on iki sene bir ecnebi misyoner mektebine devam eden +bir Osmanlı tıfl-ı ma’sumunun a’mak-ı kalbinde Osmanlı[lı] +k hissi kalabilir mi? Haşa ve kella! Misyonerler mekatibinde +bir İslam çocuğa verilen dersle bir gayr-i müslim çocuğa +verilen ders beyninde hiçbir fark ve tefavüt olmadığı gibi +kitapları da birdir. Bu kitapların hemen her sahifesinde Hıristiyanlığa +aid adat ü ahlak ile teslise müteallik cümleler +vardır ki hemen birkaç yüz defa ma’sum talebenin gözüne +vicdanına dimağına kuva ve hayatına ister istemez ilişir. +Bu hal senelerce –İştayn ve Tirbing mağazalarının reklam +ve i’lanları gibi– göz önünden geçerse artık o tıfl-ı ma’sumda +Bu kadarla iktifa edilse yine ziyanı yoktur. Fakat sabah +akşam gayr-i müslim talebelerle beraber mektebin ibadethanesini +teşkil eden kiliseye müslimlerin gitmesi usulü caridir. +Esna-yı ibadette bir müslim talebenin gayr-i müslimlerle +beraber bulunması şart ittihaz kılınmış ve programa da +lamiyet’te cari olan örf ve adata hakkıyla ve layıkıyla vakıf +olamayan bir küçük çocuk bu mekteplere devam ettikten +sonra gereği gibi tanassur ile Hıristiyanlığı kabul etmeye +tabiatıyla mecburdur. +Akaid-i diniyyesiyle adat ve i’tikadatını İslam mekteplerinde +küçüklükten beri tahsil etmeye muvaffak olanlar biraz +b��yüdükten sonra bu gibi mekteplere girecek olurlarsa ihtimaldir +ki mekatib-i mezkurenin avamil ve müessiratından +yakalarını kurtarabilirler yoksa aksi takdirde muhaldir. +vuzuh eder. Beyrut müslümanları pek gayretli ve hamiyyetli +oldukları için hükumete maarifin neşr ü ta’mimi hakBeyrut +Vilayeti Dahilinde Mevcud Mekatib-i Muhtelife İstatistik Cedveli +Esami-i Kaza +Mekatib-i +Resmiyye +Nim-resmi +Mekatib +Mekatib-i +Hususiyye-i +Mekatib-i +Hususiyye-i +Gayrimüslime +Mekatib-i +Ecnebiyye +Yekun +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Aded-i Mekatib +Talebe ve Talibat +Me’mur ve Muallim +Yekun +kında var kuvvetleriyle yardım ve muavenet etmeye hazır +olduklarını Maarif müdiri söylediği gibi kendilerinden de istidlal +ettim. Mesela gerek küçük ve gerek büyük mekteplerin +lara senevi bir mikdar tahsisat verirse az bir zaman içinde +balada arz eylediğim felaketlerden millet-i necibe-i Osmaniyyeyi +kurtarmak imkan dahilindedir. Burada bir külliye +–ki darülfünun demektir– inşasının lüzumuna gerek vali ve +gerek ahali tarafından defaatle Maarif Nezareti’ne müracaat +olunduğu halde matlub derecesinde bir neticeye dest-res +olamamışlardır. Yalnız üç yüz lira kadar bir muavenetle iktifa +edilmiştir. +Burada bir sanayi’ mektebi vardır ki ismi var cismi yoktur. +Fakat mektebin binası gayet büyük ve bir darülfünun +kanların tıbbiye ve hukūk mekteplerine rekabet etmek için +hükumet bir darülfünun inşasına er geç mecburdur. +Konya Hukūk Mektebi’yle Şam Tıbbiye Mektebi’ni hükumet +Beyrut’a nakledip Mekteb-i Sanayi’ binasını da bu işe +hasr eylemelidir. Vali-i vilayetin de fikri bu merkezde olduğunu +fikrini bildirmiştir. +Beyrut vilayetinde iki Tıbbiye mektebi vardır. Biri Fransızların +diğeri de Amerikanlarındır. Amerikan ve Fransız +Tıbbiye mekteplerinin beherinde üçer yüz talebe vardır. +Bu Tıbbiye mekteplerinde eczacılık için birer şu’be olduğu +gibi aynı zamanda Amerikan Tıbbiye Mektebi’nde dişçilik +Amerikanların bir de Ticaret Mektepleri vardır ki nüfuzlarını +bu vesile ile daha ziyade te’mine muvaffak olagelmektedirler. +Beyrut’a bir de Sanayi’ mektebi lazımdır. Çünkü memlekette +san’at muhabbeti pek çoktur. Hakīkaten güzel şeyler +de yapılıyor. +Fransızların Beyrut’ta bir de Ecole Laique namıyla bir +mektepleri vardır ki Selanik’teki mekteplerine benzer. Bu +mektepte kiliseleri olmadığı gibi ibadat ve taat-ı diniyye +dahi icra edilmemektedir. Bu mektebin bir de hukūk şu’besi +vardır. +Bu mekteplerden başka ibtidai ve i’dadi derecesinde +ecnebilerin sair mektepleri daha vardır ki bunların hiçbirisinde +Türkçe tedris edilmiyor. Osmanlı bir talebe buralara +devam ettikten sonra az müddet içinde Osmanlılığını hatta +Müslümanlığını unutur gider. +Beyrut’ta en ziyade calib-i nazar-ı dikkat bir şey daha +vardır ki hıristiyanlarla müslümanların isimleri birbirine +müşabihtir. Yalnız hıristiyanlarda “Muhammed” ve “Ahmed” +Hasılı devlet Beyrut’ta bir hükumet-i Osmaniyye’yi +te’sis etmek isterse maarife dikkat edip ona göre fedakarlıkta +bulunmalı ve Türkçe lisanını da bu suretle neşr u ta’mim +eylemelidir. +Aynı zamanda bu kadarla iş bitmez adalet ve müsavatın +layıkıyla icra ve te’miniyle kuvvetli bir hükumete burada +şiddetle ihtiyac vardır. Bu ise değerli ve her türlü tecrübeden +geçmiş ciddi faal devletin haysiyetini muhafazaya muktedir +me’murlarla meydana gelebilir. +Halihazırda me’murlarla ahali beyninde gereği gibi bir +aşina olmamaları ve me’murinin de Arabca tekellüm edememeleridir. +Beyrut jandarma ve polisleri matlub bir halde değildirler. +Çünkü hem adedleri az hem de ... +Re’s-i Beyrut’ta bulunan bir eczahanede bulunduğum +esnada ismini bilmediğim genç bir polis geldi ilac istedi +bi’n-netice belsoğukluğuna duçar bulunduğunu eczacı +söyledi. Diğer bir polis de sokakta vazife başında bulunduğu +esnada bir taraftan konyak içip diğer taraftan da gramofon +çaldırıyordu. Bunu ben re’ye’l-ayn gördüğüm gibi +ertesi günü ceraid-i mahalliyye de yazmıştır. +Hükumet-i Osmaniyye’nin asayiş me’murluğunu deruhde +eden bir me’mur böyle olursa artık hükumetin ahali nazarında +haysiyet ve i’tibarı kalır mı?! +Ahmed Agayef Bey’in müdhiş adedler altında bir makalesini +okumuşidim. Hakīkaten Beyrut’ta ve memalik-i Osmaniyye’nin +birçoğunda bulunan mekatib-i ecnebiyye pek +dehşetli bir yekun teşkil ediyorlar. Buna binaen burada pek +derin bir surette ettiğim tahkīkat neticesinde atideki istatistik +cedvelini tanzime muvaffak oldum. Yalnız cedvelin dikkatle +kariin tarafından m��talaa olunmasını rica ederim. Neticede +her şey anlaşılır. +Ahali-i mahalliyyeyi hükumetten soğutturan esbab u +vesailin başlıcası terbiye-i ecnebiyye ile müterebbi olması +ve saniyen devr-i sabıktaki me’murinin zulm ü irtikabıdır. +Meşrutiyetten sonra her ne kadar irtikab adet-i mezmumesi +ortadan gaib olmuş ise de kökü henüz maatteessüf kal’ u +kam’ edilmemiştir. +Bir de maatteessüf Arablık Türklük ayrılık gayrılık hissiyatı +neşredecek cereyanın da Beyrut’ta neşr u ta’mimi için +bir cereyan-ı hafi mevcud olduğu “Fityan-ı Kahtan” namı +altında bir cem’iyet teşkil eylediklerini anladım. Fakat hamden +sümme hamden ukala-yı millet üzerine bir te’sir icra +edememekte olduklarını ve yalnız birkaç serseriden ibaret +bulunduklarını da istihbar ettim. +Burada şimdilik ahkam-ı örfiyye sayesinde asayiş hüküm-fermadır. +Bunu Beyrut’un ileri gelen namuslu zevatı bir +ni’met telakkī ediyorlar. Hatta eşraftan birisinin beyanatına +bakılırsa Divan-ı Harb-i Örfi’nin teşekkülünden evvel her +gece silah sesleri işitilir ve mutlaka vukūata sebebiyet verilirdi. +Fakat ahkam-ı örfiyye sayesinde bu hal külliyyen ref’ +ve zail olmuştur. +Bunu yazmaktan maksadım Beyrut’un daimi bir surette +ahkam-ı örfiyye ile idare edilebileceğini te’yid etmek değildir. +Ancak kavi bir hükumete memleketin şiddetle muhtac +olduğunu bildirmektir. +şeklinde yazılmıştır. +Zaten burada teşekül eden Divan-ı Harb o kadar şiddetle +meşgūl değildir. Yalnız vücudu ahaliye bir rahmet olmuş ve +şerirlere hadlerini tanıttırmıştır. Şimdilik bu kadar yetişir. +Geçen mektubda Sofya’ya gelmekteki maksadımı izah +etmiştim. Gerek buraya gelmezden ve gerek geldikten sonra +Bulgaristan muallimin-i İslamiyyesi namına Bulgar Muallimin +Kongresi’ne iştirak eden zevatın bazılarıyla görüştüğüm +gibi bilhassa kongre reisi ile de görüştüm. Bittabi’ maarif-i +Bu suretle destres olabildiğim ma’lumatı bununla beraber +Bulgaristan mekatib-i ibtidaiyye-i İslamiyyesine mahsus +ve “ ” madde ve birçok izahatı havi olan ta’limat ve +mezkur mekatibe aid programı gönderiyorum. +Gerek ta’limatta muhtevi olduğu mevad; gerek bu maddelerin +her birisi müzakere edilirken kongrede cereyan eden +münakaşat ve mübahasat-ı ilmiyye gösteriyor ki: Bulgaristan +ahali-i İslamiyyesi ve bilhassa vatanın milletin saadet +ve selameti kendilerine mevdu’ olan muhterem muallimin-i +hakīkaten intibah ve teyakkuz devresinde olduğumuzu; millet-i +si ne yolda olacağını bi-hakkın takdir etmişler bunun için +bütün fedakarlıklarıyla bu maraz-ı müzmini mahv etmeye +çalışıyorlar. +Ben bu yüz kırk altı maddenin her birisi hakkında cereyan +eden müzakereyi bizzat görüp okuduğum için yakın +bir zamanda Bulgaristan müslümanlarının bir maarif ordusu +teşkil edeceklerine kanaat hasıl eyledim. +Elverir ki bütün muallimler ahali azimlerinde sebat etsinler +yorulmasınlar bizde olduğu gibi evvela heves ile pek +hızlı giderek sonra duruvermesinler. Zaten durmak da kabil +değil ya! Ve bilsinler ki her güçlüğün yanında bir de kolaylık +vardır. +Şurası da ma’lum olmalıdır ki +bu hususta muallimin müttefik olmalı garaz ivaz gibi şeyler +beslemeyerek vatanı milleti düşünmeli. Ben isterdim ki bu +maddeler hakkında cereyan eden mübahasat-ı ilmiyyeden +bütün Sebilürreşad kari’leri müstefid olsunlar! Maatteessüf +bu kabil olmadığı cihetle yalnız yirmi beşinci maddenin +müzakeresi münasebetiyle kongre a’zasından muhterem bir +zata söylemiş olduğu mühim fıkraları zikr ile iktifa edeceğim. +Ta’limatnamede görüleceği vechile yirmi beşinci madde +aynen şudur: +Madde – “Her muallim evkat-ı haliyyesinde ba-hu­ +sus eyyam-ı ta’tiliyyede ilmi ve terbiyevi ma’lumatını tez­ +yid +ve tevsie mecburdur. Arzu olunur ki muallimler topoğrafya +coğrafya tabakat fenlerine dair ma’lumat almaya memleketin +ahval-i iktisadiyyesini öğrenmeye milli türküleri +masalları adatı hasılı vatanın ahval-i umumiyyesini zabta +çalışsınlar.” Bu maddeyi şerh makamındaki fıkra ber-vech-i +atidir: +“Efendiler! Tezyid ve taleb-i ilm ile me’mur olan biz müslümanlar +ve be-tahsis muallimler evkat-ı haliyyesini mütalaaya +hasr ile ulum ve fünun-ı mütenevviada; ba-husus +san’atımız olan tedris ve terbiye-i etfale müteallik son zamanlarda +si’-i ma’lumat etmeliyiz. Zaman; zaman-ı terakkīdir. Eğer biz +terakkī etmeye çalışmazsak inhıtat muhakkaktır. Tarih nazarında +vicdanımız huzurunda mes’ul kalırız. +Efendiler! Çocuklarını terbiye etmeyi deruhde ettiğimiz +bu mazisi şanlı; fakat hali perişan zavallı millet-i İslamiyyenin +saadet ve selametine hizmet edebilmek onları bulunduğu +mezlaka-i cehaletten kurtarabilmek için pek çok fedakarlıklar +yapmaya mecburuz. Bulgar efkar-ı umumiyyesini +uyandırmakta pek çok himmetleri sebk eden müteveffa Slavikof’un +tercüme-i halinde pek çok şeyler gördüm: Zavallı +kendisini milletine sevdirince milletin teveccühünü kazanınca +pek çok sıkıntılar maddi pek çok fedakarlıklar yapmaya +mecbur olmuş. Birçok mahrumiyetlere tahkīrata katlanmış. +Fakat sabr u sebatla bin-netice meramına nail olmuş. Biz de +silkimizde tefeyyüz edebilmek muvaffak olabilmek için büyük +fedakarlıklar yapacak ma’lumatımızı ziyadeleştireceğiz. +san bulunduğu memleketin mensub olduğu milletin tarihini +bilmek farzdır ve zannederim ki burada hepimiz müttefikiz. +Pek a’la! Biz Bulgaristan Türkleri tarihimizi biliyor muyuz? +Mazimizi tanıyor muyuz? Ben diyeceğim ki hayır! +Canım tarih okumuyor okutmuyor muyuz? Okuyor +okutuyoruz. Ama o umum Türkiye Tarihi! Ya bulunduğumuz +Bulgaristan bu eski Tuna vilayeti ya bu eski Rumeli +eyaleti tarih-i hususisine dair ne biliyoruz? Mesela Cum’a +Şumnu Yenipazar Osmanpazarı Varna Rusçuk hakkında +ne ma’lumatımız var? Buraların ahalisine dair ne biliyoruz? +Deliorman’ın adamı ile Karlova’nın veyahud başka yerlerin +adamları birbirlerine benziyor mu? Bu benzememezliğin sebebi +nedir hiç tahkīk ettik mi? +Demek isterim ki bu maddenin ruhu şudur: Biz +muallimler bulunduğumuz yerlerin ahval-i coğrafyasını topoğrafyası +tabakatü’l-arzına dair ma’lumatını bilsek tahkīkatta +bulunsak eski masallarımızı toplasak adetleri öğrensek +pek çok yeni ma’lumata destres oluruz zannederim. +Milletdaşlarımız olan Macarlar bir tarihte memleketimizde +misafereten bulunmuşlardı. Bizim ne kadar türkülerimiz +masallarımız varsa hepsini toplamışlar birçok mecmualar +yapmışlar. Maatteessüf biz birçok tarihi türkülerimizi unuttuk +yahud unutacağız. +Ya bu vatanın yetiştirdiği büyük adamlar; bunları biliyor +muyuz? Burada birçok measir-i hayriyyenin pek çokları +bizim benimseme[me]miz yüzünden mahv olup gitti bir +takımları da mahv olacaktır. Eğer şimdiden bunları sahife-i +tarihe tesbit etmezsek emin olunuz ki bizden sonra gelecekler; +ecdadımız evet! O şanlı ecdadımız hakkında pek fena +su’-i zanda bulunacaklar. Müslüman medeniyetine müslüman +umranına müslüman an’anatından bir şey bulamayacaklardır. +Binaenaleyh bize bu maddenin geçmesiyle beraber +herkesten –yani muallimler– sene nihayetine kadar +bulunduğu yerin ahval ve adatına dair bizim nokta-i nazarımıza +muvafık birer tahkīkat-ı tarihiyye ve coğrafiyye isteyeceğim. +mebani ve hayrat bugün ister mevcud olsun ister olmasın. +me-i halleri. +reselerin kütübhanelerin mezarların tarihleri banileri ve +saireleri. +vayat-ı tarihiyye. +harbiyye ve bunlara dair ahali-i mahalliyyenin bildikleri. +yeleri. +suretleri. +Balaya aynen nakledilen şu fıkralar gösteriyor ki Bulgaristan +muallimin-i muhteremesi muallimlik vazifesini bi-hakkın +takdir etmeye başlamışlardır. +Evet; biz muallimlerin vazifesi yalnız ders zamanında yarım +yamalak birkaç saat söz söyleyip de çıkıp gitmek değildir. +Bize öyle geliyor ki dünyada muallimlik vazifesi gibi mühim +ve mukaddes bir vazife yoktur. Zira milletin terakkīsi +mekteplerde aldığı ders ile mütenasibdir. +Mektepte mualliminden ne kadar fikir alır ne gibi bir +duygu ile perverde olursa o mensub olduğu milletin de kendisinden +o kadar istifade edebilir. Binaenaleyh bu vazife-i +mühimmeyi üzerlerine alan muallimler bir kere vazifenin +büyüklüğünü takdir ederek ona göre çalışmaları lazımdır. +Ölmüş olan bir millete ruh verecek onu yavaş yavaş +ayağa kaldırıp gezdirecek ona dünyayı seyrettirecek ona +hukūkunu insaniyetini bildirecek olan muallimler olduğu +gibi bir milleti atalete inkıraza doğru sürükleyip götürecek +olan da muallimlerdir. +pek vasi’ ma’lumata malik olmalı; derin bir vukūf ile huzur-ı +tullaba çıkmalı. Ehli olmayan kimseler verilen dersleri kabul +etmemeli hangi dersi kabul ettiyse gece ve gündüz o ders +hakkında tetebbuatta bulunmalı. +Bununla beraber o dersten maksad ne olduğunu da +hatırdan çıkarmamalı? +Sonra muhit-ı milliyi kendi mensub olduğu milleti düşünmeli! +Adat-ı milli ve an’anatına ehemmiyet vermeyen +milletler er geç mahkum-ı inkıraz olduklarına tarih şahid-i +beliğdir. Yukarıdan beri söylediklerim gayr-i kabil-i inkar bir +hakīkat iken maatteessüf bizim muallimler hala bunu takdir +edememişlerdir. +Ders zamanlarının haricinde çalışmak şöyle dursun ders +zamanında bile bir saati zor geçiriyorlar. Memleketimizin en +büyük mektebi olan darülfünunda öyle muallimler biliyoruz +ki ders zamanı olan bir saatte üç defa saate bakar zil vurulmadığından +şikayet eder hiç derse bakmadan; tedkīkatta +bulunmadığı bir dersi talebeye takrir etmek ister. +Yine öyle muallimler görülür ki kürsüye çıktığı gibi men­ +sub olduğu milleti unutarak milliyetini tahkīr etmeye kalkışır +efendim din milliyet gibi şeylerin ehemmiyeti yoktur bunlar +terakkīye mani’dir der. +Yine öyle muallimler görülür ki talebenin fikrini bütün +ma’nasıyla kurun-ı ulaya irca’ etmek ister. Hasılı bir saat +evvel gelir birisi bir şey söyler öbür saatte diğer muallim +gelerek onu nakz eder talebe de şaşırır kalır. +Gönül arzu eder ki bizim muallimler de bir Muallimin-i +nihayet versinler! +Balaya aynen nakletmiş olduğumuz madde pek çok +hakīkatleri havidir. Zannederim her birisinde büyük büyük +maksadlar vardır. Allah onlara muvaffakıyet bizimkilere teyakkuz +ve intibah versin! +Seyyid Senusi Hazretleri – el-Liva gazetesinin darü’l-harbde +bulunan muhabirinin Cağbub’dan keşide eylediği +telgrafta Senusi Şeyh-i Kebiri Seydi Ahad eş-Şerif +hazretlerinin Calu’ya geldiği ve yakında Cağbub’a muvasalat +edeceği ve ihtifalat-ı layıka ile istikbali için tertibat ve +zetesine yazıldığına göre şehr-i halin on dokuzuncu günü +Palermo namındaki vapur Trablusgarb’dan buraya muvasalat +eyledi. Bu vapurda kaffesi mecruh olmak üzere üç bin +nazaran bunlar Zanzur ve Seydi Said vak’alarında mecruh +olanlardan ber-hayat kalanlar olup İtalyan askerlerinin izhar +ettikleri temerrüd ü isyan üzerine memleketlerine iadeleri +taht-ı karara alınanlardır. Mezkur vapurda bulunan Malta +gazetesi muhabirinin verdiği izahata göre Trablusgarb’daki +jandarma mektebi mürettebatından on üç nefer intihar etmişlerdir. +Trablusgarb ve havalisindeki İtalya askerleri parasızlıktan +açlıktan ve bilhassa yorgunluktan son derecede +şikayet ediyorlar. Yakında kumandan-ı umuminin intiharı +yahud İtalyan askerleri tarafından katli havadisine intizar +edilmektedir. +beri Karadağlılar bila-inkıta’ ateş ederek Yaşko Glova Kulesi’ne +doğru ilerlemekte idiler. Ertesi gün Karadağlılar +taarruz eyledikleri Eşter Karakolu’nda bir onbaşıyı şehid +eylemişler ve karakolu ihrak etmişlerdir. Osmanlı müfreze-i +askeriyyesi bunun üzerine Berane’ye avdete mecbur kalmış +ve on altı nefer gaib olmuştur. Bundan maada bir mülazim +vak’aya kuva-yı imdadiyye sevk edilmiştir. Fakat bundan +evvelce haberdar olan Karadağlılar anasır-ı hıristiyaniyyeden +mürekkeb olan havali-i mezkure ahalisini teşvik ile asakir-i +Osmaniyyeye taarruza teşci’ eylemişlerdir. Binaenaleyh +asakir-i imdadiyyenin vürudu üzerine hücum eden halk ile +bir saat şiddetli bir müsademe icrasına mecburiyet hasıl olmuştur. +Karadağlılar her ne kadar Berane kasabasına dahil +olmuşlar ise de istihkamlar asakir-i Osmaniyye’nin taht-ı işgalinde +kalmış ve bilahare kuva-yı muavinenin vürudu üzerine +[Kara]dağlılar çekilmeye mecbur olmuşlardır. +Karadağlılar tarafından +Berane’ye karşı vukū’ bulan tecavüz-i hukūk-şikenaneden +dolayı Babıalice süfera-yı Osmaniyye vasıtasıyla +devletlere evvelisi gün bir tahrirat-ı umumiyye irsal ve tebliğ +kılınmıştır. Bu tahrirat-ı umumiyyede Karadağlılar’ın hududlarda +tevali eden ve ahiren Berane kasabasına karşı vukū’ +bulan hukūk-şikenane harekat ve tecavüzatları ber-tafsil izah +u beyan edilmiştir. Diğer taraftan Karadağlılar’ın tecavüzat-ı +ahireleri üzerine bittabi’ hudud civarında tedabir-i lazimeye +tevessül edilmesi mecburiyeti hasıl olmuş ve Karadağlılar +harekat-ı sakīmanelerine nihayet vermedikleri takdirde terettüb +edecek bilcümle mes’uliyetin Karadağ’a raci’ olacağı +bildirilmiştir. Hariciye Nezareti’nden aldığı emir üzerine Çetine +Maslahatgüzarlık vazifesini ifa eden Ali Rıza Bey dahi +Karadağ Hariciye Nezareti nezdinde teşebbüsat-ı müessire-i +siyasiyyeyi ifa eylemiştir. +Üsküb’den varid olan ma’­ +lu­ +mat-ı telgrafiyyeye nazaran Karadağlılar’ın mütecavizane bir +vaz’iyet alarak hatta Berane’ye kadar pa-yı tecavüz uzattıklarını +haber alan bilumum Arnavudların bu hareketten pek +ziyade münfail olarak Hükumet-i Seniyye’nin en küçük bir +lerini beyan etmeye başladıkları ve harekat-ı kıyamiyyenin +bu sebeble de tebdil-i şekl ü mahiyet ederek sükunun sür’atle +teessüs eylemekte olduğu anlaşılmıştır. +Ağustos’un dördüncü günü +Hanya kasabası haricinde bir İslam bir şahs-ı mechul tarafından +cerh edilmiştir. +Mısır’da Hidiv ile Lord +Kiçinır’a ve Reis-i Nüzzar Said Paşa’ya su’-i kasd tertibatıyla +va gazetesi muharrirlerinden İmam Vakid ve Muhammed +Abdüsselam Efendiler ile talebeden Mahmud Tahir El-Arabi +Efendi’nin Kahire Cinayet Mahkemesi’nde icra olunan +muhakeme-i vicahiyyeleri neticesinde İmam Vakid Efendi’nin +hidemat-ı şakka ile beraber on beş sene küreğe vaz’ +olunmasına ve Muhammed Abdüsselam ve Mahmud Tahir +El-Arabi Efendilerin de on beşer sene hapislerine karar verildiği +okunmuştur. +Tanca’dan “Ajans Havas” a +yazılıyor: Ayın on dördünde Puvan kıt’a-i askeriyyesi tarafından +mecruh verdikleri te’min olunmaktadır. Mecruhlardan +yirmi bir neferin yarası vahimdir. Fumaliler nezdine dahil +olan Manga kuvve-i askeriyyesine mensub Senegal efradından +mürekkeb bir müfreze yüz kadar Fas süvarisi tarafından +duçar-ı taarruz olmuştur. Müsademe birkaç saat devam etmiştir. +Fransızların kuvve-i imdadiyye almaları üzerine Faslılar +ric’ate duçar edilmiş! Fransızların bu müsademede iki +maktul ve yirmi mecruhları vardır. +Mulay Yusuf başlıca şehirlerde Hükumet-i +Şerifiyye Sultanı i’lan olunmuştur. Merkez-i idaredeki i’lan +esnasında ahali ulema ve mu’teberandan pek çok kimse +hazır bulunmuş ve bilahare beray-ı arz-ı ubudiyyet saraya +azimet eylemişlerdir. +Rusya Hükumeti Karadeniz’in +en büyük harb limanı olan Sivastopol’da idare-i örfiyye +zetesine iş’ar olunduğuna nazaran Baltık Denizi’ndeki en +büyük harb limanı olan Kronştad’da dahi idare-i örfiyye +ya efrad-ı bahriyyesinde harekat-ı ihtilaliyyenin son derecede +tevessüünden dolayı idare-i örfiyyelerin i’lan olunduğu +beyan olunuyor. Rusya hükumeti idare-i örfiyyenin i’lanını +Puvankara’nın azimetine te’hir eylemek istemiş ise de harekat-ı +hükumeti isti’cale sevk eylemiştir. +Rusya’da senesi +yalnız Rus rakısı olmak üzere yedi yüz yetmiş dört milyon +. . ruble kıymetinde rakı içilmiştir. İçilen rakının +mikdarı milyon kova çilaktir. Her çilak yirmi şişe hesab +olunur. Umum Rusya’da bir sene zarfında küul isti’malinden +vefat edenler . tedavisi gayr-i kabil hastalığa duçar +olanlar . beray-ı tedavi hastahanelere girenler . +bu sebeble tecennün edenler . kişidir. Nefs-i Petersburg +vefeyat istatistiğinde binde otuz rakıdan vefat görülüyor. İşte +nim-resmi bir istatistik olduğu cihetle nazar-ı i’tibara alınarak +mülahaza olunursa Rusların istikbali bir derece keşfolunabilir. +Müslümanlar da Şeriat-i Garra-i Muhammediyye +kıymetini takdir etsinler hamrin hürmetine bundan daha +büyük bir delil aramak abestir. +Petersburg Ajansı Tiflis’ten +venler’e ale’l-gafle hücum ve kabail-i mezkurenin bütün ordugahını +zabtetmiştir. Miralay Çenançef Anbulan civarında +Hacebeylü kabilesini mecbur-ı ric’at etmiştir. Diğer bir Rus +kıt’ası Rus pişdarını bunların kuvve-i külliyyesinden ayırmak +Rusların bu muharebede zayiatı yedi maktul dört mecruhtan +reken şimal istikametine doğru Şahsevenler’e karşı bir hareket +Rusya ile Moğolistan [arasında] atideki beş maddeyi +hükumeti Moğolistan’ı kendine düşman göreceği ihtirasat-ı +ecnebiyyeye karşı müdafaa edecektir. Rusya hükumeti +Çin’in Moğolistan umur-ı dahiliyyesine müdahalesini men’e +çalışacaktır. Moğolistan Rusya’dan gayri yerlerden istikraz +akdetmemeyi deruhde eder. Rusya hükumeti; memlekette +servet-i tabiiyyenin semeredar olması hususunda +hukūk-ı hususiyyeyi haiz olacaktır. Umum Moğolistan +ve mülhakatında turuk-ı hadidiyye inşası hakkı ancak Rusya’ya +verilecektir. +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Yoksa yeryüzünde de dolaşmadılar mı ki kendilerinden +evvel gelenlerin akıbetleri nasıl olduğunu göreler? İşte +yeryüzünde kuvvetçe asar-i medeniyyetçe kendilerine faik +ları Allah’ın azabından bir kurtaran da olmadı.” +* * * +Ayet-i celile + +---- +. . +---- + +ayetleriyle başlayan Suretü’l-Mü’min’e mensub olmakla +beraber “Dünyayı dolaşınız; evvelce gelip giden milletlerin +leri esbabını tedkīk ediniz...” mealini natık ayat-ı kerimeye +Kitabullah’ın böyle bir çok yerinde tesadüf olunur. +Hakīkat insan kafa gezdirmemek şartıyle gezer; uğradığı +yerlerde ağzını değil gözünü açarsa pek büyük ibretler görür. +Hele biz şarklılar için devr-i alem seyahatine pek o kadar +hacet yok: Zira memleketimizin her köşesinde büyük büyük +saltanatlar koca koca milletler kaynamış hala gidiyor; toprağımızın +neresini eşsek bakıyoruz ki: Orada başlı başına bir +cihan-ı ümran gömülmüş yatıyor! +Vaktiyle yerin yüzünü bizden çok hem kıyas kabul etmeyecek +kadar çok i’mar eden; kuvvetlerine satvetlerine +medeniyetlerine samanlarına servetlerine kıyamete kadar +şehadet edebilecek eserler bırakan bu ümmetler acaba hangi +zelzelenin hangi tufanın hangi kıyametin te’siriyle yerin +dibine geçmişler? Hangi inkılab-ı elimin kurban-ı bi-günahı +olarak bu alemden gitmişler? +Haliyle varid olacak bu suali halletmek için tarihi karıştırırsak +anlıyoruz ki bütün o felaketler o inkırazlar o helakler +enbiyanın gösterdiği yola gitmemekten ileri gelmiş. +Peygamberler Allahü Zü’l-celal tarafından insanlara hem +dünyada hem ukbada mes’udiyetlerini kafil olacak birer +şeriat tebliğ ediyorlar. Bu alem-i hilkatte cari olan kavanin-i +tezasına tevfik-i hareket ederseniz dünyada bir hayat-ı tayyibe +Yok Allah’ın evamirini dinlemezseniz her iki dünyada belanızı +bulursunuz” diyorlar. +Milletler bu ilahi tebligatı dinledikçe fıtratın ezeli ebedi +kanunlarına itaatten ayrılmadıkça; maddi ma’nevi her türlü +feyzi her türlü terakkīyi elde ediyorlar. Bilakis o tebligatın +sıd­ +kına semaviyetine inanmayacak; o kanunların +kat’iyetinden istisna kabul eylemeyeceğinden zuhul edecek +bir hale gelince esfelü’s-safilin-i hüsrana doğru inip gidiyorlar. +Hem o evamirin yalnız ilahi olduğuna iman etmek bir +cemaati kurtarmıyor; onlara hakkıyle sarılmak onların gös­ +terdiği yoldan sapmamak icab ediyor. İsyanlar tuğyanlar +fitneler tefrikalar sefahetler ataletler nifaklar şikaklar ce­ +ha­ +letler musallat oldukları milletleri izmihlal uçurumuna mutlaka +sürüklüyor. Artık bu belalar ister imansızlık yüzünden +neş’et etsin isterse esasa inanıldığı halde a’male karşı mübalatsızlıktan +tan +kabil değil geri kalmıyor. +Öyle ise biz de bari bundan sonra olsun gözümüzü +açalım. Tarihi öyle masal dinler gibi dinlemeyelim. Her +vak’adan kendimiz için ibretler hisseler almaya çalışalım. +Gezdiğimiz uğradığımız memleketlerin yalnız havasıyla suyu +Sahib ve Müdir-i Mes’ul: H. Eşref Edib +hakkında ma’lumat edinmeye kasr-ı himmet etmeyelim! +Geçmişten ibret almamakta devam edersek el-iyazu-billah +gelecekler için pek acıklı bir ibret olacağız. +Mehmed Akif +MÜDAFAAT-I DINİYYE +HAK VE HAKĪKAT +− +Dozy Tarih ’inden: “Diğer mühtedilerin kaffesi ecnebi +köle ve kadın idi. Bir Allah-ı vahide i’tikad ve amellerinden +mes’uliyetleri fikri ekserisinde bir keşif ve rehber ihtiyacı +uyandırmıştı. Muhammed mu’cizeleriyle bu ihtiyacı teskin +etti ve kendisinin bizzat gördüğü gibi hastalığının hamlelerinde +me’muriyet-i mahsusa-i kudsiyyesinin isbatını gördüler.” +Zikrolunan zevat-ı kiramı ta’kīb eden mühtedilerin hiçbiri +rical-i ahrardan değilmiş bu da hilaf-ı hakīkat olarak söylenmiş +ve garaz-ı izdirayı mutazammın bulunmuş olmağla +şayan-ı tekzibdir. Def’-i iştibah için o sırada nail-i hidayet +olan zevatın en meşhurlarını ta’dad edelim: Zeyd bin Amr +bin Nüfeyl’in ferzend-i paki cenab-ı Said zevcesi Fatıma binti +el-Hattab –ki Ömer el-Faruk’un hemşiresidir– ile beraber +daire-i münciyye-i İslamiyyet’e dahil olmuş idi. Kezalik eminü’l-ümme +Ebu Ubeyde bin el-Cerrah Ubeyde bin el-Haris +bin Abdilmuttalib Ebu Seleme el-Mahzumi Kudame bin +Maz’un Abdullah bin Maz’un Ebu Huzeyfe bin Utbe bin +Rebia –ki zadegan-ı Kureyş’tendir– Ebu Zer-i Gıfari Halid +bin Said bin el-As Amr bin Said Yasir ve oğlu cenab-ı Ammar +Husayn ve oğlu İmran bu zümrede dahildir. Bunlardan +biraz sonra da Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ömer saadet-i +ezeliyyelerini izhar etmişlerdir. Rıdvanu’llahi aleyhim ecmain +Bir de iman edenlerde zaten tevhid ve mücazat i’tikadı +bulunmasına binaen rehber ihtiyacı uyanmışidi diyor. Bu da +doğru değildir. O esnada birkaç büyük zattan maada kabul-i +kendilerinde i’tikad-ı vahdaniyyet eseri bulunmadığı gibi +mes’uliyet-i a’mal dediği ceza-yı uhrevi fikri de yok idi. Arab +müşriklerinin kabul-i İslamiyyet’e kabiliyetleri pek az ve ihtidaları +gayet müteassir olduğunu Dozy ma-sebakda izah +ve i’tiraf eylediği gibi Resul-i Ekrem Efendimiz’e muarız +bulunan sanadidin ne derece mütemerrid ve umur-ı ahiretle +müstehzi olduklarını da ileride sırası gelince tasvir edecektir. +Maahaza rehber talebinde bulunan eşhası irşad etmek +de kolay bir şey olmadığını mukaddime-i kitapta biz izah +etmişidik. Yeniden bir din te’sis edip halaıkı me’lufları bulunan +adat ve i’tikadattan çevirmek te’yidat-ı Sübhaniyyeye +mazhar olmaya mütevakkıftır. +Dozy’nin kelamı tenakuzdan da salim değildir. Bir taraftan +zat-ı Risalet-penahi hakkında mu’cizeleriyle halkın rehbere +dair hissetmekte oldukları ihtiyacı teskin etti me’muriyet-i +kudsiyyesinin isbatını gördüler diyor diğer taraftan da +saha-i nübüvvetin müberra bulunduğu bir nevi hastalıktan +bahs ile halt-ı kelam ediyor! Bu hastalık Şebrenger nam +doktorun isnad eylediği “histeriya-yı adali” denilen sinir illetinden +bir nevi’ masruiyetten ibarettir ki bu zümre-i garazkaran +esna-yı vahyde enbiyada müşahede edilen halet-i +mukaddese-i insilahiyyeyi buna hamle yelteniyorlar. Cild-i +evvelde biz bu iftira-yı telbiskaraneyi redd ü ibtal ile onların +utanmak bilmeyen çehrelerine çarptık hengam-ı vahyde +enbiya-yı izam hazeratında görünen bu tegayyürat-ı zahiriyyenin +vukūu emr-i zaruri olduğunu defaatle anlattık. Binaenaleyh +artık burada ıtnab-ı makale lüzum görmüyoruz. +Dozy bunu müteakıb kelamı Hazret-i Ömer el-Faruk +ra’un İslamiyet’ine nakl ile evvela müşarun-ileyhin şecaat +ve istikamet gibi bazı evsaf ve mezayasından bahsetmiş +ba’dehu keyfiyet-i ihtidalarına dair –kısas-ı enbiyada +mezkur– kıssa-i ma’lumeyi nakl ile bunu da an’ane-i tarihiyye +dahilinde kain ihtiraat cümlesinden addeylemiştir. +Bu kıssanın mahza müşarun-ileyhin din-i hakkı kabul etmesi +–haiz bulunduğu ehemmiyete binaen– bir keramete +bir harikaya atfedilmek bu vesile ile Kur’an-ı Kerim ’in +tilavet ve mütalaasındaki te’sir mübalağalı bir tarzda gösterilmek +maksadıyla tertib olunmuş bir menkabe bir efsane +olduğu iddiasında bulunarak mebde’-i kıssada “Şiire muhabbeten +burada bu menkabeyi zikrederiz” nihayetinde de +“Bu bir menkabedir ki hem Ömer’in ihtidasını müessir bir +surette tasvir etmek hem de bu ihtidanın ulviyyet-i Kur’an +Buna dair olan şübhesini de iki yüzden yürütmek istiyor. +Evvela Hazret-i Ömer bais-i hidayeti gösterilen Taha +suresini okumazdan evvel Kur’an-ı Kerim ’in başka suver +ve ayatını istima’ etmemiş değildi. Çünkü “Muhammed’in +vahyleri kafi derecede ma’ruf idi.” Niçin bunlar kendisine +te’sir etmemiş? Saniyen! Din-i cedide –menakıbın dediği +kadar– ateşin düşman olmamışidi. Binaberin onun müessis +ve müntesibleri hakkında taarruzatta bulunması istib’ad +olunur. Hatta hemşiresiyle eniştesi Said’in ra ihtidalarına +vakıf idi diyor. Ve bu iddiasını Hazret-i Said’in Kufe kürsisi +üzerinde ala-melei’n-nas müşarun-ileyhin izhar-i İslamiyyetlerinden +evvel zevcesi ile kendisini tasdik etmekte olduğunu +beyan etmiş olmasıyla te’yide çalışıyor. +Bu şübhelerin her biri kabil-i def’dir. Çünkü Kur’an-ı +Kerim ’in medar-ı ihtida olması mücerred uzaktan istima’la +tecelli etmez. Belki bil-iltizam mazmun-ı şerifini tedbir ve +mülahazaya vabestedir. Caiz ki Hazret-i Ömer kıssanın +beyanını havi olduğu zamana kadar hiçbir ayet-i celileyi +dikkat ve i’tina ile nazar-ı mütalaaya almamış hakkıyla +mülahaza ve tefekkür etmemiş olsun. +Hazret-i Said’in zikrolunan i’lanı hazret-i müşarun-ileyhin +olmasına delil olamaz. Belki kıssada mezkur ruz-ı ihtidadaki +mülakat neticesi olan tasdik ve i’tirafa da müsaiddir. +Her halde Dozy’nin taht-ı i’tirafında olarak –Hazret-i +Ömer kemal-i celadeti ve istiklal-i fikri ile beraber– kanaat-i +vicdaniyyesi hilafına hareket etmemiş ancak ve ancak istima’-ı +Kur’an sayesinde nail-i hidayet olmuştur. İstimaın +tekerrür edip etmemesi esas i’tibariyle siyyandır. Bu cihet +kabil-i inkar olmadığı halde Kur’an -ı Azim’in te’sir-i harikanesini +tasavvur maksadıyla kıssa ihtiraına mecburiyet iddiası +be-gayet gülünç bir şey oluyor. +SÜLEYMANIYE KÜRSÜSÜNDE +Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış; +Ruh-i İslam’ı telakkīleri gayet yanlış. +Sanıyorlar ki: Terakkīye tahammül edemez; +Asrın asar-ı kemaliyle tekamül edemez. +Bilmiyorlar ki: Ulumun ezeli dayesidir; +Beşerin bir gün olup yükselecek payesidir. +Mündemic sine-i pakinde bütün insanlık... +Bunu teslim eder insafı olanlar azıcık. +Müslüman unsuru gayet mütedenni doğru; +Şu kadar var ki: Değildir bu onun mahzuru. +“Müslümanlık” denilen ruh-i İlahi arasak +“Müslümanız!” diyen insan yığınından ne uzak! +Dini tedkīk edeceksek dönelim haydi geri; +Alalım neş’et-i İslam’a yakın bir devri: +O ne dehşetli terakkī o ne müdhiş sür’at! +Öyle bir harika gösterdi mi insaniyyet? +Devr-i fetrette kalan hem de asırlarca kalan; +Vahşetin gılzetin a’makına daldıkça dalan; +Gömerek dipdiri evladını kum çöllerine +Bunda bir neşve duyan hiss-i nedamet yerine; +Önce dağdan getirip yonttuğu taş parçasını +Sonra halik tanıyan bir sürü vahşi yığını +Nasıl olmuş da otuz yılda otuz bin senelik +Bir terakkī ile dünyaya kesilmiş malik? +Nasıl olmuş da o fazıl medeniyyet o kemal +Öyle bir kavmin içinden doğuvermiş derhal? +Nasıl olmuş da zuhur eyleyebilmiş Sıddik? +Nereden gelmiş o Haydar’daki irfan-ı amik? +Önce dehşetli zıpırken nasıl olmuş da Ömer +Öyle bir adle sarılmış ki: Değil kar-ı beşer? +Hail olsaydı terakkīye eğer Şer’-i mübin +Devr-i mes’ud-kudumuyle giren asr-ı güzin +En büyük bir medeniyyetle mi eylerdi zuhur? +Mündemic olmasa ruhunda onun na-mahsur +Bir tekamül o kadar harika nerden doğacak? +Mütefekkirleriniz anlaşılan pek korkak +Yahud ahmak... İkisinden bilemem hangisidir! +Sanıyorlar ki: “Bugün Avrupa tekmil kafir. +Mütedeyyin görünürsek diyecekler; barbar! +“Libri pansör” geçinirsek değişir belki nazar...” +Şark’ı baştan başa yıllarca dolaştım gezdim; +Hem de oldukça görürdüm... Kafa gezdirmezdim! +Bu Arabmış bu Acemmiş bu Tatarmış demedim; +Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim. +Küçük ademlerinin ruhunu tedkīk ettim; +Büyük ademlerinin fikrini ta’mik ettim. +Nedir esbab-ı terakkīsi? Yakından görmek. +Bu uzun boylu mesai bu uzun boylu sefer +Bir kanaat verecekmiş bana dünyada meğer. +O kanaat da şudur: +Sırr-ı terakkīnizi siz +Başka yerlerde taharriye şitab etmeyiniz. +Onu kendinde arar yükselecek bir millet; +Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket. +Alınız ilmini Garb’ın alınız san’atini; +Veriniz hem de mesainize son sür’atini. +Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız; +Çünkü milliyyeti yok san’atin ilmin; yalnız +Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için +Kendi “mahiyyet-i ruhiyye”niz olsun kılavuz. +Çünkü pek saçmadır ümmid-i selamet onsuz. +Sonra dikkatlere şayan olacak bir şey var: +Kocaman bir ağacın tıpkı çiçeklenmesine +Benzetirler ki hakīkat ne büyük söz bilene! +Bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı; +Sayısız kökleri tekmil dalı tekmil budağı +Milletin sine-i mazisine merbut; oradan +Uzanıp gelmededir. − Öyle yaratmış Yaradan − +Bir cemaat ki nihayet ona gelmez de iyi +Ağacın hey’et-i mecmuası yahud çiçeği +Ta gider sine-i milletten urup hake serer... +Milletin kendi olur işte o baltayla heder! +Çünkü meydanda kalan kütle yığınlarca odun! +Hastalanmışsa ağaç gösteriniz bir bilene +Bir de en çok köke baksın bakacak kimse yine. +Aşılarken de vurun kendine kendinden aşı. +Şayed isterseniz ağacın donanıp üstü başı +Benzesin taze çiçeklerle bezenmiş geline; +Geçmesin dikkat edin balta çocuklar eline! +Size aid sizi tahlis edecek sa’y-i beliğ. +Ya İlahi bize tevfikıni gönder... +− Amin! +Doğru yol hangisidir millete göster... +− Amin! +Ruh-i İslam’ı şedaid sıkıyor öldürecek. +Zulmü te’dib ise maksud-i mehibin gerçek +Nara yansın mı beraber bu kadar mazlumin? +Bi-günahız çoğumuz... Yakma İlahi! +− Amin! +Boğuyor alem-i İslam’ı bir azgın fitne; +Kıt’alar kaynayarak gitti o girdab içine! +Mahvolan aileler bir sürü ma’sumundur; +Kalan avarelerin hali de ma’lumundur... +Nasıl olmaz ki tezelzül veriyor Arş’a enin? +Dinsin artık bu hazin velvele ya Rab! +− Amin! +Müslüman mülkünü her yerde felaket vurdu; +Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu. +O da çiğnendi mi çiğnendi demek Şer’-i mübin... +Hak-sar eyleme ya Rab onu olsun... +− Amin! +Ve’l-hamdu li’l-lahi Rabbi’l-alemin. +TA’LIM VE TERBIYE ESASLARI +Ta’lim ve terbiye ile meşgūl olan zevatın münferid tecrübelerini +şahsi metodlarını bir yere toplayarak ma’kūl ve +faide-bahş olanları bit-tefrik umumi prensiplerle yekdiğerlerine +rabt etmek suretiyle muayyen bir sistem meydana çıkarılırsa +bunun tatbikından pek çok faide istihsal olunabilir. +Her mürebbi muallim kendi idrak ve temayülatına göre +bir usul ta’kīb etmekte serbest kalırsa muhtelif gayelere göre +terbiye edilecek olan nesl-i ati arasında bir ahenk bir vifak +bulunamaz. Bu halin mahzurları ise izahtan müstağnidir. +Şübban-ı vatanın acemi ellerde beyhude ve gayesiz +u­ +sullerle heder edilmesine bittabi’ müsamaha gösterilemez. +Mürebbi ve muallimlerin kavanin-i tabiiyyeyi hiçe sayarak +arzuları vechile bir usul-i keyfi vaz’ ve tatbikına kalkışmaları +neticesiz ve hilkat-şiken bir hareket addolunabilir. +Bu hal genç dimağları terakkīye değil bilakis inkıraza +sevk etmekten başka bir netice hasıl edemez. +Yetiştirilecek gençler –ki atiyen mukadderat-ı vatan +ken­ +dilerine tevdi’ olunacaktır– agūş-ı maderden i’tibaren +nevamis-i tabiiyyeden müstahrec bir usule tatbikan metin +ve esaslı bir terbiye-i fikriyye alamazlarsa istikbalden intizar +edilen tatlı ümniyeler bir serab halini alır. Asliyetini gaib ederek +yetişecek nesil milletin saadet ve refahına karşı daimi bir +unsur-ı tehlike ve tehdid teşkil edebilirler. +Her millet kendisine mahsus bir takım secaya-yı nebileye +maliktir. Bu seciyelerdir ki milletlere mümtaz birer paye-i +mahsus bahş etmiştir. Ta’lim ve terbiye secaya-yı necibe-i +milliyyenin muhafaza ve neticesi esasına müstenid olmalıdır. +Silsile-i uzviyyatta müşahede olunan temadi ve tekamül-i +cismani ve psikolocya kanunu aynıyla nev’-i beşerde +de hükümrandır. Yalnız sevk-ı tabii ve temayülat-ı ırkıyye insanlarda +meleke-i zekaiyye muğlak bir terbiye-i psikolojiyye neticesinde +Saha-i hilkatte hüküm-ferma olan temadi kanunu uzviyyatta +tecdid-i şekl yani tenasül tarzında tecelli ederek cismani +ve psikolocyai iki safha arz etmektedir. Temadi-i cismani +tekamül-i uzviyi intac ettiği gibi temadi-i psikolocyai de +temayülat ve sevk-i garizi gibi amillere merbut bulunmaktadır. +Avamil-i mezkure hayat-ı ruhiyyenin üss-i muharrikleri +olup veraset namı altında ecdaddan ahfada intikal ederler. +Fakat çocuk büyüdükçe vasat-ı muhitinin temayülat-ı +şahsiyyesine olan te’siri de o nisbette artmaya başlar. Nihayet +bu te’sirata ser-füru etmek mecburiyeti hasıl olur ki bunu +da muhite tevafuk suretinde beyan edebiliriz. Temayülat-ı +mezkureye daha sonra ebeveyn ve mürebbilerin te’sirat-ı +nid bir gayeye müteveccih bulunan bu te’sirat da ta’lim ve +terbiye ünvanı altında cem’ edilmektedir. +Çocuktaki isti’dad ve temayülat-ı psikolojiyyenin yaşayacağı +muhite göre inkişaf ettirilmesi icab edeceği gibi gayenin +de behemehal muayyen olması lazımdır. Çocukları +ta’lim ve terbiyeden maksad nedir? Onları ne gibi bir gaye +taayyün etmesi iktiza eder. Bu husus taayün ettikten sonra +nasıl yetiştireceğimiz mes’elesi gelir ki pedagoji bize bu esasları +Şimdiye kadar mekteplerimizde ta’kīb edilen tarz-ı tedris +ve terbiyede Eflatun’un köhne Hükumet Mefkuresi kabul +edilmiş olduğu görülür. Çocukları hükumet me’muru olmak +üzere yetiştirmek gayesine müstenid olan bu usul bile maatteessüf +suret-i salimede tatbik olunamıyor. +Cidalgah-ı hayata atılacak gençler acaba yalnız idare-i +hükumet vazifesiyle mi mükellef olacaklardır? Ve öyle mi +olmalıdır?... Her şahıs evvela bizzat kendini sonra umur-ı +zatiyyesini hüsn-i idare ile muvazzaf değil midir? Saadet-i +hayatiyyenin en esaslı renklerinden bulunan bu vazifeleri +hakkıyla ifa edebilecek kadar bir terbiye-i asile alamamış +olan bir genç umur-ı hükumeti ne suretle idare edebilecektir? +Mütalaa-i acizaneme göre ta’lim ve terbiye çocukları +cem’iyet içinde ne olmaları lazım ise o hayat için hazırlamak +esasına müstenid olmalıdır. Bu esasa binaen ta’lim +ve terbiye edilecek bir genç hayatın bilcümle safahatında +bizzat kendi kendini zeka ve kudret-i akliyyesini umur ve +hususat-ı zatiyyesini vezaif-i medeniyye ve ictimaiyyesini +hüsn-i idare ve kuva-yı bedeniyyesini muhafaza ederek +arasında yaşadığı cem’iyet-i beşeriyeye nafi’ bir uzuv olarak +yetişebilir. +Hazret-i Haydar’ın ... tavsiye-i +aliyyesi ta’lim ve terbiye hususunda bizim için bir mişkat-i +hakīkat-bin olamaz mı? +Alman hakim-i şehiri Kant “Altından çıkamayacağımız +mes’uliyetlerin en ağır ve en müşkili ta’lim ve terbiye mes’elesidir.” +demişti. Filhakīka böyledir. Hayat-ı ictimaide müşterek +olan efraddan her biri diğerlerinin terbiyesine az çok bir +te’sir icra etmekten geri kalmaz. Ensal-i cedideyi örf an’ane +te’sir-i muhit tevarüs muvaneset gibi avamilin te’siratından +kurtararak hem şahıs ve hem nevi için en haşin ve en ziyade +velud şerait-ı hayatiyyeye tevfik etmek ve insan namına +bi-hakkın şayeste bir mertebeye i’laya çalışmak hakīkaten +güç bir mes’eledir. +a’lim ve terbiyeye esas olmak üzere evvelemirde ber-vech-i +ati üç şey nazar-ı i’tibara alınırsa bu ağır ve müşkil vazife +mehma-emken tahfif edilmiş olur: +Bir tarz-ı hayatı iyi ve saadet-bahş görmek +Bu tarz-ı hayatı tercih etmek +Çocuğu bu hayata hazırlamak +Bu prensipler gözetilmek üzere tatbik edilecek tedrisat +sayesindedir ki vatana muhtac olduğu münevver ve zinde +dimağlar yetiştirilebilir. +M. Şemseddin + +---- +TARIH +---- + + +---- +AFGANISTAN +---- + + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +O havali sergerdeleriyle ahalisi aralarında bir meclis teşkil +ettikten sonra bana bir takım hediyeler getirdiler birkaç +gün içinde iki bin süvari ile bin piyade teşkil olunarak Mir +Baba Big kumandasında Feyzabad’a gönderilmesine emir +verdim. Bu emir icra olundu. Ber-vech-i ati bir de mektup +yazıp bu askere terfik ettiğim bir me’mur ile yolladım: +“Ehl-i İslam! +“Ben müslüman olan Afgan ahalisiyle harb etmek için +değil a’da-yı din ile cihad eylemek üzere geldim. Binaenaleyh +bana itaat göstermeniz lazımdır. Benim hükmüm +canib-i İlahi ve taraf-ı Risalet-penahi’dendir. Çünkü hepimiz +Allah’ın kuluyuz ve cümlemiz cihad ile me’muruz. +Feyzabadlıların bana mütabaat edeceklerini umduğum +başka bir de ümera ile eşrafa hitaben bir mektup tahrir ile +Mir Baba Big’e tevdi’ ettim. O mektup da şu suretle muharrer +“Mir Şahzade Hasan ve Feyzabad sergerdeleriyle ahalisine +ma’lum ola ki: +“Ben Afganistan’ı İngilizlerden kurtarmak için geldim. +Bu emel sulhan kabil olursa fe-biha olmadığı surette harb +edeceğim. +“Siz memleketin ümerası ve ekabirisiniz. Vilayat-ı İslamiyyenin +Frenkler eline geçmesine rıza göstermeyiniz. Şayed +böyle bir felaket vukū’ bulursa namusumuz berbad +olacağı gibi bütün dünya nazarında asabiyet-i kavmiyye ve +gayret-i diniyye sahibi olmamakla nifak u şikak neticesinde +memleket ve dini elden kaçırmakla itham ediliriz. +“Beyler! +“Nesayıhımı dinleyiniz. Sözüme kulak asmadığınız surette +açık söyleyeyim ki sizi din düşmanı farz eyleyerek harb +edeceğim. İyi düşününüz: Ya dinin hamisi olunuz yahud +benimle muharebeye hazırlanınız.” +Bu mektubu okuyan sergerdegan ile ahali beylerinin +nezdine gidip bana itaat ve memleketlerinin yed-i küffara +geçmesine mümanaat etmelerinin en doğru bir hareket olacağını +söylemiş. Bey ise: +– Ben Keşmir hakimleriyle iyi görüşürüm. Abdurrahman +gibi bir müslümana tabi’ olacağıma Keşmir ümerasına +Sergerdeler de: +– Sizin Keşmir Hindularına tabi’ olacağınızı bilse idik hiçbir +vakit kendimize hakim intihab etmezdik. Madem ki fikriniz +anlaşıldı sür’at-i mümkine ile Keşmir’deki dostlarınız��n +yanına buyurun cevabını vermişler. +Budala herif memleket ve hükumetini bırakıp ve ıyal ü +etfalini Çetral ve Ledah tarikıyla Keşmir’e gitti. Çok geçmeden +de orada vefat ederek ehl ü ıyalini zaruret içinde bıraktı. +* * * +Birkaç gün sonra Katagan Beyi Mir Sultan Murad’a “Afganistan’ı +le vilayetiniz dahilinden geçmeye müsaade eder ve gerek +mali ve gerek askeri bana yardım eyler misiniz?” mealinde +bir mektup yazıp yolladım. +Şöyle bir cevap gönderdi: +“İngilizlere muhalefet edecek kuvvetimiz olmadığından +vilayetimiz dahilinden geçmenize müsaade edemeyeceğiz.” +Tekrar şu mektubu irsal ettim: +“Küffar ile müttefik olduğunuz anlaşıldı ve ibtida sizinle +harb etmek lazım geldi.” +Bu mektubu da gönderdim ama Mir Sultan Murad’ı fikrinden +döndüremeyeceğimi anladığımdan sutur-ı atiyyeyi +havi bin kadar beyanname yazdırıp derviş kıyafetine girmiş +bir me’mur ile Belh askerine isbal ettim: +“Ey Afganistan ahalisi! +“Ma’lumunuz olsun ki: Belh’e girmek için yola çıkıp +Rustak’a vasıl oldum. Fakat gelip size iltihak etmeme Mir +Sultan Murad mani’ oluyor.” +* * * +şeklinde yazılmıştır. +Bir parça da Bedahşan ahvalinden bahsedelim: +Evvelce beyan olunmuştu ki: Amca-zadelerim Serdar +Server Han ile [ ] Serdar İshak Han’a yol masrafı kuyruktan +dolma altmış tüfenk ve on iki bin fişenk verip Türkmenlere +hitaben yazılmış mektublar ile Semerkand’dan +Müşarun-ileyhima ile Abdülkuddus Han Türkistan’a vasıl +oldukları esnada Gulam Haydar Han iki üç bin Kızılbaş +süvarisini bunların ahz ü giriftine me’mur etti. +“Bu Gulam Haydar Han Verdek taifesinden olup Şir Ali +Han zamanında “Grinellik” Binbaşılık rütbesini ihraz eylemiş +ve Muhammed Ya’kūb Han’ın devr-i emaretinde Belh +Hakimliği’ne ta’yin olunmuş mansıb-ı cedidine geçince Gader +Han Kızılbaş’ı Şebergan Hakimliği’ne Gulam Muizzüddin +Han Nasıri’yi Serpul Hakimliği’ne Muhammed Server’i +de Ağça Hakimliği’ne nasb eylemişti.” +Amca-zadelerim Gulam Haydar Han’ın teşebbüsünden +haberdar olunca –mukabeleye kuvvetleri olmadığı için– +Belh tarikını bırakıp Şebergan cihetine gittiler ve yolda Şebergan +hakimine –ki Kızılbaş idi– bir kağıd yazdılar. +mişti. Gece yarısı Şebergan haricine geldikleri sırada Server +Han şehre gidip hakimle görüşmek fikrinde bulundu. Biraderleri +men’ etmek istedilerse de dinlemedi ve: +– Beni bırakırsınız yahud sizi tüfenkle vururum! diyerek +Şerbet Ali namındaki hizmetkarı ile gidip kale kapısını çaldılar +ve: +– Kimsiniz? sualine: +– Ceneral Gulam Haydar Han’dan Şebergan hakimine +bir kağıd getiriyoruz cevabını verdiler. +Kapı açılıp bunlar içeriye girdilerse de karakol me’muru +Server Han’ı tanıdığı cihetle: +– Şehre girmekten maksadınız nedir? diye sordu. Server +Han maksad-ı duhulü anlattı. Me’mur: +– Şimdi dönüp gidiniz. Yoksa hakim sizi esir edecektir. +Yarın süvarilerinizle gelecek olursanız ahali ile birlikte size +mutavaat eyleyeceğiz dedi. Server Han benim Bedahşan’ı +teshir ettiğimi zımnen işitmiş olmakla beraber bu sözü dinlemedi: +– Buranın hakimi beni da’vet etmiştir. Gidip onun elini +ayağını öperek kendisine itaat eyleyeceğim cevabını verdi. +Nihayet hakimin huzuruna götürüldü ve eli ayağı bağlanıp +bir binbaşı ile bir müfrezeye teslimen Deşt-i Erzene tarikıyla +Mezar-ı Şerif’te bulunan Gulam Haydar Han’a gönderildi. +Müfreze ile bedbaht esir sabahleyin Devadi’ye geldiler ve +oradan Gulam Haydar Han’a Server Han’ın giriftini müş’ir +haber yolladılar. +Gulam Haydar Han erkan-ı hükumetiyle müşavereden +sonra Server Han’ın vürudu duyulacak olursa Kuhistan ve +Özbek taifelerinin iğtişaş çıkarmaları ihtimaline binaen vücudunu +ortadan kaldırmaya karar verdiler. +Bu karar üzerine Gulam Haydar Han’ın Veziri Rıdvan ile +Gulam Muizzüddin namında bir herif Server Han’ın katline +me’mur olarak Devadi’ye geldiler. Ve mukteza-yı me’muşeklinde +yazılmıştır. +riyetlerini ifa eyleyerek cesed-i maktulü oradaki bir divarın +dibine defneylediler. Vazife-i me’murelerini icra ettiklerini isbat +§ +Diğer amca-zadelerim el-Kuddus ve İshak Hanlar Server +Han’ın başına gelen felaketten haberdar olmadıkları halde +Meymene tarafına gittiler. +Meymene Valisi Dilaver Han bunların vürudunu işitince +ahz ü giriftleri için oradaki Türkmenlere emir verdi. Fakat +Türkmenler: +–Biz Abdurrahman Han’ın amca-zadelerine taarruz değil +ömrümüz oldukça kendilerine hizmetle iftihar ederiz diyerek +Dilaver Han şu hali görünce Abdülkuddus ve İshak Hanları +Muhammed Eyyub Han tarafından tevkīf olunmaları + +---- +HAK +---- + +Diyorlar ki: +“Hakk”ın mebdei nedir? Bu mes’ele “vazifenin mebdei” +gibi muhtelif suretlerle hallolunmuştur: +On sekizinci asır feylosof Helvetius’a göre hakkın mebde’ +principei “arzu- désir”dir. Arzu olunan her şeyde hak +vardır. Fakat iki şahıs aynı zamanda aynı maddeyi isterlerse +bunlardan her birinin hakkı nasıl ta’yin olunacak? En büyük +hakka en şiddetli arzu mu nail olacak; o halde arzunun bu +şiddeti nasıl takdir olunacaktır? Şübhesiz bu her birinin sarf +edeceği gayrete ve nihayet elde edeceği muvaffakıyete göre +taayyün edecektir. Böylelikle “Helvetius Nazariyesi” şu surete +müncer oluyor: Herkes kuvvetli olmak şart-ı zarurisiyle +arzu ettiği şeye nail olmak hakkına maliktir: Hak kuvvetten +Son asır ibtidalarında yetişen feylosof Destutt de Tracy; +hakkın menşe’ini ihtiyacda buluyor. Bu ta’dil +“Epikür”ün cyrenaisme’e müncer olan mezhebine benziyor. +Arzular; sebatsız ve ekseriya ca’lidir. İhtiyaclar ise sabit tabiidir +herkeste aynı şeydir. Her ferdin emniyete hürriyete +temellüke ihtiyacı vardır. O halde emniyet hürriyet temellük +birer haktır. Fakat “arzu” ile “ihtiyac”ın hududunu tesbit +etmek mümkün değildir. Terakkıyat-i medeniyye; evvelce +ancak bir “arzu”dan ibaret olan şeyleri bugün “ihtiyac” +suretinde tecelli ettiriyor. Bununla beraber aynı müşkil burada +da vardır: İki adam aynı şeye karşı müsavaten arz-ı +ta’yin edecektir? Bu kaide “nefs-i ihtiyacat - des be soins +eux-memes”den istinbat edilemez: Yine bu kaide bir fikr-i +sebebiyyet olamayınca evvelki gibi bu da bir “vakıa-i tecrübiyye”den +bir “kuvvet”ten başka bir şey değil demek olur. +O halde bu nazariyat-ı ihtiyariyye - Les theories empiriques +Hobbs’un “Hak kuvvettir.” nazariyesine müncer +oluyor: “Hakīkat-i halde yapabileceğiniz her şeyi yapmak +hakkına da maliksiniz.” +Lakin “Hak kuvvettir.” kaziyyesi ya “tahlili - analytique” +ya “te’lifi - synthetique”dir. Birinci su[re]te göre: Elden gelen +her şey yapılabilecek en kuvvetli olan daima istediğini +yapıverecek demektir. Ancak hakkı böyle “kuvvet” ile aynı +seviyeye koymak onu inkar etmek demektir. O halde “Hak +kuvvettir” diyecek yerde daha sade bir şekilde “Kuvvet +kuvvettir.” yahud ıstılah-ı halka göre: “Kuvvete hiçbir mania +karşı duramaz.” denivermelidir. +ziyye bedihi olamaz siz en kuvvetli olabilirsiniz fakat bu; +yapmak kudretine malik olduğunuz şeyi suret-i meşruada +yapmak için bir sebeb bulunduğunu isbat etmez. +O halde “kuvvet”in meşru’ olduğuna [na]sıl bir delil ikame +etmelidir? Şu yolda istidlal etmekten başka çare yok gibi +görünüyor: Ben muvaffak olduğum müddetçe Cenab-ı Hak +da benimle beraber oluyor demektir; kuvvet ise irade-i İlahiyyenin +bir tecellisidir. O halde ona karşı durmak küfr-amiz +olur. +Fakat hiçbir şey “kuvvet”in bu esrarengiz “hassıyyet - caractere”inden +daha ziyade muzlim ve kabil-i i’tiraz olamaz. +Cenab-ı Hak “bir kudret-i amya - puissance aveuqle” değildir; +o herşeyden evvel Müsebbibü’l-esbab ve Hakim’dir. +Bununla beraber insanın malik olduğu kuvvet daima mahdud +ve mütehavvildir: Bugün hak olduğu iddia olunan bir +şey yarının hakkına zıd olabilir. Bundan anlaşılıyor ki kuvvet +“hakk”ın hassıyetlerinden hiçbirine malik değildir. O +bilakis nisbi ve mütehavvildir. O halde kuvvet hiçbir suretle +“hakk”ı te’sis edemez; o ancak hakka hadim olduğu zaman +meşru’ olabilir. Adaletsiz bir kuvvetin muzafferiyetlerine +karşı daima istikbalin telafi ve tashihlerinden i’dadlarından +ümidvar bulunmaya imkan-ı müsaade vardır. +Abdüllatif Nevzad +* * * +MÜLAHAZAT-I MÜTENEVVIA +Geçen mülahazat-ı +mütenevvia fıkralarının birinde adedi kalil olan milletler için +zamanımızda istiklal-i siyasi üzere idame-i mevcudiyyetin +nın birçok aksamını istila etmiş ve her gittiği yerde vaz’-ı +hakimiyyet eylemiş olan tavaif-i Etrak kendileri için muzır +pek çok hataya-yı siyasiyyede bulundukları halde büyük +bir meziyyet-i siyasiyye dahi gösteregelmişlerdir ki bu da +kendilerine mülhak olan tavaif-i saire-i Müslimeyi kendileriyle +bir saymış olmalarıdır. Türkler için din ve millet birdir. +Binaenaleyh gıll-i nifakdan ve garaz-ı muzmer-i şikakdan +azade olarak Türklük aleminde yaşayan her taife ma’nen ve +maddeten mütena’im olur ve can [u] gönülden olan bu gibi +nush-ı şerifi de zaten ma’lum değil mi ya? +Memalik-i Saltanat-ı Osmaniyye’nin vilayat-ı mühimmesinden +birisinde sakin ufak bir taife vardır ki aslen Beni +yet etmişlerdir. Bu taife efradı cümlemizce müslüman tanılıyor; +lisanları da Türkçe’dir. Aslen mensub oldukları iddia +edilen cemaat-i Museviyye ile kapı bir komşu bulundukları +halde aralarında vahdete delalet eder bir rabıta kalmamıştır. +Münasebet-i sıhriyyet de cari değil; birisinde lisan-ı aile eski +dönme daha doğrusu mühtedi tesmiye olunduğu ma’lum +Daire-i hidayete girdikten sonra müslüman sayılırlar biter; +mek istemez. Hala bir taife-i mühtediyye sıfatını iltizam eden +efrad-ı mezkure ise evsaf ve mezaya-yı milliyyede ahenk +hasıl eden ibadet ve sıhriyyet hususlarında cemaat-i muazzama-i +müslimeden mu’tezil bir tavr-ı hayat iltizam edip +gitmektedir. Bu ise bizim için cidden teessüf olunacak bir +haldir. Müslüman sıfatını alan bir cemaat her halde vahdet-i +ayrılık gayrılık gütmemelidir. Zamanımız a’sar-ı cahile yadigarı +olan i’tikadat-ı garibenin revacına müsaid olmamak +lazım gelir. Gönül isterdi ki Selanik’e mensub olan zeki çalışkan +kargüzar o taife-i sagīre her hususta sair efrad-ı müslime +menin agūş-ı uhuvveti kendileri için açıktır. Din-i fıtrat olan +ve muhadenet-i beşerin en müessir bir vasıtası bulunan İslamiyet’e +Evkaf Nazır-ı sabıkı +Hayri Bey’in muamelat-ı evkafiyyenin hüsn-i temşiyyetindeki +himmeti pek çok kimseler tarafından tasdik olunagelmiştir. +Bu zat Evkaf Nezareti’nin müstemirren ifa-yı hüsn-i +vazife eyleyebilmesi için Evkaf nazırının kabinede dahil bulunmamasını +arzu eylermiş. Pek doğru bir arzu. Bazı kimseler: +“Meşrutiyette kabineler sık sık değiştiğinden devaire +nuzzar-ı cedide vürud edegelmesi çok kere muamelat-ı cariyyeyi +sektedar ediyor” diyorlar. Zannımca bunu hal-i meşrutiyyete +atfeylemek bir hata-yı fahiştir. +Tebeddül-i mütetabii ve binaenaleyh tezebzüb-i idariyi +mucib olan şey hal-i meşrutiyyet değil; ancak hal-i inkılabdır. +Bu mülk hal-i inkılabdan kurtulmadıkça umuru da teşevvüşten +hali kalamayacaktır. Biz Maarif Nezareti’ni işgal eden +zatların bile hey’et-i vükeladan haric kalmasını arzu ederdik. +Maarif hususundaki noksanımızdan dolayı bunca şikayetler +vakı’ olduğu ma’lumdur. Dört senelik devr-i inkılabımızda +yarım düzine nazır gelip gitmesinden dolayı maarifçe esaslı +hiçbir terakkī meydana gelemedi; hatta maarif-i umumiyye +Nazır-ı sabıkı Emrullah Efendi’nin tedrisat-ı ibtidaiyye ve +muallimlerin terfii hakkında tanzim eylediği layiha-i kanuniyyeler +Meclis-i mesdudun encümen-i mahsusunda tedkīk +e­ +dil­ +mişiken buhran-ı hazır sebebiyle arızaya uğradı daha +doğrusu ma’ruz-ı harabi oldu. Nitekim diğer birçok kavanin +dahi aynı felakete uğradı. Yeni nazırların yeni levayıh-ı +kanuniyye teklif edegeldiği yeni meb’usan intihabının üç +dört ayda ancak vukū’ bulabildiği ve yeni gelen bir meclisin +tertibat ve muamelat-ı dahiliyyesini ikmal edip de ciddi +surette iş ve levayıh-ı kanuniyye çıkarmaya başlaması la-ekal +üç aya mütevakkıf bulunduğu nazar-ı i’tinaya alınırsa +hayat-ı mülkiyyemizden kıymetli zamanların nasıl heba olup +gittiği anlaşılıyor da insanın yüreği yanıyor. Bari şu mülk ü +milleti bila-arıza terakkī ettirecek başka türlü çareler dahi +keşfolunsa da efrad-ı millet de biraz tesliyet bulsa !!! +§ +Ramazan’da Taat ve İntihabat – Geçenlerde intihabata +başlanılması için taşraya evamir ısdar olunduğunu +gazetelerde okuduğum zaman Ramazan-ı Şerif’te bunun +ehl-i İslam için hoş bir hal addolunmayacağını düşünmüş +ki bu da Ramazan’da pek tabiidir. İntihabat hayat-ı siyasiyyenin +en dağdağalı umurundandır; imdi ihtirasatı ağrazı +münafeseyi teşdid eyler. İhvan-ı diniyyenin yekdiğerine +karşı hilm ü rıfk üzere müsaadat-ı semihane ile muamele +etmesi muktezi olan mübarek bir zamanda musaraa ve +mübareze-i siyasiyyeye tutuşturulmaları muvafık-ı maslahat +değildir. +Arzu edilen meb’usan intihabatının tesriinde gayr-i müslimler +tir. Geçenki intihabat münasebetiyle gayr-i müslim a’zanın +adem-i kifayetinden ve binaenaleyh Türklerin nisbet-i adile +kaidesine adem-i riayetlerinden bahseden ecnebi gazeteleri +hoşa gidecek bir haldir. Fakat bundan mutazarrır olacak taraf +ancak unsur-ı İslam’dır. Bir fırkadan diğerinin iğtinam +edeceği a’zanın mikdarı nisbetinde Meclis-i Meb’usan’da +unsur-ı İslam za’fiyetle temessül edeceği gibi müslümanlardan +Ramazan’da taat ve ibadat ile meşgūl olan bir kısm-ı +külli-i efradın intihabat işlerinde gayret-i kafiyye ile iştigal +edememeleri dahi ahali-i İslamiyyenin hukūk-ı intihabiyyesinin +tamami-i te’minine mani’ olur. +§ +Çend seneden beri hükumet-i +meşruta-i Osmaniyye’nin hürriyet-i matbuatı takyid eylediğinden +pek çok bahsetmiş olan İngiliz matbuatına şaşarım. +Hilal-i Osmani gazetesinde muzır addolunacak ne vardı ki +Mısır’a duhulü şiddetle men’ edildi? Bizdeki takyid-i matbuatı +şiddetle tenkīd eylemiş olan İngiliz gazeteleri Mısır’daki +matbuat-ı İslamiyye üzerine İngiliz me’murlarının tenbihi +musib addeylemişlerdir. Anladığımıza göre Japonya’nın +Tok­ +yo şehrinde Hindli Bereketullah Efendi nam zatın İngilizce +olarak neşreylemekte olduğu Uhuvvet-i İslamiyye risalesi +dahi Times gazetesi tarafından “müfsid ve muzır” bir +gazete olarak telakkī edilmiş ve İngiltere hükumetinin o babda +nazar-ı dikkati celb olunmuştur. Artık Uhuvvet-i İslamiyye +risalesi Hindistan’a giremeyecek demektir. Zahir İngiliz +siyasiyyunu ehl-i İslam’a layık olan şekl-i matbuatı müslümanlardan +ziyade kendilerinin ta’yine salahiyetdar olduklarına +zahibdirler! Biz Hilal-i Osmani ceride-i mu’teberesinde +menafi’-i İslamiyye ve Osmaniyye’nin muhıkkane ve mu’tedilane +müdafaasından başka bir şey göremiyoruz. O halde +men’-i duhulünde taannüdden maksad nedir anlayamayız. +Bugün Hilal-i Osmani gazetesinin Türkçe nüshası Osmanlılar +havi olarak çıkıyor. Gönül isterdi ki bu gazetenin Arabca +kısmından da Mısırlılar müstefid ola. Zira Müdir-i Mes’ulü +olan Şeyh Abdülaziz Şavuş fazilet ve fetanet-i siyasiyye sahibi +bir zat olup onun vukūf-ı mükemmelinden her müslüman +müstefid olabilir. Hele İngiltere’nin siyaset-i şarkıyye ve İslamiyyesini +Şeyh Abdülaziz derecesinde anlayabilir bizde bir +racül-i devlet bile yoktur. Bu iddiama kani’ olmak istemeyenler +Osmani ’nin Türkçe ve Arabca nüshalarını alıp okuyabilirler. +GARBIN ŞARKTA KILISE SIYASETI +Sebilürreşad ’ın numaralı nüshasında Hindistan mu­ +habir-i mahsusunun “Beyrut Cereyan-ı Siyasisi” namı tahtındaki +makalesinde Beyrut vilayeti akvam ve anasır-ı Mesihiyyenin +nümayişgahını ve Avrupa devletlerinin hedef-i +amalini teşkil eden bir mahal olduğunu yazıp bir hakīkati +söylemiştir. Bu devletler mezheb namı altında yekdiğerine +rekabeten politika çevirdikleri cümlece ma’lumdur. Garbın +şarkta çevirdiği kilise politikası hemen kurun-ı vustada bed’ +eylemiştir. Evvela Roma Kilisesi’nin hamisi yine Roma imparatorları +na rehber olmuşlardı. Ba’dehu İstanbul Osmanlılar’ın yed-i +zab­ +tına geçtikten sonra İslamiyet’in Avrupa’yı tehdidi mülahaza +olunarak Latin Kilisesi’nin sıfat-ı hamiliğini Hamburg +hükümdarları yed-i himayesine almış ve senesi Viyana +Musalahası’nda Avusturyalılar’ın işbu himayesi ilk defa olmak +üzere tanınmış idi. Bunu müteakıb ’de İstanbul +Karloviç Saroviç Belgrad ve Ziştovo +Musalahalarında işbu himaye-i hukūk-ı Ehl-i Salib tevsian +Habsburg hükümdarlarına verilmiş idiyse de hemen On +Altıncı asır evasıtından beri bu hukūk-ı himayeyi o zamanlar +filosunun kesreti sayesinde Bahr-i Sefid’de hakim olan +Fransızlar tedricen gasb etmişler idi. senesinde Fransızlar +Viyana’nın ilk muhasarasını mucib oluyor. Ba’dehu +senesinde yine devleteyn-i mezkureteyn beyninde teati olunan +Ticaret Mukavelenamesi’nde daha bir takım imtiyazat +sızlara verildiği gibi Avusturyalılara da şarkta mevcud Katolikleri +sıyanet hakkı verilmiş idi. Her ne kadar Fransızlara +verilen imtiyazat yalnız Fransız tebaasına şümulü sarahaten +mukavelenamede münderic idiyse de Fransızların kuvve-i +bahriyyesi sair Avrupa devletleri bahriyesine nisbeten kavice +bulunduğundan balada zikrolunduğu üzere himaye-i +hukūk-ı Ehl-i Salib Fransızlar üzerine devrolmuş idi. +Çünkü: Papalık makamının günden güne zaif düşmesine +mebni müşkilat vukūunda bizzat himayeye muktedir olamadığından +bazı İspanya bazı Venediklilerin bazı defa da +Avusturyalıların agūş-ı himayesine atılmaya muhtac kaldığından +nihayet Bahr-i Sefid muhafızı sıfatını takınan Fransızların +Papa tarafından kabul olunmuştu. +Fransızlar’ın bu teşebbüsatına karşı en müdhiş rakībi +Ruslar idi ki senesi Küçük Kaynarca Muahedesi’nde: +Evvela Ruslar şarkta mevcud Ortodoks milletlerinin himayesi +hakkını kazanarak Fransızlara tekaddüm etmiş idiyse +de fi Haziran sene tarihinde vukū’ bulan Paris Muahedesi’ne +gelinceye kadar Fransızlara tevdi’ olunan hakk-ı +himaye yalnız hususi bir imtiyaz hükmünde iken işbu muahedede +Fransızların şarkta “hami-i hukūk-ı Ehl-i Salib” olarak +tanınmasına kongrede mevcud murahhaslar tarafından +tasviben karar verilmesi Ruslar’ın bu hukūktan sakıt olmasına +bais olmuş idi. +Bu himaye mes’elesinin esasen meydana çıkması Suriye’de +mevcud kabile ve müteferrik mezahib-i Hıristiyaniyye’nin +yekdiğerine karşı buğz u adaveti olduğundan hatta +’ncı asırda Ortodoks mezhebi mensubini Roma Kilisesi’ne +mensub Françiskanları kilise ve me’valarından çıkarıp teb’ide +kadar çalışmışlar ise de İmparator On Üçüncü Lui’nin +müdahalesi üzerine zabtettikleri kiliselerle mebaninin Rum +ve Ermenilerin yed-i gasbından tekrar alınmasına ve Kudüs’te +bir de Fransız Konsoloshanesi’nin te’sis olunması için +cü ve On Beşinci Lui’nin teşebbüsat-ı mükerreresine atfen +Beyt-i Makdis hemen tamamen Katolikler’e verilmiş; işte +Fransızlar’ın böyle bir muvaffakıyet-i fevkalade ile kazandıkları +bu gibi imtiyazatın Paris Muahedesi’nde bir hukūk-ı +milel sıfatıyla resmen tanınmasına bais olmuş idi. Bunun +üzerine Ortodokslar ile Ruslar Beyt-i Makdis’teki haklarını +evail-i zaman-ı Hıristiyaniyyeye istinad ettirerek çünkü Makber-i +mahalde tarih-i miladisinde Roma İmparatoriçesi Mukaddes +Helen Kocası İmparator Kostantinus Kloros ve Kostantin-i +Kebir’in validesi kocasının vefatından sonra rahibeliği +tir. tarafından bina olunduğunu iddia hatta müverrihin-i +Yunaniyye’den Dipocedis Kirmpakos kendi tarihinde +Hazret-i Ömer tarafından tasdik olunduğunu yazıyor ise de +bunun sahih olduğuna delalet edecek diğer tarihlerde hiçbir +şeye tesadüf olunmamıştır. Diğer taraftan da Latinler İmparatoriçe +Helen’in Katolik mezhebine mensub olduğunu +binaenaleyh Makber Kilisesi’nin kendilerine aid olduğunu +Bu Makber-i İsa Kilisesi senesinde ihrak olunuyor +ki müsebbibinin Rumlar olduğu rivayeti ihtimale pek karib +olduğu şununla anlaşılıyor: O zamanlar Latinler’in maliyece +pek zaif bulunmalarından bil-istifade kilise Ortodokslar tarafından +müceddeden bina ve taht-ı muhafazaya dahi alınır +Ortodokslar tarafından inşası Latin hukūkunun iskatına bir +sebeb olamayacağından bahisle hukūklarının kema-fi’ssabık +vikaye olunması için evamir-i kat’iyye ahzine dahi +muvaffak olurlar. +senesinde Fransızlar’ın Maruniler’in hamisi sıfatıyla +Cebel-i Lübnan’a girerek yerleşip kalmasına mani’ olmak +müdahale nihayet senesinde Lübnan’a imtiyaz +verilmesine bais ve tarafeynce teati olunan mukavelede +Fransızlar’a asla bir salahiyet ve hakk-ı himaye tefrik olunmadığından +asırlardan beri Fransızlar’ın elde etmeye çalıştıkları emelleri +mahv u perişan etmiş idi. +Bu maksad ve emellerinin mahviyetini gören Fransızlar +te’sir ve nüfuzlarının iadesi maksadıyla senesinde Beytüllahim’de +Latinler tarafından vaz’ olunmuş ve üzerinde +“Bu Hayrünnisa’dan tevellüd eden Jesu Krist’tir.” ibaresi +mahkuk bir yıldızın sirkatini ganimet ittihaz ederek altı yüz +sene mukaddem lağv olunmuş olan Kudüs Latin Patrikliği’nin +tekrar te’sisine müsaade olunmasını taleb ve hadisenin +taharri ve tecessüsü için bir de me’mur-ı mahsus gönderir. +Bu me’mur Mösyö Bone senesinde Belgrad Muahedesi’nin +Otuz Üçüncü maddesine istinad ederek Roma +Katolikleri hukūk-ı kadimesinin tekrar iade olunmasında +tiyle mümanaatta bulunmak ister ise de Fransa hükumetine +bu hususta Portugal Sardunya Napoli ve Avusturya hükumetlerinin +muavenet etmesiyle Babıali muahede mucebince +harekete mecbur kalır. İşbu hareket Rus nüfuzunun arz-ı +Filistin’de hükümden sukūtunu ima ettiğinden bu defa da +Ruslar kıt’a-i mezkure üzerinde statükonun muhafaza olunmasını +arzu ve aksi takdirde sefirini geri çağırmakla münasebat-ı +diplomatiyyenin kat’ olunacağını makam-ı tehdidde +anlatması üzerine hükumet-i Osmaniyye bir komisyon teşkil +ederek münazeun-fih olan mes’eleyi taharri ve neticede komisyon +Ortodokslar lehine ittihaz-ı karar eder ve mucebince +sudur eden ferman gayet mutantan surette Kudüs’te kıraet +ettirilir. Lakin Çar Nikola dahi buna kanaat etmemiş olmalı +ki bidayet-i mes’elede suret-i mahsusada Dersaadet’e irsal +eylediği Prens Menşikof Babıali’den Ruslar’ın arz-ı Filistin +üzerinde olan hukūkunun tahdid ve tasdik olunmasını da +taleb eder. Her ne kadar Babıali adem-i muvafakat yoluna +gider ise de nihayet sadır olan diğer bir ferman ile Ruslar’ın +tahdid-i hukūk talebi is’af lakin arz-ı Filistin üzerinde taleb +ettikleri tasdik-ı hukūk doğrudan doğruya reddolunur. Bu +da Kırım Muharebesi’ni intac eder. Bugünkü günde arz-ı +Filistin üzerinde Moskof bayrağının temevvüc etmediğine +sebeb ancak cennet-mekan Sultan Mecid’in bu talebe karşı +kat’i olan muhalefetidir ki [şayan-ı] teşekkürdür. +Bunun üzerine Berlin Muahedesi’ne gelinceye kadar +daha bazı ufak tefek sızıltılar geçirildi ise de nihayet +senesinde vuku’ bulan Berlin Muahedenamesi’nin Altmış +yahin-i milel-i muhtelifenin cümlesi mensub oldukları milletlerin +konsoloslarının himayesi tahtındadır” cümlesi derc +olunmasıyla değil yalnız Ruslar’ın iddiasında bulundukları +tekmil Şark hıristiyanlarının hamiliği sıfatı sakıt hatta cümle +devletler kendi tebaaları hakkını haiz oldu. Ancak bu muahededen +en ziyade mutazarrır olan Fransızlar idi. Ba’dehu +Almanya imparatorunun Dersaadet’e ve Suriye’ye olan +seyahati ve bir Alman Katolik kilisesinin vaz’-ı esası esnasında +doğrudan doğruya kendisi himaye edeceğini ve gayrın +himayesine muhtac olmadıklarını açıkça herkese anlattığı +gibi Fransızlar’ın bu halk üzerinde mevcud olan nüfuzunu +da kırdı. Lakin bu işten münfail olan Fransızlar dolandırıcı +“Tobini ve Loran” mes’elesiyle İstanbul Rıhtım mes’elesini +vesile ittihaz ederek yeniden bir hadise çıkarır ve matlubatına +Türkiye’de mevcud Fransız mektepleri ve Fransız +himayesi tahtında bulunan cümle müessesat-ı hayriyye için +vukū’ bulan idhalatın gümrük resminden muaf tutulması ve +bu gibi müessesatın gerek ta’mir ve tevsii ve gerekse daha +bir takım müessesatın müceddeden te’sisi hakkını haiz olmayı +ve bir de Kaldei Patrikliği’nin resmen kabulünü ilave +eder. senesinde Almanya’nın talebi üzerine Memalik-i +Osmaniyye’de mevcud Alman müessesat-ı hayriyye ve +mektepleri ba-irade-i seniyye resmen kabul olunur. Fransızlar +Almanlar’ın bu muvaffakıyetine karşı bir teşebbüste +bulunamadıkları gibi senesinde Roma Katolikleri ile +Ortodokslar beyninde vukū’ bulan mudarebede Alman İspanyol +rağmen ashab-ı cinayetin taht-ı mes’uliyyete alınmamalarını +Fransız ve Ruslar müttefikan arzu etmişler ise de Devlet-i +Aliyye tarafından dahil-i memalikte böyle hadisenin +vukūunda mücrimleri taht-ı muhakeme[ye] almak ancak +kendine mahsus bir vazife olduğu ciddiyetle beyan olundu +ve yalnız huzur-ı mehakim ve cereyan-ı muhakemede +her iki cihetin hukūkları muhafaza olunabilmek için konsoloslarının +mevcud bulunmasına müsaade ile cümlesi taht-ı +mes’uliyyete alındı. senesinde bir İtalyan ruhbanının +katlolunması üzerine Fransızlar’ın bu cinayete karşı bi-taraf +ve bigane kaldığını gören İtalyanlar sefiri Marki Malaspinna +ma’rifetiyle Sultan Hamid’e olan müracaatlarında Rum +ruhbanlarının cezalandırılmasını ve esna-yı vak’ada hiçbir +teşebbüs ve muhalefette bulunmayan hükumet me’murlarının +azlini taleb eder. İtalyanların bu hareketi Almanlar +tarafından iltizam olunduğundan Babıali bu talebin is’afı +yolunu tercih ederek cürmü isbat edilen Rum papaslarını +habs ile cezalandırır. Lakin İtalyanlar böylelikle işe nihayet +vermeyi arzu etmediklerinden bu defa da Habeş İmparatorluğu +tarafından Kudüs’te elde ettikleri bir manastırın o ana +kadar Fransız himayesi tahtında iken şimdi İtalya Hükumeti +himayesine tevdiini taleb eder ve is’afı yoluna gidilmesine +de muvaffak olurlar. +Şu pek muhtasarca arz eylediğim tarihçe arz-ı Filistin’de +hıristiyanların yekdiğeriyle olan tercih-i hukūk mücadelelerinin +ne kadar kadim olduğunu bize anlattığı gibi bu mücadele +yüzünden ne gibi müdahale-i ecnebiyyeye ma’ruz kaldığımız +ve bizzat kendi hakimiyetimize sahib olmaya muktedir +olamadığımız için vatanımız dahilinde anasır-ı muhtelifenin +adem-i ittifak u ittihad sebebiyle Avrupa devletlerinin +her bir talebini is’afa mecbur kaldığımız buna binaen beynelmilel +politika nokta-i nazarından ne kadar ma-dun bir +halde bırakıldığımız netayicini meydan-ı tezahüre vaz’ eder. +Avrupa devletlerinin her biri arz-ı Filistin’i Hıristiyanlığın +beşiğidir diyerek ancak nüfuzlarını takviye ettirmek için papazlarının +ruhbanlarının hemşirelerinin ve bunlara mahsus +müessesatın adedini günden güne tezayüd ettirmekten geri +kalmıyorlar. Fransızlar memleketlerinde hükumet ile kiliseyi +yekdiğerinden tefrik ve Jesvitleri tard ettikleri halde bile +yalnız nüfuzlarının şark-ı karibde te’sirsiz kalması ve zaten +bu kiliseler ve müteferrik mezahib-i Hıristiyaniyye yüzünden +suret-i daimede tahaddüs eden münazaalardan tarik-ı +sasatı olan senevi bir milyona karib frank el-an bütçeden +tayyolunmadı. Rusya’da açlıktan ve kahtlıktan telef olan bu +kadar binlerce insana ehemmiyet vermeyerek mahza şarkta +nüfuzlarının bakī kalması ve bununla da entrika çevirmek +maksad-ı yeganesiyle hükumetin teşvikı ve maddi ma’nevi +muavenetiyle müessesatını günden güne teksir ettiriyorlar. +Protestanların şu son asırlardaki harekatını dahi bunlara ilave +edecek ve onların cümlesini bu kilise politikalarında bu +minval üzere önlerine bir sed çekmeyerek terakkīde devam +ettirecek olur isek memleketimizin an-karib ne hal kesb edeceğini +şimdiden tefekkür ediverelim! +Frits Lorh’un Suriye’de Roma ve Ortodoks Kiliseleri +namlı kitabındaki istatistiğe nazaran yalnız Kudüs’te mevcud +Katolikler’in ’üne bir manastır ’üne bir kilise +’ine bir papaz cem’iyeti ve her yedi kişiye de bir Katolik +papazı isabet ediyor. Diğer kilise mensubini ve müessesatı +dahil olmadığı halde yalnız Roma Katolikleri’nin müessesatı +ruhban ve rahibe manastırı imaret hastahane ve +dört yüz şakirdi havi erkek ve kız i’dadi mektebi öksüz +mektebi kız sanayi’ mektebi nehari mektebi küçük +çocuklara mahsus kindergarten bulunma çocuklara mahsus +mektep a’ma mektebi ile darü’l-aceze bundan +maada kilise ve kapek mevcuddur. Roma Katolikleri’nin +Kudüs’teki mevcudu ’dir ki bunlardan ’ü papaz ve +’si de rahibedir. +Bir kere de arz-ı Filistin’de mevcud yüzlerce kilise ve +binlerce mektepleri ve bunların hiçbirisinin de boş kalmadığını +düşünecek olur isek memleketin ihtiyacı tezahür +eder. Sahib-i memleket olduğumuz halde bile diğer millet +ve devletlerin memleketimiz dahilinde böyle müessesatta +bulunduklarına ve bulunmalarına bizi icbar ettiklerine asla +gücenmemelidir. Zira kendi ihtiyacatımızı yine kendimiz kapatamayacağımız +bahane ederek memleketimize girdiler ve başımıza da nice +beliyye getirdiler. Bu adamlar böyle müessesatın meydana +getirilmesine bir medar olmak için her kilisenin medhaline +fedakarlık akçesine mahsus bir sandıkça vaz’ olunmuştur ki +derununa her ferd hemen bila-istisna maliyesinin vüs’atine +göre bir meblağ atar. İşte bunun üzerine daha bir takım hayırhahan +tarafından verilen meblağ teraküm ederek taraf-ı +hükumetten olan muavenetle bu gibi müessesat meydana +getiriliyor. +Altı yüz bu kadar senelik bir hükumet bulunduğumuz +hal­ +de değil memalik-i hariciyyede hatta memleketimiz +maada ne müessesat-ı hayriyyelerimiz ne de evlad-ı vatana +din-i mukaddesimizi hakkıyla tahsil ettirecek mekteplerimiz +mevcuddur. Olan yerlerde de tabiatsizlik yüzünden veya ihmalciliğimizden +mahv u perişan oldu gitti. Tam ecnebilerin +memleketimizi ihata edip İslamlığa olan taarruzunu görünce +her ne kadar aklımız başımıza geldi ve mektepler ile müessesat-ı +hayriyye yaptırmaya vakıflarımızı ihya etmeye başladık +yani yalnız hükumetin yed-i iktidar ve maliyesine terk olunduğundan +ve bir de maatteessüf o menhus unsur münazaatı +memleketimizden henüz zail olmadığından sür’atle terakkīsine +değil yalnız mümanaat hatta yapılmasına bile azim bir +hail oluyor. +Zaten memleketimizi bir harabezara çeviren bu kilise ve +unsur münazaatı olduğunu ve bununla da daima müdahale-i +hariciyyeye ma’ruz kaldığımızı pek yakından bildiğimiz +halde el-an bu gibi menhus bir tabiattan vazgeçemiyoruz. +Bu defa da Arnavutluk mes’elesiyle diğer vukū’ bulan iğtişaşat-ı +dahiliyyemize guya bir hüsn-i suretle tesviye çaresini +bulmak bununla beraber Makedonya mes’ele-i muallakasının +da hükumat-ı mütecavire-i sagīrenin arzu ve emellerine +muvafıkça bir suretle halliyle bertaraf etmek için müttefikan +“maamafih dostane?!” bir müdahalede bulunmak üzere henüz +teati-i efkarda bulunan Avrupa devletleri Avrupa’daki +hukūk-ı hükümranimizin sonunun başlangıcını ihzar etmediklerinden +bizi te’min edecek kimdir? Milel-i muhtelife +aleyhimize yekdiğerleriyle ittifak u ittihad ediyorlar da biz +bir millet bir vatan evladları olduğumuz halde yekdiğerimizle +lehimize ittifak u ittihada muvaffak olamıyoruz. Değil bir +memleket hatta bir aile içerisinde bile zıddiyet-i efkar husule +gelirken bunun her defasında eli sopalı veya silahlı olarak +def’ine kalkışacak olur isek o ailenin veya o milletin mahvına +kalkışmış olmaz mıyız? İslamiyet bize hubb-i vatan telkīn +ettiği halde hususiyle gayr-i müslim vatandaşlarımıza bir +numune-i imtisal olmaklığımızı bildiğimiz halde vatanımızı +kendi elimizle felaketten felakete sevk ediyoruz. Cenab-ı +Hak isyanımızı görüyor ve bizi beliyyeden beliyyeye sokuyor +da el-an mütenebbih olmuyoruz. Başımızda felaket deveran +ettiği zaman günahımızı i’tiraf ediyor ve “Allah bizi +hem fırsat hem musibet veriyor da yine ıslah-ı nefs +etmiyoruz. “Biri yapar bine dokunur” fehvasınca bir unsur +yapıyor koca bir milletle beraber bir İslam hükumeti daha +mahv u perişan olup gidiyor. Allah-ı Zü’l-celal encamını +hayreyleye. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +– – +Bu son zamanlarda Cebel-i Lübnan’da başlamış olan +cereyan-ı siyasiyi anlamak ve hakīkatin neden ibaret olduğunu +öğrenmek ve bu babda ceridemiz kari’lerine ma’lumat +vermek için Beyrut’tan Cebel-i Lübnan’a gittim. Beyrut’tan +Cebel’e şimendüferle gidilir. Bu şimendüfer imtiyazını vaktiyle +Beyrut eşrafından Beyhümler almış ve yüz bin lira para +mukabilinde bir Fransız kumpanyasına satmışlardır. Şimendüfer +dar hatlı ve mürtefi’ tepelere tehlikesiz çıkabilmek için +dişli yapılmıştır. Şimdi ise daha mükemmel bir hale ifrağı +Cebel müteaddid ve münteşir kasabalardan mürekkeb olup +berri ve bahri olarak iki kısma tefrik edilebilir. Şimendüfer +Beyrut İstasyonu’ndan müfarakat eder etmez birkaç dakīka +sonra birbirini vely eden üç tünelden mürur ile ceste ceste +ve aheste mürtefi’ bir tarika salik olur. +Beyrut’u terk edip bir saat sonra Aliye kasabasına muvasaletle +el-Kasr el-Cedid Hoteli’ne indim. Bu kasaba sath-ı +bahrden altı yedi yüz metre irtifaa malik ab u hevası latif +her tarafı ma’mur ve temiz bir yerdir. Etraf-ı erbaasında +köşkler saraylar güzel manzaralı hane ve bahçeler tarh ve +yuvası makamında bulunuyor. +Beyrut valisinin burada bir ikametgahı vardır ki her sabah +Beyrut’a inip umur-ı mevduasını rü’yet ettikten sonra +akşamleyin Aliye’ye avdet eder. +Burada Beyrut’tan gelen ağniya ve erbab-ı servet edebi +ve faziletkarane bir hayat geçirmeyip bütün vakitlerini +sefahet ve kumar ile imrar ederler. Gece taamından sonra +kumar oyunu her yerde oynanmakta olduğu gibi El-Atiye +ta’bir olunan rakshaneler de ikinci ve üçüncü tabakada bulunan +ahalinin izdihamgahını teşkil ediyor. Şayan-ı dikkat +bir şey var ise ekl ü şürb ile hotel ücreti burada Avrupa ve +sair bilad-ı mütemeddinede olduğu gibi bahalı değildir. Orta +halli bir adam ayda on liralık bir masrafla gayet iyi bir yaz +mevsimini geçirebilir. +Burada Beyrut Valisi Hazım Beyefendi ile bir saat kadar +görüşmek nasib oldu. Müşarun-ileyh cidden hazm ü ihtiyata +malik bir zattır. Haddizatında kibr ü azamet denilen haslet +bu adamda asla yoktur. Esna-yı seyahatte Beyrut vilayetinin +güç idareli bir yer olduğunu müşarun-ileyhin beyanatından +Lübnan’da asar-ı umran ve terakkī gereği gibi meşhuddur; +hatta birçok memalik-i Osmaniyyenin mağbut ve mahsudü +bulunmaktadır. Asayiş ve emniyet ma’na-yı hakīkīsiyle +burada hükü[m]ferma olmakla beraber ziraat ve felahat +dahi son derece müterakkī bir haldedir. Amerika Avrupa ve +Mısır’a muhaceret eden Lübnanlılar kendi yurdlarını usul-i +cedid-i ziraiyye dairesinde i’mar eylemeyi öğrenmişlerdir. +Yaz mevsimini geçirmek ve bu Osmanlı ülkesini yakından +müşahede etmek için her sene binlerce misafir seyyah buraya +gelmekte olduklarından ahalinin daha ziyade müstefid +olmalarına hizmet ediyorlar. +Aliye kasabası bir müdiriyyet merkezi olup müdirin +maiyyetinde birçok jandarma bulunup asayiş gereği gibi +muhafaza edilmektedir. Cebel-i Lübnan ahalisi kanaatkar +ve fakīr zürra’ ve fellahinden mürekkebdir. Buralarda her +türlü yazlık ve kışlık sebze ve meyve yetişmektedir. Ancak +çileği İstanbul’unki kadar tatlı ve lezzetli olamıyor. Cebel-i +Lübnan’ı ihata eden dağ zirveleri kış zamanı kamilen kar ile +örtülür. Buraları umran ve tekamüle o kadar müstaiddir ki +emsaline hiçbir yerde tesadüf olunmaz. +Cebel’in ileri gelen eşrafından bir zat ile görüşmek nasib +oldu. Ahval-i hazıra-i mahalliyye ile Lübnanilerin metalibini +kendisinden istizah eyledim. Siyasiyyatla uğraşmadığını ve +fakat ismini yad etmeyeceğimi vaad eder isem bana her +hakīkati bi-tarafane söyleyeceğini vaad etti. Ben de dilhahına +muvafık bir surette davranacağımı kendisine vaad ettiğim +§ +Cebel-i Lübnan ahalisi gayet +fakīr oldukları için seyyahin yüzünden yaz vakti para kazanıyorlar. +Buraya gelen seyyahlar sayesinde ahali birçok para +kazanır ve kış zamanında aileleriyle beraber müsterihane ve +münzeviyane bir surette geçinirler. Fakat Cebel sevahilinde +bir iskele ve limanın fıkdanı yüzünden buraya amed-şüd +eden seyyahin birçok suubata duçar olduklarından kesretle +buraya seyyahin gelememekte olduklarına binaen mezkur +küşadı için devlete müracaat olunduğu gibi aynı zamanda +mezkur limanın gümrük ve sıhhiye ve saire muamelatıyla +varidatını Devlet-i Aliyye’ye terke bir diyecekleri +yoktur. Mezkur limanın açılmasından gerek devlet ve gerek +Lübnan ahalisi seviyyen istifade edebilir. Vaktiyle Devlet-i +Aliyye tarafından senevi Cebel-i Lübnan’ın açık olan bütçesini +kapatmak için muavenet namıyla bir mikdar paranın +verilmesi vaad edilmiş iken bu cihet keen-lem-yekün hükmünde +kalmış ve ahiren buna mukabil kendilerine posta ve +telgraf varidatı bahş ü ihsan olunmuştur. +Lübnanlıların sair metalibi ise şunlardır: Yerli jandarma +tanzimi mecalis-i idare a’zalığına intihab olunacak +zevatın suret-i intihablarını layıkıyla te’min eden en doğru +bir nizamnamenin vaz’ı mahkeme reisleriyle hey’et-i hükkamın +bila-sebeb ve muhakeme mutasarrıfların keyfiyle +ma’zuliyetlerini vikaye edecek bir kanunun ta’yini evvelce +yanlış bir surette misaha ve tahmin olunan arazi ile hiç +misaha olunmayan araziyi yeniden tedkīk ile ona göre şimdiden +sonra ma’kūl bir vergiye tabi’ tutulması bir de bütün +memalik-i Osmaniyye’de olduğu gibi Cebel dahilinde +de mehakim-i ticariyyenin te’sisi gibi mevad Lübnanilerin +başlıca metaliblerini teşkil etmektedir. +Bu metalibin bazısı –bana kalırsa– kabil-i is’af olup bazıları +cek bir haldedir. +Zira Cebel’in müstakil bir limana malik olması yüzünden +Beyrut Limanı halihazırdaki ehemmiyetini büsbütün gaib +edecek Beyrutluların şikayatına meydan verecektir. +Sair metalibleri ise dahili bir şey olup is’af edilmesinde bir +beis yoktur. Maamafih Lübnanlılar bu metalibin hemen bu +gibi bir zamanda is’afını iltizam etmiyorlar. Ancak Amerika +Avrupa ve Mısır’da bulunan Lübnanlılar metalib-i mezkurenin +sür’atle te’mini[n]i istemekte ve Avrupa devletleri de +kendilerini bu hususta teşci’ ve tergīb eylemektedirler. Hatta +kemal-i cür’etle diyebilirim ki Lübnan fellahlarının bundan +asla haberleri yoktur. Bu gürültüyü yapanlar yüz kişiyi bile +tecavüz etmiyorlar. +Muhatabım Türkçe ve Fransızca’ya vakıf eşraf-ı mahalliyyeden +bir Lübnanlı olduğu cihetle Lübnan ahalisinin +Devlet-i Aliyye’ye karşı ne gibi bir hissiyatla mütehassis bulunduklarını +sordum. Muma-ileyh Lübnan ahalisinin Devlet-i +Aliyye’ye tamamıyla sadık ve muhlis olduklarını Avrupa +devletlerinin nüfuz ve boyunduruğu altında yaşamayı ikrah +eylediklerini söyleyerek sözüne delil olarak atideki beyanatta +bulundu: +Memalik-i Osmaniyye’de olduğu gibi Lübnan ahalisi de +anasır ve mezahib-i muhtelifeden mürekkeb bulunuyorlar. +Mesela İslam Rum Mütesavile Düruz Katolik ve Maruniler +Lübnan ahali-i mahalliyyesini teşkil ediyor. +Maruniler sair anasıra nisbeten adedleri çoktur. Küçük +ve az adede malik olan tavaif-i saire daima Devlet-i Aliyye +nüfuzuyla onun merciiyyetini nüfuz-ı ecnebiye tercih ediyorlar. +Bunun sebebi ise büyük bir kitle teşkil eden taife +ve cemaatlerin tegallübünden ancak bu sayede –icabında– +tahlis-ı giribana muvaffak olabileceklerini tahmin ettiklerinden +naşidir. +Lübnanilerin en mühim metaliblerinden biri de dahili +temyiz mahkemesinin teşkili ve deavi-i mümeyyezenin İstanbul’a +gitmemesi keyfiyetidir ki bu matlabın da gayr-i kabil-i +tervic olduğunu anladım. Zira böyle bir hakka malik +olmak ve bunu talebde ısrar u ilhah etmek asla doğru olamaz. +Bu matlabın tervicini en ziyade arzu edenler de ahali-i +mahalliyye olmayıp memalik-i ecnebiyyede yaşayan Cebel +ahalisidir. Haricde yaşayanların ise böyle bir talebe hak ve +salahiyetleri yoktur. Devlet-i Aliyye zannederim ki hiçbir +vakit Lübnanilerin bu arzularına iştirak etmez. İştirak etmemekte +de ma’zurdur. Çünkü böyle bir hukūka Lübnaniler +malik olurlarsa Devlet-i Osmaniyye ile her türlü rabıtaları +çözülecektir. Binaenaleyh bu babda ilhah etmemelerini +muhatabıma nasihat ettim. +§ +Cebel-i Lübnan’da Fransa +nüfuzu yok değildir. Fakat zu’m ve tasavvur olunduğu kadar +şayan-ı ehemmiyyet değildir. Cebel ahalisiyle ecnebiler ve +Fransa Devleti beyninde hakīkat-i halde doğrudan doğruya +bir rabıta olmayıp ancak rabıta-i mezkure sırf dini bir şekilde +olup o da Maruniler’in Fransa ile dinen –la-siyaseten– +merbut bulunmalarından ibarettir. +Bu rabıtaya en ziyade hizmet eden Maruni patrikiyle +Fransa konsoloslarıdır ki her ikisi de zan ve tahmin edildiği +kadar bütün ahali üzerinde matlub derecede nüfuza malik +bulunmuyorlar. +Bu nüfuza gelince tabiatıyla ve mürur-ı zamanla hasıl olmuş +bir şeydir. +Zira Fransa hükumeti bu nüfuzunu te’min için öteden +beri büyük fedakarlıklar ihtiyarıyla Lübnanlılara ve bilhassa +Marunilere mektepler hastahaneler ve müessesat-ı hayriyye +üzere patrikleri vasıtasıyla mebaliğ-ı külliyye tevzi’ etmek +suretiyle muvaffak olmuştur. İşte Fransa nüfuzu bu vechile +ceste ceste Lübnan’a girip kökleşmiştir. +Bununla beraber Lübnan ahalisi yine Devlet-i Aliyye-i +Osmaniyye’ye merbut bulunuyorlar. Çünkü Lübnanlılar iyi +biliyorlar ki bugün içinde yüzmekte oldukları refah ve saadet +tamamıyla Devlet-i Aliyye tarafından kendilerine vaktiyle +bahş ü ihsan olunmuş bir ni’mettir. Bu ni’mete ise yeryüzünde +yaşayan hiçbir kavim malik değildir. +Askerlikten vergiden her türlü tekalif-i resmiyye ve +emiriyyeyi Devlet-i Osmaniyye’ye takdim etmekten ma’fuv +ve azade bulunan Lübnan ahalisi ale’d-devam devletin +bu lutfuna karşı hissiyat-ı minnetdarane ve sadıkane +yaşamamaya mecburdurlar. Hususiyle Avrupa Amerika’ya +muhaceret eden Lübnanlılar düvel-i mezkurenin ne kadar +çok vergi aldıklarını gördükten sonra içinde bulundukları +ni’metin kadr ü kıymetini takdir etmelidirler. Böyle düşünmek +ve hissiyat-ı muhlisanelerinde devam etmek Lübnanilerin +kendi menfaati muktezasındandır. +§ +Cebel-i Lübnan +mutasarrıfına Devlet-i Aliyye tarafından bahş olunan salahiyet +bütün memalik-i Osmaniyye’de bulunan valilerden kat +kat ziyadedir. Hatta sadrazamın da fevkınde bir salahiyete +malik olduğu atide beyan olunan mevaddan kolayca anlaşılır: +Cebel-i Lübnan mutasarrıfı beş sene müddetle ta’yin o­ +lunur bir Osmanlı idare me’murudur. Mutasarrıf Mülkiye ve +Askeriye Adliye ve İdare me’murlarını azl ü nasba me’zun +ve salahiyetdar olmakla beraber aynı zamanda la-yüs’el +dir. +Hin-i hacette mutasarrıfı kendisini her türlü mes’uliyetten +kurtarabilmek için gah ecnebi nüfuz ve imtiyazatına +bazan da devlet-i metbuasına istinad ile tahlis-i giribana +muktedirdir. +Lübnan mutasarrıfı kadar me’murin-i Osmaniyye içinde +hiçbir kimse mes’ud ve bahtiyar değildir. Şöyle ki mutasarrıfın +aylığı ayda iki yüz elli Osmanlı lirası olup her sene +mülhakatı devr ü teftiş için dahi ayrıca üç yüz lira kadar bir +tahsisatı vardır. +Bu devr ü teftiş ise uzun ve masraf ihtiyarına muhtac +bir şey olmayıp yalnız bulunduğu mahalden yarım saatlik +mesafe uzaklığında bulunan bir kaymakamlığa kadar teşrif +etmek ve orada kemal-i istikbal ve ihtiramla nevale-çin-i izz +ü ihtişam olmaktan ibarettir. +Mutasarrıfın iki ikametgahı vardır ki biri yazlık diğeri de +kışlıktır. Mutasarrıfın yazlık konağını teşkil eden mevki’ öyle +bir yerdir ki memalik-i şarkıyyenin en birinci kusur-ı aliyye +ve müzeyyenesinden bulunduğu gibi aynı zamanda Avrupa +hükümdaranının da mahsud ve mağbutu bulunacak kadar +mefruş ve müzeyyendir. Kışlık ikametgah ise Beyrut’un en +a’la bir yerindedir. Icarı da Lübnan Hükumet Sandığı’ndan +tesviye ve te’diye edilir. +Bu iki saray-ı muhteşeme lazım gelen alat ü edevatın +cümlesi Lübnan hükumeti tarafından mübayaa olunup yerli +yerine yerleştirilmiş ve mutasarrıf hazretlerinin rahat ve istirahatleri +gereği gibi te’min olunmuştur. +Mutasarrıf istediği yere hususi trenler ve müzeyyen araba +ve otomobillerle gider gelir. Bir de kendisini eğlendirmek +emrinde ve icabında levazim-i seferiyye gibi maiyyetinde +bulundurmaktadır. Bu bando yirmi dört saatte ve yemek +zamanlarında üç defa mutasarrıfı dinlendirmek için isti’mal +olunmaktadır. +Cebel-i Lübnan’da istihdam olunan jandarmalardan yüz +nefer daima mutasarrıfın konağı etrafında maiyyet-i askeri +vaz’iyyetiyle her emre amadedirler. +Mutasarrıf rüşvet irtikab etmeyecek olsa bile yılbaşı +münasebetiyle karısına –Yusuf Franko Paşa’ya olduğu gibi– +etek dolusu kıymetinde hedaya ve behaya Cebel eşraf ve +erkanı tarafından verilir ki bunu ahz etmekte mutasarrıf +vicdanen mes’ul ve müttehem olmasa ahlakan her halde +müttehemdir. +Hülasa Cebel Mutasarrıflığı’na ta’yin olunan zat Avrupa’daki +küçük devletlerin bir kralı kadar ve ondan ziyade +saadet ve refah içinde yaşar. Halbuki bunca saadet ve azameti +tedarik etmek para ile gayr-i kabildir. +Lübnan mutasarrıfları bu saadet ve rahatı kaçırmamak +ve daha bir müddet buna nail olmak için Lübnanileri devlete +pek fena ve hilaf-ı vakı’ tanıttırmaya ve aynı zamanda +yere– iş açıp hem ecnebilerin müdahalatına hem de yerlilerin +gücenmelerine hizmet edebilir. +Cebel-i Lübnan mutasarrıf-ı sabıkının harekat ve sekenatını +tedkīk edemedim. Çünkü mufarakat etmek üzere +ceridemiz kari’lerine ma’lumat vermeyi çok arzu ediyordum. +Çünkü bu zat-ı muhteremin lehinde ve aleyhinde cereyan +vardır. Hakīkati öğrenmek bitaraf bir kimseden müşarun-ileyhin +Müşarun-ileyh hazretleri Temmuz’un on yedisine müsadif +olan Salı gününde Avrupa tarikıyla Dersaadet’e gitmek +üzere maiyyetinde madamaları bulunduğu halde Beyrut’tan +mufarakat etti. Kendisini Beyrut valisi ahibba ve eviddası +teşyi’ etmişlerdir. Bir bando muzika vasıtasıyla da ihtiramat-ı +resmiyye hakkında ifa kılınmıştır. +S . M. Tevfik + +---- +BULGARISTAN MEKTEPLERI +---- + +Geçen mektubumda Bulgaristan mekatib-i İslamiyyesine +aid olup bu seneki kongrede kabul edilen ta’limat ve +bazı mütalaatı Sebilürreşad kari’lerinin nazar-ı dikkatlerine +arz etmiştim. Bilahare bu bahsi daha ziyade ta’mik ederek +komşumuz bulunan genç Bulgaristan’ın umum mekatibi +ve bunlarda bulunan şakirdan ve hususat-ı saire hakkında +Sebilürreşad kari’lerine daha etraflı ma’lumat vermek için +Bulgaristan Maarif Nezareti’ne İstatistik Dairesi’ne müracaat +ettim. Hin-i müracaatımda gerek nazır ve gerek sairleri +tarafından görmüş olduğum muamele-i insaniyyetkaraneye +karşı bilhassa müteşekkirim. +mekatib-i umumiyyesi ber-vech-i ati taksim olunur: +di -Ali -Sanayi’. +* * * +Bu mekteplerde altı yaşına kadar olan ufak çocukları +okuturlar. Bunların adedi ’tür. Üçü resmi onu hususidir. +Bunlarda bulunan şakirdanın mecmuu: ’tir. Bunlardan; +’ü zükur ’i inastır. Bu mecmuun ’u mekatib-i +resmiyyede ’sı hususidedir. Bunlarda muallime ile bir +muallim vardır. Bu mekteplere . ’i muallim ve muallimeler +maaşatı . ’i de masarıfat-ı saire olmak üzere cem’an +yekun . frank sarf olunuyor. +* * * +Bulgaristan mekatib-i resmiyye-i ibtidaiyyesi: . olup +. zükur . ’sı inas olmak üzere cem’an yekun +. şakirdanı muhtevidir. Bu mekteplerde: . muallim +. muallime bulunmaktadır. +Masarıfata gelince: . . ’i muallim ve muallime +maaşatı . . ’sı da masarıfat-ı saire olmak üzere cem’an +. . frank sarf olunmaktadır. +Müslüman mektepleri: . ’dır. Bu mekteplerde bulunan +şakirdanın mecmuu: . ’u zükur . ’u inas olmak +üzere cem’an: . ’dir. +. muallim muallime vardır ki yekunu . eder. +Masarıf: Muallim ve muallime için . masarıfat-ı +saire . ki yekun . . +franktan bine kadardır. Bu muallimler içerisinden yüz otuzu +meslek sahibi yani yalnız muallimdir. Diğerleri muallim olduğu +gibi başka şeyler de yapıyor. Mesela müezzin veyahud +§ Burada mevzu’-ı bahs olan “müslüman mektepleri” +ünvanında Tatar Pomak müslüman Kıbtiler ve saire de dahildir. +Biz bunların hepsine birden müslüman mektebi diyoruz. +Fakat Bulgarlar böyle ta’dad etmiyorlar. Onlar kendi +nokta-i nazarlarına kendi siyasetlerine yarayacak bir surette +taksim ederek bunların hepsini ayrı ayrı bir millet gibi göstermeye +çalışıyor. Ve hepsinden az çalışkan olmak üzere +Türkleri gösteriyorlar. +* * * +Bulgar mektepleri: aded şakirdanın mecmuu . +. zükur . inas. . muallim muallime. +Mecmu’-ı masarıfat frank: . . . . muallim ve +muallime için . . masarıfat-ı saire. +Müslüman mektepleri: aded. Şakirdanın mecmuu +. ve . zükur inas. muallim muallime. +Mecmu’-ı masarıfat: . . muallim ve muallime +Müslüman rüşdiye muallimlerine verilen maaşat-ı seneviyye +yedi yüz yirmi bir franktan bin iki yüz franka kadar ise +de bu sene ziyadeleşmek üzeredir. +* * * +Çünkü müslümanlarda henüz i’dadi yoktur. İ’dadi muhtelif +derecelerdedir. Fakat biz yalnız yedi senelik olan i’dadiden +bahsedeceğiz. +. inas . . Zükur: Birinci sene . ikinci sene +. üçüncü sene . dördüncü sene . . +Dördüncü seneden i’tibaren şu’be ikiye ayrılıyor: Birisi +fünun kısmı diğeri edebiyat. Dördüncü sene fünun kısmında: +. edebiyatta: ; beşinci sene fünunda: . +edebiyatta ; altıncı sene fünunda: edebiyatta: ; +yedinci sene fünunda: edebiyatta: ’dir. +cü sene ; dördüncü sene ; beşinci sene ; altıncı +sene ; yedinci sene +Rüşdiye ve i’dadi muallim ve muallimelerinin maaşat-ı +seneviyyeleri bin franktan üç bin franka kadardır. +* * * +Mekatib-i Aliyye; tarih ve filoloji fakültesi; fizik ve matematik +fakültesi hukūk fakültesi gibi fakültelere ayrılarak +bunların her birisi de şuabata inkısam eder: +Tarih ve filoloji fakültesi ber-vech-i ati üç şu’beye ayrılıyor: +şu’besi - Islav Filolojisi ve Edebiyat şu’besi. +Birinci şu’bede talebe-i asliyye ve samiin olmak üzere +talebe vardır. Bunlardan ’u zükur ’u inastır. Otuz zükurdan +’i talebe-i asliyye ’u samiindir. İnasın ’u asliyye +’u samiattır. Bu fakültede talebe ve talibat vardır. +lardan zükur inastır. ’nin ’ü talebe-i asliyye ’ü +samiindir. inastan ’i talibat-ı asliyye ’i samiadır. +Üçüncü şu’bede şakird olup bunların ’sı zükur +’ü inastır. Zükurun ’ü talebe-i asliyye ’ü samiindir. +şeklinde yazılmıştır. +yekunu ’dir. +§ Fizik ve Matematik fakültesi hükmünce bu da ber-vech-i +ati şuabata inkısam eder: Riyaziyyat ve Hikmet-i tabiiyye +şu’besi Kimya şu’besi Tarih-i tabii şu’besi. +Birinci şu’bede beş samiin olmak üzere ’si zükur dördü +samiat olmak üzere inas vardır ki yekunu ’dir. +Üçüncü şu’bede: Üçü samiin olarak zükur iki samia +olmak üzere inas vardır ki yekunu ’tür. Şu halde bu +fakültenin mecmuu ’dir. +§ Hukūk Fakültesi: Bu fakültede talebe-i asliyye +samiin olmak üzere zükur; dördü asliyye dördü samia +olarak inas vardır. +Darülfünunda bulunan talebenin mecmuu . ’dur. +* * * +Bu da iki kısımdır: Birisi rüşdi derecesinde ve fakat ameli +olan mektepler diğeri de i’dadi derecesindeki mekteplerdir. +dır. Bunlardan ’ü ticaret ikisi demirci ikisi ziraat biri doğramacı +biri şekerlemeci birisi de yemiş bahçesi ve bağcı +mektepleridir. +San’ata müteallik olup da rüşdi derecesinde olan +mektep vardır. Bunlardan seksen dokuzu başlıca mektep on +üçü de mahalli mekatib-i rüşdiyyelerine merbuttur. Bunlar +da şu vechile inkısam ediyor: +Ticaret mektebi elektrik mektebi doğramacı sepetçi şekerlemeci +şapkacı çiçekçi umumi ziraat bağcı ve yemişçi +San’ata müteallik olan mekteplerde de diğerleri gibi hem +zükur hem inas mevcuddur. +* * * +Körler mektebinde zükur inas vardır ki cem’an +’dır. +Dilsizler mektebinde zükur inas olmak üzere +talebe vardır. Bunların yekunu ’tir. +Körler mektebinde altı muallim bir muallime; Dilsizler +mektebinde de sekiz muallim bir muallime vardır. Bunlara +verilen maaşat franktan . franka kadardır. +MÜSLÜMAN KARDEŞLERIMIZE +Mütalaa etmekte olduğumuz Sabah gazetesinin i’lanat +sahifesinde “Knor’un et suyu daneleri” i’lanı gözümüze ilişti. +Deniyor ki: +“Et fiyatının yüksek olduğu zamanlarda hiçbir ev kadını +“Knor” et suyu danelerinden çorba ve salça ihzar etmeyi +unutmamalıdır...” +Halbuki bu etsuyu değil belki domuz yağıdır. Birkaç +defa oldu bu i’lanı görüyoruz. Müslüman kardeşlerimizin +Ramazan-ı Mübarek’te bu gibi domuz yağından i’mal edilmiş +olan mezkur daneler ile iftar etmelerine bir türlü sabredemeyerek +hakīkat-i hali yazmak mecburiyetini hissettik. +Müteaddid defalar bu etsuyu danelerini i’lan eden Mösyö +Knor’un fabrikasında bulunduk. Bu danelerin derununda +asla etsuyu olmayıp sırf domuz yağından ibaret olduğunu +bizzat gördük. Sebilürreşad ceride-i İslamiyyesi’nin bu hakīkati +müslüman kardeşlerimize i’lan etmesini rica ederiz. +Müslim olan kimseler için özr-i şer’i +bulunmadıkça şehr-i Ramazan’da nakz-ı sıyama tasaddi muharremat-ı +diniyyeden olup bunun mes’uliyet-i ma’neviyyesi +pek azim olduğu gibi bu babdaki mübalatsızlığın alenen +nin Kanun-ı Ceza’nın ’uncu maddesine tevfikan icra-yı +mücazatı hakkında mukaddema Meclis-i Vükela kararıyla +şeref-sadır olan irade-i seniyye-i cenab-ı padişahi hükm-i +münifinin tatbik ve icrası emr-i mütehattim olduğu ve taife-i +nisadan tesettüre adem-i riayetle adab ve şeair-i İslamiyyeyi +muhafazada kusur edenler görülür ise men’i hakkında zabıtaca +tedabir-i hakimane ittihazıyla hissiyat-ı İslamiyyenin +rencide edilmesine meydan verilmemesi vacibattan bulunduğu +makam-ı Meşihat-ı Ulya’dan bildirilmiştir. +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +tebliğ edilmiştir: +Trablusgarb: +Ayın ikinci günü sabahı üç kıt’a-i askeriyyeye +müfrez düşman ordusu Zuvare’den huruc ve Münşiye +üzerine yürüyerek ordugahımıza pek yakın bir mesafeye +tekarrüb etti ve derhal şedid bir muharebe başladı. Fakat +mücahidinimizin mukavemeti karşısında düşmanın mesaisi +boşa çıkmıştır. İtalyanlar alaturka saat sekiz buçuğa kadar +mevakıımiz önünde kalmışlarsa da bilahare ric’at ve askerlerimiz +tarafından Zuvare bahçelerine kadar ta’kīb olundular. +Şimdi bu telgrafı gönderdiğim zamana kadar tarafımızdan +şehid ve mecruh vardır. Vahada görülen düşman +maktulinin adedi yüzü tecavüz etmektedir. +Şehrin mu’teberanından olan Zuvare Belediye Reisi +Tem­ +muz’un otuzuncu günü yanında maiyyeti erkanından +dinin kaffesi bu hareket-i denaetkaraneyi tel’in ve kendilerinin +daima sadık kalacaklarını te’min etmektedirler. +Derne İtalyan ordugahının on beş günden +beri fasıla ile bombardıman edildiği ve düşmanın mukabil +ateşinden hiç zarar görülmediği ve yirmi altı Temmuz’da yapılan +bombardımanda şarapnellerin tamamen düşman barakaları +üzerinde patladığı ve düşmanın denizden ve istihkamattan +yirmi dört top ile iki buçuk saat mütelaşi ve gayr-i +muntazam endaht etmiş ise de topçularımıza zarar vermediği +ve ancak iki topçu neferinin mecruh olduğu ve endahtın +olduğunu gösterdiği ve kumandanlarla askerin mahfuz mahallere +çekildikleri Bingazi ve Havalisi Kumandanlığı’ndan +mevrud Ağustos tarihli telgrafnamede bildirilmektedir. +Alessabah düşmanın üç tayyaresi Tobruk +üzerine Basil ve Gavre istihkamlarından asakir-i Osmaniyye +ve mücahidin karargahı bombardıman edilmiş ise de hiçbir +zararı mucib olmamıştır. Tayyarelerden atılan yirmi kadar +bombadan yedisi patlamayarak toplanmıştır. Hastahaneye +attığı bombalardan biri hastahanenin metre kurbünde ve +lamış ise de bir guna zarar iras etmemiştir. +Paris: İtalya ile müzakerat-ı +sulhiyye şayiatı üzerine mahalli Arab rüesasının icabında +Trablus’un istiklalini i’lan ve kendi kendilerine harbe devam +edecekleri Trablus’tan Ajans Havas ’a yazılıyor. Türk zabitleri +Arablarla kalmayı vaad eylemişlerdir. +Trablusgarb ve havalisinde bulunan +mücahidlerin kaffesi Avrupa’nın müdahalesi ne dereceye +varırsa varsın İtalyanların harekatı ne kadar iştidad eylerse +eylesin toprağı kendi kanlarıyla boyanan memleketlerinden +kat’iyyen feragat etmemekte yekdil ve yekzeban olarak +müttefiktirler. Buradaki Osmanlı ümera ve zabitanının daima +terakkıyat-ı ziraiyye ve iktisadiyeye sarf-ı gayret ve ihtimam +etmeleri kumandan-ı umumi ile refakatindeki bütün +zabitanın dahi mücahidinin bu fikrine tamamen müşterik +olduğuna en kat’i bir delil olup bu havalide uzun müddet +yanların sevahili taht-ı işgale almalarına asla nazar-ı ehemmiyyet +atfetmemekte ve bu halin uzun zaman sürmeyeceğine +kani’ bulunmaktadırlar. Bir de şurası ma’lum olsun ki +Trablusluların kabul ve rızalarına iktiran etmeyecek olan her +bir teşebbüsün zerreten-ma faidesi olamayacaktır. +Maraş’ta Kayabaşı Medresesi’nde Kırmacı-zade +Hacı Mehmed Said Efendi’nin delalet-i hamiyyetperveranesiyle +Maraş ashab-ı hamiyyeti tarafından Trablus mücahidin-i +gönderilmek üzere Harbiye Nezareti’ne teslim edilmiştir. +Garbi Hindistan’da +kain Koraçi şehrinden İstanbul matbuatına atideki +telgrafname vürud eylemiştir: “Buradaki İslamlar tarafından +akdolunan bir mitingde memalik-i Osmaniyye’de hüküm-ferma +olan fırka münazeatı muvafık-ı maslahat görülmeyip +tenkīd edilmiş ve umum Osmanlı din kardeşlerinden +halihazırda ihtilafat-ı dahiliyyenin bertaraf edilmesini ve +rıza-yı ali-i hazret-i Hilafet-penahi dairesinde ittihad ve ittifak +etmelerini rica ve istirhama karar verilmiş ve ihtilafatın +beyhude devamı Hindistan’daki ehl-i İslam’ın Türkiye hakkında +perverde eylediği teveccühat-ı azime ile kabil-i te’lif +görülmemiştir.” +Hilal-i Osmani refikımizde okunduğuna +göre Hindistan’ın Keşmir vilayetindeki otuz beş bin +Hindlinin din-i mübin-i İslam’ı kabul ettikleri mevsukan haber +alınmıştır. +ASAR-I MÜNTEŞİRE +FENNIN EN SON KEŞFIYATINDAN +Memleketimizde fenni ve ilmi eserlerin neşr u ta’mimine +ne kadar ihtiyac olduğu şübhesizdir. Milleti kurtaracak +fezail-i ahlakıyye ile terakkıyat-ı fenniyyedir. Fennin her gün +daha sür’atli hatvelerle ilerlediği halde maatteessüf muhitimizin +ciddi eserlere karşı o derece rağbet göstermemesi +neticesi olarak terakkıyat-ı fenniyyeden büsbütün bigane +bulunuyoruz beyhude laklakıyata sarf edilecek kıymetdar +zamanları ilmi ve fenni bir eser mütalaasına hasr ederek +tenvir-i fikre çalışırsak vezaif-i beşeriyyemizi daha güzel ifa +etmiş oluruz. Bu gibi asar mütalaası yalnız erbab-ı fenne +mahsus kalmamalıdır. Herkesin de terakkıyat-ı asriyyeden +haberdar olması icab eder. Bunun için umumun anlayacağı +tarzda yazılmış eserlere ihtiyac vardır. İşte ceridemiz hey’et-i +tahririyyesinden M. Şemseddin Beyefendi’nin bu defa Fennin +En Son Keşfiyyatından ünvanıyla neşrettiği kıymetdar +kitap bu ihtiyaca karşı kaleme alınmıştır. +Bu kitap mümkün mertebe açık yazılmış mebahis-i lazimenin +kolayca anlaşılması için otuz dört kadar da şekil ilave +edilmiştir. Mektep ve medaris-i ilmiyye müdavimini eserin +mütalaasından pek çok istifade edebilecekleri gibi fennin +muhteraat-ı hayret-engizinden haberdar olmak isteyen herkes +de kitapta merakını teskin fikrini tenvir ve muamma +gibi görülen şeyleri hallettirecek esaslı ve kat’i ma’lumat bulabiliyor. +Kitabın mündericatı İ’lanat kısmımızda tamamıyla münderictir. +Sebilürreşad ’ın ’inci Cildinin Hitamı +Müdir-i Mes’ul: Eşref Edib +A. Süleyman: +A[ayın]. Kaşgar: +A[ayın]. Selim Bursa: +Abdullah Quilliam [William Henry]: + + +Abdülaziz Nevaiti: +Abdüllatif Nevzad: + +Abdürreşid İbrahim Efendi: +Ahmed Agayef: + +Ahmed eş-Şerif es-Senusi el-Muktebis en-Nur elKuddusi: + +Ahmed Hamdi Aksekili Sebilürreşad Bulgaristan +Muhabir-i Mahsusu: + +Ahmed Hilmi Savur Kazası Müftüsü: +Ahmed Münir bin Abdürreşid İbrahim Japonya’da +Osmanlı Talebesinden Tokyo: + +Ahmed Naim Baban-zade Meclis-i Maarif +A’zasından: +Ahmed Sakī Girit Resmo ahali-i müslimesi vekil-i +umumisi Da’va Vekili Giridi: + +el-Alem : +Ali Hilmi İtalya’da mukim Çekmeceli Komiser +Muavini: +Ali Rıza Seyfi Göztepe: + + +Ali Salahaddin: +Ali Şeyhü’l-Arab: +Boşnak İbrahim Alagiç İzmir: +Bursalı Mehmed Tahir bin Rif’at: + +Cemal Cem’iyet-i Tedrisiyye-i İslamiyye Teşebbüs +Komisyonu ve Darüşşafaka Evkaf Encümeni +a’zasından: +Ç - Ş - Z[ze]: + +Emir Abdurrahman Han: + + +Ferid Hariciye Tercüme Şu’besi Mümeyyizi: + +G[gayın]. N Üsküb: +H[ha]. Mehmed Şevket Selanik İttihad ve Terakkī +Mektebi Ulum-ı Diniyye Muallimi: + +Halil Fahreddin Şair Ziya Paşa Hafidi: +Halim Sabit Kazanlı: + +Hasan Ruhi Samsun İ’dadi muallimlerinden: +Hilal : +el-Hilalü’l-Osmani : +Hüseyin Rıza Debre-i Bala: +Hüseyin Yüzbaşı Alay Tabur Bölük Sofulu: + + + + +Kolcalı Abdülaziz Enderun-ı Hümayun Muallimi: + +Kolinoviç Hidayet İstanbul Darülfünun-i Osmani +Diniyye Şu’besi’nden: +el-Liva Mısır: +M. Şemseddin Midilli İ’dadisi Müdürü: + + + +Mehmed Akif Darülfünun Muallimlerinden: + + + + + +Mehmed Ali Redif Mülazım-ı evveli Babaeski: +Mehmed Fahreddin Alay Müftüsü: + + +Mehmed Fevzi Ahmed İbrahim Almanya’da +Hayilbron fabrikalarında tahsilde bulunan +müslümanlardan: +Mehmed Hayreddin Stuttgart: + +Muhammed Hilmi Mustafa Şevki Selim Sami +Mustafa Hafız İbrahim + +Muhammed Muhammed Ali: +Muhammed Reşid Rıza Efendi: +Mustafa Baban-zade: +Mustafa Muhsin Üsküp Sultanisi muallimi: +Müntesibin-i Fen’den Bir Müslüman: +Nazmi Efendi: +Ömer Faruki Tenkīd-i Muhıkk muharriri Rusçuklu: + +Rumeli : +S[sin]. M. T[te]: bk. Seyyid Mehmed Tevfik +Sebilürreşad: + + + + +Seyyid Mehmed Tevfik Basralı Sebilürreşad ’ın +Hindistan Muhabiri: + + +Siracü’l-Ahbar-ı Afganiyye: +Sireti Balıkesri : +Şeyh Şibli en-Nu’mani: + +T[tı]. M.: +Tahirü’l-Mevlevi: + + +Üsküdarlı Ali Enver San Francisco: +Yunus-zade Ahmed Vehbi Bolvadin: +|/\| \ No newline at end of file