diff --git "a/Sebilürreşad_cilt_9.txt" "b/Sebilürreşad_cilt_9.txt" new file mode 100644--- /dev/null +++ "b/Sebilürreşad_cilt_9.txt" @@ -0,0 +1,40190 @@ +|\/| +_____ + + + SEBİLÜRREŞAD Cild 9 + - + Unknown + 296839 + 68429 + 40190 + +_____ + +Asırların yığdığı bar-ı giran-ı mesaib altında inleyen millet-i İslamiyye na-şekibane bir subh-ı felahın infilakına dide-küşayı +cehalet ile kapalı olan ufk-ı Alem-i İslam’da hiç olmazsa bir berk-ı nur u irfan tevlid etmek maksadıyle biz de dört sene evvel +Sıratımüstakīm ceridesini te’sis etmiştik. Asırlardan beri Şark’da ve bütün Cihan-ı İslami’de hükümran olan istibdad-ı idare +dindaşları birbirinden ayırmış karde ş leri yek diğerine düşman etmiş mü’minleri birbirlerine boğdurmuş kalem-rev-i İslam’ı +dindaş kanıyla sulamış bir mezbaha-i hunine çevirmişti. Furkan-ı Mübin’in uhuvvetle tavsif buyurduğu aynı din salikleri birbirlerinin +efkarından amalinden tamamıyle bi-haber kalıyorlar; baka ve idame-i şevketlerini birbirlerinin imhasında zu’mediyor +ve o yolda çalışıyorlardı. Çünkü İslam kasabalarını ihata eden cehalet sedleri o kadar kesif o derece zalam-engiz idi +ki maverasında zuhur-yafte olan facialardan içindekilerin haberi bile olmuyordu. Bu hal son asra kadar devam etti gitti. +Vaktaki Hind’de şevket-i İslamiyye munkarız olarak yerine bir ecnebi hükumeti kaim oldu; vaktaki Mısır’da A’rabi Paşa +gibi bir bedbahtın çıkardığı iğtişaş İngiltere’nin ümm-i dünyaya namzedliğini intac etti; oralardaki müslümanlar gözlerini +açmaya fikirlerini toplamaya mecbur kaldılar rabıta-i diyanetin ehemmiyetini takdir ederek merkez-i Hilafet’e daha rasin +daha ümidvar nazarlar fırlatmaya başladılar. Ne çare ki kabus-ı istibdadla fer ü tabını gaib eden arş-ı Hilafet o kadar uzaklara +kadar neşr-i şua’-i tenvir edecek bir halde değildi. Millet-i İslamiyye felakete Saltanat-ı Osmaniyye inkıraza doğru sürükleniyordu. +Bu esnada +ferman-ı celilinin icrasına hükm-i kader sadır oldu. Müslümanlar esbab-ı felaketi +takdir ettiler Osmanlılar çeşm-i intibahı açtılar. Biz de Alem-i İslam’da uyanan nehza-i fikriyyeye bir meş’ale-i tenvir açmak +Fatır-ı Mutlak tevfikatına mazhar buyurdu millet-i İslamiyye iltifatını ibzalden çekinmedi biz de rehgüzarımıza tesadüf +eden hailleri bir azm-i metin ile iktiham etmeyi göze aldırarak işte dört senedir bu yolda bezl-i gayrette bulunuyoruz. Dört +senelik koleksiyonlarımızı tedkīk buyuracak erbab-ı irfanın risalemizin seneden seneye arzettiği safahat-ı terakkī ve tekamülü +düşünmüş mündericatını tevsi’ muhteviyatını tenvi’ etmeyi kararlaştırmıştık. Bu maksada vusul için memleketimizin en +mütebahhir ve en fazıl simalarından mürekkeb bir hey’et-i tahririyye teşkil ederek tarik-ı mesaimizde kat’-ı merahile başladık. +Sıratımüstakīm – Sebilürreşad bugün dokuzuncu cildin birinci nüshasını kari’lerinin nazar-ı irfanına arzederek beşinci +senesine giriyor. Alem-i İslam’ın teali ve intibah-ı fikrisine çalışmayı en mukaddes bir vazife olmak üzere telakkī etmiş olduğumuz +cihetle her türlü fedakarlıkları ihtiyar ederek bu maksad-ı ulviye doğru bir hatve daha atmaya azmettik. İki ay +mukaddem Hindistan Türkistan Afganistan… Bulgaristan ve Romanya müslümanlarının hayat-ı ictimai ve ilmilerini +yakīnden tedkīk etmek tearuf-i müslimin esaslarını atmak südde-i Hilafet’ten uzakta kalmış olan dindaşların Makam-ı Mualla-yı +Hilafet’e olan merbutiyet-i diniyye meveddet-i ruhiyyelerini teşyid etmek üzere birçok fedakarlık ihtiyarıyle oralara +kadar hususi muhbirler i’zamına teşebbüs ettik. Elyevm Hindistan Afganistan ve Türkistan’a müteveccihen Bağdad tariSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +kıyle azimet etmekte bulunan Tevfik Bey ile Bulgaristan muhbirimizin gönderdiği mektuplar kariin-i kiramın elbette nazar-ı +dikkatlerini celbetmiş olduklarında şübhe etmiyoruz. +... fermanı müslümanların birbirleriyle tanışmaları bilişmeleri yek diğerlerinin alam ve meserratından hissedar +olmaları lüzumunu ihtar buyurduğu cihetle bu teşebbüsle o gaye-i mübecceleye doğru ilk hatveyi atmış oluyoruz. Maatteessüf +zir-i liva-yı Osmanide bulunan müslümanlar arasında dahi şimdiye kadar +hükmünü tecelli ettirecek +bir tearuf esasları kurulmamış olduğundan haricdeki dindaşların ahvalinden haberdar olmak istediğimiz gibi dahildeki +mü’minler arasında da bir rabıta-i fikriyye muayyen bir gaye-i terakkī ve tekamüle doğru ilerlemek üzere bir vahdet-i +ruhiyye te’sisine çalışmak istiyoruz. Bu da büyük bir kitle-i münevvere-i İslamiyyenin neşriyat-ı ilmiyyelerine vasıta olan +Sebilürreşad’ın beyne’l-müslimin intişarına vabestedir. Fakat bu kadar yüksek bir mefkureyi yalnız başımıza te’min edemeyece��imizi +de i’tiraf etmek lazımdır. +Bunu bildiğimiz için şu cihad-ı mukaddesde kariin-i kiramın hiss-i diyanet ü hamiyyetlerine müracaat ederek diriğ-ı +muavenette bulunmamalarını istirham etmiştik. Ricamız her taraftan intizarımızın kat kat fevkınde mazhar-ı kabul ü takdir +oldu. +ferman-ı celiline ram olan muhterem dindaşlarımız risalemizin neşr ü ta’mimini +mukaddes bir vazife telakkī buyurdular. Kemal-i menn ü şükranla arza mecburuz ki risalemize evvelce abone olan zevat-ı +kiram ikişer üçer hatta onar yirmişer otuzar abone tedarikiyle kitle-i İslamiyyeye bir sirac-ı tenvir olmaya çalışan Sebilürreşad’ı +beyne’l-müslimin neşre çalışmak gibi hıdemat-ı mübeccele ibzalinden çekinmediler. +Müslümanların ilmen irfanen terakkīleri hayat-ı ictimaiyye ve medeniyye nokta-i nazarından tekamülleri şevket ü +azamet-i İslamiyyenin tealisi azm ü sebat ittihad-ı fikir gibi esasların te’mini sayesinde müyesser olacağı şübheden vareste +olduğu cihetle bu gayeyi ta’kīb eden Sebilürreşad ne kadar intişar u teammüm ederse bu mübeccel mefkureye vusul de o +kadar kolaylaşır. La-yetezelzel bir iman metin bir kanaatle bu fikre merbut bulunan müslümanların peyamber-pesend ve +sebatkar bir azimle yine bu yolda ibzal-i gayretten geri durmayacaklarına eminiz. Evet Sebilürreşad ne kadar teammüm +ederse müslümanlar da birbirlerinin ahvalinden o derece haberdar olacaklar terakkī ve tekamüle doğru azimkarane çalışmak +fikri aralarında o nisbette intişar edecek teavün ü tearuf esasları da bu sayede metin ve payidar bir surette vaz’ u te’sis +edilmiş olacaktır. +Avrupalılar binlerce liralar sarfederek ahval-i İslam’a dair ma’lumat almak üzere her tarafa hey’etler muhbirler gönderdikleri +halde müslümanların kendi kendilerini büsbütün unutmuş olmaları ne kadar acınacak bir hal olacaktı. Sebilürreşad +Alem-i İslam’ın şu ihtiyacını te’mine çalışmak için te’sis edildi. Fakat tekrar ederiz ki müslümanların mazhar-ı muaveneti +olamaz isek bu kadar ağır bir vazifeyi yalnız başımıza yüklenmeye duş-ı zaifimiz mütehammil değildir. +La Revue du Monde Musulman ünvanlı mecmua nazar-ı intibahımızı açmalıdır. Onlar sırf kendi menfaatleri uğrunda bu +kadar fedakarlıklar ihtiyar ederek İslamların hayat-ı ictimai ve fikrisini yakīndan tedkīk etmek istedikleri halde merkez-i Hilafet’te +müslümanların tearufuna hadim bir mecmuanın intişar edememesi müslümanların denildiği gibi inkıraza mahkumiyetlerine +delalet etmez mi? Fakat biz son zamanlarda Alem-i İslam’da uyanan intibah-ı fikriden parlak neticeler çıkacağına +kemal-i itmi’nan ile intizar ediyoruz. Dinen me’mur olduğumuz vechile sa’y ü sebat gösterilir neşriyat-ı ilmiyyeye devam +olunursa Alem-i İslam’ın düşmüş olduğu gayya-yı cehaletten kurtularak şehrah-ı saadet ü tekamüle gireceğine şübhe etmemelidir. +Bugün kabus-ı cehalet kesif ve ezici sıkletiyle Alem-i İslam’ı muttasıl tazyik ediyor. Müslümanlar ilmen serveten medeniyeten +acınacak bir halde bulunuyorlar. Garb her gün daha insafsız bir vaz’iyetle Şark’a yükleniyor onu bel’ etmek yutmak +Garblıların esrar-ı terakkīlerini anlamak Avrupa medeniyetinin ne gibi şeylerini almaklığımız icab edeceğini ta’yin etmek +ahlak-ı fazıla-i İslamiyyemiz dahilinde fikren san’aten ticareten ilerlemek için iktiza eden esasları tedkīk etmek Avrupa +maarif ü terakkıyatından müslümanları haberdar ederek nazar-ı intibahlarını açmak şevket-i İslamiyyenin paydar olmasını +te’min edebilmek için kat’iyyen lazım olduğuna mu’tekıdiz. Bu kanaat bize bu yolda tetebbuatta bulunmak tedkīkatından +risalemiz vasıtasıyle Alem-i İslam’ı haberdar etmek üzere mütefekkir ve Şark ve Garb lisanlarına vakıf fazıl bir iki zatı Avrupa’ya +göndermek lüzumunu hissettirdi. Ba’de’l-id bu mühim teşebbüse girişeceğimizi kariin-i kirama tebşir ederiz. +Sebilürreşad’ın mesleği kari’lerince ma’lumdur: Sebilürreşad’ın hiçbir fırka hiçbir siyasi cem’iyetle alaka ve münasebeti +yoktur. Onun yalnız mukaddes bir mefkuresi vardır: Sebilürreşad Alem-i İslam’ın intibah-ı fikrisine teali-i ruhisine rehber +olmayı müslümanların ilm ü ma’rifette sınaat ü ticarette terakkī ve tekamüllerine aralarında la-yetezelzel bir meveddet-i +samimiyye te’sisine Makam-ı Bülend-i Hilafet’in i’tila-yı şan u şevketine çalışmayı bir emel-i mübeccel tanır ve o yolda +çalışır. +Sebilürreşad’ın muhteviyatı iki kısımdan ibaret olduğu kariin-i kiramın ma’lumudur: Birinci kısım ilmi ve fenni olup +muhtevi olduğu mebahis tefsir-i şerif hadis-i şerif müdafaat-ı diniyye felsefe ictimaiyat fıkıh ve fetava edebiyat tarih +ta’lim ve terbiye hutbe ve mevaız ve Alem-i İslam için nafi’ makalat-ı mütenevviadan ibarettir. İkinci kısım ise siyasiyat ve +hayat-ı İslamiyyeye tahsis edilmiştir. Bu kıs��mda siyasiyat-ı umumiyye siyasiyat-ı İslamiyyeden bahis makaleler hayat-ı +akvam-ı İslamiyyeye dair ma’lumat kariin ve muhbirlerimizden vürud eden mekatib-i mütenevvia matbuat-ı İslamiyye +ve şuun-ı umumiyyeye dair ma’lumat verilmektedir. Risalemize bir üçüncü kısım ilavesine de lüzum gördük. Bu kısımda +asar-ı münteşire hakkında tenkīd ve takrizlar bulunacağı gibi İslam ticaretgahları ve İslam asar ve erbab-ı sanayiine dair de +ma’lumat-ı lazime dercolunacaktır. Risalemizin mündericatı ve gösterilen rağbet bize ileride hacmini tezyid edebilmek cesaretini +veriyor. Sebilürreşad’ın kari’leri ne kadar çoğalırsa mündericat ve hacmi de o nisbette tevessü’ edecektir. +Furkan-ı Mübin’in ulum ve fünunun hal-i hazırına nazaran bir tefsire muhtac olduğunu i’tiraf etmeyecek bir mütefekkir +yoktur. Risalemiz bu yolda yazılacak tefasir-i şerifeye bir çığır açmaya çalışıyor. Şimdilik ulum ve fünuna tarihe hayat-ı +Ehadis-i sahihanın tefrikıyle efkar-ı nasda toplanan şübühatı tamamıyle izale edecek surette teşrihlerine ihtiyac-ı kat’i +olduğu cihetle ahval-i ictimaiyye ve hayatiyyemize temas eden ehadis ve sünen-i nebeviyyenin aynen tercüme ve tavzihi +bunların hayat-ı cariyyeye tatbikı hususlarına i’tina etmeye gayret edilmektedir. +Sebilürreşad neşriyatında iki mühim noktayı daima nazar-ı dikkatten dur tutmuyor ve tutmayacaktır: Evvela mütefennin +geçinen kimselerde dine karşı uyanan lakaydi ve şübühatı esasından izale edecek yerine metin ve rüsuhlu bir akīde ikamesine +çalışacak saniyen fünun ve felsefeden bi-haber kitleyi tenvir ederek seviye-i ictimaiyyenin i’tilasına ahlak-ı fazılanın +te’yidine cehl ile tev’em olan taassubun izalesine ilim ve ma’rifetin intişarına sarf-ı mesaiden geri durmayacaktır. +Sebilürreşad ictimaiyata ve ahlakıyata hasrettiği sütunlarda millet-i İslamiyyenin hayat-ı müstakbelesi için nazım vazifesini +görecektir. Rahat döşeğine uzanmış gibi bi-tab u bi-huş kalan kitle-i İslamiyyeyi ikaz ederek hayat-ı ilmi ve sınaiye sevkedecek +milletin hayat-ı atiyyesini bir mecra-yı salime rabt umumu istila eden kabus-ı ataleti ref’ mevcudiyet-i İslamiyyeyi +kemiren emraz-ı ma’neviyyeyi teşrih ve tedaviye gayret gösterecektir. +Felsefe kısmında hikmet-i İslamiyyeye dair mebahis-i mühimmeyi enzar-ı kariine arzedeceği gibi dini müdhiş hücumlardan +kurtarmak için felsefe-i Garbiyye hakkında da tetebbuat-ı amikada bulunmaya çalışacaktır. Tarih-i felsefeden felsefenin +tarz-ı terakkī ve tekamülünden ateizm pozitivizm sosyalizm materyalizm determinizm individüalizm… gibi son +zamanlarda Avrupa’da pek ziyade taammüm eden mesalik-i muhtelifeden kari’lerini haberdar edecek bunların zahiren +rengin ve ciladar fakat hakīkatte çürük olanlarının üzerlerindeki tıla’-yı muğfili kazıyacak esaslı ve kat’i bulunanlarıyla +esasat-ı İslamiyye arasında bir tezad bulunmadığını bulunamayacağını meydana çıkarmaya gayret edecektir. +En büyük ihtiyaclarımızdan olan ta’lim ve terbiye bahsine dair tetebbuat-ı mühimmede bulunmaya da azmetmiştir. +Alem-i İslam’ın bugünkü sefalet-i hali ta’lim ve terbiye hususunda şimdiye kadar ta’kīb edilen usulsüzlüklerin seyyiesi olduğunda +şübhe yoktur. Ana kucağından başlayarak mektep ve medreselerde ve bilahare muhit-ı ictimaide evlad-ı vatana +verilen ta’lim ve terbiyede hiçbir gaye gözetilmediğini anlamayan kimse yoktur zannederiz. Bu yolda usulsüz ve münferid +bir tarzda verilen terbiyenin netayic-i feciasını her yerde gördüğümüz cihetle ta’lim ve terbiye hakkında tedkīkat-ı lazimede +bulunmaktan geri kalmayacağız. +Kariin-i kiram tarafından vukū’ bulan rağbet ve teşvik üzerine bir de kısm-ı fenni açtık. Sebilürreşad’da fenne de ayrıca +bir kısım tahsisi bazı sebükmağzanın fen ile dinin kabil-i te’lif olamayacağı hakkındaki bi-esas kanaatlerini çürütmek hakayık-ı +müsbete-i fenniyyenin esasat-ı İslamiyyeyi te’yid ettiğini göstermek gibi bir maksad-ı ulviye müsteniddir. Kısm-ı fenniye +tabiiyyata mebahis-i hayatiyyeye fizyolojiye hıfzussıhhaya tabakatü’l-arza… dair icabına göre mebahis-i mühimme dercedilecektir. +Fennin yeni yeni keşfiyat ve muhteraatından mühim ve faideli tatbikatından ma’lumat verilecek ve nazariyat-ı +fenniyyeye dair izahat-ı lazime i’ta olunacaktır. Esasat-ı fenniyyeden mahrum olanlarda kudret-i tenkīdiyye bulunamayacağı +cihetle dimağları fenni esaslarla tenevvür eden erbab-ı akīde öğrendikleri yarım yamalak bazı mukaddemata istinaden +saçma sapan iddialarda bulunan kuteh-binlerin sözlerindeki kıymetsizliği pek kolay takdir edebilirler fenni intikadlarla +müddealarının çürüklüğünü meydana çıkarırlar mukni’ cevablarla onları ilzam ve iskat ederler. +Esasen hayat-ı maddiyye ile alakadar olan mebahis-i fenniyyenin mechul kalması mücadelat-ı maişet için elzem olan +tevazün-i kuvayı ihlal edeceğinden hayat-ı ma’neviyyenin tealisi daima hayat-ı maddiyyenin zindegi ve tekemmülüne +arz-ı iftikar eder. Bunlardan yalnız birisiyle cidalgah-ı hayatta te’min-i muzafferiyyet mümkün olamaz. Hakayık-ı diniyyeye +kat’i vukūfla beraber saha-i fennin menatık-ı mesturesine nüfuz edilirse insandaki akīde daha ziyade rüsuh-pezir olur. +Hayat-ı maddiyyede muzafferiyet esbabını bize ilim ve fen öğretecektir. +Sebilürreşad ’ın mebahis-i sairesi için ta’kīb edilecek hatt-ı hareket hakkında birinci nüshamızda ma’lumat-ı lazime vermiş +olduğumuzdan bu cildde dahi aynı esaslar ta’kīb edileceğini arzetmekle iktifa ediyoruz. +Tevfik Allah’dan: +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi +“Hem onlara: ‘Allah ne göndermiş ise ona uyunuz’ dendiği +zaman ‘Biz daha iyi atalarımızı müdavim bulduğumuz +şeylere uyarız.’ derler; pek a’la! Ya ataları bir şeye akıl erdirememiş +doğru yolu seçememiş ise yine mi uyacaklar?” +* * * +Ayet-i kerime Sure-i Bakara’ya mensubdur. Bununla beraber +aynı meali tebliğ eden diğer ayetler de vardır: +gibi... +Tercüme ettiğimiz nazm-ı celilin üslub-ı hakimine dikkat +olunursa görülür ki: Körükörüne taklid edenleri yani görenek +denilen o “akaid-i batıla hülasasının” kuyruğuna yapışıp +gidenleri; Allahu Zü’lcelal’in lisan-ı şeriatle lisan-ı fıtratle +tebliğ eylediği hakīkatlere karşı gözlerini yumup kulaklarını +tıkayanları Hallak-ı Azim velev itab ile olsun hitabına layık +görmüyor da onların halini hikaye suretinde beyan buyuruyor. +Anlayana bundan büyük ibret görenekçiler için de bu +kadar ağır hakaret olamaz. +Hakīkat gerek dine gerek dünyaya aid işlerde evamir-i +münü ibtal ile başkalarının evhamına tapınmak kadar saçma +bir hareket mutasavver midir? +Emr-i dini taklid ile kaim bilmenin seyyiesidir ki batından +batına birer ikişer bid’at üçer beşer hurafe miras ola +ola bugün akaidimiz taatimiz muamelatımız adeta hurafat +mecmuası bid’at yığını haline gelmiş! Dinin şekl-i sahihini +kolay kolay tahattur bile edemiyoruz! +Bugün bir bid’at-ı seyyieyi dinden çıkarıp atmak dinin +en büyük erkanından birini yıkmak demektir; belki ondan +ziyade galeyanı mucib olur! +Görenek dinimizi tahrib ettiği kadar dünyamızı da etmiştir. +Zaten Müslümanlık’ta din ile dünya birbirinden ayrılamaz +ki. İşte tarih meydanda duruyor. Millet-i İslamiyye +şeriati safvet-i asliyyesiyle muhafaza ettikçe hem dini hem +dünyası ma’mur imiş; o safveti böyle bir sürü bid’atle bulandırınca +hüsrandan hüsrana düşmüş. +Ne garibdir ki: Şarkta garbda şimalde cenubda hasılı +dünyanın her tarafında milletin avam kısmı “Atalarımızdan +böyle gördük.” velvele-i i’tirazını her nida-yı irşada karşı en +müdhiş en müstahkem bir siper gibi yükseltir dururken; +mütefekkir olması icab eden havas tabakası atalarından +gördüğü iyi şeyleri de mutlaka atmak hüviyet-i milliyyelerini +tepeden tırnağa kadar değiştirmek sevdasında! +Yeniyi iyiliğinden hususiyle lüzumundan dolayı almak; +eskiyi de fenalığı sabit olduğu için atmak kimsenin aklına +daha doğrusu işine gelmiyor! +Dini taklid dünyası taklid adatı taklid kıyafeti taklid +selamı taklid kelamı taklid hülasa her şeyi taklid olan bir +milletin efradı da insan taklidi demektir ki kabil değil hakīkī +bir hey’et-i ictimaiyye vücuda getiremez; binaenaleyh yaşayamaz. +Mehmed Akif +* * * +TERBİYE VE TA’LIM +Memleketimizde ulum ve maarifin layıkıyle intişar edememiş +olmasından herkes müşteki bulunuyor. Yer yer mektepler +açılarak maarif ta’mim edildiği takdirde bugünkü +sefalet nihayet-pezir ve vatan bir gülzar-ı saadete münkalib +olacağı herkes tarafından bir kanaat-i kat’iyye ile iddia ediliyor. +Fakat maarif namı altında ta’mimi arzu olunan şeyler +acaba neden ibarettir? Hangi nevi’ maarif memleketi kurtarabilir? +Gelişi güzel birçok mektepler küşadı buralarda laale’t-ta’yin +birçok dersler okutturulması bu maksadı te’min +edebilir mi? +Açılacak mekteplerden gaye ne olacağı ve şakirdanın +ta’lim ve tedrisine başlamadan evvel onlara ne gibi şeyler +okutacağımızı tedris edeceğimiz mevaddı ne vakit ve ne kadar +zamanda ta’lim edeceğimizi ta’yin etmek icab etmez mi? +Bir hey’et-i medeniyye içinde yaşayacak olan çocuklara +ta’lim ve tedrisi icab eden şeyler insanların miras-ı ictimaisi +olan “bilgiler” arasından intihab olunması bir emr-i tabiidir. +Mevadd-ı tedrisiyye bu bilgiler arasından intihab edildikten +sonra her birinin nef’-i nisbisi yani etfalin ta’liminden +maksud olan gaye-i hususiyye ile olan münasebeti ta’yin +edilmek iktiza eder. +Beşeriyetin miras-ı ictimaisi olan bilgiler yalnız ulum ve +fünuna münhasır değildir. Yemek içmek yürümek kalkmak +gibi en basit bilgilerden en yüksek nazariyat-ı felsefiyyeye +kadar bir neslin ahlafına devrettiği ma’rifetlerin kaffesi +miras-ı ictimaide dahildir. Şu halde miras-ı ictimai namı altında +cem’ ettiğimiz bilgiler mektep ve darülfünun programlarının +çizdikleri daire-i mahdudeyi tecavüz ve asırdan asıra +tahavvül ederler. +Her nesil kendi halefine daha ağır bir hamule bırakır. Bugün +nesl-i hazıra intikal eden hamule-i miras o kadar çoktur +ki en alim bir zat bile yalnız bir kısmın tafsilatına aid cihetleri +değil bir çok fenleri tamamen bir tarafa bırakmak mecburiyetinde +bulunmaktadır. Ulum ve fünunun tevessü’ ve tekessürü +saha-i iştigali yalnız bir ve nihayet iki fenne hasretmek +ve ancak bu fende ihtisasa çalışmak mecburiyetini istilzam +ediyor. +Fakat fennin tek bir şu’besinde tahassus peyda etmek +Bu mahzurun önünü almak ve şakirdanı fünun-ı saire +prensiplerinden olsun haberdar edebilmek devre-i ihtisası +mümkün olduğu kadar geriye bırakmakla mümkün olabilir. +Şurasını da unutmamalıdır ki ihtisası peyda edilmek istenilen +fennin de saha-i terakkī ve tekamülde tevessü’ edebilmek +Şu halde yalnız bu fenni tamamıyle elde etmek daha +uzun bir müddete tevakkuf etmez mi? +Bu hale karşı tatbikı icab eden usul aşağıda arzolunacaktır. +Tedris olunacak fünun intihab edildikten sonra şakirdana +her fenden ne nisbette ve ne kadar şey tedris edilmek icab +edeceği mes’elesinin halli iktiza eder. +Bunu ta’yin ve takdir ederek lazım gelen aksamı intihab +edebilmek için her fennin “nef’ini” nazar-ı i’tibara almak lazımdır. +Bir fennin tedrisinden hasıl olacak istifade fenn-i mezkurun +umumi prensipleri okutulacak şakirdanın gaye-i teallümleri +lıdır. +Bir fen ile o fenni tedrisden maksud olan gaye arasındaki +nisbettir ki fenn-i mezkurun “nef’ini” takdire hadim olur. +Bu nisbet ta’yin edildikten sonra içinde yaşanılan cem’iyetin +teşkilat ve ihtiyacatına göre tedrisi icab eden kısmın tefrikı +kolaylaşır. +Fakat faideli kısımlar tefrik ve intihab olunurken zaman +ve inkişaf-i dimağīyi de nazar-ı i’tibara almalıdır. +Her nevi’ tedris zamanla meşrut ve mukayyeddir. Ta’lim +ve tedris noktasından zamanın kıymeti pek yüksektir. +Maamafih bu sözle çocuğun bütün saat-i hayatını işgal +etmek lazım olduğu iddiasında bulunmak istemiyoruz. +Çalışmak için iktiza eden zaman mahduddur. Bir aile reisi +nasıl kendi masrafını iradına tevfik etmeye gayret ederse +biz de her fenden matlub olan kısımların tamamıyle tedris +olunabilmesi için iktiza eden zamanı takdir etmeye çalışmalıyız. +Mevadd-ı tedrisiyye tefrik ve intihab edildiği esnada şu +prensibe riayet etmek faideli netayic tevlid edebilir: +“Her ilmin tedrisi için tahsisi icab eden zaman o ilmin +faidesiyle takdir ve ta’yin olunur.” +Pek esaslı olan bu düstur ders programları tanzim olunurken +hiçbir vakit nazar-ı i’tibardan dur tutulmamalıdır. +Elde edilmesi uzun müddete mütevakkıf olan bir fennin yalnız +nazariyat-ı esasiyyesini tedris ederek aksam-ı fer’iyyesini +ameli bir surette göstermek daha muvafıktır. +sis ve talebeye umumi esasları gösterdikten sonra aksam-ı +fer’iyyeyi pratik bir surette ta’lim etmeyi tercih ediyorlar. +tağni-i beyandır. +Şakirdanın inkişaf-ı dimaği ve iradisini te’min eden fenlere +bir hakk-ı rüchan vermeyi de unutmamalıdır. +Ma’lumat-ı beşeriyyeden çocuğa en ziyade faide-bahş +olacak fünunun tedrisi tercih olunmak icab edeceği +arzolunmuştu. Acaba “faide-bahş” olmak ne demektir? +Faideli fünundan maksad en mühim zamanlarda en çok +Bu faidenin takdirinde tedris olunacak şakirdin kendisini +de nazar-ı i’tibara almak icab etmez mi? +Bir çocuk için birinci derecede mühim ve lazım olan şey +yaşamak mes’ud bir hayat geçirmek saniyen hemcinsiyle +hüsn-i muaşerette bulunmaktır. +Şu halde tedris edilecek fünunun fevaidi de bu nokta-i +nazardan takdir edilebileceğinden mekteplerde ta’lim ve +tedris olunacak şeylerin ber-vech-i ati esaslara müteallik bulunması +hadim olan ilimler. +zasını te’min eden ulum. +ezvakını okşayarak azm ü sebatını takviye edecek şeyler. +En mühim ve en esaslı nokta çocuğun yaşayabilmesi ve +muhit-ı ictimaiye tevafuk etmesi keyfiyeti olduğundan ta’lim +ve tedrisde bu cihetin daima nazar-ı ehemmiyete alınması +lazimedendir. +Mektebi ikmal eden bir genç bilahare nerede ve hangi +muhit dahilinde yaşayacak ne ile iştigal edecek kimlerle +muaşerette bulunacak? İşte bunlar taayyün ettikten sonra +gaye ma’lum olacağından tedris olunacak fünunun intihabı +kolaylaşır. Vasat-ı muhiti icabatına tevafuk etmek zaruri +olduğundan ta’lim ve terbiyede vasatın da nazar-ı i’tibara +alınmaması mümkün olamaz. +Vasatın ihtiyac ve icabatına göre terbiye alamayan bir +gencin mevki’-i ictimaisi dun bir derecede kalır. Tahsili kendisine +pek az bir istifade te’min eder. +Bir bankerin ilm-i hesab ve ilm-i hukūkun kısm-ı amelisini +bilmesi kendisi için mesela Latince veya tarih bilmeden +daha ziyade faideli değil midir? +Ta’lim ve terbiyede rehber ittihaz olunacak şey çocuğun +menafiidir. Menafi’-i mezkure ise tedrisatın daima icabat ve +Bir mektebe devam eden şakirdan kuvve-i zekaiyyece +farklı olabileceklerinden programların daima vasat derecedeki +zekalara göre tanzim olunması zaruridir. +Bu yolda müretteb programlara tevfikan icra-yı tedrisatta +bulunacak muallimler usanç getirmeksizin birkaç def’a tekrar +etmek suretiyle gabi şakirdanın da istifadelerini te’min +edebilirler. + +---- +EDEBIYAT +---- + +zua aid tevsiat hep o sayede bulunabilir. +Bir mevzua zafer-yab olabilmek yani o mevzuda mündemic +meaniyi nikatı keşfedebilmek için en birinci şart iyice +etraflıca düşünerek mevzuu hamlıktan kurtarmak olgun +bir hale getirmektir. Meşahirden birinin dediği gibi “Mahza +mevzu üzerinde lüzumu kadar i’mal-i fikr etmediği için bir +mü’ellif eserini yazarken müşkilat içinde kalır.” +Edib için herşeyden evvel mevzuunu kelimenin bütün +manasıyle hissetmiş olmak lazımdır. Evet işin güçlüğü yazmakta +değil yazmaya başlamazdan evvel hissetmektedir. +“Ancak iyi hissolunan zeminler iyi tasvir edilebilir” sözü pek +kıymetli bir düstur-ı edebidir. +Vaktiyle bir felaket geçirmiş bir acı görmüş olursunuz; +mazi-i hayatınızın elim bir safhası gözünüzün önünden geçer. +bir şey olamaz. Binaenaleyh bunları tasvir etmek isterseniz +fevkalade bir surette muvaffak olursunuz. Lakin hüner böyle +yad-aşina bir mevzuu değil insan yabancı bir mevzuu +etmek ısındırmaktır; bir halde ki o mevzu bütün safahatıyle +görülebilsin hissolunabilsin. +Eğer yazmaya başladıktan sonra ma’nalar fikirler birbirini +velyetmek suretiyle kayd-ı tertibe girmiyorsa demek mevzuunuz +henüz size ram olmamış daha kemale gelmemiş. O +halde aynı mevzu üzerinde tekrar i’mal-i fikr etmek uzun +uzadıya düşünmek iktiza eder; o zamana kadar ki karihanızda +bir cuş u huruş başlasın da kendinizde bir an evvel yazıp +kurtulmak için adeta bir ihtiyac hissedesiniz. Evet hakīkī +talakat hakīkī ilham-ı san’at ancak o vakit gelebilir. +Mevzuu meşime-i karihada uzun müddet taşımak cenin-i +sakıt gibi vaktinden evvel meydana çıkarmaya özenmemek +evvel bu kadar şeraite inkıyad herkes için kat’i değildir. Öyle +edibler vardır ki saatlerce hatta günlerce düşünmeden bir +şey yazamazlar; sonra öyleleri de vardır ki huruşa gelmek +rinci Chateabriant ikinci zümreye dahildir. +Bir sa’y-i edebinin kıymeti mevzuu intihab ettikten sonra +bir nevzad-ı kamil suretinde vücuda getirebilmek için karihada +yaliniz üzerinde husule getirdiği teessüratı tamamiyle tebliğ +eylemekten ibarettir. +Mevzu dediğimiz mahiyet bir fikirden ibaret basit birşeydir; +eğer hayal ile his yetişip o fikrin ihtiva edebileceği +menazırı alabileceği eşkali tasvir ederek besatetten kurtarmaz +bir kaç kat büyültmezse söylenecek söz zaten söylenmiş +demektir. +Bil-farz yirmi dört saatten beri kuyuya düşmüş bir adamın +halini ihtisasatını tasvir etmek lazım geliyor. Ne yapacaksınız: +Evet kendinizi o adamın yerinde farz edeceksiniz. +Lakin hiç başınıza böyle bir şey gelmemiş.. Şimdi öyle bir +adamın ihtisasatını nasıl keşfetmeli? Öyle ya! Meleke-i icad +bu gibi yerlerde kendini gösterecek. San’at dediğimiz de +bundan başka bir şey değil. Ta’bir-i ma’rufu vechile başkasının +bedenine temessül lazım. +Şimdi kuyuya düşen adamın halini tasvirden evvel tasavvur +gözünüzün önüne getirip o hayalin etrafında dolaşınız. Zihninize +tevarüd edecek meaniyi zabt ediniz. Mesela: Soğuk +su karanlık tedrici fakat müterakkī bir surette dibe gitmesi +saatin uzunluğu bağırdıkça sesin çınlaması aks-i nida +muhitin sükun-ı mehibi kuyunun aşağıdan yukarıya kocaman +bir huni gibi görünüşü me’yusane istimdadlar tab ü +tüvanın kesilmesi acz-i mütezayid suyun yüzünde kalmak +beyhude harekatı yukarıda saf bir sema zaman zaman kuş +sesleri haricde velvele-dar lakayd bir hayat sonra onların +şu biçare felaketlerin haliyle husule getireceği tezad.. Daha +buna benzer şeyler. +hali tasvir edilecek. +Mes’elenin mühim ciheti bir vak’anın bütün müfredatını +bir te’sir hasıl edebilmektir. +Görülüyor ki san’at-ı tahrir musırrane müstemirrane +bir sa’y ile elde edilen melekeden ibarettir. Büyük dehalar +yüksek kabiliyetler bu mecburiyetten azade olsalar bile emin +olunuz ki onlar da pek çok çalışmışlardır. +Mevzuun intihabıyle dest-gah-ı tahrire vaz’ı arasında +mikdarı eşhasa göre değişen bir zaman geçer ki ihtimal bir +teşebbüs-i edebinin en sevilmez en çekilmez devresi budur. +Bu devrede tahammülü na-kabil bir intizar bir üzüntü +vardır. Bakarsınız hiç bir şey doğmuyor. Artık müfekkirede +henüz vücudu olmayan meaniyi çıkarmak dimağın bu duygusuzluğuna +bu ataletine galebe çalmak lazım gelir ki bu +mücahede-i azim için tenha-güzin olmak bütün kuva-yı fikriyyeyi +bir noktada cem’ etmek elzemdir. +Düşündünüz düşündünüz... Lakin ruh-ı mevzuu temsil +edecek hayal-i cemil bir türlü karşınızda tecelli etmiyor! +Sakın metanetinizi ümidinizi gaib ederek ye’se düşmeyiniz: +Bugün sizden kaçan o hayal yarın agūş-ı müfekkirenize +gelir hem de bir gün evvelki mücahedat-ı fikriyye neticesi +olarak pek saf pek açık bir surette mütecelli olur. Siz de o +zaman hemen kaleme sarılarak not almaya başlarsınız. +Mevzuunuz i’tiyadatınızdan muhitinizden tarz-ı tefekkürünüzden +ne kadar uzak ise azminiz mücahedeniz de o +bu’d nisbetinde fazla olmalıdır. Mevzuunuzu kafanızda taşıyınız; +hem uzun zaman taşıyınız; daima beraber gezdiriniz. +Göreceksiniz ki nihayet onu kendinize ram edeceksiniz. +Karihanın vüs’ati semahati ber-mu’tad mücahede ile +kuva-yı fikriyye üzerinde tasarrufla istihsal edilebilir; yoksa +rast gele bir şey olmaz. Hülasa his ile hayali kendine mal +etmek bunların üzerinde nüfuzunu yürütebilmek icabeder. +Vakıa kuvve-i muhayyileden hepimiz az çok nasibedarız; +ancak o kuvvetten alabileceğimiz hisseyi büyültmek bize +aiddir. +Baktınız ki muhayyileniz hararetten mahrum.. O zaman +münebbihata müracaat ediniz; yani mevzuunuzla münasebeti +olan asarı okuyunuz. Mesela tiyatro yazmak sahneler +tertib etmek eşhası birbiriyle konuşturmak istiyorsunuz değil +mi? Meşahir-i haile-nüvisanın asar-ı güzidesini tetebbua +dalınız. Yahud bir orman tasvir edeceksiniz fakat karşınızda +öyle bir manzara yok. Ne yapacaksınız? İşte böyle bir teşebbüsü +başa çıkarmak için kalemi ele almazdan evvel orman +tasviri yolunda yazılmış asar-ı muhalledeyi gözden geçiriniz; +uyuşmuş olan muhayyilenizi tetebbu’ sayesinde intibaha +getiriniz. Bu usul daima muvaffakiyeti te’min eder. +Kim bilir kaç kere başınıza gelmiştir: Hararet-i hisden şe +taret-i hayalden mahrum dimağınızda en basit bir ma’nayı en +naçiz bir fikri bulmaktan aciz kaldınız da artık bundan sonra +hiç bir şey yazamayacağım diyerek bir ye’s-i amika düştünüz; +ati-i edebinizden büsbütün ümidi kestiniz öyle değil +mi? Halbuki biraz sonra civarınızda yükselen bir terane +bir aheng yahud piş-i nazarınızda açılan şairane bir levha-i +temaşa birden bire sizde bir çok hayaller bir çok hisler bir +çok fikirler uyandırıverir; muhayyilenizin deminki uyuşukluğu +faaliyete inkılab eder. +Öyledir; bizim mevcudiyet-i ma’neviyyemizi ta’dil için +çok zamanlar en ufak bir şey bile kafidir. Lakin hissimizi tehyic +edecek hayalimizi uyandıracak münebbihat arasında +hiçbiri mütalaa kadar müessir olamaz. Çünkü mütalaa bizim +yacağımız asar içinde rehberimiz olacak elimizden tutacak +sahifeler buluruz. +Mücahid-i din [ü] devlet sadr-ı şehid Sokollu Mehmed Paşa’nın yevm-i şehadetine musadif Ramazan-ı Şerif’in onuncu +Cuma günü Eyüb’de medfen-i mübareki önünde icra edilen ihtifal esnasında Ali Salahaddin Bey tarafından okunmuştur: +Ey saye-i iclali olan kavm-i necibin +Bir şems idi afakda guya ki rakībin; +Velval-i vegada o senin nam-ı mehibin +Düşmanlara baran-ı bela olmaya zehrin +Bir seyf idi tarrakası da re’y-i musibin. +Amal-i cihangirine füshatgeh-i dünya +Dar gelmiş idi çünkü fütuhatını cevza +Arş olmuş iken süllem-i ikbaline ahra +Hak oldu yine cismine bir aşık-ı şeyda! +Hun-ab-ı şehadet sana arayiş-i iman +Türbende füruzan eser-i lem’a-i Rahman +Ruhun ki baka milkine oldukça hıraman +Türben diyor insanlara ey sahib-i iz’an +Dünyalara layık yine dünyada kalan şan. +Bir kanlı elin hançer-i bi-dadına kurban +Oldun ne fecaat! Buna her kalb-i huruşan +Hasret saçıyor: Hasret-i hunabe-i vicdan! +Perverde-i ihsana bakın düşman-ı ihsan! +Meczuba bakın katil-i hun-har ne insan! +Sen nazım-ı devlet idin ey sadr-ı felek-cah +Manzume-i hilkatde ise nadirü’l-eşbah; +Bahriyye de berriyye de i’cazına agah +Şevkınle bizi kabrine cezbeyleyen Allah +Emretmede ihda-yı fevatih bize her gah. +Ey unsur-ı pakize-şiyem der-i şehamet +Deryada bile eyledin isar-ı celadet; +Derya ki senin fikr-i amikından ibaret! +Bahşetmiş idi dalgaların savleti elbet! +Bir kal’a-i seyyare iken bahr ile berde +Ruhun yine seyyare gibi seyr ü seferde! +Sen fatih-i büldan iken ey sadr-ı güzide +Elbette Süleymanlara Asaflara umde +Olmuşdu vücudun evet ey ruh-ı remide. +Düşmanları matemlere boğdun o denizde +Derya ki senin nakl-i fütuhatına bende! +Her mevcesi bir lahn-ı tarab-za-yı güzide +Olmuş da verir zindegi-i ruhuna müjde? +Kabrindeki zulmet bize bir subh-ı demide! +Ulviyyetinin şahidi tarih olan adem +Mes’ud yaşar sine-i milletde demadem; +Her kuşe-i alem sana bir makber-i hurrem! +Bir nefha-i i’caz mezarındaki hemdem +Sen bir fem-i mülhim ben ise acz-i mücessem. +Ey hatıralar alemi ey fahr-ı ekabir +Atilere doğru süzülen şanlı me’asir +Türbende teali ediyor evvel ü ahir! +Ta’dad edemez gerçi meziyyatını şair +Kaldın fem-i devranda fakat yad-ı mefahir +Bir ömr-i müebbed kazanan ruh-ı fazilet +Habit olamaz saye-i zillet gibi elbet +Vaz’ eylediğin dehrde bünyan-ı adalet +Bir alem-i umran ki mezarın buna hüccet! +Sen ölmedin asla o ne devlet ne saadet! +Her tantana her debdebenin ferş-i cebini +Toprakdaki cevher; evet oldur semini +Namus-ı vatan namına saklar da zemini +Takdis ederiz hem okuruz seb’-i mesani + +---- +TARIH +---- + +Şimdi tarih-i Museviyyet’in bazı en parlak eşhasına yani +Makkabi denilen rüesa-yı ‘aliyye-i ruhaniyyeye kavuşuyoruz. +Modi’in şehrinde Mattathias denilen sinni pek ileri olduğu +halde hepsi unfuvan-ı şebabında beş oğula malik bir +rahib-i Musevi var idi. Bu beş oğulun isimleri sıra ile Yahya +[John] Simon Judas Makkabius Eleazar Yonathan idi ki +her birinin vatan tarihinde birer nam u şan tutacakları mukadder +olmuştur. Peder-i müttakī olan Mattathias ekseriya +oğullarına Millet-i Museviyye’nin merkezi olan Kudüs-i Şerif +arz-ı suz u güdaz eyler İbranilerin düştüğü mevki’-i tezellülden +şikayet ederdi. Hatta bu zamanlarda ihtiyar oğullarına +bu dereke-i mezellette ber-hayat olmaktan ise vatanlarının +müdafaası uğrunda feda-yı hayat etmekliğin daha şanlı olduğunu +telkīn eylemeyi adet etmişti . +Kable’l-Milad ’nci senede Makedonyalı hükümdar +Modi’in şehrine putperestlerin ma’budlarına takdim edilmek +üzere kurbanlar göndermiş ancak Mattathias’ın efkar-ı +umumiyye üzerinde pek ziyade sahib-i nüfuz bir zat olduğunu +bildiğine alamet olarak müşarun-ileyhe kıymetdar hediyeler +takdime-i ihtiramlar da göndermiş idi. Fikr-i asli de şu +amaline ser-füruya meylettirilebilsin. Maamafih ihtiyar-ı asil +bu hareketi umumi bir nutkunda gayet kibarane reddeyledi. +“Her ne kadar hükümdarın taht-ı tabiiyyetinde olan bütün +milletler ona itaat eylerler ve birer birer cedlerinin dinlerinden +ayrılır o kralın her kumandasına rıza gösterirler ise +de ben ve oğullarım ve kardeşlerim ancak babalarımızın +ma’bedine gireceğiz. Allah bizi kanun-ı dini ve adat-ı millimizi +unutmak zilletinden muhafaza etsin! Kendi din ve mezhebimizden +ayrılmak namına olmak üzere hükümdarın söylediği +sözleri işitmek istemeyiz ki biz o dinden ne sağa +sapmak isteriz ne sola!” +Yahudi yeni din üzere kurbanını arzetmek için ma’bed mihrabına +yaklaşmış idi. Bu hal Mattathias ile oğullarını o kadar +mütehevvir etti ki sade mürted Yahudiyi değil hükümdarın +murahhas zabiti olup maiyyetindeki askerlerle yeni şekl-i +mezhebi tatbik ve müdafaaya me’mur olan “Apelas” ismindeki +me’muru da katlettiler. +Bu ma’reke içinde ma’bed karmakarışık oldu. Mattathias +sevenler!” +Bu vak’a dolayısıyla müşarun-ileyh ile oğulları bütün +mal ve mülklerini geride bırakarak dağlara çekildiler. Bunları +hemen birçok ahali ta’kīb etti ve adedleri pek sür’atle +mütezayid oldu. +Şimdi din ve hürriyet uğrunda kahramanane bir mücahede başlamıştı. +Beni-İsrail’in bu ehl-i kıyamı hareketlerini +şecaatleri derecesinde sıhhat ve maharetle idare etmekte +kalmışlar fırsat düştükçe şehirler üzerine hücum etmişlerdir. +Bu vechile putperest maabidini tahrib ve ahaliyi resm-i hıtanın +ler mazhar-ı mücazat olduğu gibi refte refte düşmanlarının +mahv u ma’dum kılmak istedikleri şerayi’-i Museviyye suhuflarını +da elde ettiler ahalinin ibadeti için sinagonlar te’sis +eylediler. Çünkü Beyt-i Makdis düşmanın yedinde bulunuyordu. +Beni-İsrail muhariblerinin adedi her gün artmakta +namıyla yad olunur. pek ihtiyar olup harb u darbın icab +ettiği faaliyette duçar-ı müşkilat olduğundan kumandanlığı +oğullarının en şeci’i Yehuda’ya havale eyledikten sonra +’üncü sal-i hayatında vefat etti. Bu zatın düşmanları kalbinde +hasıl ettiği havf u haşyet o rütbeye vasıl olmuş idi +ki müşarun-ileyhin maskat-ı re’si olan Modi’in şehrinde ecdadının +makberesine defnolunmasına mümanaata cesaret +eyleyemediler. +Pederin vefatını müteakıb mevki’-i hükme geçen oğlu +Yehuda ef’ali ile gösterdi ki kendisi de İbranilerin kadim +kahramanları Davud Yuşa’ Ced’un[?] ve Şem’un gibi azimü’l-iktidardır. +“Yehuda’ya biraderleri o kadar fedakarane muavenet +gösterdiler ki onun kılıcından kurtulabilen mürtedler etrafa +perakende olup memleket onların ahval-i mekruhesinden +kurtuldu. Beni-İsrail’in yeni kumandanının gençliği +muharebatın şiddet ü faaliyetine germi vermiş olmakla +beraber ihtiyat ve tedabirinden dahi bir şey eksilmemiş idi. +Yehuda vech-i tesmiyesi ma’lum olmayan “Makkabiler” +sancağını küşad ederek harbediyordu. “Makkabi” kelimesi +hakkında bazıları Sifr-i Huruc ’un bir cümlesindeki kelimatın +. Bab- . fıkra yani “mi – kamu – ka – balim – av: Yahova” +kelimelerinin hurufatından alınmış olduğunu te’min +ediyorlar ki bu cümle; “Ey Rab! İlahlar içinde kim sana misl +olabilir?” demektir. Bazıları da bunun “Den”[?] Kabilesi’nin +sancağı olup İbrahim İshak ve Ya’kūb aleyhimüsselamın +kısımda Kumandan Yehuda’nın –mesela Frankların Charles +Martel’i gibi– çekiç ma’nasına olan lakabı olduğunu beyan +ederler. +Bu Yahudi kumandanının şecaati “ Apocrypha ”da şöyle +ta’rif edilmiştir: +“Beni-İsrail’in muharebelerini şen ü şatır ederdi. Böylece +kavmine büyük şan u şeref kazandı. Bir dev gibi göğsü +zırhı giyip mükemmel harb alatını kuşanırdı ve Beni-İsrail’i +kılıcıyla muhafaza ederek gavga eylerdi. Harekatında aslan +gibi idi ve arslan gibi böğürürdü. Fasıkları arar meydana +çıkarır kavmine zahmet verenleri yakardı. Bunun için fenalar +ondan korkar fasıklar endişe çekerdi. Çünkü iman ve +takva onun yedinde parlamıştı… Bundan maada Yahudiye +şehirlerini dolaşıp münafıkları mahveyleyerek gazab-ı ilahiyi +Beni-İsrail üzerinden çevirdi” Makkabiler- . Bab- ’den +’uncu fıkraya kadar +Gulam Haydar Han Server Han’ın ser-i maktuunu +gördükten sonra; “Askerim Server Han’ı katletti. Sizin de +Abdurrahman Han’ın işini bitireceğinizi yahud tutup tarafıma +göndereceğinizi umarım” mealinde Sultan Murad’a bir +mektup yolladı ve; “Abdurrahman Han Bedahşan’da bulunduğu +Ashab-ı mütalaanın hatır-nişanı olsa gerektir ki Mir Ba +ba’yı Feyzabad’a i’zam eylemiştim. Birkaç gün sonra mü +şarun-ileyhe şöyle bir mektup yazdım: +“Türkistan askerine müracaat ediniz. İki kuvvet bir araya +gelip ehl-i İslam’ın terakkīsini istemeyen Katagan beyleriyle +harbedelim.” Mir Baba; “Kendiniz Feyzabad’a gelip ahaliye +görününüz; ba’dehu Katagan’a gidelim” cevabını verdi. +Bunun üzerine –Rustak hakimi ta’yin etmiş olduğum– +Muhammed Ömer’i bazı sergerde ve iki bin süvari ile yanıma +alıp hareket eyleyerek Erguye’ye[?] geldim. +Gece yarısı kahvecim beni uykudan uyandırdı: +– “Yarı çıplak bir herif gelmiş. Yanınıza çıkmak için ısrar +ediyor” dedi. Çağırttım. Gelen adam bir kağıd verdi. Okudum; +şöyle yazılmıştı: +“Ben ki şu arizayı takdim ediyorum Afganlı bir tacirim. +Mir Baba Han ile bazı sergerdeganın sizi esir olarak İngilizlere +teslim etmeye karar verdiklerini buna mükafaten de +Bedahşan hükumetinin kendi hanedanlarında kalmasını istediklerini +haber aldım. Allah aşkına olsun Feyzabad’a gel +meyiniz!” +Bunu okuyunca zihnim perişan oldu. Sabaha kadar dü +şündüm durdum. Erkenden Mir Muhammed Ömer’i ve sair +sergerdeleri celb ile mektubu gösterip bu hususdaki fikirlerini +sordum. +– Mir Baba kafir-i ni’met bir herifdir. Afganlı tacirin +Mir Muhammed Ömer ise; +– Mir ile daima aramızda adavet cari olagelmiştir. Binaenaleyh +Feyzabad’a gitmek için beni ma’zur görünüz dedi. +– Re’yinizde müstakilsiniz. Siz avdet ediniz. Ben Mir Baba’dan +korkmadığımı isbat için gideceğim cevabını verdim. +Müşarun-ileyh süvarilerini alıp Rustak’ı muhafaza etmek +üzere döndü. +Ahval ve harekatından beni haberdar etmesi için de +Serdar Abdullah Han’ı beraber gönderdim. Ba’dehu mü +tevekkilen alallah Feyzabad’a azim oldum. +Birkaç fersah tayyederek “Zerkan” denilen dağa yaklaştığımız +sıralarda Mir Baba kumandasında olarak altı bin süvarinin +geldiğini gördüm. Maiyyetimdekilere: +– Siz durun; ben ileri gideceğim! Şayed bir taarruza uğrayacak +olursam hemen ateş edin emrini verdikten sonra +atımı sürdüm. Kemal-i ihtiram ile istikbal ettiler. Bizimkiler +de gelip yetiştiler. Birlikte yürümeye başladık. +Yolda Feyzabad süvarilerine: +– “Sizin gayet iyi binici olduğunuzu işitmiştim. Derece-i +fürusiyyetinizi re’ye’l-ayn görmek isterdim dedim. Süvariler +bana görünmek için at koşturdular. O esnada Afgan lisanıyle +arkadaşlarıma: +– Mir Baba’nın etrafını ihata edin! emrini verip ortamıza +aldırdım. +Bu suretle Feyzabad’a geldik. Kaleyi taht-ı tasarrufa alıp +kendi adamlarımdan otuz kişiyi kapıya karakol ta’yin ettim. +Üç gün sonra Gulam Haydar Han’dan Mir Baba’ya bir +kağıd geldi. Gulam Haydar Han beni niçin esir edip de +nezdine göndermediğini Mir Baba’ya soruyordu. +Buhara emirinden de yine Mir Baba’ya bir mektup ile +hil’at ve sırma eğerli dört re’s at vürud etti. +Emir-i Buhara da “Ceneral Gulam Haydar Han benim +muhibbimdir. Feyzabad vilayetini bana teslim etmeyi de +taahhüd eylemiştir. Bunun için Abdurrahman Han’ı esir +ediniz. Lazım gelirse katlinden de çekinmeyiniz ki müşarun-ileyh +Rusya’dan kaçtığı cihetle katili muahaze ve kısas +olunmayacaktır” diye yazmıştı. Mir Baba Allah’dan ziyade +rical-i mütemevvile ile onların emvaline mu’tekıd olduğundan +emir ile Gulam Haydar Han’ı memnun etmek için Bedahşan +ahalisini benim aleyhime çevirmeye çabalıyordu. +Bir gün yanıma gelip: +– Civarda çok keklik var; arzu ederseniz ava çıkalım teklifinde +bulundu. Kabul eyledim fakat: +– Asker ne vakit hazırlanacak? diye sordum. +– Ahaliye rüşvet dağıtmak için bana bin eşrefi ihsan buyurun! +dedi. +– Yanımdaki mebaliğ İngilizler ile olacak muharebenin +karşılığıdır. Bundan başka rüşvetle toplanacak askerin bana +lüzumu yok cevabını verdim. Çünkü yanımda Kataganlılardan +on bin Rustaklılardan on bin kişi vardı. Kabil’e gittiğim +gibi de binlerce adam bana iltihak edecekti. Sonra nakd-i +mevcudum bin eşrefiden ibaret idi. Mir Baba’nın para dolu +sandığı sandıklar ise tüfenk kurşunu ile mali idi. +Hülasa ava çıkmak için hazırlandık. +Ulema-yı a’lam ve müellifin-i zevi’l-ihtiramdan bir zat-ı +maarif-simat olup Kütahyalıdır. Asarının en büyüğü olan +Hadikatü’l-Fukaha ’sının yine kendi tarafından yazılan şerhinde +künyesini böyle yazıyor: “Ebu-Muhammed Hıbri Ali +bin Mustafa bin Pir Muhammed el-Ma’ruf bi-Bülbül-zade” +Ale’l-usul vatanında ikmal-i tahsilden sonra istikmal-i feyz-i +ulum maksadıyle seyr ü seyahat ederek “Kızılhisar”da ihtiyar-ı +dame’l-hayat bu vechile imrar-ı evkat eyleyip küsur +tarihlerinde dar-ı ahirete rıhlet etti. Fezail-i ilmiyyesine delalet +eden asarı mütenevvi’ olup başlıcaları ber-vech-i atidir: +eserini tarihinde Telhisu’l-Fetava ve’ş-Şuruh ismiyle +beş cild üzerine şerheylemiştir ki bir takımı Manastır Kütüb +hanesi’nde mevcuddur. Bu şerhin mukaddimesinde künyesini +ve “Kızılhisar”da şerhettiğini tasrih ediyor. +Şerif ve’l-Esma’i’ l-Husna”: Kadi Ebubekir Nesai’nin +ed-Dürru’n-Nazim fi-Feza’ili’l-Kur’ani’l-Kerim ismindeki e +serinin şerhi olup nihayetine lisan-ı dürer-bar-ı nübüvvetten +şeref-sadır olan ed’ıye-i me’sureyi ilave etmiştir. +medi ”: İlm-i kelamdan bahis bir te’lif-i güzin olup bu eserini +’de tahrir ettiğini dermiyan ediyor. +leri adabından ve kısmen Medine-i Tahire fezailinden bahisdir. +feraiza dair te’lif ettikleri metn-i metinin şerhi olup bir nüshası +Kütahya Kütübhanesi’nde manzurum oldu. +nafi’u’l-mebahisdir. +“Esiri” mahlaslı mahdum-ı fezail-mevsumları Mehmed +Yusuf Efendi’nin de gayr-i matbu’ Muhammediye Şerhi vardır +ki bir nüshası Selanik’de mutalaa-güzarım oldu. +Bursalı +Spinoza “hakk”ın binasını “faide-i ictimaiyye” esası +üzerine kuruyor. Hakk-ı tabii herşeyi arzu etmek ve herşeyi +yapmaktır; en kuvvetli olmak şartıyle. Fakat bir “hal-i ictimai”nin +tekevvünü ancak eşhasın diğer bir kısım hukūku +kemal-i emniyyetle tatmin edebilmek için kendi haklarının +bir kısmından keff-i yed etmeleriyle kabildir. “Cem’iyet”in +faide-i müştereke nokta-i nazarından bütün a’zasına teslim +ve tazmin ettiği “hisse-i hürriyyet” “hakk-ı ictimai”den ibarettir. +Bu nazariye “hakk”ın ahval-i muhtelifeye iksa edebileceği +müsbet şekilleri “zat-ı hak” ile karıştırıyor. İ’tirazata +hedef olması işte bundan dolayıdır. +Her şeyden evvel eğer “hak” faide-i ictimaiyyeden ve +onu te’sis eden “mukavelat”dan neş’et ediyorsa bizzat bu +mukavelelere göre tahallüf etmesi de zaruridir. Cem’iyet +şahsa bahşettiği hukūku daima ta’dil edebilir. Eğer menfaati +emrederse bu hakları intiza’ da edebilir. O halde bunlar +esasen muvakkat şeylerdir. Bundan başka cem’iyet şahıs +hakkında adaletsizlik göstermemeye kadir olamaz zannedilir. +Eğer menfaat-i umumiyye “bir kişinin halk için ölmesini” +hiçbir “hakk-ı şahsi”ye malik olmayacaktır. Bizzat “cem’iyet”in +mukavelatında eşhasın hakkını tanıması ve ona +hürmet etmesi lazım geleceği kabul olunabilir mi? Olunursa +bununla beraber “ictimai mukavele”lerden mütekaddim ve +müteahhir ve “faide-i ictimaiyye”ye karşı müstakil olan bir +takım hukūk-ı tabiiyyenin de kabul edilmesi lazımdır. +Bundan başka ictimai mukavelelerin nüfuzu hak ve +adaletin kendi kendilerini doğurduklarının iddia olunmasını +farzeder. Filhakīka şahıs bu mukavelata bir “sebeb-i +adalet” değil ancak bir “amil-i intifa’” bilerek itaat ederse +onları kendi menfaatine kafi derecede muvafık görmedikçe +mutaiyetine iman edemeyecektir. “Mutlakiyet” veya “hükumetsizlik”de +efrad-ı cem’iyyeti def’aten istila eden nazariye +bir cem’iyete mensub olmayan kimse ona karşı hiçbir hak +hiçbir vazifeye sahib olamayacaktır. O halde herşey “yabancı”nın +aleyhinde olarak vaz’ olunmuştur. Bununla beraber +mukavelelere hürmet şartıyle cem’iyete dahil olmak isteyen +bir şahıs “kuvvet”ten başka hiçbir mu’in bulamayacaktır. +Öyle bir kuvvet ki ne daire-i meşruiyyete idhal ne de bir +hak ile tahdid edilmiştir. +“Hakk”ın mebde’i “hürriyet”tir: +“Hakk”ın mebde’i vazifenin mebde’i olan şey’dir. Victor +Cousin; “Vazife ile hak kardeştir; müşterek valideleri hürriyettir.” +demiştir. Bu nazariye; “hayır” “hürriyet”den tefrik +olunmamak şartıyle ayn-ı hakīkattir. Filhakīka “hayr”ın gayesi +hürriyeti bir şart-ı zaruri gibi telakkī eder: Şahsın hakīkī +tekemmülü bizzat kendi tarafından istenilen veya mevki’-i +femizi yapmakta serbest bulunmak lazım değildir onu yapmamakta +da serbest bulunmalıyız. Çünkü; insanın kendine +rağmen icra edebileceği hangi vazife tasavvur olunabilir? +“Hayr-ı ahlakī”nin bütün kıymeti “mes’uliyet” ve “hürriyet”te +tekasüf eder. +O halde şahıs “hayır” yapmalıdır vazifenin mebde’i de +hayırdadır. Fakat bu hususda serbest olmalıdır. Kendini ne +men’ eden bulunmalı ne icbar. İşte “hakk”ın mebde’i de +buradadır. Hülasa hak vazifemizi yapmak iktidarıdır. Fakat +nasıl yapılması lazımsa öyle yani kemal-i serbesti ile. Yahud +Kant’ın dediği gibi; “Hak şahsın muhtariyetidir.” Aynı +filozofun şu kaidesi de buna müncerdir: “Öyle bir yol tut ki +beşeriyet daima sana bir gaye gibi muamele etsin asla bir +vasıta gibi değil.” Filhakīka gayesi kendi tekemmülü +olan şahıs harici bir gayeye mahkum ve feda edilmemelidir. +Yine kendimize gelelim: +Garb filozoflarını dinlemeye mecburduk dinledik. Dinledik +ve anladık ki hakka muhtelif adeselerle bakıyorlar. Ve +hakku’l-insaf söyleyelim bazıları “hakk”ın kuvvetin pen +çesinde zebun olmasından korkuyorlar. Felsefenin gayesi +garazsız ivazsız “hakīkate erişmek”tir. Her hakīkī filozof bunun +çağıra dursunlar biz bugün hangi nazariyenin hükümran olduğunu +arayalım. Çok yorulmayacağız değil mi? Bütün hadisat +bütün sergüzeştlerimiz bugün Garb’da Şark’da tasaltun +eden tarikat-i siyasiyyenin “Hak kuvvettir.” düsturuna +bağlandığına şehadet ediyor ve edecek. Bizim buna kızmaya +hiç hakkımız yok. Çünkü kızmak hakkımız olabilmek için +de kuvvetli olmalıyız. Kuvvetli olmayanın hiçbir hakkı yok: +Abdüllatif Nevzad +: Bir memlekette fırak-ı siya +siyye +teşekkülünden bahseden ulema-yı Garbiyyun derler ki: +“Cinsiyet üzerine teşkil olunan bir fırka-i siyasiy +ye muhataralıdır. +Bu şekilde fırka vücuda getirenler diğer ecnasa mensub +vatandaşlarını muarız ve muhasım addediyorlarmış gibi bir +fikir tevlid ederler. Binaenaleyh şiddetli buğz u garazı da’vet +etmiş olurlar. Kezalik bir cinsden olan fırka efradı diğer cinsden +olan fırka efradını bina-yı devletin esasını duçar-ı hatar +eden a’da suretinde telakkī eylemek isteyebilir.” +Zuhur edegelen harikulade halata ilaveten bir de “Türk +fırka-i siyasiyyesi” teşkiline çalışıldığı anlaşılıyor. Vakıa Me +malik-i Osmaniyye’deki akvam-ı muhtelifeden bazılarının +mesalik-i siyasiyye ve amal-i istikbaliyyeleri ma’lum olduğundan +bina-yı devleti kuran unsurdan maadası arasında +kavmiyet üzerine fırkalar teşkili –vahdet-i Osmaniyye nokta-i +nazarından bais-i teessüf olmakla beraber– mucib-i hayret +değildir. Fakat Türkler için ayrıca bir fırka-i siyasiyye teşkil +etmek gibi bir meslekte biz bir fazilet-i siyasiyye eseri göremiyoruz. +Ale’l-husus Türkler müslüman bulunmak haysiyetiyle +liva-yı Osmani altındaki diğer akvam-ı müslimeye nümune-i +lerine kani’iz. Türk fırkası teşkiline kalkışanların şahıslarını +bilmiyoruz. İhtimal ki cümlesi de şayan-ı hürmettirler. Lakin +kavmimiz arasında böyle fevkalade bir tahavvül vücuda +getirmek kadar kendilerinde kudret görüyorlar ise kendi +ehemmiyet-i mevki’iyyelerini biraz mübalağalı surette takdir +etmişler demektir. Maamafih teşebbüsleri bazı kimseler için +den o babda beyan-ı mülahazaya mecburiyet hisseyledik. +Çünkü biz de ana ve baba cihetiyle aslen Türk kavmindeniz. +Binaenaleyh biliriz ki Türkler mevki’ ve hakk-ı kavmilerini +sıyanet için bir fırka-i siyasiyye teşkili gibi tedabire tevessül +eylemeyi hatırlarına getirmezler. Eğer maksad Türklerin +terbiye-i medeniyye irfan-ı siyasilerinin tezyidine ahlaklarının +tenzihine sıhhat ve refahlarının te’minine teşebbüsat-ı +kisbiyyelerinin inşirahına filana hizmet ise onun için gayr-i +siyasi cem’iyetler hey’etler teşkil olunurdu herkesin de takdir +ve muavenetine kesb-i nailiyyet eylerdi. Hasılı biz Türkler +her kimin teşvik ve teşebbüsüyle olursa olsun kendimize +mahsus bir fırka-i siyasiyye-i kavmiyye teşekkülünü istemezük! +§ +: Taht-ı hakimiy +yet-i efrençde kalmış olan bilad-ı baide-i İslamiyyeden bi +lad-ı Osmaniyyeye ve ale’l-husus payitahta arasıra bir çok +sahib-i vak’ u ilm zatlar gelip gidiyorlar. Bunların küllisi de +niyye hakkında bir hiss-i muhabbet beslerler. Bunlar mesela +Buhara’dan ve Asya-yı Vusta’nın diğer mahallerinden niyet-i +hacc-ı şerif ile gelip de acz-i fakrdan dolayı muhtac-ı iane-i +saltanat olan kimselere benzemezler; az çok cümlesinin +de medar-ı maişetleri emindir. Maamafih lisan-ı mahalliye +gayr-ı vakıf ve ahval-i memlekete külliyyen yabancı olan bu +mu’teberan-ı müslime-i ecnebiyye dahi bazı mertebe muavenete +ve asar-ı mihman-nüvaziye muhtacdırlar. Birçoğu +buraya gelince İslamiyet hakkında hazz u muhabbeti kat’iyyen +mefkūd kesan ile memlu karşı taraf otellerinde imrar-ı +eyyam ederler de bizden aklı başında münevverü’l-fikr sahib-i +hamiyyet bir zata bile tesadüf eyleyemezler. Herhangisi +Makam-ı Meşihat’e veya vükela-yı ma’rufeden birine +beray-ı ziyaret gitmiş olsa esna-yı mülakatta ya bizimkilerin +lisan-ı ecanib bilmemezliğinden dolayı mükaleme icra-yı +selam ve beyan-ı hoş-amediden ibaret olur veya tercüman +hazır bulunsa bile musahabet mesela muhadenet-i devleteyn +veya uhuvvet-i İslamiyye hakkında bazı beylik sözlere +hayide mülahazata münhasır kalır. Bu kabil züvvar-ı mu’tebere-i +müslimenin milletin tabakat-ı münevveresi ile hiçbir +teması vukū’a gelemez. Zaten bizim tabakat-ı mu’teberemizi +teşkil edenlerin pek çoğu da Garblı züvvar-ı ecanib hakkında +yılıştıkları eda-yı muhadenet ve şevk-ı mülakat gösterdikleri +halde Şarklı ve ale’l-husus müslüman züvvar-ı ecanib +Züvvar-ı müslime ma’ruf olan cami’leri türbeleri müzeyi +filanı ziyaret eyledikten ve ötede beride tecanüs-i +siyasi-i milliye tamamen muhalif türlü türlü efkar-ı acibe hisseyledikten +sonra umduğunu görmeyerek ve halimiz hakkında +bir hiss-i teessüf peyda ederek kalkar gider. Makam-ı +Hilafet hakkında evvelce beslediği efkar ve hissiyat tezelzüle +uğrar tabi’ olduğu devlet-i ecnebiyyeye şiddetle münkad +olmaktan başka kendisi ve mensub olduğu taife-i İslamiyye +vetli bir fikir hasıl eyleyerek yurduna döner. Buraya kadar +millet-i Osmaniyye ve Hilafet-i İslamiyye hakkında büyük +fikirlerle gelip de me’yusen ve bazen nefretle dönen birçok +ezkiya-yı İslam’a tesadüf eyledim. +Biz kalb kazanmaya pek muhtacız. Ziyaretçilerimize teshilat +ve muavenet-i fi’liyye ve ma’neviyye gösterebilecek +teş +kilatımız bulunmalı. Bu hususatta şahsi misafir-perverlikten +ziyade resmi asar-ı mihmandarinin keramet-i te’siri +bulunur. Evkaf Nezareti’ne ve Makam-ı Meşihat’e bu gibi +hususatta mühim vezaif terettüb eder. Nezaret-i Evkaf yoluna +girip bu gibi işlere de yarar gibi olacak idi. Bilmem ki +açılan çığırda hükumet-i hazıra dahi devam edebilecek mi? +Makam-ı Meşihat’e gelince: Biz onu bu makūle umur için +maatteessüf hiçbir zaman tedarikli görmedik. +§ +Yalın ayak baldırı çıp +lak üstü başı yırtık ve murdar eli yüzü kirli bir alay hayır bir +alay değil bir ordu çocuklar payitahtın memerr-i amm olan +mahallerinde başı boş dolaşıyorlar koşuşuyorlar söğüşüyorlar +döğüşüyorlar. Yar u ağyar muvacehesinde bir levha-i +zillet ü küduret teşkil eden bu çocukların ekseriyet-i azimesi +evlad-ı İslamdandır. Bazıları dilenmek yük götürmek kundura +temizlemek gibi vesileler ile nası iz’ac eder dururlar. +Bazıları da gazete satmak için vakit be-vakit izdihamlı sokaklarda +köprüde haykırarak koşarlar ki bu da namuskarane +birkaç para çıkarıp kūt-ı la-yemut tedarik eylemek gayretinden +ziyade tulumbacılığa yeltenmek ve alışmak heves-i külhanisinden +mütevellid bir telaşa benzer. Hey’et-i ictimaiyye +arasında bir unsur-ı atalet teşkil edegelen bu çocukların hayatları +kendilerini irtikab-ı ceraim ve meayibe alıştıracak bir +hadim olacak biraz okutup birer iş veya san’at sahibi ettirecek +ve hallerine münasib iş bulacak ve binaenaleyh memleket +genci ilel ve avarız-ı bedeniyye ve ruhiyyeden ari tutacak +gayr-ı resmi cem’iyyat ve müessesat-ı hayriyyemiz teşekkül +edemediği gibi bu misilli vezaif-i temdiniyye ve ictimaiyye +Son senelerde Avrupa’nın memalik-i müterakkıyyesinde +çocuklardan faideli ve vazife-şinas birer vatandaş fa’al +birer iş adamı çevik ve müteşebbis birer asker ye +tiştirmek +hına burhan olacak netayic-i hasene ve müfide verdiğinden +bu teşkilat-ı sıbyaniyye diğer memleketlerce taklid edildi. +Alelhusus Rusya’da kemal-i ihtimam ile tatbik ve bilad-ı +adideye teşmil olunmuştur. Çocuklar gayet sade ve hafif +üniforma labis oldukları halde vakten ba’de vaktin ta’lim +görerek eknaf u etraf kasabat u kurada geşt ü güzar ederek +ma’lumat-ı müktesebeleri hakkında idmanlarda bulunurlar. +Zabitlerden darülfünun veya mekatib-i aliyye talebe-i +mümtazesinden veya me’zunlarından papaslardan muallimlerden +tabiblerden avukatlardan filandan bir çok genç +zatlar da bu sıbyan keşşaf alayları için evkat-ı muayyenede +sergerdelik muallimlik mürebbilik rehberlik vazifelerini +bil-ihtiyar deruhde ederler. Halkın tabakat-ı muhtelifesine +mensub çocuklar da böylece terbiye-i cismaniyye ve fikriyye +görerek istikbal için imtizaclı ve mütecanis bir kitle-i vatandaşan +vücuda getirecek kabiliyetleri istihsal eylerler. +Memleketimiz otuz bu kadar sene bir devr-i atalet ü +meskenet geçirdikten sonra inkılab neticesiyle hürriyet-i +faaliyyete malik olmuş idi. Fakat yapılacak birçok ıslahat-ı +medeniyye ihtiyaclarını birden bire hisseylediği gibi kendisini +dahili ve harici bir çok da müşkilat-ı azime-i mütetabia +karşısında buldu. Bakalım ıslahat-ı medeniyye ve ictimaiyye +HİND YOLUNDA +Beyrut ileride Avrupa’nın en +muhteşem bir limanına Marsilya gibi bir şehre muadil olmaya +sığlıkta kaya ve taş parçaları pek çok ve mebzul bir halde +bulunup şehre güzel tabii bir rıhtım vazifesini ifa eylemektedir. +Beyrut’ta bir rıhtım kumpanya ve idaresi bir de komiseri +bulunduğu halde maatteessüf rıhtımı yoktur. Beyrut +kasabasına vapur takarrub ettiği zaman uzaktan kasaba ta +mamıyle “anfitiyatr” şeklinde görünüyor. Pek az bir masrafla +gayet metin ve güzel bir rıhtım inşası mümkündür. Ancak +bu rıhtımı müslümanlar layıkıyle yapamazlar. Çünkü daha +bu gibi işlerde bulunmaya alışmadıklarından her halde bir +ecnebinin muavenetine muhtacdırlar. Yalnız münasib şerait +dahilinde yerli İslam hıristiyan ve ecnebilerden mürekkeb +bir şirket teşekkül ederse zannederim ki hükumet dahi bunlara +yardım ve muavenet edebilir. Tasavvur ettiğim rıhtım +Beyrut İskelesi’ni teşkil eden “Port”dan i’tibaren deniz +feneri vazifesini ifa eden “minare” mevki’ine kadar temdid +edilmelidir. Buraları akşam vakitleri ahalinin mesire yerleridir. +Arabalar buraya biraz müşkilatla amed-şüd eder. +Beyrut’un yollarıyla +caddeleri fenadır. Caddelerin bir kısmı elektrikli tramvay +kumpanyası tarafından taşla tefriş edilmiş ise de tramvay +hattı geçmeyen yerler kamilen tozla mesturdur. Caddeler +sulandığı vakit tozlar çamur halini iktisab ile yazın beyaz ve +fahir elbise giyenleri iz’ac eder. +Beyrut beledisinin varidatı sair vilayat-ı Osmaniyye'ye +nisbeten pek ziyade olduğu senevi kırk bin lira kadar mühim +bir yekun teşkil ettiği halde kasabaya hiçbir iyilik yapılmamıştır. +Devr-i istibdadda belediye reisleri sırf valinin uşağı +ve beledi varidatı onların hazine-i hassaları makamında +on paralık hizmet ifasına muktedir olmamıştır. +Evvelce Fahri Bey beledi reisi iken cidden büyük hizmetler +ederek hükumet konağı önünde ve kasabanın ortasında +güzel ve küçük bir bahçe te’sis eylemiştir. Bu zat an-asıl Mısırlı +olduğu halde uzun zamandan beri Beyrut’a muhaceret +etmiş ve el-yevm eşraf-ı mahalliyyeden bulunuyor. +Beyrut ahalisi hanelerinde pek temiz ve hüsn-i tabiatla +yaşayıp sokakların pisliğine asla ehemmiyet vermiyorlar. +Sanki ahaliye bir tealluk ve şümulü yokmuş gibi caddelerin +pisliğinden şikayet bile etmiyorlar. +Beyrut haneleri Avrupavari apartman tarzında bina edildiği +gibi taksimat ve tefrişatı da sade ve Avrupa tarzındadır. +Caddelerde sokaklarda köpekler pek pis çirkin bir vaz’iyette +bulunmaktadırlar. Beyrut sıhhiye müfettişi bunların birkaçını +bidayeten itlaf ettiği halde ahiran ahalinin taassub-ı +amiyanelerinden çekinmeye mecbur olarak teşebbüsü ikmal +edememiştir. +Beyrut’ta bir de umur-ı sıhhiyye komisyonu vardır. A’zalarını +teşkil edenlerin cümlesi doktordur. İçlerinde ecnebi ve +yerli hıristiyanlarından olan hekimler de vardır. Komisyonun +a’zalığını hamiyeten ifa eden Hastahane-i Askeri Müdürü +Kaimmakam Nazmi Bey pek fa’al ve çalışkan bir zat +olduğu gibi komisyonun riyasetini ifa eden Beyrut Sıhhiye +Müfettişi Bahaeddin Bey de pek namuslu ve fa’al [bir] zattır. +Maatteessüf belediye dairesi bu komisyonun mukarreratını +layıkıyle kuvveden fiile çıkarmıyor. Haleb’de ve Şam’da +kolera olduğu halde Beyrut’ta daha ziyade eser-i tahaffuz +ve teyakkuzun hüküm-ferma olması lazım gelirken beledi +tarafından ehemmiyet bile verilmiyor. Nitekim ihmal neticesinde +kolera Beyrut’a gelmiş bir karıya hücum etmişse de +mikrobunun pek zaif olması üzerine karı yakasını kurtarmış +ertesi günü karı yerine kocası biriyle konuştuğu esnada sekte-i +kalbden vefat etmiştir. Karının ikametgahı kordon altına +alınıp koleranın sirayetine mümanaat olunmuştur. Sıhhiye +komisyonu tarafından iki seyyar tabib ta’yin edilip Haleb’le +Şam’dan gelen trenlerin muayenesine mübaşeret olunmuştur. +Hamdolsun ikinci bir vukūata sebebiyet vermeksizin +koleranın sirayetine bir mania çekilmiştir. +Beyrut’ta göz hastalığı topallık illeti pek +çoktur. Aynı zamanda emraz-ı efrenciyye de çoktur. Şimdiden +ciddi bir surette buna bir çare düşünülmezse ileride +gerek devlet gerek ahali büyük bir felakete duçar ve azim +bir fedakarlığa mecbur olacaklardır. Bu gibi emrazın önüne +hail çekmek için her şeyden evvel fahişelerin şehir haricine +tard ü ihrac edilmeleri muktezidir. Fahişeler ise şimdilik +tamamıyle şehrin ortasında ve “Burc” tesmiye ettikleri bir +mahalde ve hükumet konağının yanı başındaki hanelerde +miyet vermiyorlarmış. Çünkü mensub oldukları konsülato +me’murlarını nasılsa ikna’ etmek sayesinde me’murin-i Osmaniyyenin +elinden kolayca kurtuluyorlarmış. Beyrut’ta her +milletten fahişeler var ise de hamdolsun müslümanlardan +pek az kadınların bulunduğunu rivayet ettiler. Yalnız İngiliz +lere mensub fahişeler yoktur. Çünkü İngiltere Devleti kendi +milletini enzar-ı nasda ali göstermek için bu hususa son derece +ehemmiyet vermiştir. +Beyrut polis müdürü aleyhinde bir +çok sözler söyleniyor ise de hakīkat-i halde müdürün afif +olduğunu aleyhinde bulunanlar bile i’tiraf ediyor. Polis müdürü +derim ki pek güzel ifa-yı vazife edecektir. Polis komiserleri +vazife-perver ve şayan-ı terfi’ bir zat olduğunu güzel ve +mühim hıdemat ifasına muvaffak olduğunu işittim. Bu zat +tam ma’nasıyle müslüman ve vazife-perver bir zattır. Her +ne kadar Beyrut polisleri ayda dört yüz guruş kadar maaş +alıyorlar ise de bu meblağla sadıkane ifa-yı vazife etmek +güçtür. Çünkü bir aşçı ile bir arabacı bile Beyrut’ta ancak +sekiz yüz guruşla te’min-i maişet ettiği halde temizliğe riayet +etmeye mecbur olan bir polise meblağ-ı mezkur pek azdır. +Emniyet-i Umumiyye müdürü bu noktaya ehemmiyet verip +Beyrut polislerinin maaşını tezyid ederse zannederim ki iyi +bir iş yapmış olur. Ancak yerli polisler içinde muktedir afif +vazife-şinas adamlar pek az bulunuyor. İstanbul’dan gelen +polisler ise lisan-ı mahalliye aşina olmadıkları cihetle gereği +gibi ifa-yı vazife edemiyorlar. Sonra bu kadar az maaşla polis +bulmak dahi güçtür. Halbuki Beyrut gibi bir vilayetin en +ziyade muhtac olduğu şey polis ve jandarmadır. Hükumet +ancak bu vesile ile nüfuz-ı ecanibe karşı kendisini kuvvetli +gösterebilir. +Hükumetle ahali beyninde bir rabıta-i kaviyye husule getirmeye +en ziyade hizmet edecek bir şey varsa Lisan-ı Arabi’ye +aşina olan me’murlardır. Ahali Arabca bilen me’murlara +hem hürmet hem de rabt-ı kalb eder. Bu me’murların +Arabdan olmalarına ahali ehemmiyet vermezler. Yalnız +yetişir ki lisana aşina olsun. Bu suretle ahali ve hükumet +me’murları beyninde her türlü su-i tefehhümler izale edilmiş +olur. +Benim gibi hususi emeller ta’kīb etmeyen kimseler vicdanına mahkum +adamlar olduklarından pek az yalan söylemeye çalışanlardır +ki gördüklerini ketmetmeye muktedir değildirler. Binaenaleyh +Beyrut’daki ahlak-ı umumiyyeyi ben bir türlü beğenemedim. +Bunun fasid olduğuna hükmedeceğim. İhtimal +ki matbuat-ı mahalliyye ile taassub-ı amiyaneye tarafdar +olanlar benim bu gibi ictihadatımı beğenmeyip de sonradan +aleyhime hücum ederler. Fakat hak ve hakīkat öyle şeylerdir +ki hiçbir zaman ketmedilemez; ketmedilse bile her halde er +geç meydana çıkar. +Beyrut ahalisi son derece heva şehvet-perest +ve huzuzat-ı nefsaniyyeye münhemik bulunuyorlar. Alenen +müskirat kullanmak alüftelerle ötede beride muaşeret etmek +bir arabaya binip gezmeyi kar ihtimal ki sermaye-i +takbelesine bir zemin olan böyle İslami bir memleketin yerlilerini +daha ali bir seviyede görmek arzu ediyordum. Çi faide +ki şairin dediği gibi insan her +emeline nail olamıyor. +Fakat Beyrut müslümanları içinde yeni fikirli genç bir +tabaka ve cumhur türemeye başlamıştır ki bunlar rakı ve +müskirat içmekten kahve ve birahanelerle meyhanelere +oturmaktan son derece tevakkī ve ihtiraz ediyorlar. Bunlar +yalnız ticaret ve iktisadiyata ehemmiyet vererek tedrici bir +surette kendi saadet ve salahlarını te’mine çalışmadadırlar. +Pek yeni teşekkül eden “Cem’iyetü’l-Aha’i’l-İslami” müskirat +yeceğini programıyla beyannamesine idhal eylemiştir. Bu +cem’iyete hükumet yardım ederse zannederim ki fesad-ı +ahlak tohumlarını ta’dile hiç olmazsa şimdilik bir dereceye +kadar muvaffak olabilir. Çünkü bu cem’iyet siyasetle +asla iştigal etmez… Reisi nazırı ulema-yı mahalliyyeden ve +pek namuslu muhterem kimselerden ibaret olduğu gibi +kendisine intisab edenlerin hepsi zeki dindar kimselerden +nazırları tarafından bilhassa rica olundu. +Beyrut’ta afyonkeşlik ve +kumar illetleri de son derecede intişar etmiş umumi bir hastalık +halini kesbetmişti. Beyrut’taki şiddet-i hararetten kaçıp +Cebel-i Lübnan’ın mürtefi’ çamlık köylerine iltica edenlerin +yegane meşgalesi kumar oynamak ve lehv ü lu’b ile imrar-ı +hayat eylemektir. Nice hanümanlar bu yüzden sönüp +gitmiş ve nan-pareye muhtac olmuştur. Hatta bugünlerde +tam Beyrut’tan mufarakat edeceğim sırada gazetenin birinde +yazıldığına göre –el-uhdetü ale’r-ravi vebali söyleyenin +boynunda kalsın– kumarcının biri kendi zevcesini rehine +koymuştur. Gazete müvezzii gazetenin bu muhteviyatını +bağıra bağıra satıyordu. +Beyrut’ta eyyam-ı +mübareke-i İslamiyyenin bir kadr ü kıymeti yoktur. +Şenlikler nümayişler yapılmıyor; yalnız silah atılıyor ki pek +fena bir huydur. Polisler buna güç hal ile mani’ olurlar. Beyrut’ta +ahkam-ı örfiyye i’lanından evvel ötede beride umumhane +ve meyhanelerde keyif için yüzlerce el silah patladığını +nakl ü hikaye ettiler. Fakat Divan-ı Harb’in teşekkülünden +sonra bu adet-i mezmume ister istemez ortadan kalkmış ve +zavallı ahalinin yüzü gülmeye başlamıştır. Ahkam-ı örfiyyenin +–bazı şarlatan gazetelerin beyanatına rağmen– ticarete +hiç ziyanı yoktur. Bilakis faidesi dokunduğunu ve edebsizlere +hadlerini tanıttırdığını tüccar bizzat bana söyleyip devamını +temenni eylediler. +Beyrut ahalisinin çoğu +zengin fakīr kısm-ı a’zamı çarşılarda yemeklerini yiyorlar. +Kebabcı dükkanları ve lokantaların hadd ü hesabı yoktur. +Kahvehaneler dahi daima ahali ile doludur. Gün ortası ve +sıcak zamanı bu tenbelhaneler lebaleb dolu bir halde bulunmaktadırlar. +Beyrut ahalisi en ziyade ticaret ve iktisadiyata +ehemmiyet verdikleri cihetle siyasiyatla pek çok iştigal +etmezler. Ahalinin bu kısmı pek mahdud hatta diyebilirim +ki amal-i hususiyye ta’kīb eden kimselerden ibarettir. +Şu son günlerde İstanbul’da cereyan eden vakayi’-i siyasiyyeyi +herkes ta’kīb etmektedir. Ajanslar tarafından günde +Suriye ajansı ayrıca İstanbul’daki vakayi’i buraya ihbar etmektedirler. +Beyrut’taki misyonerlerle ruhbanlar +pek sakitane bir surette işlerine devam eylemekte ve +suya sabuna bile karışmamaktadırlar. Mekatib-i ecnebiyye +sadakatten ayırıp kendilerine celb ü istihale ediyorlar. +El-Aha’ü’l-İslami Cem’iyeti terakkī edip büyüse bunlara +güzel bir mani’ teşkil edebilir. Yalnız Hükumet-i Osmaniyye’yi +kuvvetlendirmek için daima bu hususda hasr-ı mesai +eylemeleri icab eder. Bu cem’iyetin programına bakılırsa +güzel İslami şirketler bankalar mektepler te’sisine çalışacakları +gibi memalik ve aktar-ı baideye –misyonerler gibi– mübeşşirler +dahi göndermek istedikleri anlaşılır. Buna yardım +ve muavenet-i nakdiyyede bulunmak için müslümanlar fedakarlıkta +bulunmalıdırlar. +Hal-i hazırda ecnebi konsolosları içinde +en ziyade hükumet-i mahalliyyeye yardım eden İngiliz konsolosudur. +Beyrut konsolosu evvelce İzmir’de ceneral konsolosu +bulunmuş mücerreb ve umur-ı siyasiyyede yed-i tula +sahibi bir zattır. +Beyrut’ta bir Hind müslümanı tarafından +bir mektep te’sis edilmek isteniliyor. Fransızların Rus +ların mekatibine bakılırsa bir Hind müslümanının te’sis e +deceği mektep elbette müreccahtır. Hiç olmazsa talebelere +ulum-ı diniyyeleriyle örf ve adetlerini öğretmeye muvaffak +olsa büyük bir vazife ifa etmiş olur. +Beyrut’taki mekatibe dair evvelce bir makale yazmış +bir de cedvel göndermiştim. Şimdi ise ayrı bir şey yazmak +ce çalışmak lazım gelir ki o da mekatib-i ecnebiyyeye kat +kat ercah olacak mekatibin te’sisiyle maksad hasıl olur. Bu +ercahiyyeti te’min etmek için bizimle hem-hudud olmayan +ve memalikimizde amal-i siyasiyye ve menafi’-i düveliyye +ta’kīb etmeyen Portekiz Belçika Danimarka Hollanda ve +saire gibi bi-taraf ve küçük devletlere mensub profesörlerin +celbiyle Beyrut’ta te’sis edilecek mekatib-i ‘aliyye ile darülfünuna +muallim ta’yin edilmelidir ki bu vesile ile yerliler +çocuklarını ecnebi mektebine vermekten vazgeçsinler. Türkçe’nin +ta’mimi dahi bu suretle kabil ve mümkün olacaktır. +Bunların hepsinden sarf-ı nazar Beyrut ahalisine kanuna +tabi’ adil ve kuvvetli bir Hükumet-i Osmaniyye’ye tabi’ olduklarını +fi’len göstermelidir. +Eğer bu dediğim şeyler yapılmayacak olursa birkaç sene +sonra buraya da Huda-nekerde –Trablus gibi– ecnebi bir +devlet göz dikmeye başlayacaktır. +Biz ise her felaket akībinde bir ders-i ibret almaklığımız +lazım gelirken maatteessüf daima vadi-i la-kaydide puyan +olagelmeyi tercih ediyoruz. +Beyrut’un yaz havası gayet sıcak ve +vahimdir. Hele deniz kenarında bulunmasından dolayı son +derece rutubetlidir. Gece vakti rutubet bütün muhite te’sir ve +ahaliyi dehşetli bir asabiyet ve rehavete duçar eder. Rutubet +ortalığı öyle kaplar ki insanı ıslanmışa döndürür. Eğer Cebel-i +Lübnan gibi mürtefi’ ve serin bir yer Beyrut’a yakīn +bir mesafede bulunmasaydı Beyrut’ta hiçbir kimse ikamet +etmezdi. Bereket versin ki yed-i kahire-i fıtrat Beyrutluların +bu zevkine de hizmet etmiş ve onlara cidden İsviçre dağları +gibi şahik ve hoş ab u hava bir Cebel-i Lübnan yaratmıştır. +Beyrut’tan Cebel’e bir saatte gidilebilir. Şimendüfer +dişli nev’inden gayet yavaş yavaş dağları zirveleri aşıyor. +Beyrutluların yaz esnasında en ziyade yayla ittihaz eyledikleri +yer Aliye Aynu Sufer ve Hamdan mevki’leridir. Buraya +yalnız Beyrutlular değil Mısırlılar Avrupalılar Amerikalılar +bile yazı geçirmeye gelirler. Cebel’in Avrupa mevaki’-i sayfiyyesine +nisbetle başkaca da ehemmiyet ve meziyeti vardır. +Avrupa’nın bu gibi yerlerinde bir insan i’tidal dairesinde geçinmek +mecbur bulunduğu halde Cebel-i Lübnan’da en güzel bir +otelde ikamet etmek ve yemek içmek de dahil olduğu halde +günde yarım liradan ziyade sarfetmez. +§ Cebel-i Lübnan ahalisinin maişeti en ziyade seyyahlarla +yazı geçirmek isteyenlerden te’min edildiğinden kendileri +liman açmasını mataliblerine idhal eylemişlerdir. Rivayete +bakılırsa Sinabyan Efendi’nin mutasarrıflığa ta’yini geri +kalmıştır. Bari yerine ta’yin olunacak zatın tamamıyle ecnebi-perest +ve o gibi meşrebde olmayan birisinin namzedliği +matalibine gelince; kabil-i is’af olanları kabul etmek ve olmayanlarını +reddetmek her halde hükumetin elinde birşeydir. +Avrupa devletleri de buna i’tiraz etmeye o kadar salahiyetleri +olmasa gerektir. +Beyrut’u terkle Haleb’e geldim. Beyrutlular bana karşı +son derece nazikane ve mükrimane davrandıkları gibi +me’murin-i mahalliyye tarafından da mazhar-ı hürmet ve +muavenet oldum. Kendilerine alenen teşekkürü bir borç addederim. +Haleb’e giden tren gece vakti saat on bir buçuk zevali +da hareket eder ve Cebel-i Lübnan’ın mürtefi’ tepe ve +dağlarını geçerek sabah vakti erkenden Rayak’a muvasalet +eder. Rayak trenlerin mahall-i telakīsi ve merkez gibi bir +mevki’ teşkil ediyor. Haleb Şam Medine ve Beyrut’tan gelen +trenler burada her halde tevakkuf etmeye mecburdur. +Yolcular burada çıkıp yemek içmek ve sair istirahatlerini istasyon +lokantasında te’min ettikten sonra yollarına devam +ve trenden trene nakl-i mekan ediyorlar. Aynı zamanda koleralı +emakinden gelen yolcular bu istasyonda dezenfekte +karantina olurlar. Fakat Rayak’tan sonra irtifa’ inhitata mübeddel +olduğu gibi yolcular Cebel serinliğinden mahrum ve +memalik-i harrenin en şiddetli hararetine ma’ruz kalmaya +mecbur olurlar. Hele Rayak’tan Haleb’e doğru giden trenler +Baalbek Aynu Baalbek Hama Humus ve Haleb’e varıncaya +kadar ateş gibi sıcak bir hararete duçar ve içleri yanmaya +başlar. Su içmekten insan kendisini zabtedemez bir +hale gelir. +Yemek içmeyi unutur uyku sersemliğine tutulur. Vagonun +gayr-ı kabil olur. Ben ise boğulacak bir hale geldim. Ceketi +yeleği çıkarıp ıslak mendilimi muttasıl göğsüme boynuma +yüzüme sürmeye ve ayakta gezmeye muztar kaldım. Haleb’e +tam akşam vakti saat yedide vasıl olarak doğruca sahibi +Şamlı ve müslüman olan ve Türkçe konuşan Amerika +Hoteli’ne indim. İnşaallah araba ve arkadaş bulduktan sonra +Bağdad yolunu Ağustos sıcağında tayyetmeye muvaffak +olurum. +KARLOVA’DA HAYAT-I İSLAMİYYE +Sofya’dan avdet ettikten sonra pasaport için Filibe’de +üç gün daha ikamete mecbur oldum. Neticede yine bermu’tad; +“Gelmedi.” cevabını alınca dördüncü gün Karlova’ya +gitmeye niyet ettim. Karlova Filibe’ye altmış kilometre +mesafesi olan bir kasabadır. Bu kasabaya tren gitmez fakat +otomobil ve araba daima gidip gelir. Araba ile gitmek daha +güç olduğu cihetle biz otomobil ile gitmeye karar verdik. +Temmuz Salı günü ale’s-sabah saat zevali bir buçukta hareket +ederek beşte Karlova’ya muvasalet olundu. Filibe’den +Karlova’ya varıncaya kadar birkaç yerde kaplıca ve banyolar +olup buralara pek çok kimseler gelmektedirler. Biz bittabi’ +buralarda eğleşemedik doğruca Karlova’ya geçerek saat +beşte muvasalet ettik. +Daha otomobilden inerken ilk nazar-ı dikkatimi celbeden +şey bir meydanlıkta dört tarafı yaldız ile yazılı yüksek bir +taş üzerinde bir arslan heykeline istinad eden ve sağ elinde +revolver bulunup sol eli nutuk söyleyen bir hatibin vaz’iyetini +andıran dehşetli bir insan heykeli olmuştur. Bilahare +bunun kim olduğunu tahkīk ettim; Bulgaristan’ın istiklaline +çalışırken bir gün Sofya’da darağacına asılan meşhur ihtilalci +“Vasilaki” olduğunu öğrendim. Hatıra olmak üzere kendi +memleketi olan Karlova’da namına bir heykel rekzolunduğu +gibi başka yerlerde de var imiş. +Karlova’ya vardığım gibi doğruca Vodapat Hoteli’ne +§ +Buranın ahalisini gayet insaniyetli gördüm; insana son +derece yakındırlar. Çünkü ben yoldan geçerken –daha kim +olduğumu anlamadıkları görüşüp tanışmadıkları halde– çağırıyorlar +oturup bir kahve içmemi arzu ediyorlardı. +Buranın havası suları gayet güzeldir. Bulunduğu yer +balkan eteği olduğu cihetle su gayet çoktur. Hemen her +hanenin içinden su geçiyor. Her evin içinde güzel güzel +üzüm asmaları erik armut elma ceviz kestane ve sair yaz +meyveleri bulunmakta ve epeyce bir varidat getirmektedir. +Hatta bir avlunun içinde görmüş olduğumuz büyücek bir +kestane ağacının senevi beş yüz guruş getirdiğini söylediler. +Bizim yaban eriği diye beğenmediğimiz dağ erikleri burada +Karlova’da bir şayak fabrikası vardır. Çıkardığı mal ekseriyetle +memalik-i ecnebiyyeye ve bilhassa Osmanlı ülkesine +gitmektedir. +Buralarda ticaret ekseriyetle “gül”cülüktür. Herkesin +kendi haline göre gül bahçesi vardır. Vakti geldiği zaman +toplayıp yağını çıkarıyorlar. Gül yağının dirhemi on franga +kadar gitmektedir. On on iki okka gül yaprağından bir dirhem +yağ çıkıyor. Ziraat da vardır. Kasabanın çarşıları o kadar +muntazam değildir. +Burada zikretmekten bir gune kendimi alamayacağım +bir acı hakīkat vardır ki o da memleketin servet-i iktisadiyyesi +gayr-i müslimlerde bulunması keyfiyetidir. Daha birinci +mektubumda demiştim ki seyahat eden insan bazen +pek acı şeylere tesadüf eder. Hakīkaten burada gezenler için +müslümanların haline zillet ve meskenetine bakıp da ağlamamak +kabil değildir. Rus Muharebesi’nden mukaddem +buralarının ticareti sırf müslüman ellerinde bulunuyormuş. +Hicret zamanında bu güzelim mülkleri meccanen Bulgarlara +bırakıp gitmişler. Meccanen diyorum; çünkü bir tarlayı +olduğu paraları içindeki mahsulden almış. Binaenaleyh +meccanen bir mülke sahib olmuş. Bu sayede evvelce müslümanlara +hizmetkarlık edenler efendi olmuş da bilahare +yine memleketlerine avdet eden müslümanlar o efendilerin +hizmetkarı olmuşlar. Onun için gerek ziraat gerek ticaretin +en mühimleri Bulgarlar elinde bulunuyor. Arabacılık berberlik +kahvecilik ve sair bunlara müşabih bir takım şayan-ı +ehemmiyet olmayan san’atlar da bizim müslümanların elinde +bulunuyor. +Size şayan-ı ibret bir şey daha söyleyeceğim. Buraya +dört saat mesafede Rahmanlı denilen bir köy var. Altmış +hane kadar Bulgara mukabil iki yüz elli hane müslümanı +havi olan bu yerde gayr-i müslimlerin on on iki kadar dükkanı +dehşetli mektepleri var da müslümanların gerek dükkan +gerek mektep namına adam akıllı bir şeyleri yok! Hele +şükür bu sene bir mektep yaptırabilmişler! +Müslümanların bu hali ataletten başka neye hamlolunabilir? +§ +Buradaki müslümanlar arasında en mezmum bir şey +hü +küm-ferma oluyor ki o da tefrikacılıktır. Bilmem ki bu +müd +hiş illet bu müzmin maraz müslümanların lazim-i gayr-i +mufarıkı mıdır? Her nereye varsak mutlaka bu maraza tesadüf +ediyoruz! +Bilhassa burada müslümanların ez-her-cihet geride kalmalarına +yegane sebeb budur. Bunu tasdik etmeyen hiçbir +ferd bulunmamakla beraber yine bu hale nihayet verilmiyor! +Müslümanların intibahı Bulgaristan’ın kat’iyyen işine +gelmiyor. Maamafih doğrudan doğruya bu intibaha da +mani’ olamadığından akīm bırakmak için pek kolay vasıtalara +müracaat ediyor. Mesela aralarına tefrika ilka ederek +bu suretle onları birbirine hasım ve bi’n-netice onların +hicret ve yek diğerinin teşebbüsatına mani’ olmaya sebeb +oluyor. Bir zatın ifadesine göre bu sene belediye intihabında +müslümanların kanunen dört a’za çıkarmaları lazım gelirken +vatandaşları olan Bulgarlar bilahare bunları bu haktan +mahrum etmeye çalışırlar. Bunu haber alan müslümanlar +kendileri ayrı çalışacaklarını söylerler ve çalışırlar. Fakat intihabdan +bir gün evvel müslümanlardan birkaç danesinin +ayrılıp Bulgarlar tarafına geçmesiyle müslümanlar bütün +bütün gaib ederek bir kişi a’za çıkarabilirler. Daha sonra da: +Ayrı çalıştınız da ne yaptınız? diye Bulgarların hedef-i tahkīri +olurlar. +Sonra müslümanların selametini düşünen birkaç zat +bir araya gelerek bir cem’iyet-i hayriyye açarlar. Mekteplerin +ve sair hususatın terakkīsine çalışırlar. Bilahare araya giren +tefrika ile cem’iyetin ismi cem’iyet-i şerriyye olur a’zaları atıl +bir halde kalır ictima’ etmez. İşte bunların hepsi gösteriyor +ki bura ahalisinde bir faaliyet uyanıyor. Fakat aralarında bir +tefrika çıkar bütün teşebbüsleri mahveder gider. Artık ümid +nesl-i hazır ve atidedir. +§ +Burada meşhur Rus Muharebesi’nden mukaddem dört +cami’-i şerif ile iki mescid bulunuyormuş. Bunlardan birisi +–ki Ballı Mescid demekle ma’ruftur– esna-yı muharebede +harab olmuş ve fakat geçen seneye gelinceye kadar minaresi +duruyormuş. Geçen sene plan mucebince yol üzerine +geldiğinden belediye tarafından hedmedilmiştir. +Diğeri de –ki Püser Mescidi demekle ma’ruftur– hala +mevcud bulunuyorsa da maatteessüf mahallede İslam ahalisi +kalmadığından kapalı bulunuyor. Maa-haza plan mucebince +bunun da komşularına taksimi lazım geldiğinden +mahkemeye verilmiştir. +Diğer dört cami’-i şerif hala açıktır. Bunların en meşhuru +Karlı-zade Ali Bey’in bina-kerdesi olan cami’-i şeriftir. Bu +cami’ tek kubbelidir. Yukarısında dört taş direği vardır. +Kapısı üzerindeki taşta şöyle bir yazı hakkedilmiştir: +Diğer cami’lerin +tarihleri ma’lum değildir. +Şurasını da maalesef söylemeye mecburum ki; bu muazzam +cami’-i şerifde imam da dahil olduğu halde iki kişiden +fazla cemaat göremedim. +Muharebeden evvel Karlova toprağının öşrü ve sair +vergileri tamamen bu cami’-i şerifin varidatı imiş. Çünkü +Karlova toprağı kamilen vakıf bulunuyormuş. Bunu bittabi’ +mütevelliler idare etmekte imişler. Maa-haza şimdiki halde +cami’-i mezkurun hiç varidatı yoktur. +Zira bu vakıfların pek çokları hükumet tarafından zabtolunduğu +gibi han hamam ve saire gibi bazı emlak-i vafiyye +de mütevelliler tarafından tahvil-i mülk edilerek bey’ edilmiştir. +Hatta mütevellinin ahfadı olanların cami’-i mezkuru +bile Bulgarlara bey’ etmeye kalktığını ve fakat Bulgarların +ru-yı rıza göstermediklerini duyunca doğrusu bu kadar +cür’ete şaşıp kaldım. Kasabanın emlak-i vakfiyyesi senevi +altı yüz frank raddesinde imiş. +§ +Biri zükur diğeri inasa mahsus olmak üzere iki mekteb-i +nuyor. Bir tarafı ibtidaiyye bir tarafı rüşdiyedir. İnas mektebi +üç sınıflı olarak iki muallim tarafından idare olunduğu gibi +muallim-i evveli hükumet-i seniyye tarafındandır. +Mektebin asıl kendi bütçesi altı yüz franktır. Geri kalan +masarıfat şimdiye kadar bittabi’ ahali-i İslamiyye tarafından +frank da hükumet-i mahalliye tarafından verilmiştir. Zaten +hak aranacak olursa hükumet bu kadar evkafı zabtettikten +sonra bu mekteplere bakmak vazifesidir. Fakat şimdi hak ve +hukūk aranmıyor! +Buralarda asar-ı İslamiyyeden kale istihkam kışla gibi +şeyler aranmamalıdır. Mesmuatıma nazaran Kızılhisar denilen +karyenin etrafı kale imiş. Karlova’ya dört saat mesafede +Tekye denilen karyenin garb cihetinde bir türbe ve bunun +civarında bir mescid ile bir matbah olduğunu ve yüz sene +evvel civar karye ahalisi ictima’ ederek Cuma namazını +ba’de’l-eda bu matbahdan ahaliye çorba pilav tevzi’ edildiğini +mevcud olup inhidama yüz tutmuştur. +Karlova Kazası’nın hicret eden karyeleri ber-vech-i atidir: +Karanlar Peken Obası Işklar Dereli Karahisar Köseler +Köleler Avcılar Okçular Doğancılar Marazanlar Keşiş +Mahallesi Menteşeli Kulfallar Sıkı Ömer Obası Müderrisli +Dar Obası Hamidli Kadirşık Beyköy. Bu karyeler Güveysi +Nahiyesi’nde olanlardır. Bunlarda şimdi İslam yoktur. Bunların +cami’leri şimdi bazısı kiliseye tahvil bazısı da kançılarya +olunuyorsa da birçokları da harab edilmiştir. +Aksekili +Muhterem Efendim! +Bilad-ı İslamiyyeden Hind-Çin ve Türkistan-ı Rusi’de bulunan +muhabirleriniz vasıtasıyle ma’rufunuz olan ve başlıca +Din-i İslam’ın hadimi bulunan zevata irsal edilmek üzere gazetenizin +üç nüshasının birer senelik abone bedelinin baliğ +olduğu elli bir frank nam-ı alinize postaya teslim ve takdim +kılınmış olduğundan lutfen memalik-i mezkureden tensib +buyurulacak mahallerle irsalatınızın kimler namına olacağının +Sebilürreşad – İş’ar-ı alileri vechile Sebilürreşad Java +Çin ve Hindistan’da ber-vech-i ati adreslere irsal edilmeye +başlanılmıştır. Müslümanların tenvir-i fikrisine çalışmak en +mukaddes emelimizdir. İbzal buyurulan teveccühata teşekkür +ederiz. +Abdurrahman bin Mehmed bin Şihab +Batavia/Java +Pekin/Chine +riyya +Bombay/India + +---- +KONURAT SUYU DANELERI +---- + +Deraliyye Bab-ı Ali Caddesi’nde Orhan Bey Hanı’nda +Muhterem Sebilürreşad İdare-i Aliyyesi’ne +Merkez-i Hilafet’te müslümanlar sayesinde pek zengin +olup şimdi de Konurat suyu danelerini i’lan ile müslümanlara +yedirmeye bittabi’ pek hasis meblağ mukabilinde tavassut +eden Sabahcıya beyan-ı nefrete ve bu danelerin hakīkatini +bildirip müslümanları ikaz eyleyen hamiyetli müslümanlardan +Mehmed Fevzi ile Ahmed İbrahim Efendiler’e muhterem +Sebilürreşad vasıtasıyle en har teşekkürat-ı daiyanemi +takdime müsaade buyurulmasını istirham eylerim efendim. +– Sebilürreşad– +Sabah getirilen i’lanların terkibatını bilemeyeceği cihetle +sonra yine dercetmekte devam ederse o vakit –hakīkaten +pek hasis bir meblağ hatırı için– efkar-ı umumiyye-i İslamiyyeye +karşı büyük bir saygısızlık yapmış olur. +El-Hac Mehmed Efendi’nin galeyan-ı hamiyyeti şayan-ı +takdirdir. Dinini seven ona hürmet ettirmenin yolunu da bilir. +Artık müslümanlar uyuşukluğu terketmelidir. +AFGANLILAR İRAN HUDUDUNDA +Afganistan’ın payitahtı olan Kabil’de münteşir Siracü’l-Ahbari’l-Afganiyye +ceride-i İslamiyyesinden: +Gazeteler bugünlerde İran’ın cenub-ı garbi hududunda +cereyan eden hadisatı mevzu’-ı bahs ediyor. Bunların bu +hususdaki neşriyat-ı mütebayinesi birçok rivayat ve işaatın +meydan almasına sebeb oluyor. Bazıları diyorlar ki: “Afgan +Hükumeti Sistan vilayetini zamime-i bilad etmek için intihaz-ı +fırsat ediyor.” Beşeriyette ferman-ferma olan “kanun-ı +tenazü’” mutabakatına bakarak bu fikri tasvib edenler de +var. Düşünüyorlar ki; “Artık kadim bir mecdin varisi olan +düşmüştür.” Bazıları da; “Afgan askerinin bilad-ı İraniyyeye +bila-mukavemet duhulü birçok gizli şeylere delalet eder” +diyorlar. Hasılı her ferd kendi evham ve farazıyatı üzerine +birçok mutalaalar bina ediyor. +Mevzu-ı mes’eleye girişmeden evvel bir kere Sistan vi +la +yetinin mevki’-i coğrafi ve tarihisini düşünmek lazımdır. Bu +vilayet Horasan’ın cenubunda kaindir. Arazisi pek çorak +tır. +Nısf-ı garbisi İran’a nısf-ı şarkisi Afgan’a tabi’dir. Hari +rud Farahrud +Haşrud ve Helmand meşhur nehirlerinden +dir. +Tarihin rivayetine göre bu vilayet kable’l-İslam meşhur +sonra da Senceri ve Sicistani gibi büyük alimler meşhur +edibler yetiştirmiştir. Vaktiyle –Gazneviler Guziler zamanında– +Afganistan idaresinde bulundu. Bir zamanlar da İran +Devlet-i Safeviyyesi’nin idaresine geçti. Afganistan nail-i istiklal +olduğu zaman havza-i idaresine intikal ve nihayet İran +ve Afganistan arasında taksim olundu. +Afganistan’ın Sistan’da asker toplamasına sebeb Rusya’nın +Azerbaycan’daki harekatıyle Kafkasya’daki tahşidat-ı +askeriyyesi olduğuna şübhe etmemelidir. Rusların Meşhed +ve sair İslam şehirlerindeki harekat-ı kat’iyyesi Horasan +vilayetindeki vaz’-ı işgali Afganlıları büyük bir musibete karşı +uyanık bulunmaya mecbur etmiştir. Çünkü bu haller Sistan +vilayetini de aynı akıbete duçar olmakla inzar ediyordu. +Binaenaleyh o havalide kuvvetini ta’biye ederek inde’l-hace +bugünden sima-yı tehdidini gösteren felaketten korunmak +Afgan için derece-i vücubda idi. İşte birçoklarını Afganlıların +harekatından şübheye düşüren kīl ü kale yol açan şey +bundan ibarettir. Afganistan’ın hatt-ı hareketi ne büyük bir +vücubun taht-ı te’sirinde bulunduğunu kari’lerimizin anlayışlıları +anlar.” +Mısır’ın ve bütün +Alem-i İslam’ın medar-ı iftiharı bulunan efazıldan Abdülaziz +Çaviş Efendi hazretleri tevkīf edilmiştir. Müşarun-ileyh +el-yevm Hilal-i Osmani gazetesi sermuharrirliğini ifa etmekte +ve makalatı celb-i enzar-ı takdir eylemekte idi. Hadise-i +tevkīf hakkında aldığımız ma’lumat ber-vech-i atidir: Dün +sabah Hilal-i Osmani idarehanesine iki polis gelir Abdülaziz +Efendi’yi sorar. Gelmediğini anlayınca idarehaneyi muhafaza +altına alarak beklerler. Fazıl-ı muhterem gelince dört +polis zabıta idarehanesine kadar götürürler ve idarehanede +bulunanları da ihtilattan men’ eylerler. Abdülaziz Efendi bir +müddet sonra gelir. Birçok tarassud me’murları polisler ve +bu miyanda Mısır’dan suret-i mahsusada i’zam olunan iki +sivil me’mur olduğu halde idarehane ve ba’dehu Kadıköyü’ndeki +hanesi taharri olunur. Tabii hiçbir şey bulunmaz. +Yalnız hususi birkaç fotoğrafya ile bir iki risale alınır. Zavallı +fazıl-ı mesaib-zede ise Bab-ı Ali’ye gelip bir az aramadan +sonra Mısır’dan gelen iki polis de beraber olduğu halde +“Romanya” vapuruna bindirilip Mısır’a sevkolunduğu dünkü +yevmi gazetelerde okundu. +Darülhilafe diye buraya sığınan vatanperver İslam mücahidlerini +himaye edememek gibi bütün efkar-ı umumiyye-i +den dolayı bütün Alem-i İslam namına beyan-ı teessüf ve +teessür eyleriz. +Osmanlı Hi +lal-i Ahmer Cem’iyeti’nin Amerika-yı Cenubi’deki şuabat +reisi ve İngiltere’nin Kab müstemlekesi ahali-i İslamiyyesinden +olup Osmanlı Hilal-i Ahmer’ine on beş bin lira-yı +Osmani kadar bir meblağ toplayan ve Osmanlılık’a olan +merbutiyet-i kalbiyyeleri her türlü takdir ve sitayişin fevkınde +bulunan Durbanlı Davud Mehmed ve mahdumu efendiler +bu kere canib-i Hicaz-ı mağfiret-tıraza azimet etmek üzere +payitaht-ı Hilafet-i Seniyye’yi ziyaret eylemişler ve geçen +gün Hilal-i Ahmer Cem’iyeti idarehanesinde kemal-i tevkīr +ü ihtiram ile kabul edilmişlerdir. +Hasbe’l-mevsim medre +se +lerin ta’tili sebebiyle ve şühur-ı selase münasebetiyle ma +hall-i baideye gitmiş olan talebe-i ulumun birçoğunun icra-yı +celb ve iade edilmeleri mağduriyetlerini istilzam edeceği +nazar-ı i’tibara alınarak muma-ileyhimin müdavim talebeden +olduklarını ve tarih-i veladetleriyle ma’lumat-ı lazimeyi +muhtevi olmak üzere yedlerine birer vesika verilerek bulundukları +mahallerde en yakın imtihan meclislerinde imtihanlarının +bit-tensib icab edenlere tebliğat-ı muktezıyye icra kılındığı +Har +biye Nezareti’nden bildirilmekle me’murin-i mülkiyyece +de ona göre muamele olunması Dahiliye Nezareti’nden +ta’mimen vilayata iş’ar kılınmıştır. +Mesned-i celil-i Sadaret-i +Uzma’ya “Miting Reisi Ya’kub Han” imzasıyle Karaçi’den +keşide kılınan telgrafnamedir: “Burada miting halinde müc +temi’ bulunan müslümanlar muktezıyat-ı vatanperveriye +mugayir bir surette hüküm-ferma olan fırka ihtilafatından +dolayı ızhar-ı adem-i hoşnudi eder ve Din-i Mübin-i İslam +hürmetine olarak nifak ve iğtişaştan mücanebet ile rayet-i +Osmani etrafında zat-ı hazret-i padişahi ile birleşmelerini +Osmanlılardan rica eylerler. Aksi takdirde Hind müslümanlarının +hissiyat-ı hayr-hahaneleri haleldar olacaktır.” +“Arnavud kardeşlerimize açık mektup: +Bismillahirrahmanirrahim. Arnavud kardeşlerimizden bazılarının +ayaklanarak rahatı ihlal ve arş-ı Hilafeti işgal etmeye +sa’y eylemekte olduklarını kemal-i teessüfle haber aldık. +Avn-i ilahi ve ruhaniyet-i Hazret-i Risalet-penahi’den +başka bir zahirimiz olmayan şu sırada sizden beklenen ancak +müşkilata ilka eden bir takım gavailin izalesi ve vusulüne sai +olduğumuz maksad-ı mukaddesin hayyiz-i fi’le çıkması için +ve +ayet-i celilelerinin ihtiva +eyledikleri evamir-i ilahiyye ile amel etmeye da’vet ediyoruz. +Allah’ın vahdaniyeti ve Resul-i Kibriya’nın ruhaniyeti +hakkına şu kıyamdan vazgeçiniz ve akıbeti vahim olan şu +gafletten uyanınız da desais-i leimenin neticesi olarak biladımıza +müzü ısga etmeyecek olur iseniz sizi Allah’a terkederiz ve +elbette Aziz ve Cebbar olan Hazret-i Halık önünde bir mevki’imiz +olacaktır. +Umum mücahidin namına ve Trablus ahalisi namına: +şeklinde yazılmıştır. +Muhammed es-Sa’devi İbrahim eş-Şerif Ferhat el-Kadi +Ferah eş-Şerif.” +Mısır gazetelerinde okunduğuna +göre bu sene Hıtta-i Mısriyye’de bulunan bilumum ağniya +ve mütemevvilan mallarının zekatını Trablusgarb mücahidlerine +tahsis ve i’ta edeceklerdir. el-Alem gazetesi bu +fikrin muhassenatından bahis uzun bir makale neşrederek +bu babda cem’ olunacak mebaliğın Kahire’de İane Komisyon-ı +Alisi veznesine teslimi lüzumunu dermiyan eylemiştir. +Şehr-i halin üçüncü günü Hanya şehri +haricindeki Plakapiga mevki’inde bir hıristiyan Cumali Babalaki +namındaki müslümanı kurşunla elinden ve omuzlarından +fena halde yaralayıp kaçtı. Mahall-i cinayette ayrık +otu devşirmekte bulunmuş olan bir müslime-i zenciyye feryad +etmeye başlamış olmağla ona da bir kurşun atmış ise de +“Makedonya’da mezalim Makedon +ya’da mezalim!” diye kıyametler koparanlar acaba Bulgaristan’da +müslüman ehline neler oluyor bir def’a da bizi +mayacağız. Filibe’ye mülhak Karaca karye-i İslam’ında +bir haftadan beri ahali-i İslamiyye son derece rahatsız ve +bizardır. Ora Bulgar ahalisinden birkaç kişi ahaliye tecavüz +etmekte imişler. Gece sahur davulunu paralamışlar. Evvelki +gece de müslümanlar teravih namazından dar kaçmışlar. +Şimdi bu büyük İslam köyünde Ramazan davulu bırakılmadığı +gibi ahalide de dehşetli bir korku var. Çünkü epeyce +dayak da yemişler. Balkan +Şimdi gelelim müellifin “Muaviye karıların çocukların +katli için emir verdi.” tarzındaki sözüne. Bilinmelidir ki bu +vak’a yani Büsr bin Ertat’ın Hazret-i Ali tarafdaranına karşı +sevki bütün tarihlerde zikrolunan vakayi’in en meşhurlarındandır. +Bununla beraber onların hiç birinde karıların çocukların +öldürüldüğüne dair bir rivayet olmadıktan başka +yukarıdaki iddiaya muhalif haberler vardır. Müverrih Ya’kūbi +diyor ki: +“Muaviye Büsr ibni Ertat’ı yahud İbni Ebi Ertat Amiri’yi +üç bin kişi ile gönderdi. Kendisine dedi ki: “Medine’den geçerken +ahalisini çıkar korkut! Daire-i itaatimize dahil olmayanların +malları var ise gasbet! Medinelilere o zannı ver ki +maksadın kendilerini öldürmektir; ne yaparlarsa yapsınlar +kurtulamayacaklardır. Mekke’ye girdiğin zaman kimseye +Sonra San’a’ya geç! Zira orada bize tarafdar olan bir cemaat +var ki kendilerinden bir ariza aldım. Büsr yola çıktı. Kabail-i +Arabdan hangisine rastgeldi ise Muaviye’nin emrini yerine +getirmeden geçmedi.” +Şu ibareden anlaşılıyor ki işin içinde tehdidden halkı +vehme düşürmekten başka bir şey yoktur. Lakin müellif +şayan-ı i’timad olan tarihi me’hazlerin kendi arzusunu +tatmin edemediğini görünce “ Ağani ”ye meylederek kadınların +çocukların katli hakkında verilen emri oradan nakletti. +Sonra da Muaviye’nin hilminden dehasından böyle bir +emrin suduru ümid edilemeyeceğini ileri sürerek “Muaviye +sarahaten bu emri vermemiştir; ancak Büsr’ü harekatında +serbest bırakmıştır. Büsr ise pek kan dökücü bir herif olduğu +Yukarıda söylemiş idik ki Ağani muhazarat kitaplarındandır. +Vak’a ehemmiyetsiz rivayet de latife nev’inden olur +yahud ciddiyat ile yorulan dimağı dinlendirmek istenilirse +bu gibi eserlere müracaatte be’is yoktur. Lakin mes’ele +ehemmiyetli vak’a da ihtilaflı olup neticede ya bir tarafın +gibi eserlere müracaat kat’iyyen caiz değildir. +Kaldı ki Ağani sahibi Şii’dir. Muaviye’yi lekeleyecek bir +şey oldu mu isterse en za’if en i’timad olunmaz bir söz olsun +onu bin can ile kabul eder. Evet Büsr b. Ertat iki çocuk +öldürdü lakin bu katl ikiyi aşmadı. Art��k müellifin “Büsr +hunhar idi; çocukları ihtiyarları istisna etmedi.” tarzındaki +sözü nerede kalır? Şeyh Şibli-i Nu’mani hazretlerinin Büsr +bin Ertat’ı bu suretle müdafaa etmeleri pek doğru olmasa +gerektir. +Müellif diyor ki: “Muaviye gibi sulhu ile metaneti ile +ma’ +ruf olan bir adamın zamanındaki ümeranın hali böyle +olursa artık o şiddeti o gaddarlığı ile Abdülmelik’in zamanı +nasıl olmak icab eder! Haccac’ın mezalimi hakkında söylenen +sözler velev yüz yirmi bin kişiyi işkenceler altında öldürdüğünü +göstersin istiğrab edilebilir mi? Ya’kūbi Cild +sahife ” +Evet; Haccac yüz yahud iki yüz bin kişi öldürdü. Lakin +bu cinayet Devlet-i Abbasiyye’nin müessisi olan Ebu Müslim-i +Horasani’ninki yanında pek ehemmiyetsiz kalır. Zira +bu beriki altı yüz bin kişi öldürtmüştü. +Müellif eserinde bunu i’tiraf ediyor. Şu kadar var ki +“Siyaset öyle icab ederdi” diye kıtali ma’zur göstermek istiyor. +Bu hesaba göre Haccac daha ma’zur daha şayan-ı afv +olmak lazım gelir. Çünkü Haccac halis Arab olmak i’tibarıyle +tabiatinde ğılzat şiddet vardı. Lakin Ebu Müslim acem +riş-yab olmuş idi!! +Müellif “Abdülmelik Haccac’dan daha zalim idi” suretindeki +bir delil getirmiyor. Bu hareket bir gadr olmakla beraber +el-Mansur’un Ebu Müslim’e yaptığına nisbetle pek küçük +kalır. O Ebu Müslim ki Devlet-i Abbasiyye’nin sahibi veliyyü’n-ni’meti +dı. Kezalik yine el-Mansur’un İbni Hübeyre’ye olan gadri bu +kabildendir. En ziyade şaşılacak bir şey var ise o da şudur: + +---- +SAFAHAT +---- + +Sıratımüstakīm ’de başlayarak geçenki nüshamızda biten +bu ictimai dini manzume kitap şeklinde intişar etti. +Herkesin anlaması lazım geldiği için herkesin anlayabileceği +bir lisan ile yazılan bu eser evvela hafif latif bir mukaddime +yor. Sonra nazarları İstanbul’un hatta bütün Osmanlılığın +en muhkem en muhteşem abide-i lahutisi olan Süleymaniye +Camii’ne doğru çeviriyor. Şadırvan kapısından başlayarak +avluyu ma’bedin içini namazını bitirip tesbih çeken +cemaatin halini gösteriyor. +Duayı müteakıb kürsüye bütün Alem-i İslam’ı dolaşmış +muhterem bir pir çıkıyor: “Size va’z edecek değilim; cihan-ı +tevhidin halini anlatacağım!” diye söze başlıyor. Ahenk-i +beyanıyle ruhları meshur eden bu ihtiyar on on beş sene +evvel Sibirya’dan kalkıp Memalik-i Osmaniyye’ye gelmiş +milleti ikaz için bir hayli uğraşmış lakin hükumetin ta’kībatından +göz açamayarak tekrar Rusya’ya geçmiş. O zamanlar +yormuş. O kadar tazyika rağmen bu ihtiyar matbaa açmış +gazeteler risaleler çıkararak müslümanları uyandırmak için +birçok çalışmış. Nihayet hükumet matbaasını basmış kendisi +Türkistan’a kaçmış kurtulmuş. Buralarını Rusya’daki +müslümanların ahval-i ictimaiyye ve iktisadiyyeleriyle beraber +gayet etraflı olarak hikaye ediyor. Sonra Buharaları +Semerkandları daha sonra Çin’i Mançurya’yı Japonya’yı +gördüğü gibi anlatıyor. +kalkıp buraya geliyor; hürriyeti Osmanlıların nasıl telakkī +ettiklerini inkılabdan ne suretle müteessir olduklarını acı bir +lisan ile söylüyor. Daha sonra bütün Alem-i İslam’ı musab +eden felaketin Osmanlı afakını da tehdid etmek üzere olduğunu +etrafıyle izah ediyor. Bu sırada söylediği sözler cemaati +cuş u huruşa getiriyor. +bildiriyor. En sonunda gayet müessir bir dua ile kürsüden +Eserde bütün Osmanlıların bilhassa müslümanların göz +lerini dört açacak intibah levhaları doludur. İki guruşa satılan +bu kitaptan birer dane edinmelerini muhterem kari’lerimize +tavsiye ederiz. +Taşra için yirmi para posta ücreti vardır. +Tercümesi +“Hem göklerde hem yeryüzünde ne kadar ibretler vardır +ki yanı başından başlarını öte tarafa çevirirler de öyle +geçerler!” +* * * +Ayet-i kerime Sure-i Yusuf’un son sahifesindedir. Biz +müslümanlar Cenab-ı Hakk’ın varlığını birliğini ezeliyetini +ebediyetini yakīni bir iman ile tanımak için; yerleri gökleri +enfüsü afakı dolduran ayat-ı ilahiyyeyi nazar-ı ibretle +temaşa etmeliyiz. Onların her birinde tecelli eden azameti +başkalarının gözüyle değil kendi gözümüzle görmeliyiz. + +---- +... ... +---- + +gibi nazarımızda alem-i hilkati şüun-i insaniyyeti namütenahi +bir ibret silsilesi gösterecek ayat-ı kerime o kadar çoktur +ki: Birer birer irada kalkışacak olsak Kitabullah’ın hemen +hemen yarıya yakın mikdarını nakletmemiz lazım gelir. +Bir zamandan beri biz müslümanlar Cenab-ı Hakk’ın +afak-ı azametinde olanca mehabetiyle olanca vuzuhuyla +parlayan ayat-ı bülendini pek lakayd pek sersem bir nazarla +görmeye alıştığımız gibi; Kitabullah’ın yukarıda bir kısmını +basiretsizlikle aynı tedebbürsüzlükle geçivermek i’tiyad-ı +mühlikine pek korkunç bir surette musab olduk! +Alem-i İslam asırlardan beridir göklerin yerlerin dilinden +bir şey anlamaz oldu! Halbuki her zerrenin kalbinde bir +manzume-i şemsiyye mündemic olduğunu gören; maadinin +bile bir devre-i tekamül geçirdiğini cemadatın lisanından +duyan urefası uleması vardı. Dest-i kudretin kitab-ı kainata +yazdığı sayfaları artık okuyamadıktan başka; gece gündüz +okuduğumuz Kitab-ı Münzel de neredeyse hiç bize söylemeyecek +bir hale gelecek! +Garbın büyüklerinden biri: “Müslümanlık iki asır içinde +alem-i insaniyyete sayısız hey’et-şinas yetiştirmiş iken kilisenin +hakim olduğu on iki asır zarfında biz bir hey’et-şinas bile +çıkaramadık!” diyor. +Nasıl oldu da o şanlı o irfanlı mazi bize veda edip gitti? +Ya biz bu inhitatın önüne düşüp sonuna kadar gidecek +miyiz? Çoğumuzun sermaye-i hafızası olan şu ayat-ı kerimeden +olsun ibret alarak gözlerimizi açmayacak mıyız? +Kendimize acımıyorsak bari da’va-yı intisab ile lekelemekte +olduğumuz şu ma’sum şeriate acıyalım. Çünkü biSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +zim bu gafletimizi bu ataletimizi kitab-ı kainata karşı bu +kadar cehaletimizi gören yabancılar nahak yere o zavallıyı +mahkum ediyorlar. “müslümanları uyuşturan şuun-ı hilkate +alabildiğine lakayd bırakan saik dinlerinden başka birşey +değildir” diyorlar. Heyhat ki din ne söylüyor biz ne anlıyoruz! +Onbirinci asr-ı miladide Irak’ta yetişen erbab-ı fen arasında +Ali bin İsa bu nevvar dimağlardandır. İbni Cezle bir da +hi-i irfan idi. Ali bin İsa ise bir harika-i zekadır. +Arab fihrist -nüvisleri Ali bin İsa gibi bir nadire-i kemalatın +asar-ı garbiyyede müşahede edilmektedir. +Teracim-i ahval kitaplarında “Ali bin İsa” ve “İsa bin Ali” +namında iki isme tesadüf olunuyor. Bazıları bu iki ismin yalnız +bir şahsa aid olduklarını iddia ettikleri halde diğer bazı +zevat da bunların ayrı ayrı iki şahıs oldukları iddiasında ısrar +ediyorlar. Şark teracim-i ahval müelliflerinden Katib Çelebi +Cemaleddin el-Kufi ile bunlardan ahz-ı malumat eden +müellifin-i garbiyye birinci re’yi iltizam ediyorlar. İbni Ebi-Usaybi’a +ve Fihrist müellifi Muhammed bin İshak gibi zevat +mektedirler. Cemaleddin kitabında “İsa bin Ali” ismi altında +yalnız bir zattan bahsederek bunun meşhur “Huneyn”in +şakirdi ve Takriratü’l-Kehhalin ünvanlı eserin müellifi olduğunu +zikrediyor. +Bunlardan kitabının sekizinci babında “Ali bin İsa” namı +altında bahsettiği zatı saltanat-ı Abbasiyye’nin ilk zamanlarına +musadif olarak gösteriyor ve o devrin şa’şaa-i ilmiyyesini +Ebi Usaybi’a bu zatı meşhur “Huneyn”in tilmizi ve iki +eser-i meşhurun müellifi olmak üzere kaydediyor. +Onuncu babda bahsettiği zatı ise Irak etibbası arasında +ta’dad ediyor. Ve diyor ki: “Ali bin İsa” veya “İsa bin Ali” en +muktedir göz tabiblerinden olup Takriratü’l-Kehhalin namı +altında şöhret-şiar olan kıymetdar kitabın müellifidir. Bu kitap +göz hastalıklarıyla uğraşan etibba arasında fevkalade +bir kıymeti haizdir. Maamafih eserin kısm-ı amelisi aksam-ı +nazariyyesinden daha mükemmeldir. +Hicret-i Nebeviyye’nin dördüncü asrı nihayetini müteakib +ruh beyanatına göre Kehhal-i şehir Ali bin İsa’yı “Huneyn”in +şakirdi olarak kabul edemeyeceğiz. Çünkü aralarında +bir buçuk asır kadar bir zaman geçmiş oluyor. Fihrist müellif-i +şehiri Muhammed bin İshak “İsa bin Ali” namında bahsettiği +zatı “Huneyn”in şakirdi ve hayvanattan istihsal olunabilecek +menafi’den bahis bir eserin müellifi olmak üzere +tasvir ediyor. +Şu halde Fihrist müellifinin bahsettiği “İsa” namındaki +zatın Kehhal-i şehir olmadığına i’timad edebiliriz. Çünkü +Fihrist Hicret-i Nebeviyye’nin senesine kadar olan +zevattan bahsediyor. Kehhal-i şehir ise bu zamandan sonra +gelmiştir. Her halde İbni Ebi Usaybi’a’nın beyanatı vechile +“İsa bin Ali” namıyla iki tabibin vücudunu kabul etmek +zaruridir. Zamanen muahhar olan ve göz hastalıklarında +badisine doğru Irak’ta şa’şaa-paş-ı kemal olan eazımdandır. +Burada bahsetmek istediğimiz de bu zattır. +Ali bin İsa kehhallikte vasi’ bir saha-i terakkī açmıştır. +Eserini tedkīk edenler bu büyük simanın yaşadığı asrı nazar-ı +alamıyorlar. Avrupa müellifininden Doktor Lucien ve Mösyö +Reiske etibba-i İslamiyye miyanında “Ali bin İsa” namında +tekrimatta kusur etmiyorlar. Takriratu’l-Kehhalin başlıca üç +kısma ayrılmıştır. Birinci fasıl gözün ta’rif ve teşrihine ikinci +fasıl gözde zuhur eden emraz-ı hariciyyeye üçüncü fasıl ise +gözün tabakat-ı dahiliyyesine aid emraza tahsis edilmiştir. +Bu fasılda “kasru’l-basar” hakkında mühim tedkīkat vardır. +Müellif kitabın mukaddimesinde Calinos ve Huneyn +gibi etibbanın asarından pek çok istifade etmiş olduğunu +Kehhal-i şehirin bu kıymetdar kitabı De Cognition İnfermitatum +Oculorum Et Curatione Orum ünvanı altında Avrupa +lisanlarına tercüme edilmiş ve defeatle tab’ olunmuştur. +senesinde Hille Dresden şehrinde Ali bin İsa’nın +bu meşhur kitabından bir parçayı Alii ben İssa Monitorium +Oculariorum Specimen ünvanı altında neşretmiş ve eserin +metn-i Arabisinin de bilahare neşrolunacağını va’d etmiş ise +de maatteessüf bu va’dini infaza muvaffak olamamıştır. +Hille bu eserine uzun bir mukaddime ile başlayarak +bu +rada emraz-ı ayniyye ve mebhas-i teşrih ve vezaif-i ayn +ophtalmologie hakkında bir tarihçe yaptıktan sonra Ali bin +ve ikinci üçüncü babların da birer fihristini derc eylemiştir. +Hille kehhalin-i İslamiyyeye dair olan tedkīkatını +Wüstenfeld’den almış ve pek çok yanlışlıklarda bulunmuştur. +Hille’in etibba-yı İslamiyyenin emraz-ı ayniyye hakkındaki +tedkīkat ve tetebbuat-ı amikalarına tamamıyla kesb-i +nesi Ağustos’unda neşredilen Asya ceridesinde Le Journal +Asiatique Hille’in hatalarına dair pek mühim tedkīkat ve +beyanatta bulunmuştur. Takriratu’l-Kehhalin ’in Paris Dresden +ve Florans kütüphanelerinde birer nüshası bulunduğu +Doktor Lucien tarafından beyan ediliyor. Ali bin İsa Şark +etibbası miyanında bir mevki’-i mümtaz ihraz etmiş eazımdandır. +Avrupa müdekkiklerinin müşarun-ileyhin kitabına +verdikleri ehemmiyet derece-i irfanını pek güzel isbat edebilir. +Onbirinci asr-ı miladide Irak’ta yetişen erbab-ı fen arasında +daha birçok mümtaz simalara tesadüf ediyoruz. +Fakat bunların kütübhane-i cihana asar-ı mühimme bırakmadan +ziyade tedrisat tarikıyla neşriyat-ı ilmiyyeye çalışmış +oldukları anlaşılıyor. +Bunlar miyanında tarih-i tabii ulemasından İsa bin Ali +bin Hasan el-Asedi nam zatı zikredebiliriz. +tuyur kısmına dair pek mühim tetebbuatta bulunmuştur. +Bu zat aynı zamanda fenn-i tıbba da müntesib bulunuyordu. +Esasen fen ve felsefe ile meşgūl olan ulema-i İslamiyyenin +hemen ekserisi aynı zamanda tababetle de iştigal +etmişlerdir. +hakim hem de mütebahhirin-i ulemadan idiler. +mukayyed olarak Ali bin İsa el-Asedi’nin bir kitabı mevcuttur. +Bu kitap takriben beş yüz sahifeden mürekkeb ve iki +kısma münkasemdir. +Birinci kısımda tuyur-ı carihadan onların tarih-i tabiisinden +tarz-ı terbiyyelerinden suret-i mufassalada bahsedilmiştir. +Müellif eserini rengin bir kalemle yazmış tasvirat ve nü +kat-ı şairane ile yazılarına ayrıca bir de kıymet-i şairane +bahşeylemiştir. Kitabın ikinci kısmında ise ağdiyeden hıfzussıhhadan +tababet-i hayvaniyyeden bahsedilmiştir. İsa +bin Ali el-Asedi’nin bu kitabının yazma bir nüshası da İngiltere’de +Britanya Müzesi’nde Musée Britanique mevcud +ve numarada mukayyed olduğu beyan olunuyor. +Eseri tedkīk eden Garb uleması müellifin iktidar ve tetebbuatı +karşısında arz-ı hürmetten kendilerini alamıyorlar. +tebbuundan olduğunu ahlafa yadigar bıraktığı bu kıymetdar +kitap pek güzel isbat etmiştir. Tarih-i tabii ilminin tedkīkat +tetebbuat ve tecaribe müftekır bir fen olduğunu müellif daha +o zamanlarda takdir etmiş ve mesaisini bu hususa hasreylemiştir. +asr-ı miladi Irak erbab-ı kemali arasında bulunan Ebu’l-Hüseyn +Abdullah bin İsa’yı derhatır etmemek kadr-na-şinaslık +olur. +Bu zat hem-asır bulunduğu mümtaz simalar kadar parlak +bir şa’şaa-i kemale malik değilse de Hazinetü’l-Etıbba +namındaki kitabı ve etibba-yı kadimenin mesaliki hakkında +edebilmiştir. +Şark’ın sine-i irfanında perve[ri]şyab-ı kemal olan bu +gibi parlak simalar zengin dimağlar bugün baştan başa bir +feyfa-yı cehl ü sefaletten başka bir manzara arzedemeyen +Hıtta-i Irakıyye’nin yosunlu taşları altında gunude-i rahmet +olan bu dahiler bugün mezarlarında tedrisat-ı ‘aliyye +gürültülerine mukabil birer nevha-i inkıraz dinliyorlar. +Zir-i sakf-ı irfan-penahına sığınarak senelerce cihan-ı medeniyyete +huzemat-ı ma’rifet neşretmiş abidat-ı ‘aliyyeden +sada-yı elem-bahş-ı bum u gurabdan başka bir ses duymuyorlar: +O medreseler yıkılmış bu hastahaneler çökmüş +müebbeden sönmüş koca kıt’a vasi’ ve zalam-engiz bir badiye-i +vahşet haline geçmiş!... +Şimdi o medreselerin harabeleri üzerinde o alimlerin +bedbaht hafidlerinden cılız bir bedevi okuduğu mavallarla +–farkında olmaksızın– eski gamgamat-ı tedrisiyyeyi hatırlatmak +dastan-ı azametine mersiyeler tanzir etmeye kalkışarak kadrna-şinas +ve atıl haleflerine baran-ı nefrin yağdıran ervah-ı +ecdadı sanki bu suretle uyuşturmaya çalışıyor. Heyhat!.. + +---- +EDEBIYAT BAHISLERI +---- + +Muhayyileyi işletmek edebiyatta en mühim bir iştir; çünkü +her şey ona tabi’dir. Evet edebiyat nokta-i nazarından +muhakeme olunursa o kadar ehemmiyeti olan his bile +edib iane-i hayal ile kendisini müteheyyic etmekten başka +bir şey değildir. +Hayal nedir? Eşyayı safha safha bütün müfredatıyle göz +önüne getirebilmek melekesidir. Tahayyülat-ı edebiyyede +hafızanın pek büyük adeta yarı yarıya hizmeti vardır. +Mesela Ağustos ayında karlı bir hava tasvir etmek için ne +yapacaksınız? Tabii hafızanıza müracaata mecbur kalacaksınız; +vaktiyle görmüş olduğunuz o alemi yazmak için +hatıratınızdan mahfuzatınızdan istimdad edeceksiniz. Zaten +bizim dimağımız evvelce manzurumuz olan eşbahın az çok +devam etmek yahud ebediyyen kalmak üzere intikaş ettiği +bir fotoğrafi makinesidir. Dimağ daima serveti artan bir +hazinedir ki biz sermayemizi oradan çekeceğiz. O halde bu +hazineyi mümkün olduğu kadar zenginleştirmelidir. +Bir mevzu ne kadar suubetle kabil-i temsil ise o mevzuu +hissetmek yani kendine maletmek için o nisbette fazla +bir mücahede ister. Binaenaleyh öyle mevzular intihabına +çalışmalısınız ki ya vaktiyle kendi başınızdan geçmiş yahud +o mevzuu gözünüzün önüne getirmek sizin için pek kolay +olur pek kolay hissedersiniz; tevsi’ ve ikmali için müracaat +edeceğiniz kullanacağınız mevad kendiliğinden gelir. +Hususiyle bu kadar aşina bir mevzuu nazar-ı müşahede +önüne getirmek sizde ona karşı bir incizab hasıl eder ki o sizi +teşci’ eder. +Demek mevzu intihabı mes’elesi hayli mühimdir. Her +zemin size gelmez. Tevsi’ edeceğiniz madde kabiliyet-i edebiyyenizle +kuva-yı edebiyyenizle mütenasib olmalı. İnsan +başa çıkarabileceği işi bilmeli. Faraza bir zemin hoşumuza +gider; onu tevsi’ etmek tasvir etmek hevesine düşeriz. Fakat +çıkmıyor! Vakıa bu mahrumiyet mevzuu etraflıca düşünmeksizin +sen o mevzuun bizim seviye-i kabiliyyetimizden çok yüksek +olmasından neş’et eder. Onun için haddimizi bilmeli aczimizi +nazar-ı insafdan uzak tutmamalıyız. O halde hakīkati +başımızdan geçmiş yahud hiç olmazsa müşahede altına alabileceğimiz +zeminlerde aramalıyız. +Hakīkat hayat müşahede her eser-i edebinin şerait-i +esasiyyesindendir. Bu şeraiti ararsak her zaman bulabiliriz. +Hatta hiç yoktan bir mevzu icad edeceğimiz zaman bile işe +tabiilik vermek için hakīkat istinadgahımız olmalıdır. Yani +hayat-i hakīkıyyeden alınmış olup mevzuumuzu tevsia imdad +edebilecek vakayie ahvale müracaat etmeliyiz. Sonra +görmüş olduğumuz muhitlerden tedkīk ettiğimiz şahıslardan +arasında bir tetabuk husulüne çalışmalıyız. +Mesela bir halet-i ruhiyye bir şahsiyet arıyorsunuz değil +mi? Yakından tanıdığınız adamları alınız; oldukları gibi gösteriniz; +yahud birinden bir çizgi diğerinden bir çizgi alarak +bu cüzlerden bir kül teşkil ediniz. Garpta yetişen meşahir +hep bu suretle muvaffak olmuşlardır. +Hayat-ı hakīkıyye arasında bulunup alınmış bir halet-i +ruhiyye edib için öyle metin bir esastır ki mevzuunu o sayede +pek kolay başa çıkarabilir. Bir sahneyi tasvir etmek +yahud birtakım eşhası muhavere ettirmek hususunda suubete +düştüğünüz zaman o halet-i ruhiyye imdada yetişerek +güçlüğü bertaraf eder. Öyle ya! Madem ki meydanda şöyle +bir adam var madem ki siz de onu iyice biliyorsunuz; artık +tasvirine çalıştığınız mevki’de o adamın ne yapabileceğini +ne düşünebileceğini ne söyleyebileceğini tahmin için zorluk +çekmezsiniz. Bu pek mühim bir şarttır ki daima dikkat ister. +Sahravi bir manzara tasvir edeceksiniz öyle mi? Bir köşeye +çekilip ezber çalışacağınıza kıra çıkınız; kaleminizi hazırlayınız; +meşhudatınızı not suretiyle zabta başlayınız. Yok +hafızanıza güvenirseniz not almayarak yalnız muhitinizi nafiz +bir nazarla temaşaya dalınız. +Dessas hilekar bir adam göstermek istiyorsunuz değil +mi? Kıtlığı mı var? Gözünüzü etrafa gezdirerek beğendiğinizi +alınız! +Avam arasında muhavereler yürütmek arzu ediyorsunuz. +Halkın arasına karışınız; bir taraftan çenesi düşük adamları +bilhassa kocakarıları dinleyiniz; bir taraftan da söylenen sözleri +edasıyle telaffuzuyla beraber zabt ediniz. +Size etrafıyle ma’lum olan bir muhit intihabı mes’elesi de +kat’i sağlam neticeler verir. Mesela elinizde bir hikaye planı +var. Lakin vak’anın güzar ettiği muhit size mechul olduğu +man vak’ayı öyle muhayyel değil lakin sizce ma’lum olan +hakīkī bir muhite naklediniz; görürsünüz ki planınız derhal +muvaffakiyetle tatbik olunmaya başlar. +Madem ki edebiyatta her şeyden evvel iyi hissetmek +lazım; şayet en iyi hissedebileceğiniz mevzu kendi şahsınız +müellefat-ı edebiyye meydana getiren Rahip Prevost’nun +Manon Lescaut ’su en muhalled eseridir. Çünkü müellif o +eserde kendi sergüzeşt-i garamını yazmıştır. Meşhur Daudet’nin +sırr-ı san’atı muhitini gayet nafiz bir nazarla şedid +bir müşahede altında bulundurmasındadır. +Hakīkat hayat müşahede; işte san’at-ı edebiyyeye hakim +olan üç esas. Bütün mücahedat-ı fikriyye bunlar üzerine +Eğer bir eser sırf tatlı tatlı okunmak için yazılıyorsa hakīkat +cerihadar edildiği yahud tecarible müşahedat-ı hayatiyyeye +mugayir bir şey yazıldığı gibi maksad fevt edilmiş demektir. +Mesela eşhas-ı ma’rufe-i tarihiyyeden birinin hayatını +zemin ittihaz etmek istediniz; artık o adamı sağlığında +hiç bulunmadığı muhitlerde memleketlerde gezdirip durmamalısınız. +Sonra vak’anın güzar ettiği zamanın mekanın +ahvaliyle şerait-i hususiyyesini de hiç nazar-ı dikkatten dur +tutmamalısınız. +SAFAHAT ŞAİRİNE +“Hasta kafa hasta kalb” tevsim ettiğim bizim edebiyatın +alnına Abdülhak Hamid saadetli bir sernüvişt yazdı şiirin +feza-yı şuununa koca bir levh-i mahfuz astı. Onu bir tarafa +bırak; ondan sonra Türkçe’de lezzetle okuduğum birkaç +şairden biri sensin Akif! Öteki erbab-ı kalemi ancak kıraat +ederim. Halbuki Hamid’le seni işittiğim dinlediğim dakīkalar +olur. Sizlerin kaleminiz dimağ ve kalbinize kolunuzun +a’sab u adalatıyla değil bizzat merbut. Blaise Pascal insanı +ta’rif ederken; “Mütefekkir bir kamış” diyor. Ben de Hamid’in +senin ve mümasillerinin kalemine Pascal’ın nay-ı +mü +tefekkiri diyeceğim. +Eşber ’le Safahat ’ı okurum sanırım ki Hamid’le Akif’in +karihası dehan olmuş bir ruhdur da bir şeyler söylüyor. Sen +bir piyanonun siyah tahtası arasından çıkan beyaz dişler +gibi gecenin karanlıkları içinden zıyaları uzanan yıldırımlara +kaleminle dokunur istediğin sadayı istediğin zıyadan çıkarır +büyücek bir san’atkar-ı fıtrisin. +Sen dere kenarlarında tabiattan girye-i yetim içerek yetişen +sazlara temas eden ırmaklar gibi her mevce-i hafifin o +tabiat rebabı üzerinde bir mevce-i musikī-i latif hasıl ederek +mütemadiyen akmaya mahkum bir göz yaşısın. Öyle bir +girye ki menbaın kendi gehvaren mansıbın da kendi makberendir. +Hamid ise başka fıtrattır. Karanlıkları hem mütefekkir +hem mütekellim kılar. Şecerlere hacerlere te’ati-i hissiyat ettirir. +Sükun-ı medfende ihtizaz hufre-i zulmette i’tila kamerde +nişib ü firaz suud-ı zıyada hufre-i zıl gösterir. Mahlukatı +uçuyorsa yıldırım kanatlı yürüyorsa mihver-i arz ayaklıdır. +Hülasa öyle bir şair ki fesinin altında birkaç parça kıl ve kemik +yerine leyl-i ademler uçar ehram-ı sermediyetler kıyam +eder. Bazen o kadar u’cube olur ki şeytana cinne periye +bazen o kadar müteali görünüyor ki ilahelere benzer. +Binaenaleyh o dahi-i şiirdir sen şair-i sanatkarsın. Kehanetim +ve kehanete i’tikadım yok ki istikbali göreyim. Fakat +öyle görünür ki bir iki asır sonra seni edebiyatta şeklen +mevzuan hasıl ettiğin inkılab için okurlar. Hamid’i ise şeklinden +dolayı değil ma’nasından şiiriyetinden dolayı hem +okurlar hem ezberlerler. +Onun için sen ve emsal-i muhteremen iki üç asır sonra +ancak milletinizin tarih-i edebiyat kitaplarında yaşarsınız. +Hamid ise ta kendinde ila-yevmi’l-kıyam muammer olur. +Hamid’de Hamid yükselir sende sanat i’tila bulur. Hülasa +aranızdaki fark şudur: O ibda’ eder; sen yaparsın! +§ +Şimdi biraz da rekini olduğun halde tevazuan “Bir nazımı +bir müntesibiyim” dediğin edebiyatımızın ahval-i ahiresinden +bahsedeyim ondan sonra da saded-i müttahazeme +gireceğim. +Hugo benim için yıldırımlardan yapılmış bir dağdır ki +ne kadar taş atsalar bir zerresini yıkamazlar. Müfekkirem +ahirete komşu mu yaratılmış yoksa toprağım mezar-ı kudema +enkazından mı alınmış nedir Hugo’yla Hamid için ne +kadar “Öldü tefessüh etti” deseler ikisinden de geçemem. +Edebiyatta bu iki dehaya mülakī olmasaydım belki bugün +edebiyat bana birşeyler söylemezdi. +Hugo’nun iki hafta evvel “ Enlisement ” ünvanlı bir parçasını +okudum ki kum deryalarında mağrukan ölen bir +bed +baht-ı muhayyel tasvir ediyor. Fakat ne tasvir!.. İnsan +okudukça kendi ayaklarının altında; “Küre’nin bütün cazibe-i +merkeziyyesini her zerre-i hakine cem’ etmiş bir mezarın +açıldığını görüyorum” vehmine düşer. Vücudunun her +mesamından bir son nefes çıkıyor sanır. Mezar-ı cazibedarın +her zerresiyle kendi hun-ı dafia-nisarının her katresi arasında +bir cazibe ve dafia muharebesi başladığını duyar!.. Hülasa +bu kadar canlı bir ölüm tasvirini asar-ı edebiyye sahifelerinde +değil ecza-yı cism ü ruhum olan akribamın ölüm +yataklarının çarşafları kenarında bile okumadım. +Bir biçare düşün ki bir kum deryasına atılmış toprak +kendisine hem maktel hem makber! Muhiti hem kabız-ı ru +hu hem zair-i cesedi! Kum mevcatı içinde hem cesedi hem +ruhu medfun!.. +Böyle bir umman-ı rik şehidine acımaz mısın? Bittabi +acırsın. Ben de acıdım. Fakat ben fazla olarak hatve-i terakkīsini +kendisinin katili olan bu zavallı ile bizim edebiyat-ı +meyyite arasında kara tali’ müşabeheti su-i akıbet mukareneti +buldum da daha ziyade teessür hisleri duydum. Edebiyatımız +da tıpkı o umman-ı rik şehididir ki terakkī namına +bir hatve attıkça ecel-i kaza çehreli bir mezara gömülmüş. +Bak Hugo’nun o parçasını “ Edebiyat-ı Osmaniyye ” ünvanıyla +tercüme edeyim de şu ecel-i kaza levhasının bizim +edebiyat-ı munkarızayı ne dereceye kadar hatırlattığını gör. +EDEBİYAT-I OSMANİYYE +“Ayaklarında her adım attıkça bir ağırlık duyar. Birden +bire iki üç parmak çöker çöker. Anlar ki bir zemin-i metin +üzerinde değil; etrafını tedkīk etmek için durur. +Birden bire ayaklarına bakar ayakları gaib olmuş kumlar +örtmüş. Ayaklarını kumdan çeker geri döner. O zaman +daha derin gömülür; kum topuklarına kadar çıkar. Bundan +kurtulur sola doğru atılır: Kum yarı dizlerine kadar çıkar. +Sağa atılır; kum dizlerinin üstüne çıkar. +O zaman dehşetler içinde kalarak anlarlar ki bir rik-i +müteharrikin ummanına düşmüş altındaki öyle bir muhit-ı +mehib ki içine düşünce insan yürümekten balık yüzmekten +aciz kalır. O zaman omuzundaki yükü –kazazede bir +geminin denize hamule atması kabilinden– fırlatıp tahaffuf +etmek ister. Fakat artık zamanı geçmiş; kum dizlerinin üzerine +kadar çıkmıştır. +Bağırır şapkasını yahud mendilini sallar: Kum kendisini +o nisbette a’makına doğru çeker. Eğer sahil-i selamet +kimseler yoksa iş işten geçmiş demektir. O halde “enlisement”e +mahkum. +Evet “enlisement”e yani o medfuniyet-i mahufeye +mahkum demektir ki mediddir layuhtidir şifa-napezirdir +vam eden sizi ayak üstünde gezerken sağ ve salim iken +serbest iken gelir yakalar ayaklarınızdan gelip tutar çeker. +Bir halde ki teşebbüs ettiğiniz her sa’y ızhar eylediğiniz her +ve mukavemetinizi tazyikını teşdid etmekle cezalandırmak +melekesine ve tavrına maliktir. Dağları ağaçları yeşil kırları +sayfiyelerin bacalarından çıkan dumanları denizlerde +yüzen sandallardan yükselen yelkenleri uçan ve öten kuşların +nağmelerini güneşi gökyüzünü seyretmek için zaman +bırakarak insanı toprağa defneder. +“Enlisement” medd ü cezirden yapılmış bir mezardır ki +yerin dibinden bir yeni hayata doğru yükselir. Her dakīka +galebesi mümteni’ bir kefen örer ve giydirir. +Zavallı oturmaya yatmaya sürünmeye çalışır. Fakat +bütün harekatı kendisini tedfin eder. Doğrulur çöker boğulduğunu +hisseder; feryad eder ağlar bulutlara bağırır kolları +bükülür ümidi biter işte karnına kadar kumun içinde; kum +göğsüne kadar çıkar; artık kendi na’şının nim bir heykelidir!.. +Ellerini kaldırır mütehevvir eninler fırlatır tırnakları +kumun üzerinde takallus eder bu kül yığınına istinad etmek +larına varır boynuna kadar çıkar: Artık şimdi yalnız çehresi +görünür. +Ağzı bağırır kum onu da doldurur: Artık sükut!.. +Gözleri hala görür kum onu da doldurur: Artık gece!.. +Sonra alnı gaib olur biraz saç parçası kumların üzerinde +titrer. Bir el çıkar kumun sathını deler kımıldar gaib olur!.. +Bir insanın mağmum bir silinmesi!.. +mek emeliyle attığı her hatve kendi kanına girdi. Bir zaman +geldi geri dönmek istedi o da kabil olamadı. Nihayet kendi +merkez-i sikleti kendi mezar-ı muzlimi oldu irtihal etti gitti. +Tabiatın mehasinine dair bizde birşeyler yazılmışsa tıpkı +“Enlisement”la ölen o zavallının mezar-ı maktel-didarına +nüzul ederken kuşları bulutları yelkenleri ağaçları kırları +nazar-ı ihtizar ile seyretmesi gibidir ki edebiyatımız tabiatın +en zi-ruh mehasinini bu kadar meyyitane nazarlarla temaşa +etti. +Bu sana gelinceye kadar olup biten şeyler sen ne yaptın? +Şimdi de onu söyleyeceğim. +Midhat Cemal + +---- +MEKTEPLERDE TEDRIS OLUNACAK +---- + +ULUMUN TERTIBİ +Mekatibde tedris olunacak ulum ve fünunun tertib ve +tanzimi hususunda ne gibi esaslara istinad edilecektir? Acaba +tedris olunacak şakirdan mı yoksa tedris edilecek şeyleri +mi nazar-ı i’tibara almak icab eder? Çocuklarda melekat-ı +dimağıyye temrinler ve ta’limlerle tedricen inkişaf ve terakkī +edeceği cihetle bir dersin mebahisini şakirdanın melekat-ı +dimağıyyelerine göre tertib etmek pek tabiidir. +Fakat fenlerin ayrı ayrı tanzimi hususunda tedris olunacak +mevaddın nazar-ı i’tibara alınması daha muvafık olur. +Derslerin tertibinde fünun-ı muhtelife arasındaki silsile-i +mantıkīnin gözetilmesi zaruridir. Mesela cebir ve hendese +dersleri behemehal ilm-i hesabdan sonra gösterilebilir. +Mukaddemat-ı cebriyye tedris edilmeden evvel müsellesat +ta’limine kalkışılırsa beyhude yere talebenin dimağını yormaktan +başka hiçbir faide hasıl olamaz. +Şu halde başka bir fenne istinad eden bir dersin tedrisinden +evvel o fennin mebahis-i lazimesi gösterilmiş olmalıdır. +Tedrisatta tekamül ve ihtisas-ı tedrici usulünün ta’kīb +edilmesi pek çok faide te’min eder. Ancak bu sayede şakirdanın +kuvve-i dimağıyeleri yorulmaksızın esaslı inkişafata +mazhar olur. +Tedrisatta istinadgah olan lisan ve kavaid-i lisaniyye +kıraat ve imla mebadi-i hesab gibi ma’lumat-ı esasiyye +ta’lim edildikten sonra diğer fenlere geçmelidir. Fakat başlangıçta +çocuğu bu fenlerde mütehassıs yapmak gibi bir +gaye gözetmemek icab eder. +Şakirde ilk evvel o fennin yalnız ma’lumat-ı umumiyyesi +gösterilmelidir. Verilecek ma’lumatın esaslı olmasına da +Muallim şakirdana tedrisine yeni başlanılan bir fennin +gavamız ve dekayıkından asla bahsetmeyerek mantıkī bir +usule tevfikan en esaslı mebahis-i umumiyyesini göstermekle +Bu sayede şakirdanın rehgüzar-ı teallümününe hafif fakat +emniyet-bahş bir zıya neşredebilecek bir menba’ ihzar +edilmiş olur. +Bir fenni öğrenmek için evvel be-evvel o fennin +ma’lumat-ı esasiyyesini elde etmek iktiza eder. Bu husus da +ancak tekamül-i tedrici usulünün muvaffakıyetle tatbiki sayesinde +mümkün olabilir. Tekamül-i tedrici usulü tatbik edildiği +takdirde tedrisatta ilerledikçe şakirdanın büyük büyük +müşkilata ma’ruz kalmalarına meydan bırakılmamış olur. +Çünkü evvelce umumi esasları öğrenilen bir fennin mebahis-i +gavamıza ve dakīkası bilahare tedricen daha +kolay ve daha seri’ bir surette tahsil olunabilir. +Tekamül-i tedrici usulü tadrisata fazla zaman tahsisini +kazanılmak suretiyle bu mahzurun önünü almak kabildir. +Fil-hakīka şakirdana ilk sene yeni başlanılan bir fennin +mebahis-i esasiyyesi gösterildikten sonra müteakıb senelerde +evvelki umumi kadro tedricen sıkıştırılmak ve her sene +daha ziyade ta’mik edilmek üzere fennin gavamız ve mebahis-i +hususiyyesine doğru ilerlenirse emin bir surette nihayet +şakirdanı o fende mütehassıs yapabilecek bir dereceye +çıkılmış olur. +Tekamül-i tedrici usulüne her fennin birkaç sene tekrarı +gibi zahiri bir mahzur gösterilmek kabildir. Fakat iyice düşünülecek +olursa zahiren bir mahzur görünen bu halin bilakis +pek büyük fevaid te’min edeceği tahakkuk eder. +Terakkī-i tedrici usulü ma’lumat-ı esasiyye merkezde ol +mak üzere şakirdanın bir fendeki vukūfunu seneden seneye +müttehidü’l-merkez daireler şeklinde tevsi’ etmekten ibarettir. +Yani talebeye bir fenne dair en evvel umumi esaslı +ma’lumat verilir. Ma’lumat-ı mezkure ertesi sene daha müdellel +olmak üzere tevsi’ edilir ve fennin gavamız ve dekayıkına +nüfuz ettirecek mebahis tedris olunur. +Bu usul sayesinde fennin en umumi ve en esaslı kısımları +her sene tekerrür edeceği cihetle şakirdanın dimağlarında +tamamıyla rüsuh-pezir olur. Talebe her sene daha müdellel +esaslara istinaden daha vasi’ bir saha-i terakkīye doğru +Bir mektebe giren şakirdanın hepsi mektebi ikmale muvaffak +olamaz. Birçok mevani’ hayluletiyle ekserisinin tahsilini +yarı yolda bırakarak mektebi terke mecbur kaldığı görülmektedir. +Tahsilini yarı yolda bırakarak saha-i maişete atılan böyle +bir genç mücadele-i hayatta muzafferiyyetini te’min edecek +ma’lumat-ı lazimeden mahrum kalacağından daima mağlubiyetten +nekbete nekbetten sefalete yuvarlanır. Mektep +sıralarında sarfettiği mesainin hiçbir semeresini iktitaf edemez. +Halbuki mektep tedrisatı terakkī ve tekamül-i tedrici +esaslarına ibtina edilmiş olursa yarı yolda tahsili terke mecbur +kalan bir şakird hiç olmazsa tedrisi meşrut ve elzem +olan fenler hakkında umumi ve esaslı bir ma’lumat almış +olarak saha-i maişete atılmış olur. +Tabii bu şakird mektebi ikmal eden bir genç kadar o +fenlerde vukūf ve ma’lumat sahibi olamaz. Fakat fünun-ı +mezkurenin büsbütün cahili olarak mektebi terketmekten +veda’ etmek şüphe yok ki daha az zararlı bir haldir. +saha-i hayatta az çok istifade etmeye bile muvaffak olur. +Cem’iyet-i beşeriyye arasına körkütük cahil bir kötürüm atmaktan +yırlıdır. +Cem’iyetin reviş-i mesaisine bar olacak bir kötürüm +onun ahenk-i terakkīsini ihlal eder. Fakat bir topal ehemmiyetsiz +muavenetlerle çabalayarak tarik-ı tekamülde cem’iyeti +ta’kib edebilir. +Lise teşkilatı ihtisas-ı tedrici usulünün muvaffakiyetle +tatbikine pek müsait bulunduğu cihetle programlarının bu +esasa istinad ettirilmesinin pek ziyade fevaid te’min edeceği +şüphesizdir. +usul sayesinde hayret-bahş netayic istihsal edilmektedir. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Afganlılardan birkaçı: +– Mir Baba size ihanet ediyor. Adamlarına emir vermiş. +Yarın sizi katlettirecekmiş haberini getirdiler. +Bunu işitince adamlarımdan otuzunu yanıma alıp dağa +doğru çıktık. +Yolda adamlarıma: +– Daima hazır bulunun. Ben silahımı Mir Baba’ya tevcih +eder etmez siz de nişan alın! emrini verdim. +Takımın dibine yaklaştığımız sırada beş yüz süvari gelip +bize iltihak etti. Mir Baba’nın piyadeleri harbe gidiyor gibi +müsellah idiler. +Etrafta kekliğe benzer bir şey göremediğimiz için dönecektik. +Mir Baba sol tarafımda gidiyordu. +– Bedahşan’dan hareket ettiğim esnada beni tutup İngilizlere +teslim eylemek istediğinizi işitmiştim. Eğer böyle bir +hizmette bulunmak istiyorsanız buradan daha iyi bir mevki +bulamazsınız diyerek tüfengimi göğsüne dayadım. Arkadaşlarımdan +yirmisi de silahlarını Mir Baba’nın yoldaşlarına +çevirdiler. +Zavallı adamlar: +– Bizi öldürmeyin Mir Baba’yı istemediğimiz halde +siz zorla onu emir ta’yin eylediniz diye feryad ettiler. Daha +ziyade üzerlerine varmadık; dönüp şehre geldik. Üç gün +sonra Rustak sergerdelerinden birini gönderip Mir Baba’yı +gece oturmasına da’vet ettim. Üç yüz müsellah neferle +bizim karakollar: +– Bu kadar adamla gelmiş makbul bir hareket değil! +Otuz kişi sizinle beraber girsin maiyyetinizin mütebakīsi +geri dönsün! diyerek duhulüne mani’ olmuş. Mir Baba şu +mümanaata kızıp Afganlılara söğdükten sonra kapıyı zabtetmek +ruzene emir vermiş. +Mir Baba takımının birinci kapıyı zabtetmeleri üzerine bizimkiler +dahile çekilip ikinci kapıyı kilitlemişler. +Adamlarımdan biri koşarak geldi ve +– Ne duruyorsunuz? Mahvoluyoruz! dedi. +Ben kemerimi çözmüş olduğum halde bol elbise ile oturuyordum. +Yalnız cebimde bir revolver bulunuyordu. Derhal +sıçradım yanımdakiler ile kapının yanına gittim. Baktım ki +hariçte beş bini mütecaviz müsellah adam var. Arkadaşlarıma: +– Bu kadar halk ile muharebe mümkün değildir. Maamafih +ben dışarıya çıkacağım. Eğer tanımazdan evvel Mir +Baba’nın boynundan yakalayabilirsem kurtulduk demektir. +Buna muvaffak olamaz da katledilirse[m] sizi Allah’a ısmarlarım +dedim ve kale kapısını açtırıp çok şükür tanınmadan +boynunu yakaladım yenimde gizlediğim revolveri şakağına +dayadım ve +– İşte söğdüğün Afganlılardan biri de benim. Çabuk kılıcını +elinden bırak! Yoksa revolveri boşaltacağım! dedim. Mir +Baba +– Siz revolveri çekiniz ben kılıcı bırakırım! diye feryad +etmeye ve yalvarmaya başladı. +Lakin ben boynunu kuvvetlice büktüğümden kılıcını +elinden atmaya mecbur oldu. +– Adamlarına emir ver kapıdan dışarıya çıksınlar! dedim. +Tavsiyemi ifa etti. Adamlarıma da Afgan lisanıyla; +– Kapıyı elde edin! emrini verdim. Ondan sonra Mir Baba’ya +– Ben sizi dostane evime da’vet etmiştim. Niçin böyle +düşmancasına hareket eylediniz? diyerek Bedahşan ahalisine +döndüm ve; +– Bana mı muavenet etmek istersiniz yoksa elimde kımıldanamayacak +bir hale gelen bu namerde mi? diye sordum. +Ahali beylerinin kabza-i iktidarımda bulunduğunu görünce; +– Size muzahiriz! dediler. Bunun üzerine verdiğim emir +mucebince dağılıp evlerine gittiler. +Mir Baba’yı on nefer süvari ile hanesine götürdüm ve; +– Bana yiyecek hazırlayın! dedim. Yemeği yedikten sonra +kalkıp ikametgahıma geldim. Ertesi günü de afiyetle bir +uyku çekip selametimden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükrettim. +Burada verilmesi lazım gelen ma’lumattandır ki: +Mir Baba ile Mir Muhammed Ömer öteden beri yekdiğeri +aleyhinde bulunurdu. Bunların arasını bulmak için epeyce +uğraştım. Nihayet muvaffak da oldum. Mir Muhammed +Ömer dört bin nefer ile Feyzabad’a gelip şehir haricinde ve +“Cevzen” denilen mevki’e kondu. +Her ikisi de; “Tecdid-i muvalatımızdan dolayı birbirimize +bazı hedaya vermek emelindeyiz. Meclisimizde bulunmanızı +da’vet etti. +Gittim ve aralarına oturdum. Önümüzde tatlı sofrasıyla +büyük bir kelle şekeri duruyordu. Beyler yekdiğerine hil’at +giydirdikten sonra Mir Baba; +– Madem ki iki birader barışıp el ele verdik şu büyük kelleyi +kıralım da aramızda taksim edelim dedi. Maksadı bana +ta’riz olduğu için; +– Bu iş çok müşkildir dedim ve kelle şekerinin kaldırılmasını +emrettim. +Birkaç saat sonra oradan çıktım lakin muhalefete kalkışırlarsa +diye düşünüyordum. +MAKKABİLER +Yehuda askerini birçok teşebbüsat-ı şecianede tecrübe +ettikten sonra ve bir çok şehirleri baskın ile zabtedip tahkim +eyledikten sonra düşmanı ile meydan muharebesinde dahi +tekabül etmeye karar verdi. Samariye valisi Apollonius evvela +Yehuda üstüne yürüdü ise de külliyyen münhezim oldu +ve maktul düştü. Yehuda düşman-i maktulünün kılıcını alıp +sonraki muharebatta hep bunu isti’mal etmiştir. Müteakıben +mürted Yahudilerle kuvvetini takviye etmiş olan Seron nam +kumandan Makedonyalı maiyyeti ile Apollonius’un intikamını +almaya geldi. Yehuda’nın askeri adetçe az erzaksız +kuvve-i ma’neviyyeleri az idi. Lakin Yehuda onları kendi +şecaati ile canlandırarak düşmanı kuvvetli Beth-horon geçidinde +mağlup etti. +Şimdi hükümdar Antiochus memalik-i şarkıyyeye İran +üzerine gitmiş olduğundan Arz-ı Filistin’deki umur-ı askeriyyeyi +Lysias’a bırakmış fillerle mücehhez bir ordu ile Yahudiye +diyarına hücum edip Kudüs’ü tahrib edip ahalisini esir +ve millet ve din-i Museviyye’yi büsbütün ilga etmek emrini +vermişti. Hemen yeni muhacimler Arz-ı Filistin’de göründüler. +Kırk bin piyade ve bin süvari kuvvetinde olup +“Şimdi Yehuda ile kardeşleri gördüler ki felaketler tezayüd +etti ve düşmanlar hudud-ı dahile girip ordu kurdular. +Yahudiler kralın kendi milletlerini büsbütün mahveylemek +üzere emir vermiş olduğunu biliyorlardı. Birbirine dediler ki: +“Haydi milletimizin hal-i harabisini i’mar edelim ve milletimiz +dinimiz için harp edelim!” Sonra harbe hazırlanmak +dua ve istirham etmek için bir yere cem’ oldular. O gün oruç +tuttular. Eski elbiseler giyip başlarına kül saçtılar. Elbiselerini +parça parça ettiler. Yehuda onlara dedi ki: “Silahlanınız ve +cesur insanlar olunuz! Sabaha gavga için hazırlanınız bu +milletlere karşı ki bizi ve Beyt-i Makdisimiz’i tahrib etmek +üzere toplanmışlardır. Çünkü milletimizin felaketini ve dinimizin +harabiyetini görmekten ise muharebede ölmek daha +rini bulsun!” +Şimdi düşman ilerliyordu. Aralarında üserayı satın almak +re zencirler vardı. Düşman cenerali küçük Yahudi fırkasını +habersiz basmak için bir fırsatın mevcudiyetini tefekkür ettiğinden +onların üzerine leylen gizli yollardan bir fırka asker +gönderdi. Lakin Yehuda’nın casusları her tarafta idiler. +Yehuda muaskerinde muhacimleri gafletle ilerlemeye ikna’ +ayrılan fırka sebebi ile zaif düşmüş olan asıl düşman ordusu +üzerine hücum etti. Gördüğü mukavemet-i şedideye rağmen +müstahkem düşman mevki’ini zabt ve orduyu mağlup +eyledi. +Yehuda şeci’ olduğu derecede tedbirli idi. Askeri de müteşebbis +oldukları kadar intizamlı idiler. Yehuda onları mağlup +düşman ordugahını yağmalamaktan men’ etti. Şu vakte +kadar ki ileri gitmiş olan Gorgias düşman ordusunun en +güzide kısmıyla –dağlar arasında asi Yahudileri aramaktan +yorulmuş olarak– avdet etti. Orada ordugahlarının yanmak +ta olduklarını hayretle gördüler. Vaki’ olan muharebe kısa +lakin kat’i idi. Suriyeliler zayiat-ı azime ile münhezim oldular. +Orduların muhteviyat-ı kıymetdarı İbranilerin eline geçti. +Bu İbraniler bir mukabele-i bil-misl-i adilane olmak üzere +kendilerini alıp satmaya gelen esir tacirlerini esir sıfatıyla +sattılar. +Yehuda ile ordu-yı muzafferi bir sürur-ı azim içinde Yahudiye +diyarına avdet etti. Yolda eski devirlerde ve Meryem +zamanında olduğu gibi muzafferiyet-i vakı’alarından dolayı +Cenab-ı Hakk’a şükraneler teganni ediyorlardı. +Ertesi sene asıl kumandan Lysias Arapça kitaplarda +Lişiyaves diye muharrerdir. Suriye’nin merkezi olan Antakya’dan +kişilik bir ordu ile yürüdü. Yehuda +kişi ile onun pişdar fırkasını münhezim etti. Bunun üzerine +Suriye valisi kat’i bir muharebeye girişmekten korkarak fazla +asker toplamak için mevki’ine ric’at eylemiş idi. Bundan +sonra harbe bir müddet fasıla verildi ve Yehuda milletdaşlarına +Beytü’l-Makdis’i tathir etmeyi teklif etti. Beni İsrail +adat-ı kadimelerinin bir teceddüdüne ibadet-i asliyyenin +böylece tasfiyesine ve milel-i ecnebiyye boyunduruğundan +gün bayram ettiler. Bu kadim Makkabi bayramını şimdiye +kadar Yahudiler “hanunkah” yani ışıklar bayramı diye icra +ederler. +Şimdi etraftaki milletler mescidin inşa ve Beytü’l-Makdis’in +tathir olunduğunu duyunca çok canları sıkıldı. Binaenaleyh +aralarındaki Ebna-yı Ya’kūb’u mahvetmeyi düşünüp +katliama başladılar. O zaman Yehuda Arabah’daki +Edomya’da Evsaoğulları ile cenk etti. Çünkü onlar Beni +cesaretlerini kırdı mallarını aldı. Ve ahaliye karşı bir tuzak +ve hakaret demek olan Ebanoğulları’nın –ki daima Beni +lerini kapadı önünde ordu kurup hepsini mahvetti ve bütün +kumandanları Timotheus olan çok ahali ve kuvvet buldu. +Binaenaleyh onlarla en nihayet önünde mağlup edinceye +kadar çok muharebeler etti ve hepsini mahveyledi. Nihayet +diye memleketine döndü. Sonra Yehuda biraderi Shamoon’a +dedi ki: “Adamlarını intihab et ve Celil diyarına gidip +oradaki kardeşlerini tahlis et! Çünkü benim ile Yonathan +Gilad tarafına gideceğiz! Böylece Yusuf ile Ahar’ı Yahudiye +aha +lisine kumandan ve yanına muhafızlar bıraktı. +Shamoon maiyeti ile Celil tarafına gitti. Kardeşleriyle birçok +muharebe edip onları bozdu. Pitolome şehrinin kapılarına +kadar koğaladı. Ve orada putperestlerden takriben +kişi maktul düşüp malları iğtinam edildi. Diğer cihetten +Yehuda nagehan badiye tarikıyla Basura şehri üzerine +dönüp şehri zabtedince kılıç ağzı ile bütün nüfus-ı zükuru +hareket edip kaleye geldi. Sabah oldukda gördüler ki orada +silahlı ve ellerinde kaleyi almak için merdivenler ve sair makineler +bulunan birçok adamlar var. Yehuda muharebenin +başladığını görünce maiyetine şöyle dedi: “Bugün kardeşleriniz +arkasına ilerledi. Dualarla nida etti. O zaman Timotheus’un +askeri onun Yehuda Makkabi olduğunu anlayıp firar ettiler. +Yehuda da onları kesretle katl ve i’dam etti. Bugün onlardan +kişi öldürmüş idi. +“Müteakıben Yehuda Masfa üzerine teveccühle hücum +zabt ve içindeki bütün nüfus-ı zükuru i’dam şehri de +ni zabteyledi. Efzun beldesine de hücum ve nihayet teshir +eyledi. Burada da bütün nüfus-ı zükuru kılıçtan geçirip +şehri harap emval ve eşyayı iğtinam etti. Ve Yehuda pürşevk +u meserret Sion yani Sahyun Cebeli’ne gidip Rabb-i +Teala’ya şükraneler takdim etti. Sonra Yehuda kardeşleriyle +gitti. Esavoğulları yani kabilesi ile harbedip Hebron’u +mahv şehirleri mahvetti. Kalesini yıktı kulelerini yaktı. Filistin +diyarındaki Azotos Kabilesi üzerine yürüdü ma’bedlerini +yıktı oyma putlarını ihrak etti. Kasabaları da yaktıktan +sonra Yahudiye’ye döndü.. +ATPAZARI OSMAN FAZLI-İ İLAHI +Meşayih-ı Celvetiyye’den zül-cenaheyn muhakkık bir zat +olup Tefsir-i Ruhu’l-Beyan sahibi Şeyh İsmail Hakkı merhumun +mürşid-i mükerremidir. Bir müddet maskat-ı re’si olan +Şumnu’da ba’dehu Aydos ve Filibe’de ve daha sonra İstanbul’da +hasud ve kadr-naşinasların sekametiyle Kıbrıs adası +kasabatından Magosa’ya nefyedilerek “Ruh-ı pakiyçün azizin +okuyalım Fatiha” mısraının delaleti olan tarihinde +en ruhlu kısımları Hakkı merhumun Kitabü’l-Hıtab ’ının Şüyuh-ı +Selase bahsiyle Silsilename-i Celveti ve Tammü’l-Feyz +ve Risale-i Haliliyye isimlerindeki eserlerinde mündericdir. +Misbahu’l-Kalb : Şeyh-i Kebir Sadreddin-i Konevi’nin +dekayık-ı ilm-i tasavvuftan Miftahu’l-Gayb ismindeki eser-i +kudsilerinin şerhidir. +Mir’atu Esrari’l-İrfan ala İ’cazi’l-Beyan : Hazret-i Sadreddin’in +lisan-ı tahkīk ve tasavvuf üzere yazdığı Fatiha-i +Şerife tefsirine haşiyedir. +Tecelliyat-ı Berkıyye : Hazret-i Şeyh-i Ekber’in; +matla’lı kasidelerinin şerhidir. +Haşiye-i Şerh-i Fususi’l-Hikem +Usul-i fıkıhtan Tenkīh haşiyesi. +Usul-i fıkıhtan Telvih haşiyesi. +Usul-i fıkıhdan Risale-i İmam Celdeki haşiyesi. +Fenn-i adab ve münazaradan Hanefiyye şerhi. +Hidayetü’l-Mütebahhirin hikmet ve kimya-yı atikten +bahis olup bir nüshası İzmir’de Hatuniye Kütüphanesi’nde +manzurum olmuştur. +Muhtasar Maani haşiyesi. +den: +Şühud eylerdi envarı ülü’l-ebsar olanlar hep +Veli ağyarı men’ eyler edip gayret Celal [ya] hu +“Atpazari” şöhreti İstanbul’da Fatih civarındaki Atpazarı +semtinde ikametlerinden naşidir. +Piran-ı Tarikat-i Celvetiyye’den Aziz Mahmud Hüdai ile +Üftade-i Burusevi hazeratına nisbetleri ber-vech-i atidir: +Seyyid Affan Fazli-i İlahi ani’ş-Şeyh Zakir-zade Abdullah +Efendi ani’ş-Şeyh Zerdar-zade Ahmed Efendi ani’ş-Şeyh +Hazret-i Hüdai ve ani’ş-Şeyh Mehmed Üftade kaddesallahu +esrarahüm. +MEKATİB-İ HUSUSİYYE-İ İSLAMİYYE CEM’İYETİ +Sebilürreşad ’ın Bulgaristan muhabiri bize pek ibret-amiz +ma’lumat ve havadis gönderiyor. Geçen mektuplarından +birinde Bulgaristan’daki Bulgar Muallimin Cem’iyeti’nden +bahsetmiş idi. Şu cem’iyetin Bulgar milletine ne kadar hizmet +etmiş olduğunu düşünüyorum da vatanımızda dahi +böyle bir teşebbüsün ne azim istifadeler meydana getireceğini +anlayarak bundan mahrumiyetimize ağlıyorum. +Ne olur?!.. Bizde de mekatib-i hususiyye-i İslamiyye ittifak +kil etse ve kararlaştırılacak muntazam ve müfid bir program +tahtında ta’lim ve terbiye-i etfale gayret olunsa eminim ki +şu teşebbüsümüz hiç de boşa gitmez… Pek büyük faideler +elde ederiz… Millet-i İslamiyyenin istikbali şu teşebbüs ve +bu teşebbüsle tanzim edilecek program sayesinde kendini +gösterir. +Hem iddia edebilirim ki bu teşebbüs kolay bir surette +hayyiz-i husule gelir. Mesela bu sene Dersaadet’te bulunan +mekatib-i hususiyye-i İslamiyye ittifak ederek şu cem’iyetin +esas-ı temelini bir kere atsalar… Sonra nizamnameleri +programları ile hepsi de aynı gayeyi ta’kīb etseler… Eminim +birkaç sene sonra İstanbul muhitinde şayan-ı hayret tebeddül +husule gelecektir. Şimdi cılız ve miskin olan Millet-i İslamiyye +birkaç sene sonra birer ateşpare aynı emeli aynı +gayeyi ta’kīb eder birer arslan yavrusu kesileceklerdir. +Bu teşebbüs yalnız İstanbul’a şamil olmakla kalacak değil +netice-i müstahsenesini gören Anadolu ve Rumeli’deki +bütün mektepler de tabiatıyla bu ittifaka dahil olacaklar ve +onlar da aynı gaye aynı emel-i vatanperveriyi ta’kīb edeceklerdir. +Şu gayretin Din-i Mübin-i Muhammedimiz’e vatan-ı +muazzezimize hıdemat-ı nafia ibraz edemeyeceğini kim +olan Millet-i İslamiyye bu suretle uyanabilir başka türlü değil… +Mektepler sayesinde vatan-ı Osmani’de görülen şu tahavvül-i +azim artık her biri bir yerde bar-ı elim-i esaret altında +dur tutulmayacaktır. +kīnen derk edilecektir. +Kim bilir?.. Neler neler ümid olunmaz bu mektepler sayesinde?!.. +Aynı gaye aynı emel-i terakkīyi besleyen bir +program tahtında ali fikirler ile techiz edilecek olan nesl-i +ati Millet-i İslamiyye’nin selameti hangi noktadadır bilemeyecek +mi?.. O ateşpare-i celadet bunu bildiği vakit o da bizim +gibi miskin miskin mi duracak?.. Asla!.. O selamete +erişmek için var kuvvetiyle çalışmayacak mı?.. İhtimal ki bir +gün –biz göremeyiz ahfadımız görecek– bu mazlum Millet-i +eder. Artık o muzlim dakīkalara nihayet verir… Esaret-i ecnebiyye +tahtında inleyen Millet-i İslamiyye de o şems-i hürriyyetin +nurları altında zindegi iktisab eder yaşar ebediyyen +hür olarak yaşar… +Ümid ve hayal… Pek parlak değil mi?.. Mes’ele-i azimeye +birkaç sözle oluvermiş bitmiş nazarıyla bakıyorum değil +mi? +Sevgili kari’lerim! Evet biliyorum; hepiniz de bu fikirdesiniz. +Bu sözlerime “hülya” namı veriyorsunuz. Fakat düşünmüyorsunuz +ki hep bu olamamazlık fikri hep bu korkaklık +hep bu hülya deyip de dudak büküvermekliktir ki +bizi şimdiye kadar hayat-ı teşebbüsiyyeye atılmaktan men’ +etti ecnebi boyunduruğu altında inletti. +Neden olmasın?!.. Cenab-ı Hak isteyen kuluna verir. +Biz ise Millet-i İslamiyye’nin terakkī ve tealisini istiyoruz ki +bu nezd-i ilahide daha büyük daha ve daha makbuldür. +Bizim bir fena adetimiz daha var: Maziden ibret almıyoruz +da istikbalden nokta-i selameti ararken gelecek bir tehlikeden +korkuyoruz. Tarihleri okuyoruz. Darma dağın bulunan +hükumat-ı İslamiyyeden hangi biri bir danesinden maada +bu sahne-i hayhuyda harita-i alemde sahife-i tarihde idame-i +mevcudiyyet edebildi? O bir tane ki biziz bizim dahi +nokta-i selameti aramadığımız takdirde onların yanına +uçuruma yuvarlanmayacağımız ne ma’lum?.. Hem de o suretle +yuvarlanacağız ki artık İslam hükumeti namı bütün +sahife-i tarihten silinecek… Garb tarafında huzur ve rahatla +bu sükūt-ı müdhişimiz seyredilirken Şark bütün kan ağlayacak… +Fakat eyvah ki o ciğer-suz eninini enin-i matemini +medenilere! dinletemeyecekler. +Ne elim ne acıklı hal değil mi kardeşler?.. +Niçin bu hallere sebebiyet verelim? Madem ki daha kurtulabilmek +ümidi var neden teşebbüsün büyüklüğünden +korkalım? İşte bir Avrupalı mes’elenin büyüklüğünü tehlikesini +nazar-ı ehemmiyyete almıyor da ta Kutb-ı Cenubilere +kadar keşfe gidiyor… Maksadı nedir? Alem-i insaniyyete +beşeriyete hizmet bir parça da kendine şeref! Biz ise yalnız +kendi mevcudiyetimiz idamesini istiyoruz da niçin esbabına +tevessül etmiyoruz bilmem! +Haydi biraz cesaret gösterelim içimizden birkaç kişi çıkalım +da şu teşebbüsü mevki’-i fi’le koyalım… Muvaffakiyetsizlikten +korkmayalım. Fransızlar “İstemek muvaffak olmaktır” +diyorlar. Hakīkaten de öyledir. İstersek meram edersek +muvaffak oluruz. Canım dünkü vilayetimiz olan Bulgaristan’ı +gözden kaçırmayalım. İşte Sebilürreşad muhbiri yirmi +sene içinde o muallimin cem’iyeti sayesinde ne azim terakkī +hatveleri attığını yazıyor. İşte o cem’iyettir ki bugün Bulgar +milletinin seviye-i irfanına göre programlar tanzim ediyor +telkīn-i ilm ü irfan eyliyor. Ve işte bu sayededir ki dün bizim +medeni oluyor. +Zaten bu bizim körlenmiş paslanmış fikirlerimizi terbiye +edecek bize tehlikeyi ihsas edecek nokta-i selameti bildirecek +mektepten ilm ve irfandan başka bir şey midir?!.. Elbette +hayır!..Bizd +O halde biz mektep sayesindedir ki muhtaç olduğumuz +saadet ve rahata nail olacağız o mekatib-i hususiyye-i müttefikanın +bir olan gaye ve emelleri sayesindedir ki biz bu +esaretten bu meskenetten kurtulacağız. +Teşebbüslerin olmayacağına kani’ olmayalım. Emsal-i +adidesi gözümüzün önünde duruyor. Varsın birden bire +husule gelmesin!.. Bir kere teşebbüs edelim bir tarafımız +eksilecek değil ya!.. +Haydi bakalım ey nesl-i atiyi dest-i terbiyetine alan muallimin; +bu vazife sizindir! Bir teşebbüs ile vazifenizi ifa ediniz +de senelerden beri esaret altında inim inim inleyen bu +millet bu mağdur millet artık kurtulsun! +BİZDE AHLAK +Bizim kadar an’anat-ı milliyyesini unutmuş bir millet daha +bulmak hemen adimü’l-imkandır. Altıyüz sene evvel hükumetin +bidayet-i teşekkülündeki efrad-ı milletin tabayi’ ve +ahlakı tedkīk olunursa görülür ki bu kavim fevkalade cesur +olmakla beraber metanet-i ahlakıyyeye sahip ve an’anat-ı +milliyyesini muhafızdı. Birçok muharebeler memalik zabtetmek +sine tecavüz edildiği için vukū’ bulmuştu. İşte bu tabayi’de +bulunan bir milletin hemen iki asırda şehrah-ı terakkīde nasıl +hatve-endaz olduğunu ve birçok akvamı inkıyada mecbur +ettiğini tarih pek güzel gösteriyor. O zaman Din-i Mübin-i +Belki bu fütuhat-ı azimenin başlıca amili de Din-i Mübin-i +rin ve ganaim-i harbiyyenin verdiği servet ü samanı sarf u +Osmanlı memleketi tevsi’-i daire ettikçe sefahet de olanca +kuvvetiyle tevessü��� ediyor efrad-ı milletin yavaş yavaş ahlakı +bozulmaya başlıyordu. Bu sefahet efrad-ı millette olduğu +gibi ekabire de sirayet etmiş ve hatta dünyayı zabtetmeyi +almıştı. İşte sefahetin sukūt-ı ahlakın baş gösterdiği bu zamanlarda +fütuhat ve terakkī devri yavaş yavaş kapanmaya +ve buna mukabil inhıtat devri açılmaya başlamıştı. Zaten +“hikmet-i tarih” de gösteriyor ki herhangi bir hükumetin +müteakıbdır. Mısırlıların Asurilerin İranlıların Romalıların +Yunanilerin mahv u inkırazı Sardanapal Baltazar Neron +gibi tarihte nam bırakan sefih hükümdarların zaman-ı +saltanatlarını ta’kīb etmemiş midir? İşte bizde de sükūt-ı ahlakın +ve dindeki mübalatsızlığın neticesi olarak efrad arasına +nifak girmiş ve inhıtat devri de küşad olunmuştu. Bazı padişahlarımız +ahaliyi ıslah etmek için cidden çalışmışlar fakat +muvaffak olamamışlardı. Evvelden mücessem-i şecaat ve +ahlak olan yeniçeriler bilahare yaptıkları ahlaksızlıklarla eski +hizmetlerini külliyyen unutturmuşlar ve devleti uçurumdan +uçuruma felaketten felakete sürüklemişlerdi. Nihayet Sultan +Mahmud bunları ortadan kaldırarak bir dereceye kadar +bu ahlaksızlıkların önünü almış ve memlekette bir inkılab +yapmak istemişti. Bu devirlerde bir dereceye kadar tevakkuf +eden inhıtat bilahare yine olanca kuvvetiyle başlamış ve Abdülaziz’in +sefaheti yüzünden milyonlarca borca giren millet +Abdülhamid-i Sani idaresinde de büsbütün borca batmış +mişti. Bu son devirlerdedir ki an’anat-ı milliyye unutulmuş +ahlak bir lafz-ı bi-ma’na hükmüne geçmişti. +sukūt etmiştir. “Bir milletin ahlakı rağbet ettiği kitapla mukayese +olunur.” kaidesine bil-ittiba’ tedkīk olunursa nazarlara +pek feci’ ve ye’s-aver manzaralar münkeşif olur. Senelerce +tetebbuun mahsulü olan bir fenni kitap beşyüz tane bile satılmadığı +halde bir iki ahlaksızın kaleminden çıkan ve hele +bu son zamanlarda pek moda olan musavvir-i fuhşiyyat kitaplar +binlerce satılıyor. Ahalinin bu inhimakinden istifade +etmek isteyen bazı alçaklar da bu yolda yazılmış kitapları +neşirden bir an bile hali kalmıyorlar. Düşünmüyorlar ki +bunları okuyacak erkeklerle beraber kadınlardır; böyle kitapları +okuyan kadınların da ahlakı bozulur. Bu gibi kitapların +nısfı kadınların elinde bulunduğunu söylersek mübalağa +etmemiş oluruz zannederim. +Tabii bu satırların efrad-ı milletin hepsine şümulü olamaz. +Bugün ahaliden öylelerini bilirim ki böyle kitapları +okumak değil hatta bunları okuyacak kadar duçar-ı zillet +olmuş eşhasın mevcudiyetini kabul edemez. +Menafi’-i zatiyyesi için namus ve haysiyet-i milliyyeyi bir +takım hayvaniyyü’t-tabia gazetelerle ayaklar altına alanlar +da nadirattan değildir. Maatteessüf milletin kendi şeref ve +haysiyetiyle oynayan bu gibi gazetelere rağbet etmemesi +Çünkü biliyorlar ki ahalinin zevk alacağı kitap ve gazeteler +bu yolda yazılmış olanlardır. Şimdiye kadar intişar eden +bunca kütüb ve resail-i fenniyye içinde kaç danesi sebat +edebilmiştir? Bunlar ağlanacak hep birer hakīkattir. Ahlaksızlık +bu kadarla da kalmıyor. Ramazan-ı Şerif’te taat ü ibadatla +meşgūl bulunulması evamir-i diniyyeden olduğu halde +aksi emr olunuyormuş gibi adi zamanlarda icra edilmeyen +ne kadar rezalet ne kadar ahlaksızlık varsa hep bu mübarek +ayda icra olunuyor. Muhadderat-ı İslamiyyeye tecavüz +enva’-ı lu’biyyata rağbet hep bu ayda revac buluyor. Ramazan-ı +Şerif’te namuslu bir kadının cami’e gitmesi fevkalade +müşkil bir hale geliyor. Bin türlü hakarete duçar olmadan +sokağa çıkmak heman muhal hükmüne giriyor. Bütün +bunlar sükūt-ı ahlakın birer timsal-i mücessemi değil midir? +Bu ahlaksızlıklarla beraber din hususundaki mübalatsızlık ve +hürmetsizlikler de tevessü’ ediyor. Geçen akşam bir arkadaşım +yürekleri sızlatacak bir mahiyeti haizdi. Çarşı boyunda yatsı +ezan-ı şerifi okunduğu halde tam karşısında bulunan kıraathane +lebaleb dolmuş ve buna mukabil cami’-i şerifte on iki +kişiden başka kimse bulunmuyordu. Kıraathanede bulunan +yüzlerce kişi kıraathanede oturmayı cami’-i şerifte teravih +namazı kılmaya tercih ediyorlardı. +Bizde dindeki bu mübalatsızlık ve hürmetsizlik ahlakımızdaki +bu sukūt an’anat-ı tarihiyyemizi külliyyen feramuş +varken her gün her saat inkıraza doğru koştuğumuzdan +şüphe etmeyelim. Karşımızda müdhiş ağzını açmış Hilal’i +yutmak için fırsat beklemekte olan Ehl-i Salib’in nail-i me +ram olması zamanının pek yakīn olduğunu unutmayalım. +Avrupa dinsiz yaşar biz yaşayamayız. Avrupa ahlaksız yaşar +biz yaşayamayız. Avrupa an’anat-ı milliyyesini unutur +biz unutamayız. Çünkü onlar Ehl-i Salib biz ise Hilal’in zir-i +cenahına sığınmış bir kavimiz. +RUSYA’NIN ŞARK’TA KİLİSE SİYASETİ +Takriben iki asır mukaddem Rus ��mparatoru Büyük Petro’nun +terkeylediği vasiyetnamesinde; “İstanbul’a ve Hind’e +mümkün olduğu kadar takarrub etmeli. Zira bu mevki’lerde +hükümdar olan hükümdar-ı cihandır. Husul-i maksad için +bazı İran bazı da Türklerle harb ederek onların kesb-i kuvvet +etmesine meydan vermemeli. Bahr-ı Siyah havzasının +sahib-i yeganesi olmak maksadıyla Bahr-ı Baltık’ta olduğu +gibi tersaneler te’sisiyle Rus bahriyesini tahkim ba’dehu +Körfezi’ni ta’kīben tersane-i cihan olan Hind’e yürüyüp +maliyece muhtac bulunduğumuz İngilizlerin taht-ı esaretinden +tahlis-i giriban etmek için oranın zabtına ez-her-cihet +gayret etmeli Türkleri Avrupa Kıt’ası’ndan def’ etmek için +Avusturya hanedan-ı hükümdarisiyle uzlaşıp enzar-ı gıbtasını +biriyle harbe ilka etmeli veyahud ileride yine ellerinden alınmak +üzere Avrupa-yı Osmani’den bir kısmının zabtına +mümanaat etmemeli. Ruslar ve Rus Kilisesi kendilerini +merkez i’tibar ederek birleşmiş ve hal-i i’tizalde bulunmuş +olan Rum kiliselerini makam-ı istinadda etrafına toplayarak +onlar üzerinde umumiyetle mezhebi bir hükümdarlık için +şimdiden ihzar ve o sayede memalik-i aduda dost kazanarak +maksad ve emele sühuletle vasıl oluna.” +Şu vasiyetnamenin sahih ve gayr-i sahih olduğu bizim +da Rusların ta’kīb ettiği politika balada zikrolunan vasiyetnamenin +aynı surette olduğudur. Ruslar Islav cinsinin cihangir +olmasını ve Memalik-i Osmaniyye’yi bir hamlede zabtetmeyi +asırlardan beri zihinlerine yerleştirmiş olduklarından +ve Arz-ı Filistin hakkında Rus ile Osmanlılar beyninde teati +olunan mukavelename yine Petro’nun zaman-ı saltanatına +musadif bulunduğundan heman vasiyetname mündericatının +sahih olduğuna kesb-i kanaat etmekte kendimizi +haklı göreceğiz. Bu mukavelenamede “Her iki hükumet ve +millete mensup efrad memleketeyn dahilinde istedikleri mahallerde +kemal-i emniyetle geşt ü güzar edebilirler. Ruslara +Memalik-i Osmaniyye’de hiçbir resm ve vergiye tabi’ olmadıkları +halde Arz-ı Filistin ve Mukaddes’de hac ve ziyaret +müsaadesi verildiği gibi Memalik-i Osmaniyye’de mukīm +Rus papazları ferd-i vahid tarafından ta’ciz ve tasdi’ olunmayacakları” +mündericdir. +Vakıa bu –ilk darbe denmeye seza– mukavele ibtidaen +pek mu’tedil görülüyorsa da sene sonra tekmil Rum +Ortodoks Kilisesi’nin muhafaza ve hami-i yeganesi hakkının +hükumet-i seniyye tarafından kabul ve tasdikini talep ettiği +zaman olanca şiddet ve acısını bize hissettirmiş idi. Fritz +Lorch’un Suriye ve Kudüs’te Roma ve Ortodoks Kiliseleri ” +namlı kitabında; “Osmanlı ve Rus münasebat-ı kadiminde +Haliç’te mukīm Rus sefirleri başları bacakları arasına sokulacaklarını +bildikleri için Osmanlı arzularının her birini birer +mu’cize diye telakkī ettikleri halde İkinci Katerina zamanından +beri Moskofların suret-i kat’iyyede ciddi müdahaleleriyle +Bab-ı Ali’de görünüşleri Osmanlı diplomatlarının hiddetinden +tiril tiril titremelerini bais olurdu…” diyor. +Ondokuzuncu Asır’da - o zamanki patrik +Polikarp Arhimandrit Arsine’i kiliselere para tedarik etmek +üzere Rusya’ya gönderir. Muma-ileyh senesinde Çar +olduğunu söyleyerek teşvik ve o zamanki Beyrut Rus Konsolosu +Kostantin ile Rus Meclis-i Kebir-i Ruhani Reisi Kont +Protasud dahi teşvikat-ı mezkureyi himaye ederler. Bunun +üzerine o zamana kadar Rusya’dan dökülüp gelen ve Rum +Kilisesi tarafından su-i isti’male duçar olan meblağı kontrol +etmek bununla beraber Arz-ı Filistin’de Rusların müessesat-ı +hayriyyeye başlamaları Ortodoks cem’iyet-i ruhaniyyesi +tarafından ne suretle kabul ve telakkī olunacağını istikşaf +eylemek maksadıyla ruhani bir murahhas gönderirler. +Bu murahhas Arhimandrit Orpenski adi bir yolcu kıyafeti +ü güzardan sonra İstanbul’a avdet ederek Rum Kilisesi aleyhine +olarak verdiği mufassal ma’lumatın zeylinde “Rumların +şüphelerini da’vet etmemek üzere evvela Arz-ı Filistin’de bir +Rus mektebinin küşadını bir de sahib-i ehl-i ilimden müretteb +maiyyetiyle bir Rus piskoposunun irsaliyle orada mevcud +meclis-i ruhaniyi idare etmesini ve maiyyeti efradının +Lisan-ı Arabi’yi tahsil ile münasib Rus kitaplarını bu lisana +tercüme ve ahaliye meccanen tevzi’ maamafih Rusya’dan +vürud eden mebaliğin yerli ahali beyninde taksimine nezaret +larına birer nümune-i imtisal olacak derecede bir manastır +alimi geçirerek ahali-i mahalliyyenin nazar-ı teveccühünü +kazanmak ve sair mezhep misyonerleri teşebbüsatını iptal +edecek derecede aleyhine uğraşmak vazifeleriyle muvazzaf +olmalarını” tavsiye eder. Bunun üzerine Dersaadet Rus sefirinin +taht-ı nezaretinde teşekkül eden komisyon bir program +tertib ederek hükmüne karar ve icrasına da muma-ileyh Arhimandrit +Orpenski ta’yin olunur. Her ne kadar muma-ileyhin +teşebbüsatına Rumlar tarafından mümanaat olunmak +bir sedd-i azim çekilmek hususunda azim bir hareket görülür +ve bir takım mücadelenin vukūuna sebebiyet verilirse +de bu mücadele içerisinde Ruslar tedricen emellerine vasıl +olmakta iken zuhur eden Kırım Muharebesi keşfiyyatlarının +kısmen ta’tiline bais olmuş idi. +’de Episkopos Kyrillos Naumov yazdığı bir mektubunda +“İskenderiye Antakya ve Kudüs patrikleri Rumlar +elinden alınarak Rus yedine tevdiini teshil için evvela Bulgarları +himaye ederek cihet-i maliyyece Ruslara metbu’ bir +hale ifrağ saniyen şimdiye kadar Rum kiliselerine edilen +muavene-i maliyye arz-ı inkıyadlarına kadar bir müddet-i +muvakkate kat’ ve Mısır ile Kudüs ahalisine nisbeten Antakya +ve civarı ahalisi hareketimize pek müsait bir halde bulunduklarından +tavsiye eder ve harfiyyen icra olunarak pek çok muvaffakiyetlere +nail olurlar. +senesinde “Rus İmparatorluğu Kudüs Cem’iyeti” +namıyla mevcut tekmil dindar Ortodoksları himaye etmek +lafz-ı zahirisiyle müstetir hakīkatte ise Suriye ve Kudüs’de +mevcut Rum kiliselerini mahv ile yerlerine Rus Kilisesi’nin +kazanmak ba’dehu iş kemale erdikte sühuletle memleketi +elde etmek fikr-i fasidanesiyle Rus Meclis-i Ruhani-i Hamisi +Pobyedonoscef tarafından bir cem’iyet teşkil olunur. A’zaları +miyanında imparator imparatoriçe ve cümle mensubin-i +hanedan-ı imparatori ile ser-amedan-ı ruhaniyye ve +cismaniyye bulunduğu gibi vükela ve me’murin-i hükumetten +kısm-ı a’zamı da bulunuyordu. Bundan maada Kudüs +hakkında te’lifatta ve neşriyatta bulunan sahib-i eşraf-ı +kalemden veya cem’iyete altın ruble teberrüken i’ta +eden a’zanın adedi senesinde ’i tecavüz etmiş idi. +tarihinde vilayatta dahi şu’beler te’sis olunarak +senesinde bunların adedi de elliyi tecavüz etmiş idi. +Cem’iyet-i mezkurenin muvazzaf a’zaları senevi diğerleri +a’zalardan her kim yekden ve diğerleri ruble te’ +diye +ettikleri halde senevi hisse-i muayyeneden muaf tutulurlar. +Cem’iyetin kendisine mahsus bir bandırası oldu +ğu gibi +cem’iyete olan hıdemat-ı hasenenin derecesine göre tunç +gümüş ve altından madalyalar dahi tevzi’ olunur. Cem’iyetin +varidat-ı seneviyyesinin mühimmini a’zalardan vürud eden +hisse-i muayyene teşkil eder. Saniyen teberrükat-ı nakdiyye +ve hediyeler salisen büyük perhizin son Pazar’ında kiliselerde +toplanılan iane rabian dahi kiliseler mülhakatından +cem’ olunan iane teşkil eder ki on sene zarfında cem’ ve +sarf olunan meblağın cedveli ber-vech-i atidir: +’de +ruble +’de +ruble +’de +ruble +’da +ruble +’de +ruble +’de +ruble +’da +ruble +’de +ruble +’de +ruble +’de +ruble +Vakıa cem’iyet programının maksad-ı aslisi ifşa olunmuyorsa +da cem’iyet-i mezkure Rus Meclis-i Ruhanisi’nden +maada hariciye nezaretine merbut bulunması balada +arzeylediğim vechile ne fikre mebni teşekkül ettiğini kemal-i +vuzuhla bize irae eyliyor. Her ne kadar Rusların bu teşkilatı +Rumlar tarafından evvela dostane zan ve kıyas edilerek pek +alkışlarla kabul olunduysa da ba’dehu çehre-i hakīkati gördüklerinden +beynlerinde şedidü’l-meal tahriri münazaaların +hudusuna daha sonra yumruk gavgalarına sebep oldu. +Buna mukabil Ruslar o zamana gelinceye kadar Ortodoks +kiliselerine maddi muavenetlerini kat’ ile işbu münazaaya +hitam vermişler ve Rum kiliselerini kendilerine kuzu gibi +muti’ eylemişlerdi. +Suriye vilayetinde mevcut Arab cemaat-i hıristiyaniyyeleri +o zamana kadar Rum Kilisesi’ne muti’ bulunurlarken +Ruslar “Rum papasları en büyük kilise mertebelerine suud +ettikleri halde Suriye’de mevcut bu kadar yerli papazların +bulunmasına rağmen bu mertebelere suud edemeyip madun +derecede kalmaları ca-yı tefekkür ve iştibahtır” diyerek +bir taraftan ahali-i mahalliyyeyi teşvik diğer taraftan mertebe-i +aliyyede bulunan Rum Kilisesi mensubinine bir muavenet-i +nakdiyye lafzıyla rüşvet verirler; bundan maada ta’kīb +ettikleri hedefe bir an evvel vasıl olmak maksadıyla Suriye +ve Kudüs’de mevcut Rum piskoposlarından kendilerine yar +ve dostluk edenlere hizmetleri derecesine mukabil senevi +Rusların bu teşebbüsatına Rus konsoloslarının dahi faaliyet-i +ciddiyyeleri inzımam ederek vilayet-i Osmaniyyenin +her tarafına seyahatler ederek büyük resmi üniformalarıyla +kiliselere gidip Rus imparatoru namına ayin icra ettirmeleri +Kilisesi’nin ibkası te’min olunmuş olduğundan imparator +hazretlerinin Suriyelilere olan fart-ı muhabbetine bir delil +olmak üzere yağmur gibi yağdırılan hediyeleri tevzi’ ve yekdiğerleriyle +bil-ittihad sair mezheblerin teşebbüsatına muannidane +bir harekette bulunmalarını tavsiye ederek ahalinin +hüsn-i teveccühünü Rus lehine kazanmaları ile Rum Kilisesi’nden +yüz çevirmelerine sebep olmuşlardı. +Cem’iyet-i mezkure buna da kanaat etmeyerek Fransızların +Şark hıristiyanları üzerindeki hakk-ı himayesini yed-i +gasbına almak için Fransızların yalnız Roma katolikleri +muhafızı olmakla ancak onların memlekette terakkīsini arzu +ve himaye ettiklerinden mahvına ramak kalan Şark Kilisesi’nin +bakasını arzu edenler Roma katoliklerinin teşebbüsatı +aleyhine var kuvvetleriyle çalışmalarını ve fikirlerini bir yere +cem’ ederek akılane hareketi ve gözlerini Arz-ı Mukaddes’e +atf ile mazide nasıl ise istikbalde dahi şu arazi-i mukaddesenin +hami-i muhlisı Ruslar sayesinde mütedeyyin sahib-i +mezheb kimselerin elinde kalmasına çalışmalıdır…” mealinde +neşriyatta dahi bulunurlardı. +senesinde Rusya vilayetlerinde Cem’iyet tarafından +Arz-ı Filistin üzerine nutuk irad ve def’a müteferrik +neşriyatta bulunulur. Arz-ı Mukaddes’ten Bir Çoban +Sesi namıyla kitap tevzi’ olunur. İşte bu gibi neşriyyat +ve teşebbüsat Arz-ı Filistin’e olan seyyahinin adedini +sene be-sene çoğalttı; hatta senesinde ’e baliğ +olmuş idi. +Bundan maada Cem’iyet Arz-ı Filistin’de mektepler için +harikulade faaliyetlerde bulunmuştur. Ruslar ilk def’a olarak +Suriye’de bir mektep küşad ile tedrise başlar. +tarihinde yani yirmi altı sene sonra adedini ’e iblağ ve +masarifat-ı seneviyyesine ruble sarfıyla ’e +karib talebe tedris olunur. +Yukarıda dahi arzeylediğim üzere bu müdavim talebeleri +bu mekteplere cem’den maksat mahza insaniyete bir hizmet +etmek olmadığı kolayca anlaşılır. Zira kendi memleketlerindeki +okuyup yazma bilmeyenlerin adedi memleketimizde +mevcut ümmilerin adedinden dun olmadığından evvela +kendi memleketlerinde yaptırılması lazım gelen mekteplerin +memleketimiz dahilinde küşadları ancak saf olan memleketimiz +ahalisini Ruslaştırmaktan başka bir şey değildir. İşbu +mekteplerin dahili nizamnamelerine bir atf-ı nazar olunacak +olursa ilk maddesini; “Talibin-i müdavimin gayetle mu’tekıdane +terbiye ve tahsil gördüğü gibi i’tikad-ı sahihaya “Rus +Kilisesi’ne” vasi’ bir hürmet-i mahsusa edindikten sonra +ba-şehadetname huruc eden talebeler Suriye’de mevcut +diğer Rus mekteplerine muallimlikle ta’yin olunacaklardır.” +teşkil ettiğini görürüz. Bu muallimlere tarih-i ta’yinlerinden +sene sonra franga iblağ olunur ki Suriye gibi bir mahalde +bu meblağ hatırı sayılır bir paradır. +Ruslar senelerden beri uğraşarak İran’da en kadim +Nasturiyan kilisesini tahakkümüne alarak nihayet İran’ı nasıl +bu hale getirmeye sebep olduysa Ondokuzuncu Asır’ın +evahirinden bed’ ile Anadolu’nun Ermeniler ile meskun +mahallerinde icra eylediği propagandalarda ki sair mezhep +misyonerleri tarafından bu derece bir propaganda yapılmamıştır +aynı siyaseti ta’kīb ettiler. Bu da pek az görünerek ilk +Ermeni hadisesinde Rus himayesine iltica eden Ermeniler’i +hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği bir lisanla “Rus Kilisesi’ne +mensup olmadığınız halde sizi kabul etmekte ma’zuruz.” diyerek +bu hallerinden istifadeye kal[k]dılar ve ’i mütecaviz +Ermeni de naçar tebdil-i mezhep etmeye mecbur kaldılar. +Ba’dehu Rusya’da mevcut Ermeni kiliselerinin kendi +malları olan bütün emval-i menkūle ve gayr-i menkūle +tarihinde imparator namına zabtolundu. Şimdiki politikası +da Şark’ta mevcut Garp kiliselerinden maadasını kendi +taht-ı tahakkümüne alıp entrikasını güzelce çevirebilmekten +başka bir şey değildir. +senesinde Lübnan İmtiyazlı Vilayeti’ne Rus taraftarı +bir valinin intihabı için devletler beyninde büyük bir teşebbüste +bulundu. Her ne kadar Ruslar kendi arzuları aleyhine +techizat ve ihzarat-ı harbiyyede bulunmadan Japonlarla +harbetti ve mağlubiyetiyle neticelendi ise de el-an Islav ve +Bi +zantin İmparatorluğu hülyasından vazgeçmeyerek kat’i +bir darbe vurmak için ihzaratta bulunuyorlar. Doğrudan +doğruya Darülhilafe’ye hücum etmek pek işine elvermediğinden +Kafkas ve Suriye cihetlerinden girerek Anadolu’yu +arkasından kavramak istiyor. Osmanlıları yekden taht-ı tahakkümüne +alamayacağını aklı kestiğinden Türkler ile Suriyeliler +beynine bir adavet kaması sokarak lüzumu takdirinde +hıristiyan mezhebine mensup Suriyelileri kendi bandırası +altına çekmek istiyor. Rusların keşşaf kolları Suriye’nin ta +cenup cihetlerine kadar sokuldu. Avrupa devletleri de heman +gözlerini kırpmadan bunu nazarlarıyla gayet müdekkıkane +ta’kīb ediyorlar. Bize de bakī kalan bir şey var ise +o da şu satırları okuduktan sonra hiç olmaz ise gözümüzü +bundan sonra açmaklık zahmetini ihtiyar etmektir. +Yukarıdan beri yazmakta olduğum şu satırlardan yegane +maksadım Avrupa devletlerinin himaye-i mezheb-i hıristiyaniyye +namı tahtında vatan-ı mukaddesimize nasıl nüfuz +ve hulul ettiklerini hıristiyan vatandaşlarımız beyninde nasıl +tohum-ı fesad ektiklerini bununla da dahil-i vatanda ne gibi +münazaa ve müdahalelere sebebiyet verildiğini vatanımıza +dühul ile dahili işlerimize müdahale edebilmek için ne +gibi fedakarlıklarda bulunduklarını acizane vatandaşlarıma +bulunarak evvela dahil-i memlekette mekteplerin ve daru’l-hasenatın +teksiriyle harici müdahalelere bir nihayet vermek +ba’dehu onların memleketimiz dahilindeki taleplerine +mukabil taht-ı esaretlerinde bulunan bunca milyonlarca +müslümanların te’min-i hukūkları için biz de mutalebatta +bulunarak itfasına uğraştıkları nur-ı İslamiyyet şem’asına +yeniden gıda vererek milel-i hıristiyaniyyenin teşebbüsatına +bir sedd-i azim çekmek için bir teşvikten ibarettir. +Yukarıda dahi görüldüğü üzere bu gibi işlerde şehbenderlerin +fevkalade yararlıkları dokunduğundan onların ta’yin +ve tahsislerinde mahall-i me’muriyyetlerinin hal ve mevki’lerine +münasip ve aşina kimselerin ta’yinine i’tina hatta +fahri şehbenderlerin dahi vatan ve millet-i Osmaniyyenin +ahval-i dahiliyyesine gereği gibi ma’lumatı ve lisan-ı resmi-i +Türki’ye aşina olmaları elzemdir. Fahri şehbenderlerimizin +ekserisi bu mezayayı muhtevi olmadıkları gibi bazı Osmanlı +şehbenderliği sair hükumetlerin şehbenderlerine mesela bir +aşina olmadığı gibi vatan ve millet-i Osmaniye dahi vukūfu +olmadığından hizmetinden vazgeçelim mazarratı dokunmayacağında +bizi kim te’min eder? Herbir işi hükumete atfetmeyip +millet de hükumete bir istinad olarak el birliğiyle +vatan için fedakarlıkta bulunulacak olur ise o vakit vatan +vatanla beraber biz de teali ederiz. +HİND YOLUNDA +Haleb vilayetinin ahval-i ictima’iyyesi Memalik-i Osmaniyye’nin +sair şehirlerine hiç de benzemez. Burası dört yol +ağzı bulunduğundan her nevi’ yolcuların mahall-i ubur u +mürurudur. Anadolu’nun Arabistan’ın badiyenin her tarafından +buraya heman her gün yeni yeni adamlar gelir ve +biraz sonra geri giderler. Haleb’de en ziyade münteşir olan +Lisan-ı Arabi olmakla beraber Suriye ve Beyrut’a nisbeten +Türkçe bilenlerin adedi pek çoktur. Esnafa meram anlatmak +Türkçe bilenler için kolaydır. Hele Bağdad şimendüferi +hitam bulduktan sonra Haleb cidden yeni ve mühim +bir devre-i terakkī ve tekamüle girecektir. Haleb’deki kıyafetlerle +elbiseler ise pek ziyade calib-i nazar-ı dikkattir. Entarili +abalı kefyeli ve akalli[?] gecelikli hırkalı abanili +kuşaklı sarıklı setre pantollu velhasıl her çeşit elbise ve kıyafetli +kimselere mebzulen tesadüf edilir. Kürtçe Çerkesçe +lisanlarıyla da mütekellim kimselerin adedi az değildir. Zira +buraya Kürdistan’la Kafkazya’dan muhaceret eden Gürcü +ve Çerkesler el-an lisanlarını muhafaza etmişlerdir. Bu muhacirler +on bini mütecavizdirler. Haleb tamamıyle bir Şark +ve Asya memleketi olup alafrangalıkla frenk adab-ı muaşereti +henüz buraya İzmir’de Selanik’te Beyrut’ta olduğu gibi +dal budak salmamıştır. +Haleb sokaklarında nezafet ve taharetten eser görülmediği +halde hanelerinde ahali temizliğe son derece riayet ve +fir çağıran Haleb eşrafından el-Mekniyetü’l-Asriyye sahibi +Seyyid Abdülvedud Efendi’nin hanesinin dışı ve medhali +fevkalade çirkin ve nahoş bir şey teşkil ederken içerisi pek +nazif tahir ve temiz Şark ve Garb tarzında mefruş idi. Salonu +beyaz ve sade somaki taşlarıyla tefriş edilmiş parıl parıl +parlıyordu. Bize ihzar ettiği yemekler ise hep Haleb’e mahsus +yerli et’ıme-i nefisesinden mürekkeb idi. Bulgurdan otuz +türlü yemek ve köfte yapıldığını hane sahibi söyledi. Hakīkaten +yemeğimizde bunun üç dört türlüsü var idi. Haleb’in +nefis yağıyla pişirilmiş olan pilav vasf u ta’riften müstağni +Haleb’de gayet kadim ve eski bir kale vardır ki el-an +enkazı ta uzaklardan nazırına görünmekte ve tarih-i binası +mechuldür. Fakat bu kalenin Timurlenk tarafından vaktiyle +tahrip edilmiş olduğu kayden sabittir. Günden güne de duvarları +aşınıp yıkılmaktadır. +Bir de Haleb’in cidden asar-ı nefisesinden addedilebilecek +“Camiu’l-Emevi” mescidi güzel ve “arabesk” tarzında +yapılmıştır. Camiin avlusu beyaz siyah renkli mermer taşlar +Haleb eşrafının haneleri de pek güzeldir. Bu hanelerin içi +eski Endülüs tarzında inşa ve te’sis olunarak bağı bahçeleri +havuzları fıskıyeleri pek mergūbdur. +Eskisine nisbetle Haleb’de maarif müterakkī bir halde +bulunuyor ise de maatteessüf ta’mim-i maarife gerek ahali +gerek hükumet çalışmamışlardır. Bununla beraber müslimlerin +yüzde otuzu okumak yazmaya muktedirdirler. Gayr-i +müslimlerin ise yüzde kırkı okur yazar kimselerdir. +Haleb’deki maarif her ne kadar badi-i emirde mahdud +görünüyor ise de hakīkat-i halde tenvir-i efkara az-çok hizmet +etmiştir. Buradaki hükumet mektepleri bir lise bir rüşdi-i +askeri bir rüşdi-i mülki bir darülmuallimin ile inas +mektebinden ibarettir. Ahali tarafından da birçok ibtidai +mektepleri küşad edilmiştir. Fakat ecnebi mektepleri ise +Beyrut’ta olduğu gibi burada da fevkalade ve mükemmel +bir surette te’sis edilerek evlad-ı vatanı kendi mü’esseselerine +–rakibsizlik yüzünden– celbe muvaffak olmuşlardır. Nitekim +Haleb’de Fransızların Alyansların Ermeni katoliklerin +birer mektepleri olduğu gibi şu son zamanlarda Almanlar +tarafından da yeni bir mektep te’sis edilmiştir. Alyans Mektebi +cümlesinden iyi ve müterakkī bir haldedir. Ermeni Mektebi +hakkındaki ihmal ve rehaveti burada da gereği gibi göze +çarpıyor. +Usul-i idare-i memleket tamamıyla eskisi gibi ve belki eskisinden +hiç farklı değildir. Beyrut Haleb Vilayeti’nin tarz-ı +hotelde ikamet eden bir Fransıza “Haleb’i nasıl buldun?” +sualime karşı “Tozdan topraktan pislikten başka hiçbir şey +görmedim” cevabında bulundu. Filhakīka bu şehirde belediyeden +eser yoktur. Hükumet konağı da pek biçimsiz +yerdedir. Haleb’de Ramazan geceleri tamamıyle İstanbul +gibidir. Ahali bütün vakitlerini kahvehanelerde tiyatrolarda +geçiriyorlar. Haleb’de taassub-ı diniyye çoktur. Yani hiss-i +bilerek kusur etmezler. Maatteessüf aynı zamanda Beyrut’ta +olduğu gibi açıktan açığa müskirat kullanmak ve umumhanelere +gitmek adet-i zemimesi burada da caridir. Haleb +ahalisi Beyrutlulara nisbeten daha ziyade hilm ve selamet-i +efkara maliktirler. Az söyler çok dinler kimselere tesadüf ettim. +Haleb masnuat ve mensucatına gelince; zannedersem +Memalik-i Osmaniyye’de birinciliği ihraz edebilir. Eğer Haleb’e +Avrupa’dan bir şey celbedilmese ahali müstağni olabilir. +Sırmalı bürüncekli kumaşlardan tutarak en kaba bez +parçalarına varıncaya kadar Haleb’de nefis surette kumaş +dokunmaktadır. Haleb’in perdelikleri ipekli kumaşları canfesleri +çarşaflıkları abaları yaşmakları alaca topları yünlü +pamuklu işlemeli topları cidden nefis dayanıklı ve rekabet +kabul etmeyecek surette ucuzdur. Fakat maatteessüf ahaliyi +dokumacıları teşvik için hükumet tarafından hiçbir teşebbüs +san’atlarının terviciyle Avrupa ve İstanbul piyasalarında satılması +Haleb mensucatı için Avrupa piyasalarında Hindistan’da +ötede beride şu’beler küşad edilirse zannederim ki büyük +faide ve kar te’min edilebilir. Haleb’in Sabun Hanı’nda +mensucat-ı mahalliyye ile ticaret eden “Hacı Ahmed Muhakkal +ve İhvanühu”nun dükkanına bir iki arkadaşla gittim. +Bize son derece riayet ve ikram ettikten sonra Haleb’de +yapılan bütün mensucatı bize birer birer göstermek lutfunda +bulundu. Bize i’mali hakkında mufassal ma’lumat verdi. Yapılan +şeyler o kadar nefis ve hüsn-i tabiat dairesinde yapılmıştı +ki göz bir türlü temaşadan doyamıyordu. Öyle nefis +ve güzel şeyler gördüm ki Avrupa’da bile emsali yapılmıyor. +Bu güzel şeylerin yerli destgahlarla yapıldığına insanın inanmayacağı +gelir. +Bu zat Chicago Sergisi’ne vaktiyle kendi destgahlarında +mazhar-ı takdir olduğuna delil olmak üzere kendisine Chicago +Sergisi’nin en büyük bir madalyası verilmiştir. Devr-i +sabık hükumeti madalyayı Hacı’dan alıp on beş sene tevkīf +ederek i’lan-ı Meşrutiyet’ten sonra kendisine iade eylemişlerdir. +Bu hal ile memlekette hırfet ve san’at ticaret ileri gider +mi? +Bereket versin geçen sene Nafia Nezareti’nce Haleb’de +en ziyade mensucat i’mal eden tüccardan birisine verilmek +üzere yüz lira mükafat-ı nakdiyye verilmesi takarrur etmiş ve +meblağ-ı mezkur en ziyade ve en nefis iş i’mal ettiren Hacı +Ahmed Muhakkal’a hükumet vasıtasıyla verilmiş ise de +hacı-i muma-ileyh müstağni bulunduğu için aldığı mükafat-ı +nakdiyye ile Haleb fukarasına kömür ve saire almıştır. +Bana kalırsa Haleb’deki sanayi’ ve mensucatı tervic için +bir şirket teşekkül edip ma’mulat-ı dahiliyyenin Avrupa’da +ve sair yerlerde neşr ü ta’mimine sa’y ü gayret olunmalıdır +ki bu yüzden mühim faideler te’min edilsin. +Haleb ahalisi son derece mükrim ve misafirperver kimselerdir. +Bu bir iki gün zarfında bana son derece ikram ettiler. +Bu gece iftar için yine bir yere da’vetliyim. Bizi öteye beriye +götürüp her şeyi gösteriyorlar. İstediğim tafsilatı veriyorlar. +Beyrut’tan Haleb’e kadar ta’kīb ettiğim istasyonları +ber-vech-i ati kaydetmeyi kariin için müfid tasavvur ettiğimden +Beyrut Rıhtım İstasyonu – Eski Beyrut Rıhtım İstasyonu +– el-Hades – Baida – el-Cumhur – Gariya – Aliye – Bihamdun +– Savfer – el-Müdeyric – el-Müreycat – Cedetya – Sa’d +Nayil – el-Muallaka – Riyak – Baalbek – Lebve – Rasin-i Baalbek +– Kasayr-ı Kuteyne – Humus – Telyise – Kefr-i Behem +– Hama – Kumhane – Kevkeb – Ümmü’r-Racim – Ebu’tTuhur +– Tellü’l-Hin – Hamidiyye – Vahimi – Haleb. +Humus–Bağdad şimendüferi muattal bir halde kalmıştır. +Zira henüz Devlet-i Aliyye’nin ] siyaset-i hariciyyesi layıkıyla +ta’yin edilmediği cihetle bunun ikmaline i’tina edilmemektedir. +Eğer İngiltere–Almanya arasında bir münazaa ve +rekabet devri başlarsa herhalde Humus–Bağdad şimendüferinin +tır. Bu hususta ilhah ve ibram etmekten bile çekinmeyeceklerdir. +Aksi takdirde Alman–İngiliz münasebatı düzgün ve +münasebetli bir surette devam ederse o zaman Almanların +Bağdad şimendüferine Fransa ve İngiltere tarafından rekabet +ve müzahamet olunmayacağı tabiidir. Yoksa Almanlara +meydan okumak için Humus–Bağdad şimendüferi imtiyazını +dad şimendüferinin ehemmiyeti kalmaz. Çünkü Humus– +Bağdad şimendüferi sekiz yüz kilometre olup Haleb–Bağdad +şimendüferi ise bin sekiz yüz kilometreyi mütecavizdir. Eğer +Humus–Bağdad şimendüferi imtiyazını İngiltere ve Fransa +alırsa Trablusşam’ı liman ve iskele haline ifrağ ile Bağdad +şimendüferinin en birinci istasyonu orası ta’yin edilecektir. +On dört lira güç hal ile bir araba buldum. Bugün Bağdad +yolunu ta’kīb edeceğim. Şimdilik bu kadar yetişir. +FİLİBE’DE İKİ İSLAM MUHBİRİNİN MÜLAKATI +Sebilürreşad ’ın muhterem Hindistan muhbiri elbette +Hindistan’a muvasalet ettiği gibi oradaki ahvale dair ariz u +amik ma’lumat-ı mufassala ve nafia i’ta edeceklerdir. Fakat +Sebilürreşad ’ın muhterem kari’leri ne bahtiyar ki Hindistan +muhbir-i mahsusu henüz o uzun yolları kat’ ederek Hindistan’a +varmaksızın Bulgaristan’da bulunan muhbiri vasıtasıyla +oradaki intibah ve hissiyat-ı İslamiyyeye dair bugün bazı +ma’lumat elde edeceklerdir. +Geçen gün ale’s-sabah siyah fesli siyah çehreli beyaz +pantolonlu bir zat gördüm. Bu zat-ı muhteremin bu memleket +ahalisi olmadığı simasından nümayan oluyordu. İngilizce +Almanca Farisice tekellüm ediyor fakat Fransızca Türkçe +bilmiyordu. İngilizce bilen bir zat vasıtasıyla görüştük. +Neticede anlaşıldı ki Hindistan’ın Kalküta şehrinde İngilizce +olarak intişar eden Hemrah gazetesinin muhbir-i mahsusu +riyle görüşmelidir” dedim. Maatteessüf bizim bildiğimiz lisanı +o onunkini biz bilmediğimiz için mes’ele güçleşiyordu. +O gün akşam Muradiye Cami’-i Şerifi kurbünde Uhuvvet +Kulübü’nde birleştik. İngilizce ve Almanca bilen iki zat vasıtasıyla +Bulgaristan müslümanlarına ait pek çok ma’lumat +aldı. Gece zevali saat bire kadar orada bulunduk. Şimdi de +sıra bize gelmişti. Vakit geç olduğu cihetle ertesi gün saat ikiye +bıraktık. İkide Filibe gençlerinden Almanca bilen bir genç +rahman sinni yirmi altıdır ki sinde beraber bulunuyorduk. +Kendisi İngiltere darülfünununda ikmal-i tahsil etmiş ve +Halil Halid Beyefendi hazretlerini pek iyi tanıyor. +Biraz görüşüp o gün saim olup olmadığını sordum. +Oruçlu olduğunu söyledi. Ba’dehu şu suretle söze başladık: +Ben: +– Efendim Hindistan’da bulunan ihvan-ı dinimiz hakkında +zat-ı alilerinden bazı şeyler sormak isterim. Bunlara +dair biraz izahat verirseniz bendenizi pek ziyade memnun +edeceksiniz! +Abdurrahman Efendi mütebessimane gayet nazik bir +vaz’iyetle: +– Estağfirullah; maal-iftihar memleketim hakkında bildiğim +kadar ma’lumat verebilirim. +Hindistan müslümanlarında büyük bir intibah eseri dehşetli +bir faaliyet hissediliyor. Gerek siyaset ve gerek maarif +nokta-i nazarından müslümanların intibahı ne derecededir +ve bunlar için cem’iyetler teşekkül ediyor mu? +– Evet! Bugün Hindistan tamamıyla uyanmıştır. Şimdi +Hindistan’da iki büyük cem’iyet vardır ki birisi siyasetle diğeri +de yalnız maarif ile iştigal eder. Hindistan’daki siyasi +cem’iyetin ismi “All India Muslem League” maarifle iştigal +edenin ismi “All India Educational Conference”. +a’za miyanına dahil olabilmenin ne gibi şartları vardır? +– Bunların suret-i teşekkülü: Evvela bütün kazalarda +cem’iyet teşekkül ediyor. Bilahare bunlar umumi bir kongre +akdediyorlar. Hatta her iki cem’iyetin geçen sene de bir +kongresi olmuştur. +Bittabi’ maarif cem’iyetinin maksad-ı teşekkülü Hindistan’da +umur-ı maarifi ıslah ederek memlekette maarifi terakkī +ettirmektir. A’zası miyanına gerek Mısır gerek Türkistan +gerekse sair yerlerden olsun herkes dahil olabilir. +Siyasi cem’iyetlerin maksad-ı teşekkülüne gelince: Bu +cem’iyetin maksadı umum Hindistan ahalisini tevhid etmek +onları nokta-i vahideye toplamaktır. Bunun a’zası yalnız +Hindistan ahalisinden olmak lazımdır. +Maarif cem’iyeti birçok mektepler darülfünunlar yapmıştır. +Bu darülfünunlardan ilahiyat ve elsine-i saire ile meşgūl +talebeler vardır. +– Evet! Bu iki cem’iyetten başka daha pek çok hey’etler +müteaddid mezhebler vardır. Ez-cümle bir Nedvetü’l-Ule +ma vardır. Gayet dehşetli bir cem’iyet-i diniyyedir ki müslümanlığın +terakkīsi için pek ziyade çalışıyorlar. +meşgūl olanlar müslümanlık hakkında ne gibi şeyler düşünüyorlar +hal-i hazırdaki müslümanlar ile asıl Müslümanlık +arasında bir fark görüyorlar mı? +– Hay hay! Müslümanlar ile Müslümanlık arasında büyük +farklar görüyorlar ve hem de öyledir. Çünkü müslümanlar +dinin Müslümanlığın gösterdiği yoldan gidip oradan ayrılmasalardı +bugün dünyanın en aziz en kavi bir milleti olmaları +ve herkesin onların önünde boyun eğmeleri lazım gelirdi. +Halbuki böyle mi? Bugün müslümanlar her yerde sefil +her yerde hakīrdir. Gerek Nedvetü’l-Ulema gerek ilahiyat +mekteplerinde meşgūl olanların düşündükleri şey akayid-i +hurafattan İsrailiyattan kurtarmak insanları körü körüne +taklid fikrinden vazgeçirmeye çalışmaktır. +Mesela İslamiyet “Hiçbir şeyi delilsiz kabul etmeyin.” +dediği halde şimdiki müslümanlar +diyerek +herşeyde mukallid oluyorlar. “Bu böyledir.” denildiği gibi +hiç ses çıkarmazlar. “Böyle şey olur mu olmaz mı acaba?” +diye düşünmezler. Fakat onlar böyle düşünmüyorlar; “Babamızdan +böyle görmüşüz” demiyorlar. Bu gibi mesaili pek +çok tedkīk ediyorlar akla muhalif olup olmadığını nazar-ı +hakkında fikriniz nedir ne gibi şeyler düşünüyorsunuz? +– İslamların şevket-i evveliyyelerini iade etmeleri için +hem maddeten hem de ma’nen terakkī etmeleri lazımdır. +Eğer İslamlar çalışırlar da şu iki kuvveti beraberce terakkī +ettirirlerse o zaman bi-hakkın bunu te’min etmiş olurlar. Yok +böyle yapmazlar da yalnız maddeten terakkī etmeye bakıp +ma’neviyatı bir tarafa atarlar yahud maddiyatı terk ederek +ma’neviyat vadilerinde dolaşırlarsa İslamlar hiçbir vakit +mevcudiyetlerini gösteremeyeceklerdir. Artık batına da lüzumundan +fazla ehemmiyet vermemeliyiz. Bugün İslam memleketlerine +atf-ı nazar edecek olursak görürüz ki bir tarafta +sırf maddiyata ehemmiyet veriyorlar ma’neviyata; “Neredesin?” +demiyorlar diğer yerde de maddiyata göz yumarak +ma’neviyata sarılmak zahirden ziyade batına ehemmiyet +vermek isterler ki her iki fikrin hata olduğu meydandadır. +Zira ma’neviyatın muaveneti olmaksızın yalnız maddiyat ile +da istinad edilmez. Maa-haza bir takım asılsız hurafata da +bağlanıp kalmak kar-ı akıl değildir. Herhalde düşmanlarımızın +terakkıyatını nazar-ı dikkate almak lazımdır. +sıldır? Hal-i hazırdan istidlal ederek ne gibi bir hal kesbedeceğini +ümid ediyorsunuz? +– Umumiyetle istikbal parlaktır! Çünkü her yerde az çok +bir fikir hasıl olmuştur. Herkeste bir endişe-i istikbal vardır. +Elverir ki aslı esası olmayan birtakım fikirleri silip yerine +doğrularını yerleştirmeli. Bu hususta her sınıf halkın cidden +fedakarlık göstermesi lazımdır. Bilhassa ulema vazifesini takdir +ederek ahaliyi ikaz etmeli bütün memleketlere seyahatler +fikir hazırlamalı. +büyük bir merbutiyetleri var” deniyor. Buna karşı İngiltere +hükumetinin vaz’iyeti nasıldır; Hind müslümanlarının +Makam-ı Hilafet’e olan merbutiyetlerini kesmek istemez mi? +– Evet! Hind müslümanlarının Makam-ı Hilafet’e karşı +la-yetezelzel bir merbutiyetleri vardır. Çünkü biz yakīnen +biliyoruz ki Osmanlı hükumeti biraz eser-i za’f gösterecek +olursa Hindistan’da İngiliz tehlikesi muhakkaktır. +Sonra İngiltere hiç istemez ki Hind müslümanları +Makam-ı Hilafet’e merbut kalsınlar. Hatta İngiltere bize +krallık bile teklif etmiştir. Bize diyor ki: “Siz isterseniz ben +sizi müstakil bir krallık yapayım; kral da kendinizden olsun; +benden külliyyen ayrılın! Fakat hükumet-i Osmaniyyeden +tamamen merbutiyetinizi kesmek alakanızı kat’ etmek şartıyla! +Hem zaten sizin hükumet-i Osmaniyyeye merbut olmanızda +bir ma’na yoktur. Zira hilafet Yemen’dedir; siz oraya +merbut olmalısınız!...” İngiltere daima Hindistan’da bu +fikri tervic ettirmeye Hindlilerin hükumet-i Osmaniyyeden +rabıtasını kesmeye çalışıyor. Onun ta’kīb ettiği siyaset budur. +nasıl bir te’sir yaptı bundan ne gibi şeyler istintac ediyorsunuz? +– Trablusgarb Muharebesi Hindistan müslümanlarının +üzerinde pek büyük bir te’sir hasıl etmiştir. Onlar buradaki +müslümanlardan daha ziyade müteessirdir. Biz bunu intibah-ı +mak Alem-i İslam’da başlayan eser-i hayatı mahvetmek +kaddimesi olmak üzere telakkī ediyoruz. Eğer bu müşterek +tedbirde –maazallah– muvaffak olurlarsa İslamların atisi karanlıktır. +Maamafih bu muharebenin İslamlara pek büyük bir +faidesi de olmuştur; İslamların teyakkuz ve intibahına büyük +bir faidesi dokunmuştur. Bugün –bir hizb-i kalil istisna edildikten +sonra– her taraftaki müslümanlar anlamışlardır ki +Trablusgarb Muharebesi bir müstemleke değil bir İslamiyet +muharebesidir. Bununla beraber hükumet-i Osmaniyyenin +şimdiye kadar olan bu mukavemet-i diliranesi de Avrupalıları +pek ziyade endişeye düşürdü. Daha doğrusu İslamiyet +aleyhinde beslenen fikirlerin ne kadar yanlış olduğunu +düşündükleri şeylerin tatbik edilemeyeceğini bu muharebe +fiilen isbat eyledi. Hatta Hindistan müslümanları Mahmud +Şevket Paşa ile Enver Bey’in muzafferiyet ve muharebenin +devamına dair bir telgrafı üzerine adeta şenlikler yaptılar. +Hülasa muharebenin devamı İslamların aleyhine değil lehine +olmuştur. +decek olursa Hindistan müslümanları arasında nasıl telakkī +edilecek? Ve bunu terketmekte mühim bir mahzur görüyor +musunuz? +– Efendim demincek intibah-ı İslam’dan bahsetmiş ve +“Bu olmazsa İslamların hayatı meşkuktür!” demiştik. Fakat +burada en mühim bir mes’ele daha vardı ki hatırıma +şimdi geliyor. İntibah-ı İslam hususu için kuvvetli bir hükumet-i +Osmaniyyenin vücudu lazım olmak ile beraber Şeyh +Senusi hazretleri de bu babda bir uzv-ı mühimdir. İntibah-ı +mak hükumet-i Osmaniyye ile onun arasında kuvvetli bir +rabıtanın te’sisine çalışmak Osmanlılar ile onun beynindeki +turuk-ı muvasalenin gerisi bulunarak Osmanlılar ondan +bi-hakkın müstefid olmak lazımdır. Eğer Şeyh Senusi hazretlerinden +Alem-i İslam istifade edemezse intibah-ı İslam fikri +yine ölmüş demektir. +Halbuki bugün Trablus’u vermek Şeyh Senusi gibi İslam’ın +en mühim bir uzvunu atıl bırakmak İslam’ın ümid-i +hazretlerinin Alem-i İslam’a olan yolunu bir taraftan Fransa +diğer taraftan da İngiltere Almanya kat’ etmiştir. Şimdiki +halde açık yalnız Trablus vardır. Eğer Trablus da İtalya’ya +verilecek olursa Senusi hazretlerinin her tarafı kapayarak +deniz ortasındaki bir ada gibi sıkışıp kalacak ve binaenaleyh +o mühim uzuvdan istifade edilemeyecektir. İşte gerek İngiltere +ve gerek düvel-i sairenin ta’kīb ettikleri siyaset… Hele +Osmaniyye bulunsun. Maamafih bil-külliyye mahvolmaması +da İngiltere’nin menafii iktizasındandır. Bunun için Trablus +mes’elesi gayet mühimdir. Hele Trablus’u vermek gibi +bir fikir bütün İslamlar üzerinde başka bir te’sir hasıl edecektir. +Bunun için ben zannetmem ki hükumet-i Osmaniyye +böyle bir fikirde bulunsun. Hem zaten İtalya buna devam +edemeyecektir. Çünkü bu muharebede İtalya pek büyük +ziyan etmiştir. Yalnız bizim için sebat lazımdır. +siyat-ı ali-cenabınıza gerek oradaki müslüman kardeşlerimizin +ahvaline dair vermiş olduğunuz izahata karşı azim teşekkürler +ederim. Yalnız bir şey daha sormak isterim. Gerçi +bunu daha evvel sormak münasip idi fakat Ramazan olduğu +münasebetle zihin toplu olamıyor. +– Evet efendim buyurunuz! +– Yukarıda Hindistan’daki cem’iyetlerden ve bunların +kongrelerinden bahsetmiştik. Bunlar kongrelerde ne gibi +mukarrerat ittihaz ediyorlar lutfen söyler misiniz? +– Efendim her taraftaki cem’iyetin göndereceği murahhaslardan +adeta bir meclis-i meb’usan vücuda geliyor. Onlar +bil-cümle hal-i hazırdaki ihtiyacat-ı İslamiyyeyi tedkīk +edip düşünüyorlar ona göre lazım gelen kararları ittihaz ve +bu kararı tatbike çalışıyorlar. Bu cümleden olarak pek çok +mektepler vücuda getiriyorlar. +– Hindistan’da üç dane büyük İslam darülfünunu vardır. +Hele bunun biri pek büyüktür. Bunda la-ekall şuabat-ı +müslümanlarının merkez darülfünununu teşkil ediyor. İngiltere’nin +“Cambridge” ve “Oxford” darülfünunlarına muadildir. +Talebeler orada yiyip orada yatıyorlar. Bu darülfünun +hükumetten ayrı olarak sırf müslümanların himmetleriyle +vücuda gelmiştir. +teplerde onlar da bulunur mu? Bulunursa ne suretle bulunurlar? +– Kadınlar bu mekteplere devam etmezler. Maamafih +onlar evlerde hususi tahsil ederek imtihan zamanı mekteplere +gelirler yüzleri mestur olduğu halde hey’et-i mümeyyize +huzurunda imtihan olup giderler. +– Memnun oldum. Demek ki sizde tesettüre riayet ediliyor! +– Hay hay! Tesettüre riayet ederiz! +deniyeti hakkında ne gibi fikirler verirler? +– Mekteplerde ba-husus ulum-ı aliyye tahsiline +mah +sus müesseseler medeniyet-i hazıranın müfid noktalarıyla +dini hem-ahenk olarak yürütürler. Ne dini medeniyet-i +hazıra aleyhine ve ne de medeniyeti din aleyhine isti’mal +etmezler. Hem medeni hem de mütedeyyin olmak isterler. +Maamafih din ve ehl-i sünnet mezhebi aleyhinde bazı fırkalar +da zuhur etmeye başlamıştır. Ez-cümle bir mu’tezili mezhebi +meydan almaktadır. Mesela ekabir-i ulemadan Seyyid +Ahmed Han Kur’an üzerine bir tefsir yaparak Din-i İslam’da +mu’cize ve havarik-ı adat gibi şeyler olmadığını söylüyorlar. +Sonra Seyyid Çerağ Ali de taaddüd-i zevcatın esaretin +talakın adem-i cevazına kail oluyor. Hukūk-ı düvel kavaidinden +haric olan esareti tecviz etmediği gibi “Bir kocanın +karısını boşaması ile de talak caiz olmaz.” diyor. “Talakın +sahih olması için kadın ve erkek hükumete celbolunmalı +eğer müfti sebeb-i ıtlakına dair erkeğin serdedeceği edilleyi +eder. Eğer sebeb-i kafi görülmezse; “Boş ol!” demesiyle boş +olamaz!” diye ictihad ediyor ve; “talak-ı bayinin kat’iyyen +memnu’ olduğu”na hükmediyor. +Yine ulemadan Seyyid Emir Ali de taaddüd-i zevcatın +ayn-ı zina olduğuna hükmederek Cenab-ı Peygamber’i +misal getirenleri şu suretle reddediyor: “Hazret-i Peygamber’in +Ezvac-ı Mutahheratı nikaha aid olan kavanin-i Kur’an +ler.” diyor. Bu söylediğim ulemalar ulum-ı diniyye ve usul-i +fıkıh mütehassıslarıdır. +bileceği melhuz mudur ahalinin bu fikre karşı temayülleri +nasıldır? +– Şimdiki halde tarafdarları yok değil. Bu mezhebin de +tervicine çalışanlar vardır. Fakat bittabi gayet azdır. Maahaza +gitgide çoğalmaları melhuzdur. Çünkü her yeni fikrin +sahibi bidayeten az olduğu halde sonra sonra çoğalıp gidiyor. +– Efendim; tekrar teşekkür ederim memnun oldum! diyerek +adreslerini alıp ellerini sıkarak ayrıldım. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-İ İSLAMİYYESİ MÜDIRİYETİNE +Beyefendi! +Alem-i İslam’ın hadim-i hakīkīsi olan muhterem Sebilürreşad +’a pek naçizane bir hizmet ifa etmek istedim: Bura +postasına teslimen iki mecidiye takdim ettim. Bu para ile altı +aylık abone kaydederek en ziyade muhtac-ı tenvir bir yere +muhterem risalenizi irsal buyurmanızı istirham ederim. Bu +mahallin intihabını zat-ı alinize bıraktım. Herhalde umumi +olarak intihab edilecek mahallin İslam’ın hayatıyla istikbaliyle +en ziyade alakadar olan zavallı Anadolumuz’da olması +fikrindeyim. O mübarek fakat muzlim cüz’-i vatanda nur-ı +savvur edemem. +’den numaraya kadar nüshalarınız mevcuttur. Lakin +larını görmek mümkün olmuyor. Bunu söylemekten maksadım +üç senedir ettiğim istifadeye mukabil kalbimde birikip +kalmış olan bi-payan teşekküratımı şu vesile ile zat-ı alilerine +arzetmektir. +Son bir ricam daha vardır ki o da ilerde Sebilürreşad ’ın +terakkīsi uğrunda yapılacak teşebbüse iştirak için müracaat +edilecek kari’ler arasında bu acizi de unutmamanızı arzetmektir. +Kıymetdar vaktinizin birkaç dakīkasını işgal ettiğim +nereye göndermekte olduğunuzu risalenizle bildirmek lutfunda +bulunursanız pek minnetdar olurum efendim. +Mitroviçe: *** +* * * +daraneleri cidden şayan-ı takdirdir. Teveccüh-i alinize teşekkürler +ederiz. Arzu-yı alileri vechile Anadolu’da Ma’muretü’l-aziz +vilayeti dahilinde Malatya Sancağı’nda Akçadağ +kazası müftüsü efendi vasıtasıyla kaza-yı mezkur talebe-i +ulumu ile mütalaayı arzu eden sair zevat namına nüsha +kaydolunup irsalata başlanmıştır. +Beyrut İdhalat Gümrük Müdüriyeti muayene me’murlarından +Bekir Sami Bey’den aldığımız bir mektupta da münasip +bir mahalle altı ay gönderilmek üzere otuz beş guruş +gönderildiği bildiriliyor. Bu abone de numaradan i’tibaren +Bağdad A’zamiye nahiyesi merkezinde İmam-ı A’zam +caddesinde kain Terbiye-i İslam Mektebi’ne kaydolunarak +cüh-i alilerine beyan-ı takdir ile arz-ı teşekkür olunur. +DARÜLCİHAD’DA AFGANLILAR +Afganistan’ın Kabil şehrinde intişar eden Siracü’l-Ahbar +ceridesinin Mısır muhabiri Gulam Nakşibend Han-ı Kehhal-ı +Afgani mezkur gazeteye yazdığı bir mektupta şu fıkrayı +dercediyor: +“Mısır Şam Bağdad Anadolu ve İstanbul’da sakin olup +da padişah-ı muhteremlerinin Trablus ve Bingazi mücahidlerine +muavenet-i nakdiyyede bulunulması hakkındaki iradesinden +Siracü’l-Ahbar vasıtasıyla haberdar olan Afganlılar +hemşehrilerimiz vatanda mallarıyla mücahidine yardım +ettikleri halde; “Biz neye bedenen ifa-yı muavenet etmeyelim?” +diyerek beşer beşer onar onar Mısır tarikıyla meydan-ı +harbe azimet eylediler. Bunlardan yüz elli kadar kimse ile +görüştüm. Hatta İngiliz centilmeni kıyafetinde bir genç ile +mülakī oldum ki Avrupa serpuşu altındaki çehresinde nur-ı +olup beray-ı tahsil Londra’ya gitmiş ve ikmal-i tahsil ile +Mısır’a gelmiş. Epeyce mikdara baliğ olan nakdiyle eşyasını +mu’temed bir zata tevdi’ ile; “Selametle dönersem alırım. +Nail-i şehadet olursam bunları Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne +veriniz!” dedikten sonra saha-i cihada müteveccihen azimet +etti.” +HİNDİSTAN’DA İTTİHAD-I İSLAM +Times gazetesinde neşredilen “ Hindistan’da İttihad-ı İslam +” ünvanlı makalede mücmelen deniliyor ki: +“Birçok zamanlar gah ittihad-ı İslam’ın mehaliki istihfaf +edilmekle ve gah hareket-i mezkurenin ehemmiyeti fevkalade +muhtelife tevali ettiği sırada ve hususiyle birtakım vekayi’-i +ahirenin te’siriyle fikr-i mezkur na-mesbuk derecede kuvvet +menba’ı Avrupa’da ve bilhassa Osmanlıların Mısırlıların +Arabların ve Acemlerin ziyade mikdarda müctemi’ bulundukları +Paris’tedir. Ta’limat mu’temed adamlar vasıtasıyla +mezkur merkezden irsal edilmekte memalik-i İslamiyyede +tarafdar cem’ olunmaktadır. Sultan Abdülhamid ve Mehmed +Ali Şah’ın hal’lerinden sonra [ ] Afgan emiri kendisini +Alem-i İslam’ın reisi ve mücahidi addetmeye başlamıştır +ki iddiası min-cihetin haklıdır. Zira gerek İstanbul’da hükümran +olan sultan ve gerek Tahran tahtını işgal eden çocuk +fırak-ı siyasiyyenin Fas sultanı ile Mısır hidivi de Fransız ve +deri Nasrullah Han ve Kamil Mollalar müşarun-ileyhi salifü’z-zikr +tarika sevketmektedirler. Bir müddetten beri Afganistan’da +ve hususıyle hıdemat-ı askeriyyede bir hayli Türk +niyye beyninde münasebat tekessür eylemektedir. Emir-i +Mekke de Medine’de ve Şark-ı Karib’in bir nevi’ merkezi +olan Bağdad’da vekiller ikame etmekte ve şu’be merkezi +olan Kerbela ve Necef ile de münasebatta bulunmaktadır. +Bu teşebbüsat ve Avrupa’dan gelen cereyan ittihad-ı İslam +hissiyatını teşdid eylemektedir. Avrupa düvel-i hıristiyaniyyesinin +mevcud kalan bir iki İslam devletini de muzmahil +ederek memalik-i mezkureyi dahi zabt eylemek üzere akd-i +vifak eylediklerine Fas Trablusgarb ve İran ahvaliyle istidlal +edilmekte ve buna Hindistan ahali-i mutiası da i’tikad etmektedir. +Alem-i İslam’ın asabiyetini tahrik için bunlardan +daha mukni’ delail serdi müşkildir. Ve bu sevaikla ittihad-ı +Hindistan müslümanları memalik-i baidede cereyan eden +vukūatı kemal-i dikkatle ta’kīb etmektedirler. Fas ahvali ve +hususıyle Trablus vekayii ’de Osmanlı–Yunan Muharebesi’nde +olduğu gibi Makam-ı Hilafet’in muharib bulunması +hasebiyle te’sirat-ı fevkalade husule getirmektedir. Senusilerin +muharebeye iştiraki hasebiyle birçokları Afrika’dan +Mehdi’nin zuhuruna ve dünyayı istila eylemesine intizar +eylemektedir. Propagandanın en mühim vesilelerinden biri +de hacdır. İran umurunda Rusya’ya mümaşatımız ve Ruslar +tarafından Meşhed’in topa tutulması Hindistan müslümanları +beyninde pek fena te’sir icra etmiştir. Hindistan ceraid-i +bahsetmekte ve bazı Hind gazeteleri de Hind müslümanlarının +hükumet tarafından terkedildiğinden bahsederek heyecanı +tezyid eylemektedirler. +Kelirga Acmir ve Şir-i hind ziyaretgahlarında Afganistan’dan +Hicaz’dan Bağdad’dan ve İstanbul’dan gelen veya +gönderilen zairler şiddetli propaganda yapmaktadırlar. Hind +müslüman gazeteleri Afgan emirinden kemal-i hürmet ve +sitayişle bahsediyorlar ve saray halkı ile müsteşarları cihad +tarafdarı görünüyorlar ki eğer bir gün emir şevk ve gayretini +yenemeyip bu cereyana kapılırsa neticenin ne olacağı +bilinemez.” +Times gazetesi bu makaleden bahsederek diyor ki: +“Bendin muharriri Hindistan’da ve memalik-i Şarkıyyede +derin ve gizli siyasi ve dini cereyanlara vakıf tecrübe-dide +bir zattır. Muhakematın suret-i umumiyyede musib olduğuna +kailiz. Zannımıza göre yeni Panislamizm eskisinden +farklıdır. Eskiden hareket-i mezkurenin merkezi İstanbul ve +müşevvikı sabık Sultan Abdülhamid idi. Halbuki ittihad-ı +haddüs etmiştir. Ve şübhesiz daha vasi’ olup; “düvel-i Nasraniyye +tarafından Alem-i İslam’ın son hatt-ı müdafaası olan +münbais infial” ta’rifiyle tavsif olunabilir. Temayülatı bizzarure +siyasi olmakla beraber esası dinidir. Hilal ve Salib +beynindeki muhalefetin temadisi gibi görünmektedir. Bugün +Hind müslümanları çar-aktar-ı cihandaki din kardeşlerinin +vel Osmanlı–Yunan Muharebesi münasebetiyle olduğu gibi +artık ihmal edemeyiz. Zira Habibullah Han zeki ve liyakatli +edecek evsafa da malik değildir. Fiilden ziyade kavle müstaid +görünmektedir. Hindistan müslümanlarının İran ahvaline +diğine muktedir oldukları doğrudur. Ve bu zannı reddetmek +müşkildir. Bir fikir Şark’ta intişar ederse hiçbir hüccetle reddolunamaz. +Muhbirimizin siyaset-i hariciyyemizde bazı tebeddülat +ne de iştirak edemeyiz. Henüz mübhem ve gayr-i muayyen +bir tehlikeden ictinab için Rusya’dan ayrılarak beynelmilel +münasebat-ı siyasiyyemizi alt üst etmek doğru olamaz.” +* * * +Harbiye Nezaret-i Celilesi’nden Osmanlı +Ajansı’na tebliğ olunmuştur: Şehr-i halin onyedinci günü +sabahı Mısrata kasabası ile iskelesi olan Kasr-ı Ahmed-Mısrata +arasındaki yol üzerinde mücahidin tarafından kurulan +pusuya düşmanın bir tabur kuvveti ile büyük bir otomobili +tesadüf ederek öğleye kadar vukū’ bulan muharebede düşmanın +tedilmiştir. +Trablus’dan Débats gazetesine +vahimdir. General Trombi’nin yerine kumandanlığa geçen +General Rizzoli kuvve-i Osmaniyyenin hatt-ı muhasarasını +kat’ için bir huruc hareketi icra eylemek niyetindedir. +Çünkü Osmanlı gülleleri şehre kadar vasıl olmaktadır. Derne’ye +kuvvetli mikdarda imdad gönderilmektedir. General +Selce Derne topçularının kumandasını deruhde için Trablus’dan +şehr-i mezkura hareket eylemiştir. Bundan başka +ahiran Derne’ye bir alay piyade iki tabur Alp askeri ve altı +batarya top gönderilmiştir. +Leryoz’da iki İtalyan neferinin +Trablusgarb’a sevkolunmak emrini alınca intihar ettikleri +ve Kalimnoz’da da iki İtalyan zabitinin isyan eyledikleri mahallerinden +haber veriliyor. +Hindistan gazetelerinde +okunduğuna göre Bombay valisi Sir George Clark ahiran +Puta şehrinde vukū’ bulan İslam Maarif Konferansı’nda +Fakat İslamların mukadderatı İngiltere’yi dahi ne derece alakadar +ettiğini daima idrak ettiğinizi zannetmem. Biz İngilizler +Türkiye’nin tamami-i mülkisini müdafaaten pek çok kan +döktük ve para sarfettik ve bilahare de Türkiye’nin bir buhranlı +zamanında tekrar yardım eyledik. Unutmayınız ki şu +menhus ve lüzumsuz Trablus Muharebesi’nin neticesi Türkiye +ehemmiyettir. Daima hatıra getiriniz ki İngiliz diplomasisi ve +mülkiyyesi çoktan nihayet bulmuş olur idi. Bugün İran’ın terakkī +ve tealisine ve müdahale-i ecnebiyyeden masuniyetine +emel ve arzularımız da sizinkinin aynıdır. Halbuki biz sizin +tamamen idrak etmediğiniz bir takım müşkilat karşısında +bulunuyoruz. Binaenaleyh icabat-ı asriyyenin bize tahmil +ettiği vazifeleri imkan dairesinde hüsn-i ifa edeceğimizden +emin ve mutmain olabilirsiniz.” +Tercümesi +“Ey adem oğulları her namaz yeri için temiz libasınızı +giyiniz; bir de yiyiniz içiniz yalnız israf etmeyiniz; iyi biliniz +ki Allah müsrifleri sevmez.” +* * * +A’raf Suresi’ne mensub olan bu ayet-i kerimenin nüzulüne +sebep olmak üzere diyorlar ki: “Bazıları Beytullah’ı çıplak +tavaf ederler; sonra ‘Günaha girerken üzerimizde bulunan +libas ile Allah’ın huzuruna çıkamayız’ diye sırtlarındaki esvabı +Mescid’in dışına bırakırlardı. Beni Amir Kabilesi de hac +günlerinde ağızlarına yağlı yemek koymaz hemen ölmeyecek +kadar bir şey yerlerdi. Müslümanlar onları taklid etmek +Allah’ın kitabına Peygamberimizin sünnetine Müslümanlığı +doğrudan doğruya aleyhissalatü vesselam Efendimiz’den +alan Ashab’ın siretine elhasıl Sahabeyi kendilerine +nümune ittihaz eden selef-i salihin maişetine bakacak... Lakin +ki: Dinimiz ifratın tefritin her nev’inden her şeklinden asudedir; +bütün ahkamında bütün evamirinde kemal-i i’tidalden +başka bir esas gözetmemiştir. +Hakīkat müslümanların erkekleri için şıklık namına çeyiz +katırı gibi donanmak yahud seyyar bir tuhafiye camekanı +kılığına girmek ne kadar gülünç ise; din namına zühd +namına da eski püskü paçavralar içine gömülerek hem +müslümanları hem Müslümanlığı terzil etmek o kadar sefil +bir harekettir. +Hazret-i Ömer’in Ashab arasındaki mevkiini hepimiz biliriz. +Aleyhissalatü vesselam Efendimiz’den sonra peygamber +gelmesine imkan olsaydı Ömer gelecekti. İşte bu sahabi-i +muazzam günün birinde Medine’yi dolaşırken sokağın kenarına +çekilmiş bir adam gördü ki sırtına bil-iltizam gayet +müstekreh bir paçavra yığını geçirmiş; zelil bir vaziyet ile +boynunu yan tarafına eğmiş; masivayı görmekten müteezzi +olacak gibi gözlerini de kapamış duruyor! Halife bunu görür +görmez: “Böyle miskin tavırlarla +dinimizi öldürme hey Allah’ın kahrına uğrayası!” diyerek +elindeki kırbacı herifin omuzuna indirdi. +Zaten aleyhissalatü vesselam Efendimiz de kudreti varken +libasına i’tina etmeyen bir sahabiye “Cenab-ı Hak +sana verdiği ni’metin asarını senin sırtında görmekten hoşlanır” +buyurmuştu. +Vakıa ayet-i kerimede “mescid” kaydı vardır ki bundan +mescid haricinde libasa i’tina edilmeyecek gibi bir ma’na çıkabilir. +Ancak alt taraftaki +ayeti işin +öyle olmadığını sarahaten gösteriyor. +ce dünyada bu kadar sıhhi bir kanun olamaz. Bu +ayet-i kerime ile +Hadis-i Şerifi tıbbın hülasasıdır. Nitekim Harunü’r-Reşid +zamanında yetişen gayr-ı müslim bir tabib “Müslümanlık +Calinus’a bir iş bırakmamış!” demiştir. +Tercüme-i Meal-i Münifi +“Ey Nebiyy-i Ecmel! Ümid-i nüzul-i vahyimizle sık sık +mübarek yüzünü semt-i semaya bargah-ı icabetimize çeSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +virmekte olduğunu –şüphesizdir ki– görüyor ve arzu-yı +vatan-perveraneni biliyoruz. Duan nezd-i uluhiyyetimizde +müstecabdır. Şan-ı azamet ü kibriyamıza kasem ederiz ki +seni müştak ve mütehassir olduğun kıble-i İbrahim’e Beyt-i +Mutahhar ve Muattarımıza çevireceğiz. Müsterih ol! Haydi +güneş-i cemalini Mescid-i Haram cihetine çevir!” +* * * +Sultan-ı İklim-i Nübüvvet ve Hatem-i Bab-ı Risalet +a +ley +hissalatü vesselam Efendimiz hazretleri kable’l-hicre +“kurret-i ayn”ları olan fariza-i mukaddese-i salatı Kudüs-i +Şerif’de Mescid-i Aksa’ya müteveccihen edaya me’mur +mağbut-ı bilad ü emsar buyurduktan sonra da on altı ay +kadar Sahratullah’a doğru namaz kıldılar. Bu teveccüh süfeha-i +Yehud için bais-i gurur ve iftihar oluyordu. Diyorlardı +ki: “İşte nübüvvet da’vasında bulunan zat sav bizim kıblemize +doğru namaz kılıyor ve dinimizin rüchan-ı faziletini +fi’len tasdik etmiş oluyor.” Bu haksız iddia bittabi’ kalb-i +hümayun-ı risalet-penahiyi rencide etmekten hali değildi. +Zaten hubb-ı vatanla Batha’ya ve hususiyle Ka’betullahi’l-ulya’ya +müncezib olan o kalb-i rahmet-penah kıblenin +tahvili temenniyatıyle damia vahy-i Hakk’a muntazır bulunuyordu. +O güneş-cemal sık sık semt-i semaya tekallüb +ediyor Eminü’l-vahy’in müjde-i icabetle nüzulünü bekliyordu. +Nihayet Hazret-i Cibril bu ayet-i celile-i icabeti hamilen +nazil ve kemal-i beşaşetle huzur-ı akdese dahil oldu. +Kadi Beydavi merhum diyor ki: “Ayet-i celile aleyhissalatü +vesselam Efendimiz Hazretleri Beni-Seleme Mescidi’nde +cemaatle namaz kılarken şeref-bahşa-yı nüzul oldu. Namaz +kadın safları becayiş-i mevki’ etti.” Hasılı: Tahavvül-i kıble +bir hadise-i fevkalade suretinde vukū’ buldu. Hatta –İmam +Buhari hazretlerinin Kur’an -ı Sani olan Sahih i’nde mazbut +olduğu vechile– o salatü’l-kıbleteynde hazır bulunmuş olan +sahabe-i güzinden Abbad bin Bişr hazretleri ertesi sabah +vakti Mescid-i Kuba’ya uğradı. Bu hadise-i tahavvülden +haberi olmayan Kuba ahalisinin kıble-i mensuhaya doğru +namaz kılmakta olduklarını görünce yüksek sesle keyfiyeti +düler. +mefharetiyle müşar bil-benan olan o mukaddes secdegah +Beni-Seleme Kabilesi’nin mescidi idi. +Efendimiz Hazretleri’nin hubbü’l-vatan tecelliyat-ı kudsiyyesinden +bir safha-i lahuti! Bütün müfessirlerin “hasret ü iştiyak” +nazm-ı celili +vatan muhabbetinde lahutiyetin nasutiyete ne kadar mültefit +olduğuna bu mahbubiyetle nasutiyetin fahr u mübahata +ne derece iktisab-ı hak ettiğine parlak bir delildir. +Veliyyü’n-ni’met-i Cihan-ı İnsaniyyet ve İslamiyyet aleyhi’s-salatü +ve’s-selam Efendimiz Hazretleri’nin lutfen meşmul-i +nazar-ı muhabbetleri olan Ka’be-i Ulya ve keza Ravza-i +Mutahhara ve Muattaraları bizim için nedir? Biri iman +kadar muazzez diğeri Kur’an kadar mukaddes! Vatan-ı İslam’ın +hakīkatte şehenşahı o! Millet-i hanifin efendisi veliyyü’n-ni’met-i +yeganesi o! Vatan-ı İslam Haremeyn-i Muhteremeyn’in +sur-i şevket ü iclali! Binlerle mesacid-i ilahiyyenin +binlerle cevami’-i şerifenin mihrabları nereye müteveccih? +Müslüman isek vatanımızı dinimiz imanımız kadar sevelim! +Ka’betü’l-ulya’nın Ravza-i Mutahhara-i Resul-i Kibriya’nın +sur-i şevket ü iclalini muhafaza uğrunda bir can bir vücud +olduğumuz halde bila-tereddüd feda-yı can ve mal edelim! +Zira o sur çiğnenirse!... +TEALLÜM-İ NEBI İDDİASINA REDDİYE +MÜNASEBETİYLE +Siyasiyat ve ahlaktan misal ityanına ihtiyac görülmez +eden tefsir-i şerifi okumak kifayet eder– yine bir misal irad +edelim: +Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz +Hazretleri bir hadis-i şerifinde; +buyurmuştur. Siz nasıl olursanız öylece tevelli ve idare olunursunuz. +Yani size göre hükumet me’murları valiler idare +me’murları bulunur. Onlar sizin başınıza geçer sizi idare +ederler. Kusuru hep kendinizde arayınız… Siyasiyatta ne +mühim bir düstur-ı hikmet olan şu hadis-i şerifin garibdir +ki birçoklarımızın nazarında büyüklüğü tecelli etmez +Avrupa hukemasından biri böyle bir söz söylerse ha işte +o zaman o söz hikmet-i mahza olur hürmetle telakkī edilir. +Mesela bu hadis-i şerif ile Montesquieu’nün; “Her kavim +layık olduğu hükumeti bulur.” sözü arasında ne fark vardır? +Montesquieu Montesquieu olduğu için sözü her mecliste alkışlarla +dinlenir onunla işhad olunur. Ama mealde bir belki +ondan daha iyi bir ma’nayı müfid olan bir ayet veya hadis +kale bile alınmaz. Bu gibi hallerimize ne kadar teessüf etsek +yeri vardır!.. +* * * +Binbir Hadis-i Şerif sahibi Mehmed Arif Bey merhumun +bu gibi hallerimize ait gayet hakimane olan hasb-i halini +mes’eleye tealluku olduğundan faideyi mucib olacağı mütalaasıyle +aynen dercetmeyi münasib gördüm: +“Yirmi otuz seneden beri Osmanlı erbab-ı kaleminin +ekserisi ümmetin lisan-ı ecnebi bilmeyen kısmına Voltaire +Friedrich Jean Jacques Rousseau Montesquieu ve saire +gibi bir çok meşahirin bazı asarını tercüme ile bildirdiler. İhvanımızın +niyetleri kavmimizi tenvir ve daire-i ma’lumatını +tevsi’ esasına müstenid olup hikmeti her nerede görür isek +almak vazife-i diniyye ve medeniyyemiz iktizasından bulunduğu +cihetle onların o babdaki mesaisini hayır ile yad ederiz. +Lutfettiler himmet ettiler birçok meşahir-i hukema ve +ulemanın sözleri ve meslekleri ile beynimizde de iştiharına +sebep oldular. Elbette herşeyin ilmi cehlinden evladır. Kesserallahu +hayrahum. +Lakin onların asarını okuyanların içinde dinimizin vasıta-i +tebliği ve iman ve İslam’ımızın ma-bihi’l-beyanı olan +lugat-i Arabiyye’yi bilmeyenlerden bazıları dünyada her +türlü maani-i hikemiyye ve mezaya-yı münevvireye Garb +hukema ve felasifesinin sudurunu masdar bilerek her fazlı +her ulviyeti onlara tahsis etmeye kadar çıkıştıkları ca-be-ca +nazar-ı teessüfle görülmeye başladı. +Ümmet-i İslamiyye efradından bir akılin bir zeki gencin +nazar-ı basireti bu türlü bir galat-ı rü’yetle ma’lul olursa onun +saha-i i’tikad ve efkarında nasıl münasebetsiz ve müz’ic +şükuk ve tereddüd ve su-i zan dikenleri beslenip kendisini +rahatsız edeceğini başından geçenler pekala bileceklerinden +bu babda ziyade söz yazmaya lüzum yoktur. +Hatta Ahmed Mehmed isimlerinde adamlar biliriz ki ehadis-i +seniyye-i Seyyidü’l-beşer’den kat’u’n-nazar; “Cenab-ı +Murtaza kerramallahu vechehu şu cümle-i vecize-i hikemiy +ye ile şu ma’nada natıka-zib-i kemal olmuşlar.” Yahud; +“Mu +hakkıkīn-i eslaftan Fahr-ı Razi şöyle demiş İmam +Gazali şu yolda ma’kūl bir düstur dermiyan eylemiş” diye +onlara mukabil Arapça söylenilmiş bazı cümel-i müntahabe +dermiyan olunsa yahud mealleri tercüme edilse madem +ki kelamın aslı bir müslime isnad olunuyor her neden ise +müh +mel ve ma’nasız addolunarak artık o sözün o makūlelerin +sem’-i kabulünde yeri dikkat ve ibrete değeri kalmaz. +Haksız bir su-i zan! +Ancak Friedrich ile emsalinin bir cümle-i hikemiyyesi +veya Montesquieu’nün idareye hukūka müteallik bir düsturu +bunun hilafınadır. Onlar ecille-i mücerribinden ve eazım-ı +muhakkıkīnden addolundukları için sözleri fenni bir düstur +kuvvetinde telakkī olunur. +Fakīr mukaddime-i ma’ruza ile vücudundan şikayet etmek +olduğunu zannediyorum: Onun birisi ikbal ve idbar gibi +akvama arız olan ilel-i vaktiyye ve zamaniyyeden nevbet-i +bazı saf-nihad ashab-ı gulüvv ü ifratın muhakkıkīn-i İslamiyye +miyanına sokularak bila-muhakeme bilmeyerek söze ve +kitap te’lifine karışmasıdır. Bu ikinci surete göre nakıd basir +olursa temyiz-i hal kabildir. +Şeamet-i idbara tutulmuş olanların kavli serapa hikmeti +de mutazammın olsa manzur-ı nazar-ı iltifat olamaz. +Lakin kuvvet ve ikbal ashabına müstenid birinin tasavvuratı +biraz akla mülayim ve mantıka muvafık bulunsa derhal +lüzumundan ziyade alkışlarla kabul ve tasdik olunmak +ve değerinden çok fazla kıymet verilip mahfil mahfil gezdirilerek +o kavinin ulüvv-i kadri bir kat daha teşhir edilmek +tabiat-i beşeriyyenin mecbul olduğu acaib-i etvar cümlesindendir. +Müdekkıkīn-i ulema-yı İslamiyyeden bir fazıla mensub +bir düstur-ı hikmetin bir ecnebi hakime nisbet edildiği ve +meali ayat-ı Kur’an iyye ve ehadis-i nebeviyyede mevcud +veya onlardan muktebes nice cümel-i hikemiyyeye göz yumulup +Voltaire’in ve emsalinin sözlerine yine müslümanlar +mehafilinde istişhad edilmek istenildiği kiraren görülmüş +şeylerdendir. +Ez-cümle Montesquieu’nün Ruhu’l-Kavanin ismindeki +kitabında; “Her kavim layık olduğu hükumeti bulur” mealinde +söylemiş olduğu bir söz guya dünyada emsaline destres +olunması gayr-i kabil bir düstur-ı mühim addolunarak Avrupalılardan +kat’-ı nazar ma’raz-ı tahsin ve istişhadda müslümanlarımız +cümle-i usuliyyenin daha bin kat fevkinde parlak ve ma’nidar +bir ta’bir ile irad buyurulan; +yani; +“Bulunduğunuz hale göre tevelli ve idare olunursunuz.” hadis-i +şerifi kale bile alınmaz ve bu meale yakın olan; +yani; “Kavim nefislerini tağyir +etmeyince Allah onları tağyir etmez bozmaz.” ayet-i +kerimesi hiç bahse konulmaz. Böyle şeyler gayret-i diniyye +olmasa bile insanın ulüvv-i cenabına dokunur. +Mecbur-ı teallümü olduğumuz lisan-ı Arabi’yi bilmediğimizin +bu babda dahli münker değilse de daha ziyade Avrupa +usul-i terbiyyesini takliden perverişyab-ı vücud olan +gençlere ve hele bazı ihtiyarlara bilmem ne diyeceğiz? +Fakīr zannediyorum ki bu hallere sebep asr-ı ahir i’tikadatından +olmak üzere din ve dünya başka başka tanınmış +şeyler olmak hasebiyle müslümanlarca ulema-yı dinden addolunan +zevata müstenid asar mehafil ve müsameratımızda +yad olunması Garb adatına ittibaen ayıp ve soğuk düşeceği +fikrine zahib olunmaktan neş’et ediyor ise de hakīkat-i hal +düşünülünce Avrupalılarca işin öyle olması lazım gelirse de +o lüzum bizce gayr-i musaddaktır. +Çünkü garblılarca dine ve dinin ulemasına müteallik +asarın ekseriya mantıkla münasebeti olmadığından onların +mevki’-i revacı kiliselerdir. Bizim ise Resul-i Ekrem ve +Nebiyy-i Muhterem sallallahu te’ala aleyhi ve sellem Efendimiz’in +Şeriat-i Garra-yı Ahmediyyeleri’nde ukūl-i münevvere +ashabına karşı saklı gizli bir şeyimiz olmamak cihetiyle +küre-i arzın her noktası bize göre ibadethanedir. Biz din ve +dünyayı tefrik etmeyiz. Bizde din ve millet ikisi bir şeydir. +Bizde milliyet din ile kaimdir din olmazsa milliyet de olmaz. +sümüzü gere gere kemal-i iftihar ile her yerde istişhaden yad +etmekten korkmayız. +Bir de azizim şurayı şöyle bilmeliyiz ki; Şark Şark’tır +Garb Garb’tır. Şark Garb olmaz. Garb’ın usul ve adatı +Şark’a gelmez. Biz onların her usul-i medeniyyetini ihtiyar +edersek mevani’-i tabiiyyemiz cihetiyle külliyyen onlara +münkalib olamayacağız ve olursak bile bombozuk bir suret +kesbedeceğimiz derkardır. +Farz-ı muhal olarak onlar olacağımızı tahayyül etsek bizim +yerimizi kim tutacak? Şu alemde ihraz ettiğimiz bir mevki’-i +siyasi ve medeniyi niçin gaib edelim? Onlar adam ise +biz neyiz? Biz biz olalım onlar onlar olsunlar. Biz bizliğimiz +dairesinde kesb-i kemal ve iktidar edelim. +Ne hacet her mıntıka-i arzın nebat ve hayvanı kendine +göredir. Her birinin tarz-ı perveriş ve nümüvvü başkadır. +Birisindeki diğerine uymaz. Zor ile uydurulanlar da ehl-i +zevk ve vicdan indinde tatsız tuzsuz kekremsi bir şey olur. +Hiç kanun-ı hilkatin ahenk-i tabiisinden taklid ile kurtulmak +mümkün müdür? +Şu kadar ki zamana göre onların afat-ı semaviyye ve +arzıyyeden tarz-ı tahaffuzisi ve baka-yı mevcudiyyetlerinin +u +sul-i müdafaa ve idamesi ne ise yalnız onun bizim mede +niyetimize muvafık olan yerlerini alarak şekl-i mahsus ve +kadimimizi muhafaza edelim. +“Hümü’r-rical nahnu’r-rical” diyenler Şark’ın dühat-ı u +le +ması değil midir? Her ne ise; gerek tali’imizin düşkünlüğünden +gerek nasıl bir ma’den-i keramete malik olduğumuzu +bilmediğimizden neden olursa olsun bugünkü gün meydanda +olan tekasirimizin ikmali çaresini arayıp bakıyye-i +mevcudu muhafaza etmek bilumum ihvanımızın ulüv +v-i +him +metine terettüb eden vezaifin a’zamındandır. +Dünyada Müslümanlık şerefini ihraz edenler etmeyenler +bir nazar-ı fikret ile meşgūl-i tetebbu’ olurlarsa +nass-ı Kur’an isinin ledünniyat-ı şamilesinden +feyz-yab-ı kemal olarak müslümanların min-haysü’t-tevarüs +nasıl bir cevher-i giran-kadre malik olduklarını anlarlar. +Lafz-ı celil-i İslam dahil-i daire-i tevhid olanlara alem olmuş +cede +hadis-i şerifinin +mutazammın olduğu maani-i celileyi ma-dame’l-hayat rehber-i +harekat eylemektir. Sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz +hazretleri şu ayet-i celilede mezkur olan lafz-ı ali-i “İslam”ı +bu suretle tefsir buyurmuş oluyorlar. +Bir de +hadis-i alisinden o +ayet-i celilenin maani-i kudsiyyesini istifsar eder isek tahtından +emr-i muamelat ve diyanatta bütün nev’-i beşerin daire-i +müfekkiresini tenvire kafi bir nur-ı hikmetin lemean ettiğini +görürüz. Hayru’l-halaik Efendimiz’in bu hadis-i samisi +hukūk-ı ibad ve salah-ı saadet-i hal-i biladı zir-i cenah-ı +himayet ü inayetine alan ve beyne’l-beşer bir uhuvvet-i +umumiyye te’sisi esasına müstenid bulunan Şer’-i Şerif-i +Mustafavi’nin kavaid-i asliyyesinden biri olmuştur. +Keza; +düstur-ı muhtasarının sadeliği +ki hüsn-i isti’mali halinde bütün beni-beşerin zahir ve batınını +saadet emniyet ve ticaret rayihasıyla mal-a-mal eder. +Derya derya maaniyi kitap kitap hakayikı şu veciz cümlelere +derc ile nur-paş-ı mesami’-i ashab u ahbab olan o +Nebiyy-i Ümmi Efendimiz zamire-i beşerde müstekin hu +susiyye-i teftişin gayeti veya göreneğe ittibaın neticesi bulunan +hubb-ı hurafat meyl-i tavağīyt gibi beni-nev’imizin +rehzen-i ictima’ ve saadeti olan şeyler aleyhine enbiya-yı salifenin +a’sar-ı muhtelifede vahy-aver oldukları suhuf-ı hakayıkı +ye edecek esbabın cümlesini hazırlayıvermiştir. +* * * +Kur’an-ı Kerim ’de bin ayet-i celile ahbar ve kasasa yani +tarihe aittir bin ayet de emsal ve iberden bahistir. Ehadis-i +nebeviyye ise bunlardan başkadır. +Cenab-ı Peygamber’in ihbar buyurduğu ulum yalnız +bunlara mı aittir? O kadar çok ki ta’rif ve beyan mümkün +değil: İttihad ve ittifak emanet ve emniyet nikah ve talak +servet ve ticaret tedbir ve terakkī cihad ve muharebe hak +ve hukūk hilm ve teenni seyahat tıb ve sıhhat ilim ve +ulema ahd ü vefa iyade-i maraz katl ü kısas muavenet ve +meşveret muharremat ve menhiyyat vakıf ve vasiyet ilh. +gibi her biri baka-yı cem’iyyet dünyevi-uhrevi saadet emr-i +ehemminde bir düstur-ı hikmet olan binlerce ayat-ı celile ve +ehadis-i şerife mevcuttur. Artık bunların insanlardan ta’lim +ve teallüm neticesi olması imkan haricidir. Mutlaka harikulade +ve ma-fevka’t-tabia bir hale ihtiyac derkardır ki o da +Hakk Sübhanehu ve Teala Hazretleri’nin avn ü inayetidir; +başka çare yoktur. +MEKTEB PROGRAMLARININ TANZIMİNDE +NAZAR-I İ’TİBARA ALINACAK ESASLAR +Vatanın mukadderat-ı müstakbelesini dest-i ihtimamlarına +tevdi’ edeceğimiz gençlerin ta’lim ve terbiyelerini bir +esas-ı kavime istinad ettiremediğimiz takdirde sarfedilecek +emekler beyhude yere heder olur gider. +Yanlış gayelere esassız usullere tevfikan terbiye edilecek +nesil bir unsur-ı nafi’ olmaktan ziyade bir kitle-i muzırra +olabilir. +Memleketin bugünkü sefalet-i ictimaiyyesi tarz-ı terbiyemizin +mevludu olduğunu inkar etmek mümkün müdür? +Hayat-ı atiyeyi emin ve rasin esaslara istinad ettirebilmek +larının tanzim ve tertibi hususu olduğunda tereddüd edilemez. +Nesl-i atinin ta’lim ve terbiyesi için ilk evvel üç şey nazar-ı +kirdanın sinlerine göre tertib ve tanzimi +mütehassıs yapabilecek bir usulün vaz’ ve tatbiki. +Pedagojinin ruhunu teşkil eden şu üç mühim mes’elenin +halli program tanzimiyle neticelenir. Tedrisatın üssü’l-esası +programdır. Programlar muntazam ve muayyen bir gayeye +müteveccih olmazlar şakirdanın kudret-i dimağıyye ve +ol +şeklinde +kabiliyet-i idrakiyyeleriyle mütenasib bulunmazlarsa faide +yerine büyük büyük mazarratlar tevlid edebilirler. +Genç ve işlenmemiş dimağlar daire-i idrakleri haricinde +karma karış şeyleri tanzim ve ihata edemeyeceklerinden isti’dad +ve kudret-i zihniyyeleriyle mütenasib olamayan ağır +ve müt’ib bir yük altında mahvolmak tehlikesine ma’ruz kalırlar. +Mektep programlarının yeniden tanzimi veya ta’dil ve +bir keyfiyettir: +Mütenevvi’ fünunu aralarındaki münasebat gözetilmek +üzere tanzim etmek sonra her fennin mebahisini o fenne ve +o fenni tedris edeceğimiz şakirdana göre tertib etmek şüphe +yok ki vasi’ bir vukūfa medid bir tecrübeye mütevakkıftır. +Yalnız tek bir şakird için tertib edilecek ders cetvelinin bile ne +kadar müşkil bir iş olduğu düşünülürse muhtelif kabiliyette +bir sürü efraddan mürekkeb sınıflara muhtelif muhitlerde +yaşayacak şakirdlere tatbik edilmek üzere tanzim olunacak +programların ehemmiyet ve güçlüğü kendiliğinden tezahür +eder. Aynı bir sınıf şakirdanı arasında parlak zekada talib +bulunacağı gibi gabi çocuklar da mevcud olabilir. Program +zekilere nazaran tertib edilirse isti’dadı dun olan talebe istifadeden +mahrum bırakılmış olur. Gabi şakirdana göre tanzim +edilecek bir program ise müsteid efendilerin istifade ve ihtiyaçlarını +te’min edemeyeceğinden programların bil-mecburiye +vasat derecede zekaya malik olan talebeye göre tertip +edilmeleri zaruridir. Şu halde isti’dadı vasat derecede olan +şakirdana nazaran yapılacak programda hangi bahisleri +Mevadd-ı tedrisiyyeden lüzumlu olanları ne ile faidesiz +ve zaid bulunanları ne suretle temyiz ve tefrik olunacaktır? +Suret-i mutlakada; “Şu fen veya şu bahis lazımdır diğeri +zaiddir” demek tabii doğru olamaz. Bu hususun ta’yini “gaye”nin +ta’yinine vabestedir. Tek bir çocuğun meslek-i atisini +–isti’dadına göre– evvelden ta’yin ederek ders programını +ona göre tertib etmek bi’n-nisbe kolay bir iştir. Fakat kalabalık +bir sınıfın belki bir neslin atisini ta’yin cidden müşkil +bir mes’eledir. Birden bire bu işe girişmek pek büyük bir +cür’etkarlık olur. +Okutulacak şeylerden “lazım” veya daha doğrusu “faideli” +olanlarda mebahisin ta’yini ne kadar güç bir mes’ele +olduğunu pedagoji ile uğraşan zevat pek güzel takdir ederler. +Saha-i hayatta faide-bahş ve lazım olacak şeyleri kamilen +öğrenmek hiçbir ferde nasib olamaz. Çünkü bu imkan +haricindedir. Demek ki program tanzim olunurken lazımlı +olanları değil elzem bulunan mebahisi taharri etmek evvel +be-evvel programa bunları idhal etmek iktiza ediyor. +Yalnız faideli mebahisi ihtiva ederek elzem bulunanları +mühmel bırakan bir program ihtiyaca elverişli değildir. +Böyle bir programa tevfikan icra edilecek tedrisattan ümid +edilen netayic istihsal olunamaz. +Okutulacak fenlerin en ziyade lazım ve en çok faideli +olan aksamını ta’yin edebilmek keyfiyeti programların tertib +ve ta’dilinde birinci derecede badi-i müşkilat olan bir mes’ele-i +mühimmedir. +dilerinden tevellüd eder. Çünkü bir fenne dair her gün yeni +yeni ihtira’lar keşifler vukū’a geliyor ve bunlar mebahis-i +tedrisiyyeyi günden güne tezyid ediyorlar. Bu halin programa +daima ilavatta bulunmak evvelce yapılan tertibatı mütemadiyen +bozmak gibi müşkilata yol açacağı şüphesizdir. +Filhakīka fenlerin fevkalade bir sür’atle terakkī ve tevessüü +netayici olarak program tedrisat-ı esasiyye ile her gün +yığılan ma’lumat-ı hususiyye ve keşfiyat-ı cedide için adeta +bir saha-i cidal ve rekabet olmaktadır. +Mevadd-ı tedrisiyye gittikçe artarak evvelce çizilen hududu +tecavüz ettiğinden tedris için tahsis edilen zaman bunların +kaffesinin okutturulabilmesine müsaid olamıyor. Fennin +terakkıyat-ı ahiresine dair fazla ma’lumat verilmek istenilirse +talebenin zihinleri doluyor en ziyade lazım ve faideli +olan mebahisin tedrisine zaman kalmıyor. Mekteplerimizde +ta’kīb ve tatbik edilen tedrisat ve programları tedkīk etmek +zahmetine katlanacak zevat genç dimağların ne kadar müfrit +bir faaliyete ne derece ezici ve faidesiz meşağıle ma’ruz +bırakılmış olduklarını –yürekleri yanarak– tasdik ve i’tiraf +ederler. +Mevcud programların bazı yerleri faide te’min edemeyecek +kadar mücmel bazı yerleri ise bilakis lüzumsuz ve +müt’ib tafsilatla mali oldukları gibi faaliyet-i zihniyyeyi en +ziyade “hafıza”ya yükletecek bir tarzda tertib olunmuşlardır. +Bu hal programlar için en büyük bir kusurdur. Çünkü +şakirdan mektep sıralarında o derece ta’b ü meşakkatle öğrendikleri +mebahisi mektepten çıktıktan sonra kamilen unutmak +tehlikesine ma’ruz kalıyorlar. +az bir müddet geçtikten sonra mektep sıralarında didinerek +yıpranarak öğrendiği şeylerden dimağında sönük birer +geçiyor. Yazık değil mi? O kadar meşakkatler o derece sa’y +ü gayretler bu acı netice için mi ihtiyar olunuyordu?!.. +Mekteplerimizde şakirdana karma karış bir çok şeyler öğretiyor +ve bununla iftihar ediyoruz. Fakat unutuyoruz ki ilelebed +onların zihinlerinde caygir olacak prensipleri umumi +ma’rifetleri –maatteessüf– ihmal ediyoruz. Pek az faideli bir +netice için taze dimağları ifrat derecede yormak reva mıdır? +Mekatibde tatbik edilmekte olan programların hasıl ettikleri +netayicin bir blançosu yapılırsa o kadar zahmet ve +meşakkatle öğrenilen şeylerin mektepten hurucu müteakıb +unutuldukları cidalgah-ı maişette bunlardan hemen hemen +hiçbir istifade edilemediği hakīkat-i müessifesi meydana çıkar. +* * * +Hayat ve saadet-i milletle pek derinden alakadar olan +mektep programlarının tehzibi için behemehal ta’kīb edilecek +bir prensip bulunmalıdır. Bu prensip şu iki maddede +cem’ edilebilir: +ret-i ka’iyyede takdir ve ta’yin olunmalıdır. +göre– lazım olmayan veya az faideli bulunan şeyler programdan +tarh edilmelidir. +Bu sayede şakirdanın zihinlerini yoran ve bilahare unutulacakları +cihetle hiçbir faideleri olmayan bir yığın lüzumsuz +şeyler programlardan çıkarılmış olur. +Yeni bir keşif yeni bir ihtira’ ile her gün tevessü’ etmekte +olan fenler için de ber-vech-i ati usullerin tatbik edilmesi +muvafıktır: +Programa yeniden idhal olunacak şeylere mukabil eskiden +mevcud olanlardan lüzumsuz veya az faideli bulunanlar +sis edilmiş olan zamanın tezyidine ihtiyaç messetmez. +Lüzum ve faideleri müsavi görülen mebahise gelince: +Bunlardan umumi olanların ibka münferid ve hususi bulunanların +ta’yin edilmiş olan bir fenne yeniden yeniye keşif ve ihtira’ +edilmiş olan bazı mebahis-i hususiyye ilave edilmek istenilirse +evvela bunların –muayyen gayeye göre– hakīkaten faidedar +ve lüzumlu olup olmadıklarını takdir etmek icab eder. +Suret-i ka’iyyede programa idhali lüzumu tahakkuk +ederse aynı fennin evvelce programda mevcud olan mebahisinden +umumi ve esası olmayan yani hususi ve füruata +aid bulunan kısımlardan daha az faideli görülen bir bahis +retle fennin tedrisi için icab eden zamanın tezyidine lüzum +kalmaz. +Fakat programdan ihraç olunan kısmın yeniden idhal +olunacağına nisbetle daha çok hususi particulières ve +daha az faideli olmasına dikkat etmelidir. +Şayet bir fennin programına yeniden bazı mebahis ilave +edilmesi zaruri olur ve mebahis-i mevcudenin tenkīsı muvafık +görülemezse –tabii o fen kendisi için çizilmiş olan kadroyu +taşacağı cihetle– iktiza eden fazla zaman diğer fenlerden +kazanılmak üzere umumi bir tertib yapılabilir. Ancak +bu sayede teşkilat-ı tedrisiyye halelden sıyanet edilmiş olur. +Bu sistemin en büyük faidesi ma’lumat-ı esasiyye notion +générale ile mevadd-ı fer’iyye fait particulier karşılaştıkları +zaman hakk-ı tereccühün birinciye verilmesidir. Bu sayede +şakirdan daima esaslı şeyleri öğrenmiş olacaklardır. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Evvelce Belh’e gönderip neşrettirdiğim beyannameler +bu sırada zabitandan bazılarının eline geçip; “Sultan Murad +ruz” diye Gulam Haydar Han’a müracaat olunmuş. +Gulam Haydar Han’a bu talebin Sultan Murad’ın vilayetini +zabt ve harekat-ı askeriyyenin beni tehdide vesile olacağını +düşünerek birader-zadesini beş tabur nizamiye bin +ne sevketti. Bu asker Taleyhan’a vasıl olunca süvariler; +“Mir Sultan Murad’ı te’dib etmek lazımdır. Çünkü bize iltihak +ederek İngilizler ile harbeyleyecek olan Abdurrahman +Han’a yol vermemişti” tarzında müşavere ettiler. +Mir Sultan Murad müşavereyi haber alınca Mir Baba ile +Mir Muhammed Ömer’e birer mektup gönderip; “Abdurrahman +Han’ı daha ziyade alıkomayınız. Zira Belh askeri +gerek sizin gerek benim aleyhimize yürüyecektir” dedi. Bunlardan +başka; “Katagan’ı teşrif buyurun. Kabul ve istikbalinize +amadeyim” mealinde olmak üzere bana da bir kağıt +yolladı. +Mir Baba ile Mir Muhammed Ömer’e gelen mektuplardan +ma’lumatım olmadığı için bu kağıdın mealinden mütehayyir +oldum. Vaktiyle beni kabul etmeyen bir adam nasıl +oluyor da şimdi de da’vet eyliyordu? +Mektubu getiren benim tereddüdümü görünce hakīkat-i +hali ve Mir Baba ile Mir Muhammed Ömer’e gönderilen +mektupların mealini anlattı. +– Öyle ise yarın hareket edeceğim dedim. +Mir Muhammed Ömer benimle gelmek için hazırlandı. +Mir Baba ise bilahare geleceğini söyledi. Takımıyla beraber +elli at ve elli tüfenk alıp getirmesini müşarun-ileyhe söyledim. +Çünkü Şehr-i Sebz’den elli nefer Afganlı gelip bana +geldim ve yol üzerindeki “Ca’fer” adlı köhne bir kalede misafir +oldum. +Mir Sultan Murad’ın murahhası daha ileri gidilmesi için +– Mir Baba ile Rastak süvarileri gelip yetişmeyince gidemem +cevabını verdim. +Bu teenniden maksadım Sultan Murad’ın duçar-ı nekal +olarak aklı başına gelmesi idi. Altı gün sonra müşarun-ileyhin +Belh askerine mağlub olarak ıyali ve sabık “Kalab” +emiri ile kaçtığı haber alındı. Bundan sonra da firarilerin yanımıza +gelmekte oldukları işitildi. Serdar Abdullah Han’ı kırk +süvari ile istikballeri için yolladım ve geldiklerinde de teselli +verip; “Mesned-i iktidara vusulümde Katagan hükumetini +yine size tefviz ederim” dedim. +Ba’dehu müşarun-ileyhe Serdar Abdullah ile altı yüz süvari +terfik ederek Taleyhan’a gönderdim ve onların azimetinden +sonra kendim de hareket ederek vasıl oldum. +Bab-ı sabıkta hikaye edilen vakayi’in esna-yı cereyanında +Gulam Haydar Han Belh askerinin nısfıyla harbe mecbur +olmuştu. Çünkü Serdar Server Han’ı öldürdüğünden +dolayı askerler müşarun-ileyhe isyan etmişlerdi. +Gulam Haydar Han üç batarya top üç bin nizamiye süvarisi +bin redif piyadesiyle “Tahtapul”a gitmiş kıyam eden +asakir –ceddim ve pederim tarafından beş sene zarfında +On iki yaşımda iken bu kale için işittiğim müzakeratı kırk +üç yaşında bulunduğum şu sırada tamamıyle tahattur ettim. +O vakit; “Şayet Kabil elden giderse hanedan-ı saltanatı +muhafaza için bu kaleyi yapıyoruz” demişler ve gayet +sağlam yapmışlardı. Gulam Haydar Han kalenin haricinde +durup dahilindekiler ateş açtı. İçeriden mukabelede bulundu. +Fakat epeyce süren bu harbin neticesinde galib-mağlub +belli olmadı. Nihayet dahildeki asker dışarıdakilere hitaben: +– Biz asi değiliz. Lakin bizim ve sizin padişahzadenizi öldürdüğü +ediyoruz diye bağırıştı. Bu sözlerin üzerine hariçteki asker de +kaleye ateş etmesini bırakıp Gulam Haydar Han ile Kızılbaşlara +hamle ettiler. +Gulam Haydar iki yüz tevabii ile “Mezar-ı Şerif”e doğru +kaçtı ve asker arkasından kovaladığı cihetle “Abdov” Geçidi’nden +“Ceyhun” Nehri’ni geçip Buhara toprağına iltica +etti. Iyal ve emvali ise esaretle askerin eline geçti. +Benim zabitanımdan iki kişi mahbesten çıkarılıp sergerde +ta’yin edildi. Katagan Şebergan Serpul Ağça beldelerinde +bulunan asakir de bu vak’ayı işitince Gulam Haydar +Han tarafından nasbolunmuş zabitleri tevkīf ve habs eylediler. +Bu sırada ben altı bin Rastaklı ve iki bin Kaşemli ile +Taleyhan’a vasıl oldum. +Kunduz’daki asker Gulam Haydar Han’ın birader-zadesine +ve kendisi yalnız kaldığı cihetle Gulam Haydar Han’ın birader-zadesi +bütün asker nezdime gelip selam ve ihtiramda bulundular. +Secde-i şükre kapandım. +– İlahi! Bu vilayeti küffar elinden tahlis etmeye ve onlarla +hem-dest-i vifak olanların ceza-yı sezasını vermeye sen +muktedirsin dedim. +Kunduz’da kalan askere de; “Hepinizi din kardeşi bildiğim +mi size isal eylemek üzere Serdar Abdullah Han’ı tarafınıza +gönderdim. Şimdilik ben biraz daha burada oturup para ve +erzak tedarikinde bulunacağım” mealinde bir mektup yazıp +Serdar Abdullah Han ile yolladım. +Asker Abdullah Han’ın vüruduyla mektubumun vusulünden +gayet memnun olup şenlikler yaptılar ve salavat-ı +şerife okuyup Afganistan müslümanlarının İngilizlere galib +gelmesi hakkında dualar ettiler. Ba’dehu bir cevabname ya +zıp gönderdiler ki Taleyhan’a gelişimden dolayı tebriki +ve; “Bizi ecnebi ayağı altında ezilmekten muhafaza için sizi +Allah sevketti” mealini havi idi. +Ba’de’l-mutalaa Cenab-ı Hakk’a hamd ü senada bulundum. +Feyzabad Beyi Mir Baba’nın vüruduna iki gün kadar +muntazır oldum. Gelmediği için bir mektupla sebebini istifsar +ettim. “Asker size tabi’ oldu; benim gelmeme lüzum +kalmadı” diye cevap yolladı. Behemehal gelmesi için te’kid +yazdım Bunun üzerine altı bin kişi ile Taleyhan’a gelip +bana iltihak eyledi. +* * * +Ertesi günü Mir Baba’yı Mir Ömer’i Mir Sultan Murad’ı +sergerdeleriyle çadırıma da’vet ederek: +– Benim ne müşkil bir mevki’de bulunduğumu biliyorsunuz. +Cihad fi-sebilillah için geldiğim halde askerimin erzakı +yoktur. Binaenaleyh bu memleketin ümera ve rüesası olan +sizler bu hususta ala-kaderi’l-imkan yardım etmelisiniz. +Kezalik ahali de hane başına bir koyun bir kese buğday yahud +arpa vermelidir. Bu son ianeleri olacak. Bundan böyle +kendilerinden istiane edilmeyecektir” dedim ve teklifatıma +ertesi günü cevap verilmesini söyleyerek meclise hitam verdim. +Serdar İshak Han’a da bir kağıt yazıp; “Meymene tarafına +hareketinizden beri ahvalinizden haber alamadım. Ben +burada meşgūl iken siz “Mezar-ı Şerif”e gelir de oralarını +taht-ı işgale alırsanız memnun olacağım” dedim. Bu kağıt +müşarun-ileyhe “Deşt-i Azhoy”da vasıl oldu. Benim +Bedahşan ile Katagan’a mutasarrıf olduğumu haber alınca +derhal kalkıp üç gün içinde Mezar-ı Şerif’e geldi. Oraya +vürudunu müş’ir bana bir mektup yazıp maiyetindeki asker +MAKKABİLER +Trablusşam’da tegallüb etmiş bir hükümdar olan Dimitrius +Yehuda’nın gittikçe müzdad olan şevket ve kuvvetini +nı Beni-İsrail üzerine göndermiş ve düşmandan kimseye +eman vermemesini emretmiş idi. Evvelce Nikanor mazhar-ı +muvaffakıyet olduysa da nihayet “Avesi”de şedid bir +muharebe vaki’ oldu. Maiyyetinde ancak kişi bulunan +Yehuda maiyyetini teşvik için düşmanın mikdarı çoksa da +muavenet-i ilahiyyenin ve Hakk’ın kendi taraflarında olduğunu +söylüyor ve ilave ediyordu: “Çünkü onlar ancak +kendi silahlarına ve şecaatlerine güveniyorlar. Bizim istinadımız +hem bizim üstümüze hücum edenleri hem bütün dünyayı +mahveder.” +Her iki taraf da pek şiddetli cenge başladılar. Nikanor ile +maiyyetinden pek çokları maktul oldu. Yehuda münhezim +düşmanı ta’kīb ile onlara asla eman vermedi. Muzafferiyetini +trampetler ile geçtiği bütün şehirlerde i’lan ediyordu. Bu hal +bütün Yahudiye ahalisinin tecemmuuna bais olup düşman-i +münhezimin firarilerine öyle şiddetle hücum ettiler ki +kişiden mürekkeb ordudan hiç kimse sağ kalmadı. Muharebe +bitip avdet ederlerken Nikanor’un cesed-i bi-ruhuna +tesadüf ettiler Allah’a şükraneler teganni ettiler. Yehuda cesedin +başının ve omuzlarından kollarının kesilmesini emretti +ve Kudüs’e getirdi. Burada Yehuda bütün ahaliyi cem’ edip +onlara Nikanor’un başını ve kollarını gösterdi. “Ve fasık Nikanor’un +dilini kopardığı zaman parça parça edip tavuklara +vermelerini ve cinnetinin mükafatını da Beytü’l-Makdis +önüne asmalarını emretti. Bütün ahali şükraneler okuyup; +“Kendi mevki’ini tahribden muhafaza eden Rab aziz ve +celil olsun” dediler. Yehuda Nikanor’un başını herkese karşı +muavenet ve lutf-ı ilahiye bir delil-i bahir olmak üzere kulenin +üstüne astı.” +Bundan sonra Makedonyalılar tarafından bir diğer istila +daha vukūa gelip bunda Yehuda’nın biraderi Eleazar maktul +oldu ve Yehuda Kudüs surları arkasında tahaffuza mecbur +kaldı. Nihayet Yahudiler ile Makedonyalılar arasında bir +sulh akdolundu. Ancak bu kısa müddet devam etmiş idi. +Makedonyalıların yeni bir hareket-i istilakaraneleri daha +görüldü. Buna karşı da Makkabiler ile taraftarları bir asabiyet-i +şedide ile karşı koyarak adedce olan noksanilerini +şecaat ve maharet-i askeriyyeleri telafi ve bir takım muvaffakiyata +mazhar oldular. Düşmanın Yahudi askerinden +belki yirmi kat fazla olduğu bu kanlı mücadelattan birinde +Yahudilerin hükümdarı cebhe-i şecaati düşman-ı muhacime +müteveccih olduğu halde telef oldu. Lakin şevket-i diniyye +ve hürmet-i milliyye uğrunda en azim şecaatleri maharet-i +askeriyyeyi göstermiş zevat arasında müebbed ve ali bir +nam kazandı. Biraderleri Shamoon ile Yonathan hükümdar-ı +maktulün cesedini bil-müzakere düşmandan alıp Modin’de +pederinin makberesine defneylediler. Eleazar ve Yehuda +gibi Mattathias’ın oğlu Johannah da meydan-ı harbde +terk-i hayat etti. Sağ kalmış olan Shamoon ile Yonathan da +harb meydanında değilse de nihayet su-i kasd ile terk-i hayat +eylemişlerdir. Nihayet bu vechile hükumet “Yohanan +Hirkanus”a müntakıl oldu ki bu zat memleketini tevsi’ ve +kuvvetini tezyid hususunda fevt-i fırsat etmiyordu. Jordan +Ürdün Nehri’nin öbür tarafındaki mevaki’den Samga +ve Medaya’yı zabtetmiş idi. Ancak onu mutassıb dindaşları +hemşehrileri arasında en yüksek mevki’-i ibcale koyan +hususi Sayhim mevkiini zabtederek Beytü’l-Makdis’e karşı +rakīb bir ma’bed olan Gerizim’i tahrib etmiş olmasıdır. +Ma’bed hak ile yeksan edilip en küçük bir nişanesi bırakılmamıştır. +“İki yüz seneden beri bu menfur müessese Kudüs-i Şe +rif’e gelen erbab-ı din ü takvanın enzarını rahatsız eylemekte +mazhar olmuş idi. Samiriyelilerin bu ma’bedi her zaman Yahudilerin +gözüne ecdadlarının şan-ı uluhiyyetine karşı ızhar +edilmiş bir şerik bir istihkar gibi çekiyordu. O şimdi artık +Beyt-i Makdis-i ilahinin tekrar rakībsiz sahibi himayet-i ilahiyyenin +mazharı olmuş idiler. +Hirkanus bundan sonra Edomya üstüne hareket etti. +Tebeasının eski düşmanlarını itaate mecbur Din-i Yehud’a +yekdiğerine öyle mezceylemiştir ki bundan sonra tarihde +Edomya millet ve hükumet-i müstakillesinin ayrıca zikrolunduğuna +tesadüf eylemiyoruz. Hirkanus ’ncı sene-i hükumetinde +bütün kuva-yı mevcudesini Samiriye ülke ve şehri +üzerine tevcih edip etrafına surlar ve hendekler çekerek +şehri muhasara altına aldı. Bir sene devam eden muhasara +neticesinde büsbütün aç kalmış olan mahsurlar teslim oldular. +Şehir külliyyen tahrib olunup oraya su yolları ve sair +mecari çevrilerek şehir ebniyesinin bir tekinden bile nişane +bırakılmadı. +Filistin ahalisinin Hirkanus’la hitam-ı saltanatına yakīn +olan vaz’ ve halleri Makkabiler İhtilali’nden evvelkine nazaran +büsbütün başka idi. +Babil şehrinin akar suları kenarında oturup ağlayan ahali +yani Beni-İsrail içlerinde haiz-i ehemmiyet olanlarının vatanlarına +avdet etmesine rağmen her tarafta nail-i hürriyet +ve istiklal olamamış idiler ve Kudüs-i Şerif’de temekkün +edip Beytü’l-Makdis’in ta’mir ve tecdidine çalışan küçük +cemaat-i Museviyye hala İranilerin nüfuz-ı siyasileri tahtında +bulunuyorlardı. Hatta mürur eden oldukça uzun seneler +zarfında Yahudiler ihraz-ı istiklale teşebbüs edememişlerdi. +Hürriyet-i mezhebiyyelerine suret-i lazimede riayet olunduğu +müddetçe bir tabiiyet-i siyasiyye altında bulunmaya +rıza göstermişlerdi. Yani nefy ü esaretten sonra Yahudilik bir +milliyet olmaktan kalarak bir hey’et-i ruhaniyye bir kilise +olmuştu. Onları yekdiğerine rabteden bir vatan-ı umumi değil +bir din-i umumi idi. Gönüllerindeki vatanperverlik hissiyatı +Arz-ı Filistin’in arz-ı mukaddes olduğu binaenaleyh +millet-i müntehabe-i ilahiyyeden başka akvam olamaması +Mütercimi +Ali Rıza Seyfi +HADİMI +Fuhul-i ulema-yı Osmaniyyeden fazl ü kemal ile ma’ruf +bir zat-ı sütude-sıfat olup tarihinde Konya mülhakatından +Buhariyyü’l-asl olan büyük pederinin ihtiyar-ı hicret +eylediği “Hadim”de tevellüd eyledi. Mukaddemat-ı ulumu +peder-i alileri ekabir-i ulemadan “Kara Hacı” şöhretiyle +benam Mustafa Efendi’den ba’de’t-teallüm valid-i ekremlerinin +tensibiyle beray-ı ikmal İstanbul’a gelerek o asrın en +benam fuzalasından bulunan Kazabadi Ahmed Efendi’den +parlak bir surette ahz-ı icazeye muvaffak olarak vatanına +avdetle tedris ve te’life başladı. Az zaman içinde afaka intişar +eden sıyt-ı fazlı dolayısıyla da’vet-i padişahiye icabeten +bizzat padişah da hazır olduğu halde Ayasofya Cami’-i Şerifi’ndeki +takrir eylediği Fatiha-i Şerife tefsiri calib-i takdir-i +umumi oldu ve taltifat-ı şehriyariye mazhariyetten sonra +mutayyeben memleketine i’zam olundu. +Memleketinde kiraren i’ta-yı icazeye muvaffak olarak +tarihinde dar-ı bakaya intikal etti. Mezheben hanefi +tarikaten nakşbendidir. Didar-ı Cenab-ı Nebi sav ile müşerref +olduğu bir murakabesinde “Eimme-i İsna-Aşere’den +şiriyle mübeşşer oldukları hatt-ı dest-i alileriyle muharrer +evrak-ı aliyyelerinde mesturdur. Yine bu evrak-ı kıymetdar +arasında; “Pederimin kabr-i şerifinde murakabeye varmıştım. +Karşımda temessül eyledi. Nasihat istedim; “İşte beni +görüyorsun ya” dedi. “Dünyanın esbab ve alaikından ariyim. +Bu alemde onlardan hiç biri faide vermiyor. Maişet +hususunda hırs ve tama’-ı mezmumdan tevakki ederek Ce +nab-ı Hakk’a mütevekkil ve O’nun ihsanına kani’ ol! Dünyada +Haliku’l-esbabı unutup ihtiyacını sebeb-i suri olan +kula bildirirsen Hak seni en adi kimseye muhtac eder. Eğer +dersen dünya bile arz-ı ru-yı ihtiyac eder.” buyurdukları da +mündericdir. +Asar-ı fazılaneleri ber-vech-i atidir: +Metn-i Mecami’u’l-Hakayık fi-İlmi’l-Usul +Şerh-i Tarikat-i Muhammediyye +Şerh-i Besmele +Haşiye-i Dürer +Şerhun ale’l-Kasideti’l-Muzariyye +Haşiyetü Aliyy li-Tefsiri Suretü’n-Nebe’-i Bey +davi +Risaletun fi-Hakkı’t-Tesbihi ve’t-Tahmid +Tefsir-i Kavlihi Teala “Kuli’llahumme Malike’l-Mülk” +Tefsir-i Kavlihi Teala “İnne Ba’za’z-Zanni İsmun” +Risaletun fi-Süluki’n-Nakşıbendiyye +Risaletu’n-Nasayih ve’l-Vasaya +Risaletu’l-Huşu’ fi’s-Salah +Şerhu Eyyühe’l-Veled +Ara’isü’n-Nefayis fi-İlmi’l-Mantık +Ara’isü’l-Enzar ve Nefa’isü’l-Ebkar +Risaletun fi-Mahiyetü’l-Ulum +Keşfu’l-Hader +Risaletun fi’l-Hadisi’z-Za’if +Risaletü’l-Misvak +Risaletü’l-Kahve +Risaletü’d-Dühan +Tefsir-i Suretü’l-İhlas +Risaletun fi-Hakkı’l-İstihlaf +’da vefat eden birader-i alileri Ebi Naim Ahmed +el-Hadimi’nin asarından: +Risaletun fi-Hakkı Elfazı’l-Mecaziyye +Haşiyetun ale’l-Mir’at +Mahadim-i fezail-mevsumlarından olup ’de Mekke’de +Haşiyetun ala-Tefsiri’l-Fatiha li’l-Beydavi +Şerhu’l-Buhari-i Şerif ile’n-Nısf +Şerh-i Kaside-i Bür’e +Haşiyetun ale’l-Hayali +Şerh-i Şema’il-i Şerife +’de vefat eden Abdullah Hadimi’nin asarı: +Şerh-i Mecami’u’l-Hakayık +Şerh-i Dibacetü’n-Netayic +Kasidetü’l-Hemziyye +Haşiyetün ala-Şerhi’l-Besmele +Haşiyetün ala-Haşiyeti Mir Ebu’l-Feth +Tefsir-i Kavlihi Teala Kad Eflaha’l-Mü’ +mi +nun… +Emin bin Mehmed Hadimi’nin asarı: +Şerh-i Menar +Haşiye-i Kadi Mir +Haşiye-i Münteha + +---- +HAK +---- + +Alemin kīl ü kal-i inkarı +Ezilir piş-i haşmetinde senin; +Darb-ı destinle sadme-i dehrin +Sarsılır dehşet-i cefakarı. +Ey rehakar-ı fazl olan kudret; +Fikrim avare-i Celalin’dir +Beşeriyyet lisan-ı halindir. +Sana bir terceman olur “hikmet”; +Sana müştakdır bütün a’sar +Sana mersiyyeler okur “asar” +Yine “ümmid”e Sen nigehbansın +Yine Sen’den meded umar insan +– Çünki Hak’sın yegane Sultan’sın– +Sade mehcur-ı kudret olma bir an. +SAFAHAT ŞAİRİNE +– – +Evvela edebiyata “muhavere-i tabiiyye”yi sokan senin +kalemindir. Hala bu vadide sana sani çıkmadı. Senden evvel +bu kadar tabii muhavereler ise kimse yazmadı. +Bana Hamidleri mi gösterecekler? Hamid şiir-i mahzın +harikasıdır. Fakat muhavere-i tabiiyye bahsinde kıraat-güzar +bir u’cubedir. “Eşber”de ve “Tezer”de hülasa Hamid nam-ı +müstakbel-şümulüne aid olan manzum ve mensur birçok +eserde muhavere namına mevzun şaibeler mukaffa lekeler +pek çoktur. Ancak bu lekeler kamerin siyahlıkları gibidir +ki onun –cibal ve enharıyle– bir kainat olduğuna delildir. +Çünkü kusursuzluğun bir hadimi de mahdudluktur. Tabiat +bile bir külliyet-i muhita olduğu için şahikalarının eteğine +hufreler sallanır!.. +Ancak ben Hamid’den bahsederken Garb’ın mesela +“Molière” gibi bir muhavere-i tabiiyye dahisini düşünürüm +de Hamid gözümde onun için küçülür. “Antoine Albalat” +Molière’in eserlerinden bahsederken diyor ki: +“Eşhas-ı vekayi’in söylediği sözler herbirinin a’mak-ı +efkarından her birinin ka’r-ı mevcudiyyetinden çıkar bunlar +kendilerine söylenen sözleri dinlemez ve muhatablarına +cevab vermezler. Kendi fikirlerini adeta kendi ilimleri lahık +olmayacak surette o kadar tabii olarak ta’kīb ve ifade ederler +ki Molière’i unuttururlar. İşte deha!” +Bizde Hamid böyle midir? Perişan-kıyafet bir bedevi kızı +bile –asar-ı Hamid’de– söz söyleyecek olsa insan o çehre-i +bedavetin yanı başında Hamid Bey’in “monokl” ile müzeyyen +didar-ı kibarını görür. +Bilmem ki; “Şiire muhavere sokmakta da ne ehemmiyet +olurmuş? Edebiyat-ı sahiha böyle şeylerle yürür mü?” diyecek +kadar ukala fıtratlı ve cevahir kıymetli zevatı asr-ı ahir +yetiştirebildi mi? Edebiyat asarında muhaverenin ehemmiyeti +“tasvir-description” mertebesindedir. Öyle vak’alar olur +ki hareket-i tasviriyyesini şiirdeki birkaç şahs-ı vak’anın dudaklarındaki +her ra’şe-i tekellüme medyun olur. Ba-husus +bir şeydeki kıymet istihsalindeki suubetle mukayese edilecekse +“muhavere” bu hususça da diğer edebiyat sanayi’ine +faiktir. Çünkü ehemmiyetince her meziyet-i edebiyyeden +evvel gelen “muhavere-nüvislik” san’ati suubetçe hepsinden +sonra gelir. +Senin “Seyfi Baba” kadar tabii sözleri şimdiye kadar +hiç biri söyletmedi. Ama mazinin bu hırman u hüsranını ati +telafi edecekmiş. O kadarını bilmem meşime-i müstakbelin +evlad-ı muhtemelesine sözüm yok… +Edebiyatın Fransa’daki hocaları muhavere için inde’l-istikra +Biri şudur: Edebi muntazam müretteb muhavereler. +Diğeri de şundan ibarettir: Beyne’l-halk söylenen sözlerin +“fotografik” bir temsil ve tasviri. Bu iki kısım iki müntehadır. +Bunlar arasında temas değil –çünkü o kolay– fakat +tevazün te’mini çok zorlu bir iştir. Yani muhavereni hem +tertib edeceksin hem kitaba uyduracaksın. Hem intizam-ı +edebisi olacak hem yine guya eşhas-ı vak’an onu söylüyor +olacak!.. Yani müretteb ve muttarid oluşuna rağmen +perişanlığa aid bir letafet-i tabiiyye arzedecek! Güç değil mi? +– Arzu edildikten sonra hiç güç değil!.. +Sözlerimden iştibah edenler Safahat ’ın birinci kitabındaki +“Hasır” manzumesini okusunlar da bir dilenci öldüğü +zaman –muharebat-ı aleme karşı İsviçre’nin mevki’i ne +la-kaydane ve fakat ne kadar tabii bahsettiklerini –hasırı satanla +alan– arasında geçen muhavereden anlasınlar. Fakat +bir takım zevat hakīkate karşı mutlaka gözlerini –li-ecli’l-iğmaz– +kapayıp ağızlarını –li-ecli’ş-şetm– açmak isterlermiş. +Elden ne gelir. İnsaniyetin gözündeki perde-i ama bile tedavi +ediliyor fakat vicdan-ı beşerdeki rida-yı iğmaz hastalığına +fennin keşfiyat-ı atiyyesinden mi beklemeli? Yoksa ma’lullerinin +haslet-yab-ı insaf olmalarından mı? +Muhaverenin ehemmiyeti anlaşıldı. Bu ne demektir? +Senin Osmanlı nazmına muhavereyi sokarak hasıl ettiğin +tı nedir? Sen o şeraite ne kadar riayet edebildin? Biraz da +bunlar üzerinde konuşalım. +Muhaverede mühim şart kısalıktır. Bunu –bazı zevatı +gördüm– karıştırıyorlar. Kısalık bir muhaverenin hey’et-i +mecmuasında olacak sanıyorlar. Öyle değil; cümleler kısa +olacak. Çünkü her muhaverede her şahıs kendi söylemek +dinlemek tevekkül ve tahammülünü her insan-ı kamil ibraz +edemiyor. Fakat buna da ıtlakı üzere cari olacak bir kaide-i +külliyye mahiyeti vermek yanlıştır. “Demircilerin ta’til-i eşgali” +bir gün seninle beraber okumuştuk. On beş mi on sekiz +mi neyse tavilü’z-zeyl ve’s-sahaif bir risale!.. Böyle iken +bu manzumede “François Coppée” evvela “grev” sonra +“katl” yapan bir demirci amelesini mütemadiyen ve +muttariden bir mahkemenin salonunda hakimlere hitab +ettirir. Hatta manzume ünvanından imzasına kadar demircinin +hitabatıdır. Ama denilecek ki Coppée’nin o şiirinde +demirci hak kelamını cevaz-ı edebiden almıyormuş da ceza +mahkemelerinde her maznuna cinayet mahkemelerinde +her mütteheme kanunun i’ta ve hakimin ibraz ettiği “müdafaa-i +nefs” salahiyetinden alıyormuş. Daha iyi ya! Benim +de meramım asar-ı edebiyyedeki bu ilca-yı mevki’ te’sirini +anlatmaktı. +uzun söylediğine i’tiraz edecekler bulunur. Bu i’tirazat-ı mukaddere +ashabına sorarım: Mahkumiyet ihtimalinin içinde +bir hey’et-i mehibe-i hakimenin önünde sandali-i töhmetinden +ra’şe-i haşyet içinde kalkan bir demircinin mi sözü kesilemez +yoksa bir ma’bed-i muazzam içinde bir cemaat-i haşia +önünde bir kürsi-i hitabet üzerinde alnında şaibe-i töhmet +değil amame-i şeriat taşıyan bir diyanet vaizinin mi?.. +Ama bu zevat bu sözlere de i’tiraz ederlermiş. Şüphe +yok! Bu müsellemdir ki dünyada herşey –bir hakayık-ı sabite-i +riyazıyye bir de muarızlarımızın dehalarından başka– +herşey i’tiraz götürür. +Namık Kemal Bey’in oğlu Ali Ekrem Bey’le bir gün senin +“ Meyhane ”ni okuyorduk. İkimiz de bir kusur arayıp bulmak +rem Bey buldu; “Meyhane kapısına gelen kadının tatvil-i +kelam etmesi kusurdur” dedi. Ekrem Bey’in bu ictihad ve +Vakıa lisan-ı nazmda Kemal’in dediği gibi “Mufassalat +Efendi”lik tahammül edilir mesaibden değildir. Şiir bir şey’-i +semavi olduğuna göre şiirdeki bu nakīsa da afat-ı semaviyyedendir. +Fakat insaf ile düşünmeli ki senin “ Meyhane” +manzumende söz söyleyen kadın maişet ü muaşeretçe dun +seviyelidir. Ba-husus bizim memleket mahallatından birine +mensubdur. Bizdeki “mahalle-perver” kadınların ne kadar +“natuk şeyler” oldukları ma’lumundur. Hele tekrar düşünmeli +ki zavallı kadının bir ayyaş kocası vardır her gece zevciyet +firaşına meyhanelerin hatırat ve mayiatını taşıyıp getirir +kadın maddeten ve ma’nen ateşler saçan bir herifle yani +bir harik-ı hanümansuz ile yekvücud olup yatmak mecburiyetindedir. +Binaenaleyh o kadın söyler çok söyler her şeyi +söyler mütemadiyen söyler. El-hasıl söyler söyler söyler… +Bilmem ictihadımda muhti miyim? +Fransızlarda iyi bir “vodvilist” olan “ Labiche” ile dahi-i +müebbed-hayat “Molière” muhaverede mukteda-yı münferid +mahiyetli iki misal-i imtisaldir. Vakıa sen henüz bize +tiyatro asarı yazmadın. Fakat işte bir perdelik tiyatrolar cesametinde +ve onların üç dört perdeliği liyakatinde şiirlerin var. +Safahat ’ın bu ikinci kitabı ise bir facia-i manzume mahiyetindedir. +Ancak sahnesi eksik eşhas-ı vak’ası mefkūd. Fakat +sen memleketin rezailine ayrı ayrı şahsiyetler ayrı ayrı +natıkalar vermiş memleketin fecayi’-i ahlakıyyesini natuk +birer insan gibi söyletmişsin. Ah bu fecayi’in ne vakit dili +tutulacak? +“Süleymaniye Kürsüsünde” tasvir ettiğin vaiz –ki başının +dışında sarık içinde Avrupa ve Asya ma’lumat ve meşhudatı +olduğuna göre– Abdürreşid İbrahim’dir uzun bir monolog +yapmasa da mesela eşhas-ı vak’a ile karşılaşıp konuşsa +–ki arada senin kalem-i san’atin vasıta olduktan sonra +pek kolaydır– kitabın tabii muhavereler misali olan bir tiyatro +mahiyetini alabilecek. Bana öyle gelir ki bizde hareketli +hayatlı muhavereleri tiyatro sahife ve sahnelerine de senin +kalemin bir gün sokacaktır. Bu hususta milletin istikbal-i +karibinde bir “Molière” bir “Labiche” vazifesi ifa edeceksin. +Kanaatimi sarahatle söylediğim için muarızlarımın sine-i +rinden korkulur. Ne beis var! Adat-ı beldedendir ki bizde +halkın bir kısmı yere bir kısmı da rast geldiği her cebhe-i +ciddiyet-pervere tükürür. Ciddiyeti hakaretin iskat ettiği bir +memleketteyiz. Rezaile cihangirlik fazilet ve metanete de +şehadet rolü isabet eden böyle müdhiş bir sahne üzerinde +susmak daha müfid idi ama neyse bir def’a şakk-ı şefe etmiş +bulunduk. +YİNE HABIS ESERLER HAKKINDA +Galata’nın bazı meşhur sokaklarında kurulmuş olan fuhuş +sergilerinde ve şenaat panayırlarındaki rezalet palyaçolarının +mülevven ve mülevves çehrelerini andıran bir takım +boyalı ve resimli kağıt parçaları şu yakınlarda kitapçı kağıtçı +tütüncü tönbekici dükkanlarının tezgah başlarını pek +mebzul ve murdar bir surette kirletmeye başladı. Dükkanların +mevki’-i teşhirinden ziyade alafranga istirahathanelerin +mevzi’-i mahsusuna asılmaya layık olan bu iğrenç tomarlar +hunfesa tabiatlı esafil-i hilkatin gözlerini kamaştırıp ağızlarını +sulandırsa bile veba ve koleradan daha müdhiş hastalıklar +neşrine hizmet eden kerih kokularıyla ahlak ve vicdan erbabının +mi’desini bulandırıp başını döndürüyor. +Vakıa bu herzenameler –gece vakti sokak ortalarına bırakılıp +sabahleyin tanzifat me’murlarının çarub-ı tathirinden +kurtulmuş necis-pareler gibi –vakar ve temkin ashabının +nefret ve istikrahından başka bir te’siri mucib olmazsa da +tarik-ı hayatın eğri büğrü taşları üzerinde henüz yürümeye +kesmekten ve hiçbir şey yapamasalar bile kunduralarını bulaştırıp +üstlerini başlarını kokutmaktan hali kalmazlar. +Binaenaleyh kitap namına –süprüntü küfesinden boşalmış +yahud patlamış bir mecradan tuğyan eylemiş gibi– +saha-i matbuatı işgal eyleyen bu mülevvesatı artık ortadan +kaldırmalı. Çünkü gelene geçene karşı ayıptır. Ba’de-ma da +bunları ifrağ eden menfezleri iyice tıkamalı. Zira milletin şuabat-ı +gafilesine yazıktır. +Ahlak-ı umumiyyeyi ifsad edecek asarın men’-i intişarı +hakkında Matbuat Kanunu’nda madde-i mahsusa varken +ve yeni basılan eserlerden bilmem kaç nüshasının Matbuat +usulden iken acaba bu mel’un eserler basılıp yayılmazdan +evvel Matbuat İdaresi’ne verilmedi mi yoksa idare-i müşarun-ileyhaca +mahiyet-i habiselerinin tedkīkine tahammül +edilemedi mi? +Her iki ihtimale göre bunların çaresine bakmak zamanı +gelmiş ve hatta geçmiştir. Tezkiresiz lağım açmak memnu’ +olduğu gibi açılmış bir karizi kokusundan yanına varılmıyor +diye ala halihi bırakmaktan ziyade taaffünatını men’ için +üzerini kapatmak lazımdır. +bir san’at ve dolayısıyla kendilerini san’atkar sayacak muharrirleri! +herkesin icra-yı san’at hususunda serbest bulunması +O yadigarlara: +– Evet öyledir ama hadd-i ma’rufu geçmemek şartıyla +cevabı verilir ve dellalan-ı muhabbetin pazar-ı mahsusunda +kemal-i serbesti ile icra-yı san’at ederken bir afifenin iğfaline +teşebbüs eyledikleri takdirde cezaya çarpıldıkları gösterilerek: +– Siz de kendinizin yahud müteallikatınızdan birinin hüner +ve san’atı olan o yazıları “el-habisat li’l-habisin” hükm-i +celilince kendi aranızda ve hempayeleriniz miyanında okuyup +benzeyen o kırmızı kaplı fuhuşnamelerinizi bastırmak ve +celb-i enzar için öteye beriye astırmakla bir takım safi-dilanı +son derecesinden de aşağı yuvarlanmış olmayasınız. Demdematı +hadevi tahkīre terdifen utanmayan suratlarına fırlatılır. +Mekarim-i ahlakın itmamı için ba’s buyurulan Peygamber-i +Ekber’in ümmet-i merhumesi arasında bu kadar şeni’ +mahlukatın bulunmasına insan hem şaşıyor hem alıklaşıyor +hem de hanesi muhterik olan birinin “Ev yandı ama +tahta kuruları da kalmadı!” demesini tanziren “Vakı’a eski +Teftiş ve Muayene Encümeni okuduğu kitapları küsgüdük +bırakırdı ama böyle muharrirlerin böyle eserlerine müsaade +etmezdi” diyeceği geliyor. +Tahirü’l-Mevlevi +MEDRESELERİMİZ HALA +BİR YOLUNA KONMADI +mükemmeliyyet ve intizama alınarak yeni bir eser-i hayat +göstereceğini hatta bu hususta teşekkül eden cem’iyetler ve +yazılan makalelerin asar-ı fi’lisini görerek bahtiyar olacağımızı +epeyce ümid hususiyle biz müntesibin şiddetle intizar +ediyorduk. Maatteessüf bu ümidlerimizin boşa çıktığını gördükçe +me’yusiyetimiz ziyadeleşiyor. İşittiğimize göre İstanbul +medarisi ıslah ve terakkıyat-ı hazıraya göre programlar +zime idhal edildiği halde taşra medarisi eski hal-i harabisinde +devam ve asırların indirdiği darbe-i elem-nak altında +saçmış agūş-ı ilm [ü] ma’rifette yetişmiş fikr-i münevverler +zeka-yı fevkaladeler sayesinde ulum ve fünunun şuabat-ı +müteaddidesinde ibraz-ı kemal eylemiş ciddiyet-i tetebbuat +metanet-i ahlak ve muhakemat vüs’at-i ma’lumat +bereket-i te’lifat ile şöhretyab olmuş ve her intisab ettikleri +daire-i ma’rifette rengin ve mualla bir ittisa’-ı teceddüd ve +tekemmül vermiş birçok eazım-ı ümmet vardır ki bunların +her biri yalnız İslamlarca değil Garb’ın en büyük ulema ve +hukemasınca bile bir harika-i hayret-nüma ve deha addolunmakta +ve alem-i medeniyyete ihda eyledikleri keşfiyat ve +tedir. +hale koydukları medarisin son zamanlarda almış olduğu +hal-i fecaat-iştimal bütün mütefekkirini ağlatmaktadır. Bugün +Ödemiş’te otuz küsur medaris olduğu rivayet edilmektedir. +Esef ile i’tiraf edelim ki birkaçı müstesna olduğu halde +diğerleri lane-i bum u gurab denilecek derecede harabdır. +Acaba İslamların şa’şaa-i satvetleri cihanı tutmasına pişgah-ı +şevketleri önünde birçok akvam ve kabaili gerdan-dade-i +nereden iktisab-ı feyz-i irfan etmişler? İlm-i ahlakı nereden +almışlar? Biz o eslafın ahfadı hayru’l-halefi değil miyiz? Ecdadımızın +o kadar fedakarlıklar himmetler sarfıyla bize müebbed +bir yadigar-ı irfan olmak üzere meydana getirdikleri +te’sis ettikleri bu müesseseleri niçin muhafaza etmeyelim? +Acaba bizde bu daru’l-irfanları ıslah ve i’mar edecek kadar +vicdan-ı hamiyyet kalmadı mı? +Ey ulema-yı İslam! Ey müderrisin-i kiram! +Sizleri sine-i feyz-feşan-ı irfanında perverişyab-ı kemal +eyleyen nice seneler Şeriat-i Garra-yı İslamiyye’yi muhafaza +ve beyne’l-İslam hakīkī ittihadı te’sis eyleyen medaris +harab oluyor. Kendinize “veresetü’l-enbiya” ünvanını takınmak +edeceksiniz. Şeriat-i Garra-yı Mutahhara’nın müdafaa ve +muhafazası sizin üzerinize vacibdir. +Eğer siz bu darü’t-tedrisleri ıslah eylemez zamanımızın +terakkıyatıyle mütenasib dersler ilave ederek mütefennin +alim müderrisler muallimler tutmaz daha doğrusu hakīkī +bir darülfünun haline koymaz milletin rehber-i selameti +piş-vayan-ı hidayeti olacak vaizler mürşidler yetiştirmez +zulmet-i cehl içinde puyan olmakta İslamiyet’in bütün ahkamına +bigane bir halde a’da-yı Din-i Mübin ise her taraftan +canavarcasına saldırmakta ciğergahımıza kadar hulul +ederek muhadderat-ı İslamiyyenin şübban-ı vatanın akaidini +den gelen vesailin her türlüsüne teşebbüs ederek her türlü +fedakarlıktan geri kalmamakta; bilad-ı İslamiyyenin her +köşesinde mektepler hastahaneler açarak kitaplar risaleler +gazeteler neşrederek gençlerimizi iğva ve ıdlal Nasraniyet’i +tervic İseviyet’i neşretmekte iken bizim uyumamız bunların +mesailerini akīm bırakacak olan medreselerimizin aldığı +hal-i esef-iştimale seyirci kalmamız reva mıdır? +Aramızda zuhur eden nifak u şikak İslamiyet’te görülen +acz ü meskenetler nereden başlıyor? Esbab-ı mucibesi nedir? +Şüphesiz dini hatalarımız değil mi? Bizim gibi haramı +helal i’tikad eyleyen evamir-i ilahiyyeye imtisal nevahiden +diği mebani-i ilmiyyenin yıkılmasına harab olmasına razi +olacak kadar kansızlığa giriftar olan bizim gibi bir millet +ulemasındaki ahval-i na-layıkanın ictinabı lüzumunu telkīn +eylemez herkeste olduğu gibi “Benim neme lazım?” diyerek +bir tavr-ı lakaydane alırsa pek tabii değil midir ki daima +şahsiyata tezvirata kapılır ahlaksızlık içinde boğulur?.. +Ey ulema-yı İslam! +Şevket-i sabıkanızı eski kuvvet ve miknetinizi gösteriniz! +Medaris-i İslamiyyenin ıslahı çarelerini düşününüz! Yoksa +balada dediğim gibi gittiğimiz yol uçurumdur!.. +OSMANLILARDA İRAN AHVALİNE BIGANELİK +Bundan dört sene evvel Fas Devlet-i İslamiyyesi tarafından +Paris’e gelmiş olan sefaret-i fevkalade hey’et-i murahhasası +şehr-i mezkurda mukīm İran fazıllarından birisi ile görüşmüş +ve kesb-i muarafe ettikten sonra bilcümle İslamların +mucib-i hayreti olacak bir suret-i cahilanede İran’ın katolik +veya protestan mezahib-i hıristiyaniyyesinden hangisine +mensub olduğunu makam-ı tahkīkte sormuşlar idi. +Bu vak’a en müessif hallerden en acınacak hakīkatlerden +hem de pek acı hakīkatlerdendir. İslamları bugünkü +zillete uğratan İslam memleketlerini müdhiş bir inkıraz ve +yelerini mahv ile harici tasallutlara ecnebi tecavüzlerine +mahkum bırakan sebeblerin en ra’na bir nümune-i cehalet-nümunudur. +duçar ettiği gibi sair İslam memleketlerini de cehaletleriyle +mütenasib türlü türlü felaketlere uğratıyor. +Fas Alem-i İslam’ın en muzlim bir nokta-i ye’s ü nevmidisidir; +ahval-i İslam’ı tahlile medar olamaz… denilebilir. Fakat +maatteessüf i’tiraf etmelidir ki Alem-i İslam’ın merkez-i +rede geçirmiş olduğu buhranını medar-ı intibah ve saadet +olacak derecede bilmiyor. +Tabii İstanbul Fas Sefaret-i Fevkaladesi kadar fevkalade +bir dereke-i cehalette bulunamaz. Maksadımız bu babda +bir mukayese yapmaktan da beridir. Fakat şurasını nazar-ı +teemmülden dur tutmamalıyız ki İstanbul’un da kendi mevki’ine +münasebet almayan gafletleri vardır. Mesela şu satırları +yazan aciz İran’da büyük bir Türk unsurunun mevcudiyetini +onların hususiyat-ı ahvalini Kafkasya müslümanlarına +aid en sade ve en basit ihbarat ve ma’lumatı yeni bir şey +gibi telakkī eden bazı zevata tesadüf ettiğim gibi İran’a ve +Kafkasya’ya aid bir takım masallar da işittim. +Bence bu hal –İran ile Osmanlı memleketleri beyninde +mevcud münasebat-ı ma’neviyye ve tarihiyye nokta-i nazarından– +Fas cehaletine karib bir hal-i esef-amizdir +* * * +yaptılar. “İnkılab yaptılar” demek; “Birçok senelerden beri +mevcud olan tarz-ı idare ve usul-i hayatı yıktılar” demektir. +Bu memleketlerde yıkılan onun yerine kaim olan ne idi? +Bu tahrib ve ta’mirde acaba ne gibi bir muvaffakiyet hasıl +olmuştur? İşte bu cihetleri bilmek üzere memalik-i İslamiyyede +hala bir teşebbüs görülmemiş bu mes’ele ciddi +bir surette düşünülmemiştir. +Muhatabım Osmanlı efkar-ı umumiyyesidir; acaba İran +harekat-ı ahrarane ve ihtilalat-ı meşrutiyyet-perveranesinin +ne olduğunu ne gibi safahat geçirdiğini şu efkar-ı umumiyye +bir İngiliz yahud bir Fransız kadar biliyor mu?.. Bu suale; +“Hayır” cevab-ı menfisini vermek için pek de tereddüd +edilmez. Zira Osmanlı matbuatı ne Avrupa ceraid-i mühimmesi +gibi Tahran ve Tebriz gibi İran nikat-ı mühimmesinde +muhabirler bulundurmuş ne de İngiliz müsteşrik-i şehiri +Profesör Browne’ın İran İnkılabı gibi koca bir kitap değil +muhtasar bir risale bile olsun İran hakkında Türkçe bir eser +neşredilmemiştir. Osmanlı matbuatının İran hakkındaki neşriyatı +en zengin edebiyata malik olan İngiliz matbuatı ile değil +Fransız Alman ve hatta Rus lisanlarında İran ahval-i hazırasına +aid intişar etmiş olan kitaplarla mukayese edersek +bunların yüzde bir misline de Türkçe’de tesadüf edemeyiz. +Evet Osmanlıyı İran’a ve İran’ı Osmanlıya tanıttıran asar +–ale’l-umum memalik-i İslamiyye ve Şarkıyyeyi yekdiğere +bildirecek asar gibi– kat’iyyen yoktur. Tuhaf değil mi ki +şu içerisinde yaşadığımız Yirminci Asır’da İran ile Devlet-i +Aliyye yekdiğerini iki asır bundan evvel kaleme alınan kitaplar +vasıtasıyla anlar ve o asar-ı atikadan neş’et eden eski +tahassüsat ile mütehassis olurlar?!.. +* * * +Yeni bir devre-i teceddüde dahil olan her millet gibi +Osmanlılarda da edebiyat siyasiyat ve sair cihetlerce hala +birçok ictimai siyasi ilmi açıklar vardır. Bu açıklardan birisi +de İran Mes’elesi’nin Osmanlılarca mechul kalmasıdır. +Temmuz İnkılab-ı Mes’udu’nu müteakıb meydan-ı matbuata +atılan asar miyanında İran namına şair-i meşhur Eşref +merhumun “İran’da Yangın Var” risale-i hezeliyyesinden +başka bir esere tesadüf edilemiyor. Gazetelerin İran’a aid +verdikleri ma’lumat ise iktibasat ve tercüme kabilinden olup +hem de pek nakıstır. +Hiçbir gazetede “İran Mes’elesi” mes’ele olarak alınıp +ta’kīb edilmiyor. Bu babda Alem-i İslam ahvaliyle tevaggul +eden bir iki muharririn ara sıra hissiyat üzerine yazmakta +oldukları makalat istisna edilince ciddi ve ma’lumat-ı esasiyyeyi +havi yazılar da yok gibidir. +Osmanlı matbuatında mühim bir açık teşkil eden bu +mes’ele ile iştigali ehemmiyet-i mes’ele namına Osmanlı +muharririn-i muktediresine acizane tavsiye ve bu açığın kapanmasını +onların kudret-i kalemiyye ve vüs’at-i ilmiyyelerinden +Altı senelik bir inkılab neticesinde gayet feci’ bir surette +ecnebi müdahalesinin kanlı ve vicdan-suz bir cilvesi ile +zuhur etmiş olan İran buhran-ı hazırı münasebetiyle Osmanlı +efkar-ı umumiyyesinin bir eser-i telaş ve heyecan göstermesi +ve İran ahvalini bilmek üzere merak etmesi tabiidir. +mak üzere bu babda birkaç makale yazmaya ikdam ve bir +te’sir-i me’mul-bahş edeceğini dahi –Osmanlıların İran mukadderat-ı +feciine lakayd ve bigane kalamayacakları esas-ı +muhakkakına nazaran– ümid ederim. +TIRNOVA’DA ASAR VE HAYAT-I İSLAMİYYE +Tırnova Kasabası nefsü’l-emrde Şimali Bulgaristan’ın en +mühim kasabatından olmakla beraber başkaca bir ehemmiyeti +de haizdir ki o da şimdiye kadar geçen Bulgaristan’ın +krallarına payitaht olmasıdır. +Şimdiye kadar birkaç krala makarr-ı saltanat olduğu gibi +el-yevm de Bulgar kralları orada taç giyiyorlar. Vaktiyle külliyetli +bulunduğu gibi buraya mülhak olan karyelerde dahi İslam +pek az bir surettedir. +§ +Buranın mektepleri de bittabi’ +meskun bulunan İslamlar ile kıyas olunmak lazım geliyorsa +da maatteessüf daha ziyade mütedenni olduğu görülüyor. +Çünkü Tırnova Kasabası’nda iki İslam mektebi vardır. +Bunlardan birisi ibtidai diğeri rüşdidir. İbtidai dört rüşdi bir +sınıflıdır. Bununla beraber zükur inas muhtelit surette tedris +ediliyor. Üç muallim tarafından idare olunmaktadır. +Evkafa gelince: Bulgaristan’daki evkafın hakīkati biraz +tedkīk edilecek olursa herkesin akılları hayrette kalır; evkaftan +çok hiçbir şey yoktur. Fakat nereye gittiği evkaf namına +ne gibi dolaplar döndüğü kimler yiyor kimler içtiğine dair +de hiç kimsenin dürüst bir ma’lumatı yok gibidir. İyice aranacak +olursa herkesin evkaftan bir hissesi olduğu görülüyor. +Hele hükumetin oynadığı rollere hiç de akıl ermez. Bunları +bilahare yazacağım makale-i mahsusa ile izah edeceğim. +Tırnovi evkaf-ı İslamiyyesi yirmi beş seneden beri belediyenin +taht-ı idaresinde bulunuyormuş. Bu evkafın varidat-ı +seneviyyesi yirmi beş bin frank raddesinde olduğu halde +belediye tarafından mektep ve cami’lere edilen muavenet +ancak beş-altı bin frank kadar bir meblağa baliğ oluyor!!! +Sonra parasızlık yüzünden İslamların mektepleri terakkī +edemiyor. Bazen da bütün bütün seddediliyor. Fakat kusur +yine İslamlarda!?.. +§ +Tırnova Kasabası vaktiyle İslamiyet +nokta-i nazarından ne kadar mühim bir yer olduğu +ber-vech-i ati zikredeceğim meabid ve medaris-i İslamiyye +Görülüyor ki bugün yüz hane İslam’a malik olan bu zavallı +la dopdolu imiş. Fakat ne çare ki fıtratın kanunlarına mugayir +surette hareket edildiği için bugün görmüş olduğumuz +hal-i esef-iştimalde bulunuyor. +Bir vakitler nefs-i Tırnova Kasabası’nda cami’-i şerif +mescid kadar medrese varmış ki ber-vech-i ati tafsilatına +şüru’ ediyorum: +Fakat ahşap filan her ne suretle olursa olsun şimdiki +halde ma’bedlikten çıkarılmış hükumet tarafından hedmedilerek +arsası satılmıştır. +medilerek arsası satılmıştır. +mış bir kubbeyi havi gayet mühim bir ma’bed imiş. Kendisinin +ehemmiyeti nisbetinde gayet mükemmel bir de kütübhanesi +olup içerisi asar-ı nefise ve mühimme ile memlu +kütübhanede mevcud bulunan asar-ı nefise şunun bunun +eline geçerek zayi’ olduğu gibi o güzelim müessese-i İslamiyye +de Bulgar hükumet-i medeniyyesi??? tarafından +hedm ve tahrib edilerek arsasına “Sveti Kiril i Metodi” bir +zükur jimnazyası i’dadi inşa edilmiştir. +Bu jimnazyaya tahminen bir buçuk milyon frank sarfolunduğu +söyleniyor. İstanbulivistlerin son mevki’i iktidara +geldiği zaman yapılmaya başlanmış ve fakat hitama Demokratlar +erdirmişlerdir. Binaenaleyh bunun pek büyük bir +ehemmiyeti vardır. +miş ve oldukça cesameti de var imiş. Maa-haza bunun da +cami’ halinde kalmasına razi olmadıkları için Bulgaristan +hükumeti tarafından yıktırılıp arsası üzerine meclis-i idare +binası inşa edilmiştir. +letü hazihi sağlam bir cami’dir. Fakat ne dersin! Bu zavallı +da cemaati değiştirmiş. Çünkü eskiden maabid-i İslamiyye +olan bu mukaddes makam şimdi cihet-i askeriyyenin yed-i +zabtına geçerek cebehane ittihaz edilmiştir. “Yemek istemeyenin +malını yiyecek bulunur” derler!.. +tarafından tahrib edilerek arsası satılmıştır. +mensub büyük bir cami’dir. Maa-haza hükumet tarafından +hedmedilmiştir fakat arsası el-yevm boştadır. +cami’dir. Bu da emsali gibi hükumet tarafından hedmedilmiş +minaresi şerefesine kadar el-an bakī olduğu gibi cami’-i şerif +yeri de boştur. +rın elinde bulunarak derununda eda-yı salat edildiği cihetle +bittabi’ kıymeti pek büyüktür. +zata mensubdur. Yıkılmış ve yeri boştur. +meti tarafından hedm ve tahrib edilerek kereste ve taşları +Leskovensil? Kasabası kurbündeki Petropalof Manastırı’na +“bimarhane” nakledilmiştir. +olan bir cami’ varsa o da ancak budur. Çünkü vaktiyle +her nasılsa yıkıldığı halde bundan yirmi sene mukaddem +Çar Ferdinand hazretleri tarafından yeniden bina edilmiş +binaenaleyh el-yevm derununda eda-yı salat ediliyor. “Yeni +Cami’” veyahud “Ferdinand Cami’i” denilmektedir. +boştur. +mış olmalı ki bir vakitler bir İslam ma’bedi bir ma’bed-i +mukaddes olduğu halde şimdi askeri kilisesine tahvil edilmiştir. +§ +Vaktiyle Tırnova’da sekiz on kadar +mescid bulunuyormuş. Maa-haza bugün ancak bir dane +bakīsi de hedm illetine kurban olmuştur. Çingane Mahallesi +denilen mahalledeki iki mescid ile Kayabaş Mahallesi’ndeki +yıkılmışlarsa da arsaları boştur. Sonra Çataklı Mescidi ile +Şamlıoğlu Mescidi yıkılmış ve fakat arsaları hükumet-i Bulgariye +tarafından satılmıştır. Çeşmebaşı namındaki bir mescid +balada zikredildiği üzere lehü’l-hamd İslamların elinde +olup içerisinde eda-yı salat ediliyor. +§ +se Kayaaltı Medresesi Orta Medrese Kumluk Medresesi +namlarıyla benam medaris-i İslamiyye tamamen yıkılmıştır. +Bunların bazıları Gazi Firuz Bey’in bazıları da Feyzi Ağa’nın +bir medrese daha var imiş ki bugün kilisedir. +Kavak Baba namında bir zata mensub olan Tekye Medresesi +de bugün han olup derununda Bulgar aileleri oturmaktadırlar. +Daha sonra Tırnova’ya tabi’ Balvan Karyesi’ndeki +Balvan Medresesi Yemen Karyesi’nde bulunan Yemen +Medresesi Soştise Karyesi’ndeki Soştise Medresesi de yıkılmıştır. +Gorna Orahovitsa nahiyesinde vaktiyle üç cami’-i şerif +var imişse de hükumet-i Bulgariyye tarafından tahrib edilmiş +binaenaleyh şimdi bir dane bile yoktur. +Şu acı hem de pek acı olan hakīkatleri yazarken hemen +bila-ihtiyar dedim ki; “Ya Rabbi! Bir vakitler meabid-i İslamiyye +geçirmekte oldukları bu felaketler nedir? Hani ya Kur’an ; +“Mü’minler her yerde aziz olacaklar hiçbir yerde sefalet zillet +ve hakaret görmeyecekler” diyordu!.. +Hani her yerde mü’minlere nusret edeceğini +Kur’an haber veriyordu!.. Bugünkü müslümanların bulunduğu +hal ihbar-ı kat’inin tamamen aksine değil mi?...” +Eğer o anda; +ayet-i kerimesi hatırıma +gelmemiş olsa idi hemen hemen diyecektim ki; “ Kur’an-ı +Kerim ’in vaadleri –haşa– boşa çıkacaktır.” +Fakat bu ayet-i kerime hatırıma geldiği gibi aklımı başıma +toplayarak bunların esbabını epeyce düşündüm. En sonra +yine i’tiraf ettim ki İslamlara reva görülmüş ve el-yevm görülen +muamelelerin sebebi yine İslamlardır. Kur’an ; “Arza +salih olan kimseler varis olurlar. Bir memleketi her kim i���mar +eder işini yoluna korsa o memleket onun olur.” diye sarahaten +müslümanlara söyleyip dururken müslümanlara; +“Ni +fak ve şikaktan sakının. Hepiniz ittihad ve ittifak ederek +memleketinizin muhafazası için lazım gelen kuvveti hazırlayın! +daima inkıraza mahkumdur…” diye bağırırken müslümanlar +bu kanun-i ilahiye muhalif surette hareket ederek ilme +düşman nazarıyla bakarlar tefrika ve nifak u şikakı kendilerine +mahsus bir san’at olmak üzere kabul ederlerse elbette +sahib-i mülk olan Zat-ı ecell ü a’la mülkünü o kabiliyetsiz +kimselerden alıp da o mülkün muhafazasına kabiliyeti olanlara +vermek hususunda hiçbir zaman güçlük çekmez. Bununla +beraber evvelki mülk sahiblerini de küfran-ı ni’met +ettikleri cihetle daha dünyada iken esaret boyunduruğu altında +uzun bir zaman –sairlerine ibret olmak üzere– inletir. +Bu kanun-ı ezeliden hala ibret almak istemeyen biz Osmanlı +müslümanları da iyice düşünmeliyiz: Eğer gözümüzün +önünde cereyan eden bu gibi ahval-i müessifeden hala ibret +almamakta devam edersek bu kanun bizim hakkımızda da +tatbik olunacaktır. +SİLİSTRE’DE ASAR +VE HAYAT-I İSLAMİYYE +Silistre Kasabası etraf-ı erbaası taştan kale ile muhat bir +yerdir. Buranın zengin Bulgarları bu kalenin taşlarını alıp +hane ve dükkan yaptırmakta oldukları söyleniyor. Birçok +yerleri de mahbuslar tarafından hedmedildiği söylenmektedir. +Cenubunda iki kilometre yakınında taştan ma’mul ve +asar-ı atika idadına idhal edilmiş gayet mükemmel bir ta’biyesi +olup Mecidiye Ta’biyesi denilmekle ma’ruftur el-an asker +tarafından muhafaza olunmaktadır. +Şimalinde dahi Türkiye hükumetinden mevrus büyük bir +askeri kışlası ile bir debboy mevcuttur. El-haletü hazihi Bulgarlar +tarafından ta’mir edilerek içerisi asker ile memludur. +Sonra kasabanın en meşhur nehri bittabi’ Tuna Nehri’dir. +Kasabada Türkiye zamanında İslamlar tarafından bina +edilmiş büyük bir hastahane olup yine el-yevm hastahanedir. +Şehr-i mezkurun en orta yerinde Tahtalı Medresesi demekle +ma’ruf ve bir buçuk dekar yeri havi Humbalar nam +mahalde bir medrese var imiş ise de bin sekiz yüz doksan +bir Bulgar mektebi yapılmıştır. +Silistre ahalisi umumiyetle ziraat ile meşgūl olmakla beraber +kısm-ı a’zamı da balıkçı ve kayıkçılıkla meşgūldür. Bu +cihetle ahalinin kısm-ı küllisinin maişeti Tuna Nehri’nde +te’min olunuyor demektir. +Büyük servete malik olan müslüman pek azdır. Maamafih +te’min-i maişet için yavaş yavaş başka san’atlara da +merak hasıl oluyor. Allah intibah versin! +Dört sınıflı bir ibtidai ile iki sınıf üzerine bir rüşdiye vardır. +bir binadır. Rüşdiyeye gelince bu ayrı bir mektep binası olmayıp +Bayraklı Medresesi demekle meşhur olan medresenin +dershaneleridir. +Bundan maada Çayırkapı denilen yerde cesim bir mektep +binası varsa da mektep tahsisatının fikdanından naşi +mesdud bulunuyormuş. +Bir de Saraykapısı denilen yerde bir cesim mektep binası +varsa da Bulgaristan tarafından zabtolunduğu cihetle elyevm +Bulgar çocukları tedris ettiriliyor. Burada; “Allah Bulgar +hükumetine insaf versin!” diyelim de geçelim. Bir mektep +binası da İvaz Paşa Cami’-i Şerifi kurbünde var. Fakat +mesmuatıma göre menfaat-perestan-ı ahaliden Akif Burhan +Ağa namında birisi zabtetmiş ve el-haletü hazihi öteki beriki +Sonra iki sınıf üzerine bir de inas mektebi vardır. Bu +mekteplerde altı muallim ile iki muallime bulunur. +Muharebe zamanında on üç aded cami’-i şerif mevcud +lerek yerleri meydanlık olmuştur. Şimdiki halde dokuz danesinde +eda-yı salat ediliyor. Bunların bazılarının banisi +ma’lum diğer bazılarınınki ma’lum değildir. +Evkafa gelince; burada evkaf-ı İslamiyye pek çok buhranlar +geçirmiş. Bu cihetle gayet tedenni etmişse de iki seneden +beri muntazaman müzayedeler icra edilerek varidatı +terakkī ettirilmiş bu suretle mukaddema on bir bin frank +varidat-ı seneviyyesi olan evkaf-ı İslamiyye şimdi yirmi üç +bin iki yüz otuz franga baliğ olmuştur. +Kasabanın orta yerinde asar-ı İslamiyyeden kar-ı kadim +büyük bir cebehane varsa da Bulgarlar tarafından etrafı +hedmedilmiştir. +SOFYA MEKTUBUNUN NEVAKISINI İKMAL +Sofya’dan göndermiş olduğum mektupta i’dadi ve sair +mekteplere aid bazı noksanlar vardı. Çünkü orada ikamet +ettiğimiz müddet bunları tahkīk etmek kabil olmamıştı. Bazıları +da hiç hatırımıza gelmemişti. Bilahare Filibe’ye geldikten +sonra tekrar Sofya ile muhabere ederek tekrar İstatistik +Dairesi’nden işi bit-tahkīk destres olduğum ma’lumatı gönderiyorum: +Zükur ve inas i’dadileri +ayrı ayrı olup hepsinin mecmuu adede baliğ oluyor. +Bunların kadarı liseler olup bizim sultanilere muadil +bulunuyor. Bu mekteplerde muallim de muallime +vardır. +Muallim ve muallime maaşatı masarıf-ı saire +’dur. Şu halde i’dadilerin mecmuu masarifatı +ediyor. +* * * +zükura mahsus inas +allimine kızlar daha çok devam ediyorlar. +muallim muallime. Bunların maaşatı +masarıfat-ı saire mecmuu . Darülmuallimin +muallimlerinden iki danesi hükumet tarafından Avrupa’ya +kesb-i ihtisas için gönderilmiştir. +* * * +Darülfünunda bulunan +muallimler: Profesör lektör asistan nizami muavin +hususi muavin fevkalade profesörler ki yekun elliden fazladır. +Masarifat şu suretledir: +Yukarıda söylediğimiz gibi profesörlerin maaşat-ı seneviyyesi +franktır. Fakat bittabi’ bunların içinde ecnebi +profesörleri de var. Maamafih ecnebi profesörlere Bulgaristan +hükumeti ile olan kontratolarını fesh ve ibtal ve mezkur +profesörlerin darülfünunu terketmeleri için frank +verilmiştir. Demek oluyor ki ecnebi muallimlere ihtiyaçları +kalmamıştır. +Sofya Darülfünunu’nda tıp fakültesi yoktur. Bulgarlar tababeti +Avrupa’da tahsil etmeyi tercih ediyorlar. İhtimal ki +böyle daha ucuz geliyor. +HİLAL’İN DE BİR +DONANMASI OLSAYDI… +Ağustos’un on beşi sabah zevali saat altı idi. Suriye haritasında +bir mevki’-i latif-i tabiiye malik olan Cebel-i Lübnan’ın +şevahik-ı rayihadarından buse-çin-i letafet olarak +Derya-yı Sefid’in bir kenar-ı minakarında tal’at-nüma-yı +ma’muriyyet olan Beyrut şehr-i şehirine isal-i feyz-ı hayat +eden nesim-i dil-nüvaz o muhit-ı şi’r-engizi nazan nazan +yelpazeliyordu. +Sema deniz müstesna bir levn-i kebud-ı nazar-firib ile +yekdiğerini kucaklamış bir ufk-ı dur-a-durdan şuaat-ı zertarisini +takarrub etmekte bulunmuş idi. +Her taraf bir sükunet-i neşat-hiz-i sihri içinde gunude… +Birden bire Re’s-i Beyrut cihetinden nümayan olan kesif +kasvet-resa dumanlar bu letafet-i şa’şaadarı bulandırdı. Müteakıben +tabakat-ı hevaiyyeye nüfuz ederek tereffu’ ettikçe +koyu siyah renginden refte refte açık gül levnine münkalib +olan ve akıbet cu’-i ademe ulaşan bu dumanın zir-i kesafetinde +denizin sath-ı nil-fam-ı sakitinde aheste reftar olarak +limana doğru ilerleyen ve kalb-i adunun siyahi-i fıtrisine +müşabih bir boya ile boyanmış bulunan birer seyyar kal’a-i +mehibe-i harbiyye göründü. +Biribirini pruva hattında ta’kīb eden bu muvahhiş müd +hiş sefain-i harbiyyenin serenlerinde guya ki alamet-i farikası +olduğu kavmin ye’s ü ıztırabını Trablusgarb mücahidininden +yediği darabat-ı müdhişenin ilka ettiği havf u dehşeti +hazinane i’lan eden bandıraları Osmanlılığın celadet ve +mehabetine serfüru olmuş bi-hareket kıvrım kıvrım bir vaz’iyet-i +müteellimane ile bir lisan-ı hal-i me’yusane ile ızhar-ı +keder ve matem ediyordu. +Birer puşide-i siyah-ı matem ile örtünmüş gibi serapa +karalıklar içinde kalmış sefain-i mezkure borda nizamında +limanı abluka etmişler idi. Mürettebatı harbe müheyya bir +vaz’iyette top başlarında ve filikalarda müheyya-yı huruc +bulunan ve biri bir visamiralin diğeri bir kontramiralin +taht-ı kumandasında Bahr-ı Sefidimiz’i bi-muhaba dolaşan +hakim-i sevahilimiz olan iki firkadan ve altı kıt’adan ibaret +bu düşman filosu bir gün evvel Hayfa Yafa Limanları’na +uğrayarak bir Alman tüccar vapuruyla yelken sefaini teftiş +ettiği havadisi resmi ve hususi surette buraya aksetmiş olduğu +cihetle halkta i’zam edilecek bir havf u telaş-ı na-meşhud +de riayetkar olmaması hususiyle geçen Şubat bombardımanının +hatıra-i feciası mucib-i endişe oluyordu. Maamafih +hükumet fırka-i askeriyye geceden tedabir-i ihtiyatıyye ittihaz +etmiş olduğundan gemilerin görünmesiyle beraber +asakir ve polislerden mürekkeb devriyeler esvak ve mahallatı +gezmekte halkı tatmine ve asayişi cidden muhafazaya +hasr-ı gayret etmekte idiler. +Asayiş ve intizam-ı şehir bu suret-i ciddiyye ile taht-ı +te’mine alınmış bulunmak hasebiyle halk asude bir kalb ile +limana ve mevaki’-i mürtefiaya koşmuş mütecessisane düşmanın +harekatına vakf-ı enzar etmiş idi. +Düşman filosu ber-vech-i bala borda nizamında demirlendikten +sonra istimbotlarını bazı sandallarını denize indirmiş +yekdiğeriyle bir muhabere-i nümayişkariye başlamış +hez üç istimbotunu birer çeyrek yarım saat fasıla ile Nehr-i +Beyrut cihetine sevketmiş idi ki bundan maksadı karantina +hizalarında lenger-endaz olan üç direkli boş bir “barko”yu +teftiş ve zabttan ibaret olduğu bir müddet sonra iki istimbota +bağlı olarak abluka hattı dahiline getirilmekle anlaşılmış idi. +Bununla beraber bu teftiş ve taharri keyfiyeti yalnız mezkur +“barko”ya hasredilmemiş idi. Akşam üstü İskenderiye tarikıyle +gelen Lloyd Kumpanyası’nın “Amphidrite” ismindeki +vapurunun tevakkufu için amiral gemisinden işaret flamalarıyla +verilen emri mühimsemeyerek yoluna devam ettiğini +gören düşman boş bir top endahtıyla durdurdu ve iki saat +devam eden uzun ve müdakkık bir teftişten sonra limana +girmesine müsaade ettiği gibi o sırada İstanbul’dan gelen +Rus bandıralı posta vapurunu da işaret ile durdurarak iki +çeyrek kadar bir muayeneden sonra serbest bıraktı. +Bu teftişatın icrası esnasında idi ki visamiral gemisinden +ayrılan ve mitralyöz ile mücehhez bulunup önde beyaz bir +flama ve arkada İtalya bandırası dalgalanan iki istimbotun +limana doğru ilerlemekte oldukları görüldü. +Rıhtım ahali ile lebaleb olduğu cihetle bir vak’anın hudusü +mütefekkirini endişenak ediyordu. Zaten düşmanın maksadı +bir hadisenin tekevvününe sebebiyet verdirmek olduğu +gemilerdeki faaliyetden harekat-ı bi-pervasından anlaşılıyordu. +Bereket versin ki Osmanlıların metanet-i ahlakıyyesi +alamet-i teslim ve dehalet –bilmem ta’bir doğru mu?– olan +beyaz flamayı havi düşmanın o küçük müfreze-i teftişiyyesini +taarruzdan masun bıraktırdı. Kemal-i hazm ü lakaydi ile +herkes seyrediyor bir nazar-ı istihza bile fırlatmıyordu. +çehrelerinde ru-nüma olan asar-ı havf ve cebanet acınacak +bir halde idi; simalarında kan namına bir şey görünmüyor +korkudan elleri ayakları titriyor idi. +Düşmanın bu nümayişden de meramı rıhtımda bağlı bir +telaşla icra olundu. +Zevali saat altı raddelerinde idi ki yukarıda beyan ettiğim +“barko”yu yedekte alan bir harb sefinesi borda nizamından +ayrılarak rivayete göre Rodos’a götürmüş. +Vakta ki gece oldu denizin sath-ı rakidinde kamerin envar-ı +şa’şaadarı altında birer heyula-yı siyah gibi yatan zırhlılar +bütün ışıklarını söndürmüş sakit naim bir halde sabahı +buldular. +Sabah zevali saat yedide kontramiral gemisinden keşide +edilen bir işareti müteakıb gemilerde gayet bati ve Re’s-i +Beyrut’a doğru bir hareket görüldü. Bu esnada işaret-i muhtelife +teati olunuyor bacalarından kesif dumanlar çıkıyor +mürettebat vazife başında görülüyordu. –Bu ilk manevrada +nazım vazifesini visamiral gemisi ifa ediyordu.– Muahharan +kontramiral sefinesinden verilen bir işaret üzerine “torpieur” +mütevassıt bir meşy ile yine borda nizamında duran +diğer gemilerin vasatından geçerek bir nokta-i merkeziyye +teşkil etti. Ba’dehu visamiral gemisiyle diğerleri bunun etrafında +bir kavis çizdikten ve mezkur amiral gemisi hafif bir +seyir ile ilerledikten sonra “torpieur” aynı sür’atle hareket +ederek nazım yani pişdar oldu. Diğer dört zırhlı dahi borda +hattında arkasına düştü. Filo bu tertib üzere ve seyr-i mütevassıt +ları sath-ı semada hafif bulutlar husule getiriyordu ki arkalarından +nigeran olan gözlerde o muhabbetli kalblerinde +okunan ma’na-yı beliğ ve müessir: +“Ah! Bizde de bir donanma olsa idi düşman denizlerimizde +bu derece hakim olamaz izzet-i nefsimiz böyle münkesir +kalmazdı”dan ibaret idi. +Eylül tarihiyle +Dehibat’tan makamat-ı aliyyeye keşide edilen telgrafnamedir: +“Hukūk-ı vataniyye ve şahane-i Osmaniyyemize +zerre kadar halel verecek –gazetelerde okuduğumuz– sulh +müzakeratını ve müdavele-i efkar-ı siyasiyyeyi bütün mevcudiyetimizle +reddederiz. Düşmanın bir tek şartını kabul +etmeyeceğiz. Galibiyet ve muzafferiyet-i mütevaliyyenin +bizde olduğuna umumun kanaati mevcud ve gayr-i münkerdir. +Cebin düşman gayret-i vataniyyemiz sayesinde bazı +deniz kenarlarında donanmasının himayesi altında halen +mahsur ve makhurdur. Vatanın selameti Osmanlılık nam-ı +mübeccelinin muhafazası uğurunda bir milyonu mütecaviz +muharebeye vakfettik. Tek nefere varıncaya kadar temdid-i +muharebeye ahd ü misak eyledik. Allah aşkına vatan muhabbeti +namına bizi bırakmayınız. Düşmanın bütün mesaisine +rağmen hukūk-ı mevruse-i Osmaniyye ve hukūk-ı +vataniyyemizi hiçbir halel iras ettirmeyerek bi-temamiha +muhafaza buyurunuz. Muharebe ile meşgūl olduğumuz cihetle +oraya kadar gelmekliğimize ve uğraşmamıza imkan +yoktur. Tarih-i Osmaninin safvetini Huda-nekerde lekedar +edecek halin vukūuna meydan vermeyiniz. Muahedat-ı +düveliyye ve kavanin-i medeniyye hılafına bi-gayri hakkın +taarruz edilen vilayetimizin kurtarılmasına ve zalim düşmanımızın +tardına cihandaki umum İslam ve Osmanlıların +ve hukūk-ı ma’deleti seven düvel-i ecnebiyyenin bile bezl-i +mechud eyleyecekleri derkardır. Bir azm-i metin ile takdim +kılınan bu istirham-ı vatanperveranemizin kabul ve icra buyurulacağını +ümid ve tebşirinize sabırsızlıkla tazarru’ eyler +ve netice-i haseneyi bekleriz ferman. +Fasato Kazası’ndan Abdullah Baruni Ahmed Arabi +Yusuf Ceris Ömer Ahmed Arabi Ömer bin Selim Ömer +el-Hadimi Ahmed İzzeddin Mustafa Şakir Said bin İzzet +Muhammed İyaz Mes’ud Efendi Ahmed bin Muhammed +Seyyid Berkūs Muhammed bin Said Süleyman Süveyah +Ali Şerif Ali el-Keddani Salim bin Kasim Ebu-Beşir Yahya +el-Baruni Ahmed el-Baruni Ahmed el-Meksi İbrahim +Ebu’l-Abbas Mes’ud Abidan Seyfan Muhammed Mustafa +Safi Muhammed es-Suavi Ahmed Elyan Muhammed Ayidan +Muhammed Yunus Süleyman Said Abdullah Salih +Ali Abaze Abaze Seyfan Ali Muhammed Ali Safer Şa’ban +lil Şeyh Ahmed Derviş Süleyman Kami Said Ömer bin +Ali Ali Ahmed Fazıl Ömer Tacir Ali Şefeta Abdullah +Ebu-Şedre Halife.” +Sahne-i +harbden el-Alem ’in muhabiri yazıyor: “Yirmi gün evvel +“Garyan”dan Aziziye’ye geldim. Maksadım geçen ayda pek +az vukūat olduğu için Aziziye’de … Zanzu’da Fındık’da +Buğşir’de bulunan mücahidinin ahvalini görmekti. Lehü’l-hamd +cümlesini arzu edildiği gibi gördüm. Adedleri kafi +olduğu gibi meserretleri de yerindedir. +Düşmanlar harb için yeni bir usul ittihaz ettiler ve hala +da onu muhafaza ediyorlar. Ölüler gibi istihkamat dahilinde +–bazı mücahidlerin harbe da’vetlerini ima eder harekat-ı +müteaddidelerine rağmen– iltizam-ı sükun ve rahattır. Mücahidlerin +lerde istihkamatın dahiline girip oradaki hayvanları önlerine +sürmek suretiyle almaya kadar vardılar. +Kendi gözlerimle gördüm: Otuz mücahid önlerinde İtalyanlardan +aldıkları dört inek dokuz koyunu üzerlerinde +tihkamattan dönüp ordugaha gidiyorlardı. +Bugün Seydi Abdülcelil’de hafif bir müsademe vukū’ +bularak düşmanın inhizamı ve filonun himayesi altına ilticası +birçok deve vasıl oldu. Bu develer esliha ve cebehane ve +saireyi hamil olduğu halde Fizan’dan darülharbe gelen birkaç +bin develik bir kafileden müfrezdir. +evrak-ı matbuanın ihtiva eylediği züll ü meskenet ibareleri +düşmanın son derece müzayakada olduğu ve kuvve-i +ma’neviyyesinden bir eser kalmadığı istidlal olunuyor. Bu +evrak mücahidinin şevk ve neşatını arttırmakta ve vatan-ı +muazzezlerine muhabbet ve irtibatlarını takviye eylemektedir.” +Emir hazretleri +Cenubi Buhara’da icra etmekte olduğu seyahatinden +avdet etmiştir. Emirin bu seyahatine bir ma’na-yı siyasi verilmektedir. +Türkistan-ı Çini’de vaki’ olan iğtişaşattan dolayı +Ruslar gerek Çin gerek Afgan hududuna asker tahşid ediyorlar. +“Cenubi Buhara’da Rus asakiri az görüldüğünden +leceği düşünülmüş ve emir hazretlerinin seyahatine bu nokta-i +nazardan lüzum görülmüştür.” diye bir fikir vardır. +Rus Hükumeti ile Buhara +Emareti beyninde vaki’ olan muahede vechile Rus mirabları +zarfında Buhara arazisini de irva ve iskaya ahden mecburdurlar. +Fakat takarrur etmiş bir teamül üzere Rus mirabları +külliyetli bir rüşvet almayınca Buhara mezari’ine su vermezler. +Bu sene rüşvetin te’diyesinde biraz te’hir vukū’ bulduğundan +Buhara pamuk zürra’ı külliyetli hasarata uğramıştır. +Dört beş aydan +beri Yeni Buhara’da neşredilmekte olan Farisiyyü’l-ibare +Buhara-yı Şerif gazetesi ahiren sermayesizlik yüzünden +dolayı mahkum-ı ta’til iken Buhara maarif-perveranı tarafından +teşkil olunan bir şirketin hamiyeti sayesinde tekrar +neşriyata başlamıştır. Gazetenin her numarasında İstanbul +muhabir-i mahsusu tarafından mufassal mektuplar neşrediliyor. +Şehr-i halin on beşinde birkaç +silahlı Rum Hanya Ovası’ndaki Aksilo Famara mevkiine +giderek ve Ağa-zade Şakir Bey’in çobanlarını bağlayarak +koyun gasb ve sirkat etmiştir. +§ Hanya Matbaa-i Vilayet Müdürü Kalerki’nin zevcesi +Atina Eytamhanesi’nden almış olduğu bir öksüz kızı dayak +altında itlaf eyledikten sonra bu cinayeti hükumete sezdirmeksizin +gömdürmüş ise de ba’dehu iş komşular vasıtasıyle +meydana çıkmış olmağla katil kadın tevkīf edilmiştir. +Girit’te birçok hıristiyanın levha-i +hatırlarından “ve’l-ba’sü ba’de’l-mevt” akīdesi silinmiş +ve bu yüzden birçok cinayat ve sirkatler vukū’ bulmakta bulunmuş +olmağla köylere telkīn-i din münadileri çıkarılmasını +Venizelos’un mürevvic-i efkarı olan Greeks gazetesi tavsiye +ediyor. Girit - İstikbal +nan hususi haberlere nazaran efkar-ı umumiyyede hissedilen +adem-i emniyyet ve ara sıra ızhar olunan şikayetlerden +dolayı hükumet bir an evvel meclis-i millinin küşadına +lüzum görüyor. Fakat diğer taraftan intihabatın tamamıyle +kendi lehine neticeleneceğinden emin olmadığı için menfaatini +teahhurda buluyor. Shuster Mes’elesi ve Rus ültimatomlarından +sonra İran hükumeti şiddetli surette Rus +ve İngiliz sefaretlerinin taht-ı nüfuzuna girdiğinden her bir +mes’elede onların tarz-ı telakkīlerini nazar-ı i’tibara almak +mecburiyet-i elimesindedir. İntihabat mes’elesinde dahi bu +mecburiyet bütün an’anatıyle hissediliyor. Ruslar esasen +meclis-i millinin küşadı aleyhindedirler. İngilizler ise bilakis +meclisin vücudunu kendi nüfuzlarıyla o kadar da münafi +görmüyorlar. Ruslar hatta Mehmed Ali Mirza’yı tekrar İran +tahtına iclastan sarf-ı nazar etmemiş gibi bir vaz’iyettedirler. +Rus mahafil-i siyasiyyesine merbut olan müteneffizin yakın +bir zamanda Mehmed Ali Mirza’nın tekrar İran’a avdet edeceğinden +bahsediyorlar. İşte bu suretle İran kabinesi iki ateş +sında iade-i haysiyyet etmek üzere elzem görüyor. Aynı zamanda +meclisin “fazla vatanperver” olmak ihtimalinden de +titriyor. Zira öyle bir meclis Rusların hoşuna gitmeyecek ve +zavallı memleketin başına yeni entrikalar açılmasını mucib +olacaktır. +Ruslar Tebriz’de icra ettikleri mezalimi +müteakıb Fikir namında bir gazete te’sis ettiler. Rusların +Han ile Rus konsülatosunun tahsisatıyla neşredilen bu gazete +evvelce bir Ermeni’nin taht-ı idaresinde neşrolunuyordu. +Anlaşılan İslam müctehidlerinin kanlı cenazelerinin aşura +gibi bir yevm-i mukaddeste teşhir edilmesinden mütevellid +olan heyecan o kadar müessirmiş ki Ruslar muzmerr-i fasidlerini +setretmek kasdıyle neşrettirmek istedikleri bir paçavranın +müdürlüğü rezaletini deruhde eden alçak bir müslüman +bulmakta evvel emirde duçar-ı müşkilat olmuşlar. Fakat biraz +sonra istedikleri alçağı bulmuş ve “Dervartanyan” ism-i +şumunu “Mirza Hasan” imza-yı leimi ile tebdil etmişlerdir. +Tabii mekteplere Kazaklar yerleştiren matbaaları yıkıp +yakan Rusların gazete te’sisi fikrine düşmelerinde ne gibi bir +“saik-ı medeni” olduğunu anlamak güç değildir. Bunlar istemişler +ki icra ettikleri faaliyetten yerli ahalinin hoşnud olduğunu +Avrupa’ya karşı iddia etsinler ve bunun delil-i maddisi +olarak “İran efkar-ı umumiyyesi tercümanı” olan “yerli +bir gazetenin ahbar ve mutalaatını ba-telgraf aktar-ı aleme +yaysınlar.” Nasıl ki Rus nim-resmi telgraf ajansı “Agence +Petersburg” öyle yapıyor. Tahran gazetesi Afitab tarafından +“küfür” suretinde okutmaya layık görülen bu Fikir -i Rus +bakınız veliyyü’n-ni’meti olan zalimlerin bir memleket-i İslamiyyeye +karşı ettikleri su-i kasdda ne gibi bir lisan-ı leametle +takdir-han oluyor. Fikir ’in son gelen nüshalarından birinde +nefret-engiz böyle bir cümle okuyoruz. +“Tefaddulat-ı ilahiyye ve teveccühat-ı hazret-i hüccet-i +asr ecl-i ilah-ı ferceden olarak a’la-hazret imparator-ı devlet-i +behiyye-i Rus biz ahaliye karşı rauf ve mihriban oldukları +gibi asakir-i zafer-nümunu dahi dide-i İslam’ı ihya ediyorlar!” +Zannedilmesin ki Tebriz bu paçavraya lazım gelen muameleyi +esirgiyor. Tebriz’den yeni gelen birisinin rivayetine +nazaran devr-i meşrutiyette neşrolunan gazetelerin müvezzi’leri +Fikir gazetesinin daha müsaid bir şartla teklif edilen +tevziini reddetmişler. Hali sokaklarda tesadüf eden Fikir +müvezzi’leri dahi ahali tarafından darb ve tahkīr ediliyor ve +ellerindeki gazeteler alınarak yırtılıyor. Ve bu “Samed Han +– Rus” idaresinin sıfat-ı kaşifesi olan bila-muhakeme asılmak +kafası kırılmak yüzü kulağı eli ayağı kesilmek gibi en +şedid mücazata ma’ruz kalmak ihtimaline rağmen cesaret +olunuyor. Bu husus nefretin derece-i şiddetini gösterir zannederiz. +Fikir gazetesinin Osmanlı ahvaline dair verdiği ma’lumat +tamamıyle bir takım kara haberlerden ibarettir ki bunu +mahsus yaptığı şüphesizdir. +– Sabık İran Maliye Müşaviri Amerikalı +Morgan Shuster’in ne gibi tazyikat-ı siyasiyye neticesinde +muma-ileyh Shuster İngilizce olarak İran hususunda mükemmel +bir eser neşreylemiştir. Eser-i mezkur sahife +olup müteaddid resimlerle müzeyyendir. Kendi umur-ı ıslahiyyesinde +Rus ve İngiliz siyasileri tarafından duçar olduğu +müşkilatı sened ve vesaik üzerine müstenid olarak birer +birer beyan ediyor. Kitabın ünvanı İran’ın Boğulması ’dır. +Filhakīka bu kitabı okurken insan bu zavallı memleket-i İslamiyyenin +alem-i temeddünün gözü önünde nasıl zalimane +ve feci’ bir halde boğulduğunu ra’na görüyor. Kitap Londra’da +basılmıştır. +Tahran’dan +alınan mektuplara nazaran ahiren Şahseven akvamıyla +vaki’ olan müsadematta Rus kuva-yı askeriyyesi mütevaliyen +rine Ruslar harekat-ı ta’kībiyyenin ta’tilini muvafık bulmuş +ve Şahsevenlerin te’dibi hususunu İran kuva-yı dahiliyyesine +bırakmışlardır. Sipehdarın Tebriz’e vüruduyla Şahsevenlere +karşı lazım gelen tedabir-i iskatiyye ittihaz edileceği +Ruslarca ümid olunuyor. +Muhterem kari’lerimiz! Abonelerini hep ilk numaradan +düncü nüsah-ı matbuası da kalmadı. Maamafih siparişin teahhur +etmemesi maksadıyle ilk numaradan abone olanlara +mevcud nüshalar gönderilmekte ve eksik kalan numaralar +da abone sahiplerinin adresleriyle beraber bir tarafa işaret +edilmektedir. Bilahare ne mikdar tab’ı lazım geleceği anlaşıldıktan +sonra basılıp hemen gönderilecektir. +§ Mektuplarda imza yanına abone sıra numarasının her +halde yazılması unutulmamalıdır. Çünkü binlerce abone +huruf-ı heca tertibiyle de bulunması müşkil ve vakit zıyaını +mucib oluyor. Bu sebeple mektubun muamelesi de teahhur +ediyor. Onun için mektuplarda abone sıra numarasının her +halde işaret olunması imzanın açık muhtelif siparişlerin rakam +sırasıyla yazılması reca olunur. +Tercüme-i Meal-i Münifi +“Onlar görmüyorlar mı ki her sene türlü türlü belalara +musibetlere duçar oluyorlar. Sonra da –gariptir ki– ne nifak +u şikaklarından nedamet ve tevbe ediyorlar ne de üzerlerinden +eksik olmayan felaketlerden ibret alıyorlar.” +* * * +terkib-i celilindeki istiğrak hakīkī değil örfidir. +Musibetler nifak u şikakın devamı müddetiyle mukayyeddir. +Nifak u şikak devam ettikçe belalar mübareği!... +nazm-ı kerimi “bir veya iki kere” demek değildir. Belki +murad-ı ezel kesret ve tenevvu’-ı masaibdir. kelime-i +celilesinin mader-i iştikakı “fitne”dir. “Fitne” mihnet ve +bela ma’nasınadır. “Fitne” şirk ve küfür ma’nasına da müsta’meldir. +“Fitne” hayat-ı ictimaiyi –az-çok– ihlal eden akval +ve ef’al-i mefsedet-engizaneye de denir. “Fitne”nin kahr +u gazab-ı ilahiye de ıtlakı caizdir. Nitekim +Yani: “Ey mahbes-i cahime girmeye bi-hakkın liyakat +gösteren caniler! Şimdi fitnenizi tadınız! Dünyada irtikab +ettiğiniz türlü türlü fitne ve fesadların ceza-yı sezasını görünüz +de fitnekarlık fesad-engizlik nasıl olurmuş anlayınız!” +Müsebbeb olan azab-ı ilahi sebeb olan fitnenin ismiyle +tevsim buyuruluyor. Allame Kadi merhum ve fazıl Ebussuud +rahimehumallah; nazm-ı hakiminde “Fitne”yi; +“İnsan duçar olduğu mihnet. Mesela öz vatanından +çıkarılmak evini barkını bütün mamelekini o baba yurdunu +o nene ocağını düşman eline bırakıp yağmur gibi +göz yaşları dökerek hicrete mecbur edilmek. İşte bu felaket +katilden daha dehhaştır daha tahammül-suzdur. Çünkü +ve ıztırabat-ı vicdaniyye iki dakīkalık bir sekerat-ı mevt ile +kat’iyyen nihayet bulur. Fakat vatandan ihraç musibeti öyle +değil; o ateş-i hicret kalbde yanar durur.” diye tefsir ve izah +ediyorlar. Bir daha tekrar edelim: Katilden eşedd olan fitne +vatandan çıkarılmak hicrete icbar olunmak… Unutmayalım! +Tercüme ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz ayet-i +celile Asr-ı Saadet’teki Medine-i Münevvere münafıkları +hakkında hikmet-efza-yı nüzul olmuştur. O zümre-i şikak u +nifakı levm ü takri’ ediyor. +O –içlerinden bilahare iman etmiş olanlar müstesna– +bedbahtları kalblerinde besledikleri nifak kin ve adavet İslamlar +aleyhine fitneler uyandırmaya fesad ateşleri yakmaya +teşvik ve tahris ediyor. Sonra o ateş-i fesadın alevlerini +Allah’ın sarsar-ı kahr u gazabı kendi üzerlerine götürüyor; +onları yakıp kavuruyor. +Bu ayet-i celile vazıh bir lisan-ı hikmetle söylüyor ki nifak +u şikak insanları maddeten-ma’nen kahr u tedmir eden en +müdhiş bir maraz-ı ahlakīdir. Bu ma’nevi ve ruhi hastalığın +cem’iyyat-ı beşeriyye arasındaki tahribat-ı hailesi koleradan +müdhiş taundan mühlik vebadan bi-emandır. +Bu hıred-suz hakīkate binlerce senelik tarih-i beşeriyye +tin her sahifesi nifak u şikakın fitne ve fesadın kurbanı ol +muş olan milletlerin hun-alud birer şahid-i inkıraz ve izmih +lali iken yine ne hayrettir ne hikmettir ne garabettir ki +em +raz-ı sariyye-i maddiyyeden mütevahhiş ve tahribat-ı +hanüman-suzundan mütedehhiş olup def’ u ref’i için fart-ı +telaş ve ehemmiyetle vesait-ı tehaffuziyye ve tedabir-i şedide-i +sıhhiyye ittihaz eden daima çareler bulmaya ilaçlar +serumlar icadına çalışan insanlar taun-ı şikaka veba-yı nifaka +sevdazede bir aşık gibi meftun olurlar. O cellad-ı insaniyyeti +o katil-i cem’iyyeti kalblerinde dimağlarında beslerler. +Maraz-ı maddinin savletinden bütün kuvvetleriyle alabildiklerine +dünyanın bir ucundan diğerine kaçarken ondan +bin kat müdhiş bin kat mühlik olan bir maraz-ı ma’neviSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +nin ağūş-ı cazibedarına!? can atarlar. Ona bile bile teslim-i +ruh ederler!! İşte insanlardaki tenakus-ı akli! Dalal-i vicdani! +Ama-yı idraki! +Fakat ey pek zavallı akl-ı sakīm! Sen hey’et-i ictimaiyye-i +milliyyenin nasıl bir kehfü’l-eman-ı hayat olduğunu bilmem +niçin anlamıyor yahud –daha doğrusu!– niçin anlamak istemiyorsun? +Sen o cem’iyetten çık! O sine-i şefkat-perverden +ayrıl! O ağūş-ı vefa-küsterden çekil! Bir dağ başına git! +Bir orman içine dal! Hatta aileni de birlikte götür! Bir ağaç +kovuğunda bir mağara içinde dağdağasızca mes’udane? +bahtiyarane yaşa!! Nasıl?... Mümkün değildir; muhaldir. Bu +teklif bi-mealdir. Çünkü fıkdan-ı idrake daldir. Öyle mi? Bir +daha öyle mi? Aferin bu idrak-i muhale! Demek o sence +herşeyden muazzez olan hayatının muhafızı o kitle-i uhuvvet! +O muhterem cem’iyet! O sine-i şefkat! O ağūş-ı insaniyyet! +O mahvolursa senin de kıymetli hayatın sevgili canın +mahvolur gider. Ya bu hakīkati idrak ediyorsun da sine-i +şefkatinde efrad-ı ailenle saadetin bütün ma’nası içinde yaşamakta +olduğun o –sence hayatın kadar kıymetdar canın +kadar muazzez olan– cem’iyetin hayatını neden düşünmüyorsun? +O mukaddes hayatı düşünmek aynıyle kendi öz canını +düşünmek değil mi? İşte bir dağ başına çekilmenin bir +ağaç kovuğunda bir mağara içinde yaşamanın imkansızlığını +Gerçi bu ayet-i celile on dört asır evvelki münafıkīn hakkında +nazil olmuştur. Fakat bak! İbret gözüyle bak ki mütevali +fitnelerden mütenevvi’ belalardan musibetlerden +felaketlerden bahsediyor. Mahşer dolusu dulları yetimleri +yerleri sarsan gökleri inleten feryad ü figanları sonra kaht +u galaları tufan-nümun boraları doluları memleketleri altını +üstüne getiren zelzeleleri haber veriyor. Bunların hepsi +nazm-ı celilinin mader-i iştikakı olan “fitne” lafz-ı +ammının daire-i şümulü dahilinde. Guya şimdi şeref-nüzul +etmiş de bizi gösteriyor. Bizi levm ü tevbih ediyor. Bizim +vasf-ı hal-i felaket-mealimiz oluyor. Bizi tevbeye tezekküre +ki Cenab-ı Kur’an -ı Mübin gibi her emri ayn-ı ni’met her +nehyi mahz-ı hikmet olan bir menba’-ı kavanin-i insaniyyeti +bir me’haz-i desatir-i medeniyyeti bir mürşid-i şahrah-ı +selamet ü saadeti omuzundan fırlatıp arkasına atsın da sonra +yine selamet-i hal ve saadet-i istikbal umsun! Umsun +umsun!! +Tercümesi +“Hepiniz birden Allah’ın kitabına sımsıkı tutununuz; birbirinizden +ayrılmayınız; Cenab-ı Hakk’ın üzerinizdeki ni’metini +hatırlayınız: Hani bir zamanlar birbirinize düşman idiniz +o sizin kalblerinizi birleştirdi de onun lutfu sayesinde kardeş +oldunuz; hani bir zamanlar Cehennem uçurumunun kenarında +diye Allah ayetlerini size böylece bildiriyor.” +* * * +Ayet-i celile Al-i İmran Suresi’ne mensubdur. +gibi ehadis-i sahihaya bakılınca ayet-i kerimedeki Hablullah’ın +Kur’an olduğu anlaşılır. Bundan maksad İslam’dır +diyenler de olmuştur. Zaten bu iki tevcih birbirinden ayrı +değildir ki. Öyle ya Kur’an İslam’ın kitabı İslam ise o kitabın +meal-i müstetabıdır. +Cemaat-i müsliminin hem dünyada perişan hem +ukbada mahkum-i hüsran olmaması için -her ne surette her +ne mahiyette olursa olsun- tefrikayı intac edecek bütün hareketlerden +bizi nehyeden ayet yalnız şu tercüme ettiğimizdir +zannına düşmeyelim. +gibi daha bir çok ayat-ı şerife ile namütenahi ehadis-i münife +hep ya aynı gaye-i vahdete sevk edecek birer emri yahud +o gayetten uzaklaşmamak hakkında birer nehyi tazammun +ediyor. +Ne hacet! Bu evamirin bu nevahinin hiç biri olmasa +edasıyle me’mur olduğumuz feraiz ta Çin surlarına yaslanmış +bir Moğol ile Şar Balkanı eteklerinde dolaşan bir Arnavut +arasında en sağlam bir uhuvvet rabıtası vücuda getirecek +mahiyeti haiz değil mi? Tarih-i İslam’a azıcık vukūfu +olanlar Ensar’ın Muhacirin’e karşı ne büyük fedakarlıklar +gösterdiğini bilirler. Evet semahatin insaniyetin bu derecesi +o vakte kadar vukūa değil hatıra bile gelmemişti! Halbuki +zaman-ı cahiliyyette bunlar birbirinin hasm-ı canı idiler. +Muhtelif kabileler arasındaki kanlı muharebeler bitmek tükenmek +bilir takımdan değildi. Nitekim Evs ile Hazrec tam +yüz yirmi yıl birbirini boğazlamıştı. İşte asırlarca süren bu +müdhiş muhasamata hatimeyi Müslümanlık verdi. Kabail +yekdiğerine karşı hasm-ı can iken feyz-i İslam ile birden bire +yar-ı can oldu. Artık bu tekarrür eden sulhün teessüs eden +uhuvvetin saye-i saadetinde pek bahtiyar bir hayata nail +olan Ceziretü’l-Arab sakinleri putperestlik levsinden sıyrılarak +saha-i nura-nur-ı tevhide yükselmek suretiyle hayat-ı +bakıyyelerini de te’min eylediler. +lan; her zaman yada alınması emr olunan ni’met bu ni’met-i +uzmadır. +Müslümanlık ırk renk lisan muhit iklim i’tibarıyle birbirine +büsbütün yabancı unsurları aynı milliyet altında cem’ +eden yegane rabıta iken; hele biz Osmanlılar için dünyada +bu rabıtaya dört el ile sarılmaktan başka selamet yolu +yokken; şu son senelerde meydana çıkardığımız kavmiyet +asabiyet gürültülerine şaşmamak elden gelmez! Bu kadar +hükumat-i İslamiyye hep tefrika yüzünden mahvoldu; hem +bir çoğu gözümüzün önünde kaynayıp gitti de biz hala intibaha +gelmiyoruz; hala milleti namütenahi parçalara ayıracak +bir siyaset güdüyoruz! +Ey cemaat-i müslimin aklınızı başınıza alınız; gayret-i +kavmiyyeyi bir tarafa bırakınız. Rabıta-i dini biraz daha ihmal +edecek olursanız iyi biliniz ki tarumar olur gidersiniz. +Hem o perişanlıktan sonra bir daha dünyada cem’iyet yüzü +göreceğiniz olmadığı gibi ferda-yı kıyamette de huzur-ı +Rabbü’l-alemin’e çıkacak yüzünüz kalmayacaktır. Zira bakınız +Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz +Hazretleri ne buyuruyorlar: +Bu hadis-i şerif Sünen-i Ebi-Davud hadislerindendir. +Ravisi Cübeyr bin Mut’im radıyallahu +anh +dır. Ma’na-yı şerifi: +“Asabiyet da’vasına kalkışan onu tervic ve teşvik eden +bizden değildir. Asabiyet üzerine kıtale girişen de bizden değildir. +Kezalik asabiyet da’vası üzerine ölen de bizden değildir.” +“Bizden değildir.” demek olan +va’id-i şedidini +havi olan ehadis-i münife-i nebeviyye biz müslümanların +suret-i mahsusada nazar-ı dikkat ve ehemmiyetini celbetmeye +sezadır. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem +Efendimiz’in “Bizden değildir.” diyecek derecede tevbih ve +takri’ine layık olanlar; “Acaba Din-i İslam’ın daire-i hıfz u +emanına dahil midirler?” diye bi-hakkın şüphe edilebilir. +Hususat-ı sairede olduğu gibi din hususundaki cehlimiz de +bir dereceye varmıştır ki bu derece şedid olan tehdidden +bile haberdar değiliz. İnsan kütüb-i hadisin sahayif-i kudsiyyesini +karıştırırken her adım başında öyle tenbihlere öyle +tevbihlere tesadüf ediyor ki mehbıt-ı vahy olan Zat-ı Celil-i +Risalet-penahi’nin nizam-ı ictima’-ı beni ademi te’min edecek +külliyyat ve cüz’iyyat-ı umurun hiç birini ihmal etmemiş +olduklarını görerek veleh ü hayretle karışık bir itmi’nan ile +şu’le-i imanındaki kuvvet tezauf ediyor. Ve ahkam-ı Din-i +Mübinimiz’in saika-i nadani ile layık görüldüğü gaflet ü nisyana +bakarak Alem-i İslam’ın bu günkü hal-i perişandan +daha dun bir derekeye nasıl olup da sukūt etmediğine şaşıyor. +Bu hadis-i şerifde mevzu’-ı bahs olan nehy-i şedid ve +kat’i müsliminin hanüman-ı bakasını yıkmak beynlerinde +kanlı mücadelata yol açmak şanından olan “iltizam-ı asabiyyet” +hakkındadır. “Asabiyet” kendi asabesini akrabasını +himaye maksadıyle diğer kimselere tecavüz etmek ma’nasına +gelir ki Beyhakī’nin Vasile bin el-Eskaf’dan rivayet ettiği +diğer bir hadis-i şerifte; +“Asabiyet kavmine zulm üzere yardım etmendir.” diye ta’rif +buyurulması da buna şahiddir. +Din-i İslam dahil-i daire-i necatı olanlar beyninde bir +müsavat-ı tamme te’sis etmiştir. Bütün müslümanlar kardeştir. +Lisan-ı Şeriat’te nerede [ ah] kelimesi varid +olmuş ise maksud uhuvvet-i diniyyedir uhuvvet-i nesebiyye +değildir. Dinimiz bizi müsavata o derece alıştırmak istemiştir +ki imanımızın kemalini nefsimiz için arzu ettiğimiz hayrat +ve saadatı bütün mü’min kardeşlerimiz için de bila-ziyade +vela-noksan arzu etmemize ta’lik etmiştir. +mısdak-ı celilince bir mü’min diğer mü’minin ayinesidir +adeta nüsha-i diğeridir. Bütün müslümanların milyonlarca +eşbah içinde ruh-ı vahid olması terbiye-i İslamiyyenin en +büyük gayesidir. Aba vü ecdadı evlad ü akaribi kavm u +kabileyi unsur u milliyeti diğer müslimine tercih etmek hissi +bu rütbe imtizac-ı ervahın acaba neresine sığar? Meşarik u +mağaribde sakin olan müslümanlar –ruh-ı Şeriat’e muvafık +bir terbiyeleri varsa– yekdiğerine nazaran yalnız müslümandırlar +kardeştirler. Kiminin Arab kiminin Türk kiminin +Acem kiminin Hindli olması hiçbir vech ile aralarına ilka-yı +nifak u şikak edemez. Her biri; “müslümanlar şöyle böyle +olsun!” der de hiç biri; “Benim kavmim şöyle olsun böyle +olsun!” diyemez. Kendisi için akarib ü hişanı için kavm u +kabilesi için arayabileceği saadet-i dünyeviyye ve uhreviyyenin +amme-i müslimine aid olmasını arzu etmeyen müslüman +yoktur. Bir müslüman hiçbir vakitte kendi kavm u kabilesinin +suret-i mahsusada saadet-mend olmasını temenni +edemez; ederse henüz kalbi halavet-i imandan nasibedar +olmamış demektir. Ve bu hadis-i şerifin mazmun-ı münifine +nazaran ona adeta müslüman demek bile caiz değildir. +“ Ey nas! Biz sizi erkek ile kadından +yarattık. Adedinizi çoğaltıp –mahza birbirinizi tanıyasınız +diye– sizi bir takım şuub ve kabaile ayırdık. Şüphesiz en +keriminiz nezd-i ilahide en ziyade sahib-i takva olanınızdır.” +ayet-i kerimesi aba vü ecdadın şuub u kabailin tehalüf ü +akvamın nazar-ı İslam’daki vaz’ u menziletini bize pek sarih +olarak gösteriyor. Ayet-i kerimeden anlıyoruz ki bu teferruk +ve inkısam tanışmak ve sıla-i rahme medar olmak içindir. +Nitekim Tirmizi’nin Ebu-Hüreyre radıyallahu anhdan rivayeten +tahric eylediği bir hadis-i şerifde; +[ Ebvabü’l-Birr ve’s-Sıla ] “Ensabınıza dair sıla-i +erhama kifayet edecek kadar ilim edininiz! Zira sıla-i rahm +ehle muhabbete malın ziyadesine ecelin gerilemesine sebebdir.” +buyuruluyor ki teallüm-i ensab ile mükellefiyetimiz +yalnız sıla-i rahme yarayacak mikdara maksurdur. Uzun +boylu aba vü ecdadı sayıp tefahur etmek ise maksad-ı Şer’-i +Şerif’e külliyyen mugayirdir. Zira bütün kabail ü akvam bir +anadan bir babadan müteşa’ib olduğu cihetle beynlerinde +rüchan ve tefavüt yoktur. İnsanlar arasında medar-ı imtiyaz +olacak bir tefavüt-i hakīkī varsa o da derece-i takvadadır. +Müttakī olan kimse –Arab olsun Acem olsun– fasıkdan kafirden +Ukbe bin Amir radıyallahu anhdan rivayet ettiği bir hadis-i +sahihde; +“ Hiçbir +kimsenin diğer kimse üzerine fazl ü meziyeti yoktur. Tefazul +yalnız din veya amel-i salih ile olur.” buyurulmuştur. +Habl-i ilahi ile i’tisama mani’ olan teferruka meydan vermemek +hem-nesebi olmasından dolayı değil– mahza müslüman +ol +duğundan dolayı sevmek himaye etmek hayr-ı İslam’ı +nef’-i zati ve kavmiye tercih etmek haslet-i celilesini kalblerimize +yerleştirmek maksad-ı kudsisiyle varid olan ehadis-i +şerife o kadar çoktur ki zikr u irad etmekle bitiremeyiz. Yalnız +haccetü’l-veda’da irad buyurulan o meşhur hutbe-i celilenin +şu fıkralarını zikr ile iktifa ederiz: +Ma’na-yı şerifi: “Ey nas! Agah olunuz ki Rabbiniz birdir. +Agah olunuz ki babanız da birdir. Biliniz ki hiçbir Arabinin +Acemi hiçbir Aceminin de Arabi üzerine kezalik hiçbir siyah +renklinin siyah olmayana hiçbir siyah olmayanın da +siyah renkli üzerine fazl ü rüchanı yoktur. Meğer ki takva +leyiniz; tebliğ ettim mi?” Buna karşı; “Evet Ya Resulallah!” +denilince; “Öyle ise hazır olan gaib olana bu sözümü tebliğ +etsin!” buyurdular.”“ +Hadis-i şerifin ma’nası üstünde muhtac-ı şerh u tafsil +değildir. Anasır hakkındaki siyaset-i Şer’iyye meydanda +teferruk u şikakı nefye maksur iken bir müddetten beridir +“Arab Türk Arnavud” gibi kelimelerin sahaif-i siyasette yer +bulması İslam’ın son ilticagahı olan vatan-ı azizimizi gözbebeği +gibi sıyanet hissiyle kalbi lerzişdar olan biçare müslümanların +kalbinde nasıl bir te’sir bıraktığını öğrenmeyi +kari’lerimizin vicdanına terkediyoruz. Hiss-i tedeyyünden +muhabbet-i Resul’den teberri etmedikçe böyle bir da’va-yı +cahileye kıyam edemeyeceği şüphesiz olan züama-yı teferruk +u inhilalin haline teessüf etmek hatırımızdan geçmez. +Çünkü bu züama-yı teferruk u inhilal zaten ribka-i İslam’ı +gerden-i taatten atmadıkça bu milleti göz göre göre hufre-i +helake sürüye sürüye götürmeye çalışmazlardı. Bizim acıdığımız +bunların ma’lumat-ı siyasiyyesine aldanan cühela-yı +kavimdir ki bilmeyerek anlamayarak hem dinlerinden çıkıyor +Nebiyy-i Zişanları’ndan teberri ediyor hem de saadet-i +dünyeviyyelerini mahvediyorlar. Bizim ağladığımız bu son +yüz tutarak nam-ı İslam’ın düşman ağızlarında hakīr u zelil +olması şevket-i İslam’ın bi-nişan olarak yalnız tarih kitaplarının +mevzuatı miyanında kalmasıdır. +Kavm u unsur nizaı! Din-i İslam’ın işte bunun kadar buğzettiği +bundan ziyade nefret ettiği şey yoktur. Ensab u ahsab +kökünden kesmek için Sahib-i Şeriat s allallahu aleyhi ve sellem +Efendimiz’in neler söylediğini bu cahilane asabiyetler +Übeyy bin Ka’b radıyallahu anhden rivayeten İmam Ahmed +buyuruluyor: +“ Bir kimsenin cahiliyet adeti üzere ‘ya li-fülan’ diyerek +kavm u kabilesine intisab ederek istimdad ettiğini görürseniz +ona; ‘babanın bilmem nesini ısır!’ deyiniz ve bu sözü +açık açık söyleyerek kinaye tarikına sapmayınız!” Haya ve +nezahette muallim-i alem olan Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi +ve sellem Efendimiz’ce İslam’a intisabı bırakıp da kavm u +kabileye intisab etmenin ne kadar çirkin olduğunu anlayınız +ki böyle yapan herife karşı kinaye ile ifade-i meramdan bile +bizi nehyetmiş ve hatta aba vü ecdadını makam-ı tefahurda +ta’dad eden bir kimse hakkında kinayesiz olarak bu ta’biri +aynen isti’mal buyurmuşlardır. +Ebu-Hüreyre radıyallahu anh rivayet ettiği şu hadis-i +şerifte kavm u kabile niza’ının akıbet-i feciasını bize gösteriyor: +: : +“ Nizar evladı; ‘Yetişin ey Nizar +evladı!’ Yemenliler de: ‘Yetişin ey Kahtan evladı!’ dedi mi +hemen zarar nazil olur nusret-i ilahiyye ref’ olunur. Cümlesine +de kılıç taslit olunur.” +Bidayet-i fütuh-ı İslam’da muharebata iştirak eden +Beni-Süleym Kabilesi’nden Kubeysa namında bir zat diyor +ki: “Hureybe denilen mevki’de Utbe bin Gazvan’ın ordusunda +bulunuyordum. Utbe orduyu toplamak için olacak; +“Ya ashabe Sureti’l-Bakara!” diye nida etti. Öteden biri +de; “Ya Ale Şeyban!” diye bağırdı. Bu bağırtıyı duyunca +hemen üzerine yürüdüm. O ise mızrağını bana doğrultup; +“Savul önümden!” dedi. Elimdeki yay ile mızrağını kendimden +uzaklaştırıp sakalına yapıştım ve Utbe’nin huzuruna +götürdüm. Utbe o adam hakkında Ömer’e bir kağıt yazdı. +Cenab-ı Ömer cevabında; “Böyle cahiliyet da’vası etmişken +onu benim yanıma göndermiş olaydın cellad karşısına +koyup boynunu ururdum. Zira buna layıktır. Fakat madem +ki haps ile iktifa etmişsin artık öldürme de yanına çağır ve +yeniden ahd ü bey’at al da salıver.” diye yazdı.” +ğumuz şu bina-yı muazzamı Hazret-i Resul-i Ekrem’in sallallahu +aleyhi ve sellem eser-i telkīni olan böyle bir siyasetle +te’sis ettiler. Biz ise hala Türklük Arablık Arnavudluk +gaileleriyle hem kendimizi hem kainatı bi-huzur ediyoruz. +En son naklettiğimiz hadis-i şerifin mısdakınca ne olduğumuzu +ne olacağımızı şaşıracak kadar zarara uğradık. Nasr +u zafer kokusunu da artık almaz olduk. Nasr tecelli etse bile +faidesinden mahrum oluyoruz. İnzarın son kısmı kalıyor +ki o da mütehakkıktır. Zira yekdiğerimizi boğazlamaktan +çekinmiyoruz. Cenab-ı Hak ceza-yı amelimiz olarak seyf-i +kahrı üzerimize taslit etmiştir. Aklı başında olanları düşündürecek +yalnız bir nokta var: Acaba kendi kılıçlarımız düşman +kılıçlarının araya girmesine meydan bırakacak mı?... +MENŞE’-İ HURAFAT – İSLAMİYET’İN HURAFAT +HAKKINDAKİ AHKAM-I İRŞADİYYE +VE TAHRIMİYYESİ – RÜ’YA +Emin Rauf imzasıyle aldığımız bir mektupta şu yolda idare-i +lisan ediliyor: +“Ma’lum ya bizde kökleşmiş bazı i’tikadat vardır: Yolda +önüne şu çıkarsa uğur bu çıkarsa muzır; rü’yada şunu görürsen +zengin olacaksın bunu görürsen başına felaket gelecek; +bu kabilden mani’-i teşebbüs ve terakkī şeyler. Şeriat-i +Garra-yı Ahmediyye’nin bu hususdaki nokta-i nazarı nedir? +Bu yolda ebatile i’tikadı nahi Kitap ve Sünnet’te ne gibi ahkam-ı +münciyye var? Bu cihetlerin izahı… ilh.” +Emin Rauf Beyefendi’yle bu babda biz de tamamıyle +hemfikiriz. Filhakīka akvam-ı saire gibi bizde de Din-i Mübin +namına sicill-i hurafata geçirilmiş birçok ebatil vardır ki +mi lazım geleceğini cidden ta’yinden aciz kalıyor. Nur-ı hak +ve hakīkatle tenvir-i meslek edemeyen edvar-ı cahiliyyetin +mevaris-i meş’umesinden olan bir takım i’tikadat-ı batılanın +beyne’l-ümem taksiminde maatteessüf bizim hissemize de +birçok şeyler isabet etmesi gayet tabii idi. Fakat öyle isabet +ki bizim için mahz-ı musibet olmuş. +Emin Rauf Beyefendi’nin sualine cevap vermeden evvel +öteden beri insanları te’sirine zebun eden akaid-i batılanın +menşe’ine dair bir iki söz söylemek istiyoruz. Vakıa söylenecek +sözlerin pek o kadar sadede tealluku yoksa da sırası +gelmiş iken söylenilmesinde de bir mahzur olmasa gerek. +Şu halde verilecek cevap kendilerine cevap münasebetiyle +yazılacak diğer sözler de diğer kimselere aid olmuş olur. +Enfüsi ve afakī her türlü hadisatın esbab-ı mucibesini +anlamak hiss-i fıtrisiyle mecbul olan insanlar vadi-i +tedkīkata doğru yoldan gitmişler ise doğru neticeler elde +etmişler yanlış yoldan gitmişler ise yanlış netayice destres +olmuşlardır. Fakat ister istifade edilsin ister edilmesin alemde +hiçbir sa’y heder olmaz. Bir nokta-i nazara göre heder +olmuş gibi görünen bir sa’y diğer bir nokta-i nazara göre +asla heder olmamıştır. Fikrimizi müeyyid misal pek çoktur. +Mesela bir zaman insanlar maadin-i hasiseyi altına +kalbetmek sevda-yı hamına düştüler. Hasis ma’denleri altına +kalbedeyim derken kimya potalarında nice altınları +mevadd-ı hasiseye kalb ve tahvil ettiler! Fakat yine sa’yleri +heder olmadı; muhale masruf olan bu mesai bugün cihan-ı +şe’-i zuhuru oldu. +Keza evailde asar-ı süfliyyeyi müessirat-ı ulviyyenin te’sirinde +arayıp yeryüzünde zuhur eden hadisatın kaffesini ecram-ı +semaviyyenin tedbir ve tasarrufuna atfettiler. Bu saika-i +hata-aludun delaletine ittiba’ ile gözlerini füshat-saray-ı +asmana tevcih ederek her biri kendi hesabına medarında +sair olan yıldızların harekatını tedkīka başladılar. Fakat maksad +tamamıyle başka olduğu için tedkīkat-ı nazariyyeleri inkişaf-ı +hakīkat kadar tevsi’-i hayale de hizmet etti tedkīkat-ı +nazariyyelerinin tatbikat-ı ameliyyesi vadi-i hurafata yol açtı +o devirlerin alimleri tarafından ilm-i nücum namına la-yuad +hurafat mecmuaları te’lif edildi. Bu suretle alem-i insaniyyet +vehim deryasında boğuldu. Lakin insanların birçok mahaziri +mutazammın olan bu mesaileri yine heder olmadı. Zira ilm-i +nücum kendi cinsinden diğer bir fenn-i ulvinin hey’et-i cedidenin +esasını vaz’ etti. Bu fenn-i celil de kendisini kubbe-i +sema gibi tahayyül olunan fanus-ı nesiminin içinde mahbus +zanneden tair-i kudsi-i fikreti bulunduğu tengna-yı ıztırabdan +tahlis ile ona namütenahi bir saha-i cevelan gösterdi. +Fakat çi faide; fenn-i nücumun istihalat-ı tekamüliyyesi +şimdiki dereceye gelinceye kadar dünyanın her tarafında +birçok bakaya-yı istihaliyye bıraktı ki binlerce dest-i mesai +hala onları temizlemeye süpürmeye muvaffak olamıyor. +Kimya-yı mevhumun daire-i hurafatı nisbeten mahdud +kalmakla beraber nücumunki alabildiğine tevessü’ etti. Nücum +la-yuad hurafatın la-yuad ebatilin ümm-i veludu oldu. +Lisan-ı Yunani’de hikaye masal ma’nasını tazammun eden +“istorya” lafzıyle Lisan-ı Arab’da efsane ve hurafe ma’nasını +nı’nda yıldız ma’nasını mutazammın olan “asteron” kelimesinden +müştak olmaları şecere-i ensab-ı ekazibin kökü ilm-i +nücum olduğuna delalet eylemektedir. +Hatta bizim “tarih” kelimesi de “istorya” kelimesinin +muharrefidir; vech-i tahrifin tahriri i’lal ��eklini alacağından +tafsilinden sarf-ı nazar olundu. +Mısır’dan Yunanistan’a oradan da bütün Avrupa’ya intikal +etti. Husuf ve küsufun müneccimler tarafından kable’l-vukū’ +Avam u havas o gibi hadisat-ı semaviyyenin ta’yin-i vakitdeki +neccimlerin her sözü herkes tarafından nass-ı münzel gibi +telakkī edildi. Mürur-ı zaman ile ilm-i nücuma hayatın hakimi +nazımı nazarıyle bakıldı. Müneccimler hükümdarların +müşavir-i hassu’l-hassı oldular. Hükümdarlar onların haber +verdikleri her şeyde tahallüf na-pezir bir isabet tevehhüm +ederek sema-yı gayb-ı Hüviyyetten istirak-ı sem’ eden bir +takım şeyatin-i insin dildade-i hurafatı zebun-ı tahakkümü +oldular. Her teşebbüslerinde onlardan re’y sordular. Harbi +onların re’yleriyle i’lan mebaniye onların re’yleriyle tarh-ı +bünyan ettiler. Müneccimlerin vakt-i muhtarı mu’zamat-ı +umura inhisar dairesinde kalmadı. Mesela izdivac akdi izdivaca +müteallik bazı levazimin icrası gibi şeylerle esvab +biçmek tıraş olmak hamama girmek tırnak kesmek sefer +veya nakl-i hane etmek gibi zaruriyyatın kaffesinde de vakt-i +muhtar arandı. İş bu dereceyi bulduktan sonra birçok yalanlar +birçok hurafeler meydan aldı. Bu efsunları bu efsaneleri +havi la-yuad zayirçeler takvimler tertib mülhameler bilmem +neler te’lif edildi. Herkes tarafından bu eserlere kütüb-i +semaviyyenin zeyli belki de mütemmimi nazarıyle bakıldı. +Keza ilm-i nücumun telkīni ile teammüm eden efsane +ler yalnız o ilme münhasır kalmayıp mürur-ı zaman ile bunlardan +başka ilimler başka alimler de zuhur etti. Mesela +menabi’-i hurafatın en mühimlerinden olan Roma “ogur”ları +yani mütetayyirleri bu kabildendir. Latince bir kelime +olan bu “ogur” lafzıyle Türkçe “uğur” kelimesi beynindeki +müşabehet calib-i dikkattir. Uğurdan yahud uğursuzluktan +bahseden bu kahinler kuşların uçmasından kaçmasından +ötmesinden susmasından birçok ahkam istinbat ettikleri +gibi husuf ve küsufdan ra’d ü berkden kuyruklu yıldızlardan +da türlü ma’nalar türlü hükümler çıkarırlar idi. O zaman +sahne-i hurafatta en mühim rolü icra eden de hala o vazife +uhdesinden sakıt olmayan puğu kuşu idi. Lisan-ı Farisi’de +baykuş ma’nasını ifade eden “agur” lafzıyla Latince “ogur” +kelimesi beynindeki müşabehet de şayan-ı mülahazadır. +Baykuşun ism-i meşhuru olan “bum” lafzı elfaz-ı mütevarideden +yani hem Arabi hem de Farisi’dir. +Ahu vezninde “agu” ve şubu vezninde “ogu” kelimeleri +de baykuşun esma-i Farisiyyesindendir. Bu isimlerin de +“uğur” lafzıyle münasebeti vardır. Eski Romalıların “ogur”lardan +başka bir de “aruspis”leri var idi. Bunlar ma’bedlerde +zebh olunan kurbanların ahşa-yı batniyyelerine bakıp +onlardan türlü ma’nalar çıkarırlar idi. “Aruspis”ler ahşa-yı +[] hayvanattan başka arzi semavi diğer hadisattan da +bakıp ahkam çıkarmak o devirden kalma saçmalardandır. +Roma’nın “sibil” cybil denilen kahinelerini de unutmayalım. +Roma halkı daima bu kadınlara müracaat ederler +onlar da keşf-i istikbale dair alem-i gaybdan aldıkları +ma’lumatı tekerleme suretinde irad ettikleri bir takım cümel-i +mübheme ile müracaatkarana tebliğ eylerler idi. Bunlardan +biri Roma’nın ahval-i müstakbelesine aid istihracatı +havi bir zayirçeyi İmparator I. Tarquinius’a satmış fakat bu +eser “Capitole” Yangını’nda yanmış idi. +Hatiflerin de ta’mim-i hurafata büyük hizmetleri oldu. +Herhangi bir şey için ma’budlara müracaat eden kimselere +onların cevaplarını tebliğe vasıta olan bu adamlar bir zamanlar +Asya-yı Suğra ile Yunanistan’da İtalya’da nam vermişler +avam u havassı kabza-i teshirlerine almışlar idi. +Hülasa gaibden haber vermek da’vası insaniyet kadar +kadimdir. +Dünyanın hiçbir yeri yoktur ki orada bir kahin bir hatif +bir müneccim bir falcı zuhur etmiş olmasın. Bundan dolayı +ezmine-i kadimeyi tahtieye asla hakkımız yoktur. İçinde bulunduğumuz +Yirminci Asr-ı medeniyyette bile yüz binlerce +adamların gaybdan haber vermek san’atiyle te’min-i maişet +ettikleri görülüp işitilmektedir. Hatta bunlardan sadır olan +garaibe bugün en akıl en münevver geçinenlerimiz bile +yorlar. +Manyetizm ispirtizm ipnotizm telepati gibi şeyler yavaş +yavaş bir devr-i kehanet açacak gibi görünmektedir. +Ancak edvar-ı kadimedeki usul-i kehanetle şimdiki usul-i +kehanet beyninde bir fark varsa o da şimdi kahinlerin daha +kaide-perverane hareket etmeleri tedkīkat-ı vakıalarından +vine çalışmalarıdır. +sirayetinden bittabi’ kavm-i Arab da muhafaza-i nefs edemedi. +Menşe’-i hurafat olan ulum-ı garibe onlar nezdinde +de büyük bir rağbete mazhar oldu. Devr-i cahiliyyette Arabistan’da +da birçok kahinler arraflar müneccimler falcılar +zuhur etti. Binaen-aleyh Arablar da hurafat deryasına daldılar. +Hurafat-ı Arabiyyenin en meşhuru oklarla tefe’ül usulü +demek olan “ezlam”dır. Arablar bir işe teşebbüs edecekleri +zaman iki ok alıp bunların üzerine emir ve nehyi mutazammın +la-ale’t-ta’yin birini alırlar idi. Emir veya nehy yazılmış olan +oklardan hangisi tesadüf ederse onun muktezası vechile hareket +ederler idi. +Arabların bir de “sanih” ve “barih” tefe’ülleri var idi ki +şekil i’tibariyle Emin Rauf Beyefendi’nin; “Yolda giderken +aynı idi. Arablar sayd ü şikara gittikleri zaman şikar avcının +sol tarafından zuhur edip sağ tarafına geçerse ona “sanih” +derler onunla teyemmün ederler aksi taraftan zuhur edecek +olursa ona “barih” derler onunla teşe’üm eylerler idi! +Roma’nın “ogur”ları gibi Arablar da kuşların hususiyle +baykuşun ötmesinden ahkam çıkarırlar idi. Bu da pek tabiidir. +Çünkü dünyanın her tarafında hüküm-ferma olan +hurafatın menşe’leri bir olmak hasebiyle bunlar ya birbirinin +aynı yahud melezidir. Nitekim zamanımızda mevcud olan +falcı karılarla yaşlı nineler huddam sahibi hocalar eski kahinlerin +ahfad u ahlafından başka bir şey değildir. +Arabların daha pek çok hurafeleri var idi. Hepsinin +ta’dadı pek uzun olacağından tatvilden ihtiraz olundu. +Vaktaki Şems-i İslam ufk-ı Batha’dan zuhur ile zulmet-abad-ı +dalal avarelerine tarik-ı hakk u hakīkati gösterdi +bu gibi ebatil ile halkı bir kat daha ıdlal eden yave-füruşanın +başlarına kat’i bir darbe-i tenkil indirdi. Hepsinin efkarı fasid +güftarı kasid olduğunu halka bildirdi. +Hatta Cenab-ı Hakk Habib-i Zişanı’nın bile umur-ı gaybiyyeye +muttali’ olmadığını; +ayet-i +kerimesiyle nasa bildirerek gayba vukūf iddiasında bulunan +herze-vekillerin da’va-yı kazibelerini kat’i bir hükm-i ilahisiyle +Ayetin ma’nası şudur: “Ya Muhammed; sen de ki: Ben +size; Allah’ın hazineleri benim yed-i tasarrufumdadır; ben +gaybı bilirim! demiyorum meleklik iddiasında bulunmuyorum! +Ben ancak bana vahyolunan şeylerin muktezasına +tebaiyyet ediyorum.” +Hele; +ayet-i kerimesi +gaybdan haber vermek iddiasında bulunanların lisan-ı fazahatlerini +seyf-i sarim gibi dibinden kesip attı. Sure-i Maide’ye +mensub olan; +ayet-i kerimesiyle +şarap kumar asnam-ı mansube ve tefe’ül-i siham +da tahrim buyuruldu. +Tetayyüre gelince: Bu kelimenin madde-i asliyyesi kuş +ma’nasına olan tayrdır. Tetayyür teşe’üm ma’nasına mevzu’ +şer addederler imiş. +Ebu-Hüreyre’den naklolunan bir hadis-i şerifde; +” +buyurulup sirayet-i maraz tetayyür baykuş veya Safer’le +teşe’üm gibi şeylerin aslı faslı olmadığı nasa bildirildi. +Hadis-i şerifdeki +yani sirayet-i marazın inkarı mutlak +değildir. Bunun delili de hadisin nihayetindeki; “Arslandan +nasıl kaçarsanız meczumdan yani miskin illetiyle musab +olan kimseden de öyle kaçınız!” emridir. Bazı emrazın sari +olduğu fıkra-i atiyeden de anlaşılır: Bir gün Resul-i Ekrem +Efendimiz hazretlerine bazı kimseler gelip; “Ya Resulallah! +Bulunduğumuz mahalde veba zuhur etti; ne yapalım?” diye +sordular. Cevap olarak; “Oradan tebaüd ediniz; zira hastalarla +Karf demek hastalarla ihtilat demektir. +Hala bazı kimselerin Safer ayıyla teşe’üm etmeleri +zaman-ı cahiliyyetten müntakıl bir fikr-i fasiddir. +Fakat hadis-i şerifdeki Safer kelimesinin ma’nasında ihtilaf +vardır. Bazıları; “Arablar Safer ayının hululüyle teşe’üm +ettiklerinden hadis-i şerifdeki Safer kelimesi ma’lum olan +Safer ayıdır.” diyorlar. Bazıları da safer kelimesine bir takım +kimselerin karınlarında vücudunu tevehhüm ettikleri mevhum +yılan ma’nasını veriyorlar. Guya yılan acıkınca insanın +karnını ısırır imiş! +Safer kelimesi ister o ma’naya olsun ister bu ma’naya +hadis-i şerifde ikisinin de aslı olmadığı beyan buyuruluyor +demektir. “Hame”ye gelince: Bu kelime yukarıda söylediğimiz +vechile ezmine-i kadimeden beri sahne-i hurafatta cadu-yı +şe’amet rolünü ifa eden meşhur aktörün yani baykuşun +vefatını haber vermek için hanesinin damına konar imiş! +Diğer i’tikad ise guya katili ele geçirilerek intikamı alınamayan +maktulün ruhu baykuş suretine temessül edip; +“Bana su verin bana su verin!” diye feryad eder katilinden +bir şeye yaramayan bu gibi ebatilin kaffesine hadis-i sabıkla +suret-i kat’iyyede nihayet verildi. Kara bulut gibi müfkerlere +müstevli olan zılal-i evham ve hayalat bu suretle dimağlardan +def’ edildi. +Hazret-i Aişe bir gün Resul-i Ekrem Efendimiz hazretlerinden; +“Kehanetin aslı var mıdır?” diye sual buyurmuşlar +Arabistan’da siga-i mubalağa ile “arraf” denilen bir takım +kahinler daha var idi. Resul-i Ekrem Efendimiz hazretleri +buyururlar ki: “Bir adam bir arrafa müracaat edip de ondan +bir şey sual eyleyecek olursa kırk gece namazı kabul olunmaz.” +Revahu Müslim. +Nücuma gelince: Onun da aslı faslı olmadığı ve derece +derece küfre kadar vardığı şu hadis-i şerif ile sabittir: +: : +Yukarıdan beri söylenen sözlerden anlaşılacağı vechile +Emin Rauf Beyefendi’nin sual ettiği şeylere dair Kitap ve +Sünnet’te bir şey varsa o da bu gibi türrehata kat’iyyen ve +katıbeten inanmamak lazım geldiğinden ibarettir. +El-yevm birçok kimselerin harekat ve sekenatını takyid +eden o gibi i’tikadat-ı batılanın kaffesi edvar-ı cahiliyye yadigarıdır. +Bu i’tikadatın İslamiyet’le asla alakası münasebeti +yoktur! Hal böyle iken en ziyade hüsn-i zan olunan ilmiyle +mız kulak çınlamak göz seğirmek gibi şeylerden istinbat-ı +ahkam ile onlara dair birçok eserler yazmışlar ekser kimseler +de bu eserlerin muhteviyat-ı sehifesine i’tikadı ifrata +vardırarak neşvelerini metanetlerini gaib etmişlerdir. +Hele ekazib-i nücuma i’tikad şer’an menhi iken müluk-i +hayret zaaflardandır. +Rü’yaya gelince: Rü’yanın hak olduğu nusus-ı katıa ile +sabittir. Hazret-i Yusuf’un ma’lum olan rü’yasıyla Cenab-ı +Peygamber’in Mescid-i Haram’a tebşir-i duhullerini mutazammın +olup Sure-i Fetih’de beyan buyurulan rü’ya-yı +sadıkaları bidayet-i nübüvvetlerinde altı ay kadar rü’ya-yı +sadıka ile mazhar-ı vahy-i ilahi olmaları rü’yanın esasen hak +olduğunda kat’iyyen şübhe bırakmamak lazım gelir. +Bir gün Cenab-ı Peygamber; “Nübüvvetten ancak mübeşşirat +kalmıştır.” buyurmuşlar idi. Meclis-i risalette hazır +bulunanlar; “Mübeşşirat nedir?” diye kendilerinden sual +ettiler. Cevab olarak; “Rü’ya-yı salihadır!” buyurdular. Diğer +bir hadis-i şerifde; “Rü’ya-yı saliha nübüvvetin kırk altı +cüz’ünden bir cüzdür.” buyurulmuştur. Rü’ya hakkında +daha pek çok ehadis-i nebeviyye vardır. +Fakat şurası ma’lum olmalıdır ki enbiya evliya ve asfiyanın +gördükleri rü’yalar ile boğazına kadar ednas-ı masivaya +batan mi’desini helal ve haramdan birçok şeylerle +doldurduktan sonra firaş-ı atalete can atan kimselerin rü’yadeğil +olarak geçmektedir. +sı beyninde hakīkat ile hayal arasındaki fark-ı azim kadar +fark vardır. Ekseriyetin gündüzki hülyası ne ise geceki rü’yası +da odur. Böyle rü’yalara ne ehemmiyet vermeli ne de +ta’bir ve te’vili ile iza’a-i vakt etmeli. Şunun bunun gördüğü +rü’yaların sıdkındaki za’fdan kinaye olmak üzere; “Görülen +rü’yalar nübüvvetin kırk altı cüz’ünden bir cüzdür.” +buyurulması binaen-aleyh herhangi bir rü’yanın bize +gelinceye kadar kuvvetinin bir çoğunu gaib etmesi hususunun +gayet tabii bulunması gördüğümüz rü’yalara ne dereceye +kadar i’timad caiz olduğunu pek a’la göstermektedir. +Habaya-yı alem-i gaybı tenvir ile sahibini bazı seraire +muttali’ kılmak hususunda bir lem’a-i ilahiyye olması iktiza +eden rü’yanın hissemize isabet eden kısmı anlaşılıyor ki +gayet az gayet zaifdir. O lem’a-i za’fiyyeden istifade feyzi de +harekat ve sekenatını mukteza-yı şer’-i envere tevfik eden +asfiya-yı ümmete göre olup yoksa müslümanlığını yalnız +zimine veda’ eden kimselere göre değildir. Rü’ya-yı sadıka +ki alem-i gaybı tenvir eden bir lem’a-i ilahiyyedir. O lem’a +erbab-ı zühd ü takva için bu kadar zaif olursa abede-i nefs +ü heva için ne kadar zaif olmak lazım gelir bilemem. Şu +hale nazaran ekseriyet tarafından görülen rü’yaların yüzde +doksan dokuzunun hatta yüzünün hadis-i nefs ve adğas-ı +ahlam kabilinden olduğuna hükümde tereddüd etmek hata +böyle sıhhati yüzde yüz meşkuk olan şeylerle izaa-i vakt ise +sözün kısası şiar-ı humakadır. Biz sıdk u savabı rü’yadan evvel +kendi nefsimizde aramalıyız. Yakazadaki ef’al ü harekatımız +bizi vadi-i selamete isalden baid iken uykudaki evham +ve hayalatımızdan keramet ve selamet beklemek kelimenin +bütün ma’nasıyle abesdir. Daha doğrusu rü’ya ile hülya ile +uğraşacak zamanlarda değiliz. Uhdemize terettüb eden en +mühim vazife yakazadaki ef’alimizi tesdid ile adam olmaya +çalışmaktan başka bir şey değildir. +Hatif-i gayb-ı saadetken neva-yı hikmeti +Dinlemezler bir hakimin nağme-i irşadını. +Hüccet-i nahs u saadet addederler sonra da +Karganın pervazını ya baykuşun feryadını. +PROGRAMLARIN TANZIMİNDE HÜKUMETİN +HAK VE VAZIFESİ +Menafi’-i umumiyyenin muhafaza ve müdafaasına aid +olan hususatta insanlar siyasi bir takım gruplara ayrılmış olduklarından +bu hey’etlerin zat-nümanelerine representant +yani hükumetlere terbiye-i umumiyye için bir hakk-ı te’sir +verilmiştir. +Fakat prensip i’tibariyle ta’lim ve terbiyeden gaye hükumet +değil efrad olduğu şübhesizdir. +Maamafih hükumet efrad üzerine bir takım kanunlar +usuller mecburiyetler tarh etmek hakkını haizdir. Evet her +ferd hükumete sormaksızın istediği gibi düşünmek öğrenmek +ve hissetmek hakkına maliktir. Bu herkesin hukūk-ı +tabiiyyesindendir. +Fakat ferdlerin bu hususda daire-i salahiyyeti –hey’et-i +yetleriyle tahdid edilmiştir. Herhangi bir hükumet bu tahdid +hakkına maliktir. Maamafih gayet sade ve basit olan bu +prensip pedagojiye tatbik edilmek istenildiği zaman pek çok +müşkilat zuhur ediyor. +Ta’lim ve tedris mes’elesiyle fenni ve ilmi bir surette ilk +geçmiş olan pedagoji erbabının efkar ve vasayası arasında +bir nokta-i i’tilaf bulmak hakīkaten müşkil bir keyfiyettir. +Hükumetler efradın ta’lim ve terbiyesine hey’et-i umumiyyenin +ve bi’n-netice kendilerinin menafi’-i meşruasını +muhafaza için müdahale ederler. +Bu menfaat ferd için olduğu gibi hükumet için de evvela +yaşamak saniyen devam edebilmek hususunun te’mininden +Hükumet te’sirat-ı hariciyyeye karşı kuvvetli bulunmak +dahilen de milletin hayat ve saadetini muhafaza edebilmek +Haric ve dahile karşı kavi ve heybet-nüma görünmek +bir hükumet için fevkalade haiz-i ehemmiyyet bir keyfiyet +olduğundan hükumetler zir-i idarelerinde bulunan kavimlerin +ta’lim ve terbiyelerine yalnız nezaret etmekle iktifa +edemezler. Menafi’-i vataniyye ahenk-i dahili ve tehlike-i +hariciyyeyi nazar-ı i’tibara alarak ensal-i atiyyenin ta’lim ve +terbiyesine doğrudan doğruya müdahale edebilirler ve etmelidirler. +Çünkü refah ve saadet-i umumiyye bunu istilzam +eder. Şu halde mekatib-i resmiyyede olduğu gibi mekatib-i +hususiyyede de ders programlarını tanzim ve tedrisatı kontrol +etmek bir hükumetin vezaif-i esasiyyesindendir. Bu sebebe +mebnidir ki hey’et-i ictimaiyyenin menafiini efradın +menafiiyle tevfik etmek ve nesl-i atiyi bu esasa göre ta’lim +ve terbiye ettirmek hükumetin akdem-i vazaifi sırasında +ta’dad edilmektedir. +Millette her ferd bir kuvvettir. Bir çocuk ta’lim ve terbiye +görmez veya bir hey’et-i ta’limiyye vazifesini ihmal eder +veyahud genç dimağları milletin saadet ve refahını ahenk-i +umumisini ihlal edecek surette yanlış yollara sevkederse +hükumet kuva-yı mürekkebesinden bir kısmını zayi’ etmiş +olur. +Şu hal hükumetin anasır-ı hayatiyyesinden bir veya birkaçının +mefluç kalmasını veyahud yanlış yola sapmasını +sı menafi’-i umumiyye icabatındandır. +Cihanda her ferd kendi hayatına hakim ise de bu hususdaki +hürriyeti içinde yaşadığı cem’iyetin menafi’ ve ahengini +vermeye icbar etmek hakkını haizdir. Hükumetin bu müdahale +ve icbarı mantıkī ve meşru’ bir haktır. Aynı esbaba +mebni hükumet müstakbelde ana olacak kız çocuklarının +da vezaif-i terbiyyelerini bi-hakkın ifa etmeye hazırlanmalarını +te’min ve teshil etmek mecburiyetindedir. +Şu halde tedrisat-ı umumiyyeye aid programların tertib +ve tanzimi mes’elesi hükumetçe en ziyade haiz-i ehemmiyyet +mevaddan olmalıdır. +Hükumet tedrisat-ı umumiyyeyi milletin anasır-ı kudret +ve şevketini muhafaza ve tezyid edecek bir istikamete sevk +mecburiyetinde bulunduğundan şübban-ı vatanın ta’lim ve +terbiyesinde muntazam ve temdini bir disiplin ta’kīb edilmek +üzere iktiza eder. +Hükumetin mevki’-i ictimai ve şevket-i hariciyyesi ancak +bu sayede mazhar-ı teali olacaktır. +Bu nokta-i nazardan programların tanziminde ulum-ı +diniyye hıfzussıhhaya ve ahlak derslerine i’tina edilmek elzem +olduğu gibi vatana sadakat ve muhabbet gibi doğrudan +doğruya hükumet ve hey’et-i ictimaiyyenin menafiiyle +alakadar olan tedrisata da ehemmiyet vermek kat’iyyen elzemdir. +Çünkü ferdin baka ve muhafaza-i şahsiyyesi hıfzussıhha-i +bedeniyye ve hıfzussıhha-i ahlakıyyeye aid temrinat ve +tedrisatla te’min olunur. +Beden ve ruhumuzu te’sirat-ı mühlikeye mukavemet +edecek tabii ve iyi bir hale getirmek için riayet ve tatbik +edilmesi iktiza eden kavaidin hepsi “hıfzussıhha” terkibinin +tahtında mündemicdir. +Kavaid-i mezkureyi nazari bir surette tedris etmekten hemen +hiçbir faide me’mul olamayacağından ameli temrinlerle +beden ve ruhu emraz-ı müdhişeye müsteid olamayacak +bir hal-i zindegiye getirmek lazimedendir. +Makalat-ı atiyyede bu hususa dair daha ziyade tafsilata +girişeceğiz. +MARMARA AÇIKLARINDA BİR İHTİSAS +Hidiviye Kumpanyası’nın İsmailiye Vapuru Bizans havzasının +kesif sislerini yararak İstanbul’dan Şark’ın bu hakime-i +cazibedarından yavaş yavaş uzaklaşıyordu. +Vapur dumanlarından mütehassıl kesif ve heybetli bir +sütre altında gizlenen Sarayburnu’nu geçtik. +Osmanlılığın mazi-i şa’şaadarına birer abide-i ebednümun +olan Ayasofya ve Sultan Ahmed minareleri o sütre-i +zılalin ötesini berisini çak ederek sanki ulviyet-i İslamiyyeye +birer nazire teşkil ediyorlardı. +Üsküdar ve Salacak’ın seneler geçtikçe germ ü serd-i zamanın +daha akūr daha amansız silleleriyle döküle döküle +hüzün-bahş ve matem-nüma bir manzara arz eden köhne +ahşap binaları simsiyah bir küme halinde korkunç ve sefalet-alud +hey’etiyle tedricen nazardan gaib oluyordu. Kalbde +derin bir ye’s ü nevmidi tevlid eden bu manzara Tıb Fakültesi’nin +ati-i vatanı rengarenk nurlara garketmeye çalışan +bu menba’-ı irfanın ümid ü tesliyet saçan gurur-engiz ihtişamı +yanında bir zıll-i zail gibi sönüp gitmese idi İstanbul’a +veda’ edenler şübhesiz ki ebedi bir dağ-ı derun ıztırabıyle +pür-ye’s ü hırman inleyerek çekilip giderler!.. +Fakat Tıbbiye’nin der ü divarından taşan genç ve vakūr +seslerin tevlid ettiği gulgule-i telatum Marmara’nın feşafeş-i +emvacıyla hem-ahenk-i vifak olarak sanki afaka zinde ve +fa’al bir alemin münevver ve nevvar bir kitle-i şebabın +peyam-ı tesliyetini isal etmek suretiyle ye’s-zede kalblere bir +ruh-ı inşirah-bahş nefh ediyordu. +Ey kitle-i şebab! Sizden sizin a’mak-ı ruhunuzdan koparak +bedbaht ve hasta vatanın en hücra en ziyade unutulmuş +dı köhne Bizans’ın hayuhuy-ı felaket-engizi aşk-ı vatanla +titreyen kalblerde ne gird-badlar ne kasırgalar koparacaktı. +Sizin vakūr ve zengin dimağlarınızdır ki şu mazi-i pür-miheni +bir fecr-i saadetle teakub ettirecektir. Anadolu’nun merhametsiz +pençeler altında yıllarca inleyen bu bedbaht mader-i +vatanın Marmara ile leb ber-leb-i meveddet olan sahillerinden +afak-ı vatanı kaplayan sehabe-i cehl ü sefaleti ebediyyen +tardedecek mahlara afitablara matla’-ı irfan-nisar olacaktır. +Emin olunuz ki payitaht-ı saltanattan ayrılan vatandaşlarınızın +kalblerindeki cerihalar dar-ı irfanınızın sakf-ı +pür-i’tilasından taşan nefahat-ı ümid ile tesliyet-yab oluyor. +Bu hasta vatanın iltiyam-na-pezir addedilen yaralarını ancak +sizin ve sizin gibi çalışan genç kardeşlerinizin dest-i ihtimamatı +sarıp tedavi edecektir. +Vapur Marmara’ya açılmış artık İstanbul’un yüksek +minareleri bile gözden gaib olmuştu. Salona inerek elimdeki +kitabın mütalaasına koyuldum. Yanımda oturmakta olan bir +zat da gazete okuyordu. +Deniz yolculuğunun bahşettiği hiss-i ihtiyac ve serbesti +bir müddet sonra bizi laubali birer dost haline getirmişti. +Müsahabe pek tabii olarak maarif ve mekteplere intikal etti. +“Şu dört senede ne yapıldı?” sualine karşı pür-hicab +bila-ihtiyar başımı eğdim. O devam ederek dedi ki: +– Biz Ermeniler bu dört senede maarif-i milliyyemizin +terakkīsi Anadolu ve Kürdistan’daki unsurumuzun teali ve +tekamülü için pek çok çalıştık bir çok işler gördük. +Başlıca iki hey’et teşekkül etti. Unsurumuzun en münevver +dimağları tarafından idare olunan bu hey’etlerden +biri milletimiz arasında maarifin diğeri de sanayi’ ve ticaretin +terakkīsine hasr-ı mesai ediyor. +Efrad-ı milletten her şahıs kudret-i maliyyesi nisbetinde +bu hey’etlere mahiye birer mikdar iane vermeyi taahhüd +etmiştir. +En fakirler bile sevine sevine ayda hiç olmazsa birer guruş +vermekten çekinmiyorlar. Zenginlerin ise ibraz ettikleri +semahati bir lisan-ı minnet ve sitayişle yad etmeye mecburum. +lu’da ve vilayat-ı Şarkıyye’de yetmiş seksen kadar muntazam +mektepler açıldı birçok sınaathaneler müteaddid ticaret +evleri teşkil olundu. +Bikes çocuklar bu mekteplere garib yiğitler o sınaat ve ticarethanelere +alındı. Yılmaksızın yorulmaksızın çalışıyorlar. +A’mak-ı ruhumdan kopan hiss-i gıbtaya galebe edemedim. +Pek derinden gelen şehekat-ı telehhüf hançereme sığamıyordu. +Ya Rab! Millet-i İslamiyyeyi kaplayan kabus-ı cehaleti +yırtacak bu müdhiş sehabe-i ataleti parçalayacak gayur ve +münevver hey’etler bizde de teşekkül etmeyecek mi? Edemeyecek +mi?!.. Mücadele-i hayatta esbab-ı galebeyi te’mine +hasr-ı mesai eden vatandaşlarımızın gayretlerinden olsun +bir ibret alamayacak mıyız? +Güneş bu neyyir-i taban Marmara’nın asumana peyveste +olan uzak ufuklarına son buse-i veda’ı fırlatırken ben de +birkaç dakīka evvel bu vatandaşla aramızda cereyan eden +müsahabenin ruhumda kopardığı hicab fırtınaları gıbta sarsarları +arasında kıvranıyor inliyordum. +Sırıtkan dişlerini açarak benimle acı acı istihza eden ye’s +ve nevmidiye benim bu ebedi düşmanıma galebe etmeye +çalıştım. Fakat efsus!.. +M. Şemseddin +– – +BUGÜNLERDE BULGARLARIN TEADDIYATI +Bundan evvel göndermiş olduğum hususi bir mektupta +bayramdan sonra tekrar Sofya’ya oradan da Plevne’ye gideceğimi +söylemiştim. Fakat bugün –maatteessüf– o fikirden +sarf-ı nazar ederek veche-i azimeti başka taraflara çevirdim. +Çünkü Bulgaristan’ın şimdiye kadar müslümanlar hakkında +ta’kīb etmekte olduğu meslek-i ma’luma bugünlerde daha +ziyade ehemmiyet veriliyor. +Herkesçe ma’lum bir hakīkattir ki; Bulgaristan’ın tahrikatıyle +Makedonya’da her zaman bomba ve saire gibi cehennem +makineleriyle bir takım münasebetsizlikler zuhur +etmektedir. Bunun amil-i yeganesi Bulgaristan olduğu halde +seyyiesini zavallı hükumet-i Osmaniyye ve bilhassa müslümanlar +görmektedir. +Bulgarlar bomba atarlar yine Osmanlılar zalim; vahşi +olurlar Osmanlıların bu zulmünden Bulgarları kurtarmak +yametleri koparırlar. +lar. Bunun da sebebi Koçana vak’a-i ma’hudesidir. Koçana +Vak’ası üzerine Bulgarlar galeyana geldiler her taraflarda +mitingler tertib ederek; “Türkiye’ye i’lan-ı harb!” diye bağırdılar +kıyameti kopardılar. +Burada en ziyade ahaliyi galeyana getirenler her vesile +bazı hasis gazetecilerdir. Bunlar daima cahil ahalinin hissiyatından +dirler. Koçana hadise-i ma’lumesi üzerine Bulgar gazeteleri +öyle heyecan-amiz makaleler neşrettiler ki o makaleleri +görenler değil Bulgar halis bir müslüman olsa bile yine +hükumet-i Osmaniyyeye karşı kendisinde –insaniyet namına– +zaruri bir buğz u adavet bir hiss-i intikam duymamak +kabil değildir. +Mesela Kotra gazetesi Koçana Vak’ası’nın fotoğrafını +gazetesine geçiriyor fakat nasıl? Her insanın yüreklerini sızlatacak +bir tarzda! O levha gösteriyor ki zalim Osmanlılar? +vahşilere yakışacak bir hareketle ma’sum Bulgarları parça +parça ediyorlar; kasaphane gibi Bulgarlar yerlere serilmiş +seller gibi kan akıyor. Bu gazeteleri tevzi’ eden müvezzi’ler +sokaklarda pek acı pek canhıraş bir sada ile koşa koşa bağırmaktadırlar. +Daha makaleyi okumadan evvel o musanna’ levha her +sahib-i hamiyyetin kalbinde bir hiss-i intikam uyandırıyor. +Bu suretle burada bulunan müslümanlara karşı bir takım +mezalim reva görülüyor. Bu vak’a üzerine ma’lumü’l-esami +bazı gazetelerin neşriyat-ı nifak-cuyaneleri üzerine her tarafta +mitingler tertib edildi hatta büyük bir mitingde bizzat +kendim de bulundum. Burada irad-ı nutk edenler Osmanlıların +zulmünden Bulgarların mazlumiyetinden bahsettiler +Bulgarları bu zulümden? kurtarabilmek için hükumet-i Osmaniyyeye +karşı i’lan-ı harb etmek lazım geldiğini anlattılar. +Orada bulunanlar da umumen; “İsteriz!” sadasını ayyuka +kadar çıkardılar. İstihbarat-ı mevsukama nazaran –adetleri +vechile– miting esnasında bazı mahalde müslümanlara +hakaret bile edilmiş. Şurasını da haber verelim ki miting +günleri hiçbir müslüman dışarı çıkamaz mitingcilerin gözlerine +görünemez. Görünürlerse mahvoldukları gündür! Zihi +medeniyet!.. +Ehibbadan bir zatın ifadesine göre mahalledeki Bulgar +çocukları da İslam çocuklarına karşı; “Yakında hepinizi keseceğiz!” +diye tehdid ve tahvif etmeye başlamışlar. Maahaza +birkaç gün geçtikten sonra Bulgarların i’lan-ı harb +edemeyecekleri tebeyyün etmişse de ma’hud gazetelerin +neşriyat-ı garazkaraneleri müslümanlar aleyhinde pek fena +fikirler uyandırdı. Bulgaristan’da fesli sarıklı her kimi görürlerse +Osmanlı hafiyesi diye itham ederek derdest edip hiç +olmazsa yirmi dört saat olsun tevkīf ediyorlar. +Geçenlerde Karlova’ya gittiğim zaman bizim için de +haylice ta’kībat icra edildiği gibi oradan müfarakat ettikten +sonra da taharri olunduğumu bilahare Filibe’ye gelen ehibbadan +bir zattan haber aldım. +Bu def’a da Sofya ve Plevne’ye gideceğimi haber alan +birçok ehibba kat’iyyen o tarafa gitmemek hakkında tavsiyede +bulundukları gibi bugünlerde Dersaadet’ten buraya +avdet eden ve İstanbul’da mühim bir gazete ile münasebetdar +olan bir zatın hududdan geçip de buraya gelinceye +kadar ta’kīb olunduğunu bizzat kendinden öğrendim. +Eylül’de Osmanlı Mekteb-i Harbiyye talebelerinden bir +efendi de kendi başına gelen bir macerayı anlatıyordu: Bu +efendi Varna tarikı ile Sofya’ya geliyor. Orada bunu fes ile +gördükleri gibi hemen tevkīf ederler. Ba’dehu getirip nereden +geldiğini sual ederler. Bu efendi de kendisi Bulgar tebeası +olduğu halde böyle tahkīr edilmesine canı sıkılarak; +“Cehennemden geliyorum!” cevabını verir. Bittabi’ Bulgar +tebeası olduğu anlaşılarak bırakılır. +Yine aynı tarihde Edirne Sultanisi müdavimlerinden bir +efendi de bir vak’a anlattı ki bunlara gülmekten ziyade insanın +ağlayacağı geliyor. Çünkü bu efendiyi iyi tanıyorum; +kendisi daima Bulgarların en mühim merkezinde bulunuyor. +Kimin mahdumu olduğu herkesçe ma’lum. Bu böyle olduğu +halde Ramazan içinde bunu birkaç def’a istintak dairesine +celbederek kim olduğu sual edilmiş. En sonra bunun da +canı sıkılarak; “Osmanlı hafiyesiyim!” demiş. Bunun üzerine +bırakılmış ise de elinde bulunan pasaportunu da oraya bırakarak; +“Bir daha beni aramayın!” cevabını vermiş. +Yine bu cümleden olmak üzere Ramazan münasebetiyle +Bulgaristan’da bulunup bu kere Sarimbey tarikıyle Dersaadet’e +avdet etmekte olan birkaç vaiz efendiyi de Tatarpazarcık +Bilahare hüviyetleri tahkīk edilerek bunların Ramazan hocası +olduğu anlaşılmış ise de tahliye edilip edilmediğine dair +henüz ma’lumat alamadım. +Müslümanların bu hukūkunu muhafaza edecek olan en +ziyade müftiler ise de pek çok yerlerdeki müftilerin iktidarsızlığı +kendilerini her türlü teşebbüsden men’ ediyor. +Yine bu cümleden olmak üzere Rusçuk’da bulunan Osmanlı +konsolosunun Bulgarlar tarafından görmüş olduğu +hakaret de bilhassa şayan-ı kayddır. Bir iş zımnında Osmanlı +konsolosu Bükreş’e geçmiş. Bilahare avdetinde vapurdan +bir efrada bile yapılması tecviz edilmeyen bazı hakaretler +edilerek üzeri taharri edilmiş. Bunun üzerine şehbender bu +vak’ayı protesto ederek mahall-i me’muriyyetini terketmiştir. +Yine bu cümleden olarak Filibe Cemaat-i İslamiyye Sandığı +Emini Hilmi Bey Filibe’ye gelen Hamdi Efendi isminde +bir muallim de hafiyelik ile itham olunup bir müddet tevkīf +edilmişlerdir. +Hasılı ma’lumatları herkesçe ma’lum olan birkaç gazetecinin +velvelesiyle ortaya çıkan “muharebe!” sadaları bir +buhran-ı iktisadiye sebebiyet verdiği gibi bilhassa müslümanlara +karşı reva görülen mezalim ve taaddiyatın teşdidine +de sebeb olmuştur. Bütün ağızlarda deveran eden sözlerin +hülasası şunlardır: Osmanlılar hat boylarına köprü başlarına +bombalar yerleştiriyorlarmış!... İşte zavallı müslümanların +hayalinden bile geçmeyen bir iftira ki müslümanlara pek +pahalıya mal oluyor… +Avrupa nazarında kendilerini mazlum ma’sum Osmanlıları +zalim vahşi gösteren Bulgarların zulm ü taadiyatına +ufacık bir misal olmak üzere Burgaz’da tahaddüs eden bir +vak’ayı da burada zikredeceğim: +Burgaz’ın en güzel mevki’i olan rıhtım boyunda mühim +bir cami’-i şerif bulunuyordu. Rıhtımdan çıkıldığı gibi göze +çarpan bu camiin orada bulunması Bulgarların pek o kadar +bir tarafa nakledilmesi ve o mahallin Bulgarlara verilmesine +mukabil Napolyon para vererek bunun yıkılması için +uğraşıyorlardı. Çoktan beri bu hususa dair Burgaz ile Sofya +arasında muhaberat cereyan ediyor ise de camiin buradan +kaldırılarak başka tarafa nakledilmesi ve bilhassa Ramazan’a +yakın bir zamanda böyle mühim bir ma’bedhaneyi +hedmetmek müslümanlar üzerinde pek fena bir te’sir bırakacağı +lazım gelen mevaki’-i mühimmeye bildirildiği cihetle +hedminden sarf-ı nazar edilmişti. +Fakat geçenlerde vukū’ bulan hareket-i arz dolayısıyle +yalnız minaresinde biraz sakatlık vukū’a geldiğini gören +Bulgarlar derhal cami’-i şerifi kordon altına alarak ahaliyi +orada eda-yı salattan men’ ederler. +Bilahare müfti efendi İslam meb’uslarından Murad Bey +ahali-i mahalliyyeden Ali Efendi namında üç kişi Ramazan-ı +şerifde eda-yı salata müsaade edilmesi için Burgaz’dan kalkıp +Sofya’ya kadar giderek birçok yere müracaat etmişlerse +de matlubları is’af edilmeyerek geriye avdete mecbur olmuşlar. +Ramazan-ı şerifde teravih namazını pek fena bir mahalde +kıldıktan sonra hiç olmazsa bayram namazını kılmak +etmişler. Bunun üzerine Sofya’dan Burgaz hükumetine bayram +namazı için müsaade edilmesine emir verilmiş ise de +bu emir bayramdan evvel tebliğ edilmeyerek ahali mektep +binasında sıkışa sıkışa salat-ı idi eda ettikten sonra –hükumet-i +mahalliyye mes’uliyeti üzerinden atmak için– Sofya’dan +gelen emri müslümanlara tebliğ etmiş. +Doğrusu ya bu adamlar tilkiden de kurnaz değil mi? +Şimdi cami’-i şerifin yıkılması için herhalde karar verildi. Fakat +bu işte başka bir cihet daha var ki müslümanlara reva +görülen mezalim tam ma’nasıyle orada nümayan oluyor: +Hareket-i arzdan mukaddem Napolyon verdikleri halde +şimdi; “Bu cami’ nasıl olsa yıkılacak diyerek Napolyon +veriyorlar ve cami’ yapmak için lazım gelen mahal +Napolyona buraya bir cami’ yapın teklifinde bulunuyorlar. +ye rıza gösteriyorlarsa da Bulgarlar bu kadarla da kalmazlar. +Şimdi bu mescidin yerine müslümanların cami’ yapacaklarını +duyan Bulgar ahalisi galeyana gelerek; “Hala müslümanlara +cami’ mi yaptırılıyor?” diyerek orada bulunan tabutu +kırıp attıkları gibi cami’-i şerifin içine birkaç rakı şişesi +de atarlar. +Bunun üzerine zavallı mağdur müslümanlar bu cinayetin +müsebbiblerini buldurmak için mahalli hükumetine müracaat +ediyorlarsa da hükumet; “Bu mütecavizlere karşı tahkīkat +me’yusen giderler. +Bir misal daha: Kahvenin birisinde eazım-ı ümmetten +Namık Kemal merhum ile şehid-i hürriyet Midhat Paşa merhumun +resmi bulunuyormuş. Bulgarlar gelerek kahveciye; +“Bunları buradan kaldırın!” der. Kahveci de; “Niçin?” sualini +sebeb olacaktır ve zaten sizin kesilmek zamanınız da yaklaştı!” +diyerek bir takım tecavüzatta bulunurlar. Daha neler +neler… +Şimdi biz erbab-ı insafın vicdanlarına müracaat ederek +diyoruz ki: “Bütün Avrupa’ya karşı kendilerini mazlum +ma’sum gösteren Bulgarların ma’sumiyeti nerede? Bulgarların +müslümanlara karşı reva gördükleri bu kadar mezalim +Zavallı müslümanlara her türlü tecavüzat vahşet zulüm +reva görülür de medeni Avrupa? yine ses çıkarmaz yine +Bulgarlar mazlum müslümanlar zalim mevki’inde gösterilir; +zihi medeniyet!?? +Acaba İslamlar bir kilisenin hedmini hayallerinden geçirecek +olurlarsa neler olur? Kıyametler kopar değil mi? Biz +hiç kimseden perva etmeyerek ileride daha pek çok vesikalar +olduğu mesleğin neden ibaret olduğunu ve bundan çıkacak +olan netayici enzar-ı ammeye koyacağız. Dünyanın her köşesinde +bulunan müslümanların halinden herkesi haberdar +etmeyi kendisine bir vazife-i diniyye bilen Sebilürreşad bu +hususda her türlü fedakarlığı da gözüne aldıracaktır; +* * * +Gerek Sofya’da gerek Filibe’de ikamet ettiğim müddetçe +–evvelce söylediğim vechile– Metrepol Hoteli’nde kaldım. +Fakat bilmem ki tesadüf müdür yoksa nedir her iki +hotel de Memalik-i Osmaniyye’den tardolunan İtalyanlar ile +memlu bir halde idi. Hatta Filibe’deki hotelde geldiğim sıralarda +Bunlar ile ara sıra bazı şeyler konuşuyor idiysem de pek +o kadar uzun konuşmazdım. Bir gün merak ederek bunlar +fikirleri ne merkezde olduğunu anlamak istedim. Bir gün +baktım ki bize komşu odanın önüne çıkmış gazete okuyor. +Hemen ben de çıkıp; “Nasıl sulha aid birşeyler var mı?” dedim. +Bizim komşu gülümseyerek; “Hayır! Hayır!” cevabını +verince ben; –Bakalım ne diyecek?– diye; “Bizim gazeteler +yazıyor; birkaç güne kadar sulhun esası kararlaşacak. Hatta +bugün bu mes’ele için bizim hey’et-i vükela ictima’ bile +edecek!..” dedim. +Bunun üzerine İtalyan sevinmeye başladı. Bu esnada +biri daha geldi. Ona da bu haberi söyledim. Fakat o hiç düşünmeyerek; +“Şimdi kabil değil sulh olamaz; daha çok vakit +bu iş devam edecektir!” dedi. İşte bunun üzerine aramızda +şöyle bir muhavere cereyan etti: +Ben: +– Sizce nasıl ümid olunuyor? Bu yakınlarda devleteyn +arasında sulh kabil mi değil mi? +– Biz değil herkes biliyor ki şimdi sulh kabil değildir. +Daha bunun arası pek ziyade uzayacaktır. Çünkü İtalya’nın +hal-i hazırdaki teklifini kabul ederek sulha girişmek hal-i +hazırda bulunan Osmanlı kabinesi için gayr-i kabildir. Eğer +böyle bir sulha girişecek olursa milletin i’timadını gaib edecek +ve ihtimal ki millet galeyana gelerek ihtilal bile çıkaracaktır. +sulha girişemeyecektir. Maa-haza bu kabineye zahir olacak +bir meclis-i meb’usan gelir de onlar karar verirlerse o zaman +belki olabilir. Bunun gayri sulh kabil değildir. Fakat +hükumet-i sabıka mevki’-i iktidardan sukūt etmeseydi o +zaman daha çabuk ihtimal ki şimdiye kadar sulh olacaktı. +– Sen ne söylüyorsun? Bizde ekseriyetle bunun aksi düşünülüyor. +Bizde ekseriyet diyor ki; “Eğer hükumet-i sabıka +mevki’-i iktidarda olsaydı kabil değil sulh olmayacak +yani Trablus verilmeyecekti. Fakat onlar mevki’-i iktidardan +sukūt edip yerine şimdikiler geldiği için sulh olacak yani +Trab +lus verilecektir. Siz bunun aksini söylüyorsunuz. +– Eğer dahilden ihtilal zuhur etmeyeydi hükumet-i sabıka +mevki’-i iktidardan düşmemiş olsaydı aradan pek çok +geçmeden İtalya hükumeti Osmanlıların dilediği gibi sulha +girişmeye mecbur olacaktı. Binaenaleyh o suretle sulh kabil +olarak arası pek o kadar uzamayacaktı. Fakat şimdi bu kabil +değildir. +– İtalya hükumetini icbar edecek sebebler ne gibi şeylerdi? +– Bunun başlıca birkaç sebebi vardır: Bir kere İtalya iflas +etmek derecesine gelmiştir ki kendisine bankalar bile para +vermemeye başladılar; milyonlarca borca giriftar oldu. Gerçi +sizin de yok değil! Bankalar size de vermezlerdi fakat siz zati +mesarif etmiyorsunuz ki! Bizim her şeyden fazla olarak bir +de o kadar zırhlılarımız vardır ki deniz üzerinde geziyorlar. +Bunların hepsi dehşetli para istiyor. Daha sonra Memalik-i +Osmaniyye’den tard olunanlara ayda yüz doksan iki yüz +frank kadar para da sarf olunuyor. Bunların cümlesi İtalyan +kesesinden veriliyor. Fakat sizin ne kadar mesarifiniz var?!! +Bir sebeb daha vardır ki o da Osmanlı askerindeki azm +ü sebat fedakarlık itaat. +Ben bir İtalyan olduğum halde diyorum ki: “Dünyada +Osmanlı askeri gibi sabırlı azim ve metanet sahibi asker +hiçbir yerde görmedim. Değil bizde başka devletlerde bile +Osmanlı askerleri gibi asker olmadığını söylüyorlar. Bunu +herkes i’tiraf eder. Zira hiçbir yerde görülmez ki bir asker +etsin de ihtilal çıkarmasın! Eğer sizin dahil-i memalikinizde +biraz daha devam edeydiniz İtalya askerinde iğtişaş muhakkak +olacaktı. Fakat şimdi İtalya yeniden ümitlendi. Kendisinde +zuhurundan korktuğu bir hali sizde gördü. Binaenaleyh kolay +kolay sulha razi olamaz. Bunun için muharebe devam +eder; ta ki kendi dediğini yaptırıp Trablus’u alıncaya kadar…” +– Sen ne söylüyorsun? Osmanlı kabinesi Trablus’u İtalya’ya +resmen terk etse bile Arablar kendi memleketlerini bir +ferd kalmayıncaya kadar müdafaa edeceklerdir. Biz buna +tamamen kani’iz. Hatta bütün Suriye ve Mısır gazeteleri +buna dair uzun makaleler neşrediyorlar. Trablus ve Bingazi +Arabları; “Mukaddes vatanımızdan bir karış yer vermeyeceğiz!” +diye bar bar bağırıyorlar protestolar ediyorlar. +– Eğer muharebe meydanında olan birkaç kişi buraya +çağırılacak olursa İtalya Arabları bir günde kandırır. Zira +orada muharebeyi idare edenler birkaç Osmanlı zabitinden +Arablara ne roller oynar! İtalya için onları kendisine celbetmek +bir günlük mes’eledir. Binaenaleyh onlar yalnız başlarına +muharebeye devam edemezler. +– Böyle mezelletle dönecek zabit esasen oraya gitmezdi. +Sinyor dostum; yine hülyaya dalma! Bu mes’elede mücahidin +arasında ayrılık ihtimali yoktur. Ya hep birlikte ölecekler +ya hep birlikte ile’l-ebed şan ve şerefle yaşayacaklar!.. +– – +HALEB–BAĞDAD YOLCULUĞU +Ağustos tarihiyle Meyadin kazasından infikakle ertesi +günü Salihiye’ye vardığımızda buradaki konakta büyük bir +kafileye rast geldik. Hanın etrafında Uneyze kabilesinin bir +kısmı çadır kurup ağnam ve mevaşileriyle beraber bulunuyordu. +Gece vakti ise Ebukemal’e yetişip sabah vaktine kadar +medeniyetten pek bi-behre ve bi-nasib bir haldedir. Sabahleyin +buradan mufarakat ederek akşama doğru Nühye +mevki’ine geldik. Buradan gelirken yol esnasında Bağdad +Valisi Cemal Beyefendi’ye tesadüf ettik. Müşarun-ileyhin +maiyyetinde otuz kırk kadar jandarma süvari zabitan ve neferlerinden +mürekkeb bir alay var idi. Ertesi günü Ane’ye +muvasaletle kaymakamın nezdine gittim. Muma-ileyh devr-i +sabıkda Kastamonu’ya teb’id edilmiş bulunduğundan benim +menfa refikım idi. İftardan sonra hanesine gidip bazı eşraf-ı +mahalliyye ile hakim efendiye takdim eyledi. Ane’den +Hadise’ye ve buradan Bağdad mevkiine doğru hareket ettik. +Hadise Fırat Nehri kenarında ve gayet iyi bir mevki’de +bulunuyor ise de Bağdadi da hiçbir şey –tek bir fersude +handan başka– yoktur. +Ertesi günü sabah vakti hareketle Hit’e eriştik. Burası da +kaymakamlıktır. Fakat hüsn-i tabiat ve nezafetten eser bile +yoktur. Bura ahalisi o kadar nezafete riayetsiz adamlardır ki +kesafet için bir mükafat verilmek lazım gelse zannederim +ki birinciliği mutlaka bu kasaba ahalisi ihraz eder. Bu +kazada çarşı namıyla birkaç ufak dükkan bulunmakta ise de +bulunan bu kaza az bir himmetle cennet gibi bir yer haline +di vakti Ramadi kazasına ulaştık. Bu kazaya bir de “Duleym” +kazası ta’bir olunuyor. Hit’e nisbetle burası hemen +hemen Paris ve Londra’ya benziyordu. Herşeyden evvel +ahalisi nim-uryan olmayıp gayet temiz ve mevsime yakışacak +surette elbise ile mülebbes bulunduktan maada çarşı ve +pazarlarında yiyeceğin her türlüsü bol ve mebzul idi. +Hıtta-i Irakıyye’yi ileride irva ve iska edecek olan sed +ameliyatı buradan bed’ edilmiş ve beş-altı saatlik mesafeye +şeklinde yazılmıştır. +kadar temdid edilmiştir. Günde bin kadar amele çalışmakta +ve kemal-i fa’aliyyetle işin ileri götürülmesine dikkat olunmaktadır. +Ameliyata nezaret eden Mühendis Sir William +Wilcox bizzat iş başında bulunup i’ta-yı evamir ve ta’limat +dan fazla bir kıymetle yapılmış bir de “köşk” vardır ki bu +köşkü mühendisler bizzat yaptırıp içinde beytutet ediyorlar. +Bundan maada mühendislerin yiyecekleriyle sair malzemelerini +vakti vaktinde tedarik etmek için maiyyetlerine bir istimbot +verilmiştir. +Ahali-i mahalliyyenin ifadesine bakılırsa bütün bu ameliyatın +faidesiz olduğu ve yapılan masrafların cümlesinin ifna +edileceği gösteriliyor ise de hakīkat-i hal büsbütün başka +olup bu babda edeceğim tahkīkat ve tedkīkat ile ameliyat-ı +mezkurenin nereye kadar varıldığını ayrıca bir makale ile +kariin-i kirama arzedeceğimi va’d ile bu hususda şimdilik +daha ileriye gitmekten sarf-ı nazar ediyorum. +Ramadi kazasında gereği gibi hükumet-i Osmaniyyeyi +temsile çalışan bir kimse varsa o da polis me’murudur. Başka +me’murların ahali nazarında o kadar kıymet ve meziyetleri +yoktur. Bu kazada ise medeniyet ve hüsn-i tabiat farklı +ve mütekaddim olduğu gibi merkez-i kazada ayrıca da bir +bab rüşdi mektebi vardır. Yalnız teessüf olunur ki buralarda +öyle muktedir mütefennin me’murlarla muallimler her +nedense gönderilmemiştir. Hıtta-i Irakıyye’ye gönderilen +me’murların –sairlere nisbeten– daha ziyade mahir müdebbir +afif olmaları lazım iken maatteessüf bu cihete o kadar +ehemmiyet verilmediği derhal anlaşılıyor. +Ramadi’den hareketle ikinci konağımız olan Felluce – +nahiye merkezine– ya geldik. Burası ziraat ve felahatle +umrana o kadar kabiliyeti vardır ki burayı görenlerin cümlesinin +taht-ı tasdikindedir. Fırat suyu layıkıyle araziyi iska +ve irva ediyor. Fakat usul-i felahat ve ziraatin henüz devre-i +edilememektedir. +Kasaba Fırat suyunun her iki tarafında teşkil olunduğundan +ara yerde bir de köprü vardır. Ancak sırat köprüsü üzerinden +kolaylıkla geçmek daha ziyade ihtimal dahilindedir. +Öyle perişan ve berbad bir köprü üzerinden geçen arabalardan +ayrıca beşer guruşluk bir resm-i miri istifa edilmekte +olduğunu söylersem taaccüb olunmamalıdır. Halbuki metin +ve muhkem bir köprü yapılıp buraya birkaç bin lira masraf +edilecek olursa hem abirin ve marrinin istirahatlerini hem +de kasabanın az bir zamanda fevkalade bir surette ma’mur +olmasını te’min eder. Hıtta-i Irakıyye o kadar çok şeylere +muhtacdır ki bunların hiç birisini henüz hükumet yapmadığı +gibi ahali-i mahalliyyeyi sa’y ü amele da’vet eylemeyi +dahi unutmuştur. +Ahali-i Irakıyyenin tamamı değilse bile yüzde doksan dokuzu +henüz meşrutiyet ve hürriyetin ne olduğunu bilmediklerinden +yalnız hükumetten adalet ve müsavat beklemekle +karaları mütegallibenin müteneffizanın –ki her biri bir derebeyi +kadar sahib-i nüfuz ve kuvvettir– şerrinden kurtarmak +pek kolay ve asandır. Buralarda pek ciddi ve adil ve demir +kadar metin bir ahlaka malik bulunan me’murlara ihtiyac +şeklinde yazılmıştır. +vardır. Böyle me’murların biraz –müstebid diyemeyeceğim +ahaliyi en ziyade memnun eden ve hükumetin kuvvetini +kendilerine gösteren nokta bundan ibarettir. Hülasa-i kelam +şunu demek isterim ki Hıtta-i Irakıyye’ye ayrı ve şiddetli +bir kanun ile “adil ve şedid” me’murlar elzemdir. Buraya +gönderilen valilerle me’murlar gerek ahali-i mahalliyyeye +ve gerek kabail-i mebhuseye –siyaset ve hikmet-i hükumet +namına– o kadar yalan söylemişlerdir ki hükumet-i Osmaniyyeyi +yalancı dolandırıcı metanetsiz bir hükumet haline +getirmeye ve ahali nazarında onu bu suretle tanıttırmaya +bais olmuşlardır. Birkaç aile reisiyle görüştüğüm esnada +para kuvvetiyle hükumete her şeyi yaptırmanın pek kolay +olduğunu ve valilerle mutasarrıfların kaimmakamların ağzından +o kadar yalan işitmişlerdir ki artık hükumete bir türlü +emniyetleri kalmadıklarını söylediler. +Buralara gönderilecek me’murların allame fehhame +kimselerden olmaları o kadar muktezi değil ise de afif ve +metin ve salabet-i vicdaniyyeye malik olmaları her halde +mutezidir. +Haccac bin Yusuf es-Sakafi’nin Hıtta-i Irakıyye’ye vali +ta’yin edildiği akībinde ahaliye hitaben irad ettiği hutbeyi +tarihde okuyanlar ma’ruzat-ı bitarafanemin hakīkatini derhal +Çöllerde feyfalarda hükumeti temsil edecek olan kimseler +hal-i hazırda jandarmalardır ki bunların da adedi pek +kalildir. Bir kaza merkezinde bulunan bir polis hem vazifesini +hem de adliye müddei-i umumiliği vazifesini de ifa edecek. +Halbuki bir refik ve muavini yoktur. Bana kalırsa ya +bu kazalarda adliye teşkilatına derhal mübaşeret eylemeli +veyahud bu gibi vezaifle mütevazzıf bulunan me’murin-i inzıbatıyyeye +birer refik ta’yin olunmalıdır. +Felluce’den yola çıkıp Ağustos’un onsekizinci günü olan +Cumartesi günü saat iki alaturkada Bağdad’a muvasalat eyledim. +Bağdad +SEBILÜRREŞAD MECELLE-I İSLAMIYYESI MÜDIRIYETI’NE +Efendim! +günler ara sıra erbab-ı hayr u hasenattan bazı zevatın münasib +mahallere gönderilmek için abone olduklarını okumakta +bundan dolayı sürur-ı bi-payan duymaktayım. +Niğde’de Bor kazasında Sarraf Muharrem Efendi nam +zat mecelle-i İslamiyyemizin cidden aşıklarındandır. “Sarraf” +lakabı olup kendisi fukara-yı sabirindendir. Maatteessüf +ümmi olan bu zat mütedeyyin sahi muhibb-i ilm ü ulemadır. +Dinini ve vatanını hakīkaten sever sevmesini bilir. Kendisi +pek akıl ve fatin yaradılmış olup ilimden fenden ve her +şeyden bahseder ve ettirir. Rüşdiyeye müdavim bir oğlu var: +Necib. Necib okur kendisi dinler. Necib yarım okur kendisi +tamam dinler tamam anlar. Bir dinler başkalarına on anlatır. +Kendisiyle yarım saat bir saat musahabet eden bir zat +Muharrem Efendi’yi ulum u fünun-ı aliyyeyi tamamen tahsil +etmiş fuzaladan zanneder. +Kendisinden hülasatü’l-hülasa bahseylediğim bu zat elhak +şayan-ı teavün olduğundan ashab-ı hayr u hasenattan +yurmanızı halisan li-vechillah rica ederim efendim. +Birkaç zamandan beri gazetelerde ve dillerde bir “İran” +kelimesidir dolaşıyor. Her tarafta İran’dan bahsolunuyor. +Telgraflar oradaki fecayii ihbar ediyorlar. “Zavallı İran” diye +herkes teessüf etmektedir… +Bu İran nedir ve neresidir?.. +Acemistan diye yad edilen bu memleket satvet ve +salabet-i tarihiyyesiyle rub’-ı meskuna hakim olmuş şarktan +Çin hududuna garbdan Afrika Mısır ve Yunan sevahiline +şimalden Bahr-ı Hazer sevahil-i şimaliyyesine ve cenubdan +Hindistan sahillerine kadar yayılmış idi. Hal-i hazırda ise +sath-ı coğrafisi Fransa memleketinin üç misli +zengin bir kıt’aya maliktir. Şimalden Aras nehri Bahr-i Hazer +cenubi sahilleri Türkistan hududu boyunda Rusya memleketi +şarktan Afganistan ve İngiliz Belucistanı cenubdan +Bahr-ı Muhit-ı Kebir ve Basra Körfezi Halic-i Fars garbdan +Memalik-i Şarkıyye-i Osmaniyye ile hem-hududdur. +mı Farslar Fersler diğer kısmı da Türklerdir. Bu iki unsur-ı +mühimden başka Kürdler Arablar Ermeniler Lurlar ve sair +bir takım ufak anasır ve akvam dahi mevcuddur. Fakat bunlar +nazar-ı ehemmiyyete alınmayacak derecede azdırlar. +üç milyona karib bir kısmı göçebe ve aşiret halinde yaşar. +Mütebakī yedi milyon ahali ziraat ve ticaretle imrar-ı maişet +ederler. Mahsulat-ı ziraiyyeden başlıcası meyve pirinç +pamuk ve afyondur. İran ticareti dahi şayan-ı ehemmiyet +bir derecededir. Yirmiden ziyade memalik-i ecnebiyye ile +münasebat-ı ticariyyede bulunur. İran ma’mulatından halının +cihanca bir mevki’-i bülendi vardır. İran ticaretinin senevi +eder. İran münasebat-ı ticariyyesine aid umumi bir mülahaza +ve mutalaayı meraklılarına teshil için Osmanlı sene-i +maliyyesine tesadüf eden “Tahako yıl” İran sene-i maliyyesine +aid gümrük istatistikinden bil-iktibas atideki cedvelin +dercini münasib bulduk. +Ziraat ve ticaretten maada bakır işleri nessaclık ve diğer +bir takım el san’atlarıyla beraber hayvan beslemek ve çobanlıkla +vakit geçirmek dahi göçebe ve aşiretlerin adedleri +kadar kabil-i ehemmiyyettir. +Yarım milyondan dun bir adedi Yahudilere Ermenilere +ve Zerdüştilere çıkarıldıktan sonra İran ahalisi tamamıyle +müslüman ve mezhebce –ale’l-ekser– Şiidirler. Ehl-i +sünnet olanları da vardır. +Bir Avrupalı müdekkıkın tahmini üzerine İran arazisinden +kısm-ı a’zamı kabil-i zer’ olduğu halde ancak yüzde +müstesna olarak tamamıyle “erbab” “mellak” ve “han” +denilen mütegallibe ve derebeylerin yed-i inhisarındadır. +Zürra’ın bila-vasıta kendi eydi-i istifadelerinde olan mezari’ +ale’l-ekser Tahran havalisinde vaki’dir. Zira burası merkez-i +hükumet olmak hasebiyle bir parça derebeyler istilasından +masun kalmıştır. Menabi’-i serveti muhtekir ve tama’kar derebeyleri +arasında taksim ile taht-ı inhisara alınmış olan bu +memleket böyle bir keyfiyet-i iktisadiyyenin iktizası olan bir +lik usulünden ibarettir. Şah kendi mahallerinde küçük birer +şah kesilen derebeylerinin menafiini müdafaa etmek üzere +şahenşah olmuş adeta memleketin büyük feodali gibi telakkī +edile gelmiştir. Memlekette tabakat-ı nasın me’murin-i +devletin keza derebeylerinin makam-ı saltanatın hakk u +salahiyetini ta’yin eden ve tabakat-ı ictimaiyyenin yekdiğerine +karşı münasebatını ta’yin kılan yazılı bir kanun i’lan-ı +meşrutiyyete kadar yoktu. Küçük feodaller mütegallibeler +kendi vilayetlerinde büyük feodal şah da bütün “memalik-i +mahruse”de istediklerini yapabilirler idi. Hülasa hükumet +“la-yüs’el amma-yef’al”in tam ma’nasıyle “otokratik” +bir hükumet idi. +* * * +tehir memalik-i şarkıyyedendir. Hele efsanelerde altı bin yıl +yaşadığı iddiasına da tesadüf edilir. +Bu uzun ömründe İran büyük fütuhata şanlı günlere +azametli iktidarlara malik olduğu gibi birçok def’a dehşetli +ma’ruz kalmıştır. Tarih-i te’sisi esatir ve efsanelerle muhat +olan bu memleket dünyanın en kadim bir mümessil-i temeddünüdür. +Şimdiye kadar burada yirmiye karib sülale-i +hükümdaran saltanat etmişlerdir. +Mevki’-i coğrafi nokta-i nazarından hudud-ı tabiiyyeye +malik olmayan bu memleket her daim hücumlara ma’ruz +kalmış gerek şarktan gerekse garbdan gelen cihangirlerin +pay-ı istila ve galebeleri altında çiğnenmiş ezilmiştir. Fakat +bu kadar muhacemata karşı İran yine milliyetini muhafaza +etmiş maddeten mağlub olduğu halde kendi fatihlerine +bir galebe-i ma’neviyye çalmış ve bu sayede her vakit kaybetmiş +olduğu istiklalini iade edebilmiştir. İran’ın şu ahval-i +ruhiyyesine tercüman olarak müverrihin ve münakkıdinden +bazıları; “İran kendi galiblerine galebe çalan bir memlekettir.” +demişlerdir. Bu galebenin kable’l-İslam bir nümune-i +muhteşemini Demirci Kave İhtilal-i Millisi teşkil eder. +Esatir-i kadimeye müstenid şu an’ane-i milli ber-vech-i +ati tasvir edilmektedir: +“Arabistan Şibh-ceziresi’nden Maskat’tan bir unsur +huruc etmiş İran’ı istila etmiş. Şu müstevliyan-ı Arab yılana +perestiş ederlermiş. Yılanperestlerin padişahı olan Dahhak +zulüm ve dehşeti ile ma’ruf imiş. İşte bu zalim adl ü re’feti +alır ve telef ederlerdi. Bundan başka Dahhakiler ma’budları +olan yılanlara günde birer İranlı çocuğunu kurban keserlerdi. +Her gün kur’a üzerine birer İranlı ailesi sevgili evladının +bulmuştu. Zerdüşt Mezhebi’nin mensubları şiddetle ta’kīb +ediliyor emlaki müsadere emvali tarac evlad [ü] ahfadı da +katl olunuyordu. +“İşte İranilerce id-i milli sayılan Nevruz günü Kave denilen +bir demircinin evvelce büyük ve sonra küçük oğlunu +alarak götürmüşler ve yılanlar namına kurban olarak +kesmişlerdi. Gayretli pedere vurulan bu darbe-i feci’ İran +hissiyat-ı vatanperveranesini tahrik eder. Sevgili ciğerparelerinin +takar dini milliyeti ve namusu tahkīr eden Dahhak hükumetine +karşı i’lan-ı isyan eder. Başına cansipar bir ordu toplar +saraya hücum eder. İran tahtının gasıbı olan Dahhak’i +katl ile Cemşid-i Adil’in hafidi İran tacının sahib-i hakīkīsi +Feridun’u kendi taht-ı mevrusuna ik’ad eder. O vakte kadar +henüz genç olan Feridun Dahhak’in korkusundan dağlarda +yaşarmış.” +A’sar-ı kadimesinde böyle bir an’anat-ı kahramananeye +malik olan İran ba’de’l-İslam dahi şanlı an’anelere maliktir. +Bu devre-i tarihde dahi İran cihan-ı İslamiyyet ve insaniyyette +bir safha-i şan ü şerafet sahibidir. Hele İslamiyet’ten +sonra İran’ın meşime-i feyyazından doğan dahiyan-ı ilm ü +edeb ile’l-ebed İran’ın medar-ı fahr u mübahatı olacaklardır. +Muharririnden birisi; “Arablar İslamiyet’in müvellidi İra +niler mürebbisi Türkler de müdafi’idir” demiş idi. Mu +har +rir-i muhterem erbab-ı ilm ü tedkīka mechul bir hakīkati +keşf değilse de milel-i İslamiyyenin İslamiyet’e ne derecede +alakadar olduklarını ta’rif için pek münasib bir ta’bir bulmuşlardır. +Evet İslamiyet ve Alem-i İslam’ın en büyük mürebbileri +addedilen Razi Beydavi Firuzabadi İbni Sina İbni Hacib +Zemahşeri Gazzali gibi İslamiyet’in birer rükn-i rekini olan +fuzala-yı benam hep İran’ın yetiştirmiş olduğu muallimlerdir. +dahi nazar-ı tetebbu’a çarpıyor. İran’ın tehlikeli bir zamanı +gelmişlerdi. Böyle vahim bir halde Horasan taraflarında Nadirkulu +namında bir rahzen zuhur eder. Evvelce bir gönüllü +sırasıyle işgüzar ve cesur bir kumandan suretiyle memleketi +helakten kurtarır. Ba’dehu Sülale-i Safeviyye’den sonuncusu +ve su-i ahlakından naşi menfur-ı millet olan Şah +Tahmasb’ı hal’ ile iktidarı kendi eline geçirir ve bilahare +makam-ı hükümdariye geçerek Nadir Şah olur. +Nadir Şah İran’ı taht-ı istilalarına alan ecnebileri tamamıyle +tardeder; fakat bununla da kalmaz Hindistan’a kadar +gider. Teshiri birçok fatihlere sühuletle müyesser olmayan o +zengin kıt’aları İran haritasına dahil eder. Bir taraftan dahi +muasırı olan Büyük Petro’ya ültimatomlar gönderir. +Bir azm-i ahenine malik olan Nadir’in mezaya-yı nadiresi +yalnız sahib-i seyf olmasıyla da kalmıyor idi. İttihad-ı +kendi fikrini Osmanlı sultanlarından muasırı sultan hazretlerine +dahi bildirmiş idi. Nadir Şah’a Avrupa müverrihleri +Şark Napolyonu derler. +* * * +lam’daki mevki’-i bülendleri dahi hiçbir vakit nazar-ı dikkat +ve tetebbu’dan dur tutulmamalıdır. Firdevsiler Molla-yı +Rumiler Sa’diler Hafızlar yetiştirmiş olan bu memleket o +dühat-ı kalemin yükseklikleri sayesinde Lisan-ı Farisi’yi ihya +ederek onu Şark’ın Fransızcası mevki’ine is’ad ettirmişlerdir. +Bu büyük edebiyatın Osmanlı edebiyatına ettiği te’sir +ma’lumdur. Bir vakit Devlet-i Osmaniyye’nin muharrerat-ı +resmiyyesi Farisi olduğu gibi Yavuz Sultan Selim’in Farisice +rin o büyük şair-i ateş-zebanının yazılarında Yunanlıların +Homeri’ne mukabil olan Şehname sahibi Ebu’l-Kasım Firdevsi’nin +ruhu ve onun selaset-i inşa ve mehabet-i şi’riyyesi +tezahür etmektedir: Namık Kemal merhumun Şehname ’yi +ezber bildiği ma’ruf-ı havastır. +Hülasa Yunanistan medeniyeti ve Yunan kavmi Avrupa +alem-i hıristiyaniyyesince ne gibi bir şöhrete sahib ise Şark +ve Alem-i İslam’ca da İran öyle bir an’ane-i tarihiyyeye maliktir. +BOSNA’DA EVKAF-I İSLAMIYYE MES’ELESI +vali hakkında yazmasını deruhde ettiğim silsile-i makalata +evkaf-ı İslamiyyeden başlıyorum. Çünkü evkaf mes’elesi +Bosna müslümanlarının hayat-ı diniyyesi nokta-i nazarından +en ziyade ehemmiyet verilecek bir mes’eledir. Biz öyle +bir ruhbani hükumetin taht-ı idaresindeyiz ki kendisinden +terbiye-i diniyyemize hadim hiçbir harekete intizar edemeyiz. +Bu hususda sarfedilecek himmet ancak kendimiz tarafından +sarfedilebilir. Bizim az nüfusumuz nazar-ı i’tibara alınarak +düşünülecek olursa bu hususda dehşetli rakīblerimize +karşı bir şey yapamayacağımız varid-i hatır olabilir. Çünkü +cüz’i servetimiz ancak kūt-i la-yemut geçinmemize kafidir. +Binaenaleyh menabi’-i hususiyyeden umur-ı diniyye ve +milliyyemizin emr-i muhafazası için pek cüz’i fedakarlıkta +bulunabilir. +Eğer Bosna’da bugünkü mebzuliyetiyle evkaf-ı İslamiyye +bulunmamış olsa idi bura müslümanlarının diyanet nokta-i +nazarından halleri pek perişan olurdu. Bunun için evkaf +mes’elesini her şeye takdim etmek sebebsiz olmadığını siz +de i’tiraf edersiniz. Size evkafın bugünkü halini tavsif etmeden +evvel hükumet tarafından ne suretle idare edildiğini ve +bu idareden iktitaf edilen semeratın ne mikdarda bulunduğunu +yazayım da eskisi ile yenisini mukayese edip iyiliğe +müteveccihen hareket ettiğimizi anlayasınız. +Hükumetin evkaf-ı İslamiyyeyi ne suretle idare ettiğini +nizamname-i mahsusasından ber-vech-i ati iktibas ediyorum. +Hükumet evkaf-ı İslamiyyeyi senesine kadar muvakkat +kanunlarla idare ediyordu. senesinin Haziranı’nda +evkafın idaresi için esaslı bir kanun tertib edildi. Bu +kanunla idare-i kefiyyeye bir renk-i kanuniyyet verilmiş oluyordu. +Kanun-ı mezkur mucebince evkaf-ı İslamiyye iki hey’et +tarafından idare ediliyordu. Bunların biri “Evkaf Emaneti” +hey’eti olup umur-ı evkafda vazife-i teşriiyyeyi ifa ederdi. +karreratı mucebince idare-i umur vazifesiyle mükelleftir. Bu +vellileri tabi’dir. +Yukarıki fıkra ile evkaf teşkilatının bir iskeletini yaptım. +Şimdi bu iki hey’etten birincisinin ne suretle teşkil edildiğini +ta’rif edeyim: +Bu hey’et yirmi bir a’zadan teşekkül eder. Reisi imparator +nasbeder. A’za-yı saireyi Bosna-Hersek Nezareti ta’yin eder. +Bu yirmi a’zadan biri evkaf katib-i umumisi diğeri evkaf +müfettişi-i umumisi dördü meclis-i ulemanın dört a’zası +sene için her sancak eşrafından ta’yin edilen zevattan ibarettir. +Fakat bu on iki zat müddetlerinin munkazi olması üzerine +tekrar ta’yin olunabilirler. “Evkaf Emaneti” a’zası vazifelerini +bila-ücret ifa ederler. Yalnız reis müfettiş ve katib-i umumi +hey’et-i idare a’zası sıfatıyle “evkaf kasa”sından muhassasat-ı +mahsusa alırlar. A’za-yı hariciyyenin dahi her +gidip gelişte harcırahları evkaf kasasından tesviye edilir. +“Hey’et-i Emanet” reis tarafından la-ekall senede bir +def’a o da son baharda ictima’a da’vet edilir. Lüzumu halinde +birkaç def’a da’vet dahi salahiyeti dahilindedir. +“Evkaf Emaneti” ber-vech-i ati umuru halletmekte salahiyetdardır. +– Gerek müstakil evkaf ve gerek “evkaf ihtiyat kasası”nın +ma-melekini umur-ı nafiada isti’mal için lazım gelen +mukarrerat ve müzakeratta bulunmak. +– Şeriat-i Muhammediyye’nin müsaid olduğu kadar ev +kaf-ı müstakillenin veyahud “evkaf ihtiyat kasası”nın emlaki +karşılık gösterilerek istikrazatta bulunmak veyahud onları +diğer birisine temlik etmek için müzakerat ve mukarreratta +bulunmak. +– Vakıfnamelerde münderic bulunan mutalebatın icrası +mak vakıf idaresinin mesarifine karşılık göstermek ve onları +umur-ı maarif-i İslamiyyeye tahsis etmek vezaifi cümlesindendir. +– Müstakil evkaf ile evkaf ihtiyat kasasının senelik mu +vazene-i umumiyye layihasını tanzim etmek. +– Evkaf ihtiyat kasası ile sair müstakil evkafın mesarifat-ı +seneviyyelerini tedkīk etmek. +– Evkaf hey’et-i idaresiyle kaza evkaf emanetlerinin ve +sair müessesat-ı evkafın tarz-ı idaresini taht-ı nezaret ve teftişinde +bulundurmak kendi vazifesidir. +– Evkaf nizamnamesinin tebdili için hükumet-i mahalliyyeye +teklifatta bulunmak dahi kendi salahiyeti dahilindedir. +Atideki ma’lumat darü’l-cihaddaki İslam kumandanlarının +tebliğ edilmiştir: +Düşman bugün ale’s-sabah sefain-i harbiyyesinin +himayesinde üç alay piyade bir alay süvari ve üç +bataryadan ibaret bir koluyla Abdülcelil’den sahil boyunca +Seyyid Bilal ve Cebel’deki Sayyad hurmalığına ve sa +hil istihkamatının +himayesinde Birinci Kol canibdarı olmak üzere +gördüğü tazyik üzerine üç piyade alayı bir alay süvari ve +beş batarya topa iblağ eyledi. İkinci bir koluyla Ma’mure +Tepesi dahil olduğu halde Zanzur hurmalığının cenub kısmından +taarruz etmiştir. Muharebe guruba kadar devam +etmiştir. Birinci koluna Haşeşan ve Maye’deki kuvvetimiz +edilen Saniyetü’l-Gandi kuvveti mukabele etmiştir. Birinci +kola altı yüze karib telefat verdirilmiştir ve ric’ate mecbur +edilerek yalnız sahildeki Seyyid Bilal Tepesi düşmanın +taht-ı işgalinde kalmıştır. Bu koldan bir mülazım bir neferi +esir edilmiştir ve yüz küsur tüfenk ile yirmi sandık cebehahe +üç ester ve bir esb iğtinam olunmuştur. İkinci canibdar +kumandanının şafakla beraber bir batarya ile işgal ettiği bir +tepeyi asker ve mücahidinin vukū’ bulan muhacemat-ı şedidelerine +karşı toplarının kamalarını alarak ve yirmi cesed +ve altı ester laşesi bırakarak terk ve tahliyeye mecbur olmuş +geçerek toplarını istir[d]ad eylemiş ve bilahare akşama doğru +tepeyi ve mevaki’-i saireyi terk ile Kırkkarış ve Abdülcelil’e +çekilmiştir. Düşmanın işbu koldaki telefatı dahi beş +yüz tahmin edilmektedir. Bu koldan dahi bir İtalyan neferi +esir edildiği gibi pek çok çanta ve eşya ve saireden başka +Maye mıntıkasında maa-mecruhin yüz kadar ve Zanzur +mıntıkasında yüz kadar şehid ile biri zabit sekizi nefer ve ikisi +rüesa-yı meşayıhdan olmak üzere iki yüz elli kadar mecruhumuz +vardır. +Eylül’ün birinci günü İtalyanlar fecirle beraber +mevaki’imizi büyük ve küçük çaplı toplarla şiddetli bombardımana +başladılar. Sabah saat on buçuktan ikiye kadar +devam eden bombardımanı müteakıb bir liva kadar tahmin +olunan bir kuvvetle Derne Vadisi’nin şarkındaki istihkamlardan +ve denizden bir kuruvazörün ateşi himayesinde ilerlediler. +Aynı zamanda garb cihetinde ve istihkamlardan dokuz +yüz metre mesafede bulunan Şid Abdullah Tepesi’ndeki +postamız üzerine keza üç kol ile taarruz ettiler. İleri karakol +bölüğü ve kısm-ı küllisi ile takviye olunan bu postamız düşmanı +buradan geri tardetti ve altı tüfenk alındı. Gündüz saat +altıya kadar devam eden bu muharebede bizden Afganlı iki +gönüllü şehid bir nizamiye ve bir muhafız neferi mecruh olmuştur. +Düşmanın daha ziyade zayiatı olması muhtemeldir. +Dört Eylül Salı günü sabahı kamerle beraber +ve tahkimine devam ettikleri sahil mevakiine hücum edildi. +Muharebe gece geç vakte kadar on beş saat devam etmiş +ve İtalyan mevkiinin merkezindeki tahkimat işgal edilmiş ise +de bilahare kuvve-i külliyye-i imdadiyye vüruduyla beraber +cenahlardaki mevakiin ve sefine-i harbiyyenin şiddetle ateşleri +altında tahliyesine mecburiyet hasıl olmuştur. Düşman +müdafaa-i mutlakada kaldı. Bu muharebede bizden bir +mülazım ile nizamiye ve milis efradından yüz kadar şehid +ve bir binbaşı ve bir mülazım hafif surette ve bir topçu çavuşuyla +nizamiye ve milis efradından yüz kadar mecruh vardır. +Mecruhin miyanında Senusi meşayıhından Seyyid Hamid +de bulunmaktadır. İtalyanlardan Yirmiikinci Alay’ın onbaşılarından +Onbaşı Cardino Castanito esir ve yüz on tüfenkle +bir çok eşya ve techizat-ı askeriyye iğtinam olunmuştur. İtalyanların +zayiatı zabit ve nefer olarak iki yüzden fazla tahmin +edilmektedir. +el-Alem +gazetesinin Bingazi’de bulunan muhabirinin Eylül-i +Efrenci tarihinde keşide ettiği telgrafnamenin telhisen tercümesidir: +Sadat-ı Senusiyye’nin Üstad-ı Ekberi Seydi Ahmed eşŞerif +hazretleri Ramazan’ın yirmialtıncı günü Cağbub’a +muvasalat buyurmuşlardır. Müşarun-ileyhin müddet-i seyahatleri +pek uzun sürmüştür. İkametgahları olan Kufra’dan +Cemaziyelahir’in yirmi sekizinde hareket etmişler ve Şaban’ın +on beşinde Calu’ya vasıl olmuşlardır. +Bundan sonra Ucele ve Kuteymir ve Şahra mevki’lerine +de uğra yarak tamam kırk beş günde Cağbub’a +gelebilmişlerdir. Bu seyahatin ne kadar mevani’-i tabiiyye +nülürse Şeyh hazretlerinin İslamiyet ve Osmanlılık uğrunda +ne büyük fedakarlık ihtiyar buyurmuş oldukları anlaşılır. +Şeyh hazretlerine karşı icra edilen merasim-i istikbaliyyeyi +tasvir kabil değildir. Bu merasim fevkalade ihtiramkarane +ve samimi idi. Urban arasında bu gibi merasimde silah +atmak bir an’ane olduğundan birçok kurşunlar atmışlar ve +buna karşı Şeyh hazretleri; “İtalyanların göğüsleri bu kurşunlara +daha layıktı.” buyurmuşlardır. Bundan sonra nutuklar +teati edilmiş ve cami’-i şerifde bir hatim kıraet edilerek +Şeyh hazretleri ceddi ile pederlerinin makberelerini ziyaret +buyurmuşlardır. +Şeyh hazretleri el-yevm kırk iki yaşında bulunuyorlar. +Kendileri orta boylu kara gözlü buğday çehrelidir. Bazen +urbana mahsus elbise ve bazen da kıyafet-i Mısriyyeyi telebbüs +ederler. Arkalarında mavi kadifeden yapılmış ve üzerine +sim tellerle perde-i şerifenin bazı beyitleri yazılmış bir cübbe +bulunur. Daimi surette bellerinde iki küçük mavzer revolveri +vardır. Ata bindikleri vakit de sağ taraflarına eğri ve son derecede +keskin bir kılıç ve arkalarına “Lil” cinsinden gümüşlü +bir Fransız tüfengi almaktadırlar. Kendileri tarih-i İslam’da +sahib-i ihtisas oldukları gibi ahval-i İslam’a müteallik bütün +vekayie de vakıftırlar. Fikirlerini her vakit gayet selis bir ifade +edeceği tarz-ı siyasetin dahilde neşr-i adalet ve harice karşı +da muntazam bir ordu ve donanmaya malikiyet olması lazım +geleceği fikrindedirler. +Muharebe hakkındaki fikirlerine gelince: Müşarun-ileyh +ne nam ve suretle olursa olsun Trablus ve Berka’da İtalya’nın +bir hakkı olmadığı ve bunun hiçbir İtalyan kalmayıncaya +kadar mücahedede devama urbanı terğīb ve teşvik +ediyorlar. +Eğer arzu edilirse sahne-i harbdeki kuvve-i hazıranın +te’minat-ı kafiyye de vermişlerdir. Müşarun-ileyh sadrazam +paşadan Hilafet-i İslamiyye ve hükumet-i Osmaniyyenin +şan ve şerefiyle gayr-i mütenasib bir muahede-i sulhiyyeye +vaz’-ı imza etmeyeceklerini ümid ve intizar eyliyorlar. Şeyh +hazretlerinin bakıyye-i seyahati henüz ma’lum değildir. Şimdilik +bir müddet istirahat buyuracaklar ondan sonra seyahat +programını kararlaştıracaktırlar. +danı Ahmed İzzet Paşa hazretlerinden Harbiye Nezaret-i +Celilesi’ne mevrud Temmuz tarihli telgrafname hülasasıdır: +Eşkıya-yı İdrisiyye geçen Çarşamba ve Perşembe +günleri bir top daha ilavesiyle iz’acata devam etmişlerse de +münhezimen ric’ate mecbur edilerek eşkıyaya meşayihden +lefat verdirilmiş ve İmam ile Seyyid İdris arasında Cebel-i +Raz-ı Huveyni cema’atte harb devam etmekte olup Ared +mevkiinde İmam mühim bir galebeye nail olmuştur. +el-Alem gazetesiyle +neşrolunan bir makalede bütün Alem-i İslam’ın bu seneki +fitrelerini Trablusgarb’da İslam uğruna bezl-i hayat eden +mücahidine vermeleri teklif olunmuş birçok taraflardan bu +teklif kabul edilerek fitreler mücahidine gönderilmiştir. +hiyle Balkan gazetesine şu mühim telgraf çekilmiştir: Ziştovi’ye +mülhak Çavuşköy ahali-i İslamiyyesine dün akşam +Bulgarlar tarafından bir baskın verilerek kahr ile müslüman +evlerine girmişlerdir. Telef ve cerh edilenlerin zayiatı henüz +ma’lum değildir. Tafsilat postadadır. Nizamı dairesinde yazabilirsiniz. +Süleyman Rüşdü +Balkan diyor ki: Makedonya’da olsun Bulgaristan’da +olsun bir Bulgarın burnu kanarsa kıyametler kopar. Fakat +Toyran’da dökülen müslüman kanlarını yahud şimdi şu zavallı +Bulgaristan müslümanlarının kanını bakalım kim sorup +kim arayacak? +Afganistan +Emaret-i İslamiyyesi payitahtında neşrolunan +Siracü’l-Ahbar gazetesinin son gelen nüshası Afgan emiri +hazretlerinin huffaz-ı Kur’an yetiştirmek üzere mühim bir +teşebbüsde bulunduklarını bildiriyor. Emirin iradesi üzerine +Afganistan’ın on bir şehrinde bilhassa hafızin-i Kur’an tedris +etmek için birer medrese te’sis edilecek her sene bu medreselerden +yetişecek zevatın adedi kişiye baliğ olacaktır. +Kamil bir hafız olarak medreseden me’zuniyet istihsal eden +bir talebe hazine-i devletten senevi bir maaş alacaktır. Müddet-i +tahsilinde ise her talebenin mesarifi dahi hazine-i devletten +te’diye edilecektir. Emir hazretlerinin bu teşebbüsü +cidden şayan-ı takdirdir. +Rus gazetelerinin neşriyatına +nazaran Şahseven tavaifi ahiren üç kısma ayrılarak +bir kısmı Mugan Sahrası’na bir kısmı köylere bir kısmı da +dağlara gitmişler. Şahsevenler son def’a olarak Ruslara karşı +müttehid bir harekete karar vermiş ve mağlubiyete duçar +oldukları takdirde de Osmanlı hududuna iltica etmeyi taht-ı +karara almışlarmış. +Rusların Şahsevenler’den az çok tokat yedikleri vaki’dir. +Fakat buna ara sıra Rusya matbuatının Osmanlı namını +dahi zi-medhal göstermekte gizli bir maksadları vardır ki bu +da kendilerinin gerek Azerbaycan’da gerek Kafkasya hududunda +tahşid etmekte oldukları kuva-yı askeriyyeye zorla +da olsa “muhikk”! bir sebeb bulup göstermek emelinden +Bir zamandan beri izi +gaib olmuş olan Salaruddevle birden bire zuhur etti. Telgraflar +geçen hafta zarfında merkūmun evvela Hemedan’ı +zabtettiğini sonra da Kirmanşah’da hezimete uğradığını +haber verdiler. Bir aralık kendisinin derdest edildiğine dair +bir takım havadis şuyu’ bulduysa da maatteessüf teeyyüd +etmedi. +Ahiren +Rusların Tebriz’de ayaklandırdıkları fecayi’ neticesinde vatanından +Darülhilafe-i İslamiyye’yi sair İran mültecileri gibi +bir me’men ittihaz eden Haşim Han Saidü’l-Mülk hazretleri +mübtela olduğu hastalıktan reha-yab olamayarak irtihal-i +dar-ı baka etmişlerdir. Saidü’l-Mülk hazretleri altmış yaşında +bir pir-i vatanperver idi. İran mücahidin-i muhteremesinin +olduğu hidemat-ı sadıkanesinden müstebidlerin gazabına +uğramış idi. Allah rahmet eyleye! +Hindistan gazetelerinde +okunduğuna göre Dehli şehri sekenesinden Hacı Abdurrahman +Efendi nam zat Hindistan hükumetine müracaat edip +li’nin payitaht olması hatırası olmak üzere şehr-i mezkurda +bir cami’-i şerif ile bir medrese inşa etmek arzusunda bulunduğunu +ve bunların emr-i idaresi de kendi ve ailesi tarafından +deruhde edileceğini bildirmiştir. Muma-ileyh bunun +etmiş ve aksi takdirde bu mahallin bedelini kendi te’diyeye +hazır bulunduğunu beyan etmiştir. +Fransa +Hey’et-i Seferiyyesi Kumandanı Miralay Largoux Vaday +sultanını makamından def’ ve ıskat eylediği müşarun-ileyhin +yerine bir diğeri ta’yin olunmayacağı için Vaday Sultanlığı +fimaba’d zıya’-ı mevcudiyyet ettiği Kabile Reisi Abdülkerim +Mesarif-i Umumiyye Müfettişliği’ne ta’yin olunduğu +Eylül’de Paris’den çekilen bir telgrafta bildiriliyor. +Bir Fransız hey’et-i seferiyyesi kumandanının bir hükumet-i +edecek kadar kudret göstermesi ne derece bais-i teessür ve +teellüm ise İslamiyet’e hakaret namına adi bir miralay tarafından +oynanan bu faci’ siyaset oyununun guya hiç de +ehemmiyeti yokmuş bir hadise-i ictimaiyye gibi matbuat-ı +bilecek kadar ince harfle ve ehemmiyetsiz bir sütuna dercedilmesi +ve bu babda hiçbir teessüf beyan olunmaması o +nisbette mucib-i telehhüftür. +Farz-ı muhal olarak bir hey’et-i seferiyye-i İslamiyye Çetine’ye +gitse de Karadağ kralını ıskat etse!... Bizce bunun +tasviri değil a tasavvuru bile muhalat-ı hailedendir. Çünkü +bütün Hıristiyanlık yanardağlar gibi üzerimize yıkıldığı dakīka-i +felakettir. +Lakin İslamlara gelince hal bütün bütün aksine! Hususiyle +bu bedbaht emiri ıskat eden cür’et ve kuvveti veren +şeylerden biri de Hilafet-i İslamiyye’nin Trablus’daki hal +ve mevki’-i hazırıdır.. Can evinden vurulmuş olan bu mukaddes +cüz’-i vatan sağ oldukça cenubundaki Vaday Saltanat-ı +Muhammediyyesi de yaşamaya ahdetmişti. Eyvah!.. +vesselam! +Marakeş’de Fransızlara karşı liva-yı +er-Ruği şarkta Ebu-Hamara Cenubi Marakeş’de +el-Heyba. Bunlardan en mühimmi olan el-Heyba hakīkī bir +mehdi ve büyük bir evliyanın oğludur. Arablar arasında keşf +ü keramatıyle müştehirdir. Esasen ecnebi istilası ve akīdesi +aleyhdaranındandır. Cenubi Marakeş tamamıyle onun evamirine +muti’dir. Geçenlerde Marakeş şehrini işgal etmiş idi. +Hal-i hazırda Marakeş’de mevcud Fransa askeri kırk bini +tecavüz ediyor. Fakat bunlar ekseriyetle Şimali Marakeş’de +uğraşıyorlar. Cenubi Marakeş’e doğru ise dört binden fazla +bir kuvvet gitmemiştir. Fransız gazeteleri böyle cüz’i bir kuvvet +leyh bu seferin te’hir edilmesi lüzumunu tervic ediyorlar. +Rusya’da dördüncü +Duma intihabatına başlanmıştır. Rusya İslamları dahi +Duma intihabatı münasebetiyle faaliyete başlamışlardır. Ba +kü’de intihab zamanına mahsus propaganda yapmak üzere +Bakü Hayatı namında bir gazete neşredilmeye başlamıştır. +“Uralsk”da vaki’ Tuhfetü’l-Lin? +taht-ı idaresinde vaki’ kız ve erkek çocuklara +mahsus müslüman mektebinde polis idaresi tarafından taharriyat +mi” ve “İlm-i Eşya” gibi birkaç ders kitapları zabtedilmiştir. +“Nijni Novgorod” +Rusya’nın meşhur ticaretgahlarındandır. Burada her sene +büyük umumi pazarlar olur. Birçok İslam tüccarları dahi buraya +gelirler. İşte bu İslam tüccarlardan bir hey’et toplanarak +feraiz-i İslamiyyeyi eda etmek üzere “Nijni”de bir mescid +da müsbet bir neticeye geldiklerinden ilk hatve olarak kendi +ceyb-i fütüvvetlerinden üç bin ruble lira-yı Osmani ianede +bulunmuşlardır. +Buhara-yı Şerif gazetesinde +okunduğuna nazaran emir hazretleri id-i fıtırdan sonra +yakında Rusya vilayetlerinden “Yalta”ya gideceklermiş. +Anlaşılıyor ki emir hazretleri de pederinin isrine ıktifaen her +sene Rusya’yı ziyareti bir vazife-i mahsusa telakkī etmeye +başlıyorlar!.. +Buhara’da Maarifperveran – Buhara-yı Şerif refikımız +Buhara erbab-ı servetinden birisinin bir medrese inşası için +külliyetli bir meblağ vakfettiğini haber verdikten sonra vakıf-ı +muma-ileyhin hüsn-i niyyet ve hamiyyetine karşı ibraz-ı +teşekkür ederek şu kadar ki Buhara’da birçok medreselerin +vücuduyla yeni bir medreseye o kadar ihtiyac olmadığını +halbuki usul-i cedide üzere tahsil-i ibtidai hakkında bir mektep +bulunmadığından buna daha ziyade ihtiyac hissedildiğini +nazara alarak vakıf-ı mezkura medrese yapacağına mektep +yaparsa daha münasib bir iş işleyeceğini tavsiye ediyor. +Rahmetullahi’l-ezkiya-yı +Veli el-Hoca namındaki Zengibarlı bir müslüman +Kahire’de münteşir el-Alem gazetesi vasıtasıyle neşretmiş +olduğu gayet mufassal bir makalede Alem-i İslam’ın nikat-ı +mühimmesini ale’l-husus makamat-ı mübarekeyi yekdiğere +rabtedecek büyük bir şebeke-i hadidiyye inşasından bahsediyor. +Zengibarlı kardeşimizin fikrince: İttihad-ı İslam fikrinin +fi’len te’yidi ve Alem-i İslam’ın maddi ve ma’nevi takarrubu +kadar bir demiryolu inşa etmeli ki bu hat Kudüs-i Şerif +Kerbela ve Necef gibi nikat-ı mukaddeseden geçmeli. Hatt-ı +mezkurun inşası ise bir İslam şirketi tarafından yapılmalıdır. +Bu şirketin mütevellisi milyon İngiliz lirası sermayesi +ve her sehminin de birer İngiliz lirası kadar bir kıymeti +olmalı. Hatt-ı mezkurun tulü İngiliz mili ve arzı ise +kadem olmalı. Yüz sehim alan bir müslim şirketin müdirin-i +manlara satılabilmeli ve ancak onların nezdinde rehn edilebilmeli. +Asakir-i İslamiyye milel-i İslamiyye ile değil ecnebilerle +olan bir muharebeye sevkedildiklerinde hatt-ı mezkur +Hicaz Demiryolu iane-i müslimin ile inşa edildiğinden ve +bu nokta-i nazardan umum İslamların malı sayıldığından o +da işbu idare-i İslamiyyeye ihale olunmalı Bağdad Yolu da +tedricen mezkur şirket tarafından ele geçirilmelidir. +Nikat-ı esasiyyesi ber-vech-i bala zikrolunan layiha-i mufassalasında +Rahmetullah Efendi bu suretle sene sonra +Alem-i İslam’da mevcud hutut-ı hadidiyyenin kamilen İslamlar +elinde bulunacağını ümid ediyor. +Tercümesi +“Bir de belanın öylesinden sakınınız ki: O hiç bir zaman +yalnız içinizden zalimlere isabet etmez; sonra bilmiş olunuz +ki Allah’ın azabı yamandır.” +* * * +Bu ayet-i kerime “Ey mü’minler Allah ile Peygamber’in +size hayat verecek olan da’vetine icabet ediniz...” mealindeki +ayet-i kerimesinin altındadır; her ikisi de Sure-i Enfal’e mensubdur. +“Beladan sakınınız” demek o belayı getirecek sebeplerden +sakınınız... demektir ki bu sebeplerin en başlıcası +fitne lafzının medlulüdür. +Şimdi bu iki ayet-i celileden şu hakīkat sarahaten anlaşılıyor +ki: Her biri cemaat-i müslimin için sermedi bir hayat +olan evamir-i ilahiyyeyi yerine getirmeyecek; geldiği zaman +kurunun yanında yaşı da yakıp kül eden salgın musibetleri +başımıza getirmemenin çaresine bakmayacak olursak helakimiz +muhakkaktır. +Ne yapalım kanun-i ilahi böyle: Kurunun yanında yaş +da yanıyor. Beş on kişinin uyandırdığı fitne yangını binlerce +yüzbinlerce milyonlarca hanümanın külünü havaya savurmaktan +geri kalmıyor. Evet bir namerdin hırsına koca bir +memleket kurban oluyor; bir münafıkın yüzünden cemaatler +cem’iyetler tarumar olup gidiyor. Hakim şair Ziya Paşa +merhumun dediği gibi Kahhar-ı Zü’l-celal +Bir mülkü bir haris-i sitemkar için yıkar; +Bir kavmi bir münafık ile tarumar eder. +Pekala! Böyle bir iki beş on yirmi elli yüz... Hatta bin +hatta bir kaç bin suçlunun ceza-yı amelini geride kalan milyonlarca +bi-günaha çektirmek adalet-i ilahiyyeye sığar mı? +Bu suali ukde-i hatır etmek bile haramdır. Çünkü Hallak-ı +Hakim bu alem-i hilkat için hiç bir zaman değişmeyecek +bir takım kanunlar vaz’ etmiş; o kanunların mahiyetini ebediyetini +lisan-ı şeriatle bütün mükellef olan insanlara bildirmiş; +hem onların bizim hayatımıza bizim selametimize tealluk +eden kısmını iyice anlayabilmemiz için gayet basit gayet +vazıh bir surette tertib eylemiş; sonra yine bizim selametimiz +nezd-i rahmanisinde pek matlub olduğu için “Sakın bu +kanunların gösterdiği yoldan ayrılmayınız zira mahvolursunuz.” +da Allah’ın evamirine kulak vermez; Allah’ın gösterdiği yolu +tutmaz; bilakis bizi helak uçurumlarına doğru götürmek isteyen +bir şirzime-i fesadın bile bile arkasına düşersek; adalet-i +“Zalimlere dayanmayınız yoksa yanarsınız.” tehdidi gibi +erbab-ı zulme yaklaşmadan nehy eden; +ayat-ı kerime ne kadar çoktur! +Yazıklar olsun ki kendilerinin pek sağlam müslüman olduklarına +kail olan çoğumuz bu tehdidlerden bu ihtarlardan +zerrece müteessir hatta haberdar değil! Hayatlarını bizim +ölümümüzde arayan yabancı milletlerle yabancı hükümetlerin +aramıza serpiştirdiği nifak fesad kavmiyet cinsiyet ırk +da’valarını; hülasa vahdet-i milliyyemizi perişan edecek her +türlü esbab-ı izmihlal tohumlarını bir an evvel büyütmek +bir an evvel mahsul verecek devre-i kemaline getirmek için +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +o kadar faaliyet gösteriyoruz ki: Hayrına hakīkī menfaatine +karşı o kadar lakayd o derecede kalp görünen Müslüman +cemaatlerin kendi şerlerine kendi ziyanlarına gelince nasıl +olup da bu kadar çalışkan kesilmelerine akıl bir türlü ermiyor! +Ey cemaat-i müslimin Allah için olsun geliniz bu tefrikalara +bu kavmiyet bu lisan bu bilmem ne gürültülerine +nihayet veriniz. +Çünkü tehlike olanca şiddetiyle her taraftan yüz göstermeye +başladı. İbret almak için maziye dönüp bakmaya +artık ne hacet var ne de vakit! İyice görüyorsunuz ki bu +kanlı dedikodulara; bu sırf dedikodudan çıkan kıtallere biraz +daha devam edecek olsanız siz de sizinle beraber şu son +hükumet-i İslamiyye de -iyazen billlah- evvelkilerin uğradığı +akıbet-i feciaya uğrayacak. +Mehmed Akif +HIFZU’S-SIHHAYA DAİR +Mahdud zekası noksan havassiyle kendini hakime-i ci +han addeden zavallı beşer vücudunu kemiren bedenini enva’-ı +emraza duçar eden bir cihan dolusu mevcudat-ı uzviyyenin +vücudundan daha pek yakın bir zamanda haberdar +olabilmiştir. +En müdhiş hayvanları en müfteris kaplanları en kavi +arslanları en cesim gergedanları piş-i iclalinde zebun bırakan +mağrur insanlar yıllarca bu gayr-i mer’i uzviyyat-ı sagīrenin +müdhiş hücumlarından kendilerini kurtaramamışlar +kemal-i acz ve tevekkül ile kazaya rızadan başka bir şey yapamamışlardır. +En hunin muharebattan ziyade telefata badi olan bu +gayr-i mer’i ordular bir anda binlerce kahramanları hak-i +helake serdikleri halde cihanları titreten hükümdarlar bile +bunların müdhiş hücumlarına karşı kendilerini müdafaadan +aciz kalmışlardır. Bu acz evvelki kadar şedid olmamakla beraber +el-an bakīdir. +Onyedinci asrın mebadisinde ihtira’ olunan bir alet bizi +başka bir alemin vücudundan haberdar etmiş erbab-ı fenni +o zamana kadar meçhul kalmış olan bir cihan-ı diğer huzurunda +engüşt ber-dehan-ı hayret bırakmıştı. +Hurdebin dediğimiz bu alet sayesinde idi ki tabiiyyundan +Hollandalı “ Leeuwenhoek” senesinde menkū’at -ı +nebatiyyeyi muayene ederken bunların içinde zi-hayat bir +takım uzviyyat-ı sağīre bulunduğunu keşfedebilmişti. +Hollandalının bu keşfi erbab-ı fenne bi-payan bir saha-i +tedkīk u tetebbu’ açmış oldu. Artık ulema-yı tabii yye +bu yeni alemde keşfiyyat-ı cedideye hasr-ı mesai etmeye +başlamışlardı. Bunların cihan-pesend mesaileri meşhur Pasteur’un +keşfiyyatıyle tetevvüc eyledi. Ve o günden i’tibaren +emraz-ı müntinenin müsebbibleri bu mikroplar olduğu tahakkuk +eyledi. +Basil bacille ve bakteri bactérie isimleriyle de yad +edilen bu uzviyyata çıplak gözle görülemeyip ancak hurdebinle +müşahede edilebildiklerinden naşi “Sedillo” nam zat +ta +rafından “mikrop” nam-ı umumisi verilmiştir. +Bakteriler tufeyliyat arasında hayvanat ve insanlara +müstevli olan en müdhiş ve en tehlikeli emrazın tohumunu +teşkil ederler. +Bakteriler de mantarlar gibi mevadd-ı uzvi yye üzerinde +veya zi-hayat hayvanat bedenlerinde yaşarlar. Mevadd-ı +uzvi yye üzerinde yaşayanlara saprofit saprophyte ve hayvanat +bedenlerinde teayyüş edenlere de tufeyliyat parasite +namı verilmektedir. +Bakteriler alelade klorofilden mahrum bulunuyorlar. +Ulum-ı tabii yye uleması bunları tek hücreli eşniye algues +sınıfına mensub nebatatın bir şu’besi miyanına idhal +ediyorlar. +Nebatiyyundan Mösyö Kohn Cohn bakterilerin klorofilden +mahrum olduklarına bakarak bunları mantarlar sınıfına +mazhar-ı kabulü olamamamıştır. +Evvelki makalelerin birinde beyan etmiş olduğumuz vechile +mikroplar havada suda tabakat-ı sathiyye-i arzıyyede +velhasıl her yerde mebzulen bulunurlar. Hurdebin denilen +alet sayesindedir ki “alem-i suğra”yı teşkil eden bu mahlukat-ı +acibenin vücudundan haberdar oluyoruz. +Mikroskoplarla muayene ve +tedkīk ederek teneffüs ettiğimiz +hava-yı +nesiminin +bi-payan +mevad ile mal-a-mal olduğunu +pek güzel anlayabiliriz. Hurdebinlerle +muayene edilen havayı +nesiminin arzettiği manzara +Şekil ’de görülebilir: +Hurdebinlerle tedkīk +edilecek olursa hava dahilinde +bulunan tozların kum kömür +pamuk ve bez kırıntıları +nebatat ve böcek parçacıklarıyla +deri kıl ve mevadd-ı saire +enkazından ibaret oldukları ve +bunların arasında mikroplar isporlar +ve mantarların da mebzulen bulundukları +anlaşılır. +– Bakteriler +başlıca üç şekilde bulunurlar: +birer huceyre şeklinde bulunan +mikroplardır ki bunlara mikrokokos +microcques namı verilmektedir. +Mikrokokosların bazıları tek ve +münferid birer huceyre halinde +bazıları da çift olarak birleşmiş bir +şekilde bulunurlar. Şekil ’de görüldüğü +vechile belsoğukluğu illeti +tevlid eden mikroplar gonocoques +bu suretle çift olarak birleşmişlerdir. +Mikrokokoslardan saprofit mikropları +sarsinler: sarcines ise Şekil +’de görüldüğü üzere bir küme halinde +tecemmu’ etmiş bulunurlar. +Mikrokokosların bir nev’i de +yekdiğeriyle birleşerek a +deta bir +zencir teşkil ederler. Şekil ’de +görülen istreptokokoslar streptocoques +bu surette bir silsile teşkil +edecek tarzda birleşirler. +Mikrokokosların bir kısmı da bir +pelte yığını manzarası arzedecek +surette toplanmış bulunuyorlar. +Şekil ’de görülen istafilokokoslar +staphilocoques bu suretle tecemmu’ +etmişlerdir. +bakterilerdir ki bunlar batone batonnet +namı altında yad edilirler. +Şekil ’da görülen bakteriler şarbon +hastalığını tevlid eden mikroplar +olup ufak çubuk şeklinde bulunurlar. +Batonelerin bazıları da uç uca +birleşerek uzun bir çubuk manzarası +arzederler. Şekil ’de görülen +basiller bu nev’ batonelerden ibarettirler. +Batonelerin bir takımları da +uzun ve münferid hayt halinde bulunurlar. +Leptotriksler leptothrix +gibi. +lezoni mikroplardır ki “vibrion” +namı altında yad olunurlar. Şekil +’de görülen mikroplar bu nev’ +vib +ri +yonlardan ibarettirler. +Daha uzun olup halezonvari defeatle kendi üzerine kıvrılmış +olan mikroplara da ispiril sprilles ismi verilmektedir. +Maamafih mikropları şu üç şekilde cem’ etmek kat’i bir +tasnif değildir. Çünkü bu şekiller sabit değillerdir. Bir mikrop +te’sirat-ı muhtelife altında şu üç şekilden herhangi birini +alabilir. +Binaenaleyh ilk def’a tedkīk edilen bir mikrobu görünüşüne +nazaran şu sınıflardan birine idhal etmek doğru olamaz. +Mikroplar gayetle küçük uzviyyat oldukları için bunların +mesahası hususunda vahid-i kıyasi olarak bir milimetrenin +binde biri kabul edilmiştir. +Bakterioloji fenninde bir milimetrenin binde biri denilecek +yerde bir “mi” [µ] denilir Rumca bir harf ismi. +Mesela; “Verem basili bir milimetrenin binde birinin ila +’sı kadar bir tule maliktir.” denilecek yerde; “Verem basili +Bakterilerin tulleri –ale’l-ekser– arzlarının veya misli +kadar olabilirler. +Mikropların ekserisi levnden ari iseler de içlerinde menekşevi +kırmızı mavi yeşil veyahud sarı bir levn arzedenler +de bulunduğu bakterioloji erbabının beyanatından +anlaşılıyor. +Bakteriler de sair huceyrat-ı nebatiyye +gibi haricen bir gışa’ ile mazruf bir takım huceyrelerden +Bazılarında bu harici zarf şişerek adeta bir tabaka-i helamiyye +teşkil eder ki o vakit buna zoogle zooglée namı +verilir. +Haricen bu suretle bir gışa’ ile mestur olan bakteri huceyresinin +dahili habevi nescde madde-i musavvere-i +ula protoplazma: protoplasma denilen maddeden ibaret +olup bunun kısm-ı merkezisinde de pek nadir olarak “nüve” +müşahede olunmaktadır. +Protoplazmayı ihata eden gışanın ekseriya selülozdan +mürekkeb bulunduğu erbab-ı fen tarafından beyan edilmektedir. +Bakterilerden bazıları bir hareket-i +mahsusa ızhar ediyorlar. Hurdebinle muayene edilerek +mikropların bu hareketlerini müşahede etmek kabildir. +Şekil ’de görüldüğü vechile ehdab-ı mütehezzizeye malik +olan mikroplar bu sayede tebdil-i mahal edebilmektedirler. +Ehdab-ı mütehezzizeden mahrum olan mikroplarda ise +hareket eseri müşahede olunamaz. +Bazı mikropların hareket ettiklerini müşahede eden tabiiyyundan +bazı zevat bunları zümre-i hayvaniyye miyanına +kü bakterilerin umumiyetle eşniye sınıfına mensub nebatattan +bulundukları kat’iyyen anlaşılmıştır. Bakterilerden +bazılarının hareket edebilmeleri mücehhez oldukları ehdab-ı +mütehezzize sayesinde vukūa gelmektedir. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Bu sırada beyler ve sergerdelerden; “Arzunuza imtisalen +teheyyüatta bulunduk. Tarafınıza nakid olarak üç yüz +bin rupiye gönderdik. Bizi düşman-i haricinin elinden kurtaracağınıza +binaen size ala-kaderi’l-imkan imdad ve muavenetten +geri durmayacağız. Lazım olduğu takdirde tekrar +para da yollayacağız” diye cevablar geldi. +Hanabad kalesiyle mevaki’-i sairede erzak iddihar etmelerine +dair emir verdim. İshak Han’a da; “On iki bin deve +gönderecek olursanız zahire yükletip iade edeceğim” mealinde +bir mektup yazdım. Bu esnada Taşgargan ahalisinden +“Yar Muhammed Han” namında bir tacir nezdime +gelip bazı hedaya takdim etti. Bu kadar ahali içinden bir +şahsın çıkıp da bana hediye getirmesine taaccüb eyledim. +Fakat çok geçmeden anladım ki sabık Belh Valisi Luytab +hazine-i devletten dört bin Rus altını on bin Buhara altını +altmış bin Kabil rupiyesi ve beheri yüz rupiye kıymetinde iki +bin varaka-i nakdiyye aşırmış birkaç bin eşrefi altınıyla bu +şahsa emanet bırakmış o da mes’eleyi bana anlatmak için +kalkıp yanıma gelmiş. +Gulamım Feramurz’u –ki şimdi Herat sipehsalarıdır– +muma-ileyhe terfik ederek Taşgargan’a gönderdim. Feramurz +gidip o paraları getirdi. +* * * +Ertesi günü nevruzun ilki idi. Emir Şir Ali Han zamanında +Türkmenler tarafından esir edilmiş altı bin Afgan kadın +ve kızının teberrüken azad ve teallukatlarına teslim olunmalarını +emreyledim. +Mir Baba Han bu hükmü icra etmeyerek benim murahhaslarımı +hapse atmış ve; +– Şimdilik bu aciz kadınların ıtlakında müsamaha edersek +Abdurrahman Han yakında İngilizlere açacağı harbde +öyle sıkıntılara uğrayacak ki bunlar hatırına bile gelmeyecek! +demiş. Hatta bu hususda ısrar eden murahhaslarımdan +birkaçını i’dam etmiş. İçlerinden biri kendini nehre atıp +boğuldu zannettirmek suretiyle hayatını kurtarmış. Ba’dehu +derviş kıyafetine girip tanınmaksızın yanıma kadar gelebilmiş. +Bu feciayı haber aldığım gibi fena halde müteessir oldum. +Derhal Mir Baba ile müşavirlerini habsettirip Feyzabad +hükumetine Mir Muhammed Ömer’i Rustak hükumetine de +biraderini geçirdim ve esirleri bil-ıtlak aileleri nezdine yolladığım +gibi haremimin Şuğnan’da mahbus bulunan biraderlerini +de kurtarıp milletime şu kadar bir hizmette bulunmaya +muvaffak olduğumdan Cenab-ı Hakk’a şükrettim. +Ertesi gün Kunduz’a vasıl oldum. Oradaki asker vürudum +üzerine yüz bir pare top atmak suretiyle merasim icra +ettiler ve gelişimden fevkalade mesrur oldular. +Mahza beni memnun etmek emeliyle –evvelce aleyhimde +bulunmuş olan– ümeradan iki yüzünü huzuruma getirip +katilleri için izin istediler. Matlublarına rıza göstermediğim +gibi o adamları tahliye ettirdim. +Bir gün sonra da topçuların resm-i geçidini seyrediyordum +ki biri geldi selam verdikten sonra ayaklarıma kapandı. +Müteaccibane kaldırdım. Baktım ki Nazır Haydar’ın +oğlu Muhammed Server Han imiş ki Semerkand’da iken +beni bırakıp gitmişti. Müşarun-ileyhin kelimat-ı i’tizarını dinledikten +sonra; +– Seni afvettim! dedim. +– Size takdim olunmak üzere Kabil’den bir ariza getiriyorum +demesi üzerine de yanıma alıp çadırıma gittim. +– İngiltere sefirinin kağıdı diyerek verdiği mektubu açıp +okudum ki şu suretle yazılmıştı: +“Muhibb-i muhteremim Serdar Abdurrahman Han! İhtiramat-ı +resmiyyemin tebliğinden ve müjde-i selametinizin +temennisinden sonra arzolunur ki: +yı mahzuz olmuştur. Rusya’dan ne suretle mufarakat ettiğinizi +ve şimden sonra ne yolda hareket eyleyeceğinizi öğrenmekle +de memnun olacaktır. +Muhibbiniz +Griffin +Bu mektubu mutalaa edince düşündüm; İngilizlerle ilk +müzakeremde askerimle meşveret etmeksizin cevab yazmayı +muvafık görmedim. Çünkü bir takım fesedenin; “Abdurrahman +Han memleketi teslim için İngiltere ile muhabere +ediyor!” diye bir şayia çıkarmasından korkuyordum. Maazallah +böyle bir şayia beni mahvetmek için kafi idi. Bundan +başka milletimin harice karşı bana ne derece iktidar bahşeylediğini +de anlamak istiyordum. Binaenaleyh çadırdan çıkıp +mektubu yüksek sesle askerin muvacehesinde okudum ve; +– Ümera ve zabitanın bu mektuba cevab yazmak hususunda +bana muavenette bulunmalarını arzu ederim. Zira +yeni dostlarımla müşavere etmeksizin bir iş görmesini istemiyorum. +Lihaza hepiniz birer cevabname kaleme alıp bana +getiriniz! dedim. +vedde getirip verdiler ki bazılarının meali ber-vech-i ati idi: +“Ey İngilizler! Memleketimizden def’ olup gidin! Gitmediğiniz +takdirde ya sizi çıkaracağız yahud bu uğurda canımızı +feda edeceğiz!” +“Sizinle müzakereye girişmezden evvel Afganistan’da +“Toplarımızı ve kalelerimizi harab ettiğinizden dolayı +rupiye tazminat vermelisiniz. Yoksa Peşaver’e kaçıp +kurtulacak bir nefer İngiliz bırakmayız. Nitekim eskiden de +yapmıştık!” +“Ey gaddar kafirler! Hindistan’ı hile ile aldınız. Şimdi de +Afganistan’ı oraya ilhak etmek istiyorsunuz. Biz kuvvet kesbeylediğimiz +gibi sizi def’ edeceğiz! Sonra da sizinle harbeylemek +üzere Rusya Devleti bize muzahir olacak!” +Hülasa bu muzahrafatı nezdime getirdiler. Hepsini de +avaz-ı bülend ile okudum. Ba’dehu: +– Ben de bir cevab yazayım. Hem; “Bilahare başkasıyla +bil-müşavere yazmış dememeniz için sizin yanınızda tahrir +edeyim” diyerek kağıd kalem aldım ve muvafık bir cevab +yerek Afgan ve Özbek kavimlerinden müteşekkil yedi bin +askerle [askerin] muvacehesinde şu satırları yazdım: +“Serdar Abdurrahman Han tarafından muhibb-i muhteremi +Büyük Britanya Sefiri Griffin sahibe selam ve ihtiram +Muhabbetnamenizin vusulüyle salimen Katagan’a vürudumuzdan +dolayı beyan-ı meserret buyurulmasına mahzuz +oldum. Rusya’dan ne suretle hareket ettiğimi soruyorsunuz. +Cevab vereyim ki Rusya devletinin Türkistan Valisi +Ge +neral Kaufmann’ın ruhsatıyle yola çıktım. Maksad-ı yeganem +vesselam!” +Bu cevabnameyi ala-melei’n-nas okuyup: +– Nasıl beğendiniz mi? diye sordum. +– Biz din ve memleketimizin muhafazası için sizin emriniz +altında cenk etmeye hazırız. Fakat mükalemat-ı resmiyye +usulünü bilmediğimizden dilediğiniz gibi yazmakta sizi muhtar +bırakıyoruz. Madem ki siz bu cevabı muvafık ve sahih +bulup yazdınız biz de onun sıhhatine kailiz diyerek bana +gayr-i mahdud bir iktidar verdiler ve sözlerini; “Ya Çeharyar!” +nidasıyle te’yid eylediler. +Cevabnameyi tebyiz ettirip Muhammed Server Han’a +verdim. Müşarun-ileyh dört gün tevakkuftan sonra Kunduz’dan +Kabil’e azimet etti. Ben de aheste aheste “Çarikar” +yolunu tuttum. Bir taraftan da Kabil’de bulunan İngiliz +ümerasına; “Sizinle müzakerede bulunmak üzere Çarikar’a +geliyorum.” diye şifahi haberler yolladım. +Cumadelulası’nda Kabil’e gidip umur-ı saltanatı +elde etmeme dair Griffin sahibden bir mektup geldi. Cumadelulahire’de +şu cevabı yazıp gönderdim: +“Aziz dostum! +“İngiltere devletinden evvelden beri ümidim ziyadedir. +Sizin de dostluğunuzun sıhhatine hükmediyorum. Afganistan +ahalisinin adet ve tabiatını siz pek iyi bilirsiniz ki bir +şahsa tamamıyle mutmain olmayınca o şahsın kendi lehlerinde +çalışacağına inanmazlar. Binaenaleyh Afganlılar benim +Kabil’e gitmeme müsaade etmezden evvel şu suallerin +cevabını almak istiyorlar: +Memleketimin hududu neresi olacaktır? +Kandehar da Afganistan hududuna dahil olacak mıdır? +Bir İngiliz yahud bir Avrupalı Afganistan’da kalacak +mıdır? +ne yolda menfaat te’min edecektir? +Bu menafi’ mukabilinde ne gibi hizmet bekleyecektir? +“Bir muahedename tanzimi için bu suallerin cevabını +milletime vermek re’y-i muvafakatlerini istihsal eylemek lazımdır. +Şu şartla bir muahedename tanzim edilecek olursa +ben ve milletim bir gün müttefikan İngiltere devletine hizmet +eyleyebileceğimizi eltaf-ı ilahiyyeden ümid ederim.” +MAKKABİLER +Halbuki Yuhanan Hirkanus’un devre-i hükumetinin +nısf-ı ahirinde büsbütün başka bir halete tesadüf ediyoruz. +Yahudiler elli senelik bir mücadele-i mütemadiyeden sonra +sadece bir hey’et-i fenniyye halinden yeniden bir hey’et-i +milliyye şekline girerek Arz-ı Mukaddes’in hudud-ı kadimesine +tekrar sahib oluyor denilebilir ki bu hükümdarın taht-ı +şevket ü saadeti iktisab etmişlerdi. Bu muvaffakıyyat ise kısmen +ahval ve zamanın tesadüfat-ı hususiyyesine istinad etmekten +hali değildir. Ancak evvela istiklal-i dini sonra istiklal-i +siyasisini kazanmış olan bu İsrailiyyun hey’et-i mahdude-i +diniyyesinin şecaat ü sebatı her türlü tahsin ve takdirata +kesb-i liyakat etmiştir. +Hirkanus kable’l-Milad tarihinde ve ’inci sene-i +saltanatında vefat etti. Yerine oğlu Aristobulus kaim oldu. +Bu adamın müddet-i hükumeti kısa olmakla beraber birçok +fenalıklar yapabilmek için kifayet etmişti. Mesela; validesini +zindana atmış açlıktan öldürmüştü. Biraderlerinden üçü de +zindana konulup biri saray dehlizinde katlolunmuştu. “Aristobulus” +yaptığı hunriz fecialardan müteessir olarak ağzından +kan kusmuş kan dolu leğeni götüren hizmetçi dehlizde +biraderinin tam katlolunduğu noktada ayağı takılıp düştüğünden +ray halkının feryad[ı] te’siriyle hükümdar tarafından istihbar +olununca öyle müdhiş bir azab-ı vicdaniye tutulmuştur ki +hemen orada terk-i hayat etmiştir. Merkūm ancak bir sene +hükumet etti. Josephu s’un ’üncü kitabında denilir ki: +Edomya Hıttası’nın büyük kısmını Yahudiye diyarına ilhak +ve ahalisini nefy ü tenkil tehdidi altında hıtanı ve sair merasim-i +diniyye-i Yahudiyyeyi kabule icbar etmiştir…” +Bu hükümdarı ta’kīb eden biraderi İskenderyanus da +tahta çıkınca küçük kardeşini katleylemişti. Gazze şehrini +muhasara etti. Şehir arz-ı teslimiyyet edince Beni İsrail +hükümdarı askerini garet hususunda serbest bıraktığından +“müdhiş bir hücum vaki’ oldu…” İskenderyanus şehri baştan +başa yakıp yıkmış ve bir harabe halinde terkeylemiştir. +Hükumetinin ’inci senesinde ihtimal kable’l-Milad +“İskender tebeası tarafından Beytülmakdis’de pek fena bir +tahkīre duçar oldu.” Tabernacle yani mangal bayramında +Yahudiler adetleri üzere ellerinde taşıdıkları çiçeklerden ona +atıp kendisini “köle” ve sair bu gibi münasebetsiz ünvanlarla +yad ettiler. Muma-ileyh bundan ziyade mütehevvir olup +kendisine muarız bulunan tebeasından kişiyi katlettirdi +… +güzar ve Amathus’u tahrib etti. Yalnız bir aralık Arabistan +hükümdarı Ubeyd tarafından mağlub edilip müşkilat-ı +azime ile Kudüs’e avdet etti. Bu hali Ferisiler tarafından +çıkarılan ve altı sene devam eden bir isyan ta’kīb eyleyip +böylece Yahudi mahv u i’dam olundu. Ferisilere +Arablar “Rabbaniyyin” derler. Muhalif fırkaları “Sadukī” +yani “Karaiyyin”dir. +asiler muahharan Suriye hükümdarı Dimitrius’dan imdad +aldıklarından dağlara iltica etti. Ancak hissiyat-ı milliyyenin +bir inkılab-ı nagehanisi neticesinde millet onun tarafına döndüğünden +Dimitrius mecbur-ı ric’at edilmiş tekrar memlekete +sahib olan İskenderyanus muzafferen ve esir aldığı rüesa-yı +düs’de bunlara pek müdhiş zulümler yaptı. Nezaret-i vasiası +olan bir kulede odalıklarına bir zıyafet tertib edip huzzarın +eğlenmesi için hem-mezhebi tebeası olan sekiz yüz Yahudinin +çarmiha gerilmesini ve aynı zamanda hepsinin evlad ü +hastalanıp yirmiyedinci sal-i hükumet ve kırkdokuzuncu sene-i +hayatında vefat etti. +Yerine zevcesi Aleksandır[a] geçti. Bunun da vefatında +muharebat-ı dahiliyye tekrar meydana çıktı. +Mezburenin iki oğlu Hirkanus ile Aristobulus tac ü taht +kavgasına düşmüşlerdi kable’l-Milad . +Aristobulus mağlub olup Kudüs’e firar etti. Kardeşi onu +burada muhasara etti. Muhasara esnasında Hirkanus’un tarafdarları +Onias isminde erbab-ı vera’ u takvadan bir ihtiyar +zata Aristobulus aleyhinde va’z u nasihatte bulunmasını rica +ettiler. İhtiyar tereddüd ediyordu. Lakin müteaddid def’alar +Kadir-i Mutlak olan hükümdarlar hükümdarı ki hadimin-i +dini ma’bed-i mukaddesde şimdi mahsur bulunuyorlar +sana istirham ederiz ki her iki taraf-ı muhasımeynden hangisi +yekdiğerinin mahviyetini istiyor ise onun duası ind-i +rabbaninde kabul olmasın!..” Onias bunu söyler söylemez +bir takım Yahudiler üzerine hücum edip taşlar atarak öldürdüler. +[ Josefhus - . Kitab- . Bab] +nerali Pompey’e Pompeius müracaat olundu. Bu müracaatin +neticesi olarak Pompey Yahudiye Hıttası’na bir ordu sokarak +Kudüs’ü zabtetti Roma hükumetine rabteyledi. Aristobulus +esir sıfatıyla Roma’ya götürülüp kayserin Roma’ya +hakim olduğu vakte kadar orada kaldı. Kayseri mevki’-i iktidara +gelince ona serbestisini iade ve iki lejyon alay/fırka +Roma askeri terfik edip Suriye Kıt’ası’nı taht-ı itaatte tutmak +üzere gönderdi. Lakin Pompey’in tarafdarları pek az sonra +merkūmu zehirleyerek öldürdüler. Böylece Hirkanus daha +doğrusu Antipater mevki’-i hükumeti muhafaza etti ise de +Romalılara tabi’ bir prensten başka bir şey değildi. Aristobulus’un +oğlu “Antigonus” rayet-i isyanı kaldırıp Galil’i yani +Celil-Halil Hıttası’na yürüdü ise de burada Anti-pater’in küçük +oğlu Hirodes tarafından mağlub edildi. Bunun üzerine +Hirodes Yahudiye diyarına Romalılar tarafından vali nasbolundu. +Antigonus topladığı bir ordu ile harben Kudüs’e +muvasaletle şehre girdi. Şehir muhalif fırkalarla çalkanıyordu. +Ve Büyük bayram için gelen ahali de muhalif fırkalardan +birini iltizam ederek şuriş ve mukatelatı tezyid ettiler. +Antigonus tarafdarları Beytülmakdis’[i] zabtetmiş Hirkanus +tarafdarları sarayı işgal eylemişti. Ve her gün vukūa gelen +mukatelelerle sokaklar kan içinde idi. +Hirodes muhalif fırkaları böyle yekdiğeriyle çarpışmaya +bırakarak doğruca İtalya’ya gitti ve Augustus ile Antonius’un +dostluğunu kazanıp “Yahudiye” kralı nasbolundu. +Yeni kral Roma asakir-i muavinesinin muaveneti ile Kudüs +üzerine geldi. bin süvari alay piyade ve bir takım +Suriye [asakir-i] muavinesi ile şehri muhasara etti. Mahsurlar +bir şecaat-i azime ile mukabele ettiler. Lakin nihayet +muhasırlar bütün kuvvetleriyle hücum edip Kudüs’ü zabtettiler. +Muzaffer ordu her tesadüf ettiklerini kadın erkek +çocuk ihtiyar demeksizin kılıçtan geçirdiler. Bu hal gerek +sokaklarda gerek evlerin içinde aynı şiddet ve dehşetle +vukūa geldi. Beytülmakdis’de artık kendisine iltica edenleri +muhafaza edecek bir melce’-i ali addolunmamış idi. “Bu +zaman hadis olan perişaniyi katl ü işkence sahnelerini ta’rif +edebilmek mümkün değildir. Fikr-i intikam ile coşmuş olan +asker şerait-i insaniyyenin zerresini bile düşünmediler. +Antigonus zencir-bend olduğu halde Roma’ya Antonius’a +götürülmüş sonra da “Hirodes’in rüşvetleri yüzünden +Antakya’da başı kesilmiştir. Antigonus’un maktuliyeti ile yukarıdan +beri gelen hanedan-ı hükümdari munkarız olmuş +kable’l-Milad sene hükumete sahib bulunmuştur. +Yahudi milletine ve din-i milliye ettiği hizmetlerle kesb-i +mümtaziyyet etmiştir. + +---- +MEVLANA MUSTAFA-YI MOSTARI +---- + +Ashab-ı fazilet ve ebrar-ı ümmetten bir zat-ı ali olup +Bosna kıt’asında “Yoyo” lakabıyle ma’ruf idi. tarihinde +Mostar’da tevellüd eyleyip sinn-i farka vusulünde mukaddemat-ı +ulumu fuzaladan olan pederi Yusuf Efendi’den +ba’de’t-ta’lim senesinde İstanbul’a gelerek o asrın benam +ulemasından ve mevaliden Salih ve Tirevi Kara Bekir +ve Arab-zade gibi zevattan ikmal-i tahsil eyledi. Bu esnada +yani tarihinde memleketi müftisi Hasan Efendi’nin +vukū’-ı vefatına mebni vatandaşlarının da’vet ve iltimaslarına +tebean Mostar Müftiliği’ni kabul ederek ma-dame’l-ömr +tedris ve te’lif ile bil-iştigal ’da azim-i dar-ı cinan olarak +Mostar’daki makabir-i müslimine defnedildi. Mufassalca tercüme-i +hali Arabiyyü’l-ibare olmak üzere kainbiraderi olan +müderrisinden “Obyaç” lakabıyle mülakkab İbrahim Efendi +tarafından yazılmıştır ki ber-vech-i ati iki vefat mısra’ları o +tercüme-i halden menkūldür. +Asar-ı fazılaneleri: +Miftahu’l-Husul fi-Şerhi Mir’ati’l-Usul +Risaletün fi-İlmi’l-Adab el-Müsemma bi-Hülasati’l-Adab +te’lif etmiştir. +Şerhu’ş-Şemsiyye fi’l-Mantıki el-Müsemma bi-Şerhi’l-Cedid +Şerhun ala-Enmuzeci’z-Zemahşeri fi’n-Nahv el-Müsemma +bi-Fevaidi’l-Abdiyye +Şerhun ala-Kasideti’l-Lamiyye fi’l-Kelam el-Müsemma +bi-Bedri’l-Maali fi-Şerhi’l-emali +Haşiyetun ala-Şerhi Kasideti’l-Lamiyye li’l-Fazıl Karabağī +Haşiyetun ala-Şerhi’r-Risaleti’l-Adudiyye fi’l-Vaz’ +li’l-Fazıl Isam +Şerhun ale’l-Müfti fi’l-Usul el-Müsemma bi-Fethi’l-Esrar +Şerhun ala-Müntehab fi’l-Usul el-Müsemma bi-Müntehabi’l-Usul +Şerhun ale’r-Risaleti’n-Nesefiyye fi’l-Feraiz +Risaletün fi’l-Feraiz el-Müsemma bi-Lübbi’l-Feraiz +Mecalisü Latifetün fi’l-Mev’iza el-Müsemma bi-Nefaisi’l-Mecalis +Şerh-i Manzume-i Şahidi el-Müsemma bi-Hallihi[?] +Manzume tarihli müellif hattıyle muharrer olan nüshası +fuzala-yı askeriyyeden Bağdadi İsmail Paşa hazretlerinin +kütübhanelerindedir. +Şerhun ale’t-Tehzib fi’l-Mantık ve’l-Kelam li’l-Allame +Sa’deddin Taftazani Ahir-i te’lifatı olup ’de müelleftir. +Şerhu Lübbi’l-Feraiz Dibaçesinde dokuz günde te’lif +ettiğini beyan ediyor. +Haşiyetun ala-Şerhi’l-Adab li’l-Fazıl Mes’ud-i Rumi +Şerhun ala-Risaleti’s-Semerkandiyye fi’l-Adab +Şerhun Kebir ala-Risaleti Hülasati’l-Adab +Şerhun Sağīr ala-Risaleti Hülasati’l-Adab +Şerhun ale’l-Menkabe fi’l-Adab +Haşiyetun ale-l-Fevaidi’l-Müberri? fi’l-Adab +Haşiyetun ala-Şerhi’l-Allame fi’l-Adab +Ta’likatun ala-Haşiyeti Şeyhi’l-İslam el-Herevi +ale’l-Muhtasar fi’l-Me’ani +Şerhu İsagoci fi’l-Mantık Asarından yalnız bu eseri +matbu’dur. +Şerhun ala-Dibaceti’l-Muhtasar fi’l-Maani +Bunlardan başka mutalaa ettiği kütüb-i mütenevvianın +ekserisine ta’likatı olduğu gibi okuduğu kitaplardan altmış +küsurunu da istinsah ettiği terekesinde görülmüştür. +Teehhül etmişse de evladı olmamıştır. Vefatına badi olan +maraz-ı surisi temennisi vechile üç gün devam etmiştir. Türbesi +el-yevm ziyaretgah-ı mü’minindir. Rahmetullahi aleyh. +SAFAHAT ŞAİRİNE +– – +Şiirlerinden biri için pis bir kelimenin mevcudiyeti vesile-i +amm olması memnu’dur. Henry Monnier gibi meziyeti +yalnız her rast geldiği muhavereyi yazmaktan ibaret kalan +muharrirler okunmaz. Fakat bu nükteye dikkat etmeli! Henry +Monnier’nin değeri kıymeti ancak avamın kaba lisanına +tercüman olmasından ibaret kalıyor. Halbuki ben yukarıda +fahat” “teşbih” ve “tasvir” gibi iki şu’be-i edebde de muvaffaktır. +Hatta bir nokta-i nazardan münferriddir bile. +Şu “pis kelime” bahsi ufacık hacmine nisbetle mi’dede +büyücek daire-i ihtilal hasıl eden sinekler kabilindendir. +Şunu halledelim: Belagati en ibtidai kavaid-i edebiyye kitapları +bile; “mukteza-yı makama göre söz söylemek” diye ta’rif +ederler. Frenkler edebiyatı mazimizde olduğu gibi nefs-i emmare-i +eazım eğlencesi olmaktan müteali gören bir nazarla +fen olarak tetebbu’ ediyorlar. Öyle iken onlar da bu ta’rifin +tatbikat-ı mütekamilesinden başka bir şey göstermiyorlar. +Waterloo harbinde Napoleon askeriyle İngiliz askeri tekabül +ederler. Bir rivayete göre İngiliz cenerallerinden Colville +rivayet-i uhraya göre Fağlant Fransızlara teslim teklif eder. +O zaman Napoleon’un ma’ruf generallerinden Cambronne: +– Has…! cevabını verir. +Bu pis kelime mübeccel muarızlarımızın gayr-i nezih +edebgüzar ve kim bilir ne gibi sıfatlarla tavsif buyuracakları +bu kelime Waterloo harbinden daha ziyade şöhret kazanmıştır. +Hele Hugo hakim-i a’sar-ı atiyye olan o talakatiyle bu +kelimenin medhini bitiremez. “Cambronne bu kelimeyi bir +kılıç arar gibi aradı.” der. Rouget de Lisle Marseillaise’i +nasıl bir nefha-i ilahiyyenin kendisine nüfuzuyle bulduysa +Cambronne da bu kelimeyi o suretle ibda’ etti.” der. +Düşünmelidir: Hugo “merd” kelimesi gibi “Has… oradan!” +diye tercüme edilebilen bir kelimeyi mahsul-i ilham +olmakta bir milletin Marseillaise gibi bir neşide-i hürriyyetine +teşbih etmiştir. +Hülasa; “Her makamın bir makali vardır!” Hakīkatlerin +bu kadar basitlerini olsun unutmamalı. +Bu muhterem muarızlara göre acaba General Cambronne +– Muhterem paşa hazretleri; Fransız ordusunun zimam-ı +mize dokunur!” kabilinden tahte’s-sıfr burudetleri havi ve +bed-mestler mecalisinde teati edilen kelimat-ı hulus-ayata +müşabih bir nezaket-i mudhike nümunesi mi tefevvüh etmeli +“Hani bir saye-i şahane çekip her …. yer.” mısraındaki +kelime de Cambronne’un sözü kabilindendir. Dört sene +evvel saye-i şahane deyip harim-i iffetlere giren ceplere giren +vicdanlara giren kafaların içine giren ellerin ve ağızların +yaptığı şeyler… yemek değildi de ne idi? Atinin vak’a-nüvisi +bu rezaili yazarken ihtimal ki bu kadar mel’anetler karşısında +ra’şe-i isyan göstermeyen tarihin o mukavva çehresine +o kağıd kalbine tükürür de o rezaili tasvir için bundan daha +şeni’ bir kelime arar. +Düşün Akif. Üç asırlık sevabık-ı fahire ve üç asırlık da +sevabık-ı fatire bizi hala terbiye edememiş. Elimizdeki rayet-i +yun bağıyı “Terk-i edebdir!” diye vermeyeceğiz! +§ +“Teşbih” bahsine gelelim: Teşbih için de şerait var. Ca’li +olmayacak zevk-ı selime mugayir olmayacak “hakīkī teşbih” +mahiyeti münferid olan iki şart vardır. Biri “hakīkī”lik biri +de “şekli nev’ine münhasır”lık “orijinal” dedikleri. +Senin edebiyatta san’at-i kaşifen “teşbih”cilikten ziyade +“tasvir”ciliktir. Bununla beraber teşbih-nüvis şairlerimizdensin +de. Hele o kadar orijinal teşbihlerin var ki bir misli +Avrupa edebiyatında mevki’-i la-yemut kazanır. “ İstibdad ” +ünvanlı Safahat ’ın birinci kitabında bir bedian var; orada +muharrir-i mucidi olduğun şu dört mısra’ın karii ol; +Nasılsa bedrin o akşam nigah-ı simini +Tarassud etmek için sanki evlerin içini; +Dikildi safha-i minada semt-i re’simize +Tavansız evlere ya Rab ne hoş bir avize! +Sen de burada ayı avizeye teşbih ediyorsun. “Pascal” +da “Lamartine” de “Leconte de Lisle” de güneşi lambaya +teşbih ediyorlar. +Fakat sen kamere “avize” diyorsun ki şu sıfat en +evvel hatıra bir “sakf-ı tealluk” getiriyor. Bu hatıra geldikten +sonra onu “tavansız evler”e asmakla misalsiz bir orijinalite +gösteriyorsun. Bir de onların teşbihlerine bak: +– Güneş Hakkında– +§ Bu şa’şaadar zıya kainatı tenvir etmek için konulmuş +“ebedi bir lamba” gibi… +Pascal +– Ay Hakkında– +§ Ufka asılmış altın bir lamba gibi kamer kenar-ı ufukta +sallanıyor. +Lamartine +– Ay Hakkında– +§ Sarı benizli kamer bulutu tenvir ederek “mağmum bir +lamba” gibi hazin hazin irticac ediyordu. +Leconte de Lisle +“Ay” yahud “güneş” deyince hatıra münasebet-i nur u +zıya ile mutlaka lamba meş’ale filan gibi bir şey gelir. Binaenaleyh +ne aya ne güneşe meş’al lamba demek bir teşbih-i +nadirü’l-vücud sayılamaz. Şimdi ortada dört adam var ki +–Akif Pascal Lamartine de Lisle– dördü de ayı lambaya +benzetmiş. Ancak o üç Garb san’atkarı teşbihlerine orijinalite +bahşetmek için biri lambayı “mağmum” diğeri “zerrin” +bir diğeri de “müebbed” sıfatlarıyla söylemiş. Sen ise ona +hem avize demiş hem de onu tavansız evlere asmışsın. Seninki +“tavansız bir eve asılmak” gibi ilk def’a söylenmiş bir +tezadı tazammun ettiği için ötekilerin teşbihine faiktir. +“Süleymaniye Kürsüsünde”de nazar-ı dikkate –kari’in +kalbinden nebean eden göz yaşı gibi– asılıp kalan pırlantaların +var. Onları da gelecek makalemde tedkīk edeceğim. +MEDRESELERİN AHVALİ +Muhterem Sebilürreşad ’ın Şevval tarihli nüshasında +“Medreselerimiz Hala Bir Yoluna Konmadı” ünvanı tahtında +bir makale manzurum oldu. Makaleye –saika-i meslekle– +kemal-i iştiyakla başladımsa da olanca teessür ve telehhüfle +bitirdim. Çünkü bu ve emsali yazılar –maatteessüf– iltiyamna-pezir +bir cerihayı kurcalamaktan kanatmaktan başka bir +şey’e yaramıyor. +Evet şimdiye kadar “Islah-ı Medaris” ünvan-ı mefhareti +altında ne yazılmadık yazılar ne de doldurulmadık sütunlar +kaldı. Fakat şayan-ı teessüf ki son zamanlarda “moda” +sırasına geçen lafzenlik ağız kalabalığı bu uğurda yazılan +kıymetli yazıları da dürüp toplayıp yanına aldı ve binaenaleyh +onları neticesiz ve sırf bir “moda” hükmünde bıraktı. +Ne yazık!.. +“Neticesiz” dedim; çünkü günlerce gazeteleri işgal eden +o yazılardan biz hiçbir semere göremedik. Belki “eski tas +eski hamam” olmakta kaldık. Delil mi isteniyor? +Söylenmişti ki: “Talebeler cami’lerde değil hususi dershanelerde +tedris olunsun. Bu sayede ateş-i ilm ü ma’rifetle +çırpınan kalpler sevda-yı tahsille vatan ve akaribini terkedip +diyar-ı gurbeti ihtiyar eden o zavallı gençler okumuş olduğu +dersten layıkıyle istifade etsin. Cami’ kapısından girince gürültüden +alıklaşmasın.” Hani ya?!. Bu sözler ne netice verdi? +Ciddiyetle arzu edilmişti ki: Ucu bucağı olmayan müddet-i +tahsiliyyenin nihayetinde talebeye bir menfaat bir +gaye gösterilsin. Bu sayede henüz tahsilin na-kabil-i tahammül +tazyikı altından kurtulan o biçareler bir de derd-i maişet +önünde kıvranmasın. Belki vakitlerini tetebbu’ ve mütalaaya +hasrederek birçok asar-ı müfide meydana getirerek gençlerin +ebna-yı zamanın enzar-ı dikkat ve ibretine vaz’ etsin. +Acaba bu çırpınmalar ne faide verdi? +Kalemler yekdiğeriyle müsabaka edercesine haykırmışlardı +ki: Dürus-ı mütenevvia bir hoca ile değil her ders ayrı +ayrı hocalar –mümkün mertebe– mütehassıslar vasıtasıyle +okunulsun ve bu suretle medreselerimizden kıymetdar +uzuvlar yetişsin. Ta ki o mübarek müesseselerin mazide olduğu +gibi halde de istikbalde de meşher-i nur-ı irfan olduğu +anlaşılsın. Evet medreselerin feyyaz bir hurşidin meşrik-ı +lemeanı olduğu bütün aleme isbat edilsin. Nerde ya?! +Muvakkat bir zaman için herşey söyleniyor. Kalemler cuş +u huruşa gelerek sahaif-i matbuatı tezyin ediyor ve müştakīn-i +serperek neşve-mend-i iftihar ü ümid ediyor. Fakat birden +bire sönüp mahvoluyor. O zamanı da bir zaman-ı sükut ü +sükunet ta’kīb ederek o canlanmak üzere bulunan şübbanı +elem deryalarına garkediyor. +Mustafa Satvet Efendi’nin “İstanbul medarisi ıslah ve +terakkıyat-ı hazıraya göre programlar ilave… taşra medarisi +eski hal-i harabisinde devam… eylemektedir.” Sözüne +gelince: Kendisini talebinde haklı gördüm. Çünkü ta’lim ü +teallümün zamana muvafakati bir takım desatir ü tecarible +sabittir. İşte Dozy Tarihi ve emsali. Eğer bu hezeyannameleri +–lisan bilmemekle– erbabı okuyup anlayamazsa ve +binaenaleyh hakīkati meydana koyamazsa yazık olmaz mı? +Şübhe yok ki bunlar inkar kabul etmez bir hakīkattir. +Fakat hem-mesleğimize te’min edelim ki; İstanbul +medarisi taşranınkinden farklı değildir. Fünun-ı cedide +mes’elesi ise bi-temamiha ... meseline +mutabıktır. Zira “fünun-ı cedide” tahsiline tahsis olunan +günde bir saat kadar bir zamanın ne suretle geçtiğini ve +beş-altı aylık bir tahsil zamanında –hem haftada bir ders olmak +şartıyle– üç dane kitabet muallimi değiştiği ve bir kısım +dersin beceriksiz ellerde bulunması görülecek olursa şübhesizdir +ki işitirken hissolunan lezzet duyulmaz olur. Hele imtihan +usulü her türlü ta’rifin fevkındedir. Bakınız nasıl: +Mümeyyizler muallimler büyücek bir dershaneye girerek +avluda kalan talebeden birini çağırıyor. Sabahtan beri ayak +üzerinde ve taşların üstünde duran ve bir an evvel girmezse +daha akşama kadar duracak olan talebe koşuşuyor içlerinden +yalnız biri muvaffak oluyor ve böylece devam ediyor. +malı? Niçin işten anlar müfettişler imtihanlarda dolaşmıyor? +Talebenin; “Yazık bizim sa’yimize! İmtihan böyle mi olur?” +diye feryadına meydan vermeli mi? +Fakat meslekdaşların bu ahvale karşı yaln��z için için ağlayarak +samit ü sakit durması kimseye bess-i şekva eylememesi +beni i’cab ediyor. Bana kalırsa; +sırr-ı celilini nazar-ı dikkat ve ibret önünde tecessüm ettirerek +hak ve onu talep yolunda her türlü isnada katlanmalı bütün +talebe-i ulum –gerek taşradakiler gerek buradakiler– ittifak +ederek el birliğiyle hukūk-ı meşruamızı aramalı haksızlığa +karşı sükut etmemeliyiz. Zira söyleyecek yerde sükut meskenettir. +Şu kadar var ki bütün amal ve harekatımız hüsn-i +niyyete makrun olsun. +Ey ma’şer-i esatiz ey bize bakmaya borçlu olanlar! +A’mak-ı ruhumuzdan kopan bir feryadla size hitab ediyoruz: +Siz –ki hadim-i şeriat hafız-ı din ü diyanet emin-i ümmetsiniz– +bize bakmaz bizi yuvarlanmakta olduğumuz bu varta-i +helakten tahlis etmez zemin ü zamana muvafık derslerle +ta’lim etmezseniz emin olunuz ki dünyada ukbada mes’ul +olursunuz! Biz çok şeyler istiyoruz siz birini vermiyorsunuz; +sözlerimizi nazar-ı insafa almıyorsunuz. Biz şimdilik kemal-i +enin ile: +! ! +diyerek iştika eyliyoruz. Fakat olanca iştihamızla temenni +ediyoruz ki bizi fiilen tekzib edesiniz. +SÜSLÜ CERIHALAR +Şu elim senelerde devletin ruh-ı siyasisi harici ve dahili +birçok insafsız düşmanların zehirli tırnaklarıyla eziliyorken.. +ve bunlar –az-çok– efrad-ı milletçe teşhis ü ta’yin edilmiş +çerler var ki bize bütün vazıh ve yakīn çehresiyle görünmüyor.. +Bu kanlı ve paslı hıyanet aletleri ne kadar yazık ki +bütün milletlerin nur-ı hayatı ve berat-ı medeniyyeti olan +Teşkilat-ı meşrutiyyesi olan devletlerde “matbuat” kuvveti +“teşrii icrai adli” kuvvetlerden sonra hayat-ı milliyye üzerinde +en müessir ve en muhterem bir kuvvettir… Yirminci +asrın medeniyet-i ma’neviyyesini bu kadar nurlarla feyizlerle +besleyen ve yükselten.. bugün bizde –eseflerle söylüyorum– +su-i isti’mal edilen “matbuat kuvveti”dir… +Ve yine bizde her kuvvetten ziyade mahrum-ı terakkī ve +cılız kalan bir şey varsa o da bu kuvvettir. +Yevmi gazetelerde her gün şahsi ve hırs-alud müşatemelerle +şaibelerle sislenen tefekkür başları –ümidlerle heyecanlarla– +kütübhane camlarına kadar kalkarsa.. yine hazin +ve acı bir latme-i ye’s ü hırman ile kırılıyor düşüyor… Hayat +ve kitaplar.. dimağında bir gayr-i mufarık sahifesi açan herkes +mevki’-i ihtirama bu büyük kelimeleri yazmalıdır… +manlılığın gençliğini istikbale münevver ve temiz olmasını +şiddetle istediğimiz bir istikbale kurtarıcı yaşatıcı nefesleriyle +teşyi’ edecek… +Bugün kitaplar devletlerin en temiz en mukaddes rayat-ı +kirli fakat ma’sum– vasıta oluyorlar… +Bir yerde dediğim gibi: +“Otuz üç perdeli bir devre-i siyah-ı eninden sonra mu’tekıd +ve şanlı ordumuz önde çektiği bir meş’ale-i nevvar ile +bulutlu ölüm karanlıklarını delerek yırtarak.. eski Bizans’ın +pek kirli ve fesad-alud tanıdığımız temelleri üzerine –mübeccel +ve hayrhah ellerle emellerle– kurulan Osmanlı Devleti’nin +o daima şan ve zafer nurlarıyla parlayan defter-i +safahat-ı hayatının en öldürücü ve karanlık bir yaprağını +geldi yırttı. Var olsun! Yani istibdad yıkıldı bina-yı hürriyyet +kuruldu; zulm ü cehalet karardı adl ü kemalat parladı.. +Öldü ve dirildi.. Vatanımızın mesela bütün asar-ı umran +ve tezyin gibi ne maarifi ne kemalatı ne ilmi ve –ma’na-yı +muhitıyle– ne zıyası vardı… +O zaman bütün eğlenceleriyle sefahetleriyle fakat bütün +cehaletiyle ve ebkemliğiyle İstanbul ve bütün memleket +seması örtülü bir geceye benziyordu… +yorduk ki o bütün bu siyahlıkları ezecek eritecek ve vatanın +sema-yı cehlinde küme küme irfan ve terakkī yıldızları +uçacaktı… +Lakin biz hürriyeti –bu kudsiyet-i ma’nasıyle– hakīkaten +tercüme edebildik mi?.. İnce ve korkak: “Evet!” Fakat gür ve +cesur: “Hayır!” +Hayır!.. Çünkü biz bu hürriyeti ve bu rehayı şimdiye +kadar idari kayıdlarla galeyan ederek taşamayan o mazi +–enis ve an’aneli sefahetlerimize ahlaksızlıklarımıza birer +mecra-yı mücella olarak kabul ettik… +Bugün isimlerini bile yazmaktan teeddüb ettiğim bu +fesad ve şenaat yapraklarının her bir satırı yarın için hayat-ı +ahlakıyyemizin bir dereke daha tenezzül etmesini intac eden +süslü birer cerihadır… Bu kitaplar sevgili yetim vatanımızda +–emin olalım ki – ziya yerine zulmet hayat yerine ölüm neşr +ü isar ediyorlar… +Hem bunlar kitap ve sahife değil öyle zehirli iğnelerdir +ki birer tarafları gençliğimizin –genç beylerimizin genç +kızlarımızın– dest-i telezzüzünde lakin vicdan-ı ma’sum ve +gafilinde ve birer uçları devletimizin kalb-i mecruh ve matemindedir. +Bunu bugün değilse yarın o zehirli iğnelerin son siyah +kanları –Allah esirgesin!– makbere-i mevt ü izmihlale damlarken +anlayacağız... +Çünkü bütün insaniyeti kavanin ve iradat-ı adl ü hakīkatine +munkad ü esir eden büyük tarih ma’nevi bir mukaddes +parmağıyla ezilmiş parçalanmış medeniyet harabelerini +göstererek ciddi ve müheykel beyanıyle bize bağırıyor ve +diyor ki: +Ahlaksız bir millet namzed-i harabdır!.. +Hükumetin kuvve-i idariyyesi bu kitapları ve bu neşriyyat-ı +muzırrayı men’ u tenkile salahiyetdar değilse milletin +azm ü metanet-i ahlakıyyesi bunları redd ü tezyif edecek +kadar büyük ve temizdir… +Muhterem vaizlerimiz –bizimle el ele– halkı bunlardan +tebrid için irşadatta bulunmalı ve muazzez pederler veliler +de… Cem’iyet-i beşeriyyenin –az bir zaman için– kendilerine +tevdi’ ettiği irfan ve zeka incilerini bu heva-yı mesmum +muhitinden uzaklaştırmalıdır… +Öyle değilse… Bu namuslu ve saf milletin mahfaza-i +dimağ ve tefekkürüne feyz ve nur akıtmakla vazife-i vicdaniyye +ve ictimaiyyesini ifa edecek olan kalemlerimiz hala +böyle fesad ve şenaat çizgileri karalayacak ve hala bunlara +teveccüh ve iltifat tebessümleri gösterecek ferdlerimiz +bulunacaksa… Tarihin divan-ı itham ü muahazesi karşısında +ma’nevileri önünde verilecek yalancı ve riyakar cevablar +hazırlayalım… + +---- +REZIL ESERLER HAKKINDA +---- + +Pek çok def’alar söylenildi bin telehhüfler sad-hezar +hayf +larla haykırıldı ki bu millet ahlaka ahlak-ı fazılaya nail +olmak çarelerini taharri yolunda bütün mevcudiyetini olanca +vüs’at-i iktidar ve kuvve-i müfekkiresini sarfetmelidir. Şu +son zamanlarda pek ziyade çığırından çıkmış olan ahlak-ı +necibemizi bütün bütün gaib olmuş görmekten tevakkī ve +tehaşi eylemelidir. +Evet kemal-i teessürle i’tiraf etmeliyiz ki bugünkü ahlak +ve seviye-i idrak ü irfanımız bir dereke-i süfla-yı hiçiye doğru +sürüklenmek isti’dadını gösteriyor. Neden saklayalım?! +Ne için ulu orta söyleyivermeyelim?! Ahlak namına irfan +ve iz’an namına tefahur edecek gururlanacak bir derecede +değiliz. Ne erkeklerimizde ne de kadınlarımızda onu düzeltmek +metin ve rasin esaslara rabteylemek fikri uyanamadı +bir türlü uyanmak emarelerini de gösteremedi. Bu vadide +çalışanlarımızın çalışmak isteyenlerimizin teşebbüsat-ı layıka +ve muhıkkaları bir daire-i mahdudiyyette kaldı. Onlar bir +taraftan metn-i metin-i ahlak için teşmir-i sak-ı gayret etmekteler +bi-muhaba edilen i’tirazlar o temelleri de yıktı harab etti. +Onun içindir ki bugün elimiz böğrümüzde valih ü hayran +kaldık ve daha da şaşacağız ve didineceğiz!! Bir kere maarifimize +bakalım; yok… Seviye-i irfanımıza güvenmek isteyelim +o da yok.. San’at ve ticaretimizi ele alalım o hiç yok... +fan… O da yukarıda söylediğimiz gibi ağlanacak bir raddede… +O halde ne yapmalıyız? Başımızı taşlara çarpa çarpa +öl +meli miyiz; hayır!? Bu millet yaşayacaktır ve yaşamak için +mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Fakat yaşamak için de +bir saik-ı ma’neviye muhacız: İşte o da ahlak... Üçyüz bu kadar +seneden beri mevcudiyet-i maddiyye ve ma’neviyyesini +muhafaza etmekte olan bu millet-i necibe üç-beş erazilin +beş-on yardakçının baziçe-i ihtirası olamaz; ihtirasat-ı nefsaniyye +yolunda on paralık bir istifade uğurunda koca bir +milletin ahlakını bozmak için irtikab edilen edilmekte olan +hıyanet ve denaetlere artık tahammül edilemez. +§ +Bugün meydan-ı istifadeye vaz’ olunan binlerce liralar +sarfıyle eyadi-i istifazaya tevdi’ kılınan ciddi ahlakī eserler +kütübhanelerimizin camekanlarında gubar-ı nisyana atılmış +duruyor; göz nurları dökülerek ve milletin istikbal-i irfanı +düşünülerek bunca fedakarlıklar ihtiyarıyle yazılan tarihlere +hissi ve ictimai eserlere el bile sürülmüyor; yazık... Öbür +yanda birkaç güruh-ı erazilin üç beş guruş kapmak için yazarak +pazar-ı sefahete çıkardıkları hezeyannameler kapışılıyor. +Öyle bir satış bir rağbet-i mecnunane ki insanın +ahlak namına terbiye-i medeniyye namına ağlayacağı geliyor. +Bu türrehatnameler için matbuat sütunlarında görülen +tel’inler protestolar kar etmiyor. Yazan satan utanmıyor; +okuyan asla... +ni kızartan bu menhus ve müstekreh resimli kitapların arkası +ne vakit kesilecek yerlerine ne vakit ciddi ve ahlakī eserler +kaim olacak ya Rabbi?! Ahlak-ı umumiyyeye tecavüz şeklini +alan bu uygunsuzluklar ne vakit hükumetin nazar-ı dikkat ve +basiretine ilişecek... +Bugün mektep çocuklarından tutunuz da bir kısım züppe +taslaklarına varıncaya kadar ellerinde Kanlı Zifaflar Fahişeler +Gıcırtılar. Heyecanlı Dakīkalar ve daha bilmem Anahtar +Delikleri filanlar… Halbuki bugün eyadi-i iftiharımızda birer +güldeste-i maarif gezdirmeliyiz. Hatta gümüşlü bastonlara +lüzumsuz alayişlere mukabil ellerde kollarımızda hazain-i +lıyız. Yoksa bu hak-i pak-i vatana misk ü anber-i edeb ü +fan tohumu yerine ısırgan zerreleri ekersek esfelü’s-safilin-i +zevale doğru gittiğimiz gündür. Acaba o zavallılar Karyolada +beyinler bilmiyor ve anlamıyorlar mı ki bu millet artık bir +terbiye-i irfan ve kemale muhtacdır!! Bunları derketmek +hassasını hiç de tatmamışlar mıdır ki bir memleketin i’tila-yı +şükuh u şevketi muhafaza-i hüsn-i ahlak sayesindedir! Bu +gibilere ne için iğmaz-ı ayn edildiğini kanun-ı mahsusunda +böyle edaniyi tecziye ve teşhire müteallik mevadd-ı mahsusa +var iken devair-i aidesinin neden bu hususda müsamahakarane +davrandığını anlamak istiyoruz. Çünkü: +Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir! +* * * +SEBILÜRREŞAD +Kaplarının üzerinde açık saçık resim bulunan kitabların +ahlak-ı umumiyyeyi berbad etmekten başka bir netice +vermeyeceğini anlayan hükumetin bu gibi eserler hakkında +ta’kībat-ı kanuniyyede bulunacağı haber alındı. +Şimdiye kadar milletin namusuna iffetine hücum ederek +elinde ahlak-ı safiyyesinden başka sermayesi kalmayan o +biçareyi büsbütün bitirecek mahiyette birçok eserler meydana +çıktı. Bunların hakkında acı tatlı bir hayli sözler söylendi. +Kemal-i esefle i’tiraf etmeliyiz ki o sözlerin hiç te’siri görülmedi. +Geçenlerde idarehanemize taşradan muhterem bir zabit +gelerek yana yakıla şöyle bir vak’a anlattı: “Demin kitabcıların +birine uğradım yeniden ne gibi ciddi eserler çıktığını +sordum. Kitabcı bir derin göğüs geçirdikten sonra; “A +efendim ciddi eseleri kim arıyor ki yazan basan bulunsun? +Biz kitabcılar artık … gibi eserler yazdıracak adam arıyoruz! +Yoksa iflas edeceğiz. Karşımdaki yanı başımdaki komşularım +benim gibi düşünmedikleri için o dediğim kitaplardan +yazdırıp yazdırıp boyuna satıyorlar. Biz eski kafalı adamlardan +olduğumuz için; “Ayıptır millete yazıktır” diye sinek +avlayıp duruyoruz... İşte bu sözleri söyleyen namuslu bir Ermeni +kitabcısı idi.” +Muhterem kari’lerimizden bu mes’eleye dair pek çok +mektuplar alıyoruz. Hatta bir tanesinde o gibi eserlerin kimler +tarafından yazılıp hangi matbaalarda hangi kitabcılar +ma’rifetiyle bastırıldığı gayet mevsuk olmak üzere ber-tafsil +gösterilmişti. Gerek o eserleri yazan gerek basan adamları +teşhir etmek bizim için gayet kolaydır. Ancak biz şimdilik bu +vasıtaya müracaat etmeyeceğiz. Yalnız daha namuskarane +bir surette para kazanmaya çalışmalarını kendilerinden hem +hem milletin memleketin selameti hem kendilerinin mu +hafaza-i haysiyyeti namına olsun bundan böyle ticaretin şu +na-meşru’ şu sefil tarzını bıraksınlar. +Gazetelerimiz de rast geldikleri kitap i’lanını sütunlarına +geçirmesinler. Zira tabii bilmeyerek bir sürü mülevves +asarın revacını te’min ediyorlar. Evet bilmeyerek ediyorlar. +Yoksa hiçbir gazete sahib-i imtiyazının vücudunu tasavvur +edemeyiz ki beş on guruşluk i’lan ücreti için tutsun da +mensub olduğu millette namus ahlak namına ne varsa kökünden +temizleyecek bu gibi murdarlıklara dellal olsun. +HÜKUMET-İ OSMANİYYE İLE İRAN BEYNİNDE +MADDI VE MA’NEVI RABITALAR +Evet tarihi an’anatı ma’neviyatı ile bütün Şark Alemi’ne +merbut olan İran din cinsiyet adat ve fersah +tulünde büyük bir hudud ile Memalik-i Osmaniyye’ye her +memleketten daha ziyade merbuttur. +Şark’da hissiyat henüz büyük bir ehemmiyete maliktir. +Bu ehemmiyet mesail-i siyasiyyede de rol oynamaktadır. +Fakat bu hissiyattan başka millet ve devletleri yekdiğerine +rabt ve takrib ile fasl u tefrik kuvvetini haiz şerait-ı maddiyye +dahi İran ile Osmanlıyı yekdiğere kamilen merbut kılacak +ve bu iki memleket-i İslamiyyeyi muhabbet-i mütekabileye +mecbur edecek bir mahiyettedir.illetleri yekdiğerine yaklaştıran +beynlerini te’lif eden ve hüsn-i münasebatlarını +te’yide hadim kılan birkaç esaslar vardır: +Bunlardan birincisi ticaret ve menafi’-i iktisadiyyedir. +zar-ı dikkate alınır ve bu cihatın keyfiyet-i haliyye ve müstakbelesi +tedkīk edilirse İran pazarının gasıb eller inhisarına +geçmesiyle Osmanlı ihracat-ı müstakbelesine varid olacak +darbelerin ne kadar vahim olacağını şimdiden tasavvura +almamak bu hususda dur-endişane düşünmemek kabil değildir. +Şerait-i vedadiyye-i milelden iştirak-i din ü adat bir amil-i +müessir addedilmektedir: +Eyyam-ı kadimede bir eser-i cehalet ve gaflet olarak +hod +kaman-ı kavm kendi ihtirasat-ı zatiyyelerini ta’kīb maksadıyle +bu iki milletin arasına birçok ihtilafat-ı mezhebiyye +sokmuşlardır. Azıcık bir hareket-i terakkī-perverane ile şu +münaferete nihayet verilebilir. +Hal-i hazırda ise bu iki millet anlamak üzeredirler ki +Kur’an’ ı Ka’be’si Peygamberi kıblesi bir olan müslümanlar +arasında hiçbir mübayenet yoktur. Zaten inkılabat-ı ahire +artık o gafletleri meydandan kovmakta ahrar-ı tarafeyn şu +ciheti tashih için uğraşmaktadırlar. Bugün İran’daki tasavvurat +tahayyülat telakkıyat on sene bundan evvelki gibi +değildir. Herşeyde olduğundan ziyade bu mes’elede de bir +görülüyor. +Devre-i Meşrutiyyet’te neşredilen İran matbuatı irad +olunan nutuklar mev’izalar tedkīk edilirse hep Mirza Aga +Han-ı Kirmani’nin şu eş’arındaki maksad-ı vifak-cuyane ve +Avrupalılar bundan oldukça istifade ediyorlar. Terakkıyat-ı +siyasiyye ve ictimaiyyeleri İran ve Osmanlı memaliki derecesinde +olan devletler ise bundan daha sühuletle müntefi’ +olabilirler. +Tevhid-i lisan ve ırk dahi devletleri yekdiğerine rabteden +vesail-i ciddiyyedendir: +dan fazla Türk unsuru teşkil eder. Şimali İran Azerbaycan +kısmı hep Türkçe tekellüm ederler. İran Türkleri Osmanlı +ve Rus hududları boyunda sakin olduklarından hem Kafkasya’da +hem Memalik-i Osmaniyye’de yaşayan kendi +hem-cinsleriyle komşu olduklarından bu memleketlerle birçok +münasebat-ı ticariyyede bulunuyorlar. Osmanlı vilayat-ı +şarkıyyesi i’mar edilir turuk u maabir inşa edilirse ticaret +ve sınaatte müteşebbis ve gayet faal olan İran unsuru Osmanlılar +cak bu iki devletin menafi’-i müştereke ve müstakbelesinin +te’minine hasr-ı gayret edebileceklerdir. +Şerait-i mühimme-i mezkureden biri de memleketlerin +mevki’-i coğrafileridir: +Osmanlı memalik-i vesiası şarkan Basra Bağdad Musul +Van ve Erzurum vilayetleri ile üç yüz fersah uzun bir +hat boyunda İran ile hem-hududdur. Bugün İran hükumeti +hem-din ve hem-cins olduktan başka tecavüzi bir vaz’iyet +alacak halde de değildir. Böyle bir hale gelinceye kadar Osmanlı +hudud-ı şarkıyyesinin mühimmat-ı tedafüiyyesi de tabii +tekmil edilmiş olacaktır. Şimdi İran hükumeti yerinde şu +memleket-i İslamiyyeyi İ’tilafnamesi’yle kendi beynlerinde +taksim etmiş olan İngiliz ve Rus hükumetleri birleşecek +olurlarsa hudud-ı şarkıyyemizde değil İran serbazı Rus Kazakı +vaz’iyet-i sevku’l-ceyşiyye ve askeriyyesi badi-i endişe olmaz +mı? Hal-i hazırda hududlarının muhafazası için yüz binlerce +asker silah altında bulundurmak mecburiyetinde kalan +bir hükumet elbette ki bu hususu nazar-ı ihmal ile görecek +bir halde değildir. Bu kadar vasi’ bir hududu Rus ve İngiliz +kuva-yı müttehidesine karşı müdafaa etmek ne kadar maddi +ve askeri mesarifat altına girileceğini kestirmek için pek +de dur-bin olmaya lüzum yok. Bu bir kere düşünüldü mü: +but olduğu bu memleketlerin mukadderat-ı siyasiyyesinin +yekdiğeri için birer hayat ve memat mes’elesi teşkil ettiği +anlaşılmamak kabil değildir. +Ta’dad ettiğimiz bütün vesailden maada efrad ve akvamı +yekdiğerine samimi bir surette merbut kılan mühim bir sebeb +daha var ki o da müşterek bir düşmanı bulunmaktır: +Karşılarında bir düşman-ı umumi bulundukça menafi’ +ve amal-i hususiyye ikinci derecede kalmalıdır. Aralarında +erbab-ı mezari’ terekelerinin veyahud tarlalarının müşterek +ve umumi bir düşman tarafından gasbedildiğini görünce +düşmana karşı tevhid-i hareket ederek –muvakkaten olsun– +kendi beynlerindeki gavga ve münakaşaları terkeylemeleri +mukteza-yı akl ü hikmettir. +çok menafi’-i müştereke sahibi olduklarından başka umumi +ve müşterek düşmanlara dahi ma’ruzdurlar. Bunlar da +perverde eden her kaç senede bir gerek İran ve gerek Osmanlıya +birer kıt’a koparan ve kuva-yı müdhişeleriyle her iki devletin +payitahtlarına kadar hücumlarını isal eden bir tehlike-i berriyye +ve meveddetini gerek İran ve gerek Osmanlıya pek ağır fiatlara +satmış olan dehşet-i bahriyyeden ibarettir ki onların +müttehid ve müttefik bir kuvvet şeklinde icra-yı meram ve +tatbik-ı amale karar vermeleriyle erkan-ı memalik-i İslamiyye +tır. +HİND YOLUNDA +– – +BAĞDAD HÜKUMETİNE DAİR +MA’LUMAT-I TARIHİYYE +Bağdad hakkında yazacağım makalelerden evvel bu +memleketin ahval-i tarihiyyesinden mufassal bir surette +bahsetmeye mecburum. Ancak bu yolda kariin-i kirama bu +memleketin ehemmiyeti hususunda bir fikir verebilirim. Yüz +otuz iki sene-i hicriyyesinde Abdullah es-Seffah tarafından +te’sis olunan hükumet-i Abbasiyye merkezi için Bağdad +şehrini bina eden hulefa-yı Abbasiyyenin ikincisi Ebu-Ca’fer +el-Mansur bir taraftan Bağdad binasıyle diğer taraftan hilafgirlerini +mahvetmekle iştigal ederek hükumeti pek metin ve +rasin bir esas üzerine bina eylemiştir. +Bunun ibtida-yı hükumeti yüz otuz altı tarihinde ve vefatı +yüz elli dokuz senesindedir ki müddet-i hilafeti yirmi üç senedir. +Vefatından sonra oğlu Muhammed el-Mehdi calis-i taht-ı +hilafet olup pederi Mansur’un mahbuslarını ıtlak ile ızhar-ı +mehasin-i ahlak etmiştir. +Yüz altmış dokuzda Muhammed el-Mehdi’nin vefatıyle +yerine oğlu Musa el-Hadi ve müşarun-ileyh dahi bir sene +kadar hilafette kalarak vefat etmesiyle biraderleri Harun erReşid +cülus etmiştir. +Harun er-Reşid hulefa-yı Abbasiyyenin erşedi olup şehzadeliği +zamanında maharet-i askeriyye ve fazilet-i ilmiyyesini +daire-i İslamiyyetin haricindeki akvama bile anlatmış +eazımdan olmasıyle zamanı Devlet-i Abbasiyye’nin devr-i +ğer taraftan Kafkas ve Maveraünnehr’e isal ettirdi. Bu zat-ı +ali terakkıyat-ı medeniyye ve ilmiyyeye dahi tevsi’-i mülk +etmesi kadar hizmet etmiştir. Halife-i müşarun-ileyh cesur +vakūr alim ve halim idi. Sayesinde evc-i a’laya yetişen hanedan-ı +Bermeki’yi yine kendisi mahveylemiştir. Bu kazıyyenin +esbabı hakkında tarihlerin beyan ettikleri rivayat pek +muhtelif ise de hakīkat-i hal hükumete iştirak fikrine düştüklerini +hissetmesinden münba’is olmuştur. Müşarun-ileyh +ordusuyla beraber devlet-i İraniyye memalikinden olan Tus +–ki hal-i hazırda Meşhed ve Horasan diye yad ediliyor– şehrinde +Yüz doksan bir senesinde müşarun-ileyhin vefatı haberi +merkez-i hilafet olan Bağdad’a gelmesiyle beraber yerine +oğlu Emin calis-i taht-ı hilafet olmuş ve yüz doksan sekiz +senesinde mesned-i hilafeti tezyin eden Me’mun er-Reşid bir +taraftan tevsi’-i mülk ile meşgūl olarak Girit ve Sicilya adalarını +ve sair memalik-i mühimmeyi pederinin devr-i istilasına +Arabiye tercüme ettirerek fünun-ı Yunaniyyenin memalik-i +alim fazıl müdebbir bir zat idi. Ehl-i Beyt ile Abbasiler arasındaki +zıddiyet ve münafereti dahi hüsn-i suretle ittihad ü +meclis-i umumide kendine veliahd etmekle Ehl-i Beyt hakkındaki +safvet-i kalbini isbat eyledi. +sesiyle iki yüz on yedi senesinde müşarun-ileyh Me’mun’un +vukū’-ı vefatında hilafet için da’vet olunan oğlu Abbas amcası +Mu’tasım’ın hayatında hilafeti kabul etmeyeceğinden +bahisle vukū’ bulan i’tizarı üzerine Harun er-Reşid’in üçüncü +oğlu bulunan müşarun-ileyh Mu’tasım makam-ı hilafete +geçmiştir. +vüz eden Kayser-i Rum yani Bizans hükumeti ile muharebe +ederek galib olmuş ve Amuriyye Kalesi’ni de almıştır. +ne oğlu el-Vasik Billah hilafete geçmiş ve bunun dahi iki +yüz otuz sekiz senesinde vukū’-ı vefatı üzerine el-Mütevekkil +Alallah lakabıyle mülakkab biraderi Ca’fer taht-ı hükumete +sa’id olmuştur. +tansır Billah ve onun altı ay hilafetinden sonra el-Müstain +Billah halife olmuştur. İki yüz kırk sekiz senesinde makam-ı +hilafete geçen bu zatın dahi ahiren vukū’-ı vefatıyle yerine +el-Muiz Billah Samarra’da makam-ı hilafete geçti. +Mu’tasım’ın zamanından beri Samarra kasabası merkez-i +hilafet ittihaz edilip vüzeradan en mu’teber ve muktedir bir +zat dahi Bağdad hükumetine me’mur edilmek adet hükmüne +girdi. Bunun dahi vefatıyle yerine el-Mühtedi Billah iclas +edildi. +El-Mühtedi dahi iki yüz elli altı senesinde vefat ederek +yerine geçen el-Mu’temid Billah vak’-ı hükumeti muhafaza +eylemiş ise de bu halife-i gayurun zamanı bazı muharebat +ve gavail ile geçmiştir. İki yüz yetmiş dokuz senesinde +vukū’-ı vefatı cihetle el-Mu’tezıd Billah Ahmed bin el-Muvaffak +makam-ı hilafete cülus eyledi. Bunun zamanında +şimdiki Necid sancağı cihetinde zuhur eden Karamit hükumet-i +Abbasiyyeyi bir zaman işgal eylemiştir. Bunlar Hicaz +cihetine pek çok tasallut etmiştir. +Mu’tezıd’ın iki yüz seksen sekiz senesinde vefatı vukūuyle +yerine oğlu el-Müktefi Billah serir-i hilafete kuud etti ve +Karamita ile biraz uğraştı. +el-Muktedir Billah Ebu’l-Fazl Ca’fer bin Ahmed el-Mu’tezıd +hilafete geçti. +Hasılı hulefa-yı müşarun-ileyhimin halefleri birer birer +makam-ı hilafeti ihraz ve işgal ederek el-Müstazhir Billah +Bağdad’ın suruyla şehrini ta’mir eylemiştir. +En-Nasır Lidinillah hulefa-yı Abbasiyye içinde maarife ve +ta’mir-i mülke hizmet edenlerin birincilerinden ma’duddur. +Selatin-i Eyyubiyyeden Salahaddin-i Eyyubi’nin İslamiyet’e +ettiği hıdematı bu halifenin zamanına tesadüf eylediği gibi +Hive padişahı olan Kutbeddin Sultan Muhammed istila ve +tasallut fikriyle Bağdad’a gelmiş ise de askerinin uğradığı +şiddetli soğuklar ve karlar Bağdad’a vusulüne mani’ olmuştur. +Avdetleri de Cengizlilerin zuhuruna ve seylab-ı bela +gibi Asya’ya hücum ve istilalarına tesadüf ederek hükumeti +Cengiz eline düşerek mahvolmuştur. +Hive saltanatı bu suretle Cengizliler eline düştüğü gibi +diğer taraftan birçok mahalleri en-Nasır Lidinillah Devlet-i +Abbasiyye’ye ilhaka himmet eylemiştir. El-Mustansır Billah +zamanında Bağdad’da umumi kütübhaneler medreseler +darussınaalar misilli asar-ı aliyye te’sis olunduğu gibi müşarun-ileyhin +rafından yad u takdir olunmuştur. +El-Müsta’sım Billah hulefa-yı Abbasiyyenin sonuncusu +ve altı yüz elli altı senesinde Bağdad’daki Hilafet-i Abbasiyye +Müsta’sım’ın vefatı ve Hülagu’nun Bağdad’ı istila +etmesiyle munkarız olmuştur. +Bu hanedan-ı hilafetten Mustansır Billah altı yüz elli sekiz +senesinde Mısır’da isbat-ı neseb ederek Mısırlılar tarafından +kendisine bey’at edilmiş ve Abbasilerin bu ikinci hükumeti +selatin-i ızam-ı Osmaniyyeden Yavuz Sultan Selim Han hazretlerinin +Mısır’ı istilaları zamanına kadar bir hilafet-i ruhaniyye +üzere devam eylemiştir. +Hülagu tahribat-ı vakıasından sonra Bağdad’ı terketmiş +ve zimam-ı hükumeti İbni İmran nam şahsa tefviz eylemiştir. +şeklinde yazılmıştır. +Horasan kazası merkezi olan Ba’kūbe kasabası’nda “amil” +yani kaimmakamın hizmetinde bulunan edaniden biri olduğu +halde Bağdad’ın muhasarat ve muharebatında Hülagu +ordusuna Horasan kazasından zehair ve me’kulat tedarikince +hizmeti sebketmesiyle Bağdad’ın hükumeti bu hizmetine +mükafaten kendisine verilmiştir. Bundan sonra Bağdad valiliği +vüzera-yı Tatariyyeden Cohan? Şemseddin Muhammed +nam zata tevcih edilip bu adam Hülagu’nun tahribatını +ala-kaderi’l-imkan ta’mire sa’y eylemiştir. +Bu zavallı adam hükumet-i Tatariyye tarafından bir aralık +azl ve habs edilmiş ve yerine Abdülmelik namında birisi +ta’yin kılınmış ise de muahharan iade-i me’muriyyet ettirilmiş +ve en sonra Baydu Oğul Han tarafından katledilmiştir. +Baydu Han’dan sonra Bağdad vilayeti etibbadan ve Millet-i +Museviyye’den Sa’düddevle’ye tefviz edilip ahali ise +bunu hazmedememeleriyle az müddet içinde katlolunmuştur. +Bundan sonra “Şekerci Muhammed” Bağdad valiliğinde +bulunmuştur. El-hasıl Hülagu’nun altı yüz elli altı senesinde +başlayan Bağdad hükumeti bir takım na-ehil valiler tarafından +su-i hal ile idare olunarak nihayet yedi yüz otuz sekiz +senesinde Hülagu hükumetinden rehayab olmuştur. +Hükumet-i Tatariyyenin duçar olduğu muharebat-ı dahiliyye +devamına meydan vermeyerek tarih-i mezkurda Bağdad’da +munkarız oldukları misilli yedi yüz kırk senesinde +asıl makarr-ı saltanatları bulunan Tebriz’de dahi munkarız +olmuşlardır. +− − +ZİŞTOVİ’DE ASAR VE HAYAT-I İSLAMİYYE +Ziştovi kasabası; Varna Sofya Hattı inşasına kadar pek +çok zamanlar Tuna sahilinin en mu’tena bir ticaretgah iskelesi +karyelerin her birisinde ashab-ı servet ü hayrat tarafından +bugün hemen kamilen denecek derecede Bulgaristan hükumeti +tarafından tahrib olunmuştur. +Yalnız tahrib olunmakla kalsa zavallı müslümanlar buna +da razi olacaklar; çünkü onlara göre bir lutuftur. +Fakat iş yalnız tahrib edilmekle bırakılmıyor; hem tahrib +ediliyor hem de onlara aid olan evkaf hükumet malı gibi +me’mur-ı mahsus tarafından hazine namına satılıyor. +Bulgaristan’ın her kasaba ve karyesinde bu zulüm bu +haksız tecavüzat bu kanun-şikenane muamelat cari olduğu +halde makam-ı aidi tarafından hiçbir türlü ses çıkarılmıyor!!! +Ziştovi kasabasında vaktiyle on dört cevami’ ve mesacid-i +şerife mevcud olduğu halde bugün ancak yedi adedi +mevcud denecek bir halde. Bakīsi tahrib edilmiştir. +Bunlardan ikisi esna-yı harbde hedm ve tahrib edildiği +gibi kasabanın en mu’tena ve şerefli bir yerinde bulunan +ve İhsaniye namıyla be-nam olan cami’-i şerif de Bulgar +hükumeti tarafından hedmedilerek yerine tiyatro binası inşa +olunmuştur ki bir vakitler abdestsiz içeri girilmesine müsaade +edilmez iken bugün içerisinde kadın-erkek boklu ayak +dansediyor da hala İslamların donmuş olan kanlarında bir +eser-i intibah bile hissedilmiyor. +Velişan Cami’-i Şerifi de takriben bundan on beş sene +mukaddem duvarlarının harabiyeti bahane edilerek komisyon-ı +mahsus tarafından hedmolunmasına icbar edilmiş ve +bu suretle hedmedilerek enkazından mahalle-i mezkurenin +diğer bir mevkiinde küçük bir cami’-i şerif inşa edilmiştir ki +bu da hilaf-ı kanundur. Zira bin dokuz yüz dokuz senesi imza +edilen protokol ahkamınca aynı mahiyeti haiz bir cami’ inşa +edilmesi lazımdır. +Kışla Cami’-i Şerifi demekle ma’ruf olan ma’bed-i mukaddesin +kurbünde bulunan mektep ve medrese ile cami’-i +şerifin minaresi hükumet tarafından hedm ve tahrib edilerek +cami’-i şerifin binasıyle tahminen üç bin metre murabba’ındaki +avlusu –ki ekser mahalli İslam makabiri imiş– askerlere +ta’limgah ve depo ittihaz olunmuştur. +Bulgarlar yalnız cami’leri zabtetmekle de kalmayarak +muharebeden mukaddem İslamlar tarafından inşa edilmiş +bir mekteb-i rüşdi var imiş. Bu mektep Bulgaristan’ın teşekkülünden +beri belediyenin elinde bulunuyor ise de bugün +Bulgarlara “jimnazya” i’dadi olduğunu kemal-i teessüfle görüyoruz. +Hasan Efendi Mescidi demekle ma’ruf olan mescid-i +şerif yirmi sene mukaddemine gelinceye kadar hükumet-i +Bulgariyye tarafından depo ittihaz edilmiş ondan sonra +da ticaret mektebinin inşası esnasında askerler tarafından +hedmedilerek enkazı alınıp arsası da mektep avlusuna ilhak +olunmuştur. +Bu mescidin kurbünde bir de medrese bulunuyorduysa +da o da emsali misilli tahrib olunmuştur. +yol üzerine gelerek inhidamına sebebiyet vermiş bu suretle +hedmedilerek enkazı vakfa alınmış ve arsası bil-füruht bedeli +alınmıştır. +Bazı cami’ler yıkıldığı halde yerine yapılanların hükumet +tarafından yapıldığı zannedilmesin; yukarıdan beri inşa +edildiğini söylediğimiz cevami’-i şerife ashab-ı servet ü hamiyyetin +hayatlarında bırakmış oldukları sülüs-i malları ve +ahali-i hamiyyetdanın ianesi ile meydana gelmişlerdir. +Ziştovi kasabasına aid evkaf-ı İslamiyyenin varidat-ı senevisi +frank kadar bir yekune baliğ oluyorsa da bunun +üç bin beş yüz frangı eimme ve müezzinlere ve sair sarfiyatına +bakīsi de terhinen vakıf namına istikraz olunan on bir +bin frankın re’sü’l-mal ve güzeştesine verilmektedir. +Ziştovi’de İslamların üç ibtidai mektebi vardır. Maa-haza +geçen sene ders ibtidasında maarif büdçesinin muzayakasından +naşi birisi kapanmıştır. Diğer ikisi de zükur birinci ve +talibat bulunuyor. +Evvelce dört sınıflı bir de mekteb-i rüşdi olduğu halde +birkaç seneden beri muzayaka-i maliyyeden naşi mikdar-ı +kafi muallim bulunmadığı cihetle iki sınıfa indirilmiştir. Mekteb-i +rüşdinin bulunduğu yerde üçüncü ve dördüncü sene +Ziştovi kasabasına aid olarak vermiş olduğum şu kadarcık +ma’lumatı mütemmim ve Bulgarların vatandaşları olan +müslümanlara bi-gayri hakkın reva gördükleri mezalim ve +taaddiyata ufacık bir levha olmak üzere bu günlerde bu kasabaya +mülhak Çavuş köy ahali-i İslamiyyesi hakkında +Evvela şurasını bilmek lazımdır ki Bulgaristan’da müslümanlar +hakkında ta’kīb etmekte olduğu yegane siyaset her +türlü vesaita –velevki en hasis olsa bile– müracaat ederek +onları hicrete mecbur ve bu vesile ile ellerinde bulunan mal +ve emlaklerini yok bahasına zabtetmektir. +Çavuşköy ahalisini de bu suretle hicrete mecbur etmeyi +düşünmüş olmalılar ki zikredeceğim vahşeti tasmim ederek +mevki’-i fi’le koymaya muvaffak olmuşlardır. +Vak’a mah-ı halin dokuzuncu Pazar günü akşam yani +yatsı namazını müteakıb zuhur etmiştir. Maamafih daha +gündüzden böyle müdhiş bir vak’anın zuhur edeceği şayi’ +olarak İslamları pek dehşetli bir korku istila eder. Çünkü bu +vak’a birden bire meydana gelmiş değildir. İki hafta mukaddem +köyün kenarında bulunan İslam Kıbtilerinden birkaç +hanenin başına da gelmişti. +Bulgarlar orada bulunan birkaç hane İslam Kıbtisine aslı +ve esası olmayan bir şey’i bahane ederek bir gece hücum +ederler kapı ve bacalarını yıkarak evlerini tarumar ederler. +Nizam ve insaniyetin hilafına olarak bu zavallılara edilen +zulüm ve tahkīre karşı bigane kalmayı mugayir-i insaniyyet +telakkī eden müslümanlar bu vahşeti köy muhtarına arzederler. +Fakat aldıkları cevab nasıl olsa beğenirsiniz? “Bakalım +sizin başınıza da neler gelecektir!!!” +Bundan sonra birkaç gün geçer vak’anın zuhur edeceği +gece İslamlar feraiz-ı İslamiyyeden olan yatsı namazını +eda etmek maksadıyle cami’-i şerife giderek feraiz-ı ilahiyyeyi +ba’de’l-eda bazı komşuları tarafından bir hücum-ı nagehaniye +ma’ruz kalarak sopa ve sair şeyler ile fena surette +darbolunurlar. +Bu haydud vahşi canavarlar burada bedbaht İslamları +bir suret-i gaddaranede ezdikten sonra bununla da iktifa etmeyerek +kırarlar edebsizcesine bazı İslam evlerine girerler. Hasılı sabahlara +kadar sokaklarda kudurmuş köpekler gibi silah atarak +zavallı müslümanları bilhassa kadın çoluk ve çocukları +havf u hirase düşürürler. Bunun üzerine Reç ve Otro gazeteleri +gibi şarlatan haydud körükçüler ile bunların körüğüyle +ateş alıp ortalığı yakıp kavuran medeniyet ve insaniyet namına +müslümanlara her fenalığı yapmaktan çekinmeyen bir +kısım Bulgarlar müstesna olduğu halde bittabi’ hükumet-i +mahalliyye vazifesini ifa ederek mücerred vak’ada zi-medhal +olan birkaç Bulgarı tevkīf ederler. +Fakat benim i’tikadıma göre Bulgaristan’da yaşayan vatanları +hakkında hüsn-i niyyetten başka bir his ile mütehassis +olmayan müslümanlara huzur ve rahat bırakmak istemeyen +Reç ve Otro gibi müfsid gazeteler bakī oldukça bu gibi fenalık +hiçbir vakit eksik olamaz. Bugünlerde muharebe hazırlıkları +gayet dehşetli gidiyor. Eğer Keşof kabinesi isti’fa ederse +yüzde doksan dokuz muharebe muhakkaktır. Bundan sonra +yazacağım yazıları İstanbul’da yazmaklığım lazım. +JAPONYA MİKADOSU MUTSUHİTO +Temmuz gece saat biri dakīka geçe Japonya Mikadosu +tahtı Tokyo’da vefat etti. +Mutsohito hazretleri yalnız aile-i imparatoriyi değil bütün +milletini hatta pek çok mesailde denebilir ki bütün +Şark’ı yetim bıraktı. Müşarun-ileyhin umur-ı idaredeki iktidarı +siyasetteki mahareti hususan hükümdaran arasındaki +sağlam bir temel vücuda getirdi idi. Müşarun-ileyh tahta +cülusunda Japonya’yı artık yağı kurumuş sönmeye meyyal +bir kandil halinde bulmuştu. Vefatında ise onu her nevi’ terakkıyatın +pek yüksek derecelerine kadar isal edip artık ne +ruzgara ne de başka te’sire kapılmakla kolay kolay ziyasını +bile tenkīs etmez bir “lüks” haline koyup bıraktı. +Müşarun-ileyh sene-i miladisinin ’üncü Teşrinisanisi’nde +tamam Avrupa devletlerinin ticaret-i ecnebiyye +bir devirde dünyaya gelmişti. Japonya’nın o günkü hükumeti +Avrupalılar’ın bu taleblerini reddetmişti. +Nihayet senesinde pek çok ictihadları te’sirsiz kaldığından +Avrupa devletleri arasında bazıları şems-i tali’i +cebr ile ticaret-i ecnebiyyeye açtırmak istemişlerdi. Evvelen +mesafenin bu’diyyeti saniyen bazı entrikalar sayesinde bu +mes’ele yine mesdud kalacağı bir sırada Amerikalı Amiral +Perry yedi harb gemisi ile Şimura Limanı’na vürud ile +ticaret-i ecnebiyyeye kapıları açmalarını Japonya’dan taleb +etti. Japonyalılar cüz’i bir tereddüdden sonra Amerika +ticaretine birkaç ticaret limanlarına duhul ile orada ticaretle +rallerinden Putyatin dahi aynı şerait dahilinde bir müsaade +Ahali ve genç Mikado bu halden son derece endişeye +düştüler. Avrupalılar ile yeni münasebete başlandığına cidden +müteessif idiler. Memleketin dahilinde her taraftan isyan +ateşleri göründü. İmparator ile umur-ı idareyi elinde bulunduran +ve makarr-ı idaresi Tokyo’da o zaman Yedo denirdi +bulunan Nokogawa Sülalesi namındaki derebeyliği arasında +büyük ihtilaflar zuhur ederek senesine kadar devam +etti. Akıbet genç ve müteşebbis Mikado’nun galebesi ile +nihayet buldu. Kokogawa Derebeyliği’nin askerini ıslah +tard ve fitnekarların büyüklerinden oldukları is +bat olundu. +senesi Teşrinisani’de Mikado Ordusu galibiyet +alayları ile sevine sevine imparatorlarını tahta iclas bütün +shogun derebeylikleri lağv ile Japonya’yı gayr-i kabil-i taksim +ve yalnız imparatora tabi’ bir devlet olarak i’lan ettiler. +Mutsohito hazretlerinin tahta cülusları ile Japonya’da +yeni devre-i siyasi devre-i terakkī ve refah dahi başlıyor. O +günden i’tibaren Japonya İmparatorluğu etrafındaki muzır +otlardan tathir edilen bir fidan gibi baş kaldırıyor. Mikadonun +cülusu Japonya’yı eski Çin adetlerinden teb’id ve +devre-i terakkī ve temeddüne duhul için bir kapı vazifesini +görmektedir. +senesinde imparatorun müşavirlerinden Okubo +nam zat son derece islahat tarafdarı bir zat olup idare-i atika +Japonya İmparatorluğu’nun payitahtı ittihaz olunup gelen +Kyoto’dan Yedo şimdi Tokyoya hicreti orada yeni usul ve +yeni tarz üzere imparatorluğun te’sis olunmasını mu +vafık +bularak gayet uzun ve mühim bir layiha takdim ediyor. +Genç imparator ecdadının bin seneden ziyade bir müddet +bila-mufarakat yaşadığı Kyoto’yu terk edip de bir derebeyliğin +makarr-ı idaresi bulunan o zaman pek çirkin olan +Yedo’ya hicreti hiçbir türlü kabul edemeyeceğini ve böyle +bir hicretin yeni bir ihtilale bile vesile olabileceğini beyan +ve böyle bir hareketten korktuğunu Okubo’ya söylüyor. +Lakin fikrinde musır kalan müşavir genç imparatoru ikna’ +sının Garb medeniyetinden bahisle onun müfid noktalarını +memlekette tatbik için fezanın hür olması yani eski imparatorluk +adetlerinden tamamen azade ve yalnız Mikado’yu +dinleyecek bir meydanın vücudu lazım olduğunu ve bunun +bileceğini ihtiyar ve adet-perest kübera ise Kyoto’da kalacağından +bu ıslahata mani’ olamayacaklarını beyan ediyor. +Vatanını ıslah ve rah-ı medeniyyete is’ad ehass-ı amali olan +genç ve gayur imparator bu fikirden gayet memnun olarak +teklifi kabul ediyor. +Bu karar Kyoto ahalisi ve saraylılar arasında büyük bir +galeyan vücuda getirdi. Akıbet hicret günü gelmişti. Binlerle +ahali saray etrafında toplandı. İmparatoru göz yaşlarına +boğula boğula Kyoto’da kalmaya da’vet ediyorlar binlerce +sene ecdadının makarr-ı hükumeti olan arz-ı mukaddesi +terketmemesini rica ediyorlar akıbeti fena olacağını söylüyorlardı. +Lakin demir gibi sert ve dönmez fikirli imparator +milletinin göz yaşlarını cehaletlerine atfederek yola çıktı. +ka şehrine gidip birkaç ay kaldıktan sonra Yedo’ya gidip +tan sonra tekrar Kyoto’ya gelip Prenses Haruko İlkbahar +Prensesi ile izdivac etti. Eylül sene İzdivac merasiminden +sonra makarr-ı hükumeti olan Tokyo’ya avdet etti +ve Kyoto ile alakasını büsbütün kat’ etti. Tokyo’ya avdetle +tamam yerleşince hemen ıslahata başlamak için zamanının +meşhur ıslahat-perver siyasilerinden Yafo Otubo İto +ve Furi gibi zatları kendine takrib ediyor. +virlerinin dehası sayesinde her gün türlü türlü eski adetlere +müstenid kanunlar ortadan kalkar yavaş yavaş kavi ve mühim +esaslar üzerine müstenid bir gül fidanı gibi yeni toprak +üzerinde sağlam genç imparatorluğun güneşi doğmaya başladığı +görünüyordu. +senesi Kanunisani’sinin beşinde İngiltere Rusya +Amerika Cemahir-i Müttefikası Almanya ve Hollanda sefirleri +payitahtta kemal-i tantana ve debdebe ile birinci def’a +huzura kabul edildiler. Pek az bir müddet zarfında da süfera-yı +mezkure memleketin terakkıyat ve teceddüdata ne +kadar hahiş ile sarıldığını görerek hükumetlerine gönderdikleri +raporlarda Japonya’nın rah-ı teceddüddeki sür’atini +tasvirde kelime bulamazlardı. Aradan pek az zaman geçtiği +halde imparator bütün Düvel-i Muazzama ile pek samimi bir +rabıta te’sis etmeye muvaffak olmuştu. +senesinde Garb devletlerinin şehzadelerinden Ja +ponya’yı ziyaret edenlerin birincisi olmak üzere Rusya prenslerinden +Aleksi Mutsuhito’yu ziyaret ve Rusya hanedanının +en büyük nişanlarından birini takdim etti. Birkaç sene sonra +da Prusya prenslerinden Henry Prusya imparatorunun gönderdiği +nişanı takdim için geldi. Biraz sonra da Cemahir-i +Müttefika-i Amerika Reis-i Cumhuru Grant Tokyo’ya gelip +Mutsuhito’nun cülusu ziraatte de yeni terakkıyata sebeb +oldu. Nüfuz-ı siyasinin shogun derebeyilerinden Mikado’ya +yed-i idaresine aldıktan sonra feodalizm zamanında arazisiz +kalmış fukara-yı zürraa işletebilecekleri mikdarda arazi +tevzi’ olunmasını emretmekle imparator avamın ve hususen +köylülerin ve asker takımının kalbini kendine celbetmiştir. +Ve senesinde bir ferman neşrederek züraın hukūkunu +ve arazi-i mezruanın sahiblerinin mal-ı meşruu olduğunu +tasdik ve te’kid etmiştir. Böylece bütün zürra’ ufak arazi sahibleri +namını ahzetmişlerdir. Zürraa taksim olunan bu araziden +bir nevi’ bedel dahi alınmayıp imparatorun ianesi namı +tahtında meccanen velakin işletilmek şartı ile bila-müddet +verilmiştir. +biri de dahili usul-i idarenin eski derebeylikleri usulünden +muştur. tarihinde a’zalı Şura-yı İmparatori Meclisi ve +nezaretli kabine teşkil olunmuştur. +Mezkur tarihi gayet büyük ve mühim umurun mebde’i +tarihidir. Sene-i mezkurede Budha mezhebi din-i resmi +olarak i’lan edildiği gibi resmen her nevi’ imtiyazat lağvolunarak +müsavat i’lan olunuyor darbhane ve posta te’sis +olunuyor birinci demiryolunun inşasına başlanıyor. +tarihinde de imparatorun emri ile çiçek aşısı kullanılması +me’murin-i hükumetin Avrupa usulünde elbise giymesi +uzun Çin usulüne müşabih saçların kesilmesi mekteplerin +yeni usulde te’sis ve mehakimde her nevi’ darb ve sair +bunun gibi cezaların lağvı hıristiyanların ayin-i dinilerinin +men’ olunmaması emrolunuyor. +Aynı senede maliye ıslahatı için pek büyük gayretler sarfolunuyor. +Aynı zamanda bu büyük teşebbüsler sırasında +pek çok ufak ıslahattan da geri kalınmıyor. Bu nevi’ büyük +dan kalma bazı ahalinin menafii mutazarrır oluyor beylerin +ve ağaların iktidarları tenakus ediyordu. Bir gün gelip +de tamam kuvvetten düşeceklerini hisseden mezkur takım +hükumetin gidişini avama fena göstermekte te’ahhur etmiyorlardı. +Bu hali hisseden genç hükümdar pek vaktinde bir +ferman neşrederek yakın vakitte kanun-ı esasinin i’lan olunacağını +memlekette usul-i meşrutiyyetin tatbikine başlanılacağını +sinde ibtidar olunacağını da akībinde neşrettiği bir ferman +Kanun-ı esasinin te’lif olunması meşhur Prens İto’ya +Japonlar bu zatı vatanlarının Bismarck’ı addederler havale +olunmuştu. +senesinde Şubat’ta mikado hazretleri usul-i meşrutiyyetin +te’sisini bir fermanla i’lan ve en evvela kendisi +kanun-ı esasiye sadık kalacağına yemin etmiştir. Hemen +ponya Meclis-i Meb’usanı’nın birinci ictimaı imparator tarafından +küşad olunmuştur. Japonya Kanun-ı Esasisi’ni yakın +vakitte tercüme edip takdim edeceğim. +Müteveffa vatanının mevki’-i siyasisini pek iyi anladığından +umur-ı harbiyye ve bahriyyenin de ıslah ve kemale isali +Meclis-i meb’usan kabinenin bahriyeyi ıslah için taleb ettiği +gayet ağır bir bütçeyi reddettiği zaman imparator hükumet +me’murinine bir hitabname neşrederek maaşlarının +onda birini donanma ianesi olarak vermelerini teklif etmişti. +Mezkur hitabnamede usul-i meşrutiyyete ne kadar riayetkar +olduğunu gösterecek bir mühim noktaya tesadüf olunuyor: +Hitabnamede kendisinin de bir hükumet me’muru +olduğunu ve binaenaleyh en evvel kendisi donanma ianesi +olarak aylığının onda birini teberru’ ettiğini i’lan ediyordu. +cüz’i bir müddet zarfında Japonya’nın şanına layık bir iktidarda +satvetli bir donanma vücuda getirilmiştir. +Aynı zamanda umur-ı harbiyyenin ıslahı için Golc Paşa +gibi birkaç muktedir ecnebi zabitleri çalıştırılmakta memalik-i +Garbiyyeye güruh güruh zabitan gönderilmekte memleket +dahilinde top ve tüfenk fabrikaları tersaneler vücuda +getirilmekte idi. Ticaret ve sınaatin terakkıyatına da imparator +büyük ehemmiyetler vermekte müteşebbis tüccara pek +büyük ianelerde bulunmakta tahris ve tergīb için hiçbir şeyi +esirgememekte idi. +Bu vechile “Büyük Islahat Devri” lakabına müstahık senelik +Japonya hayat-ı siyasisi artık kolay kolay sarsılacak +devreyi atlatmış Düvel-i Muazzama idadına dühule +namzed bulunuyordu. +Mutsuhito’nun devr-i saltanatı iki parlak galibiyet ile de +tezyin olunuyor: senesinde Japon ordusu Çin’i ve +senesinde Rusya’yı mağlub ederek artık hakīkaten Düvel-i +Muazzama idadına dahil olmuştur. +teveffa Mutsuhito hakīkaten Japonya İmparatorluğu’ +nun ikinci müessisi namına müstahıktır. Çünkü umur-ı +redeki bugünkü mükemmeliyet mütevali galibiyetler +maddi ve ma’nevi terakkıyat ve servet-i umumiyye yalnız +müşarun-ileyhin netice-i sa’yidir. +Her ne kadar bazı Garb seyyahları müşarun-ileyhe bazı +bazı evamirini gösteriyorlarsa da bu nevi’ taarruzat yalnız +Garblılara aid bir taassub iftirası olduğunu zannediyorum. +Efrenci Eylül’ün on üçünde müşarun-ileyhin cenazesi +milyona karib bir cemm-i gafir tarafından Tokyo İstasyonu’ndan +Kyoto’daki makberesine teşyi’ olunmuştur. +FRANSA – ALEM-İ İSLAM + +---- +VE +---- + +BAHR-İ SEFID HAKİMİYETİ +Paris Journal Bahr-ı Sefid hakimiyeti mes’elesi hakkında +yazdığı uzun bir makalede bu hakimiyetin istihsali zımnında +Fransa hükumeti tarafından şimdiye kadar sarfedilen mesai +Sefid’de en büyük rolün Fransa’ya teveccüh etmekte olduğunu +Fransız krallarının öteden beri anlamış olduklarını ve +bunun neticesi olarak bütün siyasetlerini İslamiyet cihetine +tevcih eylediklerini ve nitekim Birinci François ile Dördüncü +Henry Osmanlı padişahının dostluğunu arzu eyledikleri gibi +Ondördüncü Luois’nin de Fas’a sefirler i’zam eylediğini ve +hatta Napoleon’un da Mısır seferi esnasında İslamların muavenetiyle +tasavvur ettiğini söyledikten sonra Bahr-ı Sefid’de Fransız +hakimiyetinin bir vedia-i mukaddese şeklinde hükumetten +hükumete intikal eylediğini beyan ile diyor ki: +“Ecdadımız tarafından çizilen yolu ta’kīb hususunda hisseylediğimiz +arzu-yı daimiye ve Fas’da himaye te’sisi için +Afrika-yı Vusta’da bulunan en zengin Fransız müstemlekelerinden +birinin feda edilmesine rağmen Fransa’nın Bahr-ı +Sefid’de ta’kīb ettiği siyasetin nazik bir devre geçirmekte +olduğu bedihidir. Bu keyfiyet yirmi seneden beri siyaseten +göstermekte olduğumuz rabıtasızlıktan ve mes’ele-i İslamiyyeye +külliyyen adem-i vukūfumuzdan neş’et eylemiştir. +Fransa tarafından bu tarikte iki azim hata irtikab edilmiştir: +Bunlarda biri İstanbul’da Fransız nüfuzu yerine Alman nüfuzunun +teessüsüne müsaade edilmesinden diğeri de İtalyanların +Trablusgarb ve Bingazi’yi istila eylemelerine imkan +vermekliğimizden ibarettir. +Fransa’nın ilk vazifesi Osmanlı dostluğunu muhafaza +et +mek olmalıydı. Makam-ı Hilafet’in Osmanlıların elinde +bulunduğu unutulmamalıdır. Makam-ı Hilafet muazzam bir +kuvvet teşkil eylemekte ve dört yüz milyonu mütecaviz insanın +vicdanını idare etmektedir. Bütün hıristiyanların enzarı +“Roma”ya ma’tuf olduğu gibi bütün İslamiyet’in nazarları +da İstanbul’a müteveccihtir. Afrika-yı Fransavi de bu kanun-ı +müşterekin haricinde değildir. Havali-i mezkurede bulunan +ahali-i İslamiyye her sabah ve akşam taht-ı Osmani’de bulunan +hükümdarın devam-ı hayatı için dua eyliyor. Bunu +men’ etmeyi istemek muhali arzu eylemek demektir. Bir de +Fransa hakk-ı tefekkür ve i’tikadın serbestisini bütün aleme +bir esasa müsteniden hail olabilir? Artık engizisyon mevcud +değildir. Engizisyonun icraat-ı müdhişesini yeniden te’sis +eylemek temennisinde bulunanlar bunların harabiyetten +başka bir netice vermediğini tarihin tedkīkıyle anlayabilirler. +dinin fena bulmasını arzu eylemekliğimize mani’dir. Tezahür +eylediği şekil ne olursa olsun hiçbir zaman gaye-i hayaliyi +öldürmemek lazımdır. +şeylemek suretiyle istikbalde başımıza müşkilat-ı azime +zuhur etmesine sebebiyet veriyoruz. İtalya birçok senelerden +beri şiddetli nasyonalizm buhranı içinde çırpınıyor. İtalya +en kuvvetli devletlerin samimiyetini te’min hususunda +hissettiği temayülat-ı hafiyye saikasıyle Prusya ile ittifak etmiş +ve hükumet-i mezkureyi takliden İtalyanlar birçok hırs +ve tama’lara kapılmışlardır. İtalya kuvvetinin mütemadiyen +tezayüdünü ve kendi lehinde ve Fransa zararına olarak eski +Roma İmparatorluğu’nu vücuda getirmeyi tasavvur etmektedir. +Kartaca ve Manuba hadiselerini ta’kīb eyleyen gerginlik +devresinde İtalya matbuatından bazılarında görülen +makalat bu babda hiçbir şübheye mahal bırakmamaktadır. +Binaenaleyh İtalya’nın Afrika’daki Fransız müstemlekatı +kurbünde teessüsüne müsaade eylemek suretiyle kendimize +gayet mu’acciz bir komşu hazırlamış olduk. İtalyanlar Tunus +ve Cezayir’in Kostantin Vilayeti’ni daha şimdiden doldurmakta +ve vilayat-ı mezkurede bulunan yerlilere birer hakim +gibi muameleye kalkışmaktadırlar. Yerli ahali harekat-ı +vakıadan hiddetlenerek bunu Fransa’nın za’fına hamleylemekte +ve Trablus’da bulunan mezhebdaşlarının İtalyan +esaretine düşmek üzere olmalarını da Fransa’nın hatasına +hamletmektedirler.” +Paris Journal Almanya ve İtalya’nın Fransa’nın Bahr-ı +Sefid’deki nüfuzunu izaleye çalışmakta olduklarını ve Almanya’nın +Osmanlı buhranından bil-istifade İtalyanlar ile +sonra Fransa’nın bu rekabetleri izale için taht-ı nüfuzunda +bulunan ahali-i İslamiyyenin celb-i kulubuna çalışmasını ve +ahali-i mezkureye karşı adilane ve müstakīmane bir siyaset +ta’kīb ederek bunların adat ve ihtiyacat ve hukūkuna riayet +eylemesini tavsiye eyliyor. +Ahval-i hazıranın kesbettiği +ehemmiyete mebni evvelki gün Meclis-i Vükela zevali saat +on buçukta fevkalade ictima’ ederek geç vakte kadar müzakeratta +bulunmuştur. +Bulgaristan Sırbistan Yunanistan hükumetlerinin hükumet-i +Osmaniyyeye karşı umumi seferberlik kararını verdiklerine +dair sefarattan varid olan telgrafnameler üzerine +müzakerat cereyan eylemiş ve Düvel-i Muazzama’ya Balkan +ahvalinin iktisab eylediği vahametin mes’uliyeti kat’iyyen +Türkiye’ye teveccüh etmeyeceğinin ve Türkiye’nin kat’iyyen +sulh u müsalemet tarafdarı olduğunun tebliği tezekkür +edilmiş ve hükumet-i Osmaniyyenin ittihaz eyleyeceği hatt-ı +hareket uzun uzadıya mevzu’-ı bahs olarak icabat-ı mukteziyyesinin +hudud-ı Osmaninin vaz’iyetine dair Harbiye Nezareti’ne +varid olan telgrafnameler meclisde harbiye nazırı tarafından +görülerek Erkan-ı Harbiyye Reisi Hadi Paşa’ya tedabir-i +mukteziyyenin serian icrası emredilmiştir. +Osmanlı ordusunun umumi +seferber haline vaz’ı Meclis-i Vükela’da tekarrur eyleyerek +Balkan hükumetlerinin aldıkları +vaz’iyet-i muhasematkaraneye karşı hükumet-i Osmaniyye +mecbur olduğu tedabiri ittihaz etmekle beraber son derecede +müsalemetkarane bir siyaset ta’kībi fikrinde bulunduğu +ve şayet Balkan hükumetleriyle bir harb-i müessif zuhur +edecek olursa Türkiye’nin kat’iyyen mes’uliyet kabul edemeyeceğini +ve mes’uliyetin tamamiyle müsebbibleri olan +Balkan hükumatına teveccüh eylediği beyanıyle Düvel-i +Muazzama’ya tebliğat-ı umumiyye icra kılınmıştır. +Hal-i seferberiye vaz’ olunan kıtaatın +umum kumandanlığına Ferik Abdullah Paşa’nın +ta’yin edildiği haber alınmıştır. +Hükumet bütün vesait-ı nakliyyeyi +ve ez-cümle Osmanlı sefainini taht-ı nezarete alarak bunları +sevkıyat-ı askeriyyeye tahsis etmiştir. +Bulgaristan Sırbistan ve Yunanistan hükumetleri +umumi seferberlik emirlerini vererek hükumet-i Osmaniyyeye +karşı hududlarda tahşidatta bulunuyorlar. +Osmanlı denizlerinde bulunan +Yunan ve Bulgar vapurlarına hemen avdet etmeleri için +emirler verilmiştir. +Romanya hükumeti Bulgaristan +hududunda tahşidatına germi ile umumi seferberlik +Rusya da bir kısım rediflerini silah altına +alarak Garb hududuna sevkıyata başlamıştır. +FIRKALARIN BARIŞMASI +Memleketimizdeki siyasi fırkaların rüesası birer beyanname +yazarak hükumete el birliğiyle yardım etmeye karar verdiklerini +vatanın harici düşmanlarına karşı durmak için hiçbir +fedakarlıktan geri durmayacaklarını i’lan edeceklermiş. +Zaten fırkalardan biz de başka türlü bir hareket beklemiyorduk. +Sebilürreşad kendisinin kat’iyyen bi-taraf olduğunu +şimdiye kadar ta’kīb ettiği meslek ile kari’lerine anlatmış +hem o meslekte sonuna kadar sebat edeceğini sırası geldikçe +söylemiştir. Ancak vatanın ma’ruz olduğu böyle vasi’ bir +hücum karşısında diğer matbuat arkadaşlarımızın da artık +fırka tarafdarlığına tehlike atlayıncaya kadar olsun veda’ +etmelerini an-samimi’l-kalb niyaz ederiz. +Gazetelerin birbirlerine karşı kullanmakta oldukları ağır +lisan dün hayli i’tidal kesbetmiş idi. Bununla beraber yine +arada hiss-i infiale kapılmaktan kalemlerini büsbütün alamıyorlar! +Gerek fırkaların gerek o fırkalara mensub gazetelerin +tamamıyle birleştiği haric nazarında sabit olur olmaz +tehlikenin onda dokuzu atlamış demektir. Zira Osmanlıların +düşmandan yılar muharebeden çekinir bir millet olmadığı; +“Harb isteriz!” yaygaralarıyla Avrupa afakını çınlatan düşmanlarımızca +pek ma’lumdur. +Düşmanlarımız –şayed bu hazırlıkları kuru patırtı değilse– +şu zanda aldanıyorlar ki; Arnavutluk kıyamları fırka +münazaaları bizi yabancı bir düşmanın hücumuna karşı +birleşmeyecek kadar birbirimizden ayırmıştır. Heyhat! Hududda +bir surette birleşen şu kahraman unsurlar el ele verip soluğu +muharebe meydanında alacaklardır. Bize vatandaşlık +rabıtasıyla merbut olan gayr-i müslim unsurlardan beklediğimiz +hem kemal-i itminan ile beklediğimiz hareket de aynı +fedakarlık aynı fedailiktir. +Başka hükumetler sulh istedikçe sulha tarafdar olmak +nasıl en sarih evamir-i Kur’an iyyeden ise harb arzusu gösteren +düşmana karşı harbetmek de Kitabullah’ın ahkamındandır. +Şimdiye kadar harb için değil sulhu muhafaza için +ordumuzu ta’lim ettik tahkim ettik levazımını ikmal ettik. +Ama düşmanlarımız harbedecekmiş pek a’la! Dökülecek +kanlardan ne huzur-ı Şeriat’te ne de huzur-ı insaniyyette +asla mes’ul değiliz. +el-Alem Gazetesi’nin sahne-i harbde bulunan muhabirinin +Sive İstasyonu’ndan keşide eylediği telgrafnamede taraf-ı +eşref-i Hazret-i Hilafet-penahi’den Senusilerin şeyh-i kebiri +eş-Şerif Ahmed hazretlerine ihsan buyurulan ve bir kılıç +murassa’ nişan-ı Osmani altın saat ve bir sandık ipek kumaştan +bub’a muvasalet ederek hedayayı şeyh hazretlerine takdim +eyledikleri ve hedayanın şeyh hazretleri nezdinde fevkalade +memnuniyet ve şükranı mucib olarak yadigar-ı minnetdarı +olmak üzere şeref-i hümayuna elli kişilik büyük bir zıyafet +keşide edildiği bildirilmiştir. +Efrenci Eylül’ün ’nci +günü İngilizlerin Mısır’ı işgal ettikleri güne tesadüf ettiğinden +Hizb-i Vatani Hey’et-i İdaresi’nin verdiği karar üzerine Hizib +Vekili Ali Fehmi Bey İngiltere Hariciye Nazırı “Sir Edward +Grey”e bir telgraf keşide ederek İngiliz devletinin hilaf-ı teahhüd +olarak hala Hıtta-i Mısriyye’den çıkmadığını protesto +etmiştir. +Kalküta’da +neşrolunan Farisiyyü’l-ibare Hablü’l-Metin gazetesi +ki en eski bir gazete olup İranilerce büyük bir ehemmiyetle +okunuyor son gelen nüshalarından birinde Memalik-i +Osmaniyye’ye hasretmiş olduğu başmakalesinde Osmanlı +siyasiyyununa; “İran facia-i eliminden ibret almaları”na dair +bir tavsiye-i biraderanede bulunuyor ve makalesini Firdevsi’nin +şu beytiyle bitiriyor: +! +Afganistan: +Siracü’l-Ahbar +gazetesi Londra muhabir-i mahsusundan aldığı +bir mektuba istinaden Afganistan maadininin haritasını +yapmak üzere celbolunan İngiliz mühendislerinin hükumet-i +mezkureye verdikleri haritadan başka kendi hükumet-i +metbualarına daha mükemmel diğer bir harita takdim +ettiklerini ve mükafat olarak İngiltere’den bin İngiliz lirası +aldıklarını yazıyor. +Çend günden beri gazeteler +Rus Hariciye Nazırı Sazanof’un Londra seyahati ile +meşgūldürler. Sazanof Balmoral’da İngiliz kralı hazretlerine +misafir olarak Sir Edward Grey ile müzakerat-ı mühimme-i +siyasiyyede bulundu. Taht-ı müzakereye alınan mesailden +en mühimmi de İran Mes’elesi olmuştur. Ma’lumdur ki +liz menatık-ı nüfuzu diye iki kıt’aya ayrılmıştır. Hal-i hazırda +Rus mıntıkası farzedilen kıt’a Rus asakiri taht-ı işgalindedir. +Kazvin Erdebil Tebriz Urmi Hoy ve Meşhed gibi nikat-ı +mühimmede min-haysü’l-mecmu’ on beş bine karib Rus +askeri vardır. Asakir-i merkūme muvakkat olarak İran’a sevkedilmiş +ve sevkedildiği zaman da Rus hükumeti tarafından +zemin ve zaman müsaid olduğu gibi geri çağırılacağına aid +beyanat-ı resmiyyede bulunulmuş idi. Fakat beyanname-i +mezkuru müteakıb asakir-i mevcudenin geri çekilmesi şöyle +dursun bilakis mütemadiyen kuva-yı cedide sevkedilmiştir. +Arasıra asakir-i mevcudenin bir kısmı geri istenilmişse +de sonradan birer bahane ile tekrar iki misli olarak İran’a +dönmüştür. Bu cihet –Hindistan’ı Rusların takarrubundan +muhafaza etmek siyasetini İngiltere için hayat ve memat +siyaseti telakkī eden– İngiltere mahafilinde asabiyeti mucib +olduğu gibi diğer tarafdan Rusların İran mesailinde İngilizlere +karşı aldıkları bir tavr-ı lakaydileri dahi ayrıca İngiliz mütefekkirlerini +düşündürüyordu. Ahiran İran vakayiini havi +olarak neşrolunan Mai Kitab ’a bakılacak olursa görülür ki +her mes’elede İngiltere diplomasisi Ruslara karşı ser-füru +etmeye her daim Rusların mukavemetine İngiltere nüfuz +ve menafiinin Ruslar tarafından imhaline uğramıştır. Rus ve +na aid teati olunan bütün muharrerat-ı resmiyyede büyük +bir burudet hissedildiği görülüyor. İşte bu burudetin izalesi +ve i’tilaf-ı mezkurun daha samimi bir takım esaslar üzerine +vaz’ olunması için Balmoral’da İ’tilafnamesi ta’dil edilecekmiş. +Acaba bu ta’dilin neticesi ne olacak? İraniler bu +ta’dilden ne bekleyebilirler? +Ma’lum olduğu üzere Ruslar her nasıl olursa olsun şah-ı +mahlu’ Muhammed Ali Mirza’yı tekrar makam-ı saltanatta +görmek isterler. Bunun için de İngiltere’yi iknaa çalışıyorlar. +Fakat İngiltere Devleti Sir Edward Grey’in parlamentoda +resmen beyan ettiği üzere bu fikrin cidden aleyhindedir. +Sonra İngilizler Rusların Şimali İran’dan çıkması tarafdarıdırlar. +Aynı zamanda meclisin vücudunu da elzem görüyorlar. +Halbuki Ruslar böyle düşünmüyor; onlar meclisi +kendi menafi’leriyle te’lif ettiremiyorlar. İngiltere gazetelerinin +neşriyatına bakılırsa bu ta’dil İran’ın lehine olacakmış. +Ta’dil neticesinde gerek Ruslar gerek İngilizlerce şimdiki +nokta-i nazardan bir müddetten beri Paris’de bulunan ��ran +Naibü’s-saltanatı Nasırulmülk hazretlerinin dahi Sazanof’un +Londra’ya geldiği bir zamanda Londra’ya seyahat etmesini +ma’nidar görüyorlar. +Telgraflar Balmoral’da İran’ın taksim edileceği mes’elesini +tekzib ettikten sonra Mösyö Sazanof’un Nasırulmülk’ün +tekrar İran’a avdetini taleb ettiğini haber veriyorlar ki bu da +pek ma’nidardır. +ğer devletlerin tesadüm-i menafiinden beklemesi oldukça +elim bir vaz’iyettir. Bakalım bu vaz’iyet-i elimeye Balmoral +mülakatı ne gibi bir elem daha zammedecektir? Fakat bir +nokta-i nazara göre ihtimal ki Balmoral mülakati İran’ın +alamını biraz tahfif eyler. Çünkü bu aralık İngilizlerin menfaati +onu iktiza etmektedir. Osmanlı siyasetinde vaki’ olan +tebeddülat İngilizlere daha yüksek konuşmak fırsatını veriyormuş +diye bir fikir de vardır. +Ahiren Salaruddevle’ye İran meşrutiyet-perveranından Demokrat +Fırkası’na intisabıyle ma’ruf olan Yar Muhammed +Han namında birisinin dahi iltihak ettiğini yevmi gazetelerde +neşrolunan telgraflar bildiriyor. Biz bu haberin Dersaadet’te +bulunan İran mültecilerince ne yolda telakkī edildiğini +merak ederek tahkīk ettik. Neticede Yar Muhammed +Han’ın hakīkaten meşrutiyet yolunda hidemat-ı mühimmesi +sebkettiğini fakat bu sonuncu hareketinin meşrutiyet-perveranca +hiç de tasvib edilmeyip bilakis nazar-ı nefretle görüldüğünü +öğrendik. Buradaki İran meşrutiyet-perverleri +gerek demokratlar olsun gerek sairleri olsun Salaruddevle +gibi mürteci’lerle teşrik-i mesai etmeyi meslek-i meşrutiyyetten +görüyorlar. İran hükumet-i hazırasınca ta’kīb olunan siyaseti +pek de tasvib etmedikleri halde kendileriyle hasbihalde +bulunduğumuz İraniler hükumeti zaafa uğratacak ve umur-ı +dahiliyyeyi muhtell edecek her teşebbüs-i ihtilal-perveraneyi +vatanla teşrik-i mesai edenlere la’net okuyorlar. +Rusya’dan +al +dığımız mektuplardan anlıyoruz ki mütevaliyen Alem-i +ya İslam gençliğinde şedid bir hiss-i milliyet ve İslamiyyet +uyanıyor. Rusya inkılabat-ı dahiliyyesi zamanlarında İslam +gençleri ale’l-ekser inkılab-ı mezkurun i’lan etmiş olduğu +“hürriyet müsavat ve uhuvvet” efkar-ı ahraranesinden! +mülhem olarak milliyet-perverlik ve ittihad-ı İslam gibi efkarı +bir netice-i taassub [telakkī] ediyorlar idi. Şimdi ise bilakis +o efkarın inkılab günlerine mahsus birer hayal-i müzehhebden +mektedirler. +Büyük Napoleon’un +Moskova’da mağlubiyetinin yüzüncü sene-i devriyyesi olmak +münasebetiyle geçen Ağustos’un ’nci günü bütün +Rusya’da icra edilen şenliklere Buhara emiri hazretleri dahi +suret-i resmiyyede iştirak eylemiş ve Buhara kurbünde vaki’ +Kakan Sarayı’nda büyük bir zıyafet vermiştir. +Pekin’den Rus gazetelerine +çekilen telgraflardan anlaşıldığı vechile Pekin kabinesi fevkalade +surette in’ikad eden bir celsesinde Çin ordusunun +Ruslara karşı koyacak bir halde olmadığını ve Dış Moğolistan’ın +da bizzat gayr-i münbit araziden ibaret olduğunu +nazara alarak mahza Rusları susturmak için arazi-i mezkurenin +Ruslara verilmesini esasen taht-ı karara almıştır. İşbu +fedakarlıkla Çin hükumeti Rus diplomasi[si]nin teveccühünü +celb ile Moğolistan’da yaptığı entrikalarından kendisini +vazgeçirmek istiyormuş. Fakat zavallı Çin gafil ki; “İştiha diş +altındadır!” +Tercümesi +“İyi biliniz ki Allah ile onun Peygamberine karşı gelenler +yok mu işte onlar en zelil mahluklar sırasındadır. Ben +de Peygamberlerim de mutlak onları mağlub edeceğiz diye +Allah ezelde yazdı; Allah ise muradından kabil değil döndürülemeyen +bir Kadir-i Zü’l-celal’dir.” +* * * +Sure-i Mücadele’ye mensub olan şu iki ayet-i celile +Kitabullah’ın en müdhiş parçalarındandır. Ancak aslındaki +ruh-ı şiddete dair ufacık bir fikir verecek kadar olsun tercümesine +elimizdeki lisanın şivesi müsaade etmiyor. Yoksa +edebiyatıyle uğraşmak sayesinde Arabın selika-i beyanına +ülfet peyda edenler için bu müeyyed bu müekked tehdid-i +Evet nazarımızı maziye doğru çevirirsek: Cenab-ı Hakk’ +vermeyen milletlerin sonunda ne ağır bir zillete mahkum +olduklarını ne acıklı bir sefalet içinde çalkanıp gittiklerini +görürüz. +Hayır hayır! Mazileri karıştırmaya uzaklara gitmeye hacet +yok. İşte hal de bize namütenahi ibret levhaları gösterip +duruyor: Hani müslümanların eski şevketi eski saadeti? +Hani onların eski samanı eski izzeti. +Bir zamanlar Merkez-i Hilafet dünyanın mültecası iken +ne zillettir ki bugün adeta mülteci mevkiinde bulunuyor! Bir +zamanlar sıyt-ı şevketimiz cihanı titretirken ne rezalettir ki +şimdi Bulgarlar bile bizi korkutmak ümidine düşüyor! +Eğer aklımızı başımıza almazsak; eğer Kitabullah’a dört +şeklinde yazılmıştır. +elle sarılmazsak; eğer aramızdaki nifaklara şikaklara hatime +vermezsek; eğer Türkü Arnavuda Arabı Kürde düşman +tanıtmak siyaset-i mecnunanesinden vazgeçmezsek; eğer +Müslümanlık’ta ataletin meskenetin haram olduğunu hala +anlamak istemezsek; eğer bu din-i mübinin cehl ile payidar +olamayacağına an samimi’l-kalb iman etmezsek; eğer bütün +kuvvetimizle düşmanlarımızdan daha kuvvetli olmaya çalışmazsak; +eğer memleketimize garbın rezail-i medeniyyeti +yerine fennini san’atını sokamazsak... Ne olacağız bilir misiniz? +El iyazü billah milletlerin maskarası Müslümanlığın +yüz karası! +Kahhar-ı Zü’l-celal’in dest-i intikamı –hamd olsun– alnımıza +nişanesini o esaret-i ebediyye +o mahkumiyet-i sermediyye damgasını henüz vur +m +a +dı. Lakin kavanin-i fıtrata karşı biraz daha isyan edecek +olursak o alamet-i hizlan nasiyelerimize vurulacak; hem +ferda-yı mahşere kadar silinmemek üzere vurulacak! +Evet cebheleri o dağ-ı hizlan ile kararan millet ne +kadar çalışsa bir daha asude bir çehre ile insaniyetin huzuruna +çıkamıyor. Biz pek kat’i pek sarih olan bu vaid-i ilahinin +başkaları hakkında tahakkukunu gördük. Kitabullah’ın +en açık mu’cizelerinden biri şudur ki: Başkaları dediğimiz o +zavallı millet eski hatalarını ta’mir eski günahlarını tathir için +sonradan alabildiğine çalışmış alabildiğine uğraşmış iken +kabil değil mahkum olduğu hüsran-ı müebbedden kurtulamadı; +hem imkanı yok kurtulamayacak. +Şarktan garbdan şimalden cenubdan hasılı her taraf +tan +hücuma hazırlanan tehlike-i sarihaya karşı sabrını metanetini +ele alması; cümlesinin birden ... +terane-i +lahuti-i hamasetiyle hudud boyuna koşması cemaat-i +Eğer yaşamak istiyorsak bu ruhu öldürmeyelim. Yani +vahdet-i İslamiyyeyi tarumar edecek hareketler şöyle dursun +tahriklerden bile Allah’a sığınalım. Şu son hükumet-i +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +halinde kaldıkça bütün dünya bir araya gelse devrilmek değil +kımıldanmaz bile! +Ey cemaat-i müslimin siz ne Arapsınız ne Türksünüz +ne Arnavutsunuz ne Kürtsünüz ne Lazsınız ne Çerkessiniz! +Siz ancak bir milletin efradısınız ki o millet-i muazzama da +sında bulunamazsınız; kavmiyet gayretine düştükçe de müslüman +olamazsınız. +Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin +bin üç yüz bu kadar sene evvel ümmetine bildirdiği bu hakīkati +hatırınızdan çıkardığınız gibi dünyanız azab ahiretiniz +Mehmed Akif +: : +Bu hadis-i şerif Hakim’in Müstedrek ’inde mezkur olan +ehadis-i şerifedendir. Ravisi Hazret-i Cabir radıyallahu anh +dır. +“Düşman ile karşı karşıya gelmeyi temenni +etmeyiniz de Allahu Teala’dan afiyet ve selamet taleb ediniz. +Zira düşmanlarınızın eliyle ne gibi ibtilalara giriftar olacağınızı +bilemezsiniz. Onlarla karşılaştığınız vakitte de; “Ey onların +da bizim de Rabbimiz olan Allahu Azimü’ş-şan! Bizim +de nasiyelerimiz onların da nasiyeleri Sen’in yed-i kudret +ve tasarrufundadır. Onları hacil ü şermsar edecek de ancak +Sen’sin!” diye dua ediniz. Ondan sonra yerinizde oturup sebat +ediniz! Üzerinize yürüdüler mi hemen kalkınız ve tekbir +alınız!” +Yine buna karib olan diğer bir hadis-i şerifde de; +“Onlara mülakī olduğunuz vakitte ise sebat ediniz ve zikrullahı +çokca ediniz. Onlar eğer gürültü yaygara ederlerse siz +sükutu iltizam ediniz” buyurulmuştur. +“Devlet harb açmak üzeredir” deniliyor. Düşmanlarımız +her taraftan hücuma hazırlanmış namus-ı İslam’ı kesredecek +tekalif-i şakkada bulunuyormuş. Her gün; “Silah patlayacak!” +diye intizardayız. Böyle bir sırada cihadın fezailini +Hazret-i Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz +hazretlerinin terğībat-ı kudsiyyelerini kari’lerimize bildirmek +nesim-i hayatı istinşak ettiği günden son nefesini +verdiği ana kadar samiası menakıb-ı cihad ile dolmaktan +hali kalmamış bir kavme cihadın fezailinden bahsetmeyi +zaid görmüyor bununla beraber şimdi kabil-i ihmal addedebiliyorum. +Bu hadis-i şerifi bugün ihvan-ı müsliminimizin piş-i enzar-ı +hafta içinde dört beş gün geceli gündüzlü İstanbul sokaklarını +çınlatan şamatalar nümayişler mitinglerdir. Hükumet +ağızdan; “Harb isteriz! Düşmanlarımız kahrolsun!” dedik +durduk. Düşmanlarımızın mağlubiyetini makhuriyetini gazab-ı +nun için Bargah-ı Ehadiyyet’e kemal-i tazarru’ u ibtihal inkisar-ı +kalb ile arz-ı niyaz eylemeye diyecek yok. Fakat harb +sallallahu aleyhi ve sellem razi olacağı temenniyattan değildir. +Bahusus yerleri gökleri birbirine katan bu nümayişler +ruh-ı İslamdaki ciddiyete hiç de muvafık değildir. Nümayiş! +“Nümayiş”in zımnında az çok sahtekarlık mündemicdir. İslam’ın +en ziyade nefret ettiği şey ise sahtekarlıktır ki din ve +akīdeye tealluk ettiği vakitte onu “nifak” tesmiye etmiştir. +Tam müslümanca hareket edecek isek ya göründüğümüz +gibi olmalı ya olduğumuz gibi görünmeliyiz. Hiçbir noksanımız +düşmanlarımızı ümidlendirecek hiçbir aybımız olmadığı +zamanlarda olduğumuz gibi görünmeli fakat şarlatanlığa +boş boğazlığa hamledilebilecek ef’al ü harekatın +kaffesinden tevakkī etmeliyiz. Kavi azimkar sabit-kadem +şeci’ hiçbir musibetten yılmaz cengaver ve bahadırlar olduğumuzu +göstermeliyiz. +“Düşmanlarımız bizi iğzab için böyle yapıp dururken biz +sükut mu edelim?” diyeceksiniz. Hayır sükut etmeyelim; fakat +onlara vakar ve sekinetle mukabele edelim. Hem emin +olunuz ki takınacağımız vakar ve sekinet kulub-ı a’daya hiç +ummadığınız bir havf u haşyet verir. Hem anlamam onların +her yaptığını yapmaya neden lüzum görüyoruz? Vakıa; +“ Küffara mallarınızla +nefislerinizle dillerinizle mücahede ediniz!” diye diğer +bir emir varid olmuştur. Fakat mücahede; “Düşmanlarımız +kahrolsun!” yahud; “Şöyle keseriz böyle asarız!” demekle +hasıl olmaz. A’dayı cidden tehdid edecek kalblerini korkutacak +sözlerimiz varsa söyleyelim. Yoksa onlara cevab ve +mukabelelerimiz fiilimiz olsun meydan-ı harbdeki sebat ve +celadetimiz olsun! +Miting akdine fikren muhalif değilim. Çünkü o milletin +gayr-ı resmi bir meclis-i meşveretidir. Millet orada –ifrata varmamak +devletin siyasetini bozmamak selametini tehlikeye +şekl-i muayyene koyarak hükumete arzedebilir. Lakin hatibler +bi-ma’na temeddühat ile şer’an menhi olan tafra-füruşane +sözlerle Hazret-i Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem +Efendimiz’in zemmettiği şakaşık-ı hitabetle teşedduk-ı +zemim ile meclisin ciddiyetini ihlal ve müctema’larda gülünç +nümayişlerle i’la-yı kelimetullah uğrunda çalışanları techiz-i +cüyuş ile meşgūl olanları bi-huzur etmemelidir. Davullarla +zurnalarla bayraklarla meş’alelerle kahramanlığımızı öğerek +saatlerce sokak sokak dolaşacağımıza sesimiz kısılıncaya +kadar bangır bangır bağıracağımıza iş zamanıdır çalışalım; +tedarikli farzettiğimiz düşmanlara karşı tedarikli bulunmaya +uğraşalım. Bu ordumuzun her ma’nasınca bir ceyş-i usret +olacağını bilerek ona göre hazırlanalım. Ciddi hazırlık ise bizim +böyle mala-yağniyat ile uğraşmamıza mani’dir. Hülasa +aklımızı başımıza alalım. Kavval olacağımıza fa’al olalım. +Harb istemek bahsine gelince; bunda da rehberimiz fatiha-i +makal ittihaz ettiğimiz hadis-i şerif-i nebevidir. Cihadı +namazdan sonra efdal-i adat addeden; +“ Kebairin yedisinden de +esna-yı harbde firar etmek… ilh.” hadis-i şerifi mantukunca +saff-ı vegadan firarı şirk ile katl-i nefs ile beraber ta’dad +edecek kadar bir zenb-i azim addeden hatta saliklerini +adedleri kesir iken iki kat kalil iken on kat fazla düşmana +karşı sebat ve mukavemeti vacib kılan bir din ile mütedeyyin +olduğumuz halde lika-yı aduyu temenniden acaba neden +men’ olunuyoruz? Bunun cevabı Said bin Cübeyr radıyallahu +anhın rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir: +“ Nebiyy-i +muhterem sallallahu aleyhi ve sellem sefere çıktıkları zaman +Cenab-ı Allah’dan ziyadece afiyet talebinde bulunurlardı. +Ashabından biri; ‘Ya Nebiyyallah! Cenab-ı Allah’dan +ziyadece afiyet talebinde bulunuyorsun. Halbuki biz iki şey +arasında muhayyeriz; ya nail-i feth olur ya şehid oluruz!’ +deyince Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz +hazretleri –hezimeti kasd buyurarak–; ‘Ben sizin için bu +Hasılı şerefimize nakīsa verecek şan-ı İslam’ı tezlil edecek +teklifler karşısında metin olalım. Saha-i İslam’ı zilletten +tebriye edelim. Bu teklifleri –mücahede-i lisaniyye kabilinden +olduğu için– kemal-i unf ile reddedelim. Zira ruh-ı İslam +ma’nası zilletten müteezzi olur. Bunu hiçbir vakitte kabul +etmez. Fakat nümayişlerden de vazgeçelim. Zira sahtekarlık +değilse bile Rabbim muhafaza etsin şaşkınlık alametidir. +Sokak sokak dolaşarak; “Kahrolsun fülan! Mahvolsun +fülan!” diyeceğimize esbab-ı galebemizi ağır başlılıkla teemmül +edelim çalışalım. Bir taraftan da düşmanın makhuriyetini +münkesir bir kalb ile deruni niyazlarla Cenab-ı Hayru’n-nasırin’den +taleb edelim. Ve isr-i celil-i nebeviye ıktifaen; +“Ey bize kitap gönderen bulutları yürüten ahzab-ı mukatilini +kaçıran Allahu Azimü’ş-şan! Onları münhezim ve bizi +onların üzerine mansur et!” duasını tertil edelim. Çünkü; +ayet-i kerimesine nazaran nusretin +ne tarafta olacağı ma’lum değildir. Ve; +hadis-i kudsisine nazaran fi-sebilillah münkesir +olan kalblerden sadır olmuş nusret duasının –sair dualar +gibi– bargah-ı kabule kurbiyeti ziyadedir. Düşmanın üzerine +miadı gelmedikçe atılmayalım; fakat atıldığımız düşmana +mülakī olduğumuz zaman da; +hadis-i şerifine iman ederek sabr +u sebat edelim. Ve cennetin kılıç gölgeleri altında olduğunu +bilelim. +DÜŞMANIN HÜCUMUNU BEKLERKEN… +Başta Bulgaristan olmak üzere Balkan hükumat-ı sagīresi +bize i’lan-ı harb edecekler!.. +Bu haber İstanbul’u büyük bir heyecana getirdi. Geçen +hafta İstanbullular büyük bir galeyan-ı hamiyyet içinde; davul-zurna +ateşin nutuklar samimi ve har alkışlar ve bi-tabane +bir sabırsızlıkla Balkan devletciklerinin müttehid ültimatomlarını +beklediler… Geçen Cuma günü İstanbul sokakları +birer meşher-i hamaset kesilmişti. Muhtelif fırkalara mensub +natıklar aynı beyanatta bulunuyor muhalif ve muvafık hepsi +yek-avaz olarak: +“Yaşasın harb yaşasın Osmanlılar!” +diyordular ertesi günü vilayattan gelen telgraflar bütün +Memalik-i Osmaniyye’nin dahi İstanbul’un asır-dide mey +danlarını çınlatan işbu nida-yı hamiyyetle hem-avaz olduklarını +gösteriyordu. Ve zannederim ki bu nidalar yalnız +Memalik-i Osmaniyye’ye inhisar etmiyor can kulağımla +Hindistan Afganistan İran ve Kafkasya gibi Türkistan Buhara +Kırım Kazan Mısır Tunus gibi memalik-i İslamiyyenin +dahi Merkez-i Hilafet’te ibraz olunan işbu heyecanlarla +hem-galeyan olduğunu ve oralardaki erbab-ı hamiyyetin +harim-i ma’neviyyetinden kopan; “Ey Alem-i İslam’ın son +nokta-i ümidini yed-i idarelerinde bulunduran kardeşler +Allah aşkına icab eden dirayet ve hamiyeti esirgemeyiniz” +mealinde bir sayha-i ikaz dinliyorum. Çünkü Trablusgarb +Mu +harebesi üzerine Alem-i İslam’da görünen heyecan-ı +ma’ +nevi Dersaadet’teki fırka mübarezatı üzerine Hindistan’ +dan çekilen intibah-aver telgraflar memalik-i İslamiyyeden +Osmanlı Hilal-i Ahmer Sandığı’na gönderilen paralar bu +hususda pek de nikbin olmayan yüreğime az çok bir hassasiyet +vermiştir. +Ah yed-i kudretimde olsaydı da geçen Cuma günü İstanbul’un +almış olduğu o şekl-i mehibi aynıyle aktar-ı aleme +hususıyle memalik-i İslamiyyeye göstereydim. Hem +arzu ederdim ki Hürriyet ve İ’tilaf ile İttihad ve Terakkī’nin +ayrı ayrı yaptıkları mitingleri bir hey’et-i müttehide şeklinde +gösterebileydim!.. +Evet; bence Osmanlılar bila-fark-ı meslek ü millet vatan-ı +müşterek yolunda yek-vücud olduklarını aleme bildirmek +“Vatan mes’elesinde Osmanlılar müttefiktir.” +sözünü Hürriyet ve İ’tilaf natıka-perdazlarıyla İttihad ve Terakkī +hatibleri yan yana ve bir mitingde beyan etmiş olaydılar +tezahürat-ı milliyyeyi ma’nen du-bala etmiş olurlardı. +Böyle müttehiden müttefikan ayrılık gayrılık ızharına +meydan vermeden en ciddi ve en samimi fırka nümayişlerinin +şahid-i mes’udu olacağımızı da elbet ki ümid ederiz. +Saadet-i memleket ve menafi’-i millet icab ederken bunu +gayur vatan-perver Osmanlılardan beklemek çok değildir +zannederim. +* * * +Marakeş’in Fransızlar elinde İran’ın Ruslar pençesinde +ma’ruz kaldığını bu kere de Balkan hükumat-ı sagīresinin +bize karşı şımardıklarını ve onları şımartan Düvel-i Muazzama’dan +bazılarının vaki’ olan teşvikatını görünce müslümanların: +“Acaba bir Harb-i Salib karşısında mıyız?..” +diye düşünmeleri tabiidir. Bu suale müsbet bir cevab vermek +de mes’elenin böyle olmayıp da diğer sevaik-ı batıniyyesi +olduğunu söyleyenler ve öyle düşünenler de az değildir. +dediyor ve herkes kendi nokta-i nazarından hakaik-ı siyasiyye +ve ictimaiyyeyi hususi bir surette tahlil ediyor. Tarafeynin +delailini nazar-ı dikkate almamak kabil değildir. Fakat bu +böyle olmakla beraber tabii umumi bir hücum karşısında +bulunduğumuzu içimizde inkar eden bir kimse de yok!.. +Evet mahiyetinde ihtilafımız olsa da keyfiyetinde hepimizin +müttehid olduğu müdhiş bir hücum karşısındayız! +Bazımızca bu Hıristiyanlık’ın İslamiyet’e bazımızca Garb’ın +Şark’a bazımızca da Kapitalizm’in Feodalizm’e karşı bir hücumundan +Tabii bunları arayıp araştırmak faidesiz değildir. Zira üzerimize +gelen belanın neden ibaret olduğunu ve ne gibi kuvvetlere +malik olduğunu öğrenmeliyiz ki ona göre de çare +düşünelim. Maraz teşhis olunmayınca ilac ta’yin edilemez. +Fakat biz ictihadat-ı siyasiyyemizde maatteessüf ihtilafatı +o dereceye vardırdık ki vaki’ olan hücumların umumu[mu] +za değil muayyen bir takım hey’etlerimize karşı icra edildiğine +bile zahib olduk. +bir gazetecisi olmak haysiyetiyle az çok alam ve mesarrına +gelirse memleket mahvolur!” diyen bir fırkayı gördüm ki +zimam-ı hükumet ellerinde iken Ruslar’ın Tebriz’de ikinci bir +facia-i Kerbela ayaklandırdıklarını gördüler ve İran hukūk-ı +hükümranisini muhil bir takım şerait-i vahimeyi mutazammın +Rus ültimatomunu kabul etmek mecburiyet-i elimesinde +kaldılar. Nasıl ki onların yerinde “fazla vatanperver” +telakkī edilen diğer İran fırka-i siyasiyyesi olaydı bundan +daha iyi bir netice hasıl edilebileceği de müşkuk idi… +müşahede ettiğim için pek müteessif oldum. Buradaki mübarezat-ı +siyasiyye o kadar İran’dakine benziyordu ki: “İtalya +Devlet-i Aliyye’ye değil muayyen bir cem’iyete i’lan-ı +harb etti.” diye düşünenler bile oldu. Sonra böyle bir itham +altında kalanlar da: “Muarızlarımız İtalyanlarla teşrik-i mesai +ettiler” gibi neşriyatta bulundular. +Böyle ihtilafatın neticesi de Devlet-i Muazzama-i Osmaniyye’yi +o kadar zaif gösterdi ki hatta Balkan devletleri +bile meydan okumaya başladılar. Ma’lum olduğu vechile +Balkan hükumat-ı sağīresinin uyuşulmaz barışılmaz birçok +menafi’-i mütezaddeleri vardır. Bunların bütün bu mütebayin +menafi’ miyanından bir nokta-i i’tilaf bularak aleyhimize +müttehid bir harekete karar vermelerine kendilerinden hatta +sığındıkları Düvel-i Muazzama’dan ziyade müsaade eden +nedir biliyor musunuz? Biz ve bizim ihtilafat-ı dahiliyyemizdir! +Onlar bizi ihtirasat-ı siyasiyye ile alude yekdiğerimizle +barışmaz düşman gibi gördüler ve bu halimizle ma’nen ve +maddeten zaif olduğumuza hükmettiler. Pek az noktalarda +uyuşabilen Balkan devletlerinin ittihad-ı askerisini tahris +eden bizim halimizdir. +Evet maraz müzminleşmeyince tedavisine lüzum görmeyen +Şarkī ruhumuz ancak şimdi anlıyor ki ihtilafat-ı ictihadiyyeyi; +“Biz olmasak memleket mahvolur!” düsturuna +rabtetmek büyük bir hatadır. Hem bazen cinayetler kadar +mes’uliyetli olan hatalardan!.. +Bugünden i’tibaren bu muzır ihtilaflar kalksın ve bu hafta +mevaki’de söylenilmesi moda olan muvakkat sözlerden +Boğazı’ndan ta Ceyhun Nehri sevahiline kadar Alem-i İslam’ı +kanlı darbelerine ma’ruz kılan hamleleri her bir nokta-i +nazardan tahlil edersek nihayet bize karşı müdhiş bir +hücum olması keyfiyetinde iki re’yimiz olamaz. Hepimiz +lerde kimseye rahm u mürüvvet yoktur. Maazallah fırsat +bulurlarsa hepimizi bir derecede ezecek çiğneyeceklerdir! +Bir zelzele bir tufan bir saika-i asmani nasıl bir abid ile bir +fasıkı tefrik etmezse milliyetimizi dinimizi tehdid eden bu +kanlı hücumlar da –eğer müttehid olmazsak– içimizden fırka +ayırmayarak hepimizi öyle ezecektir! +Hücumların önünü almak üzere tedabir-i ihtiyatiyyeden +bahsolunur bu hususda muhtelif nazariyeler serdedilirse +anlarım; fakat muhacemat bir emr-i vaki’ şeklini alınca artık +yaşamaya azmetmiş milletler için yalnız bir şey kalıyor +ki o da: +* * * +Seferberlik i’lan edildikten sonra sunuf-ı muhtelife-i millette +gözüken vatan-perverane heyecanlar Osmanlılarda +böyle “bir ferd-i vahid” gibi kıyam etmek ruhunun sönmediğini +maa’l-mesar gösteriyor. Hududa sevkolunan asakir-i +ce insanın kalbine bir inşirah geliyor. Osmanlı nam-ı celadetini +tarih-i ceng ü veganın dibace-i mefhareti eden şanlı +Osmanlı-İslam kahramanlarının heykel-i mehib ü dehhaşı +nazar-ı hayalde bir resmi geçit yapıyor; sair memalik-i İslamiyyenin +müdafaasız bir halde düşmanlar elinde inleyerek +zebun kaldığından hasıl olan inkisar bir ümid ü iftihara mübeddel +oluyor. Ve insanın bila-ihtiyar bağıracağı geliyor ki: +Yaşasın Osmanlılar yaşasın Osmanlı askeri!.. +EĞER TARIH TEKERRÜRDEN İBARET İSE… +yekdiğerine dayanmak suretiyle durabilen ve mevcudiyetlerini +sivrisinekler misilli vızıltılarıyla sımah-ı medeniyyete ha +ber veren bazı hükumetçikler nasılsa başlarından büyük bir +harekete cür’et göstermişler. +Farelerin toplanıp da kedinin boynuna çıngırak takmasını +kararlaştırdıkları gibi bu dağ sıçanları bu tarla köstebekleri +bu ada tavşanları da Osmanlı arslanlarıyla uğraşmak +bunlarda beyin varmış gibi anlaşılır!– aralarında bir ittifak +akdetmişler. +Av’aveleriyle bütün Avrupa’yı bizar ettikleri halde hudud +başlarında barınacak bir in sığınacak bir kovuk taharrisinden +geri durmayan bu Balkan mahlukatı azıcık akılane davransalar +da şu mecnunane teşebbüste bulunmazdan evvel +bir kere olsun tarihlerini okusalar ve tercüme-i hal-i makhuriyyetlerini +mümkün mertebe öğrenseler olmaz mıydı? +patan hırs-ı menfaat ilcasıyle buna muvaffak olamamışlardır. +Biz kendilerine bu hususda insaniyetkarane bir hizmet +dişlerinin nasıl kırıldığını can-şikaf pençelerinin ne yolda +söküldüğünü ber-vech-i ati yazıyoruz… +Eğer tarih tekerrürden ibaret ise… Lutf-i ilahi ile bu seferin +de bizim için şanlı bir muzafferiyet onlar için de kanlı +bir hezimet olacağında şübhe etmesinler. +* * * +Hicret’in ’inci senesi idi ki Orhan Gazi’nin ferzend-i +necili Osmanlıların serdar-ı bi-adili olan Gazi Süleyman Pa +şa merhum maiyyetini teşkil eden bir hizb-i kalil –eşheb-i +hamasetine dar görünen Anadolu ovalarından– havarik-nüma +bir surette Rumeli’ye geçmiş ve Gelibolu Bolayır +Malkara İpsala Tekfurdağı sahalarında semend-i şecaatini +oynatmaya başlamıştı. +Vakıa bu şanlı fütuhatın daha mebdeinde yani henüz +sene-i hicriyyesinde iken o barika-i celadet ondan iki +ay sonra da Orhan Gazi gibi bir hükümdar-ı ali siret uful etti. +Fakat Murad-ı Hudavendigar misilli bir padişah-ı ali-iktidar +saltanat-ı Osmaniyye evrengine yeni bir revnak verip Rumeli +fütuhatına devam olundu. Çorlu Çatalburgaz Keşan +Dimetoka Edirne beldeleri alındığı gibi Zağra ve Filibe de +Memalik-i Osmaniyye idadına girdi. +Hilal-i Osmaninin Balkanlar’a doğru neşr-i envar etmesinden +–o taraflarda hükumet süren– Bulgarlar ile Sırplar +yarasalar gibi huylanıyorlar şa’şaa-i satvetlerini subh-ı kazib +kadar parlayan füruğ-ı haşmetlerini karanlıkta bırakacak +olan o seyyare-i ihtişamı söndürmek ziya düşmanı bulunan +gözlerini tervic için incila-yı ma’rifete henüz mazhar olan o +cihetleri yine zulmet-abad-ı cehalete döndürmek istiyorlardı. +Bir taraftan da –Hazret-i İsa’nın vekalet-i mutlakası daiyesinde +bulunurken Ümmet-i Muhammed’in katl-i ammıyle +bile teşeffi-i sadrı mümkün olamayan– Papa Beşinci Urban +cenabları yeni bir Ehl-i Salib teşkili için –peder-i mukaddesileri +olduğu– hıristiyanları Osmanlılar yani müslümanlarla +harbe teşvik ediyor günahlarını çıkarmak bahanesiyle +zavallı adamların kendilerini günaha fikirsiz başlarını da +belaya sokuyordu. +Bu teşvik-ı mukaddes! üzerine Macar Kralı Louis d’Anjou +[I. Lajos!] Sırbiye prensleri Vukašin ve Uglješa Bosna +Kralı Tvrtko Bulgar Çarı Shishman Ulah Voyvodası Mircea +gibi sergerdeler birleştiler ve kişilik bir kuvvetle Osmanlı +ordusuna doğru sokulmaya başladılar. +Rumeli Muhafızı Lala Şahin Paşa bu karga derneğine +bu kurt sürüsüne bu Balkan çetesine karşı istikşaf icrası için +süvariden yani muhacimlerin on beşte birinden ibaret +bir kuvvet sevketti. +Bu kuvvetin serdar-ı ebed-iştiharı bulunan Hacı İlbeyi +seylabe-i tuğyan gibi Meriç Ovası’nı kaplayan düşman kalabalığını +uzaktan gördü. Çokluktan kaçmak tehlikeden geri +dönmek Osmanlıların şiar-ı merdanegisine mugayir olduğundan +Hacı İlbeyi de bila-zafer avdeti namus-ı fütüvvetine +yediremedi. Binaenaleyh bekledi. +Gecenin zulümatı etrafı istila etmiş bilhassa müttefikīn +ordugahına kabus-ı bela gibi çökmüştü ki sada-yı ra’dı boğuk +zıya-yı berkı donuk bırakan demdemat-ı muvahhişe ve +şa’şaat-ı müdhişe ile oraları çın çın ötüyor parıl parıl parlıyordu. +Çünkü kahraman Hacı İlbeyi ile rufeka-yı can-siparı +“Allah Allah” nidasıyle düşman ordugahına hücum etmiş +uykudan ziyade şarabın sekr-i meş’umuyla sızmış ve bayılmış +olan düşmanın gözünü açmasına meydan vermemişti. +sırrını yakīnen anlayan bu koca ordudan +birkaç saat zarfında leşler ile çadırlardan başka bir şey kalmadı. +Zira; duranlar kılıçtan davrananlar Meriç’ten geçti. +Bu kanlı ve şanlı muharebenin vukū’ bulduğu yere de +“Sırp Sındığı” denildi . +* * * +Kosova Melhame-i Kübrası da millet-i muazzama-i Osmaniyyenin +menakıbname-i dilaveranesini bi-hakkın tezyin +eden mefahir-i uzmadandır ki: +Ber-mu’tad aleyhimize ittifak eden Sırplar Macarlar +Ulahlar Boşnaklardan mürekkeb yüz bini mütecaviz kalabalığa +karşı Allah’ın nusreti Murad-ı Hudavendigar’ın himmeti +bilhassa Şehzade Yıldırım’ın gayretiyle senesi Şabanı’nın +on beşinci Salı günü kazanılmıştı. Yalnız yirmi bin +kadarı zırhlı şövalyelerden müteşekkil olan bu düşmanın bir +kısmı saikalar yağdıran Yıldırım’ın dehşetli gürzüyle tepelenmiş +bir kısmı da yine Şehzade Ya’kūb Çelebi’nin haraşikaf +olan mızrağı ucunda can vermişti. Zırh-puşu olmayan +a’da ise bazısı yalın kılıç saldıran Osmanlı kahramanlarının +piş-i gazanferanesinde ser-füru etmiş bazısı o ateşin hücumlara +yol vermek için orta yerinden ayrılmış şemşir-i celadetle +başının koparılmasını istemeyenler de rişte-i esaretle +ellerinin bağlanmasına rıza göstermişti. Şimdiki küçük Sırbistan’ın +o vakitki büyük! kralı Lazari de hak-i helake serilmiş +ve ar-ı mağlubiyyeti yüzünü telvin eden kanıyla ızhar +eylemişti. +* * * +Bu şanlı zaferden biraz sonra yani senesinde Macar +Kralı Sigismund şiddetli bir hülya hastalığına tutulmuş +ve yeni bir ittifak akdiyle Osmanlıları Rumeli’den çıkarmak +vehmine kapılmıştı. Fi’l-vaki’ teşebbüsatta bulundu. Ulah +Voyvodası Mircea ile Fransa Almanya Belçika Felemenk +Lüksemburg İsviçre Venedik Rodos şövalyelerinden mürekkeb +bir cemm-i gafir teşkil etti. +Her boydan her soydan her ilden ve her dilden teşekkül +eden bu zırhlı ordusu Tuna’yı geçip Niğbolu Kalesi’ni sardı +ve birkaç gün içinde o arslan yuvasını teslim olacak sandı. +Fakat bilmiyordu ki o yuvada Doğan Bey gibi bir arslan +muhafız bulunuyor Yıldırım misilli bir kahraman da imdada +geliyordu. +Kale pişgahında sarhoşane tafra-füruşlukta bulunan +müttefikler pek az zaman içinde tozu dumana katan bir fırtına +koptuğunu gözler kamaştıran şimşekler çaktığını kulaklar +patlatan tarrakalar husule geldiğini görüp işittiler. +Çünkü Osmanlı ordusu gelmiş çünkü Osmanlı kılıcı +faaliyete başlamıştı. +Müsademenin bidayetinde Sigismund hafiyyen bir kayığa +binip mütenekkiren seyahate! çıktı. Nihayetinde ise +başlarında Burgonya Dukası Korkusuz Jean olmak üzere bir +alay şövalye rüesası esaretle şehriyar-ı mücahidin huzuruna +çıkarıldı. +Bu mağrur cengaverlerden bir kısmı bir daha Osmanlılar +aleyhinde silah kullanmamak üzere yemin ettikleri için +afvolundu. Hatta bu miyanda afvedilen Comté de Nevers: +“– Yemininden dolayı seni afvetmekle beraber yine meydan-ı +harbde karşıma çıkmak için sana izin veriyorum. Git; +adam topla tekrar gel!” müsaadesine Korkusuz Jean ise: +“– Sana yemin ettirmek istemiyorum. Memleketine gidince +yine benimle çarpışmak fikrine düşersen bila-tereddüd +gel; beni memnun edersin! Çünkü ben harb ve fetih +* * * +Bu muzafferiyetten yıl sonra yani senesinde idi ki +Padişah-ı Osmani Murad-ı Sani ile Macaristan ve Lehistan +Kralı Ladislas arasında “Segedin Muahedenamesi” tanzim +olunmuş ahkamı on sene mer’i tutulacağına dair Kur’an ve +Türkçe ve Macarca yazılıp teati edilen bu muahedenamelerin +daha tamamıyle mürekkebi kurumadan yani teatisinin +on dokuzuncu günü Ladislas cenabları tarafından hükümleri +nakzolunup Osmanlılar aleyhine teşebbüsata kalkışıldı. +Çünkü Papa Dördüncü Eugenius’un Macaristan Vekili +Kardinal Julianus Cesarini: +“– Müslümanlara karşı edilen yeminin şeriat-i Iseviyye +lar Lehler Çehler ve saireden mürekkeb olup meşhur Janos +Hunyadi’nin kumandasında bulunan kesretli bir ordu +Murad-ı Sani askeriyle meydan-ı harbe yetişti ve düşman +tarafından hükmü nakzedilmiş olan muahedenameyi +bir mızrak ucuna saplatıp şanlı sancağımızın yanına diktirdikten +sonra müsademeye başladı. +Gir ü dar esnasında Karaca Paşa gibi fedakar bir serdar +nail-i şehadet olduysa da Koca Hızır namındaki bir kahraman +da Kral Ladislas’ın başını tacından ve hatta gövdesinden +ayırdı. +Kralın re’s-i maktu’unu gören ordusu kaçıp kurtulmaktan +başka çare bulamadı. Janos Hunyadi’nin teşvikat u teşciatını +da bittabi’ dinlemedi. +Mağlub kumandan ise münhezim askerine ittiba’ etmeye +mecbur oldu ve ta’kībine çıkan Rumeli Beylerbeyi Davud +Paşa’nın elinden güç ile kurtuldu. +Müfti-i macinliği ile muahedenameyi nakzettirmiş olan +kardinal cenabları papadan satın aldığı cennete çekildi!. +Çünkü rufeka-yı ıdlali ile zemin-i helake serildi. Receb +* * * +Bundan dört sene sonra Janos Hunyadi duçar olduğu +mağlubiyetin intikamını almak için yine müttefiklerden +bir ordu teşkil ederek Kosova Sahrası’na kadar indiyse de +mukabelesine gelen Osmanlı ordusuyla üç gün çarpışıp +maktul verdikten sonra firara karar verdi. Şaban +* * * +Telhis ve icmal suretiyle yazdığımız şu vakayi’dan anlaşılıyor +ki Osmanlı Devlet ve milleti +hey’etinde bulunan düvel-i müttefikanın vakit vakit +hücum ve tecavüzüne uğramaktan hali kalmamış ve bunlara +karşı “bünyanun mersus” ta’rif-i Kur’an isine ma-sadak +bir hareket-i müttehidane ile mukabele ve galebe etmekten +geri durmamış her tecavüzü def’ ederek her seferinde bir +zafer kazanmış. İşte o devleti o muazzam milleti teşkil eden +kahraman muzaffer mücahidler bizim ecdadımız idi. Şimdi +bizimle uğraşmak için birleşenler de ecdadımıza mağlub +olan müttefiklerin ahfadıdır. +Fıtrat değişir sanma bu kan yine o kandır +hükmü bir hikmet ise ecdadımızın damarlarında cevelan +eyleyen hun-ı şecaat bize titrettikleri yüreklerde donup kalmış +olan hun-ı cebanet de a’damıza miras kalmıştır. +Binaenaleyh her iki kan hasisa-i fıtriyyesini gösterecek +ve lutf-ı ilahi ile bu sefer de bizim için şanlı bir muzafferiyeti +onlar için de kanlı bir hezimeti intac eyleyecektir. +Tahirü’l-Mevlevi +Korkunç volkanlar sema-paye dağların çelik kayalardan +örülmüş bağırlarını ateşin dişleriyle paralayarak yakınlarını +uzaklarını alevlerle saracağı ma’mureleri kül ummanlarına +gülistanları ateşin cuybarlarına nermin ve beyaz bulutları +kan dalgalarına boğacağı zaman bu azm-i mehibini tabiate +rulan korkunç darbelerle sallanmaya başlar a’mak-ı türabda +fezanın bütün yıldırımları ru’udu bağırır muhite bir +mehabet-i gayr-i tabiiyye düşer; sonra evet pek az sonra o +feveran-ı dehhaş! artık devlerin gul ordularının bir zerresini +zabtedemeyecekleri o cuşani-i mehib! +cuyanesi o korkunç volkanların sema-paye dağları parçalayacaklarını +o vaktin pek yakın olduğunu ima eden dehşet-engiz +alametlerdir. Osmanlıların İslamlığın düşman +ları +titresinler bu feverandan; a’mak-ı milliyyetimizde kaynayan +bürkan-ı hamiyyete derya-yı huna icra-yı tazyik eylemek +miyet olan büyük milletlerin kalb-i müşterekine vurulmak +kaynaşan derya-yı ateşinde erir ve kül kömür olur. +Bunu tarih-i alem korkunç harflerle tekrar tekrar yazmıştır: +Bunu hatta kendilerinde senelerden beri biriktirdikleri +kuvvetleri pek büyük gören etrafımızı sarmış uzaklarımızı +almış kan düşmanlarımız can düşmanlarımız ve din +düşmanlarımız biliyor hissediyor; hatta milletimizin kalb-i +umumisinde kaynaşan ummanın çağıltılarını duyuyor; paralayıp +taşmak ezip aşmak için sevahil-i muhitayı nasıl mütehevvir +darbelerle döğdüğünü görüyor ve tereddüd ediyor. +Lakin bizde yanında ölümün meserret addolunacağı bir +korku var. Şübheleniyoruz; acaba içimizde bu reşk-i gülistan-ı +vatanı baştan başa ya kendimize ya düşmanlarımıza +bir kabristan-ı fesih yapmak isteyen mehib ve pür-hamiyet +Osmanlı milletinin içinde bazı titreyen lakin hıyanet ve cebanette +kavi eller mi var ki kalb-i müşterek-i millinin üzerine +bir pençe-i şeamet gibi kapanarak düşmanlarımıza ondaki +kuvvet ve feveranı göstermemek ra’d ü berk-ı tehevvürü +maniyyeye müebbed bir zillet vermeye çalışıyor? Eğer böyle +bırakmak istiyorlarsa tebşir ederim; bu cihanda zillet ve intikam-ı +hevl-engiz-i millet ahirette kahr-ı bi-payan-ı Ehadiyyet +onlara pençesini uzatmıştır; titresinler!.. +Titresinler bu milletin intikamından ki vakar ve namusunu +yerlere düşürmemek için aylarla muhasarada kalan +bir kalesine sığınmış bir iki bin evlad-ı fedakarı düşmana +ar-ı teslimiyyeti kabul etmemiş silah taşımaya muktedir +olan herkes evvela kendi çocuğunu hemşiresini zevcesini +keserek kara toprağa gömdükten sonra bayramlık elbiselerine +bürünmüş yalın kılıç yüz bin kişilik düşman ordusuna +saldırıp şehid olmuştur! Bu ana kadar böyle ve bundan +daha ali fiatlara mukabil muhafaza edilmiş kanlı asırların +yalnız kahramanlara hürmetkar omuzlarında taşınarak bugünkü +etrafında dolaşan kara yüzlü hırsızların yalnız bi-haya elleri +kesilmeyecek bütün İslamiyet’in Osmaniyet’in satur-ı adalete +mülevves vücudlarını da tarihin kilab-ı tahkīratı ağzına +parça parça atıp bırakacaktır! +Bosna-Hersek’te ağlayan Sırbiye Bulgaristan vahşetgahlarında +erkekleri şehid kadınlarının ırzı hetkolunan Sibirya +çöllerinde hayvanat-ı vahşiyye gibi döğülen söğülen +Afrika-yı Şimali çöllerini kendilerinin ve düşmanlarının kanıyla +sulayan bedbaht ecza ve efradı da dahil olduğu halde +bütün hey’et-i mehibe-i İslamiyyet buna ahdetmiştir… +Bugün İspanyol vahşilerinin bir cennet gibi buldukları ve +melekler gibi va’dler vererek girdikleri kara tali’li Endülüs’ün +tarih-i encamını gören İslamlar içinde “Erkek gibi müdafaa +edemediğin vatanın için karı gibi ağla!” hitabına tahammül +etmeyi tasavvur edebilen bir ferd yoktur. +Bugün yalnız Osmanlılığın değil vatandaşlar İslamiyet’in +son tecrübe-i tali’ini yapıyoruz. Bunu en alimimizden +en cahilimize kadar hissetmekteyiz. Osmanlı milleti bir +ayağını Asya-yı Suğra’nın kenar-ı şimalisine diğer ayağını +Avrupa’nın cenub-ı şarkīsine atmış kamet-i bülendiyle İslamiyet’in +son güreşini güreşecek! Bilmek sormak isteriz; +te’yid-i hakk u hamiyyetle sıkılmış yumruğumuzu tutmak +Mütehevvir bekler iken arkamızda milyonlarca çocukların +bakirelerin alil ve ihtiyarların şehik-ı endişesini ezansız +kalmış minarelerin enin-i hazinini kefensiz şehidlerin nefehat-ı +ervahını bütün Alem-i İslamiyyet’in paye-i Ehadiyyet’e +yükselen zemzeme-i münacatını duyuyoruz nihayet! +Evet nihayet Ka’betullah’dan Ravza-i Kudsiyye-i Nebi’den +gelen bir esir-i lahuti ile ihata olunu[yo]ruz. Sorarız ki: Bizi +bu gaza-yı ekberden men’ etmek isteyen kimdir? +Muhtazar-ı na-ümidden ab-ı bakayı mahkum-ı cahim-i +müebbedden cinan-ı safayı teşne-i hidayetten rah-ı Kibriya’yı +çalmak isteyenleri millet bilmek istiyor… +Makabir-i enbiyayı karıştırmaya çalışan düşman süngülerini +sinesine saplatmak Kitabullah’ı çiğnemek isteyen +ayaklara şehidden kalelerle mani’ olmak ile yaşamış nice +şevketli asırlar ancak bu feyz ile fenada baka sırrına mazhar +olmuş olan Osmanlılar İslamlar artık bir adım geri gitmek istemiyor… +Çünkü artık arkada din ve namusun sığabileceği +kadar yer yok! Hepimiz bir uçurumun kenarındayız; libas-ı +din ve namusu düşman ayaklarına bıraktıktan sonra yarın +huzurullaha üryani-i seyyiat ve zilletimizle mi çıkacağız? +“Önümüz düşman ise arkamız deryadır!” +MEKTEPLERDE HIFZU’S-SIHHA +VE TERBİYE-İ BEDENİYYE +Nesl-i atinin ta’lim ve terbiyesi mes’elesi nazar-ı i’tibara +alındığı zaman hıfzu’s-sıhha ve terbiye-i bedeniyye derslerinin +lüzum ve ehemmiyetini unutmamak icab eder. Mekteplerde +fezail-i necibe ile pirayedar gençler yetiştirmek olmalıdır. +Esasen ta’lim ve terbiyeden maksad da budur. Bu cihetten +mekatib programlarında hıfzu’s-sıhha ve terbiye-i bedeniyyeye +ayrı ayrı saatler tahsis edilmesi şayan-ı şükrandır. +Fakat acaba bu saatlerden matlub fevaidi te’min edebilecek +surette istifade mümkün oluyor mu? +Gençliği bi-eman pençeleri altında zebun bırakan metanetsizlik +seciyesizlik za’f-ı bünyevi ve hasta mizaclık gibi +alaim-i barize yüreklerimizi dağdar-ı teellüm ederken böyle +bir iddiada bulunmaya bilmem cesaret edilebilir mi? +Hıfzu’s-sıhhanın lüzum ve ehemmiyeti hakkında ne kadar +değil hücra ve uzak mahallerinde nefs-i payitahtta bile hıfzu’s-sıhha +kavaidinin tatbikine karşı derin bir la-kaydi görüldüğünü +kemal-i teessüfle i’tiraf etmeliyiz. Bu la-kaydiye karşı +Geçen sene Dersaadet’te zuhur eden kolera az bir müddet +zarfında tevessü’ ederek herkesi tedhiş edecek kadar +telefata badi olduğu halde ahalinin tathirat ve nezafete +pagandalara rağmen– tamamıyle takdir edememiş oldukları +ma’lumdur. Alelade içilen suları kolera zamanında kaynattıktan +sonra içmek pek o kadar masraflı ve müşkil bir iş değildir. +Elverir ki bu lüzum takdir edilebilsin! +Mekteplerde tedris edilecek hıfzu’s-sıhha dersleri şakirdana +bu hususda kat’i ve sarih fikirler verebilmelidir ki her +şakirdin i’la edeceği sada-yı ikaz u intibah kendi ailesine bu +lüzumu takdir ettirecek kadar bir te’sir icra edebilsin! Hıfzu’s-sıhha +tedrisatını yalnız mekatib-i taliyyeye hasretmek +de doğru ve ma’kūl bir usul olamaz. İbtidai ve rüşdi programlarına +dahi hıfzu’s-sıhha dersleri ilave edilmelidir. Fakat +bu kısım mekatibde tedris edilecek hıfzu’s-sıhha bittabi’ +mekatib-i taliyyede olduğu gibi gösterilemez. +Rüşdi ve ibtidailerde hıfzu’s-sıhha dersleri fenni olmaktan +ziyade ameli ve tatbikī bir tarzda icra edilmelidir. Talebenin +zihnine ilka edilmek istenilen bir mes’ele ufak ufak +hikayeler suretinde tertib edilmiş olursa hem daha te’sirli +olur hem de çocuk o şeyi asla unutmaz. +Kitleyi tenvir edebilmek milleti kaplayan kabus-ı la-kaydiyi +parçalamak için aileler arasında okunmak üzere eğlenceli +bir tarzda yazılmış hıfzu’s-sıhha kitaplarının neşr ü +ta’mimi de bu hususda der-hatır edilebilecek tedabir cümlesinden +sayılabilir. Son zamanlarda rengarenk resimler +na-şenide isimler altında intişar ederek memlekete vasi’ bir +mikyasda sefalet-i ahlakıyye tohumları neşreden romanlar +yerine nezahet-i kalemiyyeleriyle iştihar etmiş erbab-ı iktidar +tarafından hıfzu’s-sıhhaya riayetsizlik seyyiesi olarak aileler +arasında zuhura gelen acıklı sahneleri müellim faciaları musavvir +tedabir-i sıhhiyyeye aid vesaya-yı lazimeyi cami’ aile +romanları yazılsa zannedersem memlekete şayan-ı takdir bir +hizmet-i vataniyye ifa edilmiş olur. +Halkımızda ciddi ve ilmi kitaplardan ziyade roman ve +hikaye gibi asar mütalaasına daha ziyade bir rağbet olduğu +kabil-i inkar değildir. +Şu rağbetten bu suretle istifade etmeye çalışmak pek +ma’ +kūl ve şayan-ı tahsin bir hareket olacağı şübhesizdir. Bu +sayede erbab-ı ismetin necabet-i ahlakıyyeleri sıyanet edilmiş +olacağı gibi kavaid-i hıfzu’s-sıhhadan bi-haber kitlenin +tedabir-ı sıhhiyyeye aid birçok şeylere kesb-i vukūf etmeleri +de taht-ı te’mine alınmış olur. +Bu yolda yazılmış nafi’ ve ciddi romanlar sefalet-i ahlakıyye +yuvaları olan cicili bicili varak-parelerin eyadi-i +rağbetten sukūtlarını intac etmek gibi ayrıca bir faide daha +te’min edeceklerini de der-hatır etmelidir. +Mekteb-i Tıbbiyye me’zunlarının genç ve fedakar dimağları +bu uğurda da yorulmak zahmetine katlanırsa cihan-pesend +mesailerini bir iklil-i nevin ile de pirayedar etmiş olurlar. +* * * +Mekteplerde hıfzu’s-sıhha ilmi ve ameli olmak üzere iki +nokta-i nazardan ta’kīb edilmelidir: +ve tenmiye edileceğini emraz ve te’sirat-ı hariciyyenin nasıl +ve ne yolda bedeni tahrib ettiklerini sari hastalıkların tarz-ı +sağlam yapabilecek vesait ve ma’lumatı öğretmelidir. +Ameli hıfzu’s-sıhha ise idmanlar mu’tedil ve muntazam +temrinlerle bedene kuvvet ve metanet vererek emraz ve +te’sirat-ı hariciyyeye karşı vücudun sağlam ve mücehhez +bulunmasını te’min ettirir. +Ameli hıfzu’s-sıhha yani jimnastik a’za-yı bedeniyyenin +takviyesi için yapılan harekat-ı muayyeneden usuli temrin +ve mümaresat-ı bedeniyyeden ibarettir. +Terbiye-i bedeniyye sayesinde adelat tenemmüv eder; +mefasıl hareket-i mütemadiyye-i muntazama ile daha ziyade +Harekat-ı bedeniyye aynı zamanda echize-i dahiliyyenin +de daha faal bir surette ifa-yı vazife etmelerini +te’min eder. Neticede iştiha açılır fi’l-i hazm daha sühuletle +vukū’a gelir harekat-ı nefesiyye intizam ve sür’at peyda +eder kalb kuvvetlenir deveran intizam kesbeder kilyeler +kandan ayrılması icab eden mevaddı daha ziyade bir faaliyet +ve i’tina ile ifraz ederek kanı mevadd-ı muzırradan tamamıyle +tasfiye ederler. +Jimnastik adalatın takviyesini mucib olacağı gibi bilcümle +a’za ve echizenin intizam ve faaliyetle ifa-yı vazife etmelerini +de te’min eder. +Bedeni takviye ve sıhhati muhafazaya hadim olan terbiye-i +cismaniyyenin mekteplerde suret-i muntazama ve daimede +tatbiki elzemdir. +Terbiye-i bedeniyye için birçok usuller mevcud olup başlıcaları +Alman Fransız ve İsveç usulünde jimnastiklerdir. +Alman usulü jimnastiğin müessisis Mösyö Jahn’dır. Almanyalı +Jahn’ın efkarından mülhem olarak senesinde +Miralay Amoros Fransa’da usuli jimnastiğin esasını vaz’ etmiştir. +Askerlik alemi için şayan-ı tavsiye olan bu usul bilhassa +orduya zinde sağlam bünyeli kavi gençler yetiştirmek gayesine +ma’tuf idi. Esası hemen hemen aynı zamanda Mösyö +Ling tarafından vaz’ edilmiş olan İsveç jimnastiği daha +muntazam daha mu’tedil ve daha şümullü olduğu için çok +geçmeden her tarafta Alman ve Fransız usulü jimnastikler +yerine kaim olmuştur. +dil ve ıslah edile edile nihayet bugünkü hal-i mükemmeliyete +getirilebilmiştir. İsveç jimnastiği fenni ve sıhhi olduğundan +tababette askerlikte ve bilhassa mekteplerde fevkalade bir +rağbete mazhar olmuş a’za ve echize-i bedeniyyenin ayrı +ayrı neşv ü nemalarını te’min bünyeleri takviye etmeye hadim +bulunduğu tahakkuk etmiştir. +kuvvetli birer pehlivan birer kahraman yetiştirmekten ziyade +sıhhat-i bedeniyyeleri mükemmel uzuvları mütekamil +dinç ve sağlam birer ferd yetiştirmiştir. +mekteplerde jimnastik derslerinin bu usule tevfikan tatbik +edilmesi icab eder. +Esasen hemen umumiyetle memalik-i müterakkıyye +mekteplerinde usul-i mezkure tatbik edilmektedir. +ağūş-ı maderden i’tibaren terbiye-i bedeniyye mümareselerine +başlarlar. İşte bu sayededir ki İngilizler meşhur-ı cihan +olan metanet-i adeliyye ve zindegiye malik olmuşlardır. +Fransa bahriyesinde terbiye-i bedeniyye muallimi bulunan +Mösyö Georges Hébert esası Amoros tarafından kurulmuş +olan Fransız jimnastiğini pek çok ta’dilata uğratmış +buna İsveç usulünden bir çok şeyler ilave etmiştir. +Joinville Jimnastik Mektebi’nde el-yevm Hébert usulü +ta’kīb edilmektedir. Mekteplerimizde terbiye-i bedeniyye +mümareseleri için kabul ve tatbik edilecek en iyi usul evvelce +de tekrar edildiği üzere İsveç jimnastiğidir. +karşı en büyük mania usul-i mezkureye hakkıyle vakıf muallimlerin +nedreti ve daha doğrusu hemen hemen fikdanı +keyfiyetidir. +Dersaadet Darülmuallimin’inde Selim Sırrı Bey tarafından +yetiştirilmekte olan efendilerin istikbalde bu ihtiyacı kısmen +telafi edebilmeleri me’muldür. +Fakat bütün ümidlerimizi mahdudü’l-aded bu gençlere +rabtederek medid bir intizarda bulunmak bugünkü mekteplerin +mez mi? Esasen terbiye-i bedeniyye mümareselerinin yalnız +mekteplere hasrı keyfiyeti de doğru değildir. Hususi cem’iyet +ve kulüplerin bu uğurda çalışmalarına ihtiyac-ı kat’i vardır. +lıların bugünkü meskenetleri nesl-i hazırı titretmeli tedhiş +etmeli değil midir? Irkın uzun bir müddetten beri sürüklenmekte +olduğu inhizal ve inkırazın müdhiş felaketler tevlid +etmeyeceğine bizi kim ikna’ edebilir? Bugünün gençleri bu +ağır mes’uliyetten huzur-ı tarihde pek güç tebrie-i zimmet +edebilirler. +Frenklerin “Bir Türk kadar sağlam” İl est fort comme un +Turc darb-ı meselinin sıhhati hiç olmazsa nesl-i ati hakkında +tahakkuk edebilsin. +Mekteplerde aileler arasında muhit-ı ictimaide bu gayeye +vusul için sarf-ı mesai edilmek lazımdır. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Tevfik-ı Rabbani ile ahali fevc fevc gelip malen ve bedenen +maiyyetimde hizmet edeceklerine dair söz veriyorlardı +ki Pençşir’den Çarikar’a geldiğim vakit takriben +gazi bana iltihak eylemişti. Ben bu kadar halkı bana tabi’ +kıldığı için Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena ediyordum +onlar da beni müstakbel padişahları tanıyıp memnun oluyorlar +ve: +– Halisan-lillah maiyyetinizde İngiltere ile harbedeceğiz +diyorlardı. Bu sözlere teşekkürle beraber; +– İngiltere ile şimdilik muhalefetin lüzumu yok. Çünkü İngilizler +beni Afganistan saltanatına da’vet ediyorlar cevabını +veriyordum. +Recebi’nde Griffin sahibden bir mektup geldi ki +ber-vech-i ati suallerimin cevabını havi idi: +“Suallerinize karşı Hindistan Devleti’nin cevablarını size +tebliğ etmek bana emrolundu. +Evvela: İngiltere Devleti müsaade etmeyince düvel-i saireden +hiç birinin Afganistan’a hakk-ı müdahalesi olmayacaktır. +Afgan hükumetinin politika umuruna karışmayacaklarına +dair Rus ve İran devletleri söz vermişlerdir. Şu halde +Kabil hükümdarı İngiltere’den başka bir devlet ile politika +münasebatında bulunamayacaktır. Eğer düvel-i hariceden +biri Afganistan umuruna müdahale eder ve bu müdahale +hükümdar için teaddi ve tecavüzü mucib olursa İngiltere +Devleti Afganistan emirine muavenet ve lazım geldiği takdirde +devlet-i mütecavizeyi def’ eyleyecektir. Fakat bunun +mucebince hareketi meşruttur. +Saniyen: Afgan memleketinin hududu hakkında arzederim +ki İngiltere Devleti’nin taht-ı tasarrufunda bulunan Peşenk +ve Sibi’den maada Kandehar vilayeti de müstakil bir +hükümdara tefviz olunmuştur. Binaenaleyh İngiltere Devleti +Afganistan’ın garb ve şimal taraflarında olup emir-i sabık +Muhammed Ya’kūb Han ile kararlaştırılmış olan hududun +tecdid ve tebdili hakkında müzakereye girişmek istemez. +Bunlardan gayri memalikte İngiltere Devleti size iktidar-ı kamil +verir ve Herat’ın tasarrufu hakkında sizi te’min edemezse +de ikdam ve gayretinizle orasını taht-ı tasarrufunuza alacak +olursanız ona da rıza gösterir. İngiltere Devleti Afganistan’ın +umur-ı dahiliyyesine müdahale etmesini ve dahil-i memalikte +bir İngiliz sefiri ikame eylemesini taleb etmez. Yalnız iki +devlet arasında teshil-i muhabere ve te’min-i muhadene için +tarafından müslüman bir vekilin Kabil’de oturmasını arzu +eder.” +Bir hafta sonra muhtasar bir cevab yazıp Kandehar’ın +Afganistan’dan ayrı tutulmasına razi olmadığımı bildirdim +ve mütevekkilen alallah Kuhistan tarikıyle Çarikar’a dahil +oldum. +Yanımda hadsiz hesabsız mücahidin bulunduğundan İngiliz +askeri telaşa düşüyor İngiltere’ye muhalif bulunan civar +serdarları her gün gelip bana iltihak ediyor bizzat gelemeyenler +de ya mektubla yahud başka vasıta ile ızhar-ı muhabbet +ve temenni-i muvaffakiyet eyliyordu. +Şabanı’nda Çarikar’da bulunan Afgan serdar ve +sergerdeleri beni Afganistan hükümdarlığına kabul eyleyerek +hutbeyi namıma okuttular. Çarikarlılar da; “Allah bize +müslüman bir hükümdar ihsan etti” diye sevindiler. +Çarikar’da bu haller vukū’ bulduğu sırada Kabil’de de +Griffin sahib bir meclis teşkil ederek İngiliz me’murları ve +Afgan serdarları huzurunda benim mevki’-i emarete geçtiğimi +resmen beyan etti. +Yine bu ay içinde İngiliz askerinin Meyvend’de Serdar +Muhammed Han tarafından fena halde bozulduğuna dair +Kabil’de mukīm İngiliz me’murlarına bir telgraf geldi. +Griffin sahib bu haberi aldığı gibi bir süvari müfrezesiyle +Kabil’e dört fersah mesafede vaki’ Zaka’ya gelip benimle +görüştü. +Müzakeremiz üç gün sürdü. Müşarun-ileyhe +– Mukarreratımızı bir kağıda yazıp bana veriniz ki ahaliye +göstereyim dedim. Teklifimi kabul ile şu yolda bir varaka +tahrir ve i’ta etti: +“Hindistan valisi İngiltere Devleti’nin da’veti üzerine Ka +bil’e azimetinizden dolayı memnundur. Amal-i dostanenize +nazaran ve taht-ı iktidarınızda müstakil bir devlet te’sisinden +bu memleket ahalisine fevaid-i adide melhuz olması mu +talaasıyle İngiltere Devleti zat-ı valalarını Afganistan emiri +tanımaktadır. +Vali tarafından beyana me’zunum ki; İngiltere Devleti +taht-ı hükumetinizde bulunan bir vilayetin umur-ı dahiliyyesine +müdahale etmek ve sefaret tarikıyle memleketinizde +bir İngiliz me’muru ikame eylemek fikrinde değildir. Lakin +devleteyn arasında te’min-i muhadenet için Kabil’de bir +müslüman vekil bulunduracaktır. Zat-ı valaları Kabil hükümdarına +karşı İngiltere Devleti’nin alacağı tavrı tahriren +taleb etmiştiniz. Keza vali tarafından beyana me’zunum ki; +dahale etmelerini kabul eylemediği ve İran ile Rusya’nın +müdahaleden muhteriz bulunacaklarına dair söz verdikleri +cihetle zat-ı valaları İngiltere’den başka bir devlet ile politika +münasebatı te’sis edemeyeceksiniz. Şayed düvel-i saireden +biri Afganistan’a müdahale eyleyecek ve müdahale tecavüz +derecesine varacak olursa o vakit İngiltere Devleti zahir ve +müdafi’iniz bulunacaktır. Maamafih sizin de devlet-i müşarun-ileyhaya +karşı kemal-i sadakatiniz meşruttur.” +Griffin sahib İngiliz me’murlarının hareketinden evvel +Kabil’e giderek kendileriyle veda’laşmamı ve General Roberts +gidecek olan askerin selametini te’min etmemi tavsiye eyledi. +– “Icabına bakarız!” diyerek serhadde kadar askerin salimen +gideceğine dair te’minat verdim ve: +– General Roberts mümkün olduğu sür’atle Kandehar’a +hareket etsin. Ondan sonra ben de Kabil’e giderim General +Stewart’a veda’ ederim! dedim. +Ramazanı’nda General Roberts bir tabur askerle +Kabil’den Kandehar’a azimet etti. Serdar Şemseddin +Han-zade Serdar Muhammed Aziz Han’ı birkaç me’mur ile +bu askerin teşyi’ ve tesyirine ta’yin ettim ve esna-yı rahda +hiçbir tecavüze uğramamaları için tenbihatta bulundum. +Bu sayede General Roberts salimen Kandehar’a vasıl +oldu. Serdar Muhammed Eyüb Han da Ramazan sonlarında +bozulup Herat’a firar etti. +Sir Donald Stewart ile Griffin sahib Ramazan ibtidasında +Peşaver’e azimet eylediler. Hareketlerinden biraz evvel +gidip bir çeyrek kadar görüştüm. +Musahabemiz dostane ve resmiyetkarane cereyan etti. +Fakat söz arasında Afganistan Tophanesi’ne aid olup +o esnada Şirpur’da bulunan otuz topun keza İngilizlerin +memleket emvalinden tahsil ederek askerin erzak ve istihkam +masrafı hesabına geçirdikleri takriben rupiyenin +bana teslimiyle İngilizlerin Kabil’de yaptıkları yeni +kalelerin ala-halihi bırakılmaları kararlaştı. Ba’dehu müşarun-ileyhima +daki teşebbüsüm şu suretle neticelendi. Bil-istihkak varisi ve +sahibi olduğum Afganistan tahtına cülusum vukū’ buldu. +Bundan sonra memleketimin te’min ve tanzimine ve terakkī +ve tealisine çalışmaya başladım. Lakin bu kolay bir iş +değildi. +Mütercimi +Tahirü’l-Mevlevi +HİND YOLUNDA + +BAĞDAD HÜKUMETİNE DAİR +MA’LUMAT-I TARIHİYYE +Tatarlardan sonra İlhaniler Bağdad +vilayetinde icra-yı hükumet edip Şeyh Hasan İlhani ve oğlu +müstakillen Bağdad hükumetine geçtiler. Köleleri Mercan +tanat ve istiklale düşmüş ve Bağdad’da temekkün ederek +efendileriyle muharebe etmiştir. Nihayet mağlub olduktan +sonra Sultan Üveys tarafından mazhar-ı afv olmuştur. +Bağdad’da el-yevm mevcud ve meşhud olan “Mercan +Cami’i” ile evkaf-ı azimesi balada namı yad olunan zatın ihya-kerdesidir. +Yedi yüz yetmiş altı senesinde Sultan Üveys’in +vefatıyle yerine oğlu Sultan Hüseyin geçti. Bunun zamanında +birçok muharebat-ı dahiliyye hudus eyledi. Nihayet bu +zat vefat edip kardeşi Sultan Ahmed yerine geçmiştir. Sultan +Ahmed gayur ve mukdim olduğundan dahili felaketlere +nihayet verip küçük biraderiyle de barışarak hükumetini +takviyeye muvaffak olduktan sonra seylab-ı bela-yı Timur’a +uğramıştır. +Timur’un türemesine tesadüf eden bu zaman Asya’nın +her tarafı huyul-i Tatariyye ile pay-mal edildiği gibi Sultan +Ahmed’in hükumetini ve Bağdad’ı dahi istila eylemiştir. +Bu istila üzerine Sultan Ahmed Mısır hükumetine iltica +etti. Timur ise Emir Mes’ud’u Bağdad’da terkederek +Asya-yı Suğra ve Vusta’nın tamami-i istilasına başladı. Timur’un +meşgūliyet-i daime-i harbiyyesinden ve hükumet-i +Mısriyye’nin iane-i askeriyyesinden bil-istifade Sultan Ahmed +yine Bağdad’a gelerek Timur’un valisi bulunan Emir +Mes’ud’u tardedip eski hükumetini tekrar alabildi. +Timur vak’adan haber almasıyla ikinci def’a olarak Bağdad’a +hücum etmiş ve Sultan Ahmed artık duramayarak o +vakit Avrupa ve Asya kıt’alarında tevsi’-i hükumet-i Osmaniyye +lerine iltica eylemiştir. Bu iltica üzerine Sultan Bayezid ile +Timur’un araları açılmaya başladı. +Ahiran Timur kendi hafidi Mirza Bekir’i Bağdad ve Basra +valiliğine ta’yin etti ise de Yıldırım vak’a-i ma’lumesinden +sonra Sultan Ahmed yolunu bulup ümeradan Karakoyunlu +diye meşhur olan Kara Yusuf ile ittifak ederek yine Bağdad’a +gelmişler ve Mirza Bekir ve sair ümera-yı Timuriyye +def’a olmak üzere ele geçirmişlerdir. Muahharan hükumet-i +Timuriyyenin duçar-ı za’f olması maddesinden bil-istifade +Azerbaycan’dan dahi Timurluları çıkarmak fikriyle Sultan +Ahmed ve Kara Yusuf pek çok çalışmışlardır. +Bunların ikisi arasında rekabet ve adavet hasıl olmasıyla +bir muharebede Sultan Ahmed’in bozulması ve ele geçmesi +cihetiyle Kara Yusuf tarafından i’dam ile hükumet-i İlhaniyyeye +artık hatime çekilmiştir. +Bu vak’adan sonra sekiz yüz +üç senesinde Bağdad hükumeti Karakoyunlu Kara Yusuf’a +baycan’da te’sis ettikleri hükumetin mahvına sarfeylemiştir. +Kara Yusuf Bağdad’ı merkez-i hükumet ittihaz etmeyip Bağdad +hükumetini oğlu Emir Şah Mahmud’a tefviz eyledi +Bunun biraderi Emir İspar ile münazaa ve muharebe +ederek sekiz yüz otuz yedi senesinde hilafgirleri tarafından +tutulup i’dam olunmasıyla yerine biraderi Emir Şah Muhammed +Bağdad hükumetine geçti. Bunun ve selefinin +biraderi Emir İspar bu kıt’ada muharebe ve mukatele ve +nihayet Emir Şah Muhammed’i tardederek Bağdad hükumetini +yed-i zabtına geçirdi. +* * * +hine değin Karakoyunlular elinde olduğu halde Timur’un +ümerasından Kara Osman’ın kölesi olup Diyarbekir valisi +bulunan ve Akkoyunlu denilen Hasan-ı Topal’ın o zaman +Asya’da hükmünü şiddetle icra eden tavayif-i mülukün +münazaatından istifade ile hükumet-i Timuriyyeyi ve Karakoyunlular +hükumetini dahi ber-vech-i muharrer sekiz yüz +yetmiş iki senesinde daire-i saltanatına idhal etmiştir. +san” şöhretini alan Diyarbekir hükümdarıdır. Bağdad hükumeti +tarih-i mezkurdan dokuz yüz on dört sene[si]ne kadar +Akkoyunlular tarafından idare olunduğu halde Şah İsmail-i +Safevi’nin türemesiyle ve Akkoyunluların memalikini zabtetmesiyle +ta’dilat-ı ahire dahi dahil-i hesab edilir ise Akkoyunluların +cümle-i memalikinden bulunan Bağdad hükumetini +dahi tarih-i mezkurda istila eylemiş olur. +Şah İsmail dahi Bağdad’ın tahribatında Hülagu ve Timur’un +üçüncüsü olmuştur. +Dokuz yüz on dört senesinden +Şah İsmail’in tarih-i vefatı olan dokuz yüz otuz senesine +kadar Bağdad hükumeti Şah İsmail’in valileri tarafından +Kabilesi’nden türemiş olan Zülfikar nam şahsın Kelhur Aşireti’nden +gördüğü muavenet ve muzaheret üzerine şimdiki +Luristan taraflarını istila ettikten sonra Bağdad’ı dahi zabt u +teshir etmiş ve istiklalini muhafaza etmek için hutbeyi eazım-ı +selatin-i Osmaniyyeden Kanuni Sultan Süleyman Han +hazretleri namına okutmuş ve sikke darbettirmiştir. +Bağdad hükumetinin Memalik-i Mahruse-i Osmaniyye’ye +munzam olması işte bu vechile Zülfikar tarafından +Sultan Süleyman Han hazretlerine olan itaat yüzünden hasıl +olmuş ve bu inkıyad ise Saltanat-ı seniyyenin himayesiyle +Şah İsmail’in halefi olan Şah Tahmasb’dan tahlis-i hayat u +hükumet etmek mutalaa-i akılanesine müstenid bulunmuştur. +Bu zat gayet cesur ve gayur bir vali olmasıyla Bağdad’ın +ma’muriyetine hizmet etmiş ise de Şah Tahmasb dokuz yüz +otuz altı senesinde Bağdad’ı muhasara etmiştir. +Zülfikar’ın ettiği gayurane mukavemet Şah Tahmasb’ın +hareket-i vakı’ası için daimi nedamet olmuş ise de +Zülfikar’ın iğva ve ıtma’ edilen biraderleri tarafından yatağında +katl ü i’dam olunması Şah Tahmasb’ın Bağdad’ı +Zülfikar Sultan Süleyman’a arz-ı itaat ve inkıyad ettikten +sonra bu suretle Şah Tahmasb’ın tecavüzünden ahz-i +nin İran ve Bağdad seferini müstelzim olmuştur. +Şah Tahmasb’ın asakir-i Osmaniyyeye mukabele edememesi +cihetle şimdiki Kürdistan ve Tebriz cihetleri Memalik-i +Osmaniyye’ye zamime olduğu gibi Bağdad şehri dahi +bila-muharebe istila edilmiştir. Geldi burc-ı evliyaya padişah-ı +namdar Sultan Süleyman Han hazretlerinin +Bağdad’ı teşriflerinde söylenen tarihtir. +Dokuz yüz kırk bir senesinde Bağdad hükumeti ikinci +def’a olarak kemal-i sühuletle Memalik-i Mahruse’ye ilave +olunmuştur. +Bağdad’dan Basra’ya kadar olan memalik ve ahali dahi +Bağdad’a ittiba’an arz-ı itaat ve inkıyad ettiler. Sultan Süleyman +Han hazretleri Şah İsmail tarafından mübaşeret olunup +asitanede mevcud olan ve içinde Cuma namazı eda edilmekte +bulunan cami’i bina ettirdikleri gibi Kerbela ve Necef-i +Eşref’e gidip Atebat-ı Aliyat’ı da ziyaret eylediler. +Şimdiki Hüseyniye şehri müşarun-ileyh hazretlerinin +eser-i mülukaneleri ve Şeyh Abdülkadir-i Geylani kuddise +sırruhu’l-ali hazretlerinin evkaf-ı mevcudesi yine müşarun-ileyh +hazretlerinin eser-i mürüvvet ve inayetleridir. +Bundan sonra Bağdad ve Basra vilayetlerindeki ahali ve +kabail tamamıyle Bağdad hükumetine arz-ı itaat ve inkıyad +etmemişler ise de hükumet-i Osmaniyye buralarda gereği +gibi teessüs etmiştir. +senesinde bölükbaşılarından Ahmed Tırıloğlu +Mehmed huruc ederek Bağdad’ı zabteylemiştir. Merkūmun +terbiyesine Devlet-i Aliyye tarafından me’mur buyurulan +Nasuh Paşa askerini dahi ric’ate mecbur etmesiyle istiklal +bulmuş iken Mehmed Çelebi namında bir zat tarafından +katledilmiş ve yerine biraderi Mustafa Bağdad valiliğinde +Bağdad hükumetini bunlardan tahlise me’mur buyurulan +Çıgala-zade Vezir Mehmed Paşa bazı aşayir-i Irakıyye ile +bil-ittifak merkūm Mustafa’yı harben kaçırmış ve senesinde +Kadi-zade Ali Paşa’yı Bağdad valiliğine ta’yin ederek +bu suretle Bağdad hükumeti yine idare-i adile-i hükumete +rücu’ etmiştir. +Vüzeradan Yusuf Paşa’nın Bağdad valiliği zamanında ve +tarihinde Bağdad yeniçerilerinden Bekir Subaşı tegallüb +ederek valiye muhalefet ve nihayet muharebeye mübaderetle +şimdiki Köprübaşı’nda edilen muharebede valinin +şehid olması Bekir Subaşı’nın Bağdad hükumetini zabt +hakkında ettiği muamelat-ı gadriyye pek suzişli addedilebilir. +Bu hal Sultan Murad Han-ı Rabi’ hazretlerinin ahd-i saltanatlarının +evailine musadif idi. +O esnada Bağdad Valiliği Süleyman Paşa’ya tevcih ve +Bağdad’ın tahlisi için de Hafız Ahmed Paşa ordu kumandanlığına +ta’yin olunmuştur. Bekir Subaşı bunlara bir taraftan +mukavemet diğer taraftan ordu-yı hümayunun mu +hacematına tahammül edemeyeceği mutalaasıyle o vakit +müracaat etmiştir. Şah Abbas dahi Bağdad hükumetini elde +etmek için asakir-i imdadiyye irsaliyle bunların Hanekin’e +vusullerine kadar Hafız Ahmed Paşa ile Bekir Subaşı arasında +vukū’ bulan muharebatta galibiyet asi Bekir tarafında +kalmıştır. +Paşa’nın ric’ati lazım geldiğine ve Bağdad’ın İraniler eline +geçmesini tecviz etmediğine mebni vakt-i merhununda +Bekir Subaşı’yı Bağdad Valiliği’ne bit-ta’yin kendisine +o vaktin usul-i idaresi hükmünce valilik emrini vermiş ve +Bağdad’ı İranilere teslim etmemek için vesaya-yı tahririyye +bil-icra kendisi Diyarbekir cihetine avdet etmiştir. Hafız +Ahmed Paşa’nın bu tedbire avdeti üzerine filhakīka Bekir +Subaşı İranileri Bağdad’a kabul etmedi. Muamele-i vakı’ası +Şah Abbas’ın gücüne giderek bizzat gelip Bağdad’ı muhasara +etti. Bekir Subaşı ilk önce biraz mukavemet etmiş ise +de ahiran kendi katliyle Bağdad’ın tekrar Safeviler eline +geçmesine sebeb oldu. Şah Abbas ise sairleri gibi Bağdad’ı +müverrihinince de musaddaktır. +Sultan Murad Han-ı Rabi’ hazretleri Bağdad’ın tahlisi için +Hafız Ahmed Paşa ve muahharan Hüsrev Paşa’yı me’mur +buyurmuşlar ve senelerle pek çok çalışmışlar ise de bir türlü +muvaffak olamadıklarından senesinde bizzat Bağdad’ı +teşrif ile İranilerden memleketi geri almıştır. +Müşarun-ileyh hazretleri İmam-ı A’zam ve Şeyh Abdül +kadir-i Geylani hazeratının asitane ve kubbelerini ta’mir ve +evkaf ve vezaif-i sairelerini tahdid ve tecdid buyurdukları +gibi İran Devleti’yle de bir muahedename akdedip muzafferen +Dersaadet’e avdet buyurmuşlardır. +senesinden senesine kadar Bağdad vilayeti +Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye canibinden mansub vülat-ı +Ba’dehu Bağdad ve Basra vilayetleri birleştirilerek Kölemen +Süleyman Paşa’ya tevcih olunmuştur. Süleyman Paşa +kendisi köle olmasıyla ondan sonra yine Kölemenlerden +biri vali olmuştur. O vaktin icabatına göre makam-ı vilayete +geçenlere Kölemenlerin son valisi olan Davud Paşa’nın azline +kadar Saltanat-ı seniyye ferman irsaliyle vali ta’yini adet +hükmüne girmiş idi. +senesinde meşhur Laz Ali Rıza Paşa Bağdad Valisi +olmasıyla Kölemenleri kamilen def’ ederek artık Bağdad +vilayeti daire-i intizama girmiş ve hiçbir sadmeye uğramadığı +gibi git gide meratib-i haliyyeyi iktisaba başlamıştır.. +– – +BULGARİSTAN İMPARATORLUĞU’NUN! +TE’SISİ İÇİN +BULGARLAR MEMALIK-I OSMANIYYE’DE NE +ROLLER OYNADILAR? +Bulgaristan’da iki aydan fazla bir seyahat icra ederek +orada bulunan İslamların ahvaline ve Bulgarlar tarafından +fırıldaklara dair epeyce tedkīkatta bulunduktan sonra İstanbul’a +geldim. Şimdiye kadar göndermiş olduğum mektuplar +–öyle zannediyorum ki– Bulgarların müslümanlara karşı icra +ettikleri vahşetleri alem-i medeniyyete karşı isbat etmeye +kafidir. Gerek onları ve gerek bundan sonra neşredeceğim +vesaikı okuyanlar Osmanlıları vahşetle itham etmek isteyen +Bulgarların mahiyet-i habiselerini anlamakta asla tereddüd +göstermeyeceklerdir. Evet! Kariin-i kiram görecekler ki medeniyet +gavgası yapan Bulgarlar medeni değil en vahşi bir +hayvan-ı müfterisdirler. Bulgarlar için müslüman öldürmek +onların ırzlarını paymal etmek en mukaddes ma’bedlere +taarruz etmek hiç nev’indendir. Bunu şimdiye kadar göndermiş +olduğumuz mektuplar maa-ziyadetin isbat ettiği cihetle +bugünkü makalemizde bahsedeceğimiz bu gibi şeyler +değildir. Biz bugün Osmanlılıkla pek büyük alakası olan bir +mes’eleyi izah ederek Bulgaristan’ın Memalik-i Osmaniyye’de +şimdiye kadar oynamış olduğu rollerden ve bunun +netayic-i hasılasından bahsetmek istiyoruz. +Bugün Bulgaristan Muharebesi’nden Makedonya’daki +Bulgarların hukūkundan oradaki Bulgarların zulüm gördüğünden +daha doğrusu Osmanlıların Bulgarlara zulüm +Düvel-i Muazzama’nın müdahalesi taleb olunuyor. Fil-vaki’ +Makedonya’da sair vatandaşlarıyla beraber Bulgarlar da dinamit +ateşleriyle yakılıyor. Fakat bunları yapanlar kimlerdir? +Herkesin kalbini dil-hun eden bu gibi vakayi’ ne gibi teşebbüsat +sayesinde husule geliyor? İşte biz buralarını tedkīk etmek +Ma’lumdur ki Bulgarların bir Eksarhhane teşkilatı vardır. +Acaba Bulgarlar tarafından böyle bir teşkilatın sebebi nedir? +Bunun teşkilatı ne suretle oluyor bunun mevki’-i siyasisi nedir +bundan ne faide te’min edilecektir? +Eksarhhane Bulgarların Rumeli’deki Patrikhane kiliselerinden +ayrılması bahanesiyle vaki’ olan ihtilalleri gürültüleri +üzerine İstanbul’da bir Eksarhhane teşkil olunmuş ve Rumeli’nin +münasib yerlerinde Bulgar kiliseleri te’sis ve Bulgar +metropolitlikleri ve metropolit vekaletleri küşad edilmişti. +Bulgaristan’ın hin-i istilasına kadar bu Eksarhhane umum +Bulgar kiliselerinin hamisi ve amir-i yeganesi bulunuyordu. +Bulgaristan oluncaya kadar bu ünvanı taşıdığı gibi Bulgaristan +olduktan sonra da hala bu sıfatı muhafaza ediyordu. +Hatta o kadar ehemmiyet verildi ki Bulgaristan’da bulunan +kaldı. Şu halde Bulgar kiliselerine aid umur ve hususda Sinod +meclisinin ittihaz etmiş olduğu mukarrerat behemehal +Eksarhhane’nin tasdikine vabeste idi. Bu kadar ehemmiyeti +haiz bulunan Eksarhhane ile İsveti Sinod arasında mühim +bir ihtilaf zuhur ettiği bundan iki ay mukaddem evrak-ı matbuatta +görülmüştü. Daha o zaman Sofya’dan göndermiş +olduğum bir mektupta bu mes’elenin hakīkatine dair uzun +bir makale yazacağımı va’detmiştim. Şimdi o va’dimi ifa +ediyorum demektir. +tilafa bazı Bulgar siyasiyyunu da iştirak etmişti. İsveti Sinod +Meclisi’nin bu gürültüden maksadı şu idi: +Eksarhhane’nin vazifesi yalnız Memalik-i Osmaniyye’de +bulunan Bulgar kiliselerinin reisi olarak kalmak ve binaenaleyh +Bulgaristan kiliseleri üzerindeki amiriyetini kat’ eylemek. +milletinde hasıl olan galeyan Sinod Meclisi aleyhine yaptıkları +miting ve protestolar ile ma’lumdur. Bulgar milletinde +hasıl olan bu galeyan ve yapılan mitingler neticesinde +bittabi’ bu mes’eleye kapanmış nazarıyle bakılarak suret-i +zahirede ihtilaf ref’ edildi. +tilafın sebebi tedkīk edilecek olursa neticede şayan-ı ehemmiyet +bir mes’ele daha meydana çıkıyor. +Ma’lumdur ki Rusya imparatoru kendisini –la-teşbih– bir +Ortodoks halifesi göstermek ve bütün dünyadaki Ortodoks +kiliselerinin hamisi sıfatını alarak Memalik-i Osmaniyye’deki +milyonlarca Ortodoks ve Islav milletlerine hakim olmak ve +bu sayede Devlet-i Aliyye’yi tazyik edebilmek daha doğrusu +umur-ı dahiliyyesine müdahale için çareler hazırlamış +olmak üzere geçen sene Eksarhhane’nin lağvıyle umum Ortodoks +kiliselerinin patrikhane nezaretine tevdi’i patrikhanenin +de bizzat Rusya imparatorunun himayesine verilmesi +teklifinde bulundu. +Rusya hükumeti bu teklifi de bittabi’ hod be-hod icra etmek +bini gözleyip duruyordu. Vakta ki Kral Ferdinand’ın resm-i +tetevvücü merasimi icra edilmek istenildi bittabi’ bu merasime +gibi bu miyanda Rusya imparatoru da da’vet edildi. Fakat +Rusya hükumeti bu da’vete doğrudan doğruya iştirak etmedi. +Çünkü Bulgaristan’ın bu da’vetine karşı Rusya hariciye +nazırı Rusya’nın bu resme iştirak etmesi için Eksarhhane’nin +lağvedilmesi teklifinde bulunuyordu. +Rusya hariciye nazırının bu teklifine karşı Bulgaristan +cevab-ı red veremediği gibi kabul ile de karşılanmadı. Fakat +Rusya’yı da gücendirmemek için oldu olacaktı vaadleriyle +avutuluyor. İşte Eksarhhane’nin İsveti Sinod’dan kat’-ı irtibatı +nümayişleri bu resm-i tetevvücün takarrubü hasebiyle +oluyordu. +* * * +Eksarhhane’nin vazifesi nedir? Eksarhhane teşekkül edeliden +beri Bulgar kiliselerini tensik ve Bulgar mekteplerini +yalnız bununla da bitmiş olmuyor. Bunları bi-hakkın ifa etmekle +beraber aynı zamanda Bulgar unsurunu himaye? +etmek perdesi altında İstanbul’da bulunan Düvel-i Muazzama +süferası nezdinde etmediği teşebbüsat-ı gayr-i resmiyye +de kalmıyor. Hatta Rusya hükumetinin hücum ve Rumeli +Kıt’ası’nı istilası zamanında bile Eksarhhane Düvel-i Muazzama +elçilerini Rumeli Kıt’ası’nda Bulgaristan’ın bir hükumet +te’sis edebilmesi hususunda ikna’ edebilmiştir. Evet; +bu kıt’a üzerinde behemehal bir Bulgaristan hükumeti te’sis +edeceklerini Düvel-i Muazzama süferasına söylemiş ve onları +Zaten Rusya’nın büyümesinden daima korkan Düvel-i +Muazzama için bu gayet muvafık bir plan idi. +Diğer taraftan Eksarhhane’nin bu gibi harekatına minnetdar +olan Bulgaristan Eksarhhane’yi kendisine rabtederek +bir şu’be-i hükumeti makamına koymuş bu şu’benin ve +bu vasıta ile Avrupa-yı Osmani’deki o muhteşem Bulgar +mekteplerinin Bulgarlığa aid hususat-ı sairenin te’min-i terakkīsi +tahsis etmiştir. Fakat Eksarhhane mesarifatı kiliseler ve +me’murin-i fevkalade tahsisatı bu yekuna dahildir zannolunmasın! +Çünkü onlar Bulgaristan bütçesinden ayrı bir kalem +teşkil ederler. +Bulgaristan’ın bu kadar mühim bir mesarifi ihtiyar ile +bu kadar teşkilatta bulunması elbette boşuna değil; Bulgar +hükumeti yapmış olduğu bu mesarifat ve bu teşebbüsat-ı +fevkaladeye mukabil ileride bir şey bekliyor ki o da daima +Bulgar milletinin hayal hanesinden ileriye geçmek ihtimali +olmayan Büyük Bulgaristan İmparatorluğu’nun teşekkül +etmesi! +tevsi’-i memalik hususundaki hevesat-ı tahayyül-perveranesi +Eksarhhane’nin de yine bu maksadın hadimi olmak +üzere Avrupa-yı Osmani Bulgarlarını mektepler ve suver-i +saire ile hazırlamış bulunması Rusya’nın nazarında bir gün +gelip de altı asır evvelki Bulgar İmparatorluğu’nun vücud +bulması ihtimalatını ve binaenaleyh Rusya’nın o zamanki +gibi Bulgar ordusuna yine mağlub olması faraziyatı imparator +hazretlerini endişeye düşürmüş olmalı ki resm-i tetevvüc +cudunun kaldırılması ile Bulgar İmparatorluğu’nun? teşkili +Rusya hükumetini daima bir hami gibi telakkī etmesini istedi. +Hakīkaten Rusya hükumeti için bu düşünce pek doğrudur. +Çünkü Rusya ister ki Bulgaristan ve sairleri daima +kendisini bir hami bir peder tanıyarak istediği politikayı +ta’kīb etsinler. Bunun içindir ki Rusya hiçbir zaman Bulgaristan’ın +pek de büyümesini arzu etmez. Fakat bu teklife +karşı Bulgar milleti durmadı mitingler ile kıyameti kopardı. +* * * +Görülüyor ki Bulgaristan hükumeti ta’kīb etmekte olduğu +gaye-i hayaliye vasıl olmak emel-i hayal-pesendanesiyle +her türlü teşebbüsattan geri durmuyor kendisinden pek büyük +fedakarlıkları ihtiyar ediyor. +Memalik-i Osmaniyye’de hükumetin i’dadilerinden daha +mükemmel Bulgar i’dadileri ticaret mektepleri vücuda getirdiği +gibi Bulgar ile meskun olan en ufak kasabalarda da +hükumet-i Osmaniyyenin rüşdiyesinden daha mükemmel +rüşdiyeleri vardır. Çünkü hükumet-i Osmaniyye rüşdiyeleri +bir-iki muallim tarafından idare olunduğu ve ekseriya bunların +da gayr-i muktedir ellere tevdi’ kılındığı halde Bulgarlarınki +müteaddid ve muktedir muallimlerin yed-i tedrisine +tevdi’ kılınmıştır. +Avrupa-yı Osmani’de en ufak bir Bulgar köyünde +bile i’dadi tahsili görmüş yahud darülmualliminden me’zun +–fakat bizim darülmuallimin me’zunları gibi değil– bir veyahud +Bu muallimlerin beherine beş altı yedi lira maaş veriliyor. +Bilahare bu kadar maaş ile de bırakılmayarak tezyid +ediliyor. Hatta on liraya kadar çıkarıldığı da söylenmektedir. +Bulgaristan’ın kendi memleketindeki mekteplerden başka +bir de Memalik-i Osmaniyye’de bulunan Bulgar mekteplerine +sarfetmiş olduğu bu kadar paralar acaba nereden +geliyor? +Acaba mahalli vakıflarından mı? Ahali ianesinden mi? +Hayır hayır! Bunun hiç birisinden değil! Çünkü biz pek a’la +biliyoruz ki Makedonya’daki Bulgarların vakıfları kendi kiliselerinin +mesi maaşını bile te’min edemez. +Şu halde hükumet-i Osmaniyyenin taht-ı idaresinde bulunan +bir ülkede muallimin-i İslamiyyenin bile alamadığı bu +maaşat ne suretle tedarik ediliyor? +Zannedersem bu sualin cevabı daha makalemizin balasında +verilmişti. Makedonya’daki Bulgar mekteplerinin idaresi +edildiğini söylemiştik. +Daha tuhafça bir şey ilave edelim mi? Makedonya’da +muallimlik eden Bulgarlardan hatta umum Bulgar müessesatı +me’murlarının maaşlarından tevkīfat icra olunur sonra +bu paralar yine Makedonya’daki Bulgar mekteplerinin +Bulgaristan hükumeti nezdinde Makedonya’daki mektepler +fark gözetilmez. +Makedonya’nın en hücra bir köyünde muallimlik etmek +fark yoktur. Mesela bir Bulgar beş yahud yedi sene Türkiye’deki +Bulgar müessesatında hizmet eder sonra gelir sekiz +sene de Bulgaristan’da istihdam edilir. Bunu müteakıb +hakk-ı tekaüde malik olur Bulgaristan hükumeti tarafından +tekaüd maaşı verilir. Çünkü Bulgaristan Nizamnamesi’nce +onbeş sene hizmet etmiştir. Ama bu hizmet gerek Memalik-i +Osmaniyye’de olsun gerekse Bulgaristan’da olsun madem +ki Bulgar müessesatında Bulgarlık gaye-i amaline sebketmiştir +nerede olursa olsun hakk-ı tekaüde maliktir. Çünkü +kese hep birdir. +Memalik-i Osmaniyye’de bulunan Bulgar müessesatında +onbeş sene hizmet eden bir muallim veya me’murların +tekaüdiyesiyle müddet-i me’muriyyetini Bulgaristan’da ifa +eden bir me’murun tekaüdiyesi arasında hiçbir fark yoktur. +me’murları Makedonya’ya giderek orada Bulgar amaline +hizmet ediyorlar. Mektepler ve suver-i saire ile ahaliyi Bulgar +amaline temayül ettirerek hükumet-i Osmaniyyeye karşı her +türlü müşkilat ika’ etmekten icabında cehennem makineleri +büyük bir Bulgar İmparatorluğu teşkil etmek fikrini ta’mim +etmekten bir dakīka bile hali kalmıyorlardı. +* * * +Şu kadarcık tafsilatı aldıktan sonra Eksarhhane’nin taksimat-ı +dahiliyyesi hakkında da biraz izahat verelim: +Bu ta’dad ettiğimiz şeylerden fazla olarak Eksarhhane +Bulgarlar için daha pek mühim işler görüyor. +di’nin makam-ı resmisi olmak üzere muhteşem bir saray var. +Bu sarayın bahçe kapısında siyah elbise-i resmiyyeyi hamil +bir nöbetçi daimi surette duruyor. Bu saray ittisalinde cesim +bir konak vardır ki orada Eksarhhane me’murları işlerler. +Eksarh efendinin biri ruhani diğeri cismani olmak üzere +mi yirmi beşer liradır. +Bundan sonra Eksarhhane maarif idaresi daire-i ruhaniyye +evkaf dairesi namıyle üç müstakil kısma ayrılıyor. +Bu dairelerin her birinin birer müdürü ve müteaddid +katib ve evrak me’murları vardır. Bu müdür ve me’murların +maaşatı da sekiz liradan yirmi beş liraya kadardır. +Bunlardan başka olarak Eksarhhane’nin nezaretlerde işlerini +ta’kīb etmek için kapıkethüdası namıyle iki me’muru +daha vardır ki bunlar da hukūk me’zunlarıdır. +Bu taksimattan sonra Eksarhhane altı metropolitliğe +ayrılıyor. Metropolit efendiler şahsi olarak liradan altmış +liraya kadar maaş alıyorlar. İkametgah daire hademe +katib… maaşatı buna dahil olmadığı gibi atı arabası mevcud +metropolitler de vardır. +Metropolithane başkatibleri derece-i hizmetlerine göre +yirmi liraya kadar maaş alırlar. Bir metropolithanede bir +başkatib iki katib bir evrak me’muru bir Türkçe katibi +mevcuddur. Türkçe katibleri çok kere kapıkethüdalığı vazifesini +de görürler. Yani metropolithane kilise mektep vakıf +ve saire ne gibi milli işler varsa onların rü’yetleri için metropolit +efendi namına olarak devair-i hükumette teşebbüsat-ı +şifahiyyede bulunur ve bu işleri ta’kīb ederler. +Memalik-i Osmaniyye’de bulunan metropolitlerin o kadar +ehemmiyeti vardır ki hükumet-i Osmaniyye tarafından +Bulgar müessesatına dair her ne yazılacak olursa mutlaka +metropolit efendiye müracaata mecburdur. Mesela; mektep +umuru için ne vali ne maarif müdürü Bulgar mektep müdürüne +bir tahrirat yazamaz. Eğer yazacak olursa tahrirat +dandır. Binaenaleyh bu gibi hususatta Metropolit Efendi’ye +müracaat etmek lazımdır. +Dahası var: Metropolit efendiler ara sıra bulundukları +şehirlerde ecnebi konsoloshanelerini ziyaret ederler. Bittabi’ +ekseriya söz mülhakattaki Osmanlıların Bulgarlara türlü +mezalim icra ettiklerine dair oluyor. Bu suretle Osmanlılar +vahşi Bulgarlar mazlum; Osmanlılar kurt Bulgarlar kuzu +mevki’inde tecessüm ettirilir Bulgarların attıkları bombaların +failleri müslümanlar bildirilir. +Metropolit bu yolda olduğu gibi metropolithane başkatibleri +de konsoloshane tercümanlarının parasız ajanslarıdır. +Başkatibler tercümanlar ile her gün mülakat ederler; +katibler Bulgarların mazlumiyetine dair yalan yanlış toplamış +oldukları ma’lumatı tercümanlara günü gününe ihbarda +kusur etmezler. +* * * +Metropolitlerin Bulgar olan kazalarda birer de vekili +vardır. Bunlar da metropolit efendinin imtiyazatını aynen +haizdirler. Bunların da ayrıca maaşatı birer ikişer katibleri +devair-i mahsusaları vardır. Bunların hepsi pek külliyetli +para ile olacağına şübhe yoktur. +Fakat Makedonya’daki bir Bulgar muallimine veyahud +bir Bulgar papasına “maaşatını nereden aldığını” sual edecek +olursan; “Metropolithaneden” cevabını verir. +Metropolit Efendi’ye; “Bu kadar milyonlarca mesarifata +karşılık olmak üzere ne gibi varidatınız vardır?” diye sorulacak +olursa; “Mesarifat-ı umumiyye Eksarhhane’den geliyor.” +cevabını verir. +Aynı sual Eksarh Efendi’ye de vaki’ olursa; “Efendim; +ma’lum ya Bulgaristan Evkafı mesarifat-ı umumiyyenin on +binde bir cüz’ünü te’mine kafi değildir. İşte bunun için Bulgaristan’da +bulunan bir cem’iyet-i hayriyye? bize muavenet-i +deyip işin içinden çıkar. +Görülüyor ki Bulgaristan hükumeti kendi memleketinde +olan binlerce tebea-i İslamiyyenin hukūk-ı meşrualarını +gasbederek evkaf-ı İslamiyyeyi zir-i idaresine geçiriyor +mekatib-i İslamiyyeyi parasızlık yüzünden mahv u +harab ediyor İslamların ma’neviyatını öldürecek her türlü +teşebbüsat-ı gayr-i meşruada bulunuyor diğer taraftan da +Makedonya’nın hayatını te’min için evkaf-ı İslamiyyeden +gasbettiği milyonlarca parayı oraya sarfediyor. En muktedir +me’murunu orada istihdam ediyor. Sarfettiği milyonlar sayesinde +hükumet-i Osmaniyyeye her türlü müşkilatı ika’ ve +her türlü matalibini tervice mecbur ediyor. +Çünkü Bulgarların kendilerince kat’iyet-i riyazıyye gibi +muhakkak bir şey varsa o da Bulgar İmparatorluğu te’sis +etmek için behemehal hükumet-i Osmaniyyeye Makedonya’da +dedikleri ıslahatı yaptırmaktır. +Eğer Bulgarlar bu kadar para ihtilal sayesinde Avrupa’nın +müdahalesi ile Makedonya’da istedikleri ıslahatı +yaptırabilirlerse onlar için hayalhanelerinde temerküz eden +Büyük Bulgaristan’ın mukaddimesi hazırlanmış demektir. +Binaenaleyh bu mukaddimeden sonra da sıra imparatorluğun? +mekten maksadı hep bu gayeye vusul içindir; bundan başka +hiçbir şey değildir. Şu halde çoktan beri ta’kīb edilmekte +olan bu teşebbüsat-ı fevkaladeye karşı hükumet-i Osmaniyyenin +alacağı vaz’iyeti de kariin-i kiram takdir etmelidirler. +Ahval-i ahire münasebetiyle İstanbul’a avdeti icab eden +Bulgaristan muhabir-i mahsusumuz Aksekili Ahmed Hamdi +Efendi’nin tevkil ettiği zat tarafından dün Sofya’dan aldığımız +mektuptur: +FİLİBE İSLAMLARININ FELAKETİ +Bugüne kadar Filibe’de idim. Şimdi Sofya’ya geçiyorum. +Zira burada hayattan emin değilim. Bu üç gün zarfında +Filibe ve havalisinde İslamlara reva görülen mezalim +beşerin tahammülü fevkındedir. Bunları tafsilatıyle yazmayı +bir kitap te’lifine terkediyorum. Burada yalnız vakayi’in birer +hülasasını göstereceğim. +Eylül’ün onyedinci günü ba’de’z-zuhr İslamlar koyun +gibi hapishanelere doldurulmaya başlandı. Asker devriyeleri +tarafından tevkīf edilenler hapishaneye götürülünceye +kadar kamçı tüfenk dipçiği kılıç arkası ve şamardan da +geçirildi. Akşamdan tevkīf edilenlerden yirmi dört saatte iki +def’a ekmek parası toplanıldığı halde bir habbe bile getirilmedi. +Yüzlerce müslüman yirmi dört saat aç ve uykusuz +asker kasaturalıları tehdidi altında bulunduruldu. Def’-i hacet +hususunda gösterilen suubet neticesinde üstüne başına +edenler bile bulundu. +Çoluk çocuk sokaklarda zavallı İslam aileleri havf u hiras +u dehşet içinde! Ağlayan sızlayan aç kalan çoluk çocuğun +figanını dinleyen bile yok. +Müfti-i belde sıfat-ı me’muriyyetten bil-istifade mevkūfinden +azade kalarak İslamları kurtarmak için mutasarrıf mevki’ +kumandanı ve Sofya nezdinde müessir teşebbüsatta +bulunmuş en sonunda da; “Ya beni de kapayın yahud o +ma’sum müslümanların serbestisini iade edin; yahud ki onların +mücrimiyetini müş’ir ellerine tevkīf müzekkiresi verin +ki herkes kabahatini bilsin!” yollu müddeayatı yirmi dört +saat neticesinde mevkūfini tahliyeye muvaffak olmuştur. +Mevkūfinin ilk tutulanlarından Edhem Ruhi Ahmed +Faik ve mektep Müdürü Halil Zeki Beyler olup hapishaneden +kumandana müteaddid mektuplar göndererek bu zulme +nihayet verilmesini hiç olmazsa harb esirlerine edilen +muameleye mazhar olmalarını iddia eylemişler. Bunun üzerine +de kumandan bizzat mevkūf bulundukları askeri kışlasına +gelmiş. Muma-ileyhim bu müddeayatı tekrarla ya tahliye +yahud mücrimiyet kararlarını iddia eylemiş bu muamelenin +Bulgaristan için bir leke olduğunu medeniyetle kabil-i te’lif +olmadığını söylemişlerdir. İstihbarat-ı mevsukaya nazaran +Filibe’de tevkīf olunan müslümanların adedi imiş. Erkeklerin +hapishanede süründüğü yirmi dört saat zarfında +asker İslam evlerini dolaşmış sandıkların en hücra köşelerini +bile taharri eylemişlerdir. Taharri edilen bütün İslam +hanelerinde ancak birkaç aded eski silahdan başka bir şey +bulunmamıştır. +Mülhakattan alınan haberlere göre bu muamele Filibe’ye +mülhak İslam köylerinin hepsinde tatbik olunmuş bazılarında +Osmanlı idaresi zamanından eski silahlar ve av tüfenkleri +bulunmuştur. Darb ve işkence muamelesinin burada da cari +olduğunun tekrarına lüzum yoktur. +Eylül’ün onsekizinci günü belediye ittisalindeki bir İslam +kahvesinin camları kapısı alat ve edevatı redif efradı tarafından +kırıldığı gibi aynı günde de Musalla Cami’-i Şerifi +kapı ve pencereleriyle içindeki levhalar ve kandiller kırılmış +ve ittisalindeki imam efendinin hanesine tecavüz olunarak +eşyası su kuyusuna atılmıştır. +Eylül’ün ’uncu günü gecesi devriye sıfatlı üç süvari +Tepe Mahallesi’nde Köseoğlu Ahmed Ağa’nın hanesine +tecavüz etmiş Ahmed Ağa’nın para kesesini almakla iktifa +etmiştir. Karşıyaka’da Eşref Ağa’nın çiftlik mevki’indeki bostan +burçak ve mısırları yağma edilmiş kulübesi yakılmış ve +[E]şref Ağa da darbedilmiştir. +Yine aynı gecede eşrafdan Hüseyin Bey’in hanesinde +gece yarısı iki asker kapısına geliyor kapıyı kırıyor ve: +– Haydi bre Türk kız kardeşini çıkar! diye bağırıyor. Hüseyin +Bey’in figanı üzerine karşı komşusu Garovif yetişip +kurtarıyor. +Eylül’de Karlovalı iki İslam genci Karlova’ya sevkolunmak +üzere bagajlarını bir talikacıya veriyor. Bunlar da +talikanın arkasından gidiyor. Yolda beş altı asker namzedi +tehlikeli surette vuruluyor ve hastahaneye naklolunuyor. +Hacı Hasan mahallesinde ihtiyar Halil Ağa Eylül’de +akşam orduevi önünde asker tarafından çizme ile döğülmüş +ve hal-i ihtizardadır. +Keza aynı mahallede aynı zamanda Hacı Yaşar Efendi +mahdumu Mustafa Efendi döğülmüştür. +Filibe’ye mülhak ve İstanimka demekle ma’ruf kasabadaki +raber hareketim anında Nuri Ağa’nın dükkanı kırılıp malları +yağma ediliyordu. Bulgarlar bura müslümanlarına pek fena +nazarla bakıyorlar. Zavallılar evlerden çıkamıyor ve nevale +tedariki için bil-mecburiye kalpak giyerek bu suretle ailelerine +ancak ekmek tedarik edebiliyorlar. Edhem Ruhi Bey’in +kapısına jandarma ve asker ikame edilip ihtilattan men’ edilmiştir. +Bu münasebetle Balkan gazetesi de ta’til-i eşgal eylemiştir. +Vesait bulursam inşaallah cereyan-ı vakayi’i sırasıyla +yazacağım. Bu mektubumun bütün ceraid-i Osmaniyye tarafından +nakl ve dercini rica ederim. +Sofya: D. +BOSNA’DA EVKAF-I İSLAMİYYE MES’ELESİ +− − +Evkaf hey’et-i idaresi ber-vech-i ati zevattan teşekkül +eder: Evkaf hey’et-i emaneti reisi evkaf müfettişi evkaf +katib-i umumisi ve diğer umur-ı evkafı tedvir ile mükellef +olan zevat. Hey’et-i idarenin aynı zamanda emanet a’zası +olmayan erkanı hükumet-i mahalliyye tarafından ta’yin edilirler. +Bütün hey’et-i idare evkaf kasasından muhassasat alır. +Evkaf hey’et-i idaresi ber-vech-i ati umuru icraya mecburdur: +lar defatire ve her vakfın ma-vudia-lehine sarfedildiğini teftiş +etmek. +lundurmak. +datı ma-vudia-lehine sarfedip etmemesi nokta-i nazarından +teftiş ve nezaret altında bulundurmak. +nin nasb u ta’yini için teklifatta bulunmak. Mütevvellileri olmayan +evkafa mütevelli ta’yini için reisü’l-ulemaya teklifat-ı +mahsusada bulunmak vazifeleri cümlesindendir. +vazife-i teftişlerini ifa etmek. +yet ve hey’et-i emanetin kararı mucebince isti’mal etmek. +senelik bilançonun kat’ı vazifeleri cümlesinden olduğu gibi +evkafın usul-i idaresi i��in nizamat-ı cedidenin tanzimi dahi +vazifeleri sırasındadır. +* * * +Yukarıki satırları mutalaa buyuran zevat-ı kiram umur-ı +evkafın oldukça yolunda tedvir edilebileceğini zan ve tah +min ederler. Ben bu hatayı ta’mir için bir de hükumetin +umur-ı evkafa derece-i müdahalesi salahiyeti gösteren madde-i +atiyyeyi ber-vech-i ati tercüme edeyim: +Hükumet-i mahalliyye evkaf-ı İslamiyyeye nezarette sa +lahiyetdardır. Bunun için kendisi tarafından bu hususda +merci’ olmak üzere daimi bir müfettiş ta’yin edilir. Hükumet +tarafından ta’yin edilen müfettiş hey’et-i emanetin her +sahib-i re’y değildir. Hey’et-i emanetin ictimaa da’veti için +evkaf reisi daima hükumet-i mahalliyyeden istizana mecburdur. +Bütün mukarreratın mer’iyyü’l-icra olması için hükumet +tarafından ta’yin edilen müfettiş vasıtasıyle hükumet-i mahalliyyeye +arz ve kabul ettirilmeleri lazımdır. +Hey’et-i idarenin mukarreratı mer’iyyü’l-icra olabilmek +leri lazımdır. Eğer müfettiş arzu ederse hey’et-i idarenin her +muamelesini ta’til eder ve hükumet-i mahalliyye karar-ı ahirine +havale eder. +Bu son madde-i kanuniyye ile evkaf idaresinin ne kadar +sıkı ve müstebiddane bir teftiş altına vaz’ edildiği müşahede +edilir. +Yirminci Asır’da millete karşı mes’ul bir idare ile gayr-i +mes’ul bir idareden hangisinin şayan-ı tercih olduğunu mu +hakeme etmek zannedersem pek lüzumsuz olacaktır. +Bu sözlerimize karşı evkaf idare-i sabıkasında da bir nevi’ +mes’uliyet bulunduğunu ityan edeceklere şunu söyleyebiliriz +ki: +– Evet; eski evkaf idaresi de mes’ul idi. Fakat evkafını +ratımızda olan hükumet-i mahalliyye erkanı huzurunda +haiz-i mes’uliyyet idi. +Böyle bir mes’uliyetin badi-i mazarrat veyahud menfaat +olacağını erbab-ı insaf takdir etsin. +Makalemin baş taraflarında menabi’-i hususiyyeden +u +mur-ı diniyye ve milliyye için bir şey te’min edilemeyeceğini +söylemiştim. +Fakat buna sebeb olarak dediğim gibi yalnız kıllet-i servet +olmayıp belki bura ahali-i müslimesinin ihtiyac-ı zamanı +adem-i idrakleridir. Çünkü servetçe bizden kat kat dun olan +Katolik hemşehrilerimiz menafi’-i milliyyelerini te’min +het Bosna müslümanlarının hamiyetsizliğine isnad edilemez. +Çünkü Osmanlı–İtalya Muharebesi esnasında bin +kron meblağı Hilal-i Ahmer için toplayan bin nüfuslu bir +millet hiçbir zaman hamiyetsiz olamaz. Eğer kendisine milli +teşkilatının Hilal-i Ahmer derecesinde ehemmiyetli olduğu +derkardır. +Bosna müslümanlarının umur-ı milliyyelerine bu kadar +lakaydi ile beraber hükumet-i mahalliyye ile hem-dest-i +vifak olan evkaf idare-i sabıkasının seyyiat ve su-i isti’malatı +o kadar haddi aştı ki en nihayet pek lakayd olan Boşnakların +bile nazar-ı dikkatini celbeyledi. Su-i isti’malat her ne +kadar bizi maddeten mutazarrır etmiş ise de intibahımıza +başlıca sebeb yine odur. +* * * +Bu bir iki makale ile Sebilürreşad ’ın muhterem kari’lerine +Bosna’da evkaf-ı İslamiyyenin muhtariyetten evvel ne +suretle idare edildiğini yazdığımız gibi gelecek makalede +dahi eski idare altında yapılan su-i isti’malatı ala-vechi’l-ihtisar +yazacağız. Ala-vechi’l-ihtisar diyoruz; çünkü ale’l-infirad +su-i isti’malatı ta’dada başlarsak Sebilürreşad ’ın bütün +bir nüshasını doldurmak lazım. Bunu vely edecek makalelerde +dahi su-i isti’malatın mucib olduğu hareket-i milliyye +Ba’dehu “Evkaf ve Maarif-i İslamiyye Muhtariyeti” +Ni +zamnamesi izah ve üç senelik muhtari evkaf idaresinin +gösterdiği terakkıyat izah olunacaktır. Bundan sonraki +makalatım Bosna’daki İslam müeessesat-ı sıhhiyye ve +hayriyyesine aid bulunacaktır. Münasebet düştükçe diğer +hem-civarımız olan milletlerin bu hususdaki mesaileri hakkında +da bast-ı makal edilecektir. +Balkan ahvalinin ahiren almış olduğu had şekli bunun +umumi seferberliği iktiza ettirdiğini Balkan hükumat-ı sağīresinin +bize karşı takındıkları tavr-ı tehdid-amizden dolayı +hükumet-i seniyyenin ittihaz ettiği tedabir-i askeriyyenin ilk +teşebbüsatını geçen hafta yazmıştık. Bu hafta ise İstanbul +başka bir alem geçirdi. Herkes harb istiyor bütün millet +harbe hazırlanıyordu. Ahali adeta bir hamiyet müsabakasına +girişmiş gibi ibraz-ı hamaset etmekte idi. Kimi gönüllü +yazılıyor kimi Hilal-i Ahmer’e kaydolunuyor kimi nakden +lar vapur kumpanyaları hep hükumete müracaat ediyor +seferberlik hususunda hükumete muavenet edeceklerini +her türlü fedakarlıktan geri durmayacaklarını i’lan ediyorlar; +hamiyetli İslam kadınları bile Hilal-i Ahmer’e müracaatle +kendilerinin hastagan ve mecruhine hizmet etmek üzere +meydan-ı muharebeye gönderilmelerini istiyorlar… Öyle +bir cuş u huruş ki düğünden farkı yok. Bütün bu measir-i +hamiyyeti ber-tafsil yazmak için maatteessüf Sebilürreşad ’ın +hacmi müsaid değil. Maamafih bugünlerin vakayi’i tarihi bir +ehemmiyeti haiz olduğundan onların en zübdelerinin günü +gününe sebt ve derci münasib görülmüştür. +Bugün muvafık muhalif bütün İstanbul gazeteleri müttehidü’l-lisan +olarak baş makalelerini seferberliğe hasr ile +Osmanlılığa şayeste bir lisan-ı hamasetle hükumete zahir +olduklarından Osmanlıların vatan hususunda müttefik bulunduklarından +bahsettiler. +Bugün artık Balkan hükumetleri nezdinde mukīm süfera-yı +Osmaniyyeden vürud eden telgraflara nazaran harb +vukūu ihtimalinin mehafil-i umumiyye-i siyasiyyede kuvvetli +görüldüğü bildiriliyor. +Gazeteler daha şiddetli bir lisanla yine bu mes’eleden +bahsediyor şımarık Balkan çocuklarına iyi bir ders verilmesini +hükumetten taleb ediyorlar. Mehafil-i siyasiyyede artık +ahvalin gayr-i kabil-i ictinab bir cereyana girdiği ve harbin +muhakkak olduğu beyan ediliyor. +rar verdiğine dair bir beyanname neşrediyor. +Yunan ve Bulgar vapurlarının harice çıkmamaları için +Boğaz kumandanlarına emirler veriliyor. +Bütün Darülfünun şuabatı Darülmuallimin Mühendis +hane ticaret gibi mekatib-i aliyye talebesi pür-galeyan-ı +hamiyyet sancaklarla milli şarkılarla nümayişlere başlıyor +Harbiye Nezareti’nde Babıali’de nutuklar irad ediliyor +kemal-i intizam ve meserretle Saray-ı Hümuyun’a kadar gidiliyor +“bu hamiyet-karane tezahürat” şevket-penah efendimiz +hazretlerini de “garik-ı lücce-i iftihar” eyliyor talebe +meserret gözyaşları dökerek; “Yaşasın Padişahımız!” sadasını +göklere çıkarıyor. Sefarethanelerin ziyaretinden sonra +matbuat idarehanelerine gidiliyor muharrirler ve talebeler +tarafından mütekabil nutuklar irad ediliyor… Gece yarılarına +kadar bugün böyle sürur ve nümayişlerle geçiyor. +Vilayatta da aynı surette tezahürat-ı vatan-perveranede +bulunulduğuna dair telgraflar tevali ediyor. +Bugün ise Osmanlılığın kalb-i vatan-perveranesi bütün +kuvvetiyle cuş u huruşa geliyor. Evvela Hürriyet ve İ’tilaf +Fırkası’nın sonra İttihad ve Terakkī’nin delaletiyle Sultan +Ahmed Meydanı’nda büyük mitingler akdolunuyor bütün +esnaf cem’iyetleri ellerinde bayraklar olduğu halde akın +akın Sultan Ahmed Meydanı’na toplanıyorlar nutuklar irad +olunuyor bir taraftan Hürriyet ve İ’tilaf alayla nümayişle +Saray-ı Hümayun’a azimet ediyor diğer taraftan İttihad ve +Terakkī davullarla milli şarkılarla Fatih’e şitaban oluyor tekbirlerle +Türbe-i Fatih rahimehullah ziyaret ve devr olunduktan +sonra yine nümayişlerle Saray-ı Hümayun’a gidiliyor +zat-ı şahane tarafından “milletin mansur ve muvaffak +olması” için dualar ediliyor binlerce ahali; “Padişahım çok +yaşa!” teraneleriyle ızhar-ı hissiyat ve şadmani ediyor yine +muzıkalar ve davullarla sefarethanelerde ve Beyoğlu sokaklarında +nümayişler yapılıyor. Bugün de böyle bütün İstanbul +halkı tarafından gece geç vakitlere kadar harb lehinde büyük +nümayişlerle pür-galeyan tezahürat ile geçiyor. +Bugün Balkan hükumetleri tarafından i’lanı beklenilen +harb yine edilmiyor. Herkes sabırsızlanıyor. Diğer taraftan +düvel-i müşarun-ileyhime icra ettiği tebligatta; “hükumet-i +Osmaniyyenin mesleği daima sulhun idamesi hususuna +ma’tuf bulunduğunu ve Balkan hükumetlerinin aldıkları +vaz’iyet-i harb-cuyaneye mukabil tahşidata mecburiyet hasıl +olduğundan şayed düvel-i müşarun-ileyhim tarafından +muharebeye mani’ olmak ciheti ihtiyar edilir ise –hükumet-i +Osmaniyyece esasen Memalik-i Osmaniyye’nin her tarafında +lerinin devletin mesail-i dahiliyyesine müdahale suretinde +va +ki’ olacak beyanatına asla havale-i sem’-i i’tibar etmeyeceğini” +bildiriyor. +Osmanlı–İtalya murahhasları arasında kararlaştırılan +e +sa +sat-ı sulhiyye ile Balkan hükumat-ı ma’lumesinin aldığı +vaz’iyete karşı hükumet-i Osmaniyyece ittihaz olunacak +mukarrerat hakkında müşavere-i hususiyye icrası için A’yan +a’za-yı kiramı Daire-i A’yan’da toplanmak istiyor fakat ekseriyet +hasıl olamadığı için bir karar ittihaz edilemiyor. +Bugün dahi geçen günler gibi efkar-ı umumiyye harb +bekliyor. Bir taraftan seferberliğe dahi kemal-i germiyetle +devam olunuyor diğer taraftan Babıali’de Rusya ve Fransa +sefirlerinin teşebbüsatı üzerine Rumeli’de ıslahat-ı lazimeyi +tatbik etmek üzere tedabir ittihaz olunuyor. +Bugün ictima’ eden Meclis-i Vükela’da; “Rumeli’de icra +edilecek ıslahata dair senesinde hükumet-i Osmaniyye +eden kongrede ittihaz ve kabul edilen layihanın suver-i tatbikıyyesine +dair uzun müddet müzakerat cereyan ediyor +ve neticede mezkur layihanın Rumeli Vilayatı’nda atide +dercolunan şekil dairesinde serian tatbikine karar verilerek +Düvel-i Muazzama ve Balkan hükumatı nezdinde bulunan +süfera-yı Osmaniyyeye tebliğ-i keyfiyyet olunuyor: +Hükumet-i seniyyece Rumeli Vilayatı’nda mevki’-i icraya +vaz’ı Meclis-i Vükela’ca kararlaştırılmış olan ıslahat Berlin +Muahedesi’nin Yirmiüçüncü maddesi mucebince +sene-i miladisinde me’murin-i Osmaniyye ve ecnebiyyece +bil-müzakere ihzar edilmiş olan ve anasır-ı mevcudenin +kaffesine suret-i mütesaviyyede tatbik olunacak pek esaslı +ğu mevaddı dairesinde muvakkat bir layiha-i kanuniyye ile +mevki’-i icraya vaz’ olunacaktır.” +Bundan başka Koçana’daki kıtal mes’elesinden dolayı +Divan-ı Harb-i Örfi tarafından –maatteessüf– bir İslam da +Bugün Babıali’nin dünkü mukarreratını gören halk birden +bire ne olduğunu ta’yin edemiyor. Hayretten ye’se +ye’isden hayrete düşüyor. Bir gün evvelki şevk ve neş’eye +mukabil bugün bütün simalara bir zulmet çöküyor. sene +hakan-ı mahlu’un bile tatbik etmemeye muvaffak olduğu bu +’üncü maddenin tatbikine karar vermek mecburiyetinde +bulunacak kadar bir tazyikin vukūunu bir türlü halk zihnine +sığdıramıyor. Nihayet Darülfünun talebesi galeyana geliyor +büyük bir ictima’ yapıyor. Heyecanlı bir müzakereden sonra +müttefikan ittihaz ettikleri karar mucebince atideki telgrafname +kaleme alınarak Makam-ı Sadaret’e keşide ediliyor: +“Huzur-ı Sami-i Sadaret-penahiye: Te’sirat-ı ecnebiyye +altında ve ıslahat nam-ı muğfilanesi ile vatan-ı mukaddesin +zararına ve hakimiyet-i Osmaniyyenin tezelzülüne badi +olacak her türlü taahhüdat-ı meş’umeyi bütün kuvvetimizle +reddeder ve şan-ı Osmaninin müebbeden müdafaasını +hükumetten taleb ile bu hususda kendisine muzahir olduğumuzu +beyan ve heyecanat-ı hamiyyetle müctemi’ olan binlerce +münevver gencin Darülfünun’da serian cevaba intizar +ettiğini arzeyleriz. +Keşide olunan telgrafnameye bir hayli zaman cevab beklenilmiş +müttefikan matlablarını Babıali’de tekrar etmeye karar vererek +büyük bir kafile halinde dışarı çıkarak Babıali’ye geliniyor +şiddetli nümayişlerde bulunuluyor. Bahriye nazırı çıkıp +teskine gayret ediyor fakat bir türlü talebe mutmain olamıyor. +Nihayet Sadrazam Paşa teşrif mecburiyetinde kalıyorlar. +Güç hal ile talebe teskin ve te’min olunabiliyor. Talebe +kemal-i intizam ve vakarla Babıali’yi terkediyor önlerinde +Darülfünun’a mahsus sancak ve vatan şarkıları terennüm +ettikleri halde avdet eyliyorlar. Yarın tekrar ictima’ etmek +üzere karar veriliyor. +Diğer taraftan ise hükumet Rumeli ve İstanbul Vilayetleri’yle +Çatalca Sancağı dahilinde idare-i örfiyye i’lan ediyor. +Bugün İttihad ve Terakkī muhalefet bayrağını açıyor +Tanin hükumete karşı ateşler püskürüyor muvafık gazeteler +gizli bir infial hissediliyor. +umumiyyeye karşı izahat i’tasına kendini mecbur görüyor +olmalı ki atideki tebligatı gazetelerle neşrediyor: +“Meclis-i Vükela’ca tedkīk ve müzakere edilmekte olan +anlaşılmaktadır. Evvela: Islahat-ı lazime henüz tedkīk ve +müzakere edilmektedir. Saniyen: Esna-yı tedkīkatta şimdiye +kadar tevarih-i muhtelifede yapılan kavanin ve nizamat +ve levayihin hepsi nazar-ı mutalaadan geçirilmektedir. Salisen: +niyyenin tanziminde ihtiyacat-ı memleketin ve hukūk ve +menafi’-i esasiyye-i Osmaniyyenin hususan Kanun-ı Esasi +ahkamının nazar-ı dikkate alınması umur-ı tabiiyyedendir. +Rabian: Yapılacak layiha-i kanuniyyenin Kanun-ı Esasimiz +mucebince Meclis-i Meb’usan ve A’yan’ın nazar-ı tedkīk ve +tasvibine arzolunacağı derkardır. Binaen ala-zalik yanlış ve +nakıs ma’lumata bakarak ahalimizin müteessir ve müteheyyic +olmasına kat’iyyen mahal yoktur.” +Fakat halktaki galeyanın teskini mümkün mü? Öğleye +doğru bin türlü rivayetler kīl ü kaller deverana başladı. Hatta +büyük nümayişlere kadar bile varılacağı söylendi. Tamamıyle +artık herkes derin bir ye’s ve nevmidi[ye] düştüğü sırada +gazeteler Karadağ’ın i’lan-ı harb ettiğine dair ilaveler +neşr eder etmez bir an içinde dimağlara küşayiş geldi bütün +ye’s ve kederler zail oldu herkes iki gün evvelki neş’e ile +sevinmeye başladı elinden gelen fedakarlığı ifaya şitaban +oldu. Bir-iki günlük muvakkat infialler ihtilaflar yine unutuldu. +Şimdi bütün millet yek-avaz olarak; “Yaşasın vatan yaşasın +hükumet-i Osmaniyye yaşasın harb!..” diye bağırıyor +gülerek sevinerek vazife başına koşuyor. +Bugün i’lan-ı harbden –muvafık muhalif– bütün gazeteler +beyan-ı memnuniyyet ediyor; milleti müttehiden hududa +şitaban olmaya zafer şan şeref ihrazına da’vet ediyorlar. +Balkan hükumetlerinin de i’lan-ı harbine veya doğrudan +doğruya hücumlarına intizar ediliyor. Herkesin yüzünde bir +neş’e kalbinde bir galeyan var. Bütün gözlerde nur-ı ümid +lemean ediyor. Askerler güle güle meydan-ı cihada koşuyor +trenler muttasıl asker mühimmat taşıyor. “ Sabah” ın hususi +bir menba’dan istihbarına nazaran Osmanlı askeri kahraman +Arnavudlarla beraber Berane muhasarasını ref’ ediyor +Karadağ hududundan iki saat kadar içeri giriyorlar. Osmanlılığın +milletimizi ittihad ü ittifakta sabit nusret ve zaferde daim +eyle! +Agence Reuters ’e Kalküta’dan +yazılıyor: “Balkanlar’daki hal ve vaz’iyet münasebetiyle +Bengal müslümanları arasında büyük bir heyecan +hüküm-fermadır. Aralarında birçok Hindular da bulunan +cesim bir ictima’da pek şiddetli ifadelerle kararlar ittihaz +edilmiştir. Hatibler müslüman hükumetlerini mahvetmek +ğunu beyan etmişlerdir. İncil tabi’lerinin Kur’an tabi’lerine +düşman olduğunu ilave eylemişlerdir. Ve; “Lakin hiçbir devlet +de aks-endaz olan “Allahu Ekber!” nidası yine dünyanın en +uzak yerlerinde işitilecektir!” demişlerdir. +Japonya’nın payitahtı +olan Tokyo’da İngilizce neşrolunan Uhuvvet-i İslamiyye +gazetesi bir makale neşrederek Alem-i İslam’ın hal-i hazırından +bahsediyor. Avrupa’nın ne gibi vesaille memalik-i İslamiyye’ye +hücum etmekte olduğunu milel-i İslamiyye beynine +nifak soktuğunu Avrupa gazetelerinin İslam ve Alem-i +beyan ettikten sonra bütün milel-i İslamiyyeyi –Osmanlı +ve Avrupa muhacemat-ı hane-ber-endazına karşı ittihad-ı +nihayet diyor ki: “Bugün bil-cümle tavaif-i İslamiyyeye bize +en son bir tarik-ı necat olarak bakī kalan Hilafet-i Osmaniyye’nin +ahvalini düşünmek vacibdir!” +Süveyş Kanalı’ndan bu +sene Hicaz’a azim olan hüccac-ı kiramın adedi el-Alem +gazetesinin Kanal İdaresi’nin istatistikine istinaden verdiği +ma’lumata nazaran Eylül’ün sekizine kadar kişiden +tanya tebeası Rusyalı biri de Felemenklidir. +Afgan hükumetinin nim-resmi gazetesi +Siracü’l-Ahbar refikımizin son gelen nüshasında hal-i +hazırda şehrimizde bulunup kendisini Siracü’l-Ahbar-ı Afganiyye +gazetesi muhabir-i fahrisi” diye bildiren Muhammed +Veli Han Efendi’ye aid mucib-i hayret ve teessüf bir haber +okuduk ki hakīkat-i halin keşfine hizmet etmek kasdıyle +aynen tercümesine lüzum gördük. Siracü’l-Ahbar ’ın Kahire +muhabiri şöyle yazıyor: +“Hind hükumeti ser-hafiyyelerinden bir şahsın Afganistan +mevcud olduğunu öğrenmek üzere İstanbul’a azim olduğunu +öğrendim. Böyle bir teşebbüsün müsebbibi de muayyen +ber-vehm ü hayal olmuştur. Bu şahsın ismi Muhammed Veli +Han Seyyid Mahmudoğlu’dur. Fakat iltibasa mahal kalmamak +üzere ihtar edelim ki bu Seyyid Mahmud Seyyid Mahmud +Paşa değildir. Bu bir Seyyid Mahmud’dur ki “Etek”[?] +denizi sahilinde “Yağistan”da[?] bulunuyor… Böyle bir +Af + +gan +lının geleceğini haber alınca doğru şimendüfer mevkıfine +gittim. Biraz intizardan sonra katar geldi misafirler +mışlardı onların miyanında buldum; ileri giderek kendisini +selamladım. Başında şapka vardı. Benimle Urdu Lisanı’nca +konuşuyordu. Farisice Afganice İngilizce ve Arabca da +Arabi nahvı biliyordu. Evvel emirde ne kadar çalıştımsa da +bir şey keşfedemedim. Mecbur kalarak arkasından İskenderiye’ye +gittim. Orada tam yirmi dört saat kendisiyle beraber +bulundum. Artık arkadaşlardan biri vasıtasıyle kafasını +üzüm suyuyla tütsületmekten başka bir çare bulamadım. +Şöyle ki: “Ümmü’l-habais” “Ümmü’l-matalib” olarak name-i +a’malini elime verdi. Anlaşıldı ki herif Foreign Office +Hariciye Nezareti’nde Mike Mahen’in zir-i idaresinde çalışıyor. +Afganistan’ın bil-cümle ahvaline vakıftır; sefir sahib +ve büyük küçük Hindistan’da bulunan bil-cümle Afganlıları +rından göstermek bu suretle bir takım esrar elde etmek için +kendisine birçok para verilmiştir. Şahs-ı mezkurun nezdinde +türlü türlü mülki ve askeri Afgan okunamamıştır ları vardı. +Birkaç sandık dahi bir elbise ile dolu idi.” +Baladaki mektubu dercettikten sonra Siracü’l-Ahbar diyor +ki: “Bu gibi sahtekarlıkların önünü almak için muhbirimiz +Afgan devleti tarafından gayr-ı resmi olarak birisinin +daimi surette Dersaadet’te bulundurulmasını elzem görüyor.” +§ Siracü’l-Ahbar ’ın işbu fıkrasını tercüme ettikten sonra +bu hususa aid Yeni Gazete ’de münderic bir fıkraya tesadüf +ettik ki onu da aynen naklediyoruz: +Kabil’de münteşir Siracü’l-Ahbar +gazetesinin Kahire muhabirinin el-yevm Dersaadet’te +bulunan Hind gazeteleri muhabiri Muhammed Veli Han +hakkında bir takım neşriyyat-ı garazkaranede bulunduğunu +duyan Hindistan ahali-i müslimesi Aligarh Mekteb-i +Alisi me’zunlarından Nüvvab-zade Emirullah Han’ın taht-ı +riyasetinde gayet muhteşem bir miting akdederek muhabir-i +muma-ileyhin külliyyen hilaf-ı hakīkat olan neşriyatını tel’in +ettiklerini ve Muhammed Veli Han’ın ma’ruf bir İslam mücahidi +ve müslümanların emn ü i’timadını haiz bir zat-ı ali-kadr +olduğu Peşaver’den Ali Abbas Hohdi[?] imzasıyle Makam-ı +Sadaret’e telgrafla bildirmişlerdir.” +Fakat bizce Muhammed Veli Han Efendi kendisini aynı +zamanda Afganlı ve Siracü’l-Ahbar İdaresi’nce ma’ruf birisi +gibi bildirmemiş olaydı haklarında vaki’ olan neşriyyata +pek de ehemmiyet vermemek kabil olurdu. Sonra madem +ki miting Nüvvab-zade Emirullah Han’ın taht-ı riyasetinde +vaki’ olmuş o halde neden Makam-ı Sadaret’e çekilmiş +telgrafı kendisi değil de Ali Abbas Hohdi[?] namında diğer +birisi imza ediyor? Bir de; “Hakīkaten böyle bir miting +akdedilmiş mi?” diye insana bir tereddüd geliyor. İşte Muhammed +Veli Han Efendi’nin hüviyeti hususunda vicdanen +bir re’y-i kat’i vermek için sarih cevablar isteyen birtakım +sualler ve mülahazalar!... +§ Hindistan’da münteşir Zemindar gazetesi dahi Siracü’l-Ahbar +’ın baladaki fıkrasını naklettikten sonra kendi tarafından +mealen atideki satırları ilave ediyor: +“Bu haberi Siracü’l-Ahbar ’da okuyunca dünya gözümüzde +karardı; teessürümüzden az kala boğuluyorduk. Şu +adamı biz müfrit bir İslam muhibbi addediyor gazetemize +gönderdiği muhaberat ve makalatı memnuniyetle dercediyorduk. +Meğerse bu şeytani bir maksada hizmet ediyormuş. +Binaenaleyh bugünden i’tibaren mezkur Muhammed +Veli Han’ın bize gelip de vesaik-ı lazime ile kendinin bu isnadattan +müberra olduğunu isbat edinceye kadar idaremizin +kendisiyle hiçbir alakada bulunmayacağını i’lan ederiz.” +Yurdunu Allah’a bırak çık yola; +“Cenge!” deyip çek ki vatan kurtula. +Böyle müyesser mi gaza her kula? +Haydi levend asker uğurlar ola. +Ey sürüden arkaya kalmış yiğit! +Arkadaşın gitti yetiş sen de git +Bak ne diyor cedd-i şehidin? İşit: +“Durma git evladım... Uğurlar ola. +Durma git evladım; açıktır yolun... +Cenge sığansın o bükülmez kolun; +Süngünü tak ön safa geçmiş bulun. +Uğurun açık olsun uğurlar ola. +Yerleri yırtan sel olup taşmalı! +Dağ demeyip taş demeyip aşmalı! +Sendeki coşkunluğa el şaşmalı! +Haydi git evladım uğurlar ola. +Yükselerek kuş gibi Balkanlar’a +Öyle satır at ki kuduz Bulgara: +Bir daha Osmanlıya güç sırtara! +Git de gel evladım... Uğurlar ola. +Düşmana çiğnetme bu toprakları; +Haydi kılıçtan geçir alçakları! +Leş gibi yatsın kara bayrakları! +Kahraman evladım uğurlar ola.” +“Balkan”ı bildin mi nedir hemşeri? +Sevgili ecdadının en son yeri. +Bir sıla isterdin a çoktan beri +Şimdi tamam vakti... Uğurlar ola. +Balkan’ın üstünde sızan her pınar +Bir yaradır durmaz içinden kanar! +Hangi taşın kalbini deşsen: Mezar! +Gör ne mübarek yer... Uğurlar ola. +Eş hele bir dağları örten karı: +Ot değil onlar dedenin saçları! +Dinle: Şehid sesleridir rüzgarı! +Durma levend asker uğurlar ola. +Ey vatanın şanlı gaza mevkibi +Saldırınız düşmana arslan gibi. +Haydi git haydi uğurlar ola. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +TEFSIR-İ ŞERIF +Tercümesi: +“Habibim; onlara de ki: “Eğer babalarınız evladlarınız +kardeşleriniz zevceleriniz kavim ve kabile akraba ve teallukatınız +kazanmış olduğunuz mallarınız durgunluğa uğramasından +korktuğunuz ticaretleriniz hoşunuza giden evleriniz… +sizlere Allah ile Peygamber’inden ve O’nun uğrunda +cihaddan ziyade sevgili ise Allah tarafından gelecek belaya +kurtarmaz!” +* * * +Sure-i Tevbe’ye mensub olan bu ayet-i kerime pek ziyade +şayan-ı teemmüldür. Zira bu nass-ı kat’i-i ilahi biz müslümanların +hal-i hazırda geçirmekte olduğumuz safahat-ı +muhtelife ile tamamen münasebetdardır. +Bununla beraber nezd-i ilahide makbul dareynde +mes’ud olmak neye mütevakkıf bulunduğunu da bu ayet-i +kerime ta’yin ediyor. Bu nass-ı celil dikkatle düşünülecek +olursa bir zamanlar şan ve şevketleri bütün dünyayı tir tir +titretmiş olan biz müslümanların bugünkü hal-i perişanda +bulunarak herkesin hedef-i tahkīri her gün yeniden yeniye +bir musibete bir belaya giriftar olmamızın esbab-ı hakīkıyyesi +pek celi bir surette tezahür eder. Zaten biz müslümanlar +Kur’an-ı Kerim ’in ahkam-ı sarihasına muhalefet ettiğimiz +ler türlü türlü felaketler eksik olmuyor! +Kur’an-ı Kerim ’in kanun-ı fıtratın ahkam-ı la-yetegayyerine +boyun eğmediğimiz içindir ki; Kahhar-ı Zü’l-Celal bazılarımızı +doğrudan doğruya ecanibin dest-i tezallümü altında +müdhiş zelzelelerle yangınlar muharebelerle terbiye ediyor +da yine bizde –maatteessüf– zerre kadar olsun bir eser-i +Hiçbir kere elimizi vicdanımızın üzerine koyup da bu +felaketlerden müteessir olarak kusurumuzu i’tiraf bunların +esbab-ı tedafüiyyesini taharriye şitab etmiyoruz; Allah ne +buyuruyor Peygamber ne emrediyor kulak vermiyoruz. +Mesela tercümesi sadedinde bulunduğumuz şu ayet-i +kerimeye dikkat edilirse her yerde müslümanların zillet esaret +vadilerinde yuvarlanmalarının esbab-ı hakīkıyyesi pek +a’la anlaşılmış oluyor. Çünkü bu nass-ı ezeli ana-baba evlad +kardeş kadın kavm ü kabile mal ticaret ve meskene +olan muhabbeti Allah Peygamber din vatan muhabbetine +tercih edip de “din”in vatanın muhafazası için lazım gelen +muaveneti malen bedenen kalemen fikren icab eden yardımı +terkedenler hakkında pek şiddetli bir tehdid-i ilahidir. +Bu tehdid-i ilahi bu itab-ı ezeliyi teemmül ettikçe insanın +bütün a’sabı ihtizaz ediyor ruh-ı beşer derin bir mülahazaya +varıyor. +Ana-baba ki insanların bais-i hayatıdır elbette bunlara +karşı her insanda fıtri bir muhabbet daimi bir hürmet +bulunmak lazımdır. Bu lüzuma vicdan-ı beşer şehadet ettiği +gibi +kanun-ı fıtrisi +de bu şehadeti te’yid eder. +ki bu da tabii bir şeydir. Zira evlad insanın doğrudan doğruya +kendisinden kopma bir cüz’ü olduğu gibi kardeş de +kendinin geldiği asıldan gelmiştir. Bu cihetle bir uzvu makamındadır. +Hususıyle bunlara karşı da ibraz-ı muhabbet etmek +şer’ ile müeyyeddir. +ne de büyük bir muhabbeti olacağı şübhesizdir. Çünkü bunlardan +evvelkisi insanın ser-yoldaşı ikincisi de min-cihetin +kardeşleridir. Bununla beraber ekseriya insanın müreffehen +yaşaması akraba ve teallukat kavim ve kabile iledir. İşte bunun +meskenlere de tabii bir muhabbeti olacağı derkardır. Çünkü +bunlar olmayınca insan hiçbir emeline nail olamaz dünya +ve ahiret saadetinden mahrum kalır. Hatta öz hayatını bile +muhafaza edemez. Meşhur kelamdır: Mal canın yongasıdır +derler. Şu halde bunların hepsi insanın ihtiyacat-ı zaruriyye-i +hayatiyyesindendir. Binaenaleyh bunlara karşı ebedi +bir muhabbeti vardır. +Fakat bu ta’dad ettiğimiz şeyler insanın ihtiyacat-ı zaruriyye-i +hayatiyyesinden olmakla beraber bunlar hiçbir vakit +yalnız başına insanın maddi ve ma’nevi saadetini te’min +edemez. Bunların fevkinde bir şey daha vardır ki beşeriyeti +mes’ud eden ancak odur: “Din” yani Cenab-ı Hakk’ın +peygamberler vasıtasıyle tebliğ etmiş olduğu ahkam-ı +Allah’ı peygamberi ahkam-ı Kur’an iyyeyi karşımıza +aldığımız vakit ana-baba evlad kardeş… gibi şeylerin +“hiç”den başka ne gibi bir mevki’i olabilir? İşte bunun için +Hakim-i Zü’l-Celal hazretleri diyor ki: “Gerçi sizde babaya +evlada kardeşe… karşı bir meyl-i tabii bulunmamak kabil +değildir. Fakat bunlara olan meyl ve muhabbetiniz Bana +Peygamber’ime tebliğ etmiş olduğum kanun-ı ezeliye olan +muhabbetinizden fazla olmasın! Din ve onun muhafızı olan +vatan için bunların hepsini feda edin! Eğer böyle yapmazsanız +Ben size yardım etmem! Bu suretle dünyada başınızdan +felaketler eksik olmadığı gibi ahirette de azab-ı elimden +yakayı kurtaramazsınız!” +Evet; nezd-i ilahide sevgili olmak dünya ve ahirette saadet +ve selamete nail olmak isteyenler Allah peygamber +din vatan muhabbetini herşey üzerine tercih ederler; dini +vatanı uğrunda babasını evladını kardeşlerini bütün mal +ve menalini kavm ü kabile muhabbetini hissini feda eder +de yine kalbi müsterih olur. Çünkü onun indinde en sevgili +şey din vatandır. +Bir milletin efradı din vatan muhabbetini herşey üzerine +tercih ederse o millet ölmez yaşar; dünyada ahirette +saadet ve selamete erer. Zira onların yardımcısı Allah’dır. +Eğer bir milletin efradında din vatan +hissi kalmaz babaya evlada kardeşe kadınlara kavim ve +kabile akraba ve teallukata mal ve emlake saraylara olan +muhabbetini din vatan muhabbetine tercih ederse dini +vatanı muhafaza etmek için malen bedenen kalemen fikren +muavenette bulunmazsa o miletin başından her türlü +felaketler musibetler eksik olmaz; musibetin birisi gitmeden +öbürüsü yetişir. En sonra o millet de makbere-i mezellete +yuvarlanıp gider. +Aksekili +MUHTEKİRLERİN PENÇELERİ ALTINDA +KIVRANAN KÖYLÜLERİ DÜŞÜNELİM +bunları teker teker düşünmek isteyen basiretkar bir dimağ +bile ateşin buhranlar içinde şaşırır kalır. +Filhakīka hangi tarafa bakılsa nazara hunin bir sahne-i +fecaat sönük bir levha-i sefalet çarpar. Hangi yaranın üzeri +açılmak istenilse o uzvun kangren haline gelmiş olduğu +görülür. Kişver-i Osmaninin hangi cihetine gidilse ma’nen +maddeten mariz kötürüm bir kitlenin enin-i alamından başka +asar-ı hayat duyulmaz. +Uzak yılların topladığı yığın yığın felaket molozları altında +didinen bugünkü bedbaht neslin seylabe-i zamanın yeni +yeni hücumlarıyla ağır balçıklar kesif kumların rehgüzar-ı +cak bir hale gelmiş olduğu müşahede olunur. +tali’siz milletin ezelden felakete mahkum edilmiş olduğuna +hükmedeceği gelir. +Şanlı bir milletin acz-zede evladı zinde ve mes’ud bir ırkın +hasta ve sefil ahlafı görülmek istenilirse bir feyfa-yı sefalet +olan bedbaht memleketimizi gezmelidir. +En büyük şehirlerden en küçük kasabalara en kalabalık +beldelerden en izbe köylere varıncaya kadar hiçbir mahal +hiçbir kasaba hiçbir köy hiçbir kulübe bulunmaz ki orada +girmiş olduğuna kanaat edilmesin. Bu dertler bugünden tedavi +edilmez o yaralar ihtimamkar ve mahir ellerle vaktiyle +sarılmazsa hastalık müzmin yara da kangren haline girer. +Sonradan koparılacak telaşlar yapılacak tedbirler edilecek +tedaviler hiçbir faide te’min edemezler. +zülmelidir ki tedavileri esasları aranılabilsin. Gizlenen bir +hastalığın şifayab olması şöyle dursun belki mürur-ı zamanla +bütün bütün vahamet-engiz bir devreye girmesi muhtemeldir. +Mevcudiyetimizi kemiren varlığımız bünyadını sarsan +hastalıklar o kadar çok o kadar mütenevvi’ o derece karışıktır +ki en muktedir en hazık sosyologlar bile bunları birbirlerinden +mümkün değil tefrik edemezler. +Maamafih bütün bu fenalıkların yegane bir menba’ı bütün +bu hastalıkların tek bir sebebi vardır. Bu menba’ kurutulur +o sebeb izale edilirse hastalıklar da tedricen şifayab +olmak isti’dadını alabilirler. Evet emraz-ı ictimaiyyemizin +yegane menba’ı cehl sefalet-i milliyyemizin sebeb-i hakīkīsi +cehl bütün felaketlerimizin menşe’-i esasisi yine cehldir. +Kitle tenvir edilmedikçe köylülerin fikri açılmadıkça +ümid-i felah beslemek kadar abes bir şey olamaz. Köylüye +onun anlayacağı bir lisanla her hakīkat tekrar tekrar söylenilmeli +lünce önüne geçmeli o yolda yürümekten kendisini men’ +etmeli. Köye her şeyden evvel muntazam mektep açmalı. +Buralara hem çocuklarını hem babalarını kurtaracak tenvir +edecek fedakar muallimler göndermelidir. +Cehl sebebiyle değil midir ki cihanın en münbit ovalarını +en mahsuldar mezraalarını en feyyaz nehirlerini havi +olan Anadolu bugün bir harabezar-ı sefalet halinde bulunuyor. +Cehl sebebiyle değil midir ki ticaret-i bahriyye-i +aleme merkez-i ihracat olmak isti’dadını haiz olan limanlarımızda +Osmanlı bayrakları yerine ecnebi sancaklarını hamil +gemiler dolaşıyor. +Cehl sebebiyle değil midir ki memleketin gencine-i serveti +olan ormanlar ahali tarafından cayır cayır yakılıyor. +Yine cehl sebebiyle değil midir ki pek çok kıymetdar +ma’denler pek mebzul petrol menba’ları Anadolu’nun sine-i +metrukünde gömülü kalıyor. +Yine bu menfur sebeb saikasıyle değil midir ki biçare +köylülerimiz senelerce didinerek çırpınarak çalıştıkları halde +kūt-i la-yemutlarını bile tedarikten aciz bulunuyorlar semere-i +sa’ylerini başkalarına iktitaf ettiriyorlar. +Köylülerimizin ne oldukları bellisiz tabiiyetleri meşkuk +seciyeleri bozuk ahlakları rezil bir takım insafsız erbab-ı ihtikarın +pençe-i kahharları altında ezilmekte oldukları na-kabil-i +aileler söndürerek birçok hanümanlar yıkarak az bir müddet +zarfında mal-ı Karun’a malik olmuş bi-payan servet ü +saman iktisab etmiş nice nice derbederler gösterilebilir. +Anadolu’nun en hücra köşelerine kadar sokulmuş olan +bu acib mahlukların en ziyade kazanç te’min ettikleri mahal +Arazisinin Huda-dad kudret-i inbatiyyesi köylülerinin +tervic-i meramlarına müstaid bir halde bulunmaları memleketin +Avrupa ile muntazam vesait-ı iştirake malik bir limanla +müntehi olması gibi esbab-ı muraccaha bu gibi tufeyliyatın +yet etmiştir. +Bu herifler guya perverde ettikleri fevka’l-had muhabbet +ve samimiyetin icabatı olduğundan bahisle suret-i haktan +görünerek köylülere mahsul idrak etmeden evvel bol bol +paralar ikrazından çekinmezler. +Köylü şehre indiği zaman onu arkasına takarak Kramer +gibi şehrin en müzeyyen en mükemmel birahanelerine götürür +En sadik en iyi kalbli bir dostu olduğuna dair saf köylüye +Bu gibi mel’anetlerle köylünün kalbini teshir eder. Ona +birçok masraf kapıları açar; lüzumlu lüzumsuz pek çok masraf +ettirir. Bir köylünün işine yaramayacak bir çok şeyler +te’diyeden çekinmez. Buna mukabil köylüden istediği şey +faiz-i mürekkebi de üzerine zam edilmek şartıyle mahsul zamanında +ödenmek üzere birkaç satırlık bir senedden ehemmiyetsiz +bir kağıddan ibarettir. +Köylü böyle bir sened vermekte asla tereddüd etmez ve +o kağıda imza attığı zaman köylü kendi kendinin fetva-yı +mahvını imzalamış olur. +Fakat zavallı köylü bunun farkında bile olmaz. Bilakis +kendinin ve ailesinin sebeb-i iftiharı olan bu herife ebediyyen +minnetdar kalır. Şehirde sürdüğü zevkli ve dil-rüba saatlerin +hatırat-ı müsahharıyle pür-meserret ve inşirah köye avdet +eder. +Zavallı adam! Sırtlan kadar hain yılan kadar insafsız +şeytan kadar mel’un olan bu sefilin şeytanetleri seni ne felaketlere +ne girdablara sürüklediğini farketseydin farkedecek +kadar ama-yı cehlden kurtulmuş olsaydın koşa koşa bu +mel’unun dam-ı iğfaline düşeceğine ondan bir yılan kadar +ürker bir sırtlan kadar korkar bir şeytan kadar nefret ederdin. +Fakat heyhat!.. Köyüne avdet eden bu biçare bağında +tarlasında bahçesinde aylarca çalışır ailesiyle çocuklarıyla +birlikte didinir uğraşır rahat ve huzur yüzü görmez. Güneşin +ateş-i harareti karşısında yanar kavrulur. Nihayet bu kadar +metaibi müteakıb bütün bir senelik sa’yin mükafatı olan +mahsulü elde eder. Zavallının yüzü gülmeye başlar. +Va esefa ki çok geçmeden bu tatlı hülyadan uyanır +hakīkatin meraret-i alamını duyar kendisi tarlasında bağçesinde +çalıştığı yıprandığı yandığı zamanlarda şehirdeki +kaşanesinde müdebdeb arabalar mutantan konaklarda +eğlenceli tiyatrolarda peri-peykerlerin har ve nuşin agūşları +arasında zevkler safalar sürmüş olan eski dostunun –laşeye +üşmüş kartal gibi– başı ucuna dikildiğini görür. Bir acz-i +mütevekkilane ile semere-i sa’yini bu herifin dendan-ı ihtirasatına +teslim eder. Elleri koynunda hasir ve zelil yalın +ayak çırçıplak çocukları yıpranmış güneşin karşısında yanmış +kararmış perişan zevcesiyle kulübe-i ahzanına döner. +Maamafih bütün bu mahsulü o sefil muhterise teslim etmekle +beraber yine borcdan kurtulmuş olmaz. Bir senelik +sa’yi ancak borcunun faizini kapatabilmiştir. Halbuki sene-i +atiyye mahsul zamanına kadar köylü yiyecek giyecek gibi +mübrem ihtiyaclara ma’ruzdur. Zavallı ihtiyacat-ı mübremesini +tesviye edebilmek için çaresiz yine bu dostun kise-i +semahatine iltica etmekte muztar kalır. Şehre iner yine istikraz +başlar. Bu def’a duş-ı zaifine yüklenen daha ağır bir +borcun yorgunluğunu bir-iki günlük şehir hayatının zevk-i +nuşini ile izale etmeye çalışır. Daha ziyade ihtiyarlamış +daha ziyade sarsılmış olduğu halde sendeleyerek köyüne +avdet eder. +Bu suretle seneden seneye borç çoğalır. Bütün bir ailenin +bir senelik mesai-i mütemadiyyesi artık borcun faizini +bile tesviye edemeyecek bir hale gelir. O vakte kadar tatlı +dilli rahim kalbli beşuş simalı iyi bir dost olan herif birden +bire değişir surat ekşir. Merhametten eser kalmaz; muamele +barid bir şekil alır. +Borçların tamamen tesviyesi için köylü sıkıştırılır +tehdid edilir. Eski dostluğa hürmeten biraz daha para verileceği +va’diyle tarlanın veya bahçenin kendi üzerine devredilmesi +lüzumu ortaya atılır. Maamafih muhabbet-i kadime +payidar olduğundan tarla veya bahçede yine köylünün çalışmasına +müsaade edileceğine söz verilir. +Aç ve bi-ilac kalmış boğazına kadar borca dalmış olan +köylü sevk-i ihtiyacla bi’z-zarure dostun bu teklifine muvafakat +gösterir. Aba vü ecdadından miras kalan o zamana kadar +bütün bir nesli besleyen tarlayı veya bahçeyi bu insafsız +muhtekire satmaya mecbur kalır. Kendi halinde marabacılık +etmeye başladılar. Bu araziden başka suretle daha çok istifade +edebileceğini hissettiği gün evvelki dostluğu köylünün +senelerce olan hizmetini ayaklar altına alarak biçareyi büsbütün +koğar. +Vaktiyle bağ bahçe arazi emlak sahibi olan bu zavallı +elleri böğründe ailesiyle beraber sefil ve perişan sokaklara +düşerler. Bütün bir aile bu suretle mahv u harab olur gider. +Ne feci’ akıbet!.. +Her gün binlerce misalleri görülen bu feci’alara bir çare +düşünülmezse emin olmalıdır ki çok geçmeden Anadolu’da +emlak ve arazi sahibi bir İslam kalmayacaktır. Bugün sefil ihtiraslar +peşinde mest ü medhuş koşanlar bu hale bir çare düşünmez +köylülerimizin tenvirine çalışmasına onlara doğru +yollar göstererek bu gibi sefil muhtekirlerin pençe-i hun-aşamından +kurtarmazlarsa yarın ayıldıkları zaman kendilerini +pek feci’ pek dil-suz manzaralar karşısında bulacaklardır. +O vakit koparılacak; +Eyvah ne yar ne diyar kaldı! +vaveylasının hiçbir faidesi olamaz. +TEDRISAT VE TERBİYE-İ AHLAKIYYE +Bir hey’et-i ictimaiyyenin rükn-i i’tilası kendisini teşkil +eden ferdlerin fezail-i hulkıyyece olan tekamülleridir. Necabet-i +hulkıyyeden mahrum bulunan ferdler ne kadar münevver +ne derece tahsil görmüş ne nisbette vakıf-ı san’at +bulunmuş olurlarsa olsunlar hey’et-i ictimaiyye bu ferdlere +Zahiren muhteşem ve debdebedar görünse bile hakīkat-i +halde arzettiği haşmet ve kuvvet zahiri ve suridir. Görülen +şey bir cila-yı muğfilden ibarettir. Böyle bir hey’et çürümüş +kof ve herem-dide fakat üzeri boyanmış bir binaya benzer. +Vehle-i ulada nazar-rüba ve muazzam bir şekil arzeder. +Fakat içine girilip her taraf tedkīk edilir üzerindeki cila-yı +muğfil kazılırsa köhnelik bütün uryanlığı bütün çürüklüğü +O zaman bu muazzam bina şiddetli bir sarsara kuvvetli +bir zelzeleye mukavemet edemeyecek bir halde çürük ve +temelsiz olduğu anlaşılır. Germ ü serd-i zamanla bünyadı +sarsılan temelleri çürüyen bölme duvarları vaz’iyet-i şakūliyyelerini +gaib eden köhne ve asır-dide bir bina telvin edilmekle +yenilenmez. Yine şiddetli bir rih-ı sarsar onu temelinden +sarsar belki de büsbütün yıkar harab eder. +Efradı terbiye ve ma’lumat-ı ahlakıyyeye bigane olan +milletler de aynıyle böyle bir binaya müşabihdirler. Şiddetli +bir ihtilac-ı dahili kuvvetli bir bad-ı harici onu sarsar devirir. +Şu halde herşeyden evvel hatta ilimden kemalden evet +herşeyden evvel efrad-ı millete fezail-i necibe-i ahlakıyyenin +öğretilmesi temrin edilmesi icab eder. +Fakat fezail-i ahlakıyye nerelerde ve kimler tarafından +öğretilecektir? Vehle-i ulada bu suale; “Mekteplerde ve muallimler +tarafından öğretilecektir” cevabı verileceğine eminim. +Mekteb ve mualliminin terbiye-i etfal hususunda en büyük +amillerden bulunduklarını izah ve i’tiraf etmiştik. Fakat +çocuğun terbiye ve ahlakından münhasıran ve birinci derecede +mes’ul olan mektepler değildir. +Bir çocuk mektebe devam edebilecek bir sinne gelinceye +kadar bütün zamanını aşiyane-i ailede ağūş-ı maderde +geçirir. +Çocuğun melekat-ı ruhiyyesi her şey’i kabule müstaid +bulunduğu bu zamanda ananın babanın hemşirenin ve +biraderlerin eve gelip giden komşuların komşu çocuklarının +uşakların hizmetçilerin velhasıl çocukla temasda bulunan +herkesin bu ma’sumun ahval-i ruhiyyesine az-çok bir +te’siri olur. +Te’sirat-ı mezkurenin tekerrürü çocukta temayülat-ı ahlakıyyenin +esaslarını ihzar eder. Bir çocuğun bedenen ruhen +te’sirat-ı hariciyyeden en ziyade müteessir mutazarrır olduğu +zaman bu devredir. Maatteessüf çocuğa en az ehemmiyet +verilen bir insandan ziyade bir oyuncak bir eğlence gibi +telakkī edilen zaman yine bu devredir. +Bu devrede çocuğun iktisab edeceği temayülat-ı hulkıyye +–bilahare mekatib ve muhit-ı ictimaide gösterilen ihtimamlara +parlak örneklere rağmen– ile’l-ebed kökleşir kalır. +gelmiş bir meleke suretinde ta’rif ediyorlar. Çocuğun bu +melekeyi iktisaba en ziyade müstaid bulunduğu zaman ise +unfuvan-ı tufuliyyettir. +Şu halde temayülat-ı ahlakıyyenin esasları bu +devrede kurulduğu cihetle terbiye-i hulkıyyeden birinci derecede +ebeveynin mes’ul olması iktiza eder. +Çocuk mektebe devam etmeye başladığı zamanlarda bile +hayatının en çok zamanını ailesi arasında geçirir. Çocuğun +kalması muvafık olmadığından yirmi dört saatin mütebakī +zamanını aile yuvasında geçirmesi iktiza eder. Maamafih +mektep ve muallimlerin terbiye-i hulkıyyeye olan te’siratı da +az ehemmiyetli değildir. mektep çocuğa yeni yeni temayülat +veremese bile çocuğun evvelce iktisab etmiş olduğu fena +huyları ta’dil iyi şimeleri tenmiye edebilir. Fakat mektebin +bu hususdaki mesaisi müsmir ve müessir olabilmek için aile +ve muhit-ı ictimainin de mekteble tevhid-i amal tevhid-i +mesai etmiş olması lazımdır. +Birinin yaptığını diğeri bozarsa çocuğun bir seciye-i +sabite iktisab edebilmesine ihtimal verilemez. +* * * +Mekatibde ma’lumat-ı ahlakıyye dersleri ma’lumat-ı medeniyye +dersleriyle birlikte tedris edilmektedir. +Aynı usul Fransa mekatibinde de caridir. Fakat ma’ +lu +mat-ı ahlakıyye ve ma’lumat-ı medeniyye fenleri müstakil +birer ders olduklarından biz de tedkīkatımıza o nokta-i nazardan +devam edeceğiz. Ma’lumat-ı medeniyye dersleri birçok +hususda ma’lumat-ı ahlakıyye ile nikat-ı müşterekeye +malik olduklarını i’tiraf ederiz. Dürus-ı medeniyyenin memleketin +teşkilat-ı umumiyyesi efrad-ı millete teveccüh eden +vezaif-i mahsusaya aid ma’lumat-ı esasiyyesi ilm-i ahlakın +vatandaşlık vezaifi vatandaşları hükumete rabt eden münasebat-ı +ahlakıyye efradın hukūku gibi esasatına tevafuk ettiği +şübhesizdir. +Esasen ma’lumat-ı medeniyye ve ma’lumat-ı ahlakıyye +arasındaki şu münasebet bunların bir ders suretinde gösterilmesine +sebeb olmuştur. +Fakat biz tedkīkatımızı daha esaslı yürütebilmek için bunlardan +ayrı ayrı bahsetmeyi daha münasib görüyoruz. +* * * +Tedrisat-ı ahlakıyye ile terbiye-i ahlakıyyenin birbirlerine +karıştırılmamaları icab eder. Terbiye-i ahlakıyye yalnız ahlak +derslerine değil tedrisatın kaffesine nüfuz edebilmelidir. +Tedrisat için muhassas olan zamandan terbiye-i ahlakıyyeye +ayrıca bir vakit ta’yin edilemez. Fakat mualliminin bütün +tedrisatına –gerek doğrudan doğruya ve gerek bil-vasıta– +terbiye-i ahlakıyye esasatı girmelidir. +Ders zamanlarında teneffüs vakitlerinde her yerde her +anda terbiye-i ahlakıyye temrinatına devam etmek iktiza +eder. +Kıraet dersleri talebeye ezberlettirilecek ufak ufak manzum +parçalar daima terbiye-i ahlakıyye nazar-ı i’tibara alınarak +biye-i ahlakıyyeye hizmet edebilirler. Hele hesab mesaili +bu hususda muallime pek güzel vesileler ihzarından geri +kalmaz: Filhakīka talebenin zihinlerine kanaatkarlık fikr-i +yerleştirmek için hesab mes’eleleri pek muvafık vesileler hazırlar. +Teneffüs zamanlarında oyun vakitlerinde şakirdanın +terbiye-i ahlakıyyelerine pek derin te’sirat bırakılabilir. Fakat +bu te’siratı bırakabilecek kadar pedagojiye ve psikolojiye +vakıf muallimler mubassırlar ister. +Genç dimağların terbiye-i ahlakıyyesinde en müessir +amiller mektep dahilinde mubassırlar ve mektep haricinde +ebeveyn ve efrad-ı ailedir. +Bu hususda muhit-ı ictimainin de te’siratını ehemmiyetsiz +telakkī etmemelidir. mektep mubassırları fezail-i ahlakıyyenin +birer timsali olmaları icab ettiği gibi şakirdanın ahval-i +ruhiyyesine nüfuz edebilecek bir nazara onların kusurlarını +–izzet-i nefislerini zedelemeksizin– ta’dil edecek bir iktidar ve +meziyete malik olmaları iktiza eder. +Fikrimce mekteplerde herşeyden ziyade mubassırların +evsaf-ı lazimeyi cami’ zevattan olabilmelerine i’tina edilmelidir. +Mubassırların mekatib-i aliyye me’zunları arasında intihabları +elzem ise de maatteessüf şimdilik bu hal mümkün +olamadığından hiç olmazsa tedrisat-ı taliyyeyi ikmal etmiş +ahlak ve etvarı mazbut zevat arasından seçilmeleri lazımdır. +Mubassırlık pek ali pek mukaddes pek mühim bir vazife +olduğu halde bizde ehemmiyetinin layıkıyle takdir edilememesi +şayan-ı teessüfdür. +Nesl-i atinin terbiye-i ahlakıyyesinden mes’ul olan +zevatın ne kadar iktidar ve mezayayı cami’ olması iktiza +edeceğini –gayet basit düşünenler bile– takdir ederler. +Mubassırların harekatı şakirdana karşı olan tavr ve muameleleri +onların dimağlarında payidar izler bırakırlar. +Mubassır her hareketi her muamelesi her sözüyle şakirde +fezail-i ahlakıyyenin bir nümunesini göstermelidir. Şakirdan +arasında hiss-i uhuvvet ve samimiyyetin teessüsüne +birinci derecede hizmet edecek mubassırlardır. +Mubassır lede’l-icab şakirdanın dersce olan müşkillerini +de halledebilmelidir. Talebe ile en ziyade temasda bulunan +mubassırlardır. Şu halde talebenin melekat-ı ruhiyyesine en +çok te’sir icra edenlerin de yine mubassırlar olması iktiza +etmez mi? +Mubassır basiretkar bir psikolog tecrübe-dide bir pedagog +olmalıdır. +Mubassır talebenin kalbini kırmaksızın izzet-i nefsini zedelemeksizin +ruhunu incitmeksizin kusurlarını ıslah huylarını +ta’dil edebilmelidir. Bu da bu hususda derin bir +vukūfa vasi’ bir ma’lumata sebatkar bir azme uzun bir tecrübeye +mütevakkıfdır. Üç-dört yüz guruş bir maaşla bu gibi +evsaf ve mezayayı cami’ adam bulmak bittabi’ muhaldir. +Mubassırlık için bol tahsisat i’tasından çekinmemelidir. +Fakat bu tahsisatı almaya bi-hakkın layık zevat intihabı da +en mühim bir mes’ele olduğunu unutmamalıdır. +Mubassırlığı layık olduğu dereceye ıs’ad etmelidir ki erbab-ı +fazilet ve iktidar seve seve bu vazifeyi der-uhde etsinler. +Makalat-ı atiyyede münasebet düşürdükçe bu mühim +mes’ele hakkında daha ziyade teşrihata girişilecektir. +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Afganistan tahtına cülus ettikten sonra ve İngilizlerin hareketlerini +müteakıb tanzim-i umura ibtida eyledim. Taht-ı +hükumetimde her şehirden büyük ve ehemmiyetli olanlara +gayet değerli zevatı bilad-ı mütevassıtaya oldukça kabiliyetli +kimseleri ta’yin ettim. +Her şehire ta’yin ettiğim me’murin ve yaptığım teşkilat +şunlardan ibaret idi: +Hakim katib hey’et-i kalemiyye; kadi ve müfti; zabıta +me’muru polis idaresi; ticaret idaresi ve ticaret meclisi. +Memleketin varidat ve gümrükler ile askeri masrafına bakmak +üzere idare-i maliyye. +Bil-umum vilayattaki kabail ve tavaif rüesasına emirnameler +yollayıp asayişi muhafaza etmeleri ve ahaliye müşfikane +muamele eylemeleri lüzumunu bildirdim. Bu suretle +hareket ederlerse eltaf-ı mülukaneden nail olacaklarını söyledim. +Rusya’da bırakmış olduğum haremimle oğullarım Habibullah +ve Nasrullah Hanları getirmek üzere sadık adamlarımdan +birini gönderdim. Keza Kahdehar’da bulunan akraba +ve teallukatımı getirip Kabil’de iskan ettim. +Molla Atikullah Sahib-zade’nin kerimesi olan bir kız ile +–ki validesi akrabamdan idi– Zilhiccesi’nde izdivac eyledim. +Bu izdivac amcam Serdar Yusuf Han’ın hanesinde +ve müşarun-ileyhin vasıtasıyle vukū’ buldu. Çocuklarımın +en küçüğü olan Muhammed Ömer Han da bu kadından +dünyaya geldi. Hülasa az müddet içinde validemi hemşiremi +zevcelerimi çocuklarımı ve bütün aile ve teallukatımı +nezdime celb ve cem’ ile on iki sene süren avarelik zahmetinden +sonra bana bu ni’met ve ikbalimi ihsan eyleyen +Cenab-ı Hakk’a hamd ü senalar ettim. +* * * +Memlekette isyan ve ihtilal emareleri peyda olmaya başladığından +me’murin-i hafiyye ta’yin ederek halkın akval ve +ef’ali hakkında rapor vermelerini emreyledim. Bu sayede +bana dost ve sadık bulunanları anlayıp kendilerine dostane +muamele ettim. Efkar-ı hasmane perverde eyleyenleri fitne +ve fesad muharriki olanları da siyasetgaha gönderdim. +Müteveffa Şir Ali Han’ın bendesi olan bazı ulema ile asi +sergerdelere kendi fiillerine göre ukūbat-ı şedide icra ettirdim. +Bütün zamanımı bunlarla geçiriyor ve evamir-i lazimeyi +–başkalarının beceremeyeceğini bildiğim için– kendi elimle +yazıyordum. +En ziyade beni düşündüren iki nokta vardı. Biri; asker ve +sairenin maaş ve masrafı için lazım olan nakid para yoktu. +değildi. +el mengeneleriyle gümüş üzerine sikke basıyordu. Çünkü +o vakit sikke makineleri olmadığından el makineleriyle +Avrupa darbhanelerinde kullanılan makinelere malikiyetle +müftehirim. Sırası geldiği gibi bunlardan bahsedeceğim. +biraz para vermişti. Bunları erittirip yüzde altı nisbetinde +bakır karıştırttıktan sonra Kabil rupiyesi bastırttım. Gümüş +sılmasını da me’murlarına emrettim. Bu sayede epeyce bir +menfaat husule geldi. +Hükumet-i sabıka zamanında bazılarının istikraz bazılarının +yağma bazılarının da emanet suretiyle aldıkları mebaliğın +ları getirip teslim eylediler. Getirmeyenlerin icbarı için de +me’murlar tavzif ettim. +Varidat-ı memleketin ta’yini bakayanın kamilen tahsili +zımnında muhasebe idaresi teşkil eyledim. Nagehani bir hadise +vukū’unda amade-i müdafaa bulunmak üzere mühimmat-ı +harbiyye ve levazim-i nakliyyenin lüzumu kadar cem’ +ve ihzar olunmasına emir verdim. +lunmamasına rağmen mümkün olduğu kadar el ile tüfenk +ve fişenk yaptırıp top döktürmeye gülle i’mal ettirmeye +başladım. Bereket versin ki pederimin taht-ı riyasetinde ve +benim nezaretim altında ceddimin yaptırmış olduğu el ile +ların ıslah u tevsi’iyle i’malata başladım. +Vaktiyle ahalinin hükumet silahhanesinden yağma +etmiş olduğu yahud kendi malı bulunup da satmak istediği +silahların bedeli verilerek alınması hakkında bir emir ısdar +ettim. Bu tedbir ile az müddet içinde epeyce silah ve mühimmat +Müteveffa Şir Ali Han ümerasından değerli birkaç zat ile +Rusya’ya azimetimden evvel hizmetimde bulunan ehliyetli +zabitanı iş başlarına geçirip askeri teşkilatı yaptım. +Hükümdar-ı esbak zamanından beri bir usul cari idi ki +ahaliyi cebren askere alırlardı. Bunu kaldırıp herkesin meyl-i +kalbisi ile askere girmesini şart koydum. Her tarafta kışlalar +hastahaneler ve askeri mektepler te’sis ettirdim. Yolcuların +te’min-i seyahati için yollara muhafızlar ikame eyledim. +Bila-havf seyr ü sefer eylemeleri hususunda memleketimin +tüccarına te’minat verip tezyid-i ticaret için teşvikatta bulundum. +Yollar yapmaları misafirhaneler bina etmeleri hülasa +her vechile yolcuların istirahatlerini te’min eylemeleri hakkında +hükumet mühendislerine emirler verdim. +* * * +Hükumetin bir şekl-i sahih-i intizam kesbetmesi için ibtida-yı +saltanatımdan i’tibaren ne kadar ve ne yolda çalıştığımı +ta’rif eylemekten acizim. Fakat Afgan hükumetinin benden +evvelki hali ile şekl-i idaresine dair biraz izahat vereyim: +Fıkarat-ı meşhuredendir ki: +Bir zat birkaç amele çağırmış müstevfi ücret verip; +“Filan tarihe kadar bana bir bağ dikin; etrafına duvar çevirin!” +demiş. Herifler parayı alıp yemişler. Vakt-i muayyenin +hululünde de o zatı alıp işlenmiş bir araziye götürmüşler; +“İşte ısmarladığınız bağ!” demişler. Bağ sahibi bakmış ki +kuru topraktan başka bir şey yoktur: +– Hani üzüm kütükleri? sualinde bulunmuş. +– Kütüklerden başka herşey hazır! cevabını vermişler. +– Bağın sulanması için ark açılmamış demiş. +– Arktan başka herşey hazır! mukabelesinde bulunmuşlar. +– Etrafa duvar çekilmemiş; hatta zemini bile sürülmemiş! +– Duvardan nadastan başka herşey hazır! cevabını almış. +dı fakat lazım olan hiçbir şey yoktu! +Kabil ile şark ve cenub hududlarının tertib ve tanzimine +başladığım anda Serdar Abdullah Han-ı Tuhi’yi Bedahşan +hükumetine şimal ve garb cihetlerini muhafaza ile beraber +evamir-i sadıram mucebince hareket etmeleri için amca-zadem +Serdar Muhammed İshak Han’ı da Serdar Abdülkuddus +Han ile Türkistan vilayetine gönderdim. +Memleketimin cenub ve şark cihetleri İngilizlerin elinde +ve onlar tarafından Kandehar valisi olan Vali Serdar Şir Ali +Han’ın taht-ı tasarrufunda idi. Bir müddet sonra İngilizler +vali-i müşarun-ileyhi Kandehar’dan Karaçi’ye gönderdiler +ve senesi Cumadelulası nihayetlerine doğru Kandehar’ı +bit-tahliyye bana teslim eylediler. Ben de orasını Afganistan +vilayatı idadına idhal ettim. +ri esbab-ı atiyyeden münbais idi: +– Muhammed Eyyub Han Kandehar’a hücum etmek +muştu. Şir Ali Han’ın ise müşarun-ileyhe karşı duracak kuvveti +yoktu. Zaten evvelce de mukabelede bulunup adem-i +– Kandehar ahalisiyle sair İslam cemaatı Ali Şir Han’ı +sevmiyordu. Çünkü müşarun-ileyh pek ahlaksız bir adam +çekerdi. +– Kandehar’ın Afganistan’dan ayrı tutulmasına ben de +rıza göstermemiş ve bu maddeyi kat’iyyen imzalamamıştım. +Zira Kandehar ecdadımın memleketi ve Afgan hükümdarlarından +bazılarının payitahtı idi. +Esbab-ı mesrude sevkıyle Şir Ali Han’ın teb’idi ve memleketin +bana teslimi esnasında epeyce tereddüd göstermekle +beraber kabul ettim. Tereddüdüm ise bazı mütalaalardan +Evvela; biliyordum ki Kandehar’ın tanzim-i umuruna +meydan vermeksizin Eyyub Han hücum ederek beni mukabeleye +ve Kabil’den uzaklaşmaya mecbur eyleyecekti. +Saniyen; Eyyub Han ile harb için hareket ettiğim gibi +daha inkılab halinde bulunan Kabil’de iğtişaş çıkacaktı. +Salisen; Kandehar olmayınca Afganistan saltanatı burunsuz +bir surat yahud kapısız bir kale gibi kalacaktı. Bense +ecdadımın payitahtını tasarruf hususunda terahi gösterecek +derecede korkak ve cür’etsiz bir adam değildim. +Binaenaleyh işin fevaid ve mazarratını düşünüp mevki’imin +muhataralı olduğunu anlamakla beraber mütevekkilen +alallah Kandehar’ı kabul ettim ve Serdar Haşim Han’ı valilikle +oraya i’zam eyledim. +NASIRUDDIN ŞAH DEVRİ +Mirza Takī Han’ın Mağduriyeti – Kanun-hahların Babilik’le +Şah’ın Keyfiyet-i Katli +Her nokta-i nazardan menafi’leri yekdiğerine uyan İran +ve Osmanlı Memalik-i İslamiyyesi’nin tali’leri de birdir. +Türkiye’de mezalim-i Hamidi canlar yakarken İran dahi +Nasıruddin Şah gibi bir müstebiddin taht-ı zulm ve istibdadında +merhum Midhat Paşa gibi bir dahi-i vatan-perverin teb’idi +ve şehadeti ile başlanmış idi. Nasıruddin Şah dahi İran +rical-i vatan-perveranından Mirza Takī Han emir-i kebirin +katli ve onun te’sis-kerdesi olan Şura-yı Devlet’in ilgasıyle +hum ıslahat-ı terakkī-perveranesiyle ma’ruf olan eazım-ı +ricaldendir. Maksadı İran’da kanuni bir hükumet idaresi +vücuda getirmek idi. İlk def’a olarak Avrupavari hey’et-i +vükelayı teşkil eden ve umur-ı devletin idaresini ayrı ayrı +nezaretlere taksim eden o olmuştur. Şah-ı müstebiddin meyl +ve tabiati hilafına olarak Mirza Takī Han Avrupa’ya talebeler +üzere mektepler te’sis ediyordu. Hal-i hazırda mevcud olan +Tahran Darülfünunu dahi o vezir-i maali-zamirin asar-ı terakkī-perveranesindendir. +Bütün bu gibi ıslahatının ruh ve esası olmak üzere Sadrazam +Mirza Takī Han daha büyük bir proje ile de uğraşıyordu. +O da gerek vatanın gerek vatan efradının hukūk ve +vezaifini mübeyyin kanun mecelleleri meydana getirmekten +sini ilga etmek onun yerine kanuni bir istibdad işlek bir +bürokratizm vaz’ etmek idi. Asıl felaketini mucib olan da bu +fikri oldu. O büyük vatanperverin bu büyük fikri henüz genç +olan Nasıruddin Şah’a başka bir yolda te’vil edildi. “Sadrazam +takım ağraz besliyor!” diye itham edildi. Bunun üzerine şüb +helenen padişah azlini ve Kaşan’a teb’idini irade etti. Sonra +verilen evamir-i hafiyye üzerine mesmumen katlolundu. +sene-i hicri +* * * +Mirza Takī Han emir-i kebirin katlini müteakıb Nasıruddin +Şah bir devre-i vehm ü cinnet geçiriyor. Tac u tahtının +daima erbab-ı “fesad” tarafından ma’ruz-ı helak olduğundan +korkuyor. Bunun için de her daim tedabir-i tahaffuziyyede +bulunuyor. Bu müdafaa-i nefsi birçok erbab-ı zekanın +katl-i nefsini teb’id ve habsini mucib oluyor. Erbab-ı fazl ü +maarifde kanun-perestlik emeli duyularak vesail-i muhtelife +“Kanun yolunda şehid olan erbab-ı namusun haksızca +dökülen kanları ahali üzerine su-i te’sir etmesin!” diye +Nasıruddin Şah pek elverişli caniyane bir usul de bulmuş +du. İranileri kendine maddeten esir etmek için şah halkın +ma’neviyatına icra-yı nüfuz eden bir takım münafık mollalardan +muzaheret ve muavenet görüyordu. O vakitler +Nasıruddin Şah suret-i haktan görünerek İslam’ı müdafaa +etmek bahane-i zahirisiyle Babilere i’lan-ı harb etti. Ve +sınıf-ı ruhaniyyunun kamilen teveccühünü kazanmak üzere +Babilere karşı gayet şiddetli davrandı. Mezheb-i cedide salik +olanları katl-i amma kadar vardı. Rüesa-yı Babiyyeyi türlü +türlü işkencelerle i’dam ettirdi. Mesela ser-amedan-ı Babiyyeden +Süleyman Han’ın bedeninde mumlar yaktırarak kendisini +bir suret-i feciada öldürttü. Bu cinayetler avamın alkışları +vicdaniyyeye karşı ittihaz olunan bu gibi tedabir-i zecriyyenin +netice-i mün’akisesi dahi görülmekte idi: Mazlumiyetleri +onlara mütefekkirin nezdinde bir ma’neviyet bahşediyordu. +Fakat Babilik töhmetiyle birçok Babi olmayanlar da öldürülüyordu. +Zamanının ta’birince kendilerine “kanun-hah” +namı veren ahrardan birçokları da; “Babi rüesasındandır.” +diye ala-mele’i’n-nas i’dam edilir işkencelere uğratılıyor idiler. +Louislerin Charlesların aleyhine kıyam edenlerin Katoliklik’in +düşmanı olduklarını Sultan Hamid’e karşı hareket +edenlerin Şeriat’i istemediklerini mukadderat-ı memleketi +şahların keyfi değil kanunun ta’yin etmesini taleb edenlerin +de Babi olduğunu iddia etmişler! Tuhaf değil mi?.. +Dini şahların istibdadına vesile olmak dereke-i inhıtatından +kurtarmak şahların keyfi idarelerini kavanin-i medeniyye +Babilikle müttehem oluyorlardı. Halbuki içlerinde Babiliğin +cidden muarızı fikren düşmanı olanlar memleketin halası +den Babiliği hatta muzır bilenler onunla mübareze edenler +de az değil idi. +* * * +Erbab-ı vicdanın vücudu gibi memleketin menabi’-i +servet ve i’tibar-ı malisi dahi büyük bir helake ma’ruz idi. +Ahaliden türlü türlü vesilelerle toplanan beytülmal şahın +bahiyyesinin esiri temayülat-ı garamiyyesinin dest-giri idi. +Ahlak-ı redieden bir şah hissesi alan bu erkek üç yüzlük bir +kadın sürüsüne horozluk ediyor idi. Bir ordu teşkil eden saray +kadınlarına onların maiyyetine me’mur huddam +ve cariyelere mahsus olmak üzere bil-cümle köşk sayfiye +ve saraylarda hususi daireler yapılmış idi. Şimdiki halde +Nasıruddin Şah’dan kalma hangi bir köşk ve saraya bakılırsa +het-i hümayunun hadd ü gayesi yok idi. Şahın sevgili bir +hayvanı rical-i memlekete tefevvuk edercesine bir tertibata +malik idi. Şöyle ki; kendine mahsus dairesi hademesi karakolları +katibleri arabaları evamir ve feramini afv u kahrı +olan huzur-ı mülukanede şefaat etmek salahiyetine malik +bulunan bir “gurbe-i hümayun” “Berber Han” namında +bir kedinin gebermesi üzerine ekdar u alam-ı şehenşahinin +derece-i teessürü rivayat-ı ma’rufedendir. Bir başvekil kadar +debdebe ve celale malik olan kedinin tabiblerin tedavisine +rağmen telef olması üzerine şaha arız olan dalgınlığı ancak +“Meniçe” namında bir çocuğun muhabbeti teskin edebilmiştir. +Nasıruddin Şah’ın sefahetine misal olmak için “kerbe-i +hümayun” hikayesiyle kifayet ediyoruz. Sair sefaletlerinden +bahse ise ne makalemiz ne de vaktimiz müsaiddir. Fakat bu +kadar bilmelidir ki devre-i Nasıri İran tarihinin en muzlim bir +devresidir. Bütün İran’da şah ve her vilayette dahi o vilayetin +şah-ı mutlakı olan derebeyleri tasavvura gelmeyen mezalim +köle telakkī ederek istedikleri muameleyi esirgemiyor istedikleri +Kuvve-i teşriiyye icraiyye ve kazaiyyeyi ellerinde bulunduran +ve aynı zamanda da mellak bulunan bu derebeyleri bu +şehzadeler hanlar kendilerini neuzü billah halkın ufak bir +rabbi gibi telakkī ediyordular. Zaten onlar şahı “zıllullah” +kendilerini de o “zıll”dan bir parça addediyorlardı. Bu Allah +gölgesi iddiasına kalkışanlar halkullahın başına cehennem +ateşleri savuruyorlardı. “Beyar” dedikleri cebri usul üzerine +köylüleri kendi tarlalarında bedava olarak istihdam ediyor +ve istedikleri meşakta kendilerini kullanıyorlardı. Birçok derebeyliklerinde +“hakk-ı bekaret” diye bir resm dahi vardı ki +bu resmin bazı hanlıklarda zifaf gecesinden evvel han sarayına +gidip bizzat eda etmesi rivayeti mubalağalı olsa da +ta son zamanlara kadar nakden eda edilmesi usulünün bir +çok köylerde mevcud olduğu şekk ü şübheden aridir. Bu +yolda vaki’ olan faciaların te’siratı ve bazı uzak vilayetlerde +bir takım bakayası şimdi de devam ediyor ve her zaman +“Kaçar”ların istibdadına la’netler okutturuyor. +* * * +leketi satmaya teşebbüs etti. sene-i miladisinde İran +tönbekisini bir İngiliz kumpanyasının taht-ı inhisarına verdi. +Ecnebilere verilmiş olan bu imtiyaz ilk def’a olarak Nasıruddin +Şah’a bir darbe indirilmek fırsatını teşkil ediyordu. +Daimi surette makam-ı hükumetle mübareze etmekte olan +ruhaniyyun bu fırsattan istifade ettiler. O vaktin en nüfuzlu +müctehidlerinden olup Bağdad civarında vaki’ Samarra’da +sakin olan Mirza Hasan Şirazi hazretleri reji tönbekisinin +tahrimine fetva vermesiyle kumpanya aleyhine boykotaj +Mirza Hasan hazretlerinin fetvası bütün memlekete yayıldı. +Bir yevm-i muayyende bütün İran’da ufak kasabalara +varıncaya kadar nümayişler oldu. Kalyanlar nargileler terkedilip +herkeste mevcud olan nargileler bir suret-i nümayişkaranede +parça parça edildi kırıldı. Şah bu nümayişlerin +önüne geçmek istedi. Tahran ulemesasından boykotajı tervic +edenlerin başında olan Mirza Hasan Aştiyani’nin nefyine +hücum etti. Serbazların askerlerin müsellah olarak mukabele +ettiklerine bakmayarak heyecana gelen Tahran ahalisi +saray muhafızlarıyle kanlı müsademelere devam ederek +verdiği telefata rağmen ric’at etmedi. Şahı tehdidde bulundular. +Bunun üzerine ma’hud imtiyazın feshini mübeyyin +hicri/ miladi +“Reji Mes’elesi” diye meşhur olan bu vak’a İran tarih-i +liyor. Keyfiyet-i icrası bir takım desayis-i siyasiyyeden hali +kalmayan ve ilk nazarda bir feveran-ı taassub gibi nazara +gelen bu vak’a birçok nevakısıyle beraber mühim bir te’sir +bırakmıştır. Bir kere istibdadın esasına bir darbe vuruldu. +Sultan Aziz zamanında Rus Sefiri İgnatiyef’in alet-i desayisi +olan Sadrazam Mahmud Nedim’in azlini istemek üzere saraya +karşı hücum eden softalar vak’asına pek müşabih olan +bu vak’a artık istibdadın pek de müdhiş bir kuvvet olmadığını +ezhana telkīn etti ve bu suretle kanun-hahların teşvikat-ı +siyasiyyelerini teshil ve netayicini tesri’ etmiş oldu. +Burasını dahi nazar-ı tedk��ktan dur tutmamalıdır ki +mes’ele-i mezkurede müctehidlerin fetvasına böyle parlak +bir muvaffakıyet kazandıran sebeb ahalinin mezalim-i Nasıriden +bıkması olmuştur. +Reji heyecanı usul-i inkılabı bilmeyen siyasi pişdarları +mefkūd ü maktul olan bir millet-i mazlumenin kıyamı idi +ki esbabı kamilen müheyya olaydı daha me’mul bir netice +verebilir idi İran’ı sapmış olduğu tarik-ı inkırazdan o vakit +bile inhiraf ettirirdi. +* * * +Reji Vak’ası neticesinde nüfuz-ı ma’nevisinin kırıldığı ve +mutalebe-i milliyye karşısında ser-füru ettiğine karşı Nasıruddin +ser-i tacdarını birkaç sene daha muhafaza edebildi. +sene-i hicrisi Şah tarih-i cülusunun ellinci senesini +tekmil etmek üzere idi. Nasıruddin Şah kendisinin +serir-i saltanatta hüküm-ferma olduğunun yarım asırlık sene-i +devriyyesini mutantan olarak ifa ettirmek istiyordu. +Tahran devair-i resmiyyesi jübile istihzaratı ile meşgūl idi. İki +def’a Avrupa seyahati yaparak Avrupa tacdarlarıyle görüşen +Şah bu kere jübile ünvanıyle olsun hükümdarları veyahud +kendi namlarına gönderecekleri büyük elçileri payitahtında +görmek istiyordu. Fakat İran’ın ilk fedaisi Mirza Rıza-yı Kirmani’nin +attığı intikam kurşunu şahın bu arzusunu yüreğinde +bıraktı. Tahran civarında vaki’ Şah Abdülazim Türbesi’ne +giderken Mirza Rıza tarafından atılan revolver kurşunu müstebiddin +son dakīkasını teşkil eyledi Zilka’de. +Mirza Rıza-yı Kirmani’nin ailesi Kirman valisinin mezalimine +duçar olmuş kendisi dahi Tahran’dan adalet ararken +bir çok mağduriyetlere uğramış ve sonra meşhur Seyyid +Cemaleddin Afgani’nin huzurunu derkederek ondan gördüğü +teşvikat üzerine intikama karar vermiştir. Mirza Rıza-yı +Kirmani’yi kariin-i kirama başka bir makale ile ta’rif edeceğiz. +ANADOLU MÜSLÜMANLARI +Öteden beri Anadolu içinde köy köy dolaşarak memleketimizi +layıkıyle tanımak arzu ederdim. Geçenlerde müddet-i +ta’tiliyyeden bil-istifade Anadolu’nun iki mühim vilayetinde +ufak bir seyahatte bulundum. Maksadım Anadolu’da yaşayan +ahalinin mahiyet-i ruhiyyelerine nüfuz edebilmek terakkīlerine +engel olan mevani’i bizzat görüp tedkīk eylemek +olduğu için gezdiğim yerlerde köylülerle mümkün mertebe +münasebet peyda etmeye bunların maddiyat ve ma’neviyatının +teşkil ettiği muhit-ı mahsusa mümkün mertebe +nüfuz eylemeye çalıştım. Fakat tasavvur edemediğim acıklı +manzaralar karşısında bulundum taşra me’murininde ümid +etmediğim la-kaydi ve cehalet gördüm. Meşhudatımı nakilden +maksadım Anadolu’nun maddeten terakkī edememesinin +ve ma’nen günden güne tedenni eylemesinin kısmen +esbabını iraeden ibaret olduğu için me’murinden hiçbirinin +şahsını bittabi’ hedef ittihaz etmiyorum. Fakat Anadolu’nun +hala hayvan muamelesi bile layık görülmeyen mahrum-ı +zın veli-ni’metlerine karşı vazifelerinde bu derece tekasül +eylemelerinden mütevellid vebal ve günahı düşündükçe +mütefekkir geçinen bu adamların hamiyet ve muhabbet-i +vataniyyelerinde şübhe etmemek elden gelmiyor. Vakı’a bu +me’murların az-çok okumuş!! olan kısmına kendi vazifesizliklerini +ta’dad eder bunun ne derece hamiyetsizlik olduğunu +teşrih ederseniz derhal size hükumet-i merkeziyyenin +haklarını muhafaza etmemelerini merkeze vaki’ olan +pek zebun ve salahiyeti pek mahdud bulunan me’murinden +bundan fazla iş beklemek abes olacağını ma’raz-ı müdafaada +serdeylerler. Fakat vicdan hufra-i izmihlale düşmek üzere +olan bir milletin kuvve-i umumiyyesini idareyi der-uhde +eyleyenlerde fikr-i fedakari görmek ve vatanın milletinin +saadetine hizmet yolunda me’murinde bilhassa me’murin-i +mülkiyyede istihkar-ı menfaat ulüvv-i hasletini bulmak arzu +ediyor. Bir taraftan perişan sefil senelerce zulmün pençesinde +kalmış ahali diğer cihette herşeyden evvel maaşından +birkaç para artırarak ma’zulen veyahud tekaüd olarak +şey düşünmeyen me’murini karşı karşıya görür de insan bu +memleketin atisinden nasıl me’yus olmaz?... +* * * +Haydarpaşa’dan trenle hareket eden bir seyyah Eskişehir’e +kadar menazır-ı tabiiyyenin letafeti karşısında hoş bir +hayat geçirir. Kuvve-i hayaliyyesi olmayanları daima ciddi +düşünenleri bile tehyic eden şuradan buradan bildiği bir-iki +kıt’ayı tabiatin feyzlerine ithafen söylemeye mecbur eyleyen +bu yerlerde ara sıra eksik olmayan ve Anadolu’nun +tren hareket edip de gerek Ankara cihetinde gerek Konya +cihetinde ovaya düştünüz mü yaratıldığı gibi kalmış belki +köy denilen köstebek yuvalarından mürekkeb mecmuaların +nazara çarpması dolayısıyla letafet-i tabiiyyesi ihlal olunmuş +vasi’ araziye baka baka nazarınız usanır şimendüfer içinde +sıkılırsınız. Anadolu muhitinin sükunet-i mevtaisi te’sirinden +olmalı ki bizim şimendüferlerimiz Avrupa ve Amerika trenlerinin +menkūl olan sür’at-i seyrine nazaran araba denecek +derecede aheste-reviş oluyor. Tren ba-husus böyle yeknesak +bir manzara arasından yavaş yavaş ilerledikçe adeta +yürümüş kadar kendinizi yorgun bulursunuz. +Koca Anadolu’nun pek cüz’i kısmını kat’ eyleyebilen +hutut-ı hadidiyyenin müntehalarında yaylı denilen arabalara +binerek Vusta Anadolu’ya doğru yola koyulunca yeni +yahud pek eski bir alem içinde kendinizi bulursunuz. Hayvanat-ı +bakariyyesi keçi kadar küçülmüş insanları senelerin +bar-ı sefaleti altında fazilet-i hulkıyyesini gaib etmeye yüz +tutmuş alaim-i vechiyyeleriyle kainattan müşteki bir tavır +almış olan bu pek eski dünyada feyz-i tabiat bile hakaret +görmekte mahvedilmeye çalışılmakta olduğunu farkedersiniz. +Köy denince hatırlara ne gelir? Avrupa’nın İsviçre’nin +köylerini görmüş seyahat kitaplarında okuyarak ma’lumat +edinmiş olanlar bir de Anadolu’ya gidip aynı namda +olan köstebek yuvaları!! mecmualarını görsünler. Anadolu +köyleri denilince önünde haneleri sathının beş-on misli bir +mezar ile gah yerin üstünde gah yerin altında tavsife imkan +bulunmayan –kendi ta’birlerince– damlardan müteşekkil +mecmua hatıra gelmelidir. Yerin üstündekiler la-ale’t’ta’yin +taş yığınından müteşekkil duvarla üzeri toprakla mestur dar +bir yerdir ki isterseniz buna canlı insanların mezarı isterseniz +hayvanatla insanlar arasında müsavat i’lan olunmuş bir +mülkte bu ikincilere mahsus birer ahır diyebilirsiniz. Yerlerin +altındaki sefalethanelere ise “in” ıtlak eylebilirsiniz. Beni bu +gibi umransızlıktan ziyade müteessir eden iki noktadır ki bu +mülkün atisi i’tibarıyle amik düşüncelere garketti: Biri bugünkü +köylülerin teşekkülat-ı bedeniyyelerindeki zaaf diğeri +ma’neviyetlerindeki nakīsa ahlaklarındaki sukūt. Türklerin +vücudca bünyece ırk-ı beşerin arslanı denecek derecedeki +şehameti düşünülür onların ahfadının yüzlerindeki sarılık +harekatta gösterdikleri bataet ve miskinlikle tecelli eden +za’fiyet-i uzviyyeleri mukayese edilirse bu evladın o babalardan +olduğuna adeta şübhe hasıl oluyor. +Köylülerin ahlaklarındaki sukūt daha müdhiştir. Hangi +köye gittimse ihtiyarlarından şu feryadı işittim: “Çocuklarımız +ahlaksız oldu; ne ana ne baba dinliyor. Köyümüzde +katl cerh imtizacsızlık günden güne ziyadeleşiyor. Merbutıyet-i +diniyye kalmadı havf-ı ilahi azaldı. Atalet bin-netice +sirkat umur-ı adiyyeden oldu.” +Mehakimin ceraim sicillatıyle tebeyyün eden bu düşkünlük +o cahil o sefil muhitte rezaleti intac ediyor. Yirmi yirmibeş +sene evvel bir köylünün hatırına gelemeyecek derecede +şeni’ ceraim bugün icra ediliyor. +sukūta uğramasının ve hala böyle tedennide devam eylemesinin +sebebi hükumetin bakımsızlığıdır. Anadolu’nun +her haliyle şimdiye kadar burada yaşayan insanların ikaz +edilmediği hatta insanca muamele görmedikleri anlaşılıyor. +Bugün köylülerde bütün o sefalet o fezahat içinde irşadı kabul +edebilecek bir fıtrat bir cevher kalmıştır. Eğer o cevherden +atisinden ümid kesmek lazımdır. +Kıyafetim onların nazarlarını okşayacak bir halde olmadığı +halde gittiğim köylerde büyük pederim derecesinde +müsinn olan zavallı aklı başında köylüler birer birer etrafımı +aldılar hiç sormadan bile dertlerini teşrih eylediler bi-perva +çare-i necatlarını sordular. Hepsi hükumetten şikayet ediyorlardı. +Diyorlardı ki: “Evet; bugün sefiliz ahlaksızlık köyümüzde +teammüm etmiştir. Fakat bunların sebebi hükumettir +me’murin-i hükumettir. Canileri tutmuyorlar; filanı +öldüren hala köyümüzde geziyor. Onun duçar-ı mücazat +olmadığını belki şerrini artırdığını gören diğeri de yapıyor. +“Allah’a asi oluruz” diye korktuğumuzdan sesimizi çıkarmıyoruz. +Hükumet bizi düşünmeli. Biz birer birer herşeyi +merkez-i hükumette ta’kīb edemeyiz. Merkezle buranın arası +kırk sekiz saattir ki hemen her zaman oraya gidecek şikayet +eyleyecek halde değiliz. Senenin yalnız dört ayında yüz +para yevmiye ile çalışan bir köylü şehre gidip gelmek masrafını +sahibi olmaklığımızı istemiyor; bize istedikleri gibi muamele +ediyor ekinimizi yediriyor hayvanımızı elde etmek için herşeyi +yapıyor. İhtikarın hilekarlığın enva’ını tatbik eyliyorlar; +hükumet hiç ses çıkarmıyor. Biz şehirde hükumet dairesinde +dığımız dille bizim yapamayacağımız muamelelerin icrasını +teklif eyliyor. Üzerimize yüklenen vergi ağırdır. Askerlik dolayısıyla +çocuklarımız çalışacak yaşta köyde kalmıyor. Fakat +yine hükumetimizin emrine itaate borçluyuz. Yalnız bilmeyiz +Allah’ın gazabına mı uğradık ki hükumet bize bakmaz +oldu!” +Sonra taraf taraf gelen o zavallılar bana gah tarlalarının +layıkıyle mahsul vermediğinden bunun çaresini gah kendi +sefaletlerini ahlaksızlıklarını izale eyleyecek esbabı soruyorlardı. +Beni öyle aşk ile dinliyorlardı ki o safvetteki o samimiyetteki +ulviyeti tebcil etmemek elden gelmez. +Kendi kendime hükumetin daha doğrusu me’murların +bu biçarelerin saadetine dolayısıyla memleketin selametine +bu kadar lakayd kalmalarından müteessiren bizzat +me’murin-i hükumetin halini tedkīke azm ile vilayet liva +kaza merkezinde tetebbuata koyuldum. Bugün netice-i ted +kīkatım karşısında bu zavallı yurdumuzun atisi için müdhiş +bir bed-bini hasıl ettim. O zaman artık; “Zavallı köylüler! Bu +me’murlar ki sizin sefaletiniz kendi sefahet ve cehaletleriyle +müftehirdir; imdad beklemeyiniz!” dedim. +Size la-ale’t-ta’yin bir liva me’murininin halini izah edeyim: +“Ahval-i iktisadiyye” cümlesinin ma’nasını anlamayacak +derecede cahil bir mutasarrıf köylülerin cehaletinden +sefaletinden istifade ile zengin olmuş pek bayağı insanlardan +mürekkeb olan sırf şuradan buradan topladığı paralar +dolayısıyla eşraftan denilen kimselerle her gün tulu’-ı şemse +kadar kumarla meşgūl bir muhasebeci ma’tuh bir tahrirat +müdiri kezalik kumara müdavim bir evkaf müdiri cahil +vazifesini takdirden aciz ve aynı zamanda sefih ve kumarbaz +ziraat ve baytar me’murları tamamıyle mürtekib yerli +küçük me’murlar. +Cihet-i adliyye miyanında nadiren me’mur sıfatı verilebilecek +muktedir zatlara tesadüf kabil ise de ekseriyet i’tibarıyle +onlar da ya mürtekib ya cahildir. +Öyle muhasebeci vardır ki livanın varidat-ı umumiyyesinden +gafil öyle merkez-i livaya merbut köyleri gezmekten +sarf-ı nazar kazalarının isimlerini bile müşkilatla +ta’dad edecek derecede cahil. +Bu me’murlara ne tavsiye etseniz size ızhar-ı cehl eder +yahud beyan-ı la-kaydi eyler. Mektebsizleri hacer kadar +gayr-i müteessir mekteblileri memlekete bigane ve o nisbette +atıl. +Bunların yegane ma’rifetleri ahali arasına nifak sokmaktır. +Kendi i’tikadlarınca vazifelerinin hüsn-i ifası sabahleyin +hane-i asafanelerinden daire-i hükumete gitmek orada kağıd +havale ve imzasından sonra akşam avdetle evlerinde +me’murin ve eşraf denilen en ahlaksız mahluklarla şaklabanlık +etmekle hasıldır. Daire-i me’muriyyetlerinin hududunu +gezip ihtiyac-ı mahalliyi anlamak anlamak istemek pek +fazla bir faaliyettir ki –kendi ta’birlerince– merkez-i hükumetin +menfaatlerini gözetmediği bir sırada buna tevessül +hamakat olur. +me’murini aynı zamanda lakaydliğiyle zaten sefil ve biçare +olan ahali için bir bela oluyor. +Bu haller karşısında insan; “Ya Rab! Bu memleketin +me’murlarına insaf vererek dimağlarına ma’lumat aşılayarak +bir harika bir mu’cize göster!” demekten kendisini alamıyor. +ahalinin suret-i irşadı hakkında varid-i hatır olan mütalaayı +yazacağım. +* * * +Sebilürreşad da inşaallah bu babdaki mülahazatını bildirecektir. +Asya’nın haver-i şarkisinden tulu’ eden İslamiyet ki esası +nev’-i beşeri zalam-ı cehaletten kurtarmak gayesi insaniyeti +medeniyetin mertebe-i kusvasına irtika ettirmektir; işte bu +din-i ali bir zamanlar Şark’ın saf ve fakat dalalet ve hayalat +vadilerinde sair olan fikr-i batılını tehzib Garb’ın zulmetler +ettiği hakayık-ı maddiyye ve ma’neviyye açtığı şehrah-ı +medeniyyet ile cihanda tebeddülat-ı azime ika’ eylemiştir. +Az vakit zarfında saliklerini fikren insaniyetin evc-i ikbaline +tab’an medeniyetin mertebe-i gayesine isal eden Din-i +fikriyye ile meşhun etmiştir. +niyet-i hazıranın kesbettiği mertebe-i bala her zamanda her +Evet! Bugün memalik-i mütemeddine ve müterakkıyyenin +kaşaneleri sanayii maddi terakkıyat-ı gun-a-gunu +tezyin-i uyun eylemekte ise de terakkıyat-ı ahlakıyye ve +ma’neviyye nokta-i nazarından Avrupa İslamların derecesine +hala vasıl olamamıştır. +Bugün medeniyet-i hazıranın mucidi olmak iddiasıyle +mağrur olan Avrupalılar Şark’ın fezail-i ma’neviyyesi hakkında +hiçbir surette şakk-ı şefe etmeye muktedir olamaz. +“El-fazlu li’l-mütekaddim” fehvasınca medeniyet-i hazıranın +felsefenin ahlakıyatın vazı’ları Voltaireler Rousseaular +Montesquieuler olmayıp İbni Sinalar İbni Rüşdler gibi allameler +Tarih-i medeniyyet tedkīk edilirse terakkıyat-ı ilmiyye ve +teceddüdat-ı fikriyye hususunda akvam-ı İslamiyyenin ibraz +eyledikleri gayretler bütün dehşet ve azametiyle nazarlarımızı +Cihanın enzarında tahakkuk eylemiştir ki Din-i Mübin-i +Ahmedi’nin zuhuruyle envar-ı medeniyyet nasıl bir kuvve-i +harika ile lem’a-nisar olmaya başlamış ise aynı zamanda +müslümanlar bir elde çerağ-ı ilm ü ma’rifet diğerinde +mizan-ı adalet olduğu halde Asya’dan huruc ile Avrupa +ve Afrika memalikinde hüküm-ferma olan zulmet-i cehl ü +na-daniyi ref’ ederek kıtaat-ı mezkureyi müstağrak-ı envar-ı +medeniyyet eylemişlerdir. +Kurun-ı Vusta’nın afakını istila etmiş olan zalam-ı cehalet +sırf mücahidin-i şecaat-karin-i İslamiyanın himmetleriyle +kalkmış nur-ı ilm ü ma’rifet Şark’ın mahzen-i ilm ü irfanı +olan Rey Bağdad Semerkand’dan asumanını sehab-ı +kesif-i cehalet istiab etmiş bulunan İtalya Sicilya İspanya +ve Fransa’ya idhal edilmiştir. +Kurun-ı Vusta’da bahr-ı bi-payan-ı cehalette puyan +o +lan Avrupa milel-i kadime medeniyeti bakayasından da +Friedrich’in; “Tarih denilen fen ne zamandan ibtida eder?” +sualine cevaben bir hakim müverrih tarafından; “Hurafatın +mürurundan sonra başlar” denildiği gibi terakkıyat-ı sahiha-i +tıbbiyye de ancak edvar-ı kadimenin sürükleyip getirdiği +hurafat-ı tıbbiyyenin nihayet bulduğu günden i’tibaren +terakkīye yüz tutmaya başlamıştır. +Fenn-i mezkur nice asırlar mestur bulunduğu zalam-ı +hayalattan kurtularak Şark ve Garb müderrisliği ünvan-ı +fahirini ihraz eylemiş bulunan hukema ve etibba-yı İslamiyyenin +dest-i fazılanesiyle yeniden ihya olunmuştur. +Miladın dokuz on onbir oniki asırlarında ilm-i celil-i +tababet hukema-yı İslamiyyenin himmetleriyle pek ziyade +terakkī ederek Afrika’nın sevahil-i şimaliyyesiyle bütün Avrupa +memalikine intişar etmiştir. +dem garik-ı leyle-i cehalet iken Tarık bin Ziyad ve Musa bin +Nusayr taraflarından ca-be-ca rekzolunan a’lam-ı muzafferiyyeti +müteakıb şu’le-i ilm ü ma’rifet ser-a-pa İspanya Portekiz +Fransa’da lem’a-nisar olmuştur. +Ezmine-i mutavassıtada Avrupa sefalet ve cehaletin +matem-engiz puşide-i siyahına bürünerek ilm ü fen hırfet +ü san’at namına habbe-i vahideye malik olmadığı zamanlar +sanayi’-i İslamiyyenin husule getirdiği asar-ı nefise memalik-i +efrenciyye pazarlarında pek ziyade revacda idi. +Şam Kurtuba Gırnata İşbiliye Tuleytula’nın evani-i +sim ü zeri akmişe-i nefisesi Avrupa memalikinin her tarafına +sevkolunur idi. Şimdi Avrupa emtiası Şark’da nasıl revacda +halk beyninde ne yolda moda ise Milad’ın on onikinci +asırlarında bilad-ı mezkure-i İslamiyye fabrikaları mahsulatı +frenk rical ve nisası tarafından son derece mazhar-ı rağbet +olmakta idi. +fünun u sanayi’de bu derece ileride iken memalik-i ecnebiyye +akvamı edyan u mezahib-i Hıristiyaniyye ihtilafat u +münazaatıyle ihtirasat-ı siyasiyyeden göz açamayarak cehl +ü nadani içinde bi-mecal kalmış idi. +Vakta ki medeniyet-i İslamiyye canib-i Şark’tan nahid-i +fazilet gibi tulu’ ederek memalik-i efrenciyyeyi envar-ı saadet-averiyle +zıyadar bil-umum akvam u milel-i muhtelifeyi +adalet hürriyet-i vicdan emniyet-i mal u can ile bahtiyar +ezmine ve a’sar-ı kadimenin sürükleyip getirdiği enva’-ı +hurafatla perişan olan fikirleri teskin ederek bilad ü emsarı +ma’mur u abadan eyledi; Garb’ın müfekkiresi de küşayiş +bularak kendisinde “ilm ü fenn”e meyl ü heves uyanmaya +başlayabildi. +Binaenaleyh frenkler bundan sonra Bağdad Şam Endülüs +darülfünunlarına Avrupa’dan talebe gönderip terakkıyat-ı +olmaya yüz tuttular. +Milad-ı Hazret-i İsa’nın sekiz yüzüncü senesinden bin +dört yüz doksan iki tarihine kadar akvam-ı necibe-i İslamiyye +siyaset aleminin ferman-ferması oldukları gibi cihan-ı ilm +ü fennin de yegane hakimi idiler. +Kurun-ı Vusta’da değil yalnız Avrupa’ya bütün aleme +bi-hakkın şan u şeref veren millet ancak Ümmet-i İslamiyye +olup fenn-i tıb edebiyat felsefe coğrafya tarih seyahat +hayvanat nebatat kimya cebir hendese fenn-i mi’mari ve +sairede binlerce mütehassıs zevat yetişerek ulum u fünun-ı +mezkureyi adeta yeniden te’sis edercesine tedvin etmişlerdir +ki bunların halka-i tedrisinde diz çöken Avrupa talebesi +memalik-i efrenciyyede teslim-i ruh eylemiş bulunan medeniyetin +Medeniyet-i İslamiyye tarih-i Hicret’in yüz otuz sekiz senesinden +birisi Bağdad diğeri de İspanya’nın Endülüs hıttasında kain +Kurtuba belde-i meşhuresi idi. Bağdad Darülfünunu beş yüz +sene çar aktar-ı aleme neşr-i zıya-yı ma’rifet eylemiştir. +Fünun-ı tıbbiyyede asrımızda bile hükmü cari bir çok +nazariyatı emraz-ı sariyyeden çiçek ve kızamık gibi hastalıklar +hakkında en mükemmel asarı ameliyat-ı cerrahiyyeyi +fenn-i tedavi ve müfredat-ı tıbbı ve uyuz illetinin sebebi olan +“Sarcoptes” namındaki küçük böceği verem illetinin sari +olduğunu etibba-yı İslamiyye keşfetmişler hem öyle bir zamanda +keşfetmişlerdir ki hurde-binin değil ismi hayali bile +zihinlerde teressüm etmemiş Garb’da alem-i tababet namında +ciddi bir eser meydana gelmemiş bütün Avrupa’nın +emvac-ı müdhişe-i cehalet içinde mahv u na-bud olmasına +ramak kalmış idi. +Hukema ve etibba-yı İslamiyyenin asar-ı metrukesi Avrupa’da +Arabların inkırazından sonra asırlarca tedris edilmiştir. +Ez-cümle Endülüs’ün şevket ü azamet-i ilmiyyesi erkanından +olup Kurtuba’nın mehd-i irfanında perverişyab-ı kemal +olan dahi-i şehir Ebu’l-Kasım’ın fenn-i cerrahiye dair asarı +Fransa’nın Montpellier ve İspanya ve İtalya’nın birçok darülfünunlarında +dört yüz sene tedris edilmiştir. +“ALLAHU EKBER!” +manlar her emr-i azim karşısında bulundukları zaman; “Allahu +Ekber!” der işe başlar mütevekkilen alallah sebat eder. +Cenab-ı Vacibü’l-Vücud da bu gibi müslümanlara Kudret-i +Samedaniyyesi’yle imdad eder. Bizim bildiğimiz budur; her +mü’min-i muvahhidin akīdesi de budur bildiği de budur! +Biz ne Napoleon gibi; “Para! Para!” diyebiliriz ne de asr-ı +hazır devletleri gibi esliha-i cedide ve mühimmat-ı adideye +bel bağlayabiliriz. Bizim yegane melce’imiz yegane ümidgahımız +Cenab-ı Rabbü’l-alemin’in Kudret-i Samedaniyyesi +Hazret-i Fahru’l-kainat aleyhi ekmelü’t-tahiyyat Efendimiz’in +sıdk u hulus u muhabbetle i’timad edecek olursak –şübhe +yoktur ki ediyoruz; bütün kalblerimiz ile buna şehadet ederiz– +o halde zerre kadar şübhe olunamaz ki nusret-i ilahiyye +de bizimledir. İşte nass-ı celil-i Kur’an : +mazmun-ı münifi: “Madem ki siz Rabb’inize karşı istiğase +ediyor güveniyorsunuz; duanız makbuldür düşmanlarınıza +karşı Ben size ruhaniyet-i Samedaniyyem ve güruh +güruh teakub u tevali eden melaike-i mürdifin ile imdad ediyorum.” +Elhamdülillah umum müslümanlar yüz milyonlarca +müslümanlar Cenab-ı Hak’dan istimdad ediyorlar. Hiç şübhe +ve tereddüd olunamaz ki nusret-i ilahiyye de bizimledir. +Şu halde bizim için telaş olunacak bir şey yoktur. Kemal-i +böyledir. +Ey müslümanlar! Ey can arkadaşları Osmanlılar! Biz +yakīnen bilmeliyiz ki her ferd için her sınıf halk için her +zamana mahsus birer vazife vardır. Bugün laf u güzaf ile +kendimizi iğfal ihvanımızı rencide etmek zamanı değildir. +Bugün her ferd-i Osmani vazife başında bilfi’l isbat-ı vücud +ederek sebat ü metanet göstermek zamanıdır. Düşmanlarımız +karşımıza çıkmıştır. +emr-i +celili bize sebat ü metanet vazifesini ta’yin eylediği gibi vazifemizi +nass-ı celili ile düşmanlarımızın kalblerine +korku ve endişe ilka edeceğini de vaad buyurmuşlardır. +Bugün bize muharebeyi kazanmak için terettüb edecek +vazifelerden biri de; rical-i devletin ve bilhassa Padişahımız +efendimiz hazretlerinin fermanlarına ve evliya-i umura itaat +etmektir. Hazret-i Faruk radıyallahu anh Sa’d bin Ebi-Vakkas’ı +diyar-ı Fars’a gönderdiği zaman asakir-i İslam’a hitaben +söylediği nutkunda; buyurmuşlardır. +Bize terettüb edecek vazife; herkes kendi başına bir +diplomat ve ma’lumat-furuşluk etmeyip evliya-i umura +kemal-i hulus-ı niyyet ile itaat etmektir. Eğer biz rical-i devlet +vezaifine müdahale etmeyip her ferd-i Osmani kendisine +terettüb eden vazifede sebat ederse kat’iyyen emin olabiliriz +ki nusretullah bizim iledir. Aksi halde; kahveci bakkal na’lband +boyacı süpürgecilere varınca diplomat olur da herkes +kendi kafasıyla giderse neuzü billah halimiz hüsrandadır. +Bir haftadır bir çoklarımız; “Muharebe olmayacak!” diye +kıyametler kopardık. Şimdi de bir takımlarımız yine aynı +vaz’iyette; “Muharebe olup da galib gelecek olsak bile hiç +bir şey kazanmak ihtimalimiz yoktur!” gibi sözler ile efkar-ı +umumiyyeyi ümidsizliğe sevkediyor. Halbuki bu endişeler +tamamıyle bizim vazifemiz haricinde evliya-i umura aid +mesaildendir. Harb i’lan olunacak ama ne suretle ve ne zaman +var. Harb olup bi-iznillah muzaffer ve mansur olarak a’dalarımızın +merkezlerine kadar dayandıktan sonra sulh mes’elesini +müzakere edecek zaman gelirse yine ricali müzakere +eder. Artık bu mes’eleler de Direklerarası’nda hallolunamaz +ya! +Bizim vazifemiz tekrar edelim; “sem’ u taat”tir. Hal-i hazıra +göre sebat ü metanet daha ilerisini evliya-yı umura terkederek +Cenab-ı Hakk’a dua etmektir. Fahr-i Kainat Efendimiz +esna-i muharebede bütün esbabına tevessül ettikten sonra +da; +diyerek Cenab-ı Allah’a +tazarru’ ederdi. Bizler ki bugün aynı halde bulunuyoruz hiç +olmazsa ma’neviyatımızı muhafaza edelim o şanlı ma’neviyatımız +ki vaktiyle dünyaları titretmiştir ve hala titretmektedir. +Bizim için bugün en büyük vazife budur; biz kendi +vazifelerimizi bildikten sonra evliya-yı umurumuz da vazifelerinde +tereddüd etmezler. Bugün vazife sebat ü metanettir; +Sofya’da sebat ederiz; o zaman sebat etmeyenleri ettiririz… +Bir kere; “Allahu Ekber! İleri arş!” desinler sonrası; +; emr-i katidir! +KOSOVA CİHADA NASIL “LEBBEYK” DİYOR? +henüz bir hisse-i kanaat bir huzme-i iman kazanmak istemeyen +kudsi düstur-ı ahenin-sur karşısında bin birinci def’a olarak +yine bir tali’ denemek sevdasına düştüler; “Ne olur ne olmaz!” +dediler. Ne olup ne olmayacağını ati-i karib onlara +bütün kudret-i belağat satvet-i fesahatiyle gösterecek inşaallah!.. +Sandılar yahud kandılar ki Müslümanlık Osmanlılık +te +şettüt-i kulub yüzünden anlaşamamazlık hummasından +tam kabil-i hazm u bel’ bir derece-i nadca erdi; hemen el +uzatmalı koparmalı ve yutuvermeli. Hayır aldandınız ey +Balkan’ın taş beyinlileri aldandınız! Hem bu sefer pek yaman +pek bi-eman aldandınız! Müslümanlar birbiriyle gavgalı +olabilirler birbirleriyle boğuşabilirler hatta birbirlerini +boğazlayabilirler fakat hiçbir zaman kalblerinin aheng-i +darabanı birbirlerini tekzib etmez! Onlar bire kaildirler; birlik +pak bakan bir kör göz gördüler mi onu bu birlik bu aşk-ı +ehadiyyet uğurunda öyle bir çıkarırlar ki… Ve bu ameliyye-i +hakimane izale-i ama için o kadar hayr-hahane olur ki +musabları da cizye-i emanı şükranlarla edaya şitab ederler! +Bu akıbet-i şifa-kar uzak değildir; kulub-ı selime ukūl-i +müselleme buna iman ediyor! +* * * +Üsküp’te dün tertib edilen hayır kendi kendine kaynayan +fışkıran ihtifal-i muazzam-ı milliyi Sebilürreşad kari’leri +yevmi ceridelerde okudular; bu haşr-asa heyecan-ı +kudsi-zebanın gaye-i ictihadını tebliğ eden telgrafnameyi de +yüreklerinin en derin bir zaviye-i tebciline sakladılar. Bunu +bilirim; fakat bu mahşer-i necaib ve maalinin tebcilkar bir +müşahidi gördüklerini dindaşlarına telkīn etmek isteyen +yüreğinin feveran-ı şükranını tesbit etmek emeline +münkad olan heyecankar bir matali’i sıfatıyle söyleyeceklerim +dinleteceklerim var: +Cuma günü namazdan evvel bütün dükkanlar kapanmış +yaşamak için ölmüştü. Sultan Murad Cami’-i Şerifi +leb-a-leb cemaatle dolmuştu. Avluda tarihi sancaklar ihzar +ediliyordu. Namazı müteakıb burada müctemiine vahdetin +lüzumu tebliğ olundu kalblere lahuti bir dua ile baran-ı sekinet +yağdırıldı. Gökler münkad-ı huzu’ olarak derhal “Allah +Allah Allah” nidalarıyla sancaklara vaz’iyet-i amudiyye verildi +ve bundan sonra hareket başladı. Artık cami’-i şerifden +bütün sokaklar bir seyl-i galeyan u heyecan içinde yüzüyordu. +Tekbir sadaları Huda’dan isti’taf-ı avn u hidayet ederek +havanın ağūş-ı tesellümünde infilak ediyor gürlüyordu. Bu +müteharrik azamet ü ihtişam telgrafhanenin önünde tevakkuf +etti. Bütün vilayata Kosova mülhakatına keşide edilmek +üzere yazılan telgrafname ziyy-i ulemada bir zat-ı muhterem +tarafından okundu ve bir tufan-ı tasvib içinde ecniha-i +berka tevdi’ olundu. Ben burada söylenen sözlerin tebarüz +eden avatıf-ı asilenin huzur-ı feyz u kudsiyyetinde efkar u +hissiyatımın talakat-i heyecanına hüviyet-i ma’neviyyemi +bütün bütün terketmiş bir an bir an-ı mes’adet hayır olmadı +başlamıştım. Kolay kolay ağlayamam; bütün heyecanlarım +tekasüf eder kalır. Ah bu sefer de böyle olacaktı! İçin için +emn ü itmi’nan yaşları dökecektim; iki Arnavud iki ihtiyar +kahraman gözyaşlarımı cazibe-i safvet ü merdanegisiyle yerinden +çekti kopardı: Artık ağlıyor sevine sevine güle güle +ağlıyordum! +Buradan daire-i askeriyyeye geçildi; halkın teşnegi-i +cihadı Müşir İbrahim Paşa hazretlerine tebliğ olundu. Muhterem +paşa reşaşe-i beyanlarıyle hararet-i hissiyatı teskin +ettiler. Sonra hükumet konağına teveccüh edildi; kalblerin +samimiyet-i meyelanı oraya da tevdi’ olundu. +Artık kafile çarşı yolunu tutmuş köprüye dayanmıştı. +Demir köprüden geçmek mukarrerdi. Azva-i heyecan her +tarafa serpilecek sonra istasyona gidilerek kahraman Üsküp +redifleri teşyi’ olunacaktı. Fakat bundan evvel bir şey +yapılacaktı: Düşman konsoloshanelerini o mülevves …leri +avaz-ı tahkīr ü tezyif ile yıkamak boğuncaya kadar sulamak +lazımdı; o da oldu. +Ben kafileden evvel istasyona yetişmiştim. Kahraman +askerlerimizi küme küme toplanmış silahlarına yaslanmış +buldum. Bu kitle-i necabet arasında dolaşmak beni o kadar +tes’id ediyordu ki… Simalar behiç ü pür-ümid şatır u +müntakım. Her nefer bir mücessem “kuvve-i ma’neviyye”. +Bünyelerin tekamül-i levendanesiyle ma’neviyetin a’zamiyet-i +diliranesi o kadar parlak bir şa’şaa-i fevz ü zafer va’dediyor +ki… Tevfik-ı Hak da daima bu imtizac-ı adilin zahiri +değil midir? +Asker kabına sığamıyor; o kadar teşne-i harbdir o kadar +nigehban-ı cidaldir. Yalnız asker mi ya? Siz vazife-i askeriyyesi +olmayan halktaki neşve-i cihadı çalaki-i himmeti bir +görseniz… Sade bugün gönüllü yazıldığı işitildi. Ya +Rab! Bütün bu muvahhid ü müttehid kalblerin Sen muinisin! +Halk istasyonda askere bütün şevkini bütün neşvesini +bütün avatıf-ı ulüvv-i cenabını hamiyetini döktü… Asker +bütün bu tezahürat-ı samiye-i hamiyyet ile mahfuf olarak +vazife başına şitab ediyor: +Arş yiğitler vatan imdadına! +Tekrar etmekten o kadar haz duyuyorum ki: Halk millet; +teşne-i cihaddır! Hele Bulgarlara karşı öyle bir gayz-ı müntakım +var ki hemen herkes bu vicdani galeyanı teskin için +oraya koşmak orada öldürmek istiyor! +Şimali Arnavudluk’ta ’ten yaşına kadar kahraman +Osmanlılığın bir hamiyet-i müsellaha kesilerek hududa şi +taba hazırlandığını dün Osmanlı Ajansı tebliğ etti: Yaşasın +koca Osmanlı Arnavudlar saf yürekli kahraman müslümanlar… +Size o kadar çok yazmak o kadar çok anlatmak istiyorum +ki bu aşk-ı tebliği ne yazsam teskin edemeyeceğim gibi +geliyor. Şu iki terkib size bütün müslümanlığın Osmanlılığın +tercüman-ı fuadı olabilir: +Ya kelime-i şehadet ya kelime-i baka! +BALKANLAR MUHAREBESİ +Kimsenin intizar etmediği bir küstahlıkla Balkan hükumetlerine +ön ayak olan Karadağ’ın i’lan-ı harbini müteakıb +herkes Bulgaristan Sırbistan Yunanistan’ın da i’lan-ı harb +edeceklerini ümid etmiş artık tatlı tatlı bir cihad vukū’ bulacağını +Osmanlı göğüslerini kabartan bir hiss-i kable’l-vukū’-ı +muzafferiyyetle intizar eylemişti. Fakat bugün Karadağ’ın +haber yok. Bu adem-i vuzuh harb için çırpınan yürekleri pek +çok sıkıyor simalar hep bu tazyik-ı deruniyi gösteriyor. +Karadağ hududundan gelen haberler düşmanın adem-i +muvaffakıyetini bildiriyor. Fakat Osmanlıların asıl istedikleri +Bulgar muharebesidir ki bir türlü i’lan olunmuyor. +Akşam üzeri İngiltere Almanya ve Rusya sefirlerinin +Fransız Sefarethanesi’nde toplandıkları ahval-i hazıra hususunda +mühim bir müzakerede bulundukları haberi şayi’ +oluyor. Bu ezhanı daha ziyade bir intizara ma’ruz kılıyor. +“Acaba Düvel-i Muazzama ne yolda bir karar ittihaz edecek +ne gibi bir teklifte bulunacaklar?” diye herkes bekliyor. +Geç vakit Osmanlı Ajansı akşam saat altıya doğru Meclis-i +Vükela nihayet bulduğu bir sırada Avusturya Sefareti baştercümanının +Babıali’ye gelerek beş devlet süferası namına +süferanın en kıdemlisi olan Marki Pallaviçini tarafından bir +nota verdiğini tebliğ ediyor. Bu nota kısm-ı mahsusumuzda +mündericdir. +Bugün Babıali karşısında yapılan Darülfünun nümayişine +ları töhmetiyle birkaç kişi ez-cümle Tanin muharrirlerinden +Bugün gazeteler hep Düvel-i Muazzama’nın mes’eleye +müdahale etmek arzusuyla Babıali’ye vermiş oldukları müşterek +notadan bahsediyorlar. Tanin şedid bir lisan-ı itabla +müdahalenin aleyhine yazıyor; ’üncü maddenin dirilmesinden +korkuyor; “Yarın ’inci maddenin de bu maddeyi +ta’kīb etmeyeceğine ve aynı hakk-ı müdahalenin Anadolu-i +Şarkī hakkında da dermiyan edilmeyeceğine acaba bizi kim +te’min edecektir?” diye endişe ediyor. Diğer gazeteler de +devletlerin umur-ı dahiliyyemize müdahaleye hakları olmadığını +beyan ve Babıali’nin kendi vazifesini hüsn-i ifa edeceğini +her türlü ecnebi kontrolünün reddolunacağını ümid +ediyorlar. Herkes muztaribane Babıali’nin vereceği cevabı +bekliyor; Bulgaristan’la kemal-i tehalükle intizar olunan harbin +bağlı. Bugün Cuma olması münasebetiyle Babıali devairi +ta’til olduğundan cevab verilmiyor. Fakat bir an ta’tile uğramayan +bir faaliyet varsa o da sevkıyat-ı askeriyye. Her +taraftan akın akın askerler gönüllüler gidiyor. Sirkeci İstasyonu +bir meşher-i hamiyyet teşkil ediyor. “Padişahım çok +yaşa!..” ed’iye-i halisanesiyle hem-avaz olarak ordu azim-i +semt-i cihad oluyor hamiyetli ahali dahi sevgili ordusunu +samimi alkışlar ve dualarla teşyi’ ediyor. +Kabine bugün de devletlere verilecek cevabın müzakeresiyle +tevaggul ediyor. “Acaba Bulgaristan’la harb olacak +mı olmayacak mı?” diye ezhan-ı umumiyye hala tereddüdden +kurtulamıyor. Fakat bugün kısm-ı mahsusumuzda aynen +dercolunan beyanname-i hümayun Devlet-i Aliyye’nin +hukūk-ı hükümdarisini müdafaa etmek üzere müheyya-yı +harb olduğunu bütün metanetiyle gösteriyor. Ahali sevgili +Halife’leriyle hem-avaz olarak şanlı askerlerinin İslam mücahidlerinin +muzafferiyeti için dualar ediyorlar. +Bulgar vahşetine uğrayan zavallı Bulgaristan’da sakin +Efkar-ı umumiyye heyecanla bekliyor: “Acaba hükumet +Düvel-i Muazzama’ya ne cevab verecek?” Meclis-i Vükela +bugün saat üçte sadrazam paşanın taht-ı riyasetinde ictima’ +ediyor. Bu meclisde verilecek cevabın esası kararlaştırıldığı +rivayet olunuyor. Almanya sefiri Babıali’ye geliyor Hariciye +nazırıyla bu mes’ele hususunda görüşüyor. Avusturya’nın +askeri bir takım hazırlıkları haberleri geliyor. Atina Belgrad +Sofya Osmanlı sefaret me’murlarının avdet harc-ı rahlarının +tesviyesi için evamir-i lazime i’ta kılınıyor. Muharebe alaimi +tezayüd ediyor. Şayan-ı kayddır ki muharebe alaimi tezayüd +ettikçe ahalinin şevki artıyor pür-ümid kesiliyor. Balkan +şımarıklarının küstahlığının Osmanlı kahramanları için +muharebeyi bir ihtiyac-ı tabii haline koyduğu aşikar oluyor. +koşan askerlerin şarkıları gönüllülerin pür-şetaret ve heyecan +sokaklardan akın etmeleri adeta payitahtı nümayişler +kadar pür-hayat ve galeyan gösteriyor. +Bugün muharebe mesarifatı olarak altı milyon lira kredi +te’sisi için layiha-i kanuniyyenin tanzimi taht-ı karara alınıyor. +Bugün vicdanlara bir küşayiş geliyor. Ufk-ı siyaset tavazzuh +ediyor. Babıali cevabını veriyor devletlerin arzu-yı +müdahalesini reddediyor. Bir taraftan da Harbiye Nezareti’nden +resmi olarak Karadağ hududundan ilk haber-i muzafferiyyet +ber-vech-i ati matbuata tebliğ olunuyor: +“Berane’deki müsademat hala devam ediyor. Gosine +Plava istikametlerinde ilerlemek isteyen Karadağlılar oradaki +askerin şiddetli mukavemetine uğramışlardır. Şimalden +Akova üzerine ilerleyen Erkan-ı Harb Binbaşı Mümtaz Bey +kumandasındaki müfreze Karadağlılara büyük zayiat verdirmiştir. +ne’ye yetişmişlerdir. Gosine’deki müsademat muvaffakıyetle +devam ediyor. Berane’ye müretteb kuva-yı muvazzafanın +son aksamı yetişmek üzeredir. Karadağlıların Tuz istikametinde +mukavemetine uğramıştır. Burada pek kanlı müsademat +vukū’a gelmiş asakir-i şahanenin gösterdikleri şecaat büyük +takdirlere şayan görülmüştür. Son alınan haberlere nazaran +Tuz’da müsademat hala devam ediyor. Dağlıların göl ile deniz +arasında ilerleyen kuvvetleri Tranya cihetindeki müfrezemiz +tarafından def’ edilmiştir.” +Hususi haberler dahi Karadağlıların maktul ve +mecruh verdiklerini te’min ediyor. +mekte bulunan sulh müzakeratının munkatı’ olduğuna dair +neşriyatı tekzib ediyor! +Zevali saat bir buçukta zat-ı şevket-simat-ı Hazret-i Padişahi +Harbiye Nezareti’ni teşrif ve nezaret meydanındaki +Karargah-ı Umumi’yi ziyaret buyuruyorlar. Asakir-i şahane +gönüllü taburları Osmanlı Ordusu’nun kumandan-ı a’zamı +karşısında geçit resmi icra ediyor ve Halife hazretlerinin +mazhar-ı taltif ü iltifatları oluyorlar. Mevkib-i hümayun +Babıali Divan Yolu caddelerinden geçtiği sırada bütün ahali +saf-beste-i ihtiram olarak büyük Halife’lerini alkışlıyorlar +mazhar-ı iltifat-ı şehriyari oluyorlar. Karargahdan dönerken +zat-ı şahane istasyonu teşrif ediyor muharebeye giden askerleri +bizzat teşyi’ buyuruyor. Asker; “Padişahım çok yaşa!” +bağırıyorlar… +Akşam üzeri vaz’iyet daha ziyade kesb-i vuzuh ediyor. +Herkesde bir sevinç duyuluyor. Bulgaristan sefirinin +Babıali’ye bir nota vererek; “Makedonya’ya muhtariyet +verilmeyince Balkan devletlerinin muharebeye mecbur kalacakları” +yolunda bir tebligatta bulunduğu şuyu’ buluyor. +Yeni Gazete kapısında asılan işbu ma’lumatı pür-tehalük +okuyarak defterlerine kaydedenler; “Ha böyle…” diye yollarına +devam ediyor ve etvarlarından vazife başına koştukları +anlaşılıyor. Akşam çıkan gazeteler sefirin böyle bir nota +vermediği fakat Sofya maslahatgüzarımıza Bulgar hükumeti +tarafından Balkan hükumetleri namına böyle bir nota +verildiği bildiriliyor. Hülasa bugün herkes seviniyor. Çünkü +Karadağ hududundan muzafferiyet haberleri geliyor; Düvel-i +Muazzama’ya Osmanlılığın şan u şerefiyle mütenasib +bir cevab veriliyor. Zat-ı Şahane gerek karargahı teşrifleri +gerek istasyonda meydan-ı gazaya giden askerleri teşci’ etmeleriyle +millete ümidler veriyor ve en nihayet beklenilen +şey kesb-i vuzuh ediyor: Bulgarla muharebe… Zaten bugün +muharebe hususunda en ihtiyat ve i’tidal ile beyan-ı +fikr eden gazeteler de; “Artık isterse harb olsun” diye yazıyorlardı. +Bugün bütün gazeteler müttehidü’l-lisan olarak Babı +ali’nin mahirane icra etmiş olduğu siyasetin mediha-hanıdırlar. +Evet bütün nümayişler ve isti’callere karşı Babıali +metanetini muhafaza etmiş arada on gün kazanmış meydan-ı +harbdeki vaz’iyetimizi düşmanlarımızın bağrını delecek +surette tebdil etmiş efkar-ı umumiyye-i aleme de +Balkan hükumetlerinin maksadı ıslahat olmadığını ra’na +göstermekle Osmanlıların haklı olduklarını isbat eylemiştir. +Düvel-i Muazzama’nın müşterek notası Babıali’nin ona +verdiği cevabı Bulgar hükumetinin maslahatgüzarımıza +ver +diği nota –ki bugünkü gazetelerde neşredilmiştir– hep +bunu gösteriyor. Bu vesaik-ı tarihiyye kısm-ı mahsusumuzda +mündericdir. Babıali’nin bu hüsn-i idare-i siyasetinden +herkes müteşekkir bulunuyor… Hatta “Cenin= Tanin ” de +ra +zi ve müteşekkir! +Bugün Harbiye Nezareti Karadağ hududu muharebatına +aid ikinci tebliğ-i resmisini gazetelere veriyor. Muharebatın +pek kahramanane ve hun-rizane olduğu anlaşılıyor. Bizimkiler +Karadağ dahilinde ibraz-ı besalet ediyorlar. Gayur +zabitlerimizden Binbaşı Salahaddin ve Kemal Beyler’le Kumandan +Sa’deddin Bey’in şehid olmaları gazilerimizde bir +hiss-i rekabet aynı zamanda bir azm-i intikam u celadet +tevlid ediyor. +Sırp hududunda çetelerle müsademat devam ediyor ve +muvaffakıyetin daima asakirimiz tarafında olduğu haberleri +geliyor. +Yunan sefiri tarafından Babıali’ye tevkīf olunan Yunan +gemilerinin saat zarfında tahliye talebine dair bir nota +veriliyor. +Bugün yine fevkalade olarak Hey’et-i Vükela Babıali’de +yeye müştereken tebliğ edilen notaya karşı hükumet-i Osmaniyyenin +ahzedeceği vaz’iyet hakkında müzakere ediyorlar +nota mündericatının küstahane olduğunu nazara alarak +böyle bir notaya cevab vermeyi hükumet-i Osmaniyyenin +şeref ü haysiyetiyle mütenasib bulmuyorlar. Hariciye nazırı +tarafından üç Balkan devletleri nezdinde olan süferamıza +telgraf keşide edilerek münasebat-ı siyasiyyenin inkıta’ıyle +avdet eylemeleri tebliğ ediliyor. +Taht-ı tevkīfde olan Yunan gemilerinin tahliye edilmesini +taleb eden Yunan notasına cevab verilmeyeceği taht-ı +karara alınıyor. Atina’da Girit meb’uslarının Yunan Meclis-i +Meb’usanı’na kabul olunmaları haberi ve Yunan Başvekili +Venizelos’un; “Bundan sonra Yunan ile Girit’in yalnız bir +meclis-i meb’usanı olacağını” i’lan ettiğini telgraflar iş’ar +ediyor. +Bugün inkıta’-ı münasebat gazetelerle i’lan edilince herkes +artık Balkan ahvalinin kesb-i vuzuh ettiğinden akşama +sabaha resmen i’lan-ı harb edileceğinden emin görünüyor. +Yalnız gazeteler; “Neden Bulgarlar teşebbüs-i harb-cuyanelerinde +te’hir gösteriyorlar?” diye ahalimizle beraber merak +ediyorlar. Herkese öyle geliyor ki Bulgaristan seferberliğini +lüzumu derecesinde bitirememiştir. Maamafih harbin muhakkak +olduğu artık vareste-i şektir. +Acaba muharebe yalnız Balkanlar’a münhasır kalacak +mı? Efkar-ı umumiyyeyi işte bu nokta meraklandırıyor. Rusya +tahşidatından Avusturya hazırlıklarından herkes birer +ma’na çıkarmak istiyor. “Balkan muharebatı neticesinde +bir Rus–Avusturya muharebesi mi olacak? Yahud her türlü +mesail-i gamızada kendilerine aid olunca bir tarik-ı i’tilaf bulabilen +Avrupa diplomatları harbin Avusturya’ya sirayetini +men’ edecekler mi?” diye düşünenlerimiz muharebe başlasa +bile diplomasimizin uhdesinde büyük ve ağır bir vazife olduğunu +teslim ediyorlar. “Muharebeyi asker yapacak fakat +diplomatlar bitirecektir. Askerlerimiz kadar diplomatlarımız +da mahir olmalıdır” diye gazeteler beyan-ı fikr ediyorlar. +Karadağ ve Sırp hududundan bugünkü gazetelerde res +mi veya gayr-ı resmi bir ma’lumat alınmaması intizarı mucib +oluyor. +“Şeyhu +Meşayihı Zevaya es-Senusin Ahmed el-Isavi” imzasıyle +el-Alem Gazetesi’ne Bingazi’den çekilen bir telgrafda Seyyid +Ahmed eş-Şerif hazretlerinin İtalya kumandanına kendilerinde +bulunan üseraya mukabil oradaki üseranın terkedilmesine +dair ricada bulunduğunu tekzib ile eracifden ibaret +olduğunu beyan ettikten sonra Seyyid Ahmed eş-Şerif hazretlerinin +şu sözleri de ilave ediyor: +“Bu bizim için mümkün değildir. Zira biz çok kereler +Senusi mensublarını cihada teşvik ve düşman-ı bi-emanımız +olan İtalya’yı memleketimizden def’ etmek için son noktaya +kadar mücahede edeceğimizi i’lan ettik. Biz musalahayı da +kabul edemeyiz. Hepimiz şehid olup da bir kişi kalsa yine +vatan-ı azizimizden bir karış yerin sulh ile gitmesine razi olmayacaktır. +Binaenaleyh bunun hilafına olarak neşrolunan +şeylerin hepsini İtalyanlar tarafından tereşşuh eden bir takım +eracifden olmak üzere telakkī etmelidir.” +Afgan Devlet-i İslamiyyesi +asakir-i nizamiyyesinin ihraz ettikleri maharet-i askeriyyeyi +ve eytam ve etfal-i fukara için bir iane toplamak maksadıyle +mahsus bir daire dahilinde askerin jimnastik oyunları icra +etmesi ve ahalinin muayyen bir para mukabilinde gelip de +jimnastiği temaşa etmeleri için emir hazretlerine mahsus bir +fından takdir ve tasvib olunarak tatbik edildiği Siracü’l-Ahbar +gazetesinde görülmüştür. +Bugünlerde Rusya dördüncü +Duma intihabatıyla meşgūldür. Hükumet üçüncü Duma’da +az çok hükumete muhalefet etmiş olan sabık meb’usları tekrar +Duma’ya intihab ettirmemek için türlü türlü vesail ile çalışmaktadır. +Ez-cümle kanunen hakk-ı intihabdan mahrum +ettirmek maksadıyle meşhur üçüncü Duma İslam meb’uslarından +Maksudof’un “Liyakat-i maliyyeyi haiz değil” diye +sudof’u müntehib-i sani olarak intihab etmekle hükumetin +Maksudof’un bu suretle tekrar meb’us intihab olunması kabul +veya redd olunacağı mes’elesinin de Duma’da halledileceği +ümid olunmaktadır. Maksudof üçüncü Duma’da Müslüman +Fırkası’nın riyasetini ihraz ve Rusya İslamları menafi’inin +müdafaası yolunda irad buyurdukları hamiyetkarane +nutuklarıyle kesb-i temeyyüz etmiş değerli zekalardandır. +Buhara İslam tüccarlarından bir hey’et Buhara’da elektrik +fabrikası te’sis etmek üzere bir şirket-i İslamiyye te’sis etmişlerdir. +Şevval’in onbeşinde in’ikad eden şüreka ictima’ında +sermaye-i esasi olarak ruble lira-yı Osmani +toplanmış. Bu meblağ mezkur fabrikayı te’sise kafi olacak +derecededir. İlave olarak ruble lira dahi ihtiyat +sermayesi toplanılmaktadır. Yukarıdaki teşebbüs-i ticariyi +tebşir eden Buhara-yı Şerif refikımız Avrupa erbab-ı +servetinin müessesat-ı iktisadiyye ve ticariyye sayesinde ne +gibi terakkıyata nail olduklarını kaydettikten sonra Buhara +ne-i imtisal buluyor. Ecanibin esir-i iktisadisi bulunduğumuz +böyle bir zamanda İslamlar beyninde zuhura gelen faaliyet-i +lürreşad dahi Buhara Elektrik Şirket-i İslamiyyesi’ni ez-can +u dil tebrik ve bunu Buhara İslamlarının bir eser-i intibahı +telakkī eder. +Ahiren Salaruddevle’ye +meşrutiyetten irtidad gibi telakkī edilen Yar Muhammed +Han ve yaranının Kirmanşah civarında mütehaşşid Şahzade +Ferman Ferma’nın taht-ı kumandasında olan hükumet +asakiriyle Salaruddevle namına harbettikleri ve hükumet +asakirinin muzafferiyetiyle neticelenen bu muharebede büyük +bir mağlubiyete uğradıkları Yar Muhammed Han’ın da +katledildiği İran Sefarethanesi’ne keşide olunan bir telgrafdan +anlaşılmaktadır. +Salaruddevle ve Yar +Muhammed Han’ı ta’kībe me’mur olan devlet asakiri namına +Kirmanşah’dan keşide olunan bir telgrafda Ermeniler +Bahtiyariler Nizamiler ve Mücahidlerden ibaret olan zabitan +ve rüesası hükumetin verdiği va’dinin ifa olunmasını ve bir +an evvel meclisin küşadını istemişlerdir. +Son Posta +Mülakatı’na hasredilmiş. Mezkur mülakatta Naibü’s-saltana +Nasırulmülk hazretleriyle İran Paris Sefiri ve Maarif Nazırı +Mümtazü’s-saltana’nın dahi hazır olduklarını yazdıktan sonra +Grey ile Sazanof’u İran menafi’i ve istiklali hususunda daha +emniyet-bahş bir karar ittihazına ikna’ edebileceklerini ye’salud +bir ümidle beyan etmektedir. Bu makaleleri okumak +hazin… Hazin olduğu kadar da ibret-engizdir… +* * * +Tarih-i harbin vesaik-ı resmiyyesini teşkil edecek neşriyatı +tesbit etmek üzere vesaik-ı tarihiyye diye bir kısım ayırıyor +ve bu hafta zarfında neşrolunan vesaikı ber-vech-i ati +dercediyoruz: +Harbiye Nezareti’nden bil-umum mevaki’-i askeriyyeye +tebliğ kılınan beyanname-i hümayun suretidir: +Devlet-i Aliyyemiz’in sulh-perverliği cihanın ma’lum u +müsellemidir. Osmanlılar her milletin hukūkuna riayet ederler; +her milletin de bil-mukabele hukūk-ı Osmaniyyeye riayet +etmesini isterler. Osmanlıların hiçbir hükumet hakkında +su-i nazarı su-i niyyeti yoktur. Bina-berin kendi haklarında +da sair hükumetlerin şiar-ı musafata mugayir harekatta bulunmamalarını +taleb etmek haklarıdır. +Osmanlılar hiçbir kavmin saadetini terakkıyatını ihlal etmemek +arzusundadırlar; kendilerinin saadetine terakkıyatına +da diğerlerinin hail olmasını tecviz etmezler. +Memleketimizin muhtac olduğu ıslahatın ale’d-devam +musadif olduğumuz gavail-i azimeye rağmen bi-hasebi’l-imkan +peyderpey icrasıyle ahalimizin istikmal-i esbab-ı +saadet ve istirahatine çalışmakta olduğumuz halde vatan-ı +azizimize gözlerini diken ve terakkıyat-ı tedriciyyemizin +devamı emel-i gayr-i meşru’larının husulünü gittikçe daha +ziyade tas’ib edeceğini bilen küçük komşularımız ıslahat ve +terakkıyatımızın inkişafına mani’ olmak ve gavailimizden istifade +etmek sevdasına düşerek tevhid-i efkar ve vilayat-ı +mütecaviremize tevcih-i sevda-enzar eylemişlerdir. +Osmanlıların celadet-i alem-pesendanesine bi’d-defeat +cilvegah olan Bulgaristan ve Sırbistan ve Yunanistan ve Karadağ +hayal-perestanının akvam-ı Osmaniyyenin muhafaza-i +vatan için altı yüz bu kadar seneden beri feda ettikleri +canlarını düşmanlarına ne kadar bahalı vermiş olduğundan +tegafül ve memalikimizin aksam-ı sairesinden baid iki +eyaletimizin bir devlet-i muazzama ile bir seneyi mütecaviz +müddetten beri başlı başına kahramanane harb etmekte +bulunduğundan da tecahül ederek serhadlerimize kuvayı +askeriyye sevkine kalkışmalarına binaen nigehban-ı şecaat-ünvan-ı +memleket ve hami-i hamiyyet-nişan-ı namus-ı +millet olan asker evladımın silah altına cem’ine mecburiyet +hasıl olmuştur. +Binaen ala-zalik şimdilik birinci ve ikinci müfettişliklerinde +bulunan nizamiye ve redif ve müstahfız kıtaatının tamamen +ve üçüncü müfettişlik dahilindekilerin kısmen hal-i seferberiye +vaz’ını irade ettim. +Aba vü ecdadınızın sizin saadetiniz için mübarek kanlarıyla +yoğurdukları sizin istirahatiniz için aziz canlarını feda +ederek bugüne kadar hıfzettikleri hak-i pak-i vatanın müdafaası +vazife-i mukaddesesi bugün size aiddir. +Her zerresi aba vü ecdadınızın ecza-yı mübareke-i vücudundan +mürekkeb olan o mukaddes toprakları aba vü +ecdadınızın makber-i münevverlerini düşman ayağı altında +çiğnetmemek evlad ü ahfadınızın mülk-i meşru’unu tecavüzattan +muhafaza etmek uhdenize mütehattim bir zimmet-i +mukaddesedir. +Düşmanlarımız serhadlerimize toplanıyorlar. Bütün mukaddesatımızı +pamal etmeye aba vü ecdadınızın mirasını +elinizden almaya evlad ü ahfadınızın saadetini mahveylemeye +hazırlanıyorlar. Ecdad-ı ızamınız gibi sizin de kemal-i +şecaatle vatanı muhafaza namus-ı milleti müdafaa için +hududa hemen şitab ile mader-vatana uzatılacak dest-i tecavüzü +seyf-i celadetinizle keserek şanlı aba vü ecdadınızın +onlar gibi sitayiş-i cihana layık hayru’l-halefleri biraderleri +olduğunuzu aleme göstereceğinizden ve ecdad-ı pak-ervahınızın +dastan-ı hamasetine menakıb-ı muzafferiyatınızı ilave +edeceğinizden eminim. Cenab-ı Hak sizi daima mansur +Osmanlıları fütuhatınızla mesrur etsin! +* * * +Karadağ hükumet-i kraliyyesinin hükumet-i Osmaniyye +dostanede halletmek sarfeylediği mesainin neticesiz kalmasından +dolayı müteessifim. +Metbu’-ı mufahhamım haşmetlü Kral Birinci Nikola hazretlerinden +aldığım müsaade üzerine zat-ı fahimanelerine +arzeylerim ki bugünden i’tibaren Karadağ hükumet-i kraliyyesi +Saltanat-ı Osmaniyye ile olan bütün münasebatını +kat’ ile gerek asırlardan beri tanınmamış olan kendi hukūkunu +gerek Saltanat-ı Osmaniyye dahilinde bulunan kardeşlerinin +hukūkunu istihsal vazifesini Karadağlıların silahlarına +terketmiştir. +Karadağ’da bulunan Osmanlı me’murlarına pasaportlarını +verecektir. +* * * +Zirde vazı’u’l-imza olan Avusturya ve Macaristan İngiltere +Fransa Rusya ve Almanya sefirleri Babıali tarafından +Düvel-i Hamse’nin sened ittihaz ettiklerini ve Avrupa-yı Osmani’nin +lüzum gösterdiği ıslahatı ve bunun ahalinin hayr u +nef’i yolunda saha-i fi’le isalini te’minen ittihazı icab eden +tedabiri Berlin Muahedenamesi’nin ’üncü maddesinin ve +Kanunu’nun ruhuna tevfikan Babıali ile hemen müzakere +edeceklerini Babıali’ye ihbara hükumet-i metbuaları +tarafından me’mur edilmişlerdir. +Azade-i beyandır ki ıslahat-ı mezkure hükumet-i Osmaniyyenin +tamamiyet-i mülkiyyesine halel getirmeyecektir. +* * * +Babıali bu notaya cevaben Teşrin’in birinde sabahleyin +saat dokuz buçuk raddelerinde zirdeki notayı Avusturya-Macaristan +Sefareti’ne tevdi’ etmiştir: +Nota Metni: +Hükumet-i metbuaları tarafından me’muren Avusturya +ve Macaristan İngiltere Fransa Rusya ve Almanya sefirleri +hazaratı tarafından mah-ı carinin onuncu günü Babıali’ye +vukū’ bulan tebligata cevaben zirde vazı’u’l-imza Zat-ı Hazret-i +Padişahi’nin umur-ı hariciye nazırı sefirler hazaratının +da bizzat müşahede ettikleri vechile hükumet-i seniyyenin +zaten Avrupa-yı Osmani vilayetlerinin lüzum gösterdiği ıslahatı +kabul ve idhali lüzumunu teslim eylemiş olduğunu +kendilerine tahattur ettirmekle kesb-i fahr eyler. +Hükumet-i Osmaniyye bu ıslahatı her türlü müdahelat-ı +ecnebiyye haricinde icraya azmettiği ve ıslahatın bu şerait +dairesinde icrası Memalik-i Osmaniyye’nin bu cüz’ünün +sekenesini teşkil eden anasır-ı gayr-i mütecanise arasında +Kanun-ı Esasi-i Osmani’nin ruh-ı hürriyet-perveranesi dahilinde +ahenk ve imtizacı te’min ederek memleketin saadetine +ve inkişaf-ı iktisadisine hadim olmaktan hali kalmayacağını +tahmin eylediği cihetle ıslahat-ı mezkureyi kemal-i kanaat ile +nazar-ı i’tibara almıştır. +Şurası şayan-ı kayd ü işarettir ki vilayat-ı mezkurenin ah +val-i dahiliyyesini ıslah yolunda şimdiye kadar vukū’ bulan +teşebbüsat-ı muhtelife muntazar olan semeratın kaffesini +şübhe yok ki maksadları neden ibaret olduğu aşikar bulunan +tahrik ve ifsad menba’larından tevellüd eden su-i kasdların +ve cinayetlerin bais olduğu hal-i teşevvüş ve iğtişaştır. +Böyle olmağla beraber hükumet-i seniyye ahval-i mübreme +settikleri tebligattaki niyet-i dostaneyi takdirde geri kalmamıştır. +Neticesinde alem-i medeniyyet için her türlü vesait-ı +azimeyi behemehal tevlid edecek bir müsademe tehlikesine +mani’ olmak üzere Düvel-i Muazzama tarafından sarfedilen +mesaiye hükumet-i seniyye ez-can ü dil iştirak eder. +Bu noktada hükumet-i Osmaniyye Düvel-i Muazzama’nın +çare-i hallini taharri ettikleri mes’ele-i müdhişe karşısında +kendilerinin vazife-i insaniyet-perveranelerini teshil +edecek surette daha evvel davranmış olduğu zannındadır. +Filhakīka hükumet-i seniyye Berlin Muahedenamesi’nin +bir çok mevaddının gerek metn-i muahedenameye gerek +ruhuna mugayir bir surette tatbik ve bu suretle menafi’-i Osmaniyye +birçok hususatta ihlal edilmiş olduğunu kale almak +ve mezkur muahedenamenin ’üncü maddesinin diğer +maddelerden ziyade ne dereceye kadar el-haletü hazihi bir +kıymeti kaldığını tedkīk etmek istemeyerek Layiha-i +Kanuniyyesi’ni hey’et-i mecmua-i tarihiyyesiyle ilk devre-i +Meb’usan’a ve tasdik-ı hazret-i şehriyariye arzetmeye kendiliğinden +karar vermiştir. +Bu kanun kabul ve i’lan edilir edilmez me’murin-i Devlet-i +Aliyye’nin mu-şikafane bir surette tatbikına bezl-i ihtimam +edeceklerine Düvel-i Muazzama mutmain olabilirler. +Az çok bir usul dairesinde yapılan ve diğer bir tarz-ı idareye +has olan eski ihmal ve teallülattan hükumet-i meşruta-i +hazıra-i Osmaniyyenin suret-i kat’iyyede ıslahata karar vermiş +olmadığını ve mazinin hatalarını ber-taraf etmeye gayr-i +kadir bulunduğu hükmünü çıkarmak ve bu babda ızhar +edilen bazı şübheleri vesile addederek gerek memleketin +gerek ahalinin menafi’iyle gayr-ı kabil-i te’lif başka tedbirler +aramak cidden pek haksız olur. +* * * +Bulgaristan hükumeti tarafından müttefikleri namına +Sof +ya Osmanlı maslahatgüzarına tevdi’ edilen notanın metnidir: +Zirde vazı’u’l-imza Bulgaristan hükumeti reis-i vükelası +ve hariciye nazırı Türkiye maslahatgüzarından atideki nota +sini rica ile kesb-i şeref eyler: +Düvel-i Muazzama’nın Avrupa-yı Osmani’de vücuda +getirilecek ıslahatı bizzat ellerine alacaklarına dair düvel-i +müşarun-ileyhim namına Avusturya ve Rusya hükumetleri +tarafından Balkan hükumatı nezdinde vukū’ bulan teşebbüse +rağmen Bulgaristan Yunanistan Sırbistan hükumetleri +Saltanat-ı Osmaniyye dahilinde bulunan hıristiyanların +sefaletten kurtarılması ve Avrupa-yı Osmani’de sükun ve +asayişin tamami-i te’mini ve şimdiye kadar Babıali tarafından +ekseriya bila-sebeb bir takım muamelat-ı na-reva ve +keyfiyyeye hedef olan Balkan hükumatı ile saltanat-ı müşarun-ileyha +arasında metin ve daimi bir sulh ve müsalemet +te’sisi için yegane çarenin esaslı bir takım ıslahatın cidden +ve tamamen tatbikinden ibaret olacağını hükumet-i müşarun-ileyhaya +beyanın daha münasib olacağı mutalaasında +bulunmuşlardır. +Bulgaristan Yunanistan Sırbistan hükumetleri hadisat-ı +ahireden dolayı bu teşebbüslerine Karadağ’ın da iştirak +edememiş olmasından dolayı müteessif bulundukları halde +Babıali’yi Düvel-i Muazzama ve hükumat-ı Balkaniyye +müttehiden Berlin Muahedesi’nin yirmi üçüncü maddesinde +mastur olan ve ahalinin milliyet-i ırkıyyeleri vilayetlerin +muhtariyyet-i idariyyeleri valilerin Belçikalı ve İsviçreli olmaları +vilayetlerin bir meclis-i müntehaba malik bulunmaları +jandarma ve serbesti-i tedrisat milis teşkilatı esasına +bulunan Düvel-i Muazzama süferası ile hükumat-ı Balkaniyye +elçilerinin kontrolü altında kemiyet-i mütesaviyyede +müslüman ve hıristiyan a’zalardan mürekkeben teşekkül +edecek bir komisyon ma’rifetiyle derhal tatbike tevessül eylemeye +da’vet ederler. +Hükumat-ı mezkure ümid ederler ki Türkiye işbu nota +ve ona melfuf izahnamede zikredilen mevaddı kabul ve altı +ay zarfında tamamen mevki’-i tatbike vaz’ edecek ve delil-i +muvafakat olmak üzere seferberlik emrini geriye alacaktır. +muhtariyet-i milliyyelerinin işbu hakkın tevlid edeceği netayic +mevcudiyyetiyle mütenasib meb’uslara malik olması. +ların her türlü me’muriyetlerde istihdamı. +hükumet mekatibi ile müsavi tutulması. +yelerini tağyir için hiçbir suretle muhacir iskanına teşebbüs +edilmeyeceğinin taahhüd edilmesi. +teşkili. Kadrolar teşkil edilinceye kadar hıristiyanlardan +asker alınmaması. +ve Belçikalı valiler ta’yini ve suret-i ta’yinlerinin Düvel-i Muazzama +tarafından tasdiki ve bunların maiyetlerine devair-i +ta’yini. +müslüman a’zadan mürekkeb bir meclis-i ali tarafından işbu +Düvel-i Muazzama süferası ile Balkan hükumetleri elçileri +bu meclisin icraatını ta’kībe salahiyetdar olacaklardır. +* * * +Hükumet-i seniyye tarafından Teşrinievvel’in ’sinde +Dü +vel-i Muazzama kabinelerine tebliğ edildiği telgraf ki Osmanlı +Ajansı tarafından neşredilmiştir: +Bulgaristan ve Sırbistan tarafından Avrupa-yı Osmani +vilayatına seferberlik emrinin geri alınmasına dair bize verilmiş +olan notadan Düvel-i Muazzama elbet haberdar olmuşlardır. +madığı için Sofya ve Belgrad’da bulunan süferamızın derhal +her türlü münasebat-ı siyasiyyeyi kat’ ile İstanbul’a avdet +eylemeleri için tebligat icra kılınmıştır. Öyle zannederiz ki +muhafaza-i sulh için sarfeylediğimiz mesai Düvel-i Muazzama +nezdinde mazhar-ı takdir olacak ve Avrupa’nın mevcudiyetinden +tecahü ile devletlerin tavassutlarını bir tarafa bırakarak +doğrudan doğruya bize teveccüh etmiş olan Balkan +hükumetlerinin düvel-i müşarun-ileyhime karşı gösterdikleri +hürmetsizlik anlaşılacaktır. +Tercüme-i Meal-i Münifi +Ey mü’minler! Din ve vatan düşmanlarınızla meydan-ı +harbde karşılaştığınız tertib-i sufuf ederek fi-sebilillah cihada +başladığınız vakit sakın a’danıza –kesretleri mukabeleyi +niz ölümden korkup da kaçmayınız ki beyhudedir. Ölüm +–vakt-i merhunu gelince– sizi en metin kale burçları içinde +de olsanız yine bulur. Ondan kaçıp kurtulmak muhaldir. İşte +bu hakīkati derpiş ederek merdane ve mütevekkilane sebat +ediniz! Kemal-i şecaat ü kahramani ile hasmınız üzerine saldırınız! +Her kim o gaza gününde o er meydanında –sahte +ric’at ve tebdil-i mevzi’ gibi letaifü’l-hıyel müstesna olmak +üzere– düşmen-i din ü vatanına arkasını dönüp kaçarsa Allah’ın +kahr u gazabına rucu’ etmiş olur! Onun yeri cehennemdir! +Ne dehşetli zindan-ı lehib-efşandır o! +* * * +Beydavi merhum bu kelime-i celilenin kesretten +müstear olduğunu söylüyor. aslen masdardır. Çocuk +kıçı üzerine yavaş yavaş sürünerek yürümesine lisan-ı +azbü’l-beyan-ı Arabda denilir. te’viliyle +tarafeyn saflarından hal olması da caizdir. Şu halde +ma’na; “A’danızla karşılaşarak yekdiğerinize doğru ağır ağır +hatvelerle yaklaştığınız vakit…” sebkinde olur. +O dakīkada iki taraf da ölüme doğru gitmekte oldukları +endişesiyle bir tufan-ı heyecan içinde titrerler. Vücudlar kuvvet +ve metanetlerini gaybetmeye adımlar gittikçe ağırlaşmaya +başlar. Herkes birbirine sokulur saflar sıkışır. Hatvelerin +bataetinden yürüyüş teessür-engiz bir şekl-i mahsus göterir. +Saflar –heyeat-ı mecmuaları i’tibarıyle– sanki yürümüyorlar +da kıçları üzerine sürünüyorlar zannolunur. +Bu tarz-ı reftar –ateşsiz tarrakasız esliha-i basitanın müsta’mel +bulunduğu– bizden pek uzak bir maziye aid olmakla +beraber halet-i ruhiyye aynıyle yine odur. Çünkü istikbaline +koşulan der-agūş olunan pençeleşilen ölümden başka bir +şey değildir. İşte dünya ile ahiret arasındaki mesafe-i muhayyelenin +pek kısaldığı adeta yekdiğeriyle temas ettiği o demdedir +ki vahime çıldırıyor. Olanca şiddetiyle akla hücum +eder. Susturmak şaşırtmak sahibini ric’ate firara mecbur +etmek ister. İnsan tufan-hiz bir buhran-ı tereddüd içinde kalır. +Akıl meziyetini o anda gösterir. Hayatın hayat-ı namus +hayat-ı şeref ve haysiyyet hayat-ı cem’iyyet ve milliyyet +hayat-ı istiklal olduğunu hayat-ı ferdin ehemmiyetsizliğini +anlatmaya çalışır. Vahime kabarıp çırpındıkça ona; “Çıldırma! +Sebat et! Ta ki ya muzafferiyetle memduh ya ki +şehadetle müsterih olasın!” der. +! +Hakkı kabul etmemek hakkına razi olmayarak kan dökmek +kardeşini öldürmek insanlara “Kabil”den kalma bir +yadigar-ı zulm ü vahşettir. İnsanın hamir-i maye-i fıtratında +o vahşet ateşinden bir damla bulunuyor. O maye kevser-i +sahih-i irfan ile tartib u ta’tir olunmaz o katre-i lehib-i vahşet +söndürülmez de kendi haline bırakılır kendi nefsine arz-ı +teslimiyyet ve esaret ederse savlette vahşette siba’-ı müfteriseyi +bile geride bırakır. Bir vahşiyi alınız; ona kıravatıyla +gantıyla silindir şapkasıyla muhteşem! bir libas-ı medeniyyet +yine hunhardır değil mi? O yine insanlara saldırır paralar +gebe kadınların karınlarını yarıp ceninlerini çıkarır ayakları +altında ezer bedbaht anası can alıp verirken o kanlı dişlerini +sırıtarak güler. Cenin-i bi-ruhun üzerinde hora teper. Öyle +ma’nevidir. Medeniyet fazilet-i irfan ulüvv-i vicdandır. İşte +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +eden ancak “din”dir. Ezeli makbul-i Hak olan din ise “İslam”dır. +Emin olalım ki bu din gelmese idi insanlar birbirini +paralamakta yırtıcı hayvanları geçerlerdi. Binaenaleyh silsile-i +hayat-ı beşer de daha ikinci halkasında kopar giderdi. +terisanesi önüne geçen o çılgın hayvaniyetin ağzına licam-ı +hakimiyyeti takıp zabteden ancak “din”dir “Din-i İslam”dır. +Din-i hak mütedeyyinlerini bi-gayri hakkın katl-i nüfusdan +sefk-i dimadan şiddetle men’ eder. Hatta en adi bir +haksızlığına bir tecavüze bile kat’iyyen razi olmaz. Din-i +hak mütedeyyinlerini bir lüzum bir mecburiyet görülmedikçe +harbden de zecreder. Herhangi bir kavil veya fiilde +şaibe-i bidad vardır din onun aleyhindedir. Nazarında faili +mes’uldür mahkumdur. Cenab-ı Kur’an -ı Hakim’in müfessiri +olan lisan-ı akdes-i Risalet’ten hikmet-efza-yı sünuh u sudur +olan; +“Şecaat ve kuvvetinize mağrur olup da düşmanla harbi arzu +etmeyiniz! Fakat mecburiyet görüp de yüz yüze geldiğiniz +vakitte sabr u sebat ediniz! İşte o zaman hasm-ı din ü namusunuzla +şirane kahramanane çarpışıp ihkak-ı hak ve ibtal-i +batıla çalışınız!” Buhari Kitabü’l-Cihad [ ] hadis-i şerifi +burhan-ı celidir. +Görülüyor ya İslamiyet’te durup dururken düşmana +kılıç çekmek hem de tahrimen memnu’dur. Sell-i seyf için +mutlak bir mecburiyet bir lüzum bir hikmet olmalı! Düşman +terk-i silah ettiği anda seyf-i İslam niyamına girer. Şu +hadis-i şerifi okuyalım: “Sahabe-i güzinden radıyallahu +an-ecmaihim Mikdad bin Amr el-Kindi –ki Bedr-i Kübra +harb-i ebediyyü’l-iştiharını kazanan arslanlardandır– diyor +ki: Veliyyü’n-ni’met-i can u cihanımız aleyhi’s-salatü ve’sselam +Efendimiz hazretlerinden sordum: “Anam babam +yolunuza feda olsun ya Resulallah! A’da-yı dinden biriyle +karşılaşıp harbettik. Esna-yı mukatelede bir elimi kılıçla vurup +düşürdü derhal bir ağaca iltica ederek; “Ben İslam oldum; +Allah’a iman ettim!” dedi. Şimdi bunu ba’de’l-İslam +öldürebilir miyim ne buyurursunuz?” “Hayır; öldüremezsin!” +“Peki Veliyyü’n-ni’met Efendimiz; fakat o beni bir elden +mahrum etti de sonra kabul-i İslam ettiğini de söyledi.” +“Hayır; öldüremezsin! Eğer öldürürsen katil olursun! Çünkü +o seni öldürmeden evvel senin menzilendedir; senin gibi +mü’min oldu. İslamiyet’te hakk-ı hayatı bütün müsavatıyle +bütün meziyyatıyle bütün fezailiyle iktisab etti. Sen de +o ihtida etmezden evvelce bulunduğu menziledesin. Yani +öldürdüğün halde o şehid olur sen de mahkum-ı kısas bir +cani.” Buhari Kitabü’l-Magazi [ ] Gerçi bu hadisede +selamet-i hayat İslam kaydıyle mukayyed ise de +nazm-ı celili a’da-yı tevhidi seyf ile İslam beyninde +tahyir hükm-i icbarisini ref’ ettiğinden şu halde seyf-i +niyam-ı sulh u müsalemetine giriyor. +Binaenaleyh İslamiyet’e “kılıç dini” demek kadar garazkarane +bir iftira bir bühtan-ı azim olamaz. Hakīkat güneşten +daha bedihi iken buna cevab vermek tenezzülü bile zaiddir. +le me’murdur. Redd ü istikbar edenlerden de tahaffuza +mec +burdur. +kasd etmemiştir. Bilakis daima tecavüze ma’ruz kalmış +daima su-i kasd görmüştür. Cihad ile me’muriyeti işte bu +sebebe mebnidir. İslamiyet muarızlarının mezheblerine i’ti +kadlarına karşı lakayd ve gayr-i mütenezzil kaldığı kadar +a’dası ona karşı hiçbir zaman ve mekanda lakayd bulunmamış +bulunamamıştır. El-yevm mü’min ve mu’tekidlerini +cebren ve ikrahen Salib’e secde ettirmek amali onların kalblerinde +bir ateştir ki daima yanar ve yakar durur. +Bunların İslamiyet’e ezeli ve ebedi adavetlerini Kur’an-ı +Kerim bize şu ayat-ı celilesiyle haber veriyor: +“ Resul-i muhterem! Ne +Yehud ne de Nasara senden ebediyyen razi olmazlar; sana +besledikleri kin ve adavetlerini mümkün değil teskin ve onları +kendinden irza edemezsin! Ta ki onların milletlerine ittiba’ +ve dinlerine irtidad etmedikçe!” +“ Onlar sizinle daima muharebe ve +mukatele ederler. Ta sizi –eğer ellerinden gelse– dininizden +çıkarıp kendi dinlerine reddettirinceye kadar! –Ve +tevcih-i diğerle: Mücerred sizi dininizden çıkarmak ve kendilerine +benzetmek için.” +“ O a’da-yı din-i Hak size +galebe çalarlar sizi der-zencir-i esaret ve mahkumiyyet ederlerse +aleyhinizde besledikleri gayr-i kabil-i ta’dil gayz-ı muzmerlerini +derhal ızhar ederler. Size dest-i vahşet ve iftiraslarını +uzatırlar. Cebren evlerinize dalıp ırz ve namusunuzu +pamal-i hayvaniyyet ederler. Sizin Allah’ınıza Peyamber’inize +Kur’an’ ınıza Ka’be’nize bütün mukaddesat-ı diniyyenize +ağız dolusu sebler düşnamlar istifrağ ederler. Ve bütün +ruh-ı Salib-perestaneleriyle sizin küfr ü irtidadınızı – “Ah!.. +Şu müslümanlar dinlerini bırakıp da bizim mezhebimizi kabul +etseler bizimle birlikte Salib’e tapsalar…” diye– temenni +eder dururlar.” +minlere cihadı emreder. Hayat-ı hakīkıyyemiz olan mukaddes +dinimizin muhafazası için bizi er meydanına götürür +cennetin şehadet kapılarını açar bize zevk-ı faniye bedel bir +naim-i ebedi gösterir. +Hatta bize fenn-i harbin ta’biyenin la-yetegayyer planlarını +da öğretmek lutf-ı mahsusunda bulunur. İşte tercüme +ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz ayet-i celiledeki – +– cümle-i istisnaiyyesi! Ta’biye +ne kadar teceddüd etse letaifü’l-hiyelden bin bedayi’ icad +olunsa yine sahte ric’at ve tebdil-i mevzi’ hareketleri esas +olarak bakīdir. Sonra da düşman karşısında adem-i sebat ve +firarın cezasını kahr u gazabı mahbes-i cahimi olmak üzere +ta’yin eder. +Ta’biye ayet-i celilenin içinde olduğu gibi askeri ceza +ka +nunname-i ilahisi de onda düşman önünden kaçanlar +Kur’an-ı Kerim ’i ayaklarıyla çiğnemiş olurlar. Kitabullahı ha +düşmana çiğnetmiş ha bizzat üzerine basıp ezmiş ne farkı +vardır? Bu gibilerin tevbeleri indallah pek güç ca-yı kabul +bulur. Çünkü cinayetleri şahsi değil dinidir millidir koca bir +milletin hayatına su-i kasddır. +Öylesinin ne cenazesi yıkanır ne de namazı kılınır. Allah’ın +makhur u mağdubun-aleyhi olan bir cani-i din ü Kur’ +an ’ın akıbet-i hali dünya ve ahiret hüsranından başka bir +şey olamaz. +Hakīkī müslüman düşman karşısından –bin canı olsa +feda eder de yine– firar etmek cinayet-i uzmasını irtikabdan +Allahı’na sığınır. +FARZ OLAN CİHAD BU CİHADDIR +“Cihad”ın ma’nası en büyük zahmet ve meşakkat demektir +ve bu ma’na i’tibarıyle efdal-i a’maldir. +hadis-i şerifi dahi bunu te’yid eder. +Muharebe her ne suretle her ne gibi esbaba mebni olursa +olsun emirü’l-mü’minin fermanıyle ta’yin olunmuş kumandan +tarafından muhasımine karşı açılmış bir cihaddır +ki müslümanlar üzerine farz olan cihad da budur. Yalnız +derece-i farziyyet de ayniyet ve kifayet derecesinde ikiye +taksim olunur. Müdafaaya kafi derecede bir sevad teşkil etmek +farz-ı kifaye ise de düşman kuvveti bize tefevvuk ettiği +gibi farz-ı ayndır. +Bu farz farz-ı kat’i olup hiçbir te’vil götürmediği gibi hiçbir +guna ma’zeret de kabul etmez; her mü’mine farz olur. +Nerede bulunursa bulunsun kimin tebeası olursa olsun gelip +cihad ordusuna iştirak etmesi farzdır. Ulema-i İslam’ın +bazı te’viller ile beyan-ı ma’zeret etmeleri hiçbir zaman +ma’zeret-i şer’iyye olamaz. +Ordumuzda hıristiyanların bulunması kat’iyyen cihada +mani’ olamaz. Vatan evladı herhangi cins ve mezhebden +olursa olur vatan hukūkunu müdafaa noktasından bizimle +birleşebilirler. Fakat cihad yine cihaddır. +Düşmanlarımız bugün Makedonya hıristiyanları hakkında +lümanları cayır cayır kesiyor fitne ikaz ettiler bahanesiyle +me müslüman kadınlarını kızlarını dağlara aşırmak suretiyle +tahkīr ettikten sonra vahşetleriyle iftihar da ediyorlar. +Medeni Avrupa süfera ve ateşemiliterleri bunları ra’ye’l-ayn +müşahede ettikleri halde hiç seslerini çıkarmayıp daima +bizden hıristiyan kardeşleri için ıslahat istiyorlar. Kral Ferdinand +kendisinin Hıristiyanlık’ı himaye için meydana atıldığını +resmi beyanname ile i’lan ediyor. Bunlardan hiç birini +onlar kendileri gizlemedikleri halde bizim için iğmaz etmek +neden icab ediyor? +Bize vatandaşlık da’vasında bulunan malisörler aynı zamanda +dindaşları olan a’dalarımıza muavenet ve bize hıyanet +ediyorlar. +Nefs-i Petersburg’da müşteşir Rech gazetesi daha i’lan-ı +harb olmadan Sırbiye hududunda bulunan asakir-i Osmaniyye +hıristiyan efradından yedi yüz şu kadar neferin firar +ederek Sırbiyeli hıristiyan kardeşlerine iltihak ettiklerini yazıyor. +Bunların hepsine karşı gözlerimizi nafile kapamayalım +kendi kendimizi aldatmayalım. Kimsenin maksadı ıslahat +filan değil; herkes kendi menfaatini te’min için bahane arıyor. +Arada mağdur mazlum bir millet var ise yine biçare +müslümanlardır. +Şimdi bizim için mühim olan bir şey var ise elhamdülillah +ortada cihad var; buna şükredelim! Zira bizim +hayatımız bizim selametimiz istikbalimiz hep buradadır. +Hazret-i Allah; +buyurmuş. Cumhur-ı +ulema ve müfessirin de; diye tefsir etmişler; +yani cihadı terkederseniz kendinizi tehlikeye atmış +olursunuz. Pek doğru tefsirdir. Küre-i arzda mevcud müslümanların +kaffesi Osmanlı müslümanlarından maada +cihadı terkettikleri zamandan i’tibaren inkıraz ve esarete +mahkum olmuşlardır. +Bugün cihad i’lan olunması te’min-i hayat demektir. Bu +böyledir. Ve bu böyle olduğunu da umum ehl-i İslam hissetmiş +olduğunda şübhe yoktur. İ’lan-ı harb daha olunmadan +dünyanın en hücra köşelerinde müslümanlara varınca te’sir +etti; Amerika’dan gönüllüler geleceği ihbar olundu Memalik-i +Osmaniyye’nin her tarafında arslan yavruları hududlara +koştular a’yan ve eşrafımız kise-i hamiyyetlerini açtılar dört +yüz seneden beri silah isti’mal etmemiş Sibirya Tatarlarından +hatta on sekiz adam gönüllü kaydolunarak hududa +kadar gittiler. Moskova Darülfünunu son sınıf talebesinden +büyük bir aileye mensub Arif Efendi Kerimi mektebini terkederek +ordumuza iltihak etmek niyetiyle Darülhilafe’ye +gel +di ve bugün de hududa gitmek üzeredir. +Rusya’dan daha birçok darülfünun talebesi Hilal-i Ahmer +tesi talibatı geleceği ayrıca istihbar olunmuştur. +Bunlar hep hayata şitab demek olup müslümanların da +öyle zannolunduğu gibi kuru patırtılara pabuç çıkarmayacaklarını +gösteriyor. +Yine Şeriat-i Garra’-i Mutahharamız’ın ta’limatı ile bizim +adaletten başka bir mesleğimiz yoktur. Bu kere de düşmanlarımıza +karşı ihkak-ı hak ettikten sonra yine bizimle beraber +hıyanet etmeyerek bir vatanda yaşamak isteyenlere kardeş +nazarıyle bakar ve hukūk-ı meşrualarına da tamamıyle riayet +ederiz. Maamafih cihad yine cihaddır. Her mü’min-i +muvahhid malını canını feda etmekten kat’iyyen çekinmez. +Muharebe tevessü’ ettikçe cihadın farzıyeti bütün müslümanlara +taammüm eder. +Şimdiden netice-i harbden bahsetmek abes ise de niyetimiz +doğru kalbimiz halis oldukça Allah’ın nusreti bizimledir. +Cihad bu cihaddır. Artık hiçbir bahane ile bunun önüne +durulamaz. Cihad bu cihaddır. +BALKANLAR İTTİHAD ETMİŞ OSMANLILAR +SİZ DE MEYDAN-I ŞEHAMETE KOŞUNUZ! +Furkan-ı mübin +Daha dün şanlı Osmanlıların seyf-i hamaseti altında +lerzedar-ı hiras olan Balkan’ın derbeder şımarıkları bugün +guya ittihad ederek cihanı şehamet ve şecaati karşısında +valih bırakan bir millete maye-i asliyyesi hun-ı hamasetle +muhammer olan bir devlete meydan okumak cinnetine tutulmuşlar!.. +Bulgaristan’ın teşvikıyle Sırbistan Yunanistan Karadağ +leri olan velveleler yaygaralarla bütün cihan-ı insaniyyete +karşı karar-ı intiharlarını mağrurane i’lana yeltenmişler! +Farelerin arslanlara meydan okumasını andıran bu gürültülere +mukabil Osmanlıların vakūr ve necib tahaşşüdleri +biçareleri bu heyahay-ı sermestiden yakında uyandıracaktır. +Ahmaklar düşünmüyorlar ki nur-ı ilahi nefesle söndürülemez! +Söner mi “Sön!” deyivermekle nur-ı na-mütenahi; +Nefesle kabil-i itfa mıdır çerağ-ı ilahi? +Halife ordusu bu ketibe-i şan serseriler yığınından çobanlar +derneğinden yılar mı? Kükremiş arslanlar kudurmuş +kelblerden hiç çekinirler mi?!... +Asırlarca secdegah-ı muvahhidin olan vasi’ bir kıt’anın +ebediyyen nur-ı tevhidden mehcur kalmasına rıza-yı Rabbani +tealluk eder mi? +Hiç şübhe yok: İslamiyet’in ru-yı arzda istinadgah-ı yeganesi +olan Saltanat-ı Osmaniyye ebediyyen payidar olacaktır. +Balkan serserileri ne dolaplar çevirirlerse çevirsinler onların +her türlü mel’anetlerine rağmen Din-i Mübin’in haris-i +zi-şevketi olan hilafet-i İslamiyyenin fer ü tabı günden güne +artacak Hilal’in sayegah-ı şan u şükuhu bir gülbün-i saadete +munkalib olacaktır. +Balkan çılgınları iyi bilsinler ki müslümanlar artık hab-ı +gafletten uyandılar. +sırrı tecelli etti. Osman +lılar yek-dil ü yek-can oldular. Tehlike-i vataniyye karşısında +fırka mücadeleleri ortadan kalktı. Vatan evladları birbirlerine +sarıldılar bir bünyan-ı müşeyyed halini aldılar. Nur-ı ilahi +onların dimağlarını kaplayan kabus-ı cehaleti tedricen dağıtıyor; +kalblerine ittihad fikirlerine i’tila ruhlarına hamaset +hüzmeleri isar ediyor!... +Avrupa’nın şımarık Balkan’ın derbeder serserileri +bu hareketleriyle kendi mevcudiyetlerine hatime çekeceklerdir. +Artık Osmanlıların uğradıkları haksız hücumlar ma’ruz +kaldıkları insafsız muameleler gayretullaha dokunacak bir +dereceyi buldu. +Hak ayaklar altında çiğneniyor haksızlık takdis ediliyor. +Ru-yı gabranın bir ma’reke-i zulm ü tecavüz olmasına meydan +veriliyor. Liva-i Muhammedi’nin küre-i arz’a Vahdaniyet-i +Samedaniyye’nin yegane bir timsal-i maali-nüması +olan bu mukaddes sancağın parçalanmasına çalışılıyor!.. +Sefiller! Ayetullah sizin mülevves ellerinizle yırtılır mı? +Halik-ı Kainat Bargah-ı Rububiyyeti’ne sığınarak meydan-ı +vegaya atılan muvahhidini me’yus bırakır mı? +Emanat-ı mukaddese-i peygamberinin varis ve muhafızı +olan Saltanat-ı Osmaniyye’nin muhteşem orduları derbederler +derneğinden yılarlar mı?!.. +Sefiller! Titreyiniz! Karşınıza dikilen binlerce muvahhidinin +şemşir-i hamasetinden mel’un kellelerinizi kurtarmak +atılan Osmanlı dilaverleri kalben vicdanen mazhar-ı galebe +olacaklarına emindirler. +Mücahidin; +tebşir-i Yezdanisi’ne mazhar olduklarına kanaat +etmişlerdir. +Evet bugün erbab-ı tevhid ve iman nusret-i ilahiyyenin +kendi taraflarında tecelli edeceğine mutmain bulunuyorlar. +Bunun için didar-ı Rabbani’ye koşar gibi nuşin bir inşirah-ı +kalbi ile sevine sevine harbe ma’reke-i cihada atılıyorlar. Ey +güruh-ı şaka! İttihadınızla ittifakınızla Rumeli’de Osmanlı +şevketinin Halife devletinin ufulünü ihzar edeceğinize mi +kani’siniz! +Budalalar! Bilmiyor musunuz; şimdiye kadar Osmanlıların +şehamet-nüma hücumlarından anlayamadınız mı ki +cünud-ı muvahhidin ilahlarının +nüvid-i Sübhanisi’ne mazhar olmuşlardır. +nıza dikilecek muazzam bir kitlenin muhteşem bir ordunun +ya gazi ya şehid olmak arzu-yı mü’minanesiyle meydan-ı +ma’rekeye atılan arslan yürekli mücahidinin savletinden +yine kurtulamayacaksınız! Liva-i Muhammedi yine teali +edecek! Osmanlı ordusu +gülbangiyle +yine kişver-i a’dayı baştan başa istila edecek! Bekleyiniz! +Yakında: +“Tutar dünyayı hep gülbank-i kus-ı nusret-avazı” +* * * +Ne çabuk unuttunuz! Tarihlerinizi açınız! Siz vaktiyle de +Osmanlılara karşı yine ittihad etmiştiniz. Bu ittihadın neticesini +yine size tarihleriniz pek güzel tasvir eder!.. +Osmanlıların büyük padişahı Sultan Murad-ı Evvel zamanında +çeviren Bulgar Kralı Sisman bir taraftan hak-i pa-yı saltanata +arz-ı ubudiyyet ettiği halde diğer taraftan Sırbistan Kralı +Lazari ile Osmanlılar aleyhinde hafi bir ittifak akdetmişti. O +zaman da tıpkı bugünkü gibi diğer bir düşmanla harbettiğimizden +cesaret-yab olarak Osmanlıları Rumeli’den çıkarmak +Biz o tarihlerde Rumeli’ye yerleşememiş idik. Maamafih +büyük padişahımızın emriyle Sadrazam Ali Paşa kumandasında +gönderilen Osmanlı dilaverlerinin çek-a-çak-i tigı +ya +şaşırtmış ka’ka-i rimahı aklınızı dağıtmış ma’reke-i vegayı +kaplayan gird-bad-ı tevsen-i mücahidin gözlerinizi kör etmişti. +Daha ilk hamlede asar-ı hezimet göstermiş Osmanlıların +asumanlar titreten gulgule-i tehlili karşısında dikiş tutturamayacağınızı +anlayarak kararı firara tebdilden başka bir +çare-i halas bulamamıştınız! +Müttefik ordularınız şir-i jiyan hücumuna ma’ruz kalmış +çakal sürüleri gibi uluyarak tarumar olmuş Bulgar Kralı Sisman +senesinde mücahidin-i Osmaniyyenin dest-i esaretine +düşmüştü. +Müttefiklerden Sırp Kralı Lazari ise aradığı belasını Kosova +Sahrası’nda bulmuş bir kahramanın seyf-i meslulüyle +adem-abad-ı fenaya yuvarlanmıştı. +Melhame-i cidalde ne kadar bi-eman iseler aceze ve +üseraya karşı da o derece şefik olan Osmanlılar sizin kökünüzü +kazıyacak sizi sahne-i şuundan büsbütün silecek bir +kudret ve şevketi haiz iken buna tenezzül etmemiş yılanı +koyunlarında beslemekten çekinmemişlerdi?!.. +Nankörler! Bir kere bugün Bulgaristan’da Sırbistan’da +bulunan bedbaht İslamlara reva gördüğünüz zulümleri +denaetleri gösteriniz; bir kere de Osmanlıların cihanı titrettikleri +zamanlarda size karşı göstermiş oldukları ulüvv-i +cenab ve necabeti piş-i nazara alınız da bir şemme insaf ve +hayanız varsa utanınız yerlere geçiniz! +* * * +Balkan serserileri! Unutmamanız icab eden tarihin bu +sahifelerini der-hatır ediniz. Rumeli’de henüz tamamıyle +te’yid-i saltanat etmemiş oldukları bir devirde bile müttefik +ordularınızı tarumar eden Muradlar’ın Yıldırımlar’ın Fatihler’in +Süleymanlar’ın kahraman evladları beş-altı asır sonra +bu kıt’ayı size teslim ederler mi? Osmanlılar baştan başa ecdadlarının +hun-ı hamasetleriyle sulanmış olan Rumeli’yi her +taş altında babalarının bir hatıra-i şehameti gizlenen sevgili +vatanlarının bu dil-nişin parçasını bugün sizin ihtirasatınıza +terkederler mi sanıyorsunuz! +Bekleyiniz; titremeyiniz kaçmaya hazırlanmayınız! Pek +güzel tanıdığınız Muradlar’ın Fatihler’in evladları düğüne +koşar gibi yine meydan-ı vegaya geliyorlar. +Karşınızda sizin müttefik ordularınıza tekabül etmeye +koşuyorlar. Mukaddes vatanlarını muazzam namuslarını +muhafaza için hududa harbe o meydan-ı karuzara +şitab ediyorlar. +Kanlarıyla canlarıyla namuslarını namus-ı millilerini +şereflerini şeref-i askerilerini sizin gibi sefil düşmanların +rezil taarruzlarından kurtaracaklar!.. +Osmanlılar korku nedir bilmezler. Hakka hürmet ederler +fakat haksızlığa asla evet asla tahammül edemezler. Yaşarlarsa +şanlarıyla şerefleriyle yaşarlar. Aksi takdirde onların +nazarında yerin altı da üstü de birdir. Zilletle yaşamaya +şehametle ölmeyi bin kat tercih ederler. +Osmanoğulları zulme nefret ederler; fakat zalimleri ezmekte +vicdani bir haz duyarlar. Sulha meftundurlar asayişe +perestiş ederler; fakat sevgili vatanlarını bombalarlar çetelerle +bir harabezar-ı hunine çevirmek isteyenlere namusları +kadar muazzez dinleri kadar mukaddes olan vatanlarına +bu mahbube-i vicdanlarına yan gözle bakmak isteyen sefillere +baran-ı bela gibi gülle yağdırmaktan çekinmezler. +Babalarının yurdunu analarının yuvasını çiğnemek hevesine +kapılanların ayaklarını kırmaktan ihtiraz etmezler. +Harbi sulh için vatanlarını tecavüz-i a’dadan kurtarmak +kerileri şehamet-i kavmiyyeleri kadar alidir. Bunu rencide +etmek cesaretinde bulunanların vay haline! +Satvet-i Osmaniyye yıldırımları düşmanlarını her halde +kahreder ve edecektir. +* * * +Osmanlı kahramanları! Yıldırım’ın Murad-ı Evvel’in +şanlı Selim’in muhterem evladları! Hazır olunuz! Büyük padişahımız +sizi vatanın muhafazasına da’vet ediyor. Halife-i +Resulullah bilad-ı İslamiyanın tecavüz-i a’dadan kurtarılmasını +sizin hamasetinizden sizin cihanları titreten şecaatinizden +bekliyor. +Ruh-ı Akdes-i Muhammedi bala-yı semadan kurb-i +me +le’-i a’ladan size +müjde-i nusretini +tekrar tebliğ ediyor. Ervah-ı şüheda arş-ı muazzam etrafına +toplanmış sizin şehamet-i hizberanenizi alkışlamaya ha +zırlanıyor. Ecdadınızın ruhları mezarları başına üşüşmüş +ma +kabir-i muvahhidinin düşman ayaklarıyla çiğnenmesine +meydan verilmemesini sizden niyaz ediyorlar. İslamiyet; +mu +kaddesat-ı diniyyenin maabid-i aliyyenin himayesini +si +zin hamasetinizden bekliyor. Ka’betullah’ın Merkadd-i +pür-nur-ı Peygamberi’nin Mescid-i Aksa’nın muhafaza-i +kud + +siyyetleri sizin keskin kılıçlarınıza metin bazularınıza +mev +du’dur. +Arş ey muhteşem Osmanlı dilaverleri! Arş ileri! Fevz ü +felah nusret ü muvaffakıyet sizindir!.. +Peygamber-i Zişan’ımızın +tebşirini +der-hatır ederek meydan-ı cihada koşunuz! +Muhterem mücahidler! Biliniz ki cennete didar-ı Huda’ya +ancak kılıçlarınızın gölgesi altından yol bulabileceksiniz! +Ru-yı arzda mü’minler bala-yı semada melekler muvaffakıyatınızı +alkışlamaya müheyya bulunuyorlar! Bunu düşünerek +vatanın hududlarına süğūr-ı İslamiyyenin muhafazasına +koşunuz! +Ey kahramanlar; haydi hududa! Arş ileri! Son kararınız; +“Ya gazi ya şehid! Ya ölüm ya vatan!” olsun!... +Zinet-i hak-i şehadet olmasun bir tiğ-zen; +Şan-ı Osmaniyi dil-hah üzre i’la etmeden +Teşrinievvel + +---- +NAMUS KAVGASI +---- + +Tarihimiz dikkat ile tedkīk edilirse görülür ki bu millet +millet-i Osmaniyye ta bidayet-i teşekkülünden şu güne gelinceye +kadar daima gavail-i gunaguna ma’ruz kaldı. Fakat +hepsinde de öyle şahane muzafferiyata öyle şanlı fütuhata +nail oldu düşmanlarını öyle bir hezimet-i kamileye öyle +bir ric’at-i kahkariyyeye giriftar etti ki Osmanlılık alemde +cesaretçe şecaatçe bala oldu müstesna oldu. Değil yalnız +düşmanlarımız hatta bütün alem dedi ki: +“Osmanlılarda bu kuvvet-i İslamiyye var oldukça onlar +devrilmez bir kal’a-i ahenindirler; onlarla harbetmek –kendi +ta’birlerince– kamere havlamaktan başka netice veremez.” +Hilal’in Salib’e galibiyetini bildiren bu i’tiraf maatteessüf +adularımızı daire-i sükuna irca’ edemedi. Belki onların kal +binde Osmanlılık’a bilhassa Hilal’e karşı öyle kin öyle ga +raz +uyandırdı ki teskin-i hırs için daima fırsata muntazır oldular. +Ne vakit ki bir keşmekeş-i dahiliye ma’ruz kaldık daha +doğrusu nifak ile şikak ile harice karşı ifasına mecbur olduğumuz +vazifelerimizi unuttuk an-ı intikamın vüruduna +hükmeden düşmanlarımız bu sevgili ve muazzez vatanımızı +çiğnemeye insafsızcasına parçalamaya kalkıştılar. +Osmanlılar ise mukaddes tanıdıkları dedelerinin kanlar +canlar saçarak fetheylediği vatanlarını öyle kolay kolay +düşman eline teslim etmek kahbeliğini irtikab edemezlerdi +etmediler. Hem bilakis öyle kahramanane müdafaa +ettiler ki o nifak u şikak avanında bile vatanlarına karşı +muttasıf oldukları meziyetlerini gösterdiler. +Bugün iyice dikkat edersek yine aynı düşmanlar hayatımızı +taksir ve mevcudiyetimizi tehdid etmek istiyorlar. Kalbi +hamiyet-i vataniyye ile sızlayan hiçbir Osmanlının kabul +edemeyeceği tekliflerde bulunarak haysiyetimizi çiğniyor ve +bizi daimi bir zillet altında yaşamaya da’vet ediyorlar. +Yirminci Asır’da medeniyetten dem vururken orada kadınlarımızı +kardeşlerimizi boğuyorlar öldürüyorlar. Kurun-ı +Vusta’da İslamiyet’e karşı meydan alan kin şimdi yine aynıyle +kendisini gösteriyor; “Daha ne vakte kadar Hilal Avrupa +toprağında alem-i medeniyyet sahasında temevvüc +edecek?” diye birbirlerini teşvik ediyorlar ve bir Hilal ve +Salib muharebesi çıkarmak istiyorlar. +Osmanlılar şimdiye kadar çalışmak lazım gelen bu asr-ı +medeniyyette sulh u sükuna ne derece tarafdar olduklarını +akvaliyle ef’aliyle bi’d-defeat isbat ettiler. +Fakat namuslarının mevcudiyet-i milliyyelerinin muhafazası +zımnında adularına nasıl karşı koyacaklarını da gösterdiler. +Esasen başka türlü hareket edemezlerdi. Şimdiye kadar +tekerrür eden bu nevi’ iz’aclardan artık bıkmış usanmış idiler. +Daha dün bir vilayetlerini teşkil eden bu şımarıkların +son bir darbe ile mevcudiyetlerine hitam vermek için ettikleri +sabır hadd-i layıkını bulmuş ve geçmiş idi. +Bundan böyle Osmanlılık zillet ile değil şan ile şeref ile +yaşayacak ve hukūkunu paymal ettirmeyecektir. +Hilal yine Avrupa’da hatta Avrupa’nın göbeğinde te +mev +vüc ede ede bizden bu muzafferiyetleri bekleyen Ce +nab-ı Hakk’a şükraneler yollayacaktır. Evet o liva-yı mukaddes +altına toplanan ehl-i tevhid Allah’ın İsm-i Celal ü +Azameti’ni zulmet-i şirk ile kararan Balkanlar’dan semalara +yükseltecek bütün o zalam-alud ovaları vadileri nur-ı tevhide +garkeyleyecektir. İşte bizim için zafer şan budur. Bununla +ne derece sevinir göğsümüzü kabartırsak Yirminci +asr-ı medeniyette çalışmak için lazım olan sulh u sükunu +Osmanlılık alemi bugün tamamıyle sulh u silm dairesinde +terakkī etmek istiyor. Fakat efsus ki bizim kanımıza +susamış olan adularımız gözümüzü açtırmak istemiyorlar. +Anlayalım ve bilelim ki bu adular bir değil iki değil +bütün alemdir. Ahfadımıza bu terbiyeyi verelim ve onlara +diyelim ki: +“Evladlarımız şu gördüğünüz şa’şaa-i medeniyyet sizin +gözlerinizi kamaştırmasın! Onun altında hep kin hep garaz +hep levs hep riya gizlidir. Sen bunları bil ve bunlara rağmen +bu milleti sev bu dini sev bu mukaddes ve muazzez memleketi +sev!” +NEŞIDE-İ HAMASET +Kalkın ey ehl-i vatan bezl-i ser ü can edelim +Düşmen-i ru-siyehi hak ile yeksan edelim +O celadet ne imiş aleme i’lan edelim +Hun-ı cevvalimizi unsur-ı cuşan edelim +Rayet-i şanımızı şehir-i perran edelim. +§ +Atalım tefrikayı kitle-i yek-can olalım +Vatanın derdi büyükdür ona derman olalım +Hepimiz seyl-i huruşan gibi puyan olalım +Düşmenin saha-i amaline tufan olalım +Şüheda ma’şerinin ruhuna kurban olalım. +§ +O hamiyyet denilen cevherimiz bir iklil +Bu da Osmanlıların şanını tebcile delil. +Yükselen gulgul-i tekbirler avaz-ı rahil +Sadr-ı İslam’daki feyzi ederler temsil; +Yek-zeban ayet-i Feth’i edelim hep tertil. +§ +Çehreler kalb ile hem-hal birer kaşif-i raz +Cihet-i camia-i vahdet-i eyler ibraz. +Dideler şimdi sühan-saz-ı serair-perdaz… +Yükselen gulgule-i ruhlar avaz-ı niyaz; +Ediyor Arş-ı İlahi’ye dualar pervaz. +§ +Çiğneyip rik-i beyaban gibi düşmenleri hep +Ne imiş gösterelim anlatalım onlara harb; +Harbdir şan-ı hamasimizi i’laya sebeb +Kılma düşmanlara ya Rab bizi ehdaf-ı leheb +Vatana göz dikenin gözleri çıksın ya Rab! +§ +Berk-ı hatif gibi sür’atle geçen ömre necat +Veremez havf u hazer emr-i mukadderse memat. +Mahv ile anlaşılır gah-ı hayatı isbat! +Yaşamakdansa zelilane ölüm ayn-ı hayat. +§ +Merd-i meydan-ı şehametdeki kandır yaşatan +Koca bir milleti her katresi bir ruh-ı revan. +Cebhe-i mecd ü şeref eldeki seyf-ı bürran +Sıyt-i velvalimize ma’rekeler sur-ı cihan; +Dökülen hun-ı şehadetde füruzan iman. + +---- +VE +---- + +SOMALİ MEMLEKETİ +Afrika’nın şimal-i şarkīsinde ve Bahr-ı Ahmer sahilindeki +Arabistan Hıtta-i Osmaniyyesi karşısında “Eritre” namıyle +yad olunan müstemlekesi ile Yemen ve Hicaz vilayetlerinin +mevki’-i siyasileri inzibat u asayişi arasında o kadar mühim +ve karib bir münasebet vardır ki şurada birkaç söz söylemeyi +zaid addeylemiyoruz. +Filhakīka; “İtalyanların yirmi üç yirmi dört sene evvel +buralara yerleştikleri zamandan beri Osmanlı Devleti’nin +Bahr-ı Ahmer’de yed-i yemin-i icraatı bükülmüştür” denilse +sezadır. Çünkü İtalyanlar Bahr-ı Ahmer’in karşı yakasına +fuzuli surette yerleşmekle kalmamış ve dost namuslu bir +komşu olacağı yerde Bahr-ı Ahmer’deki kontrabandcı eşkıya +serseri merakib-i bahriyyenin bütün şübheli ve kanun-ı +Devlet-i Aliyye’den firari Arab senbuklarının hami-i mütegallibi +kesilmiştir. Filhakīka İtalyanların kendilerine büsbütün +yabancı ve umumiyetle İslam olan bu sahilde hükm ü +nüfuzlarını tevsi’ eylemek yavaş yavaş kendisinin pek de +faidesiz bir komşu olmadığını hıristiyanlar hakkında harekat-ı +tecavüziyyede bulunsalar da hiç de muhabbet beslemeyen +Arablara ifham edebilmek için bundan seriu’t-te’sir +sehlü’l-icra bir manevrası yok idi. Müstemlekata mücavir +bulunan ve civar ecnebi müstemlekatında meskun ahali +ra gibi mevaki’de bulunmuş olanlar yerli sefaine seve seve +kendi sancağını yahud bandırayı çektirebilmenin ne kadar +mühim ve sağlam bir mukaddime-i muvaffakıyyet vasıta-i +hulul ü te’essüs olduğunu pek a’la bilirler. Bu da o sancağı +çeken sefainin haklı haksız başka devletlerin müdahalat u +taarruzatından emin bulunacağını –lakin bil-kuvve değil bilfi’l +emsal-i müessire ile– isbat ve irae ile olabilir. İtalya’nın +kendi bandırası altına iltica etmiş sefaini müdahalatına karşı +koruyacağı bir hükumet olmak üzere Bahr-ı Ahmer’de bir +biz zavallılar bulunuyorduk. O zamanki zillet-i siyasimize +ama-yı tegafül ü cehaletimize karşı da bu vazifenin ifası pek +kolaydı. Bahri nümayişlere şedid protestolara bile pek nadir +hacet görülür İtalya’nın bir iması Bahr-ı Ahmer sevahilindeki +bahriye berriye kumandanlarını en büyük mülkiye +me’murlarını “sızıltıya meydan verildiği” itabıyle hükumet-i +Hamidiyyenin şerrinden titretmeye kafi gelirdi. Halbuki şimdi +de olduğu gibi o zamanlar Bahr-ı Ahmer’de Arab senbuku +yelkenli sefinesi demek ya silah ya esir ya tönbeki +ya riyal kontrabandcısı ve Arab gemicisi demek kaçakçılık +men’de bu kadar kanlı kıyamları büsbütün kanlandıran son +sistem esliha ve cebehane hep bu Arab sünbukları ile idhal +olunuyor. Uzun ve mechul mühlik Hicaz Yemen sevahilinin +Urban-ı asiyye ile meskun merakizine rahatça çıkarılarak +temlekesi sahili de bir Avrupa esliha müskirat cebehane +deposu haline getirilmiş bu ticaret birçok beş parasız elleri +altınlar ile doldurmaya başlamıştı. Bizim Osmanlı gambotları +o reviş-i ahesteleri ile beraber zabitan ve efradın gayret ve +mesaisi ile hangi tönbeki yüklü hangi cebehane dolu sünbuğun +bordasına yanaşmaya muvaffak olabilseler direğinde +tutulup Hudeyde Limanı’na getirilse hemen bu hareketlerinden +dolayı İtalya konsolosu şahsiyetinde bir da’vacı +hükumetin yakasını kavrıyordu. Devr-i Meşrutiyyet’te hadis +olan ma’hud İtalya sünbuğu mes’ele-i acibesi de bunun +en ehven bir nümunesi olduğundan ve zaten makalemizin +mevzuuna münasebeti olmadığından bu bahsi bırakalım da +bir zaman Yemen’deki İmam Yahya’nın maiyyetindeki mübarizler +mukaddem de Somali sultanı daha doğrusu Somali kabaili +de okunan Eritre müstemlekesinin mevki’ini ve sergüzeşt-i +siyasiyyesini anlayalım: +bir-iki sünbuka dolup da mukabil Bahr-ı Ahmer sahiline geçebilmesi +kinin onda biri bile olsa bittabi’ bir hayal-i hamiyyet-karanedir. +Somali sultanilerine gelince bu hususda biraz aşağıda +bahsedeceğiz. +Eritre müstemlekesi Bahr-ı Ahmer’in Afrika yakasında +sahilen ° // arz-ı şimalide kain Kasr Burnu’ndan +Babü’l-Mendeb Boğazı’nda ve ° // arz-ı şimalideki +Dümeyre Burnu’na kadar ve sahilin imtidad-ı kamili +mildir. Bütün müstemlekenin mesaha-i sathiyyesi İngiliz +mil-i coğrafisine baliğ olur. Kısm-ı a’zamı bedevi olan +kadardır. Halbuki senesinde yerli ve +Avrupalı ta’dad olunmuş idi. Müstemlekenin mühim limanı +olan Musavva’ sekiz bini mütecaviz nüfusa malik olup +bunun bin kadarı Avrupalıdır. Mütebakīsi kamilen Arabdır +ve bu mikdarlara asakir-i muhafıza idhal olunmamalıdır. +Müstemlekenin merkez-i idarisi Asmara beldesidir. Eritre +kelimesi lisan-ı mahalliye mensub olmayıp ve seneleri +arasında ısdar olunan emr-i krali mucebince müstemlekeye +den nim-muhtardır. Kendi bütçesiyle idare olunur. +Mayıs tarihli “Oka”lı ahidnamesi ve müteakıben +Menelik Hamarat ile şimalindeki kıt’ayı ve sahili İtalyanlara +terketmişti. Bu aralık İtalyanlar Kassala Kesale’yı da +Temmuz. +’de İtalya hükumeti ile Habeşistan arasında zuhur +eden bir harb neticesinde İtalyanlar Tigre arazisini de müstemlekelerine +vesi pek az devam etti. Çünkü Martı’nın birinci günü +meşhur ve İtalyanların çehre-i bi-haya-yı askerisinde müebbed +leke olan müdhiş zelil bir mağlubiyete duçar oldu. Bu +acz-i mağlubiyet içinde Adisababa’da aynı sene imzaladığı +muahede hükmünce Mearib Blesa Muna nehirlerinin +cenubuna düşen bütün araziyi Habeşistan hükumetine terk +ve iadeye mecbur oldu. Bu Adva muzafferiyeti Habeşistan +bu da ba’de-ma Habeşistan’ın istiklal-i tam ve hukūk-ı kamile-i +siyasiyye sahibi bir hükumet addolunmasıdır. +Eritre müstemlekesi ile Hıdiviyet-i Mısriyye’nin ona muttasıl +Sudan arazisi beynindeki hudud ise Nisan +Ahidnamesi Protokolleri ve yine +lifü’z-zikr Kasr Burnu’ndan Bereke’ye ba’dehu Kassala’nın +mil şarkında Siderat’a ve buradan da cenuba doğru +milde Aratbara’ya müntehi olur. +Habeşistan ile İtalya ve İngiltere arasında Mayıs +ve Habeşistan ile İtalya arasında Temmuz Ahidnameleri’yle +Eritre müstemlekesinin hududu hem Sudan hem +de Habeşistan tarafından duçar-ı ta’dil olmuştur. +Beş-altı sene evvel müstemleke bütçesi lire +yirmibeş lire guruştur tevazün etmişti. Nefs-i müstemleke +varidatı üç buçuk milyon İtalyan frangına baliğ olabilirse +de noksanı İtalya hükumeti i’ta ediyor. +Eritre’nin iklim-i harrı ve bilhassa suyun nedreti hasebiyle +mezruattan suret-i lazimede istifade edebilmek için irva ve +Lakin o mevaki’de yaşayanlar hep akvam-ı bedeviyyedir. +Hayvanattan deve öküz koyun ve keçi bulunur. Mahsulat +başlıca koyun eti deri tereyağdır. Gerek Musavva’ civarında +ve gerek Dahlak adacıklarında inci çıkarılır. Çıkarılan incinin +kıymet-i senevisi bin ve sadefinin kıymeti bin +’de hep İtalya tebeasından mürekkeb bir inci saydı +kumpanyası Musavva’ hükumeti ile İtalya’nın kara sularında +ekmek için mukavele etmiş. +Merkez-i müstemleke olan Asmara’nın mil uzağında bir +zamandan beri altın ma’deni işletilmeye çalışılıyor idi. +Musavva’’dan Asmara’ya ve mevaki’-i saireye askeri şimendüfer +hututu inşa olunmuştur. +Burada adedleri epeyce bol olan Somali sultanlarının +bazılarının İtalya ile mevcud sergüzeştlerinden sergüzeşt-i +siyasilerinden de hiç olmazsa bir-iki kelime velakin kederle +bahsedelim: Evvela şurasını söyleyelim ki Somali akvam-ı +bir hıtta-i vesiaya dağınık kabail-i müteaddide[ye] münkasemdir +ve Somali arazisinin bir parçası Habeşistan bir +parçası İngiltere bir parçası Fransa ve bir parçası da İtalya +elinde yahud taht-ı himayesinde? bulunuyor. Binaenaleyh +hepsinin vakayi’-i siyasiyyesini o namlarla zikretmek lazım +derpiş ettik. +senesinde Somali sahilinde ° // arz-ı şimaliden +° // arz-ı şimaliye kadar mümtedd olan Obya Somali +sultanı İtalya taht-ı himayesine dahil olmuş idi. Beş-altı ay +sonra bu himaye dairesi ° // arz-ı şimaliden ° // +arz-ı şimaliye kadar yukarılara kadar tevsi’ edilmiş bu da +Mecreteyn Kabail-i Somaliyyesi sultanı ile yapılan muahedename +sayesinde mümkün olmuştur. Bu muahede mucebince +Mecreteyn sultanı arazi-i mütebakıyyesi hakkında +doğrudan doğruya muahede yapamamayı da kabul etmiş +te’kid olundu. ’de Somali sahili mil dahile mümted +olmak ve Barave Merka Mogadişu ve Vahşih limanlarını +havi bulunmak üzere doğrudan doğruya Zengibar Sultanı +tarafından İtalya’ya terkolunmuş ’de İtalyanlar tarafından +bilfi’l idaresine başlanmıştır. +Afrika-yı Şarkī’de İngiltere ile İtalya mıntıka-i nüfuzlarının +hududu Mart ’da ve Mayıs ’de ta’yin +ve tecdid olundu. Bu hudud Cuba Kanalı’nın ağzından +’ıncı arz-ı şimali dairesine kadar çıkıp buradan şarka zivaye-i +kaime ile kırılarak ’inci derece-i tul-i şarkīye vasıl ve +ba’dehu şimale teveccühle Nil-i Ezrak Mai Nil’e müntehi +olur. +Yalnız İtalya hükmündeki Somali Hıttası bin mil-i İngilizi +murabba’ı vüs’ate ve takriben bin nüfusa maliktir! +MUSİKĪ – AHLAK SUKŪTU +Serlevhamız nazarların dikkatini celbetmekten hiçbir vakit +hali kalmayacak ve; “Musikī ile sükūt-ı ahlakın birbirleriyle +ne münasebeti var?” denilecektir. Her yerde musikīnin +ahlakın tasfiyesine hizmet ettiği iddia olunurken sükūt-ı ahlakı +musikīde aramak abes olmaz mı?.. +Evet musikī iyi ahlakın yaratılması için çok kere mühim +bir müessir olmuştur. Mektepler musikīyi bir terbiye amili +olarak kabul etmiştir. Bu babda musikī büyük bir mevki’ +kazanmıştır. Fakat bugün bizdeki musikī bizdeki şarkı ve +türküler o meziyetten tamamıyle haricdir. Memleketimizde +musikī bugün yüz kızartacak bir şekil aldığını i’tiraf edelim. +Memleketin terbiye-i umumiyyesini aileler muhit doğurur. +Mektepler efradı ailelerin küçük rükünlerini terbiye +eder insan eder. Mektepler bu hususda büyük ve kıymetli +bir müessirdir. Müessirdir ama muhitın aile terbiyesinin +çok kere mektep terbiyesini terbiye-i esasiyyeyi de ihlal eylediği +müşahede edilmiştir. +Mektepler çalışır; mütemadiyen bir maddenin ıslahı +çocuğun terbiyesi için mütemadi gayret sarfeder yorulur. +Sonra çocuk muhitinde rast geldiği bir şeyden ebeveynin +bütün mesaisi heba olur. Terbiye-i umumiyyenin istikbalin +halin kahramanı addedilen mektep müdhiş bir emel sukūtu +karşısında kalır… +Bunu çok mektep çok hoca hissetmez ve ağlamaz ağlayamaz. +Fakat sa’yini fedakarlığını muhit-ı hususinin kırdığını +görüp ağlayan asil mektepler hocalar da eksik değildir. +Bugün kalkalım İstanbul’u büyük şehirlerimizi mahalle +mahalle dolaşalım. Köylere kadar varalım. Neler görür ve +neler işitiriz. Gördüklerimiz acı hakīkatlerdir. Onların tedkīkini +bir tarafa bırakalım. İşittiklerimizden biri de musikīdir. +O musikī ki bütün mevcudiyeti bütün mahiyeti ile ictimai +yaralardır. +Bir genç kız bir genç erkek çocuk ağzı ile bağırır bir +şarkının bir avam türküsünün alçak ve yüksek avazeler ile +güftesi kulağımıza erişir. Ağızlarda gezen bu güfteler hep +söyleyenlere ahlaksızlık adilik ta’lim eder. +Valide peder komşu bir türkü bir şarkı söyler mırıldar; +çocuk bunu dinler bütün inceliğiyle öğrenir o da söyler. Bu +şarkı da kendisine sükūt-ı ahlak tavsiye etmiştir. +Bunları genç kız da söyler. Babasının annesinin halasının +bütün büyüklerinin akranlarının kariblerinin işiteceği +sada ile söyler. Onlar da işitir kemal-i sükunla belki de +memnuniyetle dinlerler alkışlarlar. Neyi alkışlıyorlar? Neyi +dinliyorlar?.. Bu şarkılar yüz kızartmıyor mu? Genç kızı u +tandırmıyor mu?.. Ebeveyn bunu nasıl dinliyor?... +Şu muhakkak ki bugün bu açık şarkılara hiç ehemmiyet +verilmiyor. Bunları dinlemek ahval-i adiyyeden addolunuyor. +Sonra o ebeveyn başka hususatta asabileşiyor. Kendi +müsaadesiyle ahlaksızlık öğretiyor da sonra bu müsaadesinin +netice-i tabiiyyesine hiddet ediyor taassub gösteriyor… +Bu şarkılardan birkaçını ta’til münasebetiyle İstanbul’da +Rumeli ve Anadolu’nun bazı yerlerinde bulunduğum esnada +topladım. Bunları burada yazmakla bu sahifeler kirlenmez +zannederim. Şarkıların bütün rezillik ifade eden satırlarını +okuyalım da ona göre mazarratını takdir edelim. +Adalar sahilinde bekliyorum +Yarim seni serian istiyorum +Her daimki yerinde bekliyorum +Beni şad et sevdiğim başın için +Haniya da o mis gibi leylaklar +Sararıp solmak üzre yapraklar +Bana mesken olunca topraklar +Beni şad et sevdiğim başın için… +Bir diğeri: +Böyle de kaş böyle de göz +Böyle de gözler kimde de var. +Naz ü eda bizde de var… +Diğeri: +Elif üstünde mimler! +Yaktı beni o diller.. +Benim yüreğimde sensin +Senin yüreğinde kimler?.. +Diğeri: +Aman aman fındık +Ne güzel de kırdık +Ceviziçi badem şam fıstık +Kara kara kaşlar +Üzüm gibi gözler +O beyaz gerdandan öpmeli! +Diğeri: +Çek deveci develerini yokuşa aman +Gül memeler birbirine tokuşa aman +Haydi elma yanaklı haydi kiraz dudaklı… +Diğeri: +Elmalıya yangınım aman +Cilvesine baygınım aman +Her hali hoşuma gidiyor. +Aklımı başımdan alıyor. +Aman güzel elmalı +Gönlüm sana sevdalı +Pek hoşuma da gitti +Ah seni nasıl sarmalı?.. +Diğeri: +Oğlan yaylı kız vidalı!! +Dayanamıyorum gayri +Ben askere gidiyorum +Helallaşalım gayri… +Diğeri: +Kaldı ateşler içinde yine sevdalı serim; +Nereden gördü seni kahr olası didelerim? +Görsem ar[t]ar sitem görmesem artar kederim; +Nereden gördü seni kahr olası didelerim? +Diğeri: +Sinemi sad pare kıldı tir-i müjganın heman +Merhamet kıl nazlı yarim halim oldu pek yaman +Kanma ağyara efendim lütfuna geldi zaman +Merhamet kıl nazlı yarim halim oldu pek yaman. +Diğeri: +Tenezzül eyle gel agūşuma yat!.. +Daha neler neler… Dikkat ediniz; bunları genç kızlar kadınlar +delikanlılar söylüyor. Umumi yerlerde teganni ediliyor. +seyahatimde gençler ağzından bu şarkīları bu besteleri bu +güfteleri dinledim; müstesnaları pek az pek ender… +Bu sefil musikī terbiye-i milliyyemizi öldürüyor bozuyor. +Ahlak-ı millimizi i’dam eden biziz; haricden bize bunun için +gelen nümuneler yoktur! Biz intihar eyliyoruz. Bu kadar açık +saçık şarkılar Avrupa’da da yoktur. Daha açıkları var ise de +aile arasına giremez o süfli yerlerde ayyaşlar arasında kalır… +Ahlakın sukūtu ölmesi terbiye-i umumiyyeyi de hançerliyor. +Fikir bedende ahlakla beraber dolayısıyla uçuruma +yürüyor herşey fena buluyor… +Biz asıl böyle kökten bozulan şeyleri terbiye eylemeliyiz. +Cebr ile zor ile halkı iyi ahlaklı ve dindar yapmanın imkanı +yoktur. Vasi’ bir programla çalışmaya başlamalı. Böyle çalışmaz +Polis efendiler sokakta açık gezen kadınları istedikleri kadar +çevirsinler. Şeyhülislam efendi istediği kadar emir versin +beyanname neşretsin ceza i’lan olunsun! Te’min ederim +ki hiç bunların bir faide ve ehemmiyeti yoktur. +Maraz esaslı ve ilerlemektedir. Biz marazın asıl tedavisi +ne ise onu düşünmüyor hastalığı cebr ile korkutuyoruz. +Böyle üstün körü adi tedbirler ile İslamiyet’in uğradığı ve +uğramakta olduğu sukūt-ı ahlakī tedavi edilemez. Yüzlerce +mektepler kız mektepleri aileler valideler babalar arasında +va’z u nasihatler insaniyeti düşünür İslamiyet’i düşünür +ve bunlar için çalışır kadın ve erkekten mürekkeb ciddi +cem’iyetler bu işi ıslah eder. Hükumet için vatandaşlar için +ulema için yapacak budur. Bu şarkılar nasıl bir ahlaksızlık +propagandası propagandacısı ise biz tedaviciler onlardan +daha kuvvetli propaganda te’sis eylemeliyiz. Çare-i felah +bu!.. +Sakın musikīnin lüzumsuzluğunu ale’l-umum; “Musikī +ahlaksızlığı mucibdir!” dediğim anlaşılmasın. Bütün dünyada +olduğu gibi muharrir-i naçiz bile mektebimde musikīyi bir +esas-ı terbiye olarak kabul ettim. Mekteplerde tatbik edilen +musikī çocuğa gence iyi ahlak metanet şecaat vatanperverlik +askerlik hissi sa’y ü gayret hissi mesleğe muhabbet +hissi teali hissi dindarlık hissi veriyor… +Fransızlar bugün kendilerini ölümden muzlim bir istibdaddan +kurtaran Marseillaise’e medyun-ı şükrandırlar. Marseillaise +Fransızlara vatanperverlik dersi verdi vatanı halas +fikri verdi şecaat ü metanet verdi… +Bizde de inkılab-ı ahirinden sonra böyle vatani şarkılar +terbiyevi şarkılar tanzim olunmaya başladı. Mekteplere +girdi. Hatta cümlesinden büyük istifadeler elde edildi. Lakin +bunların adedi ne bizim istediğimiz kadar ne de beriki +ma’yub şarkıların vücudunu setredecek kadar… +eden yorgunluğu meşağıl-i dimağıyyeyi gideren musikīdir. +Fakat bize hizmet edecek bu musikī dediğim gibi nezih ve +vatani olmalıdır. Ahlar oflar ile inleyerek şehvet va’deden +musikī parçalarını öldürmeye çalışmalı onların nazım ve +bestekarlarını la’netle yad eylemeliyiz. +Manastır +– – +Şeyh Cemaleddin – Mirza Mülküm Han – Mirza Aka +Han-ı Kirmani ve arkadaşları – Üç gazeteci – Mirza Abdurrahim +ve Hacı Zeynelabidin. +Nasıruddin Şah’ın bütün şiddet ve mezalimine rağmen +memlekette bir fikr-i teceddüd ve inkılab perverde ediliyordu. +Şah her ne kadar Babilik töhmetiyle halkullahı kestirmiş +kırdırmış idiyse de fikr-i terakkī-perveraneyi tamamıyle +bitirememiş onu ciddi ve fedakar mürevviclerden mahrum +bırakamamıştı. Devr-i Nasıri’nin bütün zulmet ve kesafetlerine +rağmen ara sıra erbab-ı fikr u deha birer şihab-ı sakıb gibi +parlıyor ve uful ediyorlardı. Fakat bütün ufullerine rağmen +sitareler gitgide bollaşıyor az çok sebat gösteriyor İran-ı kadimin +ufk-ı tarikine nur-ı teceddüd saçıyorlardı. +Silsile-i makalatımızda ihtiyar ettiğimiz usul-i ihtisara nazaran +biz bu “sitare”lerden ancak İran İnkılabı’na efkar-ı +ahraranesine en ziyade icra-yı te’sir etmiş olanlarını kaydetmek +mücahedat-ı fikriyye ve hıdemat-ı kalemiyyelerinin +ehemmiyetini göstermekle iktifa edeceğiz: +* * * +deye atılan mütefekkirlerinin başında Seyyid Cemaleddin-i +Afgani hazretleri geliyor. +Şeyhin İttihad-ı İslam fikri mürevviclerinden olduğu +ma’lumdur. Bu fikrin son şeklinin müessisi addedilen +Cemaleddin hazretleri Nasıruddin Şah zamanında iki def’a +mabeyn-i hümayunda bir makam-ı bülend ihraz eylemiş +hayalat-ı terakkī-perveranesinden dolayı İran’dan tardedilmiştir. +seyahat ettiği esnada müşarun-ileyhle Münih’de görüşmüş +kendisini makam-ı vekalete ta’yin edeceğini vaad ile mevkib-i +hümayunuyla beraber Tahran’a celbetmiştir. Şeyh +Şah’ın gazabına uğramış ve katline irade-i şahi sadır olmuştur. +katıra bindirilerek Tahran sokaklarında teşhir edilmiştir. Fakat +Fransa Sefareti’nin müdahalesi üzerine katlinden vazgeçilmiş +tekrar İran’dan teb’idi cihetine gidilmiştir. +Memalik-i İslamiyyede dahilen kanuni ve adil birer +hükumet te’sis eylemek ecanibe karşı da müttehid ve müttefik +bir Alem-i İslam vücuda getirmek gayesine fedakarane +hizmet eden bu büyük adam gerek İran’da gerek +Memalik-i Osmaniyye Mısır ve Hindistan’da birçok tarafdar +kazanmış idi. Fakat tarafdaranından ziyade –daha doğrusu +tarafdaranından daha kuvvetli– düşmanları da türemiş idi. +Bu düşmanlar sırasında Nasıruddin Şah dolayısıyle Sultan +Hamid olduğu gibi İngiltere devleti de var idi. Bu sonuncu +düşmanın tazyikı yüzünden muhterem mücahid bütün dünyada +rahat yüzü göremedi. İttihad-ı İslam fikrini tervic etmek +üzere Arabca neşrettiği Urvetü’l-Vüska nam risale-i mevkūtesi +Bundan dolayı Şeyh Cemaleddin gazetesini ne Mısır’da ne +Londra’da ne de Paris’de neşredebildi. Mısır’da Paris’de +diplomatik vesilelerle maksadına destres oldu. Urvetü’l-Vüska +’nın Paris’de ’nci nüshasında tevkīf edilmesiyle geniş +bir nefes çekmiş olan İngiliz hükumeti Londra’da dahi Şeyh +hazretlerini İngiltere hürriyet-i matbuatından tuhaf bir entrika +vasıtasıyle mahrum edebildi. Şöyle ki: Bütün Londra’da +huruf-ı Arabiyyeye malik ve Arabca gazete tab’ına yararlık +gösteren bir dane matbaa varmış. Seyyidin gazetesi de orada +tab’ edilmeye mecbur. İngiliz hükumeti matbaacıya hulul +eder Urvetü’l-Vüska tab’ edilmemek şartıyle matbaaya külliyetli +siparişatta bulunur. Bu vesile ile İttihad-ı İslam gazetesi +de ta’tile uğrar. +Bu mücahid-i bi-perva hapislere nefiylere tahkīr ve işkencelere +bakmayarak şayan-ı takdir bir metanetle kendi +mesleğini ta’kīb eylemiş fikrinin tervicinde bir an tekasül +etmemiştir. Hatta zindanlarda olduğu zamanlar bile. Mesela +Necef ulemasına yazmış olduğu gayet müessir bir hitabesini +Osmanlı mahbeslerinin birisinden göndermiş. İşbu mektubunda +Şeyh Necef ulemasını Nasıruddin Şah’ın istibdadı +ya da’vet etmiştir. +Cami’u’l-Ezher’de ıslahat yapıp ulum-ı cedideyi oraya +teşci’ kılan Mösyö Renan’ın “İlim ve İslam” nam konferansına +mukabele ederek muarızının; “Bu şeyhi görünce +çeşmimde tecessüm ediyor” yollu kıymetdar bir ihtiram ve +takdirine mazhar olan bil-cümle asarında büyük bir İslam +memalik-i müttehidesi ve cihad-ı umumi gayesini ateşin bir +surette ta’kīb eden bu İslam mücahid-i a’zamı Nasıruddin +Şah’ın katlolunması üzerine İran hükumetinin tahriki ve Sultan +Hamid’in – “Şahı katlettiren bir adam sultanı da katlettirir” +korkusuyla– içirtmiş olduğu “kahve-i şehadet”le meydan-ı +mübarezeden çekilip da’vet-i Hakk’a lebbeyk-zen-i +Seyyid her ne kadar “Afgani” diye meşhur ise de an-asıl +dir. +* * * +kılab nefheden Seyyid Cemaleddin’i Mirza Mülküm Han +gibi bir muharrir-i siyasi ta’kīb etmiştir. Mirza Mülküm Han +olan Ya’kūb’un oğludur. Mirza Mülküm Han daha ameli +daha yakın ve daha kabil-i tatbik bir emel yolunda meydan-ı +mücahede ve mübarezeye atılmış da memleketin +kavanin-i mazbutaya muhtac olduğunu kendine has olan +sade tekellüfsüz ulvi bir tarz-ı inşa-yı nevinle neşr u beyana +başlamıştır. +Mirza Mülküm Han Farmasonların teşkilatına karib +“kanun-hah”lardan müteşekkil bir cem’iyet-i hafiyye dahi +tertib etmiştir. Cem’iyet-i mezkurenin ismi “Ademiyet” olduğu +gibi a’zasına da “adem” lafzı ıtlak olunurdu. Cem’iyetin +nizamnamesi olmak üzere Mülküm Han tarafından Usul-i +Ademiyyet diye bir risale de kaleme alınmıştır. +Mirza Mülküm Han asar-ı müteaddidesi ve “Kanun” ruznamesiyle +dığı halde gayet diplomat bir adam olduğu için o derece +mabeynin kahr u gazabına duçar olmayıp her vakit devlet +me’muriyetinde ve ekseriya siyasi me’muriyetlerde bulunmuştur. +Şöyle ki; Berlin Kongresi’nde İran meb’usu olmuş +uzun müddet Londra Sefareti’ni işgal eylemiş ve nihayet +dört sene evvelisi Roma sefiri olduğu halde vefat etmiştir. +Mirza Mülküm Han İslam elif-basının ıslahıyle de uğraşmıştır. +Kendisi icad etmiş olduğu elif-ba ile nümune olmak +üzere birkaç kitap dahi bastırmıştır. Elif-basını vaktiyle Osmanlı +Devleti’ne dahi takdim etmiş bu hususda imtiyaz +taleb eylemiş fakat Encümen-i Maarif tarafından reddedilmiştir. +Fars muharririn-i ahiresi arasında Mirza Mülküm Han +tarz-ı inşada müceddid addedilip nesr-i Mülküm nümune-i +feda edip efkarı mübalağa elfaz-ı müselsel[e] içinde boğan +dehşetli bir inhitata ma’ruz kalan nesr-i Farisiyi ale’l-ade +ve teşbihlerden ibaret olan Mülküm Han inşası İran gençlerince +en makbul en müstahsen en müessir bir tarz-ı tahrir +ü beyandır. +Bu tarz-ı nevin-i dil-pesendle yazmış olduğu Peltik[?] +Devleti Tanzimat Şeyh ve Vezir gibi asarı İran mütefekkirin +muharririn ve inkılabcılarına icra-yı te’sir etmiştir. +* * * +Fikr-i inkılabın en dehşetli en ateşin müessirlerinden biri +de adat ve ahlak-ı rezilenin evham ve hurafatın din namına +akīdelerin münekkıd-i bi-emanı Mirza Aka Han-ı Kirmani +cenablarıdır. +Mirza Aka Han’ın ateşin bir ruh-ı pür-feveran-ı inkılabla +yazılmış olan asarından yalnız İran tarihine aid manzum +ve mensur birer kitabı ahiran tab’ olunmuşsa da sair +asar-ı münekkıdanesi bu vakte kadar tab’ edilmemiştir. Zira +şerait-ı mevcude-i ahlakıyyenin tahammül edemeyeceği bir +şiddetle yazılmıştır. Maamafih gayr-i matbu’ olduğu halde +hizmet etmemiştir. Bu kadar cesurane yazılan asardan menfaatten +ziyade zarar geldiğine kesb-i kanaat edenler varsa +da Mirza Aka Han’ın azamet-i ruhunu ve icra etmiş olduğu +te’sirini inkar etmek güçtür. Din namına icra olunan maskaralıkları +tenkīdden ibaret olan Sad Fasl ’ı ile milli hikayeler ve +romanlardan ibaret olan birkaç eserini okumaya muvaffak +oldum da öyle bir cesaret öyle bir ruh-ı inkılab ve isyanı +takdir etmemek elimden gelmedi. +Mirza Aka Han-ı Kirmani güzel bir nasir olduğu kadar +kasidelerinin birinde bir saika-i durbinane ile şair İran’ın +bugünkü felaketini o zaman bile görmüş demiştir ki: +. : . . +Nasıruddin Şah’ın katlini müteakıb İran Dersaadet Sefiri +Alaülmülk’ün tavassutuyle Mirza Aka Han-ı Kirmani ve iki +arkadaşı –Hacı Mirza Hasan-ı Tebrizi ile Şeyh Ahmed Ruhi– +Sultan Hamid hükumeti tarafından İran hükumetine teslim +edildiler ve tahte’l-hıfz Tebriz’e gönderildiler. Sonra veliahd-ı +saltanat şimdiki şah-ı mahlu’ Muhammed Ali Mirza’nın +emri üzerine bu üç mücahidi şehid ettiler hicri . +Bu üç arkadaş tul müddet İstanbul’da ikamet etmiş ve +katiblikle geçinmişlerdir. +Hacı Mirza Hasan Han ile Şeyh Ahmed Ruhi’nin gayr-i +matbu’ olmak üzere birçok eserleri vardır. Bunlar da Mirza +Aka Han’ın asarı gibi ahlakıyata dair olup mezalim-i istibdadı +tenkīd yolunda yazılmıştır. +* * * +Bunlardan daha mu’tedil fakat daha müessir olmak +üzere diğer bir kısım muharririn de vardır ki fikr-i teceddüd +ve inkılaba pek çok hizmetler etmişlerdir. Bunlar miyanında +gazeteci olarak üç kişi vardır: Biri Hindistan’da Kalküta’da +neşrolunan Farisice Hablü’l-Metin gazetesi Sahibi Celaleddin +el-Hüseyni’dir. Bu zat İranilerce en ziyade okunan +sahib-i azm ü sebat muharrirlerdendir. Yirmi seneden beri +neşretmekte olduğu haftalık Hablü’l-Metin ’i ile İran’da iyi +bir cereyan vücuda getirmiştir. İran ahrarının ekserisi Hablü’l-Metin +’den mülhem olmuş fikr-i meşrutiyyeti ondan +öğrenmişlerdir. Hal-i hazırda Farisice neşrolunan gazeteler +miyanında Hablü’l-Metin en eski bir gazetedir. Şiddetli bir +vatanperver hararetli bir “İttihad-ı İslam” tarafdarıdır. +Vaktiyle Dersaadet’te neşrolunan Ahter gazetesiyle Mısır’da +çıkan Perveriş gazeteleri dahi İran devr-i intibahının +birer amil-i müessiri olmuşlardır. Ahter ’i Tebrizli Muhammed +Tahir Bey Perveriş ’i ise Mirza Muhammed Ali Han Perveriş +hazretleri [ya]zıyorlardı. Muhammed Tahir Bey’in gazetesini +Sultan Hamid kapattı. Bu zat şimdi de Dersaadet’te bulunuyor. +Vaktiyle Osmanlı Encümen-i Maarifi’nin a’zalarından +Merhum gayet sehhar bir kaleme malik olup inşada erbab-ı +mazlumiyetini istibdadın kasavetini İran’ın ihtişam ve satvet-i +tarihiyyesini tasvir eden birçok güzel parçaları vardır ki +erbab-ı zevkın hafızalarında münakkaştır. +* * * +fekkirin tedkīk olundukta iki zat daha müdekkıkın nazar-ı +dikkatini celb ve kendilerine karşı insanda bi-hakkın bir +hiss-i tebcil ve ihtiram tevlid ederler. Bunlar da Tebrizli Mirza +Abdurrahim-zade ile Meragalı el-Hac Zeynelabidin hazretleridir. +Birincisinin Kitab-ı Ahmed veya Sefine-i Talibi ’si +asar-ı cedideden en ziyade okunan eserlerdir. Kitab-ı Ahmed +müsahabe yollu yazılmış ulum-ı muhtelifeden ma’lumat-i +sevile okunur. Ta’lim ve terbiye nokta-i nazarından büyük +bir kıymeti haiz olan bu kitab İran’ın sebeb-i tenezzülünü +memalik-i ecnebiyyenin hikmet-i terakkīsini vazıh delillerle +gösteriyor. Kitab-ı Ahmed ’i okumamış bir İranlıya az tesadüf +edersiniz. Seyahatname-i İbrahim Bey ise roman-vari yazılmış +bir eser-i kıymetdardır. İran usul-i istibdadını cehaletini +fesad-ı ahlakını san’atkarane bir surette tenkīd eder ve Avrupa +usul-i idaresi kabul olunmayınca İran’a necat olmadığını +şekk ü şübheye meydan bırakmadan kari’lerine hissettirir. +Devr-i istibdadda İran’a dühulü memnu’ idi. Fakat memnu’iyetine +rağmen kitabı az kimse okumamıştır. +Gerek Abdurrahim Efendi gerek Hacı Zeynelabidin +Efendi iki sene evvel birincisi Kafkasya’da vaki’ Timurhan +Şura şehrinde ikincisi de Dersaadet’te bu dar-ı fenaya +veda’ eylemişlerdir. +Abdurrahim Efendi’nin Kitab-ı Ahmed ’den başka ilm-i +hey’ete hikmet-i tabiiyyeye ictimaiyyat ve tarihe aid sair +eserleri de mebzuldür. +Tabii İran devre-i inkılabının mütefekkir ve muharrirleri +yalnız bunlar değildir. Fakat biz en meşhurlarını zikrettik. +HİND YOLUNDA +− − +HITTA-İ IRAKIYYE UMUR-I ZİRAİYYESİ +NASIL İHYA VE ISLAH OLUNUR? +Ecdadımızın kanıyla yoğrulmuş hak-i pak-i vatanımızı +daima parçalamaya çalışan düşmanlardan muhafaza etmek +duya muhtacız. Ordularımızdaki birkaç yüz bin askeri güzelce +beslemek giydirmek ellerine en yeni toplar tüfenkler +vermek en yeni icad olunmuş zırhlılar satın almak için devlet +ve milletimizin milyonlarca liraya ihtiyacı vardır. Kezalik +ahalimizi rahat yaşatmak kolaylıkla çok para kazandırmak +len şose ve demiryolları da yüzbinlerce milyonlarca liralar +Acaba devletimiz bu milyonlarca liraları ne suretle ve +nereden tedarik edecektir? Devletimiz ya varidatından fazla +olan masarıfatını kapatmak için gümrüklerinin vergilerinin +her senelik hasılatını rehin vererek ve ecnebilere yüz suyu +döküp boyun eğerek ağır faizlerle ödünç para alır yahud +ahalinin vergilerine zam ederek onları ağır bir yük altında +bırakır yahud ticaret ve sanayi’i ziraati ilerleterek onlardan +fazla varidat çıkarmaya bu suretle açığı kapatmaya çalışır. +Şimdiye kadar devletimizin mesarifi varidatından daima +çok olduğu için devletimiz masrafının fazlasını Avrupalılardan +aldığı paralarla ödemiş ve senelerden beri milyonlarca +borç altına girmiştir. +Geçen sene devletimizin bütün varidatı yirmi sekiz milyon +Osmanlı lirası tuttuğu halde mesarifi otuz altı milyon +liraya vardığından bu açığı kapatmak için Almanlardan on +milyon lira ödünç almaya mecbur olmuştur. +Bir devletin borcunun çoğalması i’tibarının gitgide azalmasına +sebeb olacağından bilahare karşılık gösterecek varidat +bulamayacağımız için daima borç ile geçinemeyeceğimiz +gibi Allah esirgesin borçlarımızı da veremeyecek bir +hale geldiğimiz vakit hazinemiz de ecnebilerin boyunduruğu +altına girer. +Devletimiz ödünç para almaya muvaffak olamayınca ya +masrafını son derece kesmeye yahud çiftçilerin esnafın sırtlarına +ağır ağır vergiler yükletmeye mecbur olur. +Devlet masrafını indirirse düşmanlara karşı hazır bulundurması +beylik gemiler tayyareler tedarik edemez; şoseler demiryolları +yaptıramaz; memleketleri i’mar eyleyemez; me’murlarına +muntazaman aylık veremez… İşin fenalığı istibdad devrinde +olduğu gibi yine fukaranın başına gelir. Devlet masrafını +kısaltmayıp da vergileri artıracak olursa zaten gelirleri +az olan ve pek az nafaka ile geçinmeye mecbur bulunan +rençberler esnaflar bu ağır yükün altında kalkamayıp büsbütün +ezileceklerdir. +Şu halde gerek ecnebilerden ödünç para almakla gerek +vergileri artırmakla elde edilecek varidat ahalinin zararına +olacak ve milleti sefalete doğru sürükleyecektir. Şimdi yalnız +devletin ziraat ticaret ve sanayi’in ilerlemesinden ve ahalinin +zengin olmasından kazanacağı para kalır. Hazineye varidat +getirecek sanayi’ en ziyade büyük fabrikalardır. Memleketimizde +tezgahla işleyen san’atler zaten esnafın karnını +zor doyurduğu için devlete büyük varidat bırakamaz. Hepimiz +pek a’la görüyoruz ki yiyeceğimiz giyeceğimiz eşyanın +çoğu hatta başımızdaki fesden ayağımızdaki kunduraya +geliyor. Avrupalılar bizden pamuğu yünü keteni keneviri +guruş mukabili olarak kantarlarla ipeği okkalarla aldıkları +halde bunları elbise ve saire haline getirerek mecidiye ve lira +mukabilinde bize dirhemlerle satıyorlar. Bizim bunların hiç +birisini yapmak için fabrikamız olmadığı gibi yapılsa da devletin +artırmaya muvaffak olamadığı gümrük resmi bu raddede +kaldıkça bizim fabrikaların Avrupalılarla rekabet etmek +onlardan ucuz mal satmak ihtimali yoktur. Bundan anlaşılıyor +ki devletimiz şimdiki halde sanayi’den büyük bir varidat +bekleyemez. Ticarete gelince: İhtiyacımız nisbetinde yollarımız +şimedüferlerimiz fabrikalarımız limanlarımız olmadığı +hal-i hazırda mevcud olanı da hemen hemen maatteessüf +ecnebilerin elindedir. +Şu sözlerden anlaşılmıştır ki Avrupalılar ticaret ve sanayi’de +bizden fersah fersah ileride oldukları için onlara bu +hususda az zamanda yetişmek kabil değildir. Aramızdaki +fark o kadar büyüktür ki bugün bile onlar buhar kuvvetini +bırakıp elektrik sür’atiyle ilerledikleri halde biz hala deve +adımıyla gidiyoruz. Binaenaleyh bir tarafdan memleketimizin +kabiliyeti derecesinde ticaret ve sanayi’in de terakkīsine +çalışmakla beraber bu dünyada Osmanlı olarak yaşamak +yani düşmanlara ve ecnebilere esir olmamak için her halde +başlıca ziraatin terakkīsine bütün mevcudiyetimizle çalışmaklığımız +Fakat evet büyük bir teessüfle denilebilir ki: Eyyam-ı +ümranında rüsum-ı beytülmal öşür ve nısf-ı öşür nisbetinde +Hıtta-i Irakıyye bugün nısf sülüs rubu’ humus nisbetinde +varidat vermediği nazar-ı i’tibara alınırsa nasıl bir ihmalin +zebunu olduğu anlaşılır. +yenin bir timsalidir. Irak dünyada akan en mebzul sulara +harikulade kuvvet-i inbatiyyeye muhtereat-ı cedideden +olan her türlü makinelerin tatbik ve teşebbüsüyle dünyada +en müsaid müstevi bir satha hafif milli ve teşekkülat-ı +tabiiyyenin ziraate en elverişli bir surette arazili bir türaba +ve tabakata maliktir. Hele iklim nokta-i nazarından bilad-ı +baride ve harrenin yetiştirdiği ve yetiştiremediği birçok eşcar +ve nebatat-ı müfide ve sanaiyyenin neşv ü nemasına +müsaid bir mıntıkada bulunması her türlü terakkıyata sebeb +olan mevadd-ı ibtidaiyyenin bir mahzeni olduğuna şübhe +getirilemez. +milyon dört yüz bin küsur dönümden yalnız dört yüz bin +küsur dönüm o da gayet adi bir surette ziraat edilip mütebakī +kalan yüz kırk bir milyon dönüm topraklarımız saban +değmemiş ekilmemiş bulunduğu halde birçok ihtiyacat-ı +zaruriyyemizi ecnebilerden tedarik etmekliğimiz ve bunlarla +geçinmekliğimiz bizim için yazık günah değil midir? Bu hal +bizi ağlatmazsa yüzümüzü kızartmaz mı?! +Ziraatin memalik-i ecnebiyyede ilimle fenle büyük büyük +makinelerle yapıldığı halde memleketimizde ma’lumatsızlıktan +yapılmasından ileri geliyor. Avrupa’da çiftçiler ma’mur +köylerde güzel köşklerde oturdukları bol ve nefis yemekler +yedikleri velhasıl pek zengin ve pek rahat geçindikleri +halde acınarak denebilir ki: Köylülerimiz adi kulübelerde +çırıl çıplak bir halde bütün sene yoksuzlukla yaşarlar! Niçin +bizim çiftçiler de elleriyle sırtlarıyla za’if ve cansız gerd +–ziraat– hayvanlarıyla gördükleri hizmetleri cansız makinelere +gördürerek birçok zahmet ve meşakkatten kurtulmasınlar? +Niçin güzel giyinip iyi yiyerek rahatça yaşamasınlar? +arz edilecek mevadd-ı mühimme-i hayatiyyedendir. +Değil memleket-i Osmaniyyenin; dünyanın en mühim +ve mümtaz bir kıt’a-i ziraiyyesi olup Irak ve Ceziretü’l-Arab +dahil olduğu halde Musul hududundan ta Basra’nın münteha-yı +hududuna kadar ufak devletlerden birkaç hükumet +kıt’asına muadil olan bu kıt’a dahilinde terakkıyat-ı ziraiyye +namına şimdiye kadar ne yapıldı? Hiç! Halbuki iklim ve isti’dad-ı +tabii nokta-i nazarından bu kıt’anın pek ma-dununda +ve ziraate kabil arazinin mecmuu bu kıt’anın arazisine +muadil gelemeyen Anadolu ve Rumeli’nin hemen umum +vilayatında hatta liva ve kazalarında birçok ziraat mektepleri +nümune çiftlik ve tarlaları ipek böceği darü’t-tahsilleri +süthaneler her nevi’ alat ve edevat-ı ziraiyye depoları ziraat +bankaları bağcılık mektepleri aygır depoları hayvanat-ı +bakariyye haraları velhasıl şuabat-ı ziraatin umumuna aid +terakkıyatı nazar-ı i’tibara alınarak hatta Avrupa’ya birçok +talebeler gönderilmiştir. Bu hıtta-i cesimeye ise ne yapıldı? +Yine hiç! İnsanın ani’l-yakīn bu hali görüp de müteessir olmaması +feryad etmemesi mümkün olmuyor. +vermeye müsta’id olan bu kıt’a-i harikulade ziraat nokta-i +nazarından böyle bir yokluk bir perişanlık içinde yuvarlanıp +giderken biz ecnebilere boyun eğerek yüz suyu dökerek +elimizi uzatıp haysiyet-i milliyyemizi rahnedar menafi’-i iktisadiyyemizi +dat vermeyen menafi’-i maddiyye te’min etmeyen yerlere +sarfediyoruz. Ve asıl hayat-ı milliyyemizi parlatacak servet-i +umumiyyemizi tezyid hazinemizi zengin edecek ve bizi +ecnebilerin ribka-i esaretinden kurtaracak böyle bir kıt’a-i +cesimenin terakkıyat-ı ziraiyyesini şimdiye kadar hiç nazar-ı +ehemmiyete almamışız. Buna ne kadar teessüf edilse sezadır. +BALKANLAR MUHAREBESİ +Bugün de öğleye kadar harb i’lan edilmedi. Herkes intizar +ediyor. Gazeteler Poinkare’nin bir konferans teşebbüsünü +haber veriyorlar. Bu haber ezhanı yine meraklandırıyor. +“Acaba Düvel-i Muazzama mes’ele bu raddeye geldikten +sonra bizi harbden alıkoyacaklar mı? Devlet-i Aliyye bu +konferans mes’elesini nasıl telakkī edecek?” diye yine meraklar +artıyor. Ufk-ı siyaset sehabedar oluyor. Diğer taraftan +yor. Bu habere nazaran hakimiyet-i Osmaniyye Trablus’da +bakī kalmak şartıyle bir muhtariyet-i idare i’lan olunacak +zat-ı şahane tarafından bir naibü’s-sultan ta’yin edilecek. +Fakat Balkanlar muharebesini bir gaye-i milli telakkī eden +hükumet-i Osmaniyye için hayat-memat mes’elesi addeden +efkar-ı umumiyye diğer bir zamanda olsaydı heyecanlarla +telakkī edeceği bu sulh haberini kemal-i sükunet ve i’tidal-i +demle karşılıyor. Hele bu sulhün böyle gaileli bir zamanda +vukū’ bulmasının mucib-i memnuniyyet bile olduğu hissolunuyor. +Bir taraftan sulh fakat diğer taraftan harb olmak +şartıyle. Hükumet-i Seniyye bugün Bulgar ve Sırp sefirlerinin +pasaportlarını kendilerine tevdi’ ediyor biran evvel hudud +haricine çıkmalarını taleb ediyor; bu suretle Bulgaristan +ve Sırbistan’a karşı harb i’lan olunuyor. Fakat –nedense– +Yunanistan sefirinin pasaportu verilmiyor. Yunan Sefiri Griparis +Babıali’ye geliyor Hariciye nazırıyla mülakat ediyor. +Bu hususta birçok dedikodular çıkıyor türlü türlü te’vilatlar +oluyor; “Neden Yunan’a i’lan-ı harb olunmamış?” diye merak +olunuyor. +Akşam Harbiye Nezareti’nden Bulgar ve Sırp hududunda +olan ordu kumandanlarına hücum emri veriliyor. +Artık harb başlamıştır. Bugün de Romanya vapuruyla Bulgar +mezaliminden kurtulan birçok Bulgaristanlı İslam kardeşlerimiz +Dersaadet’e geliyorlar. Duçar oldukları teaddiyatı +yana yakıla naklediyorlar. +Bugünkü gazeteler hep harbden ve Osmanlılığın menakıb-ı +askeriyyesinden bahsediyorlar. Simalarda bir beşaşet +kalblerde bir inbisat duyuluyor. Çünkü artık i’lan-ı harb +edildiğini an’anat-ı askeriyye-i Osmaniyyeden olan hücum +emri verildiği müjdesini herkes haber almıştır. Bulgaristan +ve Sırbistan sefaretlerine tebliğ olunan şifahi i’lan-ı harb notası +gazetelerle i’lan olunuyor. Osmanlılığın vakar ve haysiyetiyle +mütenasib bu notayı herkes alkışlıyor.. İtalyanlarla +sulhün kat’i olduğu da bugünkü neşriyatla artık te’eyyüd +ediyor. Boğaz’ın torpillerden tathirini İtalyanların tekrar İstanbul’a +döneceklerini ve Banco di Roma’nın İtalya Sefarethanesi’nin +açılacağını gazeteler haber veriyorlar. Trablusgarb’a +muhtariyet veriliyor bu hususta tertib edilen kanun-ı +mahsus gazetelerle i’lan olunuyor Trablusgarb’da okunacak +ferman-ı hümayun da neşrolunuyor. Bunlar kısm-ı mahsusumuzda +mündericdir İtalyanların taht-ı işgalinde olan adalar +tahliye edileceği İtalyanlarla teşrik-i mesai eden Şeyh İdris’in +mazhar-ı afv-ı ali olduğu i’lan olunuyor… Dün vapur +bulunmadığı cihetle şehrimizde kalan Bulgar ve Sırp sefirleri +bugün gidiyorlar. Sefarethanelerin armaları iniyor. Diğer +tarafdan Yunan’ın da müttefiklerinden geri kalmayarak +resmen i’lan-ı harb ettiği haberi geliyor. Akşam gazeteleri +hududlardan muzafferiyet haberleri getiriyorlar. Fakat resmi +olarak henüz bir haber yok. Zaten bu kadar çabuk esaslı ve +ciddi bir harbe de intizar edilemez. +Bugün başkumandan vekili olan Harbiye nazırının ordu-yı +hümayuna hitaben tastir buyurdukları beyanname +neşrolunuyor. Beyannamedeki metanet ve vakar lisanındaki +kuvvet ve ciddiyet müraat eylediği usul-i nezaket ve +hususunda sitayişkarane makaleler yazıyorlar. Büyük heyecan +ve alkışlarla beyanname askerlere karşı okunuyor. +Askeri mütehassıslarından bazısının gazetelerle neşrolunan +re’ylerine nazaran büyük bir meydan muharebesini ancak +bir hafta sonra beklemelidir. +Bugün Darülfünun talebesinden kadar gönüllü Harbiye +Nezareti’ne gidiyorlar taburlara kaydolunuyorlar. +Bugün gazeteler Kral Ferdinand’ın hurub-ı salibiyye taassubuyle +yazılan dini ve ırkī hissiyatı gıcıklandıran “Hilal’e +karşı bir Salib harbi” i’lan eden beyannamesini neşrediyor +ve şiddetli tenkīdatta bulunuyorlar. Yirminci asr-ı medeniyetinin +nümune-i ma-fi’z-zamiri olan bu mühim vesika-i +tarihiyye kısm-ı mahsusumuzda mündericdir. Matbuat-ı +Osmaniyye mütemeddin! hıristiyan kralının beyannamesini +Avrupa’ca taassub! telakkī olunan İslam Halifesi’nin +beyannamesiyle mukayese ediyor ve pek haklı olarak taassubun +hangi tarafta olduğunu Avrupa’nın gözüne sokuyorlar. +Bütün hududlarda harb olduğu resmen i’lan olunuyor. +Karadağ hududunda ufak bir kasaba olan Tuz Karadağ’ın +sür’atle i’lan-ı harb ettiğinden dolayı tahkim edilememiş olduğundan +şanlı bir müdafaadan sonra sukūt ediyor. Fakat +diğer hududlarda Osmanlı ordusu muzafferiyet kazanıyor +evvelki gün öğleden sonra Kırcaali’nin şimalinde “Aydoğmuş” +ve “Köseler” istikametinden ilerlemek isteyen Bulgar +kuvvetleri asakir-i Osmaniyye tarafından def’ u tard edildiği +mukabil bir taarruz ile Bulgarların Harmantepe Karakolu +zabtolunduğu resmen matbuata tebliğ olunuyor. Yine +resmi ma’lumata göre Karadeniz’de bulunan Osmanlı donanması +Varna Limanı açığında tesadüf ettiği Bulgar torpidolarını +limana ilticaya mecbur ediyor Bulgarların milis ve +muntazam askerlerinden mürekkeb bir kuvvet Kırkkilise’nin +şimalinden Malkoçlar istikametinde hududu geçmeye çalışıyor +fakat askerimiz tarafından geriye tardediliyor nikat-ı +hakime işgal olunuyor. Sırbistan’ın Düvel-i Muazzama’ya +verdiği yeni nota mündericatı gazetelerle i’lan olunuyor. Bu +notada Sırbistan ırk ve dindaşlarını Türk mezaliminden! +kurtarmak üzere silaha sarılmaya mecbur olduğunu ve bu +musaraada hıristiyanların teveccühünden ümidvar olduğunu +beyan ediyor. Osmanlı Atina Sefareti erkanı bugün şehrimize +varid oluyorlar. Birçok Yunan tebeası şehrimizden def’ +olup gidiyorlar. Varna ve Burgaz Limanları Osmanlı donanması +tarafından abluka olunuyor. +Rusya’da Kiev şehrinde Avusturya konsulatosuna karşı +şiddetli bir nümayiş vukū’ bulduğunu nümayişçilerin konsulatoyu +yağma ederek Avusturya bayrağını yaktıklarını +telgraflar iş’ar ediyor. Bu haber ahalimizce harbin Rusya-Avusturya’ya +sirayet edeceğine bu iki düvel-i muazzamanın +yekdiğerleriyle çarpışacağına bir emare gibi telakkī ediliyor. +“Cenin” Gazetesi bugün hakan-ı mahlu’un muharebeden +dolayı Selanik’ten kaldırılarak İstanbul’a getirileceği ve +burada taht-ı tevkīfde bulundurulacağı kararına karşı i’tiraz +ediyor hakan-ı mahlu’un İstanbul’da bulunmasını muhataralı +görüyor. +Bugün gazetelerde neşredilen hususi telgraflardan Edirne +taraflarında Osmanlı-Bulgar hududunda asakir-i muzaffere-i +Osmaniyye ile Bulgar kıtaat-ı askeriyyesi arasında +vukū’a gelen muharebe-i şedidede düşmandan dört yüz +süvari askerinin pusuya düşerek kamilen telef olduğu Sırp +hududunda düşman kıtaatının zayiat-ı azimeye uğratılarak +püskürtülmekte olduğu Lika’nın zabtedildiği Kurşunlu’da +muharebe[ye] devam olunduğu Yunan hududunda dahi +muhtelif nikatta müsademeler vukū’a geldiği anlaşılıyor. +Gayr-ı resmi haberler Preveze Limanı’nın Yunanlılarca +abluka altına alındığını dahi bildiriyorlar. İzmir yolunda hat +me’murlarının her halde mücazatsız kalmaması iktiza eden +müessif bir müsademe oluyor yüz kadar telef ve mecruh +oluyor. +Bugünkü gazeteler donanma-yı hümayunun Bahr-ı +Siyah’daki faaliyeti hakkında resmi ma’lumat neşrediyorlar. +Donanmamızın Varna Limanı’ndaki mebani-i askeriyyeyi +tahrib ettiği bombardımanın el-an devam ettiği düşman +deniz’deki filo kumandanından alınan diğer bir telgraf dahi +limandan çıkmak isteyen üç Bulgar torpidosunun duçar-ı +hasar olarak limana avdete mecbur edildikleri bildiriliyor. +Bulgaristan hududunda Hanlar mevki’i mukabilinde sahte +bir ric’at neticesinde düşmanın bir giriveye düşürüldüğü +kendilerine mühim bir zayiat verdirildikten sonra iki toplarının +sı’na tebliğ olunuyor. Diğer resmi bir ma’lumata göre de +bütün Rumeli hududunda muharebat vaki’ olduğu haber +veriliyor. Fakat büyük meydan muharebesi hala yok. Buna +bir iki gün daha intizar olunacak. +Bugün İngiltere hükumetinin i’lan-ı bi-tarafi eylediği akşam +gazeteleriyle i’lan edildiği gibi İngiltere Sefiri Sir Lowther +hazretleri dahi Hariciye Nazırı’nı konaklarında mülakat +ederek devlet-i metbuasının Balkanlar Muharebesi dolayısıyla +bi-taraf kalacağını tebliğ ediyor. +Büyük bir intizarla beklenilen büyük meydan muharebesinin +bugünkü haberlerle artık başlanmış olduğu tebeyyün +ediyor. Resmi olarak Osmanlı Ajansı atideki telgrafı +neşrediyor: “Meriç darü’l-harekatında harekat-ı taarruziyyeye +da tesadüf ettiği düşmanın kuva-yı külliyyesine taarruz etti. +Hala devam eden şiddetli bir muharebe başladı. Muharebenin +tarz-ı cereyanı ordu-yı hümayuna muvafıktır.” +Aynı zamanda hususi telgraflara nazaran; Maraş ve civarında +asakir-i Osmaniyye ile Bulgarların otuz bin kişilik +kuvveti arasında dokuz saat devam eden kanlı bir muharebede +düşmanın; “Valeli mayka= Aman anacığım!” feryadıyle +mühim bir kısmı telef oluyor kalanları firar ediyor. +Ta’kīb olunarak Çirmin Karaağacı’nda topçu ve piyadelerimiz +tarafından mahvediliyor birçok esir alınıyor. Kırkkilise +saat tecavüz ediyor Edirne’yi muhasara maksadıyle düşman +tarafından getirilen dört muhasara ve yedi seri’ ateşli +topları i’tinam ediyor bir binbaşı ile bir çok da neferat +esir alıyor… Cisr-i Mustafapaşa’ya mücavir Kadıköyü’nde +de gayet şiddetli bir surette devam eden müsademe neticesinde +Bulgar asakiri nısfına karib zayiat vererek münhezimen +ric’at ediyor. Bu muharebede de düşmandan top ve +hayli mühimmat iğtinam olunuyor… Tunca nehrinin cihet-i +garbiyyesinde Hasköy ve Kireççi karyeleri civarında Bulgar +süvarisinden bir bölük kamilen mahvediliyor… Vaysal +mevki’inde vukū’ bulan müsademede de Bulgarlardan iki +mitralyöz iğtinam ediliyor. Sırbistan Karadağ Yunanistan +hududlarında da mühim muzafferiyetler tevali ediyor. +Harbin cihet-i askeriyyesi böyle heyecanlı dakīkalar geçirdiği +bir zamanda şuun-ı siyasiyye de merak-engizdir. İngiltere’den +başka Düvel-i Muazzama’dan hiç birisi usulden +olan bi-taraflığını resmen henüz i’lan etmediler. “Acaba ne +olacak?” diye mülahazalar mütalaalar yürütülüyor. Düvel-i +Muazzama bi-taraflıklarını i’lan için yekdiğerine karşı +meşkuk bir tavır takınan Rusya ve Avusturya���yı bekliyorlarmış. +Onlar da galiba serbesti-i hareketlerini muhafaza +etmek üzere bi-taraflık i’lanında pek de kat’i bir karar veremiyorlar. +ALEM-İ İSLAM’DA TEZAHÜRAT +Pretoria Cemaat-i İslamiyyesi tarafından Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti’ne telgrafla ve Milli Banka ma’rifetiyle beş yüz elli +galibiyeti inayet-i Samedaniyyeden niyaz ve istirham olunmuştur. +Amerika’da bulunan birçok Arnavudlar bir ictima’ akdederek +zat-ı Hazret-i Padişahi’ye arz-ı sadakat ve vatandaşlarına +tavsiye-i ittihadı havi bazı mukarrerat ittihaz ederek +bunları bir telgrafla Washington sefirine tebliğ eylemişlerdir. +Sefir mukarrerat-ı vakı’adan dolayı kendilerine teşekkür ettikten +sonra mezkur telgrafname suretini Hariciye Nezareti’ne +göndermiştir. +Londra Cemaat-i İslamiyyesi tarafından Balkan hükumetlerinin +hükumet-i Osmaniyyeye karşı ahzetmiş oldukları +vaz’iyet hakkında protestoda bulunmak üzere bazı mukarrerat +Makam-ı Sadaret’e Teşrinievvel tarihiyle Cape +Town’dan Abdülmecid Han Sir Grew imzasıyle atideki +telgrafname keşide edilmiştir: +“Cape Town müslümanları hükumet-i Osmaniyyeye kar +şı olan ihtisasat-ı samimiyye-i hayr-hahanelerini te’kiden arz +ve izhar ederler ve Devlet-i Aliyye’nin ihraz-ı galibiyyet ile +şan u şeref-i İslam’ı muhafaza etmesini temenni eylerler ferman.” +man gazetesi müttefik Balkan devletleri aleyhine şiddetli bir +makale neşretmiştir. Bu gazete Balkanlar’da muhasamatın +başlamasını büyük bir meserretle alkışlıyor ve Türkiye’nin +komşularına galebe edecek kadar kuvvetli olduğunu isbat +edecek zamanın çoktan hulul etmiş olduğunu ve Balkan +hükumetlerinin bu harbini müslümanların İslamiyet aleyhine +yeniden Ehl-i Salib muharebatı açması nazarıyle baktıklarını +ve bütün İslamların İslamiyet’i müdafaa için kıyama +hazır ve amade bulunduklarını beyan eyliyor. +Balkan Muharebesi’nin i’lanı Rusya İslamları beyninde +büyük bir heyecanı mucib olmuştur. Birçok Rusya mekatib-i +aliyyesinde ikmal-i tahsil etmekte olan müslüman talebeleri +gönüllü olarak darü’l-cihada gelmek için hazırlanıyorlar. İlk +gönüllü olarak dahili Rusya müslümanlarından darülfünun +talebelerinden Arif Bey Kerimof Efendi şehrimize vasıl olmuştur. +Bu hamiyetli gencin beyanatına nazaran gerek Kafkasya’dan +gerek dahili Rusya’dan birçok gönüllüler daha +geleceklerdir. +Bu +sername ile yazdığı mühim bir makalesinde el-Alem gazetesi +u tehalükle gönüllü yazıldıklarını ve iane-i harbiyye olmak +üzere para topladıklarını misal olmak üzere kaydettikten +sonra; “Neden biz Mısırlılar ianede bulunmayalım?” diye +Mısır İslamlarının hissiyat-i diniyye ve hamiyyetlerini tahrik +ediyor. Devlet-i Aliyye’nin bedenen Mısırlıların muavenetine +Balkanlılara haklarını verdirmekte kafi geldiğini kaydederek +böyle bir zamanda Devlet-i Aliyye Mısır’dan ve bütün İslam +kardeşlerimizden muavenat-ı maliyye intizar ettiğini beyan +ni böyle bir muavenet-i müessireye teşvik ediyor. Böyle bir +muavenetin ne kadar sehlü’l-icra olduğunu ve aynı zamanda +ne kadar büyük neticeler verebileceğini de gazete kaydetmeden +geçmiyor. el-Alem ’ce her bir Mısırlı beşer guruş +verecek olursa en az Mısır’da milyon İslam var ki bu +yüzden guruş toplanılabilir. Refikımız makalesini +samimi ve har da’vetlerle bitiriyor ve diyor ki: Bu muharebe +Alem-i İslam’ın ve belki bütün Şark’ın mukadderatına merbut +olduğundan her İslam her Şarklı ona iştirak etmelidir. +Bir Mısırlının lüzum-ı iştirakini ihtar etmek ise zaiddir. +Tercüman-ı Hakīkat ’in Çarşamba günü çıkan nüshasında; +“Düvel-i Muazzama’dan birinin teşvikıyle İran Devlet-i +mealinde neşretmiş olduğu bir haber şehrimizde bulunan +sefarethaneye koşarak neşriyat-ı mezkurenin ne gibi bir +esasa mübteni olduğunu pür-telaş tahkīk ederler. Sefarethane +de böyle şeye imkan olmadığı Tercüman-ı Hakīkat ’in +hilaf-ı hakīkat neşriyatta bulunduğu te’min ve bundan dolayı +da sefir hazretlerinin müteessif olduğu müracaat edenlere +beyan edilir. Bunun üzerine İraniler geceleyin Yeni Gazete +Tanin ve İkdam idarehanelerine giderek böyle bir havadisin +aslı faslı olmadığını beyan etmişlerdir. Ertesi günü de gazetelerle +bunun bir su-i tefehhümden ibaret olduğu beyan +olunmuştur. +§ Aldığımız mevsuk habere göre Dersaadet’te bulunan +ya teşebbüs etmişler daha ilk günlerde lira kadar bir +meblağ toplayabilmişlerdir. +Mücahidin-i muhtereme-i İslamiyyeden Bingazi Kumandan +ve Mutasarrıfı Enver Bey tarafından Derne’den Mısır +Fevkalade Komiserliği’ne keşide olunup Mısır gazetelerinde +neşrolunan telgrafların tercümesidir: +Teşrinievvel’de İtalyanlar bir alay ve +Eritre askerinden dört tabur ile Derne’ye musallat olmak +üzere intihab ettiğimiz merkeze garb tarafından ve diğer +bir alay ile Seyyid Abdullah’ın haziresinin bulunduğu elHarabe’ye? +diğer bir cihetten hücum ettiler. Bunun üzerine +aramızda büyük bir müsademe vukū’ bularak tam on +zabit ve bir nefer-i nizamiyye şehid ve bir mülazim ile bir nefer-i +nizamiyeden ve mücahidin-i Urbandan on iki kişi mecruh +düşmüş ve bir küçük zabit ile iki onbaşı gaib olmuştur. +Neticede el-Harabe mevki’ini istila eylemişlerdir. +Teşrinievvel’de mezkur mevki’i işgal +eden düşmanın askeri cenuba doğru ilerleyerek hatt-ı ric’atimizi +kesmek istediler. Bu sebeble de aramızda büyük bir +müsademe cereyan etmiş ve bütün gün imtidad eylemiştir. +Bu neticede düşmanlar cenuba doğru beş kilometre mesafede +kain Sefuh’u dahi işgal eylediler. +Bugün düşman yeni işgal eyledikleri +yerlerden bize hücum ettiler. Kuvvetleri on iki tabur üç +cebel bataryası iki tabur süvari ve bir tabur topçu ve dört +tabur Eritre askeri idi. Aramızda cereyan eden müsademe +geceye kadar imtidad eylemiş ve neticede düşman pek fena +bir halde mağlub olarak fevkalade zayiat verdikten sonra +bur olmuşlardır. Elimize düşen ganayim arasında birinci alaya +müteallik bir takım evrak ile birçok esliha vardı. Bini +Alayı’nın Elliikinci Bölüğü efradından Terry Geovanni namında +bir neferi esir ettik. Bu müsademede bizden yalnız +beş zabit ve içlerinde bir çavuş bulunduğu halde topçulardan +yedi nefer hafif surette cerholunmuş ve milisiden bir +nefer şehid olmuştur. +Düşmanın altı piyade taburu ile iki bataryası merkeze +doğru ilerlemek istemişlerse de bu hali görünce zerre kadar +bir tecavüzde bulunmadan geri dönmüşlerdir. +§ Teşrinievvel’de İtalyanlar Bumba Sahili’ne bir +tabur piyade indirmişlerse de gönderdiğimiz kuvvet oraya +muvasalat etmezden evvel bile mezkur taburu gemilere irca’ +eylemişlerdir. +Aynı günde ve iki gün sonra Susa sularında birkaç +kruvazör durmuş ve sahile bir çok gülleler atmış ise de bu +gülleler zerre kadar bir te’sir yapmamıştır. +Hükumet-i seniyye tarafından +Mısır hükumetine teslimi birçok kīl ü kali mucib olan el-Hilalü’l-Osmani +sahib-i muhteremi meşahir-i üdeba-yı Arabdan +Şeyh Abdülaziz Çaviş hazretlerinin Mısır mahkemesince +beraetine hükmedilerek bila-te’hir Hıtta-i Mısriyye’den çıkmak +şartı ile sebilleri tahliye edilmiş ve Salı günü sabahleyin +Dersaadet’e vasıl olmuşlardır. +el-Alem gazetesinin yazdığına +nazaran iki hafta bundan evveline kadar Kanal’dan +geçmek üzere bin ve nefs-i Mısır’dan dahi bin huccac-ı +kiram semt-i Hicaz’a azim olmuşlardır. +Geçen nüshamızda Rusya +Devleti’nin Duma intihabatında menafi’-i milliyyelerini +gözetmek üzere çalışan İslamları tazyik etmekte olduğuna +bir nümune olarak muhterem Maksudof’un isminin müntehabin +listesinden ihrac eylediğini yazmıştık. Bu kere daha +aynı tazyik neticesi olarak intihabat hakkında yazmış olduğu +başmakalesinden dolayı Kazan’da münteşir Vakit sermuharririnin +de habsedildiği Rusya gazetelerinde okunmuştur. +kararlaştırılacak olan Rus ve İngiliz notasının kendisine verilmesini +karşılamak maksadıyle İran ıslahatına aid olmak +üzere müstakil bir program tertib etmiştir. +Tahran’daki sefirleri vasıtasıyle Rus ve İngiliz devletlerine +tebliğ olunan bu program atideki fusulü havidir: +darma ve polis vasıtasıyle memleketin asayiş-i dahilisinin +te’mini. İran işlerinde alakadar olmayan küçük Avrupa +devletlerinin birinden celbolunan zabitan kumandası tahtında +olarak kişilik bir ordu teşkili. Devleti menabi’-i +varidatın taht-ı zımanında yakın bir zamanda iki milyon rublelik +bir avans almak şartıyle rublelik bir istikraz +akdi. Hazar Deryası’nı Basra Körfezi ile vasledecek bir +şimendüfer imtiyazının beynelmilel bir kumpanyaya i’tası. +Meclis-i millinin küşadı İran arazisinin ecnebi asakirinden +tathiri Samed Han’ın Azerbaycan Eyaleti umuruna kat’-ı +müdahalesi ve Şahseven iğtişaşatının İran hükumeti eliyle +hatime-pezir olması vesaitıyle haysiyet-i hükumetin te’mini. +Bunlara ilaveten İran hükumeti Rus ve İngiliz hükumetlerinden +şah-ı sabık Muhammed Ali Mirza’nın tekrar İran’a +avdet edemeyeceğinin bilhassa te’minini rica ediyor. +Bu hafta telgraflar İran’dan gayet +müessif bir haber getirdiler. Şah-ı sabıkın biraderi şekavetleriyle +şöhret bulan Salaruddevle birçok hezimetlerden sonra +tekrar Tahran civarına kadar gelmeye muvaffak olmuş +ve Kostantinopol Ajansı’nın istihbaratına nazaran ! süvariyle +Tahran’ı taht-ı muhasaraya almıştır. Tahran’da idare-i +örfiyye i’lan edilmiş ve şehre hakim olan mevaki’ ve istihkamata +top vaz’ edilmiş ve levazim-i müdafaaya tevessül +olunmuştur. +Trablus ve Bingazi Muhtariyeti Hakkında Ferman-ı Ali +Suretidir: +Trablusgarb ve Bingazi eşraf ve a’yan ve ahalisine tevki’-i +refi’-i hümayunum vasıl olıcak ma’lum ola ki; hükumetim +bir tarafdan memleketinizi müdafaa için muhtac olduğunuz +muavenet-i müessireyi ifa etmek imkansızlığında bulunduğu +ve diğer tarafdan sizin saadet-i hazıra ve atiyyenizi düşündüğü +ve gerek sizler ve gerek aileleriniz için dai-i mazarrat +ve devletimiz için mucib-i muhatara olan bir harbin devamını +ber-taraf etmek istediği cihetle memleketinizde sulh ve +saadet-i hali takrir ve tecdid etmek ümniyesine ve hukūk-ı +hükümranimize ibtinaen size muhtariyet-i tamme bahş ve +mahsusa ile idare edilecek ve bunların ihtiyacat ve adatınıza +muvafık olması için ihzarına vasaya ve irşadatta +bulunmak suretiyle tarafınızdan muavenette bulunulacaktır. +Eazım-ı rical-i Devlet-i Aliyyemiz’den Evkaf-ı Hümayunumuz +nazır-ı esbakı olup Birinci Rütbe Osmani ve Mecidi +Nişan-ı Zişanları’nı haiz ü hamil olan iftiharu’l-eali ve’l-eazım +muhtaru’l-ekabir ve’l-efahım Şemseddin Bey damet +maalihi taraf-ı hümayunumuzdan nezdinize naibü’s-sultan +ünvanıyle ta’yin edilmiş ve memleketinizdeki menafi’-i Osmaniyyenin +emr-i muhafazası müşarun-ileyhe tevdi’ olunmuştur. +Müşarun-ileyhe tevdi’ ettiğim vekaletin müddeti beş +sene olup bu müddetin hitamında taraf-ı padişahanemizden +müşarun-ileyhin vekaleti tecdid edilecek yahud halefi +nasb u ta’yin kılınacaktır. Ahkam-ı celile-i şer’-i şerifin müstemirran +mer’iyeti aksa-yı makasıd-ı şahanemiz olduğundan +bu maksadı te’min için lazım gelen kadi taraf-ı şahanemizden +nasb u ta’yin olunacak ve kadi-i müşarun-ileyh dahi +ulema-yı mahalliyye miyanında ta’yin eyleyecektir. Kadi-i +müşarun-ileyhin maaşı tarafımızdan ve naibü’s-sultan ile +diğer bilcümle me’murin-i şer’iyyenin maaşatı varidat-ı mahalliyyeden +te’diye kılınacaktır. Tahriran fi’l-yevmi’l-hamis +min-Şehri Zi’l-ka’deti’ş-şerife li-sene selasun ve selase mi’e +ve elf. +* * * +Trablusgarb ve Bingazi’nin muhtariyet-i idaresi hakkında +kanun suretidir: +Madde - Trablusgarb ve Bingazi kıt’alarına muhtariyet-i +tamme verilmiştir. +Madde - Trablusgarb ve Bingazi kıt’aları kavanin-i cedide +ve nizamat-ı mahsusa ile idare edilecek ve bu kavanin ve +nizamatın ihtiyacat ve adat-ı mahalliyyeye muvafık olması +mahalliyye tarafından muavenette bulunulacaktır. +Madde - Trablusgarb ve Bingazi kıt’alarına taraf-ı padişahiden +naibü’s-sultan ünvanıyle rical-i Devlet-i Aliyye-i +Osmaniyye’den bir zat ta’yin ve mezkur kıt’alardaki menafi’-i +Osmaniyyenin emr-i muhafazası kendisine tevdi’ olunacaktır. +Naibü’s-sultanın müddet-i vekaleti beş senedir. +Bu müddetin hıtamında taraf-ı şahaneden naibü’s-sultanın +vekaleti tecdid yahud halefi nasbedilecektir. +Madde - Ahkam-ı celile-i şer’-i şerifin müstemirran icrası +zımnında taraf-ı hümayundan kema-kan kadi nasbolunacak +ve kadi-i müşarun-ileyh dahi icab eden nüvvab-ı +şer’iyyeyi ahkam-ı şer’iyyeye tevfikan ulema-yı mahalliyye +miyanından ta’yin eyleyecektir. +Madde - Kadinın maaşı Hazine-i Celile-i Maliyye’den +ve naibü’s-sultanın ve kadiden maada bilcümle me’murin-i +şer’iyyenin maaşatı varidat-ı mahalliyyeden te’diye olunacaktır. +Madde - Bu babda ahali-i mahalliyyeye hitaben bir ferman-ı +ali ısdar olunacaktır. +Madde - Bu kanunun icra-yı ahkamına Meşihat-i İslamiyye +Bu kanunun Meclis-i Umumi’nin ictima’ında kanuniyeti +tasdik ettirilmek üzere muvakkaten mevki’-i icraya vaz’ını +Fi Zilka’de sene ve Fi Teşrinievvel sene +* * * +Trablusgarb ve Bingazi’de tamamen te’sis-i sükun maksadıyle +mevadd-ı atiyye emrolunur: +retle muharebeden dolayı bir cürüm ihtiyar eylemiş olan bütün +Trablusgarb ve Bingazi ahalisi için kamilen afv-ı umumi +ba’dema da hususat-ı mezhebiyyede serbesti-i tamma malik +olacaklardır. Cami’lerde Halife’lerinin ismi zikrolunacak ve +zat-ı Hazret-i Padişahi tarafından nasbolunacak zat kendisinin +vekili addedilecektir. +Hukūk-ı evkaf kema-kan mahfuz olduğu gibi Meşihat-i +menin muamelatına bir suretle müdahale edilmeyecektir. +mur Trablusgarb ve Bingazi’yi İtalya hakimiyetine vaz’ eden +Şubat tarihli kanundan sonra kıt’a-i mezkurede +mevcud olan tebea ve menafi’-i Osmaniyyenin de muhafaza +vazifesini haiz bulunacaktır. +eşraf-ı mahalliyye de bulunacak ve her iki vilayetin umur-ı +riyet-perverane nizamat vaz’ u te’sisine me’mur olacak komisyonunun +a’zası ta’yin edilecektir. +* * * +BULGAR VE SIRP SEFIRLERİNİN +PASAPORTLARININ İ’TASI +Hariciye Nezareti Kalem-i Mahsus müdürü Teşrinievvel’in +’ünde sabahleyin Bulgaristan ve Sırbistan Sefaretleri’ne +azimet etmiş ve Osmanlı Ajansı’nın tebliğine göre iki +sefire tebligat-ı atiyyede bulunmuştur: +Bulgaristan Sırbistan Sefareti’ne +“Bulgaristan Sırbistan hükumetinin umum ordusunu +hal-i seferberiye vaz’ etmesi ve kuvvetini hudud-ı hakanide +tahşid eylemesi ve bütün hudud boyundaki istihkamat +ve mevaki’e her gün hücumlar vukū’ bulması hükumet-i +Osmaniyyenin umur-ı dahiliyyesine müdahale olunması ve +Bulgaristan Sırbistan hükumetinin şayan-ı kabul olmadıktan +başka akla sığmaz bir takım mutalebat ileriye sürmesi +hükumet-i Osmaniyye ile Bulgaristan Sırbistan beyninde +hükumet-i Osmaniyyenin daima muhafazasına arzukeş bulunduğu +sulh ve müsalemetin devamını gayr-ı kabil bir hale +getirmiştir. +Binaenaleyh Bulgaristan Sırbistan sefiri ile sefaret erkanının +pasaportlarını almaya ve kabil olduğu kadar sür’atle +Osmanlı toprağını terkeylemeye mecbur bulundukları ihbar +olunur.” +* * * +HÜCUM EMRİ +“Devlet-i Osmaniyye’nin muhafaza ve idamesine sai olduğu +meslek-i müsalemet-perveraneye Bulgaristan ve Sırbistan +hükumetleri tarafından umumi seferberliğe kıyam ile +hudud-ı Osmaniye sevk ve cem’ ve bütün hudud boyundaki +kalelerimize ve mevaki’-i saireye külle yevmin taarruz olunması +ve hükumet-i seniyyenin umur-ı dahiliyyesine müdahaleye +ve kabule gayr-i şayan ve na-ma’kūl müddeeyata +kalkışılması Saltanat-ı Seniyye ile Bulgar ve Sırp hükumetleri +beyninde devam-ı sulhü derece-i istihaleye getirdiğinden +Bulgaristan ve Sırbistan sefirleriyle maiyyetlerinin pasaportlarını +ahz ve Memalik-i Osmaniyye’den teba’üde müsaraat +etmeleri zımnında Hariciye Nezaret-i Celilesi’nden mezkur +sefirlere dün tebligat icra edilmiş ve gerek Bulgarlara gerek +Sırbistan’ın ber-devam olan taarruzat ve tecavüzatına müstainen +billah artık mukabele olunması için ordu-yı hümayuna +evamir-i lazime verilmiştir.” +* * * +YUNANIN İ’LAN-I HARB NOTASI +“Bulgaristan Sırbistan Yunanistan hükumetleri namına +verilmiş olan müttehidü’l-meal notaya Babıali’ce bir cevab +verilmemiş olduğu gibi aynı zamanda Sırp mühimmat-ı harbiyyesinin +ve Yunan vapurlarının tevkīfi ve bunlardan başka +hükumet-i Osmaniyye tarafından her türlü hukūk-ı düvel +kavaidi hilafında kat’-ı münasebet edilmiş olması mülabesesiyle +ahval-i siyasiyye pek ziyade kesb-i vehamet etmiş +olduğundan Yunanistan hükumet-i kraliyyesinin maatteessüf +silaha müracaat zaruretinde kalmış olduğunu beyan +eylerim.” +Griparis +* * * +OSMANLI HARBIYE NEZARETI’NIN + +---- +BEYANNAMESI +---- + +Asakir-i Berriyye ve Bahriyye başkumandanı bulunan +metbu’-ı a’zam ve efham Padişahımız Efendimiz hazretlerinden +şeref-telakkī ettiğim emr u ferman-ı hümayun mantuk-ı +alisi vechile size yani şeci’ Osmanlı ordusuna bu vechile +tevcih-i hitab ediyorum: +Ey zabitan ve efrad! +Asırlardan beri vatanımız için bu kadar mühim bir saat +hulul etmemiştir! Kendileriyle sulh u müsalemet üzere ve +hatta dostane yaşamaktan başka bir şey istemediğimiz komşu +hükumetler her gune kaide-i adaleti ve kaffe-i hukūku +ayak altına alarak ve Avrupa Düvel-i Muazzaması’nın nasayih +ve ihtarat-ı vakı’alarına ehemmiyet vermeyerek sulh u +müsalemetin muhafazası emrindeki mesaimizi hükümsüz +bırakmak için bize küstahane meydan okudular. Bütün millet +onların bu vaz’-ı cür’etkarlarını kemal-i nefret ü istihkar +hususunu size tevdi’ eylemiştir. +Ey zabitan ve efrad! Bu hakaretin intikamını almak ve +devletimizin şeref ve namusuyle hukūk-ı mukaddesesini +müdafaa etmek ve şanlı Osmanlı ahlafının meziyatına halel +gelmediğini ve onların an’anat-ı kahramananesiyle her hal +ü karda gösterdikleri şecaat ü besaleti ve vatanın selameti +uğrunda bi-hadd ü payan fedakarlıklarını tamamıyle muhafaza +ettiklerini kainata karşı isbat etmek sizlere kalmıştır! +Ecdadınızdan bir avuç şüc’an vaktiyle Anadolu’dan Rumeli +yakasına geçerek bu iklim-i azimi fethetmiş ve onların şanlı +evladı dahi şimdiye kadar vukū’ bulan her bir muharebede +kahramanca hareketle bütün cihanın takdir ve hayretini celbederek +sizler için imtisale şayan bir çok nümune ve misal +göstermişlerdir. Karşınızdaki düşmanlar fezail-i askeriyyece +sizin dununuzda bulunduklarından Allah’ın avn ü inayetiyle +onlara şiddetli bir ders vermek sizin için vazife-i hamiyyettir. +Memleket size güveniyor! +Fakat hayatınızı tehlikeye ilka ederek müdafaa eyleyeceğiniz +maksad fevkalade muhıkk ve mukaddes olmakla +beraber şurasını hatırdan çıkarmayınız ki avn-i Hak’la mağlubiyet +şanından olmayan bir şecaatten başka sizce ibraz +edilmesi lazım gelen bir nümune-i imtisal daha vardır. O da +rinize itaat-i mutlakadan ibarettir. Bila-mucib ve gaddarane +kan dökülmemeli! Ma’sum ve acizlere nisvan ve sıbyana +ve üseraya karşı tecviz-i i’tisafat edilmemeli! Silahı olmayan +efrad-ı ahalinin mal ve canı ve her kavmin kendince +muhterem olan mebani-i ruhaniyyesi muhafaza edilmeli! +Amirlerine itaat için sizinle harb eden ve külliyyen muharebeyi +tel’in eyleyen ve size dest-i muhadeneti uzatmayı cana +minnet bilen bir takım iğfale uğramış biçarelere merhamet +olunmalı. Osmanlıların en müterakkī milel ü akvam mertebesinde +bulunduklarını ve hakkaniyet-i düveliyye esasatıyle +efkar-ı insaniyyet-perveranenin nihayetü’l-emr ihraz-ı galebe +edeceğine derece-i nihayede i’timad ettiklerini sizi pek az +tanıyan alem-i medeniyyete karşı isbat etmelisiniz. Ey vatanın +şeci’ müdafi’leri! Umumi tehlike karşısında her vakitten +ziyade müttehid olarak ve vazifenizi bilerek ilerleyiniz! Marş +ruhu sizinle beraberdir. Arkanızda ise cesaretinizin mükafatını +muavenet için her türlü fedakarlığı ihtiyara hazır sadık ve +merhametli yürekler vardır. Marş ileri! Mefahir-i zaferle ve +en mukaddes bir vazifenin ifa ve ikmaliyle bütün aile ve +akrabanızı ve cümle vatandaşlarınızı mesrur ve minnetdar +ediniz. Cenab-ı Allah cümlemize tevfikını refik etsin! +Fi Zilka’de ve Fi Teşrinievvel +Ordu-yı Hümayun Başkumandan Vekili Birinci Ferik +Harbiye Nazırı +Nazım +* * * +BULGAR KRALININ BEYANNAMESİ +Kostantinopol Ajansı ber-vech-i ati tebliğ etmiştir: +“Yirmibeş senelik zaman-ı hükumetim esnasında daima +Bulgaristan’ın tarik-ı tekemmülde ilerleyerek terakkī ve teali +eylemesi ve saadet ve muzafferiyeti için sarf-ı mesai eyledim. +Bulgar milletinin bu yolda ilerlemesi arzusunda bulunuyordum. +Fakat şimdi Bulgar milletinin bu hal-i sulh ve +saadetinden feragatle büyük bir muammayı suret-i kat’iyyede +hall için silaha sarılmak devresi hulul etti. +Rilo ve Rodop dağlılarının arka cihetinde bulunan +kan ve din kardeşlerimiz halas-yab olmamızın ’inci senesi +olmadığı halde kabil-i tahammül bir hayat-ı insaniye +nailiyetle mes’ud olamadılar. Bulgaristan ve Düvel-i Muazzama +tarafından bu neticenin elde edilmesi maksadıyle +sarfedilen bunca mesai bugüne kadar Türkiye’deki hıristiyanlara +hukūk-ı beşer kavaidi altında yaşayabilmek saadetini +bahşedemedi. +Bugünkü sakinane surette geçirmekte olduğumuz hayatı +büyük bir hıristiyan halaskarına medyun olduğumuz için bu +Balkan esirlerinin sada-yı iştikaları ve milyonlarca hıristiyanların +ah u enini kalbimizi titretmemesi kabil değildir. Onun +nin nihayetine kadar ta’kīb olunması zımnındaki beyan-ı +mu’cizini Bulgar Milleti der-hatır eylemelidir. +Muhafaza-i sulh hakkındaki arzularımız tükenmiştir. Şimdi +Türkiye’deki ahali-i hıristiyaniyyeye dest-i muavenetimizi +uzatmak ve dindaşlarımızın hayat ve saadetlerini te’min için +silaha sarılmaktan başka bir çaremiz kalmamıştır. +Türkiye’deki anarşi hayat-ı millimizi bile tehdid etti. İştip +ve Koçana hadiselerinden sonra hükumet-i Osmaniyye +te’min-i adaletle felaket-zedeleri terfih etmesi hakkındaki +mutalebelerimize kuvve-i askeriyyesini seferberliğe da’vetle +cevab verdi. İşte uzun müddetten beri muhafaza ettiğimiz +sabr u sükun bu suretle duçar-ı tezelzül oldu. Hissiyat-ı insaniyye-i +hıristiyaniyye taht-ı tehdidde bulunan kardeşlerimizin +muavenetine şitab vazife-i mukaddesesi Bulgaristan +haysiyet ve şerefi beni vatanın müdafaası için hazırlanan +oğullarımızı silah altına da’vet vazife-i mücbiresine sevketmiştir. +Maksadımız büyük ve mukaddestir. +Düvel-i Muazzama’nın kaffesinden mazhar-ı müzaheret +ve himaye olacağımıza büyük bir i’timadımız olduğu için +Bulgar milletine Türkiye’de bulunan hıristiyanların hukūkunu +muhafaza için i’lan-ı harb edildiğini beyan eyler ve +cesur Bulgar ordusunun Türk toprağına doğru ilerlemesini +emrederim. Bizimle beraber düşman-ı müştereke karşı Bulgaristan’ın +müttefiki olan Yunanistan Sırbistan Karadağ da +mücadele etmektedir. Salib’in Hilal’e karşı olan bu mücadelesinde +adalet ve terakkīyi sevenlerin mazhar-ı teveccühü +olacağız. +Bu teveccühattan emin olan bahadır Bulgar askeri peder +ve ecdadının ve halaskarı olan Rus’un harekat-ı kahramananesini +der-hatır ederek muzafferiyetten muzafferiyete +gitsin; ileri! Cenab-ı Hak muinimiz olsun!” +Bu beyanname kralın imzasını ihtiva etmekte olup altında +da nazırların imzası bulunmaktadır. +Tercümesi +Habibim bilmiyor musun o kimselerin halini? Ki sayıları +binlere baliğ olduğu halde -memleketlerine tecavüz eden +düşmanın hücumuyla gelmesi muhtemel olan –ölümden +korktukları için memleketlerini bırakıp kaçtılar da Allah onları +yine öldürdü sonra da tekrar diriltti; şurası da muhakkaktır +ki: İnsanların hepsine Allah’ın ihsanı pek çoktur lakin +Allah uğrunda düşmanlarınızla çarpışın! Hem iyi biliniz ki: +Allah hem işitir hem bilir. +* * * +ma’nasınadır. Bu suretle iradının vechi +mahkiyyün-anh olan emrin vuzuh ve tahakkukta mer’i mertebesinde +bulunmasıdır. kesretten kinayedir. +demektir. Bununla beraber buradaki +leceği üzere– ma’na-yı tabiilerinde müsta’mel değildir. “Fi +sebili’l-lah mukatele” i’la-yı kelimetullah muhafaza-i vatan +sıyanet-i hukūk-ı müslimin için olan mukateleden e’amdır. +Kitabullah’ın içinde insan bazen öyle parçalara tesadüf +eder ki onlardaki nezahet-i uslub selaset-i beyan ihtiva +etti +gi hakaik-i kat’iyye… lisan-ı azbü’l-beyan-ı Arab’a vukūfu +olanları valih ü hayran bırakır; derin derin tefekkürlere +sevk eder. İşte tercüme ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz +şu ayetler de bu cümledendir. Zira bunlardan daha evvelki +ayetlerde efrad-ı insaniyyenin kendi şahsına ehl-i beytine +tealluk eden ahkam-ı ilahiyye beyan buyuruluyorken buraya +gelince birdenbire uslub değişiyor şiddet kesb ediyor; +hey’et-i ictimaiyye-i beşeriyyenin mevcudiyetini muhafaza +nihayet vermek isteyen mütecavizlere karşı alacakları vaziyete +müteallik ahkam; daha kat’i daha müessir bir surette +takrir ve tebliğ ediliyor. İşte bunun içindir ki bu uslub üzere +ayetin vürudu insanda pek şiddetli bir te’sir bırakıyor. +Evet ahkam-ı şahsiyye sarahaten zikir edilecek yerlerde +çok kere işaretle iktifa olunur. Çünkü şahıs kendisine +tealluk eden şeyleri işlemek için te’kide hacet görmez hevayı +nefsaniye iyi geldiği cihetle hemen onunla amel etmeye +kalkışır; fakat menfaat-i umumiyyeye tealluk eden ahkam +böyle değildir. O gibi ahkamı –pek az kimseler müstesna +olduğu halde– hiç kimse anlamaz. Bilmek istemez. Binaenaleyh +menfaat-i umumiyyeye müteallik olan ahkam takrir +edilirken onunla amil olmayanların çokluğu nisbetinde +ehemmiyet verilerek o ehemmiyeti ifade edecek bir te’kid +bir sarahat-i kat’iyye bir uslub-ı müessir ile irad etmek lazımdır; +ki muhatab gözünü açsın basiretle istima’ etsin. İşte +bunun içindir ki bu ayet-i kerimeler pek celi bir beyan gayet +dehşetli bir uslub ile zikr ediliyor. +Bu uslub-ı nezihi izah kudret-i fatıranın bu la-yetegayyer +kanununu her hal ve zamana tatbik etmek için ruh-ı ayetle +kabil-i te’lif olmayan bir takım kısas ve hikayatı asl u esası +olmayan İsrailiyatı nakl ü hikaye edecek değiliz. Biz yalnız +bu nass-ı ezeliyi kıyamete kadar tevali edecek olan hadisat-ı +dehrin bir mir’at-ı tecelligahı olması nokta-i nazarından ted +kīk edeceğiz. +Eğer fikrimizi ruh-ı ayetle biraz temas ettirecek olursak +pek çok hakaik-i ictimaiyye tecelli ediyor. Nihayet ulum-ı +bur oluyoruz. Bu suretle fikr-i beşer tasdik ediyor ki: Her +asırda gelecek hey’et-i ictimaiyyenin saadet ve selametini +te’min edecek maarif-i la-tuhsayı ihtiva eden bir kitap varsa +o da Furkan-ı Hakim’dir. +Bu ayet-i kerimeler bize pek büyük bir hakīkati her zaman +vukūu muhtemel bir vak’a-i mühimmeyi haber veriyor; +ölümden korkarak memleketlerini düşmana bırakıp +kaçan kimselerin halini tasvir ediyor. Maa-haza onların adeSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +dini milletini memleketlerini ta’yin etmiyor. Binaenaleyh +siyak-ı ayetten mütebadir olan bir hakīkat-i kat’iyye varsa +o da şudur: +Din vatan düşmanları ile muharebe ederken düşmanın +hücum etmesiyle gelecek ölümden korkarak düşmandan +pek çok efrada malik olan bir millet bir ordu tam ma’nasıyla +hayat-ı şahsiyyelerini ölüme tercih ederler düşmanın kurşunuyla +ölmemek için memleketi terk edip düşmandan firar +ederlerse Allah o milleti düşmana terbiye ettirir. Düşman +cesarete gelerek o orduyu takīb ve tenkil eder bazılarını +öldürür bazılarını da esir alır. Bu suretle –düşman– muharebede +galib mevki’inde kalır. Kaçmaları sebebiyle mağlub +olanların istiklal-i millilerini mahv eder onları her suretle +kendisine itaate mecbur kılar. Ribka-i esaretine geçirir. Berikiler +de pek uzun bir zaman bu esaret bu zillet bu meskenet +vadilerinde yuvarlanıp mahv u perişan olurlar. Kaçtıkları +ölümden daha bed-ter bir musibet bir felaket-i uzmaya +duçar olurlar. Akılları başlarına gelip de istiklal-i millilerini +ha +kīkati sarahaten bildiriyor. Çünkü buradaki emri +emr-i tekvindir emr-i teşri’ değildir. Evet sünnet-i ilahiyye +bu yolda caridir. Hiçbir vakit tebeddül etmemiş etmesi de +mümkün değildir. +ruh-ı ayetle fikrimizi +temas ettirirsek buradaki mevt ile hayatın ma’na-yı hakīkīleri +murad olmadığı pek aşikar bir surette anlaşılır. Zira bu +nazm-ı celilden maksad-ı ilahi düşmanın kurşunuyla gelecek +ölümden kaçanlar hakkında cari olan sünnet-i ilahiyyeyi +beyandır. +Zaten bu her zaman görülen bir hakīkattir ki: Bir millet +düşman ile muharebeye girdiği vakit düşmana karşı korkaklık +gösterip kaçarsa düşman bundan cesaret alarak var +kuvvetiyle firarilerin üzerine hücum eder. Onları tenkil kuvvetlerini +perişan bir hale getirir. Her vechile kendisinin emrine inkıyada +amade kılar. Bu hale gelen bir millete diri demekten +addediyor. Bu ayet-i kerimedeki hayata gelince; o da cezayı +amelleri olarak inkıraz çukuruna düşen bir milletin bu hal +üzere birçok zamanlar sefalet çektikten sonra akıllarını başlarına +alarak evvelki şan ve şevketlerini istiklal-i millilerini +Hayat ile mevtin bu ma’naya ıtlakı pek çok yerlerde +vürud etmiştir. +Tercüme ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz ayet-i kerimede +şayan-ı dikkat ve ibret bir nokta daha vardır: +emrinin fa ile vaki’ olan haberin de ile atf olunması. +Ayet-i celilenin bu uslub üzere vürudu sarahaten gösteriyor +ki: Düşmanın hücumuyla gelecek ölümden firar edenler +kaçmak ile yakayı kurtaramazlar. Bunlar kaçtıkca korkmuş +oldukları ölüm kendilerini pek seri ibret-nüma bir seyr ile +takīb edecek; hem de bunların firar etmeleri yalnız kendilerinin +ölmelerine sebeb olmayacak belki mensub oldukları +millet de onların firarı neticesi olarak düşmana mağlub olarak +pek seri’ bir surette makbere-i mezellete sukūt edecek +müddet-i medide inkıraz vadilerinde sersem sersem dolaşacak +mevcudiyetine indirilen bu darbeden kurtulub tekrar +hayat buluncaya kadar pek uzun zamanlar mürur edecek!!.. +yatı için alacakları vaz’iyeti ta’yin ediyor muharebe yerinde +düşmandan kaçanların akıbet-i vahimesini nazar-ı ibretimize +koyuyor. +Hülasa: Her gün gözümüzün önünde tevali eden me +sa +lekteki hataları ta’mire çalışmayanlar düşmanın kurşunuyla +gelecek ölümden korkarak firar edip de memleketi a’da-yı +din ü vatana teslim edenler dünyada en müdhiş bir ölümle +ölecekleri gibi huzur-ı Rabbü’l-aleminde de bu amellerinden +dolayı rezil ve rüsvay olarak en büyük cezaya çarpılacaklardır. +Bunda şübhe etmek vahdaniyet-i ilahiyyede tereddüde +düşmek kadar azim bir cinayettir. +Zaten dünyada bir milletin namus-ı istiklali şahsiyet-i +ma’neviyyesi perişan olmak kadar bir ölüm tasavvur olunur +mu? +Namus-ı istiklali mahv olduktan sonra yaşamaktansa +ölmek daha ehvendir. Hayat-ı hakīkıyye ancak düşmanın +tecavüzünden mahfuz olan hayat-ı milliyyedir Binaenaleyh +hakīkaten yaşamak isteyenler hayat-ı milliyyelerini muhafaza +malını evladını hayatını feda etmekten çekinmezler. Bunun +dı Cenab-ı Hak emr ediyor. Üzerimize farz kılıyor ondan +diriyor. +Fi sebili’llah mukatele mücahede; i’la-yı kelimetu’llah +hukūk-ı meşrualarının muhafaza ve müdafaaları için açılan +muharebeden e’amdır. Çünkü memleketin saadet ve +selameti te’min edilmedikçe i’la-yı kelimetu’llah olmayacağı +derkardır. Bunun için düşman evvela memleketi mahv +etmeye çalışıyor. Bir kere bu maksada nail olduktan sonra +tedricen “din”i de ayaklar altına alacağı şüphesizdir. Şu halde +hem dini hem dünyayı muhafaza için düşman ile merdane +çarpışmaktan başka çare yoktur. Ve olamaz. Bu sebebden +mücahede mukatele ile emr olunuyoruz. +Bundan sonra Cenab-ı Hak kendisinin +olduğunu +zikr etmesiyle daima bizi murakabe altında bulundurduğunu +ve binaenaleyh muharebeden evvel lazım gelen +laka imtisal etmeyen korkakların özürleri nezd-i sübhanide +hiçbir zaman mazhar-ı kabul olamayacağı serd edecekleri +meyeceğini de mü’ekkeden haber veriyor. +Aksekili +HADIS-I ŞERIF +: : +Tercümesi +Bir sofradaki insanlar yek-diğerini –buyurun buyurun +diye– nasıl da’vet ediyorsa sizin üzerinize her tarafdan hücum +ve sizi memleketinizden çıkarmak için de bütün milletler +devletler birbirlerini öylece da’vet etmeleri yakındır. +Biz ashab sorduk: – Ya Resulallah! O zaman biz pek mi +az olacağız?.. Buyurdular ki: – Hayır hayır! O zaman siz +pek çok olacaksınız; fakat –maa’t-teessüf– sellerin üzerinde +gelerek köşede bucakta kalan çörçöp gibi pek dağınık bir +halde olacaksınız. –Bunun için– düşmanlarınızın kalbinden +korku gidecek sizin kalbinize vehn yerleşecek... Vehn nedir? +Sorduk: – Hayatı yaşamayı sevmek ölümden korkmaktır +buyurdular. +* * * +Müsned-i Ahmed bin Hanbel ’de mezkur olan şu hadis-i +sahih keşf-i istikbale dair şeref-sudur eden ehadis-i şerifenin +en mühimlerinden ve binaenaleyh mu’cizat-ı bahire-i +Cenab-ı Risalet-penahi’dendir. Bununla beraber bir vakitten +beri müslümanların geçirmekte oldukları mühlik safhaların +ledünniyatını da pek açık bir lisan ile nazar-ı ibretimize +arz ediyor. +Bir şu hadis-i şerife bir de her tarafda bulunan müslümanların +başındaki kanlı felaketlere sonra da düvel-i ecnebiyyenin +müslümanlara karşı almış oldukları vaziyet-i +mahufaneye nazar-ı im’an ile bakacak olursak bin üç yüz bu +kadar sene evvel bir yetim-i eminin lisanından sudur eden +bu kelam-ı belağat-ittisamın dünyanın diplomatlarını bütün +ukala ve hükemasını hayretler içinde bırakan pek dehşetli +bir hakīkati ihtiva ettiğini görür ve bir ümmiden –ma-fevka’t-tabi’a +bir kuvvetin yardımı olmaksızın– bu gibi hikmetin +sudur etmesi imkan haricinde olduğunu tasdik etmekte hiç +güçlük çekmeyiz. +Bilmem +ki sıdk-ı nübüvvet-i Muhammediyye’ye bundan daha +büyük bir mu’cize daha kuvvetli bir delil aramaya hacet +var mı? +Bin üç yüz bu kadar sene evvel bir eminin lisanından +şeref-sudur eden şu kelam-ı mu’ciz; düvel-i ecnebiyyenin +müslümanlar hakkında besledikleri emel-i hod-pesendaneyi +perde arkasında oynamak istedikleri müdhiş rolleri +bir zaman gelip de perde yırtılarak hafi emellerin meydan-ı +aleniyyete çıkacağını bunların esbab ve ledünniyatını pek +güzel haber veriyor. +Her vakit sırası geldikçe söylüyor ve yine söyleyeceğiz +ki: Bütün insanların dünyevi ve uhrevi saadet ve selametini +te’min eden bir din-i hakīkīye mensub olan müslümanların +her milletten yüksekte bulunmaları lazım gelirken bugün aksine +olarak küre-i arzın her köşesinde bulunan müslümanların +zillet ve esaret vadilerinde yuvarlanmalarının esbabı +ahkam-ı İslamiyyeden pek bi-haber olarak adeta yabancı +mevki’inde bulunmalarıdır. Zannedersem bunu teslim etmekte +hiçbir mütefekkir tereddüd göstermeyecektir. +Çünkü Cenab-ı Peygamber sav efendimiz hazretlerinin +fem-i saadetlerinden şeref-sudur eden şu hadis-i şerif bir +zaman gelip de düvel-i ecnebiyyenin hepsi müslümanlara +hücum ve bu hücuma adeta birbirlerini teşci’ ve da’vet edeceklerini +yemek sofrasındaki kimselerin yemeği taksim ederek +birbirlerine “buyurun” dedikleri gibi müslüman memleketlerini +taksime çalışacaklarını haber veriyor. Fakat yalnız +bunu haber vermekle iktifa ediyor mu? Hayır. Aynı zamanda +bunun esbabını ve onun zımnında bu gibi felaketlerden +kurtulmamızın çaresini de göstermiş oluyor. +Evet Cenab-ı Peygamber sav bu hadis-i şerifde düvel-i +nasaranın müslümanlara karşı alacakları vaz’iyeti haber +verdikten sonra onların o vaz’iyetine sebeb olmak üzere de +ça olmaları diğeri de bunun neticesi olarak kalblerine za’af +ve fütur arız olması hayat-ı şahsiyyeye –velevki meskenet +kıyyeden gafil bulunmaları hayat-ı hakīkıyye için hayat-ı +şahsiyyelerini feda etmekten çekinmeleridir. +Binaenaleyh şu hadis-i şerif suret-i kat’iyyede ifade ediyor +ki: Bir millet yaşamak mevcudiyet-i hayatiyyesini muhafaza +edebilmek için vahdet-i milliyyesini muhafaza etmek +lazımdır. Eğer bir milletin arasındaki revabıt-ı ictimaiyyeye +za’af tari olur inhilal ederse o millet dağılır parça parça olup +her birisi bir tarafda kalır. Selin üzerinde gelerek her birisi +bir tarafda kalan çöpler gibi hiçbir suretle mevcudiyet gösteremezler. +Bunun neticesi olarak kalblerine za’af ve fütur +gelir. Etraflarında ağızlarını açıp yutmaya çalışan düşmanlar +bunu fırsat bilerek onları mahv etmeye harita-i alemden +vücudlarını kaldırmaya teşebbüs ederler. Bu hakīkati +din-i mübin-i İslam pek çok ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife +maa’t-teessüf bu gibi hakayıktan gafil bulunduğumuz içindir +ki bugünkü hal-i esef-iştimale geldik. Bununla beraber hala +bunları anlamak istemiyoruz. +faza edebileceğini sarahaten gösteren bir takım kavanin-i +la-yeteğayyerdir ki bunlara muhalefet etmek pek vahim haller +Müslümanlar kudret-i fatıranın bu la-yeteğayyer kanunlarına +tam ma’nasıyla inkıyad ettikleri zaman a’da-yı din ve +vatan onların –yalnız– nam-ı bülendini işitmekten bile tirtir +titrerdi. Tarih-i İslam’ı açıp bakacak olursak bu hakīkati pek +güzel idrak ederiz. Ez-cümle Tebuk Vak’ası bunun şahid-i +bi-naziridir. +Malumdur ki; bir vakitler Suriye Mısır… gibi memalik +zir-i idaresinde bulunan Herakliyus Medine-i Münevvere’ye +kadar giderek İslam’ın Nebisi ile muharebe edip İslamiyeti +ortadan kaldırmaya niyet eyledi. Bunu kuvveden fi’ile çıkarmak +Medine üzerine yürüdü. Cenab-ı Peygamber bunu haber +alınca otuz bin sahabe ile karşı çıktı. Fakat düşman daha +yolda iken korkmaya başladı İslamların yüzünü bile görmeden +memleketine dönüp kaçtı. Peygamberimiz Tebuk +denilen yere geldiği zaman düşmandan eser bile görmeyerek +geriye döndü. İslamlardaki kuvve-i ma’neviyye düşmanı +geriye püskürttü. İşte saha’if-i tarihiyyenin her fıkrası bu gibi +vekayi’in birer canlı şahididir. +Vakta ki İslamlar sonradan sonraya ahkam-ı İslamiyyeden +tebaüd etmeye başladılar aralarında nifak ve şikak +meydan aldı; o günden itibaren vahdet-i milliyyelerine za’af +tari olarak hey’et-i ictimaiyye arasındaki rabıtalar çözüldü. +lerine vehn korkaklık arız oldu. Herkes kendi hayat-ı şahsiyyesini +muhafaza etmek kaydına düştü. Bunun üzerine etrafda +müterakkıb-ı fırsat olan düşmanlar gözlerini dört açmaya +müslümanları ortadan kaldırmak için bir takım planlar kurmaya +hazırlandılar. Her nerede İslam hükumeti varsa birer +desise ile onların mevcudiyetine hatime çekmeye başladılar. +Daha dün İslam’ın sağ ve sol kanadları mesabesesinde olan +Fas İran hükümetleri de bu fikrin uğruna kurban olup gittiklerini +herkes biliyor. Lakin bununla iş bitmezdi. İslamiyet’i +mahv etmek için kanadlarını kırıp da vücudu sağlam bırakmak +doğru olamazdı. İşte bunun için düvel-i nasara yakīnen +biliyorlardı ki: Ta’kib ettikleri gayeye vasıl olmak için –Hilafet-i +lı Hükumeti’nin de mevcudiyetine nihayet vermek lazımdır. +Bu hakīkati idrak eden düvel-i nasara var kuvvetlerini +buraya sarf ettiler. Nihayet bunların beş tanesi Hükumet-i +Osmaniyye’ye karşı alenen ilan-ı harb cür’etinde bulundu. +Tercüme ve izahı sadedinde bulunduğumuz hadis-i şerifde +beyan buyurulduğu vechile üzerimize hücum etmek için +birbirlerine da’vetiyeler gönderdiler. Memalik-i İslamiyyeyi +kendi aralarında taksime karar verdiler. İşte her gün her saat +gönderilen da’vetiyeler edilen müzakereler bunu pek aşikar +gösteriyor. Artık gizli kapaklı hiç bir şey kalmadı demektir. +Fakat bunlar bu fikirlerinde muvaffak olabilecekler mi? +Bunu da yine hadis-i şerif ta’yin ediyor. Eğer biz müslümanların +dağınık olmasından aralarındaki suri ihtilaflardan +cesaret alan düşmanlarımıza bunun aksini bil-fi’il isbat eder +küre-i arzda bulunan müslümanların bir kütle-i muvahhide +olduğunu gösterir bunların emellerini akīm bırakmak için +bir ferd kalmayıncaya kadar hayat-ı şahsiyyemizi istihkar +ederek ölüm meydanına sevine sevine gidersek –nasıl ki bu +muharebe fikirlerinde ne kadar aldandıklarını müslümanlar +onların tahayyül ettikleri gibi olmadığını bil-fi’il isbat etmiştir– +o zaman ta’kib ettikleri gayeye vasıl olamayacaklarını +derhal anlayacaklar bundan sonra müslümanlar da bir +saadet yüzü göreceklerdir. Bugün gerek Osmanlıların mümessili +olan kabineye gerek o kabineye müzahir olan bütün +efrad-ı milletin uhdesine pek büyük bir vazife terettüb ediyor. +Kabine ta’kib ettiği siyasette daima cesaret ibraz ederek +Osmanlıların tam ma’nasıyla yaşamaya niyet ettiklerini ve +binaenaleyh bu azmlerini hiçbir şeyin tevkīf edemeyeceğini +Avrupalılar tarafından haklarında beslenen imha-yı tedrici +usulünün pek yanlış olduğunu bil-fi’l alem-i insaniyete karşı +göstermelidir. +Efrad-ı millete gelince: Onlar da her ne kadar zahiren +dağınık olsalar da hakīkatte bir vücud gibi olduklarını birinin +uğruna cümlesinin feda-yı cana hazır ve amade bulunduklarını +bütün dünyaya bil-fi’il ilan etmelidir. O vakit +emin olalım ki Avrupalılar bu çıkmaz sokağı ta’kib etmekten +vazgeçeceklerdir. +Şu halde mücahedeye devam edelim ölüme koşa koşa +gidelim hayat-ı şahsiyyemizi değil hayat-ı hakīkıyye-i milliyyemizi +düşünelim. +Aksekili +Osmanlıların bil-umum muharebatta istihkar-ı mevt edercesine +mantukunca a’danın bile müsellemidir. Ecdadımızın muharebat-ı +sabıkada gösterdikleri hamaset ve fedakarlıktan tarih +kitaplarını gözden geçirip bazılarını nakl ettim. Mesleklerine +tevafuk eden sair gazete ve resaile nakl ü derci hususunda +müdürleri bulunan zevat muhtardırlar. +şeklinde Buhari +MENAKIB-I HARBIYYE-I OSMANIYYE’DEN + +---- +BIR NEBZE +---- + +Zamanında fevkalade metanetli olan Hereke Kal’ası +düşmanın merkez-i ictima’ı idi. Kendisine güvenen ve Osmanlı +kılıcından kurtulan düşmandan sekiz dokuz yüz kişi +oraya tahassun ederek asakir-i İslam’ın harekat-ı harbiyyesine +manialar peyda etmekten hali kalmazlardı. Sultan +Osman-ı Gazi İzmit fethine azm eyledikleri sırada bir yüz +kadar müntehab dilaver ile kahramanan-ı meşahirden Gazī +Ali Bey’i –guzat-ı Osmaniyyeden Timurtaş Paşa merhumun +pederidir– Hereke’nin zabtına irsal buyurdular. Gazi-i müşarunileyh +oraya varır varmaz kal’anın metanetine düşmanın +kesretine ma’iyyetindeki bahadırların kılletine bakmaksızın +hemen ayağı tozuyla: +– Dinini devletini seven arkamdan ayrılmaz. +Diyerek yalın kılıç kal’aya doğru hücum eyler. Şan meydanlarında +kimseden geri kalmamayı vecaib-i hamiyyetten +bilen Osmanlı bahadırları dahi arkasından ayrılmazlar ve +dört saat zarfında kal’ayı feth ederler. +Gazi Ali Bey’in hücum sırasında sağ gözüne bir ok isabet +eder. O timsal-i şeca’at ise gözüne saplanmış olan oku eliyle +çekip atar. Böyle bir facia ile azminde fütur göstermekten +başka yanında bulunan genç bir gazinin telaşını görünce: +– Noldun yiğit! Bir başa bir göz elvermez mi? İki gözü +olub da biriyle arkasına bakmaktan ise bir gözle bir yürek +sahibi olub ileri bakmak daha hayırlıdır. +Sözüyle latife-senc-i besalet olarak onu da teşci’ eder. +Asıl ismi Hüseyin iken nehafet-i vücudiyyesiyle beraber +her önüne gelen pehlivanı yenmekte ve zimam-ı idaresini +ele aldığı fırkayı daima galib etmekte olduğundan dolayı +beyne’l-guzat “Timurtaş” ünvanını ihraz buyurmuş olan +Timurtaş Paşa ise mülkümüzde her askerin vücuduyla iftihar +edeceği ümeradan olup mevki’lerinin sarplığı cihetiyle +zabtları hayli müşkil olan Rumili kal’alarını ancak şeca’ati +sayesinde feth etti. Bu cümleden olarak Pirlepe Kal’ası’na +hücum ettiği sırada ibtida kale burcuna bayrağı elinde olarak +kendisi ipek kemend ile çıktı ve bade’l-feth: +– Burca çıkıncaya kadar çiğnediğim şehidlerin yedisi akrabamdan +Yıldırım Bayezid Han devrinde Anadolu muharebatındaki +asakirden bazıları hücum ile dahil oldukları bir mahalde +gayet güzel bir duhter-i tabende-ahteri kayd-ı esarete +giriftar edip emval-i ganimenin nuhbesi olmak hasebiyle Timurtaş +Paşa merhuma takdim olunur. O mücahid-i zi-şan-ı +şehvet elinden kurtarmak ümidiyle getirdiklerini işrabla işbu +tavır ve hareketlerinden dolayı bir suret-i fevkaladede tatyib +ederek derhal mezburenin zevc-i meşru’unu buldurmuş ve +kendisine teslim etmiş olduğu sırada: +– Zevcenizin ırzı askerimizin iffeti sayesinde kurtulduğunu +bil! Sözüyle te’kid-i iffet eyleyip hitab etmiştir. +Yavuz Sultan Selim Han hazretlerinin ettikleri seferlerinden +birinde askerlere bazı mertebe usanç gelip harbden +bıkmış ve bazı mertebe yolsuz hareketler münasebetsiz +nümayişlerde bulunmuş olduklarından şehriyar-ı zafer-şiar +derhal yeniçeri ağasını celb ile ceza-yı sezasını verdikten ve +ümera-yı saireyi harem-gah-ı zafer-iktinahları önüne da’vet +eyledikten sonra: +– İşte bakınız terbiyesizlerin bundan böyle görecekleri +muamele budur. Ben din-i mübinin izzeti için çalışıyorum. +Bu yolda ihraz-ı şan ve galebeye çalışacağım. İhraz-ı şan +ve galebe ise askerin çokluğuna değil terbiye ve şeca’atine +menuttur. +Tehdid-i fa’alanesiyle ordusunda terbiye-i askeriyyeyi +te’yid eylemiştir. +Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri Edirne ordugahını +– Ölüm adama bir def’a gelir korku ise ölüm gelene kadar +temadi ettiğinden her an bir ölüm acısı hissettirir ve’l-hasıl +korku ölmekten hem zor hem acıdır. Fıkrasını dermiyan +buyurmuştur. +Belgrad muharebesinde Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri +yaralandığı cihetle Ordu-yı Osmanide bir dereceye +kadar bozgunluk alameti görüldüğünden hemen Hazret-i +Fatih tekrar atını meydana sürüp: +– Askerler! Düşman mermiyatı korkanlarla saklananlara +erişir. Demincek biraz saklanır gibi oldum derhal beni buldu. +Bakın şimdi göğsümü geriyorum önünde geziyorum da +bana gelmiyor. Sanki mermiler de benden korkuyor. İşte her +cesurdan da böyle korkarlar. Ecsam-ı ulviyyeye mevadd-ı +süfliyye erişemez. +Yolunda bir hitabet-i besalet-intisabla sa’ika gibi tekrar +muharebeye girişmiş ve şahid-i dil-ara-yı muvaffakiyeti derağūş +etmiştir. +SAF-DERUNLUK MUDUR NEDIR? +Avrupa’da medeniyet dedikleri ma’nasız bir söz var: “Civilise” +kendilerince iki paralık ehemmiyet ve kıymeti haiz +olmayan şu kelimeyi bize o kadar büyük tanıtmışlardır ki biz +her zaman bütün harekatımızı bu kelimeye tatbik etmek sevdasında +bulunuyoruz. Daha muhtasarı bütün ömrümüzü +menafi’-i şahsiyye ve milliyyemizi şu kelime uğrunda feda +ediyoruz bilerek bilmeyerek hep medeniyet medeniyet! +Olur mu yakışır mı?... diyoruz. +Halbuki o bizim hocalarımız olan zevat ki bize bu kelimeyi +ta’lim etmişlerdir kendileri bizim hakkımızda yalnız +bizim hakkımızda değil nerede za’ifi bulurlarsa umumen +o za’ifler hakkında canavardan daha vahşi oluyorlar. Bu o +kadar aşikar bir şeydir ki bunu isbat için ehl-i basiret delil +bile aramazlar. İster milletler namına ister efrad namına +mülahaza olunsun bu böyledir. En mütemeddin İngilizlerin +Fransızların Hindistan’da Mısır’da Tunus’da reva gördükleri +kavanini kendileri dahi hem-cinslerine hem-dinlerine +karşı isti’mal olunduğunu görürlerse kıyametleri koparırlar. +Efrada gelince en mütemeddin ademlerin hatta en meşhur +profesörlerin miyanında dahi kendi biraderine hatta pederine +karşı dünya malı için en büyük denaetleri irtikab edenler +yüzlerce binlercedir. Ekser medeniyetini muhafaza edenler +de medeniyetten değil ellerine fırsat geçmediğinden bir fenalıkta +bulunamıyorlar. Ben bu babda müşahedatım olarak +binlerce muameleler ile misal gösterebilirim fakat sahife +müsa’id değil. +Şimdi biz bu kelimeyi o kadar büyütmüşüz ki bütün beliyyat +bize şu yüzden gelmiş ve gelmektedir. Biz hala medeniyet +diyoruz: Bıyıklarımızı yukarı çekeriz medeniyet sofralarımızda +tabak şakırdısı medeniyet parlak çizme medeniyet +Tokatlıyan’da düşüp kalkmak medeniyet daha bilmem ne +hep medeniyet…. Bunların hepsinden iğmaz edelim bugün +harb zamanında düşmanlarımız bizim köylerimizi yakıyorlar +komitecileri vasıtasıyla bombalar attırıyorlar biçare za’iflerimizi +asıp kesiyorlar bilahare bizim teba’amızdan olanlarını +dahi papasları vasıtasıyla iğva ederek bizim aleyhimize sevk +ediyorlar. Kırkkilise tahliyesi zamanında daha Bulgar askeri +oralara gelmeden Kırkkilise’de sakin bizim sadık! teba’amız +olan Bulgarlar o şaşırma telaş içinde can kurtarmak için +firara dökülmüş ahali-i müslimeyi daha kendi hanelerinde +kendi rivayetine göre en sonra terk etmiş askeri ekmek +müte’ahhidi … ağzından dinledim daha o dakīkalarda +bizim tarafdan bu hainlere mukabil medeniyet namına lütuf +Daha o zaman Kırkkilise’de baba otuz beş bin askere +ekmek veriyormuş. Baba diyor ki: “Askerimiz o edebsizleri +terbiye edecekti fakat yirminci asrın medeniyeti müsa’id +değilmiş!” +yine medeniyet hülyasıyla geliyor. Harb meydanında dahi +medeniyet beslemekteyiz. +Ben burada Avrupa medeniyetinden Ruslara aid olan +bir kısmını kari’in-i kirama arz ederek nazar-ı dikkatlerini +celb edeceğim: +Rusya payitahtı olan Petersburg’da münteşir nim resmi +olan Novye Vremya gazetesi ser-muharriri Balkan Muharebesi’nden +bahs ettiği sırada Rus asakirinin zabitlerine ve +neferlerine hitab ederek diyor ki: +“Ey Hıristiyanlık hamileri! Islavlık ve Hıristiyanlık uğrunda +size diyorum: Balkan’da bulunan din kardeşlerinize +de bir hıristiyan görseler orada kesip kanını içiyorlar. Bugün +din kardeşlerinize yardım ediniz. Türkleri nerede görürseniz +orada intikam alınız.” +Bunu Avrupa’nın en mütemeddin en munsıf bir feylesofu +bile okuduğu zaman diyeceği söz: “Harb zamanıdır olur +ya!” +Bu kadar sarih yalanları alenen nim resmi gazetelere kadar +derc ederler biz de bunlara bil-mukabele hemen medeniyet +tavsiye ederiz. +Ben bilemiyorum buna ne diyelim: Hurde-binlik midir +nedir? Yahud idare-i maslahat mıdır? +Ben demek isterim ki: Bunlar hep bizim Avrupalılara karşı +lüzumundan ziyade saf-derun lüzumundan ziyade perestişliğimizden +tevellüd etmiş fenalıklardır. +Bulgarlar kendileri için lazım olan Ruslara da tamamıyla +ediyoruz. Bulgarlar muharebeden iki hafta mukaddem bütün +şimendüfer hattını kendi ellerine aldıktan sonra bize +aid olan lokomotifleri vagonları da alıkoydular biz ise sevkiyata +başladıktan sonra kafi derecede lokomotiflerimizin +olup olmadığını anlayabildik bunu da onların medeniyetlerine +Hala o medeniyete iman ve i’tikad ediyoruz hala o medeniyet +namına ale’l-amya harekette devam ediyoruz. Bu +nedir ya Rabbi? Bu ne derece ama’? Basiretimiz tamamıyle +bağlanmış. Bu derecede teğafül bu kadar da tesahül ve +tekasül… Ben bilemiyorum ne gibi ta’bir kullanayım… Artık +sükut edeceğim. + + +---- +SABIR VE SEBAT MUCIB-I ZAFERDIR +---- + +Ayat-ı furkaniyyenin her nazm-ı beliği yüzlerce nikat +ve mezamini binlerce serair ve hikemi indimac eylediği +bil-cümle ehl-i tevhidin taht-ı teslimindedir. +Şems-i taban-ı İslam’ın meşrık-ı Batha’dan tulu’ ile +afak-ı alemiyana eşi’a-paş-ı intişar olmaya başladığı zamanda +daha dide-i huffaşanelerini kamaştırmakla ateş-i kin ve +hasedden kalbleri yana yana büryan-ı dud-efşana dönen +binaberin o şu’le-i nevvare-i tevhid ve hidayetin mahv u +teşci’ ve seyl-i huruşan-ı bela gibi müdhiş ve mehib olan +düşmanın ordusu karşısında muvahhidinin pa-yi temkin +ve metanetlerini tesbit hususunda şeref-nüzul eden ayat-ı +celile-i furkaniyyenin bir nazm-ı dil-nişin-i mu’ciz-beyanı da +tesliyet ve tebşirini ihtiva eyleyen şu menşur-ı +muhteşem-i ilahidir. +Evet her hangi hükumet-i İslamiyyenin saha-i terakkī ve +yun enva’-ı hiyel ve desayisle dahilen iğtişaş ihdasına haricen +binlerce mevani’ ve müşkilat icadına koyularak indiras +ve izmihlale çalışageldikleri gibi birkaç asırdan beri Hilafet-i +uzma-yı İslamiyyeyi de ihtiva eylemek suretiyle üç yüz altmış +milyon ehl-i İslam’ın ser-tac-ı iftiharı olan binaenaleyh +bütün ümmet-i naciye-i Ahmediyyenin kutb-ı mu’azzam-ı +hidayeti bulunan şu hükumet-i muazzama-i Osmaniyyenin +hilal-i nur-efşan-ı tekbirini inhisaf-ı ebediye uğratmak fikr-i +zenin hakkımızda ne gibi mekayid desayis ihtira’ ve isti’mal +eyledikleri birçok vekayi’-i tarihiyye ile müsbet ve el-an ef’al +ve harekat-ı ruz-merresiyle meşhuddur. +Bu kadar seneden beri bir ateş-i zulüm ve i’tisaf içinde +yanıp kavrulan Hükumet-i Osmaniyye’nin i’lan-ı meşrutiyet +ferdasında anasır-ı Osmaniyyenin kardeşcesine hüküm süren +muhadenet ve muvalatını çekemeyen Balkan hayal-perestanı +daha o dakīkadan beyne’l-anasır bir na’ire-i şikak +u nifak iş’aline çalıştı. Asayiş-i dahiliyi bozmak vahime-i +batılesiyle her tarafa cehennemi bombalar ilkasına başladı. +Fakat daha ezelden bir fıtrat-ı ulviyye bir seciye-i hariku’l-adeye +malik olup bir şu’leden volkanlar bir aşiretten cihanlar +teşkiline muvaffak olan meyl-i ma’ali ile müştehir Osmanlılar +sulh ve salah emr-i mu’tenasına temayül ile bu kadar +cinayat-ı vahşiyaniyyeye daima sabır ve sükunla mukabele +etmek istedi. +Amma her zerre-i haki aba vü ecdadımızın hun-gül-gun-i +şehadetleriyle muhammer ormanlardaki ağaçların her biri +ovalardaki otların her teli yine o muhterem şühedamızın +kemikleriyle neşv ü nema bulmakta olduğunu düşünen şu +evlad ve ahfad o eslaf-ı mutahharenin zürriyyat-ı tayyibesi +olduğu için elbette dil-suz ve cihan-güdaz vaveylalar koparmakta +olan mukaddes mader-vatanımızın damen-i pak-i +olmamak için kendi vücud-ı aheninlerini siper edip eyledikleri +ahd ü misak vesilesiyle hak-i pak-i Osmaniye şirzime-i +haine-i a’dayı tecavüz ettirmemek için şübhe yok ki hun-ı +necabet ve celadetlerini seve seve dökeceklerdir. +Nur-ı aftab-ı İslam’ın itfa ve imhasını arzu eden Salibiyyun +sebeb dört bin senelik kadim bir hükumet-i İraniyye’nin +mukasemesine sahib-i saltanat ve şevket bir Fas’ın kendi +derdiyle kavrulan bir Vaday hükumetinin bunun gibi aktar-ı +sairede bulunan bil-cümle hükumat-ı sağīre-i İslamiyyenin +birer suretle zabt ve istimlakine teşmir-i sak-ı mekidet +eyledikleri gibi bir takım vahi esbab dermiyanıyla hudud-ı +Osmaniyyeye ikide bir de tahşid-i kuvvetle meyyal-i harb ve +cidal görünmeleri de hep nur-ı pak-i İslam’ı itfa maksadından +başka bir şey değildir. +Ey Osmanlılık ünvan-ı fahiriyle i’lan-ı mübahat eden +anasır-ı İslamiyye! Şu dört küçük hükümetin zahirde Rumeli’yi +parçalamak gibi bir arzuda oldukları görünüyorsa da +hakīkat-i halde altı yüz senelik bir hükumet-i muazzama-i +Osmaniyyenin daha açığı edyan-ı saireye adedce bir galibiyet-i +kahire gösteren din-i ali-i İslam’ın imhasına bir mukaddime-i +meş’ume ihzar ediliyor. Fakat ey kalbleri hubb-ı +vatan ve din ile memlu olan mücahidin-i kiram emin olunuz +ki eğer siz sabır ve sebat ederseniz esna-yı harbde ellerinize +düşen düşman devletlerinin ihtiyar ve der-mande ricaline +nisvanına etfaline merhamet ederseniz o canavar-ı +hun-rizlerin sıbyan ve muhadderatımıza ettikleri dena’et ve +fezahatlarına karşı siz secaya-yı ulviyye-i İslamiyyeyi izhara +gayret ederseniz; +nazm-ı beliğ-i samedanisinin +sarahaten tebşir eylediği üzere bizim taburumuzun onların +bahadırımızın galib geleceği muhakkaktır. +mak istenilen eyadi-i tasallut mübarizin-i ümmetin hüsam-ı +katı’-ı cihangiranesiyle kesilecektir. Ve bu şanlı galibiyet-i +sal-i cedid-i Hicri’nin –Muharremü’l-haramı “ += ” nazm-ı celil-i kahharanesi üzere parlak tarih +olacaktır. Binaberin her mü’min-i muvahhid mader-vatanın +namus-ı mübeccelini vikayede yek-dil ve müttehid olmalı +ve bir itmi’nan-ı tam ile muzafferiyet-i kat’iyye-i karibeye – +avn-i Hak’la– intizar eylemelidir. +ferman-ı teşci’-ünvan-ı +Huda muktezasınca sabır ve sebat edelim. Zira sabır ve sebat +mucib-i zaferdir. +Göriceli Hafız Ali + +---- +HITAB-I RUH +---- + +Aç dide-i im’anını ey sevgili millet… +K a ne susamış düşmanımız eyledi savlet +Hem vermeliyiz el ele hem etmeli gayret +Gayret yaraşır bizlere Osmanlıyız elbet +Bayram günüdür gösterelim haydi meserret +Dağlar mı durur azmimize merd-i metiniz +Ecdadımızın varisiyiz hadim-i diniz +Din ü vatanın hıfzına bir hısn-ı hasiniz +Gayret yaraşır bizlere Osmanlıyız elbet +Bayram günüdür gösterelim haydi meserret +Envar-ı şeca’at saçılırken gözlerimizden +Düşman şaşırır hey’et-i dehşet-verimizden +Kan aksa açılsa yaralar her yerimizden +Gayret yaraşır bizlere Osmanlıyız elbet +Bayram günüdür gösterelim haydi meserret +Ervah uçuşur şevk ile fevk-ı serimizde +Dünya titirer pa-yi sebat-averimizde +Yatsak da kefensiz olarak makberimizde +Gayret yaraşır bizlere Osmanlıyız elbet +Bayram günüdür gösterelim haydi meserret +− − +Me’muriyet ticareti ve tevlid ettiği haksızlıklar – nefersiz +zabitler alaysız mir-alaylar – İran Kazak Livası +Vekayi’-i inkılabiyyenin tafsiline girişmezden evvel kable’l-meşrutiyet +biddenin ne gibi bir halde olduğunu muhtasaran olsa da kari’lerimize +anlatmayı faideli bulduk. Bu hususda vereceğimiz +ma’lumattan muhterem kari’lerimizce İran ahrarının +ne gibi bir usul-i idare aleyhine isyan ettikleri anlaşılacaktır. +numaralı “ Sebilü’r-Reşad ”da İran’ı ta’rif ederken +ma’nasıyla bir hükumet-i zalime olduğunu beyan eylemiştik. +Şimdi ise bu hükumet-i zalimede me’murin-i mülkiyye +ve askeriyyenin keyfiyet ve salahiyetlerine aid bir takım +ma’lumat vermek isteriz: +Avrupa milletlerinin ve az çok Avrupa usul-i idaresiyle +tedvir olunan Avrupalı olmayan diğer memleketlerin bildikleri +teşkilat-ı idariyye İran devre-i istibdadına tamamıyla +yabancı bir keyfiyet idi. Burada ne yazılı bir kanun ne +de mu’ayyen bir usul ve nizama tabi tutulan me’murin var +bulamazdınız. Müstebid İran’daki me’murin-i devlet sadr-ı +a’zamdan vüzeradan tutarak ta küçük köy amirlerine kadar +hepsi birer müste’cirler idi. Makam-ı vezaret hükumet +ve diğer me’muriyetler liyakat ve sebk-i hidemat üzerine +müstenid olmayıp müzayedeye çıkarılıyor her kim fazla +verirse o ta’yin olunuyordu. Bu usul her ne kadar resmen +mül ve sevabıka nazaran ayrı ayrı me’muriyetlerin mikdar-ı +takdimisi ta’ayyün ediyordu. Her bir mevadd-ı ticariye gibi +takdimilerin piyasasında da terakkī ve tenezzül keyfiyeti +vukū’ buluyordu. +Vüzera hükkam her ne kadar resmen ferman-ı şahi üzerine +ta’yin olunuyorlar idiyse de hakīkatte bunlar verdikleri +para mukabilinde sadr-ı a’zamın tecvizi üzerine me’muriyetlerini +satın almış oluyorlar idi. +Tabii birçok rakīblere karşı müzayedeyi kazanmış olan +bir vezir hasaratının nereden tazmin edileceğini biliyordu. +Vezir tarafından ta’yin olunacak valiler hakimler ve sair +me’murlar dahi me’muriyetlerini “takdimi” mukabilinde +almak mecburiyetinde idiler. Demek ki vezir aldığını satıyordu. +Ve her bir tacir gibi zararına da satmıyordu. Sonra +bir vilayetin valiliğini almış olan vali makarr-ı hükümetine +geldikte kaza kasaba ve köy me’muriyetlerini müzayedeye +koyuyor harac ediyordu. Tabiidir ki en sonra bütün bu ticaretlerin +acısını zavallı raiyyet denilen ahali çekiyordu. Amirine +takdim etmiş olduğu meblağ-ı mu’ayyen mukabilinde +vilayeti ahalisiyle beraber satın almış olan me’mur ahaliyi +soymaya başlıyordu. Bu suretle seneden seneye ahali üzerine +tahmil olunan vergiler çoklaşıyor idi. +Böyle bir usulün şanından olan zulüm ta’addi irtişa +hadd-i gayesini buluyordu. Mahalli me’murların zulmünden +vukū’ bulan şikayetler merkezi me’murlar vezirler +hatta şahlarca bile nazar-ı i’tinaya alınmıyordu. Alınmak da +kabil değil idi. Çünki ahalinin menafi’i gözedilecek olursa +artık kimse vali olmak üzere külliyetli para vermez topdan +me’muriyet satan tüccarlar da ziyan iderlerdi. Mu’ayyen bir +müddet için mu’ayyen bir eyaleti icare etmiş olan valinin +müddet-i icaresi inkıza ederse yahud vezirin şahın gadabına +uğrayarak azl olunursa diğer bir valinin ta’yiniyle sabık +vali tarafından ta’yin olunan bütün me’murlar yeniden +te’min-i makam etmek yani yeni müzayedeye dahil olmak +mecburiyetinde idiler. Buna göre de her bir me’mur kendisini +muvakkat addederek fırsattan bil-istifade mümkün +olduğu kadar fazla para toplamaktan başka diğer bir şey +düşünmüyordu. Valiler hakimler te’min-i makam etmek +üzere eyalet ve vilayetlerce ta’yin olunan vergilerin mikdarını +tezyid etmeye gayret ediyorlardı. Her bir vilayetin resmi +vergisi olan “Maliyyat-ı Divani”sinden başka bir de “Tefavüt-i +amel” namıyla gayr-ı resmi vergisi var idi. Bu gayr-ı +resmi olan tefavüt-i amel yıldan yıla tezayüd ediyordu. Hatta +birçok merakizde “tefavüt-i amel” asıl vergiyi kat kat geçiyordu. +“Tefavüt-i amel” isminden anlaşıldığı gibi bir valinin +takdim etmiş olduğuyla diğer bir valinin takdim ettiği aidat-ı +mahalliyyenin tefavütünden ibaret idi. İlan-ı meşrutiyetten +sonra “Maliyyat-ı Divani” ve “Tefavüt-i amel” namıyla vergi +usulünde mevcud olan bu sena’iyyet kaldırılarak vergiler +tevhid edildi. +tebidlerince idare-i memleket ancak celb-i nukūddan ibaret +hukūk-ı beşeriyyeden tecrid edecekmiş bunları nazar-ı +ve hikmet-i hükumet iktizasından idi. Kaçar Hanedanı’na +mensub şahlardan birisinin “Bizim idame-i hükumet etmemiz +dediği meşhurdur. +rical-i devletin bütün maharetleri de mümkün olduğu kadar +ahaliyi fazla soyabilmekten ibaret idi. Gaye bu olduktan +sonra erbab-ı miknet ve servetin kendi mülkiyetlerinden +emin olmamaları lazım geliyordu. Hakīkaten de öyle idi. +Muhtelif bahanelerle itham olunan tüccarın emlak ve nukūdunun +zabt ve müsadere edildiği vekayi’-i ruz-merreden +olduğu gibi en hafif mücazat da müsadere-i emvalden ibaret +emniyet değil idiler. Küçük bir me’murdan büyük bir valiye +kadar herkes her dakīkada kendisinden kuvvetli birisinin +gadabına uğrayabilmek korkusuyla lerzan idi. Hatta sadr-ı +a’zamların bile bu hususda emniyetleri yok idi. Çok olurdu +ki onların şah tarafından emlaki müsadere ediliyordu ve +bütün imtiyazları ellerinden çıkıyordu. Hülasa herkes daha +kuvvetlisine ezilir daha za’ifini eziyordu. Bunun neticesinde +Me’muriyetin ve usul-i idarenin böyle bir esas +üzerine te’sisi ve vergilerin böyle zalimane bir tarzla istifası +ahali beyninde efkar-ı umumiyyede hükumete karşı adavet-karane +bir his tevlid eylemişti. İraniler meşrutiyetten evvel +hüküm-ferma olan hükumeti hükumet-i zalime ve gayr-ı +meşru’a devlet me’murlarını da zalemeden addediyorlardı. +Devlet vergilerini mümkün oldukça vermemek vezaif-i +mezhebiyyeden sayılırdı. Böyle bir telakkīyi Şia ulema-yı +mezhebiyyesi bil-iltizam tervic ediyorlardı. Ahali beyninde +“İyi insan me’mur olmaz” diye zeban-zed olan darb-ı mesel +zihinlerde rüsuh bulmuş idi. +* * * +Memleketin umur-ı askeriyyesi de iyi bir halde değil idi. +“Takdimi” vatanın müdafaa-i hukūk ve hududuyla muvazzaf +olan bu kuvveti de altüst etmekte idi. Nasıruddin Şah’ın +evail-i saltanatında İran askeri Avusturya’dan celb olunan +zabitan vasıtasıyla tanzim olunmuş ve Avrupa-vari bir nizam +teşkil olunmuş idi. Sonraları Kamran Mirza’nın sipehsarlığı +zamanında takdimi usulü buraya da girdi. Zabitler artık liyakatlere +ve sabıka-i hizmetleri üzerine değil takdim ettikleri +para mukabilinde rütbelere ta’yin ve terfi’ olunuyorlar idi. +Hazine-i devletten kağıd üzerinde mevcud olan yüz bin kişilik +bir ordunun bütün masarıfı ahz olunuyor fakat hakīkatte +aidat-ı resmisinin birkaç mislini takdimi veren zabit kendisini +sinden azaltmak mecburiyetinde idi. Ve bu suretle mesela +hazine-i devletten bin neferin maaşını alan bir binbaşı hakīkatte +zabitler vermiyor kendileri der-ceyb ediyorlardı. +Sonra iş o raddeye gelmişti ki Harbiye Nezareti nizami +rütbeleri haraca çıkarmış birçok rütbeler satmış idi. Öyle +ki memalik-i mahruse-i İraniyyede nefersiz zabitler alaysız +mir-alayların hadd ü hesabı yok idi. Bir fevc taburun kumandanlığını +almış olan bir sahib-i mansıb zabit ölür ise +tabur babasının malı imiş gibi kumandanlık irsen veled-i +erşedine intikal ediyordu. Kumandanları beşikte olan taburlar +var idi. Resmi geçid taklidleri yapılırken büluğa ermeyen +zabitlerin taburlar bölükler başında bulunduğu görülüyordu. +Eski zamandan beri rütbelerini muhafaza eden birçok +“Emir-i tümenler” “mir-i pencler” şimdi de vardır. Emir-i tümen +on bin askerin emiri demektir. Asr-ı Nasıruddin Şahi’de +resmen yüz bin asker mevcud idi. Bu suretle bütün İran’da +ondan ziyade emir-i tümen olmamak lazım gelirken ihtimal +ki böylelerinin sayısı yüzden de fazladır. Hele beş bin askerin +emiri addedilen mir-i pencler belki beş yüz kadardır. +Daha aşağı rütbeli zabitleri sayacak olursanız neferden ziyade +zabit bulursunuz. Belki de mevhum bir nefere beş zabit +gelir. +hik bir dereke-i rezalete indirilen İran nizamı her kısım-ı +mezayaya veda’ ediyordu. Nikat-ı askeriyyede mevcud +olan kal’alar istihkamlar toplar her sene hazine-i devletten +tahsisatları alındığı halde harab oluyordu. Toplar çürüyor +zahireler bitiyordu. +* * * +Nasıruddin Şah Avrupa’ya seyahat ettiğinde Kafkasya’da +Ruslar tarafından kendisine karşı icra olunan resm-i +hoşuna gitmişlerdi. İşte Kazakların kıyafet-i zahireyyesinden +hoşlanan Şah hemen Rus ricaliyle müzakereye girişir ve Rus +hükümetiyle akd ettiği bir mukavelename mucebince Rus +zabitleri Tahran’da bir “İran Kazak Alayı” teşkiline başlıyorlar. +Tahran’ın merkezinde vesi’ bir meydan Kazak Alayı’na +tahsis olunuyor. Büyük bir kışla yapılıyor. Rus kumandanı +Rus muallim zabitleri taht-ı kumandasında teşkil olunan bu +Kazak Alayı İran’ın yegane mu’allem ve muntazam kuvve-i +askeriyyesini teşkil ediyor. Fakat Rus zabitanı taht-ı terbiyesinde +teşkil olunan bu kuvve-i askeriyye bittabi’ İran’ın +merkezinde bir ecnebi müessese-i askeriyyesinden başka +bir şey olamıyor. Bu husus tarih-i inkılaba aid vereceğimiz +tafsilattan da anlaşılacaktır. Hal-i hazırda dahi İran’ın yegane +kuvve-i mun[ta]zama-i askeriyyesini işbu Rus-İran Kazak-hanesi +teşkil etmektedir. +olduğundan bu kere bu kadarla iktifaa ediyoruz. +BÜYÜK HEROD +Herod’un rakībsiz mevki’-i hükümdariye su’udu işte +böyle olmuştur. Maamafih mevki’i müşkil ve gayr-ı şayan-ı +mecbur oluyor. Binaenaleyh: Müstebidlerin daima müracaat +ettikleri vesait-i zalimaneye müracaatı meşru’ görüyordu. +Mevki’-i iktidara gelir gelmez Antigonus tarafdarı olan rüesa-yı +ahaliden kırk beş kişiyi i’dam edip emvalini zabt etti. +Bundan başka birçok meşahiri daha katl etmiş idi. Mahza +kıskançlık sebebi ile hükümdar Aristobulus’un torunu genç +Aristobulus’u güya kazaen boğdurmuş amcası Yosef’i +ba’dehu seksen yaşındaki hükümdar-ı sabık Hirkanus’u +katleylemiştir. Müteakiben zevcesi Meryem dahi tiğ-i gadr ü +Bu son cinayet Herod’un vicdanında pek müdhiş +gayr-ı kabili’t-ta’rif bir azab-ı vicdani vücuda getirmiş idi. +Hatta ekser zamanlar bunun elem-i tahammül-güdazına dayanamayarak +güzel zevcesi Meryem’in kanının “intikam!” +diye bağırdığını söylerdi. Biraz vakit geçmiş idi ki: Kasden +boğdurulan Prens Aristobulus’un validesi Alexsandra da bu +cabbarın su’-i zannına kurban olduğu gibi daha birçok katl-i +amlarla nihayet Hirkanus silsile-i hükümdarisine de hatime +çekildi. +Hükumetinin ’nci Hirodes Kudüs’de nam-ı ilahiye +bir ma’bed’-i cedid yeni bir Beytü’l-makdis inşası fikrine +düşmüş. Bunun eskisinden daha mu’azzam ve muhteşem +olmasını murad etmiş idi. Sekiz sene müddet bu uzun iş +merasim-i muhteşeme ile vakf eyledi. Bu hal umum ahali +tarafından büyük bir meserretle telakkī edilmiş hükümdarın +emr-i diyanette gösterdiği bu gayret ve himmetinden dolayı +hakkında bir takım medh u senalar dermiyan olunmuştur. +Lakin Herod’un son seneleri ilk senelerinki kadar müdhiş +ve mü’ellim bir facia-i aile ile kararmış müzeyyen ali sarayları +tekrar velvele-i katl ü i’dam nale-i matemle aks-endaz +olmuştur. Milman’in Yahudilerin Tarihi Josephos. Bu +gayr-ı tabii gayr-ı insani hükümdar oğullarından ikisini bazı +hususattan dolayı itham ile idama mahkum eylemişti. Tiro +muhalefet eylediklerinden mumaileyh ile üç yüz tarafdarı +katl olundu. İki oğlu da boğduruldu. +Kudüs’de hükümdarın zerrin bir kartal heykelini Beytü’l-Makdis +yakınına vaz’a müsaade etmesi üzerine ahali +arasında şedid bir isyan zuhur ettiyse de rüesa-yı usat tutulub +diri diri yakıldı. Herod’un oğullarından biri daha Antipater +pederinin emriyle katl edildi. Ve aynı senede katl-i +ma’sumin denilen hadise vaki’ oldu. Yani Kudüs’e yakın +bir karyede mu’ayyen bir sinden aşağı olan çocuklar katl +edildi. Herod gayet müstekreh bir hastalık ile hükumetinin +’nci senesinde bin ıztırab içinde terk-i hayat eyledi. +HIND YOLUNDA: +dan akdem mazarratıyla Irak’ı mahv eden üç muzır halatın +def’i çaresine tevessül olunmalıdır. Bunlardan: +Gark; Susuzluk; İhalat +garktır. Bütün senelik mesai-i hayatiyyesini sermaye-i mevcudesini +zahire-i istikbalini teşkil eden mezru’atının ani ve +mahdud bir zamanda müdhiş suların savletine ma’ruz kalarak +bir iki saat zarfında mahv olduğunu gören bir melak +veya bir zari’ acaba ne hale gelir? +Geçen senesinde yalnız Bağdad ve civarıyla Kerbela’yı +tahminen bin liralık mezru’at hasaratı vukū’ bulmuştur. +nun tekerrürüyle Irak’da gördüğümüz sefalet ve perişani +vücuda gelmiştir. Bağdad’dan uzak çöllere gidilmesin şehrin +burnu dibindeki arazi-i vasi’a nazar-ı i’tibara alınsın yüz +binlerce hektar vüs’atindeki bu arazinin hali ziraatsiz kalması +garkdan gark endişesinden başka bir şey midir? İşte en +evvel bu afet-i müdhişenin önünü almak iktiza ediyor. Buna +aid tedabir-i mükemmelenin iraesini umur-ı miyahiyye mühendislerine +terk etmekle beraber umumi surette Vilkoks +tarafından tanzim edilen projenin tatbikine değin cedavil-i +adidenin küşadı ve her sene nakıs ve mübalatsız surette +güya tahkim edilen süddeler için masarıfatta fedakarlıktan +çekinmemek şartıyla ciddi erbab-ı himmet ve ihtisasın ta’yin +ve tavzifi ve kendilerine mes’uliyet tahmili ile bu cihetin emniyet-i +kat’iyye altına aldırılması lazımdır. +yetine karşı bu kelimenin buraya derci pek ayıb düşüyorsa +da ne çare ki me’murin-i hükümetin tedbirsizliği mübalatsızlığı +bu hakīkati acı bir surette erbab-ı ziraate hissettirmektedir. +Ahalinin bu ihtiyacının kendi sa’y ve ittifaklarıyla +muavenet-i mütekabileleriyle def’i mutasavver ise de ancak +yine hükümetin mübalatsızlığıyla puyan oldukları cehalet ve +me’rib-i şahsiyyelerinin tervici gibi mevani’ mevcud olduğundan +masrafsız meşakkatsiz humus gibi bir resm istifa +eden hükumet menfa’atçe en ziyade alakadar olduğundan +bu ahvale bigane kalmayacak ve kalmamalıdır. Sekiz on seneden +beri bütün bir liva halkını mahv u perişan eden ve +yüz binlerce zıya’ ve telefe badi olan Hille Kanalı için vakı’a +hükumet çalışıyor ise de bunun ne vakte kadar daha ikmal +olunacağı ma’lum olmadığından o kanal üzerinde kalmış +olan bunca bağ ve bağçeleri ve ahalinin atşını teskin edecek +raddede bir hafriyat-ı muvakkate ile icab eden suyun celbi +Hille Kanalı’ndan maada susuzluktan kavrulan +Kerbela’nın Hüseyniye Divaniye’nin Reşadiye Bakuba’nın +Halis Bağdad’ın Rıdvaniye Ebu Gureyb gibi birçok enhar-ı +cesimenin kuraklıktan her sene yüz binlerce liranın +zıya’ına badi olmaktadır. Bu cümleden olmak üzere geçen +sene Halis Nehri’nin suyunu te’min için i’mali iktiza eden +Uveyce süddesinin inşasında bir jandarma kumandanıyla +kaimmakam arasında hasıl olan ihtilafdan dolayı nehir su +alamamış ve umum hasılat-ı sayfiyye ile eşcar-ı müsmire kuruyarak +o mevsimde tutulan istatistik mucebince seksen bin +liradan fazla zayiat ve telefat vukū’ bulmuştur. +Yine Divaniye’nin Reşadiye Kanalı üzerinde teşvikat ve +terğībat-ı azime ile ahaliye celb ettirilen yirmiyi mütecaviz +motorla müteharrik tulumbalarla birçok arazi ziraatinden +sonra bu esnalarda suların inkıta’ı yüzünden tahminen on +bunun gibi birçok enhar daha ta’dad olunabilir. Bunun için +umur-ı miyahiyye mühendislerine iktiza eden fedakarlıkları +bila-imhal bezl ve gösterecekleri planlar mucebince iktiza +eden ameliyat ve hafriyat seri’an tatbik edilmelidir. Çünkü +bu beliyyelerin esbabından biri de imhal ve tatbik zamanının +geçirilmesidir. +Muhasebe-i vilayetin fazla varidat göstereceğim +diye gayret-keşliği çok kere değil daima A’şar +Nizamnamesi’nin gösterdiği müddeti geçirerek ihalatı te’hir +ve muhtekir mültezimlere tefviz ile zürra’ ekinlerinin tarlalarda +sonbahar ve kışlara kadar kalıp enva’-ı afat ve zararların +vukū’uyla hasılatlarının kemiyet ve keyfiyeti fark-ı tedennisi +yetmezmiş gibi bir de mültezimlerin zavallı çiftçiler hakkında +reva gördükleri enva’-ı eziyetler ve işkencelerde daimü’l-vukū’ +olmasıdır. İşte mazarrat-ı selaseden birisinden +olan bu ihalatın mevki’ ve hasılatın cins ve idrakine göre +çiftçileri her türlü zarardan vikaye edecek bir mevsim ve zamanda +–şimdiye kadar görülmeyen– mes’uliyet ve mücazatın tatbik +edilmesi lazımdır. +* * * +mucib-i umran ve terakkī olan mevaddı zikir edelim: +Emniyet denilince +ziraatten başka bir şey hatıra gelmesin. Emin olunuz ki +tasavvur buyurulan top tüfenkle vücuda gelecek emniyet +gayet mahdud ve kasir bir zaman için bir emniyet ve asayiş +olduğu uzağa gidilmesin nefs-i Irak’da birkaç senelik +vukū’at nazar-ı dikkate alınırsa buna iyi bir delil teşkil edebilir. +Çiftiyle çubuğuyla kendi mülk ve arazisinde çiftçilik eden +hiçbir zürra’ın eşkıyalık ettiği görüldü mü? Hayır! Meğer ki +hayatı merbut bulunduğu araziye tecavüz edile; o vakit ihtilal +hazır. Bu da bir şey değildir. O halde memlekette bir +emniyet-i daime ve hakīkıyye vücuda getirmek ve ahalide +bir vataniyyet-i hakīkıyye görmek istersen her bir ferdi arza +merbut etmeliyiz. Bu merbutiyet her bir köylü veya aşiret +efradına maa-aile ailesine göre Irakca müte’aref olan bir +feddan araziye sırf sahib edilmesidir. +Zürra’ın malik olduğu veya suret-i aharla zer’ ve imar +ettiği araziden bi-hakkın istifade etmesi ve bu suretle kemal-i +hahişle araziye merbut olması fevkalade haiz-i ehemmiyet +bir haldedir. Kendi nam ve hesabına çiftçilik etmeyen bir +köylü hiçbir vakit bütün hahişiyle çalışmaz. Sa’yin hadd-i +a’zamisini hiçbir vakit sarf eylemez; zürra’ dahi tekessür eylemez. +Ziraatin sanayi’-i muhtelifede isti’mal edilen mevadd-ı +nazaran zira’i milletlerin nüfusu daima terakkī etmekte ve +bu suretle kesb-i kuvvet eylemektedir. Nüfusun kısm-ı küllisi +zürra’dan mürekkeb olan memalikte sulh ve asayiş o nisbette +takarrur etmiş olur. İşte zürra’ımızı teksir etmek istersek +her halde ziraat edecekleri araziye sahib eylemeliyiz. Cihat-ı +mezkure esbab-ı muhtelife-i mahalliyyeden dolayı nazar-ı +dikkate alınmayarak zürra’ın şehirlere hicrete mütemayil +bulunduğu mahallerde ziraatin metruk kalarak tedennisi +memleket için azim felakettir. Şehirlere hicretin tezayüdü +bittabi’ araziyi işletecek kuvvetin tedennisini mucib olacağı +gibi arazi-i vesi’anın metruk kalmasıyla devletin mutazarrır +olacağı ve fiat-ı istihsaliyyenin tezayüdüyle mahsulatın gali +fiatla füruhtunu mucib olacağı ve ameliyyat-ı zira’iyyenin +fena ve nakıs olarak icrası ve arazinin tedenni-i kıymetini +ve’l-hasıl muhitin ahval-i iktisadiyyesine göre vukū’a gelecek +mehazir-i adideden dolayı memlekette umran ve terakkī +mefkūd ve onun yerine fakr u zaruret kaim olacağı aşikardır. +Bağdad şimendüfer inşaatına bir def’a mübaşeret edilsin +ma’ruzat-ı sabıka tamamıyla vukū’a geleceğine kat’iyyen +şübhe edilmesin. Umum zürra’ değilse kısm-ı a’zamı +ecir sıfatıyla arazisinde çalıştığı için orayı terk ederek fazla +kazanmak emeliyle şimendüfer ameleliğine süluk edecektir. +Halbuki efrad re’sen araziye mutasarrıf olsa dört-beş sene +yek-diğerini müteakib hasılat almasa bile bir senede bunu +ziraatten te’min edeceği ümidiyle kat’iyyen arazisinden infikak +edemez. Ta’dad olunan mehazirden hiçbiri vaki’ olmadığı +gibi bil-aks matlub tamamıyla vücuda gelmiş olur. +Aşayir ve nüfus-ı gayr-ı muharrereye tevzi’ olunacak arazide +bazı mühim nikat nazar-ı dikkate alınmazsa matlubdan teba’üd +edilmiş olur. Bu nikatın en mühimmi nüfus ve mes’ele-i +askeriyyedir. Çocuğunu aşı için aşı me’muruna götüren +bir bedevi çocuğunun ismini vermekten imtina’ı hep bu iki +noktadan ileri geliyor. Yirmi sene sonra evladının askere +alınmasına korku izhar eden bir bedevi on beş yirmi veya +otuz seneye kadar askerlikten muafiyet şartıyla iskana +muvafakat etmeyeceği pek bedihidir. Halbuki atide ta’rif +olunacak şerait dahilinde bunları iskana sa’y edilse tasavvur +olunan zamandan az bir zaman zarfında kendiliklerinden +askerliğe geleceklerdir: +a- Bila-şart u kayd araziyi tevzi’ etmek şimdilik askerlikten +muafiyet arzda her suretle tasarruf etmek +b- Tevzi’ esnasında herkesin yedine –arkasına arazisinin +haritasını muhtevi- bir tapu varakası vermek. Tevzi’ edilen +arazi her şahsın ailesine göre tevzi’ edileceğinden burada +tabiatıyla bir nüfus kaydı icra edilmiş olacağından matlubun +bir şıkkına varılmış olur. +c- Bağdad Vilayeti Divaniye Kerbela Bağdad Horasan +Kuveyt gibi beş mıntıka i’tibarıyla bu beş mıntıkanın her birinin +merkezinde her türlü küçük alat ve edevat-ı cedide-i +zira’iyyeyi muhtevi bir nümune tarlasıyla bir Ziraat Bankası +müesseselerinin vücuda getirilmesi ve Ziraat Bankası’nın +zir-i idaresinde bir alat ve edevat-ı zira’iyye deposu bir de +hububat anbarının bulundurulması yeniden ziraate başlayan +her bir zürra’a kefalet-i müteselsile ile kendisine lüzum +görülecek alat ve edevatı bir sene zarfında ekip yiyeceği +tohumu tefrik suretiyle vermelidir. Çünkü aşayirimiz içinde +kut-ı yevmisine malik olmayanlar yüzde doksan dokuzu teşkil +eder. +Teşkil olunacak bu müessesatı bütün ziraat fen me’murlarının +taht-ı nezaret ve idarelerinde bulundurmalı. Bunlar +tarafından alat ve edevat-ı cedide ile usul-i ziraat ve haraset +gösterileceği gibi nümune tarlasında usul-ı cedide ve fen +dairesinde ziraatin ve garsiyyatın icrası irae edileceği ve her +sene binlerce eşcar-ı müsmire ve nebatat-ı müfide fidanları +yetiştirerek ahaliye meccanen tevzi’ edileceği ve bunlar +miyanında bilhassa ipek böcekleri beslemek için tut fidanları +ve dünyaca ehemmiyet-i azimesi görülen zeytin ağaçlarını +yetiştirerek kezalik ahaliye tevzi’ edileceği ve’l-hasıl yeniden +ziraate ibtidar ile tavattun edecek zürra’ dünyanın en yeni +tarz ve en nafi’ usul-i ziraatiyle başlayacak ve buna pek az +zaman zarfında ülfet ve istinas hasıl edecektir. Hususiyle +nısf öşr ve beşinci seneden onuncu seneye kadar nısf-ı ö +şürle kendilerine karzan verilen alat ve büzurat esmanı mukassatan +zürra’ oldukça dayama ve döşeli muntazam bir haneye +bağ ve bağçeye birçok koyun inek ve hayvanlara malik +ve bil-cümle amal-i müstakbelesinin matla’-ı aftab ve on +senelik mesai-i can-siperanesinin mahzeni olan arza büyük +bir merbutiyetle bağlı olacağından kendisini o saadete nail +eden hükumete değil asker vermek mal evlad ve ıyalini +kurban etmekten bile çekinmeyeceği aşikardır. İhtimal ki +bazıları bu müsaadatı pek ifratlı bulurlar. Lakin emin olunsun +ki Irak’ın mecd-i kadimini iade için bu usulden başka bir +tarik yoktur. Bugün ta’kīb edegeldiğimiz tarik nazar-ı i’tibara +alınırsa nasıl bir sukūtla gerilediğimiz anlaşılır. +Teşkil +olunacak depo diğer menatıkta teşkil olunacak alat-ı zira’iyye +deposundan daha vasi’ mikyasda bulunmalıdır. Burada +gaz motorlardan vasi’ mikdarda tekasitle ahaliye füruht +edilmelidir. Mezkur motorlar şu son zaman zarfında o kadar +ta’ammüm ve tevessu’ etti ki harikulade denmeye sezadır. +senesinde en ziyade motor vürud ettiği ve adedi istatistikçe +elli iki olduğu halde senesinin ilk dört mahında +tulumba vürud eylediği ve Eylül’de teslim edilmek üzere +yalnız bir kumpanyanın kırk dört tulumba daha sipariş +eylediği nazar-ı i’tibara alınırsa her halde bu harikuladelik +teslim edilir. +Tecrübeten sabit olduğuna nazaran tulumba vasıtasıyla +vukū’ bulan iska her halde iktisadca kerdlerden daha tasarruflu +ve suhuletli ve birçok teferruat ve meşakk ü mezahimden +kurtulduktan maada kerd vasıtasıyla ancak yirmi +senede gars ve teşciri matlub olan bir araziyi üç dört senede +kamilen gars ve az bir zaman zarfında o bağ ve bağçelerin +umumu kabil-i istismar bir hale getirilmiş olur. Bu makinelerin +muvaffakiyet-i azimesi hakkında şübhe götürecek +Fırat ve Dicle’nin ve şu’abat-ı enharın her iki yakalarında +vaki’ binlerce kürud ashabı bu makinelerin iştira ve isti’maline +fevkalade müştak ve heveskardır. Bu heveskarlığa +haylulet eden iki sebeb vardır: Biri emniyetsizlik diğeri fakr +u zarurettir. +Şu son senede Divaniye ve Semave’de emniyetin takarrur +etmesiyle ne kadar muktedir zürra’ varsa hep bu makinelerin +celbine teşebbüs eylemiş ve eylemektedir. Divaniye +Kanalı’na bir buçuk sene zarfında beşten yirmi iki beygir +kuvvetine kadar yirmi aded gazlı motor kurulduğu ve Avras +ve Semave için daha o kadar sipariş edildiği bir bürhan +olamaz mı? +kısm-ı a’zam ahalisini teşkil eden zürra’ hep buna ma’ruzdur. +Bunların her birisi birden beş bekreye kadar ancak bir +kerde maliktir. Bu sınıf zürra’ yekden elinde hiçbir vakit yirmi +lira bulmadığı için tabii makine celb eyleyemez. İşte hükümetin +en birinci vazifesi bu gibi zürra’a yardım etmektir. +Bu hususda hükumet bunlara nasıl yardım edebilir? +Hükumet; doğrudan doğruya faide ve muhassenatı en ziyade +müşahede ve ahali isti’mal ile alıştığı makinelerden büyük +bir kemiyet celbiyle kefalet-i müteselsile ve uzun va’de +eder veyahud usul-i ati ittihaz edilirse daha muvafık +olur zannındayım: +Bağdad’da bu makinelerin müteaddid enva’ ve tüccarı +vardır. Bunlardan Dubleks Plakston Horonzbi Victoria +Rustov Broktör Vizel… enva’ı mevcuddur. Birkaç senelik +tecrübe neticesi ile en ziyade rağbet-i umumiyye Horonzbi +makinesine temayül edip şimdiye kadar Bağdad’a varid +makinelerden yüzde sekseni yalnız bu makinelerden yüzde +yirmisi diğer nevi’ makinelerden olduğu nazar-ı dikkate +alınırsa bil-umum evsaf ve havas nokta-i nazarından diğer +makinelere müreccah olduğu ve madem ki bu kadar +enva’-ı makine arasında rekabet mevcuddur her halde +mezkur makinelerin fiatı hadd-ı aslisine vardığı anlaşılır. +Horonzbi makinesinin şu havas ve mezayasına ilaveten bayi’i +Blocy-Kerry Kumpanyası tarafından kıymetinin sülüsü +nisbetinde peşinen ve bakiyyesi bir seneye mukassatan verilmek +gibi bir sühulet bahş eylemesi bu makinenin revacını +tezyid eylemiştir. İşte zürra’ın kısm-ı a’zamı peşinen bu +sülüs kıymetin edasından aciz olduğu için mütehassirane +eli böğrü üzerinde kalarak meşakk-ı azime ve usul-i atika +üzerinde çok zamanda az faide istihsaliyle uğraşmaktadır. +yesini diğer menatıkta teşkil olunacak banka sermayesine +nisbeten on on beş bin lira fazlasıyla teşkil eder ve bu gibi +zürra’a makinenin sülüs-i kıymetini idare edecek olursa bu +zürra’ elinde beş parası olmaksızın hükümetin ve kumpanyanın +bu müsaadeleri sayesinde bir makineye sahib olarak +hutuvat-ı seri’a ile ahval-i zira’iyye ve iktisadiyyesini ıslah +eylemiş ve fabrikacının göstermiş olduğu müddet dahilinde +hem makinenin hem de hükümetin hakkını ifa etmiş olur. +Hele hükumetin zürra’ hakkında bu gibi lütufda bulunacağını +ta’yin eden fabrikacı makine için peşinen aldığı bu sülüsü +rub’a tenzil ve bir senelik müddeti bir sene üç aya temdid +edeceğine tamamen ümidvarım. Burada nazar-ı dikkate alınacak +mühim bir mes’ele vardır. O da hükumet tarafından +sair devairde olduğu gibi kumpanyalar beyninde münakasa +açmak usulü ta’kīb edilmemelidir. Ta’kībine teşebbüs olunsa +birçok mehazirin tevellüdü mümkündür. Burada bu makinelerden +daha pek ucuz makine mevcud ise de az zamanda +bozulması işledilmesi su’ubetli bulunması makine envaının +ta’addüdüyle her nev’e mensub ayrı ayrı makinistlerin istihdamı +vesaire. Halbuki balada arz olunduğu üzere birkaç +sene sarfiyat neticesi bu makinelerin kıymetini hadd-i aslisine +daha büyük teshilatın talebiyle teessüs edecek banka +ve müştereken saadet-i ahalinin te’minine çalışılması daha +büyük fevaid tevlid eder. +Darülhilafe’nin yevmi gazeteleri içinde yegane hakīkī +başladı. Mücahid-i a’zam Şeyh Abdülaziz Çaviş hazretleri +Hilal ve Salib hakkında müdhiş makaleler yazıyor. İşte +Teşrinievvel tarihli başmakalesinden bir kısmını nakl ediyoruz. +Bütün kari’lerimizin bütün müslümanların Darülhilafe’nin +bu yevmi hakīkī İslam gazetesini muntazaman ta’kīb +etmelerini tavsiye ederiz. +AVRUPA VE İSLAMİYET +… Avrupa devletlerinin kendileri de hükümdarları ile +beraber İslam aleminin vücudunu ortadan kaldırmak için +alenen beyanatta bulunuyorlar. Bu hususta bize karşı açıktan +açığa dost görünenlerle yüzümüze karşı gülerek dostluk +gösterenler aynı mahiyettedir. Ah! Bilsek zavallı İslamiyet +bugün ne halde bulunuyor!.. Irak ulema-yı kiramından bir +zatın dediği gibi “Fas ile İran tayr-ı İslam’ın sağ ve sol kanadları +mesabesinde idi. Onu kopardılar Osmanlı aleminden +hiçbir hareket görmeyince asıl vücudun da bi-his kaldığı +zannını besleyerek nihayet son darbelerini de Hilal’in beyaz +ve nermin sinesine havale ettiler. Kana boyadılar. +bebler olmasaydı İslam alemi hiçbir zaman bu ebedi zillete +tahammül etmez ve hıristiyan bayraklarının muvahhidin +başları üzerinde dalgalanmasına razı olmazdı– işte bu musalaha +daha akd olunur olunmaz bir de baktık ki İngiltere +Senusiliğin mehdi ve İslam ümmetlerinin ka’belerinden biri +olan Kufra’yı istilaya hazırlanıyor. Bunun için Senusilerin +birinci makarrı olan Cağbub’u alması lazım gelir ki bu suretle +kadar imtidad edebilecekti. Şimdi zavallı İslamlar her tarafdan +hıristiyan alayları ile kuşatılarak başlarında yine Salibi +bayraklar gölge salmaya başladığı zaman ne yapacaklardır? +söz veren yemin edenler ayn-ı zamanda şimalden İtalya +askerleri üzerlerine yürüdüğü şark ve cenubdan da İngiliz +kıt’aları ilerlemeye başladığı zaman ne yapacaklardır?: +Avrupa bütün bu harekatı gelişigüzel yapmıyor. Bilakis +bunların hepsi mu’ayyen bir plan dahilinde mürettebtir. Bunun +perişan ettikten sonra hepsini birden pençesine geçirmeye +çalışmış. Artık bugün İslam aleminin ta kalb-gahına en asli +merkezlerine tecavüz etmek üzere bir taraftan Şiilik diyarını +eline geçirdiği gibi diğer tarafdan hilafet tahtını sarsmak İslam’ın +en metin rüknünü devirmek istiyor. Sonra Afrika sahrasının +vahaları arasında müteceddid bir İslam gençliğinin +tulu’unu görmekten korkarak derhal askerini topluyor +Senusi merakizi üzerine yürüyüş etmek için hazırlanıyor. +Bundan evvel ise Balkan hükumetlerinin siyasi zenbereklerini +kurmuş onları aç kurtlar gibi Hilafet’in şehametli +arslanı üzerine saldırmış bununla bize son ölümlü darbelerini +vurarak Avrupa’dan çıkmak ve hafizana’llah duçar +olacağımızı bütün kalbleriyle arzu ettikleri hezimetten sonra +ferih ve fahur Bosphor sahillerine yayılmayı düşünüyor. +Rusların Ayasofya hakkında perverde ettikleri hülyalar ise +Fatih’in ma’neviyeti imdadıyla altun Hilal’in ruhani ışıkları +sayesinde ademin a’makına gömülüyor gibidir. +mak üzere aynı zamanda Afrika Asya ve Avrupa müslümanlarının +kanları dökülüyor ruhları uçuruluyor. İşte yine +o yirminci asrın mürüvvet ve merhameti iktizasından olmak +üzere Sırbiye askeri Osmanlı hududunda ansızın dahil oldukları +köylerde birçok ma’sum kanları dökmekten istihya +etmiyor pakize kızların ırzlarına tasalluttan cehennemi bir +zevk duyuyorlar. Evet işte o Avrupa medeniyeti öyle istilzam +ediyor ki Bulgaristan kendi teba’ası olan müslümanlara +tecavüzle kulaklarını koparmak burunlarını kesmek +dan kurtulmak isteyen zavallı insanları muhaceretten men’ +etmekten korkmuyor. Bunlar böyle iken beri tarafda bizim +hıristiyan teba’ası aramızda canlarından emin bir halde +ticaret ediyor her türlü refaha mazhar bir halde vatanın +ni’metlerinden istifade ediyor. Onlardan birine bizim tarafdan +azıcık sert bir lakırdı söylense derhal üzerimize keskin +kılıçlar hain kurşunlar müdhiş dinamitler savrulup yağmaya +başladığı gibi mutaassıb Avrupa bize karşı ağzından +çıkan türrehatı elinden gelen şenaati yapmakta bir dakīka +tereddüd etmeyecek hemen askerlerini toplayarak “Barbar +Türkler vahşi müslümanlar hıristiyanları boğazlıyorlar kesiyorlar +öldürüyorlar başıbozuklar her tarafı harabeye çevirdiler!” +feryadıyla Ehl-i Salib seferleri teşkil edeceklerdir! Balkan +hükumetlerinin insaniyet kardeşleri milliyet ortakları +menafi’ yoldaşları olan zavallı teba’alarına karşı yüzleri kıbleye +teveccüh ettiğinden kalbleri Allah’ı tevhid eylediğinden +başka hiçbir sebeb olmadığı halde reva gördükleri zulmü +tecviz eden şey Avrupa’nın babalık hisleri değil de nedir? +Bulgar Kralı Ferdinand’ın Osmanlı Devleti’ne karşı harb +şı yürümekte” olduğu fikri bütün Balkan hükumetlerinin +kalbinde tarihi bir intikam halinde gizlenmiş bir şeydi. Bugün +onu zahire çıkarmakla müslümanları Avrupa’dan süpürmek! +çekinmemelerini ihtar ediyor. Ferdinand bunları söylediği +halde Avrupa kollarını bağlamış sakinane duruyor hatta +gözleri sözleri işaretleri hareketleriyle onları teşvik ediyor +gizlice kışkırtıyor kendilerine akıl öğretiyor plan hazırlıyor +yol gösteriyor ellerinden tutuyor. +Avrupa Bulgar Kralı’nın sözlerini kemal-i huşu’ ile dinlediği +halde mu’azzam Halifemiz Sultan Reşad-ı Hamis hazretleri +böyle bir kelamda bulunmuş olsalardı nasıl bir istikbal +göreceklerdi? Onların kendileri mutaassıb oldukları halde +bizi taassub ile onların kendileri zalim oldukları halde bizi +zulüm ile ithamdan vahşilik barbarlık nim medenilik gibi +sıfatlar ilhakından geri kalmayacakları şüphesizdir. +Avrupa Ferdinand’ın nutkuna Sırplar ile Yunanlıların +gir +dikleri Osmanlı mülkünde irtikab ettikleri şeni’alara karşı +sakit ve lakayd kalırken Emiru’l-mü’minin hazretlerinin +ve Harbiye nazırının Osmanlı askerine verdikleri nutukta +za’ifler ihtiyarlar kadınlar ve çocuklara karşı merhamet ve +lüzumu bildiriliyor. İslam’ın ulvi telkīnatını icmal eden bu +beyanname neşr olunarak bütün alemin nazarlarına ma’ruz +kaldığı halde hıristiyan alemi bu kadar şefik ve rahim müslüman +esaslarıyla Bulgar Çarı’nın ne şimdiki ne gelecek +alem huzurunda utanmadan i’ta ettiği cehennemi nasihat +beynindeki farkı görmemek için gözlerini kapıyor. +ehemmiyet ve haysiyetimiz bu derekededir. Zira biz onlar +nazarında taksim olunacak bir mal tevzi’ olunacak bir ücretten +başka bir şey değiliz. Onlar bizim şimdiye kadar bir +türlü nefsimizde tedarik ve temsil edemediğimiz meziyet ve +vasıfları haiz olmadıkları halde biz onların bu hareketleri +karşısında nasıl bir vaziyet alacağız? +Onlar ictimai bir hey’etin esaslı şartlarından en birincileri +şeref ve azamet ve kudretin unsurlarından en mühimleri +olan ilim ve kuvvet ile cerbezeyi bir yere cem’ etmiş oldukları +halde biz el-an ne yapıyoruz? +Herifler aralarındaki maddi ve ma’nevi rekabet ve garazları +unutmuş bütün bunları hatırlarından çıkararak aleyhimize +etmiş oldukları halde biz ne yapıyoruz? +Düşman milletler üzerimize köpekler gibi saldırdıkları +bizi paralamak için boğuştukları halde biz ne yapıyoruz! +Mülkümüz servetimiz bütün ecnebi ve düşman ellerine +geçtiği halde biz bütün dünyada hamisiz mu’insiz kalmış +öksüz bir hey’et gibi ne yapıyoruz? +Artık yetişir mahv oluyoruz Hilal ile Salib arasında asırlardan +beri devam eden bu çarpışmalarda biz mütemadiyen +geriledik.. Eğer bundan sonra da fırka ihtilaflarını bırakmaz +siyasi mesleklerimizi unutmaz isek hilal [helak] ve +Artık son merhalemizde olsun o Allah’ın galib arslanı +emiru’l-mü’minin Hazret-i Ali’nin sözünü der-hatır edelim: +Adamcağızın biri emire sormuş: Muaviye’nin askeri batıl +tarafında iken nasıl oldu da “hakk”a galebe edebildiler? +Büyük halife cevaben buyurmuşlardı ki: “Onlar batıl idiler +amma ittihad ettiler muzaffer oldular biz hak tarafında idik +amma tefrikaya düştük mağlub olduk.” +Artık elimizde ne kadar servet vücudumuzda ne kadar +kan ve can varsa hepsini Allah uğrunda feda edelim. Görmüyor +muyuz Rusya ile Avusturya orduları son kalan İslam +hey’etini de mahv etmek üzere muharebe meydanına +şitaban olmak için harisane çırpınmaktadırlar. +Düşmanlarımız karşısında kelime-i İslam’ın te’yidinden +Osmanlı mülkünün ebediyyen ibkasından başka hiçbir ga +yeye rabt-ı kalb etmeyerek ittihad edelim. Aramızda ne +ka +dar nifak u şikak varsa cümlesini terk ederek birleşelim +yek-vücud olalım. Zira biz tevhid ümmetiyiz. Cenab-ı Hak +da Kitab-ı Kerim’inde bize aynı şeyi emir buyuruyor. Bakī +Allah mü’minlerin yardımcısıdır. + +---- +BALKANLARDA CIHAD +---- + +Bugün resmi bir habere göre Kumanova havalisinde tahaşşüd +eden ve Garb Ordusu’na mensub bulunan kuva-yı +Osmaniyye Sırbistan’ın Morava vadisinden ilerleyen ordu-yı +aslisi üzerine taarruz ediyor. Vukū’a gelen şiddetli muharebede +dört fırka tahmin olunan düşman ordusu telefat-ı külliyye +vererek kat’i bir mağlubiyete duçar oluyor. Kamilen +ric’at ediyor kuva-yı muzaffere-i Osmaniyyenin düşmanı +ta’kīb eylediği tebşir olunuyor. Bu haber ahali beyninde sevinçlerle +karşılanıyor. Müjde-i muzafferiyyeti herkesden evvel +kapana satılıyor. Akşam üzeri Takvim-i Vekayi’ in resmi bir +Bugünkü gazeteler Almanya ile Fransa devletlerinin +bi-taraflık i’lan ettiklerini İtalya’nın da ilan-ı bi-tarafi etmek +üzere devletlerle müzakerede bulunduğunu ihbar ediyorlar. +Romanya hükumeti de Rusya Devleti’nin alacağı vaziyet tavazzuh +etmediğinden bi-taraflık i’lanını te’hir ediyor. +Bazı gazetelerin evvelce vermiş oldukları müsta’cel ve +biraz da mübalağalı haberlerle muharebe şaka imiş gibi üç +gün sonra ordumuzun Filibe’de resmi geçid yapacağını fazla +bir gururla bekleyen efkar-ı umumiyye bugün büyük bir +muzafferiyet haberine muntazır iken tebligat-ı resmiyye Şark +ordumuzun bir plan iktizası olarak Tunca şarkından hududu +tecavüz eden Bulgar ordusunu açılmaya mecbur duçar-ı +tevakkuf ve düşmana vakit gayb ettirdikten sonra neticesi +meşkuk bir muharebe-i kat’iyyeye girişmekten ictinab ile +arzusu daima hücum ve muttasıl galebe haberleri dinlemek +olan ahalimiz üzerine su’-i te’sir ediyor ve kendisince mübhem +bulduğu bu tebligattan endiş-nak oluyor. Bundan da +zi kendi ifsadatlarından hali bırakmayan fesadcılar alakadar +olan mehafilden aldıkları meş’um haberleri bin türlü mübalağalarla +neşr ediyor. Efkar-ı umumiyyeyi endişelere sevk +ediyorlar. Şark Ordusu hakkında türlü türlü mübalağalarla +neşr olunan sani’alar ahalinin telaşına sebeb oluyor herkes +pür-telaş şuraya buraya sokuluyor ahvalin künh ü hakīkati +neden ibaret olduğunu öğrenmek istiyor. Rumeli-Bulgar +hududunda Kırkkilise ve Edirne civarındaki muharebat +vukū’ bulduğundan oralarda sakin acezeden ihtiyar kadın +çoluk çocuk muhaceret ederek bugün şehrimize geliyorlar. +Muhacirlerin bu suretle vürudlarından istifade eden meş’um +ağızlar yalanlarını hakīkate benzedebilmek suretiyle kuvve-i +ma’neviyyemizi kırmaktan ibaret olan maksad-ı cinayet-karanelerine +müsa’id bir şerait bulur gibi görünüyorlar. +Bir takım gazetelerin evvelce vermiş oldukları mübalağalı +muzafferiyet haberleri de şimdi hakīkatin hala intizar edilen +bir halde olmadığını gören efkar-ı umumiyyemizi inkisara +uğratmakta alakadar olduğu herkesçe hissediliyor. +Bugün çıkan gazeteler dünkü tebligat-ı resmiyyeden +meş’um ağızların neşr etmiş oldukları ye’s-aver tefsirattan +dolayı muztarib olan efkar-ı umumiyyeyi tenvire çalışıyorlar. +Maamafih efkarın müteheyyic olduğunun hala devam ettiği +alaimiyle hissolunuyor. Herkes dolaşıyor tecessüs ediyor. +Diğer taraftan Saray-ı Hümayun’da Balkan hükumetleriyle +vukū’ bulan muharebenin safahatı ve icab edecek tedabirin +suret-i ittihaz ve icrası zat-ı Hazret-i Padişahi’ce bilinmek +arzu buyurulması üzerine vasati saat iki buçuktan sonra +umum vükela a’yan ve ulemanın bir kısmından mürekkeb +fevkalade bir meclis in’ikad ediyor. İctima altı saat kadar imtidad +ediyor. Müzakerat hal-i harb ve sair bazı mesail-i mühimme +hakkında cereyan ediyor. Mevki’-i harbde bulunan +Harbiye Nazırı Nazım Paşa ile muhabere olunuyor. Harbin +safahat ve tarz-ı cereyanı hakkında ma’lumat alınıyor son +dereceye kadar bezl-i gayretle ittihaz-ı tedabir kılınması ve +şan-ı askerinin muhafaza edilmesi karar-gir oluyor. Bundan +başka hey’et-i vükela mevki’-i harbde bulunan Harbiye Nazırı +Nazım Paşa’dan geç vakit tekrar telgrafla ma’lumat taleb +ediyor. Ordunun şimdi vaz’iyeti tedafü’i olduğu ve ileride tecavüzi +vaz’iyette bulunacağı ordunun hali yolunda olduğu +kuvvet-i kalbiyye ile te’minen iş’ar olunuyor. +Yunan hududundan da mucib-i memnuniyet bir haber +geliyor. Tebliğ-i resmi: Düşmanı içeri çekip kahr etmek üzere +Loros kıtaatında bil-iltizam cihet-i askeriyece boş bırakılıp +düşman tarafından işgal edilmiş olan Komcadis ve Gribova +tepelerinde Teşrinievvel’in onuncu akşamı asakir-i Osmaniyye +tarafından dilirane vukū’ bulan hücum üzerine kamilen +bine şiddetle devam olunduğu bildiriliyor. Yunan filosunun +Adriyatik sevahilinde geşt ü güzar ederek adem-i muvaffakiyetle +neticelenen bir takım harekatta bulunduğu da gazetelerin +neşriyatından anlaşılıyor. Kırkkilise muharebatında +mecruh düşen gazilerimizden bir mikdar bugün şehrimize +getiriliyor hastahanelere tevzi’ olunuyor. O havaliden gelen +muhacirine dahi cami’lerde yer verilerek kendilerine ekmek +ve yemek tevzi’ olunuyor. +Bugün bütün gazeteler müttehiden ahiren İstanbul’a ilka +olunan inkisar-ı ruhiyyenin izalesine hadim metanet ve +sebatı telkīn eder makaleler neşr ediyorlar. Öğleden +sonra resmi olarak Kırkkilise’nin istirdadı haberi de varid +oluyor. Bu haberde Kırkkilise taraflarında vukū’a gelen +muharebatta Miralay Hilmi Bey fırkasının pek büyük yararlık +gösterip kendi fırkasının mevcudu nisbetinde düşmana +telefat verdirdiği düşmanın Kırkkilise’den teba’üd ettirildiği +Edirne vilayetinden varid olan telgraflara istinaden bildiriliyor. +Diğer bir tebliğ-i resmide dahi kuva-yı umumiyye-i Osmaniyyenin +muntazam bir halde ileri harekatına ibtidar eylediği +düşmanı mikdar-ı külli telefata duçar ederek Kırkkilise’ye +girmiş olan Hilmi Bey fırkasının her ta’rif ve tavsif fevkinde +olan hidemat-ı kahramananesinin Edirne’de büyük bir +meserret husule getirdiği söyleniliyor. İlave olarak Kırkkilise +mıntıkasındaki ahvalin gayet müsa’id bir şekil aldığı da ayrıca +te’min olunuyor. Vekayi’i daha ciddice ta’kībe başlayan +halk müsterih ve memnun oluyor. +Alınan hususi telgraflarda Maraş mevki’inde Papastepe +nam mahalde Teşrinievvel’in ’nde vukū’ bulan bir müsademede +üç bölük Bulgar süvarisinden birinin kamilen telef +edildiği düşmandan üç mitralyöz alındığı görülüyor. Çöke +Nahiyesi’nde de mühim müsademe vukū’a gelerek düşmanın +telefat-ı külliyyeye duçar olduğu firar eden düşmandan +birkaç topla bir hayli manliher tüfengi iğtinam edildiği bildiriliyor. +Tamraş civarında düşmanın Osmanlı dilaverleri +tarafından muhasaraya alındığı da anlaşılıyor. Edirne’nin +metaneti te’min olunuyor. Her gün olduğu gibi bugün de +meydan-ı harbe külliyetli asker gidiyor. Bir tabur kadar fedakar +Kürd gönüllüleri mehib bir surette nümayişlerle milli +şarkılarla Harbiye Nezareti’ne gidiyorlar. Rumeli’den gelen +muhacirinin ekseriya lüzumsuz yere bir takım tevehhümlere +kapılarak ihtiyar-ı muhaceret ettikleri bazı me’murin-i mülkiyenin +bu gibi ahvalin önünü alacaklarına kendilerinin terk-i +mevki’ etmeleriyle daha ziyade mucib-i heyecan oldukları +Dahiliye Nezareti’nce haber alındığından Teşrinievvel +tarihiyle Edirne Selanik Kosova Manastır ve Yanya vilayetlerine +ba-telgraf vukū’ bulan şedidü’l-meal bir ta’mimnamenin +suretini neşr ediyorlar. Ta’mimnamede züll-i firarı +muvakkatelerini pek cüz’i bir bedel ile ifa eden askerler firar +ettikleri zaman kurşuna dizilmek gibi bir ceza-yı elime duçar +edilirse devlet ve milletin perverde-i inayeti olup müstevfi +maaşlarla hali terfih ve istikbali te’min edilen me’murin-i +mülkiyyenin bila-sebeb havf ve haşyete kapılarak ahaliye +karşı mükellef oldukları vezaifi büsbütün unutarak firar etmeleri +ne derecede bais-i hacalet ve vicdanen kanunen ne +mertebe badi-i mes’uliyyet olduğu meydanda olduğunu +tecziye edileceklerinin ve şu hacalet-engiz harekat-ı menfurelerinin +sicill-i ahvallerine geçirilmesinin devletçe mukarrer +bulunduğu” makam-ı tehdidde bildiriliyor. +muazzama süferasının dün akşam Avusturya Sefarethanesi’nde +düvel-i muazzamanın muharebatı tevkīf etmek maksadıyla +müdahale edecekleri şayiasına biraz kuvvet veriyor. Fakat +gazeteler böyle bir müdahale mes’elesinin Avrupa’da mevcud +olmadığını olursa Devlet-i Aliyye’nin her türlü müdahaleyi +reddeceğini yazıyorlar. Bugünkü hey’et-i vükelaya +ahiren ordugaha giderek avdet eden Salih Paşa da iştirak +ediyor. Ordunun vaziyet-i ahiresi hakkında tafsilat-ı mükemmele +Bugün Harbiye nazırının karargah-ı umumiden çekmiş +olduğu bir telgraf gazetelerle neşr olunuyor. Bu telgrafda +Bulgar ordularının Teşrinievvel’in ’ncu günü Kırkkilise’de +vaki’ olan muharebede iyice zedelenmiş olduğu cihetle henüz +başlayamadığı Şark Ordu-yı Hümayunu’nun da o günden +beri geceli gündüzlü mesai ile kuvvetlerini teksir ve takviye +etmekle iade-i intizama çalıştığı cihetle yakında büyük bir +muharebenin me’mul bulunduğu bildiriliyor. Bir manevra +Yunan Ordusu’na ahiren Osmanlı Cenub Ordusu’nun tehacümi +harekat icrasına ibtidar ederek Yunan Ordusu’nu Serfiçe’de +mağlub ettiği ve cenuba doğru ta’kīb ile Kırkgeçit +mevki’ine kadar püskürttüğü ve bu muharebatta elde edilen +Yunan üserasından bazılarının Selanik’e getirildiğini gazetelerin +hususi muhabirleri iş’ar ediyor. Bugünkü gazeteler +meydan-ı harbden zabitle mecruhun şehrimize getirildiğini +bunların miyanında mensub olduğu kıt’a ile harbe +mukavemet göstererek mecruh olan Şehzade Abdülhalim +Efendi’nin İstanbul’a geldiği de yazılıyor. Bugünkü gazeteler +edilen mıntıkada geceleri vasati saat ondan sonra sokağa +çıkmanın memnuiyyeti aynı zamanda umuma mahsus +mevaki’in mesdud bulunacağını ve sair mevaddı müş’ir +evvelce neşr olunan mevadda zeyl olmak üzere İstanbul +Muhafızlığı’ndan ve Birinci Kolordu Kumandanlığı’ndan bir +beyanname neşr olunuyor. Gazetelerin gayr-ı resmi olarak +verdiği ma’lumata nazaran Kırkkilise’den husule gelen havf +u halecana sebebiyet veren ve vazife-i askeriyyelerinde liyakatsizlik +gösteren elli üç kadar zabit ve neferlerin Harbiye +nazırının emri üzerine Divan-ı Harb tarafından muhakeme +edilerek kurşuna dizildikleri anlaşılıyor. +Bir iki günden beri hey’et-i vükelada tebeddülat olacak +diye neşr olunan mesmu’at bugün Kamil Paşa Sadaret alayının +böyle müşkil bir anda hiç ihtimal vermediği bir buhran-ı vükela +mevcud olduğu meydana çıkıyor. İsti’fa vermeyeceğini +defa’atle zikr etmiş olan Gazi Muhtar Paşa isti’fa veriyor +Sadrıazam Kamil Paşa ile Şeyhü’l-İslam Cemaleddin Efendi +namına tastir olunan hatt-ı hümayun merasim-i mahsusa ile +Babıali’de kıraet olunuyor. Bugün Bulgar üserasından bir +kısım şehrimize varid oluyor ve Harbiye Nezareti’nde yerleştiriliyor. +Bugünkü gazeteler vaki’ olan tebeddül-i vükeladan bahs +ediyorlar. İngiliz siyasetinin mürevvici olan gazeteler bu pir-i +siyasetin İngiltere krallarının mevrid-i eltaf ve ihtiramatı olduklarından +bir lisan-ı iftiharla irad-ı makal ederek Kamil +Paşa’nın Babıali’ye girmesiyle senelik medid bir müddet +zarfında mensi bir halde kalan İngiltere siyaset-i münciyyesinin +dahi Babıali’ye dahil olmasını sitayişlerle alkışlıyorlar. +Hak-Tanin ise bu tebeddülün memleketin böyle müşkil +bir anında vukū’ bulduğunu ecnebi bir tehlike karşısında +unutulması elzem olan dahili ihtirasat-ı siyasiyyenin unutulmadığına +bir delil-i müessif gibi görüyor ve Kamil Paşa’nın +makam-ı Sadaret’e gelmesini İttihad ve Terakkī Fırkası’nın +tehlike-i vataniyye karşısında ittihaz etmiş olduğu meslek-i +fedakarane ve ferağat-karaneye mukabil rakīblerinin mevki’-i +terisane istifade ettikleri şeklinde tefsir ediyor. Maamafih +“muharebe inşaallah Osmanlıların galebesiyle neticelensin +ondan sonra Allah kerim!” diye bu babda söyleyeceği sözleri +diğer bir zamana ta’vik ediyor bugün ise dünkü siyasetinden +ayrılmıyor. Meydan-ı muharebeden gelen haberler +saha-i harbdeki vaz’iyetin tebeddül ettiğini gösteriyor. +Şark Ordu-yı Hümayunu’nun tedafü’i vaz’iyetten çıkarak +tehacümi bir vaziyet aldığı bütün hat boyunca büyük bir +muharebe başladığı Ordu-yı Hümayun Başkumandanlığı +Vekalet-i Celilesi’nden varid olan telgraflardan anlaşılıyor. +Harb devam ediyor. Netice-i harb büyük bir intizarla bekleniliyor. +Muharebe-i mezkurenin Vize-Babaeski’de vaki’ olduğu +da gazetelerin ifadesinden anlaşılıyor. Üsküb civarında +Sırplarla muharebe devam ediyor Yunanistan hududunda +Yanya’da Osmanlı askerinin muzafferiyetine dair haberler +varid oluyor. +Bugün öğleden sonra Şark Ordusu hakkında varid +olan resmi haberlere göre: Vize’de ve cebhede Edirne’nin +garb cihetinde Cisr-i Mustafapaşa kolunda Bulgarların püskürtüldüğü +ehemmiyetli telefata duçar edildiği anlaşılıyor. +Dünden beri ateş-i intizar ile yanmakta olan gönüller biraz +ferahlanıyor. Selanik’den Hakan-ı Mahlu’un Almanya’nın +maiyyet vapuruyla İstanbul’a gelmekte olduğu haberinin +bile o kadar ehemmiyet vereni yok. Bütün düşünceler bütün +nazarlar Şark Ordusu’nun muvaffakiyetinde. Çünkü +bu meydan muharebesinin neticesi devletin hayat-memat +mes’elesi olduğunu herkes anlıyor. +ALEM-I İSLAM’DA TEZAHÜRAT +Hindistan dahilinde Delhi müslümanları bir miting akd +ederek asakir-i Osmaniyyenin muzafferiyatı temennisinde +bulundukları gibi hak-i pay-i Hazret-i Hilafet-penahi’ye bir +telgrafname keşide ederek arz-ı ta’zimat eylemişlerdir. +§ Hindistan müslümanları namına “Hilal-i Ahmer” idaresi’ne +çekilen bir telgrafda düşman menabi’inden Kırkkilise +ric’ati üzerine heyecan-engiz bir şekilde neşr olunan telgraflardan +Hind müslümanlarının fevkalade endiş-nak oldukları +beyan edilerek kendilerine bir an evvel haber verilmesi rica +edilmiş. Hilal-i Ahmer tarafından dahi kardeşlerimizin ibraz +ettikleri tezahürat-ı uhuvvete karşı beyan-ı teşekkür edildikten +sonra hal ve mevki’de badi-i endişe bir şey vukū’ bulmadığı +bildirilmiştir. +§ Bombay ve Dehli’deki müslümanlar tarafından büyük +frank iane derc edilmiştir. +Mısırlı biraderlerimiz büyük bir himmetle “Hilal-i Ahmer” +ve “Harb İanesi” olarak ianeler topluyorlar. İane verenler +miyanında el-Alem refikımız de erbab-ı hamiyyetten Ömer +Tosun Paşa hazretleri tarafından altı bin İngiliz lirası verildiğini +maa’l-memnuniyye okuduk. Bu büyük hamiyet-perver +zat İtalya-Osmanlı muharebesi ilan olunduğu zaman dahi +beş bin İngiliz lirası harb ianesi teberru’ etmişlerdi. +§ Trablusgarb muharebesi esnasında Mısır Hilal-i Ahmer +Cem’iyeti’ne toplanan ve on altı bin Mısır lirasına baliğ olan +orada teşkil olunacak Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne devri mukarrer +olduğu ve Balkan Muharebesi için hıtta-i Mısriyye’nin +her tarafından iane komisyonları teşkiline ibtidar olunduğu +gibi Mısır’dan birçok gençlerin dahi gönüllü olarak daru’l-harbe +azimet etmek üzere bulundukları Mısır gazetelerinde +okunmuştur. +§ Mısırlı vatandaşlarımızdan yüz elli kadarının Ordu-yı +Hümayun’da gönüllü sıfatıyla ibraz-i hidemat eylemek üzere +Dersaadet’e müteheyyi’-i azimet oldukları Kahire gazetelerinde +okunmuştur. Bu değerli hamiyet-karlar Mısır’ın en +mu’teber ve muhterem ailelerine mensubdurlar. +§ Mısır’ın genç vatanperveranından olup Derne mücahidini +tinde pek mühim harekat-ı vatanperverane ibraz etmiş olan +Kahireli Muhammed Hilmi Seyyid Şemmar Kasım Barufi +Muhammed Derviş efendiler gönüllü olarak Balkan hududlarında +harb etmek için Darülhilafe’ye vasıl olmuşlardır. +Teşrinievvel-i Rumi’nin ’nci günü İngiltere’de Oxford’da +şarklılardan mürekkeb bir miting akd edilmiştir. Mitinge +Seyyid Haydar Rıza riyaset eylemiştir mitingin katib-i +fahrisi Seyyid Al-i İmran tarafından gönderilen mektup +mündericatına nazaran mitingde ittifak-ı ara ile kabul edilen +mukarrerat ber-vech-i atidir: +vahşi ve gayr-ı insani bir hücum ve harb ile meşgūl olduğu +bir sırada kendisine haksız yere ilan edilen bu ikinci harbe +karşı şiddetle protesto eder ve şiddetli hissiyat-ı nefretini +beyan eyler. Miting büyük devletlerin ve büyük medeni milletlerin +böyle münferid ve medeni bir devlet arazisine diğerlerinin +tecavüzat-ı zalimanesi karşısında ittihaz ettikleri hatt-ı +hareketten dolayı da müteessif ve mütehayyir olur. Anlaşılıyor +ki Avrupa tarafından Hilafet-i İslamiyyenin zararına +müttehid bir gayret mevcuddur. Miting alem-i insaniyetin +menafi’i namına böyle muharebelere ve kıtallere müsaade +edilmemesi fikrinde olduğunu ilan eyler. +muhibbanesini bi-eman düşmanlarıyla vukū’ bulan muhaseme-i +hazırasında zat-ı Hazret-i Hilafet-penahi’ye ve büyük +su’nun kuvvetine i’timad-ı tammını beyan ile Osmanlı Ordusu’nun +şan ve şerefini tezyid edecek her nevi’ muvaffakiyatı +temenni eyler. Miting bil-umum müsliminin ve bil-cümle +şark akvamının Türkiye’ye müzaheretlerini taleb eder. +lecek ve Hükumet-i Seniyye’ye de tebliğ olunacaktır. +Bu serlevha +miştir. “Bugün –yani senesi Şevval’inin yirmi sekizinci +günü– Paris’de mukīm bil-cümle genç müslümanlar akd-i +edilmek istenilen Hükumet-i Osmaniyye’yi bu altı asırdan +beri kanının bahasına Makam-ı Hilafeti müdafaa eden bu +yegane hükumet-i İslamiyyeyi adalet-i beşeriyyenin müsaade +eylediği mertebede müdafaaya azm ü cezm ile çalışmaya +yemin eylediler. +Avrupa hükumetlerinden bazılarının asr-ı hazır efkar-ı +felsefesiyle ve vicdan-ı insaniyyet ile kabil-i te’lif olmayan +tavır ve hareketleri biz müslümanları bu yirminci asır Salibiyyununa +karşı mü’ellim bir surette sıyanet-i nefse muhafaza-i +hayata mecbur kılıyor. +Buna kat’iyyen kani’iz ki Hükumet-i Osmaniyye’yi müdafaa +kendisine istinad ettiği diğer taraftan pek acıklı bir surette +çiğnediği hürriyeti adaleti insaniyeti müdafaa etmiş oluyoruz. +Bu müessif hakīkatlere iman-ı tam ile mu’tekıd olduğumuz +ruz ve diyoruz ki: Mazi-i müşterekiniz namına ve bütün bunların +fevkinde olan hukūk-ı mübeccele-i insaniyyet namına +birleşiniz metin kavi bir azm ile birleşiniz. +Ey mü’minler! +Bu cihan-ı İslamiyyet için bir imtihandır bir hengame-i +cihad ve mübareze-i hayattır. Yaşamak veya ölmek için açılmış +bir cihaddır ki o meydan-ı cihadın seması ya muhteşem +mazimizden nişan veren bir hurşid-i saadet ile ebediyen münevver +olacak veya –Allahım bizi muhafaza eyle– kubbe-i +zalamı altında uyun-ı celadete kan ağlatacak bir mezar ihzar +edecektir. +Bu cihadı biz açmadık bize açtılar. Çünkü müslümanız. +Demek ki şayan-ı töhmet ve nekbetiz. +yet-şikenaneye karşı birleşelim cesaret ile hamaset ile birleşelim. +Adalet-i Hazret-i Kibriya’ya ruhaniyet-i Cenab-ı Peygamberi’ye +mızı namusumuzu kurtaralım. Zira necatımız için bundan +başka çeremiz yoktur.” +Rusya gazetelerinin Balkan hükumat-ı müttefikası lehine +ve İslam aleyhindeki neşriyat-ı garaz-karaneden +Osmanlılara karşı ibraz ettikleri hissiyat-ı adavet-karaneden +müteessir olan Rusya İslamlarının matbuata göndermiş oldukları +protestonameyi Ruskiye Vedomosti gazetesi neşr +etmiştir. Mezkur protestonamede Rus matbuatının böyle bir +lisan-ı taassubkarane kullandığından şikayet edilerek milyon +Rusya teba’ası müslümanın hissiyat-ı diniyye ve ırkiyyesinin +nazar-ı müsamaha ile görülmesine beyan-ı hayret +edilmiştir. +BULGAR ZULÜM VE VAHŞETI +Geçen gün makarr-ı vahşet ve cinayat olan Bulgaristan +hududuna yakın havaliden alınan ma’lumat bütün müslümanlara +gözyaşları dökdürmüştür. Bulgarların edvar-ı evveliyye-i +vahşeti andıran zebanilikleri bu havaliyi bi-günah +kudurmuş Bulgar katilleri ser-hadler üzerindeki İslam köylerinde +ne kadar beygir bulmuşlarsa alarak nerede bir silah +görmüşlerse çalarak ekseriya hıristiyanlarla karışık köylere +kahbe haramiler gibi girerek senelerden beri fuhş ve meskenet +yamlar gibi hücum ederek etrafı kanlara gark etmişlerdir. +Mevsuk zevattan dinlerken insanlığa Bulgar eliyle sürülen +bu kanlı lekelerden utandık. Edebsiz Bulgar haydudları +köylere yaklaşınca karyede sakin olan hıristiyanlar istikballerine +mütehassir meserretlerle koşarak kendilerine iltihak +etmekte ve İslam haneleriyle kesilecek eşrafı ırzı hetk edilecek +ma’sumları yakılacak camileri ve mektepleri gösterirler. +Bu havalinin pek çok yerlerindeki Osmanlı köylerinde vahşi +Bulgarlar köylüleri katl ve i’dam emlakini yağma etmişlerdir. +Filibe’den alınan haberlere göre Bulgarlar Filibe’deki +hanesine doldurmuşlar ön kapısına da iki jandarma ikame +etmişlerdir. Küçük bir evden ibaret olan mezkur mahalle tıkılan +birçok İslam tüccaranının çektikleri müzayaka her türlü +tahammülün haricine çıkmıştır. Kümese istif edilir gibi birbiri +üzerine itile kakıla zorla sokulan bu bi-çareler ekmek vermemek +suretiyle işkenceye ma’ruz edilmektedir. +Bir tarafdan bu bi-çareler en mazlum esirlere edilen cina’i +muamelelerle yavaş yavaş teleflerine çalışırken diğer taraftan +güya Filibe’deki kudurmuş Bulgarların kasaturalarından +sıyanet ve İslam erkanının hayatını muhafaza maskesi altında +bu bi-çareler en mazlum esirlere edilen cina’i muamelelerle +yavaş yavaş açlıktan susuzluktan mevte mahkum +ediliyor. Öte taraftan da müdafaasız kalmış olan evlerine +Bulgarlar süngülerle girerek zevce ve kerimelerinin iffet ve +namuslarını lekedar etmeye teşebbüs etmektedirler. +Filibe gençlerinden birinin hanesine Bulgar yüzbaşılarından +biri girerek zavallıya işkence etmeye ve derhal zevcesini +çıkarıp kendisine teslim etmesini zavallı gencin göğsüne +rovelver dayayarak emr eder. Bir taraftan da çoluk çocuğu +karşısında tokatlamaya başlar. Biçare genç hanesinin arkasındaki +pencereden kendini hali bir arsaya atarak başı açık +yalın ayak kaçar ve kendini bekleyen felaketi görmemek +Vidin Bulgarlarının vahşet ve canavarlıklarından yakalarını +kurtarmaya muvaffak olan birçok İslam gençleri Romanya +tarikıyla İstanbul’a gelmişlerdir. Bu gençlerden dinlediğimiz +menakıb-ı zulm ve eza Bulgaristan’da hüküm-ferma +olan Bulgar ahval-i ruhiyyesini bütün sefalet ve meraretleriyle +gösteriyor. +Vidin’in büyük tüccarlarından Sadeddin Ağa’nın mağazalarına +vukū’ bulan hücum esnasında yazıhanesindeki +para kasası kırılarak içinden güya hükumet namına! altmış +bin frank para alınır. Bu gasb kafi değilmiş gibi bir-iki gün +Ve en büyük değirmenlerin bile böyle iki gün içinde iki bin +çuval un yetiştirmesi müstahil olduğu herkesçe ma’lum bulunduğu +halde Bulgarlar Sadeddin Ağa’yı muhali icraya +madığından dolayı Sadeddin Ağa tevkīf edilir. Değirmenleri +bütün hayvanatı ve arabaları gasb edilir ve değirmenin o +vakte kadar çıkardığı unlar da yağma edilir. +Vidin Mekteb-i Rüşdisi talebesi ders esnasında iken kırk +jandarma tarafından basılır. Bin şetm ve sille arasında çocuklar +sokağa atıldıktan sonra muallimleri casuslukla itham +edilerek tevkīf olunur ve hapse sevk edilmezden evvel o zamana +kadar kudsiyet-i vezaife karargah olan dershanelerde +bi-rahmane döğülürler. Muallimler süngüler altında hapse +götürülürken mektebin bütün evrakı kaldırılarak hükumete +evrak-ı muzırra taharrisine çalışırlar. Beş on gün eza ve cefadan +sonra muallimlerden yalnız birisi casuslukla itham edilerek +mahkeme-i askeriyeye tevdi’ edilir. +Vidin’in eşrafı her türlü mezalime ma’ruz bırakıldıktan +sonra askeri kışlalarına sırtlarında odun taşımaya mahkum +edilmiştir. Gençlerin pek çoğu bir takrib arkalarına yükletilen +odunları atarak firar etmişler ve Tuna boyunda mezahim-i +guna-gundan sonra canlarını bu kıblegah-ı İslam’a atmaya +muvaffak olmuşlardır. +Bu +serlevha ile el-Alem gazetesi Trablusgarb’daki muhabirinin +gönderdiği telgrafı neşr ediyor. Telgrafın tercümesi ber-vech-i +atidir: “İtalyanlar “Ma’mure”ye girmek üzere dört alayla +Seyyid Abdülcelil’den çıkarak bir ileri hareket yaptılar. Bu +esnada Urban [tarafından] üzerlerine şiddetli bir hücum icra +edilmiştir. Bunun üzerine İtalyanlar fena halde münhezim +olmuşlar. Ve bin beş yüz maktul ve birçok mecruh ile altı +top ve bir hayli silah ve cephane bırakarak sahile firar eylemişlerdir. +Seydi Bilal’den dahi İtalyanlar “Ceyar”a doğru +üç alayla hareket etmişlerse de Urban tarafından üzerlerine +vaki olan hücum neticesinde birçok maktul ve mecruh vererek +sahile firar eylediler. Bunlardan iki zabit esir ve birçok +esliha ve cephane iğtinam edilmiştir. Mücahidlerden yirmi +şehid ve altmış mecruh düştü. Mezkur gazete devlet ile İtalya +arasında akd olunan sulh şeraitini neşr ediyor ve bu münasebetle +ettiklerini gördükten sonra sevinmelidirler” diyor. +Enver +Bey’in Derne’den Bakbak İstasyonu’ndan Teşrinievvel’de +el-Alem gazetesine gönderdiği telgrafın tercümesidir: +“Bazı Mısır gazetelerinin benim Trablusgarb’da Hilafet-i +Arabiyye te’sisine sa’i olduğuma dair hayalhanelerinin +mahsulü olmak üzere vaki olan neşriyatlarını kemal-i teessüfle +okudum. Akıl ve mantıkın kabul edemeyeceği +sidlerin dimağlarında nebe’an eden tohm-ı nifaktan başka +bir şey değildir. Bütün alem bilsin ki ben her şeyden evvel +müslümanım ve aynı zamanda hür bir Osmanlıyım. Yegane +maksadım din-i mübin ile Hilafet-i hazıranın i’la-yı şanı +cihetine ma’tuf ve münhasırdır. Hayatımı ancak bu gayeye +vakf etmişim başka hiçbir şey değildir. Onun için neşriyat-ı +vakı’anın tekzibini rica ederim. Vakı’a neşriyat-ı vakı’anın +zerre kadar kıymeti yok ise de buna kat’iyyen ihtimam edilmemek +lazım gelir. Fakat vatan ve İslam’ı mahva ve ecanibe +hizmete vakf eden erbab-ı gayatın mahiyetleri ma’lum olmak +üzere işbu tekzibi göndermeye lüzum gördüm.” +Bingazi’den keşide olunup Mısır gazetelerinde +münderic bir telgrafta Teşrinievvel-i Efrenci +tarihinde Derne şarkında mücahidler ile İtalyanlar arasında +vukū’ bulan bir müsademede esir edilen neferin ifadesinden +esna-yı mukatelede yarısı beyaz ve yarısı kırmızı olarak +mücahidlerin eline geçen bayrağın Eritre asakirine aid olduğunun +mücahidlerin İtalyanlardan birçok çadır eşya iğtinam eyledikleri +müsademe mevki’inde altmış İtalyan cenazesi buldukları ve +şu halde İtalyanların zayiatının tasavvur edildiğinden fazla +bulunduğu bildirilmiştir. +Bingazi’den Dahiliye Nezareti’ne +gelen telgrafnamede Yusuf Şetvan Bey ile Ömer Mansur Paşa’nın +Meclis-i Meb’usan-ı Osmani’ye meb’us intihab edildikleri +bildirilmiştir. +el-Alem gazetesinin +yazdığına göre işbu Teşrinievvel’in ibtidasına kadar bu sene +Süveyş Kanalı’ndan geçen hüccacın sayısı . kişiye baliğ +olmuştur. Ki bunlardan . Mısırlı . Osmanlı +Rusyalı Britanyalı ve da sair memleketlidirler. +Mısır gazeteleri Kufra Vahası’nın +asakir-i Mısriyye tarafından işgali mutasavver olduğunu +ve bu gayeyi hayyiz-i fi’ile isal etmek üzere Mısır Ordusu +zabitanından bazısının Sellum Limanı’na gönderildiğini yazıyor. +Şeyh Senusi hazretlerinin başlıca zaviyesi Sellum’da +bulunmakta olduğundan Kufra Vahası’nın asakir-i Mısriyye +tarafından işgali –eğer doğru ise– ahval-i hazırada ehemmiyet-i +mahsusayı haizdir. +Bir müddetten beri +dan infikak ederek Avrupa’da ikamet etmekte olan İran +Na’ibü’s-Saltanası Nasıru’l-Mülk hazretlerine İran Hükumeti +tarafından “Bila-te’hir İran’a avdet eylemesi veyahud +makam-ı niyabetten isti’fa eylemesini” mutazammın bir +telgraf çekildiğini bunun üzerine dahi Nasıru’l-Mülk hazretlerinin +tür. Na’ibü’s-Saltana Nasıru’l-Mülk’ün halefi olmak üzere +atideki eşhas namzed olarak gösteriliyor. Aynü’d-Devle Kaçar +şah-zadelerinden Müstevfi’l-Memalik Sadr-ı esbak +Sa’dü’d-Devle şah-ı mahlu’ zamanında hariciye nazırı olmuştur +Ala’ü’s-Saltana Hariciye nazır-ı lahıkı Zıllu’s-Sultan +Şah-ı mahlu’un amcası Rus ve İngiliz devletlerinin +Sa’dü’d-Devle’yi iltizam edeceklerine ihtimal veriliyor. +Ruslar bika’-ı müteberrike-i İsla +miyyeden olan meşhed-i İmam Rıza radıyallahu anhda +yapdıkları mezalimi musavvir Tebriz’de ika’ ettikleri vahşetlerden +ba’is işbu ünvan ile Hacı Hüseyin Kulu Tebrizi +tarafından Farisiyyü’l-ibare bir risale neşr edilmiş ve meccanen +tevzi’ edilmiştir. Risaleye ahrar-ı İraniyyenin Ruslar +tarafından masluben i’damlarını musavvir birkaç fotoğraf +dahi derc edilmiştir. +Tahran kurbünde va +ki Kerec’de Salarüddevle ile İran jandarmaları miyanında +vukū’ bulan bir müsademe Salarüddevle’nin inhizamıyla +neticelenmiştir. Salarüddevle yaranından süvari esir edilerek +Tahran’a getirilmiştir. Tahran havalisinde dahi Salarüddevle’nin +bir takım ufak müfrezeleri görünüyor. Son +ma’lumata nazaran Salarüddevle Tahran’ın fersah yakınındadır. +Ma’lumat-ı resmiyyeye nazaran Salarüddevle’nin +kuvveti ufak çetelere inkısam eylemiş ve müteaddid cihetlerden +bulunduracak sonra def’aten şehre dahil olacak muvaffakiyet +hasıl olmadığı takdirde de düvel-i ecnebiyye sefarethanelerinden +birine iltica edecekmiş en son varid olan diğer +bir telgrafa nazaran Salarüddevle’nin kuvveti Kazvin ve +Mazenderan semtine çekilmişlerdir. Ma’lumat-ı resmiyyeye +Mazenderan’a gittiği ve Mazenderan’da yeni müsademata +Sabık meclis azasından ve +ne nefy olunanları hükumet ahali nazarında iade-i haysiyet +etmek üzere Tahran’a celb eylemiş ve meclis intihabatını resmen +Kafkasya’da Bakü kitabcılarından +Mir +za Ağa Ali-zade Efendi’nin beş sene müddetle Sibirya’ya +nefy edilmek üzere taht-ı tevkīfe alındığını Bakü’den yazılan +mektuplar iş’ar ediyor. Bu İslam kitabcısının cürmünü +üç sene evvelisi İstanbul’dan mahza füruht için celb etmiş +olduğu Türkçe kitaplar teşkil ediyor. Halbuki celb olunan +kitaplar Rus sansürünün müsaadesi üzerine mahall-i füruhta +vaz’ edilmişti. +Rusya gazeteleri Pekin’den almış +oldukları havadisi böyle bir ünvan tahtında neşr ediyorlar. +Bu neşriyattan Çin kabinesinin Rusya’nın şark-ı karib işlerinde +meşgūl olacağına nazaran bir tavr-ı tehdid-amiz alarak +devlet-i müşarun-ileyhanın bil-külliyye Moğolistan’dan keff-i +yed etmesini ba’dema Çin umur-ı dahiliyyesine müdahale +edemeyeceğini taht-ı te’mine almak maksadıyla Rusya’ya +karşı müşkilat açmak niyetindedir. +Zengibar İslamları mi +yanında mevcud olan ihtilafat-ı mezhebiyyenin vahdet-i +zırranın İslamları ne derecede zaif düşürdüğünü hisseden +Zengibar ulema ve havassı mezahib-i muhtelife beyninde +mevcud olan mübayeneti ref’ etmek yolunda bezl-i mechud +ederek geçen ıyd-i fıtırda müttehiden ifa-yı fariza-i salavat +eylemişler ve müttehid oldukları halde hutbe-i idiyyeyi dinlemişlerdir. +Tercüme-i Me’al-i Münifi +Şan-ı azamet ve celaline kasem ki Allahu ekber sizi Bedir +ve Hayber gibi gaza meydanlarında ve bilhassa Huneyn +saha-i gir u darında a’da-yı tevhid üzerine nusret ve muzafferiyet-i +tamme ile i’zaz ve ibcal buyurdu. Hani –biliyorsunuz +ya!– o yevm-i Huneyn’deki çokluğunuz sizi mağrur +etmişti de harbe girince ne o çokluğunuz ne de hiçbir meziyet +ve kudretiniz faide vermedi. Korktunuz Allah’ın yeri o +vüs’atıyla beraber size dar geldi şayan-ı hayret bir vahime-i +havf u hiras ile düşmana arka çevirdiniz. Resul-i zi-şanımı +bırakıp kaçtınız! Sonra Allah Resul-i muhteremi ve mü’min +kulları üzerine sekinet ve mekanet inzal buyurdu sizin göremediğiniz +cünud-ı gaybiyye göndererek a’da-yı tevhid olan +kafirleri kahr u tedmir etti. İşte bu mağlubiyet ve makhuriyet +de o kafirlerin ceza-yı sezalarıdır. +* * * +Huneyn Muharebesi gazavat-ı celile-i Muhammediyye’nin +en mühimlerinden biri olmakla cenab-ı Kur’an -ı +Ha +kim’de mezkur ve tarih-i din-i İslam’ca meşhurdur. Bu +Huneyn Gaza[sı] Mekke-i Mükerreme’nin fethini müteakib +vukū’ bulmuştur. Beyt-i ilahinin sath-ı muallası liva +ü’lhamd-i +risalet-penahiyi aleyhi’s-salatü ve’s-selam ağūş-ı +tahassürüne aldıktan sonra idi ki Taif civarında bulunan +Hevazin ve Sakīf ismindeki iki mütemerrid kabilenin hadleri +bildirilmek lüzumu tahakkuk etti. +Fatihan-ı Batha’dan on iki bin arslan hareket emrini aldı +ve mu’in-i cihan-kıymet-i risalet-penah-ı a’zami ile yola çıktı. +Düşmanın bütün kuvveti dört bin muharibden ibaret idi. +Mücahidin-i ashabdan bazısı ha’iz oldukları üç misli tefevvuk-ı +adedilerine bakarak gurur getirdi. Ve “Biz bu fa’ikiyet-i +mutlaka ile kat’iyyen mağlub olmayız. Her halde şahid-i +zafer bize arz-ı cemal edecektir” diye nusreti kesretlerinden +kundu. Huneyn sahasında tarafeyn safları karşılaştı. Harb +başladı. Tam kızıştığı bir hengamda mücahidin-i ashabın +cesaretleri kırıldı. Bir vahime-i mağlubiyet zihinlerini istila +etti. On iki bin kişi kendilerinin ancak üçte biri nisbetinde +olan düşmandan yüz çevirdiler çil yavrusu gibi dağıldılar. +Kumandan-ı a’zam salla’llahu aleyhi ve sellem efendimiz +hazretlerinin nezd-i hümayunlarında yar-ı garlarıyla +daha birkaç feda’iden başka kimse kalmadı. İşte o müşkilü’l-iktiham +dakīka-ı hatar-aludda cenab-ı eşca’u’r-rüsül +efendimiz hazretleri –ric’at değil– arslanları utandıracak +bir şeca’atle düşman üzerine yürüdüler ve: +“Ben Allah’ın hak peygamberiyim. Şan-ı celil-i risaletim +yalandan münezzeh ve müberradır. Siz –ey a’da-yı din-i +hak! –bilirsiniz ki ben seyyid-i sadat-ı Kureyş Abdülmuttalib’in +torunuyum. +harb alevlendi. Kahramanlık nasıl olurmuş şimdi görürsünüz!” +buyurdular. +Amm-i muhterem-i Nebevi Hazret-i Abbas bin Abdülmuttalib +radıya’llahu anhüma firar eden ceyş-i ashabı +vazife başına da’vet etmek emrini aldı. Yüksek sesle: +– Ey Allah’ın mü’min kulları! Ey Şecere-i Rıdvan altında +Resulullah’a bey’at eden kahramanlar! Dönünüz gaza +meydanına cennetin şehadet kapıları önüne geliniz. Allah’ın +Resul-i zi-şanı sizi vazife başına da’vet ediyor!... +Diye çağırdı. Bu sırada kalbleri sekinet-i ilahiyye ile kabarmaya +kuvve-i ma’neviyye ile taze hayat almaya başlayan +ashab-ı güzin dört taraftan: +– Lebbeyk!.. Lebbeyk!... +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Nida-yı icabetiyle ufukları sarsarak kulakları çınlatarak +koştular geldiler. Saflarını yeniden tertib ettiler. O hinde +nüzul eden mela’ike-i kiram da önlerinde saflar bağladılar. +Fakat onlar bu cünud-ı gaybiyyeyi göremiyorlardı. Harb yeniden +başladı. İslam’ın din-i hakkın galebe ve muzafferiyet-i +tammesi a’da-yı Kur’an ’ın mahv u izmihlaliyle hitam buldu. +El-hamdü li’llahi ala nusretihi li-dinihi ve li-resulihi. +Bu ayat-ı celilenin sebeb-i vürudu has olmakla beraber +hükm-i münifi amdır. Sahabe-i güzini Bedir ve Hayber gibi +mevatın-ı kesirede mansur eden Cenab-ı Hayru’n-nasırin +bizi de Trablusgarb Bingazi Derne gibi gaza meydanlarında +–bir avuç olduğumuz halde– havarık-i’caz-ı nusretiyle +büyük bir düşmana karşı mansur ve muzaffer buyurdu. +Şimdi ise bu nesim-i zaferin vezanı te’ehhur ediyor. Huneyn +saha-i harbini tanzir ediyoruz. +Çünkü biz de müşarun-ileyhim hazeratı gibi çokluğumuza +hamaset ve şeca’at-i fıtriyyemize mağrur olduk. A’damızı +küçük ve za’if görerek istihkar ettik. Üçüncü hatve-i savletimizde +kalbgahlarına gireceğimizi pek bala-pervazane bir +lisan-ı azamet ve ceberut ile söylemekten çekinmedik. Hülasa: +Galibiyet ve muzafferiyeti Allah’tan değil çokluğumuzdan +kendi kuvvet ve kudretimizden istedik. Küstahlığımız +gayretu’llaha dokundu. +sırrı tecelli-saz oldu. +Allah buyuruyur ki: +“ Eğer Allah +size yardım ederse size galib gelebilecek hiçbir kuvvet +bulunamaz. Yok eğer sizi mahzul mağlub ederse ondan +sonra size kim nusret edebilir? –Mü’minler –bütün kuva-yı +maddiyye vesait-i lazıme-i harbiyyeyi i’dad ve ihzar ettikten +sonra ancak Allah’a tevekkül ederler. Yardımı muzafferiyeti +Allah’tan isterler” buyuruyor. +cümle-i intiha’iyyesinin mutlak +olmadığına delil ve +Ey mü’minler! İstita’at ve takatinizin yettiği derecede seri’an +ve acilen kuvvet i’dad ve ihzar ediniz. Bilhassa hayvan terbiyesine +biniciliğe kemal-i itina ve ehemmiyetle çalışınız. +Bu kuvvetin benim ve sizin düşmanlarınızı terhib ve tenkil +edecek derece-i kemalde olmasını emr ediyorum. Düşmana +ta’arruz ve tecavüz edebilecek derecede i’dad-ı kuvvete +muktedir iken bunun hal-i tedafü’ide bırakılmasını kat’iyyen +nehy ve tahrim ediyorum. Hem de bu kuvvet yalnız a’da-yı +haliniz için olmayacak. A’da-yı istikbalinizi de nazar-ı dikkate +alınız! Onların bugünkü dostluklarına bakıp da aldanmayınız! +Siz onları bilmezsiniz. Fakat Allah onları bilir. Ta’cil +ediniz! Fırsatı düşmana kaptırmayınız!” ayet-i celilesidir. +ma’neviyyeye tevessülden icab eden kuvveti bütün ma’nasıyla +Öyle ma’nasız tevekkülü kabulden öylesine yardımdan +himayeden şan-ı uluhiyyet münezzeh ve müte’alidir. +Biz –mü’minler– bu ayet-i celilenin hükm-i ’acilini infaz +ettik mi? Fakat şimdi bunu tenkīd edecek zaman değildir. O +vaktiyle gerekti. El ele vererek ittihad edip üzerimize saldırmış +olan dört düşman karşısındayız. Bugün Hilafet-i Muhammediyye’nin +hayat ve memat arasında bulunduğunu +dört yüz milyonluk alem-i İslam’ın kıblegah-ı imanı olan +o mukaddes makam-ı tevhidin tezelzül etmekte olduğunu +düşünecek andayız. Kalbinde zerre kadar cevher-i iman taşıyan +her mü’min namus-ı Hilafet hayat-ı İslamiyet namına +feda-yı cana mecburdur. Ve illa da’va-yı iman kuru bir sözden +Düşünelim! Hem de başımızı ellerimiz arasına alıp düşünelim. +Hilale yani tevhid-i ilahiye Kur’an-ı Kerim ’e karşı +teslis namına i’lan-ı harb eden düşmanlarımızın gaye-i emeli +nedir? Ayasofya Cami’-i Şerifi’ni kiliseye tahvil ve kubbesine +Salib-i a’zamı takmak…! +Bu müdhiş maksaddır ki düşman-ı Kur’an ’ı bütün kin +ve gayzıyla bütün şevk-i Salib-perestanesiyle üzerimize canavarlar +gibi saldırmaya tahris ediyor. Binaenaleyh serir-i +hilafet-i Muhammediyye’nin sukūt etmek sancağ-ı Resulullah’ın +düşman ayağı altında çiğnenip parçalanmak tehlikesinde +bulunduğunu takdir edelim. +Ya Rumeli’de binlerce cami’lerimizin tarraka-i +hedm ve tahribine kiliseye gazinoya tiyatroya operaya +tahviline nasıl tahammül edeceğiz? Ya beş altı milyon müslümanın +katl-i ammına nasıl razı olacağız? Bakiyyetü’s-süyufun +çırılçıplak hevl-i can ile firarlarını nasıl soğukkanlılıkla +seyr edeceğiz? Bu bed-bahtlar nereye kaçacak? Hangi toprağa +Rumeli elden gittikten makam-ı celil-i Hilafet’e Salibli +bandıra rekz olunduktan sonra acaba Anadolu elimizde bırakılacak +mı? Rumeli’deki avamil ve müessirat-ı fesad Anadolu’da +yok mu? +Sakın! Sakın! Rumeli’den koğulacak kadar ihtikar eden +alçalan bir millet Anadolu’da değil hatta Suriye’de hatta +Haremeyn-i Muhteremeyn’de bile yaşamak hakkına malik +olamaz. Eğer o hakk-ı hayata malik ise işte Rumeli! Bugün +cami’leri düşman süvarilerine ahır kadem-hane olmakta ırz +ve namus-ı İslam al kanlara bulanmakta hamil kadınların +karınları yarılarak bi-günah ceninleri çizmeler altında ezilmekte +olan bed-baht Rumeli! Zavallı vatan-ı İslam!.. +Eğer hakk-ı hayata malik isek ya bu İslam mülkünü Ehl-i +Salib ordularının pençe-i vahşetinden kurtaralım. Ya hepimiz +bu mukaddes maksad uğruna ta son neferimize kadar +vatan-ı İslam’ın ayağı ucunda can verip kefen yerine al kanlarımız +tirelim. Yahud ki bu dünyadan başka bir aleme başka bir +küreye hicrete hazırlanalım! Fakat heyhat!... +Yazık alem-i İslamiyet’e! Yazık “Müslümanım elhamdü +lillah” deyip de Saltanat-ı Muhammediyye’nin can alıp can +vermekte olduğu böyle bir dakīka-i hevl-engizden kanı ateşlenmeyen +kalbi sızlamayan gözleri ıslanmayan ölülere! +Ey Anadolu ahali-i İslamiyyesi! Ey ecdadları Viyana +kapılarına kadar dayanan bütün Avrupa devletlerini kılıçlarına +boyun eğdiren müslümanlar! Rumeli elden gidiyor! +Rumeli şehid oluyor! Rumeli kefensiz çıplak musalla taşına +konuyor. Namazını kılacak ancak ecdad-ı fatihanın ervah-ı +mübarekesidir. Artık hakimiyet-i Kur’an alem-i İslam’a bütün +bütün veda’ ederek sidreye çıkıyor Allah’ına gidiyor. +Ey Arablar! Ey Anadolu’da Rumeli’de milyonlarca mü’ +minlerin hadileri olan kahraman Arablar Haremeyn-i Muhteremeyn +bugün matemler içinde ervah-ı mukaddese-i enbiya +Ravza-i Mutahhara’yı ta’ziye ediyor. Ka’be-i Muazzama’nın +sath-ı mu’allası Salibli bandıra rekzi endişesiyle titriyor +alem-i İslam’ı yardıma da’vet ediyor. İşte bugün Cibril +fevk-ı İslam’da +ayet-i celilesini +girye-i teessür dökerek okuyor. Devlet-i Osmaniyye-i +ne demektir? Hicaz hak-i pakinin Haremeyn-i Şerifeyn’in +de esareti esaret-i ebediyyesi demektir. Koşunuz! Allah ve +Resulullah’a yardıma din uğrunda Kur’an uğrunda hepimiz +el ele verip düşman karşısına gidelim. Ta Çatalca’dan +sedir-i Hilafet’e kadar bütün ovaları dağları dereleri dolduralım +yek-pare bir insan kal’ası vücuda getirelim. Hukūkumuzu +bütün gayretiyle müdafaaya çalışan hükumetimize +canlarımızla bütün mallarımızla zahir olalım. Gayr-ı müslim +vatandaşlarımızın ve ecnebi müsafirlerimizin tamami-i +hukūkuna ri’ayette de kusur etmeyelim. Ya namus-ı Hilafet’i +kurtaralım yahud ki ölelim de makam-ı akdes-i Hilafet’in +felaket-i sukūtunu görmeyelim. +Ey zengin müslümanlar! O servetlerinizi karılarınızla kızlarınızla +gelinlerinizle beraber düşmana peşkeş vermek için +saklamıyorsunuz değil mi? Öyle ise ne tutuyorsunuz? Ne +duruyorsunuz? Daha ne bekliyorsunuz? Ne umuyorsunuz? +Bunları meydan-ı hamiyyete dökünüz! Hükumetin kuvveti +zenginlerin serveti milletin hamiyeti ordusunun şeca’at ve +satvetidir. Allah +“ Hasislik +eden kendi nefsine karşı hasislik etmiş olur” buyuruyor. +Evet bugün dininin vatanının selametinden servetini esirgeyen +kendi öz hayatından esirgemez olur. Yarın düşman +gelip de zincir-i esareti boynuna takınca o serveti gözü +önünde tamamen alır da bir parasını bile kendine vermez. +O halde bu servetlerin bu hazinelerin sizce ne faidesi var? +Bunlar bugün size dostluk edemezse bunun cezası olarak +yarın düşmanlık edeceğini şimdiden takdir ediniz! “Ak akçe +kara gün içindir” mesel-i hakimanesini düşününüz! +Bugün herkes haline göre nakden ve bedenen dine +Kur’an ’a vatana hükumete yardım etmekle mükellefdir. +Ne duruyoruz? +Ey Ordu-yı İslam! Hilafet-i Muhammediyye’nin namusu +hayat-ı hakimiyet ve saltanatı sizin tüfenklerinize sizin süngülerinize +sizin toplarınıza sizin kuvvet-i imanınıza istinad +ediyor. Ruh-ı Resulullah sizin fevkınizde hareketinizi hatve +hatve teftiş ediyor. Bütün alem-i İslam’ın yaşlar akıtan gözleri +size mün’atif! Son ümidleri sizin huzurunuzda diz çökmüş. +“Allah aşkına! Allah aşkına! İleri! İleri!” diye yalvarıyor! +Ey Ordu-yı İslam! Düşününüz! Düşman ölüm değildir. +Düşman ecel değildir. Asıl ölüm düşmandan firarda +memleketi düşmana teslimdedir. Düşman da candır. Onda +da can korkusu var. Eğer siz hayatı ecdadınız gibi istihfaf +mevti dedeleriniz gibi istihkar ederek düşmanınıza arslanlar +gibi hücum eder “Allahu ekber! Allahu ekber!” zemzeme-i +velvele-darıyla saldırırsanız şübhesizdir ki o kaçar vatanımızdan +çıkar. Siz onun toprağını çiğner başını ezersiniz! +Göğsünüz iftihar-ı muzafferiyetle kabarır! Alnınız asuman-ı +şerefe yükselir. Allah sizden memnun olur. Resulullah sizden +mahzuz kalır. +Bakınız! Şu hadis-i şerifi dikkatle okuyunuz! Sonra da +vicdanınızdan yükselecek sada-yı irşadı dinleyiniz! +“ Ümmetime ağır gelmese bana +besledikleri muhabbet-i imanı ağlatmasa ben hiçbir vakit +saff-ı harbin gerisinde bulunmak istemem. İsterim ki saff-ı +harbin ilerisine atılıp fi sebilillah şehid olayım. Sonra yine +dirileyim yine şehid olayım yine dirileyim yine şehid +olayım.” İşte şehadetin kadr-ı bala-terini! Koca bir Peyamber-i +A’zamı bile kendisine ta bu rütbe meftun-ı visali ediyor. +Bu dört günlük hayatın nihayeti ölüm değil mi? +Haydi ey ceyş-i İslam! Siz de Huneyn gazilerini tanzir +ediniz! Onlara itab eden Kur’an size de itab ediyor. Allah +aşkına! Allah aşkına! Bu mezellet önünde bir değil bin can +olsa yine taşınmaz. Otuz milyon müslümanı düşmana esir +bırakacak kadar da mı hissimiz yok? Haşa! Haşa! Öyle ise +yüz binlerce ma’sumları kurtarmak Hilafet-i celileyi Anadolu’yu +Arabistan’ı Hicaz’ı Ravza-i Mutahhara’yı Ka’be-i +Muazzama’yı Ehl-i Salib istilasından muhafaza etmek indallah +ve inde Resulillah dünya ve ahirette mel’un olmamak +Dinin vatan-ı Hilafet’in muhafazasını arzu eden bütün İslam +matbuatının bu makaleyi nakl etmeleri rica olunuyor. + +---- +MILLET-I MERHUMEYE HITABEN +---- + +Bir de İstanbul’a geldim ki: [Bütün] çarşı pazar +Na’radan çalkanıyor! Öyle ya... Hürriyyet var! +Galeyan geldi mi mantık savuşurmuş... Doğru: +Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. +Kimse farkında değil anlaşılan yaptığının; +Kafalar tütsülü hülya ile gözler kızgın. +Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden +Yıkıvermiş de tımarhaneyi çıkmış birden! +Zurnalar şehrin ahalisini takmış peşine; +Yedisinden tutarak ta dayanın yetmişine! +Eli bayraklı alaylar yürüyor dört geçeli; +En ağır başlısının bir zili eksik belli! +Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. +Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! +Kim ne söylerse hemen el vurup alkışlanacak: +– Yaşasın! +– Kim yaşasın? +– Ömrü olan. +– Şak! Şak! Şak! +Ne devairde hükumet; ne ahalide bir iş; +Ne sanayi’ ne maarif ne alış var ne veriş. +Çamlıbel sanki şehir: Zabıta yok rabıta yok; +Aksa kan sel gibi bir dindirecek vasıta yok. +“Zevk-i hürriyyeti onlar daha çok anlamalı” +Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! +Haydi öyleyse çocuklar ebediyyen azad! +Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan... +Sahneden sahneye koşmakta bütün şakirdan. +Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa +Hep ağızlar deşilip kimde ne cevher varsa +Saçıyor ortaya... İster temiz ister kirli; +Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli. +Dalkavuk devri değil! Eski kasaid yerine +Üdebanız ana avrat sövüyor birbirine! +Türlü adlarla çıkan na-mütenahi gazete +Ayrılık tohmunu bol bol atıyor memlekete. +Bularak [fuhş] ekiyor salma gezen bir sürü it! +Yürüyor dine beş on maskara alkışlanıyor +Nesl-i hazır bunu hürriyyet-i vicdan sanıyor! +Kadın erkek koşuyor borç ederek Avrupa’ya... +Bilemem Asya sizin şıklar için pek mi sapa? +Hakk’a tefviz ile üç dane yetişmiş kızını; +“Analık ilmini öğretmek için” baldızını +Taşıyanlar bile var[mış] Paris’e yüksünmeyerek... +Şüphesiz yıktı o hülyaları meşhudatım... +Ben fakat kendimi bir müddet için aldattım: +Galeyandır... Galeyan geldi mi kalmaz mantık... +Su bulanmazsa durulmaz... Hele sabret azıcık... +Eskisinden daha berbad iyileşmek ne gezer! +Vatanın takati yoktur o kadar ihmale: +Dolu dizgin gidiyor baksana izmihlale. +Ey cemaat uyanın elverir artık uyku! +Yok mudur sizde vatan namına hiçbir duygu? +Düşmeden pençe-i hizlanına istikbalin +Biliniz kadrini hürriyyetin istiklalin. +Söyletip başka memalikteki mahkumini.. +Hakimiyyet ne imiş öğreniniz kıymetini. +Yoksa onsuz ne şu dünya kalır İslam’a ne din... +Kuşatır millet-i mahkumeyi hüsran-ı mübin. +Müslümanlık sizi gayet sıkı gayet sağlam +Bağlamak lazım iken anlamadım anlayamam +Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize! +Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? +Birbirinden müteferrik bu kadar akvamı +Aynı milliyyetin altında tutan İslam’ı +Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir. +Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir. +Arnavutlukla Araplıkla bu millet yürümez.. +Son siyaset ise Türklük o siyaset yürümez! +Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; +Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan. +Siz bu da’vada iken yoksa iyazen-billah +Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah! +Diye dursun atalar: “Kal’a içinden alınır.” +Yok ki hiçbir işiten... Millet-i merhume sağır! +Bir değil mahvedilen devlet-i İslamiyye... +Girdiler aynı siyasetle [bütün] makbereye. +Girmeden tefrika bir millete düşman giremez; +Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. +Bırakın eski hükumetleri meydandakiler +Yetişir şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. +Edecekler. Bu da gayetle tabi’i. Zira +Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş Mevla. +Müslüman fırka belasıyle zebun bir kavmi +Medeni Avrupa üç lokma edip yutmaz mı? +Ey cemaat yeter Allah için olsun uyanın... +Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın! +Arzı oynattı yerinden yıkılırken Iran... +Belki bir kıl bile ürpermedi sizden bu ne kan! +Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den +Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken +Kalb-i pakinde duyarmış o musibetten acı? +Sizden elbette olur ruh-ı Nebi da’vacı. +Ey cemaat uyanın! Yoksa hemen gün batacak. +Uyanın! Korkuyorum: Leyl-i nedamet çatacak. +Ne vapurlarla trenler sizi bidar etti; +Ne de toplar bu derin uykuya bir kar etti! +Sizi kim kaldıracak suru mu İsrafil’in? +Etmeyin... Memleketin hali fenalaştı... Gelin! +Gelin Allah için olsun ki zaman buhranlı; +Perdenin arkası –Mevla bilir amma– kanlı! +Siz ki son lem’a-i ümmidisiniz İslam’ın +Dayanın gayzına artık medeni akvamın! +Şimdilik sulha sebep ordunuzun kuvvetidir; +Bir de vaz’iyet-i mülkiyyenizin kıymetidir. +Bu tezebzüble o kuvvet de fakat sarsılacak... +Çünkü isyanları bastırmaya me’mur ancak! +Ordu madam ki efradını milletten alır; +Milletin keşmekeşinden nasıl azade kalır? +Öyledir memleketin hali düzelmezse eğer +Kışlalar evlere asker de ahaliye döner! +Durmasın sonra kazan kaldıradursun ordu... +Düşmanın safları çiğner bu mukaddes yurdu! +Enbiya yurdu bu toprak; şüheda burcu bu yer; +Bir yıkık türbesinin üstüne Mevla titrer! +Dışı baştanbaşa bir nesl-i kerimin yadı; +Öyle meşbu’-i şehadet ki bu öksüz toprak: +Fışkıran otları bir sıksa adam kan çıkacak! +Böyle bir yurdu elinden çıkaran nesl-i sefil +Yerin üstünde muhakkar yerin altında rezil! +Hem vatan gitti mi yoktur size bir başka vatan; +Çünkü mirasyedi sail kovulur her kapıdan! +Göçebeyken koca bir devlete kurmuş bünyad... +Çerge halinde mi görsün sizi kalkıp ecdad? +“Çerge halinde...” dedim... Korkarım ondan da tebah: +Saltanat devrilecek olsa iyazen-billah +Öyle iğrenç olacak akıbetin manzarası +Ki tasavvur bile vicdanlar için yüz karası! +Azıcık bilmek için kadrini istiklalin +Bakınız çehre-i meş’umuna izmihlalin: +Yarılıp sanki zemin uğrayıvermiş yer yer +Bin sefil ordu ki efradı: Bütün aileler. +Hepsi aç bir paralar yok kadın erkek çıplak; +Sokağın ortası ev kaldırımın sırtı yatak! +Geziyor çiğneyerek bunları yüzlerce köpek; +Satılık cevher-i namus arıyor: Kar edecek! +Sen işin yoksa namaz kılmak için mescid ara... +Kimi cami’lerin artık kocaman bir opera; +Kiminin göğsüne haç boynuna takmışlar çan; +Kimi olmuş balo vermek için a’la meydan! +Vuruyor bando şu karşımda duran minberde; +O sizin secdeye baş koyduğunuz mermerde +Dişi erkek bir alay boklu ayak dans ediyor; +Avlu baştan başa binlerce dilenciyle dolu... +Eski sahipleri mülkün kapamışlar da yolu +El açıp yalvarıyorlar yeni sahiplerine! +Bu sizin ağlamanız benzedi bir digerine: +Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara +Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara +Tırmanır bir kayanın sırtına etrafa bakar. +Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar +Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür! +Karşıdan valide sultan bunu pek haklı görür +Der ki: “Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla; +Şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla!” + +---- +OSMANLI MENAKIB-I HARBIYYESINDEN +---- + + +---- +BIR NEBZE +---- + +Muharebede düşmanın daneleri etrafa geldikçe dehşetten +yüzü koyun yerlere kapanan askerlere Hazret-i Fatih’in: +“Put-perestler! Demir parçasına secde ediyorsunuz” hitab-ı +Osmanlı serdarlarından birine “Süvarinin silahı mı yoksa +atı mı mukaddemdir?” deyu irad olunan suale cevaben “At +süvarinin canı silah canın muhafazasıdır. Can olmayınca +silaha ne lüzum kalır?” demiş. +Sani-i müluk-ı Al-i Osman Sultan Orhan Han hazretlerinin +hengam-ı saltanatında Şehzade Süleyman Paşa’nın Rumeli +kıt’asına sokulup da Akdeniz Boğazı’nın kilidi mesabesinde +olan Gelibolu’yu ve sair mevki’leri zabt edişinden +mahv olacağını aklı kesmekle teşebbüsat-ı vakı’asından bir +semere-i müfide hasıl edemeyeceğini idrak ederek Osmanlıları +Rumeli kıt’asından sürmek üzere asakir-i bi-şümar ile +müttefikīn ordusunun gelmekte olduklarını merhum-ı müşarun-ileyh +haber almağla rü’esa-yı asakiri toplayıp şu vechile +bir hutbe-i müessire irad eyledi: +“Ey mücahidler! Böyle bir ecnebi memalikinde bizim +gibi kalilü’l-aded mücahidlerin az vakit içinde mazhar olduğumuz +bunca fetih ve zafer mücerred hüsn-i niyyetimize +mükafaten imdad ve tevfik-i ilahi semeresi olduğunda +lidir dehşetlidir; lakin bizi bu ana kadar düşmanlarımıza +galib eden avn-i Rabbaniden ümidimiz münkatı’ değildir. +Ma’lumdur ki emelimiz i’la-yı kelimetullahi’l-ulya ve fi sebilillah +şehadettir. Bu bizim için saadet-i ukbadır. Şayed bu +aralıkta benim vefatım vukū’ bulursa olmaya ki düşmandan +yüz çeviresiniz. Zira bilirsiniz ki şeriat-i İslamiyyede ‘Firar +ani’z-zahf’ kebair-i zünubdandır.” +Serdar-ı müşarun-ileyh bir gün kaza ölümüne uğramış +ve müttefikīn ordusu dahi dağlar gibi gelip çatmış idi. Osmanlı +Ordusu kendilerinin ez’af-ı muza’afı olan bu ordunun +karşısında hezimete yüz tutmuş iken serdar-ı merhumun birkaç +gün akdem irad eylemiş olduğu hutbesini nam-daran-ı +rü’esa yad ve tahattur ederek bir gayret-i fevkalade izhar +etmeleriyle bi-tevfikihi te’ala Osmanlı Ordusu mazhar-ı muzafferiyet +olduktan başka bu vukūat Al-i Osman’ın Rumeli +kıt’asında temekkün ve temellüküne bir mukaddime-i muazzama +olmuştur. +Bin yüz elli senesi Nemçeli tarafından muhasaraya alınan +Banaluka kal’ası imdadına giden Ordu-yı Hümayun’un +serdar-ı ali-tebarı bulunan zat Ordu-yı Hümayun’un on misli +bulunan düşman ordusuna bir buçuk saat kadar takarrüb +edip bil-cümle asker ve ümera ile lazım gelenlere “Ağalarım +babalarım yiğitlerim” diyerek ayrı ayrı iltifattan sonra cümlesine +hitaben şu vechile bir hutbe irad eder: +“Ey gaziler! +Bugünde ben dahi sizinle beraber Cenab-ı Bari’nin bir +abd-i aciziyim. İşte bugün din-i mübin yoluna kurban olacak +veliyyü’n-ni’metimiz ba’is-i istirahat ve asayişimiz padişah-ı +gündür. Düşmana zafer sebat-ı kadem ve şiddete +sabır ve metanetle olageldiği mücerreb ve mukarrerdir. Göreyim +sizi din-i Muhammedi yolunda ne guna hizmet ve +padişah uğrunda ne vechile izhar-ı şeca’at edersiniz…” +Bu nutkun şiddet-i te’siriyle o gün asker-i İslamda görülen +şeca’at-i fevkalade bir muzafferiyet-i azimeyi intac eylemiştir. +Kanije Kal’ası’nın hengam-ı muhasarasında düşman askerinin +kemal-i şiddetle kal’aya hücumlarına dair hazırlıklar +görmekte olduğu gazi-i meşhur Tiryaki Hasan Paşa merhum +hissetmekle umumen askeri bir yere cem’le bir ali divan +tertib ederek şu mukaddimat ile mücahidini teşci’ eyledi: +“Ey gaziler! +Düşmanın harekatında hücum emareleri görülüyor. Matyos’un +ordusuyla beraber buraya gelişine bakılırsa serdarımız +ya onların dediği gibi mağlub olmuş veyahud benim +zannım gibi sefer mevsimi geçtiğinden bu kal’ayı sizin gayretinize +emanet bırakarak meştaya dönmüş. Hakīkat-i hal +her hangisi olursa olsun biz burada serdar için harb etmiyoruz. +Elhamdü lillah Müslümanız. Mukabelemize gelen düşmanla +vazife-i cihadı icra etmek üzerimize farzdır. Padişah +kuluyuz. Veli-ni’metimiz olan halife-i İslam’ın bir kal’ası değil +bir avuç toprağı için canımızı feda ederek yediğimiz ekmeği +kendimize helal etmek cümlemize vacibdir. Milletimiz +ser-haddin emniyetini bizden bekliyor. İki kavim arasında +açılan meydan-ı mübarezenin kararını bizim gayretimiz verecek. +Üç aydır aç kaldık yasdık yerine kılıca yaslandık. Bu +kadar ihvanımız gözümüzün önünde şehid oldu. İçimizde +yara yemedik insan kalmadı. Gülleler içinde yuvarlandık. +Bu kadar himmetin bu kadar gayretin neticesini bugün +göreceğiz. Elhamdü lillah cümleniz bilirsiniz ki düşman +karşısında vefat edenlerimiz şehid olur kalanlarımız gerek +dünyada ve gerek ahirette necat ve selamet bulur. Ben bu +düşmanın hücumunu bilirim. Bir kere yüzü dönerse mağlub +olduğu gündür. Yerlerinizde sebat edin ilk hücumundan yılmayın. +Ondan sonra bi-avnillah nusret bizimdir…” +Deyu ağlayarak ak sakalı üzerine inci tanesi gibi yaş +döktü. Ve guzat-ı muvahhidinin selametine hayr-dualar eyledi. +Nihayet ferdası günü düşman hücuma ibtidar eyledi. +Dört def’a siperlere çıkmış iken yine tard olundular. Yedi +saat şiddetli bir hücumdan sonra düşman ric’at edip asakir-i +Hasan Paşa’nın huzuruna rivayet-i sahiha üzere on sekiz bin +kelle getirdiler. Mecruhları buna kıyas oluna. +Beşeriyetin bazen temdini bazen de hunin-i ihtiraslarına +bir saha-i tesadüm ve cidal olan Suriye kıt’ası terakkıyat-ı +fikriyye ve tekamülat-ı ruhiyyenin mehd-i evvelini sayılır. +Arab tarihlerindeki Şam ve asar-ı garbiyyede görülen +Suriye Syrie ismi; kadimen şimdiki Beyrut ve Haleb vilayetleriyle +Cebel-i Lübnan mutasarrıflığının işgal ettiği arazi-i +vesiaya ıtlak olunurdu. Asya-yı Suğra’nın ağūş-ı samimisine +atılmak istiyormuş gibi şimale doğru ilerlemiş olan bu kıt’a-i +gabra şarkan el-Cezire ve Berru’ş-Şam’ın har ve ateşin vadileriyle +Garb cihetinden ise kurun-ı ula perilerine mev’id-i visal +olan Akdeniz’in mevecat-ı nevazişiyle nuşin buselere müstağrak +olmaktadır. Cenub taraflarında ise Tur-ı Sina ve Sahra-yı +Tih’e kadar imtidad eder. +Eskiden beri Suriye namı altında yad edilen bu kıt’a +bazı yerlerinde en münbit en mahsuldar araziyi bazı taraflarında +çorak ve bi-payan kum çöllerini bazı cihetlerinde ise +yüksek ve karlarla mestur şahikaları cami’dir. +Nehrü’ş-Şeri’a Nehru’l-As Nehr-i İbrahim gibi enharla +reyyan olan Suriye ekalim-i muhtelifede neşv ü nema bulabilen +her nevi’ nebat ve eşcarı yetiştirebilmek isti’dadını +haizdir. Va esefa ki ahalisinin cehalet ve bedaveti yüzünden +en rengin bir ma’mure olmaya namzed bulunan bu kıt’a-i +behiştinin ekser tarafları bütün bir harabe-zar-ı sefalet bir +feyfa-yı akamet halini almıştır. Şark ve cenub taraflarının +riyah-ı ateşinine güzergah olan bi-payan kum çöllerine +mukabil şimal ve garb cihetlerinde yüksek ovalar münbit +vahalar daimi karlarla mestur tilal ve cibal vardır. +Bahr-i Sefid ve resanı ise cihanın en zengin en ticaretgah +bir buk’ası olmaya müsta’id bir iklim-i dil-rübadır. +Tarih-i Suriye ahali-i kadimesini akvam-ı Samiyye’den +addetmektedir. Kadim Suriyeliler aynı cinsden aynı ırktan +oldukları halde tabiat tarz-ı hayat suret-i maişet ve derece-i +medeniyyetçe aralarında pek büyük farklar olmadığı ted +kīkat-ı tarihiyyeden anlaşılıyor. Aynı farkların bariz izlerini +bugün bile müşahede etmek kabildir. Bu farkların arazinin +vaz’iyetinden muhit ve iklimin tahavvülünden neş’et etmiş +olduklarına hükm etmekten başka çare yoktur. +Fi’l-hakīka hududunu yukarıda çizmiş olduğumuz Suriye +kıt’ası kadar tahavvülat-ı iklimiyye arz eden memleketler +pek nadirdir. Deniz sevahilinde yaşayan insanlar tabiatıyla +temeddüne ticarete daha ziyade müsta’id bulunurlar. +Münbit ovalarda ziraat veya çobanlıkla imrar-ı hayat eden +dolaşan bedevilerin tabiat tarz-ı hayat suret-i maişetce birbirlerinden +farklı olacakları şübhesizdir. +Muhitin tabayi’-i akvam üzerine olan te’siri cidden şa +yan-ı ehemmiyettir. Soğuk ve yabis bir iklim azm ü şiddeti +ar +tırır çalışmak arzuları uyandırır maksada vusul için insandaki +fikr-i sebatı takviye eder. Har bir iklim ise bil-aks +lık yerlerde yaşayanlar sükuti sebatkar ve kanaatkar olurlar. +Ovalarda perverişyab olanlar gayet şen adalarda ve sevahilde +meskun olanlar ise cesur ve fa’al olurlar. +Tarih-i temeddün tedkīk edilirken akvamın kabiliyet ve +tekamül-i medenisi hususunda te’sirat-ı muhitiyyenin pek +mühim bir amil olduğunu i’tiraf etmemek mümkün olamaz. +Suriye’nin ahali-i kadimesi hakkında tarih bize kat’i ve +sarih ma’lumat veremiyor. Suriye’ye dair ma’lumat-ı tarihiyyeyi +–keşf edilen asar-ı atika henüz pek noksan ve gayr-ı +kafi olduğundan– ancak kütüb-i İbraniyye’de bulabiliriz. Fakat +asar-ı İbraniyye’nin lebabeb bir dastan-ı esatir olduklarını +da unutmamak icab eder. +Müverrihinin tahminine nazaran milad-ı Isa’dan evvel +yirminci ve on beşinci asırlar arasında Asya dağlarından +garba doğru akın eden kabail arasında Suriyelilerin mensub +oldukları akvam-ı Samiyye de bulunuyormuş. Tarih milel-i +kadimeden Babililer Asuriler Fenikeliler İbraniler ve Mısrilerle +akvam-ı hazıradan Yahudiler Suriyeliler ve Arabları +akvam-ı Samiyye miyanına idhal ediyor. +Suriye ezmine-i kadimeden beri pek çok milletlerin cidalgah-ı +muhacematı olduğu cihetle haricden oralara koşan +kavimlerin ahali-i asliyye ile tesalübleri Suriye halkının +secaya-yı ırkiyyelerince tahavvülat-ı mühimmeye sebeb olmuştur. +Bu hal tedkīk-i ensab hususunda pek çok müşkilatı da’i +olmaktadır. Kadimen Suriye’nin şimal taraflarında Süryaniler +Filistin cihetlerinde ise evvela Amalika ve ba’dehu +dir. +Süryanilerle İbranilerin işgal ettikleri mahaller arasındaki +arazide ise Fenikelilerin meskun oldukları ma’lumdur. Şarkta +medeniyet-i kadime esaslarının Keldaniler Fenikeliler ve +Asuriler tarafından atılmış olduğu muhakkaktır. +Fi’l-hakīka beşeriyet cihanda hüküm-ferma bir kudret-i +azimenin mevcudiyetini ilk evvel buralarda hissetmiş ecramın +harekatını bu yerlerden tarassud etmiş edebiyatın ilk +sanihalarını bu iklimlerde duymuş o sanihaları bize kadar +nakl ettirecek usulleri huruf ve eşkali yine bu diyarlarda +keşf etmiş tarihin hey’etin riyaziyatın esaslarını bu memleketlerde +vaz’ ve te’sis eylemiştir. Kadim Asya mehd-i beşeriyyet +olduğu gibi aynı zamanda ulum ve medeniyetin de +hace-i evvelinidir. +Fenikelilerin terakkıyat-ı bahriyye hususunda göstermiş +oldukları muvaffakiyat Sayda ve Sur şehirlerinden çıkarılan +asar-ı kadime bugün bize veleh-bahş olacak kadar muazzam +ve musanna’dır. +Fenikelilerin Cebel-i Tarık’dan geçerek Ümidburnu’nu +dolaşmak şartıyla Afrika’yı devr etmiş oldukları zannediliyor. +Her halde o zamanlarda bir vahşet-zar-ı cehalet olan +Yunanistan-ı Kadime ilk cürsume-i irfanı atanların Fenike +akvamı olduğu muhakkaktır. +Fenikeliler Mısrilerle Keldanilerin hiyeroglif hiyeratik ve +hatt-ı mihilerindeki müşkilatı ber-taraf ederek kendilerine +mahsus bir yazı icadına muvaffak olmuşlardır. +Fenikelilerin elif-bası savti ve yirmi iki harfden mürekkeb +ti. Bugünkü akvam-ı medeniyye elif-balarının esası Fenike +elif-bası olduğu şübhesizdir. +Filistin taraflarında sakin olan İbraniler ise fikr-i vahdaniyyet +lem’alarıyla cihan-ı küfr ü sanem-perestiyi zulümat-ı +kesifeden kurtarmaya çalışmışlar idi. +Görülüyor ki kadim Suriye fikr-i uluhiyyet ve fikr-i medeniyyetin +en evvel şa’şaa-nisar-ı tevellüd olduğu bir buk’a-i +latifedir. +Hayli zamanlar Asurilerin Babililerin İbranilerin cidal-gahı +olan Suriye; Keyhüsrev zamanında kısmen İranilerin +zir-i istilasına geçmiştir. +Makedonyalı İskender müdhiş bir kasırga gibi Avrupa’dan +Asya’ya geçerek Dara Hükumeti’ne hatime verdiği +zaman Suriye’yi de istila eylemişti. +Bir kasırga kadar cihanı sarsan İskender yine bir sarsar +kadar paydar olabilmiş vefatını müteakib kumandanları +arasında zuhur eden cidal hükumette Suriye kıt’ası da Selefkilerin +yed-i idaresine geçmişti. +Selefkilerin zaman-ı hükumetinde Suriye’de asar-ı umran +ve terakkī yüz göstermiş ise de Milad’dan sene evvel +Romalıların müdhiş ve muhrib hücumları bu hükumeti +mahv ve Suriye’yi bir harabe-zara çevirmiştir. +Romalılar zamanında idi ki Hazret-i Isa neşr-i dine başlamış +ve Arz-ı Filistin’de Hıristiyanlığın ilk cürsumeleri bu +suretle atılmıştır. +Muhitimi hüsn-i muhakemeye muvaffak olabildiğim andan +beri milletim hakkında a’mak-ı kalbimde bir endişe-i +ateşin olup kalmış düşünceler son birkaç gün zarfında yeni +bir nefha-i elemle alevlendi. +Burada vicdanları yakan siyasiyyat ihtiraslarından bahs +edecek değilim. Burada memleketimizi kavuran maraz-ı ahlakīden +bahs eylemeye de cesaretim yok. Lakin bir doktor +olmadığım halde geçenlerde bed-baht Anadolu’nun evladını +sıhhat ve metanetle büyütmüş ve böyle şöhret-şi’ar +olmuş köşelerinden geçerken arslan gibi İslam unsurunun +düşmüş olduğu “zillet-i sıhhiyye” beni ağlayacak hale getirdi. +“Zeybek gibi” ta’birini bülend-kamet merdler dürüst endamlar +ser-baz şahsiyetler için icad ettiren iklimlerde yurdlarda +en menfur bir cehalet en menfur hastalıkları “kader-i +umumi” haline getirmiş altmış yaşındaki redif yüzbaşısının +yanında yeni nefer bir kademden fazla kısa duruyor; frengi +en umumi binaenaleyh en tevahhuş edilmeyen hastalık. O +kadar ki: Mübtelasına soruyorum da mütevekkil ve la-kayd +“Mayasıl hastalığı!” deyip geçiyor… Halbuki: Bulunduğum +meskun bir köy daha var mektepler kiliseler metin fikirli +ahaliye rehberlik eden –hatta Avrupa darülfünunlarında +tahsil etmiş– genç muallimler tüvana yiğitler mes’ud zengin +canlı bir muhit! +Şu sözlerim ile biliyorum ki: Mechul bir şey’i i’lam etmiş +olmuyorum. Birçok hamiyetli kalbler muktedir kalemler +Anadolu’nun bu halinden matbuatta sızlandı. Ruhlarımıza +bir tılsım-ı elem ve iştirak işlemek istedi. Lakin yazık! “Kestanenin +çıktığı kabuğu beğenmemesi” halet-i ruhiyyesine gelmiş +olan kısım mütefekkirimizde korkuyorum ki benim gibi +kaba kaba söyleyenleri bile anlayacak reviş-i tahassüs yok. +Ben şu satırları yazarken önümde büyük İngiliz milletinin +o milletinden bir cüz’-i hamiyet-mend ve mütefekkirin +nümune-i teşebbüsü duruyor. Ahval-i sıhhiyyesi bizden yüz +def’a fazla olan köylüleri bizim köylülerimizin yanında profesör +geçinebilecek kadar kendilerini koruyabilen hükumet +tarafından bizim aklımıza gelmeyecek vesait ve mü’essesat-ı +sıhhiyye ile korunulan bu millet içinde şöyle bir mü’essese +var. Zannederim ki hakīkī vatan-perver Osmanlılar bunu – +bir ibret olmak üzere– görmeyi hiç olmazsa –bedi’a-i san’at +addolunan – Cem gazetesini okumaktan fazla zahmet addetmezler. +“Bugün İngiltere bir intihar-ı milli bir ‘katl-i nefs-i cinsi’ +muvacehesinde bulunuyor. senesinden beri mikdar-ı +tevellüd bir nisbet-i müdhişe ile düşüyor binaenaleyh bir +çare istiyoruz. Kuledeki nöbetci böyle bağırıyor. Sebeb-i +salif ve İngiliz ırkının Afrika-yı Cenubi harbinde duçar olduğu +felaketler mes’elesinin bütün ehemmiyetiyle nazar-ı +dikkate alınmasını icab ettiriyor! Bu ahvale karşı vesait ve +tedabir-i hazıra-i tıbbiyenin adem-i kifayetini hisseden müteveffa +Sör Fransis-Galtin bir –ta’bir caiz ise– yeni “fenn-i +etfal” tedvin etmişti ve şöyle ta’rif ediyordu: Irk-ı müstakbelin +salahını yahud sukūt ve inkıraz-ı sıhhisini mucib olan +şerait-i ictimaiyyenin tedkīk ve tetebbuudur. Bu zat hakīkī +bir peder hakīkī bir valide gibi yalnız servet-i fikriyyesini bu +maksada feda ile kanaat etmeyerek servet-i maddiyyesinin +büyük bir kısmını da terk eylemiş ve bu vechile İngiliz milletinin +şerefi saadeti azameti uğruna büyük bir nam bırakmıştır. +Müteveffanın te’sis ettiği mü’essese-i salahı birçok +gazetelerde görülüp bilindiği vechile Ojenik Cem’iyeti tesmiye +etmesinin sebebinden sarf-ı nazar bugün Londra’da +bir mü’essese-i hayriyye olduğunu herkes bilir. Ben de herkes +gibi bu mü’essesenin maksadını gayesini okuduğum +zaman sadece gülmüş idim. Lakin orada çalışan ali nasiyeleri +yapılan işi fedakar İngiliz kadınlarını gördüğüm zaman +–bed-endişliğime rağmen– dedim ki: Evet İngiltere’ye en +nafi’ iş İngiltere’nin en nafi’ tetebbuat-ı fenniyyesi burada +yapılıyor. +“Binaenaleyh: Milletin hatta beşeriyetin bu gibi müesse +sat-ı mühimmeye karşı istihkaran omuz silkmelerine taaccüb +etmek icab etmez. Bizi ikaz için felaketlerin timsal-i mu’ayyenleri +lazımdır. Titanik batmalı ki tahlisiyye sandallarının +lüzumu anlaşılsın bir İngiltere’nin ordusu şevketini şerefini +muhafazaya gayr-i kafi bulunduğunu beynimize koymak +“Milletimizdeki şu kayıtsızlığa karşı bu iki felaketi misal +getirdiğimden dolayı cidden müteessifim. Lakin demokratik +olan memleketlerde –bilhassa bizim İngiltere’de– bir felaket +oldu mu bunları bir misal getirmek ve sebebi olarak “Ah +cümlesini ilave etmek adet olmuştur. Müessese-i mezkure +bu zillet-i teşebbüs-karaneyi bir tarafa atıyor İngiliz milletine +bağırıyor ki: Bu mes’ele yalnız rical-i hükumetin nazar-ı dikkate +alacağı bir mes’ele değil bütün efrad-ı milletin her saat +ve her dakīka nazar-ı dikkate alacağı bir mes’ele husulüne +kendisinin çalışacağı bir gayedir! Ve bu gaye ise büyük küçük +el birliği ile milletin tamamiyet-i sıhhiyyesini metanet-i +milliyyeyi muhafazaya çalışmakta vazifedar olmaktan ibarettir. +Profesör Piyersin diyor ki: +“Temel taşı ancak budur. Ve ancak bu temel taşı üzerinedir +ki: Bir millet bina olunabildiği gibi o milletin bir zaman +te’sis eylediği imparatorluk muhafaza olunabilir…!” +Fi’l-hakīka Profesör Piyersin’in mesaisine ve meva’idine +karşı adem-i i’timad ile bed-endişi ile mütehassis olanlar +şübhesiz Napolyon’un meşhur sualini soracaklardır: “Bu +profesör Piyersin bu ana kadar ne yaptı? Ve işlediği ma’den +nedir?” +Evvela işlenilen ma’dene aid bir söz: O ma’den bütün +bizden ibaretiz. Her büyük mektep her hastahane her +bimar-hane her mahbes her mecma’-ı mesai her aile ve +her ferd bu ma’deni teşkil ediyor… Kısacası sen ve +ben! Beşeriyet ve bit-tab’ buna dahilen İngiltere beşeriyeti +düşüncelerde dahil! +Profesörün nazar-ı dikkati birkaç sene evvel Bredford +semtindeki ailelerde nisbet-i tevlid veya mikdar-ı tevellüdün +tenezzülüne celb edilmiş idi. +Profesör diyor ki: Bu semtte altmış sene evvel her müte’ehhil +kadın vasati dört senede bir çocuk doğururken şimdi +on senede bir doğuruyor imiş. Açık hesab ile son altmış +sene zarfında nisbet-i tevellüd nısfına inmiş. Burada harita +zevatın vasıl oldukları netayic-i mü’ellimeyi hikayeye hacet +yok…” +Muharrir tenakus-ı nüfusa aid maamafih tabi’i İngiltere’ye +aid bazı ma’lumat-ı ihsaiyye verdikten sonra muhtelif +şehirlerdeki amele hayatının buna olan te’siratını amele-i +nesciyye ile hadidiyye hakkında İngiltere parlamentosunda +beyan-ı efkar eden muhibb-i beşeriyyet zevatı zikr ediyor. +Garibdir Profesör Piyersin amelenin ihtiyarlığında hükumet +tarafından göreceği mu’avenete aid kanun için i’tirazan +diyor ki: Amelenin muhtac-ı mu’avenet olduğu zaman asıl +çocuklarının henüz genç bulunduğu ma’işet ve tahsilinin +peder boynuna bar olduğu zamanlardır. Yoksa zaten rehin-i +zeval olan ebeveyn çocuklarını tahsilsiz cahil çapkın ayyaş +büyüttükten ve cem’iyet-i beşeriyyeye bir takım a’za-yı muzırra +yadigar eyledikten sonra edilen ianenin ne faidesi olur? +Yine profesör tedkīkatına müsteniden diyor ki: “Ebeveynin +siyla hastalığa müsta’id bulunuyorlar. Acaba niçin? Acaba +baba ve ananın ceraim-i sıhhiyyesi bu zavallılara mı isabet +ediyor? Fi’l-hakīka ilk çocuklar içinde dahiler büyük meziyetler +yok değildir. Yalnız bedeni hastalıklar ilk evladlara +daha ziyade musallat. Mesela veremi nazar-ı dikkate alırsak +birinci çocuğu ikinci çocuğa nazaran iki misli ma’ruz-ı +teessür bulduk. Yani melhuz olan ihtimale karşı görüldü. +Sonra ikinci çocuğun melhuz ihtimaline karşı +çıktı. Yine garib değil midir ki: İkinci çocuktan sonra erkam +mühim bir tehalüf arz ediyor hesabatımıza nazaran ihtimal +bildiğimiz üçüncü çocukta ancak bulduk. Tedkīkatımız +bizi bir ailenin ’ncı çocuğuna sevk eylediği zaman +teverrüm ancak çıktı. +Tedkīkat-ı mütemadiyye ve muntazamamız şamil olduğu +muhit-i vesi’de bizi cina’i cinneti ve sair emraz-ı ahlakiyye +hususunda da mühim netayice isal etti. Adeta anladık ki: Bizim +peri masallarında daima en küçük prensin mazhar-ı muzafferiyet +olması hayal-i şa’irden ibaret değildir. Büsbütün +yeni bir “ilm-i hayat” fenni isbat ediyor ki: Büyük kardeşlerin +küçük kardeşlere karşı ümid-i muvaffakiyeti yoktur…” +Profesör hatta bize de kemal-i samimiyetle aid ise de +teşrihi şimdilik icab eylemeyecek birçok mebahis dermiyanından +sonra yalnız İngilizlere değil bize de ibret olmak lazım +geleni şu ma’lum sözleri ilave ediyor: +“Fennin isbat ettiği vechile ebeveynin za’fiyeti cinneti +temayülat-ı ahlakiyyesi çocuklarına sirayet ettiği gibi sıhhat +ve metanet-i vücudiyye de tevarüs eder. Ve pederlerin validelerin +hatalarının cezalarını hakīkaten çocukları çocuklarının +çocukları çeker!” +“Fi’l-hakīka hükumetimizin hüsn-i niyetinden emin olabiliriz +ancak şu da ma’lumdur ki: Hükumetler iyi olduğu +halde bile ancak bazı hayvanat-ı ehliyyenin bi’n-nisbe istirahatini +te’min edebilir. Biz millet izzet-i nefsimizi bilmeli ve +kendi kendimizin deva-yı derdini bulmalıyız! Felaketin büyüğü +ma’lul-i sıhhi ve ahlakī ebeveynin bu illetlerini ensal-i +hazıra ve atiyyeye de neşr etmeleri ve mümasillerini halk +eylemeleridir. Bu intişar-ı elim kuyudumuza nazaran nesl-i +hazırda yüzde yirmi beş nisbetinde lakin çocuklarımızda +yüzde elli olacak. O halde şimdiden yüzde yirmi beşi bir +fikr-i ıslah ile ta’kīb etmek gerekmez mi?” +Yukarıda söylediğimiz gibi mes’ele-i asliyye kısm-ı mütefekkirimizi +kendi kendisini ayramaktaki sa’yinin bizde bir ibret teşkil +etmesine mevkūf. +Onlar böyle çalışırsa biz bed-baht Osmanlılar cebhe-i +mes’uliyetimizde frengiden dökülen milyonlarca kardeşlerimiz +duran bu hey’et-i gafile Allah’a inanıyorsak huzur-ı +cabsız duruyoruz bilmem? + +---- +OSMANLILAR ZEHIRLENIYORUZ +---- + +Şu bulunduğumuz dereke-i sefalete bizi düşüren esbab +pek çoktur. O kadar çok ki insan teşrih-i alam için hangisinden +başlayacağını bilemiyor… +Bugün bizi toplarıyla tüfenkleriyle lerzedar ihtira’larıyla +keşifleriyle valih ü hayran bırakan alem-i medeniyyet: “Bir +milletin ahlakı o milletin nazım-ı terakkıyatıdır.” diyor. Ve +bu sözüyle de pek büyük bir hakīkatini meydana koyarak +bizlere ilimce fence onlardan pek geri kalan Osmanlılara +bir çare-i fevz ü felah göstermiş oluyor. +Fi’l-hakīka müdhiş bir sukūt-ı ahlakīye uğradık her türlü +vazifemizi mahzuzat-ı nefsaniyyemize kurban ettik… +Halbuki terakkī te’ali için vazifenin huzuzata takdimi lazım +la-büd idi… +Lakin büyük bir hakīkati unutuyoruz: Ma’lumdur ki milletlerin +terakkī ve te’alisi bir takım avamil ve te’sirata tabi’dir. +Bu avamil ve te’siratı milletlerin yaşadıkları muhit dahilinde +aldıkları terbiye-i ibtidaiyyeden husule gelir ki o terbiye ne +kadar ciddi ati ile ne kadar alakadar olursa millet için de +o derece müsmir olur. Aks-i takdirinde o millet hırman ve +hüsrandan başka bir şeyi ele geçiremez. +Osmanlılığın hal-i hazır-ı ictimaisine atf-ı nazar edersek +görürüz ki ehemmiyet-i fevkaladeyi ha’iz bazı cihetler +maa’t-teessüf çoğumuzun nazar-ı dikkatini celb edemiyor. +Ve işte bu felakettir ki daima bizi tedenniye doğru yıldırım +sür’atiyle götürüyor. +Emin olalım ki vatan düşman-ı harici ile uğraşırken dahilde +onu tatlı zehirlerle tesmim eden adüvler var. Fakat efsus +bunu hissedemiyoruz. +Bu adüvler mektepler; nice amal-i hainaneye binaen +te’sis edilen ecnebi mektepleridir. Bunlardan Fransızlar +Fransız İngilizler İngiliz Almanlar Alman amalini tervic için +çalışıyorlar. Ve bunların içinde bir kisve-i diniye bürünenler +de Osmanlılığın tebdil-i efkar ve hissiyatına çalışıyorlar. +Evet bütün acılığıyla açıkça söylüyorum İslamları Hıristiyan +yapmak istiyorlar uğraşıyorlar hem bunları bu emellerini +mekteplerinde kemal-i şiddetle tatbik ediyorlar. +Cenab-ı Hak tarafından Hazret-i Musa’ya Tur-ı Sina’da +verilen ve bilahare Hazret-i Isa tarafından hıristiyanlara +tebliğ edilmiş olan evamir-i aşere bila-tefrik-i cins ve mezheb +hıristiyana da müslümana da tedris olunuyor. Kilise +evamirinden bahs olunuyor ve hep bunları ezberlemeye +öğrenmeye zavallı müslümanlar icbar olunuyor. Zavallı yavrular… +Bu milletin yegane ümidi olan zavallı kuzular.. Sizin +parça itaatten inhiraf etseniz o alçakların o ifritlerin gazabı +altında titrersiniz… Cevab vermeseniz kin garaz hepsi hepsi +sizin üzerinize teveccüh eder. Sizi mutazarrır etmek hatta +hatta istikbalinizi mahv edebilmek için bir fırsat kaçırılmaz. +lar sizin hanenizle olan irtibatınızı bütün bütün kesmek isterler… +Zavallı İslamiyet.. Senin mukadderatında bunlarda +mı yazılı idi? Seni tatlı zehirlerle de mi tesmim edeceklerdi +zehirleyeceklerdi de seni müdafaa edecek hiçbir ehl-i iman +bulunmayacak mıydı? O sevgili Peygamber’in şefa’atinden +mahrum kalmamak Cenab-ı Hakk’ın gazabını celb etmemek +den kurtarmaya koşacak bir evladın bir tek evladın olmayacak +mıydı? Heyhat!... +Kimseden ümmid-i istimdad gelmez yadıma +Ey benim feryad-res Rabbim yetiş imdadıma +* * * +Fransızların o büyük muharriri Victor Hugo çocuklar için: +“Bugün dirsek vurup geçtiğiniz bir şakird ihtimal ki bir Bismarck’dır.” +Diyor ve bu suretle çocukların ne büyük vazifeleri duş-i +tahammülüne aldıklarını ve hal-i hazırda ümidin kimlerde +bulunduğunu göstermiş oluyor. +Bizde şimdiye kadar çocukların bu kıymeti takdir edilemedi. +Ebeveyn çocuklarının kendilerinden pek sonra bir +zaman için doğduğunu ve onlara o zaman için gıda vermek +lazım geldiğini anlayamadılar. Evet anlayamadılar da mülkümüzde +birkaç Reşid Paşa birkaç Bismarck yetiştirebilmek +mediler. Belki mini mini ciğer-parelerini ecnebilerin dest-i +menhusuna terk ettiler. +Osmanlılar artık başımızı ellerimiz arasına alarak derin +derin düşünmek zamanı çoktan hulul etti. Osmanlılığı öldürmek +edelim. Ve onları vatan için tehlikelerden dönmez bir yüz +bükülmez bir kol olarak yetiştirelim. Zira yarın mukadderat-ı +milleti mukadderat-ı dini mukadderat-ı memleketi ele alarak +yelerden kurtaracak onlardır. Yalnız onlardır. Bütün ümid-i +selamet onlardadır. +Halbuki o hissi ona bir ecnebi telkīn edemez etmez. Fakat +bir vatandaş bir Osmanlı tabiatıyla bu vatana rabt-ı kalb +etmiştir. O onun izmihlalini inkırazını istemez… +Pek iyi tanıdığımız bu acıları vatandaşlarımızı ikaz için +burada tekrar ettik. Yine bağırıyoruz: +“Osmanlılar zehirleniyoruz çocuklarımızı istikbalde +gayr-ı kabil-i istifade bir alet haline koymak için uğraşıyorlar +onların o körpe dimağlarını tesmim ediyorlar. Bu acılıkları +hissedelim de artık vazife-i vicdaniyyemizi bilelim.” +− − +Nasıruddin Şah’ın katlini müteakib İran an’ane-i hanedanisinden +olmak üzere Tebriz’de bulunan Veli-ahd-i saltanat +Muzafferüddin Şah kemal-i sür’atle hareket ederek payitahta +geldi ve sene-i hicriyyesinde Zi’l-hicce ayının +[inde] tahta cülus eyledi. +Nasıruddin Şah devrini İran’ın en mezalim-kar bir devr-i +tarihisi diye ta’rif ettik. Muzafferüddin Şah devri teslim etmelidir +ki o kadar zulüm ve vahşete mazhar olmadı. Fakat +bu devir dahi İran tarihinin en sefil günlerini teşkil eder. +Fi’l-hakīka Muzafferüddin Şah’ın devr-i saltanatı İran’ın en +sefil bir devr-i inhitatıdır denilse haksızlık olmaz. +Bedenen alil idare-i şahsiyyeden mahrum olan bu zavallı +Şah oldukça müsrif ve laübali idi. Hazine-i devlette masarıfatın +üç misli bir varidat bile olsaydı yine Şah’ın israfatına +gelemez idi. Nasıruddin Şah’dan sonra böyle müsrif bir ele +geçen İran hazinesinin hali düşünülsün. İran maliyesi Muzafferüddin’in +bir aylık israfatına devam edemez idi. +Muzafferüddin Şah’ın israfat-ı la-kaydanesini musavvir +pek mebzul ve meşhur olan hikayelerden birkaçını dinleyelim: +Zat-ı şahane bazen devleti mücevheratın mahfuz bulunduğu +daireye gider orada giran-baha inci hokkalarını mu’ayene +ederler idi. Çok def’a böyle bir merakı da mabeynciler +tarafından tahrik ediliyordu. Mabeyn hile-geranı tarafından +kasden çürük iplere dizilmiş olan inci sübhaların zat-ı +mülukanece saçılan daneleri ise Şah iki parmağı arasına +alarak “Bu senin bu senin bu da senin” diye ma’iyyetindekilere +atıyor sıçratıyordu. +Sadr-ı a’zam tarafından kendisine senevi tümen tahsis +etmek üzere kaleme alınan bir ferman suretinin imzasını +bekleyen bir me’mura zat-ı şahanelerinin tümen fazladır +ayda tümen alacaksın diye bir “kiyaset-i maliyye” ibraz +ettikleri de meşhurdur. +Bu kabil laübaliyane israfatın masalları hadsiz hesabsızdır. +Bir def’a da hoşuna giden bir çocuğa kasr-ı hümayunlarından +en a’lasının i’tasını havi bir fermanını zamanın sadr-ı +a’zamı vaktinde yetişerek yırtmıştı. +Merhum müsrif olduğu kadar halim idi de. Fermanlarının +yırtılmasına evamirinin icra edilmemesine kızmaz idi. +Her istenilen şeyi vermeye müheyya olduğu gibi her istediğinin +de mutlaka suret-pezir olması kaydında değil idi. +Muzafferüddin Şah’ın şu iradesizliği ve israfından bil-istifade +etrafında olan tama’kar ve hain rical-i devlet bedava +servet sahibi olmak arzusuyla Şah’ı daima bezl ü israfa teşvik +eder ve nukūd-ı devleti bir suret-i haydudanede yağma +ederlerdi. +* * * +Müdhiş bir surette israf olunan hazine-i devlet artık hevesat-ı +mülukaneye tahammül getirecek halde değil idi. +Halbuki para lazım idi. Mabeynciler para tahsili için yol aradılar. +Kendilerince külliyetli bir para menba’ı buldular. İstikraz. +devletinden milyon rublelik bir istikraz yapıldı. +Saray ihtiyacatından bil-istifade Rus diplomasisinin teşviki +üzerine icra olunan bu istikraz: +üzere “Reji mes’elesinden” dolayı İngiliz kumpanyasına varid +olan hasaratın tazmini için işbu istikrazdan milyon tümenin +on seneye kadar te’diye olunmadığı takdirde işbu karzın +te’diyesinden evvel başka bir devletten İran hükümetinin +bütün İran gümrüklerinin aidatının doğrudan doğruya Rus +bankasına gideceği ve müddet-i istihlaki sene olan istikrazın +tekasit-ı seneviyyesi çıkarıldıktan sonra fazla aidatın +seneviyyesini ödemeyeceği takdirde İran gümrüklerinin Rus +kontrolü tahtına alınacağı bununla da maksad hasıl olmazsa +gümrüklerin Rus tarafından idare edilmesi gibi haysiyet-şiken +şerait üzerine akd edilmiştir. +Bu istikrazı müteakib ’nci sene-i miladiyyesinde aynı +şeraitle milyon ruble diğer bir istikraz dahi akd edildi. +Bu da kafi gelmeyerek birkaç sene sonra mütevaliyen +senesinde . senesinde de . ki mecmu’u +. İngiliz lirası % ’la İngiliz Hindistan Hükumeti’nden +enharının sayd-ı mahisi inhisarını edinmiş olan Rus kumpanyasının +hakk-ı imtiyaz olarak İran Hazinesi’ne te’diye etmekte +olduğu aidat-ı seneviyyesi o kafi gelmezse İran Posta +ve Telgraf İdaresi’nin aidatı o da kafi gelmezse Faris Eyaleti +karşılık tutuldu. Halbuki Rus balıkçı kumpanyasından alınan +para karşılık teşkil etmek için baliğan ma belağ +kifayet edecek bir derecede idi. Fakat İngiliz dur-binliği sayesinde +mezkur mukavelede kayd ettirilen “kafi gelmezse” +kaydı tam ma’nası ve bütün kuvvetiyle icra-yı te’sir etmektedir. +Mukaveleyi imza eden İran “rical ve siyasiyyunu”nun +şimdi İran hükumetini menabi’-i mezkureyi diğer bir istikraza +karşılık göstermekten men’ ediyor. İngilizler menabi’-i +mezkure bizim istikrazımıza karşılıktır diye protesto ediyorlar. +Resmen akd olunan işbu istikrazlardan başka Muzafferüddin +Şah zamanında diğer suretlerle dahi istikrazlar akd +edilmiştir. Hesab-ı cari olarak İngiliz bankasından Bank-i +Şehenşahi % ’la . İngiliz lirası. Rus bankasından +Bank-ı İstikrazi –sahte ve batıl hesablar dahil olduğu halde– +milyon ruble. Bunlardan maada İran teba’ası tüccarından +dahi hadd ü hesabı na-ma’lum birçok şahsi istikrazlar +edilmiştir. +Memleketin istiklalini tahdid haysiyetini tenkīs şeref ve +namusunu ihlal ile tahsil olunan bu paralar hemen eğlencelere +sarf edilmiş gitmiştir. Şöyle ki: Avrupa seyahatinde +pederi Nasıruddin Şah’ı taklid eden Muzafferüddin Şah resmen +akd ettiği üç istikrazdan gelen paraları üç Avrupa seferinde +Mu’asırları olan muharririn-i mediha-seradan bazıları +gerek Nasıruddin gerek Muzafferüddin Şahların seyahatlerinin +Avrupa temeddününün İran’a celbi için vaki’ olduğunu +tedkīkat-ı tarihiyye şu taçlı seyyahların tuhfe olarak İran’a +getirdiklerinin çocuk oyuncağı bir takım lüzumsuz şeylerden +haric bir şey olmadığını teslim etmekten başka bir hüküm +veremez. +* * * +susatta da cari idi. +Devleti bu ağır ve haysiyet-şiken şeraitlerle akd olunan +Muzafferüddin para bulmak siyaseti nokta-i nazarından +şerait-i muzırrayı havi birçok imtiyazat dahi i’ta eylemiştir. +Bu hususta hatta pederi Nasıruddin Şah’ı da geçmiştir. +Ancak sene sonra İran’a teslim edilmek şartıyla inşa +olunan “Enzeli-Tahran” yolu keza sene müddetine +vermiş olduğu taahhüdü bir on sene daha temdid kılan +düşman-ı muharibimiz bulunan Karadağ mesaha-i sathiyyesi +kadar bir araziyi şamil Azerbaycan vilayetlerinden Karadağ’da +mevcud bil-cümle ma’adinin hakk-ı istifadesini +vilayet dahilindeki ormanlar ve enharın istifade edilebilmesi +şartıyla Ruslara tevdi’ eden Rusları İngilizlere karşı ihraz-ı +muvaffakiyet ettirmek kasdıyla İran emti’a-i ticariyyesinin +bile zararına olarak İran Gümrük Reisi Belçikalı Mösyö Nevez’in +tertib eylediği “Rus-İran Gümrük Ta’rifesi” gibi birçok +rüddin Şah olmuştur. +Yine Muzafferüddin Şah zamanındadır ki Reji Mes’elesi’nden +sonra Rus-perestliği iltizam eden ve bu perestişi +sayesinde Rus nüfuzu İran sarayını istila eylemiş ve Şimali +tifa’ına hatta –bir dereceye kadar– yed-i inhisarına geçmiştir. +Esası Nasıruddin Şah zamanında vaz’ edilmiş ve Rus +zabitleri kumandasında teşekkül etmiş olan İran Kazak Livası’na +dahi Muzafferüddin Şah devr-i saltanatında imtiyazat-ı +mahsusa verilmiştir. Hal-i hazırda mezkur Kazakhane’nin +sesesi halini aldığı da imtiyazat-ı ahdiyye-i mezkureden ileri +gelmektedir. +Muzafferüddin devrinin diğer hususatını da başka bir +makalemize bırakalım. +Hindistan ekabir-i rical-i siyasiyyesinden Emir Ali hazretleri +Times gazetesinde baladaki ser-levha ile yazdığı bir +mektupta Balkan kralları tarafından neşr olunan beyannanelerde +ta’assub-ı diniye müracaat edilmesi mezkur gazete +tarafından takbih olunduğundan dolayı beyan-ı memnuniyyet +ediyor ve Times gazetesinin bu takbih-i muhikkının +Türkiye aleyhinde gerek İngiltere’de ve gerek Hindistan’da +saçılan tohm-ı fesada rağmen İngiliz efkar-ı umumiyyesi ü +zerine hüsn-i te’sirden hali kalmayacağından bahsettikten +sonra diyor ki: +“Şayan-ı teessüf ahvaldan olarak Büyük Britanya ahalisinin +bir rub’u yani yüz milyonu mütecaviz kısmı din-i İslam’a +mensub oldukları ve bunların en mukaddes hissiyatı kendi +halifeleri olan zat-ı Hazret-i Padişahi’nin nüfuz ve te’sirinin +ve şeref ve haysiyetinin muhafazasına ma’tuf bulunduğu ve +Türkiye’ye karşı vukū’ bulan her nevi’ haksızlıkların ve Türkiye’nin +duçar olduğu felaketlerin kendileri için de bir felaket +teşkil ettiği layıkı vechile İngiltere’de ta’akkul ve teyakkun +olunmuyor. Maamafih İngiltere’de nice kadın ve erkekler +vardır ki muharebe-i hazıraya nazar-ı nefretle bakmakta +ve Balkan hükumetlerinin kendi harekat-ı hak-şinasanelerini +ma’zur ve muhik göstermek için Hıristiyanlık hissiyatına +müracaat etmelerini tel’in ve takbih eylemektedirler. Böyle +Emir Ali hazretleri ba’dehu Rus muharrirelerinden Madam +Novikof tarafından Times gazetesinde neşr olunan bir +mektubu mevzu’-ı bahs edip muma-ileyhanın bundan otuz +beş sene evvel de İngilizlerin hissiyatını Türkiye aleyhine çevirmeye +pek çok gayret etmiş olduğunu ve bu def’a dahi +tekrar aynı vazifenin ifasına karar vermiş göründüğünü +beyanla mektubuna şu suretle hitam veriyor: “Madam +Novikof’un mensub olduğu memleketin bir asırdan beri +boğmaya çalışmış olduğu bir millete karşı neşriyat-ı hak-perestanede +bulunması mümkün değildir. Lakin İngilizler “A +caba Türkiye’ye rahat yaşamak için meydan verildi mi?” +diye kendi kendilerine sual etmelidir. Türkiye her ne zaman +kanun ve nizam idhaline teşebbüs etmiş ise Rusya ateş ve +kılınç ile üzerine yürümüştür. ve tarihlerini +senesindeki Yunan ta’arruzu +nu ve senesi +ları “Harb-i mukaddesi”! ve bunlardan maada arada sırada +Makedonya köylerine saldırılan ihtilalci ve bombacı çetelerini +ve bunların beyne’l-ahali ifa ettikleri dehşet ve ika’ eyledikleri +tahribatı İngilizler tahattur edebilirler.” + +---- +BALKANLAR CIHADI +---- + +Bugün İstanbul bir yevm-i intizar geçiriyor. Heyecansız +velvelesiz; fakat asabi bir yevm-i intizar. Babaeski-Lüleburgaz-Vize +sahasında başlayan muharebenin devam ettiği geç +vakit haber alınıyor. +Bugün de intizarla geçiyor. Sabah ve akşam trenlerle birçok +mecruh gazilerimiz geliyor. +Bugün sabahleyin gazeteleri okuyan kari’ine bir inşirah +geliyor. Herkesi büyük bir intizar ve endişeler içerisinde bırakan +Şark Ordusu’na aid neşr olunan tebligat-ı resmiyye +ordumuz için müsa’id bir vaz’iyet hasıl olduğunu gösteriyor. +Başkumandan Vekili Nazım Paşa’nın çektiği telgraftan Şark +Ordusu’nun birleştiği Pınarhisar’ın istirdad düşmanın hatt-ı +ric’ati tehdid edildiği ordumuzun ilerlediği maa’l-mesar öğreniliyor. +Ordu-yı Hümayun’un vaz’iyetine dair bugün de iyi haberler +geliyor. Tebliğ-i resmi Babaeski ve Lüleburgaz kollarının +da ilerlemek üzere emir aldıklarını iş’ar ediyor. Karadağlıların +zim oldukları ihbar olunuyor. +Bugün İstanbul hiç de intizar eylemediği bir haber işitmekle +hüzünlere dalıyor. “Tali’-i harbin mütehavvil olup her +noktada birden ihraz-ı zafer etmenin her zaman kabil olmadığı +ve harbi kabul etmiş olan bir millet için kaffe-i netayice +kemal-i sebat ve metanetle tahammül etmenin unutulması +vahim bir vazife olduğu” mukaddimesiyle başlayan İstihbar +Kalemi “İşkodra ve Yanya cihetlerindeki asakir-i Osmaniyyenin +müdafa’at-ı mevki’iyye göstermekte olduklarını fakat +Vize ve Lüleburgaz taraflarında bulunan Şark Ordusu’nun +müdafaa-i lazımeyi daha ziyade suhulet ve muvaffakiyetle +etmek tasmiminde bulunduğunu menafi’-i vataniyyenin +son mertebe-i imkana kadar te’min-i muhafazasına çalışılması +mukarrer ve tabii olduğunu” tebliğ ediyor. Bu habere +karşı; metanetini muhafaza etmekte olan İstanbul halkı birden +bire son derece mükedder oluyor bütün simaları ye’is +ve kin ile mümtezic bir düşünce kaplıyor. Vatanın Hi +la +fet’in +hatta dinin tehlikede olduğu görülüyor. Önde bir Ebu Ubeyde +bir Halid bin Velid olsa herkes meydan-ı cihada koşacak +gibi pür-heyecan. Sema bulutlu fakat öyle bir bulut ki +kandan alevden ibaret. Sanki büyük bir yangının alevleri +güneşin önüne geçmiş onun ziya-yı siminini siyah-alud bir +humrete kalb eylemiş. Bütün ufuklar elektriklerle mahmul +zulmet-feşan boğucu bir rüzgar kalbleri yakıyor. Kulaklar +bin nevha-i matemle meşbu’. Rumeli’de zebh edilen İslamların +karınları zehirli süngülerle deşilen kadınların avaze-i istimdadları +ta buralara kadar aks ediyor. Herkesin kalbi yaralı +düşüncesi büyük Hükumet de her türlü tedabir-i sa’ibede +bulunmaktan geri kalmıyor. İnşaallah yarın bulutlar dağılır +güneş yine nurlarını saçar ümidler serper. Diğer taraftan +Hariciye Nazırımız Noradonkyan Efendi bütün düvel-i muazzama +süferasıyla görüşüyor. +Bugünkü gazetelerde Şark Ordusu’nun bütün hat boyunda +meşgūl-i müdafaa olduğu okunuyor. Babıali’nin +süfera-yı Osmaniyye’ye tahrirat-ı umumiyye gönderdiği anlaşılıyor. +Babıali işbu tahriratında i’lan-ı harbten evvel hükumet-i +erba’anın tavır ve mesleklerini izah ve muharebenin +safahat-ı hazırasını beyan ederek “Bize gayr-ı müsa’id bazı +safahatın zuhur-yafte olmasını yani sevkiyatımızın henüz +ref ve haysiyeti namına muharebeye devam için sevkiyatını +tarafdarı olduğu ve isale-i dimayı arzu etmediği cihetle sulhun +tesviye cihetini kabul eylemekte bulunduğu ve buna bir +zemin-i muvafık bulunursa muvafakat eyleyeceği” de beyan +olunuyor. Devletlerin cevabına intizar olunuyor. +Düvel-i muazzama donanmalarından birer kruvazörün +Boğaziçi sularına duhulüne müsaade edildiği bu hususta +olan süfün-i mezkure bugün limanımıza girmeye başlıyorlar. +olunuyor. +Bugün zat-ı hazret-i padişahi Nişantaşı’nda te’sis buyurdukları +Valide Hastahanesi’ne azimet buyurarak mecruhin-i +guzatı taltif buyuruyorlar. +Bugün trenlerle ’ü mütecaviz mecruh gazi nefer daha +şehrimize geliyorlar. Karargah-ı Umumi’ye teşrif buyurmuş +olan veli-ahd-i saltanat hazretleri bugün avdet ediyorlar. +Şark Ordusu vaz’iyetinde tebeddül vukū’ bulmadığını +gazeteler neşr ediyorlar. Lakin Çatalca ve daha önlerde +bulunan ordunun kuvve-i ma’neviyyesinin iyileştiğine +düşmanla her halde kat’i bir muharebe daha yapmak istediğine +kırk elli bin İslam cengaverin daha orduya iltihak +ettiğine dair hususi haberler yeniden kalblere lakīd bahş +ediyor. Diğer taraftan da Garb Ordusu’ndan muzafferiyet +haberleri geliyor. Teşrinievvel’in ’nda Yunan ordusunun +ric’at ettiği ve Soroviç’in istirdad edildiği anlaşılıyor. Pirlepe +şimal-i garbisinde dahi Sırplarla olan muharebenin Osmanlılara +müsa’id bir tarzda vukū’ bulduğu ihbar olunuyor. Yanya +darü’l-harekatında da düşmanın bir hayli telefat vererek +Beşpınar havalisine püskürtüldüğü iş’ar olunuyor. +Necid’de Al-i es-Su’ud kabailinden +hükumetin her emredeceği yere gitmek ve harbe iştirak +eylemek üzere Necid ümerası ma’rifetiyle yüz kırk bin müsellah +fedai cem’ edildiği ve bunların alacakları emir üzerine +nezdlerinde bulunan bir hayli Arab atlarıyla birlikte İskenderun’a +ve oradan Dersaadet’e gelecekleri el-Mukattam +gazetesinin İskenderiye muhabiri tarafından bildirilmiştir. +Yaşasın mes’ud alınla İslamiyet uğrunda canını feda eden +müslümanlar!.. +− Evlad-ı Arab’ın yalnız gençlerinde +değil bütün kırk yaşını mütecaviz ihtiyarları miyanında +dahi bir hamaset-i intikam-cuyane müşahede olunuyor. +Hindistan ve Buhara hüccac-ı kiramından bir cemm-i +gafir Mekke-i Mükerreme’ye müheyya-yı azimet bulundukları +halde Balkan hükumatının Devlet-i Osmaniyye’ye karşı +niyyelerinden bu mevki’de hac ile cihadın hangisinin daha +ziyade efdal olduğunu sual etmişler ulema-yı muma-ileyhim +cevaben bu sırada cihadın hacdan daha vacib ve efdal +olduğuna dair fetva vermişlerdir. Bu sebeble mezkur hüccac +Sekizinci Kolordu Riyaseti’ne müracaat ederek gönüllü sıfatıyla +meydan-ı harbe i’zam edilmelerini taleb etmişlerdir. +Badiye a’rabından bir cemm-i gafir de gönüllülere iltihak +etmiştir. Suriye aşayirinden Rüvele Aşireti Şeyhi Reşid Duhi +kendi aşiretinden sekiz yüz mücahid ile meydan-ı harbe azimete +karar vermiştir. +BULGAR ZULÜM VE VAHŞETI +Bulgaristan’dan hayatlarını pek güçlükle kurtararak Romanya’ya +firar edebilmiş olan dindaşlarımız yazıyorlar: Bulgaristan’da +yaşamak felaketine uğrayan bed-baht İslamlar +artık son günlerini geçirmekte mezar başında bulunmaktadırlar. +Bugün Bulgaristan’ın kanlı bir selhhaneden hiç farkı +yoktur. +Bulgaristan’da altı yüz elli binden ziyade müslüman bu +dakīkada ah ü enin içinde feryad edip inlemekte alem-i +medeniyyetin istimdadını beklemektedir. Burada İslamlara +tasavvurun fevkinde hatır ve hayale gelmez engizisyon +mezalimine rahmet okutturacak mezalim yapılmaktadır. +Bulgaristan ahali-i müslime-i mazlumesi bıçak altında +kurbanlık koyunlar gibi her saat ölümlerini beklemekte ve +birbirlerine veda’ etmektedirler. Kasaba ve köylerde İslam +kadınlarının namuslarına tecavüz ediliyor. Hergün yüzlerce +Silistre Kurtpınar Yellipınar taraflarında namuslarına tecavüz +edilmedik İslam kızı kalmadı. +Geçende Pravadi’de üç müslüman sokak ortasında +şehid edildi. Plevne’de sekiz İslam’ı koyun boğazlar gibi boğazladılar +ve cami’-i şerifi ateşe verip çatır çatır yaktılar. +Şumnu’da şose hattı üzerinde parça parça edilmiş yüzlerce +Sofya’dan beş İslam erkek ile bir kadın casuslukla itham +edilerek i’dam edildiler. +Saraybosna’dan memalik-i Osmaniyyeye gitmek üzere +vapura rakib olan üç müslümanı vapurda bulunan vahşi +Bulgar nizamiye askerleri Tuna’da boğdular. +Bütün bu cinayat-ı vahşiyye hükumetin gözü önünde +yapıldı.. Hükumet kariben vukū’a gelmesi pek muhakkak +olan umumi bir ta’arruz ve kıtalden İslamları muhafaza edemeyeceğini +alenen söylemekten çekinmiyor. +Vidin Mekatib-i İslamiyye Müdürü Mehmed Mahir Bey +kardeşimiz şübhe üzerine tevkīf edildi. Huzur-ı Hak’da İslam +olmaktan başka bir cürm ü cinayeti olmadığı halde kurşuna +dizileceği söyleniyor. Bu cihan-değer gencin tevkīf ve felaketi +umum Bulgaristan müslümanlarının kalblerini parçalıyor. +Düvel-i muazzama bu yirminci asr-ı medeniyette Balkan’daki +Bulgar vahşilerinin yaptıkları cinayat-ı vahşiyyeye +karşı el-an sükut edecek midir? +* * * +ris Bulgarların zalam-ı vahşet-engizinden tahlis-i nefs etmek +ümidiyle tabi’iyet-i Osmaniyyeyi haiz birçok İslamlar terk-i +dar u diyar eylemektedir. +Ahiren İstanbul’a gelen bu mağdurin-i İslamiyyeden aldığımız +ma’lumata göre Filibe’de gerek sokaklarda ve gerek +hanelerde iki İslam’ın görüşmesi şiddetle men’ edilmiştir. +Sokakta iki müslüman birbirine selam verecek olsa her +hatvede kendilerini ta’kīb eden kanlı Bulgar gözleri derhal +bi-çare İslamları su’-i kasd için sözleşiyorlar diyerek tevkīf +eder ve polis karakoluna götürülünceye kadar yollarda bin +cevr u cefa edilir. +El-yevm Filibe’de pek çok İslam esnafı süngü altında +cebren ve angarya olarak Bulgar ordusu namına gece gündüz +kalanlar dahi süngü ile dürtülerek son katre-i mesaisini isar +edinceye kadar işlemeye mecbur edildiği pek feci’ vekayi’ +tasviriyle bildiriliyor. +Bu esnaf esasen kazanabildikleri yevmiye ile evlad ü ıyalini +rettir. Binaenaleyh bunların Bulgarlar tarafından bila-inkıta’ +yevmiyesiz ve ekmeksiz çalıştırılması bütün Bulgaristan +kaht ü gala içinde boğulduğu böyle bir zamanda ailelerini +sefalet ve açlık içinde perişan kalmaya mahkum etmiştir. +Filibe’den aldığımız mevsuk haberlere göre bütün Bulgaristan +müftileriyle Sofya’da Adliye ve Mezahib Nezareti’nden +tebliğ edilen emirnamelerde bundan sonra İslamlara +hiçbir yerde tecavüz edilmeyeceği ve burunlarının bile +kanatılmasına meydan bırakılmayacağı ve mütecasirlerin +derhal kurşuna dizilmesine karar verildiği bildirilmiş ve bu +emirnamenin ahali-i İslamiyyeye derhal ta’mimi tavsiye +edilmiştir. Maamafih İslamlardan emilebilecek kan şimdiye +kadar akıtılmış olduğu için bu emirname İslamların ahval-i +ruhiyyesi üzerinde hiçbir te’sir husule getirmemiş ve bütün +kacak olan vahşi ve resmi Bulgar soygunculuklarını ta’kīb +eden bu istihza-amiz teselli-i himayetkaraneyi müteakib +edecek olan İslamların emval ve emlaki gasb edileceği ve +binaenaleyh hiçbir müslümanın bulunduğu mahalli kat’iyyen +terk etmemesi lüzumu şediden ihtar edilmiştir. +Bu cihetlerde artık silah sopa kullanacak hatta bir çocuğa +çıkışacak kudrette Bulgar kalmadığı için İslamlar hakkında +tevali eden menakıb-ı mezalim ve vahşetten artık bir +haber alınamamaktadır. +* * * +Kudurmuş Bulgarların hala bi-çare her türlü himaye ve +mu’avenetten mahrum İslamlar hakkında reva gördükleri +mezalim artık her türlü kavaid-i medeniyye ve insaniyyenin +fevkine çıkıyor. Yanan cami’ler bombalarla tahrib edilen +mektepler katl ü i’damlar yağmalar bugün el-an devam +ediyor. Nasılsa firar edebilmiş bir Bulgaristan gencinden +yevmi gazetelerin son def’a aldığı bir mektup yine bütün +müslümanlara gözyaşları döktürdü. +Geçen hafta Cuma namazını eda etmekte iken cami’-i +şerife hücum eden Bulgarlar müftiyi darb ve tehdide başlamışlardır. +Giriftar oldukları mezalimden bi-zar kalan eşraf +askeri kumandanına müracaatla bu mu’amele-i na-revanın +yapılmaması hakkında istirhamatta bulunmuşlardır. İstirhamat-ı +vakı’aya: “Bizim asker hududa gidince siz burada +kalan Bulgar kadınlarını serbestçe kesmek ve buna mümasil +düşüncelerinizi bu maksadınızın husulü için konferanslar +akd ettiğinizi haber alan asker boş yere tehdid ve darba +kalkışmaz. Çekiniz ceza-yı sezanızdır” sözleriyle cevab verilmiştir. +olmayan bir Bulgar zabiti ağzından çıkıyor. Bulgarlar önlerine +gelen İslam mekteplerine girerek kız arıyorlar. +Ekmek kavun karpuz daha doğrusu bulunması gayr-ı kabil +bir takım mütalebatta bulunarak darba başlıyorlar. Yapılan +arasında en mühim bir faci’a vardır ki hakīkaten insanın tüyleri +ürperiyor hanelere girilmeye başlanıldığı günün akşamı +Müfti Vekili Eşref Efendi bizzat askeri kışlasına sürüklenerek +bir alay vahşiler hanesine girmişler. Zavallı müftinin kızları +Nazıme ve Efruze hanımların belki imdad yetişir ümidiyle +teslim olmamaları yüzünden çektikleri dayanılmaz bin türlü +Hüseyin Hacı Mehmed Kara İsmail Razgradlı İbrahim +ve şürekasının hiçten Napolyon paralarını almışlardır. +Ve’l-hasıl hiçbir İslam kalmamıştır ki Bulgarların kahr u +gasbından ezilmiş olmasın. Bütün bu vekayi’ zavallı gencin +mektubunda yeminlerle te’yid ve tasdik olunuyor. +el-Alem +gazetesinin Teşrinievvel-i efrenci nüshasından: “Dün +varid olan bir telgraf bütün alem-i İslam için fevkalade +sürur-amiz bir haberi mübeşşir idi. Bu telgrafta başlarında +kahraman kumandanları bulunduğu halde Trablusgarb ve +Bingazi’de bulunan Arabların hemen kaffesi son neferleri +mahv oluncaya kadar Trablusgarb istiklalini suret-i kat’iyyede +müdafaa ve bu hususta ila nihaye sebat ve metanet +etmeye azm ü cezm ettikleri devleteyn arasında akd olunan +sulhün kendilerini muharebede devam etmekten asla +men’ edemeyeceği haber verilmektedir. Mücahidlerin azim +ve kuvvetlerini ve fevz-i azime nailiyetleri hakkındaki emel +ve ümidlerini bir kat daha takviye ve tezyid eden birkaç sebeb +vardır ki onlar da İmam Senusi hazretlerinin muharebede +devam edilmesi hakkında emir ısdar ve bu hususta bilumum +kabaile hitaben beyanname neşr etmesidir. Bundan +başka mücahidler şimdi muhtac oldukları zehair esliha ve +mühimmat-ı harbiyyeye baliğan ma belağ malik bulunmaktadırlar. +Bütün mücahidinin mukatelede devamda son derece +eylememekte bulundukları ve zabitandan kısm-ı a’zamının +Hükumet-i Osmaniyye’nin hizmetinden isti’fa ile son dakīkaya +kadar muharebeye iştirak etmeye ahd ü misak eyledikleri +ve İtalyanların sahne-i harbde evvelkinden daha ziyade +duçar-ı meta’ib ve mezahim olmakta ve askerlerinin ileriye +bir adım atamamakta oldukları ilaveten bildiriliyor. +Telgrafın mündericatı bundan ibaret olup Arabların şeca’atinden +ve zabitan-ı Osmaniyyenin ikdam ve gayretinden +esasen beklenen bu idi. Bütün alem-i İslam Trablus +mücahidlerinin bu ulvi sebat ve ısrarını alkışlayacak ve onların +bu asil hareketlerinden feyz ve cesaret alacaktır.” +Bakbak Teşrinievvel: Bazı +gazeteler Senusi Şeyhü’l-meşayihi Seyyid eş-Şerif hazretlerinin +kerimesiyle izdivacımı yazmış bu yalanın tekzibini rica +ederim. +Trablusgarb harb ianesi olarak Mısır +cem’ olunan mebaliğ hakkında el-Alem gazetesinde ahiren +neşr olunan istatistikte iane-i mezkurenin . Mısır lirasına +baliğ olduğu gösterilmiştir. +Liberte gazetesinin istihbarına +nazaran Trablus’ta bulunmakta olan Enver Bey zabitlikten +el-Mukattam gazetesinin +fından Trablusgarb’ta intişara başlayan gazeteye karşı Bingazi’de +bir gazete çıkarmak üzere İskenderiye’deki ehibba +ve eviddasından birisi vasıtasıyla bir matbaa alat ve edevatı +sipariş etmiştir. Bunun üzerine buraca icab eden alat ve +hurufat mübaya’a edilmiş ve tedarik olunan iki mürettib ile +yola çıkarılmıştır. Mürettiblere yol masrafıyla beraber peşin +olarak bir aylık verildi. Burada Enver Bey hakkında türlü +türlü rivayetler deveran ediyor. Bunlardan bahs etmekten +şimdilik sarf-ı nazar ile müşarun-ileyhin hüsn-i niyyet ve +maksadını te’yid edecek zuhurata intizar ediyoruz. Bununla +beraber şurasını da söylemekten bizi hiçbir şey men’ edemez: +Enver Bey Devlet-i Aliyye’nin İtalya ile akd ettiği sulhü +adem-i kabulde urban ile birlikte müttefiktir ve Trablusgarb +haricindeki mühim kabail ile gayet mühim bazı mevad hakkında +müzakerata başlamıştır.” +el-Alem gazetesinin İskenderiye +muhabiri tarafından i’ta olunan ma’lumata nazaran +beyanname tab’ etmekte olduğu İskenderiye a’yanından +bir zat tarafından re’ye’l-ayn müşahede olunarak vaki’ olan +teşebbüsat üzerine mezkur beyanname tabi’i tevkīf ve tab’ +olunan nüshalar zabt ve müsadere ve matba’a derhal sedd +ü bend edilmiştir. +Beyrut’ta neşr olunan elBelağ +gazetesi Tunus İslamlarına karşı Fransa hükumetinin +reva gördüğü ahval-i müteaddiyaneden bir nümune olarak +Tunus’tan aldığı bir mektuba istinaden İstanbul’a gönderilen +mektupların açıldığını Suriye cihetlerine olan muhaceretin +Fransa Hükumeti tarafından teşvik edildiğini yazıyor. +Rusya’dan Bağdad’a birçok İslam +ahalinin hicret etmiş oldukları hicretlerinin de hükumetçe +kendilerinden taleb olunan mükellefiyet-i askeriyye +kanununa adem-i rıza gösterdiklerinden ve bundan dolayı +kuva-yı müselleha-i hükumetle müsademeye kadar vardıklarından +te iltica ettikleri el-Belağ gazetesinde görülmüştür. +Bom +bay’dan Ajans Reuter’ e yazılıyor: “Hindistan’daki İslam +mehafilinin birçokları Türkiye’ye iane-i harbiyye olarak +toplanılan üç milyon rublenin inşası tasavvur edilmekte olan +bir darülfünuna sarf olunmasını istiyorlarsa da böyle bir darülfünun +te’sisi için zuhur eden hareketin riyasetinde olup +da el-yevm Moskova’da bulunan Ağa Han müslümanları +Balkan hükumetlerine karşı harb etmekte olan Hükumet-i +Osmaniyye’ye mu’avenete bezl-i mesaiye da’vet ederek bir +darülfünun te’sisi tasavvuru diğer bir tarafa bırakılmasını +tavsiye etmektedir. +Tercümesi +Zannediyor musunuz ki muharebede sabır ve sebat göstermedikçe +Allah uğrunda düşmanla merdane çarpışmadıkça +cennete gireceksiniz? Halbuki siz mülakī olmazdan evvel +her halde ölüm şehadet istiyordunuz; şimdi ise istemiş +olduğunuz şeyi yakīnen görüyorsunuz da onu hayretlerle +karşılıyor ona yakın varmak istemiyorsunuz?... +* * * +Ayet-i kerime sure-i Al-i İmran’a mensubtur. Sebeb-i nü +zulünü de şu suretle beyan ediyorlar: Hazret-i Peygamber +Bedir Muharebesi’nde tam ma’nasıyla muzaffer olarak avdet +ettikten sonra Cenab-ı Hak şüheda-yı Bedr’in nail olduğu +sevabı haber verince herkes “Ah bir muharebe daha +olsa da şöyle yapsak böyle etsek…” diye gurur gösterip +mu +harebe meydanlarında kanlarının son damlasına kadar +çarpışacakları ahdinde bulunurlar. Bilahare Uhud Gazvesi +ederek müşavere eder kendisi Medine’den dışarı çıkmayarak +düşmana karşı tedafü’i bir vaz’iyet alınması tarafdarı +olduğunu söyler. Sahabenin büyüklerinden birçokları da +bu fikri musib görürler. Ma’a haza birçok sahabe gençler +şüheda-yı Bedr’de bulunmayanlar her halde tecavüzi bir +vaz’iyet alınmasını Uhud’a kadar gidilmesini ısrar ederler. +Zaten şimdiye kadar “Ah bir muharebe..!” diyenler daha +ziyade galeyana gelerek bağırıyorlardı. Bunun üzerine harice +çıkıldı Uhud denilen mevki’de muharebe-i meşhure +vukū’ buldu. Neticede elli kadar tir-endazın Serdar-ı A’zam +Efendimiz’in evamir-i celilesine muhalefet etmeleri bulundukları +mevki’de sabır ve sebat göstermeyip emval-i gana’ime +koşarak ordu-yı İslam’ın inhizamına sebebiyet vermeleriyle +Hazret-i Hamza bu muharebede mertebe-i şehadeti ihraz +ettikleri gibi sevgili Peygamberimizin sinn-i şerifleri de şehid +olmuş mübarek re’s-i sa’adetleri yarılmıştı. +Bunun üzerine ordu-yı İslam’a za’f u fütur arız oldu. +Cesaretleri kırıldı kalblerini me’yusiyet istila etti bu ye’s +ü füturun izalesi için +ayet-i kerimeleri şeref-nazil olduğu gibi muharebeyi +görmezden evvel “Muharebe isteriz! Ya ölüm ya zafer…!” +diye bağırıp da bil-fi’il muharebe başladığı zaman sözlerinde +sebat etmeyenlere düşmandan yüz çevirip ordunun inhizamına +sebebiyet verenlere hitaben de +tehdid-i ilahisi nazil olmuştur. Evet bu nass-ı ezeli +diyor ki: Ey Uhud muharebesinden evvel “Ah bir muharebe +olsa da düşmanlarımızı şöyle yapsak böyle mahv etsek” +diyenler işte evvelce mülakī olmasını arzu etmiş olduğunuz +ölümü şimdi bil-fi’il görüyor müşahede ediyorsunuz! Evvelce +bunu isteyen siz değil miydiniz? Ya şimdi ne oluyor da +size dehşet veriyor? İstediğinizi görünce size niçin za’f ü fütur +arız oluyor niçin me’yus oluyorsunuz? İstemiş olduğu bir +şey ile mülakat insanı niçin ye’se düşürsün? Hem bu yakışır +mı? Biliniz ki sizde müşahede edilen bu halet-i ruhiyye +kavlinizi tekzib ediyor; “Allah uğrunda mücahede ederek +ölünceye kadar sabır ve sebat göstereceğiz” sözlerinizin +kalbinizden olmadığını şehadeti cennet ve cemal-i ilahi ile +müşerref olmayı hayat-ı faniyyeye tercih etmediğinizi iş’ar +eder. Halbuki Allah kavle değil fi’ile bakar. Sizden bil-fi’il +mücahede sabır ve sebat görmedikçe cennetlerine idhal etmez. +Kanımızın son damlasına kadar akıtacağız deyip de +muharebe meydanını bırakıp kaçmakla istemiş olduğunuz +muzafferiyet cennetlere nailiyet sizden ne kadar uzak. +Bu nass-ı ilahi Uhud Muharebesi’nde hazır olanlar hakkında +nazil olmuşsa da hükmü umumidir. Binaenaleyh +muharebeden evvel “Ya ölüm ya zafer..!” diye ölüm şehaSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +det temenni edip de bil-fi’il harb i’lan edildikten sonra fikirlerine +za’f ü fütur arız olarak muharebeye girmek istemeyenler +arzu ettikleri şehadetten firar ile ordu-yı İslam’ın inhizamına +sebebiyet verenler hakkında en dehşetli bir tehdid-i +sa’adet-ı dareynin öyle zannedildiği gibi kolayca tahsil edilemeyeceğini +de sarih bir lisan ile anlatıyor. +Bu nazm-ı celil Halik’ın ne büyük bir kanununa ne kat’i +bir düsturuna tercüman oluyor. Hakīkaten insanlar dünyada +sa’adet ve selamete ahirette fevz ü felaha erişmek için tam +ma’nasıyla mücahede etmek ta’kīb ettiği gayeye vasıl oluncaya +kadar tesadüf edilmesi zaruri olan müşkilata can-siperane +göğüs germek şedaid-i ahvale karşı sabır ve sebat +göstermek lazımdır. Yoksa meydanda hiçbir şey yok iken bir +takım ümidlerle fahr ve gururlarla ölçüsüz kantarsız sözler +bi-ma’na yaygaralarla orada burada bağırmak düşmanı istihkar +ederek yalnız kendi kuvvetine mağrur olmak fi’iliyata +geldiği gibi za’af ve tereddüde düşmek görmüş olduğu cüz’i +müşkilatı iktiham edemeyerek işi yarı yolda bırakıp kaçmakla +sırrına ma-sadak olurlar. +Hem ne hacet; insanların dünya ve ahirette hüsrandan +necatı ebediyen kendisine menut kılınan iman ruhun +kıyadına makrun olan tasdik değil mi? Halbuki mücahede +bi’n-nefs mücahede bil-mal da bunun bir cüz’ünden ibaret +sayılıyor. Binaenaleyh hakīkaten mü’min olabilmek için tam +ma’nasıyla mücahede etmek lazımdır. +olmak lazımdır; eğer insan ta’kīb ettiği gayeye vusul için tam +ma’nasıyla mücahede eder her türlü mihen ve meşakkate +tahammül gösterirse maksadına vasıl olacağında kat’iyyen +şübhe edilmemelidir. Çünkü kanun-ı ilahi bu yolda cari olmuştur. +Her kim mücahede eder sabır ve sebat gösterirse +neticede muzafferiyet onundur. + +---- +. ... +---- + +ten bildiriyor ki: insan hem dünyada hem ahirette fevz ü +felaha nail olabilmek için mutlaka mücahede etmek sabır +ve sebat göstermek lazımdır. Yoksa vakt-i hazarda ya gazi +ya şehid diye bağırmakla iş olmaz. Hem ne hacet ölümü +temenni iyi bir şey midir bunu Hazret-i Peygamber sarahaten +nehy etmiyor mu? +“ = Din vatan düşmanlarıyla karşı karşıya +gelmeyi temenni etmeyiniz de Allahu te’aladan afiyet +ve selamet taleb ediniz zira düşmanlarınızın eliyle ne gibi +nız vakitte de ‘Ey onların da bizim de Rabbimiz olan Allah-ı +azimü’ş-şan! Onları hacil ve şerm-sar edecek de ancak sensin’ +diye du’a ediniz. Ondan sonra yerinizde oturup sabır ve +sebat gösterin. Üzerinize yürüdüler mi hemen kalkınız ve +tekbir alınız.” +Şu hadis-i şerifi biraz te’emmül edenler bunun ne büyük +bir hakīkati ihtiva ettiğini anlamakta zerre kadar müşkilata +tesadüf etmezler. insan hiçbir vakit düşmanla mülakī olmayı +arzu etmemeli fakat bir kere yüz yüze geldi mi o zaman da +kat’iyyen geriye dönmemeli ölünceye kadar orada sabır ve +sebat göstermeli. + +Hülasa; tercüme ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz şu +ayet-i kerime bütün mü’minlere bir hakīkat-ı kat’iyye takrir +ediyor. Bil-cümle müslümanlara tenbih ediyor ki: Kavlen +bir +çok vaadlerde bulunup da fi’liyata geldiği gibi vaadlerini +Hakīkat azıcık düşünülürse görülür ki: Sözünü tutmamak +ahdini yerine getirmemek kadar sevimsiz bununla +beraber mühlik bir i’tiyad olamaz. Efradı bu nakīsa +yapmak nezd-i ilahide pek fena bir şeydir. İşte Kur’an : +“ = Ey iman +eden kimseler yapamayacağınız bir şeyi niçin söylüyorsunuz? +Sizin böyle yapamayacağınız işi söylemeniz inda’llah +ne kadar çirkin oluyor! Allah o kimseleri sever ki: Parçaları +birbirine kaynamış yek-pare binayı andırır saflar halinde fi +sebili’llah gaza ederler.” + +---- +SABIR VE SEBAT DAIMA MUCIB-I NECATTIR +---- + +Mihr-i münir-i risalet hıtta-i Hicaz’da neşr-i nura başlar +başlamaz etrafa intişar eden şu’aatın hafif huzmeleri diyar-ı +Şam’a kadar intişar etmişti. O zamanlarda Suriye’de bulunan +Roma Şark İmparatoru Herakliyus Arabistan’ın ateşin +surreleri şevahikinden taşan dehşet-bahş şayiaların tevalisiyle +müte’ezzi oluyor ahvalden istidlalen bilahare kendi tac +ve saltanatının da tehlikeye ma’ruz kalacağını hissediyordu. +Bu esnada Mekke’den Şam’a İbni Süfyan riyasetinde +bir kervan gelmiş olduğunu istihbar edince müşarun-ileyhi +huzuruna celb ederek ahval-i peygamberi hakkında uzun +uzadıya tahkīkat ve istifsaratta bulunmuştu. İbni Süfyan o +vakit henüz nail-i hidayet olmamıştı. Buhari-i Şerif mü’ellif-i +muhteremi Herakliyus ile İbni Süfyan’ın muhaveratına +dair tafsilat-ı mühimme vermektedir: Muhavere esnasında +Mekkelilerin mi yoksa Muhammedilerin mi galebe etmekte +olduklarını sual etmiş İbni Süfyan tarafından +“ = Netice-i harb aramızda nöbetleşedir” cevabı verilmişti. +bir darb-ı mesel hükmüne geçmiştir. Bugün her Osmanlı bu +darb-ı meseli der-hatır etmelidir. Müşrikin-i Mekke ile riyaset-i +Muhammedide bulunan muvahhidin orduları arasında +vukū’a gelen muharebatta tali’-i harb evvelce bazen onlara +bazen de ordu-yı İslam’a teveccüh eyliyordu. Fakat netice-i +harbin muvahhidin ordusuna müsa’id olacağı muhakkaktı +ve fi’l-hakīka öyle oldu. +Hicret-i Nebevi’nin sekizinci senesinde idi ki liva-i Muhammedi +kemal-i şan ve şevketle Mekke surlarında mevcenüma-yı +mehabet olmaya başlamış ve ordu-yı İslam galebe-i +kamileye mazhar olmuştu. +Evvelce ifa-yı hac ve ziyaret-i Ka’be maksadıyla Mekke-i +Mükerreme’ye müteveccihen Medine-i Münevvere’den hareket +etmiş olan muvahhidin müşrikin-i Kureyş’in mümana’atları +neticesinde Mekke’ye girememiş ve emr-i peygamberi +üzerine ric’ate mecbur olmuşlardı. Bu hal ahval-i harbiyye +ve dekayık-ı siyasiyyeye hakkıyla vukūf peyda edemeyen +bazı zevat arasında kīl ü kali mucib olmuş ye’s-amiz +şayialara meydan açılmıştı. +Fakat çok geçmeden ikinci bir seferde +ferman-ı Yezdanisiyle erbab-ı tevhide nusret-i Yezdani +tebşir buyurulmuş ve az bir himmetle feth-i Mekke müyesser +olduğu gibi düşman orduları da tamamen kahr u tenkil +edilmişti. +Bugün ordu-yı Osmani de aynı halde bulunuyor bazı +vekayi’-i harbiyye hiçbir zaman bizi me’yus ve nevmid etmemelidir. +Kavi bir iman la-yetezelzel bir itmi’nan ile; netice-i +harbin bizim lehimizde olacağına inanmalı ve bu yolda +çalışmalıyız. +Kat’iyyen emin olmalıdır ki Osmanlı Ordusu hiçbir zaman +Bulgarların hücumlarından yılmaz. Bulgarların akūrane +saldırmalarına karşı Osmanlı askerinin ibraz-ı metanet +edemeyeceğini düşünmek Osmanlıları tanıyanların zihninden +bile geçmez. Çünkü bu hal cihanları sarsan şan-ı askerimiz +etmez. Yıldırımların Selimlerin evladları melhame-i cidali +düşman laşeleriyle mal-a-mal etmedikçe cihaddan yüz çevirmez. +Düşmanı kahr u tenkil etmedikçe seferden dönmez. +Vatanına tecavüz edenleri mahv etmedikçe harbden avdet +arzuları besleyemez. Böyle olduğunu bildiğimiz Osmanlı +dilaverlerinin muvahhidin kahramanlarının bu haslet-i necibeye +malik olduklarına kani’ olduğumuz halde herkesin +vakıf olamayacağı bazı esbab saikasıyla düşmanın süğūr-ı +olalım. +Müttefikīn ordularının Rumeli’ye tecavüzleri ilk def’a +vukū’ bulmuyor. Bugün meydan-ı rezmde Allah yolunda +muhafaza-i vatan sevdasında müdafaa-i namus uğrunda +her an her dakīka feda-yı cana amade bulunan kahraman +kardeşlerimizin ecdadı Rumeli’yi kaç def’alar bu gibi müttefikīn +derneklerinin istilasından kurtarmışlardı. Baştanbaşa +bir dastan-ı zafer olan şanlı tarihimizi niçin okumuyoruz. Niçin +unutuyoruz. Niçin arzumuza muvafık netice vermeyen +ufak vak’alardan heyecana düşüyoruz? +Osmanlılar meydan-ı cenk ü cidalde mağlub olmazlar. +Bizi mağlub eden şey hissiyata fazla mahkumiyettir. +Arzu ettiğimiz istediğimiz şeyler der-akab hasıl olmayınca +birden bire derin bir ye’se bi-payan bir nevmidiye duçar +oluyoruz. Bir millet için felaket zamanlarında bundan büyük +düşman olur mu? +Bar-ı mesa’ib ve felaket altında ezile ezile tab u tüvanı +kesilen şehamet-i ırkiyyesiyle müştehir bir Arab edibi: +[] demişti. Biz niçin bugünkü hale karşı düşmanları +memnun ve ümidvar dostları mahzun me’yus bırakacak +bir tavr-ı nevmidi alıyoruz. +Secaya-yı kavmiyyemizi mi gaib ettik eltaf-ı ilahiyyeden +mi ümidimizi kesdik? Fütur ye’is kadar bir milleti mahv eden +musibet olamaz. Tarih-i beşeriyyette bir tebeddül-i azim icra +eden Fatih’in ilk devr-i saltanat[ın]da millet-i Osmaniyye +yine böyle bir hücum karşısında bulunmamış mıydı. O zamanlar +da Sultan Murad inzivaya çekilerek taht-ı saltanatı +henüz pek genç olan mahdumuna terk etmesini fırsat addeden +Ehl-i Salib orduları Rumeli’ye hücum etmiş Osmanlıları +bu diyardan sürüp çıkarmak sevda-yı mecnunanesine +kapılmamışlar mıydı. Fakat bu hücumlara bu ahd-şi[ke] +nliklere karşı mefahir-i milliyyemizi şanlı ve fevka’t-tasavvur +şehametlerle ebediyyen yaşatan ecdadımız asla fütur göstermemiş +eli silah tutan her ferd-i Osmani namus-ı milliyi +vatan-ı Osmaniyi kurtarmak için hudud boylarına uçmuştu. +Osmanlılar cihanları hayretlerde bırakacak harikalar +gös +termekte yekta değiller midir? Düşmanlarımız bile bu +hakīkati i’tiraf etmiyorlar mı? Bugün biz niçin bu harikaları +göstermeyelim. Bugün niçin eslafımız gibi azim ile sebat +etmeyelim. +Bugün vatan cidden tehlikede. +Osmanlılar tarih-i mevcudiyyetlerinin en buhranlı bir +zamanını geçiriyorlar. Böyle bir zamanda bila-tefrik herkes +evet kadın erkek çocuk ihtiyar herkes elinden geldiği kudret-i +maliyye ve bedeniyyesinin müsa’id olduğu derecede +vatanı kurtarmak için çalışmaya mecburdur. +hikmetini unutmamak icab eder. +Düşman geliyor diye vatanlarını köylerini bırakıp İstanbul’a +koşmak vazife başını terk edip bir köşeye sıvışmak Osmanlılık +şanına yaraşmaz. Çocuk kadın ve ihtiyarların harbe +kudretleri muhariblere mu’avenetleri olamayanların çekilmesine +bir şey denilemez. Fakat düşman karşısında çarpışan +askerlere bir bardak su yetiştirebilecek kadar bir kudreti +ha’iz olanların öteye beriye sıvışmaları afv edilmez bir cinayet +Allah’a Peygamber’e din-i mübine karşı azim bir hıyanettir. +Bulgar ve Yunan bombacılarının nasıl çalıştıklarını +hem-ırklarının te’min-i muzafferiyetlerine canlarıyla mallarıyla +evet bütün mevcudiyetleriyle ne yolda bezl-i mesai +ettiklerini ne kadar vahim tehlikelere atıldıklarını görerek bir +açmak için daha ne bekliyoruz. İşte bugün uçurumun başında +bulunuyoruz. +Rıza-yı Bari’yi celb ruh-ı Muhammedi’yi şadan edecek +asar-ı hayat ve gayret göstermezsek uçuruma yuvarlanmak +muhakkaktır. Ye’is ile beyhude laklakalarla hükumeti vazifedaran-ı +askeriyyeyi işgal edecek saçma sapan tenkīdlerle +harb kazanılmaz. +Evvela; bu harbde galib geleceğimize –fakat her ferd +uhdesine terettüb eden vazifeyi bi-hakkın ifa etmek şartıyla– +gitmeyen hadiseler hatta vahim felaketler pa-yi azm ü sebatımızı +sarsmamalıdır. Bizi hiçbir zaman ye’is ve nevmidiye +düşürmemelidir. Ma’nasız heyecanlar lüzumsuz telaşlara +tutulmak kadar mağlubiyeti ihzar eden bir halet-i ruhiyye +olamaz. +Biz sözlerimizle işlerimizle ve’l-hasıl her hareketimizle +hudud başında düşmanlarla çarpışan kardeşlerimize nümune-i +merdanegi olmalı kendilerine peyam-ı azm ü sebat +göndermeliyiz. +Meydan-ı cenk ü cidale cennete koşar gibi bir şevkle +atılan Osmanlı kahramanları şeref-i askerilerini şehamet-i +kavmiyyelerini dastan-ı zaferlerini yakında; evet inayet-i +Bari imdad-ı ruhaniyyet-i Ahmedi ile yakında pek parlak +muvaffakiyetlerle tetvic edecekler bütün kainatı hayretlere +düşürecek harikalar göstereceklerdir. +Biz uhdemize terettüb eden vezaifi can-siperane fakat +sükunetle telaşsız heyecansız bir surette ifaya çalışalım. +Kahraman ordularımızın levazımat ve ihtiyacatının vakt +ü zamanıyla te’minine sarf-ı makderet edelim. Onlar da +tevfik-i Bari’ye istinaden +gülbangıyla +a’da-yı müttefikayı; leşker-i aramram olsalar bile; inayet-i +Bari ile tar-mar edeceklerdir. Buna şübhe etmeyelim. +Midilli: +AHKAM-I KUR’ANIYYENIN IFASI IÇIN ULEMA +DA’VET-NAME-I RESMI BEKLIYOR! +Biz müslümanlarda garib bir halet-i ruhiyye vardır. Kendimize +teveccüh eden vazifeyi bizzat takdir ederek ifaya +şitab olmak bizde hiç görülmemiştir. Vezaif-i ictimaiyye şöyle +dursun vezaif-i şahsiyyede bile bu halet-i ruhiyye hükümrandır. +Çalışmak esbab-ı hayatiyyeyi te’min etmek herkesin +doğrudan doğruya şahsına teveccüh eder bir vazifedir. +Öyle iken çalışmıyor ataleti terk etmiyor meskenetle zilletle +mahv olup gidiyoruz. Vezaif-i ictimaiyyede ise kendimizi +büsbütün daraya çıkarmışız. Bu hal gitgide o dereceye varmış +ki vezaif-i diniyyenin bile ifasında bir da’vet-i resmiyye +bekliyoruz. Zannederim minarelerde mü’ezzin da’vet etmese +namazı bile edada kendimizi ma’zur göreceğiz. Bu halet-i +ruhiyye memleketin yalnız avam tabakasında değildir. +Ümmetin rehberi olacak zevat bile ifa-yı vazife hususunda +tebliğ-i resmi bekliyor. +dikçe hiçbirinin daru’l-cihada azimeti görülmedi işitilmedi. +Düşünmeli rehber-i [] ümmet olacak zevattaki halet-i +ruhiyyeyi görmeli. Düşmanlar hududu geçti. İslam memleketlerini +yaktı harab etti. Binlerce ma’sumları öldürüp +mahv etti. Yapmadığı şena’at icra etmediği fezahat kalmadı. +Rumeli’de yüzlerce ma’bed-i tevhid zulmet-i küfr ile +doldu kubbelerine hilal-i tevhid yerine salib-i teslis takıldı. +Minarelerinde ezan-ı Muhammedi yerine çanlar çalınıyor. +Ehl-i salib orduları bunlarla da kana’at etmeyerek Merkez-i +Hilafet’e yürüyor. On üç asırdan beri devam eden Hilafet-i +celile-i Muhammediyyeyi kaldırmak emanat-ı celile-i Peygamberiyyeyi +mahv etmek Kur’an ları yakmak için canavarlar +gibi saldırıyor Darülhilafe’nin ta kapılarına kadar dayanıyor +da bizim ulema-yı kiram meydan-ı cihada azimet için +da’vet-name-i resmi bekliyor! +Demek Kur’an-ı Kerim istediği kadar +diye müslümanlara hitab etsin tebliğ-name-i resmi olmadık��a +hiç kimse kendini bu ferman-ı ilahiye muhatab addetmeyecek +cihadın kendisine farz olduğunu kabul eylemeyecek. +Öyle mi? Ey ulema-yı din söyleyiniz ahkam-ı şeriat böyle +mi? Siz ki şeriat-ı ilahiyyeyi hiçbir levme-i la’imden havf etmeyerek +harfiyyen ümmete tebliğ ile me’mursunuz ne için +etmiyor neden meydan-ı cihada azimet için da’vet-name-i +resmi bekliyorsunuz? Daha düşman gelmeden mi Kur’an ’ın +hükmü kalkacak? Belki hükumet bazı esbab-ı siyasiyyeden +dolayı sizi cihada da’vet etmekte ma’zur olabilir fakat siz +vazife-i diniyyenizi takdir ederek daha harb başlar başlamaz +umumunuz birden meydan-ı cihada dökülerek başlarınızda +Kur’an ellerinizde liva-yı tevhid tekbirlerle ordu-yı İslam’ı +teşci’ edecek Kelimetu’llah’ı i’la edecek değil miydiniz? +Sizi hükumet men’ etmek şöyle dursun bil-aks resmen +da’vette biraz mahzur-ı siyasi var zannında bulunduğu +den dolayı size müteşekkir kalırdı. Halbuki siz ne vazife-i +diniz. Onun için Allah’ın indinde en şedid bir mes’uliyete +duçar olacağınız gibi ümmetin nazarında da hiçbir mevki’-i +haysiyet ve ihtiramınız kalmayacak. Bunu olsun bari takdir +ediniz de henüz vakit varken telafiye çalışınız vazifenizi ifaya +şitab ediniz. +* * * +Bu muharebe müslümanlar için pek büyük bir felaket +oldu. Fakat birçok hakīkatlerin anlaşılmasına da sebeb +oldu. Bizi Avrupalılaştırmaya çalışan mütefekkirinimizin en +ziyade tutuldukları şey din idi. Bu asırda ta’assub-ı dini olur +mu? diye münasebet düştükce ta’rizattan geri kalmıyorlardı. +Sonra düşmanların din namına i’lan-ı harblerini ordularının +önünde Salib be-dest papasları görünce ne kadar yanlış +düşündüklerini anladılar. Ne çare ki bizim ordumuzun ruhu +gaib olmuş şirazesi bozulmuştu. Eskiden ordumuz “Ya gazi +ya şehid” der i’la-yı kelimetu’llah için canını fedadan zerre +kadar çekinmez fi sebili’llah şehadeti en büyük bir sa’adet +addederdi. +Onun için ordu-yı İslam’ın bu kabil ric’ati hiçbir zaman +görülmemişti. Fakat o zaman her neferin fikrinde hareketinde +başka bir gaye var idi. Birçok akvam-ı İslamiyyeyi aynı +sancak altına toplayan ve canını feda ettiren o gaye-i mukaddese +nedir bilmemiş “Türklük ideali” nedir anlamamış idi. Her +ne zaman harbe çağrılmışsa “Haydi Mehmed dinin müdafaasına!” +diye da’vet edilmişti. Hiçbir vakit o toprak kavgasına +çağrılmamış hiçbir zaman ona “Haydi ey Türk oğlu +Türk” denilmemişti. Şimdi anlamadığı bir hitaba ma’ruz +kaldı. Onun için emelsiz gayesiz hareket etti neticede ne +olduğunu o da bilemedi. Onunla beraber bütün cihan da +hayrette kaldı. +Cenab-ı Hakk’a binlerce şükür ki mütefekkirin ile efrad-ı +ümmet arasında açılan hufreye millet bütün bütüne gömülmeden +bu hakīkat anlaşıldı. Ordunun şirazesi toplanmaya +ruh-ı kadimi nefh edilmeye başlandı. İnşaallah Cenab-ı Hak +nusret ihsan buyurur. +§ Sonra İslam için hiç gurur caiz olmadığı halde pek +ziyade atıldı tutuldu. Nusretu’llahdan değil çokluktan yahud +falan filan kavimden beklenildi. +Koskoca bir Türk İmparatorluğu! Dünkü Balkan hükumetlerine +hiç mağlub olur mu? denildi. Olmamak lazım gelir +amma Allah’ı unutup da çokluğa imparatorluğa güvendiğimiz +hakīkat de anlaşıldı. Gazetelerde hiç kale alınmayan “avn-i +Hak’la” “inşaallah” sözleri görülmeye başladı. Neticede +za +fer yine İslam’a müteveccih olacağı eltaf-ı ilahiyyeden +me’muldür. +* * * +Sonra millet fırkalara bölündü her fırka diğerinin düşman-ı +canı kesildi. Gitgide akvam-ı İslamiyye arasına tefrikalar +sokuldu. Millet son derece ihtirasata düştü. Pek ziyade +azgınlaştı. Ne büyük yangınlardan mütenebbih oldu ne +zelzelelerden uslandı ne de emraz-ı sariyyeden tedehhüş +etti. O dereceye geldi ki “falanı filan yerde görmekten ise +gavuru orada görmeye razıyım” denilmeye başladı bu hal +nihayetü’l-emr gayretu’llaha dokundu millet bir ceza-yı +umumiye kesb-i istihkak etti. Millet kendini toplamak için +Allah da öyle bir bela verdi ki ne fırka kaldı ne ihtiras ne +meclis kaldı ne kulüb. Bakī kalan bu kubbede bir hoş sada +“ = Niza’ı çekişmeyi bırakınız. +Zira sonra şevketiniz gider rüzgarınız esmez olur” +hakīkati tecelli-saz oldu. +[] Anlaşılan daha bir çok hakīkatler var ki sırası gelince +onlar da arz olunur. Hemen Cenab-ı Hak kusurlarımızı +afv ederek bu kadarla iktifa etsin. Din-i mübini Hilafet-i celileyi +daha büyük musibetlerden muhafaza buyursun. +*** + +---- +OSMANLI MENAKIB-I HARBIYYESINDEN +---- + + +---- +BIR NEBZE +---- + +Sadr-ı esbak Reşid Paşa merhumun Mora muharebelerinde +düşmanın yapmış oldukları tabyaların ahz u zabtına +azimet ve niyet olunmuş ve hücum ve iktihama asker hazırlanmakta +Ağa askerin ilerisine çıkıp: +“Askerler! +Bu tabyaları almaya ve yürüyüşten yüz çevirmemeye +azm ü niyetiniz var mıdır? Eğer sahih niyetiniz varsa bu +maksad öyle uzaktan tüfenk ve tabanca atmakla hasıl olamaz. +Bu maksada ancak kılınçlarımızı ve bıçaklarımızı düşmanların +kafasına eriştirmek ile nail olabiliriz. Onun için işte +ben tüfengin de tabancanın da taşlarını attım ve kılıncımı da +çektim. Siz de bana taklid eyleyiniz…” +Yollu irad-ı kelam ile askerin uruk-ı şeca’atlerini tehyic +ve tahrik ve “Allah Allah” deyu düşmana en evvel hücum +ederek derhal asker dahi ta’kīb eylemekle tabyalar ile pek +müşkil görünen mahalleri dahi kemal-i suhuletle zabt eylemişlerdir +ki yiğitlik olursa bu kadar olur. Tüfenk ve tabancanın +terkiyle böyle merdane düşmana hücum eylemek +millet-i muhterememize mahsus bir haslet-i celile-i makbule +olduğundan sırasına göre bu gibi hareketlerden istifade +olunmuştur. +Eslaf-ı izam tarafından hengam-ı muharebede pek çok +kimseler açıktan açığa vücudlarını ifna ve feda eylemişlerdir. +Eğerçi bu hususa misal yazmak lazım gelirse bu makaleye +sığmaz. Tarihlerimizin her parçası böyle fedakarlıklar ile müzeyyendir. +Ez-cümle Kanije Kal’ası’nın muhasarasının on +beşinci günü kuşluk vakti kal’a derununda esir bulunan bir +üzere hizmete gönderildiği sırada cebhanenin kapısını açık +bulmuş ve şevket-i İslam’ı i’la için her nasılsa eline geçirebildiği +bir yanık fitili bin kantardan mütecaviz barutun içerisine +bırakarak düşmandan üç binden ziyade adamı isal-i nar-ı +cahim edip kendisi dahi din ve devleti uğrunda şu kadar +fedakarlığı ihtiyar ile ihraz-ı sa’adet-i uhreviyye eylemiştir. +Mevla rahmet eyleye İşte şeca’at yiğitlik kahramanlık fedakarlık +böyle olur. +Bunun diğer bir nev’i daha vardır. Şöyle ki kal’a-i mezbureyi +Serdar muhasara ettiği zaman düşman aciz kalarak +ordu-yı İslam’a elçi gönderdiler. Fakat kal’a teslim oluncaya +kadar ser-hadd-i İslam’ın meşhur gazilerinden Peçuylu Koca +Sinan Çavuş merhumu rehin tarikiyle istediler. +Serdar ise düşmanın nakz-ı ahd etmek ihtimalini mütalaa +ederek istinkaf eyledi. Bu madde Sinan Çavuş merhumun +mesmu’u oldukta kükremiş arslan kesilerek kemal-i +gazabla serdar-ı merhumun huzuruna gelerek ve eteğine +sarılarak “Paşa yarın Allah’ın huzurunda senin böyle eteğine +sarılacağım. Senden da’va edeceğim. Sana bir kal’a +veriyorlar da benim gibi bir ayağı çukurda bir ihtiyarı mı rehin +etmeye kıskanıyorsun?” diyerek şeca’at ve kahramanlığı +ağlamaya başladılar. Serdar dahi mütevazı’ane; “Hakkın +var babacığım. İktiza ederse ben de rehin olarak giderim. +Yürü Hak mu’inimiz olsun” kavliyle muvafakat gösterdi. Ve +tarihde muharrer olduğu üzere şürut-ı lazımeye tatbikan Kanije +Kal’ası feth olundu. +Rumeli kıt’asında bulunan müslümanları sürüp çıkarmak +üzere yüz binden mütecaviz müttefikīn ordusu on bin kadar +mevcud bulunan İslam ordusu üzerine seyl-i bela gibi akın +akın gelmekte olduklarını Başkumandan Lala Şahin Paşa +merhum haber almakla ümera-yı askeriyyenin en kıdemli +ve tecrübelisi olan Gazi Hacı İlbey’i bir mikdar asker ile +keşşaf suretinde ileri gönderir. +Müttefikīn ordusu ise Rumeli’nde mikdar-ı cüz’iden ibaret +bulunan mücahidini hiçe sayarak ve adeta müslüman +ordusuna galib geleceklerine kendilerince yakīn hasıl ederek +sermest-i bade-i gurur oldukları halde Meriç Nehri boyuna +yayılmış olduklarını Gazi-i müşarun-ileyh fırsat ittihaz +etmekle zikr-i ati eski hud’a ile hab-ı giran-ı mestide olanları +uyarmıştır. Şöyle ki geceye kadar kat’a kendini göstermeyip +nısfe’l-leylde mevcud-ı ma’iyyeti bulunan cüz’i bir askeri +güzel ve müsta’id zabitlere taksim edip her bir kısmını düşmanın +etraf-ı erba’asına uzaktan ta’yin ederek cümlesinin +vakt-i ma’lumda sada-yı “Allah Allah” ile düşman ordusuna +hücum ve ric’at eylemelerini tertib eder ve hulul-i vakt-i +ma’lumda mücahidinin hücum ile “Allah Allah” feryadları +düşman ordusunu şaşırıp ta be-sabah birbirlerini kılıçtan geçirmiştir +ki mahall-i mezkur el-yevm “Sırbsındığı” namıyla +yad olunmaktadır. +BÜTÜN MÜSLÜMANLARA VE ORDUYA HITABEN +Tercümesi +“Ey ehl-i iman! Genç ihtiyar; fakīr zengin; sağlam hasta; +silahlı silahsız; binekli bineksiz; evli bekar… Hepiniz +çıkın da Allah uğrunda dinin vatanın muhafazası için mücahede +edin; bu suretle uğraşmak eğer bilirseniz sizin için +durmaktan hayırlıdır.” +Bu ayet-i kerime sure-i Tevbe’ye mensubdur. İnsan +Kur’an-ı Kerim ’e nazar-i im’an ve basiretle bakarsa ondaki +her kelime erbab-ı ukūlü hayretler içinde bırakacağını hem +nazmı hem de ma’nası mu’ciz olduğunu tasdika mecbur +oluyor. Bu ayet-i kerimedeki “hifafen” ve “sikalen” kelimeleri +bu mevki’de öyle müdhiş bir ma’na ifade ediyorlar ki +bunların yerine her hangi bir kelime getirilse kabil değil bu +ma’nayı ifade edemez. Bunun içindir ki müfessirin-i izam +hazeratı bunların ihtiva ettiği ma’ani-i celileyi ta’yin etmek +hususunda pek büyük müşkilat karşısında bulunuyorlar. Bazıları +“şebaben ve şüyuhan” diye tefsir ediyor bazıları “fukara +ve ağniya” diye; bazıları da “rükbanen ve müşaten” +zan”… diye tefsir etmişlerdir. Binaenaleyh bunun hepsini +toplayacak olursak genç ihtiyar fakīr zengin hayvanlı +hayvansız sağlam hasta silahlı silahsız evli bekar ehl [ü] +dın farz olduğunu görürüz. +Ma’lumdur ki bu ayet-i kerime Tebük Muharebesi’nde +nazil olmuştu. Sebeb-i nüzulü de şu suretle izah ediliyor. +Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mekke-i +Mükerreme’yi feth ettikten sonra idi ki Bizanslılar ile Hıristiyan +Arabların Suriye hududunda asker topladıkları ve +bunların Herakliyus’un kumandasıyla Medine’ye doğru hücum +edecekleri haberi işa’a edilmişti. Bunun üzerine müslümanlar +cihad ile emredildi. Halbuki o zaman müslümanlar +pek yorgun sıcaklar gayet şiddetli vakit dar düşman pek +çok efrada malik olduğu halde müslümanlar pek az kezalik +erzak hususunda da gayet güçlük çekecekler idi. Bununla +beraber Medine’nin de tam yaşayacak bir zamanıydı. Şu +ta’dad ettiğimiz esbabdan dolayı müslümanlar Medine’den +çıkıp da uzak yerlere muharebeye gitmeyi pek arzu etmediler. +Bunun üzerine +“ Ey ehl-i iman! Size ne oluyor ki: Allah din vatan uğrunda +düşmanlarınızla mücahedeye koşun denildiği vakit +gitmekten imtina’ ediyorsunuz. Düşman ile çarpışmak istemiyorsunuz? +Yoksa hayat-ı dünyayı ezvak-ı faniyyeyi +hayat-ı ahiretten ni’am-ı sermediyyeden ziyade mi seviyorsunuz?!! +Eğer böyle ise bilmiş olun ki ahiret ni’metlerine +hayat-ı uhreviyyeye nisbetle dünya ni’metleri hayat-ı şahsiyye +hiçtir. Eğer siz düşmanla muharebe mücahede etmekten +kaçarsanız Allah dünya ve ahirette size pek büyük azab +edeceği gibi sahib olduğunuz memleketleri de sizden alıp +başka bir millete verir. Hem de bu –memleketin sizden çıkıp +da başkasının eline geçmesi– ne Allah’a ne Peygamber’e +hiç zarar vermez. Belki zarar ve ziyanını yine siz çekersiniz. +Bir de şurasını iyi biliniz ki Allah her şeye kadirdir.” +rinci ayette harbden kaçanlar yalnız tehdid ile iktifa ediliyor. +... ayet-i kerimesinde ise doğrudan doğruya herkesin +cihad etmesiyle emrolunuyor. Evvelce muharebeye gitmekten +çekinenler bu ayet-i kerimeler nazil olduktan sonra İslamiyet’in +vermiş bu suretle on bin süvari yirmi bin piyade ve on bin +deve cem’ine muvaffakiyet hasıl olmuştu. Hazret-i Peygamber +bu kuvveti cem’ ettikten sonra arkasında yeşil bir libas +olduğu halde ordunun serdarlığını deruhde ederek yola çıkmıştı. +Fakat yolda ateşin rüzgarlardan bi-payan çöllerden +tahammül-suz bir hararetten yakıcı bir susuzluktan başka +bir şeye tesadüf edilmemişti. Resul-i Ekrem mücahidinin +şevk ve gayretini tahrik ederek Tebük’e kadar gelmiş düşmandan +–korkusundan geriye dönüp kaçtığı için– eser bile +görülmeyince Cerba Ezrah Eyle Aylat ve Dumetü’l-Cendel +şehirlerini taht-ı tabi’iyyete almıştı. +Şimdi ayetin bu suretle nüzulü ve bunu müteakib ashab-ı +kiramın emvalini satarak muharebeye koşmaları gösteriyor +ki mücahede icabında bütün efrad-ı millet üzerine +farz-ı ayndır. Bina’enaleyh ayet-i kerimeye mensuh demeye +hacet yoktur. +Gerçi cihadın farz-ı kifaye olanı da vardır bazılarının +muharebeye gitmesiyle cümlesinden sakıt olur cihada iştirak +etmeyenler günahkar olmazlarsa da bu düşmanın +bilad-ı müslimine ta’arruz etmemesiyle meşruttur. Fakat +düşman bilad-ı müslimine tecavüz orasını feth ü istila +ederse o zamandan i’tibaren küre-i arzda bulunan bütün +müslümanlara cihad bil-icma’ farz olur. Bina’enaleyh bunu +olurlar. +Bugün her müslüman dinini ırzını namusunu muhafaza +etmek için meydan-ı mücahedeye atılmak lazımdır. Bil-fi’il +silah alarak muharebe meydanına gitmeye muktedir olanlar +bi’l-fi’il muharebeye girmeli bedenen mücahede etmeli +buna kadir olamayanlar malen mu’avenette bulunmalı hem +malen hem bedenen mücahedeye muktedir olanlar her ikisini +de yapmalı bunun her ikisine de kadir olmayanlar kalemen +fikren mücahede etmelidir. Hasılı efrad-ı İslamiyye ve +Osmaniyyenin her birisi gücü yettiği kadar elinden geldiği +surette mücahede ederek son nefese kadar sabır ve sebat +göstermek üzerlerine farzdır. Bu anda hiç kimse tarafından +serd edilecek ma’zeret ca-yi kabul bulamaz. +el-hadis. +Bugün öyle vahim bir dakīkada bulunuyoruz ki; bu dakīka-i +hevl-engizde ana baba evlad kardeş mal ve emlak… +düşünmeye hiçbir kimsenin hakkı yoktur. Bu dakīkada +umum müslümanların bütün Osmanlıların düşüneceği bir +şey varsa o da: Din vatandır. Bu iki kelime-i mukaddese +uğrunda bugün her şey feda edilmelidir. Eğer böyle olmazsa +hem dünyada rezil ü rüsvay hem de yevm-i kıyamette gazab-ı +Bakınız! Hazret-i Kur’an ne diyor: +Me’al-i münifi: “Habibim +dinin vatanın muhafazası için lazım gelen mu’aveneti +malen bedenen fikren kalemen …. Icab eden yardımı +diriğ edenlere de ki: Eğer babalarınız evladlarınız kardeşleriniz +zevceleriniz kavim ve kabile akraba ve teallukatınız +kazanmış olduğunuz mallarınız durgunluğa uğramasından +korktuğunuz ticaretleriniz hoşunuza giden evleriniz… sizlere +Allah ile Peygamber’inden ve onun uğrunda cihaddan +ziyade sevgili ise –ya’ni bunları Cenab-ı Hak ve Resulü’nden +ve cihaddan ziyade seviyor da her ma’nasıyla cihada +koşmazsanız– Allah tarafından gelecek belaya intizar edin! +Hem iyi biliniz ki Allah emrinden çıkan milleti kurtarmaz.” +Ey ehl-i İslam ey ma’şer-i müslimin! +Elimizi vicdanımızın üstüne koyarak şu ayet-i kerimeye +dikkat edelim. Bu kanun-ı ilahinin ma’nasını dikkatle te’emmül +edelim! Çünkü bu nass-ı ezeli baba evlad kardeş kadın +kavim ve kabile mal ticaret ve meskene olan muhabbeti +Allah Peygamber din vatan muhabbetine tercih edip +de dinin vatanın muhafazası için lazım gelen mu’aveneti; +malen bedenen kalemen fikren icab eden yardımı terk +edenler hakkında pek şiddetli bir tehdid-i ilahidir. Bu tehdid-i +a’sabı ihtizaz ediyor. Zira bu ayet-i kerime bu gibi kimselerin +dünya ve ahirette hüsran-ı azim içinde kalacaklarını açıktan +açığa bir lisan-ı tehdid ile beyan ediyor. +Şu halde nasıl oluyor da düşman-ı bed-nam Payitaht-ı +Mu’alla-yı İslam’ın kapısı önüne geldiği halde biz hala kanımız +kurumuş hissimiz gaib olmuş gibi duruyoruz? Nasıl +oluyor da zenginlerimiz hala kise-i hamiyyetlerinde ne varsa +dökmüyorlar? Yoksa bizim zenginlerimizde Fransa kadınları +kadar da mı hamiyet yok? Nasıl oluyor da her eli tutan her +ağzı söyleyen cihad fi sebili’llaha koşmuyor? Bugün Sofya’da +bulunan mağazalar ticarethaneler tekmil seddedilerek +muharebeye koşuyorlar da biz hala keyfimizi icra ederek +salına salına ticarethanelerimize koşuyoruz. Nedir bu kadar +kayıdsızlık? Ah… biz ne kadar hissiz ne kadar kansız bir +millet imişiz! +Ey ma’şer-i İslam! Siz söyleyin! Allah’ı Peygamber’i +Hazret-i Kur’an ’ı karşımıza aldığımız vakit ana baba evlad +kardeş mal ve emlak gibi şeylerin hiçten başka ne gibi +bir mevki’i olabilir. Bugün düşmanlarımız Kur’an-ı Kerim ’i +ayaklar altına almak için vatan-ı mukaddesimize bir savlet-i +akūrane ile hücum etmiş var kuvvetiyle ilerlemek istiyor +eğer ma’azallah vatan giderse makbere-i İslam’ı kara yüzlü +düşmanlar çizmeleriyle çiğnerlerse o zaman din kalır mı +mi’lerimiz medreselerimiz mekteplerimiz mahv u perişan +olduktan gözlerimizin önünde kimisi tiyatro kimisi meyhane +kimisi kiliseye meşihat-i İslamiyyemiz de kim bilir neye +kalb olunduktan o bizim secdegahımız olan minberlerde +abdestsiz girilmesini tecviz etmediğimiz mukaddes makamlarda +dans edildikten sonra mı gözlerimizi açacağız? O zaman +açsak bile ne faide hasıl olur? +O zaman yüz babamız bin kardeşimiz yüzlerce evladımız +sayısız kavim ve kabilemiz milyarlarca servet ü samanımız +olsa kaç paralık faide te’min edebilir? En mukaddes +en aziz olan dinin cevher-i namusun pa-mal-i tahkīr olunduktan +sonra yaşamanın ne faidesi olur? Bugün zavallı Bulgaristan +müslümanlarının başındaki kanlı felaketleri geçirmekte +oldukları vahim dakīkaları görmüyor muyuz? +bilmeyenlere bunun ma’nasını anlatmalıdır! +Ey ehl-i İslam! +Bilmiş olun ki: Bir milletin vatanı mahv olduktan sonra +yavaş yavaş dini de elden gider. Bunun için Hazret-i Peygamber +bakınız ne buyuruyor: +“Vatanı sevmek imandandır; imandan bir cüz’dür” Fakat +vatana muhabbet etmek ağızdan “vatanımı seviyorum” demekle +olamaz. Kuru kuruya “vatanıma muhabbetim var” +demekle hubb-ı vatan olduğu tasdik olunamaz. Çünkü +ma’lum olduğu üzere iman “ikrar bil-lisan tasdik bil-kalb”den +lisanen Kelime-i Şehadet getirmesinde ehemmiyet yoktur. +Madem ki Resul-i Ekrem efendimiz vatana muhabbeti de +vatanıma memleketime muhabbetim var demekle olmaz. +Belki kalben vatana karşı muhabbet beslemek vatan hissini +kalbinin en derin köşesinde muhafaza ve bu suretle vatanı +her türlü ta’arruzdan vikaye etmek her ne suretle olursa +olsun düşmanın tecavüzüne meydan vermemek ve bunun +dafa’at-ı vataniyyede bulunmak ile olur. +Ey ihvan-ı din! +Bizim için imandan daha aziz imandan daha büyük +ondan daha kıymetli bir şey var mı? Zannedersem “var” +diyecek bir mü’min tasavvur olunmaz. Çünkü hakīkaten +mü’min-i kamil olan kimse dünyada ancak dini ırzı namusu +gözüne alır. Dinine ırzına namusuna kıl kadar leke gelmemek +mallarını feda eder de yine kalbi mesrur olur. Binaenaleyh +vatana karşı beslemiş olduğu muhabbet de bu nisbette olmak +lazımdır. Çünkü Cenab-ı Peygamber vatanı o kadar +takdis etmişler ki: Vatana muhabbet etmek imandan cüz’dür +demişler. Vatana muhabbet etmek dinin a’zam-ı rüknü olan +verirse artık hakīkaten mü’min tam ma’nasıyla müslüman +olanlar kalbinde iman kuvveti Allah Peygamber aşkı olanlar +vatanı muhafaza uğrunda malını evladını hayatını feda +etmekten niçin çekinsinler? +Ey cema’at-i İslamiyye! +Biz müslümanlarca pek kıymetli olan dinimizi ırzımızı +namusumuzu muhafaza edecek bir şey varsa o da ancak +vatandır. Vatan selamette olursa vatana düşman tecavüz +edemezse vatanı kara yüzlü düşmanlar pis mülevves ayaklarıyla +kirletemezlerse sevgili her şeyden kıymetli olan dinimiz +de selamet bulur ırz ve namusumuz da tecavüzden +masun kalır. +Ey mü’minler! +Hiss-i vatan hakkında başka bir şey mülahaza etmeye +hacet yoktur. Biz yalnız şu hadis-i şerifin ma’na-yı münifini +tamamıyla anlamaya çalışmalıyız! Çünkü en aziz dünya +ve ahirette bizi sa’adete erdirecek yegane i’timad ve i’tikad +ettiğimiz bir şey varsa o da imandır. Hubb-ı vatan da şu +aziz imanımızdan bir cüz’dür. Şu halde bu hadis-i şerif sarahaten +gösteriyor ki: Vatanı himaye ve muhafaza uğrunda +ne derece çalışacak olursak imanımızı dinimizi de o nisbette +kuvvetleştirmiş oluruz. Bu ise sa’adet-i dünyeviyye +ve uhreviyyemizi himaye demek olacağında asla ve kat’a +şübhe yoktur. Binaenaleyh Allahını Peygamber’ini dinini +selameti için her şeyini hatta hayatını bile feda etmekten +çekinmemelidirler. Bunun aksine olacak her bir hareket +dinsizlikten Allah’a karşı isyan etmekten başka hiçbir şey +değildir. Çünkü vatan parça parça olup düşmanların kucağına +düşerse işte o zaman ne din kalır ne iman ne ırz kalır +ne namus. Belki hepsi düşmanın çizmesi altında mahv olur +gider. Zira düşmanın vatanımıza hücum etmekten başlıca +maksadı din-i İslam’ı mahv etmektir. +Bütün düşmanlarımız bu gayeyi ta’kīb ediyorlar. Şimdiye +kadar kaç tane İslam hükumeti mahv edilmişse hep bu +fikrin kurbanı olup gitmişlerdir. +Son zamanlarda Hilafet-i İslamiyye’nin yegane mümes +sili Osmanlı Hükumeti olduğu cihetle düşmanlarımız var +kuvvetleriyle onun üzerine hücum etmeye başladılar. Avrupa’dan +Afrika’dan çıkarılmasına karar verdiler. Bu karar +neticesi olarak şimdiye kadar Avrupa’nın bir çok yerlerinden +sürüp çıkardıkları herkesin ma’lumudur. Yine bu kararın +neticesidir ki Afrika’dan da çıkarılmak üzere geçen sene +gayr-ı meşru’ bir surette İtalya’yı üzerimize saldırdılar. Afrika’da +Osmanlı Hükumeti’ne nihayet verdikleri gibi Avrupa’daki +kalan yerleri de elimizden almak üzere dört tane +kelbi üzerimize hücum ettirdiler. Avrupalıların Osmanlıları +Afrika ve Avrupa’dan çıkarmaktan maksadları yalnız tevsi’-i +arazi etmektir zannolunmasın onların en birinci emelleri +mak Ka’be-i Muazzama’yı hak ile yek-san etmektir. +Bunu anlamak için vaktiyle her birisi bir İslam memleketi +olup el-yevm Teslis’in pa-yi kahrı altında inil inil inleyen +yüzlerce vilayeti müştemil olan Endülüs Devlet-i İslamiyyesi +bugün nerede? O koca İslam memleketinin yerinde bugün +kaç tane İslam var? +Bir vakitler altı yüz cami’-i şerif beş yüz hastahane sekiz +yüz medreseyi ihtiva eden ve Devlet-i Emeviyye-i İslamiyye’nin +payitaht-ı mu’allası olan Kurtuba şehrinde Gırnata’da +bugün kaç tane İslam var acaba? Halbuki Endülüs’ün +teslimi günü bile Gırnata şehrinde üç milyon nüfus-ı İslamiyye +bulunduğu tarihen mazbuttur. +Ey müslümanlar! +Bu kadar cami’ler bu kadar medreseler milyonlarca +müslümanlar ne oldu biliyor musunuz? O bizim abdestsiz +bile girmeye haya ettiğimiz cami’ler kiliseye tiyatroya +meyhaneye tebdil edildi. O kadar medreseler hayvan +ahırı oldu. Milyonlarca müslümanı tedricen mahv ü perişan +ettiler. Resmen ve cebren dinden çıkarıp hıristiyan yaptılar. +Avrupa devletlerinin zir-i esaretine geçen hangi İslam +memleketi var ki orada yavaş yavaş İslamlar tanassur ettirilmiyor? +Avrupalılar bir memleketi istila ederken hürriyet-i diniyye +hürriyet-i mezhebiyyeye ri’ayet edeceklerini söylerler +fakat sonra hiç birisine ehemmiyet bile vermezler. Çünkü +asıl maksad İslamiyet’i mahv etmektir. +O kadar uzağa gitmeye de lüzum yoktur. Daha bizden henüz +ayrıldıkları cihetle mevcudiyetlerine hatime çekilmemiş +olan Bulgaristan müslümanlarının haline atf-ı nazar etmek +de bizim için pek büyük hakayıkın tecellisine hizmet edebilir! +Vaktiyle Bulgaristan’ın payitahtı olan Sofya şehrinde +cami’-i şerif ile kadar mescid olduğu halde son zamanlarda +ancak –o da gayet harab– bir cami’-i şerifden başka hiçbir +şey kalmamıştı. Bunlardan bazıları kiliseye tahvil edilmiş +bazıları da meyhane tiyatro olmuştur. Bi-çare müslümanlar +namaz kılacak bir yer bile bulamıyorlar. Bulsalar bile serbest +kılamıyorlar ön safta namaz kılarken arkalarında Bulgarlar +hora tepiyorlar. Onlarla istihza ediyorlar. Bunu gidip bizzat +gördüğüm için hilafına kat’iyyen ihtimal vermiyorum. İ’lan-ı +harbden beri Bulgaristan’da bulunan bed-baht müslümanlar +ne halde bulunuyorlar? +O vahşi haydud Bulgarlar dokuz yaşında olup henüz +sinn-i büluğa vasıl olmamış olan kızların bile namusuna +ta’arruz etmiyorlar mı? Muhadderat-ı İslamiyyenin cevher-i +namusunu paymal etmediler mi? “İslam kadınlarının gençleri +kucağa ihtiyarları ocağa” diye şarkılar söylemiyorlar +mı? Mukaddes cami’lerimizin bazıları hedm ve tahrib bazıları +da kiliseye tahvil edilerek kubbelerinin üzerine çanlar +asılmıyor mu? Bunlar hergün gözümüzün önündeki şeyler +olduğu halde maksad İslamiyet’i mahv etmek değildir diye +kendimizi nasıl teselli ederiz? Her gün gazeteler bar bar bağırıyorlar +Müslümanlık ortadan kalkmalıdır diye feryad ediyorlar. +Ben misal olmak üzere bunlardan bir tanesini burada +kari’in-i kirama arz etmek istiyorum: Rusya Hükumeti’nin +payitahtı olan Petersburg’da çıkan nim resmi Novye Vremya +gazetesinin Eylül sene tarihli nüshasında Budapeşte’den +şöyle bir telgraf vardı: +“Bundan sonra İslamiyet’i müdafaa etmek pek fazladır. +O İslamiyet ortalıktan kalkmalı medeniyet nokta-i nazarından +yetin düşmanıdır. Müslüman padişahlığı artık sukūt etmeli +mahv olmalı. Zira bunlardan hiç birinde dahilen padişahlık +denilecek bir şeyler yoktur…!” +Ey ehl-i kıble! +Avrupalıların her türlü ef’al ve harekatı bize karşı nasıl bir +fikir beslediklerini aşikar bir surette gösterdiği için buna dair +fazla söze lüzum görmüyorum. Binaenaleyh biz hala puyan +olduğumuz gafletten uyanmaz ve bizim için bu kadar icra +edilen haksızlıklardan ibret almazsak millet-i İslamiyyenin +atisinden korkulur. Bir seneden beri mühim bir memleketimize +hücum eden bir düşman ile merdane çarpıştığımız +halde neticesinde –avn-i samedani ile hiç de mağlub olmadığımız +halde– Afrika’dan çekilmemize karar verildi. Bunu +müteakib de Avrupa’dan çıkmamıza verilen karar mevki’-i +tatbika konulmak isteniyor!! +Fakat emin olunuz ki: Eğer Hükumet-i Osmaniyye’yi +Avrupa’dan çıkaracak olurlarsa o zaman Asya’da da bırakmazlar. +Ma’azallah İslamiyet de mahv olup gider. Çünkü bu +def’a Avrupa’dan çıkmamız pek vahim bir tehlikeyi mucib +olacak bu adeta İslamların Endülüs’ten çıkarılmalarına +benzeyecektir. O zaman da İslamları çıkaran Ferdinand namında +bir kafir-i bi-din idi. Binaenaleyh bugün üç yüz altmış +milyon nüfus-ı İslamiyyenin hayatı taht-ı tehlikede bulunuyor. +Onların hepsi Osmanlı müslümanlarından ümid-i necat +bekliyorlardı. İşte bunun içindir ki: Avrupalılar da Osmanlıları +mahv etmeye çalışıyorlar. Çünkü bir kere Osmanlı bayrağı +aradan kalktıktan sonra alem-i İslam’ın tam ma’nasıyla +ümidi kesileceği şübhesizdir. Hatta İngiliz gazeteleri bile +Osmanlıları mahv etmedikçe Hindistan müslümanlarının +ümidi kesilmez. İngiltere hükumetine munkad olmazlar +diye alenen makaleler neşr ediyorlar. İşte bunun içindir ki +bu şanlı bayrağı kuvvetleştirmeye çalışan kahramanların +namları kıyamete kadar tarihin en parlak sahifelerinde bakī +kalacaktır. +Ey Osmanlı müslümanları! +Bu dalmış olduğumuz fena uykudan ne zaman uyanacağız +artık yeter! Biz Osmanlılar nazar-ı intibahımızı açmalıyız! +Hiç olmazsa mazimizden tarihimizden ibret alarak ruh-ı +pak-i eslafdan mahcub olmalı ve eski muzafferiyetimizi göz +önüne getirmeliyiz! Biliriz ki bu vatan-ı Osmaninin her avuç +toprağı binlerce şüheda kanıyla yoğrulmuştur. Hep feth ettiğimiz +yerler can bahasınadır şimdi ha’ifane miskinane eydi-i +a’daya teslim mi edeceğiz?... +Zaten i’la-yı kelimetu’llah için dinin vatanın muhafazası +bizden vaad almadı mı? +ayet-i kerimesi bu yolda vermiş olduğumuz vaadi göstermiyor +mu? Elimizde evimizde bulunan Kitab-ı mukadesde +bu gibi ayat-ı kerimeyi her gün görüp işitirken o Kitab-ı +mukaddes bizlere hitaben: Müslümanlığı muhafazaya çalışmadıkça +onu düşmanlarının tecavüzünden kurtarmadıkça +sizin için iki cihanda rahat yoktur diye nida edip dururken +nasıl olur da biz hala puyan olduğumuz gafletten uyanmıyoruz?... +Ey Osmanlı Ordusu! +Bugün Kosova sahrasında düşmanın süngüleri pis mülevves +çizmelerinin pa-yı tahkīri altında bulunan; dinin vatanın +selameti için düşman ile merdane çarpışırken şehid +olarak bir hayat-ı cavide nail olan Osmanlıların büyük padişahı +Hudavendigar Sultan Murad Han hazretlerini düşünün! +Vaktiyle Anadolu’yu zir-i idaresine aldıktan sonra Rumeli’ye +geçerek oranın da fethine mübaşeret eden meşhur +Sazlıdere Muharebesi’nden sonra Edirne’yi feth edip onu +ecdadımızdan değil mi? Bizler de o büyük ecdadlarımızın +ahfadı değil miyiz? +Dünyaları hayretler içinde bırakan kayserleri tir tir titreten +Rumeli fütuhat-ı müdhişesini yapan o büyük padişahımız +bugün düşman askerlerinin süngüleri arasında mülevves +çizmeleri altında ah ü enin ediyor bizden imdad taleb +ediyor. “Ey benim ahfadlarım koşun beni bunların elinden +kurtarın” diye feryad ü figan ediyor. Gözlerini dikmiş boynunu +bükmüş de yalvarıyor. +Ey mu’azzam Osmanlı Ordusu ey Osmanlılar! +Bu kadar fütuhat ile dünyaları yerinden oynatan bu +muhterem padişahın Miloş Kapiloviç namında bir Sırplı +tarafından Kosova sahrasında şehid edilen bu büyük ecdadımızın +bugün düşmanlar içinde bulunmasına nasıl razı +oluyoruz? Eğer biz onların hayru’l-halefi olduğumuzu bil-fi’il +hain na-merd canavar düşmanlarımızın elinden kurtaramazsak +onların ahfadı olduğumuzu nasıl iddia edebileceğiz? +Ruz-ı cezada onların huzuruna hangi yüz ile varabileceğiz? +Fatihlerin Selimlerin Muradların Yıldırımların … ruhlarını +şad etmek istersek bu mukaddes vatanı murdar ayaklarıyla +kirletmek isteyen alçak düşmanlara haddini bildirmeliyiz. +Eğer biz dünyalara meydan okuyan Viyana kapılarına kadar +gidip dayanan ecdadımızın ahfadı isek ya bir ferd kalmayıncaya +kadar bu mukaddes topraktan alçak düşmanlarımızı +sürüp çıkarmalıyız yahud bir müslüman kalmayıncaya kadar +bu uğurda şehid olmalıyız da na-merd düşmanın vatanımızı +çiğnediğini bari gözlerimiz görmesin. Belki o zaman +ecdadımızın huzurunda söz söylemeye biraz hak kazanmış +oluruz. İşte biz de sizin gibi bu vatanı müdafaa ederken şehid +olduk demeye hak kazanır sonra da huzur-ı ilahide ölünceye +kadar vatanını müdafaa edenlere Cenab-ı Hakk’ın vereceğini +vaad etmiş olduğu ni’metleri taleb etmeye yüzümüz +olur. Yok eğer göz göre göre bu vatanı düşmanlara çiğetirsek +dünyada en sefil bir mahluk sırasına geçeceğimiz gibi ahirette +de Allah’ın en büyük azabına ma’ruz kalacağız. +Hem ne hacet ölümden ölüme fark yok mudur? Vatanı +müdafaa uğrunda şanlı bir ölüm ile ölmek pek çok hayata +gıbta-ferma olduğunu bilmiyor muyuz? Binaenaleyh bu +kadar mukaddes bu derece mu’azzez olan memleketimizi +muhafaza uğrunda bütün malımızı canımızı feda etmek +bizim için servet sahibi olup da miskinane zelilane yaşamaktan +daha hayırlıdır. Gözümüzün önünde bu kadar muhadderat-ı +yüzlerce cami’ler kilise olduktan milyonlarca müslümanlar +cebren Hıristiyan edildikten sonra yaşamak “va’llahi’l-azim +bi’llahi’l-kerim” bizim için züldür. Bu suretle yaşamaktan +toprak altına girmek bin kat hayırlıdır. +Ey Ordu-yı İslam! +Siz bugün bil-fi’il meydan-ı harbde düşmanın karşısında +saf bağlamış o düşman-ı bed-nam tarafından din-i İslam’a +hazret-i Kur’an ’a vatan-ı mukaddese doğru vezan edip gelecek +olan kıvılcım ateşlerine vücudlarınızı siper ediyorsunuz. +Öyle ise bakınız! Muhafazası için can verdiğiniz hazret-i +Kur’an sizlere karşı ne diyor: +“ Ey +mü’minler! Din vatan düşmanlarınızla fi sebili’llah mücahede +ederken muharebe meydanlarında karşılaştığınız safları +tertib ederek düşmanla uğraşmaya başladığınız vakit sakın +a’danıza arka çevirip de kaçmayınız! Her kim muharebe +meydanından firar ederse gazab-ı ilahiye müstahak olur. +Cenab-ı Hak dünyada o gibileri rezil ü rüsvay eylediği gibi +ahirette de asiler caniler için hazırlamış olduğu cehennem +ateşleri içinde yakar.” +Bu ayet-i kerime gösteriyor ki meydan-ı muharebede +düşmandan korkarak arkaya dönüp kaçmak en büyük +günah pek azim bir cinayettir. İşte bunun içindir ki: Hazret-i +Peygamber sav bir hadis-i şerifinde +buyurmuş ve binaenaleyh +esna-yı harbde firar etmeyi Allah’a küfür bila-sebeb +saymıştır. Şu halde meydan-ı muharebeden firar edenlerin +cezası Cenab-ı Hakk’ın birliğini inkar derecesinde şediddir. +Ey ordu-yı İslam ey dinin vatanın müdafaası için mu +harebeye koşan şanlı asker! +Siz biliniz ki muharebede düşmana karşı arka çevirip +firar etmek din-i İslam’ı hazret-i Kur’an ’ı ayaklar altına alıp +parça parça etmek demektir. Çünkü bir neferin muharebeden +kaçması memleketin –ma’azallah– düşman eline girmesine +sebeb olur. +Bakınız hazret-i Kur’an ne diyor: +] +“ Habibim bilmiyor musun o kimselerin halini ki sayıları +binlere baliğ olduğu halde –memleketlerine tecavüz eden +düşmanın hücumuyla gelmesi muhtemel olan– ölümden +korktukları için memleketlerini bırakıp kaçtılar da Allah onları +yine öldürdü sonra da tekrar diriltti. Şurası da muhakkaktır +ki; insanların hepsine Allah’ın ihsanı pek çoktur. Lakin +Allah din vatan uğrunda düşmanlarınızla merdane bir surette +çarpışın muharebe edin! Hem iyi biliniz ki Allah hem +Ey Ordu-yı İslam! +Allah aşkına din vatan hürmetine bugünkü günde hepinizin +gözleri bu ayet-i kerimenin bu kanun-ı ilahinin ma’nayı +şerifine mün’atif olsun! Allah’ın bu la-yetegayyer kanunu +sarahat-ı kat’iyye ile gösteriyor ki: Din vatan düşmanları +ölümden korkarak düşmandan pek çok efrada malik olan +bir millet bir ordu tam ma’nasıyla izhar-ı şeca’at etmez düşmana +mukavemet etmeyerek hayat-ı şahsiyyelerini ölüme +tercih ederler düşmanın kurşunuyla ölmemek için memleketi +terk edip düşmandan firar ederlerse Allah o milleti o orduyu +düşmana terbiye ettirir. Düşman cesarete gelerek var +kuvvetiyle firarilerin üzerine hücum eyler onları ta’kīb ve +tenkil eder bazılarını öldürür bazılarını da esir alır. Bu suretle +–düşman– muharebede galib mevki’inde kalır kaçmaları +sebebiyle mağlub olanların istiklal-i millilerini mahv eder +onları her suretle kendisine itaate mecbur kılar ribka-i esaretine +geçirir. Berikiler –kaçanlar– da pek uzun bir zaman bu +esaret bu zillet bu meskenet vadilerinde yuvarlanıp mahv ü +perişan olurlar. Kaçtıkları ölümden daha bedter bir musibete +bir felaket-i uzmaya duçar olurlar. Akılları başlarına gelip +de –eğer o zamana kadar düşman mevcudiyetlerine nihayet +vermezse– istiklal-i millilerini iade edinceye kadar bu felaketten +kurtulamazlar… +Binaenaleyh meydan-ı muharebeden firar edip de düşmanın +cesaretini artıranlar –gerek zabit gerek nefer– memleketi +a’da-yı din ve vatana teslim edenler dünyada en müdhiş +bir ölümle ölecekleri gibi huzur-ı Rabbü’l-aleminde de bu +amellerinden dolayı rezil ü rüsvay olarak en büyük cezaya +çarpılacaklardır. Bunda şübhe etmek vahdaniyet-i ilahiyyede +tereddüde düşmek kadar azim bir cinayettir ki: Buna +müslüman olan hiçbir ferd tahammül edemez. Hem ne hacet! +nerede olsak yine bizi bulur. +Ey muhterem zabitan-ı Osmaniyye! +Siz de muharebede düşmanlarımıza galebe etmek için +Osmanlı zabitanına mahsus bir feza’il-i ahlakiyye ile efrad-ı +askeriyyenin hüsn-i zannını kazanın. Sakın! Sizden zerre kadar +su’-i zannı mucib ef’al ve harekat sadır olmasın. Çünkü +büyüklerden sudur eden en ufak bir kusur gayet büyük +gözükür. Binaenaleyh vatanın dinin kurtulması evvela +Allah sonra da dirayet ve fetanetinize sizin süngülerinize +tüfeklerinizden çıkacak kurşuna baktığı bu dakīkada efrad-ı +askeriyyenin su’-i zannını mucib olacak zerre kadar dini bir +kusurda bulunmamanız lazımdır ki sırrına mazhar +olmayasınız! +Ey şanlı Osmanlı askerleri! +Sizin de vazifeniz zabitanınızın başınızda bulunan amirlerinizin +her suretle emrine inkıyad etmektir. Bakınız! Kur’an +sizlere ne emrediyor: +Allah’a peygambere amirlerinize zabitlerinize… +yerde ölün. Eğer böyle yapmazsanız Allah sizi dünyada rezil +ü rüsvay ettiği gibi yevm-i kıyamette de cehennem ateşleriyle +yakar. Hasire’d-dünya ve’l-ahire olursunuz. +Ey Ordu-yı İslam! +Eğer siz i’la-yı kelimetu’llah muhafaza-i vatan için mu +harebeye girdiğiniz vakit Kur’an-ı Kerim ’in evamir-i kat’iyyesinden +hedenizde azm ü sebat ederseniz emin olunuz ki sizin bir neferiniz +düşmanın on neferine bedel olur. Bu suretle düşman +ne kadar çok olursa olsun size mağlub olarak kaçacaktır. İşte +kat’iyyetinde şübhemiz olmayan kanun-ı ilahi böyle diyor: +Aksekili +] + +---- +. . . . . . . . . . +---- + + + +---- +. . . +---- + + +---- +MEKATIB +---- + +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI’NE +Efendim +Cihada bedenen veya malen mu’avenet her müslim için +farzdır. Udhiyyede vacib olan iraka-i dem olup hakku’llahtır. +Binaenaleyh şu halde hem farzı hem de vacibi ifaya kudretimiz +bulunmadığından ileride si’a-i halimizde vacibi +de iskat etmek niyetiyle mukaddem olan farzı ifa için tedarik +edebildiğimiz iki kurban bedeli olan iki buçuk lirayı iane-i +cihadiyye olmak üzere Harbiye Nezareti’ne teslim ettik. zaman +ve ahval münasebetiyle ictihadımıza pek çok ihvanın +Mütekaidinden +Refikası +beri Müdafaa-i Milliyye Teşkilatı’ndan bahs etmekte oldukları +cihetle bu husus taşralarda dahi pek büyük bir hahiş +uyandırmış ve böyle bir teşkilat vukū’unda şehrimiz ve civar +kasabat ve kuradan dahi pek çok kimselerin nakden ve bedenen +hemen bu emr-i azime iştirak edecekleri görülmekte +bulunmuştur. +Avrupa’da bir müessese-i aliyyenin vaz’-ı esasında hazır +bulunan kralların imparatorların ilk temel yerinin kazmasını +kendi elleriyle vurdukları daima görülür. Sevgili Halifemizin +kumandan-ı a’zam efendimiz hazretlerinin dahi bütün vatanın +müdafaa hayat ve mematına tealluk eden şu mes’elede +te’sis edilecek hutut-ı müdafaa istihkamatının ilk kazması +yed-i mü’eyyed-i hümayunla vurulduğu günün haftasına +kalmaz Çatalca’dan beş kat müstahkem mevaki’ hemen +sinn-i şahanelerinin adem-i müsa’adesine mebni meydan-ı +harbe gidemedilerse bu emr-i mühim ve azimi ifa buyuracaklarında +asla şübhe ve tereddüdümüz yoktur. İş buraya +geldi de bu şekle girdi mi? İstanbul surları haricinde kendi +erzakıyla çalışacak yüz binlerce halk mevcud olacaktır. +ğildir. Acaba muharebe tarihinden i’tibaren ta’kīb edilecek +hatt-ı hareket hakkında İstanbul matbuat erkanı beyninde +olsun müzakere ettiler mi? Şübhesiz ki hayır!.. +Böyle acı ve tarihi dakīkalar geçirdiğimiz zamanda halkın +en ziyade kuvve-i ma’neviyyesine hizmet edecek matbuattır. +Matbuat erkanı dediğimiz gibi bir kere toplansa idi; +ta’kīb edilecek hutut-ı harekatı ta’yin etse idi şimdiye kadar +yek-diğerine mübayin neşriyat ve havadisle halkı bu derecelere +kadar sükūt-ı hayale uğratmazlardı! +Heyhat!... ki onlar arasında da el-an bir ittihad görülemiyor. +Hala yek-diğerinin bacağına ip takmadan yalanlarını +dehlemekten birbirlerine hased etmekten asla hali kalmıyorlar! +Bugün bil-ittihad zat-ı hazret-i padişahiyi arz ettiğimiz +müdafaa-i milliyye mes’elesine müttefikan bir da’vet ve +buna muvaffakiyet dünyayı bir padişahlığa az gören hakanlarımızın +kabirlerini Emanat-ı Peygamberi’yi muhtevi +olan makamat-ı mukaddesenin kapılarını Bulgar çizmeleriyle +çiğnetmemeye sebeb olur. Ve mina’llahi’t-tevfik. + +---- +BALKANLAR CIHADI +---- + +Edirne kuva-yı müdafaasının şanlı bir surette müdafaa +eylediği ve hücum eden düşmanı tarumar ederek püskürttüğüne +dair resmi bir haber neşr olunuyor. Babıali’de Sadr-ı +a’zam nezdinde akd-i ictima’ eden ümera-yı askeriyyenin +harbe devam etmek üzere karar verdikleri haber alınıyor. +Şark Müretteb Ordusu Kumandanı Abdullah Paşa bugün +devlet-i muazzamanın süferası bugün Babıali’ye geliyorlar. +Babıali’den avdetlerinde hey’et-i süfera Avusturya Sefarethanesi’nde +resmiyyede kendilerine memleketin emn ü asayişi hakkında +te’minat veriliyor. Ve bed-hahane eracife ehemmiyet vermenin +şayan-ı teessüf olduğu beyan olunuyor. Fransa’nın +Leon Gambeta zırhlı kruvazörü limanımıza muvasalat ediyor +pare top endahtıyla resm-i selamı ifa eyliyor. Almanya’nın +Vineta kruvazörü de bugün geliyor. +Bugünkü gazeteler müttehidü’l-lisan Müdafaa-i Milliyye’den +bahs ediyor ve ahalinin hamiyet-i diniyye ve milliyyesini +tahrik ediyorlar. Bugün bir tebligat-ı resmiyye Edirne’nin +metanetini Edirne mıntıkasında muzafferiyatın tevali +ettiğini Edirne Vilayeti’nden makam-ı sami-i Sadarete +Teşrinievvel tarihiyle mevrud telgrafnameye istinaden i’lan +ediyor. Manastır Vilayeti’nden çekilen diğer bir telgrafta Soroviç +havalisinde Sırplarla olan müsadematta askerlerimizin +Teşrinievvel tarihiyle çekmiş olduğu diğer bir telgrafta bir +düşman süvari keşif bölüğünün Tekfurdağı’na altı kilometre +mesafede görülerek kuva-yı askeriyyemiz tarafından tard +olunduğu bildiriliyor. Bugün dahi Babıali’de ümera-yı askeriyyeden +mürekkeb bir encümen-i fevkalade akd olunuyor. +bugün limanımıza geliyorlar. Bugün mevki’-i harbde esir +düşen düşmanlardan bir kısmı Dersaadet’e getiriliyor. Birçok +Rusya müslüman gönüllüleri Sivastopol’dan vapurla +şehrimize geliyor. Doğruca Harbiye Nezareti’ne müracaat +eyliyorlar. +Edirne’den yine muzafferiyet haberleri geliyor. Edirne +valisinden makam-ı Sadarete gelen resmi telgraflarda: +“Edirne mevaki’-i müstahkemesinin garb cebhesiyle Maraş +mıntıkasında Teşrinievvel sabah vasati saat sekizden +akşam saat yediye kadar devam eden muharebe yarım +saat fasılayı müteakib be-tekrar başlayıp gece sabaha kadar +ve Teşrinievvel’de dahi bütün gün kemal-i şiddetle +devam ettiğini ve Maraş’da asakir-i Osmaniyye’nin süngü +hücumlarına düşmanın mukavemet edemeyip telefat-ı külliyye +verdikten sonra bir hal-i perişanide ric’at eylediğini +düşmandan yüzlerce Manliher tüfengi ile bir hayli cebhane +düşman bataryalarını sükuta mecbur ettiği cenub cihetinde +dahi düşmanın telefat-ı kesire ile püskürtüldüğü ve bu +saatlik kanlı muharebenin cidden ve hakīkaten Osmanlı +tarihine zib-aver olacak derecede parlak muzafferiyatla +neticelendiği” tebşir olunuyor. Rical-i askeriyye bugün de +Babıali’de ictima’ ediyorlar. +Bugünkü gazetelerle hükumet tarafından “Asakir-i Osmaniyyenin +Çatalca hatt-ı müdafaasına çekilmek lüzumunu +his ile orada ikmal-i tahşidat etmekte bulunduğunu ve bunun +payitahtın kapısı önünde bir muharebe bulacağından +bebiyet verebileceği nazar-ı i’tibara alınarak her türlü vekayi’in +önü alınmak üzere tedabir-i zabıta ve siyasiyye ittihaz +edildiği” beyan edildikten sonra asayiş-i memleketi ihlal +etmek kasdıyla bed-hahane şayialar neşr eden fesedenin +şiddetli mücazata duçar edileceği resmen tebliğ olunuyor. +Ve “hükumet-i hazıranın istinad ettiği selamet-i vatan emel-i +millisinden ahz-ı kuvvetle ve faaliyet-i azime ile harekete +azim ve her türlü tereddüdden salim” olduğu i’lan olunuyor. +Bab-ı Meşihat’ten dahi Çatalca’da ictima’ etmekte bulunan +efrad-ı askeriyyeye anlayacakları lisan ile nesayih-i lazıme +ve müessire ifasıyla ordu-yı hümayunun takviye-i ma’neviyyatı +ve efradın tezayüd-i şevk ve gayretleri için ulemadan +yüz kadar natuk ve nafizü’l-kelim zevatın Hadımköyü’ne +tensib olunan karar iktizasından olduğu vechile Bab-ı Fetvaca +Dersaadet’teki müderrisin-i kiram ile rical-i ilmiyyeden +evsaf-ı mezkureyi cami’ zevatın ordu-yı hümayun karargahına +azim olacakları i’lan olunuyor. Ulema-yı müşarun-ileyhimden +elli zat bugün karargaha gidiyorlar. Meydan-ı harbden +peyderpey Dersaadet’e gelen muhacirin arasında kolera +hastalığı vukū’ bulduğundan bugünden i’tibaren payitaht +koleralı i’lan edilerek tedabir-i sıhhiyeye tevessül olunuyor. +Bugün de düvel-i muazzama süferası Avusturya Sefarethanesi’nde +ve Veli paşalar Çatalca’ya azimet ediyorlar. +Tekfurdağı civarında düşmanın bir bataryası donanmanın +top ateşiyle mahv ü perişan edildiği Donanma Kumandanlığı’ndan +bildiriliyor. Çatalca’ya azimet etmiş olan +hey’et-i askeriyye ve a’yan Dersaadet’e dönerek hal-i ictima’da +bulunan hey’et-i vükelaya dahil oluyor. Hal ve +mevki’ ve vaz’iyet-i harbiyye hakkında izahat ve ma’lumat +veriyorlar. Bugün mütareke akd olunacak diye bir şayia deveran +ediyorsa da asılsız olduğu ma’lum oluyor. +Selanik valisi Dersaadet’e hareket ediyor. Rumeli hakkında +bir çok hususi haberler alınıyor. Fakat gazetelerde bu +babda bir şey münderic değildir. Herkes hayret ve intizar +tır. +ALEM-I İSLAM’DA TEZAHÜRAT +Tüccar ve teba’a-i İraniyyeden mürekkeb teşekkül eden +komisyon vasıtasıyla mecruhin-i guzat-ı Osmani için iane +cem’ edilmekte olduğunu evvelce yazmış idik. İran Sefir-i +Kebiri İhtişamü’s-Saltana Mirza Mahmud Han hazretleri +vilayat-ı şahane kar-perdazlarına dahi telgrafnameler keşidesiyle +oralarda mukīm teba’a-i İraniyyece de iane cem’ +edilmesini iş’ar ve kaviyyen tavsiye buyurduklarından Basra’da +mukīm teba’a-i İraniyyeden derhal altmış Osmanlı lirası +cem’ ve şehr-i mezkurda mukīm Hilal-i Ahmer Cem’iyet-i +muhteremesine tevdi’ kılındığı Basra Başkarperdazlığı’ndan +Sefaret-i Kübra’ya varid olan telgrafnamede bildiriliyor. +hazretleri Perşembe günü İran Muzafferiye Hastahanesi’ne +azimetle tedavi edilmekte olan mecruhin-i guzat-ı Osmaniyyeyi +ziyaret ve bil-umum mecruhinin hatırlarını istifsarla +vatan-ı mukaddesleri hakkında ifa eyledikleri hidemat-ı +müftehire-i askeriyyelerini tebrik ve şekerleme ve sigaralar +tevzi’iyle cümlesini taltif buyurmuşlardır. +Times gazetesinin Kolombo muhabiri Seylan ahali-i İslamiyyesinin +muharebe-i hazıra münasebetiyle büyük bir +miting akd ederek beynlerinde Hilal-i Ahmer Cem’iyeti için +on bin rupiye iane topladıklarını yazıyor. +Peşaver uleması mahalli cami’-i şerifinde muharebe-i hazırada +Osmanlı Ordusu’nun ihraz-ı muzafferiyet etmesi için +ed’iye-i me’sure tilavet eylemişlerdir. Ba’dehu büyük bir miting +akd olunarak bir Hilal-i Ahmer Hey’eti teşkili için icab +eden tedabire tevessül edilmiştir. Bundan Kalküta’da dahi +ahali-i İslamiyye Hilal-i Ahmer için şimdiye kadar on bin +rupiye iane vermiştir. Birkaç güne kadar meblağ-ı mezkurun +kat kat tezayüd edeceği şüphesizdir. El-yevm bütün Hind +ahali-i İslamiyyesi Balkan Muharebesi’nin bütün safahatını +kemal-i dikkatle ta’kīb etmektedir. +Karaçi ahali-i İslamiyyesi dahi aynı günde iki muhtelif +noktada miting akd ederek muharebe-i hazıra münasebetiyle +Devlet-i Osmaniyye hakkında teveccühat-ı samimane +olması için du’alar tilavet eylemişlerdir. Müteakiben Hilal-i +Ahmer için iane cem’ine başlanılmış rupiye toplanmıştır. +Bu esnada yedi yaşında bir kızcağız parmağındaki +yüzüğü çıkararak Hilal-i Ahmer’e ihda etmiştir. +Manchester Şehbenderliği’nden gelen hususi bir mektuptan +muktebes: +“Manchester Şehbenderhanesi en meşgūl ziyaretcileri en +çok bir dairedir. Dün gayet ulvi bir hal karşısında bulundum. +Sabah Şehbenderhaneye geldikte ihtiyar pejmürde kıyafetli +yorgun bir Arab’ın merdiven üzerinde oturmuş bana +gelmiş bir Arab zannettim. On mil öteden maşiyen Manchester’e +gelen bu pir-i muhterem alnının teri ile kazanmış +Ahmer’e göndermekliğimi rica etti. Hüviyetini tahkīk ettim. +Hindistanlı bir müslüman imiş… +lerine du’alar eylemeye ve memleketimizin selametini bütün +safiyet-i vicdaniyyesiyle temenni etmeye başlamıştır. Bu +Hindli müslümanın Makam-ı Hilafet’e karşı beslemekte olduğu +hüsn-i merbutiyyet ve ibraz ettiği hamiyyet karşısında +birkaç katre memnuniyet yaşları döktüm.” +Rusya müslümanlarından yüzü mütecaviz mücahid Balkanlar +harbine iştirak etmek üzere gönüllü olarak Cuma +günü Sivastopol’dan vapurla şehrimize gelib doğruca Harbiye +Nezareti’ne müracaat eylemişlerdir. +Hamiyetli Harbin müslümanları geçenlerde Trablusgarb +Muharebesi’ne iane olmak üzere ruble göndermişlerdi. +Bu kere de Harbin’in genç münevver ulemasından İmam +zeratının tergībat-ı diyanet-perveraneleri neticesi olarak +ruble cem’ ile yine Trablusgarb muhariblerine yahud diğer +muvafık bir mahalle sarf olunmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir. +Meblağ-ı mezkurun bu sırada en muvafık mahall-i +sarfı Rumeli Muhacirin-i İslamiyyesi Iane Komisyonu’na +vermek olduğu düşünülerek Şehremaneti’nde mün’akid +mezkur komisyon veznesine tevdi’ ve makbuzu bil-ahz Harbin’e +Zebh-i Kurban Hakkında +“Udhiyyede vacib olan iraka-i dem olup bu da halis hakku’llah +olduğu cihetle bila-zebh kurbanın aynını ya +bedelini tasadduk veyahud mücahidinin umuruna sarf için +bi eda ve ifadan sonra kurbanın cülud ve luhumunu ve o +cülud ve luhumunun bedellerini ve vacib olmayıp da müteveffa +ebeveyn ve akraba ve teallukatı için veya suver-i saire +hayr-ı mezkura i’ta etmek caiz ve meşru’ olduğu bu babda +efvah-ı nasda dair ve bazı evrak-ı havadisde mebsut bazı +makalat üzerine lede’s-sual Fetvahane’den ifade kılınmasına +ve maksad-ı asli hem zebh-i karabin ile ifa-yı vecibe-i +şer’iyye hem de asakir-i şahane guzat ve mecruhinine iane +feza’ilinin cem’inden ibaret olmasına nazaran zebh edilecek +karabin cülud ve luhumunun bu emr-i hayra harc ve bir suret-i +mü’teminede tevzi’i zımnında Evkaf-ı Hümayun nazırı +paşa hazretlerinin riyaseti tahtında Donanma Ianesi Komisyonu’ndan +ve Bab-ı Fetva ile Şehremaneti’nden birer a’za +bulunmak üzere bir encümen teşkili ile icab-ı halin müzakeresi +Meclis-i Vükelaca tensib kılınmıştır.” + +---- +VESAIK-I TARIHIYYE +---- + +Makam-ı Meşihat-ı Ulya Müsteşarlığı’ndan tebliğ edilmiştir: +Etrafımızı ihata eden düşmanların askerlerini teşvik ve +teşci’ için bütün rü’esa-yı ruhaniyyeleri Salib be-dest olarak +ordularında çalışmakta oldukları halde bizim ulema tarafından +henüz böyle bir vazifenin ifasından teğafül edilmesi asla +ve kat’a caiz olamayacağı cihetle min indi’llah mev’ud olan +nusret ve muzafferiyetin bir an evvel asakir-i Osmaniyye canibinde +nümayan olması için ulema-i kiram tarafından dahi +bu yolda bir cihad icrası ve zaten her biri bir gazanfer olan +efrad-ı Osmaniyyenin kuvve-i ma’neviyyelerinin takviye ve +Şu vazife-i mühimme ve mukaddeseye iştirak için kendisinde +ehliyet ve kudret-i kafiye mevcud olan ulema-i dinin +hemen Bab-ı Fetva’da Ders Vekaleti’ne müracaata şitaban +olmaları kemal-i ehemmiyetle i’lan olunur. +* * * +Matbuat-ı Dahiliyye Müdüriyeti’nden: +Balkan hükumat-ı erba’asıyla başlanılan harb mukteza-yı +takdir-i ilahi olarak henüz istenildiği gibi karin-i muvaffakiyet +olamamış ve bu cümleden olmak üzere Şark Ordusu +Çatalca hatt-ı müdafaasına çekilmek lüzumunu his ile orada +Payitaht-ı Saltanat-ı Seniyye’nin kapısı mesabesinde olduğu +cihetle pişgahında düşman ordusu bulunması Payitaht’ın +huzur ve asayişi i’tibarıyla ha’iz-i kemal-i ehemmiyettir. Şimdi +Çatalca’nın suret-i layıkada esbab-ı müdafaasını istikmal +ne derece şayan-ı i’tina ise Payitaht kapısındaki bir muharebenin +yüzde on muvaffakiyetsizlik ihtimali bile o kadar calib-i +nazar-ı dikkat olmak tabii bulunduğundan Hükumet-i +Seniyye’ce bir taraftan kaffe-i vesait-i müdafaaya müracaatta +zerreten-ma kusur edilmeyerek hukūk ve menafi’-i +memleketin muhafazasına bezl-i makdur olunmak diğer +taraftan da payitaht-ı Saltanat-ı Seniyye’nin mahfuziyeti +ümniyyesine ma’tuf tedabir-i siyasiyyeye tevessül eylemek +tariki ihtiyar olundu. Bi-havlihi te’ala Payitaht-ı Osmani’nin +masuniyeti esbabı istihsal edilmekte olup ancak bunun birinci +derecede mütevakkıfün-aleyhi herkesin kemal-i huzur +ve sükun ile meşağıl-i zatiyyesine hasr-ı efkar ederek ahval-i +adiyyede mazarratı kalil olan ef’alden bile tevakkī etmesi +emr-i mühimmidir. Hal böyle iken makasıd-ı mahsusa ta’kīb +eden bazı eşhasın ihtira’ ve bazı sebük-mağzların neşr ettikleri +yalan yanlış şayi’at ile şehrin asayiş-i atisi hakkındaki +emniyete za’f tarayan etmesi Hükumet-i Seniyye’ce nazar-ı +müsamaha ile görülemez. Hatta bu türlü işa’at-ı musanna’a +te’siriyle Avrupa sefirleri tarafından devlet-i metbu’aları +teba’asına emniyet-bahş olmak üzere Dersaadet limanına +muvakkaten sefain celbi iltimas edilmiş ve taraf-ı Hükumet-i +Seniyye’den kaffe-i tedabir-i te’miniyye müttehaz olmakla +beraber is’af-ı iltimas muvafık görülmüştür. Mesrudat-ı anife +lin bir takım havadis-i kazibe ihtira’ıyla tahvif-i kuluba ve +tahdiş-i ezhana çalışmak vatan-ı Osmaniye karşı büyük bir +hiyanet ve belki bir cinayettir. Binaenaleyh istihlas-ı vatanı +üssü’l-harekat ittihaz ve bütün dikkat ve gayretini bu noktaya +rekz eden hükumet-i hazıra bu türlü şayi’atı icad ve bilir +bilmez tekrar ve neşr edenler hakkında mücazat-ı şedide icrasını +ve her ne nam ve suretle olursa olsun tehyic-i ezhanı +ve ihlal-i sükun ve huzuru intac edecek bil-cümle teşebbüsat +ve harekata karşı tedabir-i kat’iyye ittihazını kararlaştırmıştır. +Hükumet-i hazıra istinad ettiği selamet-i vatan emel-i +millisinden ahz-i kuvvetle faaliyet-i a’zamiyye ile harekete +azim ve her türlü tereddüdden salimdir. Şu hakīkat umuma +ma’lum olarak ona göre hareket edilmek ve erbab-ı matbuat +da gazetelerinde lisan-ı ciddiyyete yakışmaz makalattan +tevakkī eylemek üzere keyfiyet beyan ve i’lan olunur. +Altı yüz senelik Osmanlı saltanatının Avrupa hey’et-i düveliyyesi +a’zalığından çıkarılması muhacematıyla en nazik +bir devreye giren ve mukadderatı evvela irade-i ilahiyye +saniyen kendi süngüsüne istinad eden bu millet-i muazzamanın +efradı arasında şu sırada fırka hayatı tefrika hayatıyla +tefsir edilebileceği ve bir fırka-i siyasiyyenin avamil-i faaliyetinden +olan intihabat ile parlamento meşağiline ahval-i +harbiyye yüzünden el-haletü hazihi imkan görülmediği cihetle +göstermek vaz’iyetinde bulunduğumuz bit-takdir akdemce +bir fırka-i siyasiyye teşkiliyle bizi meydan-ı mücahedeye +sevk eden avamil ordunun siyasiyyattan ve politikacılardan +velev pek geç olsun kurtulması suretiyle za’il olduğundan +Cenab-ı Hakk’ın bu millet-i necibeyi muharebe-i hazıradan +selametlerle çıkarması du’asıyla Hürriyet ve İ’tilaf’ın +siyasi programı vakt-i merhununda açılacak olan Meclis-i +Meb’usanımızın a’za-yı muhteremesine emanet edilerek bu +dakīkadan i’tibaren memlekette hal-i tabi’inin avdetine kadar +mü’essesat-ı siyasiyyemizin seddiyle bütün Osmanlıların +hassasiyyet-i fedakarilerini lazıme-i harbin yüksek bir parmak +etmeleri tavsiye ve beyan olunur. +rası mülgadır. Yani fırak-ı siyasiyye kulüplerde ictima’ memnu’dur. +nin umur-ı sıhhiyesiyle hizmetine me’mur olanlardan gayrı +kimse bulunamayacak yalnız evkat-ı mahsusada mecruhini +ziyarete gelenler kulüplere girebileceklerdir. +demin memnu’iyyet-i vakı’adan müstesnadır. +“Başkalarının hesabını sizden sormazlar; siz kendinize +bakınız.” +Mealinde olan şu hitab-ı ilahi doğrudan doğruya biz +müslümanlara aid iken yazıklar olsun ki hiç birimiz o emri +yerine getirmiyor; en kıymetli zamanlarımız o nefsimizi +murakabe altında bulundurmakla geçecek saatlerimiz günlerimiz +hatta ömürlerimiz hep başkalarının hatasını araştırmakla +başkalarının fenalığını sayıp dökmekle heder olup +gidiyor! +Gerek cemaat-i müsliminin gerek o cemaatten bir ferdin +hayrı için teklif edilen işlere karşı: “Neme lazım! Ne üstüme +vazife!” cevab-ı miskinanesini atalar sözü gibi aynen +tekrar ediyoruz; cennetlik vücudumuzu azıcık yormak şöyle +dursun ağzımızı bile açmıyoruz da mes’ele Zeyd’in Amr’ın +harekatını muahezeye gelince olanca faaliyetimizi olanca +talakatimizi sarf etmekten asla geri durmuyoruz! +Yeryüzünün dörtte üç bölüğünü kaplayan müslümanların +yine dörtte üç bölüğü hiç bir eser-i hayat göstermiyor. Bu +biçarelerin aleme şüun-i aleme afal afal bakan gözleri “Ne +gelenden haberim var ne gidenden haberim!” mealini en +açık bir beyan ile anlatıp duruyor. Geride kalan ekalliyetin +fırıl fırıl dönen nazarları ise başkalarının nekaisiyle uğraşmaktan +baş alıp da bir kerecik olsun kendi muhitine kendi +şahsına in’itaf edemiyor! Hülasa ekseriyet tefritin ekalliyet +Müslümanlık din-i fıtri din-i ilahi hem en son din-i ilahi +olmak i’tibariyle bir din-i i’tidal iken nasıl oluyor da bizler +hiç mu’tedil bir hatt-ı hareket ta’kīb edemiyoruz? Bunun cevabı +pek kolaydır: Çünkü Müslüman namı altındaki cemaatin +kısm-ı a’zamı İslam’ın şekl-i sahihinden alabildiğine +gafil. Dünyada ukbada bizi insanların en mes’udu sırasına +geçirmeyi kafil olan böyle bir dini cehlimize kurban ettik; +hala da ediyoruz. Yazıklar olsun. +Şeriati hal-i hazırına getirince artık hiç birimizde intibahdan +eser kalmadı; ahlak-ı fazılanın ismini bile unutmak +derekelerine düştük. Evet haydi maziden ibret almıyoruz; +çünkü gözümüzle görmedik. Haydi zamanımızda fakat başka +nebbih olmuyoruz; çünkü zavallıların kaynayıp gittiği adem +girdabları bizim denizlerimizden uzakta bulunuyor. Lakin şu +bizim kendi gözümüzün önünde geçen kendi başımızın üstünde +dönen fecialardan olsun ibret almak yok mu? +Osmanlı müslümanları pek iyi bilmelidirler ki: Dört taraftan +muhat olduğumuz felakette her ferdin evet bila istisna +her ferdin bir hisse-i mes’uliyeti vardır. Eğer herkes gerek +kendi nefsine gerek Halik’ına gerek dindaşlarına vatandaşlarına +karşı ifa ile mükellef bulunduğu vazifeleri ihmal +etmiş olmasa idi bu musibetler bu belalar kabil değil başımıza +gelmeyecek idi. +Başkalarını muaheze edivermekle kimse vicdanı huzurunda +mes’ul olmaktan mahkum olmaktan kurtulamaz. +Biz dört sene evveline gelinceye kadar geçen zamanı +susup oturmakla; şu dört seneyi de oturup muttasıl söylemekle +heder ettik. Efradının bütün a’zası atalete mahkum +kalarak yalnız çenesi işleyen bir millet elbette yaşayamaz. +Biz sair milletlerden o kadar geri kalmış idik ki aradaki +mesafeyi tayy edebilmek için her ferd uhdesindeki vazifeden +başka bir de fedakarlık hissiyle mütehassis olacak idi. +Heyhat bizler o vazifeyi bile külliyen ihmal ettik. Büyük küçük +bütün efradın vazifesi muahezeye intikada inhisar etti. +Memleketin en hamiyetli en dirayetli en doğru düşünen +en doğru söyleyen mahdud bir kaç evladına münhasır +kalmak şartıyle muaheze intikad selamet-i milletin yegane +çaresi olabilirse de bu hak taammüm ettiği gibi o deva +salgın bir hastalık kadar büyük rahneler açar. Nitekim açtı. +Şimdi hayat-ı milleti kökünden sarsan emraz-ı ictimaiyye +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Eslaf “Söz ayağa düşmesin!” derler hem bu sukūttan pek +korkarlarmış. Ancak onlar bir çok mütefekkir kafaları da +ayak sırasında görürlermiş. O şiddet pek fazla idi; lakin hiffetin +bu kadarı da aynı akıbeti husule getirir. Nitekim getirdi. +Şimdi yapılacak şey bundan böyle olsun ağzımızı değil gözümüzü +açarak kusurlarımızı yakından görerek onları ikmale; +Allah’a ibadullaha karşı mükellef olduğumuz vazifelerimizi +hakkıyle ifaya çalışmaktır. Ye’sin manası yoktur. +Tercümesi +“Zannediyor musunuz ki: Sizden evvel geçen ümmetlerin +duçar oldukları mihen ve meşakkate siz de mübtela olmadıkça +cennete girecek nail-i mükafat olacaksınız? Onlara o +kadar müdhiş musibetler vicdan-hıraş felaketler isabet etti +o kadar sarsıldılar ki peygamberleri onunla beraber bütün +ehl-i iman olanlar “Nusret-i ilahiyye ne zaman erişecek?” +deyinceye kadar sahil-i selamete çıkamadılar. –İş bu dereceyi +bulunca hemen tebşir-i sübhani erişti– biliniz ki nusret-i +* * * +Zeccac’ın ka’il olduğu Şeyh Muhammed Abduh’un +da izahı vechile istifham-ı mücerred içindir. Binaenaleyh +tin ma-kablinde bir mahzuf gözetmek lazımdır. isbat +mukabilinde te’kid-i nefy içindir. Ma’a haza daha birçok tevcihatta +bulunuyorlarsa da en muvafık olanı budur. +Nefs ve beden haric olarak insana isabet eden felakettir. +Malı gasb edilmek memleketinden çıkarılmak hayatı taht-ı +tehdide alınmak menafi’-i müslimine mümana’at eylemek +gibi. +mübtela olmak mecruh ve maktul düşmek gibi. fi’lasl +hareket demektir. Ma’a haza burada uğradığı müdhiş +felaketlerden havf ve hirase düşerek yürümekte ve söylemekte +son derece muztarib olarak ayağı ve lisanı hemen kayıp +yıkılmak derecesine geldiği gibi yine kendisini toplar gibi +olmak büyük bir tehlikede bulunmaktır ki: Hendek Vak’ası’nda +da müslümanların bu mertebede olduğunu +ayet-i kerimesi haber veriyor. +* * * +Ayet-i kerime Sure-i Bakara’ya mensubdur. Sebeb-i +nüzulünde ihtilaf ediyorlar. Bazıları Uhud Muharebesi’nde +diğerleri Hendek Muharebesi’nde bir kısmı da Mekke-i Mükerreme’den +Medine-i Münevvere’ye hicret edildiği zaman +nazil oldu diyorlar. Ma’a haza hangi vak’ada nazil olduğunu +tedkīk etmeye hacet yoktur. Bizim bu nass-ı ilahiden anlayacağımız +bir hakīkat varsa o da bunun bol bol Müslümanlık +da’vasında bulunmakla hemen nail-i mükafat oluruz i’tikadında +bulunanlara karşı bir itab-ı ilahi olduğu; bununla beraber +a’da-i din ü vatanla çarpışmakta olan müslümanları +a’daya karşı son nefese kadar mukavemet etmeleri lüzumunu +takrir etmesidir. +Hicret zamanında müslümanlar pek çok mihen ve meşakkat +gördükleri gibi Uhud ve Hendek muharebelerinde de +pek ziyade sıkılmışlardı. Hele Hendek Vak’ası’nda her taraftan +a’da-yı dinin hücum etmeleri bununla beraber münafıkların +da vaadlerinde hulf etmeleriyle asakir-i İslamiyyeye +o kadar felaket isabet etti; fikirleri re’yleri o kadar tezelzüle +uğradı onların hey’et-i umumiyyesi o kadar sarsıldı ki +tasviri gayr-ı kabildir. +Bu kadar şiddeti görünce Müslümanlık +da’vasında bulunan birçok münafıklar +diyerek firara bile tasaddi etmişlerdi. İşte bu +gibiler hakkında +... itab-ı ilahisi nazil oldu. Bu nass-ı ezeli bu itab-ı +sübhani diyor ki: Sizden evvel de bir takım ümmetler geçti +onlar da hakkı müdafaa uğrunda –a’da-i din tarafından– +bi-nihaye müşkilata tesadüf ettiler kuvve-i maliyye ve +nüfus-ı umumiyyeleri pek çok hasara uğradı memleketlerinden +çıkarılıp hayatları taht-ı tehdide alındı. Bu müdhiş +felaketlerden havf ve hirase düşerek ne yapacaklarını şaşırdılar. +Düşmanın kuvveti her taraflarını o kadar ihata etti +ki hiçbir taraftan nişane-i zafer görülmez oldu. İş bu derece +vehamet kesb edince onların peygamberleri elçileriyle beraber +ehl-i iman olanlar da Cenab-ı Allah’a rabt-ı kalb ederek +bargah-ı uluhiyyete tazarru’ ve niyaz etmeye başladılar. +Aman ya Rab nusret-i ilahiyyeni tesri’ et! diye yalvardılar. +Allah da onlara nusret edip din vatan düşmanlarını mağlub +perişan mü’minleri galib kıldı. Şu halde zannediyor musunuz +ki siz de onların gördüğü la-tuhsa mihen ve meşakkate +tahammül-suz felaketlere giriftar olup da sabır ve sebat +göstermedikçe yalnız da’va-yı İslamiyet’le cennete girecek +nail-i mükafat olacaksınız? Eğer böyle zannediyorsanız ne +kadar aldanıyorsunuz! Zira mükafat-ı ilahiyyeye nail olmak +Allah uğrunda her türlü felaketlere sabır ve sebat ile mukabele +etmekle olur. Sünnet-i ilahiyye bu yolda caridir…! +Daha bu me’alde pek çok ayat-ı sübhaniyye varid olmuştur +ki bunların hepsi yalnız Müslümanlık da’vasında +bulunmakla nail-i mükafat olacağız i’tikadında bulunan +binaenaleyh tam ma’nasıyla Allah’a rabt-ı kalb ederek müdafaa-i +hak yolunda maddi ve ma’nevi tesadüf edeceği +müşkilatı iktiham edemeyenler hakkında pek dehşetli bir +tehdid-i ilahidir. + +---- +. ... +---- + +Eğer safahat-ı tarihiyye tetebbu’ edilecek olursa müda +fi’-i hak olanlar her zaman müdhiş felaketler karşısında bulunmuşlardır. +Nice peygamberan-ı izamın çarmıhlara çekildiğini +birçoklarının bıçkılar ile baştan aşağı yarıldığını görüyoruz. +Sadr-ı evvel müslümanları da aynı felaketleri gördükleri +gibi bugün de dehşetli müşkilat karşısında bulunuyorlar. +Ma’a haza bunlardan me’yus olmamalı zira asr-ı evvel +müslümanlarının başlarına gelen felaketlere nisbetle bunlar +hiç demektir. Hakīkaten mü’min olup da Allah’a rabt-ı kalb +edenler daima yorulmaz bir azim ile yürümeli hukūk-ı müslimini +muhafaza için her türlü mihen ve meşakkate göğüs +gerip son nefese kadar sabır ve sebat göstermelidir. +Evet bugün müslümanların kuvve-i maliyye ve nüfus-ı +umumiyyesi o kadar zayi’ata uğradı ki bunu tasvir etmek bile +yakın zamanlarda hiçbir yerde görülmüş değildir. Bununla +beraber mütefekkirlerimizin fikirleri re’yleri de o kadar mütezelzil +o kadar muztaribdir ki millet-i İslamiyyeyi müdhiş +felaketten tahlis ederek sahil-i selamete çıkarmak için hangi +mesleğe süluk hangi fikri iltizam nasıl bir yol ta’kīb edilmesi +lazım geldiğinde cidden müşkilat çekiliyor. Çünkü millet-i İslamiyyenin +selamet-i atisi için hangi yol iltizam ve ta’kīb edilecek +olsa daha yarıya varmadan bir tehlike baş gösteriyor +korkunç mani’alara hatır ve hayale gelmeyen müdhiş engellere +tesadüf ediliyor. Binaenaleyh oradan dönerek başka +bir yolun ta’kīb olunması tasavvur ediliyor. Bu kere de veche-i +azimet bu tarafa çeviriliyor. Biraz yürüdükten sonra bu +yolun da nihayeti bataklık olduğu hissedilerek buradan da +ric’at ediliyor. Bunun için bu mesail-i muazzamayı fasl ü hal +etmek hususunda akıllar valih ve hayran fikirler mütezelzil +mütereddid olup kalıyor. +Bu mesail-i mu’dileyi kolayca halledecek esbab ise ordu-yı +yurdumuzu çiğneyen düşmanları hudud haricine çıkarıp atmaktır. +Bu ise yalnız kuvve-i maddiye ile efradın kesretiyle +olmaz. Bununla beraber kuvve-i ma’neviyyeden de istimdad +etmek lazımdır. Binaenaleyh bugün bütün müslümanlar +Allah’a rabt-ı kalb edip dergah-ı uluhiyyete el açmalı +bargah-ı ehadiyyetten tazarru’ ve niyaz eylemeli. Vaad etmiş +olduğu nusret-i ilahiyyenin ta’cil ve tesri’i için Kadir ve +Kayyum hazretlerine yalvarmalı. O zaman emin olmalıyız +ki min indi’llah mev’ud olan nusret-i ilahiyye bir gün evvel +asakir-i İslamiyye tarafında nümayan olacaktır. +Aksekili +META NASRU’LLAH? +Ehl-i Salib ordularının Arnavudluk’ta Rumeli’de icra ettikleri +mezalim engizisyon cinayetlerini bile geçti. Milyonlarca +kaklara çamurlara döküldü. Bi-nihaye ırzlar pa-mal edildi. +Bütün İslam mal ve menalleri yağma olundu. Çocuk kadın +demeksizin İslamlara katl-i amlar yapıldı. Hatta ma’sumlar +diri diri gömüldü açlıktan öldürüldü. Yiyecek ekmek yatacak +yer def’-i hacet edecek mahal kalmadı. Müslümanlara +karşı icra edilen bu mezalim-i vahşiyane o dereceye getirildi +ki milyonlarca efraddan hiçbir aile bu musibetten azade kalamadı. +Endülüs ahval-i feci’asını bile geçti. Ehl-i Salib ordularının +zulüm ve vahşetlerini ceraid-i yevmiyye yazmakla +tüketemiyor gelen muhacirler anlatmakla bitiremiyor. Bunları +hifeler mahdud. Cildlerle kitaplar bile bunu isti’ab +edemez. İşte yirmi birinci asrın kanlı çehre-i celladı! Bütün +kainat görsün. +Vakı’a bu kadar mezalim cezasız kalmayacak fakat ne +çare ki milyonlarca İslam sokaklarda çamurlarda kaldıktan +yüz binlerce ma’sumlar mahv olduktan sonra. Yoksa bu derece +vahşet onların da yanlarına kalmaz. Buna emin olmalı. +Çünkü adalet-i ilahiyye buna müsa’id değildir. Bu kadar +lib’ine canavar sürülerine mahv ettiren Avrupa zanneder +mi ki bunun bin kat fevkinde mesa’ibe duçar olmayacaklardır? +Kim bilir ne kadar büyük günahlar evamir-i ilahiyyeye +kavanin-i fıtrata karşı ne müdhiş isyanlar irtikab etmişiz ki bu +derece elim bir felakete o nisbette dehşet-nak bir musibet-i +umumiyyeye duçar olduk. Tarihlerde bir kavmin bir diyarın +bir anda mahv olduğunu görüyorduk da anlayamıyorduk. +elimini gördük. Bu bütün cihan için bütün alem-i İslam için +ne büyük ibrettir! Bilmeli ki kavanin-i ilahiyye müslümanların +hatır-ı şerifi için hükmünü değiştirmez. +Bunu i’tiraf etmeliyiz ki biz kendi ef’alimizle bu hallere +giriftar olduk. +Bize +büyüklüğünü takdir ettiren o ilahi kanunlar; zalimler kafirler +zi gördük zulmün vahşetin engizisyonun enva’ına duçar +olduk. Şimdi sıra bunun mürtekiblerine müşevviklerine +gelmiştir. Bu kadar ma’sumların enini fezalarda mahv olur +gider mi zannediyorsunuz? Elbet bu mülkün bununla beraber +bütün kürelerin bütün insanların bir sahib-i hakīkīsi bir +sultan-ı azimi bir hakim-i adili bir kahir-i zü’l-celali vardır. +Zannediyor musunuz ki o malikü’l-mülk ve’l-melekut barbar +Avrupa’nın cehennemlerini yine kendileriyle doldurmayacaktır? +Onları bir anda mahv için Allah esbabını yine o +zalimlere kendi elleriyle hazırlatmıştır. İnşaallah yarın yarın +olmazsa öbür gün be-heme-hal intikam-ı ilahinin dehşetini +göreceğiz. Yoksa hepimiz Hazret-i Musa gibi bağırırız: +! +– +Hayır hayır. Bizim için ye’is olamaz. Mü’minlere ye’is +yakışmaz. Biz kalbimizi o Rahim-i Zü’l-cemal’e döndürerek +ta’ib ve müstağfir tazarru’ edelim günahlarımızın afvını istirham +eyleyelim. Emin olunuz ki teveccühümüz tam sıdkımız +bütün olursa o Tevvab-i Rahim kabul eder. Bunlar hep birer +cilve-i ilahiyyedir intibah için birer ders-i azimdir. Allah zat-ı +zü’l-celalini tevhid edenleri mahv edecek de teslis edenlere +mi dünyayı bırakacak? Haşa. Azab-ı elim onlar için yakındır. +Elverir ki biz muvahhid-i tam olalım. +Ey müslümanlar! Geliniz hep bir ağızdan: +! +– +Diye ref’-i avaz edelim. Bakalım bu cihan-ı la-yetenahi +bir Semi’ ve Mucib’den hali mi? Elbette değildir. +VATAN AŞKI +Bir valide tek oğlunu -bu validelerde +bilmem ki neden din ü vatan aşkı ziyade?Gönderdi +gönüllü olarak harbe geçen gün; +Yok kendisine bir bakacak ademi ol gün +Titrer eli yok takati artık yaşı yetmiş; +Vaktiyle gönüllü yazılıp askere gitmiş +En sonra şehid olmuş olan zevci küçük bir +Evlad bırakıp: “Ben gelemem belki… Yetiştir +Bir kavga olursa bunu gönder” diye gitmiş. +Balkan bize harb açtığını şimdi işitmiş +Tek oğluna: Yavrum!... diyerek ağlar iken o +Kalbindeki arzusunu hisseyleyen oğlu: +“Ben anlıyorum anneciğim harb haberinden +Mahzun oluyorsun; onu duydum da bugün ben +Geldim sana! İşte vatan evladı bugün bak +Hep sahne-i harbe koşuyorlar bize durmak… +Düşmanların en istediği sevdiği bir şey. +Sen kaldığımı istemiyorsun sanırım ey +Rikkatli ve ey bağrı yanık anneciğim! Sen +Hiç ağlama bu şanlı düğündür; pederimden +Ayrıldığın anda bilirim ağlamıyordun; +Gelmişti telaşla eve bir gün ona sordun: +“Ya hu! Yine baş kaldırıyormuş Yunan; öyle +Harb var da niçin söylemiyorsun neye böyle +Bi-çare kadınlar gibi evde duruyorsun +Hala şu silahı asılı durduruyorsun?!.” +Bu sözlerine karşı peder: “Ben de onun’çün +Geldimdi telaşlı yarın olmazsa öbür gün…” +Derken ne için ağlamıyordun? +− Aman oğlum +Durma!... İçerimden sana ben şöyle diyordum: +“Gençtir acaba gitmemek ister mi ki?!” Oh! Sen +Arzu ediyormuşsun onu söylemeden ben! +Etmişti baban işte bana böyle vasiyyet +Zaten babanın oğlusun Allah’a emanet! +Koş durma hemen cenk yerine Balkan’a can at; +Düşmanlara Osmanlılığı merdliği anlat; +Şu yurdumuzu Bulgar’a çiğnetme cihad et; +Git kavgaya git de babanın ruhunu şad et. +Gazi olarak avdet edersen ne meserret! +Din ü vatan uğrunda ölürsen ne sa’adet!.. +Ayrılmış idi ertesi gün validesinden +Bir danecik evladı sabah gün doğuyorken. +Gördüm o zavallı kadını oğlu gidince +Mahzun…-Nasıl olsa bu kadın kalbi pek ince +Pek nazik olur- gözlerini mendile sildi +Taşmakta olan yaşlarını zabt edebildi. +Allah’ına el açmış idi yalvarıyordu; +Kalbiyle bütün safvet-i ruhuyla diyordu: +Ya Rab! Vatanı düşmana çiğnetme!... O yurdum +Dursun vatan uğrunda şehid olsun o oğlum +El açtım İlahi sana divanına durdum. +DU’A +Rabbim cebinimizde var azlal-ı ma’siyet +Asi ibadının dili muhtac-ı mağfiret… +Parlat ziya-yı merhametinle kulubunu.. +Rabbim garib ibadının afv et zünubunu.. +Mihrab-ı izzetinde eder secde kulların; +Bi-kes kalan yetimlerin avare dulların +Dur etme bir niyazını ya Rabbi afvına… +Ma’bedlerin celaleti gufranı hakkına +Bahş et Hilal ü kuvvet-i İslam’a i’tila +Rabbim cünud-ı hasmı harab et bu sahada… +Dinin bu hakk-ı haşmeti yükselsin ölmesin +Katillerin cebini çamurlarda titresin… +Rabbim sufuf-ı düşmanı et kahr u pür-sücud.. +Rabbim Salib’e verme sakın fırsat-ı su’ud!... +. . = = . . . . . . . . + +. = = = = . . . . . . . . . . . . . . . . . +Ali Şeyhü’l-Arab +ALEM-I İSLAM VE DEVLET-I OSMANIYYE’YE +KARŞI İNGILTERE’NIN SIYASETI +Çok def’alar Dersaadet gazetelerinin bazılarında şu fıkraya +tesadüf ediyorum: “İngiltere’nin maksadı Devlet-i Osmaniyye’nin +tamamiyet-i mülkiyyesi ve mahfuziyet-i hakimanesidir”!! +Ben bu yaldızlı fakat pek büyük bir gurur ve basiretsizlikle +yazılmış olan bu misillü fıkralara rast geldikçe hayretten +fart-ı ta’accübden kendimi alamıyorum. Zira politika +alemince aleyhimize çevirilen ne kadar siyasi entrikalar +varsa kaffesi ya İngiltere’nin gizli desa’isinden yahud onun +ale’l-ekal rıza ve muvafakatiyle husule gelmiş bulunduğundan +pek ziyade eminim. +Ben İngiltere ile Devlet-i Aliyye’nin muhadenetini hatta +edenlerdenim. Fakat zirde beyan edeceğim bazı siyasi noktalara +nazaran İngiltere’nin bize karşı hele bugünlerde almış +olduğu vaz’iyet-i hafiyye-i diplomatikiyye dolayısıyla bütün +alem-i İslam’ı icfal belki de muztarib ve mükedder kıldığını +remezsem de yalnız İngiltere’nin mülkümüzün bazı taraflarında +çevirttiği ve çevirtmekte bulunduğu “siyaset-i diniyye” +entrikasını bazı gazetecilerimize tavzih edip bundan sonra +nın hamisi mevki’ine ıs’ad edecekleri zaman biraz reviyet ve +Ma’lumdur ki İngiltere yüz milyona karib müslümana +yekunü teşkil eden müslümanların idare-i dahiliyyesi Londra’nın +taht-ı nüfuzuna dahil olmakta ise de ma’nen taht-ı +hakimiyyetine alamamıştır. Bunlar ma’neviyatlarıyla Dersaadet’teki +makam-ı mu’alla-yı Hilafet-penahiye teveccüh ve +oldukça dehşetli bir asabiyete uğruyor. İnfi’alinden kendini +arasıra tutamayarak besbelli Saltanat-ı Osmaniyye başına +bir takım meşakil-i müdhişe-i siyasiyye ika’ edip günden +güne Makam-ı Hilafet’i sarsıyor ki bir gün gelsin de ma’azallah +bu büyük düşmanını rakīb-i menfurunu ortadan kaldırsın! +Ve taht-ı hakimiyyetinde bulunan marrü’z-zikr +milyon Müslümanın gerek maddeten gerek ma’nen Londra’dan +gayrı bir cihete alaka ve irtibatları kalmamasını taht-ı +te’mine alsın. Çünkü imparatorluk –Hind İmparatorluğu– +başka bir suretle emniyet-i tamme altına alınmaz! +te iken bu son zamanlarda pek açık ve aleni olan bu politikasını +Mısır ve Suriye muhitlerinde tecelli ettiriyor. +kavi ve metin rabıtalarla bu son zamanlarda re’sen Londra’ya +bağlattırılmasına pek büyük faaliyetler gösteriyor. Fikirden +dahi çıkarmamalıdır ki İngiltere rakīb-i siyasisi olan +Almanya’dan ne kadar korkuyorsa “vahdet-i İslamiyye” +fikrinden daha ziyade korkuyor. Zira İngiltere hükumeti +alem-i İslam’ca bugünlerde vahdete doğru görmekte olduğu +faaliyet-i fevkaladeden dolayı pek ziyade endiş-nakdir. +doğru attıkları hatveler karşısında bir adüvv-i bi-eman gibi +durarak müslümanları vahdete sevk ve teşvik etmekte bulunan +amiller ne ise onları ortadan kaldırıp mahv ü perişan +ediyor ve müslümanları Makam-ı Hilafet’e rabt eden be +va’is-i ruhiyyeyi eziyor. +Bu sebebledir ki Mısır’da çıkan ne kadar Müslüman gazeteleri +varsa –ki İslamları daima vahdete ve Makam-ı Hilafet’e +hep +sini bir takım vahi esbabdan dolayı ta’til ettirmiştir. +Bu sebebledir ki daima Mısır’dan Suriye’ye hususi adamlarını +gönderip Türklerin çürük idaresinden ! İngilizlerin +beyninde propagandalar çevirtiyor. +Bu sebebledir ki İtalya’yı Trablusgarb’ın istilasına Balkan +hükumetlerini Makedonya’yı Türklerin elinden almasına +teşvik ediyor yahud ettiriyor. +Bu sebebledir ki Ceziretü’l-Arab’da yani Umman Kuveyt +ve Irak cihetlerinde bazı kabile reislerine silahlar tevzi’ +edip Devlet-i Aliyye aleyhine i’lan-ı isyan ettiriyor. Daha neler +söyleyeyim?!!... +Hatta bir iki gün evvelisi Beyrut’a bir İngiliz kruvazörü +gelir. Bazı temaşager ahali kruvazöre giderler. İngiliz zabitanından +bazısı bir iki Müslüman za’irlerine şu suali sorarlar: +– Acaba buradaki hıristiyanların hali nasıldır? +Onlar cevaben: İyidir derler. Zabit tekrar sorar: – “Onlar +Fransa’yı bizden daha ziyade severler ! Fakat müslümanlar +nasıl bizi sevmezler mi?” der… +Acaba İngiltere’nin gerek Makam-ı Hilafet’e ve gerek +müslümanlarına karşı ittihaz eylediği bu garib siyasete +mukabeleten bizim Dersaadet’teki bazı Müslüman gazetecilerimizin +misi” süsünü vermeye hakları var mıdır? +Devlet-i Osmaniyye’nin tamamiyet-i mülkiyyesini muhafaza +etmeyi deruhde etmiş ise acaba Mısır’ı ne için şimdiye +kadar tahliye etmiyor da Devlet-i Aliyye’nin tamamiyet-i +mülkiyyesine ri’ayet etmek istemiyor? Mısır Eyaleti’ni yavaş +yavaş Devlet-i Aliyye’nin zir-i hakimiyetinden tahlis ile +memleket[in]e ilhak etmesi acaba o tamamiyet-i mülkiyyenin +muktezıyatından mıdır? +Daha garibi vardır ki İngiltere hükumeti Mısır’da nüfuz +ve murakabe-i fi’iliyyesi altına yeni bir hilafetin te’sisi için +bütün kuvvet ve desiselerini isti’mal eylediğini işidiyoruz!! +Trablusgarb ve Balkan muharebelerindeki Mısır’ın bi-taraflığı +esasını kuran İngiltere işbu amal-i siyasiyyesini kemal-i +vuzuhla meydana çıkarıyor. +Hatime-i makal olarak şunu da ilave edeyim ki +artık biz İslamlar vehmiyattan hakaika intikal etmekliğimizin +zamanı hulul etmiştir zannındayım. Zararımıza gece gündüz +çalışmakta olan düşmanlarımızın kucaklarına bu derece +müte’amiyane bu kadar da mütehalikane atılmayalım. +Basiretkar davranalım. Gazetecilerimizin bu kadar la-kaydane +hareket etmeleri İngilizleri pek memnun kılıyorlar! Fakat +menafi’-i İslamiyye bizim cehlimiz sayesinde tarmar oluyor. +Allah bizim akıllarımıza basiret versin. +Yevm-i Arefe +Beyrut’ta er-Re’yü’l-am +gazetesi sahibi +Bosna-Hersek Cem’iyet-i İlmiyyesi’nin naşir-i efkarı olmak +üzere Bosna’da Misbah namında Arabi hurufuyla +Türkçe ve Boşnakça on beş günde bir risale neşr olunmaya +başlamıştır. Cem’iyet-i mezkurenin esbab ve suret-i teşekkülü +hakkında atideki fıkarat Misbah ’ın mülahazatıdır ki perakende +ve şirazesiz ulema-yı İslamiyyenin enzar-ı intibahını +celb eder ümidiyle nakli muvafık görülmüştür. +Münferiden yapılamayan birçok şeylerin müctemi’an yapılması +kabildir. Mesela bir kişinin kaldıramayacağı bir cismi +birkaç kişi bir araya gelip müttehiden sarf-ı kuva ederlerse +o cismi istedikleri gibi oynatırlar. Bir fikrin ta’mimi bir +gayenin ta’kībi de böyledir. Efrad fikir ve maksadlarını tevhid +ederek müttehiden o maksadın husulü için sa’y ü gayret +ederlerse muvaffak olacakları muhakkaktır. Binaenaleyh +ziyadesiyle akl-ı selime mutabık olmakla gerek dini gerekse +dünyevi hususatın kaffesinde ittihad ve ictima’ın lüzumunu +beyan buyurmuş ve guna guna şirketler usulünü vaz’ eylemiştir. +Cümle ehl-i imanın kardeş olduğunu bir maksad uğrunda +sa’y ü gayret eylemeleri lüzumunu dermiyan etmiştir. +Fakat bu nüktenin fehm ü idraki hususunda ukūl muhteliftir. +Tab’-ı beşer muhtac-ı irşad muhtac-ı ikaz bir fıtratta yaratılmış +olmakla mürşide rehbere ihtiyac vardır. Bu ihtiyacı +keyfiyetini tedkīk edenler tamamıyla anlar. +Demek ki ehl-i İslam’a rehber olacak onları dini ve dünyevi +hususatta ikaz ve irşad edecek ulemadır. Ulemanın bu +husustaki vazifesi ise gayet ağır fevkalade müşkil olmakla +bu zamanda münferiden ifası adeta müstahil olmuştur. +Binaberin ulemanın birleşmesi yek-vücud ve yek-zeban +olarak bu ağır vazifenin ifasına şitaban olması lüzumu vardır. +Bu lüzumu ilk evvela Hind uleması hissetti. Bundan on +sene mukaddem “Nedvetü’l-Ulema” namıyla bir cem’iyet +teşkil ettiler ve o taraflardaki ehl-i İslam’ın teyakkuz ve intibahlarına +pek çok hizmet ettiler ve ediyorlar. Bu cem’iyetin +Urdu ve Arab lisanıyla tab’ edilir mecmu’a ve kitapları pek +çoktur. Bundan maada “Lekehnu”da muntazam medreseleri +var ki buradan çıkan talebe va’iz olmak üzere Hindistan’ın +her tarafına hatta Afrika’ya bile gönderiliyor. +Geçen sene Mısr-ı Kahire’de buna mümasil ve “Cem’iyetü’d-Da’veti +ve’l-İrşad” namı altında bir cem’iyet te’essüs +etti. Bu cem’iyet bir de “Darü’d-Da’veti ve’l-İrşad” namıyla +altı sınıf üzerine müretteb bir medrese açtı ki buradan çıkan +talebenin bir kısmı muhtac-ı irşad olan ehl-i İslam’ın irşadıyla +tevaggul edeceği gibi diğer kısmı da muhtac-ı da’vet +olan akvamın yanına gidip din-i İslam’ın feza’ilini bildirerek +neşr-i İslam ile uğraşacaktır. +Bosna-Hersek uleması muhit ve mekan i’tibarıyla çoktan +beri birleşmeye yek-vücud olarak çalışmaya dinen +mecbur idi. Zira medreselerimiz mekteplerimiz bunlardaki +tedrisat ziyadesiyle muhtac-ı ıslah olduğu gibi daha mühim +bir mes’ele vardır ki o da resmi mekatib-i umumiyyedeki +tedrisat-ı diniyye-i İslamiyyenin pek nakıs olmasıdır. Bu +tedrisat-ı diniyye esaslı bir tensikata muhtacdır. Bunun için +kütüb ve resa’il ihzar eylemek medaris ve mekatibimizin +noksanını ikmal eylemek lüzumunu millet-i İslamiyyemize +anlatmak icab eder. Bu kolay bir şey değildir. Bunu bir iki +kişi ifa edemez. Böyle mühim bir maksadın tervici hissiyat-ı +necibe-i İslamiyyenin beyne’l-müslimin neşr ü ta’mimi için +bütün e’imme muallimin müderrisin hükkam-ı şer’-i şerif +hülasa umum ulemanın çalışması lazımdır ki bir faide tasavvur +olunabile. +ulemasından birkaç zat sene-i cariyye Muharremü’l-haramının +on dördünde –şehr-i Saray’da– toplandı. “Bosna ve +Hersek Cem’iyet-i İlmiyyesi” namıyla bir cem’iyet te’sisine +karar verdi. Bunun için lazım gelen nizamnamenin tertibini +“Encümen-i Muvakkat’e” havale eyledi. Encümen-i Muvakkat +dahi nizamnameyi yapıp lazım gelen mahalde tasdik +ettirdi ve sal-i hal-i Arabi Şevval’inin on altıncı Cumartesi +günü için da’vet olunan ulema toplandı icab eden Hey’et-i +men Cenab-ı Vacibü’l-Vücud bu cem’iyeti ve umum ehl-i +ÇEHRE-I MEŞ’UM-I IZMIHLAL +Yarılıp sanki zemin uğrayıvermiş yer yer +Bin sefil ordu ki efradı: Bütün aileler +Hepsi aç bir paralar yok kadın erkek çıplak; +Sokağın ortası ev kaldırımın sırtı yatak +……………………………………….. +Avlu baştan başa binlerce dilenciyle dolu.. +Eski sahibleri mülkün kapamışlar da yolu +El açıp yalvarıyorlar yeni sahiblerine! +Selanik’i Yunan Ehl-i Salib ordusu bila-harb işgal ettikten +sonra da intişarına devam eden bir müslüman gazetesinin +hükumet-i cedideye mülkün yeni sahiblerine karşı neşr ettiği +tiklalin kadrini bilmeyenler esareti hayata tercih edenler bu +zavallı kardeşlerimizin düşman elindeki halini görsünler de +yaşamak için ölmek lazım geldiğini anlasınlar. +“Memleketimizin her tarafını gezip görenler tasdik ederler +ki tecemmu’ eden nüfus-ı kesireyi kat’iyyen bu memleket +topçuları ve silahlarını teslim etmiş olan Osmanlı askerleri +üç vilayet mülhakatından muhaceret edip gelen nüfus-ı +kesire ve’l-hasıl memleketin haric ve dahilini geçilmez bir +hale ifrağ etmiştir. +Fırınlarda ekmek bulmak mümkün olamıyor. Bütün fırınların +kapılarına Rumca bir varaka ta’lik olunarak “askeriye +aiddir” ibaresi bugün ma’a’l-istiğrab meşhud oluyor. Bu +mes’eleyi alakadar olanlara sual ederiz? Bütün fırınlar askere +aid olduktan sonra ahali muhacirin ve saire ne ile tegaddi +edeceklerdir. İki günden beri bizzat fırınları gezip ekmek +almaya muvaffak olamayanlar aç kalan aileler la-yu’ad ve +la-yuhsadır. Bir müslüman gazetesi olmak münasebetiyle +her hangi bir sebebden muztarib olanlar bi-hakkın idarehanemize +müracaatla feryad ediyorlar. Biz de bu zavallılara +verecek cevap tesliyet edecek bir nokta bulamıyoruz. +Hükumetten çend def’a rica ve istirhamda bulunduk +yi +ne rica eder ve nazar-ı dikkat ve i’tina-perverilerini celb +ederiz. Hakīkaten cami’lerde sokaklarda yatmaya mahkum +bi-çare muhacirin ailelerinin hal-i esef-iştimalleri şayan-ı +merhamet bir derecededir. Bu muhacirler yiyecek ekmek +ve hatta def’-i hacet edecek bir mahal bulamıyorlar. Ma’azallah +bu suretle memlekette bir sari hastalığın zuhuru da +müsteb’ad değildir. +Gerek memleketin gerekse asakir-i müttefikanın selameti +nokta-i nazarından memleketten bu izdihamın ref’i çaresine +bakılmak muhacirini yerlerine sevk ve i’zam etmek asakirin +bir kısmını münasib mahallere sevk ile bi-lüzum izdihamın +tehvini çarelerine lütfen himmet etmek Hükumet-i Yunaniyye’nin +vazife-i mukaddesesidir. +Biz öyle zannederiz ki hükumet bunun çare-i acilini bulacak +ve her halde selamet-i umumiyyenin te’minine sa’y +edecektir. +Ma’işet bahsine gelince memleketimizde mevcud fırınların +kamilen askere tahsis edilmesi ve ahalinin ma’işeti hususunun +nazar-ı dikkate alınmaması bittabi’ anarşiyi mucib +halattandır. +Ma’lumdur ki açlık hiçbir şeyle kabil-i tedavi olamaz. +Aç olan bir şahıs da her mahalle ta’arruz eder. Memleketin +asayişi muhtel olur. Binaenaleyh hükumetin bu babda da +nazar-ı dikkat-i aliyyesini celb ederiz. +Mevcud fırınların bir kısmının askere bir kısmının da +ahaliye tahsis edilmesi ve hangilerin askere ve hangilerinin +ahaliye muhassas olduğunun matbuat vasıtasıyla umuma +ale’t-tekrar hükumetin adalet ve mürüvvetinden bekleriz.” +Atideki mektup geçen hafta Çatalca Muharebesi’nden +evvel Hadımköy’de bulunan muhbirimiz tarafından gönderilmiş +olup matbuat-ı yevmiyye ile neşr edilmiş idi: +ULEMA-YI KIRAMIN VÜRUDU + +---- +ORDU-YI OSMANI HAYAT-I NEVIN KESB ETTI +---- + +Müsteşar-ı Meşihat-ı Ulya tarafından ulema-yı İslam’a +hitaben Cihad Beyannamesi neşr olunduğuna dair telgrafnamenizi +görenler pek memnun ve ümidvar oldular. Dün +akşam da ulema-yı kiram geldiler. Pek hüsn-i te’sir gösterdi. +buraya vürudu ordu-yı İslam’da derin bir te��sir husule getirip +kuvve-i ma’neviyyeye hayat-ı nevin bahş etmeye başladı. +Efrad düşmandan dönmeyeceklerine ve yüz çevirmek +talak ettiler. Efrad nazarında ulemanın pek büyük ehemmiyeti +vardır. Ulema-yı kiram kendi ehemmiyetlerini vazife-i +ulviyyelerini takdir ederek daha bidayet-i harbde meydan-ı +harbe şitaban olsalar imiş pek büyük faideler muvaffakiyetler +ashab-ı ama’imi görünce bütün uruk-ı diniyyeleri galeyana +geldi. Herkes Allah uğrunda İslamiyet uğrunda canımız +feda diye bağırıyor. İnşaallah ordumuz yakında nasıl bir +millet ordusu olduğunu gösterir. Fakat gelen ulema azdır. +Ulema yalnız hükumetin i’zamını beklememelidir. Bedeninde +biraz kudret gören bütün ulema meydan-ı harbe şitaban +olmalıdır. O vakit ordunun kuvve-i ma’neviyyesi cihanı hayretler +Zaten bu babdaki farziyeti herkesten evvel ulema bilir +ve inda’llah inde’n-nas herkesten evvel onlar mes’uldür. +Çünkü vazife-i tebliğ onlara aid olduğu gibi; ümmete pişva +olmak da onların vazife-i mühimmesidir. Böyle olursa +nusret-i ilahiyyeden kat’iyyen ümidvar olabiliriz. Zira +“ = Eğer siz Allah’a nusret ederseniz o da +size nusret bahş eder.” Allah’a nusret; Kur’an ’ı İslamiyet’i +müdafaa için hayatını malını bütün mevcudiyetini feda etmektir. +Herkes canını feda etse bütün ümmet hayatını kazanır. +Onun için ulema-yı kiram kat’iyyen ihmal göstermemelidir. +Hükumetimizin bu babda ittihaz ettiği tedabir inşaallah +yakında hüsn-i te’sirini gösterecektir. +ŞEHAMET-I İSLAMIYYE +Mut’taki vatanperveran-ı ümmet tarafından ceridemize +atideki telgraf çekilmiştir: +“Kanımız dinimiz imanımız vardır. Sebilürreşad ashab-ı +yüzde bir raddesindedir. Lehü’l-hamd ilel ve emrazdan +salimiz. İlk işarette harekete amadeyiz. Cevabınızı telgrafhanede +bekliyoruz.” +Şehamet-i İslamiyyenizle ruh-ı peygamber şadandır. Ahkam-ı +zifemizdir. +* * * +Dün de Taşucu’ndan şu telgrafı aldık: +Livamız dahilinden dahi asker gitmemiş gibidir. Hükumetimizin +her emrine amade bulunduğumuzu dinimiz imanımızla +ahd ü misak ettik. Lehü’l-hamd ilel ve emrazdan +salimiz. Cevabınıza makine başında muntazırız. +Bu muhterem imza sahibini yakından tanıdığımız için +telgrafnamesinden ne kadar mütehassis ve müte’essir olduğumuzu +ta’rif edemeyiz. Evvelisi hafta Huneyn Gazve-i +celilesi üzerine yazdığımız makalenin –lütf-i Hak ile– te’sir-i +beliğini bütün Anadolu ahali-i İslamiyyesi tarafından mitingler +akd olunmak idarehanemize ateşin telgraflar keşide +edilmek suretiyle ibraz ettiğini görmekle eşk-riz-i şükran ve +mahmidet olduk. Biz şu hakīkat-i ulviyyeyi anladık ki: Allah +ve Resulullah uğrunda mal ve canını güle güle fedayı cana +minnet bilen böyle milyonlarca evlad-ı Muhammedi varken +Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye bütün şa’şaa-i şevket ve iclaliyle +yaşayacak. Kıyamete Ahkadar yaşayacak. +! +Matin gazetesinin Mustafapaşa muhabiri Teşrinisani +tarihiyle yazıyor: +…Öğleden sonra saat iki raddelerinde Divan-ı Harb +a’zasıyla yirmi kadar jandarma neferi etraf haneleri halkı +ve harb muhabirleri boş kalan bir İslam hanesinin bahçesinde +toplandılar. Bir dakīka zarfında ipleri ağacın en sağlam +dallarına bağlayıp iskemle yerine mahkumların ayakları altına +eski fıçılar koydular. Eğer o fıçılar ile biraz ötede tehi bir +haneden buldukları ip bulunmasa idi bağçede bulunanların +çirmeyecekti. Hava gayet güzel idi sonbahar güneşi beyaz +şu’aatı ile etraf dağlarını tenvir edip bu feci’ ve can-hıraş +manzaraya yukarıdan pek yüksekten temaşager oluyor +beyaz minaresi havanın mai tabakaları içinde heybet-nüma +oluyordu. Minarenin üzerinden Bulgar askeri beyaz elbiseli +Salib-i Ahmer Cem’iyeti a’zası Bulgar kızları bu manzarayı +temaşa ediyorlar aşağıda tecemmu’ eden halk muharebeden +edip bu feci’ manzarayı nazar-ı dikkate almak bile istemiyorlardı. +Polis komiseri darağacına son bir nazar-ı teftiş atf etti +ve her şeyin hazır olduğunu görerek jandarmalara hanede +mevkūf olan mahkumeynin meydan-ı siyasete getirilmeleri +emrini verdi. Bir müddet sonra Ahmed ve İsmail’i uzaktan +gördüm nasıl idama mahkum olanlar bunlar mıdır? Büsbütün +la-kayd bulunan titremeyen cüz’i bir eser-i heyecan ve +halecan göstermeyen bu adamların idama mahkum olduklarına +biraz sonra darağacına çıkacaklarına inanmak kabil +mi? Ahmed ipin sallanmakta olduğu ağaca la-kayd bir nazar +atf ettikten sonra parlak gözlerini bize gösterdi heyecandan +ari olan bu kalbin vatan muhabbeti ile meşhun olduğu +aşikardı. Bu gözlerin biraz sonra ebediyyen kapanacağına +bir türlü inanmak istemiyordum. Onlar da hayat vardır +bana öyle geliyor ki garib ve nageh-zuhur bir hadise hükm-i +ların hükm-i idamı tebliğ ettikleri zaman Ahmed ve İsmail +yemeklerini henüz bitirmişler idi. Hiçbir heyecan ve halecan +hissetmediler hiçbir söz söylemeksizin simalarında alaim-i +telaş göstermeden derhal ayağa kalkarak kelepçeleri urulmak +geliyorlar. Yolda tecemmu’ eden cem’-i gafir arasında kendi +yollarını bizzat açtıklarını gördüğüm zaman kalbimden +müd +hiş bir teessür hissettim. Kanunen idam kararnamesinin +Divan-ı Harb tarafından ta’yin edilen me’mur-ı mahsusun +okuması icab eder. İdamname altı büyük sahifeden ibaret +olup kıraeti yirmi dakīka kadar devam etti. Bu esnada ben +muttasıl ihtiyar Ahmed’in yüzüne bakarak bir eser-i heyecan +aramaya gayret ediyor idim. Bu adam bu dinç ihtiyar +ömründe korku hissetmemiş olduğu gibi şu feci’ ölüm karşısında +dahi hiç titremiyor korkmuyor heyecan göstermiyor +bu derece metanet ve cesarete tesadüf etmediğimi i’tiraf +ederim. Mahkumlar idamnameden hiçbir şey anlayamadılar +onlar muttasıl etrafa bakıp halkın heyecanını telaşını +seyr ederek mevti istihkar ettiklerini açıktan açığa göstermek +esnada Ahmed Divan-ı Harb a’zasına hitaben metin bir +sada ile “Ölmezden evvel hiç olmazsa son namazımızı kılmaya +müsa’ade etmenizi istirham ederim” dedi. +Komiser cevaben “Ne istiyorsanız söyleyiniz ma’ +a’lmem +nuniyye kabul edeceğim” diyerek ellerini çözmeye +emir verdi. O esnada gayet müessir bir manzara karşısında +bulundum. Ömrümde böyle bir manzaraya tesadüf etmedim +ve ila nihaye bunun te’siri bakī kalacaktır. İsmail biraz +ötede endiş-nak bir halde durmuş iken ihtiyar Ahmed +darağacına yaklaşarak yeri iyice tedkīk edip ağaç parçalarını +tozları bir tarafa attı otları yerden kopardı bu hareketi +fevkalade garib olup yanımda bulunan bir Avrupalı bana +hitaben: “Ömrümde böyle manzaraya tesadüf etmemiş +mahkumun şu hareketini görenler adi birşeyle meşgūl olduğuna +zahib olacaklardı. Guya bağçede çalışıp şimdi öğle namazını +kılmaya hazırlık görüyordu. Bu hazırlıkları gördükten +sonra ihtiyar jandarmalara hitabet: +– Abdest almak için bana biraz su verir misiniz? dedi. +Jandarmalardan biri su getirmeye gittiği zaman Ahmed +tekrar namazgahını tedkīk ederek yeniden ağaç dallarını +toplamaya otları koparmaya başladı. Beş dakīka sonra jandarma +bir kova su getirdi. Ahmed hiçbir eser-i telaş göstermeksizin +yüzünü ayaklarını ellerini dikkatle yıkadı ağzını +çalkaladı ve kendi eli ile kovayı jandarmaya iade ettikten +sonra namazgahına avdet etti. Bu dakīka pek ulvi pek müessir +bir dakīka idi. İhtiyarın bu hareketini metin vaz’iyetini +görerek heyecan ve ta’accübümü setr edemiyordum. Ne +mukaddes ne ulvi bir manzara!... İşte ihtiyar tekrar yeri temizliyordu. +Bütün nazarlar ona ma’tuftu. Bahçede amik bir +sükunet hüküm-ferma olup temaşageran nefes bile almak +yayarak ayağa kalkar tekrar zemin-i niyaza zanu-zede olur +yine ayağa kalkar. Dudakları arasında son du’ayı ediyordu. +Birkaç metre uzakta aynı manzara hüküm-fermadır İsmail +de halkın hayret ve ta’accübü karşısında son namazını kılıyordu. +Bu manzara yirmi dakīka kadar devam etti. Uzakta +Edirne etrafında vakit vakit atılan topların gürültüsü havanın +en yüksek tabakalarını inletiyor. Ahmed namaz kıldıktan +sonra jandarmalara hitaben: +– Şimdi hazırım dedi. +Ba’dehu kuşağının içinde bir gümüş saat bir kurşun kalem +bir tütün tabakası ve daha sair şeyler çıkararak jandarmaya +teslim ettikten sonra +– Haydi artık vakit kalmadı ben hazırım dedi. +Fakat İsmail henüz namazını bitirmemiş olduğu için biraz +beklemeye mecbur oldular. Birkaç dakīka sonra Ahmed +de hazır idi. Jandarmalar derhal mahkumları beyaz bezlere +sardılar yüzbaşı halka hitaben: +– Haydi gidelim şimdi hükm-i idam icra edilecek dedi. +Halk derhal bir tarafa hücum ettiler. Jandarma ağaçtan +asılan ipi ihtiyar Ahmed’in boynuna geçirdi. Diğer bir nefer +de İsmail’in boynunu bağladı bir dakīka sonra mahkumların +ayakları altında bulunan fıçıları bir tekme ile öteye yuvarladılar. +Heyhat! Şimdi iki vücud boşlukta sallanıyordu! +Bütün Bulgaristan’ı hak ile yeksan etmek suretiyle bu +vahşetlerin intikamını almadıkça kınına sokulan İslam kılıcına +yazıklar olsun! Dünkü gaydacılara karşı mağlub olduktan +sonra bir daha onu belde taşımaktan utanmalı onunla beraber +yerlere gömülmelidir. +kizdeki nümune çiftliklerinden daha vasi’ ve hiç olmazsa +bin dönüm vüs’atinde olması ve tarz-ı cedid üzere buharlı +müteharrik favolar haraset makineleriyle sair makine ve +alat-ı mühimme-i zira’iyyenin celb ve tatbiki. +mekte olan usul-i cibayet o kadar azim ve müşkil o kadar +ağırdır ki bu sebeble ziraat günden güne tedenni ve inhitat +belki inkıraza doğru gitmekte ve umur ve mu’amelat-ı hükumeti +tezyid ve işkal etmekte olduğundan be-heme-hal bu +mehazirin def’i için bütün bu mu’amelatı tevhid ile bir kaide-i +muntazama tahtına almak Irak’ın en müessir mevadd-ı +hayatiyyesinden biridir. Bunun için bir suret-i seri’ada “kadastro” +yani arazinin mesahası üzerine maktu’ bir resm vaz’ +etmek icab eder. Bugünkü usul ile yapılan cibayet zahiren +öşür ve humus ve sülüs ise de hakīkat-i halde zürra’ın hasılat-ı +safiyesinin hemen yüzde yetmiş raddesinde olduğu +edna bir tedkīk neticesinde anlaşılır. Halbuki arazinin kurbiyet +ve bu’diyet ve kuvve-i inbatiyyesini ve sair havass-ı +hikemiyye ve kimyeviyye ve fizyolojiyyesini nazar-ı i’tibara +alarak maktu’ bir resme tabi’ tutulursa her ne kadar mu’ayyen +bir satıh için dun bir resm verir ise de bu usul sayesinde +zürra’ın umum arazisini ziraat etmek mecburiyetinde +bulunacağından vereceği umum rüsum hal-i hazıra göre +Kadastronun tatbika bir mukaddime olmak üzere her +sene sarf edilen yüz binlerce guruşla mühendis ve ziraat +me’muruyla erbab-ı hibreden bir hey’etin ta’yini ile kazanın +mükemmel bir kadastro haritası alınır ve usulü dairesinde +arazi kadastroya rabt ve maktu’ bir resme tabi’ kılınırsa her +sene gerek ahaliye ve gerek hükumete birçok müşkilatın +zuhuruna sebebiyet veren bu zer’a ve masarıfat ve ihtilasat-ı +daimeye nihayet verilir ve aynı zamanda bu kadastro hakkında +hem bir fikir edinmiş ve hem de diğer mahallerde tatbik +ashab-ı arazi evladlarını usulü dairesinde ziraatin icrasına +alıştırmak için Musul Bağdad ve Basra vilayetlerinden talebe +kabul etmek üzere Bağdad mıntıkasında teşekkül edecek +nümune çiftliğine merbut ve yüz elli talebeyi isti’aba kafi +üç sınıf olmak üzere i’dadi derecesinde bir Ziraat Ameliyat +Mektebi’nin küşadıdır. +zira’iyyenin iktişafat ve ihtira’at-ı ahire üzere olmasını te’min +val-i iklimiyye ve coğrafisi bu hıttaya pek yakın ve son zamanda +hususat-ı zira’iyyede dünyanın en müterakkī ve ileri +gitmiş memleketi olan Amerika-yı Vüsta’ya i’zam ve orada +en elzem şu’abatta pratik ve mü’essesat-ı muhtelife-i zira’iyyeyi +gördükten sonra yine burada en aşağı üç sene hizmet +etmenin şart ittihaz olunmasıdır. +lel gelmemek şartıyla memlekete menafi’-i azime te’minine +badi hali arazinin muhtelif şirketlere li-ecli’l-i’mal tevzi’idir. +bab-ı terakkīsi olan tevzi’-i i’malden sonra değil belki akdem +tır. Memleketimizde hasılat-ı nefise ve makbulenin vücuda +gelmemesi birçok sanayi’-i zira’iyyemizin revac bulmaması +hep bundan münba’istir. Ma’rifet iltifata tabi’dir. Müşterisiz +meta’ zayi’dir. Binaenaleyh ziraatimizin ve sanayi’-i zira’iyyemizin +terakkīsi için her halde bunun enzar-ı umumiyyeye +teşhiri ile en güzel ve makbul nefis ve mebzul hasılat yetiştirenlerin +mesai-i memduha ve mü’essesat-ı müfide ve cedide +te’sis edenlere mükafat i’tası için merkez-i vilayatta birkaç +mevsimde küşad edilmek üzere umum şu’abat-ı zira’iyye +büyük bir mevki’ ihraz eden ipek böceğinin mehd-i zuhuru +hıtta-i Irakiyye’dir. Yakın bir zamana kadar bu mahsul hıtta-i +gün ise asarına tesadüf olunamamaktadır. Binaenaleyh bu +mühim san’at-ı zira’iyyenin ihyası için ya merkez-i vilayette +veya Horasan kazasında bir harir darü’t-tahsili te’sis eylemek +pek mühim ve derece-i elzemiyettedir. + +---- +BALKANLAR CIHADI +---- + +Bir tebliğ-i resmiyle Bigados şimalinde kain Dragon köyü +civarıyla Değirmentepe ve Cerrah Çiftlik tepelerine tahaşşüd +eden ve bir fırka tahmin edilen düşman askeri üzerine +yedi bin beş yüz metreden dokuz bin metreye kadar gayet +muvaffakiyetli grup ateşi icra edilerek külliyetli telefat verdirilmek +suretiyle sırtların arkasına def’ ve tenkil edildikleri +Hamidiye süvarisinin Teşrinievvel tarihli raporları üzerine +askeriyye şehrimize getiriliyor. +Bugünkü gazetelerle Babıali’nin doğrudan doğruya düvel-i +müttefika ile sulh müzakeresine giriştiğinin muhakkak +olduğu ihbar olunuyor. Selanik’in sukūtu da ancak bugün +gazetelere geçiyor. Turgud Reis süvarisinden Bahriye Nezareti’ne +gelen Teşrinisani tarihli telgrafname vechile dün +ba’de’z-zeval saat üçte Celeb köyünde bulunan düşman +kıtaatına bombardıman edilerek düşmanın inhizamı resmen +bildiriliyor. Bugün sabah Sadr-ı a’zam hazretleri Rusya +Sefarethanesi’ne giderek sefir hazretleriyle yarım saat kadar +mülakat buyuruyorlar. İspanya sefine-i harbiyyesi Renarhta +kruvazörü dahi bugün limanımıza dahil oluyor. +Resmi olarak İşkodra valisinden alınan atideki telgraf +neşr olunuyor: “ Teşrinievvel tarihinde Kakarik Tepelerine +doğru ilerleyen yedi taburdan mürekkeb bir düşman +kuvvetine kıtaatımız tarafından hücum edilmiştir. Düşman +Boyana Nehri karşı sahiline firar edip meydan-ı harbde yüz +kadar maktul bırakmış bütün toplarını ve birçok piyade +mühimmatını terk etmiştir. Düşmandan iğtinam edilen eşya +arasında Ceneral Çoroviç’in bütün evrakı çadırı kılıncı ve +üniforması bulunmuştur.” Bugün İttihad ve Terakkī Fırkası’na +mensub olanlardan birçoğunu hükumet tevkīf ediyor. +haberler geliyor. Öğleden sonra ve geceleyin alınan gerek +resmi gerek gayr-ı resmi haber asakir-i Osmaniyyenin +nikat-ı muhtelifede muvaffakiyat ve muzafferiyatını tebşir +ediyor. Çatalca hutut-ı istihkamiyyesinin ilerisinde tecavüze +tasaddi eden Bulgar asakirinin men’i ve birçok toplarının +tahrib edildiği gibi; Garb Ordusu’nun da Yunanlıları münhezim +etttiği Nasliç’i Kayalar’ı istirdad eylediği Serfiçe’ye +doğru ilerlediği İşkodra’daki kuva-yı Osmaniyyenin de +kahramanane müdafaadan geri durmadığı Karadağlıları +külliyatlı telefata uğrattığı son müsademelerden birinde birçok +esliha levazım ve eşya-yı saire iğtinam eylediği; Edirne’nin +de kahramanane mukavemette ber-devam olduğu +ve ahiren icra olunan şiddetli bir hücum hareketiyle düşman +kuva-yı askeriyesinin büyük zayi’ata uğratıldığı iş’ar olunuyor. +Ye’se mağlub olan ahalimizin simalarında bir parça +lem’a-i ümid parlıyor. +Memleketin ahvaline gayr-ı vakıf ve havf u telaşa mağlub +olan ecanibin müracaat-ı ha’ifanelerine nihayet vermek ve +kendilerine kuvvet-i kalb olmak üzere sefaret ve konsoloshanelerine +muhafaza-i emniyet için asker ihracı hakkında +sefarat-ı ecnebiyye tarafından vukū’ bulan iltimas Hükumet-i +Seniyyece mücerred kendilerini tatmin maksadıyla +tervic edilmiş olduğu beyanat-ı resmiyye ile anlaşılıyor. +Nazım Paşa’dan gelen telgraf dünkünden daha hafif olmak +üzere bugün dahi bütün Çatalca hattı boyunca top muharebesi +devam eylediği ve bazı nikatta ilerlemeye teşebbüs +eden düşman piyadelerinin geri püskürtüldüğü bildiriliyor. +Hadımköy’ünde Başkumandan Vekili Nazım Paşa hazretlerine +keşide buyurulan telgrafname-i hümayunun gazilerimize +hitab ettiği metn-i teşci’ ve tahsini bugünkü gazetelerle +neşr olunuyor. Bugün Ordu-yı Hümayun Başkumandanlığı +Vekaleti’nden makam-ı sami-i Sadarete çekilen telgrafnamelerden +sabahtan beri şiddetli bir surette icra olunan +topçu muharebesinin muvaffakiyetle devam eylediği hatt-ı +müdafaanın merkezi ilerisindeki düşman piyadelerinin topçu +ateşimizin te’siriyle ric’ate mecbur edildikleri gibi bir kısım +bataryalarının da iskat edildiği; sol cenahımız merkezine +Bulgarlar tarafından saat ve dakīkada edilen ta’arruzun +def’ olunarak düşmana yalnız orada nefer yirmi zabit telefat +verdirildiği ve iki mitralyöz iğtinam olunduğu dün dahi +sağ cenahta bulunan kıtaat-ı Osmaniyye’nin cebhesine ilerleyen +düşmanın telefat-ı külliyye ile geriye püskürtüldüğü +gibi sabahleyin mezkur kıtaatın sol cenaha doğru ilerlemeye +kıyam eden düşman piyadesi de keza zayi’at-ı külliyyeye +duçar edilerek def’ edildiği ve bugün de top muharebesinin +bütün cebhede devam ettiği ihbar olunuyor. +Büyükçekmece’de Donanma-yı Hümayun Kumandanlığı +Vekaleti’nden gelen tahrirata istinaden donanmanın o +taraflardaki hidemat-ı meşkuresi ve musib endahtlarıyla +düşmanı iz’ac ettiği gazetelerle neşr olunuyor. Harbiye Nazırı +Nazım Paşa’nın çektiği bir telgrafta: Bütün Çatalca hatt-ı +müdafaası boyunca üç günden beri icra edilmekte olan top +ve tüfenk muharebesinin dün dahi muvaffakiyetle devam +ederek merkezden ilerlemeye teşebbüs eden düşman piyadelerinin +geri püskürtüldüğü gibi bazı bataryalarının da iskatı +ve cenahda iki mitralyözünün zabt olunduğu merkezde +kain bir Osmanlı tabyasının da dün akşam gurub-ı şemsle +beraber bir huruc hareketi icra ederek tabyanın karşısındaki +siperlerindeki düşmanın münhezim olarak kısm-ı a’zamının +bildiriliyor. +Gazetelerle neşr olunan resmi telgraflar evvelki gece düşmanın +kamilen Papasburgaz sırtlarına çekildiğini ve Çatalca +ci Fırkası’nın Birinci Prens De Batenberg Alayı’na mensub +bulunduğu apoletlerinden anlaşılan beş yüzü mütecaviz +maktulü olduğu birçok tüfenk şapka ve zabit kılıncı iğtinam +olunduğunu ve tutulan üseranın ifadesine göre düşmanın +üç günden beri aç olduğu asakir-i hümayunun kuvve-i +ma’neviyyesi pek iyi bulunduğunu bildiriyorlar. Turgud Reis +Süvarisi’nden gelen resmi telgrafta Terkos civarında donanmanın +ateşi himayesinde Terkos müfrezesinin düşmanı +Ormanlı cihetine ve Karaburun’dan on mil şimale kadar +sürdüğü haber veriliyor. Diğer resmi telgraflardan dahi dün +düşmanla ciddi muharebat icra edilmeyip sağ ve sol cenahlarda +hafif top ve tüfenk ateşi te’ati edildiği düşmanın hatt-ı +müdafaadan uzaklara çekildiği anlaşılıyor. +Balkan Hükumat-ı Müttefikası’nın Devlet-i Osmaniyye +de takarrur ederek Rusya’nın Dersaadet sefiri vasıtasıyla +Babıali’ye bildirildiği ve Bulgaristan tarafından bugün karargaha +murahhaslar gönderileceği de yazılıyor. +Bugünkü gazetelerle Bulgaristan reis-i vükelası tarafından +şera’it-i mütarekeyi havi Babıali’ye irsal olunan şera’it +şayan-ı kabul görülmediğinden ve esasen şera’it-i mütarekenin +müzakeresine başkumandan vekili me’mur bulunduğundan +düvel-i muhasıma murahhasları icra-yı ta’dilata +salahiyetdar iseler kendileriyle bil-müzakere kabil-i kabul +olacak şera’it-i mütarekenin kararlaştırılarak bildirilmesi ve +ma’kūl ve mu’tedil şera’it dermiyanıyla mütareke vukū’una +kadar müsteniden bi-tevfikihi te’ala harbe devam olunmasının +vekalet-i müşarun-ileyhaya tebliğ edildiği resmen tebliğ +olunuyor. Diğer resmi bir telgrafta dün gece dokuz kırkta +Kalikratya civarında donanmanın düşmanı püskürttüğü bildiriliyor. +Dünkü günde düşman ile sol cenahta cüz’i top ateşi icra +edildiğini merkezde düşman tarafından Mekteb-i Harbiyye +tabyasına tek tük endaht icra edilmiş olduğu ve oradan +mukabele olunduğunu sol cenahın da göndermiş olduğu +keşif kolları vasıtasıyla düşman tarafından bırakılan bir hayli +esliha ve eşyayı topladığını düşmanın Büyükçekmece +Köprüsü’nü topa tuttuğunu donanma tarafından mukabele +olunarak iskat ettirildiğini hatt-ı harbin bazı nikatında hafif +top ateşi te’ati edildiğini müş’ir Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın +resmi telgrafları neşr olunuyor. +Bugün mütareke ve sulh müzakeratının başladığı gazetelerle +Sobranya Reisi Danef Bulgaristan Başkumandan Vekili Savof +Bulgar Erkan-ı Harb Reisi Miçef’lerin ta’yin edildikleri +ve Devlet-i Aliyye murahhası olarak da: Başkumandan +Vekili Nazım Paşa’dan maada Ticaret Nazırı Reşid Devlet-i +Aliyye’nin Berlin Sefiri Osman Nizami Paşa ve Erkan-ı Harbiyye +Reis Vekili Hadi Paşa’ların ta’yin edildiğini Osmanlı +Ajansı istihbar eyliyor. +Bugünkü gazeteler gayr-ı resmi müstahberata atfen Yanya +ve Selanik havalisinde muharebatın devam eylediğini ve +Osmanlı Bulgar murahhaslarının sahne-i harbe vasıl olduklarını +yazıyorlar. Selanik’te Yunan asakiri tarafından ahali-i +mahalliyyeye zulüm ve işkence yapıldığı için Almanya tarafından +Selanik’e gönderilen sefine-i harbiyyenin karaya +asker ihracıyla asayiş-i beldeye nezaret etmeye başladığını +Balkan muharebatının ilk günlerinde darülfünun talebesinin +Babıali önüne toplanıp da “Harb isteriz” diye yaptıkları +nümayişi teşvik ve tertib töhmetiyle İttihad ve Terakkī +Fırkası erkan ve a’zası miyanında icra olunan tevkīfat hakkında +neşr olunuyor. Vesaik-ı tarihiyye kısmında mündericdir. +Osmanlı ve Bulgar murahhaslarının da Bahşayiş köyünde +bir çadırda ictima’ ederek müzakerat-ı ibtidaiyyede bulunurlar +fakat Bulgarlar Edirne’nin teslimini istiyor Osmanlılar +da bu talebi kat’i surette reddeyliyorlar. Müzakeratın +münkatı’ olmayacağı söyleniyorsa da cereyan-ı hal bunun +pek de mümkün olamayacağını gösteriyor +ALEM-I İSLAM’DA TEZAHÜRAT +Bakü Osmanlı Şehbenderhanesi tarafından Hilal-i Ahmer +menfa’atine açılmış olan iane defteri münasebetiyle Bakülü +varid olan hususi mektuplardan anlaşıldığı vechile hakīkaten +şayan-ı kayd u tezkardır. Mektuplarda şehbenderhanece +toplanılan paranın ne mikdar teşkil eylediğine dair sarih bir +rakam gösterilmiyorsa da her halde külliyetli bir mikdarda +para toplanılmış olduğu tahmin ediliyor. Asıl ma’rifet paranın +mikdarında değil bu münasebetle ibraz olunan tezahürat-ı +ma’neviyye-i İslamiyyededir. Anlaşılan Bakü’de ve +mülhakatında Hilal-i Ahmer ianesine zengin fukara köylü +şehirli amele erkek kadın herkes iştirak etmektedir. Muhtelif +esnaf-ı ahali tarafından şehbenderhaneye iane vermek +üzere gelen erbab-ı hamiyyet tarafından mucib-i teessür bir +takım tezahürat vaki’ oluyor. Fukara zengin ihtiyar çocuk +kadın biriktirdikleri paraları Hilal-i Ahmer’e veriyorlar. Hele +köylülerin amelelerin takım takım şehbenderhaneye gelerek +aralarında topladıkları paraları teslim ederek fart-ı teessürlerinden +ağlamaları Şehbender Efendi’nin de onlarla beraber +eşk-riz-i teessür olmaları ne kadar büyük ne kadar samimi +bir “uhuvvet-i İslamiyye” manzarası teşkil ediyor. +Tahran’da neşr olunan Aftab gazetesi Balkanlar muharebesi +münasebetiyle yazmış olduğu “İran ve Osmanlı” ünvanlı +bir makalesinde son seneler zarfında dinen tarihen +yek-diğerine merbut olan bu iki İslam memleketinde vukū’ +bulan vekayi’-i siyasiyye miyanında bir mukayese yaparak +“Osmanlılarda Şeyh İdrisler varsa bizde de Rahim Hanlar +vardı” diye bir müşabehet-i tamme buluyor memalik-i Osmaniyyenin +şimdiki halde Avrupa düvel-i Hıristiyaniyyesi +tarafından tazyik edildiğini de tam İran’ın Rus ültimatomları +zir-i tehdidinde ezildiği günlere benzetiyor. Ve sonra böyle +müşkil zamanlarda memalik-i İslamiyyenin yek-diğerine +yardım etmelerinin taht-ı vücubda olduğunu dermiyan ederek +kemal-i telehhüf ve teessüfle İran’ın duçar olduğu felaket-i +mü’essife-i ma’lumesinden dolayı kendisiyle hem-hudud +olan komşu İslam devletine ma’a’t-teessüf maddeten +mu’avenette bulunamayacağını ber-averde-i lisan-ı teessür +ederek ma’amafih böyle bir anda bütün İranilerin ma’nen +Osmanlılarla beraber onların alamıyla müte’ellim meserretleriyle +mesrur olduklarını biraderane ve samimane beyan +ediyor. +Rusca gazetelerin “Hilal” ve “İslamiyet” aleyhine müfteriyane +ve adavetkarane neşriyatlarına karşı müslümanların +protesto ederek milyon Rusya İslamları hissiyatının +nazar-ı i’tibara alınması lüzumundan bahs etmiş olduklarını +telgraflar haber vermiş Sebilürreşad da bunu derc eylemişti. +Bu kere aldığımız Rusca gazetelerde protestonamenin aynına +tesadüf ederek ber-vech-i ati tercüme ediyoruz: +“Balkanlarda Islav hükumetlerinin Osmanlılara karşı i’lan +etmiş oldukları muharebeden beri her gün neşr olunan Rusca +matbuatta –mesela Ruskoya Slovo gibi– hürriyet-perver +telakkī olunan gazetelerde bile muhalif-i beşeriyyet hissiyatla +telkīn olunan bir takım neşriyata tesadüf olunuyor. +Gazeteler mütevaliyen eski mecmu’a-i tevarihten birçok +ünvanları meydana çıkararak beyne’l-ahali vahşiyane hissiyatı +gıcıklıyorlar. Balkan devletlerinin Osmanlılara karşı +harrirlerin kalemleriyle “Salib ile Hilal’in tarihi bir muharebesi” +şekline vaz’ olunuyor. +Rusya’da Hilal’e ihtiram eden milyon İslam vardır. Bu +ahali müslümanlara karşı fırlatılan hissiyat-ı adavet-karaneyi +–ki her taraftan reddolunarak Rus milletinin kalbgahına +saçılıyor– tam bir dikkatle ta’kīb ediyor. +“Bu teşvikat milletin bazı tabakatı arasında ne gibi te’sirat +yad olunan vukū’ata meydan vermez mi? Acaba bu vakte +kadar sulh ve salah uhuvvet ve i’timad mevcud olan muhitlere +bu neşriyat nefret ve adavet sokmaz mı? +Rusya’nın esas-ı azametini; Tevrat ’a İncil ’e yahud +Kur’an ’a tabi’ olanı tefrik etmeksizin bütün Rusya dahilinde +yaşayan milletlerin müttehidane ve biraderane yaşamalarında +gördüğümüzden; İslam aleyhinde vaki’ olan her ta’rizatı +ba-husus “Hilal”e karşı muharebe etmek üzere “Salib”in +da’vet olunmasını hem mugayir-i hakīkat hem de fevkalade +muzır buluruz. +Biz öyle tasavvur ediyoruz ki Rus erbab-ı ma’arifi ve münevver +kısmı müslümanların esbab-ı heyecanını takdir eder +ve sesini ahali beyninde münaferet-i diniyye tevlid eden +gayr-ı layık nümayişlere karşı yükseltir. Rus efkar-ı umumiyyesine +müracaat ederek biz zirde vaz’-ı imza eden müslümanlar +onun mu’avenetini bekler ve ümid ederiz ki halkın +hissiyat-ı muzlimini ünvan-ı yevm edenleri utandırır.” +Trablusgarb cihadı münasebetiyle hamiyet-i İslamiyyelerini +Kaşgar ahali-i İslamiyyesi tarafından Balkan Muharebesi +guruş Harbiye Nezareti’ne gönderilmiştir. O kadar uzak bir +mahalden bu kadar çabuk bir eser-i uhuvvet gösteren Kaşgarlı +kardeşlerimizin işbu tezahürat-ı hamiyet-mendaneleri +kendilerinde uhuvvet-i İslamiyye hissinin ne derece ali olduğuna +bürhan-ı celidir. Var olsunlar. +Bombay’dan Times gazetesine iş’ar olunduğuna göre +Hindistan’ın her tarafında Türkiye hakkında İslamların hissiyat-ı +teveccühkaranesine dair haberler vürud etmektedir. +Hilal-i Ahmer namına iane cem’i için birçok mitingler akd +olunmaktadır. Sir Korimbol İbrahim Bombay’da akd olunan +büyük bir mitinge riyaset ederek mezkur mitingin İngiliz bayrağı +altında yaşayan akvam-ı muhtelife arasında mevcud +vifak ve ittihada delil-i celi olduğunu beyan etmiştir. Hindular +Balkan hükumetleri tarafından bir reng-i mezhebi verilmesinden +dolayı beyan-ı teessüfle Türkiye’nin Kudüs’deki +mesleği ile Balkan Hükumat-ı Müttefikası tarafından ta’kīb +olunan mesleğin birbirine taban tabana zıd olduğunu söylemişlerdir. +Times of İndia gazetesi Hind müslümanlarının +etmiştir. Bu cümleden olarak memalik-i Osmaniyye’nin +muhafaza-i tamamiyet-i arziyye için İngiltere’ye müracaat +edilmesine mitingde karar verilmiştir. +Dobruca’nın Köstence Sancağı ahali-i İslamiyyesi tarafından +. frank raddesinde iane cem’ olunduğu gibi +saire guzat-ı İslamiyyeye ihda edilmiştir. Iane dercine devam +edilmekte olduğu da müstahberdir. +Almanya’nın Stuttgart şehrinde bulunan ve arasıra Sebilürreşad +’a mühim mektuplar ve makaleler gönderen Hayreddin +Beyefendi ile orada bulunan diğer beş altı Osmanlı +tarafından iki buçuk lira-yı Osmani iane derc edilip ceridemiz +vasıtasıyla Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne gönderilmiştir. +Müttefik Balkan ordularıyla müttehid hıristiyan efkar-ı +umumiyyesinin Hilafet-i İslamiyye’ye karşı açtıkları harb-i +salib Kafkasya İslamları miyanında fevkalade bir heyecanı +mucib olmuştur. İşbu heyecanın bir delil-i zahiri ve siyasisi +olmak üzere Kafkasya vilayetlerinde intişar etmiş olan atideki +ediyoruz: +Bugün sahne-i alemde bil-cümle milel ve akvamın enzar-ı +tahkīr ve istihzası altında İslam alemi faci’a-i eliminin +son perde-i dil-hıraşını gam ve ekdar-ı bi-nihaye ile bitirmek +üzeredir. +Bu vakte kadar kendilerini mütemeddin addeden Avrupalı +yamyamlar İslam aleminin cemi’ a’zasını eziyor ve +her gune tahkīrden çekinmiyor idiler. Ümidvar idiler ki +alem-i İslam’ın kalbi menzilesinde olan Hilafet-i Osmaniyye +na-hoş insan gibi bu kadar darbelerden sonra çar na-çar +devam edemeyip mahv ve na-bud olacaktır. Lakin i’lan-ı +Meşrutiyet’ten sonra onlar kendilerinin yanılmış olduklarını +Hilafet-i Osmaniyye’nin yeniden kuvvetlendiğini görerek +dehşete geldiler. Ve alem-i İslam’ın gitgide terakkī edeceğini +teyakkun ettiler. Hayal-i batıllarına göre müslümanlar +hakkında reva gördükleri eza cefa ve hıyanetlerin cezasını +tadacaklarını düşündüler. Ona göre Trablus Bosna-hersek +şimdi de Balkan mes’elesini çıkarıp her taraftan toplar tüfenkler +bombalar hançer ve nizelerini alarak alem-i İslam’ın +kalbine sapladılar. Onu parçalamak ve tamamen paymal ve +muzmahil etmek istiyorlar. +Dindaşlar! Biliniz ve agah olunuz ki bizim yegane ümidimiz +ve yegane çare-i necatımız Türkiye’nin tamamiyet-i +mül +kiyyesi ve onun terakkīsindedir. Eğer biz şimdi de kendimizin +evvelki hissizliğimizden vazgeçmezsek şimdi de ak +lımızı +kullanmazsak bu yüzden dünyanın gözü önünde hakk-ı +ecir tabi’ ve adeta esir olacağımız şekk ü şübheden aridir. +Bizim bu kadar hamiyetsizlik ve faaliyetsizliğimize cehalet +ve uyumak dahi demek olmaz. Zira böyle gürültüler uyuyanı +değil ölüyü bile ayıldır. Anlamıyoruz demek de olmaz +çünkü bunda anlaşılmaz bir şey yok. Bu hususta büyükten +küçükten köylüden hatta bedeviden her kimden sorulsa +kat’iyyen İslam mahv oluyor Müslümanlık gidiyor diye cevap +verecektir. Şurasını da biliniz ki ahlafımız bizim bu kadar +hissizliğimize bu kadar ataletimize la’net-han olacaklar ve +bizden sonra başlarına Avrupa vahşileri tarafından ne kadar +zulüm ve cefalar gelecek olursa sebebi bizler olacağız +la’netler bize gelecektir. Bu vakte kadar Kur’an -ı azimü’ş-anın +ayet-i kerimesine +–ki bizim şimdiki hal-i esef-iştimalimizi nazar-ı i’tibara +alarak nazil olmuştur– itina etmeyip gaflet etmişiz ve cemi’ +dünya ilimlerinden cihada hazırlıktan vazgeçmiştik. Hiç olmazsa +bu hal-i esef-iştimalden sonra can ve malımızı feda +halas edelim. Eğer şimdi de can ve malımızı düşünüp öz +şeref ve haysiyetimiz uğrunda feda etmezsek gelecekte hıristiyanlara +ve bizlere galib olanlara şerefsizlik ile vereceğiz. +Şerefsiz hayattan ise şeref ile ölmek daha büyük şereftir. Bir +bakınız hıristiyanlara ki etraf-ı alemden gönüllüler paralar +binlerle geliyorlar. Biz ise mu’avenete gitmiyoruz para göndermiyoruz +değil birbirimizi telef edip ıyş ü işretle meşgūl +oluyoruz. Paralarımızı onların fahişeleri için sarf ediyoruz. +Hıristiyanlar bu muharebeye “Salib ile Hilal” muharebesi +rın kadınlarının ağūşuna atıp var yoklarını da onların zinetlerine +sarf ediyor ceblerine döküyorlar. Eğer böyle giderse +biz kendimizin bi-arlığımızda devam edersek hal aksi olup +da sonra onlar bizim ırz ve namusumuza el atacaklar. Ey +gayretten dem vuran kesler. Gayretiniz nerede kaldı? Bir kelime +küfürden ötürü öz din kardeşini öldürmeye hazırsın. +Şimdi neden ikdam etmiyorsun? Ve gayretini göstermiyorsun? +Cemi’ alem bilir ki bu muharebeyi Hilafet-i İslamiyye’ye +malik olan Türkiye’ye açan Balkan’ın küçük ve ufak +hükumetleri değildir. Zira şir ne kadar za’if olsa da çakallar +ve tilkiler öyle yakın gelmeye cür’et edemezler. Bu işleri işleyen +lakabı ile mülakkab olan şimal …sı Rusya Hükumet-i müstebiddesidir +ki her gün ne kadar levazım-ı sıhhiyye etibba +Şu saatte Bulgar Sırp ve Karadağlıların nizami saflarında +hadsiz hesabsız Rus zabitleri ve topçuları mübareze etmektedir. +Osmanlıların mağlubiyeti hakkında çekilen telgrafların +ekseri mechuldür. Bu suretle onlar bir taraftan Rusya’dan +harbe gidenlere cür’et vermek diğer taraftan da müslümanları +korkutmak istiyorlar. Alem-i İslam’ın başına gelen +belaların ekserine belki de hepsine işbu … ve … hükumet-i +müstebidde sebeb olmuştur. Diğer memleketlerde İslam +kardeşlerimiz can ve mal ve kasem ile mu’avenette bulundukları +halde biz Rusya müslümanları neden bir cemad gibi +donmuşuz? +Elbette müslüman olan kimseler hiss-i din ve milliyeti +olan şahıslar beyza-i İslam’ı din ve milletini bu kadar duçar-ı +sefalet ve giriftar-ı rezalet görünce gayret-i milliyye ve hamiyet-i +diniyyesi heyecana gelip Kur’an -ı azimü’ş-şanın din-i +Ahmedi ve liva-yı Muhammedi’nin istikamet ve istidameti +yolunda varid olan; +] +ayet-i vafi-hidayesi müfadınca can ve mallarını diriğ etmezler. +Edenler hain-i millet ve düşman-ı din ve bi-gayrettirler. +Bizden istimdad eder her zerre bir feryadla +Pençeleşmek muktezi gaddarla bi-dadla +Zulm ü istibdad devri derd-i ye’s eyyamıdır +Arkadaşlar kan dökün kan dökmenin hengamıdır. +Vakit gazetesinin neşriyatına +na + +zaran Ural Vilayeti’nde Uyalpazarı’nda yeni bina olunan +bir cami’in kubbesine Hilal vaz’ etmek münasebetiyle muhteşem +bir merasim vukū’ bulmuştur. Hilal vaz’ edilmezden +evvel iki bin kadar huzzara karşı mahalle imamı tarafından +beliğ bir hutbe irad edilmiştir. +Rusca gazetelerin neşriyatına nazaran +Rusya İslamları icra edilmekte olan dördüncü Duma +vaları tarafından intihabatta müslümanların menafi’ini gözetmek +üzere mevadd-ı atiyye esas olarak kabul edilmiştir: +lıktan kurtarılmaları için tul müddet imtidad eden uykudan +ayılmaları ve memleketin hayat-ı siyasiyyesine iştirak eylemeleri +elzemdir. +larını intihab eylemelidirler ki onların Duma’daki metinane +müdafaaları sayesinde nail-i mükafat olabilsinler. Kendi +dindaşlarından intihab eylemek kabil olmadığı takdirde +de programları Rusya’da sakin olan milel-i muhtelifenin +hukūk-ı milliyyesini taht-ı te’mine alan fırak-i siyasiyye namzedlerine +uğrunda mücahedat ile hürriyet-i edyanı te’min +asırlardan beri duçar oldukları tazyikat kalkar müslüman +cema’ati daire-i temeddüne milletlerin daire-i uhuvvetine +dahil olur. +seneden beri Kırım’da Bağçesaray’da +Efendi’nin taht-ı idaresinde evvelce haftada bir bir müddet +sonra üç def’a neşr edilmekte olan Tercüman gazetesi +ba’dema yevmi olarak intişar edecektir. Gazete Rusca kısmını +tevsi’ ederek Rus gazetelerinde İslamlar aleyhine olan +neşriyata karşı mübareze ve münakaşa etmek emelindedir. +Kapkayef namında birisi Yıldız +gazetesiyle neşr etmiş olduğu bir makalede Türkçe imlasının +muhtelif muharrirler tarafından muhtelif şekilde yazıldığından +şikayet ederek bu nakīsa ve intizamsızlığın ilgası ve +mu’ayyen bir usul-i imlanın ittihazı için müslüman ulemasından +müteşekkil bir kongre ictima’ına lüzum görüyor. +Ruslar Şah-ı mahlu’ +Muhammed Ali Mirza’yı tekrar tahta ik’ad ettirmeyince rahat +olmayacaklar gibi görünüyor. Son haberlere nazaran +Rus siyasi ajanslarının tahrikiyle fi’ilen Rus asakir-i nizamiyyesinin +taht-ı tehdidinde bulunan Tebriz’de ahaliden bir +kısmı cami’lere toplanarak Muhammed Ali Mirza’yı istediklerine +dair karar ittihaz etmiş ve işbu kararlarını ba-telgraf +Tahran Hükumeti’ne bildirmişlerdir. +bir cem’iyet teşkil olunarak yetim ve bi-kes çocukların emr-i +Avrupa siyasiyyununun +memalik-i şarkiyyeyi istila hakkında perverde +ettikleri emellerine Hıristiyan misyonerlerin ne suretle +pişdarlık ettiklerine dair yazmış olduğumuz bir fıkrayı pek +samimane ve biraderane iltifatlarla iktibas eden “ Siracü’l-Ahbar-ı +Afganiyye” refiki-i muhteremimiz ilave olarak +Afganistan’ın ecanibe karşı mesdud bulunması hasebiyle +Avrupa misyonerlerinden mahfuz kaldığına şükrediyor. +Evvelce Afganistan’da +bir ihtilal-i dahili vukū’ bulduğunu gazeteler yazmışlar +med Yar Han’ın taht-ı kumandasında i’zam olunan Afgan +Ordusu’nun muzafferen Kabil’e döndüğünü ve der-zincir +olarak birçok asilerin payitahtına getirildiğini okuduk. Kabil +ahalisi orduyu büyük heyecanlarla istikbal eylemiştir. +Geçende payitahtımızda +bulunan Muhammed Veli Han namında bir Hindli +müslüman hakkında Afganistan gazetesinin neşr etmiş olduğu +mucib-i şek bir havadisi tercüme ve nakl eylemiş idik. +çok kīl ü kale sebebiyet vermiştir. Hindistan gazetelerinin iki +fırka olarak kısmen Muhammed Veli Han’ın lehinde kısmen +aleyhinde icale-i kalem ettiklerini duyan “ Siracü’l-Ahbar” +ederek diyor ki: “Sıhhat-ı ihbaratına son derece emin olduğumuz +Kahire muhabirimizden almış olduğumuz havadisi +Muhammed Veli Han’ı kat’iyyen tanımadığımız halde Afganistan’a +aid olduğu için dercine lüzum görmüştük.” +Henüz devre-i ibtidaiyyesini +geçirmekte olan Afgan matbuatının yegane mümessili olan +Siracü’l-Ahbar gazetesi ehemmiyet-i matbuattan bahs ederken +Afganistan matba’alarının tarihini ber-vech-i ati telhis +ediyor: Emir-i esbak-ı merhum Şir Ali Han zamanında bir +tane el makinesi getirilerek posta pulu ve diğer bu kabil evrak +tab’ olunuyordu. Şimdi o matba’adan hiçbir eser kalmamıştır. +Cennet-mekan Emir Abdurrahman Han zamanında +taş basması Afgan’a dahil olmuş bu matba’a dahi evrak-ı +resmiyye posta pulu ve bu gibi matbuat-ı resmiyyenin tab’ına +münhasır olmuştur. Asr-ı ferhunde-i Emir Habibullah +Hani’de ise taş basması matbuat-ı hususiyyede kullanıldığı +gibi geçen sene “ Siracü’l-Ahbar” ı da tab’ eylemiştir. Taş +basmasının tevessü’ünü müteakib hemen hurufat basması +da Afganistan’a dahil olmuş ve aynı zamanda çinkograf makinesi +de ihzar edilmiştir. +Avrupalıların me +ma +lik-i şarkiyyeyi “vahşetleriyle” takbih ettikleri gibi temeddüne +dahil olmak istedikleri zaman da kendilerine karşı +bin türlü müşkilat çıkarmalarıyla göstermiş oldukları ikiyüzlü +politika Çin hayat-ı siyasiyyesinde de bütün an’anatı ile +tekrar edilmektedir. Rusca gazetelerin Pekin’den almış oldukları +telgrafa nazaran düvel-i muazzama süferası umumi +bir ictima’ akd ederek neticede müttefikan Boxer vukū’atı +tazminat-ı harbiyyesi te’diye edilmedikçe Çin memlahiyyelerinin +hükumet tarafından yeni bir istikraza karşılık gösterilemeyeceği +* * * +BIR ZIYA’-I AZIM +Necef’de bulunan Hindistan muhabir-i mahsusumuz +Tevfik Bey’den aldığımız telgrafdır: “Milyonlarca Ca’feri kardeşlerimizin +müctehidi bulunan Ayetullah Molla Abdullah +Mazenderani hazretleri müslümanların duçar bulundukları +halde müte’essiren vefatla bugün müslümanları derin hüzün +ve keder içinde bırakmıştır. Teşrinisani Necef. Tevfik.” +Rahmetullahi aleyhi rahmeten vasi’aten. +Merhumun tercüme-i hali hakkında gelecek nüshamızda +tafsilat verilecektir. + +---- +VESAIK-I TARIHIYYE +---- + +“Şehr-i Eylül-i Rumi’nin ’ncü Pazartesi günü harb isteriz +avazesiyle Babıali’ye hücum eden cemm-i gafir miyanında +Darülfünun talebesinden ziyade İttihad ve Terakkī +Cem’iyeti erkan ve murahhaslarından ve sivil kıyafetli bazı +ümera ve zabitandan isimleri mazbut birçok kimselerin +mevcud bulunduğu ve bunlardan bazılarının “memleketi +sattınız” yolundaki ifadatından şu ictima’ın mahza hukūk-ı +vataniyyeyi muhafaza kasdıyla olmayıp ancak hükumeti +devirmek için bir ihtilal ika’ı maksadıyla tertib olunduğu Polis +kīk edilmekte bulunan tahkīkat-ı evveliyye evrakı mündericatından +müsteban olduğu gibi darü’l-harbe gönderilen asakir-i +Osmaniyyenin gerek hin-i sevklerinde buraca ve gerek +mevaki’-i harbiyyeye mahsus adamlar i’zamı suretiyle oraca +“hükumet memleketi satıyor harb etmeyiniz” yolunda bazı +türrehat-ı müfsidane ile iğfal ve kuvve-i ma’neviyyelerinin +larından olup el-yevm derdest-i taharri bulunan ve şimdilik +zikrine lüzum görülmeyen bir şahsın başkumandan-ı akdes +efendimiz hazretleriyle vekilleri Harbiye nazırı ve daha bazı +rical-i efham aleyhlerinde bomba ve suver-i saire ile su’-i +kasd icrası için fedai kayd edildiği kezalik Polis İdaresi’nin +derdestine muvaffak olduğu eşhasın i’tiraflarıyla meydana +çıkarıldığı Divan-ı Harb’e mevdu’ evrak mütalaasından anlaşılmış +ve Cem’iyet-i mezkurenin bir uzv-ı müessir ve amili +olup Babıali’ye tehacüm edenler miyanında bulunmasına +mebni Divan-ı Harb’e gönderilmek üzere Birinci Kolordu +Ku +mandanlığı canibinden celbi için i’zam kılınan inzibat-ı +askeri me’murunu bir suret-i hainanede katl ve itlaf eden ihtiyat +zabitanından Yüzbaşı Canbolad’ın hareket-i caniyanesi +dahi tasavvurat ve tasmimat-ı mütecasiraneyi te’yid etmiştir. +Sırf menafi’-i şahsiyye sevkiyle düşman ordusunun +payitaht önünde bulunduğu bir sırada ma’azallahi te’ala +Hükumet-i Osmaniyye’nin bekasını tehlikeye ilka edecek +teşebbüsat-ı hainaneye cür’etle maznun bulunanlar hakkında +müsamahakarane ve memleketin selametine ve daha +doğrusu hayat mematına tealluk eden bu misillü mesail-i +mühimmede mütereddidane hareket ayn-ı cinayet ve ihanet +olacağı şüpheden beri bulunduğundan işbu tertibat ve +teşebbüsatta te’sir ve müşareketleri olması maznun bulunanlar +hükumet-i askeriyyece bir tedbir-i ibtidai olarak taht-ı +tevkīfe alınmışlardır. +Divan-ı Harb’in şahsiyat ve ihtirasat ile kat’iyyen münasebeti +olmayıp hedef-i enzar ve icraatı ancak asayiş ve emniyetin +ve selamet-i memleketin muhafazasından ibaret olduğu +cihetle tevkīfat-ı vakı’ayı İttihad ve Terakkī’ye mensub +olanlar celb ve tevkīf olunuyorlar tarzında neşriyat ile tağlita +çalışanların işa’at-ı garazkaranelerine asla ihale-i sem’-i i’tibar +olunmamalıdır. Hatta taht-ı tevkīfe alınanlardan haklarında +delail-i kafiyye görülemeyenlerin hitam-ı tahkīkata +kadar kefalete rabtıyla sebillerinin tahliyesine müsara’at +olunması da bunun delilidir. Binaenaleyh ef’al ve harekat-ı +şahsiyyeden emin olanların her hangi cem’iyete veya fırkaya +mensub olur ise olsun mutma’innane ve müsterihane +kendi işleriyle ve vazifeleriyle meşgūl olmaları ve çend günden +beri taharri olundukları halde bulunamayan muhtefi +veya firariler dahi ifadat ve teşebbüsat-ı hainanede zi-medhal +oldukları halde bila-havf ve ihtiraz Divan-ı Harb’in adaletinden +emin olarak arz-ı teslimiyet eylemeleri lazım gelir.” +BEYAN-I I’TIZAR VE ARZ-I ŞÜKRAN +Geçen hafta id-i celilü’l-kadr-i adhaya şeref-müsadif olmak +münasebetiyle mecmu’amız neşr olunamadı. Bu adem-i +olmuş olmak endişesiyle telaşa düşürdüğünü aldığımız müteaddid +mektuplardan anladık. Mecelle-i diniyyemiz hakkındaki +teveccüh-i amme-i din-perveranenin bu derece-i +bala-terininden dolayı da Cenab-ı Hakk’a arz-ı şükran ve +mahmidet ettik. Rehber-i yeganesi yed-i yemin-i takdisinde +tuttuğu Cenab-ı Kur’an -ı Hakim’den başka bir şey olmayan +ve her türlü tefrika cereyanlarından ba’de’l-meşrıkayn +ve’l-mağribeyn uzak duran bir hame-i tevhidin kırılamayacağına +sinemizdeki imanız kadar mutma’inniz. +Yalnız bu münasebetle şunun da arzını lazımeden addederiz +ki abone bedelatından birçok matlubumuz kalması bizi +oldukça müşkil bir mevki’-i ıztırarda tazyik edeceği tabi’idir. +Bütün silsile-i amalimizin nokta-i ictima’ı olan din ve +milletimize hizmet ise ancak teavün-i umumi ile olabilir. İhvan-ı +din bize tesviye-i deyn ve ibzal-i mu’avenette ne kadar +kerim olurlarsa biz de o nisbette kuvvet bulur ve faaliyet-i +maddiyye ve ma’neviyyemizi cuşan ve huruşan görürüz. +Aksi takdirde binler değil hatta milyonlara malik olup da +bu uğurda feda etsek yine günün birinde tehi-dest kalmak +mecbur-ı sükut olmak zaruridir. +Harb-i hazır yüzünden Rumeli’de binlerce abonelerimizden +henüz abone bedellerini te’diye edememiş olanların bu +sırada tesviye etmek iktidarından mahrum olduklarını inkar +edemeyiz. Fakat bu yüzden tevellüd eden zararın derecesini +sair kari’in-i kiramımızın vicdan-ı takdirlerine terk ederek gerek +abone bedellerinin sür’at-i mümkine ile irsalinde gerek +yeni yeni aboneler tedarikinde muza’af lütf u himmetlerini +hizmet-i mukaddesemizin devamı namına rica ederiz. +SEBILÜRREŞAD’ IN ABONE ŞERA’ITI : +Me’al-i münifi +Nam-ı Afuvv u Gafuruna kasem ki Allahu ekber ve +ecel size vaad eylediği nusret ve muzafferiyeti –Uhud Dağı +önünde izin ve iradesiyle Resul-i celilü’l-kadrinin ta’biye +ettiği mevzi’leri tutarak kemal-i sebat ve mekanet ve fart-ı +şeca’at ve besaletle a’danıza seyf-i tevhidi sıyırarak harbe +başladığınız vakit– ihsan etti. Müşrikin-i Kureyş’e pek a’la +galebe çalmış duçar-ı kahr ve inhizam etmiştiniz. Tam +muzafferiyet-i kat’iyyeyi iktitaf edeceğiniz vakit hasmınızın +meydan-ı harbde bıraktığı emval-i ganaim sizden bir kısmınızın +gözlerini kamaştırdı. Hırs ve tama’ damarlarını kabarttı. +a’zam ve akdesinizin –galib ve mağlub her iki halde de– +ayrılmamanızı suret-i kat’iyyede emrettiği yeri o sevdiğiniz +nusrete mazhar olmuşken terk ile ona da bana da asi oldunuz +sizden bir kısmınız dünyayı ganimeti bir kısmınız da +ahireti rızamı o ebedi iltifatımı istedi. Sonra Allah yüzünüzü +hasm-ı makhurunuzdan çevirip sizi ibtila’en mağlub etti. Kasem +o Erhamü’r-rahimine ki yine size acıdı da isyanınızı afv +u safh buyurdu. Allah hakīkī mü’min kullarına fazl-ı azim +sahibidir. +* * * +Tercüme ve izahı sadedinde bulunduğumuz şu ayet-i +celilenin sebeb-i nüzulüne kendisi natık bulunuyor: Bedr-i +Kübra’da üç yüz on dört şir-i jiyan-ı tevhide pek fahiş bir +surette mağlub olan süfeha-i Kureyş gayr-ı kabil-i teskin bir +lehib-i gayz u tecennün içinde yanıp kahr oluyorlar ar ve hicablarından +–hususiyle nisvan-ı Arab karşısında– yerlere geçiyorlardı. +Be-heme-hal bu mağlubiyetin intikamını almak +daha doğrusu mutlaka mutlaka nur-ı tevhidi söndürmek… +hamiyyet-i cahiliyye! +Senesinde yine bir ordu techiz ettiler. Daru’s-Selam yolunu +tuttular. Medine-i Münevvere’nin bir saat kadar semt-i +şimalisindeki Uhud Dağı’nın nikat-ı hakimesinde mevzi’ tuttular. +Cenab-ı rahmeten li’l-alemin aleyhissalatü vesselam +efendimiz hazretleri de mücahidin ashablarıyla mukabelelerine +çıktılar. Cebelin pişgahına muvasalatlarında evvela +saha-i harbi nazar-ı teftişten geçirdiler. Ordu-yı hümayunlarının +alacağı vaz’iyete göre sol cenahlarında düşmanın hatt-ı +ric’atini tehdid etmeye müsa’id bir mevki’ keşf ederek derhal +oraya kuvvetlice bir müfreze tertib ve i’zam buyurdular. +Ordu-yı hümayun –ister galib ister mağlub– o noktanın zinhar +terk olunmaması lüzumuna dair müfreze kumandanına +emr-i kat’i verdiler. +Harb başladı. Mev’ud-ı ilahi olan şahid-i nasr u zafer +muvahhidine arz-ı cemal etti. Taşları ağaçları kendilerine +ma’bud ittihaz edinen insaniyetlerini cemadatın bile +dununda gören o bed-baht müşrikler seyf-i meslul-i tevhid +önünden –zulmetin nurdan firarı gibi– bütün ağırlıklarını bırakarak +ellerindeki silahlarını atarak kaçıyorlardı. Adetleri +vechile birlikte getirip de Uhud’un yüksek bir noktasında +harbi seyr etmekte olan kadınların hevl-i can ile kaçışları +erkeklerinin hacalet ve iftizahlarını ikmal ediyor hadd-i gayesine +vardırıyordu. +nı meydan-ı harbde ca-beca yığılıp kalan eşya ve emval-i +ganaim tahris etti. “Ordumuz düşmanı bozdu kaçırdı. Meydan-ı +zafer liva’ü’l-hamd-i İslam’ı der-ağūş etmekle bahtiyar +oldu. Artık bizim için burasını muhafaza etmek lüzumu +kalmadı. Gidelim biz de hisse-mend-i ganaim olalım” dediler. +Kısm-ı diğer ise başlarında kumandanlarıyla beraber +“Hayır! Biz zat-ı akdes-i cenab-ı risalet-penah-ı a’zamiden +aleyhissalatü vesselam ordu-yı hümayun galib mağlub +burasını harbin netice-i kat’iyyesine kadar muhafaza etmek +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +emr-i kat’isini aldık. Mümkün değil mevki’imizi velev bir +adım atmak suretiyle terk ile Allah ve Resul’e asi olamayız” +diye şiddetle reddettiler. Va esefa ki hırs-ı ganimetle gözleri +kararmış muvazene-i idrakleri sarsılmış olan mu’arızlara +söz anlatmak mümkün olamadı. Meğer bunların hareketlerini +bir düşman süvari keşif kolu karşıdan tarassud etmekte +malik olan bu düşman süvarisi o mühim noktanın boş kaldığını +görünce derhal ordu-yı hümayunun arkasına geçti ve +yağma ile meşgūl olan guzat-ı İslam’a ansızın yıldırım-vari +hücum etti. +Efsus!... Galib iken mücerred söz dinlememek emre ita +at etmemek yüzünden matem-engiz bir felaket-i mağlubiyyet +yüz gösterdi! +Eyvah!... Sinn-i sa’adet şehid düştü. Yazık! Cemal-i bakemal-i +Muhammedi al kanlara boyanarak bütün ervah-ı +enbiya ve asfiyayı bütün sükkan-ı semavat ve illiyyini girye-bar-ı +teessür ve telehhüf etti. Sahabe-i güzinden yetmişe +karib mücahidin bu itaatsizliğin kurbanı oldular bi-ruh yerlere +serildiler. Ya sevgili amm-i muhterem-i resulün Cenab-ı +Hamza’nın pek vahşiyane ve müfterisane vukū’-ı şehadetleri… +O ne musibet-i uzma oldu! +me’mul felaketine her zerre-i kainat ağlıyordu. O müdhiş +kargaşalıktan fırsat bulan mela’in-i Kureyş vücud-ı kudsiyyet-nümud-ı +cenab-ı Muhammediye oklar mızraklar taşlar +yağdırıyorlardı. Ya Rab! Nasıl kıyıyorlardı! Nasıl ellerini +kurutmuyor mel’un vücudlarını kahr u gazab yıldırımlarınla +mahv etmiyordun? Ashab-ı güzin hazeratı ekseriyetle +kaçıyor herkes can kaydıyla ne tarafa gittiğini bilmiyordu. +Cenab-ı Talha bin Ubeydullah radıyallahu anh veliyyü’n-ni’met-i +cihan-ı vücud efendimizin üzerine kapanmış o +oklara o taşlara karşı siperlik vazifesini yapıyor o darbeleri +hayatıyla def’a çalışıyordu. +Her şey oldu bitti. Vech-i mukaddes sargılar içinde mücahidin-i +ashab kanlara cerihalara matemlere müstağrak +olarak Medine-i Münevvere’ye avdet buyuruluyordu. Evlad +sız kalan bağrı yanık analar kocalarından ebediyyen mahrum +olan gelinler kadınlar babalarını gayb eden yetimler +reh-güzar-ı sa’adette boyunları bükük gözleri eşk-i matem +dökerek duruyorlar gayr-ı ihtiyari inliyor titriyorlardı. Of! +Evet sen de ağla! Imanın varsa sen de bu azim musibeti iki +katre gözyaşınla ta’ziye eyle! Deme ki: Bu pek uzak on dört +asırlık bir mazi-i adem-aluda aid bir macera-yı felaket! Zira +veliyyü’n-ni’met-i iman ve İslam’ın Ravza-i Mutahhara ve +mu’attarasında haydir. Hususuyla ümmetinin bugünkü şu +musibetinden teessüfler telehhüfler içinde muztaribdir. +cerred emre itaat etmemek yüzünden geldi. Bu adem-i itaat +da’vasında bulunan her ferdin cenab-ı Kur’an -ı Hakim’e +karşı –mevki’ine göre– şahsi ictimai siyasi birçok vezaifi +vardır. Çünkü İslamların kanunu kanun-ı üssü’l-esası ancak +o Kitab-ı meciddir. Mü’minlerin mürebbi-i ruh ve vicdanı +odur. İnsaniyet onda. Cem’iyet onda. Medeniyet onda. +Terakkī ve teceddüd onda. Nusret sa’adet onda. Her şey +onda. Şah-rah-ı hayatımızın misbah-ı nur-efşanı o. +sındaki maddi ma’nevi farkları mukayese eden vicdanımızı +dinleyelim! Onlar niçin mansur? Biz neden makhur? Sebebi +ne? Elbette sebebsiz değil. Onlar adem içinde vücud gösterdiler. +Biz ise bil-aks vücud içinde ademler icad ettik. Ben +demek istemiyorum ki: Silahsız kuvvetsiz düşmana karşı +çıkılır. Ben iddia etmiyorum ki sopalarla a’daya hücum +edilir de muzafferiyet kazanılır. Kuvvet iki kısımdır: Maddi +ma’nevi. Ne ruh vücudsuz tecelli eder ne de vücud ruhsuz +yaşar. Fakat işte bize Trablusgarb mefahir-i muzafferiyyatı +gayr-ı kabil-i i’tiraz bir surette isbat ediyor ki evvela kuvvet +namına lazım olan ruh-ı iman ve İslam’dır. Demir parçalarından +mevadd-ı işti’aliyye ve infilakiyyeden evvel lazım +olan i’timad ale’llah istihfaf-ı hayat istihkar-ı mevttir. +Evvela lazım olan hubb-ı diyanet ve milliyet sevda-yı +vatandır. Bunlar olmazsa top tüfenk cebhane hiçtir. İslamiyet +üssü’l-esası üzerine terbiye-i fikriyye ve ruhiyyeden +mahrum olan; din millet vatan ne demek olduğunu bilmeyen +o esas-ı celilü’l-kadr üzerine askerlik görmeyen itaat ve +maharet-i askeriyye sözlerini işitmeyen bir insanın nazarında +hayvani cemadi bir hayattan başka nenin kıymeti olur? +Ben görüyordum: Hisli bir asker beline kadar çamur denizine +girmiş topu kucaklamış çıkarmaya bütün kuvvetiyle +çalışır ve gözlerinden döktüğü ateşin yaşlarla Allah’ından +na dinin namusun varsa gel de yardım et şu topu düşmana +bırakmayalım. Düştüğü çamurdan çekip kurtaralım!” +ricasına muhatab olan insan kıyafetli bir hayvan başını öteye +çevirip kaçıyordu. +Dereke-i hayvaniyyetin dununda bulunan o bed-baht +bilmiyor ki o dakīka-i firarında ne dini kalıyor ne imanı +ne de nikahı. Bilmiyor ki o anda İslamiyet’e milletine Bulgar’dan +daha düşman! Daha hain! Daha mühin! Bilmiyor +ki biri çıkıp da öldürse katili gazi kendisi mürted hükmünde. +Ne cenazesi yıkanır ne namazı kılınır ne de makbere-i +Ka’be’nin içine gömülse yine cife. +amirinin bir işaretine derhal feda-yı can ile icabet demektir. +Buhari-i Şerif ’in Kitabü’l-Ahkamı ’nda: Zat-ı akdes-i ce +nab-ı risalet-penahi tarafından me’muren Yemen cihetine +nın derece-i itaatlerini anlamak maksadıyla ca’li bir hiddet +gösterir. Odun toplamalarını sonra ateşlemelerini emreder. +Vakta ki odun yığını alevlenir semaya doğru sütunlar teşkil +eder. “Cenab-ı Peyamber efendimiz bana itaat etmenizi +emir buyurmadı mı? Haydi emrediyorum: Şu ateşe atılınız!” +der. Efrad-ı ashab yek-diğerine bakışırlar. Ateşe atılmak +meyli gösterilince “Ben sizin derece-i itaatinizi tecrübe ediyorum.. +demek gerçekten ateşe atılmanızı emretsem kabul +edeceksiniz. Aferin! Memnun oldum” sözüyle emrinin ciddi +olmadığını anlatır. +kahramanan-ı İslam ma-fevklerinin emrini ateşe atılmak +raddesine kadar ta’ziz takdis ederlerdi. +Şimdi herşey oldu geçti. Birçok esbab-ı maddiyye ve +ma’neviyye bizi daha dünkü çobanımıza karşı mahcub etti. +Ma’amafih me’yus olmayalım. Zaten İslamiyet’te ye’sin +mevki’i yoktur. Allah’ın rahmetinden me’yus olan müslüman +değildir. Alem-i İslam içinde değil mülkünün bir parçasını +hatta bütününü gayb etmiş ve üç dört def’a yeniden +te’sis-i hükumet ve saltanata muvaffak olmuş e’azım-ı +mücahidin var. Tarih-i İslam bu gibi süyuf-ı meslule-i kahr +u celal ile iftihar etse yeri vardır. Biz bu avuç açtığımız +felaketlerden cidden mütenebbih olarak aklımızı başımıza +toplayalım. El ele verip ittihad ederek kemal-i nedametle +Cenab-ı Kur’an -ı Hakim’e inabet edelim. Durmayalım. Bir +sa’y-i ez’af-ı muza’afla telafi-i ma-fata çalışalım. Lakin tekrar +ederim: Rehber-i yeganemiz Hazret-i Kur’an olsun. Gönlümüz +nur-ı iman ile dimağımız rüşd ve irfan ile dolsun. +Dinimizin kemal-i ehemmiyetle amir-i terakkī ve teceddüd +olduğunu bilelim. Anlayalım. Maarif-i İslamiyyeye dört el ile +sarılalım. Köylerimize mektepler yapalım. Ruhumuzda güneşler +doğsun. Zalam-ı cehaleti ebediyyen koğsun. Bakınız +o zaman Osmanlı milleti yine nasıl devr-i istilalar icad eder! +Bakınız bugün kendilerini galib zannederek bizi istihfaf eden +düşmanlarımız nasıl piş-i şevket ve iclalimizde zanu-zede-i +ta’zim ve ibcal olur. İşte o zaman Cenab-ı Hak bizi afv eder +ve üzerimize ebvab-ı rahmetini açar. +Haydi ihvan-ı din umumen bil-ittihad sa’y ve gayrete! +Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake +Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten. +Bu hadis-i şerif kütüb-i sıhahdan Tirmizi’nin İbni Mes’ud +radıyallahu anhdan rivayet ettiği bir hadis-i şeriftir. Ma’na-yı +münifi: +“Üç kimseyi Allahu te’ala azze ve celle sever: Biri geceleyin +teheccüde kalkıp Kitabullah’ı tilavet eden biri sağ eliyle +sadaka verip sadakasını sol elinden saklayan üçüncüsü +de bir ordugahda bulunup da arkadaşları kaçtıkları halde +düşmanı karşılayarak mukateleye devam eden kimse.” +Bu hadis-i şerif bir mü’minin evvelen; Halikına saniyen; +ebna-yı nev’ine salisen; vatanına yani darü’l-İslam’a karşı +olan vezaifini ima eden cevami’u’l-kelim-i Ahmediyyedendir. +Bir mü’min Halikına Rabbine karşı ta’zim ve ibadetle +mükelleftir. Fakat ibadat-ı mefruzasını edadan sonra hab-ı +nuşinini terk edip gece yarılarında teheccüde kalkan ve gerek +namazda gerek ayrıca Kitabullah’ı tilavet ederek münacat-ı +Rahman ile dem-güzar olanın hali başkadır. Dinimizin +bina-yı rasini “ta’zim li-emri’llah” “şefkat ala halkı’llah” +olduğuna göre muhtacine bezl-i mu’avenet her müslimin +mukteza-yı diyanet bildiği veca’ibdendir. Ancak bu mu’aveneti +her türlü tasannu’ ve tefahurdan azade olarak gizli +ve hasbi yapanlar elbette diğerlerine racihtir. Cihad kafil-i +beka-yı İslam olan erkan-ı mühimme-i dindendir. +Her harbde müsliminin def’-i sa’il edecek mikdarı bakiyye-i +efrad-ı müslimin üzerindeki farzı iskat ederler. +Harbe iştirak edenler daima la-ekal za’fları mikdarındaki +kuvvetlere karşı sebat ve mukavemetle ya ölmek ya nail-i +feth olmakla mükellefdirler. Firar etmeleri e’azım-ı keba’irdendir. +Mehabet-i İslam’ı kulub-ı a’daya çaresiz ilka edecek +olan bu hükm-i şer’iye teba’iyyet edenler elbette bu ümmetin +gözbebeği sayılacak bahtiyarandandır. Lakin arkadaşlarının +da yine düşmana saldıranlar ya ölüp rezalet-i inhizamın +netayicini görmemek veya sağ kalıp nail-i feth olmak azm-i +şedidiyle kendilerini ateşe atanlar elbette kendilerine bu +hayat-ı müste’arı bahş eden Allah-ı azimü’ş-anın en sevgili +kulları miyanına dahil olurlar. +Cahili ve gafili olduğumuz şeriat-ı mutahhara-i Ahmediyye +de cihadı fera’iz-i diniyyenin ilk saffına idhal etmesi yine +miriyle bildirdi. Nitekim bin üç yüz senelik tecrübe de bunu +gösterdi. Müslümanların dünyada dostları varsa elbette yine +müslümanlardır. O da tabi’i hal-i tefrikada olmadıkları birbirini +yemedikleri zaman. Biz hakayık-ı diniyyenin kaffesinden +gaflet ettiğimiz gibi bu kadar basit bir hareketten de +gaflet etmişiz. Hem kendi aramızda tohum-ı nifak ve tefrika +ekmekten hali kalmıyoruz hem esbab-ı müdafaamızı tehiyye +ve tedarikten fariğ duruyoruz. +mağruranemiz iki hafta içinde bütün Rumeli’yi düşmanın +murdar ayağına çiğnetmekten zu’afamızın mal ve can ve ırzını +düşmana gasb ve hetk ettirmekten mesacidimize Salib +astırmaktan men’ edemedi. Bugün kendini bilen bir müslüman +kızarmadan haya etmeden insanlar içine karışıp gezemiyor. +Edirne İşkodra Yanya Çatalca müdafa’atı eğer +nasib ise bundan sonraki muvaffakiyetler bile düne kadar +havze-i İslam’a dahil olan ekser Rumeli vilayatının duş-ı +fahrinde rayet-i İslam’ın sevgili Hilal’in temevvüc ettiğini +vakitsiz tecavüz erzak noksanı esliha ve cebhane fıkdanı +cebanet efrad ile zabitan arasında emniyetsizlik ve imtizacsızlık +her ne derseniz deyiniz hülasası +emr-i +celiline mu +halefetten ibarettir. Biz şeriatsız müslüman olmak +Ma’amafih bizde bir bakiyye-i iman bir gayret-i din kalmış +lerin ne raddeye kadar mes’ul olacağını atide düşünelim +de bu hadis-i şerif-i nebevi mucebince bir hamle-i hamaset +daha gösterelim. Mülk-i İslam’ı tamamen kurtarmak müyesser +değilse bile hiç olmazsa namus-ı İslam’ı kurtaralım. Mağlubiyet +halinde bile düşmanımıza mühlik bir unsur-ı celadet +olduğumuzu gösterelim. Namusu kurtardıktan sonra da +neşa’id-i muvaffakiyat ve muzafferiyat-ı sabıka ninnileri ile +kendimizi uyutmaktan vazgeçelim. Edirne’nin İşkodra’nın +Yanya’nın Çatalca’nın bize ihda ettiği şanlı haleleri bir tarafa +atalım da Kırkkilise Kumanova Lüleburgaz hezimetleri Selanik +faci’a-i rezaleti bizi her an ikaz etsin. Bugünlerin yad-ı +hüzn-efzası kalbimizi dağlasın. Bu isimler anıldıkça beynimiz +yansın. Bunların esbab ve avamilini araştırıp kitaplar dolusu +vesaik toplayalım da bu vesaika en alimlerimizden tutunuz +da en cahillerimize kadar cümlenin sine-i ihtimamında pek +büyük bir paye-i i’tina verelim. Şübhesiz çok hatalarımızı +dinmez yorulmaz bir azim ve sebat ile tashih edelim. Gevezelik +devresini kapayalım da artık işe başlayalım. Zira artık +mevzu’-ı bahs olan namustur. Bakiyye-i mülkümüzle beraber +elden gidecek olan dindir. + +---- +HASBIHAL +---- + +Evet yar-ı canım Fahreddin gibi Kemal’in o düstur-ı hikmetini +ben de ihtar edeceğim; ben de tekrar edeceğim: +Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake +Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedametten. +Ey cemaat-i müslimin! Şu son İslam yurdunu çepçevre +kuşatan kanlı felaketler yok mu? İşte onlar bizim kendi +yüzümüzden evet hiç kimsenin değil hep bizim kendi yüzümüzden +meydana geldi. Zannederim ki bu hakīkati düşünemeyecek +kadar sersem; daha doğrusu ortadaki feci’aların +karşımıza geçip mel’un mel’un sırıtan sebeplerini göremeyecek +derecede kör değiliz. Öyle ise her birimiz yalnız yüreğinin +yandığını değil vicdanının da nedamet azabıyla kıvrandığını +hissediyor demektir. +Eğer bütün müslümanların vicdanındaki bu nedamet +duygusu diğer hissiyatın hepsine galebe etmiş ise istikbali +olsun kurtarmak kabildir. Yok hala şunu bunu mahkum +edivermekle işin içinden sıyrıldık zannına kapılarak eski +mezsek bugünü daha yarından arayacağımıza hiç şüphe +etmemeliyiz. +Tutulan yolun bugünkü uçuruma çıkacağını bundan senelerce +evvel bize söyleyenler hem pek kat’i söyleyenler +oldu. Lakin biz onlara inanmadık; nasihatlerine kulak vermedik. +Hatta biçarelerin herbirini birer suretle itham ettik! +Ne ise maziyi bir tarafa bırakalım. Çünkü olan oldu. +“Kırk nasihatten bir musibet yeğdir.” derler. Biz bir değil +binlerce musibet gördük; hala da görüyoruz. Bari bundan +sonra olsun gözlerimizi açalım; bundan böyle olsun aklımızı +başımıza alalım. +Ey cemaat-i müslimin! Dökülen kanlar yakılan canlar +söndürülen hanümanlar kül olan samanlar paymal edilen +nenen yurtlar sefaletlerin en müdhişi içinde ölümünü bekleyen +dullar yetimler kadınlar o kadar çok o kadar çok ki +hepsini şöyle dursun binde birini düşünebilecek beyin için +çıldırmamak kabil değil! +Artık Allah için olsun birbirimizle uğraşmaktan vazgeçelim. +Artık bu fırkalara bu mel’un tefrikalara nihayet verelim. +Biliyorsunuz ki şarkta garpta şimalde cenubda ne kadar +müslüman varsa hepsi mahkum; hem de mahkumiyetlerin +en zelili en sefili ile mahkum! İşte o zavallıların şimdilik dinlerini +olsun muhafaza edebilmeleri de şu hükumet sayesindedir. +Maazallah bu hükumet bu son müslüman hükumeti +de yıkılacak olursa Rusya’daki Çin’deki Hind’deki Cava’daki +elhasıl dünyanın her yerindeki yüzlerce milyon müslüman +artık dinine sahip olamayacak. O zaman biz yalnız +kendi vebalimizi değil dört yüz milyon ibadullahın vebalini +de yükleneceğiz! Ne dünyayı görecek gözümüz ne huzur-ı +Rabbü’lalemin’e çıkacak yüzümüz kalmayacak! +Bakınız birbirimizle uğraşa uğraşa ne hale geldik! Bakınız +dahili muharebat ile askerimizi ne hale getirdik! Öyle ya +Allah’dan sonra yegane istinadgahımız olan o koca orduyu +senelerden beridir isyan bastırmaya; memlekette kol kol +olmuş tefrika yangınlarını söndürmeye mecbur etmek ıztırarında +kalmasaydık hiç askerimiz için böyle bir muvaffakiyetsizlik +tasavvur olunabilir miydi? +Ey cemaat-i müslimin! Bizi düşmanlarımızın kuvve-i +külliyesi perişan etmedi; belki onların tali’aları başımıza bu +felaketi getirdi. O talia ne idi biliyor musunuz? Ordularından +–senelerce– evvel hududumuzun dahiline soktukları tefrika +bütün kuvvetimizle ona zahir olduk. Kendi süngümüzü kendimize +çevirdik! Bugün biz kendimizin kendi seyyiatımızın +mağlubuyuz. +Ey cemaat-i müslimin! Hükumeti kendi haline bırakınız +harp mi edecek sulh mü yapacak hangisi hayırlı ise ona +karar versin. Yalnız gelin bizler kendi aramızda ebedi bir +sulh akdedelim. Yoksa bu hal ile yaşamanın imkanı kalmadı. +Birbirimizle barışmazsak; harb-i harici biter bitmez dahili +muharebata –bermu’tad– devam edersek; şu felaketlerden +de ibret alarak el birliğiyle çalışmazsak; Allah’ın dest-i intikamı +esaret-i ebediyye damgasını alnımıza vuracaktır. Bugünkü +nedametimiz bize pek ala müfid olabilir. Lakin bundan +sonraki maazallah son peşimanlık olur ki hiç faide etmez. +Mehmed Akif +UMUM MÜSLÜMANLARIN AHVALI HAKKINDA +Bu ünvan ile neşr edeceğimiz silsile-i makalatta millet-i +rı şu hal-i esef-iştimalden tahlis edilerek ıslah olunması için +mübtela olduğu tekalid-i hadiseden çıkarak Kitab-ı Aziz’in +sünnet-i sahihanın siret-i selefin gösterdiği yola iktisar ve +tekalifi teksir ile onları ezhan-ı beşerin kabul edemeyeceği +bir tarzda ibraz gulüv fi’d-din gibi halefin ziyade etmiş bulduğu +şeyin hepsini hazf ederek dinin hal-i asli ve besatat-ı +evveliyyesine rücu’ vacib olduğuna zahib olan bir muhakkık-ı +zi-fünun ile pek çok zamanlardan beri milletin mübtela +olduğu bela-yı taklidi muhafaza etmek tarafdarı olup Kitab +ve Sünnet’le amel yalnız müctehidine mahsus ve onların +münkarız olmasıyla başkasının da vücudu muhal olmasına +kütüb-i müte’ahhırinin kütüb-i mütekaddiminden hayırlı ve +cem’iyetli tahsil i’tibarıyla da gayet müfid son derece nafi’ +olduklarına mu’tekıd olan bir mukallid ihtiyar va’izin muhaveresini +kari’in-i kirama arz edeceğiz. İlmen fennen fikren +yek-diğerine taban tabana zıd olan şu iki zatın muhaveresi +biz müslümanlara pek büyük hakīkatler anlatacağından on +dört on beş kadar makale teşkil edecek olan şu muhavereleri +nihayete kadar dikkatle ta’kīb etmeleri kari’in-i kirama +halisane olarak tavsiye olunur. +Bir gün biraz fıkıh bilip va’izlikte kesb-i şöhret eden bir +kendisinde cem’ eden bununla beraber sa’y ve gayreti sayesinde +hem zengin hem de büyük bir me’muriyet sahibi +olan –zaten böyle olmasa fazıl ihtiyar bununla muhavereye +tenezzül bile etmezdi– genç bir muhakkık bir tarafta bulunuyorlardı. +Şeyh-i mukallid genç muhakkıka doğru teveccüh +etti. Bir de baktı ki gayet mağmum. Sanki nefsine malına +ehl ü ıyaline bir musibet gelmiş gibi yüzünde alaim-i hüzn +zahir oluyordu. Bunun üzerine “Şeyh-i mukallid” dedi di: +– Sana ne oluyor? Zira bugün seni evvelki gibi görmüyorum. +Ben senin gibi kimselerin bir takım şeye ihtimam +edip gamnak olmasına ta’accüb ederim. Hamd olsun vücudun +sağlam Allah ilim servet mansıb gibi şeyleri cem’ +etmeye muvaffak kılmış daha neye merak ediyorsun? +Muhakkık: –Efendim müsa’adenizle esbabını anlatay��m. +Ma’lumdur ki ben insanım. Halbuki insan demek kendisinin +sa’adetiyle mes’ud felaketiyle müte’ellim olduğu bir milletin +uzvu olduğunu bilen ictimai bir mahluk demektir. Halbuki +ben mensub olduğum milleti bütün milletlerin dununda +hepsinden bedbaht görüyorum. Şu halde nasıl olur da bu +kadar bedbaht bu derece hızlan içinde olan bir vücudun +a’zası mes’ud müsterihu’l-kalb olabilir? +Mukallid: –Senden bu gibi sözleri işittiğime teessüfler +ederim. Çünkü sen bu sözlerinle hem mantıkan hem de +dinen büyük hata etmiş oldun! Mantıkan irtikab ettiğin hata +şu ki: İnsanı ulema-i mantıkça mecma’un-aleyh olan “hayvan-ı +natık” ta’rifinden başka bir şey ile ta’rif ettin. Dinen +de hata ettin. Çünkü bütün müslümanları insanların en dununda +gösterdin. Bununla müslümanları gıybet ettiğin gibi +beyne’l-İslam mecma’un-aleyh olan “Muhammed ümmeti +hayır üzerinedir” sözüne de muhalefet etmiş oldun. +Muhakkık: –Maksadımız enva’ın ecnasın mahiyetlerini +tahdid etmek değil ki insanın ta’rif-i mantıkīsini zikr etmeye +lüzum hissedelim. Biz ancak ictimai bir mevzu’da idare-i +kelam etmek istiyoruz. Binaenaleyh insan hakkında söylemiş +olduğum kelam inde’l-mantıkī sahih değilse ulum-ı ictima’iyye +uleması indinde sahihtir. +Sonra gıybet ettin diyorsun ki bu da doğru değildir. Zira +ben bi-hususihi bir insanı zemm ü tahkīr etmedim ki gıybet +olsun. +Bu asırda ümmet-i İslamiyyenin gayet geri en bedbaht +olduğu ise şekk ü şübhe götürmeyen bir hakīkattir. Bu hakīkati +teslimde tereddüd gösterenler ahval-i alemden hiçbir +şeye vakıf olmayanlar memalik-i İslamiyyeye kimler hakim +olduğunu İslamların duçar olduğu fakr u zilleti her tarafta +onlara edilen tahammül-suz işkenceleri anlamayanlardır. +Halbuki onlar o kadar durmuş o kadar geride kalmışlar +ki sanki hepsi akıl ve iz’andan mahrum bir sürü behayim +yahud hiss ü şu’urdan nasibi olmayan bir yığın cemaddır. +mahsusat-i yakīniyyeyi tekzib etmemiz mantıktan istifade ettiğimiz +aklın fikr-i sahihin şanına layık mıdır? +Mukallid: –Sen bütün müslümanların halini gidip görmedin +ki onlar hakkında serd etmiş olduğun şey sahih olabilsin! +Caiz ki bizden uzak olan memleketlerde şevket ve samanı +yerinde kuvvetli İslam hükumetleri vardır. Ma’amafih bu +sözüm İslamların ilmen malen başka milletlerden aşağıda +olduğunu teslim etmem üzerinedir. Halbuki bu da doğru +değildir. Çünkü bazı kavimler var ki müslümanlar onlardan +daha ganidirler. İlme gelince; gayr-ı müslimlerin elindeki +şeylere ilim ıtlak olunmaz ki müslümanların ilmen geride olduğunu +Muhakkık: –İlm-i coğrafya ile her tarafa giden gazeteler +gerek bilad-ı müslimin gerek başka bilmediğimiz birçok +yerleri bize parlak bir surette temsil ediyor. O kadar ki +daima gözümüzün önünde gibi onlardan hiçbir şey bizden +gizlenemiyor. Fakat ben seni öyle görüyorum ki buradaki +servet ve ilim gibi gözünün önünde olan şeyi bile bilmiyorsun. +Binaenaleyh bu babda seninle münakaşaya girişmekte +ma’zurum. Çünkü benim garazım müslümanların en bedbaht +gayet miskin olduklarına dair sende bir kanaat hasıl +ederek bunu aramızda cereyan edecek mübahaseye esas ve +kaide kılmaktır. +Mukallid: –Sıhhatine coğrafya kitaplarıyla gazete sözlerinden +başka delilin olmayan sözlere nasıl olur da kanaat +ederim? Halbuki delil olarak irad ettiğin şeylerin her ikisi +de kendilerine i’timad caiz olmayan kizb-i mahzdır. Çünkü +bunların mahall-i suduru keferedir. Kafirin rivayeti ise gayr-ı +makbuldür. +Muhakkık: –Kafirin rivayeti vadi-i küfürde küfrü isbat +muhalefeti ibtale tealluk eden yerde makbul değildir. Fakat +yalan söylemekte faide olmaz da garaz ve menfa’ati doğru +söylemekte olursa o zaman kafirin sözüne i’timad olunur. +hem kendisi hem de mensub olduğu kavim faide görecektir. +Binaenaleyh akıl hükmeder ki bunları yazan gerek +nefsini gerek milletini aldatmamak için daima doğruyu +arayıp bulmaya mecburdur. Bununla beraber bu gibi mevzu’larda +doğruyu aramaya mecbur olduklarını bize gösteren +daha bazı sebebler de vardır. Mesela; bu vadide yazı +yazanlar yazdığı şeyin tab’ olunarak birçok kimselerin ona +muttali’ olacağını ve binaenaleyh doğru yazmadığı takdirde +elsine-i intikada düşeceğini hiçbir vakit hatırdan çıkaramazlar. +Müslümanlar hakkında hasıl ettiğim kanaate bu iki +vecihden daha kavi bir delil var ki o da ilm-i yakīni ifade +eden tevatürdür. Çünkü en mühim coğrafyaların bu hususta +verdiği ma’lumat ile ceraid-i meşhurenin ahbarı memalik-i +medeniyyenin umumunda bulunan ajans şirketleri telgraf +havadisleriyle müttefiktirler. Şurası da ma’lumdur ki: +Tevatürün ruvatında din şart değildir. Ancak tevatürde şart +olan –kütüb-i usulde görüldüğü vechile– baliğ olan kimsede +Mukallid: –Tevatürde ruvatın kizb üzerine ittifak etmemesi +lazımdır. Halbuki bu şartın tahakkuku için rivayet ettikleri +şeyde ruvatın bir garaz ve menfa’ati bulunmamak lazımdır. +le– her ne kadar tahakkuk ediyorsa da ajansların postaların +verdiği ma’lumat hakkında tahakkuk edemez. Zira onların +ravi ve müvezzi’leri için bir takım siyasi garazlar vardır. +Muhakkık: –Ben onların her söylediğine doğru nazarıyla +bakıp da onları her halde garaz ve hevadan tebri’e +etmek istemiyorum. Lakin onlardaki garazın hakīkati gizleyeceği +de tevehhüm olunmamalıdır. Ancak onların yapabileceği +şey i’tizar ve telattuf gibi bazı tasarrufattan ibarettir. +Transval Muharebesi’nde İngiliz Reuter Ajansı’nda gördük +ki İngilizlerin Boerleri bütün bütün mahv ettiğini haber veriyordu. +Yalnız şirket-i vahideye i’timadda bu kadar bir mahzur +olabilirse de garazları siyasetleri yek-diğerine taban tabana +zıd olan muhtelif ajansların her tarafa ceraid neşr eden +postalar ile beraber müttefikan verdiği ma’lumata ne diyeceksin? +Mukallid: –Ceraidin falanın sıdkından kat’an nazar sana +karşı şu hakīkati teslim ediyorum ki bugün bil-cümle müslümanlar +pek fena bir haldedir. Zira şimdi ahir-i zamandır. Bu +gibi hallerin hepsi de kıyamet alametlerindendir. Kıyametin +kopacağında ise hiç şübhe olmadığı cihetle bu fenalıklar +günden güne tezayüd edecek hatta o kadar ki yeryüzünde +hiçbir mü’min kalmayacak. Ancak hayırsızın hayırsızı kalacak. +Kıyamet de o fena insanların üzerine kopacak. Binaenaleyh +bugün müslümanların bulunduğu hal-i esef-iştimale +karşı ihtimam etmek ıslahına çalışmak onun için me’yus olmak +ma’nasız şeydir. Çünkü bunlar Hazret-i Peygamber’in +Muhakkık: –İşte seninle müzakere etmek istediğim şeyin +bazısı da budur. Zira ahbar-ı ceraid ve coğrafyanın sıhhati +hakkında sende ne kadar şübhe varsa benim de birçok +kitaplarda kıyametten evvel vukū’u rivayet edilen alamat-ı +kıyamet hakkındaki şübhem ondan daha ziyadedir. Bu +babda varid olduğu zikr edilen ahbarın mütun ve esanidi +onlardan makbul ve gayr-ı makbul olanları hakkında mübahase +etmek bu meclisde mümkün değildir. Lakin nasıl olursa +olsun bulunduğumuz şu hal-i esef-iştimalin hepsi için bir +sebeb olduğu gibi her maraz için de bir deva olacağını inkar +edemeyiz! Çünkü hey’et-i ictima’iyye de eşhas gibi bazı +esbab dolayısıyla maraza mübtela olur ma’a haza onda +hayattan cüz’i bir eser bulundukça şifa-yab olmasından +ümid kesilmez. Şu halde ey üstaz! Umum millet-i İslamiyyeyi +hakkında fikrin nedir? +Mukallid: –Bunun sebebi amelen hükmen şeriati terk etmektir. +Bunun için hiçbir türlü ilac da yoktur. Zira kıyamet +yakındır. Bu ise –yukarıda sana söylediğim vechile– ancak +şirar-ı nas üzerine patlayacaktır. Şu kadar ki: Hem dini hem +dünyayı ifsad eden selatin hükkam şeriatle hükm eder de +afiyet eder ahval-i İslamiyye biraz iyiliğe doğru yüz çevirir +ki bu da Mehdi çıkmadıkça mümkün değildir. Ma’amafih +bazı suleha beni tebşir etti ki Mehdi bu asırda çıkacak kıyamet +de on beşinci asır evvellerinde kopacaktır. Hatta bunun +üzerine +ayet-i kerimesiyle de istidlal olunuyor. +Çünkü “bağteten” kelimesinin hurufu ebced hesabıyla +’ye baliğ oluyor. +Bir de +hadis-i şerifi vardır ki o da bir delil-i diğerdir. Zira “yevm” +de onun için bini geçti. Fakat nısfının ahirinde kıyametin +kopacağı şübhesizdir. +Muhakkık: – “Müslümanların za’fına sebeb din ile ameli +şeriatle hükmü terk etmeleridir” sözünü ben de kabul +ediyorum. Lakin ben bunu başka türlü anlıyorum. “Şeriate +rücu’ etmek ancak Mehdi kuvvetiyle olabilir” sözüne gelince +bunu kat’iyyen kabul edemem; çünkü bunun sıhhatine +mu’tekıd değilim. Ben diyorum ki bu i’tikad müslümanların +pek büyük derdinden en mühlik emrazındandır. +Müslümanları ıslah edecek bir kelime varsa o da bütün +mezheb ihtilaflarını kaldırarak esas-ı İslamiyet’te olduğu gibi +müslümanları bir yola sevk etmektir. +Mehdi fikrinden daha garib bir şey var ki o da kıyametin +zaman-ı vukū’unu ayetle istidlal etmektir. Çünkü Kur’an ile +hadiste ma’lum olmayan bu gibi istidlalata kat’iyyen doğru +nazarıyla bakılamaz. +Bunu müteakib bir gün sonra yine birleşmek üzere +yek-diğerinden ayrılıp herbirisi makamlarına gitti. +*** +şeklinde Acluni +MÜHIM BIR SUAL +Avrupa ulemasından bir zat bazı ceraidde ulema-yı İslamiyyeye +sual-i atiyi irad etmiştir: +“Şeriat-i Muhammediyye’nin şerayi’-i salifeyi nesh etmesi +bundan sonra onun hiçbir şeriatle nesh edilmeyeceği +bununla beraber şeriat-i Muhammediyye’nin kaffe-i şerayi’in +ercah ve efdali olması ne ile sabit ve bu babda fenni +akli delil nedir?” +Havanın gayet saf cevv-i semanın buluttan hali parlak +olduğu bir gecede yüzümüzü şu feza-yı la-yetenahiye +çevirip de nazar-ı im’an ve basiretle baktığımız zaman ne +gibi şeyler görürüz. Vehle-i ulada şu fezanın en uzak yerlerinden +gözlerimizde layih olacak şey kendilerine mahsus +kanun-ı mürettebe kemal-i inkıyad ile daima muvazzaf oldukları +vezaifi eda ve her birerlerinin etrafında manzume-i +şemsiyyemiz gibi pek çok seyyarat devr eden binlerce şümus +değil mi? +Sonra gecenin o ma’lum olan müddeti münkazi olduğu +gibi de güneşin meşrık tarafından tulu’ ederek insanlar üzerine +pek yüksekten seri’ bir surette neşr ettiği ziyaları enzar-ı +nasa mütevaliyen arz ettiği bedayi’-i mahlukatı görmüyor +muyuz? +Kezalik avalim-i ulviyye ve ecram-ı semaviyyeye nisbetle +ancak bir zerre mesabesinde olup üzerinde sakin olduğumuz +şu küreye atf-ı nazar ettiğimiz gibi ne göreceğiz? Ağaçlar +meyveler çiçekler denizler nehirler dağlar bika’ çukur +yerler sahralar ma’adin tuyur ve vuhuş haşerat nebatat +cemadat bürkanlar gibi binlerce eşyadan mürekkeb bir kütle +değil mi? +Bunun teşkil ettiği ecnas ve eşkal o kadar muhtelif havas +ve ahkam o kadar müteğayir nef’ ve zarar o derece müte +ba +yindir ki: Ukūl-i beşer o kadar terakkī etmiş derecat-ı +a +liy +ye-i kemale ermişken yine bunun künhünü fehm etmekten +aciz hakīkatini idrakten kasırdır. +Çok vakit olur ki: Cevv-i sema gayet parlak hava sakin +durgun bir halde iken birden bire şiddetli rüzgarlar esmeye +başlar bu rüzgarlar bulutları yerinden sıçratıp üzerimize +getirir. Etrafımızı yağmurlar ihata eder. O dereceye gelir ki +adeta her tarafımız deniz halini alır. Usul ve kavaid-i fenniyye +dairesinde şu hadise-i cevviyyenin esbabı tedkīk ve +tefahhus husulünün illeti teftiş edildiği gibi görülüyor ki: +Şemsin harareti küre-i arzın rutubetine temas ediyor bu hararetten +bit-tesehhun müte’essir olan ecza-i ratba yani ebhire +a’mak-ı arzdan cevv-i havaya yükselerek orada teza’uf +ve tekasüf ederek gitgide bulut parçaları haline geliyor. Bilahare +bir baran-feşan halini alıyor bir de –bütün ecsamda +olduğu gibi– o kıt’aların da bazısı müsbet bir kısmı da menfi +elektriği hamil bulunacağında şübhe yoktur. İşte bunun içindir +ki bulutların birbirine dokunmalarından havada bir savt +hasıl oluyor ki buna ra’d şimşek derler. +Yine deniyor ki: Şu tahavvülat ve terekkübat-ı cevviyye +üzerine terettüb eden gaye ancak her bir katresi ifaza-i hayat +bütün sükkan-ı basita-i hayvaniyyeye taze taze hayat bahş +eden rahmetin husulüdür. Eğer biz şu feza-i la-yetenahideki +aca’ib ve gara’ibi kafi derecede beyan sadra şifa verecek bir +surette izah edecek olursak mücelledat-ı azime meydana getirmek +lazım geleceğinden bu kadarla iktifa ederek sadede +maksad-ı asliye rücu’ ediyoruz: +Buraya kadar zikr etmiş olduğumuz bunca masnu’at-ı +kevniyyeyi müşahede ettiğimiz zaman acaba hatırımıza ne +geliyor? +Her şeyden evvel kalbimize hutur edecek şey bu bi-nihaye +masnu’at-ı kevniyyeyi derya-yı ademden saha-i vücuda +yürden masun olan kavaid-i fıtrata münkad kılan ona serfüru +ettiren bunların hepsini havas ve sera’ir-i tabi’iyyeden +bir hassa ile mümtaz kılan kezalik onlar üzerinde şu te’sirat-ı +tabi’iyyeyi her an muhafaza eden kim olduğunu bilmeye çalışmak +değil mi? Ne şübhe! +Bu havatır-ı kalbiyye ta’kīb olunup bil-etraf te’emmül +olunursa kalben vicdanen tasdik lisanen ikrar ederiz ki gerek +meşhudatımız olan şu masnu’at-ı kevniyye gerek muttali’ +olup anlamadığımız daha pek çok mahlukat-ı sairenin +kaffesi ancak bir Zat-ı Vacibü’l-Vücud’un asar-ı bahiresinden +başka bir şey değildir. +Bu tasdik ve iz’an bizim kulaklarımızı pek yüce bir sada +ki: Bizim bu kainat bu kadar la-yetenahi ayat-ı beyyinat +arasında arz-ı endam etmemiz bir dest-i kadirin bir +kudret-i fatıranın eseri olduğu gibi bunların cümlesi de fa’alün +li-ma yürid olan Hallak-ı hakīkīnin vücudu üzerine delalet +eden birer bürhan-ı celidir. +Fa’il-i hakīkī olan Zat-ı ecell ü a’la hazretlerini bu suretle +tini üzerinde sakin olduğumuz yaşadığımız küre-i arzın ne +suretle tekevvün ettiğini taharriye sevk ediyor. Bu def’a da +münhasıran fenne müracaat etmek lüzumunu hissediyoruz. +Evet teşekkülat-ı alem hakkındaki nazariyat-ı fenniyye bize +gösteriyor ki: Mucid-i hakīkī Hallak-ı ezeli şu küreyi buhardan +arz pek çok zamanlar mayi’-i nari halinde kalarak daima +neşr-i hararet ediyordu. Bu suretle gitgide bundaki hararet +tenakus etmeye tenakus ettikçe teberrüde teberrüd ettikçe +tekasüfe daha sonra kışr bağlayarak tekadüm-i eyyam ile +tasallüb etti. +Arz bu suretle tasallüb ettikten sonra evvela nebatat sonra +mahlukat-ı saire halk olunmaya başlıyor. Yılların te’akubu +a’sarın mürur etmesiyle mahlukat-ı nebatiyye ve hayvaniyye +de tebeddül ediyordu. +Arzın salabetinin tezayüdü hararetin tenakusuna sebeb +olduğu gibi tenakus-ı hararet de daima kuvve-i inbatiyyenin +teğayyür madde-i hayatiyyenin tebeddülüne sebeb oluyordu. +tabiat daima ihtilaf ediyordu. +Evet bu iddia tamamen doğrudur. Hatta arzın bidayet-i +tekevvünündeki mahlukat için mebde’-i tekevvünden birçok +asır sonraki alemde yaşamak nasıl mümkün değilse a’sar-ı +ahirede vücuda gelen mahlukat için de mebde’-i tekevvünde +ta’ayyüş etmek daire-i imkanın haricindedir. Çünkü +suda ta’ayyüş eden mahlukat toprakta topraktaki de suda +yaşamak isti’dadını ha’iz değildir. Hülasa evkat ve ezmanın +tebeddül hal ve mekanın teğayyür etmesiyle tabayi’-i mahlukat +da daima şeklen ve mahiyeten tebeddül ediyordu. +Şurası da muhakkaktır ki; mevcudatın her iki kısmı – +nami camid– tekevvün etmek neşv ü nema bulmak tekemmül +etmek beka ve fena bulmak hususlarında her +halde bir kanun-ı tabi’iye tabi’dir. Binaberin şu mevcudatın +hilkatte göstermiş olduğu tekamülün husulü de anidir zannolunmamalı +belki bunların hepsi tedrici bir surette hasıl +olmuştur. Bununla beraber gaye-i kemale vasıl olduğu gibi +zeval bulması bunlara da fena arız olması şübhe götürmez +umur-ı muhakkakadandır. Çünkü gaye-i kemale eren her +şey nihayet bulur. +Bu zevale lisan-ı şer’de “kıyamet” ıstılah-ı hükemada ise +“inkıraz” ta’bir olunur. Fakat zevale inkıraza uğrayan her +şey sonradan yine tekevvün eder. Çünkü hiç bir şey yoktur +ki onun eczası külliyen mün’adim olsun. Ancak bizim mahv +oldu zannettiğimiz şeylerin yalnız şekli tebeddül mahiyeti +teğayyür ediyor başka değildir. +Bir de tekevvün tenemmüv maraz mevt gibi ahval-i tabi’iyye-i +tedriciyye hayvanat ve nebatata nasıl arız oluyorsa +öylece ecram-ı semaviyyeye de arız oluyor. Buna –her şeyin +tedricen kemal bulup sonra da zevale ermesine– erbab-ı fen +kanun-ı tekamül namı veriyorlar ki Fransızlar “évolution” İngilizler +de “evolution” diyorlar. +Şuraya kadar beyan olunan mevad hakkında sa’il-i fazılın +tedkīkat-ı amika ve vukūf-ı tammeleri olduğu cihetle +mes’eleyi bundan ziyade izah ederek bahsi ıtnaba lüzum +görmüyorum. Ancak bu kadarcık olsun beyana lüzum hissettiğim +sa’ile karşı vereceğim cevabın esas ve maslahat +fun-aleyh ma’lum olmadıkça mütevakkafı isbat etmek de +mümkün olmayacağıdır. Binaenaleyh asıl bahse rücu’ ediyorum. +Mütercimi: Aksekili +AVRUPA HÜKUMAT-I NASRANIYYESININ +BARBARLIĞI + +---- +VE +---- + + +---- +BIR SADA-YI INSANI +---- + +Fransızların meşhur roman muharriri Pierre Loti geçenlerde +Figaro gazetesinde baladaki ünvan ile alem-i Hıristiyaniye +atf-ı sada ederek bugünlerde Osmanlı müslümanları +aleyhinde yazılmakta olan na-müstahikk bir takım havadislere +karşı onları müdafaa ve himayeye çalışıyor. Muharrir-i +muma-ileyhin bu gibi makalelerinden Osmanlı ve İslamiyet +muhibbi olduğu anlaşılarak yek-nazarda ya galeyan-ı muhabbetle +yahud menafi’-i şahsiyye te’siriyle yazılmış olduğu +varid-i hatır olur ise de Pierre Loti’yi tanıyanlar muma-ileyhin +bu gibi te’sirat ile müte’essir bir vücud olmadığını ve +zirde muharrer makalesi nazar-ı bi-tarafi ile kıraet olunacak +olur ise muma-ileyhin mevcud olan yüz binlerce hakīkatten +ancak bir nebzesini bu sırada Avrupa nazar-ı insafına +vaz’ etmekle kifayet ettiğini i’tirafa mecbur kalır. Ma’lum +olduğu üzere ibtida-yı muharebeden beri Sofya’dan suret-i +daimede vürud etmekte olan havadisler Osmanlılar esna-yı +ric’atte tesadüf ettikleri köyleri ve şehirleri ihrak ve bu mahallerde +mütemekkin ahali-i Hıristiyaniyyeyi ez-cümle Bulgarları +kadın erkek çoluk çocuk cümlesini katl ettiklerini +müdafaa ve himaye etmek mecburiyet-i vicdaniyyesinde +kalarak atideki makale-i mühimmeyi neşr etmiştir. +* * * +“Osmanlılar katl ediyorlar… Mağlub bir muharib +aleyhinde bu cümle-i itham şu son günlerde hemen Avrupa +gazetelerinin cümlesinde görünmeye başladı. Her ne kadar +Sırp ve Bulgar aleyhlerinde dahi nadiren ve gayet kapalı +surette bu gibi ithamata tesadüf ediliyor ise de suret-i teleffuzu +ehemmiyetten ari olduğunu ima ettiriyor idi. +Acaba geçen senesi Teşrinievvel’inde Trablus vahalarında +“İtalyanlar katl ediyorlar” isti’mali layık ve müstahık değil mi +bulmuş olsa idi bir dereceye kadar şayan-ı afv görülebilir +üzerlerine düşmüş ve böylece İslam memleketlerinin istilasına +kalkışmış idi. Lakin muharebenin devamıyla za’f ve aczlerine +biçareleri mağlub etmek için ora ahali-i İslamiyyesini katl +etmediler mi? +Son Çin seferinde Tungçu ve Tiensin şehirleri Boxer +ma-melekleriyle beraber mahv u perişan edildiklerini mallarını +gasb ve gareti için Avrupalıların dipçikler altında biçarelerin +hayatlarına hatime çektiklerini kendi gözümle gördüm. +O zaman da Avrupa gazeteleri yazmalı idi ki: “Şu’le-i +medeniyyetin tenviri için Avrupalılar şimdi aksa-yı şarka +geldi. Avrupalılar katl ediyorlar.” Acaba Avrupalılar orada +hal olduğunu iddia edecekler? Avrupalıların Çin’de ettikleri +bu gibi kıtali Hunlar bile yapmamıştı. +etti. Transval Muharebesi’nde Boer merkez ordugahının bir +hiss-i insaniyet ile müte’essir olmadan mahv edilişi İngilizlerin +üzerinde ebedi bir kan lekesi bırakmadı mı? Biz Fransızlar +Cezayir’i istila ettiğimiz zaman kadın erkek çoluk çocuk +demeyerek bir kısmını katl kısm-ı diğerini ateşler yakarak +dumanıyla boğmadık mı? +Şu birer birer saydıklarım hakīkatin ancak on binde biridir. +Eğer tarihin bu kısımlarını açacak olur isek bu gibi daha +nicelerinin nazar-ı insafımıza tesadüf edeceğini göreceğiz. +Ezmine-i kadimede bu kıtal-i beşer körkörüne bir vahşetle +ne derece dehşetle hükmünü icra ettiyse bu dediğimiz yirminci +asr-ı medeniyette belki daha müdhiş hükmünü icra +etmektedir. +Biçare müslümanlar dört taraftan aleyhlerine kaldırılan +haydud milletlerin salıverdikleri bir takım canavarları katl ettikleri +eğer hakīkat ise Avrupa medeniyeti icraatına kıyasen +hadd-i a’zamı olarak gayet hafif bir ceza ile itham olunmaları +lazım gelir. +Avrupalı olarak pek çok kimseler tanır ve bilirim ki eğer +onlar Osmanlıların yerinde bu gibi mahal ve mevki’lerde +bulunmuş olsalardı hasıl olan azgınlıklarından önlerine tesadüf +edenlerin cümlesini katl edeceklerine suret-i kat’iyyede +eminim. +müsebbibi yine biz olduğumuz anlaşılması müşkil bir şey değildir. +Nasıl olur da göz göre aleyhlerinde bulunalım mahvlarına +uğraşalım da kalblerinde bize karşı bir adavet peyda +olmasın? Hıristiyan namı tahtında yaşayan bütün milletler +lar yaparak gün be-gün mahvlarına uğraşıyor. Biz Fransızlar +zavallı biçarelerin ellerinden Cezayir’i Tunus’u Fas’ı aldık. +Trablusgarb taraflarını kan ile boyadı. Asr-ı hazır medeniyete +yakışmayan bir canavarlıkla bi-günah bu kadar İslamların +telefine sebeb oldu. Hıristiyanların en küçük bir adamı bile +bir salahiyet hissediyor. +Zavallı müslümanlar! Sizin iyi günlerinizde size sadık bir +dost gibi görünmeye yeltenenler şimdi lisanlarını değiştirerek +sizi bir takım haksız fenalıklarla itham etmeye kalkıştılar. +Size te’min ettiği sadakatten dönerek sizi yalnız başınıza +terk eyledi. Avrupa düvel-i muazzamasından bazıları sizin +dostunuz olduğunu ve ancak sizin sahib-i şevket ve kudret +olmanıza gayret ettiğini söylerken şimdi hem lisanlarını +hem de yüzlerini çevirdikten maada Osmanlıların korkak +olduklarını da iddia ettiler. Lakin ben yalnız şu son cümleye +şununla mukabele edebilirim ki: Osmanlıların mağlubiyetleri +dolduran yüz binlerce Sırp Bulgar ölüleri bu iddianın aksini +ki: Plevne kahramanlarının o zamanki şeca’at-i diliranesi ile +Yunan Muharebesi’nde düşmanlarını hemen hemen +mahv u perişan eden o dilaverlerin şeca’atine en nihayet +Trablusgarb’da bine karşı bir mesabesinde olan o yavuz +mücahidlerin gösterdikleri o hariku’l-ade yararlıklara karşı +muharebe-i hazırada gösterdikleri hezimet artık onların o +Osmanlılar olmadıklarını iddia etmekte kendimizi bir derece +haklı görür isek de nazar-ı bi-kaydi ile bakılmayacak bir +nokta vardır ki o da bir şevk ve şetaretle meydan-ı harbe +atılmaları ve düşmana karşı şirane göğüs vererek sevine sevine +harb ettikleri bununla beraber rehberlerinin kendilerine +tabiat-i sani ittihaz ettikleri la-kaydi yüzünden bila-şikaye +açlıktan öldükleridir. +Şunu da bila-tereddüd i’tiraf etmeliyiz ki: Osmanlıların +böyle bir hezimete duçar olmalarına sebeb ancak yine biz +Avrupalılarız. Bizde mevcud bulunan o evham-ı batıla +kemal-i sür’atle onlara da sirayet etti. Askerlerin kısm-ı a’zamının +herkes için mukaddes olması lazım gelen i’tikadlarına +halel tari oldu. Zabitlerin ekserisi mesleklerini ihmal ederek +politikaya giriştiler. Bizim ispirto ise orada pek büyük bir rol +oynadı. Bu hezimetlerin bütün ma’nasıyla tekmil mes’uliyetleri +kendilerine aid olan kumandanlar da bu musibete müb +tela olmuşlardı. Bundan başka i’lan-ı Meşrutiyet’ten sonra +rını askere almalarıdır. Osmanlı ordusuna alınan Hıristiyan +askerler Sırp Bulgar ve Rum milletlerinden olduklarından +onların kendi hem-mezheb ve milletdaşlarına kurşun atmayacakları +şübheden vareste idi. +Osmanlıları iyice tanımadan hatta memalik-i Osmaniyyede +dahi asla bulunmadan Garbi Avrupalıların Osmanlılar +hakkında bir su’-i zan beslemeleri ca-yı ta’accüb ve teessüftür. +Bunun için herkesi şununla te’min edebilirim ki: Osmanlı +müslümanlardan maada dünyada daha sevimli temiz +yürekli samimi ve ahlak-ı hamideye malik bir kavim yoktur. +Bununla beraber bunların içerisinden bizim mekteplerimizde +tahsil ve terbiye görmüş ve bizim Paris bulvarlarında ahlakını +ve i’tikadını bozanları tefrik ve istisna etmelidir. Asıl +çekirdek Osmanlı insan namına layık ve müstahık ancak +onlardır. Şarkta yaşamış ve el-an yaşamakta olan Avrupalı +tüccar ve me’murların sıfat-ı ruhaniyye ile orada mevcud +olan misyoner ve papazlarımızın hem-şehrilerimizin her +hangi birisine: Şarkta mevcud akvam miyanında hangisinin +şayan-ı takdir ve hürmet olduğunu sual edecek olsak; +bila-istisna verecekleri cevabı burada size aynen beyan edeyim: +Ellerinde Salib olduğu halde çan sadaları altında bir +ayin-i ruhani ile muharebeye giden vahşetleriyle müştehir +kaba ve riyakar Bulgarların vahşetleriyle onlara tekaddüm +eden hatta hıristiyan denmeye na-seza Sırpların mukaddes +lıklarıyla İslamların hayat-ı necibanesini mukayese etmek +eser-i tecahüldür. O koyu yeşil servi ağaçlarını ve beyaz +minareleriyle cami’lerini muhit sulh ve müsalemetiyle herkes +Şahane denmeye seza olan nasıl tabi’i bir yaşayış derununda +mahfuzdur. Ah bu adamlar ya zürra’ yahud kana’atkar +olarak bir san’atkardır ki her gün kemal-i şevk ve muhabbetle +kendilerine mahsus bir sükunetle beş def’a yıkanır o +güzel cami’lerine giderek huzur-ı Rabbü’l-alemine müteveccih +ve mütevekkil olurlar. Akşamları ise ya o hay huy-ı gıll ü +gışdan ari kahvelerine gider yahud cedlerinin mezar taşları +üzerine oturarak ya ecdadının mazideki kahramanlıklarından +yahud istikbalde Cenab-ı Hakk’ın ihzar eylediği ömr-i +la-yenkatı’ tasavvurlarına düşerler. Fakīr ve za’iflere merhamet +ebeveyne ve ihtiyarlarına ta’zim ve hürmet eden bu +müslümanlar gibi dünyanın hiçbir köşesinde daha başka bir +kavim bulunmaz. Barbarlık ile itham ettiğimiz bu asil insan +olan müslümanlara asıl biz barbar Avrupalılar merhamet +edip onları her zarar ve ziyandan her fenalıktan muhafaza +edelim. Hiç olmazsa bakī kalanlarını barbarlar eline teslim +etmeyelim.” +* * * +miyanında böyle hakīkati görür ve i’tiraf eder zatlar da +bulunuyor. Bizim himaye ve muhafaza olunmaklığımız ile +kin alemin merhametine iltica ve bu gibi tavsiyelere muhtac +olmaktan ise başımıza gelen felaketlerden mütenebbih olarak +eden zatlara muma-ileyhin bu makalesi bir ibret olmalıdır. +Biz İslamlığımızdan çıktığımız ve Avrupa ahlak-ı mezmumesiyle +ahlaklaştığımız için felaketlerin bize vürud ettiğini +anlatıyor. Vakı’a bundan maksad Avrupa’ya gitmemek ve +Avrupa’da yaşamamak demek olmayıp ancak oraya gidildiği +halde İslamlığı muhafaza ederek maksadın husulüne çalışmak +demektir. İçimizden en büyük ricalimiz dahi müddet-i +medide Avrupa’da bulunuyorlar. Lakin milliyetlerini muhafaza +ederek bulunuyorlar. Maksad milleti medeni etmek ise +Avrupa’dan ahlak-ı zemimeden ve vatan ile millete tatbiki +gayr-ı kabil olan şeylerden ictinab ederek milletin ihtiyacı +olan şeyleri sevk etmek ile olur. Ve’l-hasıl muma-ileyh Pierre +Loti’nin şu makalesi gibi bizce de şöhreti olan pek çok +zevatın bugünlerde makaleleri neşr olundu. Sırası geldikçe +bir danecikle maksad ve emelim husule gelir. Mütenebbih +olmaklığımız için vakit gaib etmeye zamanımız müsa’id değildir. +Çünkü kendine acımayana kimse acımaz. +Stuttgart’ta Anadoluhisarlı +BALKAN MUHAREBESI’NIN +BAKÜ’DEKI TE’SIRATI +Alem-i İslam’ın son istinadgahı olan Devlet-i Osmaniyye’nin +sonra nagehani bir surette Balkan müttehid hükumetlerinin +hücumlarına ma’ruz kalması Kafkasya müslümanlarının +merkez-i ma’neviyeti olan Bakü’de bir saika te’siri yaptı. +Arada dindaşlık ırkdaşlık gibi kavi rabıtalar var iken böyle +bir sa’ika te’siri hasıl eden anasır-ı berkıyyenin mevcud olacağı +da tabi’idir. +Zemin ve zaman müsa’id olursa Müslümanlığın mevcudiyetine +karşı i’lan-ı husumet eden düşmanlar üzerine atılacak +kadar bir eser-i heyecan gösteren bura müslümanlarını +Rusça Panislavist gazetelerin İslamiyet’e karşı kullandıkları +lisan-ı husumet ve istihza oldukça iğdab etmektedir. İşbu teessürlerini +müslümanlar Rusya efkar-ı umumiyyesine i’lan +ediyorlar. [] Mesela; dahili Rusya İslamlarının neşriyat-ı +ma’hudeye karşı payitaht gazeteleri vasıtasıyla neşr etmiş +oldukları protestoyu bu kere Bakü müslümanlarının Kaspi +gazetesiyle neşr eyledikleri i’tirazname ta’kīb eyledi. Muharrirler +doktorlar hukūk-şinaslar mühendisler muallimler +tüccar ve milyonerler tarafından imza olunan işbu protesto +kendilerine liberallik süsü verdikleri halde Rus hissiyat-ı +diniyye ve hasisesini Osmanlılık ve Müslümanlık aleyhine +tahrik eden Rusça gazeteleri “Zıdd-ı Beşer” ünvanına layık +görerek Balkan muharebatına giden “Salib-i Ahmer” etibba +ve hastabakıcılarına “Bir Hıristiyan bir Islav bir Elen +mecruh bulundukça Osmanlı mecruhlarını tedavi etmeyin” +diye hitab edecek kadar “teşvikat-ı şeytaniyye”de ileri giden +Moskof muharrirlerine beyan-ı nefretle Rusya’da bulunan +yirmi milyon müslümanın ihmal edilmeyecek bir kuvvet olduğunu +tezkar ediyor. +Gazeteler vasıtasıyla kanun dairesinde neşr olunan bu +gibi mektuplar ve makalelerden başka hafi surette bir takım +müheyyic varakalar da neşr olunuyor. Fakat bu mektuptan +maksad Bakülüler miyanında ibraz olunan tezahürat +ve teessüratın ameli ve maddi cihetlerini göstermektir. Zira +ma’lumdur ki bugün düşmanla çarpışan gazilerimiz ve doğrudan +doğruya düşmanın hücumlarına ma’ruz kalan kardeşlerimiz +bütün Islavlığın bütün bir feveran ve tarafgirlik +gösterdikleri bir zamanda kendi ırkdaşlarının kendileriyle +hem-derd bulunduklarını duyunca kuva-yı ma’neviyyeleri +artar şanlarından ve vazifelerinden olan sebat ve mukavemetlerinde +daha azimkar daha ümidvar olurlar. +Müslümanlar doğrusu bu kadar gayr-ı müsa’id şera’it +tahtında Kafkasya müslümanlarının bir an-ı felakette bu +derece bir eser-i hamaset göstereceklerini galeyan-ı hamiyyet +hassasiyet birçok bed-binleri hayran etmektedir. Şimdi her +mahfilde her dükkanda her ticarethanede ve her bir köşede +ancak muharebeden konuşuluyor suzişli lisanlarla +atideki sualler te’ati olunuyor: “El-iyazü bi’llah Saltanat-ı +Osmaniyye bir felaket-i kat’iyyeye uğrarsa halimiz ne olur? +Müslümanlığı kim himaye eder? Ecanibe karşı ne yüzle bakarız?” +Gazete idarehaneleri önünde öyle hazin ve müessir levhalar +seyr ediliyor ki… gazete satılan mevki’ler gece saat on +dis bekleniliyor. Gazeteler çıkıyor. Fakat bir ye’s ve inkisar +getiriyor. Müslümanların yüzünü güldürecek havadis yok... +Zaten çekilen telgraflar hep mübalağalı ve tarafgirane… Osmanlılığın +mağlubiyetini müş’ir fena havadislerin simalarda +tevlid eylediği neş’esizliği kalem ta’rif edemiyor. Tevali eden +mağlubiyet havadisi miyanında İşkodra Edirne ve sair muzafferiyat-ı +Osmaniyyeye aid hoş haberler üzerine hasıl olan +beşaşeti seyr eylemek ne kadar tatlı… +Size birkaç misal-i müessir daha: Fukara bir gazete mü +vezzi’ine “Hamiyetin yok mu neden Hilal-i Ahmer’e ianede +bulunmuyorsun?” diye birisi tevcih-i itab eder. Bu itabdan +şiddetli surette kızan müvezzi’ asabi bir surette ce +binden beş +ruble mukabili bir Şehbenderhane makbuzu çıkarır. “Ben +hamiyyetsiz değilim işte Hilal-i Ahmer’e verdiğim paranın +makbuzu! İnşaallah yine kazanır veririm” diye kendisini +müdafaa eder. +rublesini Şehbenderhane’ye getirerek Kemal Bey’e teslim +ma’amafih az olduğunu lisan-ı i’tizarla beyan eder. Şehbender +Bey kendisine acaba ne kadar kaldığını sorunca “ kapikim +bakī kaldı. Allah kerimdir” der. Şehbender Bey her +ne kadar paradan bir hissesini kendisine alıkomasını ısrar +ederse de mü’ezzin kabul eylemez hemen teslim eder gider. +Bura Osmanlı Şehbenderhanesi tarafından Hilal-i Ahmer +namına bir defter açılarak iane dercine ibtidar olundu. +Bu münasebetle gerek haricde gerek Şehbenderhane’de +vaki’ olan tezahürat hakīkaten şayan-ı kayddır. Zenginlerden +tutarak fukaraya kadar kadın erkek herkes iane vermeye +şitab ediyor. Mevki’-i ictimaileri iktizası değil ahval-i +alemden kendi mahallelerinden de bi-haber olan kadınlarımız +analarımız bile asar-ı hayat gösteriyorlar. İhtiyar kadınlar +bin arzu ile senelerden beri biriktirdikleri paralarını +Hilal-i Ahmer’e teberru’ ediyorlar. Neft ocaklarında çalışan +müslüman ameleler binlerce ruble toplayarak Şehbenderhane’ye +getiriyorlar. Iane vermek üzere etraftan gelen köylüler +Şehbenderhane’de kesret-i teessürlerinden ağlıyorlar. +Şehbender Efendi Kemal Bey dahi böyle bir me’asir-i samimiyyete +karşı teessürünü zabt edemeyerek köylülerle beraber +ağlaşıyorlar. Emr-i ma’aşları gündeliklerine bağlı olan +me’murin ve ticarethane müstahdemini dahi aylıklarını alır +almaz Şehbenderhane’ye koşuyorlar. +Birçok Kerbela ve Necef züvvarını da işittim ki niyetlerinden +vazgeçerek yolculuğa sarf edecekleri mebaliğin Hilal-i +Ahmer’e verilmesini tercih eylemişlerdir. +Bu sene Bayram’da kurban bedellerinin Hilal-i Ahmer’e +verilmesi yolunda beyne’l-ahali ciddi bir propagan vardır. +Birçoklarının bu propagana imtisal edecekleri de ümid olunuyor. +Hatime olarak bunu da yazmadan geçemeyeceğim ki +ecnebi gazetelerin vukū’at-ı harbiyye üzerine teblīğ eyledikleri +mübalağalı mağlubiyet havadislerinden ziyade hala +Osmanlı kardeşlerimiz miyanında tefrika mevcud olduğu +haberleri bura müslümanlarını dil-hun ediyor. Buna karşı +fevkalade müte’essiftirler ve lisan-ı hal ile bütün Osmanlı +dindaşlarının kulaklarına bir nida-yı tazarru’la işittirmek istiyorlar +ki: +– Arkadaşlar Allah aşkına! Mevcudiyetimiz tehlikede… +Bakü Teşrinievvel +* * * +Harb-i hazır zahiren İslamların mağlubiyetini gösteriyorsa +da hakīkat-i halde müslümanlar kendini galib addedebilirler. +Eğer zahiren galib gelseydik mesti-i galibiyetle +tuttuğumuz yolu bırakmayacak için için bizi yiyen emraz-ı +anda mahv edecek idi. Bu harb ise Osmanlılığın belki bütün +alem-i İslam’ın intibahı için pek kıymetli bir amil oldu. Çok +adamlar vardır ki sözle nasihatle hakīkati kabul etmezler. +bu ser-encam herkese tehlikeyi gösterdi. Hakīkati anlattı. +Her şahıs her sınıf efrad-ı İslamiyye haline göre bundan +hisse-yab-ı intibah oldu. Tutulan yolun çıkmaz olduğunu +hacısı da hocası da avamı da havassı da müceddidi de +muta’assıbı da gördü ve anladı. İşte İslamiyeti hiç kale almayarak +ale’l-ıtlak “Avrupalılaşalım” diye diye fena fi’l-Avrupa +olan matbuat-ı Osmaniyye’nin aldığı hisse-i intibahın +nümuneleri: +Üssü’l-esas-ı mevcudiyyeti Osmanlıların bir ayağını +Avrupa’ya atmış olan hakimiyetlerine merbut olan Şark +Mes’elesi umumen Hıristiyan olan Avrupa nazarında hülasatü’l-hülasa +olarak Hilal ve Salib’in cidal ve niza’ından ibaret +bir maddedir. Avrupa’nın lisan-ı ilim ve siyasetinde daha +cari bir ifade ile bu Şark Mes’elesi için İslamiyet’in inhitat ve +bile vaz’ edilmiş bulunuyor. +Avrupalıların şarkı ve Şark Mes’elesi’ni tarz-ı telakkīleri +suret-i umumiyyede İslamiyet ve Iseviyetin cidalinden ibaret +olmak suretindedir. Avammı bu tarz-ı telakkīye sathi bir +ma’rifet-i ta’assubkarane ile salik havassı ise bu telakkiyat-ı +amiyaneden Hıristiyanlığın muhafazası nam ve hesabına +fakat makasıd-ı hususiyye-i siyasiyyeyi tervic eylemek kasd +ve garazı ile istifadeye münhemik bulunuyorlar. Uzağa gitmeye +ne hacet daha dün bize Balkan hükumetleri bir Ehl-i +Salib muharebesi i’lan etmediler mi ve el-yevm hemen bütün +Avrupa bu Ehl-i Salib’in temenniyat ve takdirat-ı muzafferiyatı +Bir tavr-ı riya ile bize dostane bir çehre gösteren Avrupalılar +tamam-ı mülkimizden bahisler ederler ıslahattan demler +vururlar bunların hiçbiri doğru değildir. Doğru olan şey +onların daima el altından esbab-ı za’fımızı ihzara çalışmakta +ve mülkümüzün inkısamı kolaylığını te’mine yol aramakta +olmalarıdır. +Ne garib!... Şu dört senelik devre-i Meşrutiyetimizde bile +dahilen ve haricen bize göz açtırmayanlar yine bu Avrupalılar +değil mi? Acaba Yemen kıyamını teşvik ve ihzar eden +kim? Acaba Suriye ovalarında bizi uğraştıran seva’ik nereden? +Acaba İtalya tamamiyet-i mülkiyye düstur-ı ma’huduna +vazı’u’l-imza mı değil idi? Bugün Balkanlardaki müsademeler +düvel-i muazzamanın şu’bede-bazlıklarından başka +bir şey mi?... +Zavallı biz ise hala ıslahat yaparak Avrupa’nın gözüne +gireceğiz malihulyası ile dem-güzarız!... +Avrupa’nın gözüne girmek!... Bırakın o malihulyayı.. Belki +dikkat edin ki Avrupa sizin ıslahat ve terakkıyat-ı medeniyyenize +mani’ olmasın önünüze ha’iller dikmesin. +Ma’amafih Avrupa’nın ser-mestane idame ettiği bu ta’ +arruzat da min cihetin bize menfa’at-i azime ihzar eyleyecek +mahiyettedir. Biz kavmiyet-i Osmaniyye ve ümmet-i +ümid etmek şöyle dursun belki o kabiliyeti Avrupalıları gölgede +bırakacak bir şa’şaa-i bala-gir-i kemal ile izhara ibraz-ı +Her halde Hilafet-i İslamiyyeyi cami’ olan Osmanlılığın +kabil-i ihmal bir kemiyet olmadığının anlaşılacağı zaman +u +zak değildir. +* * * +Fransa matbuatı hatta Fransa hükumeti muharebe-i hazıra +münasebetiyle Osmanlılar için Devlet-i Osmaniyye için +en çirkin hakaretlerde bulunuyorlar. Başvekil Poincaré güya +muahedata müsteniden hıristiyan vatandaşlarımızın hamisi +olduğunu ileri sürerek şayed onlara bir ta’arruz vukū’a gelirse +Babıali’yi mes’ul tutacağını resmi aynı zamanda bilalüzum +aleni takrirlerle aleme bildiriyor. +olduk fakat mektep sıralarında o bülend-mertebe hacelerimizden +öğrendiğimiz Fransa ne kadar başka idi ne derece +ali-cenab idi galibden ziyade mağluba müşfik menafi’-i +hasiseyi daima muhakkır idi. Sorbon’da Ladisler ulum-ı +siyasiyye mektebinde Soreller Fransızlığı en mevsuk tarihi +teshir ediyorlar Fransa iştiyakı Fransa muhabbeti ile dolduruyorlardı. +di gördüğümüz işittiğimiz Fransa’ya hiç benzetemiyoruz. +Benzetemediğimiz için irfandan idrakten hatta insanlıktan +bile me’yus olarak: diyoruz. +Fransa bu hissiyatta bu halette iken reva mıdır ki yüzlerce +talebe-i Osmaniyye hala Paris kaldırımlarını çiğnesin +dursun? +* * * +lığı çoğumuzun din şeklinde teccelli ettirilen koyu ta’assubudur… +Din ta’assub değildir. Din bir cem’iyetin ma’neviyetlerinin +en yüksek noktasıdır. +Dinsiz bir ferd hususi hayatında ne kadar bahtsız ise dinde +mübalatsız bir cem’iyet daha çok bahtsızlığa mahkumdur. +Bizi mübalatsız kılan birçok mezhebi cereyanlardan +başka garblılaşmanın da büyük bir te’siri olmuştur. Bunun +karşısında avamımızın daima okşanan ve okşandıkça +kabarıp yakıcı ve kırıcı bir hale gelen ta’assubu vardır. Bu +ta’assubu menfa’atleri namına mürteci’ler mürteci’lerden +kor[k]dukları için Hürriyetçiler okşadılar. Ta’assub yerine +sağlam dini bir akīde olmuş olsa idi yine bu kadar hasis bir +mevki’a düşmezdik. +Biz Türkleri Osmanlıları demek istiyor mü’min mu’tekıd +ve mütedeyyin görmek isteriz. O kadar ki din ve i’tikad +namına karınlarını şişirenler gizlendikleri irtica’ mevki’inde +kısık sesleri yere eğilen yüzleriyle kalsınlar. +rın kör kör baktıkları bir yalancı fecirdir. Daha yirminci asır +böyle asılsız gayelerden belki yirmi bin asır daha uzaktır! +Bize insaniyet masalları söyleyenler zevklerini feda edemeyenler +zaruret ve sefaletten korkanlardır. Bazusuna güvenen +kimse yoktur ki zararlı çıkacağını hissettiği bir oyunda +kolu bağlı dursun. +Bize bilmeyerek büyük fenalık edenlerden bir +takımı da Tanzimatcılardır. Bunlar vatanlarını Avrupa’ya +beğenilmekle kurtaracaklarını tasavvur ettiler. Memleketin +asıl ruhunu bıraktılar da garbın gözüne girmek için kenarları +süslemekle uğraştılar. Sa’yleri faidesiz oldu. Çünkü göze +girmediler. +Hatalarımız arasında mühim bir mevki’i de taklidciliğimize +ayırmak lazımdır. Tanzimatcılığımızdan biri; garbı o kadar +taklide özendik ki avamımızdan avamımızın ruhundan büsbütün +ayrıldık. Avamımızın yabancısı olacak kadar değiştik. +Onun için avam bize hatta düşman nazarıyla bakıyor. Bizi +hiç beğenmiyor bizden nefret ediyor. +* * * +Zavallı medeniyet biçare insaniyet! Sen galiba daha çok +şeklinde yazılmıştır. +asırlar bu dünyada te’essüs eylemeyeceksin! Ne elim inkisar-ı +hayaldir ki medeniyet ve insaniyetin mü’essisleri addeylediğimiz +bile esasat-ı hak ve medeniyeti unuttular. Sırf ağraz-ı milliyyeleri +ve menafi’-i hasiseleri uğruna bize karşı her türlü kizb +ve iftirayı kabul ediyorlar. Yirminci asrın pişva-yı terakkīsi +olduklarını unutup kurun-ı vüstaya layık beyanat ve neşriyat-ı +ta’assubkaranede bulunuyorlar. Londra’da Paris’de +matbuat Salib namına ref’-i avaz etmekten çekinmiyor!... +Sonra da “medeniyet”ten “insaniyet”ten dem vuruyorlar! +müsa’id midir? Medeniyet merkez-i medeniyet addedilen +Londra ve Paris’in büyük gazetelerinde Ehl-i Salib i’lanı mıdır? +* * * +Bugün hemen birçok mütefekkirlerimiz Avrupalılaşmadıkça +medeni bir hayata sahib olamayacağımız i’tikadında +bulunuyor. Bu hususta ortaya mu’ayyen ve mukarrer bir +teceddüd ve terakkī programı konmuyor. Halbuki mübhem +uknumlar üzerine bir cem’iyetin müstakbel hayatını bina etmek +kadar zararlı bir şey yoktur. +Garbı bazen belki bir garblı mütefekkirden daha iyi tanıdığımız +oluyor fakat kendimizi kendi kabiliyet ve mahiyetimizi +tanıyamıyoruz. +Öyle zannediyoruz ki bu hakīkati her bir salim vicdan +Bir milletin asıl kuvveti kendisindedir. Kendi kuvvetini tanımayanlardır +ki yaşamak için başkalarının mu’avenetini dilenir. +Ve bu yüzden büyük bir milletin şerefini küçültür onu +tezlil eder. Halbuki şerefsizlik ve zillet milletler için mahv ile +beraberdir. +Evet artık yeter! Bizi senelerden beri çürük nazariyeleriyle +verdikleri ve verecekleri dersleri istemiyoruz. Biz bir müslüman +teceddüdünü istiyoruz. Garbdan çok muhtac olduğumuz +düdüne alet olarak kullanacağız. +lunması mühim bir tahavvüldür. Bunu da vücuda getiren +hiç şübhesiz harb-ı hazırdaki mağlubiyetimizdir. Bu adedi +mahdud gazetelerden her şeyi öğrenmeye muhtac olan ümmet-i +alar mülahazalar işitmek ne kadar büyük bir mazhariyettir! +asrın ne olduğunu gördüğü gibi mütefekkirinimiz de terakkī +ve sa’adete hangi yoldan gidilebileceğini keşf etmişlerdir +meyecekleri hakkında henüz kat’i bir i’timad hasıl olamaz. +BALKAN EHL-I SALIBI’NIN +Mütareke maksadıyla taraf-ı Hükumet-i Seniyye’den ve +Bulgaristan Hükumeti canibinden ta’yin olunan murahhaslar +bugün Çatalca’da bil-ictima’ kemal-i nezaketle müzakerata +Tarafeyn murahhasları bugün de müzakeratla meşgūl +olmuşlardır. +Müzakerat bugün de devam ediyor. Hüsn-i suretle neticeleneceğine +dair ümidler geliyor. +Bahşayiş köyünde devam eden müzakerat neticeye iktiran +ediyor. Tarafeyn murahhasları sulh şera’it-i esasiyyesini +kararlaştırdıktan sonra müzakerata devam edilebilmek +Tarafeyn murahhasları miyanında kararlaştırılmış olan +mütareke protokolü beray-ı tasdik atebe-i ulyaya arz olunuyor. +Reşid Paşa protokol suret-i musaddakasını hamilen Hadımköyü’ne +azimet ediyorlar. Mütareke metni tarafeyn murahhasları +tarafından mütekabilen imza olunmuşsa da Bulgar +Başmurahhası Ceneral Savof mezkur protokolün bir def’a +da müttefiklerine teblīğ edilerek onların da muvafakatına +sadın te’mini için saat mühlet i’tasını istiyor. +Mütarekenin tasdikini havi Belgrad ve Çetine’den +cevab-ı muvafakat geliyor. Yalnız Yunan Devleti’nin cevabı +bekleniyor. +Bugün dahi Bahşayiş köyünde müzakerat-ı sulhiyyeye +devam olunuyor. +Osmanlı Ajansı’nın istihbarat-ı mevsuka ve hususiyyesine +nazaran mütareke müzakeratı dün akşam netice-pezir +olmuş ve ol babdaki protokol bir taraftan Osmanlı ve diğer +taraftan Bulgaristan Sırbistan ve Karadağ hükumetleri beyninde +akd edilmiştir. Yunanistan mütarekeyi imzalamamıştır. +Karşı gazetelerinde +o +kun +duğuna göre Salı günü Londra Sefiri Tevfik Paşa ile +gelen mülakatta Sir Grey İngiltere’nin politikası ancak +muhafaza-i sulh ve müsalemet hususuna ma’tuf olduğunu +bu sırada sulh [u] salahın pek ziyade arzu edildiğini çünkü +harb-i hazırın devamı bütün Avrupa’yı ateşe verebileceğini +söylemiştir. +Osmanlılar harbi kendileri açmadılar. Bil-akis harbten +tevakkī hususunda imkanın son noktasına kadar çalıştılar. +Bu meş’um harbin planları bilhassa Bulgaristan tarafından +senelerden belki bidayet-i te’essüsünden beri tertib olunmakta +vakt-i merhunu beklenmekte olduğu avam-ı siyasiyyunca +bile ma’lum bir hakīkattir. +Bulgaristan’ın şu son senelerde beklediği bir şey varsa o +da müttefikleriyle ittihad ederek vatanımıza birden saldırmak +bizi şaşırtıp maksadını büyük mikyasta istihsal etmek +Nihayet o na-me’mul emeline de nail oldu. Fakat Sir +Edward Grey cenabları bu kadar sevdikleri sulh ve müsalemetin +muhafazasına bir ay evvel elbette muktedir idiler. +Harb i’lan olununca Times ve Daily News gibi Britanya +hükumet-i muhteşemesinin tercüman-ı efkar ve amali olan +gazeteler statükonun mahfuz bulunduğundan tarafeyn +muhariblerden hiç birinin bunu ihlal edemeyeceğinden +edilmesine kat’a meydan verilmeyeceğinden bahs olundu. +Vakta ki tali’-i harb bize çehre-i abusunu göstermeye dört +müttefik düşmanlarımız hududlarımızı çiğneyerek vatanımızın +yaralı sinesini çizmeleriyle ezmeye başladılar; derhal +lisan değişti statüko ve hatta tamamiyet-i mülkiyemize istihzalar +savruldu. +Osmanlılara karanlıklar giryeler matemler yağdıran o +meş’um günlerde pek sakit ve la-kayd görünen bu büyük +dimağ-ı siyaset ne oluyor ki şimdi de birden bire bir tufan-ı +telaş ve heyecana düşüyor. Lisan-ı resmi ile sefirimize sulh +ve müsalemet emrediyor? “Harb-i hazırın devamı bütün +Avrupa’yı ateşe verebilecek…” imiş!! Demek Avrupa sulh +ve müsalemeti şerefine biz o ateşe yanalım biz vatanımızı +dünkü tabi’lerimize terk ederek intihar edelim! Bu mu arzu +olunuyor? Hayır zaten Osmanlıların mağlub olmadıkları ve +nagah yaralanan arslan gibi sayyadları üzerine kahharane +hücuma hazırlandığı için olmalıdır ki bu kadar tehdid-amiz +bir lisan-ı amiriyetle velev inkıraz ve izmihlal bahasına sulh +ve müsalemetin iştirası tavsiye olunuyor. +Bu mülkün ezeli bir sahib-i kibriyası vardır. Bakalım +onun irade-i kahr u celali bu arzu-yı mütehakkimaneyi mürevvic +midir? Yoksa… +mandanı İzzet Paşa hazretleri esna-yı avdetinde Eskişehir’de +kendisini ziyarete gelen Hakīkat gazetesi muharririne Yemen +ahvali hakkında şayan-ı memnuniyet ma’lumat verdikten +sonra söz Balkanlara intikal edince muharririn sualine İzzet +Paşa hazretleri: +– “Hay hay! +Osmanlılığın şevket ve haysiyeti buradan i’la edilecektir. +Kat’iyyen me’yus olmayınız! Osmanlılık paydardır ve ebediyyen +yaşayacaktır.” cevab-ı ulvisini vermiştir. +ELVAH-I İNTIBAH +Ceraid-i yevmiyyenin mu +habir-i mahsusları yazıyor: Bu sene İslamlar pek çok hazin +bir bayram geçirdiler. Bir taraftan istila-yı ecanibin verdiği +ye’s ve fütura diğer taraftan mütemadi ta’arruzat iltihak +edince İslamların çehrelerinde böyle beşaşetli günlerde görülmesi +mu’tad sürur ve neş’eden asla eser kalmamıştı. Bütün +cami’ler muhacir asker ve saire ile dolduğundan bayram +namazını eda edecek yalnız iki cami’ kaldığı cihetle müfti-i +beldenin cema’at-i İslamiyyeyi bu cami’lere eda-yı salat-ı +bir kat daha arttırdı. Sokaklarda bayram günlerinde görülen +kalabalıktan eser yoktu. Ne top atıldı ne resm-i kabul oldu +hülasa pek acı bir bayram geçirdik. +Horatacı Sultan Cami’i de +kiliseye tahvil edilmiştir. İsmail Paşa Saint Katrin İkişerefe +Cami’i Saint Michel Sultan Murad Cami’i Saint David isimlerini +almış ve kiliseye tahvil olunmuşlardır. +Selanik’de müfti efendinin +teşebbüsü üzerine bir cema’at-i İslamiyye hey’eti teşekkül +etmiştir. Bu hey’et müfti efendi Osman Adil Ahmed +Kapancı Belediye Reisi Hacı Tevfik ve Hulusi beylerle diğer +bazı zevattan terekküb eylemektedir. İlk teşebbüs olmak +üzere muhacirin-i İslamiyyeye mu’avenet zımnında sarf-ı +mesaiye başlanmıştır. +ALEM-I İSLAM’DA TEZAHÜRAT +Bakü rical ve ulema-yı İslamiyyesi tarafından Moskof gazetelerinin +harb-i hazır dolayısıyla İslamiyet aleyhinde kullandıkları +lisan-ı adavet ve tahkīre karşı atideki i’tirazname +Kafkasya gazeteleri vasıtasıyla neşr edilmiştir: +“Balkan yarım adasında ilk top patlamasıyla tarih-i mübareze-i +beşeriyyette yeni bir safha-i hunin açıldı. +Bu kadar insan telefatına sebebiyet vermiş olan işbu +azim Balkan yangınında milliyet ve cinsiyet merbutiyetinden +dolayı Rus milleti kendi hem-cinsi olan Balkan milletlerine +Tabi’i bu muhabbet yalnız sözlere münhasır kalmayıp maddi +ve ma’nevi tezahüratı da mucibdir. Fakat ca-yı teessüfdür +ki Rus ma’arif-mendanının ilk saflarını işgal eden adamların +miyanında bile öyle budalalar bulundu ki kendi muvazenetsizlikleri +neticesinde bir tarafa muhabbet ibraz etmeyi diğer +tarafa vahşiyane bir şiddet ve hiddet göstermekten ibaret +bildiler. +Bahsimiz Ruskoya Slovo ve onun muharrirlerine aiddir . +Salib-i Ahmer Cem’iyeti’ne ve hastabakıcı kadınlara müracaatla +“Bir Bulgar bir Yunan bir Sırp ve bir Karadağ yaralısı +sarılmamış kalınca Osmanlı yaralılarını sarmayın” diye +tavsiyede bulunan işbu gazetenin neşriyatına vicdansızlık ve +vahşetten başka bir isim bulamıyoruz. +Hıristiyanların Cenab-ı Hakk’a el kaldırıp da Balkan derelerini +müslüman cenazeleriyle doldurmak Balkan dağlarını +müslüman kanıyla boyamak için du’ada bulunmalarına +Huda-na-şinaslıktan başka bir sıfat vermek kabil mi? +Medeniyete bir leke bir şeyn olan bu gibi temennilere +du’alara lisan-ı safvet ve samimiyet cevaz verir mi? +Bunların hepsini biz Rusya müslümanları sükutla karşıladık +tahammül ettik ko kanlı faci’alar kana susamış +olanların vicdanını boyasın! Dedik; fakat mes’ele yan +yana sulh ile yaşayan iki milletin arasına ihtilafat-ı diniyye +salmak raddesine gelince bittabi’ artık dayanamaz idik. Balkan +devletleri muharebesinin dini bir takım tahrikata sebeb +olacağını kim tasavvur edebilirdi? Tabi’i yüz senelerden beri +Ruslarla sulhan yaşamakta olan Rusya müslümanları işbu +tahrikata karşı la-kayd kalamazlar idi. Ba-husus ki kendilerini +terakkī-perver göstermek isteyen gazeteler vasıtasıyla +Rusların en ileri gelen erbab-ı maarifi bile Müslüman milleti +Müslüman dini aleyhine teşvikat-ı adavetkaraneye ön ayak +oldular. +Dini ta’assubların gevşediği yirminci asırda hususiyle +yirmi milyon müslüman teba’aya malik Rusya memleketinde +zamanı geçtiğini tahmin etmek hakkımız idi. Maa’t-teessüf +görüyoruz ki kendilerine en büyük ünvanlar takınmış olan +bir takım erbab-ı fesad zehirli yazılarıyla hissiyat-ı muzlimeyi +gıcıklıyor alemi velveleye herc ü merce duçar etmek istiyorlar. +Tabi’i biz bu kabil muharrirlerin neşriyatından bizzat +hiç de korkmayız. Fakat korktuğumuz bir şey varsa o da +böyle neşriyatın gayr-ı muntazar bir takım vukū’at-ı mü’essifeye +meydan verebilmesi ihtimalidir. Bunun için adaletine +mutma’in olduğumuz Rusya vicdan-ı umumisine! müracaat +ederek neşriyat-ı ma’lumede bulunan muharrirlerin layık +oldukları cezayı kendilerinden esirgemediğini taleb ederiz.” +Bakü müslüman Tiyatro Kumpanyası şehir valisine +müracaatla Namık Kemal Bey’in “ Vatan ” nam piyesinin varidatı +Osmanlı Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne aid olmak üzere +vaz’-ı sahne-i temaşa edilmesi için müsa’ade istediği Bakü +gazetelerinde görülmüştür. +Nangin’den +“ Vakit” refikımize yazıyorlar: “Bura İslamları adeden +Pekin İslamlarından az değildirler. Müstahdemler ve +muallimlerin ekseri İslamlardandır. Fakat bura İslamları oldukça +müterakkīdirler. Son Çin vukū’atı onlara biraz hayat +verdi. Biraz bundan mukaddem mahalli İslam maarif-mendanı +ma’rifetiyle Nangin’de İslamlar miyanında maarif ve +namında yeni bir cem’iyet teşekkül etti. Cem’iyetin maksadı +risaleler neşr eylemek ihsasat-ı milliyye ve maarif-i umumiyyeyi +tevsi’ etmek ta’assub-ı cahilane ile mübareze fukara +ve mesakine yardım etmek ve sairedir. Cem’iyet henüz +si dokundu. Birkaç mektep daha açıldı. Hongo Şanghay +Siçvan ve diğer Çin İslam memleketlerinde dahi birer şu’be +küşad etmek emelindedir. Neşr-i İslam ve Maarif Cem’iyeti +tarafından neşr-i efkar etmek üzere murahhas-ı umumi +olarak Nureddin Efendi intihab edilmiştir. Nureddin Efendi +şehirleri köyleri dolaşıyor ve şu’beler teşkil ediyor. Müslümanlar +cem’iyetin maksadını hüsn-i telakkī ediyorlar.” +Ahiren Rusya İslamları miyanında maarife +büyük bir inhimak gösteriliyor. Kasabalara köylere varıncaya +kadar mektepler açılıyor. Bu kere dahi Bakü vilayeti +kazalarından Kuba havalisinde Lakar kasabası zenginlerinden +Feyzullah Efendi’nin ma’rifetiyle bir mektep binasının +yapılmak üzere olduğu Bakü gazetelerinde görülmü��tür. +Balmoral mülakatının neticesinde Devlet-i +Aliyye’ye karşı Balkan yangınının kundağı vaz’ edildiği +gibi evvelce ateşe verilmiş olan İran Devlet-i İslamiyyesi’nin +umur-ı dahiliyyesine kendilerince mutasavver bir şekil vermek +üzere dahi bazı planlar çizildi. Bu planların neden ibaret +olduğu gitgide anlaşılıyor. Üzerindeki perde-i hafa sıyrılarak +arz-ı endam etmeye başlıyor. İran ricalinden olup Meclis-i +Milli’nin ilk devre-i in’ikadında meb’us olarak büyük bir +nüfuz kesb eden sonra meclisin bombardımanını müteakıb +Şah-ı mahlu’un da’vetine icabetle makam-ı sadareti ihraz +eyleyen meşrutiyet-perveranın ihraz-ı muvaffakiyyeti üzerine +nerek makam-ı sadarete namzed oluyor. Sa’dü’d-Devle’nin +Tahran’a vürudunu haber veren bir ecnebi gazetesi İran’dan +ber-vech-i ati bir telgraf neşr ediyor: +“Avrupa’dan buraya varid olan haberlerden anlaşıldığı +vechile şimdiki halde Avrupa’da bulunan Şah-ı sabık +Muhammed Ali Mirza’nın Sadr-ı a’zamı Sa’dü’d-Devle’nin +ve İngiliz devletlerince Sa’dü’d-Devle yegane bir şahıs olarak +kabul edilmiştir. Tabi’i şimdiki İran kabinesi Sa’dü’d-Devle’nin +avdeti aleyhinde idi. Sadr-ı a’zam Samsamü’s-Saltana +ancak bura İngiltere sefirinin ısrarıyla müşarun-ileyhi +da’vet eyledi. Şimdi ki Sa’dü’d-Devle Tahran’a varid olmuştur. +Samsamü’s-Saltana isti’fa etmeye karar verip yeni +kabineyi Sa’dü’d-Devle teşkil edecektir. Sa’dü’d-Devle kendisinin +Rus ve İngiliz tarafından ta’yin edildiğini gizlemiyor. +Zimam-ı hükumetin Sa’dü’d-Devle’nin yedine geçmekle birçok +tebeddülata intizar olunuyor. Şayi’ata göre Rus ve İngiliz +devletleri İran umur-ı dahiliyyesine aid olmak üzere yeni bir +program hazırlıyorlar. Sa’dü’d-Devle’nin na’ibü’s-saltana +ta’yin edilmesine dahi ihtimal-i kavi vardır.” Sa’dü’d-Devle +Rusya’dan geçerken kendisine mahsus bir vagon tahsis +edilmiştir. Bakü’den geçerken de Birje Viye Vedomosti gazetesinin +muhabiriyle vukū’ bulan mülakatında: “Kendisinin +tamamıyla Rus ve İngiliz kabinelerinin amali üzerine icra-yı +hükumet edeceğini” ve muhabirin: “Şah-ı mahlu’un İran’a +avdeti ihtimalinin varid olup olmadığı” hakkındaki sualine +de: “Ahali isteyecek olursa tabi’i Şah’ın İran’a gelebileceğini” +söylemiştir. +Her ne kadar ceridemizin vazifesi +alem-i İslam’a aid şu’unu toplamak ise de bütün şarka +aid olan ve dolayısıyla İslam alemine merbutiyet-i azimesi +bulunan vekayi’-i mühimmeyi kayd etmeyi de muvafık +buluyoruz. İşte bu gibi şu’un-ı şarkiyyeden birisi de Japonya’nın +teslihatına aid Rusça gazetelerde müsadif olduğumuz +havadistir: +Japonya gazeteleri bugünlerde Başvekil Markiz Say Ondozy’ye +Bahriye nazırı tarafından Japonya kuva-yı bahriyyesini +tezyid etmek için bir layiha-i kanuniyye verildiğini haber +veriyorlar. Yeni layiha-i kanuniyyece taleb edilen tahsisat +milyon yene baliğ mühim bir yekun teşkil etmektedir +ki altı sene zarfında Maliye Nezareti’nden te’diye edilmesi +matlubdur. Fakat Maliye Nazırı Yamamoto’nun i’tirazına nazaran +altı sene müddetin on seneye tebdil edilmesi ihtimali +de vardır. En çok tahsisat senelerine aid oluyor +ki milyon yenden ibarettir. +Yeni layihaya göre Japon kuva-yı bahriyyesi birkaç fevkalade +büyük filo teşkil edecek. Bunun ne gibi bir maksada +ma’tuf olduğu da devletçe bir sır teşkil etmektedir. Yalnız +ma’lum olan burasıdır ki hususi dritnotlar filosu vücuda +getirilecektir ki hey’et-i mecmu’ası: Her biri . otuz bin +ton ağırlığında sekiz dritnottan büyük sefineler ve . +yirmi yedi bin ton büyük sekiz zırhlı top çeker olacaktır. Bu +dritnotlardan büyük sefinelerden birisi derdest-i inşadır. +tane de tahte’l-bahr sefine bir o kadar da torpidogeçer inşa +edilecektir. +Şübhesizdir ki her şey kıymetini fıkdanı zamanında hissettirir. +Görülmez mi fevk-ı re’simizde neşr-i envar ederken +mevcudiyetine karşı la-kayd bulunduğumuz ve belki hararetinden +müte’ezzi göründüğümüz güneş gurub edip de +afak siyah-puş-ı matem olunca fıkdanı kalbimize nasıl bir +kabus-ı ye’s gibi müstevli olur. Nasıl nur-ı nazarımız önüne +çekilen perde-i siyahı yırtmak muhitimizi görebilmek için o +koca hurşid-i cihan-efruza bedel ufacık bir kandile muhtac +kalırız. İşte bugün erbab-ı basiret cihan-ı ma’nevi-i fazilet ve +ma’rifetin kesif bir zulmet içinde kaldığını görmekle dil-hun. +Çünkü o cihanın mihr-i münir-i ulviyyeti bağteten uful etti. +Üzerine çöken karanlık sanki bir libas-ı matem-nümun oldu. +Ah… Bugün cihan-ı İslamiyyet sezavar-ı ta’ziyyettir. Bugün +kürsi-i şeriat muhtac-ı tesliyyettir. +Hakīkat! Bugün değil makarr-ı celil-i Hilafet değil mu +hit-i Osmaniyyet bütün afak-ı İslamiyyet için bir yevm-i +mu +sibet ıtlakına şayestedir. +Evet! Çünkü bugün vefat eden Manastırlı İsmail Hakkı +Efendi hazretleridir. Evet! Çünkü bugün bu fena alemine +gözlerini yumarak ebediyyen veda’ eden bir mefhar-i +ulema bir pişrev-i fudala bir mukteda-yı urefadır. +Efsus! Bugün muhterem vücudu kara topraklara karışan +o mu’azez namını yetim müsemmasız bırakan bir gencine-i +şeriat bir hazine-i cevahir-i fazilet ve yavakīt-ı ma’rifettir. +Bir alimin vefatı yalnız cihan-ı nasut-ı insaniyyeti değil +belki alem-i lahut-i melekiyyeti girye-bar-ı teessür ve teessüf +eder. Ulemanın nezd-i uluhiyyetteki kadr ü kıymetinin +büyüklüğüne delil-i şan ve şeref olarak +ayet-i celilesi kafidir. +Me’al-i münifi: “Cenab-ı Allah’dan –kulları miyanında– +kemal-i havf ü haşyet ancak ulema-yı dine has bir meziyettir.” +bir ma’kes-i mu’alla ve mücella olan ancak sudur-ı ulema +kulub-ı asfiyadır. Avamm-ı nas uykudadır. Ulema ise onların +haris ve hamisi hafız ve nigehbanıdır. Avamm-ı nas ra’iyyedir. +Ulema da onların ra’isidir. Avamm-ı nas atşandır. Ulema +onların sakīsidir. Avamm-ı nas emanet-i Hak’dır. Ulema onların +eminleridir. Avamm-ı İslamiyet taraf-ı Hak’tan canib-i +risaletten ulemaya emanettir. hadis-i +şerifi bu müdde’amızın şahid-i mu’ciz-beyanıdır. +Elvermez mi ki: “İlim hayat… cehl ise mevttir.” Yetişmez +mi ki: “İlim izzet ve rif’at… cehl ise zillet ve meskenettir.” +Bilinmez mi ki: “İlim sa’adet… cehl ise musibettir.” +Binaenaleyh ulemayı ta’zim; hayatı hayat-ı izz ü sa’adeti +hayat-ı ikbal ve iclali hayat-ı hürriyet ve ulviyeti tekrimdir. +Bugün her mü’min-i selimü’l-vicdanın fikrinde hayali +ruhunda melali ebediyen bakī kalacak olan merhum-ı +müşarun-ileyh hazretleri emsali fudala miyanında gerçekten +temiz ve belki teferrüd etmiş denilebilir. +Hayatını ilm-i din ve şeri’ate hasr etmiş meftur olduğu +şiddet-i zeka ve fart-ı dehasıyla bahru’l-ulum ıtlakına +bi-hakkın şayeste idi. +Lisan-ı beyanındaki talakat hame-i irfanındaki belağatla +müsabakat ediyor. Huzur-ı feza’il-neşurunda zanu-zede-i +ta’zim olan binlerce şakirdan-ı iman ve ikanı her birinden +başka başka hazz-ı azim alıyor ne kadar ne kadar müstefid +oluyordu. +Kütübhane-i din-i İslam’a ihda ettiği muhalledat-ı asarı +yad ettirecek “Manastırlı İsmail Hakkı” nam-ı bülendi dünyalar +durdukça yaşayacaktır. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +can-perver sada-yı irfanıdır ki sami’amızı çınlatmakta bütün +vücudumuzu lerze-nak etmekte olan aks-i hüznüyle kalem +mürekkeb yerine eşk-i siyah-ı matem döküyor. +O ne şe’amet-engiz an-ı hayat idi ki cenab-ı üstadın +musibet-i irtihali haberini aldık. Sanki tepemizde bin yıldırım +birden patladı. Ne olduğumuzu şaşırdık neye uğradığımızı +bilemedik. +Zavallı Sebilürreşad! Sen artık o muhterem üstadın sarir +hamesine ma’kes-i ihtizaz olamayacaksın. Artık sahifelerin +o leali-i hikmetten o sütur-ı ma’rifetten ebediyen mahrum +kalacak. Senin için yegane medar-ı tesliyet hazret-i üstadın +yad-ı namından revan-ı pakine ihda-yı fevatihden ibaret +olacak. +Kari’lerine söyle sirişk-i matem-nümununla haber ver ki; +asman-ı şeriatin bu ziya-nisar hurşid-i irfanı artık uful etti. +“Fazıl-ı şehir Manastırlı İsmail Hakkı Efendi Hazretleri” vatanının +milletinin bu son felaketlerine tahammül edemeyerek +kimseye haber vermeksizin aramızdan ansızın çekilip gitti. +Bugün vicdan-ı İslamiyyet lisan-ı hal ile “Ya hasreten +ale’l-mü’minin” feryadıyla firkat ateşleri içinde yanıyor. İhvan-ı +fudalasından makalat-ı ta’ziyet ve tesliyet bekliyor. +Nitekim daha şimdiden birçok makalat-ı fazıla almaya +başladık. Bunları vürudu muntazar diğer makalatı sırasıyla +neşr ederek büyük bir fariza-i diniyye ve vicdaniyye ifa etmiş +olacağız i’tikadındayız. +teessüratıyla cenab-ı üstadın ruh-ı pakini takdis ve ulüvv-i +namını tebcil ve tekrim ederek aile-i keder-didesini ve mehadim-i +kiramını o mecruh kalbinin en samimi te’ellümatıyla +ta’ziyeye müsara’at eyler. +Rahmetu’llahi aleyh rahmeten vasi’aten. +Üstad-ı merhumun esas tercüme-i hali ile el yazısı inşaallah +gelecek haftaki nüshamızda derc olunacağı gibi hazretin +feza’il ve mehasini menakıbı ilim ve irfanı te’lifat ve mücahedatı +hidemat-ı İslamiyyesi hülasa hayat-ı şahsiyye ve ilmiyyesi +hakkındaki meşhudat ihtisasas ve mülahazata dair +gerek hey’et-i tahririyyemizin ayrı ayrı yazmakta oldukları +makalelerin gerek efazıl-ı ümmet ile müstefid-i fazl ü irfanı +olmuş kadir-şinas talebe-i muktediresi ve meftun-ı kemalatı +olan kari’in-i muhterememiz tarafından gönderilmiş ve gönderilecek +makalat ve mekatibin cümlesi inşaallah peyderpey +neşr olunacaktır. +Alem-i İslam’ın bir kevkeb-i dırahşanı ve kürsi-i va���z u irşadın +yegane sahib-kıranı olan üstad-ı muhteremimiz fazıl-ı +şehir Manastırlı İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin uful-i nagehanilerinden +dolayı hisseylediğim teessürat-ı kalbiyyeyi +tasvir edemem. Bu zıya’-ı elimin kulub-i safiyye-i ümmette +husule getirdiği te’ellümat-ı azime dahi tasavvurun fevkindedir. +! +Merhum-ı müşarun-ileyh aka’id-i metine-i İslamiyye ve +ahkam-ı mübeccele-i diniyyeye seng-endaz-ı ta’arruz ve +ta’riz olan mülhidin ve münafıkīn ile nihayet-i ömrüne kadar +kalen ve kalemen mu’araza ve mücahedeye devam ve +berahin-i vazıha ve dela’il-i katı’a ile husamasını ilzam eyleyerek +asrımızda kaşane-i ilm ü irfanın bir rükn-i rekini ve +şeriat-i garra-yı Ahmediyye’nin bir müdafi’-i metin ü mekini +olduğunu bi-hakkın isbat eylemiştir. +Suret-i mufassalada tercüme-i halini tahrir ile nail-i ecr-i +vefir olacak zevat tarafından ale’l-müfredat sebt ü ta’dad +edilecek olan asar ve mü’ellefat-ı aliyyeleri kendilerinin terakkıyat-ı +hazıra ve icabat-ı asriyyeyi layıkıyla takdir ederek +ol vechile tenvir-i efkara bezl-i ma-hasal-i iktidar eylediğine +delalet edeceğinden bütün ihvan-ı din için yegan yegan +mütalaa edilmelidir. +Mezra’a-i ahiret olan şu dünya-yı fanide hidemat-ı mukaddese-i +diniyyeye vakf-ı hayat ve ahlak-ı fazıla-i Muhammediyye +leyhin ruh-ı pür-fütuhlarına karşı hemişe “revvaha’llahu +ruhahu ebeden” du’asını irad ve ruhaniyyet-i üstadanelerinden +* * * +Talebesi arasında o kütübhane-i seferberi bu tek kelimenin +havsala-i ifadesi isti’ab ederdi. Biz talebesi hepimiz +kendisini aramızda böyle yad ederdik ve bu tek kelimenin +muvacehe-i iradında herkesin cebhe-i batınına me’al-i +ta’zim intıba’ ederdi. +Manastırlı’yı Mekteb-i Hukūk’un ve Ayasofya ma’bedinin +kürsileri vasıtasıyla tanıdım. Ayasofya minber-i mevaizinin +üzerinde kaid olan irfan ile Mekteb-i Hukūk kürsi-i +tedrisinin üzerinde oturan zeka arasında azim mesafe vardı. +ya yakın bir yerden kendine sesler gelirdi. Bir takım esvat-ı +garibe ki hufre-i ilhada yıldırımlar yağdırır şahika-i +cihan-ı İslam üzerinden güneşler işrak eder. Hülasa ağzından +seha’ib-i rahmet mehabet-i ruhaniyyesiyle bir takım efkar-ı +aliyye ma’bed kaliçelerinin üzerinde oturan saff-ı sami’inin +cibah-ı samitesine nüzul eylerdi. Halbuki Mekteb-i Hukūk +kürsi-i tedrisinde manzara-i beyan derhal değişirdi. O büyük +ta bizim bulunduğumuz zemin-i munhatt-ı idrake kadar iner +bize ufak tefek kelimeler hatta bazen ma’nidar sükutlarla +hatta bazen bir kelime gibi şekline iddihar-ı ma’na eylemiş +olan parmaklarının işaretleriyle “vesaya” “fera’iz” mebahisinin +akd-i gavamızını çözer “fera’iz” mesa’ilinin zülf-i julide-i +Arab’a benzeyen her ukde-i i’ma-yı nikatı arasından +her tartarmarı üzerinden gayet selis bir şane-i beyan geçirir +bazen “usul-i fıkıh” kitabının metin ve müt’ib bir tar u pud-ı +semavi ile i’mal edilen sahayif-i aheninini şane-i ifadatının +hallal-ı ibham olan dişleriyle lime lime ederek bütün talebesini +bir refref-i şuh-ı hariri karşısında bulundururdu. O zaman +o sütur-ı gamıza ve muzlime ferişte-i felsefe-i İslam’ın +zülf-i latif-i siyahını andırır ve biz onun arasında bin şems-i +nühüfte-i nikatın hararet ve letafet-i ilmiyyesini bulur sermest-i +ebedisi olurduk. +Mülkiye’de Hukūk’ta Tıbbiye’de Harbiye’de ve daha +sair bir takım mekteplerde Manastırlı muallimdi. Öyle iken +Mekteb-i Hukūk’ta üç sene mütemadiyen bir gün –hasta olduğu +zamanlar müstesna– derslerine la-kaydliğini ima eden +bir te’ehhur-ı devamı görülmezdi. Ta’bir caiz görülsün adeta +Avrupa’nın buhar ile müteharrik vesait-i nakliyesine yakışan +bir ıttırad-ı vürud ile tam dakīka-i mu’ayyenesinde derse girer +sadede temas etmeyen mebahis-i laübaliyaneyi daima +civar-ı vakarından teb’id eden bir ciddiyet-i muallimane +ve alimane ile o günkü bahsin takririne başlardı. Ve derse +geldiği zaman aksakalının üzerindeki ter danesiyle esna-yı +tedrisde ma’ali-i İslam’a dair irad ettiği sözler üzerine içinde +bir asman-ı teessür tebellür eden bir katre gözyaşı yine o +lihye-i pak üzerinde halef-selef olurdu. Kim ne derse desin +devr-i sabıkın o zaman belki bütün memalik-i mahruse-i +şahane ahali-i sadıkasınca makbul hatta me’kel olan mezalim-i +fazihasına aid olarak kalbinde bir umman-ı infi’al taşıyan +Manastırlı derste menakıb ve mefahir-i İslam’ı yad ve +ta’dad etmek sıraları geldikçe devr-i sabık halife-i zaliminin +eyvan-ı eminine yarısı gözyaşından yarısı sükut-ı ma’nidardan +ma’mul bir taşı sessiz sadasız fırlatır ve o zaman gözleri +kalbindeki umman-ı azim-i infi’alin girdabları gibi karanlık +bir renk bağlardı. Bu sözleri mübalağa-i tilmizaneye haml etmeyin. +Biz kendisinin lisan-ı haline ecnebi olmayan talebesi +hocamızın bu bi-esvat ve elfaz isyan-ı mübareki karşısında +çok bulunduk. +O ne mehabetli ve muhterem bir tevazu’ idi. Talebesi arasında +me’asir-i sa’y asar-ı isti’dad gösterenlere adeta ehibba +mu’amelesi eder kendilerini kibar bir zarafetle daima taltif +eyler –ve şimdi o gülüşü düşündükçe ağlıyorum– elini öpdüğümüz +zaman hicab-ı mütevazı’ane ile gözlerini kapar ve +mahcub bir tebessüm-i müteşekkirle bir şey söylemeksizin +birçok şeyler söylerdi. +sarığın yine tanımadığım beyaz bir sarığa “Manastırlı İsmail +Hakkı Efendi ölmüş” cümle-i la-kaydıyla ve Sabah gazetesinin +demevi yüzüyle İkdam ’ın esmer ve lenfavi çehresinin +“Evet Manastırlı ölmüş” kabilinden bir baride ile gurubunu +alem-i İslam’a haber verdikleri seyyare-i sa’y ü kemal bu +kadar mütevazı’ bir insandı. +Mekteb-i Hukūk’ta biz birkaç arkadaş en samimi ve +ka’r-na-yab hürmetlerimizi ancak iki üstadın Sadr-ı a’zam-ı +esbak İbrahim Hakkı Paşa ile Manastırlı İsmail Hakkı Efendi +merhumun derslerinde duymuştuk. Çünkü ancak bu iki +adamın şahsında bir mü’ellifin mütercemini değil yüzlerce +mü’ellif-i alimin hazm u temsil ve efkar-ı mahsusa ile tezyin +olunmuş sahayif-i ilmiyyesini okuduk. Hafızasının metanetine +hayrandım. Talebesi içinde iki münteha olan çok atıllarla +çok mukdimleri isim ve cisimleriyle tanımak ve onları +gördüğü zaman –dehanı kadar natuk olan gözünün ma’nalı +nazarlarıyla– ya fart-ı sa’ylerine ma’tuf bir lem’a-i handedar-ı +tergīb yahud ifrat-ı ataletlerine aid bir şerare-i muğber +göstermek mu’tadı idi. +Bir hafta evvel süllem-i ahiretin dünyaya sarkmış ilk kademe-i +baridesi gibi duran Fatih seng-i musallasında bir +cenaze değneğinin üstüne ittika eden amame altından layu’ad +telamiz-i müfide ve müstefide yetiştirmek hususunda +medaris-i maziyye-i İslam’ın nurani kubbeleri kadar feyyaz +* * * +kı Efendi’nin aramızdan ebediyen ayrıldığını düşündükçe +kalbimden bir katre-i hun aktığını hisseder oldum ve eminim +ki benim gibi müşarun-ileyhi yakından tanıyanlar değil +huzur-ı irfanında ders okuyan bütün şakirdleri yalnız +kendisine has bir talakat-ı pür-halavet ile verdiği va’zlarında +bulunan sami’in-i müslimin neşriyat-ı alimanesinden müstefid +binlerce Osmanlı kari’leri de me’yus ve mükedder olmuşlardır. +Rahmet-i Hakk’a vasıl olan üstad-ı merhum; yalnız su +nuf-ı ulemanın değil bütün hey’et-i ictima’iyye-i Osmaniyyenin +medar-ı iftihar ve ibtihacı olan e’azım-ı memleketten +cidden büyüktür. Kırk seneden ziyade devam eden mevaiz-i +diniyyesi mekteplerdeki tedrisatı zamanımızdaki ziyy-i +ulemadan bulunan zevattan hiç birine nasib olmayan +bi-nihaye neşriyatı o nam-ı muhterem ve mu’azzeze kalb-i +umumi-i millette la-yemut bir penah-ı ihtiram ve muhabbet +te’min etmiştir. +bir inkıraza doğru götürdüğünü yalnız anlamakla kalmayarak +yalnız müte’essifane yerinde durmayarak bir inkılab-ı +siyasi ve ictimai için bütün irfan ve kemalatıyla çalışmış +hayatta bunu yegane bir gaye bilmiştir. Va’azları dersleri +kitapları hep bunun parlak birer şahidleridir. Imanım kadar +kani’im ki mesalik-i ilmiyyede bulunan her ferd vatanı için +onun gibi çalışmış olsaydı bu memlekette daha seri’ ve daha +mes’ud bir inkılab vücuda gelirdi! +Merhumun mevaizindeki kudret-i beyan ve halavet-i ifadeyi +unutmamak bütün kadir-şinas müslimlerin bir vazifesi +olmalıdır. Ayasofya’daki ma’bed-i İslam’ın kubbelerinde o +müessir ve tatlı sada hala tannandır. +Mekatib-i Mülkiyye Darülfünun’un hukūk ve aliye şu’ +beleri mekatib-i Harbiyye’nin yetiştirdiği binlerce evlad-ı +memleket hep merhum-ı müşarun-ileyhden ta’allüm-i diyanet +ve ma’rifet etmişlerdir. Gençlerin ta’lim ve tedrisi hususunda +bu memlekette merhum kadar çalışmış kimse gösterilemez. +Dört buçuk seneden beri Sırat-ı Müstakīm ve Sebilürreşad +gazeteleriyle olan neşriyatı yakın ve uzak umum +aktar-ı İslamda okunmuş o kıymetdar makalatta münderic +nikat-ı hak ve hakīkate yüz binlerce kari’in-i müslimin +celb ve cem’ olunmuştur ki Risalet-penah efendimizin bizim +kelam-ı kudsiyyet-me’aline mazhar olmuştur. İşte alem-i İslam +bu zıya’-ı azim ile bugün bi-hakkın mü’ellim ve şayan-ı +ta’ziyettir. +Biz naçiz şakirdleri ise onun huzur-ı irfanında geçirdiğimiz +her dakīka için birer asırlık hürmetle mütehassis ve fakat +şu an irtihalinde payansız bir kederle mükedderiz. +MATBUAT-I OSMANIYYE’NIN +KADIR-ŞINASLIĞI! +Hey’et-i İlmiyye-i Osmaniyye’nin ab-ru-yi iftiharı Manastırlı +luhisarı’ndaki yalısında irtihal-i dar-ı na’im eylemiştir. Rahmetu’llahi +te’ala. +Merhum-ı mağfurun-ileyh eyyam-ı şebabını tahsil ve +ted +kīk-i ahkam-ı şerayi’ ile imrar eyledikten sonra kenz-i layefna-yı +Merhum-ı müşarun-ileyh bir dakīkasını bile boş geçirmemiş +sübhani ile merbut idi. Memleketine muhabbeti vatanına +hizmeti bir hizmet-i mukaddese-i diniyye bilir idi. Bütün +mesai ve mevaizinde bu vatan aşkı bir tecelli-i mahsus ile +beccele-i Osmaniyye için telafi na-pezir bir zıya’-ı elimdir. +Cenazesi yarın Anadoluhisarı’ndaki yalısından müste +fid-i feza’il ve irfanı olan bir cemm-i gafirin eydi-i ihtifali +üzerinde kaldırılacaktır. +ni ve bütün hey’et-i ilmiyye-i İslamiyyeyi ta’ziye ederiz. +* * * +Hey’et-i İlmiyye-i Osmaniyye’nin bir rükn-i mühim ü fazılı +Meclis-i A’yan a’zasından Darülfünun-ı Osmani Tefsir-i +Şerif muallimi Manastırlı İsmail Hakkı Efendi dün sekte-i +kalbiyyeden irtihal-i dar-ı beka eylemiştir. +Cenab-ı Hak mazhar-ı mağfiret buyursun. +Gayet büyük bir kıymet-i diniyyeyi ha’iz olan mevaiz-i +müteaddidesiyle merhum-ı müşarun-ileyh efkar-ı nası gayet +selim bir daire-i münciyyeye imale etmeye sa’y ü gayret +eylemiş ve tedkīkat-ı mükemmele-i şer’iyyesine müstefid-i +füyuz-ı irfanı olan müstemi’lerini dil-beste ve hayran eylemiş +Cenazesi bugün bir cemm-i gafirin eydi-i ihtifalinde olarak +Anadoluhisarı’ndaki sahilhanesinden çıkarılarak istimbotla +Unkapanı’na ve oradan Fatih Cami’-i Şerifi’ne nakl +edilerek salat-ı Cum’a’nın edasından sonra şayan buyurulan +müsa’ade-i seniyye-i Hazret-i Hilafet-penahi üzerine cami’-i +şerif-i mezkur haziresine defni mukarrer bulunmuştur. +* * * +A’yan a’zasından Darülfünun tefsir-i şerif muallimi Manastırlı +tihal-i dar-ı beka eylemiştir. Na’ş-ı gufran-nakşının bugün +Anadoluhisarı’ndaki sahilhanesinden istimbotla Unkapanı’na +ve oradan Fatih’e nakl edilerek Cum’a namazını müteakib +şayan buyurulan müsa’ade-i seniyye-i Hilafet-penahi +üzerine Fatih Cami’-i Şerifi haziresine defni mukarrer bulunmuştur. +birçok eser bırakmış ve halka-i tedrisinden pek çok zevat +yetiştirmiş efazıldan olup zıya’-ı vakı’ı bittabi’ teessüflerle telakkī +olunacaktır. +Cenab-ı Hak efrad-ı ailesine sabr-ı cemil ecr-i cezil ihsan +buyursun. +* * * +Meclis-i A’yan a’zasından Manastırlı İsmail Hakkı Efendi +der-didesine sabr-ı cemil ve ecr-i cezil temenni eyleriz. +* * * +A’yan a’zasından ve Darülfünun tefsir-i şerif muallimi +Manastırlı İsmail Hakkı Efendi dün sabah sekte-i kalbden +Na’şı bugünkü Cum’a günü Anadoluhisarı’ndaki sahilhanesinden +nakl edilerek Cum’a namazını müteakib şayan buyurulan +müsa’ade-i seniyye-i Hilafet-penahi üzerine Fatih Cami’-i +Şerifi haziresine defn edilmek mukarrer bulunmuştur. +Fazıl-ı merhum İsmail Hakkı Efendi hazretleri için her +biri o kıymetli sütunlarında üçer beşer yedişer satırlık yer +bırakmak suretiyle dünyanın hiçbir tarafında görülmemiş bir +fedakarlık gösteren matbuat-ı Osmaniyye’ye bütün alem-i + +---- +YARASI OLMAYAN GOCUNMASIN +---- + +Ümidin her zaman ha’ib; nasibin daima nekbet; +Hayatın geçti hüsranlarla ey gün görmeyen millet! +Ne devletsiz başın varmış ne mel’un tali’in hayret! +Mü’ebbed bir hayat ummuş da içmiştin... Fakat seyr et: +Nasıl zehr oldu birden diktiğin sahba-yı hürriyyet! +Meğer altüst olurmuş en mu’azzam arş-ı istiklal; +Meğer pa-mal edermiş en bülend akvamı izmihlal; +Meğer birden ölürmüş altı yüz yıl beslenen amal: +Ufuklar bak adem renginde zulmetlerle mal-a-mal… +Ne beklerdik nasıl çıktın sen ey ferda-yı istikbal! +Bu istikbali rü’yamızda görseydik inanmazdık! +“Sabah olmuş” dedik sezmekle bir avare aydınlık. +Ne haybettir: Değilmiş fecr-i kazibler kadar sadık! +Cahimi bin hatar kat kat yığılmış gel de yırtıp çık! +* * * +Fakat hey şaşkın istimdad için Hak’dan yüzün var mı? +Kitabu’llah’a yüksekten bakan gözler de ağlar mı? +Muhakkar gördüğün kuvvet bugün bir bak muhakkar mı? +Demezdin ruhu Kur’an’ın o la-kaydiyle muztar mı? +Ya sen muztar kalır feryad edersen aldırırlar mı! +Evet sen böyle bir ferda-yı mahşer-hizi ummazdın. +Haberdar eyleyenler oldu; güldün. Pek de kurnazdın! +Kudurmuşdan beter bir hale geldin durmadın azdın! +Düşen ma’suma çıkmak gayr-ı kabil bin çukur kazdın: +Gömüp ahlakı artık fuhş için bahnameler yazdın! +Utanmak bilmiyorsun anladık lakin ne isterdin: +Şu milletten ki levsiyyatı bir “meslek” deyip verdin? +Görürsen nerde bir namus fuhş-abada gönderdin; +Sezersen kimde na-merdane bir fıtrat kanat gerdin. +Bıyık kırpık sakal yontuk da tırnaklar birer parmak; +Yıkanmaz bir surat; sol gözde beyzi cam fakat parlak; +Hamamsız ensenin sırtında bir yağ var: Kayar yavşak! +Şu kalçınlarla kıvrık pantalon altında kıskıvrak +Seken Osmanlı centilmende hiçbir duygu yok mutlak... +Utanmak ver yeter kabilse Allahım utandırmak! + +---- +DARBE-I IKAZ +---- + +Son felaket bize gösterdi bugün pek müdhiş! +Ne görünmez ne derin hufre-i muğfil var imiş +Ne büyük tehlikeler sahne-i hürriyyette!... +Oluyor beş sene… Biz ni’met-i hürriyyetten +Ne gibi faide gördük ne terakkī ettik?.. +Meşveret memleketin lazıme-i feyzi iken +Onu biz anlamadık su’-i telakkī ettik. +Seni ey dilber-i hürriyyet evet! Anlamadık; +Seni alet ederek türlü fenalıklara biz +Vatanı vartalara böyle düşürdük de yazık! +Şimdi ah öyle kadınlar gibi aciz aciz +Duruyor bekliyoruz bir de ümid-i imdad +Bizi mahv eylemeye uğraşan insanlardan. +Ne büyük zül sana bu! Ah hayırsız ahfad! +Ne tenezzül sana bu!... Yaptığın işlerden utan! +Ne mi yaptın? Vatanın bağrını al kanlarla +Boyadın kalbine: Cami’lere haçlar taktın; +Nice bi-çare kadınlar nice insanlarla +Bi-kesanın yerini yurdunu yıktın yaktın. +Nice ma’sum analar kaldı yazık meskensiz +Nice iffetleri rencide edilmiş kızlar!.. +Nice dul kimsesiz öksüz; nice ma’lul aciz!.. +Yad edildikçe ciğer parçalanır kalb sızlar. +Biz mi yaptık acaba bunları? Hep biz yaptık: +Kendimiz ayrılarak onları birleştirdik; +Muttasıl birbirimizle boğuşurken artık +Unutup hepsini düşmanlara fırsat verdik. +Ruh-ı hürriyyeti biz anlamadık; birleşerek +Vatanın feyz ü te’alisi nasıl kabilse +Vererek el ele ancak onu bulmak bilmek +Duymadık dinlemedik; onlara: “Hürriyyet var!” +Diye bir neşve-i mesti ile söğdük saydık; +Garaz u menfa’at uğrunda koşarken na-çar +Na-ümid hale getirdik vatanı işte yazık. +Bu felaket bu elim tecrübe-i zehr-akin +Uyanır ibret alırsak o zaman belki emin +Oluruz belki sa’adetle yaşar hasta vatan! + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +Hadisi – Hazret-i Isa ile Muallim Arasındaki +edeceklerine dair yek-diğerine verdikleri sözü yerine getirmek +açıp münazarayı taleb etti de dedi ki: +[Mukallid]: – Geçen mecliste kelamına cevap vermemekliğim +aczimden yahud o sözler bana kanaat verdiğinden değildir. +Ancak onların bazılarında cevap vermezden evvel her +halde istizahı lazım olan ebhan ve gumuz gördüm ki o da: +Müslümanların za’fına illet-i ula yahud bazılarının dediği gibi +ettiğim ma’nadan başka bir şey anlamaklığındır. Çün +kü bu +o kadar açık bir mes’eledir ki anlamakta ihtilafa mahal olmak +kat’iyyen sahih değildir. Bir de görüyorum ki Mehdi’yi +gibi inkarına ehemmiyet verilmeyen bazı kimseler müstesna +olduğu halde– inkar eden hiçbir müslüman yoktur. Yalnız +esanid-i hadise ta’n ettiğini ..... Paşa merhumdan işitmiştim. +Sonra sen; kıyametin yakın olduğunu da inkar ettin. Halbuki +bu çocukların kadınların bile anladığı bedihi gayr-ı +kabil-i inkar bir mes’eledir. Bir de ayetin hadisin kurb-ı +kıyamet üzerine delaletine de razı olmuyorsun ki Kitap ile +Sünnet’te muğayyebattan haberler olduğunu inkar ediyorsun +demektir. +Serd ü ityan ettiğin bu kadar hata-alud sözler sanki az +gelmiş gibi en nihayet gayr-ı kabil-i ta’mir bir kelam daha +söyledin ki denizlerin suyu ile tathir edilse yine temizlenmeyecek +ona kafi gelmeyecek. İşte o da “mezahibi tevhid ederek +müslümanları bir yola sevk etmeli” sözündür. Mezahibe +münafi olan bu yolun ma’nasını ben anlamıyorum. Zira +ma’lum bir hakīkattir ki ehl-i tasavvufun hepsi mezahib-i +erba’aya tabi’ idiler hatta aktab-ı erba’anın radıyallahu +anhüm bile cümlesi Şafi’i idiler. Yalnız Şeyh Abdülkadir +–indirasa yüz tutan mezheb-i Hanbeli’yi ihya etmek için– +bilahare oraya rücu’ etti. Eğer Kutub Şa’rani’nin “Bu aktab +hazeratı keşifleri sayesinde ayn-ı şeriate muttali’ oldular da +mertebe-i ictihada su’ud ettiler” sözünü makam-ı i’tirazda +öne sürecek olursan bil ki bu i’tiraz senin aleyhine hüccet +olur. Çünkü onlar ayn-ı şeriate muttali’ olmalarıyla gördüler +ki e’imme-i mezahibin cümlesi musibdirler. Onların +sonra mezahibi ne kendileri terk ettiler ne de insanlara terk +kelimesi uzun uzun teşrihata muhtacdır. +ler istihzar ederek zihninde yerleşip temekkün eden bu şüphelerden +seni kurtarmak için münazaranın te’hiri tarafdarı +olmuştum. +Muhakkık: – Ben şu münazaramızda hak ve hakīkatin layıkıyla +zuhur edebilmesi için lüzumu derkar olan bir şart dermiyan +ediyorum ki o da yek-diğerimizi münakaza mu’araza +Mes’ele-i i’tikadiyye üzerine ikame edilecek olan bürhan-ı +şer’i ise ancak nass-ı kat’i-i Kur’an iyye yahud hadis-i mütevatir +olmak lazımdır. Zira haber-i ahad her ne kadar sahih +olsa bile delaleti zannidir. Zan ise bab-ı i’tikadda dalaldir. +Cenab-ı Hak buyuruyor: +Derece-i +tevatüre varmayan ehadis-i sahiha ile mesail-i i’tikadiyyede +ulemanın sözleri sulehanın tebşiratı ile ihticaca kalkıyorsun? +Bunlar adem-i kabule daha layık değil mi? +Mukallid: – Hakīkaten inkarı gayr-ı kabil bir kavl-i usuli +söyledin Fakat onunla amel müctehidinin vazifesidir. Ben +anlıyorum ki sen müctehidlik iddia ediyorsun. Binaenaleyh +bu da’vadan dolayı ben senin dininden korkarım. Çünkü +her kim re’yinde müstebid olursa hata eder. Cenab-ı Hak +buyuruyor +ki pek dehşetli bir tehdiddir. +Muhakkık: - Ayet aleyhine hüccettir. Çünkü bu ayet tasrih +ediyor ki azab-ı ilahi ancak kendisine ayat-ı beyyinat +gelip de ona im’an-ı nazar onunla amel etmeyenleredir. +Binaenaleyh bu va’id başıboş gezen atıl cahil kimselere +şamil olduğu gibi mukallidlere de şamildir. Bir de ictihadı +men’ edenler ancak füru’da men’ ettiler. Usul-i dinde taklide +gelince; bunun hakkında söylenen sözlerin en ehveni; imanında +Hatta bazıları imanının adem-i sıhhati hakkında icma’ +bile nakl ediyorlar. Münazara edeceğimiz mesailin en ehemmiyetlisi +taklid ile beni ilzam etmen münazaradan kaçmak onu terk +etmektir. +Mukallid: – Ben i’tikadımda mukallid olmadığım gibi hiç +kimseyi de i’tikad hususunda taklid ile emr etmem. Ancak +ben diyorum ki: Bir müctehid için ictihadında e’imme-i erba’a +ya muvafık olmak vacibdir. Eğer böyle olmazsa kafir yahud +mübtedi’ yahud dall-i fasık olur. +Muhakkık:- Mukallid olmadığını iddia edip de ictihadda +taklidi şart edenlerin haline ta’accüb ederim. Eğer dinden +olması üzerine selefden icma’ vaki’ olan daireden çıkmamak +vacibdir demiş olsaydın cidden seni teslim ederdim. +Çünkü umum sadr-ı evvel ricalinin bulunduğu daireden +hurucu mü’eddi olan ictihad İslam’ın ma-verasında bir ictihaddır. +Halbuki bizim kelamımız din-i İslam dairesindeki +Hem ne lazım; bir mes’elede e’imme arasında hilaf bulunması +o mes’ele hakkında hiçbir şey üzerine icma’ olunmadığına +bir delildir. Ne zaman ki böyle olursa o mes’eleye +nazar edenlere –birisine muvafık diğerine muhalif olacağını +nazar-ı dikkate almayarak– kendisine kanaat veren delili almak +vacibdir. Zaten bir müctehide tabi’ olmak onun deliline +tabi’ olmak demektir. Halbuki delile tabi’ olması için de +bundan başka ma’na yoktur. +Ulum-ı diniyye ile iştigal eden çok kimseler vardır ki +akaidi delil ve bürhan ile biliyorum da’va-yı vahisiyle nefsini +aldatıyor. Onlar zannediyorlar ki: Mesail-i i’tikadiyyedeki +edilleden göz yumarak yalnız falan veyahud filanın yazdığı +kitabı okumakla imanında vaki’ olan ihtilaftan yahud Senusi +ve başkaların mukallidin küfrü üzerine hikaye ettikleri +Mukallid: – Ben ictihad ve taklid mes’elesini tahrire girişmezden +mukaddem hesab-ı ebced ile bunun emsali işarat-ı +Kur’an iyye evail-i süverin delaletinden kıyametin ne zaman +kopmasına istidlal etmekteki re’yine vakıf olmak istiyorum. +Çünkü ben senin kelam-ı sabıkından istişmam ediyorum +ki sen; işarat-ı Kur’an iyye ve evail-i süverin delaletine +Kur’an ’dan istihrac eden ehl-i keşfe muhalif olan zahir-perestlerdensin. +Eğer benim söylediğim şu delaletleri teslim edersen ben +de dermiyan ettiğin şartı kabul ederim. +Muhakkık:- Benim dermiyan ettiğim şart şu delaletlere +de şamildir. Binaenaleyh bunlar üzerine hüccet ikame ettiğin +takdirde hiç şübhe yok ki ben ona her halde ser-füru +edeceğim. +Mukallid:- İşarat-ı Kur’an iyye şu hadis ile sabittir: +Delalet-i hurufa gelince: Bu da enbiya-i +sabıkīn indinde ma’ruf idi. Çünkü ben Kısas-ı Enbi +ya’da gördüm ki Hazret-i Isa aleyhi’s-selam üç yaşında ya +hud yedi aylık iken validesi teallüm için bir muallime götürdü +–şurası da hafi olmasın ki beşikte iken tekellüm ederdi– +muallim ile Hazret-i Isa arasında şu muhavere cereyan etti: +Muallim: - Ebced de! Isa: Sen biliyor musun ki ebced +nedir? Muallim darb etmek isteyince Hazret-i Isa dedi ki: +Muallim efendi beni döğme eğer sen bilmiyorsan bana sor +da ben sana tefsir edeyim! Muallim: Tefsir et! +“Dal” Dinu’llah; demektir. +Hevvez “He” Cehennemin şiddeti; “Vav” Ehl-i narın +azabı; “Ze” Cehennemin zifiridir. +Hutti: “İstiğfar edenlerden günahlar silindi demektir. +Kelemen –Allah’ın kelimeleridir ki onlar tebdili kabul etmez +demektir. +Karaşet: Onları cem’ edip haşr etti demektir. +Muallim dedi ki: Ey kadın! Çocuğunu al. Bu zaten biliyor. +Binaenaleyh muallime ihtiyacı yoktur. +Hiç şübhe yoktur ki nakl etmiş olduğum bu hikaye kabulü +vacib bir ta’lim-i ilahidir. +Dinimizde bunu te’yid eden daha bazı şeyler de varid olmuştur. +tefsirinde şöyle demiş: el-Elif ala’ullah ve’l-lam lütfuhu ve’lmim +mülkühu. “Elif lam ra” “Ha mim” “Nun”un tefsirinde +de şöyle diyor: Bunların mecmu’u Allah’ın er-Rahman ismidir. +Yine ondan rivayet olunuyor ki “Elif-lam-mim”de şöyle +demiş: İşte bu da delalet ediyor ki harf evail-i +kelimattan me’huz olmak caiz olduğu gibi ortasından ahirinden +almak da caizdir. Yine ondan rivayet olunuyor ki: +Yani Kur’an Allah’tan +lisan-ı Cebra’il ile Hazret-i Muhammed’e sav nazil +olmuştur. Ebced hesabına gelince: O da …. +Muhakkık: - Aman biraz müsa’ade et de işarat-ı Kur’an +hadisi ki “zahiren ve batınen”de rivayet +olunuyor. Bunu inkar edemem ki ashab-ı sünenden +sunda gayet mütesahil idi. Onun için bunun hadis rivayet +ettiği kimselerin pek çokları mat’undur. Bazı kimseler de bu +hadisin mevzu’at-ı batıniyyeden olduğunu i’tikad ediyorlar. +Hem rivayeten sahih olan şeyin hepsi vaki’ ve nefsü’l-emrde +sahih olabilir mi? Şununla beraber ki ulema zahiri lafız yahud +tilavet batını da te’vil yahud fehm ile tefsir ettiler.? Bazı +ulema da zahir helak-i evvelini ihbar batın da va’zü’l-ahirin +olduğuna ka’ildir. +hadisine +elfaz; batın da ondaki esrardır ki ehl-i hakayika zahir olur. +Halbuki delalette mazbut olan tarikler bulunmadıkça +bunun sahih olmasına bir delil de yoktur. Bazı ulema da +“hadd”i helal ve haramın ahkamı matla’ı da va’d va’idi +müntehası matla’ da kendisiyle ma’rifetine tevassul olunan +şeydir diyorlar. Binaberin hiçbir kimse demiyor ki hadis senin +zikr ettiğin ma’nalara delalet etsin. Seyyidüna Isa’nın +muallim ile olan mükalemesine gelince: Bu sahih değildir. +Şah’ın iradesizliğinden nüfuz-ı devlete umumi bir za’f +tari olduğu halde Tebriz ve Şiraz gibi vilayat-ı mühimmede +dahi hususi bir takım münasebetsizlikler oluyordu. O vakit +Veli-ahd-i saltanat Muhammed Ali Mirza ale’l-usul Tebriz’de +hükumet ediyor ve Azerbaycan’ın idaresini yed-i iktidarında +bulunduruyordu. Veli-ahd şiddetli bir istibdad gösteriyor +ahaliyi olmayacak gadrlara duçar ediyordu. Muzafferüddin +Şah’ın israfatına rağmen oğlu Muhammed Ali Mirza hisset-i +tab’ıyla meşhurdur. Veli-ahdliği zamanında bütün maksadı +mümkün olduğu kadar fazla para biriktirmekten ibaret +meşru’iyyetine de pek ehemmiyet vermezdi. Bundan dolayı +Tebriz’de icra etmedik münasebetsizlikleri kalmamıştı. Hatta +veli-ahd-i saltanat Tebriz’in –belki de umum İran’ın– mühim +bir maraz-ı ictimaisini teşkil eden gala-yı es’ardan istifade +tarikine sapmış şehrin muhtekirleriyle gizli bir mu’amele +yapmıştı. Muhammed Ali muhtekirlerin ahaliye karşı icra +ettikleri gadrdan iğmaz-ı ayn ediyor ve külliyetli bir “hakkü’s-sükut”a +nail oluyordu. Şah-ı mahlu’un tercüme-i halini +ber-tafsil yazacağımızdan burada Tebriz’de veli-ahd olduğu +zamandaki icraatını muhtasaran geçeceğiz. +Muhammed Ali Mirza pederi gibi alilü’l-mizac ve za’ifü’l-bünye +değil gayet sert ve şiddetli bir tab’a malik idi. +Ahaliyi oldukça tazyik ediyordu. Kimseden bir sada çıkmasın +diye Sultan Hamid’i takliden Tebriz’de mükemmel bir +hafiye teşkilatı vücuda getirmiş idi. Bu teşkilat-ı müstebiddaneden +dolayı kimse evinde kendi ailesi dairesinde bile +veli-ahdin idaresi aleyhine konuşamaz idi. Çünkü veli-ahde +jurnal edilmeyeceğine emniyet edemezdi. Veli-ahd ise müfteris +hunhar seffak idi. Hatta ahrardan Mirza Aka Han ile +hurdur. +yesi taht-ı tazyikinde ezilir daimi bir kaht u gala içinde inliyor +veli-ahdin himayesine sığınan muhtekirlerin müteğallibelerin +pa-yi ihtirası altında hırpalanıyor idi. +Tebriz böyle bir tali’-i gaddarın zebunu iken Şiraz dahi +Muzafferüddin Şah’ın diğer bir oğlu son harekat-ı +ca’ü’s-Saltana’nın mezalimine meydan olmuştu. Kaçariyye’den +evvel hükümdarlık eden Kerim Han Zend zamanında +ahalice satın alınan birçok araziyi Şah-zade; “Bu arazi +emlak-ı miriyyedendir” diye kendine tahsis etmek üzere +gasb ediyordu. Makam-ı i’tiraz ve şikayete gelenlere karşı +da gayet müessir bir cevabı vardı. Darb ve tenkil. Bu yolda +Cenubi İran’da daimi bir kargaşalık ve adem-i memnuniyyet +hüküm-ferma idi. +Memleketin sair vilayetlerinde dahi derebeyleri ve +şah-zadeler her istediklerini yapıyorlar olmayacak adaletsizliklerde +bulunuyorlar idi. Her tarafta bir adem-i memnuniyyet +mevcud idi. Hükumet-i merkeziyyeye giden tazallümler +saray entrikaları sayesinde Şah’a kadar varamıyordu. Varsa +bile esbab-ı ma’lumesine nazaran faidesiz kalıyordu. Ahali +usanmış bıkmış adem-i memnuniyyet hadd-i gayesini bulmuş +savlet ediyordu. Fakat istimdad edilecek bir merkez kalmamıştı. +Şah zevk u safasıyla meşgūl idi. Sarayın da para bulmak +ve beyhude israf etmekten başka bir emel ve düşüncesi +yok idi. Mabeyndekilerin bir istikraz yapıp da kendilerine bir +hisse çıkarmaktan başka ne bir tedbirleri ne de bir siyasetleri +kalmıştı. Gülistan Sarayı’nda değil Şiraz Tebriz veya diğer +uzak vilayetlerden gelen eninleri nefs-i Tahran’da yükselen +nale ve figanları bile işitmiyor dinlemeye vakit de bulamıyorlar +kendi can mal ve namusundan emin değil idi. +tüccar tabakası da na-memnun idi. Evvelen: Rüsumat Dairesi +Reisi Mösyö Nevez tarafından mukaddema yazdığımız +gibi Ruslarla akd ettiği gümrük ta’rifenamesiyle İran tüccarının +menafi’-i maddiyyesi hasar-zede olmuş idi. Saniyen: +Belçikalı mezkur Mösyö Nevez’in tüccar tabakasına karşı +fi’ilen icra eylediği bir takım tahkīr-amiz harekat tüccarın +adem-i memnuniyyetine az hizmet etmedi. +* * * +lar Kaçar Sülasesi’nin daima milleti katl ü garetten ibaret +olan haydudane politikasına hatime çekmek fikrini neşr +edenlere müsa’id bir şerait hazırlıyordu. Bu progandayı +yapanlar meslekleri icabı memalik-i ecnebiyyeye seyahat +eden memalik-i mütemeddine teşkilatından hoşlanan tüccar +erbab-ı sa’y ü amel ile sayıları mahdud urefa ve samimi +bir hiss-i diyanetle mütehassis din ulemasından bazıları idi. +Memalik-i ecnebiyyede neşr olunan Farisice gazetelerin de +bu hususta büyük bir hisseleri vardır. Kafkasya Türkçe İslam +matbuatının te’siri de inkar olunamaz. Farisice gazetelerden +en ziyade müessir olanı en ziyade yaşayan –geçen +makalemizde dediğimiz gibi– Hindistan’da neşr olunan +Hablü’l-Metin ’dir. Hablü’l-Metin meslek-i haricice gayet +sebat-kar bir hatt-ı hareket tarafdarı olduğu gibi umur-ı dahiliyyeye +aid neşriyatında o kadar istikamet göstermemekle +beraber yine İran istibdadı aleyhine kullanılan avamilin en +müessirlerinden biri addedilebilir. +sene-i miladisinde mevki’inin Avrupa’ya bu’diyetinden +dolayı sezdirmeyerek birçok terakkıyata nail olabilen +“Şems-i şarık” memleketi bütün nuraniyyetiyle tulu’ eyledi. +“Dübb-i ekber”in aksa-yı şark soğuklarında mevsim-i şitayı +rahat rahat geçirmek istediği bir zamanda gözlerini kamaştırdı. +Aklını şaşırttı. Şa’irliğe ne lüzum var: Herkesin bildiği +“Rus-Japon” muharebesi vaki’ oldu. Ruslar mağlub oldular. +Japon muzafferiyatını müteakib Rusya’da ihtilalat-ı dahiliyye +başladı. Rusya inkılabı İran efkar-ı ahraranesine vesi’ bir +meydan-ı inkişaf verdi. Erbab-ı inkılabın cesaretlerini tezyid +eyledi. Şimali İran’dan Kafkasya’ya birçok amele geliyor. +Yalnız Bakü’de ekseri amele olduğu halde bine karib +rinin Rusya inkılabından müte’essir olmamaları kabil değil +tilal cem’iyeti teşkil etmiş ve faaliyete başlamışlar idi. Kafkasya’da +ve diğer Rusya memleketlerinde amelelik eden +dudiyyesinin çalamayacağı bir zahire götürüyorlardı. Fikr-i +Dahili İran’da dahi bir takım gizli komiteler teşekkül etmiş +ve Kafkasya’da teşkil olunan ihtilal fırkasının şu’beleri az +çok ta’ammüm etmiş idi. Tahran’da ve Tebriz’de “Şeb-nameler” +neşr ediliyor bu suretle hafi komiteler izhar-ı vücud +ediyorlardı. Mezkur şebnamelerde hükumetin su’-i idaresi +tenkīd olunuyor saray haşeratının entrikaları halka bildiriliyor. +münkarız olacağından bahs olunuyor ahalinin hissiyat-ı vatan-perveranesi +gıcıklanıyordu. Gitgide şebname propagandası +tevessü’ ediyor vilayata dahi sirayet eyliyordu. +* * * +Nihayet Tahran çarşıları kapandı. Esnaf ve tüccar ta’til-i +eşgal eylediler. Hükumet aleyhine büyük bir nümayiş-i +siyasi icra edildi. İnkılab ala’imini gösterdi. Hafi komiteler +yavaş yavaş isbat-ı vücud eylemeye başladılar. Tahran halkı +dehşetli bir izdihamla saray önüne geldiler. Su’-i idareden +bıktıklarını beyanla adalet taleb ettiklerini bildirdiler. Artık +vahi bir hayal gibi telakkī olunan mes’ele ilka ettiği bütün +dehşetiyle bir emr-i vaki’ idi. Harekat-ı ahrarane başlamış +Vehle-i ulada şu hareketin ciddiyyetini takdir edemeyen +saray Sadr-ı a’zam Aynü’d-Devle’nin şiddetleri sayesinde +erbab-ı nümayişin kuvve-i cebriyye ile dağıtılmalarını +emreyledi. Sipehdar’ın taht-ı kumandasında olan bir +müfreze-i askeriyye nümayişçilere karşı ateş açtı. Önde giden +ve sinesini kurşunlara siper eyleyen bir Seyyid ile diğer +birkaç kişi öldürüldü. Nümayişciler dağıldılar. Fakat bu bir +tere Sefarethanesi’ne tahassun eylediler ve müsted’ayatları +kabul olunmayınca “best”den çıkmayacaklarını i’lan ettiler. +Best-nişinlerin adedi günden güne artıyordu. Çarşular +da kapalı idi. Şehrin hayatı durmuştu. Nihayet asıl intizar +olunan şey istenildi: Mütehassınlar “meşrutiyet isteriz” diye +beyan-ı zamir eylediler. +Çok geçmedi ki Muzafferüddin Şah milletin metalibine +teslim oldu. Kanun-ı Esasi i’lanını mübeyyin bir irade sadır +oldu. Bu yevm-i tarihi sene-i hicriyyesi Cumade’l-ahiri’nin +’ncü gününe ve Temmuz-ı Rumi’nin ’ne müsadif +Meşrutiyet istemek üzere “best”de oturanlar yalnız Tahran’a +mahsus değil idi. Tebriz Reşt Meşhed ve Isfahan gibi +nikat-ı mühimmedeki İngiltere konsülatoları dahi meşrutiyet-perveranla +dolu idi. İ’lan-ı hürriyeti mübeşşir olan irade-i +hümayun sadır olunca gerek Tahran’da gerek vilayetlerdeki +mütehassınlar sefarethane ve konsülatolardan çıktılar. +Şah i’lan eylediği hürriyetin te’min ettiği meclis-i adaletin +ne olduğunu lüzumunca takdir edememiş idi. Her türlü +mütalebata suhuletle teslim olan Şah milletin metalibini is’afa +da fazla kan dökülmeye meydan vermeden razi olmuştu. +Meclis-i Milli i’lanını müteakib hükumetçe tanzim olunan +nizamname-i intihabat neşr edildi. Ve hemen intihabat başladı. +tarih-i umumide ilk evvel mevcud olan intihabata müşabih +sınıfi bir sistem üzerine istinad ediyordu. Bütün İran +vekil meb’us gönderecek ve her sınıf kendi meb’usunu ayrı +ayrı intihab edecek idi. Mesela ulema-yı din şehzadegan +tüccar esnaf ve sair tabakat-ı nas ayrı ayrı kendi meb’uslarını +gönderiyorlar idi. İntihab olunacak meb’usanın sınıfı +olmasından başka nizamnamede bir adem-i tenasüb dahi +gözedilmişti: Bütün memleketin çıkaracağı meb’ustan +’ünü yalnız Tahran daire-i intihabiyyesi çıkarıyor ve bu +meb’usun mevcuduyla meclis resmen iftitah ve in’ikad +edebiliyordu. +Tahran intihabatı bittiği gibi Meclis-i Meb’usan’ın resm-i +hey’et-i vükela rical-i memleket ulema ve süfera-yı ecnebiyyenin +huzuruyla resm-i selam icra edilmiş ve toplar endahtıyla +meclisin ifti[ta]hı i’lan olunmuş idi. O gün Tahran +bir id-i milli geçirmiş sokaklar milli bayraklarla donatılmış +ve geceleyin bütün payitaht şehr-ayin olmuştu. +Meclisin iftitahını müteakib Meclis-i Milli tarafından tanzim +olunan maddeyi havi Kanun-ı Esasi Muzafferüddin +Şah tarafından imza edildi. İşbu Kanun-ı Esasi mucebince +ediliyor idiyse de hükumet ile saltanatın daire-i salahiyet ve +Kanun-ı Esasi’nin imza ve i’lanını müteakib Muzafferüddin +Şah duçar olduğu hastalıktan reha-yab olamayarak Zi’lka’de’nin +nısf-ı ahirinde vefat etti +* * *. +Vefatına az bir müddet kaldığı bir zamanda i’lan-ı meşrutiyet +etmiş olan Muzafferüddin Şah milletin samimi bir +muhabbetine mazhar olmuştu. Meşrutiyeti i’lan eyledikten +sonra Şah adeten Avrupa hükümdarları gibi yapayalnız denilecek +derecede birkaç ma’iyyetiyle sade bir surette Tahran +sokaklarını dolaşıyor çarşılara çıkıyor ahalinin alkışlarına +mazhar oluyor hayr-du’a işidiyor ve bundan oldukça hazzediyordu. +Avam Muzafferüddin Şah’ı tarihin az yetiştirdiği nevadirden +addederek büyük bir kalb-i ra’ufa malik olduğuna iman +ediyordu. Şahsına karşı ahali beyninde itminanlar imanlar +hasıl olmuştu. Heyecan-ı millinin daha yükseği fevki +tasavvur edilemiyordu. Meclis-i Milli’nin önünde ictima’ +eden ahali miyanında “Zinde bad İmparator-ı Asya” Yaşasın +Asya İmparatoru diye bağıranlar olmuştu. +Tabi’i bu kadar sevdiği padişahının ölümünü İran ahalisi +büyük bir teessürle karşıladı. Bütün İran Şah’a nevha-ger +oldu. Her yerde ruh-ı pür-fütuhuna Fatihalar okundu. Hakkında +hatırlara güzel hatıralar nakş edildi. Mateminde sıcak +gözyaşları döküldü. +Resulzade +ŞEYH ABDULLAH MAZENDERANI +sat bırakmayarak kanlı ve feci’ mezalim-i guna-gunüyle bütün +ettiği ulemalar tahrib ettiği hanmanların tarih-i hüzn-aludu +bugünlere tesadüf ediyor. Bu her zaman yad olunsa gerektir… +hem hanma[n]ları hem Tebriz’de Reşt’te salb edilen pişvaları +din-i İraniyyenin en mütefekkiri olan merhum Şeyh Muhammed +Kazım Horasani’nin haber-i vefatını tebliğ ettiler. +Müşarun-ileyh Necef’ten ma’iyyette bir kafile-i ulema olduğu +halde İran’a müheyya-yı azimet iken mechul bir sebeble +füc’eten vefat etmiş idi… İran’ın mevcudiyet-i İslamiyyesini +birçok pençelerin hamalat-ı mühlikesinden kurtarmaya çalışan +Şeyh Muhammed Kazım’ın refik-i azimkarı hayatında +olduğu gibi kendisinden sonra da müctehidin-i be-namdan +Şeyh Abdullah Mazenderani idi… +Bu iki zat Rusların İran’a ilk an-ı tecavüzünden beri atinin +muzlim bir mübhemiyetle muhat olduğunu bildikleri için +mesai-i intibah-karaneye müracaat etmekten geri durmadılar. +Fi’l-hakīka Necef nahiye-i mukaddesesinden neşr olunan +müteaddid fetvaları ve nasihatnameleriyle ister İran’da +olan peyrevan-ı dinileri ister alem-i İslam’ın nikat-ı sairesinde +tanıyanları miyanında mühim bir tebeddülat-ı teceddüd-hahaneye +sebebiyet verdiler… +ceddid-i mütefekkirin İslamları Avrupalılaşmak için değil +rabt etmek için gösterdikleri mesai-i dur-endişaneleri zahir +olur… +Kendine malik olamayan kendi hevesat-ı nefsaniyyesini +mağlub edemeyen İran’da ve hususuyla Necef ve Kerbela’da +mütemekkin bir takım zühd ve takva entirikalarıyla +ulemadan geçinenlerin te’vilat-ı diniyyeye müsteniden ika’ +ettikleri nifak-amiz müşkilata rağmen bu iki zat mukteziyat-ı +asrı nazar-ı dikkate alarak İslamiyetin istikbalini düşünerek +müslümanlara bir ruh-ı teceddüdün nefhi için ellerinden +gelen fedakarlıktan çekinmediler. Fakat ne çare ki İraniler +hakkında her tecavüzü caiz gören onların izzet-i nefsini +hukūkunu şeref-i istiklalini –evtan-ı İslamiyyenin sairlerinde +olduğu gibi– mu’tena-bih addetmeyen Rus ve İngiliz +hükumetleri İran’ın yüzünü hayat yollarını bağlamak ve o +hükumet-i İslamiyyeyi can bulmadan ezmeyi kendilerine bir +vazife-i mukaddese! Addetmişlerdi… İranilerin şevk-i teceddüd-hahanelerine +bir darbe indirmek için İraniyanın değil +bütün tarafdaran-ı namusun nefretini celb eden Şah-ı mahlu’un +dahiliyyesine müdahale ile İran’ın şevket ve nüfuzunun kesrini +derat-ı diniyyelerine tecavüz eylemesini Meşhed-i İmam +Rıza’nın tahribini Aşura gününde Sikatü’l-İslam’ın ve birçok +ulema-i izamın salb etmesini hasıl-ı kelam Rusların irtikab +ettiği bu bi-nihaye fecayi’i müşahede eden bu iki kalb-i +zi-hayat erimiş ve vicdanları daralmıştı… +reddüdler ve ictihadat-ı din namıyla ihtilaflar göstermekte +Artık boğulan bu hassas kalbler geçen sene ve bu sene +muztarib idiler. Şeyh Horasani geçen senenin vekayi’-i +mesa’ib-meşhunundan müte’essiren vefat ettiği gibi halefini +de bir gün bu ıztırabat-ı elime göçürecekti. İşte bugün +Abdullah Mazenderani de selefinin intikal ettiği dar-ı bekaya +göçtü. İranilerle beraber bütün hassas İslamiyanı da garik-i +telehhüf etti. +Rahmetu’llahi aleyhi[ma] rahmeten vasi’aten. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +Hıtta-i Irakiyye’de mevcud olan mezahibin başlıcalarından +biri de “Caferi” mezhebidir. Bu mezhebe mütemessik +olanların adedi milyonlara baliğdir. Her ne kadar +tahrir-i nüfusa nazaran –henüz Irak’ta layıkı vechile tahrir-i +nüfus mu’amelesi icra edilmemiştir– bir milyonu tecavüz +etmiyor ise de hakīkat-i halde Caferiyyü’l-Mezheb olanların +adedi her halde tahmini olarak dört milyonu mütecavizdir. +Tahrir-i nüfusa dahil olan Şiiler yalnız vilayet liva +kaza ve nahiyelerde resmen ikamet ve tavattun edenlerden +yü’l-mezheb olanlar– Arab henüz tahrir-i nüfusa dahil değillerdir. +Hıtta-i Irakiyye Şiileri Bağdad Kerbela Necef Kazımiye +Samarra ve sair Bağdad vilayetine tabi’ mahallat ile +Basra’da mutavattın bulunmaktadırlar. Bu mezheb müntesiblerinden +hiçbir yer hali değildir. Hatta diyebilirim ki hıtta-i +ehemmiyetleri vardır. +Bu Şiilerin cümlesi Necef Kerbela ve Samarra’da bulunan +bulunmakta ve tamamıyla onların evamir ve nevahileriyle +davranmaktadırlar. Şi’iler üzerine bu ulemaların nüfuzları +o kadar çoktur ki bugün ulema-yı müşarun-ileyhim onları +nuyorlar. +Bir Şii ister Arab ister Acem Kürd Türk her hangi unsura +merbut olursa olsun ulema-yı müşarun-ileyhimin evamirine +harfiyyen –din ve mezheb noktasından– itaat etmeye +mecburdur. Hiçbir din ve mezheb mütemessikleri kendi +rü’esa-yı ruhaniyyelerine Şiiler kadar merbut ve muti’ hatta +mukayyed bir millet yoktur. Şii ve Caferi alimleri meşayihleri +–din şeyhleri– alim mütefakkih bulunmağla beraber +abid ve zahid kimselerdir. Bu zevat-ı muhtereme asla +umur-ı dünyeviyyeye i’tina ve ehemmiyet vermeyerek daima +ta’abbüd ve tezehhüd ile halkı hidayet ve irşada ilka-yı +mevaiz ve nesayih ile iştigal ederler. Bir Caferiyyü’l-mezheb +alimi müddet-i hayatında üç dört kat’ sade basit ve cüz’i +bir para ile tedarik edilebilecek elbise ile telebbüs ve kanaat +ettiği gibi gece gündüz yemeği de birkaç kaşık et suyuyla +çorbadan ibarettir. +Bu müctehidler ekseriyet-i ara ve sair ulemaların tasdikleriyle +paye-i ictihada vasıl olurlar. İctihad payesine altmış +yaşından sonra yetişilir. O zaman umur-ı diniyye hakkında +kendi nokta-i nazarını yazar ve mukallidler peyda eder. Mukallid +–kafın fethiyle ve lamın kesriyle– müctehidi taklid ve +ona teba’iyyet eden kimsedir ki taklid olunan müctehide +dahi mukalled –kaf ve lamın fethiyle– denir. +Derece-i ictihadı ihraz eden müctehidin arkasında akşam +sabah namaz kılındığı gibi her gün rahle-i tedrisinde de yüzlerce +binlerce tullab tahsil-i ulum-ı diniyye eylerler. +Müctehidin geçineceği umur-ı ma’aşı hakku’l-imam +ta’bir eyledikleri etraf ve eknaf-ı bilad-ı Caferiyye ile Caferiyyü’l-mezheblerden +gönderilen zekat-ı emvalden hasıl olur. +Fakat bu gelen paralar az zan ve tahmin olunmasın bil-aks +her sene on binler ve yüz binlerce liralar teşkil eder. Bu paralar +her ne kadar müctehide gönderiliyor ise de hakīkat-i +halde yalnız kendisine değil bil-umum fukara ve zu’afaya +tullaba kendi ma’rifetiyle dağılmak için isbal olunur. +Bu Cami’u’ş-şera’it olan müctehid bu emval-i mevrudeyi +zühd ve salah diyanet ve vera’ ile muttasıf ve tahsil-i +ulum ile iştigal eden tullab-ı ulum ile son derece fukara ve +za’ifü’l-hal bulunan eytam ve eramile fukara ve zu’afaya +tevzi’ eyler. Kendi ma’işetini idare edecek kadar bir meblağı +da ayrıca kendisine saklar. +Ahvali balada arz u beyan olunan bu müctehidlerin adedi +Necef ve Kerbela’da Samarra’da çok olmayıp bil-aks +pek mahdud ve ma’duddur. Necef���tekiler içinde en ziyade +vüs’at-i ilm ve şöhreti ha’iz olan yegane müctehid el-Hac +Molla Abdullah-ı Mazenderani Kerbela’da ise Seyyid Sadr-ı +Samarra’da ise Şeyh Muhammed Taki-i Şirazi nam zevattır +ki adedleri altıyı yediyi tecavüz etmiyor. İmdi bu yedi zata +cihan-ı İslamiyet’teki seksen milyon Şii ve Caferiyyü’l-mezheb +kimseler kör körüne muti’ ve münkad mukayyed ve +merbut bulunuyorlar. Bunların ısdar eyledikleri bir emir +veya bir fetvaya bütün peyrev ve mu’tekıdları tarafından +hafta yoktur ki binlerce mektuplar istiftanameler sualler +ve müctehidin-i müşarun-ileyhim hazeratı birer birer kemal-i +tedkīk ve tetebbu’ neticesine şafi vafi cevab i’ta edip kendi +mürid ve mukallidlerinin müşkillerini hallederler. +Necef’te Kerbela’da bütün atebatta ulema-yı Şiiyye ve +Caferiyyenin haneleri selamlıkları birer mahkeme-i de’aviden +kaydiyye parası mübaşir ve icra me’muru ma’aşatı yoktur. +Müctehid bizzat hakim olduğu gibi uşağı da mübaşirlik +vazifesini icra eder. Müctehidin nezdine şikayet ve iddia +da’vasını hall ü fasl ettirir. +Hiçbir müretteb ve müzeyyen mahkemeye müzakere +odasına malik –ve muhtac– olmayan bu müctehidler yalnız +de’avi-i hukūkiyyeyi fasl ve halle teşebbüs edip sair münaza’at +ceza ve cünha işlerine bakmazlar. Bu mahkemelerde +bey’ şira icar vekalet kefalet musalaha rehin emanet +nikah talak ve buna müteallik her ne kadar de’avi-i fıkhiyye +ve hukūkiyye varsa cümlesi tesviye ve rü’yet olunur. Bir +müctehid tarafından verilen hüküm –ki memhur bir hükümnameden +namaz. İkinci müctehid birincinin verdiği hükmü tasdik etmese +bile artık hiçbir kimsenin itirazı kalamaz. Çünkü müctehidlerin +verdikleri hükümde hatır gönüle ri’ayet +edilmediği gibi rüşvet ve irtikabın da vukū’ bulmayacağına +her Şii kani’ olduğundan mahkumun gerden-dade-i itaat ve +mahkemeleri tarafından hiçbir rüsum taleb olunmadığı gibi +hüküm için de bir şey taleb edilmez. +Henüz mahkemeye malik bulunmayan bazı İran konsoloshanelerinde +vukū’ bulan de’avi bu gibi müctehidin hazeratına +havale edilip verilen hükmü konsolos icra eder. +Balada cami’ü’ş-şera’it müctehidlerden sonra ikinci +derecede ulema dahi vardır ki bunların da hürmet ve i’tibarları +az değildir. Ancak mukallidleri yoktur. Müctehidler +Hüseyin; Kazımiye’de Hazret-i İmam Musa el-Kazım; Samarra’da +kıd-ı şerifeleri medfun bulunan darih-i şerifin haricindeki +sahanlarda kılar ve ders ve mev’izalarını da orada ifa ve icra +ederler. +Hal-i hazırdaki müctehidler son derece diyanet ve meşrutiyet-perver +zevat olup gerek İran gerek Osmanlı meşrutiyetini +son derece te’yid ve halka teba’iyyet eylemeleri +lüzumunu etrafıyla tefhim eylemişlerdir. +Hıtta-i Irakiyye’deki İran müctehid ve ulemalarının himmet-i +aliyye ve mesai-i meşkureleri sayesinde bütün Caferiyyü’l-mezheb +kabail ve aşayir meşrutiyete hürmet ve i’tibar +eylemektedirler. Bunların telkīnatına ve iftalarına karşı +bed-hahanın telkīnat ve iğvaları para etmemiş ve en sonra +gereği gibi kabail beyninde meşrutiyet muhabbeti yerleşip +kökleşmiştir. Bu sene on Temmuz resm-i geçidine iştirak +eden bütün kabail ve aşayir şeyhlerinin Bağdad İttihad ve +Terakkī Klübü’nde beyan ettikleri hissiyatları hep bu müctehidlerle +hıtta-i Irakiyye’de mevcud olan genç ve sair meşrutiyet +muhiblerinin telkīnatından ileri geldiği her türlü iştibahdan +azadedir. +Kerbela +ECNEBILER BIZE DERS-I HAYAT VERIYOR! +Geçen gün İkdam ceridesine Beyoğlu’nda mukīm Fransızlar +tarafından müteaddid imzalarla gönderilen mektub-ı +hayat-amuzdur: +“Muharrir efendi +Bir müddetten beridir Fransa politikası aleyhinde mücahede +ettiğinizi görüyoruz. Sizi en ziyade teessür ve heyecana +getiren şey hıristiyanlar aleyhinde irtikab edilecek ef’al-i +kabihadan Türkiye’yi mes’ul tutmak yolunda olan Fransa +Fransız olduğumuz için kendi memleketimiz olan Fransa +aleyhindeki makalatınızdan mükedder olmamaklığımız +mümkün olmuyor. Fakat her şeyden mukaddem adalet ve +lunduğunu teslim ve i’tirafa da mecbur oluyoruz. +Biz birçok seneden beri Türkiye’de sakin bulunuyoruz. +Hatta memalik-i Osmaniyye’yi baştan başa dolaştık. Tecrübe +ve müşahedemize müsteniden şimdi alenen beyan +etmek mecburiyetindeyiz ki Avrupa sizin hakkınızda hakīkaten +mugayir-i şi’ar-ı adalet mu’amele ediyor. Siz merd +ve namuskar adamlarsınız. Siz ecnebilere fenalık yapmaktan +tecavüz etmekten kat’iyyen uzaksınız. Buna tabiatiniz +müsa’id değildir. +Biz samimi teessüratımızla size beyan ediyoruz ki siz +kendi ağūşunuzda her nev’ yılanlar besliyorsunuz! Bu sözlerimizle +Osmanlı teba’asının o kısmından bahs etmek istiyoruz +ki bunlar mümkün olduğu kadar çok para kazanmak +tehlike olunca bunlar kalben merbut oldukları tabi’iyete +geçerler ve her ne vasıta ile olursa olsun size alçakcasına +Bizim Türkler hakkında hakīkī Türkler ya’ni hakīkī +Os +manlı müslümanları hakkında pek büyük teveccühümüz +vardır. Eğer nesayih-i dostanemizi kabul ederseniz size şu +nasihatleri veririz. +Bundan sonra ciddiyetle çalışınız sanayi’de ticarette +ziraatte terakkī etmeye gayret ediniz. Havayic-i zaruriyyenizden +olan mevaddı evvela kendiniz i’mal ediniz. Sizin +harabinize ba-husus harabi-i ma’nevinize hemen sebeb-i +yegane olan o sahte Osmanlılardan hiçbir şey satın almamak +hususunda ittihad ediniz. +Hatta bir gün Asya’ya çekilmek mecburiyetinde kalırsanız +bu eşhası aranıza kabul etmeyiniz. +Zavallı Türkler müslümanlar kendi memleketinizi kendiniz +terakkī ettiriniz… Eğer siz bir gün İstanbul’u elden +kaçırmak mecburiyetinde kalırsanız ne kadar kimseler +ba-husus Rumlar –ki sizin hakkınızda o kadar tefevvühatta +bulunurlar– size pek ziyade teessüf-han olacaklardır. Onlar +kendi kendilerine şu suretle söyleneceklerdir: “Ah nerede o +O zamanlar ki her şey bize müsa’id idi. O zamanlar ki biz +Zekiler en aklı başında olanlar pek a’la bilirler ki onlar +asliyelerine avdet etmek hususunu da asla hatırlarına getirmezler. +Zira bilirler ki orada açlıktan telef olacaklardır. +Hakīkaten şayan-ı teessüfdür ki imparatorluğunuz ahalisi +yalnız Türklerden müslümanlardan ibaret değildir... Zira o +surette sizi daha iyi tanımak ve sizi daha çok takdir etmek +mümkün olacak idi. +Eğer siz bidayette mesela İstanbul’u feth ettiğiniz zamanlarda +diğer milletlere o kadar imtiyazat bahş etmemiş ve +memleketinizde kalmak isteyenlerin Müslüman olmalarını +taht-ı mecburiyete almış olsa idiniz şimdi bulunduğunuz +hale düşmeyecek idiniz. +Her ne olursa olsun biz yüksek sesle beyan ediyoruz ki +alem sizin hakkınızda haksızlık ediyor. Avrupa sizi asla tanımıyor +ve sizin hakkınızda sizin düşmanlarınızın kazib raporları +ve merviyyatı üzerine i’ta-yı hükm etmek cür’etinde +bulunuyor. +O kadar zamandan beri Türkiye’de imrar-ı hayat eden +biz Fransızlar size en samimi hürmet ve teveccühlerimiz +hakkında i’ta-yı te’minat eder ve bugün içinde bulunduğunuz +buhran-ı müsibet-engizden mümkün olduğu kadar en +az zararla tahlis-i giriban etmenizi samim-i kalbimizle temenni +eyleriz. +Bu makalemizin gazetenize dercine ve +eğer arzu ederseniz onun ceraid-i ecnebiyye ile dahi neşrine +kemal-i memnuniyetle size i’ta-yı me’zuniyet ediyoruz.” +* * * +Osmanlılıkla istihzaları ve taht-ı Osmaniye karşı küstahlıkları: +Rumca Neo Logos ’un Teşrinisani başmakalesinden: +“Gerek istibdad zamanında gerek oligarşi idaresinde +daima duçar-ı tecavüz ve ta’kībat olan Yunan ırkına daha +mes’udane bir istikbal tahayyül eden şarkın büyük reis-i +ruhani ve millisi şark Ortodoks kilisesinin semasındaki büyük +ve ziyadar yıldız geçen Salı günü na-be-mevsim ve fakat +şanlı bir surette uful etmiştir. +Zira bu uful bir taraftan Jön Türk idaresinin inhidamı +diğer taraftan yeni bir devr-i hayat küşad eden ahval ve +şera’it-i fevkaladenin hudusü sırasında vukū’ bulmuştur. +Öyle ahval ve vekayi’ ki büyük reis-i ruhaninin birçok senelerden +beri içinde yaşadığı acılar ve ümidsizliklerden maada +bir şey görmediği ahvalden pek farklıdır. +Bu yıldız ihtimal ki gayr-ı kabil-i husul ve fakat cesur +ve kuvvetli hayalinin halk eylediği tatlı rü’yalar ve ümidler +arasında sönmüştür. +Bu re’s-i azim ve mütefekkir son günlerde realizimden +uzaklaşmayı severdi. Halbuki ra’iyyesinin kilise imtiyazatının +duçar-ı tahkīr ve tecavüz olduğu zaman realizmi kendileriyle +görüşenlere tasviye ederdi. +Ortodoksluğun bu re’s-i mübecceli patrikliği zamanında +birçok zehirler acılar içmiş ise de son günlerde ümid ile +mal-a-mal yeni bir alem içinde yaşamak bahtiyarlığından +da mahrum kalmamıştır. Şimdiye kadar tarihi ve zulüm-dide +olan patriklik tahtında oturanlar ta’kībattan tahkīrattan +felaketlerden ve tecavüzlerden başka bir şey görmediler. +Hayat-ı dünyeviyyelerinde bir şu’le-i ümid müşahede etmediler +fakat Yovakim velev ki necm-i hayatının esna-yı +gurubunda olsun lem’a-i ümidini görmüş kalbi bir hazz-ı +vicdani ve ruhani ile mütehassis olduğu halde terk-i hayat +etmiştir.” +Cür’etin küstahlığın bu derecesi dünyanın hiçbir yerinde +görülmemiştir. Bu sözleri İstanbul’da idare-i örfiyye altında +çıkan bir gazete yazıyor. Osmanlı müslümanları yukarıdaki +mektubla bu makaleyi kemal-i dikkat ile okumalı ve ibret +almalıdırlar. Bi-çare Osmanlı müslümanları bin felaket bin +musibet içinde kıvranıyor; Rumluğun re’s-i mübecceli ise +kalbi bir hazz-ı vicdani ve ruhani ile mütehassis olduğu halde +terk-i hayat etmiş! Ne doğru söz ne acı hakīkat! Yaşasın +Bu hakīkatleri bundan daha bin üç yüz bu kadar sene +evvel bildiren işte iki düstur-ı Kur’an : +Fakat biz bu la-yeteğayyer kanunların bu desatir-i ictima’iyye +ve kavanin-i hayatiyyenin hiç birine ri’ayet etmedik. +Nizamsız kanunsuz kainat yaşayamadığı gibi milletler +cem’iyetler de yaşayamaz. +Kur’an ’ı yalnız namaz oruç kitabı addettik. Binlerce evamir-i +yete almadık. Akibet +sırrına mazhar olduk. +Müteaddid devletler te’sisine kifayet edecek kadar kıt’alarımız +uful ettikten yüz binlerce kardeşlerimiz mahv olduktan +sonra da müslümanlar uyanmayacak; Kitab’ını kanun-ı +hayatını anlayıp onunla amil olmayacak mı? O bilir! Artık +her şey anlaşıldı. Toplarla tüfenklerle bütün hakayık kesb-i +vuzuh etti. Bundan ötesi izmihlal-i mutlaktır. +Hem şunu da bilmeli ki Kur’an ’ın yaşaması bizim vücudumuza +mütevakkıf değildir. +Biz dinden yüz çevirirsek Allah öyle bir kavim getirir ki +kendisi onları onlar da ma’bud-ı mutlaklarını severler. Bu +mübarek kavim mü’minlere karşı rahm lakin düşmanlara +karşı şedid olup fi sebili’llah mücahede edecek la’imin +levminden asla pervası olmayacaktır. İşte bu mazhariyet +Cenab-ı Hakk’ın inayetidir ki istediğine verir. Allah vasi’dir +alimdir. +Mütareke akdini müteakib mukaddemat-ı sulhiyye ile +uğraşılmış ve bu hafta Londra’da teşkil olunacak müzakerat-ı +sulhiyyeye murahhas ta’yiniyle iştigal olunmuştur. +Devlet-i Aliyye tarafından Osmanlı Ajansı’nın tebliğine nazaran +Bahriye Nazırı Salih Ziraat ve Ticaret Nazırı Reşid +ve Berlin Sefiri Osman Nizami paşalar ta’yin olunmuşlardır. +Bulgarlar tarafından dahi Başvekil ve Hariciye Nazırı Keşof +Bulgar Başkumandanı Ceneral Savof ve Bulgar Maliye Nazırı +Todorof ta’yin olunmuşlardır. +“ Novye Vremya” nın Kafkasya muhabiri Balkan muharebatının +Kafkasya İslamları üzerine icra etmiş olduğu te’sirden +bahs ederek: “Burada büyük bir heyecan var arazi +ve emlak sahibi ve büyük sermayedarlar amele ve bütün +müslüman ahalinin ittihad-ı İslam naşirleri taht-ı te’sirinde +olup Türkiye’nin duçar olduğu müşkilatı Rusya Devleti’nin +entrikasına haml ile Rusya aleyhine büyük bir cereyan-ı fikri +kindar bir hiss-i adavet perverde ediyorlar.” diye devair-i +hükumeti teyakkuz ve intibaha da’vet ediyor. +Rusya’da neşr olunan bil-cümle İslam gazeteleri Kurban +Bayramı münasebetiyle yazmış oldukları makalelerini Balkan +muharebatına hasr ederek Hilafet-i İslamiyye’nin böyle +ma’ruz-ı muhacemat olduğu bir zamanda müslümanlara +bayram değil matem lazımdır diye muhtelif ta’birlerle +samimi bir hiss-i uhuvvet-i İslamiyye izhar eylemektedirler. +tün felaket-i hazıraya karşı bir ümid-i istikbal menba’ı olan +şu “hiss-i uhuvvet”i görmekle cidden tesliyet-yab oluyor. +Lahor şehrinde münteşir Pise-i Ahbar ’ın yazdığına göre: +Dehli Allahabad ve diğer birkaç şehir uleması tarafından +neşr edilmiş olan fetva müslümanlar üzerine büyük bir te’sir +“Her kimin zimmetinde zekat sadaka ve hayrat-ı saire +varsa Devlet-i Osmaniyye Hilal-i Ahmer Cem’iyeti’ne i’tası +takdirinde zimmetinde bulunan fera’iz ve vacibat sakıt olur.” +Bu fetvanın neşri müslimin üzerine büyük bir hüsn-i te’sir +nı ianeye terk eylemişlerdir. +Bu hususta Londra’da bulunan Emir Ali hazretleri tarafından +da Hindistan müslümanlarına hitaben bir telgrafname +keşide olunmuş bu da büyük bir hiss-i gayret ve hamiyyet +uyandırmıştır. Diğer taraftan Ağa Han tarafından keşide +edilen bir telgraf kezalik büyük bir te’sir icra eylemiştir. +çok hamiyet-mend Hindular yani putperestler tarafından bu +emr-i hayra iştirak edilmekte ve vatandaşlarının şu teşebbüsü +müslümanları pek ziyade mesrur eylemektedir. Hindistan’ın +vüs’at-i arazi ve kesret-i nüfusundan naşi iane derc +ve cem’inde bazı müşkilata tesadüf olunduğundan bazı mütefekkirin +ve rü’esa-yı Hindistan tarafından bil-cümle kura +ve kasabatta iane komisyonları teşkili karargir olmuştur. Bu +teşebbüsata İngiliz Hükumeti tarafından hiçbir mümana’at +gösterilmemesi mucib-i teşekkür olmaktadır. Bir taraftan ianeye +devam olunduğu gibi Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye için +hin-i hacette bir istikraz hakkında da bazı teşebbüsat vukū’ +bulmaktadır. + +---- +MEZALIM-I SALIBIYYE +---- + +Muhabir-i mahsusların yazdığına göre: Şehir dahilinde +asayiş tamamen mefkūd ve anarşi hüküm-fermadır. Vardarkapı +haricinde Yenimahalle’de İslam Kıbtilerinden birinin +zevcesini civardaki mezarlığa götürerek namusunu paymal +ettikten sonra koyun gibi kesmişler ve başı bedeninden ayırarak +cesedi bırakmışlar ve ser-i maktu’unu alıp götürmüşlerdir. +Yine Vardarkapı haricinde Göriceli Vasil’in hanında ikamet +eden Gevgili ve Yenice ahalisinden olup asker elbisesini +çıkararak hayatlarını muhafaza için orada barınan on bir +kişinin –gece saat yedide yerli Bulgarları önde olmak üzere +birkaç Bulgar askeri gelerek– üzerlerindeki nükūd ve eşya-yı +mevcudeyi aldıktan sonra hepsini bağlamışlar ve Soğukpınar +mevki’ine götürüp türlü türlü işkence ve azab ile katl +etmişlerdir. +Bulgar mezalimi son derecededir. Selanik’in bir saat +dışarısında Güvezne yolu İslam na’aşları ile mal-a-maldir. +Bunlar Selanik’te bulunan muhacirin olup memleketlerine +gitmek üzere Yunan Hükumeti’nden aldıkları kağıtlara istinaden +yola çıkmışlarsa da orada Bulgarlar tarafından itlaf +olunmuşlardır. +Poroy’da iki yüz İslam selhhanelere götürülerek koyun +boğazlanırcasına kesilmiştir. Bu bi-çarelerin emlakı hakkında +yor. Ve ellerinden sened alınarak paralar yedlerine sayılıyor. +Bi-çareler hey’et huzurundan çıktıklarında dışarıdaki celladlar +evvela ellerinden paraları alır sonra selhhaneye götürerek +katl ediyorlar. +Siroz’da katl-i am icra edilerek beş yüz kişinin kanı beyhude +heder edilmiştir. +Selanik’teki umum Türkçe gazetelerin intişarı Hükumet-i +Yunaniyye tarafından men’ edilerek matba’aları önüne asker +Bir taraftan köylerine gönderilen İslam muhacirin yolda +Yunan Bulgar çetelerinin hedef-dane-i hıyaneti oluyor +kendilerine kimse dest-i mu’aveneti uzatmıyor. Yunan medeniyeti[ni]n +ne demek olduğunu nasıl kanlı bulunduğunu +yakından görmek mukadder imiş boynumuz bükülmüş duruyoruz. +Bulgarlar önlerinde meydanı boş bularak ve her geçtikleri +yerlere bela-yı musibet yağdırarak Cum’a-i Bala’dan bed’ +etmişlerdir. Binlerle nüfus-ı İslam’ı çoluk çocuk bir arada cami’ler +Demirhisar Kazası’nın Petrova ve Yeterna karyeleri ahali-i +beş yüzü mütecaviz nüfus-ı İslam’ı gazla ihrak ettikten sonra +genç kız ve kadınları Menlik cihetine sevk eylemiştir. +Avrethisarı Kazası’nın Kerküd karye-i İslamiyyesi içinde +aynı hali Bulgarın muntazam askeri icra etmiş burada da +altmış kadar genç kadın ve kız mechul bir tarafa sevk edilmişlerdir. +Aveathisarı’nın cesim Karadağa Nahiyesi’ndeki İslamlar +müdhiş işkencelerle mahv edildiler. Soroviç mıntıkasında ne +kadar kura-yı İslamiyye varsa hepsi aynı dehşet ve feca’atin +kurbanı oldular. Bu ahval Selanik umum konsoloslarının +ma’lumudur. +Selanik şehri dahilinde de yapılmadık rezalet bırakılmadı. +Yunan Hükümeti Selanik’i işgalinin ikinci günü kadar +deyn-i adi için mevkūflardan hıristiyanları terhis etmiş müslümanları +mevkūfen bırakmıştı. Bunların üzerine üç dört yüz +de üsera-yı harbiyye-i İslamiyye ilave edilerek tamam on +gün bir dirhem ta’yin verilmemiş ve bi-çarelerin uzun gün +uzun gece ekmek diye feryadları mahallatımızdaki insanları +hayatından bi-zar etmiş evlerden toplanan ekmekler bin +müşkilat ile bu bi-çarelere tevzi’ edilmiştir. +Hiçbir hakīkati yazdırmazlar. İşte Makedonya’ya müsavat +ve adalet sevkine kalkan müttehid orduların getirdiği medeniyet!. +Ekseriyeti ha’iz bulunan nüfus-ı İslam’ı tamamen +mahv etmek için yapılmadık fezahat ve cinayet bırakmıyorlar. +Ya aleni katl-i am yahud açlıkla sefaletle itlaf! Acaba +medeniyette icra edilen bu vahşetleri görüp anlamak istemeyecekler +mi? +Paris’ten Neue Freie Presse gazetesine iş’ar olunuyor: +Buradaki makamat-ı resmiyyeye Sırplar tarafından işgal +olunan arazi sekenesine son derecede vahşiyane mezalim +ma’lumat varid olmuştur. Arnavud ahaliye karşı icra olunan +bu mezalimin asıl sahneleri Üsküb Kumanova ve Verşiça +havalisindedir. Vasıta-i müdafaadan mahrum İslam Arnavudlar +Sırp asakiri tarafından zalimane katl edilmiş ve cesedleri +Vardar Nehri’ne atılmıştır. Bir Fransız Sırplara ne +kadar az mukavemet edilmiş ise de onların katl-i amları o +kadar şedid olduğunu ve katl-i am edilenlerin ekserisi kendini +müdafaadan aciz kimseler bulunduğunu re’ye’l-ayn +müşahede etmiştir. +Londra’dan Neue Freie Presse gazetesine iş’ar +olunuyor: +Draç’tan Daily Telegraph gazetesine keşide olunan bir +telgrafnamede Prizrin havalisinde Sırpların katl-i am icra +eyledikleri mültecilerin ifadesinden anlaşıldığını beyan eylemiştir. +Pana’dan varid olan haberlere nazaran Sırplar oradaki +üsera-yı Osmaniyyeyi kamilen katl etmişlerdir. Draç’daki +faza edilmesini Avusturya konsolosundan rica eylemişlerdir. +Alem-i İslam siyaseti nokta-i na +zarından fevkalade şayan-ı ehemmiyet vekayi’den birisi de +Çin-Rus münasebat-ı siyasiyyesidir ki son günlerde gayet +merak-engiz bir safhaya dahil olmakta ve muharebe emareleri +siyyesi su’-i kasdını memleket-i asmaniden dahi esirgemek +ratorluğu ve dünyanın en kalabalık bir padişahlığı olan bu +memlekette dahili ihtilaller başlayalı beri zuhura gelmiş ve +kendisini bir hayat-ı medeniyye ihrazına azm etmiş olan – +vaktiyle milel-i garbiyyenin olduğu gibi şimdi de– milel-i şarkiyyenin +düşman-ı bi-emanı vaz’iyetine koyan Rusya Çin’de +bir takım entrikalar çevirmeye başlamıştır. Geçen sene Çin +memleketini gayet müşkilatlı bir zamanda yakalayarak Moğolistan’a +muhtariyet verdirmesiyle mukaddime hazırlamış +bu kere dahi nev-icad Moğolistan Hanlığıyla akd etmiş +olduğu i’tilafnamesiyle tahkim-i mevki’ etmek istemiştir. +Ber-vech-i ati derc ettiğimiz işbu i’tilafnamenin mevaddından +doğrudan doğruya Moğolistan’ın Rusya himayesi altına +duhulü ve aynı zamanda Çin Devleti’ne müstakbelen büyük +bir tehlike-i siyasiyye hazırlanmakta olduğu anlaşılıyor. +“Bütün Moğol milletinin kendi memleketinin tarihen +te’essüs etmiş olan hususiyyatını muhafaza eylemek arzu-yı +umumisi üzere Çin asakir ve hükkamı Moğolistan arazisinden +koğularak Cebzun-Damba-Hotohta bütün Moğol +milletinin hükümdarı i’lan edildi. Bu suretle Moğolistan’ın +Çin ile olan münasebat-ı kadimesi münkatı’ oldu. Hususat-ı +anifeye ve aynı zamanda dahi Rus ve Moğol milletleri miyanında +eskiden beri mevcud olan meveddet-i mütekabileye +ve Rus-Moğol ticaret-i mütekabilesinin tabi’ olacağı intizam +ve kavaninin kat’i surette ta’yin edilmesi lüzumuna nazaran +Rusya Hükumet-i İmparatoriyyesi’nin vermiş olduğu salahiyetle +saray müşavir-i hakīkīlerinden İvan Korostofsef ve +Moğol milletinin hükümdarı hey’et-i hükumeti ve Moğol +hanlarının tevkili üzerine: Moğol hey’et-i nüzzarının reisi ve +. alemin hamisi Sayin-Nevin-Han Namnan-Sörün +salahiyet-i kamile ile dahiliye nazırı Çin-Süzüktü-Sin-Van +Lama Serin-Çimit; Erdeni-Daysin-Van-Han rütbesinde +Dorçejihan; Harbiye nazırı Erdeni-Dalay-Sezyun-Van +Humbo Sörün; Maliye Nazırı Toşeto-Sezbo-Van Çak-Dorcab +ve adliye nazırı Erdeni-Sezyon-Van Namsaray atideki +mevad üzerine akd-i i’tilaf eylediler. +zası Moğolistan milli asker ihzar edeceği Çin asakiri Moğolistan’da +bırakılmayacağı Moğolistan arazisinin Çinliler +tarafından isti’mar edilmeyeceği için Rusya Hükumet-i İmparatoriyyesi +Moğolistan’a yardım edecektir. +sı ve Rusya ticaretine sabıkı vechile kendi mülkiyetlerinde +olan araziden istifade etmelerine müsa’ade eyledikleri gibi +bil-cümle imtiyazat-ı mahsusayı dahi te’min edeceklerdir. +Rusya teba’asının istifade etmekte oldukları imtiyazat ve +hukūk fevkinde diğer bir devlet teba’asına bir türlü imtiyazat +verilemeyeceği de kendiliğinden aşikardır. +le te’sis-i münasebat edecek olursa sonradan akd olunacak +muahedeler Rus Devlet-i İmparatoriyyesi’nin müsa’adesi +mezler. +baren mahall-i tatbika vaz’ olunacaktır. +rahhasları tarafından imza olunan Rusya teba’asının Moğolistan’daki +hukūk ve imtiyazat-ı mahsusalarını mübeyyin +olan raporun bir sureti de yakında neşr olunacaktır. +[* * *]. +Daha Nisan’ın ’nde idi ki Rusya Hariciye nazırı Duma +muvacehesinde vermiş olduğu beyanatında Rusya diplomasisinin +Çin Devleti’nden Moğolistan istiklalinin kabul ve +tasdikini taleb cihetine ma’tuf olduğu anlaşılıyordu. Hariciye +nazırının işbu beyanatından anlaşıldığı suretle Rusya +Çin’den esasen üç şey istiyordu: Moğolistan’da Çin idaresinin +te’sisinden sarf-ı nazar eylemek oradaki Çin asakirini +kaldırmak Moğolistan arazisinde Çin teba’asının isti’marını +men’ etmek. +Bit-tabi’ Çin Hükumeti işbu metalibi reddeyledi. Moğollar +da Çin’de te’essüs eden hükumet-i cumhuriyyeyi tanımadılar +Şimdi işbu i’tilafname i’lan edilince Çin Hükumeti tehlikeyi +takdir ederek kendi hukūk-ı hakimiyyetini müdafaa etmek +üzere teşebbüsata germi verdi ve artık Moğolistan mes’elesi +Rus ve Çin süngüleriyle halledileceğini muhtemel görerek +tedabir-i askeriyyeye başladı. +Gazetelerin verdiği ma’lumata nazaran Rusya hududuna +sevk edilmek üzere bin Çin askeri taht-ı silaha alınıyor +ve her tarafta Rusya aleyhine mitingler teşkil olunup külliyetli +taraftan Ruslara karşı Japonya ile Çin devleteyn-i şarkiyyesinin +dahi akd-i ittifak-ı askeri etmiş olduklarına aid bir +havadis çıkmıştır ki bu havadis Petersburg mehafil-i siyasiyyesini +düşündürmektedir. +Rusya diplomasisi şimdi Moğolistan’la akd etmiş olduğu +mak üzere Pekin’den Russkoye Slovo ’ya çekilmiş olan bir +telgraf oldukça ma’nidardır. İşbu telgrafta deniliyor ki: Çin +Hariciye nazırı Rusya sefirinin memlekette Rus aleyhinde +teşvikatın artması hakkında almış olduğu bir muhtıra üzerine +Rusya Sefarethanesi’ne gelip medid bir mülakat neticesinde +te’yid edildiği vechile Rus-Moğol İ’tilafnamesi’ne +Çin için daha az mucib-i tahkīr bir şekil verilmesi taht-ı +karara alınmıştır. İ’tilafname-i mezkur şekl-i matlub üzere +tahrir olunduktan sonra Çin Hükumeti’nce dahi tasdik edilecekmiş. +meti mes’eleye bir şekl-i makbul vererek efkar-ı umumiyyenin +teskinine muvaffak olabileceğini ümid etmektedir. +Ma’amafih Ruslara karşı heyecan sükunet-pezir olamıyor. +Gazeteler Moğolistan’ın Çin’e . . lien [yuan] borcu +olduğunu ve bu borcun da Ruslardan alınması lüzumunu +beyan ediyorlar. +Çin Hükumeti Kalkan kuva-yı askeriyyesine bin asker +daha ilave eylemiş ve birinci ikinci ve dördüncü fırkalara +dahi Kalkan’a gitmek üzere emr-i hafi vermiştir. +Tercümesi +“Ey iman eden kimseler sebat gösteriniz hem düşmanlarınızdan +fazla bir sebat gösteriniz; daima da muharebeye +hazır bulununuz; bununla beraber Allah’dan her zaman +korkunuz ki felah bulasınız.” +* * * +Bu ayet-i celile Al-i İmran Suresi’nin sonundadır. +“ısbiru” +“ sabiru” emirlerinin ne olduğunu iyice anlayabilmemiz +“ Ve’l-Asr” Sure-i şerifesini tefsir ederken +de söylemiştik: İnsan için en büyük fazilet sabırdır. Melekat-ı +ahlakıyyenin hiç biri bu meleke-i fazıla ile boy ölçüşemez. +Onun için Kitabullah’da sabır kadar çok zikredilen +sabır kadar sık emr olunan bir seciye daha yoktur. Sahabe-i +Kiram radıyallahu anhüm Efendilerimizden hiç birinin Sure-i +Asr’ı okumadan arkadaşına veda’ etmediği ma’lumdur. +Bunun hikmeti de insanın hüsrandan yakayı kurtarabilmesi +ğını birbirine ihtar etmektir. +lime-i kudsiyyesinin medlulüne sahip olmak şöyle dursun +vakıf bile değiliz! Evet sabır lafzı anıldığı gibi zihnimizi meskenete +mezellete yakın bir mefhum kaplar. Bize göre sabır +suret-i mutlakada “katlanmak” demektir. Neye katlanmak? +Her şeye... Daha doğrusu katlanılmayacak şeylere! Mesela +zelil olmaya hakaret görmeye dövülmeye sövülmeye; +hülasa şeref-i insaniyetimizi lekeleyecek musibetlerin hepsine. +Aman yarabbi! Kur’an ne söylüyor biz ne anlıyoruz! Sabır +katlanmak değil göğüs germek demektir. Neye göğüs +germek? Evet sonunda katlanılmayacak acılara katlanmak +ger +mek. Allah yolunda hak yolunda din uğrunda millet +uğrunda rahatını uykusunu malını canını feda edivermek +yok mu? İşte sabır budur. Yoksa bu fedakarlıkların semtine +yanaşmayarak miskin miskin oturmak; sonra da hissesine +düşecek rüsvalığı “Kader böyle imiş! Tahammül etmeli...” +diye hazma çalışmak hiç bir zaman sabır ile te’lif olunamaz. +Ne hacet! Zemahşeri gibi ekabir-i müfessirin sabra “te +kalif-i şer’iyyeyi hakkıyle eda etmek” ma’nasını veriyorlar. +Öyle ya teklif külfet maddesinden geldiği için şeriatin bütün +tekalifi ufak büyük birer fedakarlık ihtiyarını istilzam +eder. Lakin bir kere o fedakarlığın kabulü yüzünden elde +edilecek saadeti; bir kere de terki dolayısıyle baş gösterecek +felaketi düşünmeli! +Şeriatin en birinci teklifi ilim değil midir? Pek a’la! +Tahsil-i ilim için az fedakarlık yani az sabır mı ister! Lakin +evvela ilmin gerek bugünkü hayat-ı fanide te’min eylediği +menafii gerek yarınki ömr-i cavidanide vereceği mevkii düşünürsek; +sonra cehaletin hem dünyada hem ukbada ne +büyük bir hacalet ne yaman bir rezalet olduğunu gözümüzün +önüne getirirsek: Dinin o teklifini külfet-i mahz olsa bile +yine bin can ile kabul etmemiz lazım gelmez mi? +tıya tahammül etmek demektir; yoksa cehaletin sürükleyip +getireceği mülevvesat içinde boğulup gitmek değildir! +Son zamanlarda Müslümanlığı ya büsbütün ortadan kaldırmak +yahud ötesini beri ederek şeriatte bir teceddüd husule +getirmek isteyenler türedi. Biz bu adamların söylediklerini +dünyadan; “Teceddüd husule getirmeli” fikrini besleyenlerin +de dinden alabildiğine gafil olduklarına iman ettik. +Evet bu adamlar milyonlarca halkın hissiyatına harekatına +hakim olan ruh-ı ezeliyi görmeyecek kadar gaflet +göstermeselerdi: Dini kaldırmanın ne lüzumunu ne de imkanını +tasavvur edemezlerdi. Kezalik şeriatin hüviyet-i hakīkıyyesine +dair azıcık ma’lumat edinmiş olsalardı: Dine yeniSahib +ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +lik sokmak şöyle dursun onun en eski yani en sahih şekline +rücu’ etmek ihtiyac-ı mübremini gözleriyle görürlerdi. +beri anlatmak istediğimiz seciye-i mübareke-i sabrın fıkdanındandır. +Öyle ya demek ki bu adamlar ne milleti tedkīk +edecek ne de şeriati anlayacak kadar fedakarlık gösterememişler! +Bir zamandan beridir dillerde “karakter” sözü dolaşıp +gidiyor. “Azim sebat seciye metanet” gibi elfaz ile tercüme +edilen bu kelimenin tam mukabili “sabır”dır. Öyle ise artık +bu ümmete Alman İngiliz Fransız milletlerinin ahlakıyle +mütehallik olmayı tavsiyeden vaz geçelim de ona ma’ali-i +En büyük en metin ahlak-ı hakīkī müslümanlarda; en +müebbed desatir-i ahlakıyye ise hakīkī Müslümanlık’tadır. +tarzındaki tekrim-i ilahiye mazhar olan +Resul-i Muhterem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz secaya-yı +fazılanın bir timsal-i fevka’l-hayali idi. O Zat-ı Akdes’in +mekteb-i terbiyyetinde yetişen Ashab-ı Kiram’ın da +nasıl kamil nasıl mükemmel birer insan oldukları hepimizin +ma’lumudur. Bu hakīkatleri yalnız bizim kitaplar yazmıyor; +Frenklerin oldukça insaflıları da i’tiraf ediyor; “Gündüzün +bütün ma-melekini kapısına gelen muhtaçlara veren Muhammed’in +akşama tek hurmadan başka yiyeceği kalmamıştı. +Onu da en son gelen fakīre tasadduk ederek geceyi +Aişe rd ile birlikte aç olarak geçirdi” diyor. +Sadedimize dönelim: Ayet-i celile bizi sabra da’vet ediyor; +hem de düşmanlarımızın göstereceğine kat kat faik bir +sabra da’vet ediyor. Biz şimdiye kadar Kur’an’daki evamir-i +gün mazimizi hasretle yad etmezdik; namus-ı dini namus-ı +şeriati düşmanın murdar ayaklarına çiğnetmezdik; işte +“ harbe hazır bulununuz” +“ düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” +tarzındaki açık kat’i emirlere kulak vermediğimiz +Evet kuvvet hazırlamak hayli fedakarlık ihtiyarına mütevakkıf +ne kadar külfetler ne kadar zahmetler varsa biz hepsini iktiham +edecek hepsine göğüs gerecek idik. +Zira Kur’an’ın emrettiği sabır işte o idi. Yoksa vatan-ı İslam’ın +şu elim felaketi karşısında kulaklarımızı sarkıtıp oturmak +değil! +Mehmed Akif +Ati bize mechul… Evet ati bize gerçi +Bir umk-ı adem bir ebedi leyle-i hiçi +Bir leyl-i mukassi gibi muzlimse de; lakin +Ondan bize bir fecr-i emel doğması mümkün... +Ati bizim üşkufe-i amalimizi hep +Bir fecr-i ziya-bar ile taban ve müzehheb +Handan-ı tarab etsin evet belki de me’mul; +Yırtılsın açılsın evet o setre-i mechul… +Me’mul… Fakat o doğacak fecr-i münirin +Envar-ı füyuzatı senin şu’le-i fikrin. +Sensiz doğamaz ufk-ı emelden bize bir şey. +Son lem’a-i ümmidisin ey nesl-i cedid ey +Şübban-ı vatan! Sen şu bakaya-yı izamın; +Titrer sana ervahı o ecdad-ı izamın. +Hak’tan bize ey parlayacak lem’a-i kudsi! +Sensin evet ancak şu zılal-ı gam ü ye’si +Sensin silecek kaldıracak nasiyelerden; +Ferda-yı ümidin bize bir revzenisin sen. +Bir bak bütün enzar-ı teveccüh sana ma’tuf… +Her şey sana.. Peymane-i irfanına meshuf.. +Ey medresenin hücre-i tazyiki içinde +Mahkum-ı atalet kalan ey nesl-i güzide! +Bu millete sen meş’al-i irşad olacaksın +Bu millete sen melce’-i imdad olacaksın; +Sen meskeneti gafleti artık atacaksın; +Dinin bize emrettiğini anlatacaksın; +Fikr-i medeniyi bize telkīn edeceksin; +Sen milletin atisini te’min edeceksin. +Halk ruh-ı diyanetten uzaklaşmış onun kalk +Hangi harekatı uyuyor dinine bir bak! +Göster ona sen hikmet-i teşri’ini dinin +Eşkal-i hakīkıyyesini din-i mübinin. +Bir bak ne görürsün: O müsülman geçinenler +Bir kitle-i cehl ü asabiyyet.. ve seraser +Bir acz ü sefalet yığını: Ağlanacak hal.. +Doymak uyumak onlar için gaye-i amal. +Dinin yalınız ismini duymuş o kadarcık; +Bir bilgisi yok dinine dünyasına layık. +Göster ona dinin ne demek olduğunu sen; +Göstermek onu boynuna borçtur; bu vazifen +Bilsen ne büyüktür ne mukaddes ve ne ’ali!.. +Şu alem-i İslam’a biraz fikr-i te’ali +Fikr-i medeniyyet verebilse yine kafi: +Noksanının ikmal ve telafisine kafi +Bir duygu demektir; verebilsen sen o hisle +Bir ruh-ı teyakkuz ona o kitle-i cehle +Te’min ediyorsun demek atiyi; fakat sen +Bu gaye-i ulviyyeyi ta’kīb edeceksen +Evham ü hayalat ile imha-yı tefekkür +Peyda edeceksin. Bize bu din-i mübinin +Binlerce eserler yazarak eylemiş ithaf +Elbet onu görsün okusunlar diye ahlaf. +Sen haşiye-i mantık ile uğraşıyorken +Bir gaye-i mechule peşinde koşuyorken +Bizde ne kadar eski ve nafi’ asar +Varsa okumuş onları müsteşrıklar. +Sen onları tedkīka koyul; onları öğren; +Şu memleket ü millete nafi’ ne kadar fen +Varsa onu tahsile çalış Çin’e kadar git; +Aç fecr-i dimağınla şu zulmetleri mahv et! +Kaldır şu zavallı vatanı düşdüğü yerden. +Garbın oku asar-ı terakkīsini öğren +Öğren çalış artık bugün ati sana mevdu’ +Bil hepsi senin sa’yine irfanına mevdu’!.. +Konya +KEYFINE BAK! +Şekerli bir… Çınaraltı… bir aldık aylıkçı!... +− Hasan şu tavlayı ver bak demin yenildi Hacı.. +− Evet onun “zarı” bilmem ki hep bozuk gidiyor! +Bugün de beş kere “mars” oldu pek merak ediyor. +− Neden merak edeyim? Boşboğaz… +− Yalan mı Hacım?!.. +− Getir şu tavlayı dırlanma haydi çünkü açım!.. +Oyun bu.. daldı mı insan yemek memek nerede?... +Tamam otuz senelik bir oyunculuk serde +Olunca; böyle olur. +− Şübhesiz.. +− Beyim buyurun +− Hasan değiştiriver zar kırık bununla oyun +Olur mu?.. +− Sahi kırıkmış!.. +− Ne dersin Osman Bey?.. +− ?... +− Ayol bugün ne kadar çok düşündünüz.. +− Ha… şey… +Sabahleyinki havadis biraz biçimsizdi… +Canım sıkıldı da.. +− Lakin düşündüğün şimdi +Tuhaf değil mi? Tabi’i ceridedir dolacak! +Çatalca nerde bizim kahve nerde! Keyfine bak… +* * * + +---- +AVRUPA ULEMASININ SUALINE CEVAB +---- + +Şurası da muhakkaktır ki nev’-i insanın meşhudumuz +olan bu alemde zuhuru şu mahlukatın tekevvün ve teşekkülünden +sonradır bununla beraber mevcudatın efdali hilkaten +tab’an maddeten ma’nen onlara müreccah olduğuna +da şübhe etmemelidir. Hem de mukteza-yı kanun-ı tekamül +zirve-i kemale irtika etmek cihetinden de ekmel ve etemdir. +Çünkü zahiren cirm-i sağīr olan bu mahluk hakīkatte alem-i +kebirdir. +kud + +siyye ve hasa’il-i behimiyyenin merkezi hayr u şerrin +mahall-i suduru ünsiyet ve vahşetin menba’ıdır. Binaenaleyh +zaruridir. Şu halde nev’-i beşeri şerden fenalıktan men’ edecek +bir saik bulunmazsa kendi başına haziz-i zilletten dereke-i +vahşetten evc-i izzete zirve-i bala-yı sa’adete uruc etmeye +kadir olamaz. Halbuki insanlar bidayet-i hilkatte tıbkı +hayvanat ve beha’im-i saire gibi vahşet halinde idi: Vücudu +üryan siyab-ı gafleti iktisa etmiş refakatine cehl ü amayı +almış sabah ve akşam geziyor bitmek tükenmek bilmeyen +sahralarda dolaşıyor; hakaik-ı eşyayı anlamaz iyiyi kötüyü +fark etmez şehevat-ı nefsaniyyeye mağlub olmuş o nereye +çekerse oraya gidiyor; geceyi gündüzü yalnız güneşin tulu’ +ve gurubundan anlar; uyku nedir anlamaz yemek içmek +kalkmak oturmak ne gibi şeyler olduğunu idrak etmezdi. +Küre-i arzın mevaki’-i muhtelifesinde dolaşıyor müteaddid +yerlerde geziyor ma’a haza nerede gezdiğini kendisinin +ne olduğunu nerede bulunduğunu da idrak edemezdi. +Evet denizleri kuşları ve sair hayvanat-ı vahşiyyeyi müşahede +ediyordu. Fakat mahiyet cihetinden hayvanat ile nebatat +nebatat ile cemadat cemadat ile insan arasında hiçbir +fark göremiyordu. +Acaba insan o devirlerde şu feza-i na-mütenahide her +gece gözlerine görünen bi-nihaye ecram-ı ulviyyenin teşkil +etmiş olduğu o manzara-i acibeyi gördüğü vakit hayalinde +bir şey mi tasavvur ederdi? Yahud kamerin hilal suretinde +başlayıp tekamül ederek bedir haline bundan sonra +bit-tenakus tekrar evvelki hey’etine avdet etmesi nazar-ı +dikkatini mi celb ederdi? Yoksa husuf ve küsuf hakkında +di? Hayır hayır! Bunların hiç birisi onun hayalinden geçmezdi. +Şu halde o vakit insan hangi şeyi tasavvur ediyor +ne gibi bir mes’ele üzerinde tefekkür ediyordu? O zaman +tesadüf ettiği hayvanat-ı za’ifeyi parçalayıp yemekten başka +bir şey düşünmüyor kendisinden kavi olanların karnına girmemek +mağaralara ağaç koğuklarına iltica etmekten başka bir şey +tefekkür etmiyordu. Tasavvur ve tefekkürü yalnız bunlarda +değildi belki bununla beraber şehevat-ı nefsaniyyesi galebe +ettiği gibi teskin-i şehvet için tesadüf ettiği kimseler ile akd-i +mu’arefe etmeyi de tasavvurdan çıkarmazdı. Hasılı ihtiyacat-ı +hayvaniyyeyi kaza şehevat-ı nefsaniyyesinin emrini ifa +etmek için yapabildiği her şeyi icrada tekasül göstermezdi. +Hatta bu uğurda öz kardeşini bile katl edip parçalamaktan +çekinmezdi. +Madem ki iş bu merkezde idi o halde alem-i insaniyyetin +emr-i maaşında tarik-ı müstakīme hidayet hayatını +fe-i ta’limiyyede en doğru usule irşad kendisinin hayvanat-ı +saire üzerine rüchanını beyan edecek –kanun-ı tabiatten +başka– diğer bir kanuna muhtac olduğu bila-şübhe tahakkuk +ediyor. Çünkü insan hayvan olduğu cihetle daima +hevasına ittiba’ te’ati-i hile kizb zulüm te’addi gibi ahlak-ı +mezmumeye meyyaldir. Binaenaleyh insan başıboş bırakılacak +olursa hal-i vahşetten ebediyyen ayrılamaz. Lakin +kendisi için menfa’atli olan şeylere hidayet edecek bir hadi +savab olanları gösterecek bir mürşid hasıl olursa secaya-yı +kudsiyyesinin feza’il-i ihtirasat-ı behimiyyesi üzerine galebe +etmesiyle derecat-ı medeniyyenin zirve-i balasına irtika edeceği +muhakkaktır. +Akıl ve şu’uru yerinde olan her ferd bu mesrudattan +bila-şübhe anlar ki: insan için hal-i hazırda görmekte olduğumuz +bu kadar terakkıyat-ı azime gün be-gün meşhudumuz +olan iktişafat-ı hakīkıyye ukūl-i beşeri hayretler içinde +bırakan bunca ihtira’at insanı sair enva’-ı hayvanat üzerine +mümtaz kılan sani’-i muhtarın asar-ı bedi’asını idrak etmek +meziyeti ancak kanun-ı tabiatin fevkinde bir kanun onun +gayrı bir sa’ik ile husule gelebilir. İşte bu kanuna hükema +kanun-ı medeni ehl-i şer’ de din diyorlar. +Bu kanun-ı medeni ve diniyi te’sis etmek için de Fa’il-i +Muhtar hazretleri; beşeriyetin sa’adet ve selameti için çalışacak +vefret-i akl cevdet-i fikr hüsn-i tasavvur ile bulunduğu +asrın insanlarına fa’ik olduğu gibi hiss-i vicdani ittiba’-ı +hak iltizam-ı hakīkatte de onlara rüchanı olan bir takım +kimseleri ihtiyar eyledi. +mahsus isti’dad ile mütenasib olan sadık hisleri doğru fikirleri +ta’bir-i diğerle onlara bahş edilen vahy-i ilahi ilham-ı +rabbani mikdarınca nev’-i beşeri zaman ve mekanın icabı +hal ve maslahatın iktiza etti��i şeylere sevk ve irşad ile +onları tedricen hal-i vahşetten tahlis ederek görmekte olduğumuz +şu hal-i makbule ahlak-ı kamile-i müstahseneye isal +ettiler. +Bu rical-i kiram hazeratının her birisine ıstılah-ı hükemada +mü’essis-i medeniyyet lisan-ı şer’de nebi ıtlak olunur. +Binaen ala zalik şu hakīkat de tezahür ediyor ki: Fen ile şer’ +yek-diğerine mukarindir yek-diğerinden iftirak edemez. +Hem şeriat fünun-ı şetta mecmu’ası olduğu gibi fünundan +tahallüf de etmez fen ise bundan ancak bir şu’bedir. +Mesela: Insanları tarik-ı hidayete sevk onlara medeniyeti +te’sis ve ta’lim etmek için gelen nebi ve mü’essis-i evvelin ifa +etmeye çalıştığı en birinci vazife insanları üryan her tarafı +açık olarak yeryüzünde dolaşmaktan men’ hayvanat-ı saire +gibi tesadüf ettikleri her şeyi yemekten nehy etmek olmuş +ve bu hususta son derece sarf-ı gayret ederek onları velevki +ağaç yapraklarıyla olsun tesettüre yine o yapraklardan ekl +ettirmeye kadir olabilmiştir. Zira o zaman hiç şübhe yok ki +cem’iyet-i beşeriyye levazımat-ı medeniyye ve zaruriyat-ı +man fabrikalar yok sanayi’ ve ticaret ma’lum değil ki çuha +keten ve mensucat-ı saireden elbise yapmakla emretsin! +Bundan sonra mürur-ı zaman ile efkar tevessü’ ederek +haseneyi ma’rifet menafi’i fehm etmeye kesb-i isti’dad ediyorlar. +Bunun üzerine gelen ikinci nebi –ki bunun gelmesine +alem-i insanide ihtiyac görünüyor– kendisinden evvel geçen +nebinin vaz’ ettiği kanunu tevsi’ evvela idrak etmekten +aciz oldukları umuru onlara ta’lim onların anlamaları için +sarf edeceği sözleri evvelkilerden daha vasi’ bir surette telkīn +ediyordu. Bu nebinin devrinde bulunan insanlar o dereceye +hal-i vahşeti tahattur ettikçe istihza ile gülmekten kendilerini +alamazlardı. Çünkü tekemmülat-ı arziyye terakkıyat-ı +zamaniyyeden fikirlerde hasıl olan intibah nebiyy-i saninin +birçok ahkamı tebliğ ve telkīn etmesine müsa’ade ediyordu. +Bundan sonra geçen müddet zarfında efkar-ı beşer daha +ziyade tevessü’ etmesiyle nebiyy-i diğerin gelmesine intizar +olunuyor. Bu zaman gelen nebi –idrak-ı beşerin za’fı sebebiyle– +evvelki nebilerin tebliğe muvaffak olamadıkları birçok +ahkamı tebliğ ederek insanları daha ziyade irşada muvaffak +oluyor. Ma’a haza bu enbiya-i kiramdan her birerlerinin +zamanında kendilerine tebliğ edilen ahkamı telakkī etmek +değildi. Bunlar tebliğ edilen ahkamı kabul etmeyerek zillet +ve vahşeti hoş görüyor inad ve temerrüdden mücanebet +etmiyorlardı. İşte saha’if-i tarihiyye ve kütüb-i mukaddesede +küffar namı verilen kimseler bunlardır. +Daha bir zaman geçtikten sonra gelen dördüncü bir nebi +taksim edip bir kısmını binmeye diğer kısmını yemeye ayırdığı +gibi muzır olanların öldürülmesini bunlardan hiçbir +şeye yaramayanların da kendi hallerine bırakılmalarını emrediyor.. +nev’-i beşeri tedricen meşhudumuz olan terekkiyat-ı azimeye +Vakta ki Hazret-i Musa’nın kudümüyle saha-i dünya te +şerrüf etti. Daire-i temeddün evvelki peygamberlerin zamanına +nisbetle pek ziyade tevessü’ cem’iyet-i mütemeddinenin +efradı da tekessür etti. Medeniyet intizam terakkī ederek +ticaretler san’atlar meydana geldiği gibi Hazret-i Isa zamanında +da bittabi’ daha ziyade ileri gitti. Şu halde denebilir +ki bu nebilerin zamanı evvelkilere kıyas olunmaz derecede +mütefevvik idi. Ma’amafih bu suretle terakkī evvelki nebinin +nakıs olduğunu iktiza etmediği gibi onun şerefini de ihlal +etmez. Çünkü yukarıda da söylediğimiz vech +hümüne münasib olan ahkamdan başkasını tebliğ etmiyorlardı. +Kezalik bir peygamberin zamanında bir şeyin emri yahud +nehyi ihmal edilip de ondan sonra gelen peygamberin +onu nazar-ı dikkate alması nebiyy-i evvelin zamanında o +şeyin mübah yahud haram olduğuna haml etmek de doğru +değildir. Şu halde bunu neye haml edeceğiz diyeceksiniz +değil mi? +Evet nebiyy-i evvelin o mevad hakkında hiçbir şey söylememesi +o zaman ondan daha ehem bir şeyin tebliği zarar +ve ziyan cihetinden ondan daha büyük bir maddenin +def’i ile meşgūl olmasından naşidir. + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +Tefsirde İbni Abbas’tan rivayet olunan şeye gelince: +Zaten bunun pek çokları mevzu’dur sahih değildir. Çünkü +bu Kelbi Süddi Mukatil bin Süleyman gibi hadis vaz’ etmeyi +kendilerine iş edinen kezzabin vazza’in tarikıyla mervidir. +Bunu Hafız Süyuti zikr ettiği gibi Şeyhü’l-İslam İbni +Teymiye de ondan evvel söylemiştir. Belki İmam Ahmed +bin Hanbel’in –rahmetu’llah– +kavlinden yegane maksad bu gibi yalancıların İbni +Abbas’tan ettikleri rivayet naklettikleri tefsirdir. +Bazı muhaddisin de; Ahmed bin Hanbel bu sözüyle içinde +kasas ve hikayat ziyade nakılinde adalet mefkūd +bulunmasından dolayı gayr-ı mu’temed olan şu ma’ani-i +selasedeki kütüb-i mahsusayı murad ediyor diyerek bunların +tefsirini de bu kabilden zikr ettiler. Hatta Kelbi’nin tefsiri +hakkında Ahmed bin Hanbel’den +dediğini de naklediyorlar. Sonra yine diyorlar ki +tefsirinde ehadis-i mevzu’a nakleden müfessirlerin tefsirinin +adem-i mevsukiyyeti bil-me’sur sabittir; Sa’lebi Vahidi Zemahşeri +Beyzavi’nin tefsirleri de bu kabildendir. +Kur’an ’ı huruf ile tefsir hakkında nakil sabit olmadığını +muhaddisin-i kiram hazeratı kütüb-i mevzu’atta merfu’an +beyan ederek bunu millet-i İslamiyyede fiten ve fesad vaki’ +olduktan sonra mübtedi’anın vaz’ ettiği şeylerle temsil ettiler. +Mesela: “Ha-mim-ayın-sin-kaf” nazm-ı celilinin tefsirinde +“Ha” Ali ile Muaviye’nin muharebesine “mim” Mervanilerin +“ayın” Abbasilerin “sin” Süfyanilerin velayetine; +“kaf” da Mehdi’nin kudretine işarettir dediler. +Bir de “ayın” azabu’llah “sin” sünnet ve cema’at “kaf” +da ahir-i zamanda çıkacak olan fena bir kavimdir dediler. +Ulema diyor ki: Bunun hepsi mevzu’dur batıldır. +Rivayeten batıl olduğunda bu kadarla iktifa ederiz. Dirayeten +batıl olduğuna gelince: Maktu’ olan hadisin delaleti +nasıl sahih olabilir? Bu delalet için ma’ruf olan ne bir had +vardır ne de resm. Zira her bir harf; o harflerin bulunduğu +her hangi kelimeden olursa olsun alınmak mümkündür. +Çünkü bunları ahz etmek için ne vaz’i ne akli ne de tab’i +hiçbir kaide yoktur. Bu surette bu harflerle iman üzerine +olur. Bazen felaha bazen de hüsrana işaret olunur. İşte görüyorsun +ki bu kabil şeyler Kur’an ’ın onlardan münezzeh +olması vacib olan hezeyandandır. +Mukallid: –Bu izahatı hem güzel yaptın hem de isabet +ettin. Bundan sonra evail-i süverdeki huruftan hüküm çıkarmak +cem’ ederek mecmu’undan yahud mükerreri ba’de’l-hazf +geriye kalandan kelam terkib etmektir. Bu hurufun mühmel +yahud mu’ceminden bir takım umur-ı gaybiyye istinbat +eden insanlar vardır. Fakat ben bu hususta sana karşı itale-i +kelam etmek istemiyorum. Çünkü sen zannımın fevkinde +vasi’ fikirli geniş mütalaalı bir müdekkik olduğun hissolunuyor. +Binaenaleyh bu babda fikrin nedir? +Muhakkık:– Bu tarik de evvelkiler gibi fasiddir. Bunu anlatmak +edeceğim ki o da şudur: +Bazı gulat-ı revafız bu huruftan mükerreri ba’de’l-hazf +cümlesini istinbat ederek bununla +Hazret-i Ali radıyallahu anhın risalete Hazret-i Muhammed +sallallahu aleyhi ve sellemden ehak olduğunu istidlal eder. +Sonra bu cümle ile istidlal edilmekte olan ma’ani-i fesadiyye +ümera-yı askeriyyeden birinin sami’asına kadar gider. Bunu +Kudret ve takati kalmaz. Bunun üzerine bir hile ile bu cümleyi +ehl-i sünnet mezhebine muvafık bir tarza tahvilini taleb +ederse de buna çare bulamaz. Bilahare bunu bir zat bazı +zeki ulemaya delalet eder o alim-i fazıl da ona şunu yazar: +“İşittim ki; bazı rafıza Kitab-ı Mecid’in evaili ile oynayarak +kendi tahmin ettiği gibi halt edip me’lufunu tağyir +ma’rufunu tenkir etmiş sonra da bundan +risalete Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’den daha +layıktır” fikr-i fasidi mu’tekad-ı kasidi üzerine istidlal etmiş. +Ona karşı cevab olarak deriz ki: Ne zaman evail-i süveri +aramızda hüküm ittihaz edip de senin zu’m-ı fasidin vechile +onlardan bir takım hükümler istihrac edecek olursak hiç +şüb +he yoktur ki daima evail-i süver eşirraya karşı hıyar-ı +ümmete yardım eder mutlaka ashab-ı cennet ile ehl-i nar +beynini temyiz eder. İşte evail-i süver! Kur’an ’a ondaki +fesahat ve belağata i’caz ve beyana muhatab olanlara +lisan-ı hal ile söylüyor ki: +Bu istinbat Şiiler için kadimdir ancak onlardan mu’tedil +olanlar bununla Ali’nin nübüvvete değil hilafete ehak olduğunu +tefsirinde şöyle diyor: “Zara’ifdendir ki bazı şia bu huruf ile +Hazret-i Ali kerremallahu vechehu’nun hilafetine isti’nas +ettiler. Çünkü bunların mükerreri atıldıktan sonra geriye kalandan +Ey Sünni! Sen de bu huruflar ile bulunduğun mezhebi +sonra Şiiye hitab ve onu tezkir edecek bir şey çıkarmak +mümkündür ki o da şudur: İşte bu harf +be-harf onların zikr ettiğinin mislidir. İstersen +dersin. Zannedersem bu daha iyi daha latiftir”…! +Mukallid:– Bunu da iyi izah ettin! Ben zannetmem ki +hesab-ı cümeli bütün bütüne inkar edesin. Zira bu kadim +bir isti’maldir. Ebi Aliye radıye anhdan rivayet olunuyor: Bu +zat hadis-i Yehud ile istidlal ederek evail-i süverin akvamın +müddet ve ecellerine delalet ettiğini söylüyormuş. Hadis-i +Yehud da şudur: Hazret-i Peygamber’in yanına Yahudiler +geldiği gibi onlara yalnız “elif-lam-mim [yani] el-bakara”yı +okudu. Onlar da hepsi bu kadar zannederek “müddeti +yetmiş bir sene olan bir dine nasıl dahil oluruz” dediler. +Hazret-i Peygamber tebessüm etti. Dediler ki başka var mı? +Peygamber dedi ki “elif-lam-mim-sad elif-lam-ra elif-lammim-ra” +Yahudiler dediler ki: Hepsini karıştırdın binaenaleyh +hangisini alacağımızı şaşırdık. +Evail-i süverdeki huruftan istinbat-ı ahkama bu +hadisin delalet etmesinin vechi ise onların istinbat ettikleri +ahkamı bila-i’tiraz ikrar ederek ala vechi’t-tertib “elif-lammim-sad” +ve sairlerini de kıraete mecbur olmasıyla sabittir. +Hazret-i Fatih’in eyyam-ı saltanatlarında Mora’ya vukū’ +bulan seferde Vezir-i a’zam Mahmud Paşa tali’a fırkasıyla +azimet eyledi. Lakin asakir-i İslamiyyenin vusulünden evvel +Frenkler Mora’ya çıkıp Germe hisarını ta’mir ve tahkim ettikten +sonra Mora muhafızı bulunan Sinan Bey’in kapanmış +olduğu Gördos Kal’ası’nı muhasara eylemişlerdi. Sinan Bey +fena halde sıkılıp şayed bir müddet daha tedafü’i hareketle +mahsur kalacak olsa kal’ayı düşmanın istila edeceğini anladığından +huda’-ı harbiyyeye süluk ile bir gece yüz kadar +güzide Osmanlı dilaverini bağteten Frenklerin kal’a halkının +harice hücum etmek ihtimalini hiç bir vakitte hatırlarına getirmedikleri +ve vezir-i a’zam ordusunun karib bir mahalle +geldiği ma’lumları olduğu cihetle geceleyin üzerlerine gelen +askerin sadr-ı a’zam ordusu olduğuna zahib olarak bu +evham ile yüz kadar asakir-i İslamiyyenin müdafaasına +muktedir olamayıp münhezim ve perişan oldular. Bu aralık +Mahmud Paşa dahi vasıl olarak Germe hisarını bi’s-suhule +teshir ve Frenkleri ta’kīb ve tedmir ettiğinden bunların bakiyyetü’s-süyufu +güç hal ile sefinelere binip savuştu. +Sultan Süleyman Han-ı Kanuni hazretleri Rodos Kal’ası’nın +fethi için külliyetli askerden müretteb olarak kal’a-i +mezkure üzerine bir ordu sevk buyurmuşlar ise de ahz u +teshiri hayli müddet uzamış olması askerin me’yusiyetini +mucib olup yolsuz hareketlere tasaddi ve mücaseret eylemiş +olmaları infi’al-i şehriyariyi müstelzim bulunarak on beş bin +asker istishabıyla ordu-yı hümayunlarına iltihak ve kal’a-i +mezkure pişgahını teşrif buyurarak vusulleri günü orada +mevcud askerlerinin eslihalarını ba’de’n-nez’ huzur-ı şehriyaranelerine +celb ile bil-istishab getirdikleri müsellah asker +huzuruma gelmeye ruhsat verir idim. Çünkü silah taşımak +ancak şeci’ ve cesur erkek adamlara yaraşır. Siz şimdiye kadar +silahınızın hakkını veremeyip silah taşımaya liyakatsiz +bir takım avrattan korkak adamlar olduğunuzu harekat-ı +vakı’anız isbat etti. Hayf size olsun ki etrafınızı bahr ihata +etmemiş ve kaçmaya bir yer bulunmuş olsa idi hasmı görmezden +evvel şimdiye kadar firar ederdiniz. Sizleri te’dib ve +emsalinizi terhib edecek vechile ceza-yı ma-yelikınızı icra +edeyim de halinizi görünüz. +Deyü ol askere bir tavr-ı münfa’ilane ve gazubane ile +hitab buyurduklarında mezkur müsellah bulunan asker +tenbih olundukları vech üzere derhal hamil oldukları palalarını +çekip bunların üzerlerine hücuma ibtidarda ferman-ı +şehriyariye müterakkıb olmuşlar ve ol halde hazır olan vüzera-yı +retlerinin ayaklarına kapanıp cürm ü kabahatlerinin afvını +niyaz ve temenni ve artık uğur-ı padişahide can feda ederek +hizmet eyleyeceklerine tekeffül ve şehadet eyledikte: +– Artık cezalarının icrasını şimdilik te’hir ve kabahatlerinin +kamilen afvı hususunu Rodos Kal’ası’nın a’dadan ahz u +fethine ta’lik ettim. +Deyü emir ve ferman buyurmuş olduklarından asakir-i +merkūme bir elden himmet ile kal’a-i mezkurenin feth ü teshiri +müyesser olmuştur. +Esbak Bursa Meb’usu +Geçen ta’til Üsküb’e gitmezden evvel “ Hak ” ünvanıyla +yazdığım silsile-i makalatta Avrupa halkının efkarını idare +eden feylesofların “hak” üzerine yürüttükleri mütala’at-ı +muhtelifeyi cem’ ve telhis etmiş ve nihayet bunların içinde +“kuvvet”in tahakküm ve teğallübüne kail olmayanlar bulunmakla +beraber bugün garbda –ba-husus şarka– Müslümanlığa +aid mesailde– nafiz ve faysal-ı umur olan nazariyye; +“hak kuvvettir” düsturundan ibaret olduğu için bizim +de böyle düşünenlere “hakk”ımızı ancak “kuvvet”imizle +teslim ettirebileceğimizi binaenaleyh kuvvetlenmek daima +kuvvetlenmek lazım geleceğini arz etmek istemiştim. +Müteakiben vaktiyle yine garbın bu düsturu sayesinde bir +hüviyet-i siyasiyye kazanabilen Avrupa’daki küçük fakat +derd-mend-i ta’azzüm ve tecebbür komşularımız “hak” diye +ortaya atıldılar biz de “hak” diye feryad ediyorduk. Bizim +ve onların da’va-yı hak-hahımız Avrupa’nın vicdan-ı siyasisinde +akisler bırakıyordu. +Artık vakti gelmişti. Senelerden beri Şark Mes’elesi’ni +halletmek için bir siyasinin hüceyre-i dimağiyyesinden öbürüne +atlayan ve gizlenen her penahında –müddet-i müsaferetine +göre– yal ü bal kerr ü fer kazanan cemal ve kemal +mu’adile-i adl-ferması ortaya fırlatıverdi. Şimdi “hak” diye +bağıran ağızlar “harb kuvvet” diye haykırmaya başlamıştı. +Harb oldu kuvvetler –kısmen– çarpıştı ve “hak kuvvettir” +düsturu kim bilir kaç bininci milyonuncu def’a olarak ca-yı +tatbik buldu. +* * * +Hoca merhumun dediği gibi “yorgan gitti gavga bitti.” +Elimizden zorla yorganımızı almak istediler üzerimize +birden saldırdılar. Yorgan bizim hakkımızdır diyorduk onlar +“Hayır bizim” diyorlardı. Döğüştük boğaz boğaza geldik. +Boğazımızı sıktılar biz de durmadık.. Lakin bir kere yorgan +da ellerine geçmiş oldu. Şimdi düşüneceğimiz mes’ele: Biz +yorganı vermeyeceğiz döğüşeceğiz dediğimiz zaman boyumuzu +bosumuzu gücümüzü kuvvetimizi ölçmüş denemiştik +kendi kendimize “Bu dünkü kapı kullarımıza yorgan mı? +Bir karışını bile vermeyiz. Ellerindeki bile bizim hakkımızdır. +Biz onu geri almaya bakalım” diyorduk. Hesabımız yanlış +mı idi? Hayır bin kere hayır… Biz “hak kuvvettir” düsturunu +başımızdan gelen geçen derdlerle iyice anlamıştık. +Dişimizden tırnağımızdan arttırdığımızı hele dört seneden +beri bu uğurda sarf ettik. Askerimiz vardı bu askerin topu +tüfengi elbisesi her türlü levazımı vardı… Hemen hemen +hiç eksiği yoktu. Hele karşımızdakilerden bir kalır yerimiz +mi vardı? O halde bize ne oldu? Mademki kuvvetimiz vardı +hak da bizim olacaktı galib gelecektik. Bu neticenin tahmin +hilafında çıkması iki sebepten ileri gelebilir: +Hakkımız yokmuş. Kuvvetimiz yokmuş. +Birinci şık şayan-ı ihmal olmamakla beraber bizi pek +ziyade işgal edecek tereddüdlere düşürecek bir mahiyette +değildir. Çünkü her halde ortada bir hakkımız vardı. Biz +Rumeli’yi kanımız bahasına kazanmıştık. Ekseriyet-i nüfusu +müslüman halk teşkil ediyordu. İyi kötü idare edip duruyorduk. +Kendi başımıza bıraksalar bizi şaşırtmasalar ne yapıp +yapacak nihayet güzel bir idare kuracaktık. Her halde gözümüz +açılmıştı. Ah asıl komşularımızı yıldıran da bu olmadı +mı ya?!.. +Hasılı hakkımıza kimsenin diyeceği yoktu Avrupa bile +“sizin burada bir hakkınız yok beyhude kan dökmektense +buradan yavaş yavaş çekilmenin yoluna baksanız…” sözünü +açıkça söyleyemedi. +vet” deyince anlaşılıyor ki biz hep toplar tüfenkler dritnotlar +tayyareler düşünmüşüz. Trablusgarb’da bir seneden beri +bu nevi’ vesait-i harbiyyenin en mükemmeliyle mücehhez +bir orduyu aczden acze düşüren kuvveti hiç düşünmemişiz. +Ben Üsküb’te Kumanova’dan ric’at edip de Üsküb’te +de dikiş tutturamayan askeri gözlerimle görünce; sukūttan +bir buçuk ay sonra İstanbul’a geldiğimde o nevi’den birçok +menakıb-ı fezahat ile kulağım kalbim dolunca artık bizdeki +yoksulluğun maddi olmadığına iman ettim. +diye başladım. Bizde olmayan kuvvet “ahlak” ile tefsir olunan +kuvvettir. +Açıkça derdimizi anlatacak ve dinletecek zaman bu sefer +de gelmediyse artık kıyamete kadar gelmez beyhude +beklemeyelim. Sırbiye –Macaristan– Romanya tarikiyle İstanbul’a +gelirken yollarda Avrupa halkıyla olan temaslarım +müşahedat ve hissiyatım bir de kendi hakkımızda bildiklerim +kendimizde gördüklerim yan yana gelince: Bürhan-ı +hissi ile birçok feza’il ve mekarim-i İslamiyyenin Avrupa’ya +geçtiğini birçok fezayih ve seyyi’atın da bizim diyara teheccür +ettiğini anladım. Bizi bu hale getiren avamil-i felaketin +başlıcası ahlaksızlık olduğuna bi-hulusi’l-bal i’tikad edelim. +diyen Peyamber-i feza’il-perver +o “huluk-ı azim”; bu gün ümmeti olmak da’vasında bulunan +şu mütefessihü’l-ahlak kitle-i mevta-misali hiç şübhe +yok kabul etmez. Müslümanız diye yok yere Allah’ı aldatmaya +kalkışmayalım. Kadir-i mutlak aldatılmaz olduğunu +Cenab-ı Hak bu kitabla bir takım akvamı +mazhar-ı terakkī diğer bir takımlarını da duçar-ı inhitat +eder buyuruyor. Biz ikinci takımdan olacak gibiyiz. Bu gidiş +onu gösteriyor. Şahsi faziletlerin en büyüğü “ma’rifet-i nefs”dir. +Bu haslet cem’iyetler için de bir fazilettir. Bir millet +her şeyden evvel kendini tanımak faziletini kazanmalıdır. +Ma’a’l-elem bizim ilk dereke-i cehaletimiz buradan başlar. +Artık mazinin mefahiri ile oyalandığımız yeter. Çürümüş +kemiklerden imdad beklemek ayıbtır günahtır. “Ziyaret-i +kuburda gördüğümüz tekasür bizi yoldan çıkarmasın oyalamasın” +Harbden sonra korkulan en büyük felaket “sen +yaptın ben yaptım” diye birbirimize girmektir. Tali müsebbibleri +evliya-yı umur bulsun onun vazifesi budur. Millete +teveccüh edecek vazife de kendi hisse-i mes’uliyyetini araştırmak +hatalarını tashih etmektir. Çünkü işin doğrusu bu +felakette her ferde hey’et-i ictima’iyyedeki mevki’ine göre +bir hisse-i itab düşer. Hiç kimse bundan kurtulamaz. Millet +bunu takdir ettiği dakīkadan i’tibaren halasa doğru yürümeye +başlamış demek olur. Böyle olmaz da her ferd yine +la-yuhtilik aba-yı pür-riyasına bürünürse veyl bu ümmete… +Fahru’r-rüsül buyuruyor ki: +“Sizden evvelkilerin sebeb-i helaki şu oldu: İleri gelenlerden +biri hırsızlık etti mi ağızlarını açmazlardı kimsesiz biri böyle +bir cür’ette bulundu mu duçar-ı ceza ederlerdi.” Tam bizim +halimiz… Senelerden beri “kanun kanun adalet…” diye +feryadımızın işte ruh-ı me’ali… Fakat biz bu fazilet-i medeniyyeyi +kendimizde ailemizin içinde tatbika başlarsak +haricte de bekleyebiliriz. Kendimizde olmayan faziletleri +cem’iyetten beklemeye hakkımız yok. +Bir de hiç istemeyerek dört senedir şu memleketi için +siyasi fırkalar varmış. Bunların sunuf-ı muhtelife erbabından +mensubini de bulunuyormuş. Uzaktan seyircisi olduğum bu +mudhikenin bir faci’aya müncer olacağına kemal-i imanım +vardı. Çünkü doğrusunu söyleyeyim kendini pekiyi tanıtan +memleketimizde böyle bir şey olmadığını bunun vatanımıza +laptan ibaret bulunduğunu pek a’la kestiriyordum. Hadisat +bunu isbat ettiği son felaket artık bu da’valarla uğraşanları +hayaya da’vet eylediği halde avdetimde hala payitahtta “fırka” +kelimesinin efvah-ı enamda mecal-i kīl ü kal bulduğunu +görmek bed-bahtlığına da ma’ruz kaldım. Böyle şeylerle +uğraşan tava’if-i atıla düşünmeli ki bu kara yüzlü izmihlalin +baş sebebi o bi-ma’na da’vadır. Hasılı bundan sonra olsun +artık herkes vazifesi başına koşmalıdır. Vazife hissi bizde pek +çok hakaretlere uğradı ve bu yolsuzluk ahlaksızlığa yol açtı. +Peygamberimizin buyurduğu gibi artık “cihad-ı asgardan +cihad-ı ekbere rücu’ edelim.” En büyük düşmanımız olan +ve yek-diğerinin valid ve mevludü bulunan su’-i ahlak ve +cehle i’lan-ı harb edelim. Felah bu muharebede kazanılacak +zaferdedir. +MANASTIRLI EL-HAC İSMAIL HAKKI EFENDI +Müteka’idin-i askeriyyeden Sancakdar Yüzbaşı İbrahim +Efendi’nin sulbünden sene-i hicriyyesinde Manastır’da +tevellüd etmiştir. Mukaddemat-ı ulumu Manastır’da ibtidai +mektebinde ve kısmen cevami’ ve medarisde gördükten +sonra Dersaadet’e gelerek evvela merhum Mustafa Şevket +Efendi’den tahsil-i ulum-ı Arabiyye’ye ibtidar ba’dehu +huzur-ı hümayun mukarrirlerinden Tikveşli el-Hac Yusuf +Ziya Efendi hazretlerinden tederrüsle tekmil-i nüsah ederek +de tedrise başlayarak üç yüz sekiz sene-i hicriyyesi Cumade’l-ahiresi +evahirinde dürus-ı mürettebeyi hadd-i hitama +sene-i hicriyyesi Ramazan’ında Dolmabahçe Valide +Sultan Cami’-i Şerifi’ne va’iz ve şeyh ta’yin olunmuş ve +ondan sonra mu’tad olan silsileyi kat’ ederek Ayasofya Cami’-i +Şerifi va’izliğine irtika etmiştir. sene-i hicriyyesinde +Mekatib-i Askeriyye Nezareti’nce Eyüb Rüşdiye-i Askeriyyesi +Arabi muallimliğine ta’yin ve senesinde Mekteb-i +Hukūk’ta ilm-i fıkıh tedrisine me’mur edilmiş olup senesi +akaid-i İslamiyye muallimliği ihale edilmiştir. senesinde +Mekteb-i Mülkiyye-i Şahane ilm-i tefsir ve hadis ve kelam +muallimliğine ta’yin edilmiş olup senesinde te’sis ve +küşad olunan Darülfünun Ulum-ı Aliyye Şu’besi ilm-i tefsir-i +şerif muallimliği de ilaveten uhdesine tevcih kılınmıştır. +Bilahare Ulum-ı Aliyye Şu’besi’ne ilave edilen hikmet-i teşri’ +dersi de uhdesine verilmiştir. senesinde de Mekteb-i Tıbbiyye-i +Askeriyye akaid-i diniyye muallimliğine ta’yin olunarak +birkaç sene tedrisatta bulunmuştur. Zi’l-ka’de’sinde +uhdesine Meclis-i A’yan a’zalığı tevcih buyurulmuştur. Ahiren +Evkaf Nezareti’nce te’sis olunan Medresetü’l-Va’izin’de +Merhum-ı müşarun-ileyh Arabi ve Farisi ve Türkçe lisanlarında +kitabet ve tekellüm ettiği gibi Bulgarca da tekellüm +eder idi. +Akaid-i İslamiyyeye dair Meva’idü’l-İn’am fi Berahini +Akaidi’l-İslam ve menakıb-ı Ebi Hanife’ye aid iki cildden +lamiyyeyi müdafaa için on sekiz cüz’ üzerine müretteb Risale-i +Hamidiyye akaid-i İslamiyyeye dair Kaside-i Nuniyye +Şerhi nikaha dair Mesailü’n-nikah fi Vesaili’l-Felah muhtasarca +Doktor Dozy’nin Tarih-i İslamiyyet nam kitabına karşı reddiye +olmak üzere Hak ve Hakīkat nam eserleri tahrir ve neşr +etmiştir. Risalemizde ve sair bazı ceraid-i yevmiyyede muhtelif +makaleleri de vardır. +Üçüncü rütbeden Osmani ve Mecidi nişanlarını hamil +hiç birini ha’iz değil idi. +ZIYA’-I ELIM +A’yan a’zasından Manastırlı İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin +sekte-i kalbiyyeden irtihal-i dar-ı beka buyurdukları +bu hafta zarfında varid olan payitaht gazetelerinde okundu. +Bu haber-i mü’essif Bursa mehafil-i ilmiyyesinde pek +derin teessür uyandırdı. Müşarun-ileyhi tanıyanlar meftun-ı +kemalatı bizzat şeref-yab-ı mülakat olamayanlar ise bilhassa +ceride-i İslamiyyeleriyle vukū’ bulan neşriyat-ı mürşidaneleri +hasebiyle mebhut-ı fazl u irfanı idiler. +yetiştirmekte pek mümsik davranan asr-ı ahirde yetişmiş ve +hakayık ve gavamız-ı diniyyeyi layıkıyla tetebbu’ ve tefahhus +ve medeniyet-i garbiyyeyi de lazımı vechile tedkīk etmiş +erbab-ı dehadan nadiru’l-vücud bir zat-ı sütude-sıfat olduğundan +vefatı alem-i İslam için cidden büyük zayi’attandır. +NIDA-YI TEESSÜR +Ey kainat-ı afile-i fazl u ma’rifet! +Matem tutar: Zıya’na.. irfan-ı memleket!.. +Ruhum teessürat-ı ufulünle: Zar zar... +Munis nigah-ı feyzinin: Envarı.. Tabdar!.. +Sarsıntılar mı hep bu muhitin mukadderi?.. +Güldürmüyor.. Huda; bu muhit-i mükedderi!.. +Çeşman-ı şevkın: Ufk-ı ma’ali-kevakibi +Gaybubetinle! Ağlayacaktır.. Heva gibi!. +Encüm kadar meşa’il-i ilmin ki: Hatıren.. +Avize-i sema gibi: Sönmez mü’ebbeden!... +* +Mehmed Nuri el-Mardini +FAZIL-I MERHUM MANASTIRLI İSMAIL HAKKI + +---- +EFENDI HAZRETLERININ YAZISI. +---- + +Fazıl-ı şehir-i cennet-masir Hacı İsmail Efendi hazretleriyle +Manastır’da merhum Hafız Yahya Efendi’den Eski +Cami’deki mekteb-i ibtidaide ve ba’dehu Hamzabey Mahallesi’ndeki +Mekteb-i Feyziyye’de merhum Debreli Hacı +nemizde hasıl olan muhabbet-i hakīkıyye mertebe-i gayede +müş olan Debbağ İsmail Efendi’nin zanu-zede-i ta’allümü +olmağla Kur’an-ı Kerim ’i tilavette ve hüsn-i hatta yekta idi. +Hacı İbrahim Efendi merhum ise Vidinli merhumun birinci +mücazlarından olmağla fazl u kemali mertebe-i balada idi. +Hacı İsmail Efendi hazretleri hin-i şebabında esbak suleha-yı +ümmetten ve hatta mazanna-i kiramdan Müfti-i +esbak merhum Hacı Mustafa Efendi hazretlerinden sarf ve +nahiv görüp daha on sekiz yaşında iken Manastır’da Hacı +Salih Cami’i’nde ikindileri Ruhu’l-Beyan ’dan Ramazan-ı +şerifde va’za çıkmış ve sami’ini engüşt ber-dehan-ı tahsin +ve du’a etmiş hatta herkes maşaallah diyerek enzar-ı felaket-disardan +sakınmaya kadar varmış idi. +Müfti-i esbakın irtihali üzerine Haydar Gazi Medresesi’ne +gidip merhum Süleyman Efendi’den tederrüsatta bulunduysa +da onun da irtihalinde Ohri müftüsü iken Hamzabey +Mahallesi ahalisinin asar-ı hamiyyeti olarak i’tasını +taahhüd eyledikleri şehri altı yüz guruş maaşla Debreli merhum +Hacı İbrahim Efendi’nin müderrisliğine geldiği Feyziye +Medresesi’nde okutmaya başladığı Celal mantık sarf fıkıh +derslerinden fazıl-ı şehir-i merhum Tasavvurat dersine oturmuş +minin hallal-i müşkilatlığına bil-inzimam sarf okuyan bizim +gibilerin derste şüreka arasında bit-tekevvün kulak misafiri +olduğumuz sual ve cevablar hatırıma geldikçe hala lezzet-yab +oluyorum. +Fakat deha-yı muhterem kabına sığmayarak o vakit İstanbulca +şöhret-yab olan Şevket Efendi merhumun halka-i +fazılanelerinde bulunmak şerefine nailiyet emeliyle Debreli +merhum gibi bir fazıl-ı bi-nazirin rahle-i istifazasından ayrılmak +fedakarlığına katlanarak efazıl-ı ulemadan Şerif Bey +Medresesi müderrisi merhum Talib Efendi-zade Abdurrahman +Efendi’yle beraber Dersaadet’e gelmişler idi. +Muharrir-i aciz Mekteb-i İdadi-i Askeri’ye bi’d-duhul +Mekteb-i Harbiyye’ye naklen İstanbul’a geldiğimde fazıl-ı +merhumun Cuma geceleri arasıra medresesine giderdim o +da bazen misafereten mektebe gelirdi. Hele bir gece Hazret-i +Mehdi’nin geleceği hakkında aramızda bir bahis açılıp +bu babdaki asarı tetebbu’an Fatih Cami’-i Şerifi mü’ezzinleri +sabah ezanını okumaya başlayınca kendimize gelebildik. +Hatta o vakit uyutmayan Mehdi mes’elesine mahlul nazarıyla +bakarız diye gülüşürdük. +Yine bir gece pencere içinde Fransızca mükaleme kitabı +Olondorf’u gördüğümde: “Hocam bu nedir?” dedim. Merhum-ı +mağfur: “Sizin Fransızca biliyoruz deyü caka etmenize +karşı ben de Fransızca öğreneceğim” dedi. +Mektebden erkan-ı harb yüzbaşılığıyla çıkıp Üçüncü Ordu’ya +me’muriyetimde Feyziye Medresesi’nden naklen Şerif +Bey Medresesi müderrisi merhum Hacı İbrahim Efendi’nin +dersine devamla nahiv mantık ve cüz’iyyat fıkıh ve dört +buçuk sene de şerh ve haşiyeleriyle kelam ve fenn-i belağat +okuyup o esnada arasıra yaz Ramazanlarında merhum-ı +müşarun-ileyh Manastır’a gelip İshakiye Cami’i’nde va’z +ederdi. Hasbe’l-mevsim iki saat kadar süren dersleri ezber +olarak fakat tedkīkat-ı muşikafane icrasıyla takrir eder ve +her dersin mü’eddası başka başka olurdu. Gördüğümüz bu +hariku’l-adelik şürekadan her birerlerimizi hayrette bırakır +takdir ve du’a-han olurduk. Hatta bir gün hocamız merhum +Debreli cami’in bir köşesinde oturup iki saat kadar ders dinledikten +sonra “yaşasın yaşasın takvadan girdi takvayı eledi +bildirdi çıktı” buyurup kemalat ve feza’il-i hazreti takdir +ve du’a eylemiş idi. +Ve’l-hasıl feza’ili mehasini menakıbı ilim ve irfanı şa +yan-ı hayret bir derecede idi. Min gayrı haddin müdiriyyeti +ve riyaziye muallimliğiyle mübahi olduğum Medretü’l-Va’izin’de +bir seneden beri hazret-i merhum Siyelkuti ’yi +bil-iltizam müdekkıkane ve müşkilat-hallalane Kadi Bey +za +vi ’yi tedrisatıyla talebe efendilerin istifade-i vakı’aları bekayı +namına ve rahmetle yad olunmasına kafidir. +Geçen gün yerine muallim intihabı için medresemiz muallimini +bil-ictima’ müte’essirane esna-yı müzakerede Usul-i +Fıkıh Muallimi sabık Meb’us Hamdi Efendi Tarih-i Edyan +Muallimi Ahmed Midhat Efendi’ye hitaben: “Her kim intihab +olunursa olunsun merhumun yerini tutacak adam +bulunmaz” diye bi-hakkın büyük kadir-şinaslık göstermiştir. +Hemen Cenab-ı Mennan kendisini garik-i rahmet-i rahman +ve efrad-ı ailesiyle ehibbasına da sabr-ı cemil ihsan buyursun +amin. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +Nazım Paşa hıtta-i Irakiyye’ye vali ta’yin olunup Bağdad’a +muvasalatı akībinde şakavet ve isyan ile devlet ve +milleti maddeten ve ma’nen ızrar edenlerin müstahıkk-ı +mücazat olup olmadıklarını bütün ulema-yı Irakiyye’den istifta +eylemiş ve herkesten evvel ulema-yı Caferiyye devlet +ve millete zararları dokunan kabail ve aşairin şiddetle te’dib +ve tecziye edilmeleri lüzumuna dair fetva vermişlerdir. Bunu +haber alan kabail artık uslu ve rahat oturup edeb ve terbiye +dairesinde davranmak lazım geldiğini güzelce takdir etmişlerdi. +Nazım Paşa’nın zaman-ı velayetindeki emn ü asayişin +kü gerek Sünni ve gerek Şii olan kabail kendi ulemalarının +fetvaları bir racül-i idare tarafından alındığına vakıf olunca +artık kıpırdayamayacaklarını gereği gibi bilmişlerdir. +Beş altı ay evvel İranileri cihada da’vet etmek ve kendisi +bizzat önlerine düşmek üzere Necef’ten İran’a hareket +etmek üzere bulunan merhum Hüccetü’l-İslam Ayetullah +Muhammed Kazım el-Horasani hazretleri birden bire vefat +etmeseydi Rusya Hükumeti’nin İran’daki vaz’iyeti bugün +bu şekil ve tarzda olmayacaktı. +Bu zatın İran ve Osmanlı meşrutiyetine pek parlak hizmetler +ettiğini bugün dünya bilir. Hatta İngiltere’nin Cambridge +Darülfünunu Elsine-i Şarkiyye profesörlerinden +Edward Brawn kendi te’lif-kerdesi olan The Revolution of +Persia İnkılab-ı İran eserinde bu zatın bir fotoğrafıyla bütün +mu’amelat-ı meşrutiyet-perveranesini derc ve neşr eylemiştir. +Bi-taraf bir İngilizin sena ve medayihini bile kazanan +bu büyük zatın vefatı ahiren hem Osmanlı hem İranlılar için +pek büyük ve fevkalade zayi’at kabilinden olmuştur. +Şimdi bu zatın hem oğlu hem de bütün a’mal ve +ef’al-i hasene ve hayriyyesinde yegane muavin ve refikı bulunan +Aka Mirza Mehdi –Ayetullah-zade– bi-çare Necef’te +Meşrutiyet-i Osmaniyye ve İraniyye’ye en son ve dehşetli +darbeyi urmak isteyen bir münafıka –ki bu adamın ahlak-ı +seyyi’e ve tabayi’-i müstebiddanesiyle ne yolda para mukabilinde +Rusya Devleti’nin İran’daki politikasını tervic ettiğini +kendi peyrevanı bulunan kabail-i Arabiyye’yi de Meşrutiyet-i +Osmaniyye aleyhinde bulundurmaya sa’i olduğunu… +edille ve berahin-i kaviyye ve metine ile ayrı bir makalede +beyan ile rical-i hükumetin nazar-ı dikkatlerini celb edeceğim +– karşı ne kadar sebat ve metanet gösterdiği halde +Hükumet-i Osmaniyye tarafından kendisine kuru bir iltifat +edilmemiştir. +Evet merhum Muhammed Kazım el-Horasani’nin mahdumuna +her Osmanlı ve İranlı ile’l-ebed medyun-ı şükrandır. +Var kuvvetiyle bütün mevcudiyetiyle kelimenin bütün +ma’nasıyla te’yid-i meşrutiyetle pederinin –Arab ve Acem– +etba’ını Meşrutiyet’e boyun eğmeleri lüzumunu bildiren bu +zata ben ve ben fikirde bulunan bütün Osmanlı kardeşlerim +tarafından muhterem ve bütün müslümanlarla alem-i +reşad ceride-i İslamiyyesinin safahatı üzerinde aleni teşekküratımı +takdim eder ve kendisini tebcil eylerim. +Bu zat ile pederini kandırmak ve elleriyle eteklerini öpmek +cef’e gelip mülakat talebinde bulunduğu halde gerek merhum +Ayetullah-ı Horasani ve gerek oğlu Aka Mirza Mehdi +asla ehemmiyet vermeyerek konsolosla görüşmeyi bile +dar tereddüd göstermediler. Fakat ma’a’t-teessüf buradan +koğulan Rusya me’mur-ı siyasisi diğer bir ahlaksız dinsiz +onun vasıtasıyla tervic etmekte müşkilat çekmediler. Bu zatı +balada söylediğim gibi ayrı bir makale ile bütün Osmanlılara +müslümanlara gösterip la’netlerle yad ettireceğim. +Meta’-ı küfrü ni’met-i celil-i din-i İslam’a tercih eden böyle +bir tağī bağī ve kafiri la’netlemek bile azdır. Bu mel’unun +ta’annüd etmekte olduğu darbe o kadar dehşetlidir ki şimdiden +Hükumet-i Osmaniyye bunu telafi etmeyecek olursa +sonra hıtta-i Irakiyye’yi ecnebilerin nüfuzu altında görmek +felaketine olacaktır. +Caferiyyü’l-mezheb olan ulemaların evlad ve ahfadları +şu’un-ı hazıraya tamamıyla vakıf bulunduktan maada müstakbel +maktadırlar. Bu genç ulema-zadeler içinde öyle mütefekkir +ve münevverü’l-fikr kimseler görüyorum ki cidden Sünnilik +Şiilik ihtilafatını ileride pek sarih ve sade bir surette halle +muvaffak olacaklarını ümid ederim. İhtimal ki alem-i İslamiyyet +de nail olurlar. +Bu ulema-zadeler yalnız ulum-ı Arabiyye ve diniyyenin +tahsiliyle iştigal etmeyip ulum ve fünun-ı cedideyi de öğrenmeye +uğraşmaktadırlar. Bunlar el-yevm intibah-ı İslam için +telerine hemen her gün makaleler yazıp gönderiyorlar. Kerbela’da +Necef’te bunların hem-fikirleri gittikçe çoğalmaktadır. +Necef’te ve Kerbela’da yeniden mekatib-i hususiyye +te’sisine de muvaffak olmuşlardır. Kerbela’daki Hüseyniyye +Necef’teki Aleviyye Kazimiyye’deki Uhuvvet mektepleri +bunlarla bu gibi zevat-ı kiramın mahsul-i mesaileri ve eser-i +maarif-perverileri telakkī olunmaya şayandır. Fırsat ve vesile +düştükçe ref’-i şikak ve nifaka cem’-i kelime-i tayyibe ve +tevhid-i müslimine bezl-i himem ve mesai-i fevkalade eyliyorlar. +Bunca himem-i masrufe sayesinde bugün hıtta-i Irakiyye’de +Şiilerle Sünniler beyninde ciddi ve hakīkī bir ittihad +ve ahenk hasıl olmuştur diyebilirim. Bu babda Sünniler de +aynı zamanda çalışmakta kusur etmiyorlar. Hele Bağdad’ın +A’zamiyye Nahiyesi’nin ilerigelen fazilet-mend mütefekkirleri +de bu hususta cehd ve yardım eylemişlerdir. Ez-cümle +A’zamiyye Mektebi Müderrisi Seyyid Abdülhadi Efendi’nin +bu babdaki hidemat-ı meşkuresi herkesce vazıh ve aşikardır. +Cenab-ı Hak bunların bu hakīkī İslam hadimlerinin mesai-i +cemilelerini meşkur ve müsmir buyursun amin! Bana kalırsa +hükumet-i meşrutamız bunlara maddi yardım ve mu’avenet +eylemelidir ki devletin de millete zahir ve mu’in olduğu +anlaşılsın. +Caferi ve Şii ulemalarının Trablusgarb’a İtalyan hainlerinin +tecavüzü akībinde bil-umum Şiilere müslümanlara +hitaben neşr eyledikleri evamir ve fetava cümlenin ma’lumu +olsa gerektir. Bundan başka iki ay evvel tekrar İtalyan +düşmanımıza karşı kanlarının son damlası kalıncaya kadar +mukavemet ve muharebe edilmesi lüzumunu mutazammın +fetava ve evamir-i diniyye ısdar eylediklerinden maada +Senusi hazretlerine hitaben dahi ayrıca bir beyanname ve +bir mektup tahrir ve tastir ile cümlesi tarafından imza ve +tahtim edilerek Trablus’a gönüllü olarak azimet eden sabık +Necef Kaimmakam-ı hamiyyet-mendi Yüzbaşı Aziz Beyefendi’ye +terfikan göndermişlerdi. Bu aciz muharrir Aziz +Beyefendi’ye Beyrut’ta tesadüfle kendileriyle bu hususta az +çok te’ati-i efkar ve hissiyata muvaffak olmuş idim. Trablus’a +olan seferini vaktiyle Sebilürreşad ’a ihbar ve derc etmeyi +nefs-i maslahata muhalif bulduğum için sükūt ihtiyarına +mecbur idim. Şimdi ise hamd olsun iş işten geçmiş ve +artık –her halde– Aziz Bey savb-ı maksuda muvasalat etmiş +olduğu cihetle bu noktayı neşr ve ifşa etmekte bir be’is göremüyorum. +Hasılı bütün bu vekayi’i zikr etmekten maksadım +Şii ve Sünni ulemalarının himmet ve mesai-i meşkurelerini +bast u izah eylemekten ibarettir. +Makalat-ı acizanemi okuyan kardeşlerimin de bu zevat-ı +kiram hakkında hayır-du’alar eylemelerini rica ederim. +Bana kalırsa bu kadarla iktifa edilmemeli. Belki İstanbul ve +Anadolu’da bulunan ihvanımızın Osmanlıların teşvik-amiz +ve tebriki muhtevi telgraf ve mektupları ara sıra bura ulemalarına +gönderilmelidir ki cümlemizin aynı fikirde bulunduğumuzu +anlasınlar. +Hindistan müslümanları her sene kendi şu’unat-ı diniyye +ve kavmiyyelerini tezekkürle kendi nevakıslarını ikmal +muşlardır. İngiltere hükumeti bunlara karşı asla mümana’atta +bulunmamıştır. Biz de –Şii Sünni– böyle kongrenin akdine +teşebbüs edersek zannetmem ki Hükumet-i Osmaniyye +bizi bu maksadımızdan men’ etsin. Zira usul-i meşrutiyet +dairesinde her ferd her unsur her millet hürriyet-i kavl ü fi’ile +malik bulunduğu cihetle kendi şu’unları hakkında te’ati-i +efkar etmek hakkına malik bulunuyorlar. Hindistan’da olduğu +gibi işbu kongrenin her sene dini bir merkezde icrası +pek münasibdir. Mesela bir sene Şam-ı Şerif’te ertesi sene +Mekke veya Medine’de üçüncü sene Kerbela veya Necef’te +hasılı böylece her sene bir yerde ictima’ ile ittihad ve +uhuvvete ref’-i şikak ve nifaka tevsi’-i ma’lumat ve neşr-i +maarife tensik-i füru’at ve kütüb-i diniyye ile iştigal ve himmet +edecek olursak –ve Türki Arabi Farisi– üç lisan ile ileride +efkar olmak üzere ittihaz edersek zannederim ki hem alem-i +hizmet etmiş oluruz. +Hasılı ne zamana kadar korku içinde imrar-ı hayat edelim +artık yetişir Avrupa bizi er geç taksim edecektir –zaten +taksim etmiş hatta parçalamıştır– Fas ile İran’ın inkırazı +Rusya’nın İran’daki tecavüzatıyla Fransa’nın Fas’taki vaz’iyeti +bu ma’ruzatıma birer şahid-i adil teşkil etmez mi? Elimizde +kalan yegane Hükumet-i Osmaniyye ve Hilafet-i İslamiyye’nin +de inkırazına kalkışınca Avrupa’ya karşı ses sada +çıkarmayalım mı?! Vicdan İslamiyet insaniyet vatanperverlik +bunu bize emrediyor mu?! Biz de biraz düş[ma]nımıza +meydan okuyalım. Huda bilir ki bütün müslümanlar bize +her türlü yardımdan geri kalmazlar. Müslümanlar artık hab-ı +giran-ı gafletten uyandılar. Bugün uyumuyorlar. Hissiyatları +uyanmış ne yapmak lazım geldiğini pek a’la bilirler. +Artık Reval el-Cezire Potsdam Porbaltık mülakatlarının +ne için hasıl olduğunu bilirler. Bugün Kerbela’da Necef’te +Bağdad’da öyle mütefekkir mütebahhir kimseler vardır ki +Avrupa’nın amal ve niyatına tamamıyla kesb-i vukūf etmiş +ne yapılmak lazım geldiğini de bilirler. Yalnız işbu ulema +arasında –diken gibi– bulunan münafıkların çaresine bakmak +bugün hem millet-i Osmaniyye hem de Devlet-i Aliyye +üzerine farz ve vacibdir. Ve ma aleyna ille’l-belağ. +Geçenlerde Pierre Loti’nin neşriyatını göndermiş idim. +Bununla beraber bu gibi neşriyatta bulunanlar pek çok olduğundan +tabi’i cümlesinin nazar-ı aciziye tesadüfü kabil +değildir. Tesadüfi olarak okuduğum gazeteler ve umumiyetle +Almanların fikirleri pek lehimizdedir. Hatta harb-i hazırın +bu suretle neticelenmesine hiç birisinin ne aklı eriyor ne +de fikri. Osmanlıların her muharebede gösterdikleri yararlıkların +bu def’a aksi zuhur etmesi Pierre Loti’nin yazdığı +gibi sivilizasyonu kendimize rehber ettiğimize atf olunuyor. +Muharebenin cereyanı dahi bize bunu isbat ediyor. Bununla +beraber teveccüh Osmanlılar üzerindedir. +Bulgarların kuvveti hemen büsbütün kesr olmuş olduğundan +eğer Çatalca civarında Osmanlı tarafından bir tecavüz +vukū’ bulacak olursa Osmanlıların pek çok kazanacakları +gün gibi aşikardır. Hatta bizim böyle bir tecavüzata +çalışmadığımıza dahi şaşıyorlar. Bulgarların muharebede +olan telefatı bini mütecaviz olduğu hemen muhakkak +gibidir. Mecruh ve hasteganı dahi buna dahil edecek ve Makedonya’da +kıt’alara gönderilen askerleri dahi mevcud olan +binden tarh edecek olursak el-an Çatalca ve civarında +bulunan Bulgarların ne mikdar askeri olduğu meydana çıkar. +Bundan maada bu el-an mevcud olanlar dahi asıl sinn-i +askeriden dun olanlar ile müsin olanlardan ibarettir ki asıl +çekirdek askerlerin kıymetinde değillerdir. +Geçen hafta bura gazetelerine uzun bir makale yazarak +neşri için bir telgraf ajansına verdim. Bugün yarın neşr olunacaktır. +Bunda Avrupa devletlerinin aleyhimizde olan harekatını +bir suret-i mülayimanede ta’dad ederek yüzümüze +gülüp bir takım vaadlerde bulunarak vakt-i merhununda +bu vaadlerini icra etmediklerini hatta Berlin Muahedenamesi’nin +ahkamı icra olunmadığı gibi Avusturyalıların Hersek +memalik-i Osmaniyye’nin tamami-i muhafazası hakkında +bir vaad vermiş olduklarını son İtalyan ve Osmanlı konferansında +lerini hatta kable’l-harb Avrupa devletleri yek-diğerleriyle +te’ati-i efkar ederek Balkanlarda hududların muhafazasını +ve tevsi’-i daire edilmemesini taht-ı karara almışlar idiyse de +Kırkkilise ric’atinin vukū’u akībinde bunu taht-ı karara alan +devletler Balkan küçük hükumetlerinin bu galebe ve muzafferiyeti +üzerine zabt etmiş oldukları mahalleri tekrar iade +etmeleri için kimse onları tazyik edemez diye şayiaların çıkışından +tevsi’-i daire edilmemek hakkındaki kararların yalnız +Osmanlılar hakkında olduğunu böyle olmasa bile Osmanlılar +bundan başka bir şey düşünemeyeceklerini… mümkün +mertebe izah ettim. Ve bunun neticesi olarak dedim ki; Avrupa +hükumetlerine karşı Devlet-i Aliyye’nin taahhüd ettiği +kapitülasyonları ortadan kaldıracak olursa acaba Avrupa +devletleri ne vicdanla Osmanlıları taahhüdatını bozduğu +halde Türkiye tutmamış ol halde Türkiye dahi mes’ul olamaz. +Şayed Avrupalılar tarafından tazyik olunacak olursak +o vakit bizim yüzümüze gülenlerin dahi dostumuz olmadığını +bize anlatacaktır. Avrupa milletleri içerisinde ahlak ve +tabiatlarının yek-diğerlerine olan müşabeheti için gayetle +mütemayil bulunduğumuz bir devlet varsa o da Almanlardır. +Bunun için Almanlardan dahi pek çok tahsil ettik ve bunun +cümlesine mukabil iktisadi pek büyük kazanç te’min +ederek teşekküratımızı ifa eyledik. Osmanlılar Avrupa’dan +tard olunmakta… Eğer bu mes’ele hakīkī olacak olursa ülke +bizim elimizden kazanç da Almanlar elinden çıkacağı şüphesizdir. +Eğer Almanlar bu kazancın tasğīrini arzu etmezlerse +günlerinde dahi elini uzatarak hatta eli silahlı olmasına dahi +hacet kalmadan bir yolunu ve tarikini bularak yardım etmelidir… +Bu makale inşaallah güzel bir te’sir yapar. Biz vatanımızdan +günlerce ba’id bir mesafede bulunduğumuz halde +acizane onun menafi’ine çalışırken; gülzar-ı vatanın her +dem taze çi[çe]kleriyle ta’tir-i meşam eden hava-yı saffını +teneffüs eden evladları hala nifaktan kurtulamayıp birbirleriyle +uğraşmaları kalbinde zerre kadar hamiyet-i İslamiyye +ve vataniyyesi olan her ferd el ele verip hayat-ı milliyyeyi +müdafaaya şitab edecek yerde tuhaf tuhaf harekatta bulunmaları… +Bilseniz biz garibü’d-diyar vatandaşlarınızı ne +kadar me’yus ve müte’essir ediyor. Muhterem vatandaşlar! +Artık bundan sonra da nifak ve şikakı terk etmez el birliğiyle +dinin vatanın müdafaasına çalışmazsak bu cidal-i hayatta +te’min-i mevcudiyet ma’a’t-teessüf mümkün olamayacaktır. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI’NE +Kalbleri meveddet-i diniyye ve muhabbet-i İslamiyye ile +meşbu’ olan ufacık kasabamız rü’esa ve eşrafı miyanında +muhafaza-i din ve vatan için can-siperane ifa-yı vazife eden +asker evlad ve kar[de]şlerine bir hediye-i naçiz olmak ve bu +vesile ile bir hizmet-i müftehirede bulunmak üzere ashab-ı +hamiyyet tarafından don gömlek pamuklu yelek celb ve +cem’ edilmesi ve kendi kurbanları luhumunun kendi +elleriyle kavurma yapılması ve öz gazi evladlarına takdim +kılınması kararlaştırılmış idi. Bayramın ikinci günü idi; kaimmakam +bey hakim efendi ve bütün eşraf kurbanları birer +birer hükumet civarındaki pınar başına getirildi. Bir du’a +edilerek kurbanlar zebh edilmeye başlandı. Hep bir ağızdan +bargah-ı ehadiyyete isal kılınan tekbir sadaları vicdanı yerinden +oynattı tüyleri ürpertti. Zebh edilmeye kurban olmaya +layık olan kendileri iken min tarafi’llah bu hayvancıkların +kendi nefslerine feda ve bedel olduğunu herkes biliyor +lisanları tekbir-han gözleri melul melul zebihaya nigeran +eşk-i teessür seyelan ediyordu. Muhafaza-i din ü vatan için +bu hayvancıklar gibi kendileri de ölmek kurban olmak için +seviniyordu. Zebh işi hitam buldu büyük küçük eller kollar +sığanmaya bir faaliyet-i fevkalade ile etler doğranmaya +kavurma yapılmaya başlandı. Bu işe kaimmakam ve hakim +efendiler tarafından da bil-fi’il iştirak edildi. Temiz ve nefis +olmasına gayet dikkat edildi. Otuz iki saat gayret olunarak +üç yüz otuz iki kıyye kavurma ihzar ve tenekelere konarak +ağızları lehimlendi. Bununla beraber kasaba ve kuradan +aded gömlek aded don ve aded pamuklu yelek tedarik +edilerek Harbiye Nezaret-i Celilesi’ne takdim edilmek +üzere makam-ı kaimmakamiden Karaman Kaimmakamlığı’na +ban derisi ve iane-i nakdiyye cem’i için kuraya şitab ettiler. +Bi-mennihi’l-kerim cem’ ve irsalinde bunların da ayrıca iş’ar +kılınacağının arzıyla işbu varakanın ceride-i İslamiyyelerinin +bir köşesine dercini istirham eylerim. +Mut Kazası Müftisi +Biz eminiz ki rehberlik edenler olsa bütün müslümanlar +hak yolunda her türlü fedakarlıktan çekinmezler. Fakat ne +çare ki millete rehber olması lazım gelen ulema ve müftiler +rehbere muhtac bir halde bütün müftilerimiz müşarun-ileyh +Mehmed Efendi hazretleri gibi olsaydı neler olur neler yapılabilirdi… +Allah cümlemizi hab-ı gafletten ikaz eyleye! +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI +Efendim +Bulgaristan’da gördüğümüz zulüm ve i’tisafat üzerine bir +buçuk mah mukaddem Romanya toprağına ilticaya mecbur +olmuştuk. +Bundan on beş gün mukaddem askeri mu’ayenesi için +Bulgaristan’a gitmiştim. +Bulgarlar İslam gençlerini mu’ayene edip pederlerinin +servetlerine göre vergi alırlar. Bu sene askeri vergisi geçen +senelere nisbetle iki kat daha fazladır. +Mu’ayeneyi müteakib tebdil-i hüviyet ile din ve milliyetimi +saklayarak Bulgaristan’ın birçok kasabalarını dolaşmaya +ve oralarda yaşamak felaketine ma’ruz kalan dindaşlarımızın +hallerini gözlerimle görmeye muvaffak oldum. +Bulgaristan müslümanları bugün ecnebi boyunduruğu +altında yaşayan alem-i İslam’ın en bi-kes ve en şayan-ı merhamet +bir kısmını teşkil etmektedirler. +Bu zavallıların bu dakīka Allah’tan başka hamileri yoktur. +Oradaki kardeşlerimize edilen fenalıkları yapılan katl-i +amları böyle bir sütunla değil cildler dolusu yazı yazmakla +bitirmek kabil değildir. +Bulgaristan’ın mahkum-ı esaretinde yaşayan bi-çare İs +lam kardeşlerimize Bulgarlar tarafından edilen zulüm ve te’ +addiyat artık tüyleri ürpertecek bir raddeye varmıştır. +Orada her an dayağa ta’arruz ve kıtale ma’ruz bulunan +sefaletten inleyen kardeşlerimize insana değil vahşi hayvanlara +bile reva görülemeyecek mezalim yapılmaktadır. +Bulgaristan’da seferberliğin i’lanından beri katl edilen +ma’sum ve bi-günah İslamların hadd ü hesabı yoktur. +Ağlamaktan yalvarmaktan zalimler müte’essir olmadılar. +ristan halini aldılar. +Şehid ve katl edilen İslamların geride dul kalan aile ve +çocuklarının hallerini görmek en gaddar kalbleri bile ağlatmak +Bulgaristan müslümanlarının medar-ı iftiharı olan ve +münevveranını teşkil eden bir hayli gençleri şübhe üzerine +tevkīf edilerek zindanlarda dayak ve korku altında tecennün +ettiler. +Bulgar haydudları sokaklarda hükumetin gözü önünde +kafile kafile gezmekte ve mallarımızı yağma ile validelerimizin +hem-şirelerimizin namuslarına tecavüz etmektedirler. +Deliorman taraflarında birçok bi-günah İslamları kurşuna +dizdiler. +Razgrad’a mülhak Kalava karyesinde yüzden ziyade +kesdiler. +Pravadi’ye tabi’ Muradlar karyesindeki İslam mu’teberanını +gazlayarak yaktılar. +Silistre’deki cevami’-i şerife askere mahsus domuz yağı +debboyluğuna tahvil edildiler. +Keza Silistre’nin Satırlı Cami’-i Şerifi müezzini Hafız +Mehmed Efendi’ye Bulgar nizamiye askerleri cami’de o +makam-ı mukaddesde bin türlü işkenceler ederek din-i mübinimizle +eğlendikten ve zavallıyı süngüleriyle secdeye yatırttırıp +tüfek dipçikleriyle pek çok döğdükten sonra minareden +aşağı atarak bi-çareyi hayatından kat’-i ümid edilecek +surette cerh etmişlerdir. +Bulgaristan’ın her taraflarında İslamlara gece gündüz angarya +Meydan-ı harbden gelen Bulgar mecruhları Ceneral +Radko Dimitreyef’in emri üzerine üsera-yı Osmaniyye’nin +birçoğunu kesdiklerini ve Kırkkilise civarında bir köy +mektebinde otuz kırktan ziyade İslam yavrularını muallimleriyle +birlikte parça parça ederek İslamlardan iyi intikam +aldıklarını kemal-i iftihar ve gurur ile hikaye etmektedirler. +Bulgaristan’ın kura ve kasabatı mecruhin ile dolmuştur. +Ticaret kamilen durmuş sefalet daha şimdiden her tarafta +başgöstermiştir. +Tali’-i harbin Osmanlılara yaver olmaya başlaması Bulgaristan’da +pek fena bir te’sir hasıl etmiş ve derhal muharebe +aleyhinde şiddetli bir cereyan başlamıştır. +Başkumandanlık Vekalet-i +Celilesi’ne Donanma-yı Hümayun Kumandanlığı’ndan +varid olan Kanunievvel tarihli telgrafname suretidir: +“Bugün kable’z-zeval sekizi yirmi geçerek Boğaz’dan +huruc edilerek düşmanla temas vaki’ oldu. Yedi bin beş yüz +elli metreden üç bin iki yüz metreye kadar ateş te’ati edildi. +Zabitan ve efrad tarafından metanet ve şeca’at-i fevkalade +de Averof’a üç dört mermi isabet etmiş ve başındaki yirmi +dörtlük taret ile sancak baş omuzluğundaki on dokuzluk tarette +ateş kesilmiştir. Düşmanın diğer sefaini ehemmiyetsiz +bir iki endahttan sonra açılmıştır. Ba’dehu muharebe yalnız +Averof ile devam etmiş ise de o da diğer sefaini alarak Pire +cihetine doğru açılıp firar etmişlerdir. Bi-hamdi’llahi te’ala +sefainimizde bir guna hasar olmadığı ma’ruzdur.” +Garb Ordusu Kumandanlığı’ndan +gelen telgrafnamenin suretidir: +“Yanya’nın şarkındaki Kunduracı ve Presko hattında Yunanlılarla +de düşmana telefat-ı külliyye verdirilerek tenkil edildiği ve +mürekkeb bir düşman kolunun dahi Papas Köprüsü’nde Kız +Ağa Hanı istikametinde münhezimen ric’at ettirildiği gibi +Ayaseranda’ya ihrac edilmiş olan düşmanın kuva-yı muntazamasıyla +eşkıyası ve bir cebel bataryasıyla bir mitralyöz bölüğünden +şiddetli bir ta’arruz ile işbu düşman müfrezesi de perişan ve +birçok telefata duçar olmuş ve Seranduz ile Himara istikametinde +ta’kībine devam olunmakta bulunmuştur.” +Osmanlı ve düvel-i müttefika +murahhaslarından mürekkeb sulh konferansı Pazartesi günü +Londra’da Saint James Sarayı’nda ilk ictima’ını akd etmiştir. +Bu ictima’da Sir Edward Grey tarafından beyan-ı hoş-amedi +olunmuş ve müzakerat üzerine bir nutuk irad edilerek +tarafeyn yek-diğerine takdim kılınmakla iktifa edilmiştir. Salı +günü murahhaslar müzakerat-ı sulhiyyeye ibtidar etmek +üzere birinci celseyi akd eylemişlerdir. Osmanlı murahhasları +aldıkları ta’limat mucebince Yunan hükumeti tarafından +mütareke protokolü imza edilmedikçe hükumet-i mezkure +murahhasları ile sulh müzakeratına girişemeyeceklerini +tebliğ eylemişlerdir. Bunun üzerine müzakerat-ı sulhiyyeden +evvel bu mes’ele-i müste’hirenin tedkīkine karar verilmiştir. +Anadolu gazetesi mu +habiri yazıyor: İslamlara yapılan hakaretler tezyifler gayr-ı +kabil-i ta’dad ve tavsiftir. Birçok müslümanların başlarından +fesleri alınarak çamurlara atılıyor nezahet-i lisaniyyemize +ya +kışmayarak zikrinden sarf-ı nazar eylediğimiz bir takım +şütum-ı galiza savruluyordu. +Birkaç edebsiz Kışla Cami’i’ne giderek burada zikrinden +te’eddüb ettiğimiz bir suretle pisledikten ve başka bir cami’in +mihrabı üzerine bir put vaz’ ettikten sonra Tekke denilmekle +ma’ruf bir yerde medfun olan bir zatın sandukasındaki örtüleri +kamilen almışlardır. +okuduğu ve birkaç İslam eda-yı fariza-i salat için cami’de +bulunduğu bir sırada birkaç gönüllü ile Yunan neferatı cami’e +girerek mü’ezzini minareden indirmişlerdir. Bunun +üzerine ahali pür-heyecan esbabını sorduklarında ezanın +hıristiyanları katl-i am etmek için telkīnatta bulunduğunu +söyleyerek cema’ati dışarıya çıkarmışlar ve cami’ kapılarını +kapamışlardır. +muştur. Roma’dan iş’ar olunduğuna nazaran Enver Bey’e +Lozan Musalahanamesi’ni tasdik ve Bingazi kıt’asını asakir-i +Osmaniyye’den tahliye ettirmek için şimdiye kadar vaki’ +olan mesai akīm kalmıştır. Enver Bey Kahire’ye gönderdiği +me’murlar vasıtasıyla irsal eylediği beyannamede Bingazi’nin +üzere kema fi’s-sabık haricdeki İslamların mu’avenet ve +müzaheret-i lazımede bulunması lüzumunu i’lan eylemiştir. +Enver Bey Ordu-yı Osmani’den isti’fa edip alakasını kat’ +eylemiş olduğundan şimdi Bingazi kıt’asında bir hükumet-i +muhtariyye teşkil etmektedir. Müşarun-ileyh Bingazi’nin inkişaf +ve terakkīsini te’min ve şekl-i idaresini ıslah için tedabir +ve teşebbüsat-ı lazımeye tevessül ve her tarafa me’murlar +ta’yin ve yeni vergiler tarh eylemiştir. En son ittihaz eylediği +tedbir Bingazi kıt’asına vaki’ olacak idhalat üzerine yüzde +on gümrük vaz’ıdır. +Aynı zamanda Derne’deki İtalya mevaki’ine hücumlar +yeniden başlamıştır. Her gece İtalya karakolları asakir-i +muhafızayı silah başına da’vet etmektedir. Müşarun-ileyhin +fevkalade bir nüfuzu ha’iz olması idare-i cedide için azim +menabi’-i varidat te’min eylemiştir. Mısır’dan mütemadiyen +kervanlar geliyor. Bir İslam komitesi i’anat cem’ etmekte ve +mütemadiyen Enver Bey ile münasebatta bulunmaktadır. +Trablusgarb’dan vukū’ bulan +Trablusgarb Eyaleti Naibü’s-Sultanı Şemseddin Paşa hazretlerinin +daire-i aliyyeleri balkonundan keyfiyet-i nasblarına +dair şeref-sadır olan ferman-ı hümayunun merasim-i mahsusa +bir pare top endaht olunarak merasim-i lazıme-i ihtiramiyye +Çin ser-amedan-ı ahrarından SunYat-Senin +reis-i cumhur Yu-An-Şikaya bir mektup yazarak +Osmanlı vukū’atından bir ders-i ibret almak lazım geldiğinden +Şark-ı Karib’i taksim ettikten sonra Avrupalıların tabiatıyla +Şark-ı Aksa’ya da el atacaklarından binaenaleyh Japonya +bahs ettiğini Moskof gazeteleri ba-telgraf Pekin’den haber +almışlardır. Sun-Yat-Sen mezkur mektupta: Biz Osmanlıların +bugünkü müşkilatımızı kendi kuva-yı milliyyemize güvenemeyip +de Avrupa muvazene-i siyasiyyesinden istifade +etmek tarikiyle muhafaza-i istiklal eylemek emelinde oluşumuz +gibi büyük bir hata-yı siyasiye haml eyliyor ve diyor +ki: Avrupalıların te’min eyledikleri statükonun ha’iz-i +ehemmiyet olmadığı Osmanlı vukū’atıyla sabit olduktan +sonra Moğollara yek-diğerleriyle ittihad etmemek tecrübe +edilmiş bir hata-yı mühliki tekrar etmek demektir. Sun-YatSen’e +göre ittihad-ı Moğol fikrine Tokyo’da dahi fevkalade +merak ediyor ve izhar-ı teveccüh ediyorlarmış. +TICARET VE SANAYI’ RISALESI +Bu hafta baladaki ünvan ile Berlin’de intişar etmeye +başlayan Türkçe bir risalenin ilk nüshası idarehanemize geldi. +Alıp her tarafını okuduk. Müslümanlar için mütalaasını +pek faideli bulduk. Onun için bu risaleyi mümkün mertebe +kari’lerimize tanıtmayı bir vecibe addeyliyoruz. +Bu risalenin naşiri İzmirli Mehmed Naci Bey. Muktedir +mütefennin bir vatandaşımız; hamiyyetli hüsn-i niyyet sahibi +bir dindaşımız. Burada çalışmış sonra Avrupa’ya gidip +tahsilini orada ikmal eylemiş şimdi de öğrendiklerini gördüklerini +vatandaşlarına dindaşlarına bildirmeye başlıyor. +Ne mübeccel emel ne mukaddes hizmet! +ammüm ve terakkī etmesi için garbın alem-i ticaret ve sanayi’i +hakkında bize bir fikr-i tam vermek maksadıyla muhterem +vatandaşımız birçok masraflara katlanmış bir hayli +fedakarlıklar ihtiyar etmiş. Acaba bu hizmet takdir olunacak +mı? Acaba buna mukabil Osmanlılar müslümanlar bu +risalenin idame-i hayat etmesi ilerlemesi için mu’avenette +bulunacak kadir-şinaslık gösterecekler mi? Bundan sarf-ı +nazar kendi istifadeleri kendi sa’adetleri için bunu alıp okuyacaklar +mı? Hiç şübhe etmeyiz ki vatanını seven milletinin +terakkīsini arzu eden her çalışkan zat bu risaleyi okuyacak; +garbın hayret-feza ticaret ve sanayi’i hakkında bir fikir edinerek +fakr u esaretten kurtulmak bir insan gibi yaşamak için +ya bir ticarethane te’sis etmeye ya bir fabrika yapmaya çalışacak +kendi için bu nasib olmazsa ihvanına vatandaşına +olsun yapdırmaya gayret edecektir. +Risalenin müdiri diyor ki: “Ey vatandaş! Senin sa’adet +ve istirahatini te’min etmek; seni de garblıların yükseldikleri +mertebeye isal etmek fikriyle garbın merkezinde fünun ve +sanayi’in menba’ında bu risalemi neşr ediyorum. Abonman +esmanının ne kadar az olduğuna dikkat edersen anlarsın ki +risalem senin paran için değil; hakīkaten senin istirahat terakkī +ve sa’adetin içindir. +Ey vatandaş! Sen benim risaleme abone olmakla ve onu +okumakla terakkī eder yahud mes’ud olurum zannetme…! +Sen her şeyi unut ne var ise unut bütün dost ve bildiklerini +teşvik et ve onlarla bir olarak ufaktan başlayarak fabrika +yap çalış… Göreceksin ki bizi mes’ud ve zengin mu’azzez +ve mukaddes vatanı tahlis edecek sen ve senin gibileri olacaktır. +Sana fersahlarla uzak garbın bir köşesinden söylenen şu +samimi sözleri dinle biraz da kendin ve mu’azzez mukaddes +vatanın için çalış!” +* * * +Ne samimi ne vatandaşça nasihat! Ey bi-çare müslüman! +Seni “Avrupalılaştırma”ya çalışanlardan şimdiye kadar +böyle samimi bir nasihat böyle nevazişkar bir hitab +hakīkaten terakkī hakīkaten sa’adetin değil. Belki onların +emeli: Senin tedenni senin nekbetindir. Senin bir cevherin +cevher-i faziletin var onlarda ise bu kalmamıştır. Onu sende +çok görüyorlar. Senin de kendilerinin bulunduğu haziza +sükūtunu istiyorlar. Karşına “muslih” “müceddid” diye çıkıyorlar. +Nikabını kaldırsan ne “müfsid” olduğunu pek ayan +göreceksin. +Bi-çare müslüman hayrettesin. Takdir ediyorsun ki kudretçe +kuvvetçe servetçe geridesin. İlerlemek ileride bulunan +milletler gibi olmak istiyorsun. Fakat sana yol göstermek +üzere ortaya çıkanlar yegane mahfuz kalan cevherin +cevher-i namus ve faziletin bahasına sana pişvalık sana +dellallık etmek istiyorlar. +* * * +– Acaba imanımla acaba şu ecdadımdan intikal eden +maz mı? diyorsun. +– Hayır diyor olamaz. Çünkü din bir an’anedir ki insanı +geri çekiyor. Hem an’anatı muhafaza hem terakkī nasıl +olur? İffete gelince: O boş i’tibari bir şeydir. Taş ile elmas +hadd-i zatında birdir. Fakat sen ona kıymet veriyorsun. O +halde kadının çarşafını atmadıkça daima bu hal-i pestide +kalacaksın!.. +O zaman ye’se düşersin hayrette kalırsın nevmid olursun. +Ben diyorsun bunları feda edemeyeceğim bütün neslim +bütün milletim mahv olsa da.. +[* * *] +Halbuki ey cevher-i iman ve iffet sahibi Müslüman! Ye’se +düşmeye nevmid olmaya mahal yok. Onun kolalı yakalığına +kırpık bıyığına tek gözlüğüne yahud sivri sakalına +aldanma. Bunlar zahiri bir düzgündür ki hüviyet-i hakīkıyyesini +gizleyerek seni bend etmek için yapılmıştır. Sen onun +ne dün başladığı nağme-i iffet-şikenden müte’essir ol ne de +yarın başlayacağı irtidaddan ye’se düş. Sen onu onları süründükleri +haziz-i dalalette çiğneyerek geç; pa-yı azminde +seni leyle-i zifaf masallarıyla pür-nifak sözleriyle yazılarıyla +sarsmak isteyen o münafıklara bir lahza bile atf-ı nigah etmeyerek +yürü. Önünde hiçbir mani’ hiçbir hail yok. Imanın +bir meş’al-i hidayet namusun bir cevher-i fazilet. Bunları +babanın sana yegane sermaye bıraktığı bu cevherleri muhafaza +ederek gaib olan kudret ve kuvvetini ticaret ve san’atini +bulmaya gücün yettiği kadar çalış. Avrupa’da değil Amerika’da +olsa almaya şitab et. +Onlar sana “Avrupa-perest”likten “Avrupalılaşma”dan +bahs ediyorlar. Fakat sözlerinde yazılarında ne bir şemme-i +fen ve san’at var ne bir samimiyet ve hüsn-i niyyet! Sen Avrupalı +bir tacir Avrupalı bir çiftçi Avrupalı bir san’atkar gibi +ol. Fakat Avrupalı bir dinsiz Avrupalı bir ahlaksız gibi olma. +* * * +Tacir-i Avrupa san’atkar-ı Avrupa ne olduğunu anlamak +öğretmek isteyen senin gibi bir iman ve iffet sahibi kardeşini +dinle! Bak garb milletleri gibi yükselmek için ne imanını +yıkmaya çalışır ne karından hem-şirenden bahs eder. Sana +diyor ki: +“Ey vatandaş! Fabrika yap çalış! Kendin için mu’azzez +mukaddes vatanın için çalış!.” +* * * +Bu risale fenne ticarete aid faideli makalelerden başka +ale’l-umum sanayi’de müsta’mel makinelerin tarz-ı isti’malini +de resimlerle ta’rif ve tavzih ediyor. İlk nüshasında münderic +makaleler: +Ticaret-i bahri-Askerlik nokta-i nazarından tayyarelerCevv-i +havaya girebilir miyiz?- Panama Kanalı kaça mal +olacak?- Meskukat-ı İslamiyye- Öğüdücü ve parçalayıcı makineler: +Taş kırıcılar ayırma makineleri mistavi değirmenler +sapan değirmeni nakliye makineleri şekilleriyle beraber. +Nüshası üç guruş. Abonesi: Altı aylığı seneliği guruş. +Şu’beleri İstanbul’da Babıali civarında Ebussuud Caddesi’nde +Mahmud Bey Matbaası’nda Hakkı Mahmud Bey; +Bu müfid risalenin ilk nüshasında olduğu gibi daima +bize münhasıran garbın fünun ve ticaretinden sına’atinden +bahs etmesini ve bu meslek-i müstahsende sabit-kadem +olarak devam ve terakkī etmesini temenni eyleriz. +Tercümesi +“Zulme daldıkları için helak ettiğimiz ne yurtlar var ki: +Üstü altına gelmiş yatıyor; ne kuyular var ki: Başında ne +yüksek kal’alar var ki: İçinde kimseler yok! Acaba bunlar +yeryüzünde hiç dolaşmıyor mu ki: Düşünecek kalbleri yahud +görecek gözleri olsun? Şu hakīkat iyi bilinmelidir ki: +Gözler kör olmaz; lakin asıl göğüslerdeki kalbler kör olur.” +* * * +Bu iki ayet-i kerime +suretindeki tehdid-i mehib ile başlayan Hac Suresi’ne +mensubdur. +Kitabullah’ın duygusuzlukla görgüsüzlükle itham ettiği +kimseler doğrudan doğruya Mekke müşrikleri ise de; göçmüş +milletlerin dastan-ı izmihlalini çökmüş memleketlerin +lisan-ı halinden işitip ibret almak ihtiyacı her devrin her tavırdaki +daimiden ibaret olduğuna çünkü kanun-ı fıtratın asla değişmediğine +yakīn derecesinde bir itminan edinebilmek için +aynı hareketlerin aynı akıbetler husule getirdiğini görmek +fakat gözle görmek hem pek çok defalar görmek lazım gelir. +Bu ise ancak +ferman-ı ilahisine imtisal ile +kabil olabilir. +Lakin heyhat! Zamanımızdaki müslümanlar hatta dünyayı +dolaşsalar göreceklerinden ne öğrenecekler ki –Asr-ı +Saadet’de yaşayan müşrikler gibi– biçarelerin asıl kalb gözleri +alabildiğine kör! İşittiklerinden ne belleyecekler ki zavallıların +asıl can kulakları alabildiğine sağır! +Hakīkat öyle! İsterse her adım başında bin ibret-amiz levha +giz sayha yükselsin... Nazarlar için seçilmez bir karaltıdan +başka görgü kafalar için anlaşılmaz bir gürültüden başka +duy +gu yok! +Yarabbi şu en elim hüsranlar en vahim buhranlar içinde +çalkanıp duran İslam’ın intibahı için ta’mik-ı nazar tedkīk-ı +haber devresi ebediyyen gelmeyecek de bu ümmetin uyanması +sabah-ı mahşere mi kalacak? +Ey cemaat-i müslimin artık Allah için olsun uyanınız; +kalb gözünü can kulağını böyle sımsıkı kapamayınız! Bir +millet ne hale geliyor da topraklara seriliyor; bir vatan +nasıl oluyor da ayaklar altında kalıyor; bunu görünüz +anlayınız! Hala mı duygusuzluk? Hala mı görgüsüzlük? Etmeyiniz! +Sonra şu başımızdaki felaket yok mu işte ondan +bedterine hem Allah göstermesin bin kat bedterine ma’ruz +kalacağız! O zaman hayat-ı milletten eser kalmayacak; o +za +man namus-ı İslam büsbütün mahvolacak; o zaman haremseray-ı +tevhidi en murdar ayaklar çiğneyecek; o zaman +şeriatin o ma’sum nasiyesi küfrün mülevves eliyle yerlerde +sürüklenecek! +Haydi biz duygusuz mahluklar bu zilletlerin bu rezaletlerin +hepsine katlanalım; “Üç buçuk günlük hayatın ne +değeri var!” diye kendimize teselli verelim de cemadatın +bile dayanamayacağı haybetler hüsranlar içinde geberip +gidelim! Lakin çocuklarımızı torunlarımızı düşünmeyecek +miyiz? Her halkası bir batından teşekkül edecek o canlı silsile-i +sefaletin kıyamete kadar la’netine hedef olmaya da +katlanacak mıyız? +Haydi buna da aldırmayalım buna da katlanalım! Heyhat! +Şu “üç günlük!” hayatın arkasında bitmez tükenmez bir +hayat var ki bu gidişle o bizim için na-mütenahi bir devre-i +azabdan başka bir şey olmayacak! Acaba orada ne yapacağız? +Dünyada iken hayat-ı şeriatı namus-ı milleti bile bile +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +heder eden biz sefiller huzur-ı ilahiye hangi yüzümüzle çıkacağız? +Ey cemaat-i müslimin görüyorsunuz ki duracak zaman +değil: Çünkü zaman durmuyor! Haydi bakalım hüsran-ı +mübinden kurtularak yaşamak İslam’ı da yaşatmak istiyorsanız durmayınız: +Mehmed Akif +SEBILÜRREŞAD’A +“Terbiye-i Ahlakıyye” ünvanıyla bundan dört sene evvel +bu def’a olsun murahhas göndermesi ve şarkta terbiye-i ahlakıyyenin +murahhaslara tevdi’ edilmesi resmen rica olundu. Bu taleb-i +resmide şark terbiyesi hakkındaki ma’lumatın vaktiyle Korfulu +bir Yunanlı tarafından yazılmış muhtasar bir esere münhasır +olduğu da tasrih edilmişti. Maarif Nezareti bu da’vete +fakīre havale etti. Raporun bir dereceye kadar ihzarına tarafımdan +karib bir zamanda kabinenin tebeddülü eserin ikmalini de +taraf-ı hükumetten murahhas i’zamı mes’elesini de akīm bıraktı. +Avrupalılara okutmak mülahazasıyla kaleme alınan bu +müsveddat-ı na-tamamın mütalaasından bazı ihvan-ı dinin +de müstefid olabileceği me’mul olduğundan bunları aynen +Sebilürreşad ’ın sine-i hıfz ü hirasetine tevdi’ ediyorum. Kari’in-i +kiramın zevkine uygun düşerse ma-ba’dını da ikmale +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Medeniyet-i garbiyyenin el-yevm ha’iz olduğu mevki’-i +hakimiyyet Avrupa akvamını bu hakdanın her noktasında +akvam-ı saire ile zaruri bir temas-ı daimide bulundurmakta +olduğundan beyne’l-milel tearüf ihtiyacı günden güne kesb-i +şiddet etmektedir. Şarkıların Avrupalıları Avrupalıların şarklıları +gereği gibi tanıması hususunun hayat-ı akvamın en +mübrem levazımından addedileceği devre çoktan beri hulul +etmiştir. Avrupalı olmayan akvam içinde müslüman namı +altında müctemi’ ve Bahr-i Muhit-i Kebir ile Bahr-i Muhit-i +Atlasi arasında yek-pare bir vücud gibi mütemekkin yüzlerce +milyon raddesinde bir kitle-i azime-i akvam vardır ki elsine +ve elvanı ve sırf mahalli olan bazı ehemmiyetsiz i’tiyadatları +ber yine din ve ayin ve –yine dinlerinden muktebes– etvar +ve adat nokta-i nazarından beynlerinde pek sıkı ve umumi +bir rabıta mevcuddur. Bu kitle-i azime-i beşerin en büyük +kısmı Avrupa müsta’mirlerinin zir-i idare-i hakimanesinde +bulundukları cihetle bu akvamın –dinleri kadar– ahlak ve +adatlarının mübteni olduğu esasları bilmek öğrenmek yine +o müsta’mirlerin menafi’i iktizasındandır. +Vakı’a bir asrı mütecaviz zamandan beridir bir taraftan +müsteşriklerin haza’in-i asar-ı İslamiyye içinden iktibas-ı +nefa’isle uğraşması diğer taraftan müsta’mirlerin gerek ticaret +ve gerek idare-i memleket gibi vesa’il ile milel-i mahkume +sırasına geçmiş akvam ile hal-i temasta bulunması bir +taraftan da Avrupa ve Amerika haricinde neşr-i İncil ’e çalışan +du’at-ı dinin tedkīkat-ı gayret-keşanesi şark ile garb arasında +dolmaz zannolunan uçurumu epeyce doldurmuştur. +Bu asr-ı ahir-i nur ve ma’rifet yorulmak bilmeyen mücahidin-i +sabıkayı fersah fersah geçmiş olduğundan vaktiyle “Sarazenler”le +“Türkler” hakkında tedavül eden acib ve garib +rivayat-ı bi-ma’nadan eser kalmamıştır diyebiliriz. Avrupalılarca +müslümanların müşrik hasa’is-i insaniyyeden mahrum +tahrib-i bilad ve ta’zib-i ibad ile müsahhir-ı bela-yı as +mani diye telakkī edildikleri zamandan lehü’l-hamd pek +uzak bulunuyoruz. Efkardaki bu tahavvül-i azimin sebebini +her şeyden evvel fikr-i ilminin fikr-i tenkīdin bil-cümle +ma’lumat-ı beşeriyyeye sari bir hale gelmesinde hiçbir +ha +kīkati delilsiz tasdik etmek şanından olmayan menahic-i +eylemiş bulunmasında aramalıdır. Biz müslümanlar aşk-ı +hakīkatle ser-a-pa meşbu’ olan bu mesai-i celilenin ne derece +minnetdar ve şükr-güzarı isek ati-i insaniyyet hakkında +da kalblerimiz o derece lebriz-i emeldir. +Garb mütefekkirininin ahlak ve adat-ı şarkiyyeyi tasvir +şarklılar hakkında epey sahih bir fikir edinmeye hadim olmakta +him cihatın layıkıyla tenevvür etmesine mani’ olduğundan +bize aid levha-i tasvirin yine bizim elimizle tersim edilmesi +elbette fevaid-i azimeyi mucib olur. Binaenaleyh bu risalede +memalik-i Osmaniyyede ahlak ve adabın ve adat ve meşaribin +ne şekilde ve ne gibi esaslara müstenid olduğu beyan +olunacak ve burada serd edilecek hakayık pek cüz’i farklarla +bütün alem-i İslam’a muntabık şeyler olacağından bu eser +Her yerde olduğu gibi kavaid-i ahlakiyyeyi vacibat-ı +kavanin-i nazımesini insanlara ilk ta’lim eden dindir. Akvamı +sırr-ı menzil-i sa’adet ve terakkīye isal etmek şanından +olan bu kavaid ve kavanin hangi kavmin dininde daha +mufassal ve sarih ise o kavim sahne-i şu’un-ı alemde daha +paydar ve amme-i nev’-i beşer hakkında daha lütufkar izler +bırakmıştır. Kezalik bu kavaid ve kavanin her hangi kavimde +matlub olan derece-i sa’adeti tekeffülden kasır kalmış ise +dinin bu cihetteki noksanını o kavmin ukalası felasifesi ikmale +çalışmıştır. Efkar-ı felsefiyyenin hayat-ı akvam üzerindeki +te’sirat-ı azimesi gayr-ı münker olmakla beraber enzar-ı +ehl-i tedkīkte hafi kalmayan mühim bir nokta vardır ki o da +nazariyyat-ı felsefiyyenin –avam-ı nasın tekamül-i zihnisine +hadim oldukları halde– teshir-i kulubda ve mesalik-i ahlakiyyeyi +a’mak-ı ervaha kadar rekz ü infazda din ve akīde +mertebesinde izhar-ı hakimiyyet edememeleridir. Nazariyyat-ı +felsefiyyenin tehalüfü ile beraber felsefenin hürriyet-i +tefekkür ve istidlale açtığı şehr-rah-ı vasi’ bu hakimiyyete +tabiatıyla mani’dir. Tarih-i nev’-i beşerin her sahifesi bize +gösteriyor ki havas ve avamı hayran eden faziletlerin veleh-bahş-i +ukūl olan a’mal-ı hayriyyenin edvar-ı inkişafı daima +akīde ve imanın rasih olduğu zamanlara tesadüf etmiş +ve akayidin infisah devrelerinde ise daima reza’il ve kabayih +cem’iyete hükümran olagelmiştir. +Mebna-yı istikrarı din üzerine mü’esses olmayan sırf akla +müstenid kavaid-i ahlakiyye belledikleri nazariyyatın sıdkına +bir iman-ı kavi derecesinde ka’il olan zümre-i mütefekkirin +nin azlığına delil aramak bile zaiddir– heva-yı yek-ruzesini +bir hayat-ı paydara değişmeyi işten bile saymayan avam-ı +nas için –ki nasın ekseriyet-i uzmasını teşkil eden bunlardır– +hiçbir vakitte vacibü’l-ittiba’ olmak faziletini ha’iz olamaz. +Kavaid-i ahlakiyyenin en kavi mü’eyyidatı dindedir. +Vesaya-yı ahlakiyyenin en büyük harisi hamisi bir Kadir-i +mutlakın yevm-i ahirette ibadını ten’im veya ta’zib edeceği +hakkındaki iman-ı kavidir. +Bilad-ı İslamiyyede de ahlakın üssü’l-esası din-i celil-i +Muhammedi’dir. Mehasin-i ahlakın feza’ilin ale’d-derecat +en pest tabakattan en ali mehafile kadar bil-cümle sunuf-ı +halk arasında neşr ü ta’mimine sebeb olan şeriattir. Müslümanlar +reza’il ve mesaviden tahalli ve feza’il ve mehasin +ve sellem dest-i terbiyetinde yetişen ashab-ı güzin ile onların +perverdeleri olan tabiinden başka rehberlere nümunelere +Hind ile Yunan’ın bir aralık İslam eline geçen metrukat-ı +felsefiyyeleri müslümanlarda ahlakın seyr-i umumisine te’sir +Dimne ’si İbnü’l-Mukaffa’a Eflatun ile Aristo’nun kütüb-i +ahlakiyyesi Farabilere İbni Sinalara İbni Miskeveyhlere +Tusilere İbni Rüşdlere bazı eserler ilka etmiş ise de bunlardaki +desatir-i ameliyye Kur’an ile hadisin seyl-i huruşan-ı +vesayasına karşı isbat-ı vücud edemeyecek kadar ruhsuz +görünmüş ve kulubu terbiye etmek hassası yalnız menba’-ı +nübüvvetten sadır olan evamir ve nevahi ile bunları düsturu’l-amel +kalmıştır. +Fi’l-hakīka din-i İslamdaki hikmet-i ameliyyenin muhtevi +olduğu tafsilat-ı hurde-sencane bir nazar-ı insaf-perveri hayrete +ahlaktır. Kur’an ’ın her hangi ayeti tedkīk edilse ya mantukunda +ya mefhumunda insanları rah-ı hidayet ve fazilete +sevk edecek sa’adete mani’ ahval ve ef’alden tahzir eyleyecek +erbab-ı tetebbu’a giran gelecek içinden çıkılamayacak bir +şeyi varsa o da münhasıran ahlak ve adaba müteallik olan +ayat-ı kerimeyi intihab ve tasnif etmek müşkilatından ibarettir. +Bu da Kur’an ’dan din-i İslam’dan en mühim garaz +ve gayenin tahsin ve tasfiye-i ahlak-ı beşer olmasındandır. +Hazret-i Peygamber hakkında Kur’an ’da varid olan en büyük +sena ve ta’zim +ayet-i kerimesidir ki +“Şübhesiz sen mehasin-i ahlakın pek büyük bir mertebe-i +aliyyesini ha’izsin” demektir. Hazret-i Resul-i ekrem sallallahu +aleyhi [ve] sellem de kendi gaye-i bi’setini +hadis-i şerifi ile ta’yin ediyor ki “Ben ancak +mekarim-i ahlakı tamamlamak için ba’s olundum” demektir. +Zevce-i tahiresi Hazret-i Aişe’ye: “Resulu’llah’ın ahlakını +bize ta’rif et” denildiği zaman: “Onun ahlakı Kur’an ’dan +Böyle bir da’va-yı azim ile ortaya çıkan bu din +zuhurundan matlub olan gayeye bir rub’ asır içinde vasıl +olmuş ve tarih-i alemde hadis olan en büyük inkılabı vücuda +getirmiştir. Kur’an ’ın havi-i feza’il ve mahi-i reza’il +olmasından o Peygamber-i zi-şanın tatbikatta rehberlik +etmesindendir ki ashabı içinde feza’ilde her biri bir kavme +sermaye-i iftihar olacak bunca e’azım-ı insaniyyet zuhur etmiştir. +Dinimizin mebnası ruhu ahlak-ı hasene ile tahalluktan +medar olacak teferru’atın hiç biri ihmal edilmediği içindir ki +yeryüzünde bu kadar az bir müddet içinde bu hayret-feza +AVRUPA ULEMASININ MÜHIM + +---- +BIR SUALINE CEVAB +---- + +Mesela: Bir nebinin zamanında hamrın adem-i tahrimi +yine nebiyy-i aharın zamanında hem-şiresini nikahtan nehy +varid olmaması onların indinde şürb-i hamrın makbul olduğuna +kız kardeşini nikahta be’is olmadığına haml etmek +caiz değildir. Belki onların hakkında nehy varid olmaması o +zamanki insanların kuvve-i akliyyeleri bu gibi umurun mazarratını +haram kılınacak olursa aralarında bir fitne-i azime tahaddüs +ederek pek çok niza’a şiddetli mukateleye müncer olacağındandır. +lenmemiş onu işlemekten men’ olunmamışlardır. +Bu sözümüzden enbiya-yı izamın cümlesini irfan ve +fazilet i’tibarıyla tarak dişleri gibi müsavi olduğunu i’tikad +ediyoruz zannedilmesin. Çünkü derece ve mertebe i’tibarıyla +bazısının diğer bazısı üzerine efdal ve müreccah olduğu +gayr-ı kabil-i inkar bir hakīkattir. Zira zamanın teceddüdü insanlarda +olan kuva-yı müdrikenin tevessü’ ve tenemmüvüne +büyük bir vasıtadır. Binaenaleyh buradan anlaşılıyor ki +daima sonra gelen nebilerin evvelkilerden daha mütekamil +olacağı gayr-ı kabil-i iştibah bir hakīkat-i kat’iyyedir. +Çok kimseler vardır ki kendisini ihata eden evhama kapılarak +şu iddiada bulunurlar: A’sar-ı ahirede gelen insanlardan +bazı kimseler görüyoruz ki onlardaki hamakat besatat +asr-ı evvelde gelen bazı insanlara nisbetle daha ziyade +daha büyüktür. +Onlara cevaben biz de deriz ki: Evet bu doğrudur fakat +bizim iddiamızı nakz edemez. Çünkü hüküm daima ağlebedir. +Bil-farz bir beldede vahşetin hüküm-ferma olması diğer +memleketlerde medeniyetin adem-i vücudunu nasıl iktiza +etmiyorsa bu da aynıyla ona benzer. +Zira bugün dünyada medeniyetin terakkī edip de medeniyetten +mahrum bir memleketin adem-i vücudu medeniyetin +umumiyet i’tibarıyla terakkī etmesi demek olup hiçbir +tarafta vahşet kalmamıştır demek değildir. Binaenaleyh asr-ı +hazırda a’sar-ı mütekaddimeden ziyade vahşilerin bulunması +hiç de ba’id değildir. +Vakta ki vücud-ı mukaddesi nev’-i insanın evc-i balayı +medeniyyete terakkī ve i’tilasına vesile-i uzma vasıta-i +kübra olan Hazret-i Muhammed sav meşhudumuz olan +saha-i alemi teşrif ettiler; –hariku’l-ade bir sür’at-i berkıyye +tarik dahilinde ikmal mahlukatı meratib-i sa’adetin kusvasına +Her kim vicdanının karşısına geçip de Hazret-i Muhammed +savden evvelki insanların hal-i esef-iştimaline puyan +oldukları dalalet ve sefahete nazar-ı im’an ve basiretle bakar +bir de ondan sonraki hallerine onun asrında vasıl oldukları +terakkıyat-ı azimeye nazar ederse iki hal beyninde +yer ile gök arasındaki mesafe nisbetinde azim bir fark göreceği +şübhesizdir. +Evet Hazret-i Muhammed sav insanlara halikını tanıt +tırıp onları kendileri gibi mahluk olan esnama güneşe yıldızlara +ateşe ve daha bunlara mümasil bazı şeylere ibadet +etmekten men’ edip tarik-ı fevz ü necata hidayet etti; bu +hususta yapılacak da’vet bittabi’ bazen lütuf ve ikram ile bazen +unf ve gılzetle oluyordu. Çünkü bir kısım anud insanlar +Hazret-i Peygamber’i bu da’vetten vazgeçirmek için bazen +tehdid bazen de onunla muharebe ediyorlardı. Hazret-i +Peygamber ise bunların bazılarına teşvik diğer bazılarına +da tahvif ve terhib ile görünüyor. Hal ve maslahatın icabatı +üzere mu’amele ediyordu. +Bundan sonra pek az bir zaman zarfında envar-ı medeniyet-i +vardığı yerleri vahşetten tahlise muvaffak oldu. Hatta bu +kadar az bir zaman içinde etba’ının tekessür etmesi her +tarafa neşr-i envar-ı füyuzat ederek medeniyetin mertebe-i +ulyasına vasıl olmaları bütün erbab-ı ukūlü hayretler içinde +bırakıyor. Fakat tedkīkat-ı amika neticesinde görülüyor ki: +Bunun sebebi İslam’ın evamir ve nevahisinin icabat-ı akla +muvafık mukteza-yı hikmete mutabık olmasından başka bir +şey değildir. +tarafa teveccüh eder yahud ondaki i’caza uslub-ı ifadesindeki +bedayi’a im’an-ı nazar ederse üzerinden bin üç yüz bu +kadar sene mürur ettiği halde bugün söylenmiş bu zamanın +kalır. Çünkü suhuleti ile beraber beliğ muciz olmasıyla beraber +de tam ma’nasıyla meramı müfiddir. Zaman-ı nüzulündeki +kelamlara lehçe ve uslub cihetinden nasıl mutabık +görülüyorduysa her zamanki uslub-ı kelama da muvafıktır. +San’at-ı kitabet ne kadar terakkī ederse onun belağatı da o +nisbette takdir olunacak erbab-ı ukūl için mezaya-yı Kur’an +Ve’l-hasıl Kur’an -ı bahiru’l-beyanın fesahat ve +belağati o kadar hutaba ve büleğayı aciz bütün fusahayı +hayretler içinde bıraktığı gibi ihtiva ettiği ahkam-ı celile de +sa’adet-i dareyni kafildir. Eğer Kur’an-ı Kerim ’in muhtevi +olduğu ahkam ile o ahkamın her birerlerinin müştemil olduğu +hüküm ve menafi’i tedkīk edecek olursak ahlakını tehzib +etmek kemale ermek yaşamak için beşeriyet ne gibi +şeylere muhtac ise onların hepsini cami’ olarak buluyoruz. +Görüyoruz ki; daima ahlak-ı hasene secaya-yı aliyye dünya +ve ahirette beşeriyetin sa’adetini te’min edecek şeylerle +emrediyor. Bunu isbat etmek için ber-vech-i ati evamir-i +Kur’an iyyeden bir nebze zikr ediyorum: +Adalet tevazu’ hüsn-i mu’aşeret te’avün hüsn-i huluk +mala-ya’niyi– dünya ve ahirete faidesi olmayan şeyleri– +terk ni’metin kadrini bilmek emr bil-ma’ruf nehy +ani’l-münker aralarında gerginlik olan iki kişiyi barıştırmak +nı sormak nasihati kabul etmek cehlini i’tiraf ehl-i ilme +yetimleri taltif muhtacine mu’avenet hayrı şeca’ati afv ü +etmek hilim sabır gadr edip aldatmamak sehavet hukūkunu +bilmek müşkilat-ı umurda sebat göstermek kanaat +emaneti muhafaza etmek bilmediğini öğrenip bilmeyeni +öğretmek istikamet iffet sıdk mürüvvet hulus-i niyyet +ulüvv-i himmet kusurunu i’tiraf hakkı iz’an insaf ile mu’amele +re’fet ırz ve namusunu sıyanet hayr üzerine delalet +fasl-ı da’va hezlden mücanebet nefsini tehzibe çalışmak +sıla-i rahm dostluğu muhafaza va’dini yerine getirmek +borcunu ödemek başkalarıyla istişare iltizam-ı hakīkat büyüklere +hürmet küçüklere merhamet ve bunların gayrı bir +takım umur-ı müstahsenedir. +Bir de o kitab-ı mu’azzamın nehy ettiği şeylere atf-ı nazar +edelim. +rib-i adide ile sabit olan bir takım ef’al-i kabiha ve mesavi-i +ahlaktır. Zina livata şürb-i hamr ekl-i riba zulüm gadr tekebbür +hased buğz kin hırs yalancılık gıybet nemime +olmak boş yere çok söz sarf etmek fenalığa meyl etmek +riya korkaklık zalime tavassut hile +“Sonu gelecek hafta” + +---- +HUTBE +---- + +. = = = . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . = = . . . . . . . . +[Burada + +---- +VATAN MERSIYESI +---- + +Ah yaktık şu mübarek vatanın her yerini +Saçtık eflake kadar dudunu ateşlerini +Kapadı gözde olanlar çıkacak gözlerini +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Kendimizden neden olduk bu kadar me’yus +Gidelim dadına Allah için ehl-i namus +Sönüyor şem’-i emel işte kırıldı fanus +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vardı ta Ka’be’ye Zemzem gibi hun-ab akıyor +Yerdeki hun-ı şehidanı bu hasret yakıyor +Yine erbab-ı heva seyrine çıkmış bakıyor +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Serilip hak-i hakarette vatan can veriyor +Yetişin son nefesimdir gelin imdada diyor +Sevgili validemiz akıbet elden gidiyor +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Bu vatandır dağıtan aleme ilm ü edebi +Bundadır Beyt-i Harem Mescid-i Aksa-yı Nebi +Ne bela çektik ise hep bu vatandır sebebi +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatanı çiğnedi geçti vatanın ağyarı +Merhamet kaldı sana İki Cihan Hünkarı +Gidiyor sevgili Kur’an’ını hıfz et bari +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Düşünün ruz-i zuhurundaki şanlı demini +Doldururken şühedası bu fena alemini +Tutacak bir çocuğu kalmadı mı matemi +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Beslemişken bu kadar ademi ihsanı ile +Gitti bi-çare vatan ağlayarak şanı ile +Yaz bu mersiyyeyi taşa şüheda kanı ile +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Silmedik bunca yetimin gözünün yaşlarını +Taşa topraklara sürdük o güzel başlarını +Vatanın bağrına vurduk vatanın taşlarını +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Bir zaman alem-i ikbalde sultan olduk +Cami’-i alem idik şimdi perişan olduk +Ah bir kan içenin keyfine kurban olduk +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatanın nekbetine derdine can mı dayanır +Düşmanın görse gözü yare gibi kan boşanır +Bu kadar zulmden insan değil İblis utanır +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Gidiyor ahirete ah ederek şanlı vatan +Yalınız kaldı teselli bize bir pare kefen +Hıfzı uğrunda denizler gibi kan dökmüş iken +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Ka’be’yi yıkmak için mi dökülür hep kanlar +Müslümanım diyene rahm ediyor şeytanlar +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Hun-i ma’sum-i şühedayı görün çıktı dize +Bakın Allah için insaf ile tarihimize +Bu hakaret bu eza layık olur muydu bize +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Yalınız bir küçücek kızlar imiş evladı +Onların kanı idi girye-i istimdadı +Girmedi ah kulağına yine feryadı +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Ey vatan genç idin eyvah tükendin bittin +Bizi hainlere na-merdlere muhtac ettin +Bunca öksüzlerini kimlere koydun gittin +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Bu felaket yakışır mı yüreği dağlılara +Hançer-i zulm urulur mu bu eli bağlılara +Tepelettin bizi ya Rab Karadağlılara +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Eyledik kesbimize hep vatanı sermaye +Biz bu hizmetle mi geldik bu fena dünyaye +Yüzümüz kalmadı Allah’a da istid’aye +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Buyurun kanlı musallaya Huda hurmetine +Hakk’a karşı duralım er kişi niyyetine +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Kimdir iclalini tekbirini ayin edecek +Kabirde dininin a’dası mı telkīn edecek +Şu mübarek vatanı kalmadı tekfin edecek +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Ne mürüvvet dile bizden ne vefa ümmid it +Ey vatan yarelerin tiftiğini kendin dit +Göğsünü bağrını aç mahkeme-i mahşere git +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatan evladına Moskof gibi rahm etmediler +Hastaya bakmadılar yareliye gitmediler +Dittiler etlerini tiftiğini ditmediler +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Var iken meşverete milletin isti’dadı +Kime verdi bakınız devlet-i istibdadı +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Bulunaydı seni bizler gibi üç dane seven +Yüzüne bakmaya da kasd edemezdi düşmen +Etini beslediğin halk yedi ah vaten +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatanın cevher-i namusunu biz mi satalım +Ne reva böyle cehalet döşeğinde yatalım +Halik’a karşı duracak kimseye taş mı atalım +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Doymadık gözlerimiz kan ile olsun dolsun +Babalar ağlaya dursun analar saç yolsun +Yüzümüz yerde sürünsün başımız taş olsun +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatanın yareledi sinesini düşman eli +Girye-i matem imiş tali’imiz ta ezeli +Kerbela’da dökülen hun-ı şehidan-ı Ali +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Vatan eyvah hakīr oldu perişan oldu +Düşman İstanbul’a girdi bu dahi şan oldu +Memesinden dökülen süt yerine kan oldu +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Böyle ma’sum ölenin kabri kılıçla açılır +Kabrin üstündeki taştan bile kanlar saçılır +Böyle kanlar saçılırken ne yürekle kaçılır +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +Ey vatan hasretini ıyd-i visal eyle bize +Bari rü’yada görün arz-ı cemal eyle bize +Sütünü ni’metini gayrı helal eyle bize +Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini +Yoğimiş kurtaracak bahtı kara maderini +ŞI’R-I ŞEBAB +Hala yine şehvet yine tervic-i faziha!.. +Kalkmış demek artık aradan şimdi utanmak. +Hala o cinayet!.. Kanıyorken vatanın bak +Cangahına dün açtığımız kanlı ceriha! +Ey genç o akan kanları sen dindirecekken +Düşmanlara bir darbe-i kahr indirecekken +Sen millete bir devr-i felaket açıyorsun! +Her yer bize bir sahne-i dil-suz-ı feca’at +Bir çehre-i ye’s-aver-i gam arz ediyorken +Hala kaleminden dökülen: Katre-i şehvet; +Hala hevesatın ile uğraşmadasın sen! +Millet kırılırken şu vatan parçalanırken +Bir hiss-i teessür bile göstermeyen ey genç! +Bak yazdığın asara: Nasıl pisne de iğrenç! +Artık o edebsiz kalemi kır edeb öğren! +Bir milletin ayinesi ayine-i hissi +Aheng-i tesellisi demektir: Edebiyyat; +Fikr-i beşerin meşrıkı amalinin aksi +Mir’at-ı tecellisi demektir: Edebiyat. +A’sabı uyuşmuş kurumuş millete bir his +Bir ruh-ı teyakkuz verecekken.. Bize heyhat +Şehvet daha bilmem ne mülevves ne kadar pis +Hisler veriyor şi’r-i şebab ü edebiyyat!.. +Siz yaptığınız artık edebiyatı oyuncak; +Bunlarsa edeb ümmet-i merhumeye hüsran! +Millette ne din duygusu kaldı ne de ahlak +Hep işte bu hain bu edebsiz yazılardan!. +BIR FELAKET-I MÜŞTEREKE +teslim ederler ki Zi’l-hiccce sene tarihine tesadüf eden +Cuma gününde azim-i bağ-ı cinan olan ekabir-i fudaladan +ve dühat-ı ulema-yı müsliminden asrımızın allame-i yeganesi +fazıl-ı şehir muhakkık-ı bi-nazir üstazü’l-esatize Mevlana +Ma’nastırlı el-Hac İsmail Hakkı Efendi hazretlerinin +uful-i ebedisi yalnız aile-i muhtereme-i keder-didesine has +bir felaket olmayıp belki bütün alem-i İslam için bir felaket-i +müşterekedir. Çünkü üstaz-ı merhum ulum-ı akliyye ve +nakliyyeyi harika bir surette cami’ ve mevahib-i ilahiyye ve +secaya-yı insaniyyeye dair ve müteallık bulunan ulum ve +maarife kema yenbagī aşina bir fazıl-ı derya-dil olup a’zam-ı +bilad-ı İslam ve muhit-i rical-i ulema-yı a’lam olan belde-i İstanbul’da +her vechile teferrüd etmiş bir zat-ı feza’il-simat idi. +Nutk-ı alilerindeki beliğane nizam ve takrir ü tahrirlerinin +edasındaki insicam pek mükemmel olduğu gibi şirin ve +hem de metin idi. Matlub ve müdde’asını isbat için sevk +ettiği berahini lüzumu kadar izah eder ve sadedden harice +çıkmazdı. Ta’assub ve hak-na-şinaslıktan be-gayet mücanib +Mecalis-i ilmiyye ve mevaiz-i diniyyelerine müdavim +olanlar ahlak-ı redi’eden tahalli ve füyuzat-ı fazl ü maarif ile +tahalli ederler idi. Bit-tesadüf uğrayan erbab-ı takdir dahi +gayr-ı ihtiyari olarak derhal ku’ud ile haline göre müstefid +ve müstefiz olduğu gibi kalbinde dahi o muhterem sima-yı +nura gayr-ı kabil-i ta’rif bir incizab ve muhabbetle kalkar idi. +Bu abd-i aciz dahi o meclis-i feyz-i lami’a unfüvan-ı +şebabımdan beri devamla bi-nihaye istifade ve meslek-i +celil-i ilmiyyeye süluk şerefine nail olup o müfessir-i zamanın +Fatih Cami’-i Şerifi’nde güzide-i talebe-i ulumdan bir +cemm-i gafire kemal-i tahkīkat ve tedkīkat ve fünun-ı şettaya +tatbikat ve zatına mahsus mehabet ve vakar ile tedris +buyurdukları Tefsir-i Beyzavi ’den sure-i celile-i Lokman ve +evail-i sure-i celile-i Nisa derslerinde bila-fevt hazır bulunup +gavamızı halle dair takrirat-ı üstazanelerini zabt ve sebt ile +bir da’isi olmakla müftehirim +Merhum-ı müşarun-ileyh hazretleri ömrünü hayatını +din-i celil-i İslam’a hizmet ve tedris-i ulum-ı şeriate hasr edip +müdafi’-i din-i mübin-i Ahmedi olduğu asar ve makalatıyla +sabittir. Ba-husus güzide-i nefa’is ıtlakına bi-hakkın şayan +bir gevher-i safa-aver-i sudur-ı ehl-i iman olduğu vareste-i +arz ve ifham olan merhumun Risale-i Celile-i Hamidiyye +tercümesi bu babda bir bürhan-ı bahirdir. +Sit-i fazl ü kemali dünyayı tutmuş olup mahza eser-i +hased olarak hakkında edilen kal ü kīl şeref ve şöhretine +nakisa irası şöyle dursun cihet-i uhra mülahazasıyla erbabı +ed-Dü’eli: +– +Hased ulema beyninde daha ziyade görünmektedir. +Binaenaleyh Mezheb-i Maliki’de onların yek-diğerleri aleyhinde +şehadetleri kabul olunmaz. +Abdullah bin Abbas radıya anhüma Rabbü’n-nas hazretlerinin +kelimatın[dan]dır: Ulemanın sözlerini dinleyiniz +ancak birbirleri aleyhinde vukū’ bulan kelamlarına havale-i +sem’ ü i’tibar etmeyiniz çünkü onlardaki tehasüd ve tebağuz +herkesten ziyadedir. +Hülasa üstaz-ı merhumun şan-ı alilerine layık bir surette +medh ve sitayişlerinde hame-ran-ı makal olmak haddimden +haric olduğunu kemal-i ciddiyetle i’tiraf eder ve +– +du’asıyla +hatm-i kelam eylerim. + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +Bu def’a her ikisi de delil-i sahih bulunmadıkça yek-diğerinin +sözünü kabul etmeyeceklerinde müttefik bulunuyorlardı. +Bahis yine kıyametin yakın olması ve bunu isbat etmek +Çünkü kıyametin yakın olduğuna ondan evvel de beheme-hal +dinin duçar-ı za’f olacağına müslümanların parça +parça olarak her biri bir tarafta mahv olup gideceklerine +dair her asırda vücudu eksik olmayan cahil va’izlerin kopardıkları +feryadlar budalaca sadalar dolayısıyla bu +mes’ele müslümanları pek fena bir surette mutazarrır ediyor +onları sa’y ve amelden alıkoyup her türlü zillet ve meskenete +en basit pek fena bir ma’işet-i hayatiyyeye razi olmakta +ber-devam kılıyordu. Binaenaleyh muhavereye şu suretle +mübaşeret olundu: +Muhakkık: - Ben de tasdik ediyorum ki cümel-i hesabiyye +denilen şey kadimdir. Hem Arablara bu hesab Süryanilerle +umura delaleti ne aklidir ne de tabi’idir. Ancak muvaza’a +ve ıstılah tarikıyladır. +Gerek Arablar gerek başkaları için her hangi bir kelimeyi +alıp onun aded-i hurufunu hesab ve onunla bir milletin +mevcudiyet ve istiklalinin devam ve bekasını tahdid ile hükmetmeyi +tashih edecek müttefekun-aleyh bir ıstılah yoktur. +Hatta diyebilirim ki: Lügatte keşf-i istikbale delalet edecek +gerek hesabi gerek gayr-ı hesabi rumuz bile yoktur. Nihayet +bu hususta mümkün olan bir şey varsa o da buna dair +mevzu’ ve mustalah olan bir usul ile bu hesabdan istifade +etmektir ki bu ıstılah-ı mevzu’u bilenlerden başka hiçbir +kimse onu anlayamaz. +Mesela: maddesinden mürekkeb olan elfaz-ı mahsusadan +sonra bulunmasıyla ta’ayyün eden bir kelimeden +yahud kelamı zikr ederek cümel-i hesabiyye vasıtasıyla +aded-i hurufundan hasıl olan yekun ile tevkīti bilinmesi istenilen +şeyin vücuda geldiği seneyi beyan etmek gibi. Bunun +da öyle bir ibare ile zikr edilmesi lazımdır ki: O ibare +her kime söylenirse ondan maksud olan ma’ani anlaşılsın. +E’imme-i erba’a rahimehumu’llah hazeratının tarih-i tevellüdleri +vefatları müddet-i hayatlarını beyan zımnında bazı +kimselerin söylemiş olduğu ebyat-ı atiyye de bu kabildendir: + + +Eğer ebyat-ı sabıkadan maksadın ne olduğunu bildiren +beyt-i ahir olmamış olsaydı o beyitleri okuyan işiten +kimseler maksadı tamam anlayamazlardı. Binaenaleyh bu +hesabın delaleti sahih olamaz. Sahih olmayan bir şeyi erbab-ı +ukūlün kasd etmesi ise hiç de doğru değildir. Çünkü +bu lağvdır batıldır. Şu halde nasıl olur da bu gibi lağviyyat +batıl olan şey Kitab-ı İlahi’ye muzaf kılınmak sahih olur?! +Bu hem alamet-i nakstır hem de +nazm-ı ilahisi ile tavsif edilen beyanat-ı Kur’an iyyeye +münafidir. Eğer “Ta-sin-mim Ha-mim” gibi evail-i süver-i +Kur’an iyyede bulunan şu huruflar mu’amma olsalardı +Kur’an-ı Kerim ’in ehass-ı evsafından olan “mübin” vasf-ı +şerifi ile vasl olunup bitişmezlerdi. Hem ne hacet! +Zaten ilm-i kelam uleması da Kur’an ’da insanların anlamadığı +rumuz ve mu’amma nev’inden bir kelamın mevcudiyetini +Binaenaleyh bir takım kıssa-guyanın tahrif-i hakayıka +çalışan deccallerin sözlerine karşı “din”i muhafaza akaid-i +hikmet-amizlerini terk etmek mukallid için nasıl sahih olabilir? +Sana ebced hesabıyla verilen hüküm hakkında bazı +üdeba miyanında cereyan eden bir latifeyi zikr edeceğim. +“Hamd” namında bir Şii Bağdad üdebasından birisiyle bir +mes’ele hakkında münazarada bulunur. Hamd kendi da’vasını +–senin yukarıda kıyametin zaman-ı vukū’unu +nazm-ı celili ile istidlal ettiğin gibi– hesab-ı ebced +ve oraya muvafık olan bazı kelimat-ı Kur’an iyye ile ihticaca +kalkışır. Şiiye karşı edib der ki: –Bu gibi istidlali kabul ediyor +musun? Şii: –Evet. Edib: – Öyle ise sen “kelb”sin. Çünkü +ebced hesabıyla “hamd”in hurufu olduğu gibi “kelb”in +de böyledir. Şii: – İsm-i sahihim Ahmed’dir. Edib: – Öyle +olarak münazarayı bırakır. +Geçen mecliste Yahudi hakkında rivayet olunduğunu zikr +ettiğin hadise gelince: Bu sahih değildir. Bunu naklettikleri +şeylerin hakīkatini taharri etmeyen müfessirler İbni İshak’ın +Siyer ’i gibi gayr-ı makbul olan siyer ve mağazi kitaplarından +almışlardır. Bu gibi kitaplardaki şeylerin ekserisi mu’temed +olmadığını sana bildirmiştim. Bu babda İhya’ü’l-Ulum Şerhi +’nde bir fıkra gördüm ki hülasası şudur: +“Süheyli diyor ki: Mükerreri hazf ile evail-i süverdeki +aded-i huruf şu ümmetin müddet-i bekasına işaret olsa gerektir. +Hafız İbni Hacer diyor ki: Bu batıldır şayan-ı i’timad +değildir. Çünkü İbni Abbas rd suret-i kat’iyyede ebced +hesabından nehy bu hesabın bir nevi’ sihir olduğunu işaret +etmiştir ki pek de ba’id değildir. Zira şeriatte bunun aslı ve +esası yoktur.” +Haydi teslim edelim ki Yahudi hakkında mervi olan hadis +rivayeten sahihtir. Fakat bu surette yukarıda benim muhtasaran +zikr ettiğim ve fakat İmam Razi gibi bazı mütekellimin +ve müfessirinin tafsilatı vech ile bunu dirayeten tedkīk +ederiz. Binaenaleyh yine senin zikr etmiş olduğun ma’naya +delalet etmez. Çünkü Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi +ve sellemin Ahtab’ın oğulları olan Yasir ile Hayy’a verdiği +cevabdan maksad-ı alisi onların anladığı delaleti ibtal şübhelerini +maksadları setr-i hakīkat ile galat ve şübhede bırakmaktı. +Hatta verilen cevab üzerine maksad-ı telbiskaranelerini tasriha +mecbur olduklarından Hayy +demişti. +Mukallid: –Söylemiş olduğun şeylerin bazıları +kendi aleyhine hüccet oluyor ki o da “hesab-ı cümelin aslı +olan ebced Süryani lügatinden alınmıştır” kavlindir. Halbuki +Süryani lügati melaikenin lügatidir. Şu halde Kur’an ’da +lügat-i melaikeden bir şey bulunup da umur-ı gaybiyye üzerine +delalet etmesi ve bunu anlamak da enbiya evliya gibi +melaikenin kelamını anlamakta güçlük çekmeyen havass-ı +ümmete mahsus olmasında ne mani’ vardır? Mevlana kutbü’l-gavs +Şeyh Abdülaziz Debbağ kaddesallahu sırrehu +dan rivayet olunuyor ki: Divan-ı batıni ehl-i Süryani lügatinden +başkasıyla tekellüm etmezlermiş. Çünkü bunun bir +harfi bilhassa evail-i süverde bulunanlar pek çok ma’naya +delalet ettiği cihetle gayet muhtasardır. İhtimal ki bunu +ez-Zehebü’l-İbriz kitabında görmüşsündür! +Muhakkık: –Ben Süryani ile melaikeyi kasd etmiyorum. +Ancak Süryani’den maksadım tarihte hal ve şanları ma’lum +olan bir sınıf insanlardır. Onlar Cumartesi’ne Ebced Pazar’a +Hevvez Pazartesi’ne Hutti Salı’ya Kelemin Çarşamba gününe +Sa’fas Perşembe gününe Karaşet Cuma’ya da Arube +derlerdi. Süryan bu kelimatı kendilerince ma’ruf olan huruf-ı +hecayı müştemil olarak vaz’ etti. Arablar da onlardan alarak +lügat-ı Süryaniyyede bulunmayıp da Arablarda olan diğer +huruf-ı hecadan mü’ellef iki kelime daha ilave ettiler ki onlar +da “Sehhaz Dazzag”dır. Bunlara revadif yani levahık namı +verdiler. Bu huruf ile yapılan hesabın meratibini zabt etmek +hususunda da Süryanilere muvafakat ettikleri gibi kendi +lügatlerinden ziyade ettikleri harflerin hepsini ma-kabline +yüzer aded ziyade etmekle onların üzerine ziyade eylediler. +Mesela se hı ilh. Bu suretle cem’ ve hesab etmek +harf-i ahir gayının onlarca meratib-i adedin nihayeti olan +bine muvafık gelmesine müsa’id bulundu. Bazı müverrihler +Arablarda haftanın günlerini Süryaniler gibi tesmiye ediyorlardı +zu’munda bulunmuşlardır. +Melaike’ye gelince: Bunlar benim i’tikadıma göre bizden +nihan olan alem-i ruhanidirler bunları meşhudumuz olan +alem-i maddiye kıyas etmek sahih değildir. Yahud usuliyyunun +dediği gibi kıyas ma’a’l-farıktır. İnsanların ilminin ihata +edemediği çalışmalarıyla hakīkatine vasıl olamadıklar her +şey hakkında alimü’l-gayb olan Cenab-ı Hakk’ın kavlinden +başkası makbul değildir. Halbuki melaike-i kiramın insanlar +dair ben nass-ı kat’i bilmiyorum. +Divan-ı batıni ehlinden zikr etmiş olduğun şeye gelince: +Eğer bana muvafakat edersen şimdi onu tedkīk ile uğraşmayarak +ümmet-i İslamiyyenin emrazı hakkındaki mufassal +bahse terk edip burada yalnız şu kadar söylemekle iktifa +edeceğim: Onlardan zikr etmiş olduğun şey o mesail üzerine +hüccet-i kat’iyye beyyine-i şer’iyye olamaz. Eğer bana +muhalefet ediyorsan senden nass-ı kat’i taleb ediyorum. +Mukallid: –Ben mevcud müşahed olan vekayi’ ve şu’unun +ehemmiyetini senden ziyade takdir ederim. Çok def’alar +hakīkat-i vekayi’i temsil etmeyen şeyler yalnız hayal nüfusun +evham ve vesavisinden bir vesvesedir ki bunları çıkarıp +atmak ehemmiyet vermemek vacibtir. Bu gibi şeylere +mübtela olanlarca bunlar her ne kadar ilimden ma’dud ise +de nefsü’l-emrde cehlden başka bir şey değildir. Ancak Nebiyy-i +ma’sumun alem-i gaybdan ihbar ettiği şeyler aklen +caiz olmak şartıyla mevki’-i mübahaseye çekerek başkasını +da ona kıyas etmeksizin doğrudan doğruya teslim olunur.” +Ben buraya naklettiğim şu sözlerini kendi aleyhine hüccet +kılacağım: Talebemin birisi mektebe girip tarih okumaya +başladı. Tarihe o derece haris idi ki hatta bir gün o kadar +haris olma diyerek uzak durmasını bile söyledim. Çünkü +tarih mütalaa etmek Şiiliğe seyyidüna Muaviye’ye buğz +etmeye mü’eddi olduğunda kanaatim vardı. Fakat senin +tarih ile ihticac edip onu adeta fıkıh gibi i’tibar ettiğini gördüğümden +o talebemi çağırıp tarihte cümel-i hesabiyye ile +ki: Evet bazıları +kavl-i şerifinden ’de +müslümanların Beyt-i Makdis’i feth edeceklerini istihrac +etmişler ve dedikleri gibi de oldu. Ben bu vak’ayı işittiğim +gibi aleyhine tarih ile istidlal etmek de hatırıma geldi. Fakat +ben ümid ediyordum ki müverrihlerin sözüyle kendi re’yim +üzerine ihticac olunmaz da aleyhime çıkar. Bilahare bunu +ulema-i Hanefiyye’den bazılarına söyledim. O zat da dedi +ki: “Bu rivayet Bahr ’da mezkur ve ibaresi de şudur. Mukallid +cebinden bir kağıd çıkarıp okudu ki hülasası şudur: Şeyh +ve üstazımız Ebu Cafer bin ez-Zübeyr Ebi’l-Hakem ibni +Barcan’dan şunu hikaye ediyordu: İbni Barcan +... kavlinden o zaman nasaranın yed-i istilasında bulunan +Beyt-i Makdis’i müslümanların feth edeceklerini bu +fethin zamanını gününü istihrac etmiştir. İbni Barcan Beyt-i +Makdis’in fethi hakkında ta’yin ettiği zamandan evvel vefat +etmişse de ta’yin etmiş olduğu zamanda müslümanlar fethe +muvaffak olmuşlardır.” Binaenaleyh hesab-ı cümele i’timad +ve onunla amel etmek ta’ayyün ediyor. +Muhakkık: –Görüyorum ki sen yek-diğerimizin da’vasını +ancak deliller ile kabul edeceğimize dair yaptığımız ittifakı +unutuyorsun! +Bir kitapta da’vanın zikr olunup da onu ulemadan birinin +teslim etmesi bir şey hakkında delil olabilir mi? Ebu’l-Hakem’in +leten mazbut bir vecih ma’ruf değildir demiştim ki aynı ile +buraya da cevabdır. Binaenaleyh beni tekrara mecbur kılma! +Evet ilm-i sahih ancak mevcudatın isbat ettiği şeydir. +Tarih de insanın ilminden hikaye olunuyor. Fakat tarihin +bize isbat edeceği şey vekayi’-i cüz’iyyedir. Biz de aklın bahş +edeceği kavaid-i umumiyye ile o vekayi’a hüküm veririz. +Ebi’l-Hakem’in rivayetinin sıhhati takdirinde onun sıhhati +bize kavaid-i umumiyye isbat etmez yine o bulunduğu +ebham ve gumuzu muhafaza eder. Belki onu tesadüfe haml +etmek daha karibdir. +Mukallid: –Evliyadan keşif tarikiyle sabit olanlara ne diyeceksin? +“Muhakkıkin cevabı gelecek hafta” +NIÇIN BÜTÜN SOKAKLARIMIZ ÇIKMAZ OLMUŞ? +Temeli mektep sıralarının duş-i metinine kurulan arkadaşlıkları +senelerin saha-i rikistanında cuşan seyl-i şu’un +ekseriyetle aşındıramaz. Nahin-i zamana meydan okuyan +bir meveddet-i rasine ile mütelasıku’l-fu’ad olduğumuz bu +nevi’ arkadaşlardan biriyle geçenlerde buluştuk. Müdavelesi +mu’tad olan “Nasıl oldu geçmiş olsun hele kurtuldunuz” +gibi sözler cevablarıyla beraber birer kıvılcım gibi tutuşup +söndükten sonra arkadaşım yavaş yavaş sandalyesini ilerleterek +bana doğru yaklaştı başını başıma doğru uzattı ağzını +kulağıma tevcih etti ve bir sır tevdi’ edenlerin tavr-ı ketumunu +takınarak: +– Azizim dedi muharebe başlar başlamaz tanıdığım bir +Bulgar bana dedi ki: “Efendi bu muharebe ilim ile cehl arasında +oluyor. Galebenin hangi tarafta olacağını siz takdir +ediniz.” Adamcağız doğru söylemiş. Bulgarın isabet-i hükmünü +pek müdhiş bir surette tasdik eden hadisatın huzur-ı +belağatında diyecek bir şey bulamadığım için derin bir şehik +ve zifirin lerziş-i hüsranıyla başımı salladım kaldım! +Ben bu hakīkati daha basit daha sade-gu bir ağızdan da +dinlemiştim: +Üsküb’de şehrin bir kenarında bulunan Hilal-i Ahmer +Hastahanesi’nin önünde duruyordum. Kumanova’da bozgun +vererek dönen askerlerden bir nefer; tüfenginin refakat-i +eminesine yaslanarak başı önde hastahanenin yanından +geçerken müstahdeminden bazılarının kuyudan su çektiklerini +gördü yanımıza geldi su istedi. “Bu su bulanıktır; +ladı. “Biz çamurlu su da içeriz çamurda da yatarız ölürüz +de… Hepsi bizim için” yollu bir serzeniş savurduktan sonra +söyletmek istedim. “Nasıl oldu bu ne hal bu ne geliştir?” +diyerek derdini deşmeye koyuldum. +– Onlarda dedi “fen” var. Ne yaptı yaptı toplarıyla bizi +kavurdu. Fen; efendi fen. Hergün yeni bir iş çıkarıyorlar. +Bize gelince köyümüzde bugün şöyle böyle yarım yamalak +çalışırız yarına “Allah kerim” der yata kalırız. +Konya Vilayeti’nin Alaiye havalisindeki seviye-i endişeyi +saf bir eda ile tebliğ eden bu sözlerle bir Mekteb-i Hukūk +me’zununun ağzından çıkan ve İstanbul’un cevf-i idrakinde +arkadaşımın –bilmem ne için yoksa badi-i hicab olduğundan +mı öyle yaptı?– tavr-ı kitman-pezirindeki za’f-ı ma’nayı +da hesaba katarak vatanımızda “ müd +hiş hakīkat”in artık tamamıyla mazhar-ı iktinah olduğuna +kanaat etmek istiyorum. +* * * +Evet bunda kimsenin şübhesi kalmadı. Bu memleket +toptan tüfenkten her şeyden evvel irfan ister. Biz Avrupa’nın +satvet-i ilmiyyesi karşısında böyle pest-paye kaldıkça +dünyanın kuva-yı maddiyyesi elimize teslim olunsa yine onlarla +boy ölçüşemeyeceğiz. Boğulup kalacağız. +Hamden li’llah memleketimiz bu hakīkatin pişgahında +olsun ihtilafa düşmedi bir ittifak-ı tam ile “cahiliz öğrenmeye +başlı ejder-i ihtilaf boynunu uzattı: Kimi: “Şunu öğrenelim. +Şöyle olalım” diyor. Kimi: “Hayır o öğrenilecek şey değildir; +zamanı geçti necat öbür taraftadır” Da’vasını müdafaa ediyor +kimi: “İkinizde de isabet yok. Kurtulmak isterseniz bizim +sözümüzü tutunuz” diye haykırıyor ve bu silsile-i ihtilafat teselsül +vadilerine doğru yuvarlanıyor. Nihayet bu niza’-ı kīl ü +kal-amiz hiçbir semere-i hilaf doğuramıyor akamet-i mutlakaya +mahkum kalıyor. +Cism-i vatanın muhtelif cihetlerine muhtelif istikametlerde +saplanan bu da’valar iki muhassala-i kuvaya irca’ olunabilir: +üzere muhtelif cihetlerde fakat aynı istikamette memleketin +ruh-ı terakkīsi üzerine musallat olmuştur. Musallat olmuştur +diyorum. Çünkü mevlud-ı mihanikisi bir adem-i hareketten +bir ataletten ibarettir. Biraz daha açık söyleyelim: Bu iki kuvvetten +biri “din” namına ref’-i liva etmiştir. Eğer müdafaasını +deruhde ettiği mahiyet-i mukaddeseyi iyi anlamış olsaydı +karşısındaki mukavemete galebe edecek ve atalet harekete +münkalib olacaktı. Bizde bu “fıkdan-ı idrak” bu “ifrat” +ta’assub ile ifade olunuyor. +ceddüd” namına birinci kuvvete mu’akis bir veche-i te’sir +tutmuş gidiyor. Fakat derece-i zindegisi ötekinden fazla olmadığından +–bereket versin– müvellid-i hareket olmuyor. +Bu hareket i’tikadımızca birinciden az zararlı “menfi” olmayacaktır. +O halde bizim nokta-i nazarımıza göre müsbet ve +salim bir hareket ancak bu kuvvetlerin mütevazi yek-cihet +“din” namına icra-yı te’sir edenlerle bir “amil-i teceddüd” +olarak işe sarılanlar birbirlerine munis bir “hadd-i +zaman müstakīm bir hareket başlayacak ve cism-i vatan; +şeh-rah-ı necata doğru ilerleyecektir. Ve yine işte o zaman: +Bütün bugünkü çıkmaz sokaklar çıkar olacaktır. Ve illa fela. +TE’SIRAT-I MEFSEDETKARANESI +Hakīkī bir İslamiyet müdafi’i olduğunu bütün fi’liyyatıyla +tecelli ettiren muhterem Sebilürreşad “Sezai” imzasıyla neşr +ettiği makalelerle İslamiyet’in hakīkaten pek acıklı bir yarası +ve dolayısıyla sebeb-i sukūtumuz olan emraz-ı ictima’iyyemizden +en mühimmi üzerine parmağını koymuş oluyor. +Bu zamana kadar matbuatımızda sayha-i vicdanlarımızın +ma’kesi olacak bir vasıta bulamamaktan naşi sükut etmek +mecburiyet-i eliminde kalıyorduk. İslamiyet’i milliyeti +müdafaayı yegane vazife bilen muhterem Sebilürreşad sada-yı +vicdanimizi sem’-i millete isal etmeye vasıta olacağını +yine bu makalelerle bize i’lan etmiş oluyor. Artık biz de teessürat-ı +deruniyyemizi milletimizin bu uyuşukluğuna için için +ağlamakla değil; herkese işittirmek için bağırmakla teskine +uğraşacağız. Zannederim ki samimi bir hissin tercümanı olduğu +şübhesiz bulunan bu makaleler benim gibi birçok kimselerin +de sızlayan kalblerini kanatmıştır. +Bu dinin bu milletin bu vatanın paydar olması bütün +mevcudiyetlerini bunlara hasr edebilecek bir nesl-i ati yetiştirmeye +mütevakkıftır. +Tarihi tedkīk edip görmüyor muyuz ki bir milletin yaşaması +efradının yıkılmaz bir i’tikad-ı diniyye sarsılmaz bir +metanet-i ahlakiyye herşeye tercih olunacak bir muhabbet-i +vataniyyeye malikiyetleriyle kaimdir. Yine tarih bize göstermiyor +mu ki bugün kiminin yalnız ismi mevcud kiminin +adı da mefkūd bir takım hükumat ve milel-i muhtelifenin +mahv u inkıraza uğramalarına sebeb hep bu esasatı gaib ettikleridir. +Zira metanet-i ahlakiyye ve diniyyesini gaib eden +bir milletin mutlaka mahkum-ı zeval olduğu bütün alemce +teslim edilmiş bir hakīkattir. +Bugün hepimizin şahidi olduğu acı bir hakīkat mevcuddur +ki o da dinimizdeki ahlakımızdaki za’ftır. +Emraz teşhis edilirse tedavisi kolaydır deniyor. Niçin biz +bu hakīkate ittiba’ ile hareket etmiyoruz? İşte marazımız maraz-ı +müdhişimiz mevcudiyetimizi kemiren yiyen yaramız +meydanda. Fakat.. Bin teessür ve teessüfle söylüyorum ki +biz bu marazı tedaviye değil onu devre-i tedavinin haricine +sürüklemeye çalışıyoruz. Evladlarımızı bu marazın müd +hiş +birer mikrobu olarak yetiştiriyoruz. Onlara ne din ne milliyet +ne vatan ne de Osmanlılık hissi almaya müsa’ade etmiyoruz. +O his ile mütehassis olmalarına mani’ oluyoruz. +Çünkü ümid-i istikbalimiz olan etfalimizin yaşamak için +ha’iz olmaları icab eden bütün hislerini inkişaf etmeden +boğarak yerine kendi zehirlerini akıtanları ve kemal-i azm +ve cesaretle bu hıyanetleri irtikabdan çekinmeyenleri görmüyoruz. +Bunlar memleketimizde ekmeğimizle suyumuzla +beslediğimiz ve birer mü’essese-i ilm ü irfan namıyla te’sisine +müsa’ade ettiğimiz ecnebi mektepleri mefsedet-haneleridir. +Bütün mevcudiyetleriyle aleyhimize çalışan bu düşmanlarımız; +daha fikr-i ibtidaisi inkişaf ettirilmeden ağūşuna +atılan beş yaşındaki zavallı ma’sumcağızın hissiyatını hissiyat-ı +diniyye milliyye ve vataniyyesini tebdile yorulmaz bir +faaliyetle uğraşıyorlar. Bunların yalnız bununla da kanaat +eylemediklerini ve daha kale kaleme alınmayacak ne gibi +fecayi’ irtikab ettiklerini ra’na biliyoruz. +Esasen kisve-i levs ve riyaya bürünen kimselerden başka +ne beklenirdi? Başka neye çalışacakları ümid edilirdi? +Bir def’a insaf edip zavallı ma’sum yavrucaklarımızı ağūşuna +atmaktan çekinmediğimiz bu kimselerin mahiyetini +öğrenmeye çalışalım. Memleketlerindeki mevki’-i ictimailerini +anlayalım. Birer mürebbi! olarak telakkī ettiğimiz bu +adamların kimlerden devşirme olduğunu görelim de atide +dinimizin milletimizin vatanımızın yegane müdafi’leri olacak +çocuklarımızı ona göre bu mülevves kalblere bu siyah +ellere teslim etmeye cesaret edelim. Aynı mü’esseselerde +bulunan fakat fikr-i ibtidaisini tarsin etmiş olan efendilerden +soralım ve anlayalım. Çocuklar hususiyle en küçükleri neler +yapmaya mecbur tutuluyor bilelim. +Bildiklerimden şimdilik birkaçını medar-i intibah olur +ümidiyle zikr ediyorum. Kadıköy Frerler Mektebi’nde bulunan +fakat tahsil-i ibtidaisini Türk mekteplerinde alan dini +milleti hakkında pek güzel bir fikir peyda ettikten sonra oraya +giren bir efendinin büyük bir teessürle naklettiği benim +de ağlayarak dinlediğim şu sözler bizlere ne acı felaketler +gösteriyor: +“Görseniz ne acıklı levhalar karşısında bulunuyoruz. Bizim +mekteplerimizde hocalarımız akaid-i diniyye derslerinde +adedleri son derece kalil olan gayr-ı müslimlere arzu ederlerse +sınıftan çıkabileceklerini ihtar etmeyi adeta bir vazife bilirlerken +burada ekseriya sınıfın kısm-ı a’zamını teşkil eden +alacak nokta ise bu usulün fikr-i ibtidaiden mahrum küçük +Vallahi ben bile Peygamber’imizi unutmaya peygamber +olarak yalnız Hazret-i Isa’yı tahayyüle başlar gibi olmaktan +korkuyorum. Çünkü Peygamber’imizin ismine hasretiz halbuki +üç suretli ilahın menakıbıyla kulaklarımız doluyor.” +Şimdi düşünelim. Güzel bir tahsil gördükten sonra oraya +girdiğini söylediğimiz bir efendi böyle düşünürse artık +o yavrucaklar nasıl düşünür ve nasıl düşündürülmeye +mahkum edilmiş olur. +Yine mezkur mektebde cereyan eden vak’alardan biri: +“Osmanlı Hıristiyanlarından bir çocuk başına fes koyarak +mektebe gelir. Bu tabii Frer’in nazar-ı dikkatini +celb eder. Bir lisan-ı tezyifle çocuktan ne vakit müslüman +olduğunu sorar.! … Çocuk müslüman olduğu için değil +Osmanlı bulunduğu için fes giydiğini bir Osmanlıya yakışacak +surette anlatırsa da mektebin müfettişleri ve müdiri +tarafından gördüğü tazyik üzerine fesi çıkarmak mecburiyetinde +kalır ve çıkarır. Fakat kiliseye giden İslam çocuklarına +ne vakit hıristiyan oldukları sorulmaz!….” +Ey millet! Ba-husus ey garb terbiyesi almakla müftehir +zevat-ı kiram! Size bütün sada-yı vicdanımla haykırır ve sizden +sorarım ki: Bir milletin ümid-i istikbali varis-i istiklali +olan çocuklarında hissiyat-ı diniyye ve vataniyye an’anat-ı +milliyye ve tarihiyye duygusu uyandırılmaz daha dinini +dininin kudsiyetini takdirden mahrum lisanını lisan-ı mader-zadını +tekellümden aciz bir zavallı evet! Bi-günah zavallı +bir yavrucak bir ecnebi dest-i terbiyetinde! bırakılır da +onun dini onun hissi onun duygusu ile meşbu’ ettirilirse +vahdaniyet-i ilahiyye ve kudsiyet-i peygamberiyye hakkındaki +tenmiye edilmeyen zihni fikr-i Teslis ile zehirlendirilir +yavrucağız mesela bir Fransız bir Alman bir İngiliz olarak +yetiştirilirse hangi düşünce ile o garbdan aldığınız tahsil ve +terbiyenin hangi salahiyetiyle yaşamak hakkını ha’iz olduğumuzu +bu cinayetler hep fikr-i teceddüd-perverane hülyasıyla irtikab +ediliyor. Fakat teessüf teessüf ki vatan için yetiştirmek +ümidiyle o mü’esseselere atılan bu çocuklar bilahare onun +başına birer bela-yı mübrem olacak onun an’anesini onun +mazisini onun dinini unutacak fazla olarak onunla da istihza +edecektir. Çünkü kendisi o hislerden mahrumiyet gibi bir +bed-bahtlığa giriftardır. +Evet! Ben de isterim ki ma’rifet ve ilim ve irfanca bizden +fersah fersah ileride bulunan Avrupa’dan ders alalım. +Lakin ibtida dinimizi milliyetimizi vatanımızı öğrenelim +ve onu sevelim. Sevmeyi bilelim. Gayr-ı kabil-i tağyir bir +rasanet-i fikriyye bir i’tikad-ı diniyye peyda edelim. Yoksa +bütün esaslarımızı yıktırmak bahasına aldığımız o ilim ve +ma’rifet bizi zillet ve sefalet altında vatansız yurtsuz olarak +Allah’ın Peygamber’imizin la’net ve nefretleri içerisinde bırakmaktan +başka bir şeye yaramayacağını düşünelim. Beş +sekiz yaşındaki o ma’sum yavrucağımızı mesela: Bir Fransız +mü’essese-i mefsedetine atmaktan korkalım. Aks-i takdirde +bu memleketin muhtac olduğu nesl-i ati yetiştirilmemiş bu +vatan bu mukaddes vatanımız dinimiz izmihlal ve inkıraza +sürüklenmiş olur. +Sefil menfa’atimizin haykırmasına bakmayarak vicdanımızın +eninini dinleyelim. Menafi’-i mülk ü milleti menafi’-i +şahsiyyemize feda etmeyelim. Çünkü bunun neticesi hüsrandır. +Böyle bir millet hiçbir vakit yaşamak hakkını ha’iz +olamaz ve yaşayamaz. Çünkü yaşatmazlar. Biz ise bu milleti +millet-i İslamiyyeyi mahva izmihlale değil bu dinin nur-ı +pertev-efşanını zulmet-i şirk ve zilletle kararan kalblere isale +çalışmakla me’muruz. Fakat efsus; ki ifasına mecbur olduğumuz +bu vazife-i mukaddese bizler biz müslümanlar tarafından +fından yavrularımızın dimağlarının kalblerinin fikr-i Iseviyyet +telkīniyle siyahlandırılmasına bile acınacak bir la-kaydi +mesa’ibe nekbetten nekbete hatta zilletten zillete ma’ruz +kaldığımız halde mütenebbih olmuyoruz. Fakat korkalım: +Devre-i intibahı geçiriyoruz. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +Hıtta-i Irakiyye sair memalik-i Osmaniyye ve İslamiyyeden +ziyade emakin ve meşahid-i şerife ve müteberrikeye +maliktir. Buralarda vaktiyle din ve mezheb namına tedeyyün +ve temeddüne hizmet eden zevat-ı kiram hazeratının +meşahid-i müberrekelere mevcud ve bütün alem-i İslam’ın +ziyaretgahı vaki’ olmuştur. Çehar aktar-ı cihandan bil-cümle +avalim ve muhit-i İslamiden buraya beray-ı ziyaret her +sene yüz binlerce –Şii Sünni- züvvar akın akın vürud edip +hıtta-i Irakiyye ile tenbel ve irfansız ahalisinin rızk u ma’işetlerine +refah ve sa’adetlerine yardım ederler. +Bağdad’da kain Şeyh Abdülkadir el-Geylani hazretlerinin +merkad-ı şerifini ziyaret etmek için Hindistan’dan gelen +Hindlilerin hadd ü hesabı yoktur. Bu za’irler beraberlerinde +gerek mezar-ı şerife ve gerek post-nişini ve evladı olan Bağdad +nakībine birçok hedaya ve nefa’is dahi takdim etmekde +kusur eylemezler. Bu yüzden Bağdad nakīblerinin emlak ve +servetleri gitgide çoğalmış ve el-yevm hususi samanlarıyla +nüfuzları o kadar büyümüştür ki bunu ta’rif ve tasvir etmek +mak icab eder. Bağdad nakībinin varidatı günde yarım okka +altınla iki kıyye gümüşten ibaret olduğunu bütün Bağdad +ahalisi söylüyor. Bu paraların cümlesi nakīb efendi hazretlerinin +hususi sandıklarında hıfz ve iddihar olunuyor. +Bağdad Vilayeti muhiti içinde her nereye gidilse ve emlak +ve akar ve arazi namına her ne göze çarpsa mutlaka ya +nakīb efendinin veyahud evlad ve ahfadıyla kardeşlerinin +malı olduğu derhal anlaşılır. +Bunca varidat-ı la-tuhsadan bu ana kadar bu necib ailenin +bir bab mekteb-i ibtidai bile açmadıklarını söylersem +dad nakībleri arzu etmiş olsaydılar bugün Bağdad’da +yüzlerce mektep açtıktan başka bir de memlekete büyük bir +darülfünun dahi te’sis edebilirdi. Hindistan müslümanlarının +Şeyh Abdülkadir ile evlad ve ahfadına olan hulus ve +sadakat-ı kalbiyyeleri o kadar samimi ve derindir ki nakīblerin +emriyle canlarını bile feda etmekten çekinmezler. Nakīb +efendilerin nüfuzu Hindistan’ı serteser kapladığı halde intibah-ı +harf-i vahid bile telkīn eylememişlerdir. +yan münafıklarına karşı bütün müslümanların muharebe ve +mücahede eylemeleri lüzumuna dair Necef ve Kerbela’daki +ulema tarafından Senusi hazretleriyle Hindistan müslümanlarına +hitaben müteaddid fetava ve evamir-i diniyye ısdar +olunmuşken nakīb efendi hazretlerinin bu babda en ufak bir +teşebbüsü görülmedi. +Bağdad’a gelen ve Şeyh Abdülkadir el-Geylani kuddise +sırru[hu]’l-aziz hazretlerinin merkad-ı şerifelerini ziyaret bütün +züvvar-ı İslamiyye ve Hindiyye tarafından müşarun-ileyhin +hafidi bulunan nakīb efendiyi kendi nüzur hedayalarını +takdim edip elini öpmekle teberrük ederler. Nakīb efendinin +en adi bir iltifatına nail olan bir Hind Müslümanı onu medar-ı +şeref ve iftihar addederek Hindistan’a avdetinde her +yerde ve herkese nakl ü hikaye eyler. +Geçenlerde Bağdad’da kazandığım bir muhib ile beraber +nakīb efendi hazretlerinin ziyaret-i alilerine şitaban olarak +dest-i alilerini öpmeyi kendime bir vazife bildim. Hazret-i +Geylani kuddise sırruhunun karşısında bulunan nakīb efendinin +konağına doğru araba ile gittik müşarun-ileyhin eline +öpdükten sonra mübarek ağız ve dudağından çıkacak olan +beyanat-ı kerimaneden istifade etmek ve irad buyuracakları +me’ali ve hikemiyyatı layıkıyla istima’ edebilmek için karşılarında +ve pek yakın bir yerde ahz-ı mevki’ eyledim. Lütfen +hakkımda ibraz-ı iltifat buyuran bu zat-ı alinin yaşı altmışa +yakın şişman ve mülahham vücudlu belli kaşlı kırsakallı +ve kısa boyunlu bir zat-ı alidir. Lisan-ı mader-zadları olan +Arabiye vakıf olmakla beraber Türkçe ve Farisi lisanlarına +da pek bi-gane değildir. +Kim olduğumu nereden geldiğimi nereye gideceğimi +binaen kendilerine her taraftan gönderilen gazeteleri mütalaaya +vakitleri olmadığını ve fakat Sebilürreşad ’ın dini ve +hakīkī bir İslam ceridesi olduğunu işittiğini söylediler. Bundan +sonra İstanbul’un ne halde olduğunu ve siyasiyyatın +ne merkezde cereyan eylemekte bulunduğunu benden sorunca +üç Temmuz tarihinde Dersaadet’ten infikak ettiğimi +ve vukū’ bulan hallerin hiç birisinden vukūf ve ma’lumata +malik olmadığımı kendilerine arz eyledim. Bir aralık müşarun-ileyh +bir fırkayı medhe diğer bir fırkayı zemm ü kadha +mübaderetle birisinden muğber ve diğerinden memnun olduğunu +alilerinde meks ve aram ettiğim halde evvelce umduğum +hayat-ı ilmiyye ü hikemiyye ile İslamiyet’in şu’unundan hiçbir +kelime işitmeyince kendi tasavvurat ve tahayyülatımca +yanılmış olduğumu pek güzel anladım. Hasılı kemal-i ye’s +Nakīb-i müşarun-ileyhin emrine tabi’ ve idareleri altında +re’sen on bin kişiden ziyade adam vardır. Bunların cümlesi +kendi ziraat ve felahatiyetle umur-ı şahsiyyesinde kullanılan +kimselerdir ki istediği gibi onları evirip çevirmeye muktedirdir. +Nakīb efendi esna-yı sohbetinde Hükumet-i Osmaniyye’nin +sebatsızlığından kinaye olarak merhum pederleri +tarafından vaktiyle söylenmiş olan bir sözü bana ve huzzara +anlattı. Reviş-i halinden nakīb efendiyi hükumetten gayr-ı +memnun buldum. Bunun sebebini pek bi-taraf kimselerden +tedkīk ettiğimde müşarun-ileyhin el-an biraz eski kafaya +hizmet etmek istediklerinden memlekete nafi’ hizmetler etmek +dan o kadar mahzuz olmadığını bana bil-etraf söylediler. +FELAH HILAL’IN HELAK SALIB’INDIR +– Şimdi Osmanlılara terettüb eden son vazife nedir? +– Bir azm-i müşkilat-ber-endazane ile her türlü mühlikatı +Bir telgrafname bir sefir-i hamiyyet-semirimizin lisan-ı +hamasetinden sadır olan kelimat-ı azm-perveraneyi bir +Moskof gazetesine iblağ eyliyordu. Osman Nizami Paşa bir +Osmanlı murahhasına –ki sıfat-ı askeriyyeyi ha’iz büyük bir +diplomattır– yakışacak bir lisan ile Parisli bir diplomata: “Biz +sulhu imzaya değil Türkiye’nin muharebeyi muzafferane +temdide müheyya olduğunu ifham için gidiyoruz” demiştir. +Fransız gazeteleri Osman Nizami Paşa’nın bu kavlinden +Devlet-i Osmaniyye’nin Almanya tarafından teşci’ ve teşvik +olunduğu ma’nasını istihrac ediyorlar. Fransızlar ne düşünürlerse +nasıl tefsir ve hükmederlerse düşünsünler istedikleri +hükmü versinler şurasını umum Avrupa ile Fransızlar da +bilmelidirler ki bugün Avrupa’da nehirler gibi kan akıtmadıkça +Osmanlılar bu kıt’ada olan hukūk-ı temellüklerinden +vazgeçmezler. Madem ki en dost görünen ve en medeni bir +çehre ile insaniyetten dem vuran Avrupalılar o dostluğun +o çehrenin istitar ettiği maskeyi atarak ta’assub-ı Salib-perestanenin +mahva şitaban olmuşlardır. Ve bize bir riş-hand-i istiskal +kaziyyesini kendilerine ihtar ile beraber uhde-i +hamiyyet ve celadetlerine terettüb eden vezaif-i vatan-perveraneyi +Biz Rumeli’ne seksen kişiyle geçtik. Sekiz kişi kalıncaya +kadar düşmanlarımızla savaşmadıkça orayı terk edemeyiz. +Avrupalılar iyi bilmelidirler ki uyur bir arslan olan bu kahraman +kavmi na-kesane bir takım tehdidlerle ikaz ve iğdab +edecek olurlarsa Balkanların mena’atine mağrur olan siba’-ı +vahşete barınacak bir kaya koğuğu bile kalmaz. Bugün Bulgarlar +rast getirdikleri müslümanları koyun gibi yatırıp kesiyorlar. +Sırp vahşileri çocukları şişlere geçirip ateşte yakıyorlar. +Yunan palikaryaları dest-i mülevvesleriyle Selanik’te +yüzlerle Müslümanın perde-i ismetini çak eyliyorlar. +Avrupalılar medeniyet perdesi arkasındaki sahne-i vukū’atta +oynanan bu ha’ileyi bir sürur-ı şevk-efza ile temaşa eyliyorlar. +Yalnız orasını düşünemiyorlar ki eğer meydan-ı kar +u zar bir tiyatro yani lu’betgah-ı vega ise her tiyatroda olduğu +gibi orada da manzara değişebilir. Bugün kendilerine +meserret-bahş olan ef’al-i zalimane ef’al-i müntakimaneye +münkalib olunca o şevk ve meserretler bir anda za’il olarak +yerine ah-ı nedametler kaim olur. İşte Salib’in Hilal ile mücadelesinden +hasıl olacak netice budur. Çünkü Hilal nurani +ve ruhani bir işarettir ki tulu’u hayr u meserrete beşarettir. +Salib ise zulmani ve şeytani bir alettir ki vücudu nekal ve +ukūbete alamettir. +Emin ve mutma’inniz ki felah Hilal’in helak Salib’indir. +* * * +Times ’in başmakalesinden: +“Osmanlılar teklif olunacak şera’it-i ma’kūleyi reddedecek +olurlarsa Avrupa’daki mevcudiyetlerini ve bir devlet i’tibarıyla +bütün istikballerini tehlikeye düşürmüş olacaklardır. +Müttefikler için yapılacak ilk şey darü’l-harbde muvaffakiyetlerini +zaferlerini istihsal edebilirler. Müttehiden hareket etmedikleri +halde kazandıkları yerlerden bir faide hasıl olmayacak +ve kurtardıkları vilayetlerde zaten uzun müddetten beri hüküm-ferma +olan anarşinin başka bir şekli başgösterecektir.” +* * * +“Yazık ki Türkler bu ana kadar Fransızca ile ve Fransa ile +meşgūl olmuşlar. Evladlarına Fransızca’yı tahsil ettirmişler +mekteplerine Fransızca tedrisatını ilave etmişler. Bir takım +papas mekteplerine bile Türkler Fransızca okunduğu için gitmişler. +Hep Fransız medeniyetinden Fransız ilminden hissedar +olmaya çalışmışlar. Fransızca tahsili için evlerine mürebbiyeler +almışlar adeta ma’nen Fransa’nın tabi’i olmuşlardır. +Mütercimler bile Fransızca kitapları Türkçe’ye nakletmişler +Fransa’nın te’siratını ta çocuklardan kızlara varıncaya kadar +zihinlere yerleştirmişlerdir. Şimdi bizim Fransa’dan gördüğümüz +mu’ameleye bakın: Mösyö Poincare felaket-dide +olanlara Fransa’nın yardım etmek adeti olduğunu söylemiş +sonra la-yenkati’ katl ediliyorlar da yine bu gazeteler bir şey +yazmıyorlar. İstanbul’da şöyle böyle olacak denildiği zaman +koşan Fransızlar Rumeli’de hiçbir hami görmeyen bi-çare +müslümanlar için neden bir ses çıkarmıyorlar? müslümanların +uğradıkları mezalimi bugün yalnız bir rivayet etmiyorlar. +Artık konsoloslar da raporlarını yazıyorlar. Bütün hakayık +göz önünde. Rumeli’de istatistik ile sabit olan yüzde altmış +derecesindeki ahali-i İslamiyye yüzde yirmi derecesinde bile +kalmayacak. Kavala gibi Dedeağaç gibi sahillerde Doyran +gibi şimendüfer güzergahlarında bulunan yerlerde kıtalin bu +derecesi işlenir ise Fransız matbuatı daha içerilerde bulunan +ve alem-i insaniyyete sesini hiç de işittiremeyen müslümanlar +hakkında neler işlendiğini takdir edemez mi?” +* * * +Sanki Efkar-ı Umumiyye-i İslamiyye Var imiş! +“Osmanlı İmparatorluğu’nun hudud-ı müstakbelesi hakkında +şimdiden tahminatta bulunmak mümkün değilse de +Edirne’nin terki şartıyla müsalahanın haric ez-imkan olduğu +şimdiden iddia edilebilir. Zat-ı şahane Osmanlı murahhaslarının +azimetinden mukaddem müşarun-ileyhimi kabul ile: +“Edirne’nin hudud-ı hakanimiz dahilinde kalması arzu-yı +kat’i-i şahanemizdendir” buyurmuşlardır. Edirne şehri +Şam Bursa Bağdad gibi makam-ı Hilafet-i Uzma’nın bir +malikane-i mu’azzezesi olduğundan efkar-ı umumiyye-i İslamiyye +bu şehrin terkini bir türlü hazm edemez.” +Matin gazetesinin muhabiri bize fazla +hüsn-i teveccüh göstermiş. Bu gidişle efkar-ı umumiyye-i +lamiyye! Edirne değil maazallah Ka’be bile Ehl-i Salib’e +terk olunsa yine hazm edecek!... +Cumartesi günü vukū’ bulan +sulh müzakeratı ictima’ında Osmanlı murahhasları aldıkları +ta’limata tevfikan kıla’-ı mahsureye erzak sevki talebinde +bulunmuşlar bu teklif kabul olunmadıkça müzakerat-ı +esasiyyeye devamda ma’zur olduklarını bildirmişlerdir. Murahhaslarımızın +bu teklifi müttefikīn murahhasları tarafından +şayan-ı kabul görülmeyerek reddolunmuş; bu mes’elenin +mütareke protokolünde halledildiğinden müzakerat-ı sulhiyye +esnasında bunun tekrar mevzu’-i bahs olamayacağı +Babıali’ye arz-ı keyfiyet ile ta’limat taleb edeceklerini bildirmişlerdir. +Babıali ba’de’l-müzakere murahhaslarımıza yeniden +gönderdiği ta’limatta; Hükumet-i Osmaniyye’nin Yunanistan’ın +sulh müzakeratına iştirakine muvafakat gösterdiği ve +sulh ve müsalemet müttefiklerce de arzu edildiği takdirde +kıla’-ı mahsureye erzak irsaline meydan bırakılması insaniyeten +de la-büd olduğu yolunda beyanatta bulunularak +erzak irsali mes’elesinin müzakerat-ı esasiyye-i sulhiyyeye +takdimen tekrar hallini taleb eylemeleri bildirilmiştir. +Osmanlı ve düvel-i müttefika murahhaslarından mürekkeb +sulh konferansının Pazartesi günü vukū’a gelen +Düvel-i müttefika murahhasları bilad-ı mahsureye erzak +gönderilmesi talebinin kabul veyahud adem-i kabulünü +mevzu’-ı bahs etmek istemediklerinden Osmanlı murahhasları +tarafından dermiyan olunan teklife tevfikan şera’it-i esasiyyelerini +beyan etmişlerdir. +Reuter Telgraf Ajansı ’nın tebligatına nazaran müttefikler +tarafından dermiyan olunan metalibin Marmara sahilinde +vaki’ Tekfurdağı’nın şarkından Bahr-i Siyah’taki Malatra +Körfezi’ne kadar temdid edilecek bir hattın garbında vaki’ +Gelibolu şibh-i ceziresi müstesna kalmak şartıyla bil-cümle +arazinin ve Adalar Denizi’ndeki cezair-i Osmaniyyenin terk +ve Girit üzerindeki hukūk-ı Osmaniyyeden de feragat olunmasını +muhtevi bulunmaktadır. Müttefiklerin şera’iti Osmanlı +delegeleri üzerinde azim bir su’-i te’sir hasıl etmiştir. +Osmanlı hey’et-i murahhasası şera’it-i mezkurenin tedkīkı +si gününe te’hir olunmuştur. +Bakalım Hilafet-i Celile-i İslamiyye Saltanat-ı +Seniyye-i Osmaniyye bu teklifi kabul zilletine katlanacak +mı? +[] Resmi Beş günden +beri Yanya muhitinde cereyan ve devam etmekte bulunan +kanlı muharebelerde avn ü inayet-i Hak’la bugün sabahleyin +kıtaatımız karşısında bulunan Yunan kuvvetini def’ ve +tenkil ederek Matolaks Boğazı’nı geçmiş ve diğer cihetinden +de Lolaç istikametinde kemal-i muvaffakiyet ile ilerlenerek +düşman kuvvetinin püskürtülmesi suretiyle ihraz-ı galibiyyet +edildiği Garb Ordusu Kumandanlığı’ndan mevrud Kanunievvel +sene tarihli telgrafnameden müsteban olmuştur. +Bundan başka kat’iyyen te’eyyüd eden haberlere göre +kuva-yı Osmaniyye yeni bir muzafferiyete daha mazhar olmuştur. +Bu muzafferiyet gayet ehemmiyetli olup Yunanlılar +fena halde bozgunluk vererek çekilmişlerdir. +Pazar +günü keşif maksadıyla huruc eden hafif bir filo Bozcaada’daki +Yunan bandırasını ateşe tutup Osmanlı bayrağını +rekz ettikten sonra Yunan Donanması’nı da mecbur-ı ric’at +etmiş ve muzafferen Çanakkale’ye avdet eylemiştir. +niyye ilerleyerek Karadağlıları perişan etmişlerdir. Sırplar +Yunan sefain-i nakliyyesiyle Draç’da Karadağlılara kuvayı +muavine yetiştirmeye mecbur olmuşlardır. Sırplar dahi +Draç’a yalnız bir kafilede mecruh sevk edilmiştir. Arnavudlar +Oravezerit’te ve Leş’deki Sırp asakirine sevk olunan +bir erzak kafilesini zabt ve müsadere etmişlerdir. İlbasan’daki +Sırp kuvve-i askeriyyesi mahall-i mezkuru tahliyeye mecbur +olmuştur. +Neue Freie Presse +gazetesinin istihbaratına nazaran İşkodra Kumandanı Hasan +Rıza Paşa Londra Konferansı’nda şehrin teslimi taht-ı +karara alınsa ve Babıali de teslim edilmesi için emir verse +bile şehri yine Karadağlılara teslim etmeyeceğini konsoloslara +bildirmiştir. +Sebilürreşad Çok şükür İslam’ın yüzünü ak edecek +birkaç kumandanımız var imiş. +Müceddidin fırkasından başka Jön Türk +gazetesinde okunduğuna göre Hukūk-ı Beşer Ahali Demokrat +Muhafazakar ve Islahat-ı Umumiyye namlarında +müteaddid fırkalar teşekkül edecek imiş. Felaket-i ahireden +ne güzel ders-i intibah almışız! Maksad milleti bütün bütün +miz birer kazma alarak bir gayret-i umumiyye ile son kalan +şu kulübeyi de yıkıp işin içinden çıkalım. Bunun en kestirme +yolu budur. +Mısır Meclis-i Kavanini +a’zasından olup Hilal-i Ahmer Riyasetiyle Dersaadet’e gelen +Muhammed Şerey’i Paşa hazretlerinin delaletiyle ve münhasıran +anasır-ı İslamiyyenin ta’lim ve terbiyesi tehzib-i ahlak +ve tenvir-i efkarı ve’l-hasıl İslamiyet’in alem-i medeniyyet +ve insaniyyetin kusva-yı kemale isali maksadıyla iştigal +etmek üzere bir Cem’iyet-i Terbiye-i Hayriyye-i İslamiyye +te’sisi maksadıyla Pera Palas Oteli’nin bir salonunda ictima’ +vukū’ bulduğu ve işbu ictima’da Şerey’i Paşa hazretlerinin +da’veti üzerine Sadr-ı esbak Hakkı Paşa a’yandan Prens +Said Halim Paşa Bank-ı Osmani Meclisi a’zasından Nuri +Bey Basra Vali-i esbakı Mardinizade Arif Bey Başmüdde’i-i +Umumi Hakkı Bey Bingazi Meb’usu Yusuf Şetvan Bey +Şeyhü’l-İslam Efendizade Muhtar Bey Gümülcine Meb’us-ı +sabıkı İsmail Bey İsmail Müştak Bey a’yandan Şerif Haydar +Beyefendi’nin mahdumları Şerif Abdülmecid Muhyiddin +ve Abdülvehhab Beyler Derviş Paşazade Ahmed Paşa +Hakkı Bey Emir Şekib Arslan Bey Nureddin Ferruh Bey +Kemal Bey ve zevat-ı saire hazır bulunduğu ictima’ın bidayetinde +teşkili tasavvur olunan maksadın gayesine dair bir +nutuk irad edildiği ve işbu esas hazırunca müttefikan kabul +olunarak buna göre programı kaleme almak ve ictima’-ı atide +arz etmek üzere bir komisyon teşkil olunduğu ceraid-i +yevmiyyede okunmuştur. +derilen programdan anlaşıldığına göre Sayda’da “Sayda’da +Neşr-i İlm” isminde bir cem’iyet te’essüs etmiştir. Bu cem’iyetin +maksadı mekatib-i ibtidaiyyenin terakkīsine çalışmak +ve bunu te’minen kendi hesabına en yeni usul-i ta’lim ve +terbiyeye kesb-i vukūf etmek için darülmualliminlere talebe +göndermek olacaktır. Bundan başka varidatı çoğaldıkça +fakīr talebenin mekatib-i aliyyeye irsalini mütevassıt halde +bulunanların da imdadına yetişmeyi deruhde edecektir. +Cem’iyetin umur-ı siyasiyye ile asla alakası bulunmayacaktır. +Sebilürreşad artık “neşr-i maarif”ten başka bir ümid-i +necatı kalmayan memleketimizin her tarafında bu nevi’ +cem’iyetlerin teşekkülünü an-samimi’l-kalb temenni eder ve +genç Saydalıların başladıkları emr-i mebrurda hüsn-i muvaffakiyetlerine +du’a-han olur. +ED-DINÜ VE’L-İSLAM + +---- +EV +---- + +ED-DA’VETÜ’L-İSLAMIYYE +Bu ünvan ile gayet nefis bir kitap neşr olunmuştur. Kitabın +mü’ellifi Muhammed el-Hüseyin Al-i Kaşifi’l-Azza +en-Necefi’dir. Müşarun-ileyh Şii ulemasındandır. Müslümanlık +ve akaid-i İslamiyye hakkında yazılan bu kitabın +ha’iz olduğu kıymet ve ehemmiyeti göstermek için yalnız +birinci cüz’ünün ihtiva ettiği mebahis-i mühimmeyi yazmakla +mukaddimeyi beş saniha ta’kīb ediyor: +bulunduğu müslümanların hal-i hazırını temsil. +fünun-ı Arabiyye ile iştigali. +termek için müslümanların çalışmadığı nasaranın adab-ı +münazaradan çıkmaları. sahife teşkil eden beş sanihayı +Sani’ tevhid-i Bari adl-i ameli adl-i i’tikadi; kaza ve kader +bahsi ve bunun ehemmiyetine dair birer fasl-ı müstakil. +büyük sahifeyi havidir. İbaresi uslub-ı edebi üzeredir. Sayda’da +on iki kuruştur. +Biz kitabı henüz tekmil-i mütalaa edememiş isek de her +halde kitabın değeri muhtevi olduğu mebahisi gözden geçirmekle +anlaşılıyor. Bilhassa isbat-ı Sani’ bahsinde gayet +mühim tedkīkatta bulunması kaza ve kadar mes’ele-i mühimmine +dair sahife tahsis etmesi eserin ehemmiyetini +bir kat daha arttırmıştır. Yalnız tarz-ı tahriri yukarıda söylediğimiz +vechile dini ve ameli olan kitaplardaki usulden ziyade +edebi kitaplardaki usule muvafıktır. İnşaallah vakit buldukça +bazı yerlerini tercüme edeceğiz. Bizim ulemamızın da dalmış +oldukları hab-ı gafletten uyanarak mensub oldukları millete +bu gibi asar-ı nafi’a ihda etmelerini temenni ederiz. +Meal-i Münifi +Ey mücahidin-i İslam! Bedr-i kübra harbinde müşrikin-i +Kureyş üzerine ibraz ettiğiniz galebe ve muzafferiyet-i tammenizle +fahr ü gurur ediyorsanız aldanıyorsunuz. Çünkü siz +a’danızı sırf kendi kudret ve kuvvetinizle öldürmediniz; belki +onları Allah –seyf-i kahr ü celaliyle– öldürdü. Ey Nebiyy-i +Ecmel! Sen de mübarek elinle avuçladığın o kumlu taş yavrularını +vücuh-ı a’daya doğru attığın vakit kendi kudret ve +maharetine müstenid remy-i isabet suretiyle atmış olmadın. +Belki Allah attı. Bu da ancak mü’minleri galebe ve zafer gibi +bir ni’met-i uzmaya nailiyet ve ayat-ı azamet ü kibriyasını +onlara göstermek lutf-ı bi-bahasına mazhariyet hikmetine +mebnidir. Bilmiş olunuz ki Allah bargah-ı merhamet-penahına +yükselen niyaz ve istirhamları tazarru’ ve istimdadları +lir. Sure-i celile-i Enfal. +* * * +essis-i cem’iyyet muallim-i insaniyyet nazım-ı kavanin +ve desatir-i medeniyyettir– Cenab-ı ebi’l-beşerden beri +yekdiğerini münakız bir çok suver ve eşkal-i i’tikadiyye ile +ma’ruz-ı tahrif ve tağyir kaldıktan sonra nihayet hak-i pak-i +Hicaz’da Beyt-i İlahi’ninin harim-i akdesinde bütün arayiş-i +hakīkatü’l-hakayıkıyla tecelli-saz oldu. Ma-fevka’l-idrak +ma-fevka’t-tabi’a bir kudret-i i’caz-nümun ile tek başlarına +meydan-ı da’vet ve hidayete atılan Sultan-ı ekalim-i nübüvvet +ve hatem-i bab-ı risalet aleyhissalatü vesselam efendimiz +hazretleri Mekke-i Mükerreme’de tam on üç yıl uğraştılar. +Bunca mühacemat hatta en yakın akrabalarından gördükleri +mühinane namerdane bir çok ta’arruzat ve tecavüzata +len-yetezelzel bir pay-ı ahenin-i sebat ile müdafaa-i hakk u +hakīkat ettiler. O taştan masnu’ ağaçtan ma’mul alihat-ı +bi-hayatlarını bir vaz’-ı şirane ile tezyif ederek yüzlerine +çarptılar. +Bu fatiha-i bi’set tarik-i Hakk’a da’vetin ka’be-i hakīkate +hidayetin birinci safhası idi. Padişahlar padişahı vali-i +a’zamına tebdil-i mevki’ etmesi emrini verdi. Medine-i Münevvere’ye +o esrarengiz emr-i ilahi ile hicret buyuruldu. +A’da-yı tevhid o vücud-ı ulviyyetin o ma’na-yı kudsiyyetin +o bütün alemlere rahmetin ardına düştü. Akıllarınca +güya İslamiyeti şehid edecekler mühr-i münir-i tevhidi söndürecekler +savlet-i eşrakin maktel-i kahr u dimarı oldu. +müjde-i ezelisi işte bu meydan-ı gir u darı işaret +ediyor bu sahayı dolduran ecsad-ı bi-ruh-ı müşrikini gösteriyordu. +Tarafeyn safları henüz telakī etmemiş henüz kılıçlar çekilmemiş +hissalatü vesselam efendimiz hazretleri zat-ı hümayunlarına +mahsus yapılmış olan sayegahlarında secdeye kapanmışlar; +dökülmek üzere bulunan kanların sönecek hanümanların +kocasız kalacak dulların babasız kalacak saçı bitmemiş yetimlerin +mes’uliyeti kamilen o azgın Bu-Cehillere o +çılgın Bu-Leheblere o cinnet-i işrak ile kudurmuş Utbelere +Şeybelere aid olmakla beraber yine fart-ı şefkat ve merhametleri +mübarek gözlerini ağlatıyor inci daneleri gibi iri iri +yaşları döktürüyordu. +Ey… O ne an-ı pür-heyecan idi! Secdegah-ı Muhammedi +o mukaddes yaşlarla ıslanıyor küre-i arz kahr u gazab-ı +mertebe-i istiğraka geldi ki += Ya Rabbi! Nusretini ahd mazhariyeti +va’d buyurdun. İşte ben bu ahd ü va’dini bu dakīkada +kemal-i ciddiyyet ve ehemmiyyetle niyaz ve istirham ederim. +Zira bu gün bizim mağlubiyetimiz İslamiyet’in tevhidin +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +şehadetidir. Allahım! Eğer ma’budiyet-i sıfat-ı ezeliyyenin +tecellisini istemiyorsan…. Buhari [Kitabü’l-Megazi ] Gazve-i +Bedr-i Kübra Du’a-yı müstecabı mukaddes ağızlarından +ateşler alevler gibi saçıldı. Bu mehib sada-yı celal ile +serapa lerze-i mücessem kesilen yar-ı garları Cenab-ı Sıddik-ı +a’zam aleyhi rıdvanullahi’l-ekber hasbüke ya Resulallah= +Aman ya Resulallah kafi! Kafi! Demekte bir ıztırar-ı ruh +Of..! Biliyor musunuz? +’ dan maksad-ı +ali-i Muhammedi ne idi? Bu Allah’ına bir imtinan mı +dişe miydi? Kella! Bu Ruh-ı a’zam-ı Ahmedi’nin öyle bir +barika-i celali idi ki eğer Hazret-i sani-i Bu’l-Beşer’in +! +şeklinde tecelli etmiş olaydı +artık bilmem küre-i arz yalnız küre-i arz değil bütün avalim +sademat-ı kahr u celal-i Hakk ile ne olurdu! +Hülasa: Harbe başlandı; ceyş-i İslamiyet’in pek şanlı bir +galebe-i kat’iyyesiyle hitam buldu. İşte o dakīka-i muzafferiy +yet idi ki hayat-ı dinin şevket-i tevhidin ilk temel taşı kondu. +Bu harb istiklal-i dini ve millimizin –adeta– vaz’-ı esası +demek oldu. +Öyle nazik bir an o kadar hatar-nak bir vaz’iyet ki mağlubiyet +de kat’i galibiyet de. +Ordu-yı hümayunun –üç yüz on dört kişiden ibaret olan– +mevcudu düşmanın kesret-i eslihanın mükemmeliyetine +nazaran öyle bir meydan muharebesine kat’iyyen müsa’id +değildi. Bu ancak bir pişdar bir tali’a olabilirdi. Bundan +kat’-ı nazar mühr-i İslamiyyet henüz mühtedilerinin kalblerini +tenvir etmekte olmasından bu yeni mü’minlerin karşılarına +çıkan düşmanları miyanında pederleri biraderleri +amcaları amca-zadeleri hasılı yakından uzaktan akrabaları +bulunuyordu. Asabiyet-i milliyye ve unsuriyyesiyle teferrüd +etmiş olan bir kavim efradının ikiye ayrılıp da yekdiğerine +karşı kılıç sıyırmaları birbirlerini öldürmeleri –düşünülsün– +kolay bir şey midir? Bir mücahidin amcasını bir darbede +yere serip de göğsü üzerine çıkması “Amcana kıyar mısın?” +sual-i müsterhimanesine karşı “Evet! Çünkü sen müşriksin +ben elhamdülillah muvahhid ve mü’minim. Aramızı İslamiyet +fasl etti. Sen levs-i işrak içinde kaldıkça benim amcam +olamazsın. Batılı inkar hakkı ikrar edersen işte o zaman +amcam ve muta’ımsın.” cevab-ı reddini vermesi –tasavvur +olunsun– ne kadar müşkilü’l-icra bir emrdir! +eden nam-ı celadet ve uluviyyetlerini ila yevmi’l-kıyam +bütün alem-i İslam’ın vicdan-ı takdis ve tekriminde yaşatan +bu uluvv-i hiss-i fedakari bu sıdk-ı vefa-şi’aridir. Bu +fazilet-i sahiha-i tevhid-perestanedir ki mücahidin-i Bedri +nezd-i celil-i risalet-penahide birinci saff-ı iltifat ve nevazişte +bulunduruyordu. Yine bu meziyet-i celiledir ki += Siz ki benim uğrumda mal ve canınızı feda +müstesna bir hizmet der-uhde ve hakkıyla ifa ettiniz; artık +buluyorum. Buhari [Kitabü’l-Megazi ] Müjde-i ilahisine +nailiyetle mes’ud ve bahtiyar etti. Radıyallahü anhüm +ve an ihvanihim ecma’in. +şu harika-i muzafferiyyetleriyle cüz’i iftihar etmeleri yahud +–daha doğrusu– meyl-i iftihar göstermeleri derhal bir ayet-i +Müşarun-ileyhim hazeratı ki der-uhde etmiş oldukları bu +müşkilü’l-iktiham vazifeyi ifa etmişler. İslamiyet’in yüzünü +ağartmışlar; Allah ve Resulullahın en parlak teveccühlerine +en kıymettar iltifatlarına nail olmuşlar iken yine fahr u mübahattan +memnu’. +Çünkü mü’minler hususiyle mü’min-i kamiller pek a’la +bilirler ki; mahluk ef’alinde istiklal-i tammı yoktur. İnsan kasib.. +Allah halıktır. Insanın muvaffakiyeti Allah’ın iradesine +bağlıdır. Murad-ı Hak olmayınca insan ne kadar çalışsa ne +kadar çırpınsa ne kadar didinse yine nafile. Rızkı diye ağzına +kadar götürdüğü lokma ani ve gayr-i ihtiyari bir irti’aş-ı yed +Düşmana sekiz on hatveden mermi atılır; tam kalbi üzerine +çarpar. Tebdil-i seyr ile cildi üzerinden dolaşarak arkasından +medhalin hizasını göstererek çıkar gider. Güya +lisan-ı hal ile: “Eğer bunun eceli gelmiş ben de o vazife-i +parçalayıp çıkar giderdim. Lakin işte görüyorsunuz ya cild +üzerinden bir nısf daire çizip gitmekten başka bir şey yapamadım” +der! İnsan silsile-i şuun ve hadisata çeşm-i basiretle +baksa ibret alacak garik-i veleh ü hayret olacak ne hikmetler +görür! Ne ayat-ı kudret ve azamet karşısında bulunduğunu +anlar! +Gururun girdiği yerde sürur olmaz. +rur olduk. O kadar ki Allah’ı unuttuk. İçimizde öyle mest-i +mey-i gururlar bulundu ki “inşaallah!” cümle-i şartıyye-i tazarru-karanesiyle +ları sıvamanın ve seyr fi’l-hayal suretiyle serab-ı gurura dalmanın +ne büyük bir cinayet-i vicdaniyye ve ahlakıyye olduğunu +Allah bize gösterdi. Bu başka değil illa o taşkın o +pek şımarık pek bala-pervazane gururumuzun cezası oldu. +Ya sonra Çatalca melhamesindeki o ahen-dilane sebatımız +ne idi! Çünkü vicdanımız münkesir ruhumuz mecruh başımız +sine-i acze doğru meyl etmiş lisan-ı umumi gayr-i ihtiyari +“Aman ya Rab! İşte bu dem-i vapesin-i hayatımızdır. +Bizi otuz beş senelik azadlımıza rezil etme İstanbul’umuzu +dört yüz milyonluk koca alem-i ��slam’ın kıblegah-ı iman ve +vicdanı olan hilafet-i mukaddese-i Ahmediyye’nin serir-i +! +Suheyb ne iyi bir zatdır. +el-hamu’allasını +düşmana teslim etme! İşte senin himayetine sığınıyor +senin bargah-ı merhametine yüzlerimizi çeviriyoruz! +Nusret.. Allahımız! Muzafferiyet.. Meded-resimiz!” diye gözlerimizden +yağmur gibi yaşlar dökmemizin bir delil-i afv ü +mağfireti idi. +Harbi bidayetinden beri bizzat ta’kīb edenler bu son +kavgada askerimizin gösterdiği sebat ve menanet karşısında +“Acaba bunlar Kırkkilise’de Vize’dekiler midir?” diye bir +sayha-i hayret koparmaktan kendilerini men’ edemediler. +hamaseti mermilerini hedefe isabeti kendi malı değil Allah’ındır. +Yalnız bunlar mı ya? Kendisi de onun değil mi? +Şimdi bir de mini mini hani o yetim gibi cılız za’if kalan +bunca feryadlara bunca irşadlara rağmen bir türlü +enzar-ı ehemmiyyeti üzerine celb edemeyen donanmamızı +der-hatır edelim. Vücud içinde feci’ bir adem şekli gösteren +deniz kıtaatı nihayet bir feveran-ı dini ve milli ile harbe hazırlandılar. +Ümera zabitan ve efrad umumen abdest alarak +Çanakkale’nin ufuklarını sarsan zemzeme-i tekbir ve tehlil +yet-i ilahiyyeden niyaz ettiler. Ekseriyetin bedbinlik ve ümid +sizliğine rağmen ilk hamlede mansur ve muzaffer oldular. +Koca ordumuzun muvaffakiyetsizliğine karşı birkaç teknemizin +şu galebesi Cenab-ı Hakk’dan bize öyle sitemli bir +müzaheret-i hayat-bahşadır ki lisan-ı iman ve irfan bunun +hakk-ı şükranınını edadan acizdir. +Ah… Eğer donanmamıza ordumuza verdiğimiz ehemmiyetin +beşte birini olsun ayırmış hatırı sayılır dokuz on +Turgut Barbaros Salahaddin Kılıç Arslan Selim-i Evvel +Fatih Köprülü Sokullu Tiryaki Hasan Paşa Selim-i Salis +Girit Selanik Kosova Manastır Zırhlı ve zırhlı kruvazörleri +almış olaydık……! +Eyvah bu baziçede bizler yine yandık! +Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık? +AHLAK-I İSLAMIYYE’NIN ESASLARI +Vezaif-i ahlakıyyeden herbirinin nazar-ı İslam’daki mevki’ini +tafsil etmeden evvel şeriat-i Muhammediyyece fezailin +nasıl bir mevki’-i bala ve müstesnada rezailin nasıl bir dereke-i +pesti ve izdirada tutulduğunu göstermek faideden hali +değildir. +Evvelce de söylediğimiz gibi Resul-i ekrem sallalahü +aleyhi vesellem vazife-i risalet ve da’vetinin rükn-i aslisi +me +hasin-i ahlak olduğunu +yani: +“Ben ancak mekarim-i ahlakı tamamlamak için ba’s olundum” +hadis-i şerifi ile tasrih buyurdukları gibi hüsn-i ahlaka +verdikleri ehemmiyeti Allah ile münacat ederken bile ihmal +etmeyip namazın başlangıcında +Yani “Ya Rab! Ahlakın en güzellerine varmak +sensin! Ya Rab! Fena ahlakı benden uzak tut. Zira ahlakın +fenasını benden uzaklaştıracak ancak sensin” buyururdu. +Çok kere de: +Yani: +“İlahi senden sıhhat afiyet yani din ve dünyaya tealluk +eden şururdan selamet bir de hüsn-i ahlak dilerim” diye +bargah-ı ahadiyyete arz-ı niyaz ederdi. Bir gecede ta be-sabah +Yani: “İlahi sen benim +halkımı suretimi güzel yarattın. Hulkumu da siretimi de +güzelleştir” diye du’a buyurmuşlar. Kendisine “Ya Resulallah! +Bütün gece du’a ve niyazın hep hüsn-i huluka dair idi! +denilince +Yani: “Abd-i müslim ahlakını güzelleştire güzelleştire +nihayet onu hüsn-i ahlakı cennete sokar. Kezalik ahlakını +çirkinleştire çirkinleştire nihayet onu su-i ahlakı cehenneme +sokar. Abd-i müslimin öylesi var ki uykuda iken bile nail-i +mağfiret olur” buyurmuşlar. +Aişe radıyallahü anha ahlak-ı risalet-penahiyi kendisinden +sual eden zata: “Sen hiç Kur’an okumuyor musun? +Resulullah sallallahü aleyhi vesellemin ahlakı Kur’an ’dan +miştir” diyerek atideki ayat-ı kerimeyi misal olarak irad etmiştir. += Affa sarıl iyiliği +emret cahillerden ru-gerdan ol.” Sure-i Al-i İmran ayet += Şüphesiz Allahu te’ala adli ihsanı yakın +olanlara atayı emr; sözün ve fiilin kötüsünden kötülükten +te’addiden nehy eder.” Sure-i Nahl ayet . +…= Bir de başına +gelen şeye sabr et ki bu sabrın azm edilecek şeylerdendir.” +Sure-i Lokman ayet . +…= Duçar olduğu zulme +sabr edip afv eden kimsenin imanı ise daha alidir. Zira +bu azm edilecek şeylerin en mühimlerindendir.” Sure-i Şura +ayet . += Öyle ise sen onlara +afv u safh ile mu’amele et. Zira Allahu te’ala ihsan edenleri +sever” Sure-i Maide ayet . +…= Bir de onlar +afv u safh ile muamele etsinler. Siz Allah’ın size mağfiret +ettiğini istemez misiniz?” Sure-i Nur ayet . +=Ya Muhammed! Seyyieyi kendisinden iyisi ile yani hasene +bakarsın ki sana müşfik bir dost gibi oluvermiş.” Sure-i Fussilet +ayet . +…= O müttakīler için ki yüsr-i +hallerinde de üsr-i hallerinde de infak ederler; Gayzlarını +zabt ederler. Halkı afv ederler. Allah da zaten böyle ihsan +edenleri sever.” Sure-i Al-i İmran ayet . += Zannın çoğundan sakınınız. Zira zannın bir +takımı günahdır. Bir de tecessüs etmeyiniz. Birbirinizi de gıybet +etmeyiniz.” Sure-i Hucurat ayet . +Bütün ümmet-i Muhammediyye’nin hadisi müktedası +olan zat-ı akdes-i risalet-penahinin muttasıf oldukları mehasin-i +ahlakı ve kemalat-ı veleh-fezayı tafsil etmek belki bizi +saded haricine çıkarır. Bu bahsi yevm-i viladetinden dem-i +vapesin-i irtihaline kadar bil-cümle ahval ve şemailini bütün +tafsilatıyla kayd ve zabt eden müellifine bırakalım da yalnız +ale’l-ıtlak mekarim-i ahlaka terğīb ve teşvik ve rezail ve +mesaviden tahzir ve tenfir için kendilerinden menkūl olup +ziver-i hafıza-i ehl-i İslam olan bazı ehadis-i seniyyeyi burada +zikr etmekle iktifa edelim: +“ = Hüsn-i huluk Allahu te’alanın +yarattığı en büyük şeydir.” +“ = Mekarim-i ahlak cennet +amellerindendir.” Yani duhul-i cennete vesile olan amellerdendir. +“ = Ahlak dinin kabıdır.” Yani bir kimsedeki +dinin derece ve mahiyeti ahlakının derece ve mahiyetiyle +mütenasibdir. +“ = İnsanın +mizan-ı a’maline konacak hüsn-i huluktan daha ağır hiçbir +şey yoktur. Zira hüsn-i ahlak sahibi olan kimse savm ve salat +sahibinin derecesini elbette bulur.” +“ = Dinden sonra aklın başı halka kendini sevdirmek +ve her hangi bir iyiye veya kötüye karşı hayrı ibzal etmektir.” += +“Hüsn-i huluka yapış zira insanların en iyi ahlaklıları dini +en iyi olanlarıdır.” +“ = İslam hüsn-i huluktan ibarettir.” +“ = Allahu te’ala +bir kulunun hem halkını hem suretini hem de hulukunu +siretini güzel yaratıp da ateşe yedirmez.” +“ = İnsanın keremi +dinidir. Hasebi hüsn-i ahlakıdır. Müru’eti de aklıdır.” +“ = Siz bütün halka mallarınızla iyilik etmeye +yetişemezsiniz. Öyle ise güler yüzlülükle hüsn-i ahlak ile yetişiniz.” +“ = Allah te’ala bu dini halis +olarak kendi dini kılmıştır. Halbuki dininize seha ile hüsn-i +huluktan başkası yakışmaz. Öyle ise siz de gaflet etmeyiniz +de dininizi bu iki şey ile tezyin ediniz.” +“ = İçinizden en ziyade sevdiklerim +kıyamet gününde yeri bana en yakın olanlarınız ahlakı en +güzel olanlarınızdır.” +“ = Mü’minlerin +hoş geçinilir nas ile ülfet eder ve kendileriyle ülfet +edilir kimselerdir. Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet mümkün +olmayanda hayır yoktur.” +“ = Allah te’ala +ahlakın ma’alisini sever. Bayağılarını sevmez.” +“ = Uğurluluk hüsn-i huluktan ibarettir.” +“ = Tedbire benzer +akıl hüsn-i huluka benzer haseb yoktur.” +“ =Bir kimsede üç şeyin hepsi veya hiç olmazsa yalnız biri +bulunmazsa a’mal-i hasenesinden hiç birine i’tibar etmeyiniz. +Bu üç şey de: Allah’a ma’siyetden onu men’ edecek bir +takva sefihe karşı gelebilecek bir hilim beyne’n-nas kendisini +hoş geçindirecek ahlak-ı hasenedir.” +“ = İnsanın +sa’adeti hüsn-i ahlaktır. Su-i ahlak ise alaim-i şakavetdendir.” +“ = Şüphesiz doğruluğuna giden müslüman +hüsn-i ahlakı ve kerem-i seciyyesi sayesinde daimi +savm ve salat ile meşgūl olan kimsenin derecesini bulur.” +“ =Şüphesiz bir kul hüsn-i ahlakı sayesinde ibadeti az olduğu +halde derecat-ı ahiretin en büyüklerine ve menazil-i +ahiretin en yükseklerine nail olur. Su-i ahlakı sebebiyle de +abidler zümresinden ma’dud iken cehennemin en aşağı derekatını +bulur.” +“ = Sirke balı nasıl bozarsa su-i +huluk da ameli öylece ifsad eder. Hüsn-i huluk ise güneş +karı erittiği gibi günahları eritir.” +“ = Su-i ahlak uğursuzluktur. +En kötüleriniz de en fena ahlaklılarınızdır.” +“ = Bir kul ahlakını +fenalaştırdığı müddetçe Allahu te’aladan hep uzak kalır durur.” +“ = Her şeyin bir tevbesi vardır. Yalnız fena +ahlakı olanın tevbesi yoktur. Zira o hiçbir günahdan tevbe +etmez ki daha fenasına giriftar olmasın.” +Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi veselleme biri: +“Hüsn-i huluk nedir?” diye sormuş. +“ Sana darılan kimse ile görüşmen +seni mahrum edene ata kılman sana zulm edeni afv +etmendir” buyurmuşlar. +Biri de Resulullah sallallahü aleyhi vesellemin önünde +sağ tarafında sol tarafında durarak ayrı ayrı üç kere: “Ya +Resulallah din nedir?” diye sormuş. Üçünde de: “Hüsn-i +huluktur” cevabını almış. Buna da kana’at etmeyerek bir +kere de arka tarafına geçip “Ya Resulallah din nedir?” diye +sorunca Hazret-i Peygamber-i zişan artık arkaya dönerek: +“Ya hu! Anlamıyor musun? Gazab etmemektir” buyurmuşlardır. +Bir diğeri de: “Ya Resulallah bana nasihat et” demiş. += Nerede bulunursan bulun Allah’dan +kork” buyurmuşlar. “Daha nasihat et” demiş. += Seyyieden sonra hemen bir hasene işle ki +onu mahv edesin.” buyurmuşlar. Yine: “Daha nasihat et” +diye istirhamda bulununca += Halka +ahlak-ı hasene ile mu’amele et” cevabını almış. +Kezalik: “A’malin efdali hangisidir?” sualine “huluk-ı hasendir” +cevabını vermişlerdir. +Bir gün huzur-ı alilerinde bir kadından bahs edilirken: +“Her gün oruç tutar bütün gece namaz kılar. Yalnız şu kaolmaksızın +Taberani +yerinde yerinde +vardır. Taberani +dar var ki ahlakı fenadır. Diliyle komşularına eziyet eder” +demişler. Buna karşı da: “O kadında hayır yoktur. Ehl-i cehennemdendir.” +cevabını vermişlerdir. +AVRUPA ULEMASININ MÜHİM +BİR SUALİNE CEVAB +Hud’a müdahene çok gülmek istihza etmek sırrı ifşa +atalet buhl israf başkasına iftira müzevirlik hıyanet borcunu +yemek bildiğini öğretmemek mağrur olmak başkasının +hukūkunu gasb etmek hak şehadeti gizlemek yalan +yere şehadet etmek başkaların halini araştırmak su-i zan +kumar oynamak tefahür etmek tartmış olduğu şeyi noksan +yapmak ta’amı ihtikar edip vaktinde dest-i mu’aveneti +uzatmamak yekdiğeriyle düşman olup muhabbeti kesmek +ötekinin berikinin ırzına namusuna sebb etmek ahdi nakz +va’dinde hulf etmek. +Daha bunlardan başka Kur’an ’da pek çok ahkam vardır +ki onlardan bazıları devletin siyasetine memleketin i’mar ve +terakkīsine tealluk ettiği gibi bir kısmı da teba’a-i devletin +emn ü rahatını zamin olup sözden ziyade bil-fi’l bit-tecrübe +menafi’-i azime ve fevaid-i cesimesi zahir olan ahkam-ı +celiledir. Kezalik Kur’an ’da bir kısım ahkam daha vardır ki +onlar da taksim-i mevarise her hak sahibine hakkını vermeye +tealluk eder. +Velhasıl Kur’an-ı Kerim bunlar ve bunlara mümasil daha +nice ahkamı ihtiva ediyor ki onlar sair kütüb-i mukaddese-i +semaviyyede mezkur değildir. Akıl ve iz’ana malik olanlar +bilirler ki: Şeriat-i Muhammediyye’nin bütün ahkamı fikrin +ba’ edenlerin kaffe-i hukūkunu da –hayyen ve meyyiten– +zıya’dan muhafaza etmeyi tekeffül etmiştir. +Kur’an-ı Kerim ’de daha ne kadar ahkam-ı gamıza ma’ +ani-i dakīka vardır ki ulum ve fünunun bu kadar terakkī ettiği +şu zamanda bile onların üzerindeki nikab kaldırılıp da +ne oldukları keşf edilemiyor. Anlamak şöyle dursun nazar-ı +dikkatimizi bile celb etmiyor. Bunun başlıca sebebi ise ukūl-i +beşerin onları anlamaya kafi gelmemesidir ma’a haza hiç +şüphe yoktur ki: Efkar-ı beşer derecat-ı kemale doğru terakkī +edip ulum ve fünunun dairesi tevessü’ ettikçe onlar da +Mesela küre-i arzın müteharrik olduğunu fennen anlamak +ancak zamanımıza pek yakın olan bir asırda müyesser +olabilmiştir. Halbuki Kur’an-ı Kerim bu hakīkatin üzerindeki +perdeyi bin üç yüz bu kadar sene evvel kaldırmıştır; fakat +o asırlarda o hakīkat-i mekşufeyi bile görecek göze malik +olmadığımızdan pek çok zaman geçtikten sonra görebildik. +Sonra Kur’an-ı Kerim hıfzussıhha ve esbabına müra’at cihetinden +düşünülürse onun bir kanun-ı tıbbi olduğunu +ümem-i maziyye ve kurun-ı haliyyenin ahvali nokta-i nazarından +tedkīk edilirse hakayık ile meşhun bir tarih-i umumi +olduğunu görürsek Kur’an ’ı alıp onda olan kısas ve hikayatı +oku! Bak ki onları nasıl belağatin en a’la bir derecesi olan bir +tarz-ı bedi’ bir üslub-ı mu’ciz ile irad ediyor. Ondaki tarz-ı +Türkçe Fransızca ve daha sair lüğatlerde yazılan resail-i ahlakıyye +kütüb-i tarihiyye rivayat-ı edebiyyenin hiç birisinde +onun bir misline tesadüf edemezsiniz. O kadar icazıyla beraber +hakīkati öyle tasvir eder ki adeta o hakīkat gözünün +önünde tecessüm eder de onun hakim ve alim bir zattan +sudur eden kelam-ı mu’ciz olduğunu bahiren i’lan eder. +Kur’an ’da mevcud olan mebahisin kısm-ı a’zamı sair kütüb-i +mukaddesede yoktur ki bu da zaruri bir şeydir. Çünkü +hiç şüphe yok ki o asırda bunlardan daha ehem mevaddın +beyanı daha elzem umurun ıslahıyla iştigal edildiği cihetle +o asırda bulunan insanları bu gibi mebahis ile teklif etmek +mürşidin vazifesinden değildi belki o zaman beyan edilmiş +olsaydı o ahkamı hiç birisi anlamazlardı. +Ma’a haza Kur’an ’daki metalib-i aliyye fünun-ı kesire de +el-an hiç kimse tarafından hakkıyla anlaşılamamıştır daha +pek çok esrar ve hükm-i Kur’an iyye vardır ki mürur-ı a’sar +sana söylemiştim ki: Kanun-ı tekamül tedricidir ani değildir; +binaenaleyh şurası da bi’z-zarure ma’lum olmak lazımdır ki +kanun-ı tekamül de bi-nefsihi Kur’an gibi bir kitaba muhtacdır; +Nebiyy-i evvelin şeriati ikinci bir nebi onunki de üçüncüsü +onunki de şeriat-i İsa ile ikmal olunduğu gibi şerayi’-i sabıkanın +küllisi de ancak Hazret-i Muhammed sallallahü aleyhi +vesellemin şeriati ile öylece ikmal olundu. +Şimdi şu tafsilattan müsteban oluyor ki şeriat-i Musa +kendinden evvelki şerayi’den ercah ekmel; kezalik İsa’nınki +de şeriat-i Musa’dan ekmeldir. Binaenaleyh şeriat-i Muhammediyye’nin +de bil-cümle şerayi’-i salifeden ekmel ve efdal +olacağında kat’iyyen tereddüd göstermemelidir; çünkü İncil +’in zuhuru Tevrat ’dan sonra olduğu cihetle fazla olarak +onun bir çok ahkamını da şamil bulunacağı şek götürmez +bir hakīkattir. Bunun içindir ki Tevrat’dan ercahdır Kur’an ’a +gelince: O da aynı sebebden naşi İncil ’den ercah ve ekmeldir. +Eğer bu kaziyyenin aksini alır da Tevrat’ın İncil ’e yahud +aman ve tekadüm-i eyyam ile akl-ı beşer de bir ric’at-i kahkari +den sudur edecek böyle bir mantıksızlık nev’-i beşere karşı +büyük bir zulüm afvı na-kabil bir ma’siyet irtikab etmektir. +gelen evvelkini nesh ediyor; yine bu ka’idenin icabatındandır +ki: Şeriat-i Muhammediyye şerayi’-i sabıkanın hepsini +nasih kendisi bundan sonra hiçbir şeriatle mensuh değildir; +ahkamı ile’l-ebed bakīdir. +Çünkü bir şeriatin başka bir şeriatle nesh edilmesi ha +vayic-i zaruriyye-i beşeriyyenin tekessür ve tevessü’ ederek +vakt ü zamana münasib bir surette beşerin o ihtiyacını def’ +etmek için o şeriatin ahkamı kafi gelmemekle olur. Halbuki +havaic-i zaruriyye-i beşeriyye ne kadar tekessür eder ne nisbette +ziyadeleşirse yine şeriat-i Muhammediyye’den daha +vasi’ bir şeriate ihtiyac mess etmez. +Kur’an-ı Kerim ’in ihtiva ettiği aksamın bir kısmını +enzar-ı ibrete vaz’ ettim. Eğer onları biraz teemmül edersek +görürüz ki daire-i ihtiyac ne kadar tevessü’ ederse etsin ahkam-ı +Kur’an iyye’nin haricinde kalmak mümkün değildir. +Akl-ı beşer ne kadar asar-ı terakkī gösterip tekemmül +ederse etsin yine şeriat-i İslamiyye’nin müştemil olduğu +ahkam-ı celilenin hududu haricine çıkabilmek ihtimali mefkūddur +binaenaleyh her asırdaki insanlar için ona ittiba’ +etmek bir zaruret hükmünü alır akl-ı beşer için bundan kurtuluş +yoktur. +Mevadd-ı sabıka takarrur ettikten sonra şurası aşikar ve +muhakkaktır ki: Kur’an pek muhkem bir nizam-ı Rabbani +ezeli bir kanun-ı ilahidir. Bunun için her zaman ona ittiba’ +her yerde ahkamıyla amel etmek da’i-i sa’adet kafil-i fevz +ü felah ondaki ahkama muhalefet etmek de hüsran-ı azim +zillet ve meskenete ba’is olmaktan başka bir şey değildir; +ki Kur’an kat’iyyen başka bir şey ile nesh edilemez onu getiren +zat da hatemü’l-enbiya ve’l-mürselindir. +−son− +MAARIF NEZARETI’NIN TA’MIMI +Maarif Nezareti’nden bilumum maarif müdüriyetlerine +tebliğ edilmiştir: +Medeniyet-i garbiyye ile medeniyet-i şarkiyyemizin ta +rih-i temas ve telakīsi olan takriben bir asırlık zamandan beri +hükumet-i seniyyece garbın hazain-i ma’rifeti diyarımıza +nakl etmekle ancak temin-i beka ve miknet kabil olabileceği +takdir edilmiş ve bu maksadı istihsal için memalik-i şahanenin +her tarafında derecat-ı muhtelifede mekatib-i adide +küşad olunmuştur. Hükumetin te’sis ettiği bu darü’l-ulumların +yetiştirdiği erbab-ı irfanın adedi nefsü’l-emrde istiksar +edilemeyecek raddede bulunmakla beraber sabıkına nisbetle +hakīkaten mühim bir yekuna baliğ olmuştur. Maamafih +şurası da maattessüf i’tiraf olunur ki terakkī-i maarif için +masruf olan mesai ve bu mesaiden iktitaf edilen semerat +ve temeddünde Avrupa akvamı şöyle dursun devletimizin +bazı eczası üzerinde teessüs eden yeni komşu devletlerle bile +hem-inan olmamıza gayr-i müsaid bir derekede kalmıştır. +Bunun esbab-ı asliyyesi de mekatibin programlarını tertib +ederken hedef-i ta’lim ve terbiyenin yanlış intihab edilmesi +ve gayat-ı tahsilin gaye-i amal-i milliyyeye tevfik olunmaması +ve mekatibimizin esasen vakitiyle en mübrem addedilen +me’mur yetiştirmek ihtiyacı gözedilerek açılmış bulunması +ve memalik-i sairede müttehaz usullerin memleketin +edilmeksizin kabul olunması maddeleri olup bunun neticesi +olmak üzere mekatibde ikmal-i tahsil ile çıkanlar kendilerini +ve idarelerini te’min edecek bir mesleğe intisab edemedikleri +gibi maarif-i cedideyi iktisab edenlerle buna muhtac olanlar +arasında dahi bir adem-i emniyyet ve i’timad hasıl olmuş +ve milletin ihtiyacat-ı hakīkıyye-i diniyye ve ahlakıyyesini +cami’ bir hedef-i mu’ayyen aranmaması sebebiyle terbiye-i +matlube-i diniyye ve ahlakıyye münhasıran ailelerin eyadi-i +maarifi bi-hakkın te’min etmek üzere tedrisatın evlad-ı vatana +faide-bahş olacak surette icrasıyla bunların istikbal-i +memleket için feyzdar ve ruhu ruh-ı millet ile hem-ahenk +bir unsur-ı faaliyet olması ve bu adem-i emniyyet ve i’timadın +eden bil-cümle me’murin ve muallimin ve müstahdeminin +duş-ı himmet ve hamiyyetine mevdu’ vezaif-i mübecceledendir. +Milletin hal ve atisi ile alakadar olup hayat ve bekasının +nigehban-ı yeganesi bulunan bu hizmet-i mukaddesede +damen-dermiyan-ı gayret olmak için fima ba’d gözedilecek +hedef-i aksa din ve dünyaca muhtac olduğumuz ulum-ı asriyyenin +kaffesini tedricen ve ma’kūl ve mantıkī bir surette +tevzi’ olunmuş olarak derecat-ı muhtelifedeki mekatib-i mütenevvi’a +programlarına idhal etmekle beraber mekteplerimizi +her türlü tasannu’dan hali birer terbiyet-gah haline koymaktan +olamayacağı gibi taklid ile nafi’ semereler istihsal edilemeyeceği +de hakayık-ı müberhenedendir. Binaenaleyh programlarımız +bi-tevfikihi te’ala peyderpey ihtiyacat-ı haliyye +ve atiyyemize göre ta’dil ve ıslah edilerek semerat-ı matlube-i +ve ahlakıyyeye kemal-i ehemmiyyet ve ciddiyyetle i’tina ve +dikkat meslek-i ta’lim ve terbiyenin şediden muhtac olduğu +vakar ve ciddiyetine kat’iyyen halel getirilmeyecek surette +hareket edilmesi salisen üstaz ve mürebbi sıfatını haiz olanların +mesai-i fi’liyyesi yalnız telkīnat-ı kavliyyeye münhasır +kalmak kafi olmadığından terbiye-i diniyye ve ahlakıyye +hususunda herkese bir nümune-i fazilet ve mekteplerimizin +birer enmuzec-i terbiyet olması kemal-i ehemmiyetle tavsiye +olunur. +SEBILÜRREŞAD +Maarif Nezareti’nin bu tebliğnamesi –denilebilir ki– +memleketimizde ta’kīb olunması en hayırlı olan terbiye ve +ta’lim esaslarının bir fezleke-i beliğü’l-edasıdır. Fi’l-hakīka +“Bu memleket dinsiz ve ilimsiz payidar olamayacağı gibi +taklid ile nafi’ semereler istihsal edilemeyeceği de hakayık-ı +müberhenedendir.” Bunun böyle olduğuna iman etmemek; +ki bu “Belağ-ı mübin” ile Maarif Nezareti’nin vazifesi hitam +bulmuştur denemez. İyi düşünenler aynı zamanda iyi de +yapmalıdırlar. +BIZDEN OLMAYANLARA DEĞIL! +Çekilmiş şöyle tenha bir yere eyyam-ı nekbetde; +Bunalmıştım o mevt-alude kabristan-ı kesretde +Ne bir hem-derd ü hem-dem… Varsa uzletgah-ı vahdetde +Enisi olmayınca ademe zindan cennet de. +Vatan mecruh ufuklar sarsılır ah-ı müdamından; +Alevler püskürür kanlar saçar her bir mesamından. +O milyonlarla evladın: Havassından avamından +Meded yok… Sanki razi cümlesi halin devamından? +Vatan sevdası insanlar için bir hiss-i fıtrıyken; +O mecnunane sevdanın esir-i bi-kararıyken! +Esaret mi dedim? Yok yok medar-ı iftiharıyken +Vatan; namusu ırzı mader-i şefkat-nisarıyken. +Vatan dendikçe ruhum gaşy olur fart-ı garamından +Geçer o varlığından kainatın subh u şamından; +Vatan kadri nedir? Çık harice babü’s-selamından: +O hicranlar haber versin sana şevketli namından. +O mihnet-gehde vicdanım koyuldu şöyle feryada: +Bu la-kaydi nedir bizde? Vatan çağrırken imdada. +Vatan elden giderse yok vatan evlad ü ahfada; +Şerefli bir liyakat ! haşre dek la’net ile yada. +Bizimçün yok mu Allah’ım uyanmak hab-ı gafletden? +Bizimçün ibret almak yok mudur bunca felaketden? +Bizimçün tevbe etmek yok mu zilletden ataletden? +Kırıp el birliğiyle kurtulup kayd-ı esaretden. +Değil miydik o biz kim Doksan Üç harbinde kahr olduk! +Çırıl çıplak edip terk-i diyar İstanbul’a dolduk! +Ne açlıklar ne mihnetlerle kabristana yol bulduk! +Bütün milletçe girdik mateme eyvah… Saç yolduk. +O Ruscuklar Vidinler Sofyalar Bulgar’a mal oldu; +Büyük bir Bulgaristan şekline girdi ne hal oldu! +Tutun kim bu felaket ba’is-i her kīl ü kal oldu; +Fakat bad-ı heva gitti bize kanlı vebal oldu! +O Bulgar işte şimdi adem oldu çıkdı meydana +Otuz yılda..? Evet! Hayret verir elbette insana. +Ne zannettin! Çalışdı iktisab-ı ilm ü irfana +Yetişti hilede her mel’anetde fikr-i Şeytan’a! +O günlerde meğer biz kalkmışız göz açmışız hayret!.. +Meğer etmiş teşekkül zulme karşı -etme!- cem’iyyet: +Ya isyan-ı umumi? ya ki istihsal-i hürriyyet; +Eğerçi aslı varsa doğrusu ya pek büyük himmet! +Evet endişe-nakim aklımız iz’anımız nerde? +Tereddüd etmeyim mi? Rüşdümüz irfanımız nerde? +Bizi birleştiren millet eden Kur’an’ımız nerde? +Bu kansızlık bu hissizlik içinde canımız nerede? +Kimi dehri tabi’i ! Ba’zımız meftun-ı kavmiyyet; +Silinmiş mürde kalbinden diyanet hubb-i milliyyet. +Kimi cehl ü ta’assubla kararmış gözleri: Cinnet..!? +Nasıl mümkün olur bunlar için teşkil-i cem’iyyet? +Nihayet işte herkes hürr-i mutlak: Bi-inan oldu +Yazık bir inhilal-i ictimai… Pek yaman oldu! +Cihan güldü bize bu kavgamız amma ne şan oldu? +Zelil olduk rezil olduk da a’da kamran oldu!! +YA HASRETEN BA’DE HASRETIN +ALE’L-MÜSLIMIN +Aman ya Rabbi! Müslümanların çilesi dolmak bilmeyecek +mi? Alem-i İslam’ın başından musibet hiç eksilmeyecek +mi? Bir yandan vatanın en kıymetli parçaları birer birer elimizden +çıkıyor; öbür taraftan milletin en güzide evladı aramızdan +çekilip çekilip gidiyor! +Hangi derdimize ağlayalım? Hangi felaketimizin matemini +tutalım? Manastır’dan üç beş gün sonra Manastırlıyı +gaib eden vatan-ı Osmani bugün de Ahmed Midhat’ın arkasından +ağlıyor. Ya hasreten ale’l-müslimin! Ya hasreten +ba’de hasretin ale’l-müslimin! +Manastırlı kim idi? Müteahhirin-i ulemanın en büyüklerinden +diyar-ı Mısır’ın: Mevlana Hüseyin Cisr Suriye’nin; Şeyh +Emin Kürdistan’ın en büyük hakimi en meşhur uleması olduğu +gibi Manastırlı da bu diyarın en mütebahhir bir alim-i +nihriri idi. +Manastırlı altmış beş sene imtidad edebilen hayatının +elli senesini ulum-i İslamiyyeye vakfetmiş; bütün ömrünü +okumakla okutmakla geçirmiş bir vücud-ı muhterem idi. +Manastırlı irfanındaki azamet hafızasındaki kudret mu +ha +kematındaki isabet mesaisindeki ciddiyet zekasındaki +faaliyet i’tibariyle pek nadir yetişen fıtratlardandır. Manastırlı +kadar muntazam çalışmış; Manastırlı kadar çok okumuş; +Manastırlı kadar çok okutmuş; Manastırlı kadar zamanını az +devirde değil edvar-ı maziye-i ma’rifetimizde bile o kadar +mebzul göremiyoruz. +Manastırlının hücre-i mesaisi pek zengin bir kütüphane +düzlerinin yarısını şehir kütüphanelerinde yarısını da mekteplerde +tatil günlerini ise cami kürsilerinde imrar ederdi. +Manastırlı ulum-ı İslamiyyenin herbirine ayrı ayrı çalışmış +hem senelerce çalışmış idi. Kemal-i im’an ile mütalaa +ettiği kenarlarına kendi mütalaalarını ilave eylediği nefais-i +ma’rifetin yalnız isimlerini saymak bile akıllara hayret verir! +Manastırlı mütalaa yahud münakaşa ettiği mebahis-i ilmiyyeyi +o mebahisin mütehammil olduğu lakin hiçbir bahisin +mütehammil olamayacağı derecelerde ta’mik ederdi. +Onun için derslerinden mübtedi talebe pek o kadar müstefid +olamazdı. Lakin müntehi talebe de Manastırlı gibi bir +üstad-ı muhakkık bulamazdı. Mevaizine gelince onlardan +hem havas hem avam büyük büyük istifadeler ederdi. +Meclisi ise pek latif idi. Ancak bilemem okumaktan o +kutmaktan yorgun düştüğü için midir nedir hususi mahafilde +söylemekten ziyade söyletmeyi isterdi. Her meslek erbabını +hürmetle kabul eder; hepsini de istiskal etmeksizin +dinlerdi. +Manastırlı garp lisanlarına vakıf değil idi. Lakin Mısır’da +basılan asarı birer birer ta’kīb ettiği için cihan-ı medeniyyetteki +terakkıyat-ı ilmiyyeyi edebiyyeyi inkılabat-ı fikriyyeyi o +vasıta ile günü gününe haber alırdı. +Manastırlı ulum-ı İslamiyyenin herbirinde ihata-i külliyye +sahibi olmakla beraber kendisinin en ziyade zevk aldığı +en ziyade uğraştığı fen fenn-i celil-i tefsir idi. Ta İbni Abbas’dan +zamanımıza gelinceye kadar kaç ma’ruf müfessir +yetişmiş ise Manastırlı onların hepsini bilir hepsini pek yakından +tanır idi. +Manastırlı’nın ulema arasındaki iştiharı bundan otuz se +ne evvel başlar: Felsefe-i İslamiyyedeki ihtisasıyla bi-hakkın +Manastırlı arasında bir mes’ele-i ilmiyye bir “amd kasd” +mes’elesi hadis olmuştu. Da’vanın nasıl bittiğini hakkın +hangi tarafta kaldığını hala bilmiyorum. Yalnız şurası hatırımdadır +ki: O sırada biz rüşdiye mektebi sıralarında oturuyorduk. +Hafız Şakir Efendi merhumu o vakitler yedi yaşından +yetmişine kadar bilmeyen yoktu. Henüz o kadar iştihar +etmemiş bir İsmail Efendi’nin çıkıp da Şakir Efendi Hoca +hiddetini mucib olmuş idi! +Biz tabii evvela mes’eleyi anlamak icab edeceğini ufacık +beynimize uğratmadan Şakir Efendi Hoca’yı haklı çıkarıverdik. +Akşam eve gider gitmez merhum pederimle de aynı +mes’ele üzerine konuştuk. Babam benim İsmail Efendi merhuma +olan hücumumu görünce: “Oğlum daha sen bu gibi +mesaili anlayamazsın. Vakıa Şakir Efendi yetişmiş bir büyük +hocadır. Lakin İsmail Efendi de yetişiyor çünkü alabildiğine +çalışıyor.” demişti. +Manastırlı’nın umum arasında iştiharına ise Risale-i +Hamidiyye tercümesi sebep olmuştur. Bu tercüme de Ahmed +Midhat Efendi’nin sayesindedir. Zira Manastırlı merhumu +bu hayırlı işe sevkeden o zattır... +* * * +Zavallı Midhat! Sen ne kadar hayırlı işler vücuda getirdin! +Ne kadar hayırlı işlere delalet ettin! Senin elli beş yıl süren +hayat-ı faaliyyetin milletin hayrına aid meşkur mebrur +hizmetlerle doludur. +Varsın o hizmetlerin şükranesi olarak bu kadir-na-şinas +millet seni tahkīr etsin terzil etsin tekfir etsin! Havas senin o +büyük namına timsal-i cehaletler diksin; avam senin o açık +nasıye-i imanına doğru küfürler savursun! +Sen bu millete hocalık ettin; sen bu millete okuyup yazmayı +öğrettin; sen bu millete kütüphaneler dolusu nafi’ eser +yazdın. İçimizde senin eserini okumamış senden birçok şey +öğrenmemiş kimse yoktur. +Seni nasıl techil ediyorlar ki ömrün çalışmakla geçti? +Seni nasıl tekfire kalkışıyorlar ki müdafaalarını bütün cihan +okudu? +Yaşın yetmişbeşi bulmuş vücudun alabildiğine yıpranmış +de çalışıyordun. Nihayet gittin Darüşşşafaka’daki öksüzlerin +kucağında can verdin. Bezl ettiğin mesai Allah indinde +ne derecelerde meşkur imiş ki: Böyle evliyaullaha bile nadir +nasib olur bir hatime ile huzur-ı Rabbü’l-alemin’e gittin! +* * * +Midhat’ın Darüşşafaka avlusuna çıkarılan cenazesini üç +dört yüz yetim ihata etmiş idi. Tezkiye vazifesini fahru’l-ulema +Halis Efendi hazretlerine tevdi’ ettiler. Bir taraftan ihtiyarlığı +[] diğer taraftan geçende geçirdiği hastalıktan +kalan dermansızlığı sebebiyle ayakta durmaya mecali olmayan +o nihrir-i muhterem de asasına dayanarak cenazenin +önüne geldi; göz yaşları arasında boğulan bir sesle: “Ey +cemaat-i Müslimin! Bu adam şehiddir. Şehadetine huzur-ı +Rabbü’l-alemin’de ben şahidim.” dedi. Kısa lakin müessir +bir duadan sonra çekildi. Ben ömrümde o kadar hazin o +kadar samimi bir tezkiye görmemiştim. +Mehmed Akif +TERBİYE-İ İSLAMİYYE CEM’İYETİ +Bu mukaddes cem’iyet meydana çıkar çıkmaz alem-i +matbuatta dahi bir mevki’ işgal ederek güft ü gu ve dedikodulara +da ma’ruz olduğu gibi sena ve şükran ile de yad +olundu. +Hiç şüphe yoktur ki esas i’tibariyle bu cem’iyet-i mukaddese +hakkında zerre imanı olanlardan bir ferd bedbin olamaz. +Bu hususda söz söylemek bile fazladır. Fakat biraz fikir +ve mülahazaya malik olanlarda bu gibi mühim bir mes’ele +karşısında büsbütün “ceffe’l-kalem” sükun da edemezler. +Zira bu mes’ele netice i’tibariyle bütün alem-i İslam’a aid +bir mes’ele olduğu cihetle her mü’min-i muvahhid böyle bir +cem’iyetin ibtida-i teessüsünde gaye-i maksada muvaffakiyeti +ümidini takviye ve te’min edecek esbabın mükemmeliyetini +arzu ve temenni eder. Çünkü biçare müslümanların +bu gibi müesseseleri takdir etmekle beraber birkaç defalar +da ağızları yanmış ve müteşebbislerin adem-i ehliyyet ve +müşahede etmişlerdir. +dahi olabilirler. Çünkü bu gibi cem’iyetlerin matluba muvafık +cereyanını te’min için eşhasın maddeten ve ma’nen gayet +büyük te’siri vardır. Bu cihet kat’iyyen ve kimsenin hatırı +Zannederim her umurumuzda kendilerine taklidi iltizam +etmekte olduğumuz Avrupalıların da bu gibi müesseselerde +evvel be-evvel nazar-ı i’tibara aldıkları cihetler bu cihetlerdir. +Hatta misyoner cem’iyetlerinin bile hükümdaran aileleri +zir-i himayelerinde te’sis olunması adeta bir an’ane şeklini +almıştır. Bundan başka bu gibi umumi cem’iyetlerin –bila +senin te’min-i gayesi arasındaki münasebeti ararlar aramak +da bir emr-i zaruridir. Bilhassa te’sirat-ı ma’neviyye daima +eşhas ile kaimdir. Bir fesli ne kadar alim olursa olsun cami’lerde +va’z edecek olursa İstanbul muhitinde ma’ruf –ve +Bu hakīkati i’tiraf etmek icab eder. +Ben cem’iyet-i mezkure ricali beyninde bir iki adam +tisna olunursa hiç birini şahsen tanımıyorum. Şu halde +benim sözlerim hiçbir şahsa aid olmayıp yalnız müessisler +hakkında ehliyetin lüzum ve te’sirini arz etmektir. +Bunun için böyle beyan-ı mütalaada bulunmayı da yine +vezaif-i İslamiyye’den addederek cesaret ediyorum. Belki +efrad-ı cem’iyyete ayrıca ihtiram etmekle beraber kendilerinin +adab-ı İslamiyye ile mütehallık olacaklarına hüsn-i zan +ederek bu ciheti nazar-ı i’tibara almalarını bilhassa tekrar +tavsiye ediyorum. +Ruh-ı mes’ele: Müessislerin mekarim-i ahlakına merbut +olacağını inkar edecek kadar ta’annüd tasavvur edemem. +Benim gibi bir aciz bu kadar ma’ruzatta bulunursa ashab-ı +nabilirler. Ümid ederiz ki cem’iyet ricali dahi bu gibi beyan-ı +mütalaatta bulunanlara “güft ü gu dedikodu” nazarıyla +bakmayarak bilakis sözlerine havale-i sem’-i i’tibar ederek +savab görüldüğü takdirde fikirlerinden dahi istifade eylerler. +Ben şurada biraz daha ileri giderek demek isterim ki: +Bugün “Terbiye-i İslamiyye Cem’iyeti” te’sisi için tecemmu’ +etmekte olan zevat-ı kiram efrad i’tibariyle +emr-i celiline bil-imtisal her biri şimdiden +kendilerini yoklamalı ve bu cem’iyete kendileri tarafından +gösterebilecekleri maddi ve ma’nevi menfaati düşünerek +tasavvur etmeli de kendisinde adem-i ehliyet hissedenler +bu ana kadar meclislerinde müşavir sıfatıyla bulunmuşlarsa +da bundan sonra devam edemeyeceklerini daha şimdiden +beyan etmeli ve çekilmelidirler. +Ben tekrar edeceğim: Bugün biz umumen ehl-i İslam +ve bilhassa ulemamız terbiye-i diniyyeye son derecede +muhtacız bu ihtiyacımızı son dört sene zarfında geçirdiğimiz +tecarib-i adide isbat etmiştir. Şu halde bu mühim ihtiyacımızı +def’ etmek için yegane medar olabilecek “Terbiye-i +ve hazerat-ı izam hiçbir noktasında ihmal etmeyip esbab-ı +mükemmele ile teşebbüs etmelidir baştan savma nümayişler +millet-i İslamiyye’nin istikbaline sed çeker ciddi teşebbüslerdir +ki daima semeredar olur. +Ecnebileri ürkütmek mes’elesine gelince bu bir Çarşam +ba karısı olup yine bizim a’damız tarafından bize telkīn olunmuştur. +Ma’lumat-furuşlarımız da bu gibi ma’nasız ve mantıksız +sözler ile Tavukpazarı’nda bedesten açmışlardır. +Ah keşke bizde ecnebileri ürkütecek kadar bir haysiyet +bulunsa… Ah canımı feda ederim. Öyle düvel-i muazzamayı +ürkütecek kadar bir meziyete malik olanlar var ise hiçbir +dakīka gizlenmesin çıksın meydana! Birinci müridi benim. +Avrupalılar bizden kat’iyyen ürkmezler zira onlar bizi +bizden dahi iyi bilirler. “Terbiye-i İslamiyye Cem’iyeti” ricaline +arz-ı ihtiram ve haklarında hüsn-i zan etmekle beraber +teşebbüslerinde muvaffakiyetlerini temenni eyler kemal-i +metanetle sebat ederek sa’y ü gayret etmelerini tavsiye ederim. +NE KADAR DA SÖZCÜ OLMUŞUZ! +Bugünkü düşkünlüğümüz; öğünmekten ziyade döğünmeyi +bize yakışık aldırıyor. Geçenlerde söz arasında bir defa +daha münasebet düşmüştü de söylemiştik yine tekrar ediyoruz: +“Ma’rifet-i nefs; şahsi olduğu kadar ictimai bir fazilettir.” +yüksele yüksele “ma’rifet-i Rab” makamına kadar erişmek +müyesser olur. Mebde-i hareket bu nokta olmazsa hilkat-i +nüfusdan beri akıl ve vahyin müte’azıden beşeriyete tavsiye +edegeldikleri bir hakīkate yüz çevirildiği anlaşılır. Kendi kendimizin +cahili iken birdenbire meratib-i taliyye-i ma’rifete +sıçramaya kalkışırsak ya ayağımız burkulur yeniden işe başlamak +kaygısıyla geriye döneriz; yahud basiretimizi acelemizin +kurbanı ederiz sine-i nefs-i natıkadan düşürürüz; ve bu +halde basiretsiz bir yolcunun urza-i tesadümü olduğu mehalikten +başka bir gaye-i hareket beklemek hakkımız olamaz. +Uzun sözün kısası bizim gibi dereke-i evvelin-i cehalette +bulunan cema’at; öğrenmeye uyanmaya niyet eder etmez +güzelce istiksa etmeli “ne idim ne oldum ne olacağım?” +suallerini “la-raybe fih” cevablarla habl-i metin-i yakīne +bağladıktan sonra kendine göre biçilmiş bir kaftanla basirane +ve mütebassırane yola çıkmalıdır. +* * * +Biz böyle mi yaptık böyle mi yapıyoruz ya? Asla en +kara cahili olduğumuz şey kendi hüviyetimizdir. Bu “hüviyet” +kelimesini istediğiniz kadar evsaf ile takyid ediniz: Dini +milli ilmi ictimai ahlakī hüviyetimiz. Bunların hepsinde +yine birinci derecede isbat-ı nadani edecek biziz biz zavallı +amazedegan-ı cehliz! +Bu –halkın dediği gibi– cepden çıkarma bir söz bir +da’va-yı mücerred bir isnad-ı ma-lem yekün değildir; +her “müdrike”nin sera-perde-i hadisat arasından pek a’la +temaşa edebileceği bir şems-pare-i hakīkattir: İçimizden – +her hangi şu’be-i ma’rifette olursa olsun– bir müdde’i-i ihtisası +şöyle güzelce bir yoklayınız: En uzağı bulunduğu şey; +en yakını bulunduğu mahiyettir bizzat kendi kendi havass-ı +umumiyyesidir; bir din alimini anlamaya çalışınız: En ziyade +anlamaktan uzak olduğu hiç olmazsa amelen müteba’id +düştüğü kendi “mahiyet-i diniyyesi”dir. Bir siyasimizi +öğrenmeye uğraşınız: En ziyade cahili bulunduğu ilim ve +tarih-i siyaset mensub bulunduğu din ve milletinkidir. Bir +edibimizle hasbihal ediniz zavallı yana yakıla size kendi +man-Osmanlı ruh-ı edebiyatı fikir ve hissidir. +Biz böyle böyle haberimiz olmaksızın kendimizden pek +uzak düşmüşüz; seyl-i şuun içinde yuvarlanırken etrafdan +kendimizle beraber ne gibi evsaf ve hasail toparlayıp götürdüğümüzden +haberimiz yok. Çünkü çoktan beri kendimizi +tanımak fazileti ile aramız açık olduğu için bu secaya-yı +munzamayı hissedemez bir hale gelmişiz. +Ara sıra kendimize geldiğimiz olmamış değil. Fakat ne +halimize bakmışız ne istikbalimize; gözümüz hep arkada +kalmış: Senelerden beri menakıb-ı aba vü ecdad ile minder +çürütmüşüz. Halbuki -Allah için olsun söyleyelim- onların +ruhu bundan epeyce zamandan beri müte’ezzi olmaya +başladı. Zaten haklarında rayegan gördüğümüz nu’ut-ı şeref +ve necabet; pek de bir ma’rifet-i müteyakkıne mahsulü değildir. +Daha ziyade kuru tesellidir! Ne zaman bize bir çehre-i +altı yüz senelik bir umman-ı şan u şeref var. Meziyyat ve +fezail-i kavmiyyemiz ise mahsud-ı e’ali ve esafildir. Ne gam +bize.. ebed-müddet bir miknete yaslanmışız. Çıkacak cana +eza ne reva!” demişiz. Halbuki biraz da başımızı önümüze +eğsek ve derviş-nihad dedelerimizin yaptığı gibi bir murakabe-i +hod-sencaneye dalsaydık alem-i ma’na; bize müşmeiz +ve dürüşt bir yüz gösterecek ve çehremize indireceği tevbih +sillesi ile biraz ileriyi görmemizi tavsiye edecekti! Esefler +olsun ki biz siyer-i ecdadı da iyi bilmediğimiz için onların +yolunu da tutamadık kendimize göre bir çığır da açamadık. +Bu kararsızlık gayesizlik –ki kendini bilmezliğin mevlududur– +“işsiz”liğe bu da “sözcü”lüğe müncer oldu. +Hakīkat; o yüzden başımıza üşen seyyiat ve mesaibin en +sefil ve alili; “sözcü”lük olmuştur. +“Sözcü”lük akīm ve müstehlik milletlerin en birinci ve +en fena hassiyyetidir: Onlar daima söylerler söylerler duymazlar +ve doyamazlar. Bütün vesaya desatir-i hayatiyye ve +şahsiyetin hakim-i harekatı olamamıştır: Kail pek çoktur; +hemen herkes söyler bir nasıh-ı kül kesilir. Fakat amil; pek +azdır. Esasen amiller bu “sözcü”lük aleminde ağızlarını açmaya +fırsat bulamazlar ki… maamafih tenezzül de etmeseler +yeri vardır! +şifahi ve tahriri “sözcü”lük uğurunda sarf edilen emek ve +ekmek; iş yolunda sarf edileydi meydanda şu felaket demimizde +elimizden tutacak ya fazla birkaç mektebimiz ya +bir iki fabrikamız olurdu. Halbuki biz dört senedir hemen +hep bir ağızdan bağırıyor söylüyoruz. Güya istibdad +devrinde mütemadiyen “dedikoducu”luk sanatını tahsil ile +uğraşmışız. +Ne güzel buyurulmuş: +“ Allah’ın kendinden yüz çevirdiğine alamet; kulun +hiçbir işe yaramayan şeylerle dedikoduculukla uğraşmasıdır.” +Hakk’ın bizden yüz çevirdiğine başka delil arıyorsak o da +var onu da gösterdi; hem gözümüze soka soka… +HARB Mİ SULH MÜ? +Böyle bir sual ortaya atıldığı zaman umum Osmanlı ve +bilhassa müslümanlar tarafından verilecek cevab: Bir ekalliyet-i +nakısa istisna olunursa harbdir. Filhakīka a’damızın +Londra Sulh Müzakeresi’ne vakit kazanmak için bir hud’a +olarak talib olduklarını bilmez derecede gafil değiliz a’damız +o vakti kazanmış ise biz de kazandık hiç farkı yoktur belki +bizim için daha ziyade menfa’atdar olabilir. +Madem ki Çatalca Muharebesi’nde tali’-i harb bize teveccüh +etmiştir madem ki zayi’ olunacak bir haysiyet var +ve hakīkati bertaraf ederek bütün mevcudiyetleriyle her şeyi +feda ederek bizim vücudumuzu küre-i arzdan kaldırmaktan +başka bir siyaset ta’kīb edemiyorlar madem ki bugün bize +müzaheretleri kendi menafi’-i siyasiyyelerinden belki kendileri +devletler bile bizim felaketimiz uğrunda kendi hayatlarını +tehlikelere ilka ederek ve her menfa’atlerinden vazgeçerek +sükutu ihtiyar etmiştir madem ki umum Hıristiyan devletleri +bil-ittifak bu gayeye kadem-nihade olmuştur; artık bizim +tasavvur olunamaz. +Bugün Avrupa gazeteleri resmi ve gayri resmi asırlardan +beri gizlemekte oldukları adavetlerini tamamıyle meydana +attılar hiç sıkılmayarak söyleyeceklerinin hepsini söylediler. +Daha doğrusu biz mütezellilane büzüldükçe onlar göklere +kadar sıçradılar: Salibleri namına söylediler Meryemleri namına +söylediler İsaları namına söylediler; alenen ve cehren +de söylediler gizli ve lastikli olarak da söylediler; büyüğü de +söyledi küçüğü de söyledi; diplomatı da söyledi şairi de +söyledi; hocası da söyledi şakirdi de söyledi… +Artık iş buralara vardıktan sonra hiç şüphe olunamaz +ki neticede ne yapacaklarını dahi kararlaştırmışlardır. Ve +yapacaklarının numuneleri de meydandadır: Usturumca +Midilli Selanik Dedeağaç vak’aları ve Arnavudluk’da anasır-ı +ehl-i iman hakkında reva görülecek kan deryalarının ufacık +numuneleridir. +Şu halleri tamamıyle nazar-ı i’tibardan geçirdikten sonra +bize iki yol kalır: Biri Yehudi mesleğine süluk ederek her zilleti +diğeri de tarih sahifelerinde altınlar ile kayd ve zabt olunacak +bir eser bırakmak niyetiyle meydana atılmak. Lakin bu +surette azim fikrinde müstakil laf anlamaz söz dinlemez +ecnebi lisanı bilmez ben benim diyecek bir rehbere ihtiyacımız +var. +med arkasında lebbeyk der hazır olur. Namusumuz dairesinde +merdane ölmek ebedi bir hayattır. On sene sonra +ölmek ile on sene evvel ölmek arasında fark pek azdır. Her +nevi’ ıslahat va’d ederek sulhü ihtiyar etmek on sene sonra +ölümü şimdiden kabul etmek demektir. Mü’min-i muvahhid +olan bir diplomatın bir kumandanın son sözü budur: +Allahuekber. Ey mü’minler! Namus dairesinde ebedi +hayatı ihtiyar edelim. Ey “La ilahe illallah” diyenler! Allah +ve i’la-yı kelimetullah uğurunda ileri vesselam. +HİND YOLUNDA +ATEBAT’DA HİSSİYAT-I İSLAMİYYE +Balkan hükumetleriyle Devlet-i Aliyye arasında husule +gelen muharebe adeta Nasraniyet’le İslamiyet’in birbiriyle +çarpışmak istediklerini açıktan açığa gösteriyor. Bunu bilmeyen +anlamayan hemen kalmamıştır. Balkan Şibh-i Ceziresi’nde +alevlenen ateşin ne suretle intıfa-pezir olacağını hiç +kimse bilmiyor. Bunu bilmemekle beraber işin neticesine +hemen bütün müslümanlar intizar ediyorlar. +Muharebe başlangıcındaki muzafferiyetlerin müjdesi +cümleyi şadan ve mesrur ettiği halde son haberler herkesi +dilhun eylemiştir. Hele Hindistan’dan buraya mün’akis +olan Royter Ajansı’yla Hind gazetelerinin mündericatına +bakılırsa bütün Rumeli Vilayat-ı Osmaniyyesi’nin Balkan +a +sakiri tarafından istila olunduğunu ifham etmektedir. Sırbistan +ordusuyla asakir-i Osmaniyye beyninde vukū’ bulan +bir müsademede bizim altı bin telefat vermiş olduğumuzu +mezkur gazetelerle ajans neşr etmişlerdir. Bu gibi fena haberlerin +nim mütemeddin ve badiye-nişin olanlar üzerine ne +kadar su-i te’sir hasıl eylediğini ta’rif etmeyi zaid görüyorum. +Fakat bereket versin ki ahalinin necabet-i fıtriyye ve ahlakıyyeleriyle +devlete olan sadakat ve irtibatları su-i tefehhüm +husulüne meydan bırakmıyor eşraf ve a’yan-ı mahalliyyenin +selamlıklarında –ki her biri ayrıca büyük bi mecma’ teşkil +ediyor– her ağızdan teessüf ve teessürle ah ü figan +his ve saik-ı tabi’i hasıl olmaktadır. +Mesela Kerbela’da Hazret-i Hüseyin radıyallahü anh +hazretlerinin sahn-ı şerifinde bundan akdem teşekkül eden +bir ictima’da binlerce ulema sadat-ı kiram eşraf-ı mahalliyye +ahali ve bilcümle tüccar ve esnaf toplanarak müteaddid +kimseler tarafından irad olunan hamasi müessir hissi nutuklar +kıraet ve irad olunduktan sonra İmami kardeşlerimizin +en muhterem ve nüfuzlu ulemaları imzalarıyla bilcümle +Şiiler ağzından atabe-i hümayuna bir telgraf çekilerek bütün +müslümanların harb ve cihada müheyya bulundukları arz +ve beyan olunmuştur. +Telgrafın cevabını kemal-i intizar ile bekledikleri sıralarda +Sadrazam Paşa hazretleri tarafından hükumet-i Osmaniyye’nin +teşekkürat-ı samimesinin ulema-yı müşarun-ileyhime +arz ve takdimi zımnında Kerbela Mutasarrıfı Reşid Paşa’ya +doğrudan doğruya gönderilen telgraf ahalinin hissiyat-ı dindarane +ve hamiyyet-perveranelerini bir dereceye kadar teskine +sebeb olmuştur. +Binaenaleyh tebliğat-ı mezkure akībinde maddi i’anat +cem’ine hükumet tarafından teşebbüs olunmuş ve beledi +dairesinde mutasarrıfın riyaseti tahtında teşekkül eden komisyona +kemal-i hahişle ahali-i mahalliyye iane takdimine +başlamışlardır. +Bu ana kadar Bağdad ve mülhakatında toplanan i’anatın +mikdarı büyük bir yekun teşkil etmiştir. +Bu kadarla iktifa etmeyerek vesile düştükçe ziyaret +günleri esnasında ve her cema’at namazı akībinde din ve +devletin te’alisiyle arslan askerlerimizin muzafferiyet ve +muvaffakiyetleri için müctehidin-i kiram ve ulema-yı a’lam +tarafından hayır du’alar edilmekte ve bu suretle avatıf ve +hissiyat-ı İslamiyyelerini alenen beyan buyurmaktan geri +kalmamaktadırlar. +Bağdad Kazımiye Kerbela’da bu gibi du’alar olunduğu +misillü Necef’de de bu yolda du’a ve nutuklar Hazret-i Ali +kerremallahü vechehu efendimizin sahn-ı şeriflerinde irad +olunmuştur. +Ez-cümle Necef’deki Ahrar-ı İraniyye tarafından şu bir +talebesi suret-i mahsusada ve her biri bir günde sahna gelerek +gayet fasih ve beliğ du’alar neşideler nutuklar mezkur +talebe tarafından kıraet edilmiş ve huzzarı garik-ı telehhüf ve +teessür eylemişlerdir. +Hele Kerbela’da bayram gününde ifa-yı tebrikat için +hükumet konağına gelen İranilerin te’sis-kerdeleri olan Hüseyni +Mektebi talebesinden biri tarafından irad olunan nutuk +o kadar huzzara te’sir eylemiş idi ki hüngür hüngür +ağlatmıştı. +Bayramın dördüncü günü mutasarrıf-ı liva nezaketen +mekteb-i mezkura giderek mektep heyet-i müessise ve +ta’limiyesiyle talebeye iade-i ziyaret eylemiş ve kendilerine +beyan-ı teşekkür eylemiştir. +Geçen sene Rusların Muharrem ayı esnasında İran’ın +en birinci eyalatından ma’dud olan Azarbeycan’ın makarr-ı +hükumeti olan Tebriz şehrinde kendi hunhar ve vahşi Kazakları +vasıtasıyla icra ettikleri vahşet ve mezalim üzerine +bilcümle Şi’ilerin mukalledi bulunan Ayetullah Muhammed +Kazım El-Horasani hazretleri İranileri cihada da’vet etmek +bir surette işbu dünya-yı faniyi terkle dar-ı ukbaya müteessiren +rıhlet buyurmalarına sebebiyet verildiği gibi bu sene +dahi Balkan hükumetlerinin Devlet-i Aliyye’ye karşı ittihaz +eyledikleri vaz’iyet-i intikam-cuyane üzerine Necef müctehidin-i +kiramından Ayetullah Şeyh Abdullah el-Mazenderani +hazretleri birden bire rahatsızlanarak Selanik’in sukūtu haberi +neşr edilmesi akībinde teessürlerinden terk-i came-i +hayat-ı müste’ar ederek saray-ı cavidani yolunu ta’kīb buyurmuşlardır. +Gerek merhum Muhammed Kazım el-Horasani ve gerek +Şeyh Abdullah el-Mazenderani hazeratı daima Osmanlı ve +vücud ve bezl-i nefs etmekle bu ana kadar kesb-i iştihar ve +tibah-ı İslam ile cem’-i kelime-i tevhid uğurunda bu zevat-ı +kiramın mesai-i haseneleri şayan-ı teşekkür ve imtinandır. +mün’ +akis olduğu günde İran tüccar ve ahrarından “Hacı +Aka Mehdi” namında bir gayur ve hamiyetli dindar müslüman +kendi konağına gitmiş ve ağlaya ağlaya terk-i hayat +eylemiştir.” +Hasılı Devlet-i Aliyye ve dolayısıyla İslamiyet’in hal-i +hazırda duçar olduğu ıztırabattan bilcümle hıtta-i İrakiyye +ahalisiyle Şi’ileri ta’rif ve tavsif kabul etmeyecek derecede +müteessir bulunmaktadır. +Bu günlerde ise ziyaret günleri olduğundan Kerbela ve +Necef kasabaları etraf ve eknafdan ziyaret için vürud eden +züvvar ile doludur. Bu sene yalnız İran’dan seksen bin adam +buralara gelmişlerdir. Sair züvvarla beraber cihat-ı muhtelifeden +gelenlerin adedi yüz bini mütecavizdir. Haneler evler +hanlar çarşı ve pazarlar sokaklar leba-leb doludur. Her +cema’at namazı akībinde asakir-i Osmaniye’nin nusret ve +zaferyab olmalarına binlerce halk ve züvvar tarafından hayır +du’alar ediyorlar. Herkesin a’mak-ı kalbinde ma’nevi ve +tehassür hüzün ve keder cümle müslümanları ağır bir kabus +altında ezmektedir. +Bununla beraber asayiş hüküm-fermadır. Vali-i vilayet +geldi; fermanı okundu. Ferman akībinde tahrirat müdiri +valinin nutkunu da okudu. Herkes yeni ta’yin olunup Bağdad’a +–oldukça– salahiyetle muvasalat eden valinin icraatına +getirilerek bir çok defniye parası kendilerinden istihsal olunmuştur. +Bu sene suların fıkdanından zira’at gereği gibi hasıl +olmadığından az çok kıtlık vardır. Herşey pahalıdır. +Hıtta-i Irakiyye kabaili de vergilerin ağırlığıyla kendilerinden +vaz’iyette bulunuyorlar. Hatta hükumete karşı müttehiden +davranmaya ittihad bile etmişlerdir. +Bazı arazi mesaili üzerine Al-i Şeyli kabilesiyle Bin Zerih +kabilesi beyninde büyük hun-rizane bir müsademe vukū’ +bulmuş ve tarafeynden bir çok maktul ve mecruh düşmüştür. +Bağdad valisinin Basra’ya nagehani bir surette harekete +müheyya bulunduğu şayiası bugün Necef’de deveran +ediyor. Basra’da asayişin mefkūd bir halde bulunduğunu +herkes söylüyor. Birkaç İngiliz harb gemilerinin de Basra +Körfezi’ne geldiği söylenmektedir. Bu şayiaların ne dereceye +kadar mevsuk olduğu bir türlü kestirilememekte ve fakat +herhalde tevatürden ibaret bulunduğu müsellem bulunmaktadır. + +---- +MEDENI NAMUSSUZLUK +---- + +Osmanlı murahhasları Avrupaca Balkanlar Harbi ibtidasında +ortaya çıkarılarak her hal ü karda statikonun muhafaza +edileceğini muhtevi bulunan düstur ve karara istinaden +eğer biz Balkanlıların arazisini istila etse idik neticede bizim +arazi-i müstevleyeyi işgal etmekliğimize bittabi’ müsa’ade +olunmayacağını ve binaenaleyh şimdi dahi Avrupa’nın +mukteza-yı şerefi bu düsturdan mümkün mertebe az ayrılmakta +bulunduğunu beyan etmelerine karşı Tan ga +zetesi diyor ki: +Bunlar vahi mantıklar! Avrupaca ittihaz ve i’lan olunan o +karar elbette Devlet-i Osmaniye aleyhine ve Balkan akvam-ı +Hıristiyaniyyesi lehine idi. Elbette Osmanlılar hükumat-ı +müttefikanın arazisini istila etselerdi oralarını işgal edip kalmalarına +müsa’ade olunmaz idi. Fakat kaziyye ber-aks olunca +Balkanlıların işgal ettikleri arazilere sahib olmaları da +yine Avrupa’nın evvelce ittihaz ettiği kararda zımnen mündemic +ve son yüz senelik Avrupa siyaseti iktizasından idi. +Bunu Osmanlılar evvelce bilmeliler binaenaleyh Balkanlılar +ne istiyorlarsa vermeli idiler. Şimdi ise pek tabi’i olarak: Veyl +mağlublara!..... +ALEM-İ İSLAM MEZAR BAŞINA GETİRİLDİ +Bosna-Hersek Cem’iyet-i İlmiyesi’nin naşir-i efkarı olan +Bosna’da münteşir Misbah gazetesinden: +Alem-i İslam bin seneye yakın bir müddet zarfında mühim +pek mühim bir eser-i hayat gösterdikten sonra atalete +düştü. Evvelki neşat faaliyet azm ü cehd ve ictihad yerine +uyuşukluk meskenet tevekkül-i mezmum kaim oldu. Fabrikalar +ma’meller ticaret sınaat lafızları unutuldu. Tenbelhane +sefahethane açmak moda hükmüne girdi. Hikayat-ı +vahiye ihtira’at-ı mühimme yerine geçti. Alem-i Nasraniyyet +olduğunu anladı ve binaenaleyh anlatmaya kalkıştı. Bu iki +alem arasında yeniden müsademat başladı ve üç yüz seneyi +mütecaviz vukū’ bulan her müsademede alem-i İslam zarar +etmeye duçar-ı ziyan olmaya mecbur oldu. Bunu hisseden +alem-i Nasraniyyet düvel-i Nasraniyye maddi ma’nevi ve +saitle ehl-i İslam üzerine yüklendi. Azar azar onu mahv eylemek +çe Avrupalıların ta’biri vechle “medeniyet ilerledikçe” ehl-i +nin duçar olduğu ve ma’ruz olmakta bulunduğu hücumlar +ehl-i İslam’ın mahvı maksadından ileri geldiği pek açıktır. +Çünkü bütün ehl-i İslam’ın ümid-i necatı Devlet-i Aliyye’dir. +Bütün alem-i İslam’ın kalbi Devlet-i Aliyye’dir. Müslümanların +müslüman olarak bekası Osmanlı hükumetinin bekasıyla +bağlıdır. Binaenaleyh alem-i İslam Osmanlı hükumetinin +Hilafet-i muazzamanın terakkī etmesini kuvvetli olmasını +an-samimi’l-kalb ister; Devlet-i Osmaniyye’nin ma’nen +maddeten te’ali eylemesini arzu eyler. Bunu bilen bunun +ehemmiyetini takdir eden a’da-yı din-i İslam her tarafdan +her cihetten Türkiye aleyhine yürüdü; onu vesail-i terakkīden +esbab-ı kuvvetten mahrum bırakmak için her guna hile +ve desiselere sarıldı; kuvvetsiz za’if kalması için dahilen +haricen gavail ihdasına çalıştı. Ve işte gördüğümüz vechile +muvaffak da oldu. +Osmanlı Hükumeti bir takım imtiyazlarla sarmak –kapitülasyon +zencirleriyle bağlamak ba’dehu Türkiye umur-ı +dahiliyesine karışarak iğvaat ifsadat ile bazı akvamı onun +ve serbest bırakmak ve her guna terakkīlerine sa’y ü gayret +eylemek ve nihayet bunları Türkiye aleyhine musallat etmek +düvel-i Nasara’nın cümle-i mesaisindendir. Bu vahşi +canavarlar bu medeni vahşiler tarafından binlerce bi-günah +ehl-i İslam’ın katlini yüz binlerce müslümanın pamal edildiğini +ehemmiyet vermiyor. Halbuki Devlet-i Osmaniyye asayiş-i +dahilisini açıktan açığa ihlale çalışıp tutulan ve taht-ı tevkīfe +konulan bir hıristiyan için kıyametler koparıyor. Binlerce +sıbyan-ı İslamiyye’nin ezildiği limanlara bir kayık bile göndermeye +tenezzül etmeyen Avrupa devletleri İstanbul’a +ko +ca koca zırhlılar gönderiyor. Ve bu tenakuzlarını doğru +göstermek için aleme karşı “Türkler barbardır hıristiyanları +kesecekler şöyle yapacaklar…” diye yaygara ediyorlar. Halbuki +müslümanlar hıristiyanları keseydiler Endülüs’de Macaristan +ve Sırbistan’da ehl-i İslam’dan eser kalmadığı gibi +Türkiye’de de hıristiyandan bir eser kalmamak icab edeceğini +biliyorlar. Lakin maksad ehl-i İslam’ın istinadgahı olan +Türkiye’yi mahv eylemek veya hiç olmazsa daha ziyade +za’fa uğratmak olmakla her şeyi tecviz ediyorlar. +“Bir musibet bin nasihatten iyidir derler” bari bundan sonra +ehl-i İslam müteyakkız mütenebbih olsalar; nifak tefrikadan +vazgeçip el birliğiyle Hilafet-i İslamiyye’nin terak +kī ve +te’alisi için sa’y ü gayret eyleseler; safdilane sade-derunane +bulunmasalar; yaldızlı zehircilerini yutmamaya gayret etseler… +Sulh Konferansı altıncı defa olarak +Cumartesi günü saat on birde Osmanlı Başmurahhası +Reşid Paşa’nın riyaseti tahtında ictima’ etmişlerdir. Osmanlı +murahhasları Balkan hükumetlerinin mutalebatına karşı Babıali’nin +tekliflerini tebliğ etmişlerdir. Edirne’yi Osmanlı havza-i +hükumetinde bırakan bir hatt-ı hudud merkezi Selanik +olmak üzere Makedonya ve cenubi Arnavudluk muhtariyeti +Bulgaristan’a bir mahrec-i iktisadi Kavala Limanı verilmesi +tashih-i hudud Girit’den maada adaların hakimiyet-i +Os +maniyye altında kalması. Balkan murahhaslarınca işbu +teklifat kabil-i kabul görülmediğinden Babıali’den ta’limat +ve müsa’adat-ı cedide almak üzere konferans Pazartesi’ne +ta’lik olunmuştur. +Pazartesi günü yedinci ictima’ Bulgar Murahhası Danef’in +taht-ı riyasetinde vukū’ bulmuştur. Osmanlı murahhasları +hükumet-i metbu’alarından intizar etmekte oldukları +ta’limatın pek geç geldiğini ve şifrelerin hemen kısmen gayr-i +kabil-i hal bir halde bulunduğunu beyan ederek ictima’ Çarşamba +gününe te’hir olunmuştur. +rafnamelere nazaran Osmanlı ordusu yeni bir muzafferiyet +ref’ edildiği ve Karadağlıların kat’i bir inhizama uğradığı da +ayrıca bildiriliyor. +Yanya’dan varid +olan bir telgrafnamede Yanya cihetindeki Yunan ordusu +yek +diğerini müteakib uğradığı mağlubiyetler neticesinde +pe +rişan bir hale gelmiş Atina’dan tekrar kuva-yı imdadiyye +taleb eylemiştir. Mezkur Yunan ordusu kumandanı kuva-yı +dirde Osmanlı ordusuna mukavemetten büsbütün aciz kalacağını +da Atina’ya iş’ar eylemiştir. +Evvelki gün Yanya’dan +me’murin-i aidesine gelen bir telgrafda Yanya’da erzak +mebzul bulunduğu ve askerin kuvve-i ma’neviyyesi yerinde +olduğu gibi hatt-ı muhasaranın da ref’ edildiği bildirilmiştir. +Trabzon ulema ve eşrafının himemat-ı vatanperveranesiyle +teşkil olunan gönüllü taburlarının iki kafilede olarak +sevk edildiği ve bu babda müteşekkil komisyon reisi müfti-i +vilayet faziletli Ahmed Mahir Efendi’nin de birlikte azimet +eylediği Trabzon Vilayeti’nin iş’arından anlaşılmış ve ahiren +mezkur taburlar Dersaadet’e vasıl olarak mevki’-i harbe +sevk olunmuştur. Bidayet-i harbden beri iane-i harbiyye ve +hedaya-yı şitaiyye tedarik ve i’tasında ve Hilal-i Ahmer namına +nazar-ı şükran olan Trabzon ahalisinin bir de böyle +gönüllü taburu cem’iyle mevki’-i harbe sevki yolunda vaki’ +olan himmet ve mesaileri cidden tebcile şayan tezahürat-ı +necibe-i vatanperveraneden bulunmuş olduğu Harbiye +Nezareti’nden tebliğ olunmuştur. +SALIB’IN REZALETLERI +Drama’dan Jön Türk gazetesine yazılıyor: Bulgarların +Drama’ya duhulü üzerine ilk yaptıkları şey iki büyük cami’i +kilise haline tahvil etmekten ibaret olmuştur. Bulgarlar +minareleri minberleri tahrib etmişler ve duvarlar üzerinde +mahkuk olan ayat-ı Kur’an iyye’yi silmişlerdir. +Bulgarlar Drama’da Osmanlı tebaasından olup vaktiyle +Makedonya’da harekatta bulunan ma’hud komiteci çetelerine +mensub bir takım milletdaşlarını bulmuşlardır. Bulgar +ordusu Osmanlı arazisine nüfuz ettiği gün bunlar orduya +mülakī olmuşlar ve etraf ve civarın za’if nikatını göstermek +hanelere cebren giriyor erkek ve çocukları katl ediyor ve +yorlardı. Kadınlar namuslarını muhafazaya teşebbüs ettikleri +takdirde derhal en zalimane işkencelere ma’ruz kalıyorlardı. +Muhacirinden birinin ifadesine nazaran gözleri önünde +zevci kardeşi ve yedi yaşında çocuğu katl edilmiş olan bir +kadın bu hale rağmen bu bağīlerin teklifat-ı vahşiyanesine +mukavemet etmiş ve kendini müdafaaya çalışmıştır. Kadın +bir asker üzerine hücum etmiş ve fakat asker hiddetle kendinden +geçerek kadının memelerini kat’ eylemiş ve karnından +kılıncıyla katl etmiştir. Kadın hamil bulunduğu için Bulgar +askeri iki katlı bir cinayet irtikab eylemiştir. +Karşı gazetelerinde okunduğuna göre Limni Yunan +me’murini mezkur adayı işgal ettikten sonra müslüman +ahali hakkında şimdiye kadar görülmemiş bir takım mezalim +ri raporlarda sekiz yüzü mütecaviz biçare İslamların duçar +edildikleri vahşiyane eza ve cefaları anlatmışlardır. +Selanik’den Sabah gazetesine yazılıyor: +Bulgar ve Yunan istilasından sonra bilhassa Selanik ve +mülhakatının kesb ettiği manzara-i felaket hakīkaten en katı +kalbleri ağlatacak en kuru gözlere sirişk-i matem döktürecek +bir derecededir. Bir tarafdan yanmış yıkılmış harab olmuş +aşiyanlar bir tarafdan hayatına malına hatta namus +ve ismetine tecavüz olunmuş bir kitle-i evlad-ı vatan… İşte +her tarafda göreceğiniz acı ve feci’ levhalar.. Bu memlekete +medeniyet ve hürriyet neşr etmek iddiasında bulunan +medeniyetten bi-behre kanlı ordular kirli ayaklar nereye +girmişlerse İslam namına ne varsa mala cana namusa +me’abide bütün mukaddesat hatta makabire kadar el +uzatmaktan ayaklarıyla bunları çiğnemekten çekinmediler. +Sözlerim meşhudata müstenid olduğu için zerrece mucib-i +şübhe ve tereddüd olmamalıdır. +§ Bulgarlar nereye girmişlerse katliamı esas meslek ittihaz +etmişlerdir. Bunların bilhassa Siroz’da Ustrumca’da +Kılkış’da ve Selanik köylerinde ika’ ettikleri zulüm ve vahşet +cidden akıllara hayret verecek derecede büyük ve dehşetnakdir. +Teşrinievvel tarihinde işgal ettikleri Ustrumca +kasabasında İslam olarak ancak pek cüz’i kimseyi sağ bırakmışlardır. +Bu canavarlar Ustrumca’ya kumandan ta’yin +ettikleri Jivan’ın emriyle bir günde beş yüz doksan bir İslam +ve iki Musevi’yi ellerini bağlamak ve çırçıplak teşhir ederek +umumunu bir gecede katl ve ifna etmişlerdir. Köylerde Haci +Manof çetesi tarafından iki yüzü mütecaviz İslam kurşuna +dizilmiştir. Radovişte’de İslam’dan erkek olarak hemen hiç +ferd kalmamıştır. Doyran’da yalnız eşrafdan iki yüz İslam +süngülerle katl edilmiş ve Siroz katliamında beş yüz altmış +kadar müslümanın kanı akıtılmıştır. +Karyelerde kasabalarda sağ kalan bir kısım müslümanlar +bütün mevcudlarını fidye-i necat olarak vermek veyahud +cebren tanassur eylemek suretiyle tahlis-i nefs etmişlerdir. +Yalnız Ustrumca kazasında tanassur etmiş dört karye ahalisi +vardır. +Bu alçaklar yalnız katliam ile de kalmayarak erkeksiz kalan +kadın ve kızların namus ve iffetlerine tecavüz etmiş ve +bunları köyden köye dolaştırarak ve çarşaflarını yırtarak teşhir +etmekten de utanmamış hatta bir çok yerlerde on beş +on sekiz yaşlarındaki İslam kızları bu hainlere cebren ve kahren +şarab sakīliği etmiştir. +§ Bidayet-i harbden beri Selanik Rumeli için bir darü’l-eman +addolunuyor ve düvel-i müttefika orduları kasabalarımızı +birer birer zabt ettikçe ahali-i mahalliye-i İslamiyye +fevc fevc Selanik’e geliyordu. Şehrin düşmana tarih-i +teslimi olan Teşrinievvel’de Selanik’de mevcud muhacirin +seksen bini tecavüz etmişti. Bu biçareler ötede beride +kendilerine ancak birer melce’ bulabilmişken hükumet-i hazıra +bunların her birini birer suretle kahr etmek için vesileler +leri için yevmi verilmekte olan ekmek Yunanilerin işgalini +müteakib kesildi. Sefalet ve açlık bu zavallılara öyle dehşetli +bir surette savlet ediyordu ki belediye açlıktan ölenleri defn +etmekte bile duçar-ı müşkilat oluyordu. Yevmi la-ekall elli +altmış kişi açlıktan ve soğuktan ölüyor ve bunlara ciddi bir +mu’avenet edilemiyordu. Bu kadar felaket azmış gibi ahiren +hükumet-i Yunaniyye bunları şehirden tard ve teb’ide +ve Büyük Karaburun ve Limbet civarında rekz edilen çadırlarda +muhacirin nakl edilmeye başlandı. Fakat nasıl!.. Bu zavallılar +adeta mezara gönderiliyordu. O harab çadırların altında +öldürücü bir rutubet ve yakıcı bir soğuk bu her şeyden altından +ve üstünden mahrum olan felaketzedeleri birkaç gün +erbab-ı hamiyyet hükumet nezdinde şiddetli teşebbüsatta +bulunarak bu nakliyatın önünü aldı. +Fakat bununla felaket bitmiş değildir. Şimdi zavallı +muhacirin her gece şehirde Bulgar ve Yunan askerinin ta’arruzatına +hedef oluyor. Ellerinde olan beş on kuruşu da bu +asker kıyafetli haydudlar alıyor ve hatta bu medeni şehrin +göbeğinde bütün cihanın gözü önünde kimsesiz kadınların +üzerlerine de savlet olunuyor. Ah ey medeniyet eğer sen +henüz varsan sen eğer doğmuş ve henüz yaşıyorsan gel +gör şarkın bu en güzel ve en ma’sum halkı kimler olduğunu +ve asıl katil ve hainlerin ve yırtıcı canavarların hangileri bulunduğunu +bir ara.. Fakat hayır sen yoksun medeniyet sen +vücudu olmayan bir şey bir serabsın. +§ Selanik’den gelen yolcular hikaye ettiler: Selanik’de +Kazancılar içinde Papuçcu İbrahim isminde namuslu kendi +halinde gürbüz bir delikanlı bir gün bir Bulgar zabiti bu +zavallının dükkanına gelir ve kendisine gayet güzel bir İslam +hanımı bulup getirmesini iki güne kadar bu emrini ifa +etmediği takdirde fena halde peşiman olacağını söyler ve +ölümle tehdid eyler. Biçare İbrahim ne yapacağını şaşırır +evine gider uğradığı felakete karşı ağlamaktan başka çare +bulamaz. Bu halden endişe-nak olan zevcesine akrabasına +tinin o teklif-i rezalet-aluduna tahammül edemeyen İbrahim +ertesi gün mutfak bıçağıyla boynunun şah damarlarını kesmek +suretiyle intihar eder. La’net zalimlere! +Kolniche Çaytunğ gazetesinin Bulgar ve Yunan mezalimine +dair Selanik’den aldığı uzun bir mektuptan: +Ayasofya Cami’i kilise haline tahvil edilmiş olup Bulgar +asakiri ile mala-mal bulunmaktadır. Şehrin başlıca caddelerinde +Yunan ve Bulgarlar asakiri ve bir çok kirli komiteciler +sokakları doldurmaktadır. Yunan asakiri bütün gün arabalarla +Bulgar asakiri de hayvanla gezmektedirler. Bulgarlar +Ayasofya Cami’indeki asar-ı nefiseyi de tahrib eylemişlerdir. +Şehirde yağma ve garetin kadınlara ta’arruzun hadd ü +hesabı yoktur. Bir çok küçük yaşta çocuklar dahi şehid edilmişlerdir. +Kadınlara vukū’ bulan ta’arruza Yunan zabitanı +da iştirak eylemiştir. Şehirde yetmiş bin kadar Bulgar ve Yunan +bulunduğu nazar-ı dikkate alınırsa bu ta’arruzun derecesi +tezahür eyler. Osmanlı asakirine karşı teslim protokolü +ahkamına kat’iyyen ri’ayet edilmediği gibi hastahanelerdeki +mecruhin dışarı atılmıştır. +Selanik kurbunda vaki’ bir karyede bütün ahali erkek +larak içlerine taş ve pislik atılmıştır. Yalnız genç kızlar berhayat +bırakılmıştır. Bu mezalimi irtikab eden Bulgarlar çocukların +esbab-ı şehadeti için “ileride bunlar da Türk ya’ni +müslüman olacaklar” demişlerdir. +Kolniche Çaytunğ muhabiri mektubuna şu sözlerle hatime +veriyor: “Bütün bu sahneler gözüm önünde tecessüm +ediyor. O zaman yirminci asr-ı terakkīdeki bu Salib muharebesinin +her hıristiyanı hicaba düşürmesi lazım geldiğini +kendi kendime i’tiraf eyliyorum. Biz dehşetli bir ta’assub +karşısında bulunuyoruz. Fakat bu ta’assub Hilal tarafında +değil Salib cihetindedir.” +yor: “Asakir-i Yunaniyye ancak donanma toplarının himayesiyle +karaya çıkabilmişlerdir. O zamana kadar ihtiyatlı ve +sakin gibi kalmış olan cezirenin Osmanlı ! Rumları karaya +asker çıkınca derhal fırsattan bil-istifade müslümanlara +hücuma başlamışlardır. İcra ettikleri mezalim ve çapulculuk +kurun-ı vusta vahşetlerine rahmet okutacak dereceye vardı. +Kal’a haricinde tecavüze uğramadık hiçbir müslüman hanesi +kalmadı. Bir çok ma’sumlar şehid edildi. İnsanlar az geldi +de portakal ağaçlarını bile baltalarla yerlere yıktılar. Düvel-i +muazzama-i mütemeddine! konsolosları bütün bu rezaletlerin +bu zulümlerin şahidi olmuştur.” +Dedeağaç’dan gönderilen bir mektuptan: Dedeağaç +Rumeli’de emsali görülmedik bir vahşete ma’ruz kaldı. Namusuna +ta’arruz edilmedik kadın kesilmedik erkek yağma +edilmedik ev soyulmadık İslam kalmadı. Yalnız Dedeağaç +ve mülhakatında şühedanın mikdarı üç bin beş yüz kişiye +baliğ olduğu konsolosların resmi raporlarıyla müsbettir. +Daha meydanda olmayan bir çok aileler bu hesabdan haricdir. +Me’murini angarya alarak sokakları temizlemek şimendüferlere +maden kömürü taşımak ve saire gibi bir takım +hidemat-ı süfliyyede kullanıyorlar. El-yevm mütareke olduğu +halde bu hal caridir. İslamları himaye edecek yoktur. +Midilli mekteb-i ibtidai müdiri Receb Naci ve Pilman mal +Müdiri Hüseyin Hüsnü Efendilerin Ahenk gazetesi muharririne +karşı beyanatından: +görüyorlar. Yunanlılar ise ekser cevami’-i şerifeye ta’arruz +etmişlerdir. Cami’lerde minarelerde her gün Yunan askerleri +yerli Rumlar görülüyor. Kale içindeki cami’-i şerifde bir +hayli tahribat da yaptılar levhaları camları kırdılar. Sakal-ı +şerif ziyaretini yerlere attılar. Cami’leri kiliseye tahvil etmek +takım isimler ünvanlar da vermişlerdir. +§ Midilli’den İzmir’de Köylü gazetesine yazılıyor: +Sarlıca şeyhi; hiçbir suçu ve kabahati yok iken elleri arkasına +bağlanarak şehre getirildi; yolda Yunanlılar bu zavallının +sakalını yoldular tüfenk dipçikleriyle yaşayamaz bir +hale getirdikten sonra hapse tıktılar. +olduğuna i’tikad edilen bir türbe tahkīr edilerek yıkılmış ve +dikilerek orası Ortodoks ma’bedi haline getirilmiştir. +Ele geçirdiklerini dipçik süngü ve lobut darbesi altında +pestil etmişler yüzlerine tükürerek üzerlerine binmişler ihtiyarların +sakallar��nı yolarak ağızlarına istavroz dokundurmuşlardır. +Bu yağmadan ve vahşetten sonra zavallı müslümanlar +ölü halinde ve adeta sürüklene sürüklene Midilli’ye getirilerek +karanlık rutubetli havasız bir yere tıkıldılar. Erkekler bu +suretle mu’amele gördükten sonra vahşet ve gadr sırası kadınlara +geldi. Kalonya ve Polihnit civarında tekmil kadınlar +ve kızların elbisesi soyularak anadan doğma hale getirildi ve +sonra vahşi bir hayvanlık kudurgan bir canavarlıkla zavallıların +namus ve ismet hazinelerine de tecavüz edildi. +Hatta bir çok İslam kızlarını bazı hıristiyan evlerine bile +aşırdılar. Kadınlarımız ve kızlarımız çırçıplak edildikten sonra +teşhir edilmişlerdir. +− El-yevm şehrimizde bulunan mücahid-i muhte +rem +Enver Beyefendi Berlin’deki ehibbasından bir zata yazdığı +ve bir sureti Frankfurter Zeitung gazetesinde intişar eden +hususi bir mektubunda diyor ki: +“İlk tasavvuratımın hilafında olarak müsta’celen Bingazi’yi +terk etmek mecburiyetini hisseyledim. Çünkü Bingazi’de +me Bingazi’den ziyade orada hizmet edebileceğim beyan +olunuyordu. Fakat bir buçuk seneden beri kumanda ve +betle mütehassis bulunduğum kavm-i Arabı da İtalyanlara +teslime vicdanım bir türlü razı olamadığından onların da +kemal-i muvaffakiyetle mukavemette bulunmalarını te’min +edecek her türlü tedabiri ittihaz ve istikmal eyledikten sonra +Bingazi’den ayrıldım. Bingazi’de neşr-i maarifi te’min için +bir çok mekatib te’sis eylediğim gibi iki bölük jandarma ve +topçu ve süvari ve piyade ve mitralyözden mürekkeb bir +kuvve-i askeriyye teşkiline de muvaffak oldum. Orada kalan +rüfekam başladığımız işleri idame edeceklerdir. Şeyh Senusi +hazretleri de İtalyanların gönderdikleri hedayayı red suretiyle +emr-i cihadda devama azm eylediklerini yeniden isbat +etmişlerdir.” +Enver Bey tarafından Berlin’de Doktor Yek’e gönderilen +mektupta münderic bulunan ma’lumat-ı atiyye de Berlin +gazetelerinde görülmüştür: “Benim bilcümle teşkilat-ı maliyem +karşı memleketin varidatı liradır. Sahildeki şehirler +mahsur bulunduğundan her türlü me’kulat Mısır’dan gelmektedir. +Her ay Mısır’dan yirmi beş bin liralık me’kulat +geliyor. Me’kulattan yüzde yirmi beş ve diğer emti’adan +yüzde elli gümrük alındığından şehri gümrük rüsumundan +lira hasılat oluyor. Deve ihracatına bir resm vaz’ eylemiş +olduğumdan bundan dahi lira varidat-ı şehriyye +hasıl oluyor. Sellum-Bingazi yolunu otomobil nakliyyatına +küşad ettiğimden beri bilcümle münakalat layıkıyla kontrol +edilmekte ve varidat tezayüd eylemektedir. Yevmi ihtiyacat +eyledim. Bingazi’den azimetimden mukaddem liralık +evrakı geri alıp nakde tahvil ettirdim. İskenderiye’de dahi +lira bıraktım. Bu meblağ dad ü sitedi teshil için şeyhlere +verilecektir. Bundan başka Bingazi’de hükumet veznesinde +altın olarak lira vardır.” +[Al-i İmran /] +“Ya Muhammed de ki: Ey mülkün sahibi olan Al +lah’ +diğinin e +linden alırsın; sen dilediğini aziz edersin; sen +dilediğini zelil edersin; senin elindeki yalnız hayırdır; +sen hiç şüphe yoktur ki her şeye kadirsin.” +* * * +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +* +* * +AHLAK-I İSLAMIYYE’NIN ESASLARI +A’mal-i mefruza-i diniyye ile ahlakın nazar-ı İslam’da +yekdiğerine karşı münasebatını tavzih için ta’dad ettiğimiz +misaller kifayet eder. Bir de asıl iman ile ahlak beynindeki +nisbeti ta’yin edecek bazı emsile irad etmeliyiz ki ma’ali-i +ahlak ile ittisafın din-i İslamca nasıl bir farz-ı mütehattim olduğu +tamamıyla tecelli etsin. Binaenaleyh atideki ehadis-i +nebeviyye hakkında enzar-ı dikkati celb ederiz: +“ = İman yetmiş bu +kadar şu’be nevdir. Efdali La ilahe illallah demek ednası +güzergah-ı nasdan eza verecek bir şeyi ref’ etmektir. Haya +da imanın bir şu’besidir.” +“ = İmanın eşrefi halkın +senden emin olmasıdır. İslam’ın eşrefi halkın senin dilinden +elinden selamette olmasıdır. Hicretin de eşrefi seyyiatı +terk etmekliktir.” +“ = İmanın efdali Allah için muhabbet +Allah için buğz etmen; lisanını zikrullah ile çalıştırman; +kendin için her neyi seversen başkaları için de onu arzu etmen; +kendin için her neden hoşlanmazsan başkaları için de +o şeyin husulünü arzu etmemen; bir de ya hayır söyleyip ya +sükut etmendir.” +“ = Nefsimi yed-i kudretinde tutan Allahü azimü’ş-şana +kasem ederim ki hiçbir kul kendi nefsi için istediği hayırı +kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.” +“ = Bir kul kendi nefsi için istediğini kardeşi +korkmadıkça imanı kemalini bulmuş olmaz.” += “Bir kul ahlakını güzelleştirmedikçe gayzını +yenmedikçe başkaları için kendi nefsi için istediğini arzu etmedikçe +ehl-i İslam’ın hayırhahı olmakla cennete nail olmuş nice +kimseler vardır!” +“ = Bir kimsenin +kalbi diliyle beraber dili de kalbi ile beraber olmadıkça sözü +emin olmadıkça mü’min olmaz.” +Bu gibi ehadis-i şerifeye atf edilecek edna bir dikkat gösteriyor +ki bizde vezaif ve hukūk-ı ahlakıyye evamir-i +diniyye ile mümtezicdir ahlak ile adeta şey’-i vahiddir. +Hiçbir emr-i ahlakī yoktur ki emr-i dini ve emr-i imani +olmasın. İmanın yetmiş bu kadar şu’besinden her biri anlaşılıyor +ki birer emr-i amelidir birer vacib-i dinidir. Bir amel-i +lisani olan La ilahe illallah kelime-i tayyibesini söylemek nasıl +verecek bir şeyi ref’ etmek mesela bir taş parçasını ortadan +kaldırıp bir kenara atmak da imandan bir cüzdür. Bir müslüman +namazını orucunu zekatını haccını nasıl bir vazife-i +diniyye ola[ra]k tanırsa muhafaza-i sıhhatini de ailesini infak +etmeyi ebna-yı nev’ine güler yüz göstermeyi de birer +vazife-i diniyye olarak beller katl-i nefs şurb-i humr kumar +zina kazf yani lisanen birinin namusuna tecavüz başkasının +malını gasb nasıl birer ma’siyet ise nasıl haram ise gıybet +etmek malaya’ni söylemek sıhhate muzır bir şey yemek +mideyi ifsad etmek edeb ve terbiyeye muhalif etvar ile kendi +haysiyetini kırmak da nefsini bi-gayri hakkın idlal etmek +de birer ma’siyettir haramdır. +Din-i İslam insana yalnız Halik’a karşı mükellef olduğu +vezaifi ta’lim etmekle kalmıyor. Hayat-ı maddiyye ve ma’neviyyemize +muhtac olduğumuz şeylerin –ta’bir-i ma’rufuyla +din ve dünyamızın– her türlü dekayıkını bize öğretmiş bir +dindir. Namaz ile orucun yanı başında daima ebna-yı nev’imize +muvasat sahib-i hakkın hakkını eda bazı hukūkundan +feragati teshil eden bir uluvv-i cenab hakkındaki vasaya +la-yu’addir. Kavanin-i medeniyyemizin icra-yı ahkamı da +vezaif-i diniyyemizden bir cüz’-i mühimdir. Ahval-i şahsiyyemiz +akla durgunluk verecek teferru’at ve tafsilat ile ta’yin +edilmiştir. Efrad-ı ailenin zevceynin komşuların ehibbanın +yekdiğere karşı hukūk ve vezaifi bütün incelikleriyle teşrih +ve bütün müslümanlar beyninde hakīkī bir uhuvvet tesis +edilmiştir. Bir müslüman bilad-ı İslamiyye’nin neresine gitse +yabancılığını duymaz. Bilakis yabancılığı kendisi hakkında +fazla bir muvasatı calib olur. Daima bir farz-ı dini olarak kendisine +mu’avenet için uzanan ellerin eksik olmadığını görür. +“ Bir kul kardeşinin +mu’avenetinde bulundukça Allahu te’ala ona yardımcıdır.” +gibi bir va’d-i nebeviyi duyan hiçbir müslüman tasavvur +edilemez ki sefalette kalmış bir kardeşinin tahlisine şitaban +olmasın. +Kuva-yı ruhiyye-i insaniyyenin her birini ayrı ayrı emsali +gayr-i mesbuk bir hadd-i kemale isal edecek vech ile terbiye +etmeyi kafil olan böyle bir dinin yalnız başına bir medeniyet-i +uzma vücuda getirmesi istib’ad edilemez. Filhakīka dinimiz +bu medeniyeti vücuda getirmiş hem de yalnız başına +diğer akvam-ı medeniyenin felsefesinden istiane etmeksizin +vücuda getirmiştir. Müslümanlar evamir-i diniyyelerine +pek ziyade sarıldıkları edvarda pek müşa’şa’ bir medeniyet-i +hayra-bahş ile alem-i insaniyyete hadim oldular. Yine +mecd-i sabıklarına rücu’ için vacibat-ı ahlakıyyelerine karşı +takındıkları tavr-ı ihmal ve la-kaydiden feragat etmelidirler. + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +Üçüncü muhavereden maba’d +Muhakkık: –Bu suale karşı cevabım: Ulema-yı usuliyyinin +“Evliyadan sudur eden şey kendilerine hüccet olabilirse +de başkasına hüccet olamaz” kavilleridir. Sonra bazı şeyler +hakında ehl-i keşifden nakl olunan şeylere nazar edecek +olursak bir çoklarının yalan olduğunu görüyoruz. +Mukallid: –Haydi teslim edelim ki senin dediğin gibidir; +bu surette kizbi zahir olanların onlardan olmadığı ihtimali +vardır. Yahud bunlar salah-ı hal ile velayetle iştihar edip +de makam-ı keşf-i kamile vasıl olmayanlardan menkūldür. +Fakat İmam-ı Şa’rani gibi “mevkıf”e “cennet”e ve “cehennem”e +muttali’ olanlar bunları müşahede edip görenler +kezalik Şeyhülekber Muhyiddin İbni Arabi gibiler zannetmem +ki bir şeyin vukū’ bulacağını haber versinler de sonra +vakti gelince dedikleri gibi çıkmasın! +Muhakkık: –Biz ahireti görmedik ki Şa’rani’nin mevkıf +denilen yerin mevki’-i coğrafisine oranın ahvaline dair zikr +ettiği şeyleri sırat mizan cennet cehennem için resm etmiş +olduğu haritayı oraya tatbik edelim; biz bu gibi şeyler için +Kitab Sünnet akıl hikmetten hiçbir delile tesadüf etmedik. +Ne kadar şayan-ı istiğrabdır ki: Sizin şeyhlerinizin ekserisi +dünyanın en meşhur gayet menfa’atli olan coğrafyasından +şıyorlar da alem-i gaybdan olduğu cihetle görülmek ihtimali +olmayan ahiret için haritalar çizip coğrafyalar tertib ederek +ona rağbet gösteriyorlar onu bi-hakkın teslim ediyorlar. +bulacak fiten ve melahime dair verilen haberlerin bazısı +yahud küllisi Şeyh Muhyiddin bin Arabi’nin kitaplarından +menkūldür; bunun tasrihine göre Mehdi onun zamanında +mevcud imiş. Hatta aralarından ceryan eden bir vak’ayı da +zikr ediyor. Ondan nakl ettiği kelamlarında işarat rumuz da +mevcuddur. O işarat ve rumuzdan iştihar edenlerden biri de +şudur: Cim Fe Hı geçtikten sonra Mehdi çıkar. Bu huruf +ebced hesabıyla ’dür. Binaenaleyh Mehdi’nin +zuhuru karn-ı sabi’in intihasından evvel vukū’ bulacak demektir; +halbuki şimdi biz on dördüncü asırda bulunduğumuz +halde Mehdi ile mülakat etmek şerefinden hala mahrum +bulunuyoruz. Eğer bu şahidlerle de kana’at etmezsen +ben bunu pek çok misaller ile kuvvetleştireceğim. +Mukallid: –Ben bunların hepsinden sarf-ı nazar ederek +yalnız kütüb-i mu’teberede rivayet edilen ehadise atf-ı nazar +edeceğim; gerçi bu ehadisin hepsi her müslime i’tikadı +vacib inkarı küfrü müstelzim olacak derece mütevatir değilse +de hadisin sıhhati kendisince müsellem doğru olduğuna +kalbi mutmain olanlara nisbetle mütevatir gibi olur; +binaenaleyh onlara mazmun-ı hadisi i’tikaddan başka çare +yoktur. +Senin de kütüb-i hadisi tekmil mütalaadan geçirdiğini +bununla beraber olanlardan yalnız rivayeti sahih olanları +kabul ederek öbürlerine ehemmiyet vermediğini bildiğim +ömrü olacağını beyan eden hadis-i şerife müracaata mecburiyet +hissettim. Hin-i müracaatımda gördüm ki: Ebu Davud +Sa’d ibni Ebi Vakkas’dan şöyle rivayet ediyor: Resulullah +dedi ki: +Sa’d’a nısf-ı yevmin ne kadar olduğu sorulduğunda beş +yüz sene diye haber verdi. Her ne kadar +hadisinin tahricine vakıf olamadıysam +da iyice biliyorum ki onu bazı ulema-yı salihinden +telakkī eylemiştim. Ma’a haza sened-i sahihini bulacağıma +da ümid varım. +Muhakkık: –Ebu Davud bazı kere zu’afadan da hadis +rivayet ettiği vardır; onun için hadis rivayet ettiği kimselerin +çoğu mat’undur. Haydi teslim edelim ki bu hadis sened +ne diyeceksin? Eimme-i muhaddisin nefsü’l-emre muhalefetin +alamat-ı vaz’dan olduğunu söylüyorlar. Çünkü vaki’ ve +nefsü’l-emre mutabık olmayan kelam kizbden başka bir şey +değildir. Şan-ı nübüvvet ise kizbden müberra bi-esas şeyleri +söylemekten münezzehdir. +Eğer “Vaki’ ve nefsü’l-emre mutabık olmaması te’vil +mümkün olmadığı vakit olur halbuki burada te’vil mümkündür; +zira ilm-i usulde tekarrur ettiği vechile a’dad için +mefhum yoktur” diye i’tirazda bulunursan cevaben derim +ki: Bu te’vil hadis nasıl rivayet olunursa olsun kendi istidlalini +Mukallid: – Sahihayn ’nda görüldüğü üzere Peygamberimiz +sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyuruyor: +Halbuki +müddet-i dünya Hazret-i Adem’den Peygamberimize sav +gelinceye kadar sene olunca –nasıl ki bu kütüb-i tefsirin +bazılarıyla Kısas-ı Enbiya’da mansusdur.– bunun sülüsü +bin dokuz yüz seneye yakın bir zaman olmak lazımdır. Asr +emsali pek çok ahkamın icrasında olduğu gibi mukteza-yı +şer’ olarak sabahdan i’tibar ettiğimiz surettir– sülüsden +tenkīs olunur. +Şimdi müddet-i dünya yedi bin senedir dediğimiz gibi +–nasıl ki yukarıda zikr olunan bazı kitaplarda da böyle varid +olmuştur– “ ”e “ ” daha ilave etmek iktiza eder ki +bu da takriben asr ile mağrib arasındaki miktardır. Bu surette +mecmu’u sene olarak bazı nusus diğer bazısına +muvafık gelir. Bazen yahud çok kere bizim takribi dediğimiz +şey indallah tahdidi olur da o babdaki nususun muvafakati +onu takviye eder. Bunun bana göre erbab-ı mükaşefeden +olması muhtemel olan o alim-i salihin istinbatını te’yid etmesi +kıyametin bağteten yani ’de gelmesinden murad +da onun mukaddimatı intişar-ı dalal Mehdi gibi alamat-ı +kübranın zuhuru olması da sahihdir. Şu halde evvelki sözüm +doğrudur. +Muhakkık: –Ya üstaz! Şurasını iyice bil de ma’lum olan +bir hakīkatle beni muaheze etme! Asr-ı evvelde bir çok +kimseler kendilerine hüccet ikame edilmeksizin din-i hak +olduğunu gayr-i mu’tekıd oldukları halde kendiliklerinden +zahiren İslamiyet’i kabul etmişlerdi; bunların suret-i haktan +görünerek İslamiyet’i kabul etmekten maksadları ise akaid-i +şeklinde Acluni +yeden olmayan bir takım hurafat esasat-ı şer’iyye ve ahkam-ı +akliyye ile gayr-i kabil-i tevfik İsrailiyyat idhal ederek +millet-i İslamiyyenin ahlakını alt üst etmek ve bu suretle +müslümanlar beyninde daimi bir fitne ateşinin ikadına sebebiyet +vermekti. Kendilerinin mevsuk mu’temed kimseler +olduklarına dair halkta bir kana’at hasıl etmek bu suretle +maksad-ı müfsidanelerine vasıl olmak için rivayet ettikleri +şeyleri kabul ettirmek için de ahkam-ı İslamiyye’ye temessük +etmek hususunda son derece huluskarlık gösteriyorlardı. +Bunların bazıları müslümanları ateş-i ye’s içinde bırakmak +fütuhat-ı celile İslam’ın mecd ü şerefini muhafaza +rayet-i İslamiyye’nin dünyanın her tarafında temevvüc ile +bütün dünyaya hakim olması için efrad-ı İslamiyye’de görülen +himmeti kırmak yahud onları “dinleri hakkında bir +takım şüpheye düşürmek maksad-ı mel’unanesiyle din-i İslam’ın +ömrü pek az olduğunu pek yakın bir zamandan sonra +nihayet bulacağını İslamlara telkīn ediyorlar onları ikna’a +çalışıyorlar; bu maksadlarına kolayca vasıl olabilmek için de +Kitab Sünnet’ten yeni bir tarik bularak iddia-yı batıllarını o +suretle istidlale kıyam ediyorlar ki o da yukarıda butlanını +beyan ettiğimiz usuldür. +Bu hususda yekdiğerine mu’arız pek çok hadis de vaz’ +ettiler. Muhaddisin-i muhakkıkīn radıyallahü anhüm hazeratının +tedkīkat-ı diyanet-perveraneleri sayesinde bu sahte +hadislerin bazıları meydana çıkıp mevzu’ oldukları anlaşıldıysa +da bir kısmının ruvatında görülen huluskarlık –maatteessüf– +bunları da aldattı; ravisinde suret-i zahirde +görülen vera’ u takva hadisin mevzu’ olduğuna hüküm etmeye +mani’ oldu. +Mevzu’ yahud za’if olduğu tasrih edilenlerden birisi de: +hadisidir +ki bazı muhaddisin batıl olduğunu söyledikleri gibi vaki’ ve +nefsü’l-emr dahi suret-i kat’iyyede bunu tekzib etmiştir. İbni +Adi diyor ki: “Bu hadisde bazı güna za’f vardır; lakin Hakim +bunu Müstedrek ’inde ihrac ve tashih eylemiştir.” +Ebi Sa’id’den merfu’an Müslim’in rivayet ettiği: +hadisi de bu ma’nadadır. +Cabir’den olmak üzere edilen diğer bir rivayette ise kasem +ulema: Bununla ara sıra mevcudiyetine nihayet verilen milletler +maksuddur diyorlar. +Batıl olduğunu suret-i kat’iyyede beyan ettikleri hadislerden +biri de: +hadisidir. +lir ki bir çok eimme bundan sonra tevellüd etmiştir. Sonra: +hadisleri vardır ki İmam-ı +Nevevi bunların batıl olup asl u esası olmadığını söylüyor; +zaten ben de kıyametin zaman-ı vukū’unu tahdid eden hiçbir +hadisin sıhhatine mu’tekıd değilim. +Çünkü Kur’an kıyametin ne zaman kopacağını bilmek +Cenab-ı Hakk’a mahsus olduğunu tasrih ediyor: +Eğer “bağteten” nazm-ı +celili ile maksad-ı ilahi kıyametin vaktini tahdid etmek kopacağı +günü ta’yin etmek olsaydı ondan evvel ve sonra hasr +olan ayat-ı ilahiyye pek çoktur. +Sahihayn’ da mezkur olan hadise gelince: Bu geriye kalan +ömr-i dünyanın binler yahud milyonlarla sayılacağına +delalet eder. Çünkü ömr-i dünyanın yedi bin sene olmasını +tahdid ediyor diye zikr etmiş olduğun şeyler İsrailiyyat’dan +başka bir şey değildir; binaenaleyh onlara i’timad etmek +caiz olmaz. Ancak bu babda şayan-ı i’timad olan şey tabakatü’l-arz +ve oradaki asar-ı insaniyye hakkında icra edilen +tedkīkat ve tetebbuat-ı ilmiyye ile sabit olan zamandır +ki: O da binlerle değil milyonlarca sene ile takdir olunuyor. +Hem buna +hadisi de münafi değildir. +Sebabe vüsta ile işaret etmesi de takrib-i nisbi murad edildiğindendir. +Mukallid: – Sahih-i Müslim ’de mezkur olan +hadis-i şerifine ne diyeceksin? Bir bu hadis-i +şerife bak bir de bugün müslümanların mübtela oldukları +fesad-ı ahlak dinleriyle amelden i’raz etmelerini mülahaza +et! Göreceksin ki bugünkü müslümanlar hadis-i şerifde +beyan edilen şirar-ı nasdan başka bir şey değildir. +Muhakkık: –Niçin bunu zikr ediyor da Sahih-i Müslim ’in +Ebu Hüreyre’den naklen rivayet ettiği +yahud +hadisini unutuyorsun? Halbuki ehab Medine-i Münevvere’nin +haricinde bir buk’adan ibarettir. Demek ki ümran-ı +belde o nisbette terakkī ve tevessü’ ederek ehab denilen +yere kadar baliğ olacak. Hani bu gün Ceziretü’l-Arab’da o +kın bu cevabı üzerine gelecek muhaverede bu babda daha +bazı teşrihatta bulunacaklarını va’d ederek ayrılıp gittiler. + +---- +SABAH NAMAZINDA +---- + +Bir ses beni seherde uyandırdı habdan; +Gönlüm gözüm açıldı o ulvi hitabdan. +Bir ses.. İlaha yükselecek bir huruş-ı ruh; +Rakid kulubu coşturacak mevce-i fütuh. +Ya Rab nedir o sayha-i tevhid ü ittihad?! +Can karşısında vecde gelir; canlanır cemad! +Vermekde kainata o avaze-i niyaz. +Bir lerze-i tazarru’ u haşyet bir ihtizaz. +Dikkatle dinledim o semavatı inleden +Gülbank-i arş-ı a’zam inermiş minareden. +Bilmem minare miydi o ulvi sütun-ı din +Bir minber huddamı ki yoksa? Muvahhidin +Ondan gelen hitabı işittikçe başka bir +Zevk u huzur-ı hatır ile dinlemekdedir +Her şeyde bir sükut u sükunetle bir huzur.. +Susmuş bütün avalim o avazı dinliyor. +Dikkatle dinledim dedi: Haydi ibadete; +Haydi felaha; Haydi salah u sa’adete! +Dikkatle dinledim diyor: Artık yeter uyan! +Kalkdım yatakdan ettim icabet o da’vete +Abdest alınca koştum eriştim cema’ate. +Sünnet bitip imama eder etmez iktida; +Gaşy etti ruhumu yeniden tatlı bir sada: +“Allahuekber!..” işte o avaze-i celal +Verdi bütün cema’ate bir hiss-i ibtihal. +Bir öyle his ki artık unuttuk alaikı; +Bir öyle hiss-i havf u tazarru’ ki: Halik’ı +Görmekteyiz gibi bizi bir cezbe-i huzu’ +Bir ra’şe-i mehafet u haşyetle bir huşu’. +Aldı. Biraz geçip yeni bir tatlı zemzeme +Yükseldi başka bir feveran verdi kalbime. +Cami’de bir inilti bir avaz-ı lerzedar: +Etti imam tilavet-i Kur’an’a ibtidar. +Neydi o anda duyduğum asar-ı inşirah? +Neydi o anda ruhumu sermest eden ferah? +Etmez miyim bu ma’bed-i feyyaza incizab; +Ruhum alır durur iken ezvak-ı bi-hisab? +Rahmet mukarenet şefekat mağfiret felah. +Kıldık namazı el açarak Rabb-i izzete +Yalvardım ağladım o karibü’l-icabete: +Ey kainata bahş-ı vücud eyleyen İlah! +Bahş eyle müslümanlara bir fikr-i intibah! +Mahv eyle sen şu alem-i İslam’ı kaplayan +Deycur-ı ye’s ü kasveti; Ya Rabbi ağlayan +Dullar için yetim kalan yavrular içün +Rahm eyle müslümanları çiğnetme büsbütün! +Çokdur günahımız bizim elbet; fakat senin +Bi-had muhit-i afvına nisbetle zerrenin +Olsun mu hükmü? Ey büyük Allah biz sana +Geldik dehalet eyliyoruz bab-ı lütfuna. +Rahm eyle ey İlah’ımız öksüz kalanlara; +Bahş et zafer zafer dileyen müslümanlara. +Çiğnetme din-i pakini a’da-yı dinine! +Kırdırma müslümanlarını mülhidinine! +NEVHA! +Nedir bu tali’-i muzlim bu nekbet ey millet! +Neden hasar-ı demadem bu mülk için adet? +Meal-i hatt-ı siyah-ı cebinimiz mi aceb +Zıya’-ı daimi ayn-ı esef ile rü’yet? +Bu olsa keşke de ayn-ı esefle baksaydık.. +Giderdi piş-i nazardan gışave-i gaflet. +Nedir bu gafletimiz cehlimiz ataletimiz; +Neden bu mertebe olduk esir-i süfliyyet? +Bugün utanmalıyız biz o şanlı maziden.. +Bugünkü şeyne yabancı o şan-ı pür-satvet. +Hani o Avrupa’nın öptüğü der-i ali? +Hani o hakim-i alem-erike-i haşmet? +Hani denizlere amir şebihi Barbaros’un: +Hani Sokullu’ya benzer müdebbir-i devlet? +Hani saikalar yağdıran suyuf-ı gaza? +Hani o kişver alan farisan-ı zi-heybet? +Hani o ilim ü edebde vahid olan ulema? +Hani o fenn ü hünerde efadıl-ı san’at? +Hani o mülk-i vesi’ vü refah ü asayiş? +Hani o kadr ü şükuh ü vakar u haysiyyet? +Nedir bu bizdeki derd ü bela-yı ruz-efzun? +Ne eski şan ne şeca’at ne fen ne san’at var; +Vatansa olmada hayfa ecanibe kısmet! +Yetişmiyor içimizde nedense bir fazıl! +Belaya bak: Yetişenler de eyliyor rıhlet! +Vatanla bir gidiyor ınkıraza fikr ü zeka: +Ufulü Midhat’in işte bu kavle bir hüccet. +Yazık o mihr-i mesai gurub edip gitti; +Yerinde kaldı kapanmaz amik bir zulmet! +Çalıştı nısf asırdan ziyade neşr etti +Cihan-ı gaflete bir çok measir-i gayret +Uyandırıp şu vatanda mütalaa hevesi +Şu halk-ı atıla etti hakīkaten hizmet. +Geçirdi ömrünü yazmak okutmak üzre bütün; +Erişdi mektep içinde hayatına gayet. +Revan-ı paki bulup iltika-yı ruhani +Huda makamını kılsın hadaik-ı cennet. +Dem-i vefatını Gufran irae etmededir; +Bu nükte olsun ilahi beşaret-i rahmet. +ŞEHID-I GAYRET +Fazıl hocamız Halis Efendi hazretleri “Ey cema’at-i müslimin! +Bu adam şehiddir. Şehadetine huzur-ı Rabbü’l-aleminde +ben şahidim.” diye merhumu tezkiye ederken hiç +şüphe yoktur ki bu memleketin bütün hassa-i ikana sıhhat-i +nazar ve im’ana malik kulub-ı selimesine tercüman olmuştur. +Midhat; bu çorak toprakta yetişti bu çorak toprağa ifaza-i +kabiliyyet için elli beş senedir çalıştı hiç durmaksızın +çalıştı aşk ile çalıştı: Denebilir ki bizde son zamanlarda +vazife hissini onun kadar iyi anlamış ve iyi tatbik etmiş pek +az kimse tanınmıştır. +Hiç hatırımdan çıkmaz; bir gün merhum Darülfünun +kürsisinde bir münasebetle “Vazife; namus demektir. Vazifesini +tanımayan namussuz demektir.” diye söze başlamıştı; +bunu o kadar gür ve hadid bir ses ile o kadar kat’i ve müsbit +bir eda-yı iz’an ile ifade etmiş idi ki hala onun halavet-i tanini +zevk-i teyakkunu şebeke-i ihsasatımdan bir türlü yakasını +kurtaramamıştır; Mithat bununla elli beş altmış beş senelik +bir hayat-ı verzişin pak ve mutarra bir fezlekesini yapmış +oluyordu: Filhakīka merhum; vazifesini namusu namusunu +vazifesi tanırdı. Bunun içindir ki o asla bir “namussuz” olamadı; +çünkü asla vazifesini tahkīr etmedi asla vazifesinden +ayrılmadı ve nihayet onun uğurunda canını feda etti onun +şehidi oldu. Kemal’in büyük bir sitayişhanı evsaf-ı mezayası +olan Midhat; müşarun-ileyhin: +Vazife can ve tendendir mukaddem +Bize ef’alimizdir ruh-ı a’zam +Düstur-ı vicdan pesendine kendi ta’birince “bel bağlamıştı.” +Merhum bize hayır ile zikrine vesile olacak pek çok +fezail-i ahlakıyye secaya-yı güzide bırakarak gitti: +derler onun bir çok kütübhaneler dolusu eserleri +vardır; fakat bunların en büyüğü en ebed-peyması o nezih +ve insaniyet-pira fıtratıdır bu kubbede şükrankar akisler tekvin +edecek olan “hoş sada”larıdır: Gayret en mu’annid ve +mukavim bir gayret metin ve m��cadil bir halk namus ile +müteradif bir aşk-ı vazife. İşte Midhat ve Midhat’in hayat-ı +ahlakıyyesini der-agūş eden necib hasletler… Ebu’lala’ +el-Ma’arri o hakim-i ilahi-neva: +diyor. Midhat da bunun ma-sadak-ı hükmü oldu. Bütün +faziletlerine meziyetlerine Hüda-peyvend ve peyamber-pesend +gayretlerine rağmen kendi vatanında “garib” oldu. +“Tağrib” de edildi: Edib-i fıtrat-edamız Akif Beyefendi’nin +ta’birince “Haniya zavallı hasbeten lillah hiç yoktan hakaret +gördü!” Fakat pest ve bi-haber muhitlerden bazı irfan +bi-vayelerinden mütesallifinden küffar-ı ni’metten üzerine +sıçrayan tahkīrlere tezyiflere hatta “söküntü”lere verdiği +son cevab pek sarim pek rahmani oldu ve belki bu suretle +dimağlarına kalblerine zevk-i telehhilerini feda edemeyen +bazı biçare ağızlara bir licam-ı insaf takarak memlekete +son bir hizmet daha görmüş son bir yadigar daha bırakmış +oldu: Midhat gitti Darüşşafaka’da sine-i yetamada agūş-ı +vazifede kelime-i şehadeti kuvvet-i imanına safvet-i kalbine +Evet merhumu tahkīr ettiler tekfir ettiler; fakat birinciler; +memleketi bugünün seviyye-i ma’rifetine –ne kadar naçiz +olursa olsun– irka edenlerin en yorulmaz ve daha ziyade +hasbi “işçisi” “hace-i evvel”i “Midhat” olduğunu hatırlamak +derin bir “küfran-ı ni’met” gayyasına düştüler: Çünkü kendilerinin +diriğ-i iman buyurdukları Ahmed Midhat kadar bu +dine hizmet edemediklerinden mütegafil davrandılar; bunu +hiçbir kimseyi ne dilgir ne de dilsir etmek için değil fakat +“alim-i din” olmaya namzed gençlerimizin huzur-ı basiretine +bir takdime-i intibah olmak üzere arz ediyorum. Yoksa +benim için bu eski derdleri deşmek pek tab-şikendir hiç +olmazsa nahoş bir meşgaledir. +Filhakīka mağfur-ı müşarun-ileyh Müdafaa ’ları Ni +za’-ı +si gibi ecell-i asarıyla Risale-i Hamidiye ’nin tercümesine +delalet gibi delail-i hayratıyla bu dine mahmudü’l-avakıb +hizmetler etmiştir; inkılabı müteakib bunları tetvic edecek +nevvar ve inkılabkar bir hayra daha delil olmak istedi; zikra +li’l-alemin olan Kur’an -ı Mübin ’in tefsirine olan ihtiyac-ı +azimi anlatmak bu gibi mu’zamat-ı mesailde hakk-ı kelamı +daire-i inhisarlarına kapayarak “nefs-i mütekellim vahdeh” +geçinmek isteyenlere derdini dinletmek istedi; ber-mu’tad +tahkīr olundu techil olundu ve nihayet Arabca’da isbat-ı +cehl etmek üzere imtihana da’vet olundu. Merhum ihtimal +da’vete tenezzül-i icabet de gösteremezdi! +GARB MEDENIYETININ İSLAM’A SAVLETLERI +Şevket-i İslamiyye asar-ı tedenni ve inhitat gösterdikçe +garbın o karanlık o bi-ma’na medeniyet-i Salibiyyesi beslediği +ezeli kin ve gayzı bütün bütün feveran ederek olanca +şiddet-i tehevvürüyle İslamiyet’e savlet ediyor; fart-ı mesti +ağzına gelen en şeni’ en fuhş-alud tahkīrleri düşnamları savuruyor. +Evvela şunu söyleyelim ki: Lisan-ı medeniyyet; lisan-ı +edeb ve fazilet lisan-ı ma’rifet ve insaniyyet lisan-ı namus +ve haysiyyettir. Lisan-ı medeniyyet öyle iğrenç levsiyyat-ı +kelamdan şeref ve haysiyet-i insaniyyeti terzil edecek müstekreh +elfazdan müteberridir. +Medeniyet mader-i insaniyyetin bütün evladlarını – +bila-istisna– tekrim ve tebcil eder. Hepsini agūş-ı muhabbet +ve şefkatinde siyyan tutar. Eğer bu iddiamız bedihi değil de +nazari ise işte onun da delil-i vazıhı: +=Şan-ı azamet ve kibriyamıza kasem ki biz adem oğullarını +mazhar-ı tekrim ve teşrif ettik.” nazm-ı celil-i Samedanisidir. +Şimdi insaf olunsun rida-i medeniyyete bürünmüş garb +o şa’şaa-i kemalat-perverane o ihtişam-ı ma’rifet-küsteranesiyle +beraber lisan-ı medeniyyetten İslamiyet aleyhine +çirkab-ı sebb ü düşnamlar saçıyor. Müslümanları cahil aciz +seyf-i kahrı altında zebun gördüğü için İslamiyet’in kalbine +kadar sokuluyor. Üzerine zehirler döküyor ruhunu tesmim +ediyor. İşte garb edebi! Garb nezaheti! Salib medeniyeti! +tün arayiş-i şevket ü iclaliyle yaşatmış olan o mesud a’sarın +büyük müslümanlarına o bahtiyar mazinin hakīkī kahramanlarına +karşı lisan-ı Salib acaba niçin bir sükut-ı ebkemane +gösteriyor neden böyle bed bed homurdanamıyordu? +Evet! Çünkü medeniyeti maddi kuvvetten zahiri şevket ve +azametten ibaret zanneden Salib o müdhiş kuvvet-i İslam +o cihanı lerze-nak-i havf u hiras eden şevket ve azamet-i +tevhid karşısında dizlerinin bağı çözülmüş zemin-i acz ü +meskenete düşmüştü. Sonra gelen müslümanlar hayatı +unuttular. Hayat-ı şevket ve iclallerine karşı la-kayd kaldılar. +Kendilerini hayatın derk-i esfel-i hayvaniyyetine attılar. +Salibiler ise bilakis bir gayret-i müfrita ile çalışarak yükselmeye +kuvvetçe yani kuva-yı maddiyyece tefevvuka başladılar +ve nihayet işte İslamiyet’i –cehalet atalet ve meskenetleriyle!– +verem eden biz on dördüncü asrın müslümanlarını +kitab-ı insaniyyet ve medeniyyetten sildiler. İnsaniyet +onların! Medeniyet onların! hayat onların! Sa’adet onların! +Biz zavallılara ise hayvaniyet! Vahşet! Dünyadan hicret! +Mevt-i umumi! Mezar-ı felaket! Gayya-yı adem! +Geçen gün İntihab-ı Efkar ceride-i İslamiyyesi sahib-i +muhtereminin Grafik Gazetesi’nin Marifetleri serlevhası altında +neşr ettiği bir başmakaleyi okuyan hakīkī mü’minlerin +–zaten felaket-i harbin açtığı derin iltiyam na-pezir yara +başlamıştır. +Garb medeniyeti taun gibi bedbaht Rumeli’ye müstevli +olan müttefikīn ordularının yarım milyondan ziyade müslümanın +hun-ı na-hakkından vücuda getirdikleri kırmızı +denizlere yaktıkları hanümanlarının Allah’ın güneşini setr +eden alevli dumanlarına karşı gözlerini yumar saçlarından +sürükleyerek Bulgaristan Sırbistan Yunanistan içlerine götürdükleri +cebren ve kahren nasıye-i ismetlerine Salib damgası +basarak kurun-ı ula esaretlerini ihyaen paylaştıkları +binlerce müslüman kızlarının gelinlerinin genç zevcelerinin +dünyayı sarsan feryad ve vaveylalarına kulaklarını tıkar bütün +bu canavarlıkları bu yamyamlıkları hoş görürler de yine +biz ehl-i tevhide ta’assub yani vahşet barbarlık kan içicilik +Biz kimlerden insaniyet rikkat-i kalb teessür-i vicdan +teellüm-i ruh ümid ediyoruz? Salibiyyundan mı? Hakk u +hakīkat namına hiçbir şey tanımayan tanımak istemeyen +bu indiyyundan mı? Heyhat….!! +Bunlara “Hakk”ı tanıttıracak “Hakk”ın huzur-ı ulviyyetinde +boyun eğdirecek ancak kuvvet ve şevkettir. +“Hakk”a İslamiyet’den başka hiçbir hakīkat bil-ihtiyar +arz-ı ınkıyad ve teslimiyet etmez. +Garb matbuat-ı medeniyyesinin bu şeamet-engiz şe +ma +tetleri o kadar velveledar ki saha-i harbde atılan top tarrakalarını +bile bastırıyor; bir derecede ki sami’a-i İslam’ı uğultularıyla +sağır ediyor. +Maamafih Osmanlı ceraidi de sükut etmiyor. O medeniyet-perverane +şetimlerin ! o insaniyet-küsterane düşnamların +! cevabını edeb ve namus dairesinde vermeye +çalışıyor. Fakat bunlar miyanında –i’tiraf edelim ki– hame-i +tevfik-i ilahi mümtaz ve müstesna bir mevki’-i ali-i diyanet +ve milliyette teferrüd ediyor. +Bakınız garb medeniyet-i Salibiyyesinin İslamiyet’e isnad +ve iftirasından mahzuz olduğu ta’assubu fazıl-ı müşarun-ileyh +ne kadar hak-gu ne kadar hak-perest bir lisan-ı +hakīkatle yüzlerine çarpıyor: “Frenklerin ahlak-ı iffet-ber-endazane +ve adat-ı ….. şikenanelerini hüsn-i telakkī edip de onları +tatbik-i ef’al etmişizdir. Bizi “kankan” oynayamamakla +kadınlarımızı mestur gezdirdiğimizden veya makarr-ı zükur +olan yerlerde muhtelit bir halde bulundurmadığımızdan ve +zevcelerimizle kızlarımızı balolara götürmediğimizden dolayı +barbar na-kabil-i ıslah addediyorlar. Binaenaleyh böyle bir +kavmin Avrupa’nın en mühim bir noktasında ifsad-ı heva +etmekten başka meziyyeti yoktur; ve binaenaleyh bu kıt’adan +def’ ve tardı vacibat-ı medeniyyedendir diyorlar. +Bunu açıktan açığa söyleyenler görüldüğü gibi en ciddi +addedilen bazı matbuat-ı mühimmenin ibtida-yı harbden +beri ittihaz etmiş olduğu tarz-ı neşriyyat pek acı bir surette +devam etmektedir.” +ali-i! medenisi huzurunda bulunduğumuz mevki’-i cinayet +ve mahkumiyyetimiz! Eğer kadınlarımızı –aramızda türeyen +misyoner şakirdlerinin ta’bir-i frenganeleri vechile– kurun-ı +ula çuvallarından çıkarıp nim üryan bir libas-ı medeniyyetle +kollarımıza takarak “kankan” oyunlarına iştirak etsek namu[s]suzluğu +fuhşu –Frenklerin kendi ıstılahlarınca– rezalet-i +medeniyyeyi adem-i rıza ve muvafakat cebr ve şiddetle +tefsir ederek balolar vererek oyunlara da’vet etsek kadınlarımızı +kızlarımızı agūş-ı şehvet ve hayvaniyyetlerine atsak +olabiliriz! Frenklerin bize iksa etmek istedikleri ve muvaffak +olamadıkları için Avrupa hava-yı saf-ı ! medeniyyetini ifsad +şapkasıyla tek gözlüğüyle bu kisve-i medeniyyete bürünebilir +miyiz? Kucağımıza fino köpeğini alıp kadınlarımızla kol +kola gezebilir miyiz?? +Başta “Ayasofya” olmak üzere bütün cami’lerimizi o +garib o yetim me’abid-i tevhidi kiliselere tahvil ve kubbeleri +üzerine Salibler rekz minarelerine çanlar vaz’ ederek tamamıyla +onlara benzeyebilir miyiz??? +nafile! Bizim bu Salibiler nazarında en büyük en gayr-i +kabil-i afv cinayetimiz! İslamiyetimiz! Namus-ı ismetimiz! +Mekarim-i ahlakımızdır. Nisvanımızın tesettürü o rida-i hürriyet +ve ismet hücumlarının ilk hedefini teşkil ediyor; kale-i +kale onların demektir. +Şimdi hakīkī bir mü’min namus-ı ismet kadrini bilir bir +muvahhid tahirü’n-neseb ibnü’n-nikah bir insan-ı akıl olup +da +“ = Yahud +ve Nasara senden ebediyyen razı ve memnun olmazlar; +ta ki onların milletlerine ittiba’ din-i hakkı bırakıp onların +mezheblerine irtidad etmedikçe cami’leri yıkıp kilise yapmadıkça +boynuna Salib takmadıkça.” +“ O a’da-yı tevhid size hücumdan +sizinle mukateleden mümkün değil vazgeçmezler; ta +ki sizi dininizden –eğer muktedir olabilseler– döndürünceye +kadar.” +“ = Ey mü’minler! Düşmanlarınız +size galebe çalarsa derhal dostluk maskesini atar çehre-i +adaveti gösterirler; cellad pençelerini üzerinize uzatırlar. +Kanlı dişlerini sırıtırlar. Size etmedik fenalık yapmadık işkence +ve ukūbet bırakmazlar. Ne ırzınız kalır ne namusunuz; +ne canınız ne malınız ne dininiz ne Kur’an ’ınız ne cami’leriniz +ne kabristanlarınız; ‘Ah… Şu müslümanlar bizim +gibi Allah’ın birliğini Cenab-ı Muhammed’in aleyhissalatü +vesselam risaletini Kur’an-ı Kerim ’i inkar etseler de bize +benzeseler…!’ diye bütün ihtiras-ı Salib-perestaneleriyle temenni +ederler.” Ayat-ı kerimesini bütün kuvvet-i iman ve +gayret ile tebcil ve tekrim etmemek mümkün mü? +ayat-ı celile! İşte on dördüncü asır-ı hicri Salibiyyununun +temennileri! Vahşetleri! İ’tisafları! Hunharlıkları! +Hazret-i Fazıl’ın tavsifi vechile çıktığı kabuğu beğenmeyen +kestaneye benzeyen misyoner şakirdleri garbın +medeniyet-i vahşiyye ve hayvaniyyesi perestişkarları beylerimiz +hala akıllanmasınlar! Hala Frenklere hoş görünmek +maksad-ı rezilanesiyle o güzelim diyanet-i mukaddese-i İslamiyyemizi +o muhterem milliyet ve medeniyetimizi o necib +ve nezih o saf o mukaddes ahlak-ı İslamiyyemizi zemm ü +kadh etmeyi kendilerine bir şeref bir mefharet bir lazıme-i +medeniyyet bir fariza-i ma’rifet bilsinler dursunlar! Avrupa +ukalası bize tefessüh etmiş nazarıyla bakarlarsa –maatteessüf– +pilmiş Frengi çıbanları! Bu müstekreh çıbanlardan o zavallı +vücud-ı millet kangren olmaz tefessüh etmez de ne olur? +Karılarıyla beraber Frenkleşen bu medeniyet-i garbiyye +fasilesine sorarız: Sefahetten namus ve hayayı istihfaf +ve tahkīrden karılarını kurun-ı ula nisvanı gibi nim üryan +Frenklere takdimden başka ne meziyet ne fazilet ne ma’rifet +gösteriyorlar? Söylesinler! Göstersinler. Vücud-ı millette +tamamıyla kangırenleşmiş kesilip atılması zamanı çoktan +gelip geçmiş bir uzv-ı Frengi değil mi? +Bizim İngiliz kadar şevket-i bahriyyemiz Almanya kadar +satvet-i berriyyemiz olaydı da Hazret-i Fazıl’ın dediği gibi +–Abalı gebeli bulunaydık yine edvar-ı cihangiri içinde şan +ve şevketimizle yaşasaydık o zaman bu tatlısu Frenk-perestişkarları +ne diyebilirlerdi? +Yoksa bizi böyle bir şevket-i bahriyye böyle bir satvet-i +berriyyeyi i’dad ve ihzardan bütün mülkümüzün hazain-i +la-tefna-yı tabi’iyyesini sinesinden almaktan vatanımızı en +küçük köylerine kadar şimendüferle örümcek ağına çevirmekten +fabrikalar tersaneler havuzlar tüneller velhasıl +medeniyetin bütün bedayi’-i maddiyyesini vücude getirmekten +dinimiz mi men’ ediyor? Kadınlarımızın tesettürü +şeklinde yazılmıştır. +mü hail oluyor? Haşa! Bilakis kemal-i ehemmiyyetle emr +ü ferman buyuruyor. Bize –emirlerini dinlemediğimiz için– +sitemler infi’aller yağdırıyor. “Belalar mübareki!!” diyor. Fakat +biz adam olmak istemiyoruz. Biz yaşamak istemiyoruz. +Biz bil-ihtiyar ölüme koşuyoruz. +Bir insan intihar edebilir; fakat bir millet nasıl kendine +suikasd eder Allahım?! +MİDİLLİ FACİ’ALARI +Hilal’in zir-i himayet-i şefkat-karisine gireliden beri muttariden +ve mütemadiyen gördükleri asar-ı nevaziş ve iltifat +her an her dakīka mazhar oldukları müsa’adetkar mu’amele +sayesinde hür ve serbest bir hayat-ı mes’ud ve haşmet +nümun içinde perverişyab olan Midilli ahali-i hıristiyaniyyesi +Yunan gemilerinin cezire önlerinde görünmesi üzerine +o vakte kadar kalblerinin en derin en korkunç köşelerinde +gizlemekte oldukları kanun-i vahşet birden bire feveran etmiş +bir gün evvel kardeş gibi görüştükleri bir gün evvel +her birinden asar-ı meveddet ve hürmetten başka bir mu’amele +görmedikleri zavallı tali’siz İslamlar hakkında; tarih-i +beşeriyyetin karanlık vahşet-nüma devirlerini bile gölgede +bırakacak mezalim icrasından kendilerini alamamışlardır. +Kalbinde zerre kadar hiss-i insaniyyet ruhunda sönük bir +şu’le derecesinde nur-ı irfan ve ma’rifet bulunan her insanın +ebedi nefretlerle yad edeceği hunin ve dehşet-engiz safhaların +zuhurunu bir sima-yı beşuşane ile temaşa eden ve +bu temaşadan ihtimal ki derin ve nuşin bir zevk-ı siba’ane +duyan Midilli ekabir-i ! hıristiyaniyyesi cihan-ı medeniyyet +huzurunda –eğer varsa– titremeli yerlere geçmelidir. +Daha bir gün evvel Midilli burclarında telatum eden +Hilal kudret-i fatıranın en feyyaz avatıfına müstağrak olan +bu güzel adaya behişti nurlar himayetkar ve şefik huzmeler +saçarken İslam hıristiyan her ferd bila-tefrik-ı din ü mezheb +kardeş gibi geçinirken daha doğrusu Osmanlı hükumeti +hıristiyan vatandaşlar hakkında her hususda İslamlar derecesinde +ve belki daha ziyade mülattıf ve müsa’id bir hareket +ta’kīb ederken bir gün sonra memleket kuvve-i işgaliyyeye +terk ve teslim edilince bir tufan-ı kıyamet-nümun kopmuş +ortalık herc ü merc olmuş İslamların mukaddesatı malları +canları namusları serseri palikaryaların baziçe-i hevesat +ve ihtirasatı olmuş en barbar insanların en hunhar canilerin +bile tüylerini ürpertecek tecavüzat ve mezalim İslamlar +hakkında mubah görülmüş Osmanlı hükumetinin biraz +lüzumundan fazla olan mu’amelat ve teshilat-ı lutufkarisi +ahali-i İslamiyye’nin şefik ve samimi mu’avenetleri sayesinde +her biri birer Karun derecesinde servet ü saman iktisab +etmiş olan münevver ! ekabir-i ! hıristiyaniyye bu +mezalimi beşaşet-nümun bir sima-yı la-kaydi ile ve belki +müstahsin nazarlarla temaşa edecek kadar sefil bir derekeye +sukūt etmişler! Şeref-i insaniyyeyi ebediyyen kanlı lekelerle +telvis edecek i’tisafatı takdir ve teşci’ etmekten haya etmemişlerdir! +Beşeriyet-i münevvere için bundan daha rezil bir +denaet bundan daha sefil bir redaet tasavvur olunabilir mi? +Yunanilerin Midilli facialarıyla enzar-ı medeniyyeye arz +ettikleri elvah-ı hakīkat-nümayı bir sükun-i amik ile temaşa +eden Salib’in bu derece hunin ve bi-eman mezalime alet +edilmesine mütehammil olan Avrupa efkar-ı münevveresi +şan-ı irfan ve medeniyyeti ne mertebe tenzil ne derece terzil +ettiklerini acaba bir an için olsun düşünmüyorlar mı!?.. +Dilber adaların serseri mevcelerin afaka bir zemzeme-i +ahenkdar ithaf ederek okşadığı güzel sahilleri bugün bir +renk-i hunine bürünmüş zulüm altında ezilen kahr ile öldürülen +ma’sumların vaveyla-yı tazallümü enin-i telehhüfü +küre-i nesimi lerzedar etmiş olduğu halde Avrupa’nın –şarka +karşı pek hassas olan– basıra-i intikadı sami’a-i terahhumu +güya hiçbir şey olmamış gibi bütün bunları ebediyyen görmemek +Dün bu bedbaht topraklar o dil-nişin sahiller sine-i +pür-taravet ve şefkatte sakin ve asude yaşayan vatandaşlara +her dakīka birer buse-i amiziş ve bahtiyari ithaf ederken +bugün müfteris hainlerin hunhar haydudların akıttıkları +ma’sum kanlarıyla reyyan parçaladıkları tali’-zede cesedleriyle +bir mezaristan-ı feca’ate inkılab ediyor. Artık rengin +ufuklarında elhan-ı asudegi yerine matem-zede dulların feryad-ı +kızların vaveyla-yı istirhamı öksüz yetimlerin girye-i nalanı +telatum ediyor. +Her tarafdan piramen-i arşa kadar yükselen gulgule-i tezallüm +birer ismet ocağı olan her evden kopan feryad-ı terahhum +yağma ve tarumar edilmiş yıkılmış her kulübeden +derinden derine işitilen muhteriz eninlerin mevcat-ı haifi +bizi zavallı bedbaht şarklıları uzak senelerden beri haksızlık +anid Avrupa’nın sımah-ı merhametinde –pek yazık ki– bir +ma’kes bile bulamıyor. En ufak bir vak’a sırf iktisadi bir hadise +münasebetiyle Midilli önlerine donanmalarını göndererek +nümayişler tehdidler tarziyeler tazminler taleb eden +medeni ve müte’azzım Avrupa yirminci asr-ı medeniyyete +ebediyyen şeyn olacak katliamları la-kaydane seyr ediyor +müfteris ve hunhar canavarların kanlı pençeleri bi-eman +ve namussuz elleri altında parçalanan didiklenen binlerce +ma’sumların namusları paymal edilen tali’siz bakirlerin imdadına +şitab hiç olmazsa bu hain sırtlanlara artık elverir!.. +hitabını tevcih etmeyi bile an’anatıyla! bi-taraflığıyla! mütenasib +görmüyor. +Bilakis müterakkī Avrupa’nın şarka ders-i medeniyyet +veren bu hususda bizi insafsızca haksızca ithamlar altında +ezen ihtiras-alud matbuatı kanlı haydudların asmanlar titreten +harekat-ı feci’a-nümunlarını birer dastan-ı zafer şeklinde +tasvir etmekten utanmıyor haya etmiyorlar. +Acaba cihanda muta’assıblardan sefil menfa’at perestlerden +başka bir de hissiyat-ı aliyye ile meşhun vicdanlar +bulunduğu hakkındaki kana’at esassız ve çürük müdür? +Acaba bu gibi bir kana’at sırf bir hayal-i nikbini eseri midir?! +Acaba denildiği gibi sefil ve muhteris Avrupa fevkinde +ma’neviyet-i beşeriyyenin i’lasına hadim kahır ve zulme +düşman ismete hürmetkar feci’adan müteneffir medeni bir +Avrupa var mıdır?! Varsa şark-ı karibi al kanlara boyayan +ma’sum ve bi-günah ahaliyi yersiz yurtsuz aç susuz bırakan +zulümlere yağmalara ika’ edilen feci’alara bir nihayet +vermek için namuskar vicdanlarda neden şimdiye kadar bir +barika-i isyan hassas kalblerde bir sarsar-ı terahhum kopmadı +ve kopmuyor? +Yoksa bütün Rumeli ve adalardaki tali’siz ve kimsesiz +müslümanlar bir tane kalmayıncaya kadar boğazlandıktan +sonra mı medeni Avrupa’dan bir sada-yı nefret duyulacaktır! +Heyhat!.. Zulmü bu derece himaye edenlere medeni namını +vermek kadar şan-ı beşeriyyete bir şeyn olur mu? +* * * +günün bir ruz-ı matem olduğunu anlatmak istiyormuş gibi +ufk-ı şarkı istila eden kesif bulutlardan kurtulamadığından +vakit ilerilemiş olmakla beraber ortalık nim muzlim bir halde +beriye koşuşmalardan o gün kıyamet-engiz hadisat zuhur +edeceği istidlal olunabiliyordu. +Fi’l-hakīka az bir zaman sonra bu telaşların esbabı anlaşıldı. +Haftalardan beri vatandaşların bi-sabr u aram intizar +etmekte oldukları Yunan Donanması Midilli Limanı’na +gelmişti.. Vatandaşlar ! çılgın bir neş’e ve şetaretle sevahile +hücum ediyorlar “zito!” sadaları afakı titretiyor kadın +çocuk ihtiyar alil hasta her kim varsa ellerinde birer Yunan +bayrağı olduğu halde iskeleye şitab ediyorlardı. Saat-i +felaket an be-an tekarrub ediyordu. İslam mahallatı hizasına +gelen bir harb sefinesi toplarını İslam evlerine tevcih ederek +ateş etmeye müheyya bir vaz’iyet almıştı. Şehrin teslimi +hakkındaki teklif kabul edilmiş olduğundan alafranga saat +dokuz raddelerinde Yunan askerlerini hamil birkaç kayık iskeleye +yaklaşmaya başladı. Sahillerden evlerden dükkanlardan +yükselen zito sadaları kiliselerin çan sesleriyle birleşerek +küre-i nesimi sarsarken birden bire patlayan dehhaş +silah sesleri ortalığa büsbütün kıyamet-nümun bir haşyet +veriyordu. Her biri birer silah mahzeni olan hıristiyan evlerinden +patlayan bu silahlar Yunanlıların tebrik-i kudumü ve +Bu meserret ü şadmani arasında bila-hadise Yunan askerleri +karaya çıktılar. Bu esnada i’lan-ı hakimiyyet için gemilerden +atılan top sesleri aynı zamanda zavallı İslamlara +saat-i felaketin hululünü de ifham etmişti. Bu aralık kahhar +bir tali’ sevkiyle rıhtım civarında bulunmuş olan silahsız +bedbaht bir İslam yerli vatandaşlar tarafından atılan kurşunlarla +Yunanilerin tes’id-i kudumüne ilk kurban-ı vahşet +oldu. Bu andan i’tibaren artık devre-i dehşet başlamış; Akdeniz +perilerine işvegah-ı garam olan bu güzel ada tüyleri +ürpertecek ruhları titretecek kalbleri parçalayacak dimağları +mefluc bırakacak korkunç ve kanlı faci’alara meşher-i +mezalim olmaya namzed olmuştur +Yunan bayrağını hamil bir asker karaya ayak bastığı esnada +kurban-ı gadr olan bedbaht bir müslümanın dökülen +hun-ı ma’sumu bu dil-ruba adanın bu zümürrüdin sahillerin +o şükufedar ovaların bundan sonra akıtılacak binlerce +ediyordu. Fi’l-hakīka bu ilk kurban yere serildikten sonra +cesaret-yab olan aciz ve ma’sumları parçalamak için hunin +dişlerini sırıtan vahşi palikaryalar kan içici sırtlanlar gibi İslam +mahallatına hücum ediyorlar dehhaş bir gulgule-i esvat +sokakları dolduruyordu. Tali’siz İslamlar dehşet içinde ne olduklarını +ne olacaklarını bile takdir edemiyorlardı. Kalabalık +bir serseri alayı yağma ve garete koyulmuştu. İlk hamlede +telefonlar kırıldı. İskele civarındaki polis dairesi yağma ve +tahrib edildi. Alay kudurmuşcasına adliye dairesine hükumet +konağına hücumla evrak ve defatiri parça parça ederek +sokaklara atıyorlardı. Silah taharrisi Türk askeri bulunduğu +dik hane yağma edilmedik ev kalmadı. Gece yarısı İslam +evlerine hücum etmek kadınların çocukların vaveyla-yı istimdadı +arasında hane sahiblerini tüfenk dipçikleri altında +hapishanelere götürmek ahval-i adiye sırasına girmişti. +Vatandaşlar! Yunan askerini zil zurna sarhoş ettikten +sonra önlerine düşerek geceleri bela-yı mübrem gibi İslam +mahallatına götürüyorlar ve artık silsile-i fecayi’ başlıyordu. +Ortada bir hükumet yoktu. İslamlara reva görülen zulümden +hakaretten yağmadan katilden hiç kimse me’sul +olmuyordu. Dirilere yapılan bu kadar mezalim kafi gelmemişti. +Tahribat makabire türbelere cami’lere kadar teşmil +edilmeye başladı. Ashab-ı kiramdan bir zatın makberi olmak +üzere tanılmış olan bir türbeyi yağma ve lihye-i sa’adeti +parçaladıktan sonra kiliseye tahvil ettiler. +Ezan-ı Muhammedi okunması men’ ve cami’ler seddedilerek +anahtarları metropolide teslim olundu. Hüsn-i hali +vera’ u takvası ile ma’ruf ihtiyar bir zatın sakalları yolundu. +Elbiseleri parçalandı. Sopalar süngüler altında hapse +gönderildi. Şehirde hakaret görmedik hapse tıkılmadık +kimse kalmamıştı. Vatandaşlar! dünkü gün meclis-i idarede +yan yana oturdukları İslam eşrafını bila-sebeb ve sırf +tahkīr ve terzil etmek gayret-i behimesiyle ellerini kollarını +bağlayarak tüfenk dipçikleri altında sürükleye sürükleye +kendilerinin kapısının bile nerede olduğunu bilmedikleri hapishanelere +tıkmak canilere mahsus zindanlara atmak gibi +ta’zibatla zevk-yab oluyorlardı!... Balkan müttefiklerinin harekatını +tahsin ve teşvik eden bu ittihad ve hücumu muhıkk +ve meşru’ gören Avrupa efkar-ı medeniyyesi için ne rengin +manzaralar!... Yirminci asrın nasıye-i temeddününe takılacak +ne parlak pırlantalar!... +Girit’de Makedonya’da şimdiye kadar İslam kanı içmekle +vakit geçirmiş olan bir sürü vahşilerin kuvve-i işgaliyye +tarafından teslih edilen yerli şakīlerle birlikte İslam köylerini +basarak yiyeceklerini içeceklerini elbiselerini hatta arkalarındakilerini +bile soymak şartıyla yağma ettikten sonra +ma’sum ve tali’-zede köylüleri yedi yaşından yetmiş yaşına +kadar toplayarak ellerini kollarını bağlayıp tüfenk dipçikleri +kasatura darbeleri altında yalın ayak baş açık köy +köy dolaştırmaları yolda sırf bir eğlence olmak üzere içlerinden +güçlü kuvvetli gördüklerini kurşuna dizmeleri veya +boğazlamaları evlerde kalan kadın ve kızların ırzlarına tecavüz +etmeleri bakir ve ma’sum kızları çırıl çıplak sokaklarda +dolaştırmaları içlerinden hoşlarına gidenlerin namuslarını +paymal etmeleri acaba Avrupa’nın intizar ettiği asar-ı medeniyyeden +midir? +Nefs-i Midilli kasabasında mezalimden kurtulmuş bir +ferd tahribattan azade kalmış bir ma’bed yağmaya uğramamış +bir hane kalmamıştır. Bunlardan bir kaçını zikr edersek +diğerlerine dair bir fikir edinmek kabil olur. Midilli’de +ler tarafından yağma ettirilmiş kıymetdar kütüb-i ilmiyyeyi +muhtevi olan kütübhane tahrib edilmiş lihye-i sa’adet parçalanarak +sokağa atılmıştır. Turunclu Cami’-i şerifine de ayrı +suretle hücum ve yağma etmişlerdir. Kale Camii’ne hücum +eden Yunaniler ma’bedde bulabildikleri eşyayı yağma ettikten +sonra mesahif-i şerifeyi parçalamış ve yapraklarıyla +tüfenklerini silmişlerdir. Midilli’nin en kadim eşrafından olan +Halim Bey’in biraderinin hanesi bile gündüz konsolosların +gözleri önünde yağma edilmiş ev sahibi yerinden kımıldanmayacak +bir hale gelinceye kadar darb edilmiştir. Mütemeyyiz +bir aileye vukū’ bulan tecavüzden bikesler hakkında +reva görülen mezalimin derece-i şiddetini mukayese etmek +mümkündür. Bire nahiyesi eşrafından yetmiş yaşında Hasan +Bey kendi adamıyla birlikte Giritli bir papas tarafından +hükumete götürülmek üzere kaldırılmış esna-yı rahda +her ikisi de İncil -i şerifin “Bir karıncayı bile incitmeyiniz!” +emrinin hamili ve Hazret-i İsa’nın vekili olan bir ruhani tarafından +pek feci’ bir surette boğazlanmışlardır. +Polihnit nahiyesi eşrafından Hacı Paşazade Abdurrahman +Bey İsmail namında diğer bir gençle birlikte boğazlanan +bir müslümanın dem-i vapesin-i mevtini seyr etmek için +bila-sebeb katl edilmişlerdir. İsmail’in genç ve bedbaht haremi +kucağında yavrucağı olduğu halde canavar kalbli bu +hunharların ayaklarına kapanarak zevcinin tahlisini niyaz +etmişse de merhametsiz caniler biçare kadını da boğazlamak +vahşetini göstermişlerdir. +Mistiğna’da yağma için Abdullah Bey’in çiftliğine koşan +Rumlar çiftlik kahyası İbrahim Ağa’yı pek feci’ bir surette +parçalamışlardır. Ağra’da tahsil-i ilm ile meşgūl Hafız Yusuf +Efendi ile zevcesi tüyleri ürpertecek ruhları titretecek bir +suret-i feci’ada hançerle parça parça edilmişlerdir. +Balçık karyesinde tarlasından avdet etmekte olan iki çiftçi +o esnada o civardan geçen Yunan asakiri tarafından silah ve +nişan tecrübesi yapmak için katl edilmişlerdir. Gelmiye’de +erkekleri bağlayarak hapse tıktıktan sonra kadınlara hücum +ederek ırzlarına tecavüz eylemişlerdir. Ağza’da İsmail Teke +namında bir zat zevcesiyle birlikte boğazlanmışlardır. Mustafa +hayat eylemiştir. Cezirenin en kalabalık İslam karyesi olan +Çömlekköyü bir hane kalmamak üzere yağma ve tahrib +edilmiş ulemadan ma’ruf ve ihtiyar iki zat huzurunda karyenin +gençleri boğazlandıktan sonra kendilerinden fidye-i +necat olarak iki bin lira istemişlerdir. Zavallılar bütün mal ve +servetleri yağma edilmiş olduğundan taleb edilen bu parayı +vermedikleri cihetle elleri kolları bağlanılarak sopalar altında +dağa kaldırılmışlardır. Gayet kalabalık olan bu karyede elan +ölüm yatağında inleyen üç dört kişiden başka hiçbir ferd +kalmamıştır. +Teplonya Misetopo köylerinde de aynı fecayi’ bütün +dehşetiyle hükümran olmuştur. Vahşiler Lizbor karyesinde +bir kadının boynundaki zinet altınlarını kesip almak isteyerek +hançerle hem altınları hem de biçarenin memelerini +barbarca bir vahşetle kesmişlerdir. +* * * +Bütün bu faci’alar ortada iken Avrupa matbuatı Türkiye’ye +medeniyet sokmaya me’mur olan Balkanlıların harekatına +dair sütunlar dolusu dastan-ı zafer yazmakla vakit +geçiriyorlar!... +Zavallı medeniyet! Bu gün senin namına pür-iftihar ve +gurur İslamlar hakkında irtikab edilen hiyanetler cinayetler +zulümler kahırlar ile’l-ebed sahaif-i tarihde na-kabil-i izale +mülevves bir leke olarak kalacaktır… +Acaba yirminci asr-ı medeniyyet kurun-ı vustanın Ehl-i +Salib devirlerine Piyer Lermitlerin nam-ı ta’assub-aludlarına +engizisyonların hatıra-i dehşet-nümununa bir iklil-i zafer +mi takdim etmek istiyor? +Men’-i mezalim cem’iyyetleri nerede? Şeref-i insaniyyet +ayaklar altında eziliyor; irfan evleri basılıyor mektepler +ma’bedler yağma ediliyor insanlar boğazlanıyor namuslar +hetk olunuyor vaveyla-yı ma’sumin küngüre-i asmanı +titretiyor. Güya çiğnenilen zulüm öldürülen yılan kainatı +lerzedar eden sayhalar ise bir nefha-i istiğrak-bahş imiş gibi +bütün cihan-ı medeniyyet bu feci’aların sakin ve sakit bir +temaşa-geri gibi duruyorlar. La-kaydane bu mezalimi seyr +ediyorlar. +Bedbaht asr-ı medeniyyet! Nesl-i müstakbelin huzur-ı +adline dökülen ma’sum kanları hetk edilen bakir ismetleri +deniyet!... +HİND YOLUNDA +HINDISTAN’DA HISSIYAT-I İSLAMIYYE +Dün Necef’den Kerbela’ya döndüm. İran şehzadelerinden +olup eben an ceddin burada ihtiyar-ı tavattun eden +Mecdülulema hazretleri nezdinde birkaç gün için misafir oldum +bu aile burada mutavattın olduktan sonra tabi’iyet-i +Osmaniyyeyi kabul ederek bir çok emlak ve akar satın alarak +yerlileşmişlerdir. Müşarun-ileyhin Hindistan’da iki kardeşi +vardır ki sekiz sene evvel tahsil için oraya gitmişlerdir. +Bunların biri bu sıralarda birkaç hafta vakit geçirmek ve +akrabasını görmek için buraya gelmiş ve ism-i alisi Ahmed +Han’dır. Esna-yı musahabette Hindistan ahali-i İslamiyyesi’nin +Osmanlılar hakkındaki hissiyatını sordum. Bana vafi +ve kafi tafsilat verdiler. Mesmu’atımı ber-vech-i ati kayd ediyorum: +– Pederimin kız kardeşini +–teyzemi– vaktiyle büyük Aka +Han teehhül etmiş ve şimdiki Aka Han Sultan Muhammed +Şah hazretleri ondan dünyaya gelmiştir. +Aka Han’ın Hindistan’da Zengibar’da Suriye’de –hususiyle +Cebel-i Amil’de– Mısır’da bir çok müridleri vardır ki +müşarun-ileyhe her tarafdan hedaya ve nüzur ve ona mü +masil şeyler hemen her gün takdim olunmaktadır. +Aka Han ailesi nesebleri sahih olan sadattan olup Mısır’da +senelerce icra-yı hilafet eden Hulefa-yı Fatımiyye +sülalesinden ma’dud bulunuyorlar. +Bu aile yüz sene evvel İran’ın Kirman Vilayeti’ne tabi’ +Mahallat Şehri’nde ikamet ederlerken ahiren büyük pederlerinin +nüfuzundan havf ve haşyet eden Feth Ali Şah Kaçar +şahlarındandır mezkur ailenin reisi bulunan Şah Halilullah’ı +öldürmüş ve bu irtikabını örtmek için kendi kızını +Kirman Valiliği’yle beraber vermişti. +Hasan Şah Kirman Valiliği’nde iken hem pederinin intikamını +almak hem de saltanatı Kaçar’dan kendi namına +–Safeviler gibi– nakl ettirmek için i’lan-ı isyan etmiş ve üzerine +hükumet-i İraniyye tarafından asker sevk olunmuştu. +Müşarun-ileyh İran hududuna pek yakın bulunan Belücistan’a +gelmiş ve ol zaman İngiltere ile hal-i harbde bulunup +mağlub olan yerlileri İngilizlerle görüştürmesiyle kendisini +Ahiren Büyük Aka Bombay’a gelmiş ve müridlerinin her +türlü sahabet ve yardımına mazhar olmuştur. +Zat-ı aliniz Bombay’a gittikten sonra bu aile hakkında +tahkīkat-ı amika icra edip ve ceridenize icab eden +ma’lumat-ı mükemmeleyi vereceksiniz. Benim maksadım +ve İslamiyyesi’nden size bahs etmektir ki sizin de işinize gelen +bu olsa gerektir. +te malik olan Aka Han hazretleri Hindistan’daki bilumum +cema’at-i İslamiyye’nin riyasetini der’uhde ve kabul etmiştir. +Müşarun-ileyhin her cem’iyet üzerine nüfuzu vardır. Müşarun-ileyhin +teşebbüs icra edilemez. Bu zatın himmeti sayesinde Hindistan’ın +müteaddid şehir ve kasabalarında mekatib-i aliye-i +tekyeler ve ona benzer bir çok asar-ı hayriyye inşa ve te’sis +olunmuştur. +Kendisinin Osmanlılara son derece irtibat ve muhabbeti +vardır. Bu irtibatını bi’lfi’l vesail-i şetta üzerine ibraz eylemiştir. +Mesela Yunan Muharebesi’nde Hicaz Demir Yolu +mebaliğ-i külliyye iane verdiği gibi ayrıca Hindistan’dan müteaddid +Hilal-i Ahmer cem’iyyetleri teşkil etmiş ve mezkur +cem’iyyat tarafından meydan-ı harbe doktor ecza ve sair +malzemeyi mecruhin-i Osmaniyye için göndermeye vesile +olmuştur. +Şimdi ise Osmanlı-Balkan muharebesi için Osmanlılara +mebaliğ-i azime iane vermiş ve Hindistan’ın bir çok şehirlerinde +defterlerinin küşadını emr etmiştir. İşte Aka’nın irtibatı +bundan ibaret olup Londra’ya seyahat buyurdukları esnada +veliyy-i ahd-i saltanat Yusuf İzzeddin Efendi hazretleriyle +de görüşmüştür. +Muharebe başladığı zaman ben Hindistan’da ve Bombay +şehrinde idim. Müslümanlar son derece mahzun ve +müteessir idiler. Çünkü henüz Trablus-İtalya Muharebesi +sulha mübeddel olmuş ve şerait-i sulhiyyenin neden ibaret +olabileceğini anlamak için herkesde bir merak uyanmıştı. +Şerait-i sulhiyye daha imza edilirken birden bire harb-i hazır +alaimi görünmeye başlaması üzerine Hind müslümanları +son derece kızmaya başladılar. Çünkü bu muharebeyi Avrupa’nın +gevşekliğiyle İslamiyet’e olan buğz ve nefretlerinden +naşi olduğunu tahmin ediyorlardı. Yoksa bu kadar seri’ bir +surette Balkan hükumat-ı sağīresinin Devlet-i Aliyye’ye karşı +Osmanlıların Avrupa’da ve karada düşmanla karşı karşıya +gelmelerini herkes arzu ediyordu. Çünkü bi’n-netice galib +ve muzaffer olacaklarına dair bütün Hindilerde bir itmi’nan +ve kuvvet-i kalb mevcud idi. İ’lan-ı harb akībinde Hind +müslümanlarında yine emsali na-mesbuk bir heyecan hasıl +olarak eskisi gibi i’anat dercine nutuklar iradına mitingler +akdine başladılar. +Bombay’da Puna’da Haydarabad’da Kalküta’da Hindistan’ın +hemen her tarafında bu heyecan görülmeye başladı. +Müslümanların bu hissiyatına putperestler Hindular +Mecusiler bile iştirak ettiler. Akd olunan mitinglerle verilen +konferanslar pek nüfuzlu ve muhterem zevatın riyasetleri +altında idi. Bu gibi mecami’a ictima’lara yüz binlerce halk +koşup geliyorlardı. Bana kalırsa bu ana kadar herhalde Hindistan’da +harb ianesine mahsus olmak üzere bir milyon lira +toplanmıştır. Zira herkes kendi kesesinin ağzını açıp isteğiyle +para veriyordu. Bunu sırf İslamiyeti sıyanet ve muhafaza +olduğunu bilirlerdi. +Hatta Bombay Hali’nde verilen büyük bir konferansda +hatiblerden biri: “Avrupa devletleri i’lan-ı Meşrutiyyet sayesinde +Osmanlıların az müddet zarfında ileri gittiklerini ve yavaş +yavaş ittihada bütün müslümanları da’vet eylemekte olduklarını +açıktan açığa görünce bunu çekemeyerek hemen +her gün devlet ve millet-i Osmaniyye başına enva’-ı bela +yağdırmayı vazife edindiler. Devr-i sabıkta Devlet-i Osmaniyye’nin +varidatı on yedi milyon lirayı tecavüz etmezken +akīb-i Meşrutiyyet’de otuz milyona baliğ oldu. Böylelikle +Osmanlı toprağı gün be-gün ma’mur ve Osmanlı milleti de +o sayede servet ve miknet sahibi olup devletlerine maddi +ve ma’nevi her türlü yardım ve mu’avenetten geri kalmayacaklardı. +Millet her şeyden evvel devlete bir mükemmel +donanmanın lüzumunu hisseder etmez donanma için iane +vermeye başladılar. Bu vesile ile Osmanlılar az zaman içerisinde +birkaç parça harb gemisi satın alabildiler. Osmanlı +kuva-yı askeriyyesi yoluna konuldu. Avrupa’ya Amerika’ya +talebeler i’zam olundu. Her tarafda bir yenilik bir dirilik bir +neşe bir hareket-i ilmiyye ve edebiyye görüldü. Böylelikle +Osmanlılar birkaç sene gavail-i dahiliyye ve muharebat-ı +hariciyyeden emin ve salim bir surette şehrah-ı terakkī ve +te’aliye devam etmiş olsalardı şüphe yoktur ki on sene sonra +Japonya gibi kendilerini toplayacak ve eski zamanlar gibi +Avrupa’ya meydan okuyacaklardı. Avrupa yahud daha +doğrusu düvel-i Mesihiyye İslamların Osmanlıların bu yolda +pek ileri gitmelerini çekemeyerek yollarına terakkīlerine +karşı büyük bir mani’ teşkil etmeyi nefsü’l-emre planlarına +daha muvafık buldular; muharebe-i hazıra ile İtalya Harbi +bu fikirlerin mahsulünden başka bir şey değildir.” demişti. +çokca İslam tebe’aya malik büyük bir devlet olmak mülabesesiyle +zir-i idaresindeki İslamların hissiyat-ı diniyyelerini +cerh etmemek ve mehma-emken fikirlerini kendisinden çevirmemek +hoş geçinmeye bir dereceye kadar mecburdur. Evet İngiltere +Devleti buna mecburdur. Diyebilirim ki başka çaresi de +yoktur. Bu sözümü şununla isbat ederim ki el-yevm Hindistan +putperestleri beyninde İngiltere’nin tarz-ı idaresiyle İngilizlerin +azamet ve gurur-ı ahlakıyyelerine karşı azim bir hiss-i +nefret ve işmi’zaz uyanmış ve bu kadarla iktifa edilmeyerek +gitgide bu hissiyat husumetkarane bir hale ve keyfiyete her +nasılsa münkalib ve mübeddel olmuştur. +Hindular bilhassa Bengalalılar açıktan açığa İngilizlerden +hazzetmediklerini i’lan ve su-i idarelerini tenkīde başladılar. +Binaenaleyh her şeyden evvel kendi çocuklarına +açtılar bu gibi hususi ve milli müesseselerde vatanperver +muallimler tarafından perverişyab olan çocuklarda tabi’i ve +gayet ahlakī bir hiss-i vatanperverane –istiklal– hasıl olmuş +ve tevali-i leyal ve eyyam ile bu muhabbet ve hassiyet gittikçe +büyüyürek kesb-i kuvvet eylemiştir. +Pek sağlam bir terbiye ve tahsile malik olan Hindular +azar azar menabi’-i serveti elde etmeye ve az bir müddet +Hindular terakkī ettikçe İngilizlere rekabet etmekte kusur +eylemediler. Şu’abat ve füru’-ı umurun hemen her noktasında +Hukūk-ı mağsubelerini açık mektuplarla matbuat vasıtasıyla +her fırsat düştükçe mutalebe ettiler. Yerli bulundukları cihetle +Londra’dan gelen beyaz İngilizler gibi büyük me’muriyet +ve makamat-ı aliyeye me’mur ta’yin ve nasb olunmadıklarından +dolayı şikayet ettiler. Hasılı İngilizlerin mezaliminden +vergilerinin çokça tahsil edilmesinden her şeyden her an +ve zamanda şikayet ve protesto ettiler. +Bunların metalib ve şikayat-ı muhıkkalarına kulak asmayan +vaş yavaş hükumet-i mahalliyye aleyhinde yazılar yazmaya +matbuatları sahifelerinde yazı yağdırmaya ve bundan da bir +faide terettüb etmediğini görünce gizli komite ve cem’iyetler +teşkiline ve daha sonra münevverü’l-fikr tahsil ve terbiye +görmüş muktedir ve fa’al ve kudret-i kalemiyyeye malik +olan gençlerini Fransa’ya İsviçre’ye Avrupa’nın en hür ve +serbest memalikine gönderip oralarda İngiltere Hükumet-i +hazırasının Hindlilerle Hindistan hakkında tatbik ve ta’kīb +eylemekte oldukları vahşet ve mezalime dair neşriyyatta bulundurdular. +Bu cereyan büyüdükçe büyüdü. En sonra dehşet-nümun +bir hale geldi. Hindistan’daki Hindu gençleri dinamit ve +bomba vasıtasıyla İngilizleri itlafa koyuldular. Hükumet bu +bombacıların hakkından gelemedi. Çünkü her nerede birisini +yakaladıysa ertesi günü on tanesi daha çıktı. Bengaleliler +Hindular güpe gündüz İngiliz postasını posta hanesini +soydular. Kalb akçe i’maline teşebbüs ettiler. İngilizlerin Hindistan +Hasılı İngilizlerin başına çıkarmadık bela eza bırakmadılar. +Hele Londra Meclis-i A’yan a’zasından Sir Körzen Vili +namında bir İngiliz asilzadesini öldüren bir Hindu ifadesi +müstantık tarafından zabt edilirken “Evet bu adamın kusuru +olarak itlaf ettim. Bana garazı marazı olmamakla beraber +memleketimizi bi-gayri hakkın zabt ve istila eden İngiliz unsurundan +bulunduğu cihetle kendisini öldürdüm. Zaten bir +sadıma nail oldum. Şimdi her ne isterseniz yapınız. Çünkü +müsterihü’l-hatır ve fariğü’l-bal olarak bu cihan-ı faniyi terk +ediyorum.” demişti.” +pamadılar şerik-i cürmü anlayamadılar. Bu suretle Hindistan’da +da her gün birer ikişer İngiliz öldürmeye başladılar. +Hasılı Hindistan’ın evvelce makarr-ı hükumetini teşkil eden +Kalküta şehirini İngilizlere zindan eylediler. İngilizlerin Bengale +ve Kalküta eyaletindeki kuvvet ve nüfuzları fevkalade +bir za’fa duçar oldu. Artık orada icra-yı hükumet edemeyecek +bir hale düştüler. İşte İngiltere kralı Hindistan’a Hind +dulara bir darbe vurup hükumeti düştüğü girdab-ı za’fdan +tahlis etmek hem de zımnen müslümanlara bir mücamelede +bulunmuş olmak için Hindistan’ın en kadim memalikinden +olup yüzlerce sene Hindistan’ın tarihi payıtahtı olan +Dehli şehrini Hindistan için merkez-i hükumet ittihaz ettiğini +Binaenaleyh İngilizler kendi menfa’at-i idariyyelerini +hal-ı hazırada Hindistan’daki İslam Hindlilerle hoş geçinmekte +gördükleri cihetle müslümanlara fazla imtiyaz vermekte +ve hürmet etmektedirler. İslamları putperestlerle ittifak +ve ittihad etmemeye teşvik ve tergīb ediyorlar. Hatta +perestler İngilizleri Hind’den koğup i’lan-ı istiklal etmeye +muvaffak oldukları anda Hindular bütün Hind müslümanlarını +keseceklermiş! Her ne hal ise şimdilik müslümanların +hal ve mevki’leri İngilizler indinde metin ve mahfuzdur. +Bundan başka Devlet-i Aliyye’nin siyasetini Hindistan’da +layıkıyla yürütebilecek muktedir lisan-aşina şehbenderlerin +Hindistan’ın müteaddid şehirlerinde bulunması lazım iken +maatteessüf Bombay’dan başka bir yerde bugün Devlet-i +Aliyye’nin muvazzaf bir şehbenderi yoktur. +Bu şehbenderlere bol tahsisat vermek icab eder ki kendi +devletinin haysiyet ve şerefini hem İngilizlerin hem de +Hindlilerin nazarında vikaye ve muhafaza edebilsin. İngiltere +devletinin Bağdad konsoloshanesine tahsis ettiği ma’aş +ve tahsisatın üçte birini Devlet-i Aliyye Bombay’daki şehbenderine +vermiyor. İngiltere’nin Irak’da Irak’a tabi’ livalarda +bile birer konsolosu varken el-yevm Osmanlıların +Hindistan’ın en birinci şehirlerinde bile me’mur-ı siyasileri +yoktur. +Hasılı Devlet-i Aliyye’nin idare-i siyasiyyesinde büyük +büyük hata ve yanlışlar var ki bunlar ıslah edilmedikçe Devlet-i +Aliyye düvel-i siyasiyye sırasına dahil olamaz. Hindistan’a +gittikten sonra daha çok şeylere vakıf olacağınız tabi’idir. +Size tam ma’lumat verecek zevata tavsiye vereceğim.” +Dün Derne’den Bakbak tarikiyle ve Haleb vasıtasıyla idarehanemize +atideki telgraf çekilmiştir: +Bakbak Kanunievvel .– Vaktiyle Bingazi’de İtalyanları +huruc hareketine icbar etmek üzere şehrin civarında +bulunan Ayn-ı Zara Suyu seddedilmişti. Bundan mutazarrır +olan İtalyanlar nihayet şehr-i Efrenci’nin birinci günü huruc +ettilerse de kadar maktul ve mecruh ve pek çok tüfenk +kazma kürek bıraktıktan sonra münhezimen firar ettiler. +Bizden beş şehid yirmi üç mecruh vardır. Her mücahidinin +şevk ve gayreti tavsif edilemez derecededir. +Muhbiriniz el-Mehdevi Derne +Sebilürreşad – +Stuttgard Muhabir-i Mahsusumuzdan: +SELANİK’DE SALIB’İN MEZALİMİ +Selanik’de mukīm Almanlardan biri vatan-ı aslisi olan +Stuttgard şehrinde bir dostuna irsal eylediği bir mektubu +muma-ileyh burada münteşir Tagablatt Gazetesi’ ne vererek +Mektuba şu yolda başlıyor: +Selanik şehr-i aziminin Yunaniler tarafından mukavemet +g��rmeksizin teslim alındığını tabi’i gazetelerde okuyarak +ma’lumunuz olmuştur. Maamafih bu günkü yazacağım +havadis ile daha buna mümasil yevmiye vukū’ bulmakta +olan vahşet Avrupa gazetelerine henüz etraflıca nakl olunmadığından +ma’lumatın dahi olmadığı zann-ı kavisindeyim. +“Koni Karl Kimnasyum” Mektebi sıralarında oturduğum +diğer bir takım meşhur Yunaniler ile beraber Horaz ve Homerin +medeniyet-i Yunaniyyeyi nasıl aleme intişar ettiklerini +tahsil ettiğim esnada derunumda hasıl olan bir hiss-i hürmet +yerine bir gün gelip de değil yalnız bu adamların hafidlerine +hatta Rum namı ile be-nam her nesneden son derece nefret +edeceğimi hiçbir vakit hatırıma getirmemiş idim. İşte bu +nefretin bende nasıl peyda olduğunu şuracıkta sana muhtasarca +beyan edeyim: +Şu geçen son günlerde şehrimizde icra olunan kassablığı +der-hatır ettikçe bizzat gördüğüm şu vahşeti yazmak için +kalemim ve şu vahşeti görüp de vazife-i insaniyyet olan +mu’aveneti te’sir-i havf ile icra edememekten mütevellid +derunumda hasıl olan bir hiddet-i şedideyi teskin için olmalıdır +ki kalbim beni anlatmaya icbar ediyor. Bu vahşeti +askeri –ta’bir-i hakīkī ile– “vahşi hayvanlar” icra ediyorlar. +Yalnız Türkler ve Museviler değil hatta biz Avrupalılar +bile bu nizamsız ve intizamsız çete denmeye seza askerlerin +vahşetinden emin değiliz. Kırkkilise muzafferiyeti üzerine +herkesin kalbinde hasıl olan rağbet yerine şimdi ikrah ve +nefret yerleşti. Çünkü Bulgarların da terbiye ve intizamdan +çıktıkları her gün müşahede olunmaktadır. Hal-i hazıra kadar +medeni zannında bulunduğumuz bu Balkan hıristiyanlarının +bu derece vahşilerden daha vahşi olduklarını gördükçe +ediyor. Vakı’a zabitanın bu vahşetin önüne bir sed çekmeye +çalıştıklarını ima eder harekatı görülüyor ise de icra-yı vahşette +mahall-i vak’adan savuştuklarını da gördükçe zahiri olduğuna +kanaat hasıl ediliyor. Zabitlerin de birer birer kendi +tarafından katl ve itlaf olunduklarını görüp işittikçe bunların +bile ma’iyyetleri üzerinde asla bir nüfuzu kalmadığına insan +kani’ oluyor. Bu halde insaniyete na-layık şu halatın önünü +almak için bir teşebbüsde bulunmak da hayatı tehlikeye ilka +etmek demektir. Bu güruhların vahşetinden hiçbir şey emin +değildir. Zira tilki kadar hırsız oldukları gibi yalnız kan dökmeye +olan şiddet-i iştiyaklarından insanları öldürüyorlar. +Rum eğlencesini sana nakl edeyim: +Bir gün bila-mukavemet teslim olan müslüman esirlerinden +kısm-ı a’zamı sahilde müslümanlar tarafından denize +atılan mavzer tüfenklerini çıkarmaları için sahile nakl +olundular. Biçarelerin ekserisi yüzme bilmediklerinden imtina’ +ettiklerini gören bu barbarlar zavallıları süngü kasatura +ve dipçikle epeyce derin olan denize sürdüler. Kasden +şu na-kabil-i tahammül dehhaş ölüme terk olunan biçare +ana ve baba evladlarının suret-i müdhişede boğulduklarını +gören şu vahşi canavarlar bir alaim-i meserretle diğer esir +müslümanları bila-hiss-i merhamet kasaturalarıyla denize +sürüyorlardı. Kırkı mütecaviz biçarelerin şu suret-i feci’ada +hayatlarına hatime çekildiğini gören Selanik Fransız konsolosu +her ne kadar bu vahşet aleyhine protesto ettiyse de +bunun üzerine galeyana gelen şu vahşilerin barbarlıklarına +şimdi de kendisi hedef olduğunu görünce hiç olmaz ise kendi +hayatını kurtarmak için ale’l-acele konsoloshaneye firara +mecbur oldu. +Yine bir gün ihtiyar bir kadın nadirü’l-emsal tasvir gibi +güzel olan torunu kızcağız ile bir cami’den çıkarak hanelerine +gitmekte iken üzerlerine hücum eden birkaç Rum askerlerinin +fikr-i gasbına karşı yavrusunu muhafaza zımnında +son derece müdafaaya çalışan biçare kadıncağız bu hunhar +canavarların kasaturalarıyla kancıkcasına arkasından vurularak +kanlara boyanmış olduğu halde yere serildi. Büyük +validesinin müdhiş surette telefini gördüğü halde yardım ve +bila-his seyr etmekte olan ahaliden istimdad yollu acı acı +feryad ü figana başladı ise de bu yürekleri parçalayan tazarru’una +karşı cümlesi birer mermer sütun imiş gibi bila-hareket +durarak biçarenin o canavarlar tarafından sürüklenircesine +götürüldüğüne seyirci olup kaldılar. Lakin nereye +götürüldü? Ancak Cenab-ı Hak bilir. Muma-ileyha Selanik +büyük tüccarlarından birisinin kerimesi olup her ne kadar +ailesi tarafından taharriyatta bulunulduysa da biçareden +şimdiye kadar el-an ne bir haber alınmış ne de bir nişane +görülebilmiştir. +Geçen Pazar günü birkaç Bulgar zabiti çarşı başında bulunan +bir kahvehanede sokakta dolaşan köpeklere revolver +eğlencede iki müslüman çocuğu suret-i müdhişede yaralanır. +Bir de müsin adamcağız telef olur. Nasıl azizim güzel medeni +bir eğlence değil mi? Ale’l-husus haneler taharri olunduğu +esnada telef edilen ma’sum kadın erkek müdafaasız +biçarelerin adedi alaylar teşkil eder. Hatta şimdi bile şüpheyi +da’i harekette bulunan bir kimse mutlak be-mutlak hem de +an-karib bütün kuvvetiyle iman ettiği Hakk’ına ve Peygamber’ine +kavuşacağını zihnine koymalı. Çünkü Yunan ve Bulgar +kurşunları müslümanlar için i’mal olunmuş olduğundan +parmakları da suret-i daimede tetikte bulunuyor. +Azizim! Bir def’a tefekkür et. Yumruklarını cebinde saklamaya +mecbur kalan biz sahib-i hüsn ü terbiye olan kimseler +bu canavarlıklara karşı nasıl tahammül eder. Edilen +protestolar şimdiye kadar bi-semere kaldığı gibi bundan +böyle de adem-i nüfuzu meşkuk değil hemen hakīkīdir. +Çünkü ba’dema insan kendi hayatından emin değildir. Dün +ba’de’z-zuhr hanesinde ikamet eylediğim bir Çerkes familyasının +küçük kerimesi sokakta hanesi önünde piyade kaldırımı +üzerinde top oynamakta iken seri’ü’s-seyr gelmekte +olan bir Yunan süvarisi kasden hayvanını piyade kaldırımı +üzerine sürerek biçare kızcağızı hayvanın nalları altında ezer. +hale karşı biz ecnebiler burada bi-nüfuz ve iktidar bulunuyoruz. +Avrupa ise ne işitiyor ne de görmeye tenezzül e +diyor.” +[* * *] +Şu sahib-i vicdan bir Alman bu mektubu sabık kendi +mektep refikıne yazıyor. Bu halde bir garaz üzerine tertib +olunmuş masnu’ bir havadis olduğuna hiçbir vicdan hükmedemez. +Bu zat-ı muhterem de bizim gibi insaniyeti ve +medeniyeti kabul ettirmeye bizi icbara çalışan Avrupalıların +mu’avenetini çağırıyor. Va esefa ki o da bizim gibi ne işiden +ve ne de gören olmadığını i’tirafa mecbur kalıyor. Bulgarlar +henüz Çatalca istihkamatına gelmeden İstanbul’da bulunan +ecnebi dostlarımız zannettikleri ve hiçbir vakit görmedikleri +mezalim ve barbarlığımızdan havf ederek te’min-i hayatları +eylediler. Her hükumet birer ikişer zırhlılarını gönderdiler. +Payıtahtımıza asker çıkardılar. Lakin değil yalnız bir ecnebinin +hatta bu musibeti başımıza da’vet eden o bizim levantinlerden +birinin bile burnu kanamadığını gördüklerinde +mahcuben askeri tekrar gemilerine çekmeye mecbur kaldılar. +Selanik’de vukū’ bulan şu muğayir-i şi’ar-ı insaniyyet +ve medeniyyet halleri görüp işittikleri hatta kendi tebe’aları +bile istimdad ettikleri halde acaba hükumat-ı mezkure +çekmek üzere niçin Selanik’e çıkarmaları için kalblerinde +bir insaniyet duygusu hissetmediler? Eğer orada ecnebilerin +hayatı muhatarada olmadığını bir ma’zeret olarak beyan +edecek olsalar kendi teba’alarının yazmış olduğu şu mektup +onu suret-i kat’iyyede cerh ediyor. İstanbul’da da hayatları +tehlikede değil idi. İnsaniyet ve medeniyeti ecza-yı Hıristiyaniyyenin +birer uzvu olduğunu iddia eden alem-i Hıristiyaniyyet +ellerinde Salib önlerinde rahibleri bulundukları +halde bu def’a da Trakya’da Makendonya’da ve Arnavutluk’da +tamamıyla bunun aksini barbarlıkla itham olunan +Türkler hususiyle İslamlar her yerde olduğu gibi hatta +Osmanlı-Yunan Muharebesi ile bu def’a da tamam ma’nasıyla +barbarlığın aksini isbat ettiler. Bunun üzerine insaniyet +ve medeniyetin hangi tarafda tecemmu’ ve temerküz etmiş +olduğunu bi-taraf fikirlerin hükmüne terk ederim. +Bu iki maddenin yalnız Hıristiyanlığa mahsus bir halet +olduğunu iddia etmek esasen bir cehalettir. Çünkü Ehl-i Kitabın +cümlesi bu meziyet ile memzucdur. Zaten Kitabullah +peygamberlere nazil olmuş olduğundan bunun inhisarını +Eğer akvam-ı Hıristiyaniyye hal-i hazırdaki ellerinde bulunan +kitaplarına bile hakkıyla mütaba’at edecek olsalar asıl +o zaman sulh ve müsalemetin değil yalnız Avrupa’da hatta +dünyada bile kat’iyyen takarrür edeceğinde kimse +şüphe etmesin. Geçen Trablus Muharebesi’nin sebeb-i +zuhuru bir millet-i Hıristiyaniyye olduğu gibi muharebe-i hazıranın +müsebbibi de yine bir millet-i necibe-i Hıristiyaniyyedir. +Lakin şuna iki kere iki dört olduğu gibi i’tikad etmelidir +ki: Akvam-ı Hıristiyaniyye’nin akvam-ı saire üzerinde +din ve mezheb ile memzuc insaniyet ve medeniyet maskesi +altında tatbik ettikleri mezalim ve muğayir-i insaniyyet ve +hakkaniyyet haller hiçbir vakitte mücazatsız kalmaz ve kalmayacaktır. +Cenab-ı Hak müntekımdır. +Bulgar gazeteleri +bi-perva yazıyor: Dinevenik Gazetesi Bulgar askerlerinin +Cuma-i Bala’da mukīm ahali-i İslamiyye’den dört yüz +yetmiş kişiye cebren din-i İslam’ı terk ettirdiklerini yazıyor. +Bazı gazetelerin rivayetine nazaran tazyikat-ı vakı’aya karşı +mukavemet edemeyerek kerhen tanassur eden kadın ve +erkeklerin isimleri değiştirilip Hıristiyan isimleriyle tesmiye +edilmişlerdir. Kadınların yüzlerindeki peçeler kaldırılmıştır. +Cami’ imamı Ferdinand ismiyle tesmiye edilmiş ve tesmiye +merasiminde Bulgar Kaymakamı Lancilof hazır bulunmuştur. +Çarşamba günü yedinci sulh +konferansı Venezilos’un taht-ı riyasetinde in’ikad etti. Osmanlı +murahhasları Babıali’den aldıkları ta’limatı Balkan +murahhaslarına tebliğ eylediler: Hükumet-i Osmaniyye’nin +Edirne Kalesi bizde kalmak üzere Edirne Vilayeti’nin garbındaki +arazinin müttefiklere terkini kabul ve Arnavudluğu +düvel-i muazzamanın re’y ve kararına terk ederek adalardan +hiç birinin Yunanistan’a verilemeyeceğini ve yalnız Girit +Adası hakkında Babıali ile düvel-i muazzama arasında bir +suret-i hal elde edileceğini bildirdiler. Bu tebligatı müteakib +kalık bir müzakereden sonra müzakere salonuna girerek +Babıali’nin Edirne Vilayeti’nin garbındaki araziyi terk eyleyeceği +hakkındaki şeraitini bir sened ittihaz ettiklerini ve +bu vilayette icra edilecek tahdid-i hudud mes’elesinin yalnız +Bulgaristan ile Türkiye arasında değil fakat Türkiye ile +müttefikīn arasında müzakeresini arzu eylediklerini beyan +eylediler bu husus Osmanlı murahhasları tarafından kabul +olundu. Bunun üzerine Balkan murahhasları Edirne hududuna +ait olan haritanın kendilerine verilmesini istediler. +Babıali’den yeniden ta’limat alınmak üzere konferans Cuma’ya +ta’lik olundu. +Sekizinci konferans Cuma günü Karadağ başmurahhasının +riyaseti altında in’ikad etti. Karaağaç Limanı hizasına +kadar Edirne Vilayeti’ni kale ile beraber dahil-i memalik-i +Osmaniyye’de bulunduran bir harita Osmanlı murahhasları +tarafından müttefikīn murahhaslarına takdim olundu! Müteakiben +Balkan murahhasları ictima’ salonunu terk ederek +hususi surette akd-i ictima’ ederek netice-i müzakeratta Osmanlı +murahhaslarına bir ültimatom takdimine karar vermişlerdir. +Bir buçuk saat sonra in’ikad eden celsede Balkan +murahhasları Osmanlı murahhaslarına ber-vech-i ati kat’i +ve şedidü’l-meal bir ültimatom tebliğ eylediler: +“Balkan murahhasları Osmanlı murahhaslarının Pazartesi +günü zevali saat dörde kadar nikat-ı atiyye hakkında +kat’i bir cevab vermelerini taleb ederler: +. Edirne Vilayeti’nin Edirne Kalesi müttefikīne kalmak +şartıyla tashih-i hududu. +. Cezair-i Bahr-i Sefid’in müttefikīne terki. +. Girit üzerindeki hukūk-ı hakimiyyet-i Osmaniyye’den +feragat.” +Osmanlı murahhasları tekrir-i muhasamatı ihtar eden +bu kat’iyyü’l-müfad ültimatoma karşı: “Pazartesine gitmeye +ne hacet! Biz [bu] hususdaki cevablarımızı yarın da verebiliriz” +suretinde mukabele etmişlerdir. +Tarafeyn arasında karargir olduğu vech ile sulh konferansı +Cumartesine ta’lik olunmuştur. +Cumartesi günü Londra’da Sırb hey’et-i murahhasası +Mösyö Novakoviç’in taht-ı riyasetinde in’ikad eden onuncu +sulh konferansında murahhaslarımız henüz Babıali’den +ta’limat alamadıklarını beyan ederek ictima’ın Pazartesi gününe +te’hirini taleb eylemişler ve Balkan murahhasları bu +talebi is’af etmişlerdir. +Royter Telgraf Ajansı’nın ihbarına göre Pazartesi günü +Paşa tarafından şu yeni teklifler tebliğ edilmiştir: +“ . Hükumet-i Osmaniyye nefs-i Edirne dahil olmamak +üzere şehr-i mezkur şimalinden de daha bir kısım arazi terkine +muvafakat edecektir. +. Hükumet-i müşarun-ileyha kendisinden başka hiçbir +ada daha istenilmemek şartıyla Girit Ceziresi üzerindeki +hukūkundan da feragat eyleyecektir.” +yet-i murahhasası salondan dışarı çıkmıştır. Balkan delegeleri +orada kalmışlar ve on dakīka kadar müzakeratta bulunduktan +sonra ber-vech-i ati cevablarını tanzim eylemişlerdir: +“Osmanlı murahhaslarının teklifleri müttefikler tarafından +geçen celsede dermiyan olunan metalibe tevafuk etmediği +gibi yeni teklif olunan bu esas üzerine icra-yı müzakerat +da müncerr-i i’tilaf olacak bir mahiyette bulunmadığından +Balkan hükumat-ı müttefikası murahhasları konferansı ta’til +mecburiyetinde kaldıklarını beyan ederler.” +Osmanlı delegeleri salona avdet edince bu ictima’a +riyaset etmekte olan Novakoviç müttefiklerin sureti balada +münderic cevablarını kıraet ederek fi’l-hakīka celseyi ta’til +eylemiştir. +Reşid Paşa gayr-ı kat’i olan bu müzakerat esnasında +Edirne’ye erzak sevk ve idhalinden bahs etmek istediğini +fakat celsenin ta’tili buna mani’ olduğunu söylemiştir. Bunun +üzerine müşarun-ileyhe verilen cevabda bu mes’elenin +geçen celselerin birinde mevki’-i tezekküre konmuş ve +mes’ele-i mezkure daha mütareke esnasında halledilmiş +bulunduğundan konferansın bununla iştigal edemeyeceği +tebliğ edilmiş olduğu bildirilmiştir. +SEBILÜRREŞAD +Yazıklar olsun bizim gibi insan diye yeryüzünde gezen +canlı mezar taşlarına! Yüz binlerce kardeşlerimiz aylardan +beri çenber-i küfrün tazyik-i kesifi altında inledikleri halde +başına koşarız; akşam olur çorbamızı içer balin-i istirahate +uzanırız. Ya o biçareler… Kanlı gözyaşlarıyla bir avuç unlarını +karıştırır bin tefekkürle bir lokmasını ağzına götürürler. +Sabah olur bahtı siyah muhitleri gün görmez; akşam olur +semalarında hiçbir hilal tulu’ etmez. Bütün nasibler kesif bir +zulmet uzun bir intizardan ibaret. Biçareler diğerleri gibi siz +de kaçmadınız İslamiyet’in namusunu muhafaza için hayatlarınızı +feda ederek kalelere kapandınız. Zannettiniz ki +arkanızda bulunan milyonlarca halk ya sizinle beraber olacak +ya sizi Salib’in zalim pençesine teslim etmeyecek! Fakat +heyhat!.. O milyonlarca tevehhüm ettiğiniz halk çörçöpden +başka bir şey değil imiş! Evet bu milyonlarca çörçöp yığını +nice kardeşlerinin engizisyon zulümleri içinde boğazlandıklarını +ne kadar hemşirelerinin namus ve ismetleriyle +beraber çamurlar içinde mahv edildiklerini gördüler ve +hala görüyorlar da yine hayatlarına zarar gelmemek için +elleri bağlı meskenetlerini mezelletlerini terk edemediler +ve edemiyorlar. Ya Rabbi cebin hayat düşkünü milletlerin +nasıye-i hüsranlarına vurduğun zillet ve meskenet damgası +ne yaman imiş! Gördüğümüz mu’amelelere vahşi kavimler +bile tahammül etmez. Yazıklar olsun Osmanlıyım! Ba-husus +müslümanım! diyen her ferde! Yazıklar olsun taşıdığımız +silahlara! Yazıklar olsun kefenlerini başlarına dolayan ölülere! +fe-i Muhammediyye’yi bütün Anadolu’yu da istemiyor. Ya +Yazıklar olsun!... Yazıklar olsun!... Yok imiş kurtaracak bahtı +kara maderini! +Meal-i Münifi +Ey mü’minler! Sakın dindaşlarınızı bırakıp da a’da-yı +dininizi dost mahrem-i esrar ittihaz etmeyiniz! Onlar sizi +fesada şikak u nifaka düşürmek sizi yaşatmamak için ellerinden +gelen her hiyanet ve ihaneti yapmakta bir an ihmal +etmezler. Onlar daima sizin helakinizi bütün mevcudiyet ve +samimiyetleriyle temenni ederler. Görmez misiniz: Size karşı +besledikleri buğz u adavetlerini gizleyemiyorlar da ağızlarından +taşıyor. Artık ruhlarını yakan o ateş-i kin ü husumetin +kanun-ı kalblerinde ne yaman bir lehib-i duzahi olduğunu +lisanlarından saçılan kıvılcımlarıyla takdir ediniz. Biz size şu +en vazıh delaili beyan etmek lutf-ı mahsusunda bulunuyoruz. +Eğer siz de söz dinleyecek öğüt alacak cevher-i akl ü +tevdi’-i esrar etmezsiniz. İşte siz –ey müslümanlar!– o safvet-i +kalb o ismet-i vicdan ashabısınız ki onları seversiniz. +Halbuki onlar hiç de sizi sevmezler. Çünkü siz kavanin-i +peyamberleri tasdik edersiniz. Onlar sizinle yüz yüze gelince +“Biz de sizin gibi bu vatanın öz evladından bu milletin sadık +efradındanız. Biz bunu tasdik ederiz.” derler; vakta ki ayrılır +giderler ardınızdan –fart-ı husumet ve adavetlerinden kudurmak +derecesinde bir cinnet-i tehevvürle– parmaklarını +yır yanıp kül olunuz!” de. Şüphesizdir ki Allah sineler içindeki +esrar-ı hissiyatı makasıd ve niyyatı bilir. +* * * +Meal-i celilini lisanımıza nakle çalıştığımız şu iki ayet-i +kerime hal-i felaket-meal-i ictimai ve maraz-ı millimizi be +yan +hususunda o kadar ulvi bir vuzuh-ı tam gösteriyor te +davi +emr-i ehemminde o derece müessir bir deva-yı şafi tav +siye +ediyor ki insan-ı akıl hemen şimdi şeref-bahş-ı nüzul olduğuna +kail olmak istiyor. +vaveylasıyla meydanda! Düne kadar vatandaş maskesiyle +yüzümüze gülen Osmanlı namıyla müftehir ve mübahi! +görünen Rumeli ve adalardaki yadigarlar meydan-ı harbde +ayağımız kayınca en merhametlisi en insafsız en hissiz en +kansız en vicdansız bir cellad kesildi; en za’ifi kim bilir kaç +bedbaht müslümanı yatırıp koyun gibi kesdi! Yavrucaklarını +kuzu gibi boğazladı! En namuslusu kim bilir kaç müslüman +kızının gelininin karısının iffet ve ismetini pamal-i +şehveti etti! Salib’in Tevhid aleyhine beslediği amalinin en +mukaddes addettiği işte bu! Kıyamete kadar bu! Sen bir +Ehl-i Salib’i muhib ve mahrem-i esrar ittihaz eder de sonra +hancer-i gadri altında ciğerparelerinle kıtır kıtır kesilir ke +ri +melerinin zevcenin saçlarından sürüklenerek gözünün +ö +nünde nikab-ı ismetinin parçalandığını görürsen hiç kimseye +kabahat bulma. Belanı kendi ayağınla aradın! Felaketini +öz ellerinle ihzar ettin! Zavallı saf-derun müslüman! Bu +son müdhiş felaketten olsun ibret al aklını başına devşir de +kendi dindaşlarından başka kimseyi dost mahrem-i esrar +düşman olanlardan sakın! Sakın! Yoksa senin de akıbetin +böyle feci’ olacağına şüphe etme! Yaşamasını bilmeyen elbette +ölür. +Allah bize insan sahib-i akl ü iz’an müslüman diye hi +tab ediyor öğüt veriyor. Allah’ın bu güzelim nasihatlerini +dinlemediğimiz emirlerine nehiylerine kulak asmadığımız +dudak bükerek omuz silkdiğimiz için bakın ne hale geldik!? +Viyana surları dibinden ta İstanbul’a kadar her zerre toprağı +ecdadımızın kanlarıyla yoğurulmuş olan yarı cihan mülkü +elimizden çıktı. Her parçasından bir Salib kişveri bir Teslis +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +hükumeti bir Hıristiyan saltanatı vücuda getirildi. Nihayet +başları kesilir kanları dereler gibi dökülürken biz karşıdan +taştan katı bir kalb demirden pek bir yürek ölüden soğuk +bir hissizlik bir hareketsizlikle seyr ettik durduk. Ölenler yine +bahtiyar. Eyvah… bu zavallıların esir edilen Islav nesline +hizmete mahkum olan bedbaht kızlarına biçare zevcelerine! +Kara yazılı gelinlerine! +Vicdanına müracaat et: Senin kızın karın gelinin böyle +cebren alınsa ırz ve namusun gözünün önünde pamal edilse +ne olursun? Ne yaparsın? Hiç ehemmiyet vermez karşıdan +bakar durur musun? Yoksa serapa ateş-pare-i hiddet ve +asabiyyet hamiyyet ve gayret kesilerek kurtarmaya mı çalışırsın? +Güzel amma sen yalnız başına bir şey yapamazsın; +o halde… Evet o halde feryad ve istimdad edersin değil +mi? İşte o biçareler de dünyayı sarsacak feryad ve istimdad +ettiler de kimse imdadlarına koşmadı. Bilmiş olmalısın ki +yarın senin de canhıraş feryadlarını kimse dinlemeyecek. +bir adamın canı yanmaması bütün vücudunda acısını duymaması +of…! dememesi kabil mi? Ya hiçbir eser-i hareket +ve teessür göstermez heykel-i camid gibi durursa buna ne +derler? Meyyit…! +hangi bir uzuv kesilecek olursa acısını derhal bütün a’za duyar +feryad eder. Etmezse o millet ölü demektir. Ölünün yeri +Cenab-ı Hak Kitab-ı mecidinde hakīkī mü’minlerin medh +u senası emrinde +“ = O +hakīkī mü’min kullarım ki bir kısmı din düşmanlarının tecavüzat-ı +bağiyanesine ma’ruz kalınca bütün ihvan-ı dinleri +yardımlarına ahz-i sarlarına koşarlar. Düşmanlarını kahr u +tenkil ederler.” Sure-i celile-i Şura buyuruyor. Yine +Kur’ +an -ı hakimden +“ = Birbirinize birr ü takva +üzerine yardım ediniz. İsm ü udvan üzerine mu’avenetten +sakınınız. Allah’dan korkunuz. Bilmiş olunuz ki Allah’ın ikabı +pek şiddetlidir.” Sure-i celile-i Maide +Buhari-i Şerif Kitabü’l-Edeb’den += +“Mü’minleri birbirine meveddet ve atıfette bir vücud gibi +görürsün a’za-yı bedenden birine elem isabet edip de sızlamaya +yanmaya başlayınca sair a’za-yı vücud nasıl aynıyla +müteellim olur baş ağrır göz ağlar uykuyu kendine haram +ederse işte mü’minler de öyledir.” Bu babda daha ne kadar +ayat-ı celile ne kadar ehadis-i şerife istersiniz! Biz yaşamak +fakat insan gibi yaşamak istiyorsak Hazret-i Kur’an -ı hakime +dört el ile sarılalım; okuyalım; anlayalım. Ahkam-ı evamir +ve nevahisini hırz-ı can edelim. İslamiyet izzettir zillet değil. +Şevkettir meskenet değil. Hürriyettir esaret değil. Hakimiyettir +mahkumiyet değil. Ma’rifettir cehalet değil. Dünyada +zilleti ihtiyar edip de zelil yaşayan zelil ölür zelil haşr olur. +Zelillerin yeri cennet mi? Cennet mekan-ı ezilla mı? Haşa! +“ = Her +kim bu dünyada kör ise o ahirette de kör ve selamet yolunu +gayb etmişlerin en bedbahtıdır.” Sure-i celile-i İsra +Ayet-i celilede “a’ma”yı gördüğümüz gözsüzleri +sanmayalım. “A’ma”dan murad ezel ama-yı basiret yani +kalbsizlik ruhsuzluk vicdansızlıktır. Hiçbir şey bilmez hiçbir +şey düşünmez. Yalnız hayvani bir hayat behimi bir mevcudiyet. +Yaşasın da isterse sefahetin zillet ve meskenetin +derk-i esfelinde… halık tanımaz. Ferda-yı haşrdan mahkeme-i +kübradan anlamaz. Kör yaşar kör ölür. Binaenaleyh +kör haşr olunur. +Ferda-yı kıyamette kendisini ni’met-i rü’yetten mahrum +bulunca şaşacak; +“ = Ya +Rab! Beni niçin kör olarak haşr ettin? Halbuki ben dünyada +kör değildim; görür idim.” diye feryad edecek! İşte alacağı +cevab: +“ = Hayır +belki sen daha dünyada iken kör idin çünkü bizim ayat-ı +vazıhatımız sana gösterildiği vakit körlükten geliyor görmek +şimdiki körlüğün o şımarıklığının cezasıdır. Te’ami ve +tenasinin azabı olmak üzere nar-ı cahimde unutulmuş gibi +kal da anla!” +Mü’min isek Allahımıza ita’at ve inkıyad edelim. Ayat-ı +vazıhatını kalb gözümüzle okuyalım sami’a-i ruhumuzla +din +leyelim. Bütün emirleri nehiyleri nasihatleri tavsiyeleri +bizim sa’adet ve selametimiz içindir. Mü’minlerin dostları +mahrem-i esrarları ancak ve ancak kendileridir. Binaenaleyh +birbirimize sarılalım yekvücud olalım. Düsturumuz +Cenab-ı Kur’an -ı hakim olsun. insan gibi yaşamak istiyorsak +noksanı varsa o da tevhididir. Çalışmak böyle olur. Terakkī +buna derler. Yoksa bizim gibi hakk-ı hayatından hayat-ı dini +ve istiklal-i millisinden liva-i hakimiyyetinden vatanlarına +sahib ve mutasarrıf olmaktan kendi ihtiyarlarıyla vazgeçenler +mezar-ı inkırazlarını kendi öz elleriyle kazarlar. Allah bize +akl-ı selim vicdan-ı hakim versin! +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Üçüncü makalenin son cümlesinden felsefenin bu asr-ı +ali-i nur ve ma’rifette bi-hakkın haiz olduğu mevki’-i bala-yı +hükümraniyi istihfaf ma’nası çıkarılmamasını bilhassa rica +ederiz. Felsefenin Avrupa medeniyet-i hazırasını te’sis etmekte +ne büyük hizmetler ettiğini inkar edecek değiliz. Yalnız +şunu demek istiyoruz ki ta’ammümü inhitat-ı ahlakīye +ba’is olmak isti’dadını gösterip duran bazı mesalik-i felsefiyye +şöyle dursun vazife mebdeini akl üzerine te’sis ile “hak +hayır hüsn” gibi mebadi-i aliyyeyi gaye-i kemal edinen nazariyyat-ı +salime bile amme-i nasın kulubunu istila hususunda +dinin gösterdiği kudret-i hakime ile henüz rekabet edememektedir. +Şu ma’naca ki vahye iman kaydından azade +kalmak isteyenler miyanında ka’ide-i ahlakīyi sırf akıldan +lerine –ameli olarak– düstur-ı hareket ittihaz edebilenlerin +adedi henüz pek azdır. Din-i İslam ise en salim en metin bir +felsefenin mebadi-i ahlakıyyesinden hiç birini ihmal etmeksizin +levazım ve müstetbi’atının kaffesini akıl gabi; zengin +fakīr; alim cahil; vazi’ şerif bütün esnaf-ı beşer arasında +ay +nı kuvvet ve nüfuz ile neşre başlayalı on üç buçuk asır +oldu. Vezaif-i ahlakıyyenin beyne’l-İslam din boyasına boyanması +mahiyet-i akliyyesini hiçbir vakitte zedelememiş ve +hiçbir vakitte beyne’l-İslam akıl ile din arasında korkulacak +bir cidal ve münaza’a zuhur etmemiştir. +Çünkü dinimizin mebnası mebadi-i akliyyedir. Din-i İslam +aklı haiz olduğu paye-i rif’atten hiçbir vakitte tenzil etmiş +değildir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem: +“ = İnsanın dini aklıdır. Aklı +olmayanın dini de yoktur.” buyuruyor. Aklın hücec-i ilahiyyeden +biri olduğuna bütün ulema-yı İslam ittifak etmişlerdir. +Bundan dolayıdır ki bizim mebadi-i akliyyemizde aklın iba +edeceği bir şey yoktur. Bunu anlamak için mesalik-i felsefiyye-i +ahlakıyye içinde en salim ve ruh-ı İslam’a en muvafık +bulduğumuz Rasyonalistlerin mebadisini ele alarak bunların +bizim mebadimize ne kadar muvafık olduğunu göstermeyi +faideden gayr-i hali addediyoruz. +* * * +Felsefe-i kadime ve cedidede ahlak için keşf ü ta’yin +edilen mebadinin en mühimmi “ihtiyar = Liberte”dir. Bu +münasebetle müslümanların kadere = Predestination prescience +kendimizi alamayız. +Filhakīka müslümanlar kadere iman ettikleri için duçar-ı +muaheze oluyorlar. Ve bu sebebden dolayı müslümanlarda +a’malin bir kıymet-i ahlakıyyesi bulunmadığına kail olanlar +eksik değildir. Halbuki biz müslümanların kadere ne vech ile +“Meslek-i cebr” ile tercüme edebileceğimiz “Fatalism” +nazariyesine medar-ı ta’n olacak vech ile salik olan bazı +mezahib-i felsefiyye ve nazariyyeyi unutup da bu lafz ile +yalnız medlul-i İslam beyninde o kadar şiddetli bir rabıta +tasavvur etmek ve ne zaman İslam hatıra gelse cebri de derhal +hatıra getirerek müslümanlara bir hisse-i teşni’ çıkarmak +havsalamızın bir türlü alamadığı bir haksızlıktır. Edyanın +hiç biri bu bahsin gavrine varamamış iken takdir ve ihtiyar +mes’elesini müslümanlar kemal-i ciddiyetle mevzu’-ı bahs +etmiş ve vücud-ı sani’i müsbit olan ve olmayan ekser mesalik-i +felsefiyye cebri kendilerine mebde’ ittihaz etmişken +edille-i sem’iyye ve akliyyeyi araya getiren din ile felsefeyi +barıştıran ulema-yı mütekelliminimiz irade-i cüziyyeyi isbat +ederek da’vayı bugünkü Rasyonalist ahlakıyyunun matlubu +dairesinde halletmişlerdir. Binaenaleyh hazır sırası gelmişken +müslümanlar hakkındaki böyle bir zann-ı batılı tashih +etmek bizim için en büyük vazifedir. +O halde cümlenin ma’lumu olsun ki müslümanların kadere +olan imanları a’mal ve niyyatlarının kıymet-i ahlakıyyesini +tenkīs edecek mahiyette değildir. Müslümanlar hem +kadere iman ederler hayır ve şerrin halıkı Allahu te’ala olduğuna +kail olurlar; hem de taraf-ı Hak’dan kendilerine gösterilen +şehrah-ı sa’adet ile tarik-ı şakavetten hangisine salik +olsalar kendi ihtiyarlarıyla süluk ettiklerini i’tikad ederler. +Biz tarafgirlik şevaibinden mütecerrid her ferd-i akılın dekayık-ı +ma ba’de’t-tabi’a Metaphysiqueye girmeksizin şöyle +bir muhakeme yürütebileceğini istib’ad etmeyiz: Dünyada +hiçbir din tasavvur edilemez ki bir tarafdan ef’al-i beşeriyyenin +lazım-ı gayr-i müfarıkı olan mes’uliyet Responsabilite +vasfını insandan selb etsin de diğer tarafdan yine +ve evamir-i diniyye neye yarar? Eğer insan gayr-i mes’ul bir +mahluk ise vücubun hürmetin ibahanın ne ma’nası kalır? +Bir insan muhtar değilse ona ibaha ve hazar nasıl teveccüh +eder? Fi’ilinde ne kıymet kalır ki hüsn ü kubh ile tavsif edebilelim? +Salih ile şerir beyninde ne fark kalır? Herhangi din +saliklerinden mes’uliyet fikrini ref’ ederse karar-ı i’damını +kendisi vermiş olur. Halbuki biz i’tikadata ibadata mu’amelata +ukūbata ahlakıyata dair din-i İslam kadar evamir +ve nevahisi kesir bir din bilmediğimiz gibi hill ü hürmet +beynindeki hududu onun gibi ta’yin etmiş; nizam-ı beşerin +ma-bihi’l-kıyamı olan en ali ve en dakīk ma’ali-i a’malden +tutunuz ma’işet-i beşeriyyenin nazımı olan silsile-i ef’al +ve harekatın en hakīr görülenlerine kadar her şeyi nazar-ı +ehemmiyyete alarak “şunu yap bunu yapma” demiş bir din +tanımıyoruz. Nüfus-ı beşeriyyeyi tehzib etmeyi ecel-i makasıd +edinmiş mekarim-i ahlakı itmam için teessüs eylemiş ve +bundan dolayı da hassaten insanda kuvve-i iradiyyenin terbiyesini +hedef ittihaz etmiş bir din nasıl olur da insanı meslubü’l-ihtiyar +addederek kendi bünyan-ı bekasını temelinden +yıkar? +A’mal ve niyyattan mes’uliyeti sarahaten müş’ir olan +ayat-ı kerime ile ehadis-i nebeviyye pek çoktur. Misal olarak +bir kaçı hakkında celb-i enzar-ı dikkat ederiz: +– += +“Her kim bir zerre mikdarı hayır işlerse onu bulur her kim +de bir zerre mikdarı şer işlerse onu bulur.” Sure-i Zülzilet +ayet [ - ]. +– += +“Sen onlara de ki: Her birimiz kendi niyetine istediği yola +göre amel eder. Hangimizin tuttuğu yol hidayete akreb ise +onu da Rabbiniz daha iyi bilir.” Sure-i İsra ayet . +– +“ = İnsan çalıştığı şeyden başkasını +bulamaz.” Sure-i Necm ayet . +– +“ = Her kim hars-i ahireti isterse ona ziyadesiyle +beraber veririz. Her kim de dünya harsini isterse ona ondan +veririz.” Sure-i Şura ayet . +– +“ = Sen +onlara de ki: Hakkı bildirmek Allah’dan. İsteyen iman eder +– += +“İyi amelde bulunan kendi nefsine kötü amelde bulunan +ric’at edersiniz.” Sure-i Casiye ayet . +– +“ = Allahu te’ala yaptığından +mes’ul olmaz. Halbuki onlar mes’ul olurlar.” Sure-i Enbiya +ayet . +– +“ = Bir kavim kendilerinde +olanı tağyir etmedikçe Allahu te’ala onlarda olanı +tağyir etmez.” Sure-i Ra’d ayet . +– +“ = Allahu te’ala bir kavme in’am ettiği bir ni’meti +o kavim kendilerinde olanı tağyir etmedikçe tağyir etmez.” +Sure-i Enfal ayet . +Bir de şu ehadis-i şerifeye bakalım: +– +“ = Her biriniz çobandır. +Ve sürüsünden mes’uldür.” +– +“ = Her kim +yevm-i kıyamette sıkı bir muhasebeye tutulursa azab olunur +diğer rivayette helak olur.” +– +“ = Kıyamet gününde adem oğlu beş şeyden +sual olunmadıkça Rabbinin huzurundan ayrılmaz. Ömründen +sorulur ki onu ne ile ifna etti. Gençliğinden sorulur +ki onu ne ile yıprattı. Malından sorulur ki onu nereden kazandı +ve nereye sarf etti. Bir de öğrendiği şey ile ne türlü +amil oldu diye sual olunur.” +Şu ayet-i kerime hakkında da ayrıca celb-i dikkat ederiz: +– +“ = Elbette kendilerine +peygamber gönderdiğimiz ümmetleri mes’ul edeceğimiz +gibi mürselini de mes’ul edeceğiz.” Sure-i A’raf ayet . +Görülüyor ki din-i İslam mes’uliyet ka’idesini gayet sarih +“tarik-i hak ve sa’adet zahirdir. Size gün gibi aşikar ettim. +Hangisini isterseniz ihtiyar ediniz. Ona süluk ederseniz nef’i +size ondan udul ederseniz zararı yine size raci’dir” diyor. +Hem de işin en calib-i dikkat ciheti bu mes’uliyetten kimsenin +kurtulamamasıdır. Akīde-i ehl-i İslam’a göre enbiya-yı +nazaran– mes’uldür. Mehbıt-i vahy olan her emir ve işareti +ümmetince muta’ olan bir nebiyy-i zi-şan da gerek ef’alinden +gerek vazife-i risaleti tebliğ edişinden mes’uldür. Peygamberimiz +efendimiz sallallahü aleyhi vesellem hazretleri +Haccetü’l-veda’da irad buyurdukları uzun hutbeye ara sıra +fasıla vererek huzurundaki cema’at-i kübraya: “Hele söyleyin. +Tebliğ ettim mi?” diye soruyorlardı. Ve her def’asında +“Evet!” cevabını alınca bargah-ı izzete tevcih-i hitab +ederek “Şahid ol Ya Rab!” buyuruyorlardı. Mes’uliyetin +bun +dan celi burhanları daha ne olabilir? +SURIYE’NIN MAZISINE BIR NAZAR +Roma imparatorlarından Augustos zamanında idi ki +Beytüllahm’da Hazret-i İsa kadem-zen-i alem-i vücud olmuştu. +O devirlerde Suriye kıt’ası Roma imparatorları tarafından +mansub procuratörler valiler tarafından idare ediliyordu. +Ahali bu valilerin bar-ı giran-ı mezalimi altında kıvranıp +duruyorlardı. Hazret-i İsa neşr-i dine başladığı zaman +koca Roma İmparatorluğu siyaseten şevket ve azametin +evc-i balasını geçmiş inkıraz devresine tamamıyla başlamıştı. +Roma’nın zir-i idaresinde bulunan kıtaatta ve bilhassa +nefs-i Roma’da ahlak-ı umumiyye büsbütün bozulmuş her +yerde Epikür mesleği son derece revac bulmuştu . Romalıların +mezhebleri karma karış bir şey idi. Yunanilerle ihtilattan +sonra bunların akīde ve ayinlerini de kendi dinlerine +karıştırmışlardı. Halbuki mezahib-i Yunaniyye’de en büyük +en mukaddes tanılan ma’budlara bile en şeni’ seyyiat-ı ahlakıyye +en kabih rezail-i müstehcene isnad edilmiş olduğu +esatir-i Yunaniyye’nin mütalaasından anlaşılıyor. Bit-tabi’ +bu gibi mezahibe salik olan eşhasda da fezail-i ahlakıyye +bulunmaz ve bulunamazdı. +Fi’l-hakīka Romalılarda da –bilhassa ınkıraz devreleri +başladıktan sonra– her türlü fezail-i necibe her nevi’ me +za +ya-yı hulukıyyenin büsbütün unutulmuş olduğu anlaşılıyor. +Esasen Romalılar zabt ettikleri memalik ahalisinin mu’tekadat +ve ayinlerinden hoşlarına gidenleri aynen kabul ederlerdi. +Bu hal Romalıların mezheblerinde o derece zıt o kadar +münasebetsiz mu’tekadata yol açmıştır ki bunlara inanmakta +bugün bir çocuk bile bi-hakkın duçar-ı tereddüd olabilir. +Roma’da da aynı hal görülmüştür: Rüesa-yı ruhaniyye bile +bu garib akīdelere bu acib ayinlere asla inanmamışlar dinsizliklerini +her hareketleriyle i’landan çekinmemişlerdir. Bir +ayin-i dini icra ederken bunun garabetine karşı kendileri bile +gülmekten men’-i nefs edemezlerdi. +Hazret-i İsa neşr-i dine başladığı zaman koca Roma İmparatorluğu +baştan başa dinsizlik ahlaksızlık ateşi altında +kavrulup yanıyordu. +Ekseriyet-i tebe’a ki zulüm ve kahr altında eziliyor mahv +oluyordu; kendilerine medar-ı tesliyet olacak bir akīde-i +sabiteden bile mahrum bulunuyorlardı. En ziyade zulm ü +te’addiye ma’ruz kalan insanlar ise ekseriyeti teşkil eden kitle +ve bilhassa üsera sınıfı idi. İ’tisaf ve mezalimin en ziyade +hüküm sürdüğü kıtaattan birisi de Suriye idi. +Hazret-i Musa’nın telkīnatından inhiraf etmiş yüzlerce +peygamberanın tab-fersa mesailerine rağmen tarik-ı hidayete +süluk edememiş olan Beni İsrail daha evvel uğradıkları +müteaddid felaketlere zamimeten Romalılar tarafından da +pek fena ve gaddarane mu’amelelelere ma’ruz kalıyorlar ve +bir halaskara dört gözle intizar ediyorlardı. +Hicret-i Nebeviyye’den sene evvel bu halaskar gelmiş +fakat telkīnatı hoşlarına gitmemiş olduğundan –diğerleri +gibi– bunun da düşman-ı bi-emanı kesilmişlerdi. Zulm +ü tecavüz altında ezilen Yehudiler intizar ettikleri halaskarın +Hazret-i Davud ve Süleyman gibi düşmanlarını kahr edeceğini +ümid ediyorlardı. Halbuki Hazret-i İsa “Sağ yanağınıza +tokat atana kemal-i hilm ile sol yanağınızı da takdim ediniz. +Düşmanlarınızı seviniz size adavet besleyene iyilik ediniz” +sözleriyle icra-yı nesayihe başlamış olduğundan Yehudiler +menafi’-i zatiyyelerine muvafık görememişlerdi. Fakat +Hazret-i İsa mağdur zulm-dide sefalet-zede avam için +bir reşaşe-i tesliyet saçmıştı. +Roma hiçbir zaman insana bir mevcud nazarıyla bakmamış +onu daima bir şey gibi telakkī eylemişti. Zirve-i +haşmet ve azametine ıztırabat-ı beşeriyyeye rahm ü şefkat +asarı göstermemek suretiyle i’tila eylemiştir. Roma boyunduruğu +altına giren akvamdan bazılarının refah ve sa’adet +yüzü görmeleri sırf bir tesadüf eseridir. Roma’nın temdini +görünmesi de kasda mukarin bir hareket değildi. Roma +hiçbir zaman isteyerek bir hiss-i temdini perverde etmemiştir. +Bütün harekatında yegane gaye istila gasb ü garetten +başka bir şey değildi. Roma hiçbir vakit; hatta inkişaf-ı fikri +başladıktan sonra bile; kanun nazarında bütün insanların +müsavi olabilmesi hakīkatini anlayamamıştı. +metli göstermiş ise de hiçbir vakit kendisinde asar-ı lutufkari +tecelli edememiştir. Roma’nın tebe’asına olan zulm ü te’addisinin +şiddeti düşünülürse Hıristiyanlığın esbab-ı intişarı +pek kolay anlaşılır. Hıristiyanlığın arz-ı Filistin’de zuhuru +devrinde Roma’nın din-i kadimi olan Paganizm paganisme +büsbütün bir garabet ve za’fiyet peyda eylemişti. Pa +ganizm’e bir sistem bir din demek caiz ise; diyebiliriz ki; bu +sistem her türlü prensipden her nevi’ teşkilattan mahrum +bulunuyordu. Rüesa-yı ruhaniyyeden her birinin ayrı ayrı +birer ma’budu vardı. Hiç biri halkın ma’neviyatına hakim +olmak üzere bir hey’et-i siyasiyye teşkil edememişlerdi. Vazifeleri +ayinlere riyasetten ibaret kalıyordu. +Paganizm bedbahd ve zulm-didelere tesliyet bahş olacak +hiçbir va’dde bulunamıyordu. O bütün sa’adetlerin ancak +dünya yüzünde iktisab edilmesini tavsiye ediyordu. Ahiret +hakkında hiçbir va’d ve va’idde bulunmuyordu. İntiharı +bedbahtlığa karşı cesur kimselerin son müracaat edecekleri +yegane çare gibi tavsiye ediyordu. +Halbuki Hıristiyanlık ateşin teheyyücatı har akīdesiyle +hayat-ı dünyada mükafat ahirette sa’adet-i sermedi veya +azab-ı ebedi va’d ve va’idleriyle ruhlarda derin te’sirler bırakabilecek +bir şekilde gelmişti. Bu sebebe mebnidir ki Hazret-i +bedbaht en çok zulüm-dide kimseler icabet etmiş Hıristiyanlık +en ziyade sefil ve fakīr sunuf arasında intişar eylemiştir. +Siyasi bir fikre mebni Hıristiyanlığı kabul eden Roma İmparatoru +Kostantin zamanından i’tibaren din-i İsa bir kudret-i +kahire iktisabına başlamıştır. +Kostantin mağlub olacağını hissettiği bir muharebede +sancaklar üzerine Hıristiyanlığın alamet-i farikası olan salibi +ta’lik etmek sayesinde askerinin ekseriyetini teşkil eden +Hıristiyanların teveccühünü kazanmış ve neticede galebe-i +kamileye mazhar olmuştu. Bunun üzerine Kostantin neşr ettiği +meşhur Milan fermanı ile Hıristiyanlığı kabul eylediğini +Kostantin ile beraber hırs-ı cah düşkünleri birçok putperestler +de zahiren imparatorun bu yeni dinine girmişlerdi. +Halbuki bu adamlar ruhen kalben henüz putperest idiler. +Eski akīdelerine benzetmek için Hıristiyanlığa putperestlikten +bir çok şeyler ilave etmeye başladılar. +Hıristiyanlığın Roma putperestliği ile karışmasına başlıca +Birinci sebeb Kostantin hanedanının nazariyat ve menafi’-i +siyasiyyeleri ikinci sebeb de yeni dinin intişar edebilmesi +lecekleri bir şekle sokmak arzusudur. Hıristiyanlığın Roma +memaliki haricinde asla hüsn-i kabul görememiş olması da +ayrıca cay-ı dikkattir. Esbab-ı hakīkıyyenin bunlardan ibaret +olduğu Kostantin’in riyakar ve münafıkane mesleğinden +pek güzel anlaşılabilir. +Fi’l-hakīka Hıristiyanlığın mukaddes e’azımından addolunan +bu zalim hükümdar din-i yesu’u kabul etmekle beraber +aynı zamanda putperestlere karşı da cemileler teveccühler +adat ve ayinlerinden birçok şeyler karıştırmıştır. Hıristiyanlık +nerelerde intişar etmiş ise ora ahali-i kadimesinin eski dinlerine +ait hurafeleri ayinleri kabul eylemiştir. Roma ve Yunan +esatiri Mısır aliheleri –yalnız isimleri değişmek üzere– tedricen +ve kamilen Hıristiyanlığa girmiştir. +Esasen Kostantin’in darbe-i şemşirinden havfen Hıristiyanlığı +kerhen kabul eden kavimler eski akīdelerini de +aynen yeni dinlerine getirmişler idi. Bizzat Kostantin bile +akīde-i evveliyyesini asla unutamamıştır. Kenise müverrihlerinden +bir zat bu hali şu suretle tasvir eylemişti: “Semai +şebnemlerden hasıl olarak gizli kanallarla reyyan olan saf +ve berrak bir menba’; mecrası uzun ve dolambaçlı büyük +bir nehir halini aldıktan sonra; bi’z-zarure geçtiği arazideki +toprakların rengini iktisab edeceği gibi; Hıristiyanlık da +aralarında intişar ettiği kavimlerin mu’tekadat ve an’anat-ı +maziyeleriyle karışa karışa revnak ve safiyet-i asliyyesini külliyyen +gaib eylemiştir. +Asıl Hıristiyanlık’da vukū’a gelen ilk ta’dilat doğrudan +doğruya Museviyyet’in te’siratından neş’et etmiştir. +Hıristiyanlık bu te’sirattan kolay kolay kurtulamamıştır. Hatta +bizzat Havariyyun arasında bile te’sirat-ı mezkure hakkında +mübayenet-i efkar zuhura gelmiş olduğu anlaşılıyor. +Hazret-i İsa’nın ilk şakirdleri Havariyyun tamamıyla İbrani +kalmışlardı. Esasen Hazret-i Yesu’ din-i Musa’yı itmam için +gelmiş olduğunu söylemişti. Bu sebebden ilk Hıristiyanlar +hitan icrasına ve din-i Musa ahkamına ri’ayet etmeye i’tina +eylemişlerdi. Fakat Hazret-i İsa’dan sene sonra Kudüs-i +şerifde ictima’ eden ilk Konsil buna mu’arız bir karar vermiştir. +Bunun üzerine o vakte kadar Yahudi sinagoglarının +teşkilatına merbut olan kilise teşkilatı değiştirilerek büsbütün +başka bir şekle konuldu. +Havariyyun; Hıristiyanlığa duhul için; Hazret-i İsa’ya +kafi görüyorlardı. Halbuki bilahare Hıristiyanlığa pek çok +hurafeler sokulmuştur. +Hıristiyanlığın ilk naşirleri Yahudiler olmuştur. Maamafih +Hıristiyanlık Yahudiler arasında pek az intişar edebilmiştir. +Yahudilerden İseviyeti kabul edenlerin pek az olmasına başlıca +Evvela Yahudilerin avam sınıfı Hazret-i İsa’nın saltanat-ı +dünyeviyye talebinde olduğu hakkında ahbar-ı Yehud tarafından +Saniyen az bir müddet sonra Hıristiyanlık büsbütün başka +bir kisve-i nevin almış hususiyle “akīde-i teslis” Yahudilerin +an’aneleriyle asla tevafuk edememişti. Bu iki sebebe +mebnidir ki o zamanki Yahudiler ta’assub derecesinde bir +gayretle din-i aslilerine sarılmışlar vahdaniyet-i ilahiyye akīdesini +bir akīde-i milliyye gibi telakkī eylemişlerdi. Paskalya +Paque hakkındaki mücadeleler Yahudiliğin Hıristiyanlığa +yet vermişti. Esasen Kostantin’in devre-i saltanatından evvel +Yahudilerden Hıristiyanlığı kabul edenlerin arkası kesilmişti. +Geçende hayli sıkıldım. Benimse bir ukde +Sıkınca kalbimi bir türlü evde medresede +Medar-ı tesliye bulmaz da ruh-ı bizarım +Çıkar kederden uzak bir muhit-i şevk ararım. +Fakat bu yerde elemden sümum-ı gamdan uzak +Teneffüs eyleyecek bir hava-yı saf aramak +Evet muhali temenni demek.. Bizim şehrin +Muhiti kalbe kasavet veren bu köhne yerin +Nedense mevki’i vareste her letafetden +Hayatı okuyacak neşvezar-ı hilkatden. +Yukarıda bir tepe vardır ki tırmanıp yalnız +Onun esintili sırtında bir hava alırız. +Soğukdu gerçi fakat bakmadım biraz tepeye +Çıkar da hüznümü ta’dil eder miyim ki diye; +Elimde şemsiye çıktım; aman sokaklardan +Geçilmiyor; ne kadar çok çamur! Düşen kalkan +Arar mısın! Bereket versin elde şemsiyemin +Dokundu yardımı; zira dayanmasam mümkün +Değil akan o çamurlardan öyle atlayamaz +Yuvarlanırdım; onun işte yardımıyla biraz +Alıp ferahlanacaktım! Fakat o yerde daha +Ziyade ruhumu rencide eyleyen bir hal +Görünce dalmışım artık garik-i ye’s ü melal: +Şu yanda: Cami’in altında bir sa’at uzayan +Mahalleler.. ne dedim? Yok! O bir mezaristan; +Ki dar u gir-i ma’işetde bi-mecal-i niza’ +Yatıp durur ederek sa’ye hisse fikre veda’! +Serabı deşmeye benzer şu bir yığın toprak +Öbür tarafda fakat muntazam letafetdar +Hıristiyanlara mahsus olan binalar var. +Bakın şu onların ancak ianesiyle vücud +Bulan müessese: mektep nasıl hayat-efzud!.. +Ne intizam ve tekemmül!.. O bir avuç millet +Bakın nasıl çalışıp gayret eyliyor! Hayret!.. +Neden o makbere olsun bizim mebanimiz? +Yazık yazık! “İki günlük hayat-ı fanimiz +Mezara dip diri girmek gömülmek istiyoruz. +Nedir şu bizdeki gaflet nedir bu süfliyyet?!. +Şu mehd-i saltanatı kaplamış keder kasvet. +Bu hasbihal ile me’yus idim.. Hemen bir adam: +Ki bildiğim hocalardan biriydi verdi selam; +Oturdu; şimdi tabi’i kelama mecburuz: +Aman hocam nereden böyle? Hiç görüşmüyoruz +Nasılsınız? Gibi üç beş lakırdıdan sonra +Deşildi derd-i siyaset o bahse geldi sıra: +Ne havadis ne yalan! Var yine? Ben hiç gazete +Okumam; hepsi yalan! Doğrusu bir kaç hafta +Çıkmadım bir yere; pek rahatım.. insan ne kadar +Gazete.. Çok şükür Allah’a ki bak bunlara ben +Vermedim şimdiye dek on para olsun zaten +Onu almak bile caiz değil.. Öyle yalana +Vermeyin bir para; hem söyleyiniz de alana: +Almasın bir daha; zira o bey’ batıldır. +O “Azans mı” nedir? Onları birkaç hınzır +Küfre uyudurarak sonra da artık burada +O yalanlar hezeyanlar basılırmış kağıda. +Pek yakın.. etmeli Allah’a ibadet ta’at! +“Çıkıyor her ne ki gelmişse haberde bir bir.” +Bunların hepsi alamat-ı kıyametdendir. +Bu felaketleri millet görecekdi zaten: +Pek yakın çünkü kıyamet; yalnız mağribden +Doğuverseydi güneş bir de… +– Hocam Lutf ediniz! +Oradan doğdu güneş çokdan evet görmediniz +Sanırım; hem de diyorlar ki: O Ye’cuc Me’cuc +Dabbetü’l-arz denilen şeylerin enva’ı huruc +Eylemiş Rumeli’de kalmış ahali bi-huş; +Yerler alt üst oluvermiş de kıyamet kopmuş. +Şu kalan yurdu da çiğner diye pek korkuyorum! + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +HURUF ZAYIRCE CIFIR’DEKI + +---- +ESRAR HAKKINDA +---- + +mübadele-i efkar için birleştiler; genç muhakkık müslümanların +emraz-ı ictima’iyyesine tealluk eden mes’ele ve bunun +suret-i tedavisi hakkında idare-i kelam; ictihad ve taklid +hususundaki re’yini İslamiyet’in bir tarikten ibaret olup – +bundan evvel de işaret edildiği üzere– İslamiyet’de ihtilaf ve +tefrika caiz olmadığını ihtiyar mukallide izah etmek istedi. +Şeyh bunun fikrini anlayınca ondan kaçınarak hemen şu +suretle söze başladı: +Mukallid: – Geçen muhaveremizde esrar-ı hurufu hastalara +şifa vermek hacetleri kaza etmek hususunda bu hurufun +yapmış olduğu te’siratı sana zikr etmeyi unutmuştum. +Halbuki bu te’sir vaki’ ve nefsü’l-emrdeki tecrübe-i sahiha +sin! Çünkü sen muttasıl söylüyorsun ki ilm-i sahih ancak +mevcudatın şehadet tecrübe-i sahihanın te’yid eylediği şeylerden +ve zayirce vasıtasıyla ulema-i arifin bir takım umur hakkında +zuhur etmiştir. Geçen muhaveremizde burasını sükut ile geçiştirmemin +sebebi bunlar hakkında mazbut turuk-ı ilmiyye +olduğunu bilmiyordum; bunun için hesab-ı cümelde söylediğin +şeyi bunlar hakkında da söyleyiverirsin diye korktum. +Fakat senden ayrıldıktan sonra zayirce esrar-ı huruf +evfak ilminde yed-i tula sahibi olan iki şeyhe –birisi mağribli +diğeri Mısırlı– müracaat ettim; onlar bana haber verdiler +ki: Muğayyebatı anlamak mechulatı istihrac etmek için bu +uluma mahsus usul-i sahiha-i mazbuta vardır binaenaleyh +bu ilim mazbut bir ka’ideye malik olmayan hesab-ı cümel +gibi değildir. +Muhakkık: – Çok insanlar vardır ki: Bu gibi sözlere aldanarak +kütüb ve elsinede bu evfak ve hurufun mücerreb +sahih olduğuna dair deveran eden şayi’atı tasdik ettiler de +“Deyrebi” ve başkalarının yazdığı şeyleri bizzat kendi nefislerinde +tecrübeye mecbur oldular; fakat bu kadar tecrübeden +elde ettikleri faide nedir? Hiç değil mi? Çünkü defe’at +hükmüne giren– şu ka’ideyi vaz’ etmek oldu: “Okurken +ferah-yab olur fakat tecrübeye geldi mi hüzün ve matem +olmak ma’lum ve mu’ayyen bir sebeb bulunmadıkça hiçbir +zaman tahallüf etmemek şartıyla– ben de i’tibar ederim. +Bir de o tecrübe sebebiyle o ilmi herkesin kolaylıkla anlayabilmesi +lazımdır. Ma’a haza biz görüyoruz ki: Zaman +geçtikçe ilim namı verilen bu gibi şeyler insanların malını +batıl bir surette yemeye çalışan; adedleri mahdud Deccaller +elinde mahsur kalıyor. +Eğer bunlara mahsus ilme müstenid bir usul-i sahih olsaydı +ulum ve fünun-ı hakīkıyyenin terakkī etmesiyle bunlar +da terakkī ve te’ali ederdi; lakin görüyoruz ki ulum-ı sahiha +terakkī ettikçe bunlar tedenni ma’arif-i hakīkıyye ileri gittikçe +bunlar geride kalıyor. Hatta o kadar ki Avrupa ve Şimali +Amerika’nın bir çok yerlerinde bu müsellimler mahv oldu; +nam ve şanı ortadan kalktı. Şu halde bunlar ilm-i sihr ilm-i +tılsımın füru’undandır. +Mukallid: – Artık sus! Çünkü bu ulum hurufda olan bu +esrar huruf-ı Arabiyye’nin içinde mahsur müslümanlara +mahsusdur. İşte bunun içindir ki bu ulum yalnız suleha-i +müslimin ellerinde görülebilir; bu ulumdan onlar istifade +eder. Binaenaleyh Avrupa’da bulunmaması onların bu +ulum ve esrarı inkar etmelerinden dolayı senin gibilerin de +yapamadıklarına gelince: Bunun esbabı şartına tevessül etmemeleridir; +zira bunu yapmak için ya ehline ma’lum olan +riyazat-i mahsusayı ifa etmeli yahud Cenab-ı Hakk’ın bu +ulum ve esrarı bahşetmiş olduğu şeyhden me’zun olmalı. +Binaenaleyh tecrübenin hal-i ıttıradda bulunması hiç bir +vakit tehallüf etmemesi için bu sebeblerin bulunması lazımdır. +rübenin adem-i tehallüfüne daima muttarid bulunmasının +vücubuna dair dermiyan ettiğin şarta da tevafuk ediyor. +Hem bütün bilad-ı İslamiyye’de şu tecaribin sıhhatine +dair tevatür var; sen bunu inkar etmeye kadir misin? Bunların +sıhhatine dair daha söylemediğim bir çok şeyler de +var; şurası da muhakkaktır ki: Bunlar her hangi bir meclisde +zikredildiyse sıhhatine dair pek çoklarının şehadet ettiğini +him bir işi görüldüğünü bir kısmı da beladan kurtulduğunu +anlattı. Zaten böyle olmasaydı kainat fesada varırdı. +Muhakkık: – Şeyhim! Görüyorum ki ayat-ı Kur’an iyye’yi +mevzi’inin gayrısına vaz’ etmekten başka bir ictihadın +da kalmadı. Çünkü +ayet-i kerimesi Hazret-i Davud’un +Calut’a karşı olan muharebe ve Davud’un Calut’a +karşı mansur ve muzaffer olması siyakında nazil oldu. Nasıl +ki kendilerine muharebe açanlara karşı nefislerini müdafaa +etmek için müslümanların cihad ile me’zun olmaları hakkında +da +ayet-i kerimesi nazil olmuştu. +Burada sebebin hususunu bırakıp da umum-ı lafzı i’tibar +etmek de doğru değildir. Zira esrar-ı huruf mes’elesi bulunduğumuz +haddin haricindedir; şu halde buna bir vech-i +sahih aramak lazım gelirse o da ümmetin ukūlünü ahlakını +a’malini ifsad eden bu gibi i’tikadat-ı hurafiyyeyi benim gibilerin +def’ edip atmasıdır. +Biz yine mevzu’a dönelim. Bu esrar huruf-ı Arabiyye’ye +mahsus demek esrarın huruf-ı Arabiyye için ma’ruf olan +eşkal-i mahsusa içinde mahsur olmasını iktiza eder; halbuki +huruf-ı Arabiyye el-an pek muhtelifdir: Çünkü şarkta bulunan +Arabların Türklerin Acemlerin yazısı Garbdakilerin +yazısına muğayirdir; bu asırda bulunan ahalinin yazıları ile +sahabe tabiin zamanında mütedavil olan hatt-ı Kufi arasında +Şu bida’ ve hurafatın millet-i İslamiyye’de nasıl zuhur +ettiğini bilenler eşkal-i hurufa mahsus esrar olduğunu iddia +edenlere ta’accüb etmezler. Eğer tarihe muttali’ olsaydın +urefa-yı ümmete göre bedihiyyattan olan şu hakayıka karşı +Bu misilli bida’ ve hurafat Batıniyye taifesinin fiten ve +fesadındandır Batıniyye taifesi ise millet-i İslamiyye arasına +fiten ve fesad tohumu eken fırak-ı dallenin en şiddetlilerindendir. +Hatta onların ekmiş olduğu fesad tohumu yüzünden +tahaddüs eden bela-yı azim bugüne kadar neşv ü nema +bulmakta ber-devamdır. Bunların en sonları da Babiyye +Bahaiyye fırkalarıdır. Bunların bid’atleri de diğerleri gibi +müteşabihata belki de gulat-ı mutasavvife ile Batıniyye +beyninde olan iştibaha karşı tasavvufu ileri getirmek kisve-i +tasavvufa bürünmekle revac bulmuştur. İşte bu esrar +suleha-yı ümmete; yahud onlardan me’zun olanlara mahsusdur +dediğin de budur. +Onların saçmış olduğu bida’ ve hurafat tohumundan +dar ifsadatı yaptı. Bizzat Batınilere gelince: Onların indinde +huruf harfin eşkali adedleri yekdiğerine tenasübleri tehalüfleri +tabiatleri –Sufiyye mezhebine süluk eden cehele-i +müsliminin zannettikleri gibi– “din”in yalnız esrar-ı kemaliyyesinden +ma’dud değil belki bunlar “din”in usulünden +kavaid-i esasiyyesindendir; hatta bu kavaid ve esas üzerine +olan kelamlarını bile –İsmailiyye fırkasının reisi olan Hasan +Sabbah ile diğerlerinin yaptığı gibi– ilm-i nücum ilm-i +hesab ile mezc ettiler. +Hem ben tavaif-i Batıniyye’ye dair Arab tarihlerinde +tesadüf ettiğim ahbar ve rivayat ile iktifa etmek de istemedim. +Belki bundan başka Avrupa müverrihlerinin keşf edip +meydana koydukları şeylerin bir çoklarına da vakıf olduğum +gibi “Dürzi Nusayriyye” taifesine mahsus olarak yazılan +bazı kitablarda vakıf olduğum şeyleri de bu babdaki +tedkīkatıma ziyade ettim. “Dürzi Nusayriyye ” mezhebine +ait olmak üzere yazılan bu kitaplar adeta kokuları muhafaza +etmek için yapılan hokkalar kıymetli eşya gizleyecek sandıklar +gibidir; onlara göre bu kitapları rüesa-yı dinden başka +hiçbir kimse ne tab’ edebilir ne içinde yazılı olan şeylere +muttali’ olabilir. +Mukallid: – Rica ederim; şu gizli kitaplardan bazı şeylere +beni de muttali’ kıl göster. +Muhakkık: – Bu kitapları ariyet vermek gibi bir semahati +hiçbir kimseye karşı ibraz edemem; fakat söylediğim sözlerin +sıhhatine dair sende yakīn hasıl etmek için o kitaplardan +sana birkaç cümle okurum. +Muhakkıkın okuduğu cümleler gelecek haftaya kaldı. +EN MÜDHIŞ MARAZ-I ICTIMAI: + +---- +... ... +---- + +Kur’an -ı Hakim... Rakı şarap içmek kumar oynamak..! +Ancak a’mal-i şeytaniyyeden bir takım murdar şeylerdir; +binaenaleyh fevz ü felaha sa’adet ve selamete ermek +müstekreh şeylerdir vazgeçiniz; bu gibi denaet-i ahlak ile +muttasıf oldukça sizin için çare-i necat yoktur. +Kanun-ı fitri olan Kur’an -ı kerimin bütün evamir ve +nevahisi tedkīk edilecek olursa onların ne kadar büyük hikmetleri +hamrı kumar oynamayı ve daha bunlara mümasil heyet-i +miş fevz ü felahın bunları terk etmekde olduğunu pek şiddetli +bir surette beyan etmiştir. +Hakīkaten insan biraz aklını başına alıp da düşünecek +olursa şu iki illeti –müskirat lu’biyyat– emraz-ı ictima’iyyenin +en mühlikleri sırasında görüyor. Çünkü kumar nice buğz +ve adavetler ika’ ne kadar adamlar servetler telef etmiş ne +kadar hanümanlar söndürmüştür. Alemde nice bin mefasid +ve şürur tevlid eden ümmü’l-habais –müskirat– da ne +kadar alam ve emraza sebeb olmuş ne kadar canlara kıymış +ne kadar aileleri mahv ü perişan eylemiş nice eytam ve +aramil bırakmış nice insanları biribirinin canına kasd ettirip +suzişli feci’alara badi olmuştur. Bunun için Cenab-ı Münezzilü’lKur’an +; kumar ile hamrın gayet fena olduğunu bildirdikten +sonra ümidvar-ı felah ve necat olmak üzere onlardan +tehaşi ve mücanebet edilmesini şiddetle emrediyor. +Va esefa ki gece ve gündüz evlerinde ellerinde bulunan +Kitab-ı aziz bu evamir ve nevahiyi müslümanlara daima +telkīn edip dururken; bu müzmin mühlik illete her milletten +ziyade müslümanların mübtela olduğunu görüyoruz. +Emin Haki Bey Keyfine Bak serlevhasıyla yazmış olduğu +manzumede İstanbul’da bulunan halkın halet-i ruhiyyesini +pek açık bir tarzda tasvir ediyordu. Ne kadar doğru! Fakat +bu maraz yalnız buradakilere mahsus değil; bu öyle müdhiş +bir marazdır ki: Her tarafdaki müslümanlara sirayet etmiş +hiç birisi de bu marazdan tahlis-i giribana muvaffak olamıyorlar. +Evet bu maraz yalnız Osmanlı müslümanların da değil! +bugün ecnebi boyunduruğu altında inil inil inleyen müslümanlar +da bu halde. Bu sene Sebilürreşad namına Bulgaristan +kasabalarında dolaşırken müslümanlar ile Bulgarların +halini tedkīk ediyordum. Görüyordum ki Bulgarlar menafi’-i +milliyye ve vataniyyesi uğurunda gece ve gündüz alabildiklerine +çalışıyorlar; müslümanlar da akşama sabaha kadar +tenbelhane olan kahvelerde lu’biyyat ile vakit geçiriyorlar. +Oraca hal [ü] vakti yerinde olup fakat ismini tasrih etmek +Bulgar’ın eline üç yüz lira takdim ederek kahveden çıkıp gittiğini +söylersem pek de ta’accüb etmeyin! +Dahası var: Bir köylü amca bir merkebe üzüm yükleterek +pazara getiriyor orada birkaç kuruş mukabilinde onu +satıyor; pek a’la değil mi? Evet çünkü ticaret… Fakat oradan +aldığı beş on kuruş parayı nereye sarf ediyor? Sırtına +başına bir elbise mi alıyor; yoksa her ne suretle olursa olsun +levazım-ı beytiyyesinden bir noksanını ikmale mi sarf +ediyor? Hayır hayır! Bunların hiç birisine değil. Onun sarf +edeceği yer ma’lum: “Köçekler”e…! Evet bütün namus +ve ismetini beş on kuruşa satıp kahvelerde ala melei’n-nas +oynayan Bulgar fahişelerine… Gündüzden üzüm yahud +karpuz satılır. Akşam oldu mu arkadaşına haydi bakalım! +Nereye…? Köçeklere… Para var mı? Olmaz mı… Bugün bir +yük üzüm sattım. Ben de birisine bir merkeb yükü elma verdim. +Haydi… Öyle ise bir keyif yapalım! diyerek bu suretle +bir sürü köylü toplanıp giderler; gündüz aldığı beş kuruşu +akşam Bulgar kızlarının mülevves nasiyesine yapıştırırlar. +Hiç hatırımdan çıkmıyor: Bayram akşamı idi; lokantaya +gidip iftar ettikten sonra Hotel Metropol’ün –Filibe’de ikamet +ettiğim yer– önünde birkaç dakīka kadar tevakkuf edip +geleni geçeni seyr ettim. Hotel ile karşı karşıya bir de kahve +–köçekhane– var. Geceleri dışarıdakiler görmesin diye penceresine +perde çekiyorlar. İçinde Bulgar fahişeleri oynuyor. +Bu üç dakīka zarfında köçeklere giren koca külahlı beyaz +sakallı müslümanların adedi otuz beşe baliğ oldu; bunlar bir +tarafdan köçeklere akın ediyorlarken diğer tarafdan Bulgarlar +bunlar ile istihza ediyorlar: “Yarın baryamdır baryamın +şerefine Türkler bade-nuş olacaklar” diyorlardı. Ben bunları +gördükçe kendi kendime hayret ediyor ve +...! +ayet-i kerimesini hatırlıyordum. +Fakat bilmem.. Bulgarlar Çatalca’ya geldiği halde hala +onların yaptığı daha ehvendir der misiniz? Zannetmem; +çünkü onlar bizzat esaret zencirinin altında bulunuyorlar.. +Ya Bulgarlar Çatalca’ya geldiği zaman değil top sesi hatta +Bulgarların kendi sesleri bile işitilecek derece yakın olan Hadımköyü’nde; +“Ver tavlayı kaldır iskanbil kağıdını” diyen +erbab-ı imanı ! daraya mı çıkaracağız? +Zavallılar meşrubat-ı ruhiyyenin te’siriyle her şeyi unutmuşlar +da kendilerini Sofya Filibe Varna önlerinde zannederek. +“Keyfine bak!” havasını söyleyip gidiyorlar. +Vahdaniyet-i ilahiyyeye olan i’tikadım gibi i’tikad ediyorum +ki: Müslümanları istila eden bu müzmin marazların acilen +tedavisi çaresine gidilmezse pek yakın bir atide mevcudiyetimiz +harita-i alemden ebediyyen silinip gidecektir; hem +bunda hiç şüphe edilmemelidir. +Çünkü tarihin şehadetiyle sabittir ki meskenete atalete +mahkum fesad-ı ahlaka mübtela olan akvamın kuvvet ve +saltanatları zail heyet-i mücteme’aları mahv ü muzmahil olmuştur. +Şan u şevketin bir kavmin sahife-i mevcudiyetinden +tayy edilmesi ancak fezail-i ahlakıyyeye ri’ayet edilmemesinden +neş’et eder. Fezail-i ahlakıyye her nevi’ sa’adet ve ikbalin +kuvve-i mevcudesidir; onunla refah ve asayiş tecelli eder +onunla vifak u ittihad zuhur eyler. Fesad-ı ahlak ise; daha +müvalatı fekkedeceğinden mübtelalarını kendi silahlarıyla +da onu ta’kīb eder; fesad-ı i’tikad ise mucib-i felaket-i dareyn +olur. +Ahlak iledir salah-ı alem ahlak ile kaim nizam-ı alem + +---- +HUTBE VE MEVAIZ +---- + + +---- +HUTBE +---- + + +---- +. . . . . . . . +---- + +. . – - . . . : . . . . . . . . . . . . . . . – !Ali +Şeyhü’l-Arab +AFGANİSTAN + +---- +EMIR ABDURRAHMAN HAN +---- + +Evvelce de hikaye eylemiştim ki Kabil tahtına geçtiğim +sıralarda kat’iyyen rahat edememiş ve guna-gun müşkilata +uğramaktan hali kalmamıştım. Henüz Kabil’de yerleşmemiş +ve tehiyyat-ı lazimede bulunmamıştım ki cenge gitmeye +hem de vatanımda mütemekkin olan akvam ve ahali ile +harb etmeye mecbur olmuştum. +Muhammed Eyüb Han İngilizlere mağlub olduktan sonra +vaktini tedarikat-ı harbiyye ile geçirmiş ve başına haylice +kalabalık toplamıştı. Bu def’a Herat’dan kalkıp Kandahar’a +doğru yola çıktım. +Mukaddema da söylediğim vechile er geç bu muhataraya +düşeceğimi biliyordum. Bazı haller de müşarun-ileyhe +yardım ediyordu. Ez-cümle: Onun askeri eslihası edevat +ve mühimmat-ı harbiyyesi benimkinden ziyade idi. Fazla +olarak da bir takım cahil mollalar “Abdurrahman Han İngilizlerin +dostudur. Onunla harb eden gazi olur” diye fetva +vermişler ve bir takım kimseleri aleyhime ayaklandırmışlardı. +Muhammed Eyüb Han’ın on iki bin mu’allem askeri vardı +ki zevat-ı atiyyenin kumandasında bulunuyordu: +Hüseyin Ali Han Sipehsalar Naib Hafizullah Han +Naib Salar General Tac Muhammed Han veled-i Arslan +Han-ı Gayacai Serdar Muhammed Hasan Han Muhammed +Azim Han’ın torunu Sultan Can-zade Serdar Abdullah +Han Nurhan Serdar Abdüsselam Han-ı Kandehari Kadi +Muhammed Sa’id-zade Kadi Abdüsselam. +Muhammed Eyüb Han; Muhammed Yakub Han-zade +Musa Can’ı Şirdil Han-zade Hoşdil Han ve birkaç bin askerle +Herat’da bırakmıştı. +Tarafımdan Herat’a me’mur olan Serdar Şemseddin ve +Haşim Hanlar Gulam Haydar Han-ı Tuhi Sipehsalar Serdar +Hoşdil Han-ı Kandehai-zade Muhammed Hasan Han +hala Herat valisi bulunan Kadi Sadeddin Han kumandasında +olmak üzere yedi tabur nizamiye piyadesi iki batarya +top dört tabur nizamiye süvarisi yedi tabur redif piyadesi +üç bin vilayeti süvarisini Eyüb Han’ın askerine karşı sevk +ettiler. +Receb’i sonlarında iki asker “Kariz” namındaki +mevki’de birleşip şiddetli bir müsademeye başladı. Kandehariler +şeci’ane harb ettiklerinden Eyüb Han’ın süvarilerini +bozup ric’ate mecbur eylediler. Fakat düşman zabitlerinden +seksen kişi kaçıp kurtulmalarına imkan kalmadığını +görünce bil-ittifak bizim ordunun kıblegahına hücum etmeleriyle +bizimkiler bir avuç askere karşı duramayıp galib iken +mağlub oldular ve Kandehar’a doğru dolu dizgin kaçtılar. +Bu harbde Eyüb Han’ın ümerasından Serdar Abdullah +Han ile birkaç zabit maktul olmuştu. +Eyüb Han gelip muhalefet görmeksizin Kandehar’a girdi. +Bizim me’murlardan Haşim Han ile Gulam Haydar Han +Kelat tarafına Serdar Muhammed Hasan Han da Mekke’ye +firar etti. +Serdar Şemseddin Han Kandehar’da Mescid-i Hırka’ya +girip tahassun eyledi. Muhammed Eyüb Han müşarun-ileyhin +çıkması için eman verdi fakat mescidden çıkar çıkmaz +katl etti. +Haber-i inhizamı alınca bizzat Kandehar’a gitmeye mecbur +oldum. Büyük mahdumum Habibullah Han’ı Kabil +hükumetine Sipehsalar Perv[a]ne Han’ı da asker kumandanlığına +ta’yin ederek yanımda Gulam Haydar Han-ı Sarhi +ve Gulam Haydar Han-ı Tuhi ile on iki bin asker olduğu +halde yola çıktım. Tuhi ve Andere ahalisiyle tavaif-i saireden +de yirmi bin kişi bana iltihak eyledi. +Hülasa: Ale’l-acele hareket ve birkaç gün içinde Timiryan +Kal’ası’na muvasalat ettim ki bu kal’a Kandehar’dan +bir fersahlık mesafede kaindir. +Muhammed Eyüb Han Kandehar’a rub’ fersah bu’dunda +ve Hayl-i Molla İlm denilen mevki’de bulunan ordusunu +bırakıp şehre gitti. +Ramazan’ı sonlarında iki asker eski Kandehar Şehri’nin +karşısında tekabül eyledi. Lakin bazı esbab dolayısıyla +Muhammed Eyüb Han’ın askeri kuvve-i ma’neviyyesini +gayb etmişti. Çünkü: Eyüb Han şehirden çıkıp önümü keseceği +yere ordugaha bile gelmedi. Kendisi bana ta’arruz +edeceği yerde mevki’-i hamleyi bana bıraktı bu münasebetle +de korkaklığını askerine anlatmış oldu. Sonra da harbin +uzakta bulunan Çihlzine Dağı’na çıkıp muharebeyi oradan +seyr etti. Lede’l-icab hücum emrini vermek için çıktığı dağın +arkasına yedi bin süvari gizlediği halde korkusundan ve şaşkınlığından +o kuvveti isti’mal eyleyemedi. +Müşarun-ileyhin cebanetine rağmen sergerdeleriyle askerleri +dilirane harb ettiler. Eski Kandehar Dağı’nın tepesine +ta’biye edilmiş olan topları da iyi iş gördü. +Muharebe iki saat kadar sürdüğü halde feth ve nusretin +hangi tarafa teveccüh edeceği bilinmiyordu. Bizim asker +sağ ve sol cenahlardan ilerleyip düşmanı bozdular ve +ta’kībe koyuldular. Kıblegah ise benim kumandam altında +bulunan ve huzurumla kuvvet-i kalb iktisab eyleyen hassa +taburundan bin neferden teşekkül ediyordu. Bir an oldu ki +bunlar da ileri atıldılar. Yanımda bir kişiden başkası kalmadı. +Mukaddema ma’iyyetimde iken geçenki harbde Muhammed +Eyüb Han’a tabi’ olan dört taburda bu sırada benim +tarafıma dönüp silahlarını Eyüb Han askerine çevirdiler. +Zaten ben mevki’-i hükumete geçmezden evvel ta’lim +görmüş olan askerin adeti bu idi; bir muharebede hangi +tarafı galib görürlerse derhal ona mu’avenete başlarlardı. +Nihayet Eyüb Han’ın askeri de kendisi de Herat’a müteveccihen +firar etti. + +---- +HASBIHAL +---- + +Ramazan mollasının biri köylüye geceleri +duraklı ayetlerle teravih kıldırmış; gündüzleri de Mızraklı +Kırk Sual Kara Davud gibi yaşını başını çoktan almış +eserlerden va’z etmiş. +Lakin bayram gelince heybesini işlemeli çamaşırlarla +kesesini fıtralarla zekatlarla doldurmak şöyle dursun cemaatin +fukara-yı şakirin kısmı yalnız adamcağızın selametine +dua ağniya-yı sabirin zümresi ise sadece kendilerini duadan +unutmamasını ricada bulunmuş! Belanın büyüğüne bakın +ki: Biçare molla o aralık heybesini de çaldırmış! +Şu bir ay süren geceli gündüzlü ibadatın nezd-i +Bari’de teraküm etmiş ecrini alabilmek için kıyameti beklemeye +değil a gelecek üç ayların vüruduna kadar pineklemeye +bile tahammülü olmayan mollacağız bu saygı yoksulu +cemaatten öfkesini almak istemiş: +“Ey köylü dayılar! Beni bütün Ramazan çalıştırdınız; bu +gün on para vermedikten başka heybemi de çaldınız. Lakin +ettiğiniz yanınıza kaldı zannetmeyiniz. Ben Kadir gecesi +teravih kıldırırken size ayeti mahsus yanlış okudum.” demiş. +Köylüler hep bir ağızdan: “Hoca düşündüğün şeye bak! +Sen bize ayeti yanlış okudunsa biz de namaza abdestsiz +durduk!” cevabını vermiş. +* * * +Fransızların ne iyi gün dostu ne müslüman düşmanı +olduklarını yeni öğrenen Osmanlı uleması: “Artık mekteplerimizden +Fransızcayı nefyetmeliyiz; artık Paris’deki talebelerimizi +geri almalıyız. Böyle yaparsak intikamımızı almış +herifleri kahretmiş oluruz” demeye başladılar. Şimdi şu +kuruntularımıza karşı Fransızlar da kalksalar da tıpkı demin +söylediğimiz köylüler gibi biz zavallılara deseler ki: +“Yaptığınız işe bakınız! Biz lisanımızla sizin hayrınıza değil +mahvınıza çalıştık; memleketimize gönderdiğiniz gençlerinize +bırakan pek çok oldu. Lakin buradan işe yarar bir meta’ +götürebilen hiç denecek kadar az!” +Acaba yine bizim ukalamız şöyle bir cevaba karşı ne diyebilecekler? +Bir sürü dolambaçlı sözlerin arasından dolaştırdıktan +son + +ra: +– Doğrusu ya birader hiç mi hiç ümidim kalmadı ne +yapsan nafile… +Diyerek meşiyyet-i sem’ ve ısgamı bir çıkmaz sokağa dayayanlara +doğrusu canım çok sıkılır oldu. Öyle ya son asır +nip bitiriliyoruz diye ellerimizi koltuğumuzun altına koyarak +miskin miskin: +“Olan oldu biz bir daha belimizi doğrultamayız gideyim +şöyle kuytu bir kenara çekileyim de kendi başımın çaresine +bakayım gayri bu milletten hayır gelmez.” +Nakarat-ı gedayanesiyle artık her şeyden ümidi kesmek +yumruklandıkça kanburlaşmak kanburlaştıkça yuvarlanmak +mı yaraşır?! Hayır yaraşmaz fakat nedense bazı yufka +yüreklilerin için için ümidleri kavrularak güçten kuvvetten +düşecek bir hale gelir gibi oldukları mahsus oluyor. Halbuki +en büyük felaketler en büyük ümidleri doğurur; bir millet +ümidiyle beraber olur; ümid yürekten kaçtı da ye’s korkunç +ve ürkünç çehresiyle tepeye çökerek i’lan-ı istiklal etti +mi… İşte o zaman hakīkaten her şey oldu bitti son nefes +yaklaştı demek olur. O halde bu “ümid” denilen şeyde bir +sır bir iksir var ki insana can kan veriyor. Ye’s de onun +yerine konmaya daima müheyya bir baykuş; nereye hangi +milletin başına konarsa vay haline… +* * * +Biz hamd olsun kendimizi “ümid”den ye’sin agūşuna +atacak bir dereke-i musibete düşmediğimiz gibi uğradığımız +ve daha uğrayacağımız tasallutlar tecebbürler ne kadar +telkīn ettiği kudsi ve itmi’nan-bahş vesaya tamamıyla ye’se +mani’dir. Hatta “ye’s” dinimizde büyük bir günahdır; çünkü +Allah’a nefse i’timadsızlık “kunut” kapılarını açar izzet ve +rif’at kapılarını kapar. +Bizim ümidimiz asla kesilmemelidir; bütün ümidlerimizin +başı ma’rifet san’at ve bunların sağlam meyve vermelerini +te’min edecek çelik gibi saf ve metin bir ahlaktır; o halde +bütün dileklerimiz Ma’arif Nezareti’nin üstüne yığılmıştır; +bizi kurtaracak insan gibi yaşatacak insan içine çıkmaya +yüz göz verecek o nezarettir. O bize doğru yolları gösterecek +bu yollardan geçmenin usulünü adımlarımızın nasıl +atılması lazım geleceğini anlatacak yeni yeni temeller atacak +sa’adetler kuracak o ekecek memleket biçecek. Maarif +Nezareti’nin vazifesi hem pek nazik pek ince hem de pek +çoktur. Nezaret Sebilürreşad’ ın geçen haftaki nüshasında +münteşir “Ta’mimname”siyle ta’lim ve terbiye hususunda +pek doğru hayırlı bir yol tutmak üzere bulunduğunu gösteriyor. +Sebilürreşad’ ın dediği gibi o ta’mimname hakīkaten +enha-yı ta’lim ve terbiyenin en sağlamlarını cami’ bir fezleke-i +beliğu’l-eda idi bir belağ-ı mübin idi. +Maarif Nezareti bu tebliğnamede en mühim esaslara +temas ediyor: “Medeniyet-i garbiyyenin lüzum-ı iktibası. +Hükumetce müesses darü’l-ulumların yetiştirdiği erbab-ı +za-yı memalikimiz üzerinde teşekkül eden yeni hükumetlerden +bile dun bir mertebede kalmış olmamız. +Maarif alemimizdeki durgunluğun semeresizliğin sebebleri. +Şimden sonra terbiye ve ta’limde yürünmesi lazım gelen +müsbet yollar: Bu memleket ilimsiz ve dinsiz payidar olamaz; +taklid ile de nafi’ semereler istihsal edilemez. +Programlar ıslah edilecek; terbiye-i diniyye ve ahlakıyye +Muallimlik ve mürebbilik vazifelerini der’uhde ederek +avamil-i ictima’iyyenin en mühim en mes’uliyetlisini yüklenenler +yalnız “sözcü” olmamalı söylediklerini kendileri de +yapmalı. +Bunlar gayet mühim mes’elelerdir. Bilhassa programlarımızın +müteveccih bulunduğu ve bulunması lazım gelen +gaye ilim ve din terbiye-i diniyye ve ahlakıyye muallimlerin +fazilet-i ilmiyyesi mesaili pek ziyade ta’mika mütehammil +mebahisdendir; binaenaleyh bu esaslar üzerine “teşrih” kabilinden +bazı mülahazat-ı kasırane bast ve temhidine gayret +olunacaktır. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +MÜESSIR BIR KONFERANS +Geçenlerde Necef’deki Murtazavi Mektebi’nde geçen +sene vefat eden müctehid-i merhum Horasani kuddise sırruhu +ve tabe serahu hazretlerinin sene-i devriyye-i vefatı +münasebetiyle bir ictima’ akd edilmişti. Bu meclisin teşkiline +başlıca mağfur-ı müşarun-ileyhin en samimi muhib dostlarından +Badkubeli El-Hac Mirza Muhammed Rahim hazretleri +tarafından himmet edilmişti. İctima’a gündüzün sa’at +yedi alaturkadan ona kadar başlanmış ve huzzarı istikbal ile +mevaki’-i mahsusalara yerleştirmek için müteaddid kimseler +ta’yin olunmuştu. Gelenlere sigara çay şurub kahve ikram +edilip herkesin teşekkürat-ı amikasını celbe sa’y ediliyor idi. +Saat on raddelerinde Murtazavi Mektebi talebesinden +bir genç efendi tarafından merhumun menakıb-ı ber-güzidesiyle +mezaya-yı ilmiyyesini haki Farisiyü’l-ibare mensur +bir nutuk okundu. Onu müteakib diğer küçük bir efendi +aynı mealde bulunan bir kasideyi kemal-i fesahat ve belağatle +tilavet ederek huzzarın sami’alarını taltif ve teşnif +eyledi. Minber-i hitabete çıkan üçüncü zat ise Hazret-i Ali +efendimiz kerremallahü vechehu hazretlerinin sahn-ı şerifinde +küçük çocuklara Kur’an -ı mecid ve elif-ba dersleri veren +Farisiyye okudu. Merhumun mezaya-yı ilmiyye ve fıkhiyyesinden +talakat ve fesahatinden huzur-ı fikrinden safvet ve selamet-i +kalbiyyesinden semahat ve şeca’atinden hasılı bütün +secaya-yı mahmudesini birer birer medh ü sitayiş ettiği gibi +merhum-ı müşarun-ileyhin İran’dan Necef’e yeni muvasalat +eden mahdumu Hacı Mirza Ahmed’in kudum ve muvasaletiyle +meclisde hazır bulunan ve benim tam yanımda oturan +Aka Mirza Mehdi hazretlerini de bu vesile ile sena ve tahmid +edip huzzarın takdirlerine mazhar oldu. +Ortalık biraz dindikten sonra bu ictima’ın husulüne çalışan +Belbele hazretleri bizzat kürsi-i hitabeti teşrif etti. Elinde +tuttuğu not kağıtlarına pek seyrek ve ara sıra müracaat ediyordu. +Müşarun-ileyh kendisine mahsus bir halavet-i eda ve +metanet-i sada ile not tuttuğu nutku kelime kelime cümle +cümle gayet fasih ve beliğane elfaz ile irad ediyordu. Huda +bilir bana uzaktan öyle geliyordu ki ağzından inci saçıyordu. +Alem-i medeniyyetten ulum-ı asriyye ve cedideden pek +uzak ve mehcur kalan Necef gibi bir kasabada böyle natık +ve hatiblerin mevcudiyetine ben bir türlü inanmak istemiyordum. +Zira burası İstanbul Mısır Avrupa bilad-ı mütemeddinesi +gibi olmayıp pek nadir hatta ender olarak böyle +konferanslar veriliyor. Buna ne hacet! Daha konferans kelimesinin +ma’na-yı hakīkīsini bilmeyenler pek çoktur. Her ne +kadar konferansın Arabcası muhadara ve konferans vermenin +de karşılığı ilkaü’l-muhadarat ise de Arabcasının da ne +olduğunu bilmeyen avam buralarda pek çoktur. +Hacı-i müşarun-ileyh hazretlerinin Rusyalı ve Badkubeli +bulunması i’tibariyle Avrupalı olduğu yek-nazarda anlaşılır. +Bunun için bir Avrupalı kadar asr-ı hazırın şüunat-ı müterakkıyyesine +vakıf bulunduğu gibi ulum-ı diniyye ve fıkhiyyeyi +çoktan ihraz eylemiş bir zat-ı celilü’s-sıfattır. +Necef ve Kerbela’da mukīm olup neşr-i ulum ve ifazatta +bulunan ekser müctehidin-i kiramdan müteaddid icazetnameler +tahsiline muvaffak olmuş ve el-yevm kendisi bizzat +Necef’de ikametle Murtazavi Mektebi’ni te’sis ile müslüman +çocuklarının tenvir-i efkarına hizmet etmeyi mukaddes bir +vazife-i nazife telakkī etmiştir. Mektebin masarıf-ı te’sisiyyesini +kendi cebinden tesviye ettiğini arz edersem bu zatın ne +derece sahib-i semahat bir zat-ı ali olduğu anlaşılır. +Bu kadarla da iktifa etmeyerek Necef’de bir de kütüb +hane ve kiraathane-i İslam teşkiliyle alem-i İslam’da neşr +olunan matbuatın celbiyle buralarda okutturulmasını te’min +etmiştir. +Müşarun-ileyh ittihad-ı İslam tarafdarı olup bu uğurda +pek çok çalıştığı için bir aralık Ruslar tarafından pek şiddetle +ta’kīb ve tazyik olunduğu gibi maskat-ı re’si olan Rusya’ya +avdet etmesiyle ora müteneffizanıyla da muhabere etmemesi +esbabı Ruslar tarafından istikmal edilmiştir. +Bu zatın pederi Rusya’da servet sahibi olup ulum-ı diniyye +tahsili için Necef’e gelen bu çocuğuna vaktiyle bir +mikdar akçe tahsis eylemişti. Hacı Mirza Muhammed Rahim +ahiren Osmanlı ve İran inkılabat-ı ahiresi esnasında Meşrutiyet +uğurunda mebaliğ-i mezkureyi sarf etmiştir. +Hasılı müşarun-ileyh el-yevm hıtta-i Irakiyye İslamları +arasında zühd ve vera’ ve diyanet ve takva ile tanınmış +alim fazıl ulum-ı cedideye –la-siyyema İslam’a tealluk eden +aksam ve furu’a– vakıf bir zattır. Umur-ı siyasiyyeden de +bi-behre ve nasib değildir. Zira Rusların öteden beri müslümanlar +hakkındaki su-i niyyetlerine gereği gibi pek yakından +vakıf olup İran işlerinde Rusların oynamış oldukları rollerle +çevirdikleri entrikaların hakayıkına layıkıyla muttali’dir. +Hacı hazretlerini sevmeyen veyahud daha doğrusu çekemeyen +bazı kimseler kendisinin Necef’de Rusya hafiyesi +ve Ruslara jurnal vermekte olduğunu iddia ediyorlar. +Bu iddialarına delil olmak üzere Ruslar aleyhinde açıktan +açığa bulunan ve el-an Rus tabi’iyyetini muhafaza eden +Hacı-i müşarun-ileyhe Rusya hükumeti tarafından hiçbir +guna tecavüz vukū’ bulmadığını –yegane şahid olarak– ileri +sürüyorlar. Diğerleri de müşarun-ileyhin te’sis-kerdesi olan +Murtazavi Mektebi’nin mutlaka Rusların parasıyla te’sis ve +hakīkaten bu sözlerin hakīkatten asla yeri olmadığı cay-ı tereddüd +bile değildir. +Çünkü bu zat Rusları açıktan açığa tenkīd ettikten başka +kendi mektebinde de daima Ruslar aleyhinde telkīnatta +bulunduğu bence sabittir. Böyle bir müessese Rusya politikasını +tervic edemeyeceği cihetle Ruslar da budalacasına +her yere ve herkese para vermezler. Rusya politikası +tabiatiyle Necef’de dal budak salmış ve bunun esbabı ise +kağıt üzerine konulamayacak ve tafsilatıyla herkese söylenemeyecek +bir şekil ve mahiyette bulunmaktadır. İnşaallah +re’s-i karda bulunanlara şifahen arz edeceğim. Bir neticeye +destres olmazsam o zaman bildiklerimi efkar-ı umumiyyeye +arz eyleyeceğim bedihidir. +alem-i İslam’ın mecd ve azamet-i tarihiyyesini vaktiyle +vukū’ bulan fütuhat-ı İslamiyyeyi müslümanların şehamet +ve celadetlerini alem-i İslam memalikini teşkil eden eski ve +yeni coğrafya beynindeki fark ve mübayeneti alem-i İslamiyet’in +tedennisine ba’is olan esbabı asar-ı bahireleriyle +Müslümanlığın te’alisine hizmet eden fudala şu’ara hukema +etibba müneccimin hey’iyyun-ı İslamiyyeyi alem-i +darü’l-ilmleri hastahaneleri hasılı İslamiyet’in an’anat-ı +tarihiyyesini birer birer vasf u ta’dad ederek tarihin en karanlık +ve muntazam noktalarını kendi vukūf ve ma’lumatıyla +–adeta bir ziya-yı elektirikī ile– huzzara beyan ve ta’rif +etmiş ve onlara debdebe ve darat-ı İslamiyye hakkında gayet +mufassal bir fikir vermiştir. En sonra hatib-i müşarun-ileyh +kadim ve cedid İslamiyet’le müslümanlar beynindeki +tefavüt ve tebayünü göstererek eskilerin ne kadar fa’al ve +himmet sahibi olduklarını yenilerin ise son derece tenbel +ve tenperest bulunduklarını kendi ata ve babalarından elde +ettikleri ulviyet ve şerefi muhafaza etmeksizin cehalet yüzünden +zayi’ ve berbad eylediklerini hayret-engiz bir lisan ile +mevcud bulunanlara tefhim ve hiç olmazsa bundan sonra +rehavet ve atalet vadilerinde daha ziyade puyan olmamalarını +suzişli istirhamlarla taleb ederek hatm-i makal dolayısıyla +düvel-i İslamiyyeye bilhassa Devlet-i Aliyye’ye asakir-i +sonra mevki’-i hitabetten inmiştir. +Hacı hazretleri kendi ateşin nutkuyla huzzar üzerine büyük +bir te’sir icra ettiğini reye’l-ayn müşahede ettim. Müşarun-ileyhin +beyanat-ı hakayık-ihtivasını ısga ve istima’ etmek +Hacı Mirza Muhammed Rahim elli yaşına yakın bulunduğu +halde cevval bir fikre fa’al bir dimağa malikiyetle kendi +payesinde bulunanlara ez-her cihet tekaddüm eder yorgunluğun +ne olduğunu bilmez bir zat olduğunu da dermiyan +edersem mübalağa etmiş olmam. Hasılı alem-i İslamiyet bu +gibi zevattan büyük istifadeler te’min edebilir zannındayım. +KONYA’DA ŞEREF-MUKĪM ÇELEBI EFENDI +HAZRETLERINE AÇIK MEKTUB +Efendim +Müttefik Balkanlılarla ettiğimiz harbde yaralanıp yahud +hastalanıp hastahanelere gelen mecruh gazilerimizi hükumet +ve Hilal-i Ahmer Cem’iyeti kabil olduğīu kadar hastahanelerinde +veyahud hastahane haline sokulan sair müessesatta +tedavi ettiler. +Ma’lum-ı alileri olduğu vechile ecnebi memleketlerinde +de Hilal-i Ahmer’imiz gibi Salib-i Ahmer vardır. Fakat Salib-i +Ahmerlerin mu’avinleri Hilal-i Ahmer’imizin mu’avinleri gi +bi az değil pek çoktur. Hem onların mu’avinleri evvelden +çalışmış yaralılara hastalara tıb fenlerinin en son usulleri +vechi +le bakmayı bilir kimselerdir ki bunlar da hemen umumiyetle +ruhbandır. Halbuki bizim de birçok tariklerimiz ve o +tariklerin de birçok dedeleri vardır. Lakin dede efendilerimiz +arasında yaralılara ve hastalara tıb fenni dairesinde bakacak +maatteessüf hemen hiçbir kimse yoktur. +Gönül zat-ı alinizin memleketimizdeki dede efendiler +arasından tıb fenninin hastalara ve yaralılara bakmak kısmını +öğrenmeye hevesli olanlarından bir tabur teşkil edilmesine +himmet buyurmanızı yahud tekmil dede efendileri böyle +mühim elzem ve insaniyete hadim bir işe teşvik buyurmanızı +görmek istiyor. +Bakī ihtiramatımın kabulü efendim. +DÜN SIIRD’DEN ALDIĞIMIZ TELGRAFDIR +Dersaadet’de Sebilürreşad Ceride-i İslamiyesi vasıtasıyla +Sadrazam Kamil Hariciye Nazırı Noradonkyan paşalar +hazeratına +Evrak-ı havadisde görülen Ermeni anasırının vahdet-i +Osmaniyye’den ifrazı temenni bil-muhaldir. Yüzlerce senelerden +beri aba ve ecdadlarının kanlarıyla yoğurulmuş Kürdistan’ın +aşair ve kabailini bir menfa’at uğurunda ifna etmek +de temenni bil-muhaldir. Bu kıt’a-i mahrusede kardeşcesine +geçinmekte olan anasır-ı muhtelifeyi göz göre biri birine +düşman ettirmek ve bu hülya üzerine bunca ebna-yı beşerin +müstakbellerini dahi ihlal eylemek münafi-i siyaset ve +medeniyyettir. Binaenaleyh aradaki bir takım bed-binane +rivayatın red ve tekzibi umum ahali namına kemal-i tehalükle +muntazardır ferman. Kanunisani . +FILIBE’DE İSLAM ESİRLERI AÇ VE ÇIPLAK! +Filibe’de münteşir Tunca Gazetesi’ nin Kanunievvel +sene tarihli nüshasından aynen: +duğu ukela da nukela da pek kolay isbat olunabilir. Cenab-ı +Hak zekatı erkek ve kadına farz olduğunu Kur’an -ı keriminde +pek çok yerlerde bildiriyor. Emr ediyor. Üzerimize borç +kılıyor. Acaba bunda hikmet-i ilahi nedir? +Allahü a’lem İslam’ın şartlarından biri olan zekat fakīr ve +garibin yetim ve esirin alil ve marizin açlık ve çıplaklıktan +ve binaen aleyh zül ve sualden ve hatta ye’s-i intihardan ve +ecel-i kazadan vikayesini te’min etmek için olmalıdır. +Böyle olunca bugün bi-hükmi’l-kader Filibe’ye gelen +üsera-yı İslamiyye’nin her ne kadar üç-dört bin raddesinde +ğil bütün Bulgaristan İslamlarının yardımına muhtac olduğu +rına Filibe İslam evlerinden birer ikişer kat çama��ır +verildi ise de bunlar kafi olmadığı görülüyor. +Hergün; Kur’an-ı Kerim ’in bize +ayet-i +celilesiyle kardeşiniz diye hitab ettiği o biçare İslamlardan +çuval olsun bulamadıklarından ölüp ölüp gidiyorlar. +Buna razi olmak üç beş kuruşun bir İslam’dan tatlı olduğuna +kani’ olmak demektir. +Hükumet ekmeğini veriyor yatacak yer buluyor hastaları +hastahaneye gönderiyor. Bize yalnız muhtac olanların örtü +ve kısmen çamaşırları kalıyor ki bu da o derece göz dolduracak +kadar bir yekun teşkil etmez. Murad edilirse yapılabilir. +Servet denilen şey! İşte böyle zamanlarda sahibini aziz +eyler. Meşhur sözdür “Ak akçe kara gün içindir” derler. insan +hayatında böyle kara günlere ancak bir kere tesadüf eyler. +Ey kesesi az çok din kardeşlerine müsaid olan İslamlar: +Emvalinden ailesinden haberi olmayan şu gariblerin yalnız +örtü ve bitten halasları için birer kat çamaşıra olan ihtiyaçlarını +tehvin için her müslüman elinden geldiği kadar gayret +eylesin. +Cenab-ı Hak bi-payan olan hazinesinden verdiği ni’meti +bu gibi fevkalade ahvalde esirgemeyenlere yüz mislini bin +mislini vereceğini va’d buyuruyor. Ve’l-hasıl biz Bulgaristan +müslümanları bu mağdurine karşı bigane kalmayıp mümkün +olduğu kadar yardım edecek olursak vazife-i insaniyye +ve İslamiyyemizi ifa etmiş oluruz. +JAPONYA’DAN BİR NİDA-YI İTTİHAD +Japonya’nın payitahtı olan Tokyo’da intişar eden Uhuvvet-i +ğı bir makalede şöyle diyor: +“Avrupa türlü türlü hilelerle vesilelerle İslam memalikine +hücum ediyor İslam milletleri arasına muhtelif suretlerle +nifak ve tefrika sokuyor; Avrupa matbuatı da İslam ve +alem-i İslam hakkında bol bol garazkarane neşriyyatta bulunuyorlar.” +Uhuvvet-i İslamiyye garbın bütün insafsızca tasalludatını +sayıp döktükte sona: +“Artık bütün müslümanlar Osmanlılar İranlılar Afganlılar +Hindliler… ittihad etmelidirler. Avrupa’nın evlere musallat +olan haydudları andıran bu savlet-i bağıyanesine karşı +bundan başka çare yoktur. Bugün bütün müslümanlar yegane +bab-ı necatımız olan Hilafet-i İslamiyye’nin geçirmekte +olduğu halleri endişelerle telakkī ederek onun etrafında toplanmaya +çalışmalıdır.” +Diyerek sözü kesiyor. +Yüz milyon İslam’ı ribka-i +esaretinde tutan bir devletin payıtahtında in’ikad etmekte +olan sulh konferansı on günden beri munkatı’ olduğu halde +murahhaslarımız hala orada pinekleyip durmaktadır. Ehl-i +Salib murahhaslarının istiskallerine bile ma’ruz kalmış iken +hala o ka’be-i halaskariden ayrılamamaları pek derin bir +lah’dan ve kendinden başkasından meded beklemek yakışmaz. +Yaşamak kuvveti varsa tevfik-ı ilahiyi te’min etmişse +yaşar; yoksa mahv olur gider. Bu bütün milletler için de +böyledir. Sünnet-i ilahiyye kanun-ı fıtrat bunun bir üçüncü +yolunu göstermemiştir. Dünkü telgraflar Sir Edvar Grey’in +hatır-ı şerifi için murahhaslarımızın te’hir-i azimet ettiklerini +bildiriyorlardı. Bugün bunun yarın ötekinin hatırı için günler +geçip duruyor. Edirne için ise leyte le’alle ile geçen her +gün bir hayata bedeldir. Gün geçtikçe eyyam-ı ma’dude-i +hayatı son nefese doğru koşuyor! Ehl-i Salib’in maksadı da +bu olduğu için Sulh Konferansı Süfera Konferansı diye millet-i +Osmaniyye ve ümmet-i İslamiyye’nin hükm-i i’damını +sonra şimdi de kelimelerle oynamaya başladılar: “İnkıta’” +değil imiş de “ta’til” imiş. Öyle ya bütün Avrupa düvel-i +Na +sarası kendilerine zahir oluyorken kurşun gülle sarfına; +can fedasına ne hacet! Düvel-i müttefika bu sigortalı hücumlarıyla +alabildiklerini aldılar alamadıklarını da düvel-i +muazzama sulhen kendilerine takdim edecek. İşte şimdi düvel-i +müttefika bakī emellerinin te’min-i husulünü babalarının +satur-ı siyasetlerine terk ederek kemal-i emn ü istirahatle +yan geliyorlar. Biz ise kendi ellerimizle seng-i mezar-ı millete +hakkettiğimiz +kitabesinin yeşil mi +kırmızı mı diye boyanacak rengini ta’yin etmekle meşgulüz. +Merd milletler ölürken bile şan ile ölür; biz ise yaşarken de +zillet içinde ölürken de zillet içinde. Mes’uliyetsiz hey’et-i +Bosna ve Hersek +Nizamnamesinin ikinci maddesinde muharrer +olduğuna göre: “Cem’iyetin maksad ve vazifesi bütün Bosna-Hersek +ulemasını yekvücud ederek kuva-yı müctemi’a-i +husus maarif-i diniyyenin tevsi’ine hissiyat-ı İslamiyye’nin +takviyesine vezaif-i diniyyenin icrası babında teşvikat-ı lazime +zaman ve mekan ve ale’l-husus cehalet saikasıyla ahali-i +ref’ine çalışmak ve bir de şubban-ı İslamiyye’ye yek-nesak +ve ruh-ı İslam’a muvafık ta’lim ve terbiyenin verilmesi ve +sı +nıf-ı ulemanın menafi’ ve haysiyetlerini muhafaza ve ilmiyenin +layık olduğu dereceye te’ali eylemesi hususuna sa’y ü +gayret eylemektir. +Bundan maada cem’iyet azasından fakīr olup bir guna +tekaüde mazhar olamayanların eytam ve eramiline mu’avenet +edeceği gibi fevkalade hallerde bizzat bu gibi a’zasına da +dest-i mu’avenet uzatacak ale’l-husus mekatib-i hususiyye +ve mekatib-i umumiyye muallimlerinin ve bilcümle eimme +ve müderrislerin terfih-i halleri için bilcümle vesait ile çalışacaktır. +Cem’iyet cem’iyet-i ilmiyye olarak hiçbir fırka-i siyasiyyeye +mensub olmamakla beraber Bosna-Hersek ehl-i İs +lam’ı hakkında faideli gördüğü ara ve teşebbüsatı –hangi +ta +rafdan çıktığını nazar-ı i’tibara almayarak– tervic etmeyi +va +zife bilecektir. +husule gelmesi için cem’iyet: Evvela: Naşir-i efkarı olmak +makalat-ı müfide ve lazım gelen nesayihi muhtevi bulunmak +üzere bir mecmu’a neşr edecek; saniyen: Dini ilmi kütüb +ve resail tab’ ve neşr edecektir.” +Tercümesi +Ey mü’minler! Kendinizden başkasını sırdaş ittihaz etmeyiniz; +onlar sizi fesada vermek sizi mahv u perişan etmekte +güçlük çekmezler; onlar daima helakinizi zarar-ı şedid ve +meşakkat-i azime içinde bulunmanızı temenni ederler; artık +size olan buğz u adavetlerinin şiddeti ağızlarından taşan +kelamlarından anlaşıldı ma’ahaza kalblerinde gizledikleri +husumete nisbetle bu pek ehvendir; eğer düşünüyorsanız +bu hakīkati pek çok ayat ve alamat ile size bildirdik. +* * * +’ den me’huzdür; vech-i batın demektir. +Nasıl ki vech-i zahire de “zıharet” denir. Burada kendilerine +esrar tevdi’ olunacak; millet-i İslamiyye’nin şuunu muhafaza-i +hukūku düşmanlarına mukavemetleri hususunda re’yleri +ve amelleriyle istiane olunacak kimseler demektir. +“ min gayriküm” demektir. ’ den müştaktır; +za’f ve taksir ma’nasınadır. ’ in ma’na-yı aslisi hayvana +arız olarak onu alam ve ıstırab içinde bırakan fesaddır; +da icra-yı te’sir ederek musab olan kimselerin ihtilal-i +şuurunu mucib emraz gibi. meşakkat-i şedide; +buğz-ı şedid. +* * * +Ayet-i kerime Al-i İmran Suresi’ne mensubdur; sebeb-i +nüzulünde ise müfessirin-i kiram ikiye ayrılmışlardır. İbni İshak +Abd bin Humeyd allame-i müfessirinden İbni Cerir’in +yet-i İslam’da; İslamiyet’in en şiddetli düşmanı olan Yehudiler +lamiyet’in mahv u izmihlali için çalışan münafıklar hakkında +nazil olmuştur. Ecille-i müfessirinden İmam Fahrüddin-i Razi +hazretleri de şöyle diyor: Bu ayet-i kerime müslümanların +düşmanı olan umum kafirler ile münafıklar hakkında nazil +olmuştur; ayetin ma-ba’dinin münafıklara muhtass olması +evvelki ayetin umumuna münafi değildir. Çünkü bir ayetin +evveli am ahiri has olduğu vakit ahirin hususu evvelin +umumuna mani’ olmayacağı usul-i fıkıhda musarrahdır. +Müte’ahhirin-i müfessirinden Muhakkık-ı Şehir Mısır Müftisi +merhum Şeyh Muhammed Abduh hazretleri de ayetin sebeb-i +nüzulü hakkında İbni Cerir’in kavlini ihtiyar etmişlerdir. +Biz sebeb-i nüzulünün has yahud am olduğuna bakmayarak +yalnız ayet-i kerimenin tarz-ı ifadesine nazar-ı dikkati +celb etmek istiyoruz. +Bu nass-ı ilahi mü’minleri kendilerinden başkasını sırdaş +tevdi’ etmekten nehy ediyor; bununla beraber esrar +tevdi’ olunması caiz olmayanların kimler olduğunu da +evsaf-ı celilesiyle izah buyuruyor. Bu evsaf-ı celile ister +“bitane”nin sıfatı olsun isterse makam-ı ta’lilde bulunsun +herhalde esrar tevdi’ olunması caiz olmayan kimseleri +beyan ediyor. +decek +olursa bütün mahlukat üzerinde cari ve herkesce ma’lum +olan pek bedihi bir hakīkat-i kat’iyye takrir ettiğini anlamakta +hiç güçlük çekmez. Çünkü mahlukat üzerinde cari +olan en tabi’i bir kanun varsa o da bütün mahlukatın daima +hem-cinsini hem-meşrebini hem-mesleğini sevmesidir; her +mahluk mutlaka kendi cinsine meyl ve muhabbet eder; bunun +kadar tabi’i bir şey olamaz. +Bütün mahlukat böyle olunca eşref-i mahlukat olan insanda +bu hasletin daha ziyade olacağı vareste-i izahdır. insan +daima hem-cinsine hem-mezhebine… meyl eder; onların +menafi’i için çalışır. insan hem-mezhebini bırakıp da +kendisine külliyen mugayir olan kimselerin amaline hizmet +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +etmek için mutlaka hayvaniyet derekesinden dun bir mertebede +bulunmak lazımdır; kanun-ı fıtrat namus-ı tabiat behemehal +bunu icab eder. +hakīkat budur. Çünkü bu ayet diyor ki: Ey mü’minler dindaşlarınızı +bırakıp da a’da-yı dininizi mahrem-i esrar ittihaz +etmeyiniz! Onlar daima hem-cinslerinin menafi’ine çalıştıklarından +sizi mahv etmek için ellerinden gelen her hiyanet +ve ihaneti yapmaktan bir an geri kalmazlar… +Hücec-i ictima’iyyenin en kuvvetlilerinden olan şu nass-ı +ezeli hey’et-i ictima’iyye-i beşeriyyenin ne gibi avamil ve +müessiratın taht-ı te’sirinde idame-i hayat edebileceklerini +ne gibi esbabın sevkiyle vadi-i izmihlale yuvarlanacaklarını +pek sarih bir lisan pek kat’i bir ifade ile beyan ediyor. Yaşamak +mevcudiyet-i milliyyesini muhafaza etmek isteyen +milletler; daima kanun-ı fıtratın nevamis-i tabiatin ahkamına +tevfik-ı hareket etmek mecburiyetindedirler. Kanun-ı +fıtrattan inhiraf eden milletler daima mahkum-ı inkırazdır; +bakınız müfessirin-i müte’ahhirinden bütün dünyaca ilm ü +Şeyh Muhammed Abduh hazretleri nasıl düşünüyor: +“Diyorlar ki: Memleket devlet muhkem kalelerle müd +hiş istihkamlarla muntazam ordularla son sistem esliha-i +nariyye ile muhafaza olunur. Evet biz de teslim ederiz ki +memleketi devleti sıyanet için herhalde bunlar elzemdir; +bunlara malik olmayan bir millet yaşamak hakkını haiz +değildir. Fakat şu hakīkat de unutulmamalıdır ki; lüzumu +zaruri olan bu kal’alar bu istihkamlar bu esliha-i cedide +kendi kendine ne memleketi muhafaza edebilir ne de devleti +tehlikeden kurtarabilir.” +Bunların memleketi devleti muhafaza edebilmesi için bir +şart vardır ki o da lüzumu zaruri olan bu gibi levazımat-ı +harbiyyeyi sulh ve müsalemet zamanlarında hüsn-i muhafaza +muharebe zamanlarında da hüsn-i suretle isti’mal edecek +tecrübe-dide re’y ve hikmet sahibi vatanperver zevat-ı +muktedire adam akıllı me’murlar elinde bulundurmaktır. +Hatta bu kadar da kafi değildir; bununla beraber memleketin +şuununu umur-ı dahiliyye siyaset-i hariciyyesini tedvir +refah ve sa’adet yollarını te’min bina-yı mülkü kavaid-i +adl üzerine terfi’ ra’iyye-i devleti hudud-ı şeriat önünde +tevkīf sonra da memleketin memalik-i saire-i ecnebiyye ile +olan; revabıt-ı siyasiyye ictima’iyye iktisadiyyesini murakabe +altında bulundurup aralarında olan münasebatı muhafaza +hatta memalik-i saireye karşı memleketin siyasetini en +yüksek bir mevki’e çıkaracak hazm ve tedbir erbabı maharet +ve dirayet ashabı bir takım rical-i muktedire lazımdır. +Lakin bu vezaif-i mühimmeyi herkes ifa edemez; bunu +kalbi vatan muhabbeti ile bütün evlad-ı vatana karşı şefkat +ve merhametle memlu olmalı; hamiyyet-i vataniyye nefsinde +daraban etmeli; mesalih-i mülke temas edecek en ufak +bir zararla kendisi elem-nak olmalı. Eğer memleketin umur-ı +kelimesi yerine sehven yazılmıştır. +dahiliyye siyaset-i hariciyyesi kendilerine tevdi’ edilen kim +selerde yukarıda ta’dad olunan sıfat-ı fazıla bulunursa o vakit +vezaif-i mevdu’alarını layıkı vechile ifa ederek onu halelden +sıyanet ederler. +taracak buruc-ı müşeyyede kıla’-ı meni’a kuvve-i galibe +ancak bu evsaf ile muttasıf olan rical-i hükumettir. +Herhangi bir memlekette bulunan hakim vali mutasarrıf… +mülhakata birer mektup yazarak oradan hiç zahmetsiz +bir çok asker iane… cem’ etmeye muvaffak olabilir; +fakat bunu yapmak için yukarıda ta’dad ettiğimiz evsafın +bulunması kendi zarurat-ı hayatiyyesi kadar memleketin +dahiliyye siyaset-i hariciyyesi kendilerine tevdi’ edilecek +kimseleri intihab hususunda kanun-ı fıtrata ittiba’ namus-ı +tabiate müra’at etmek de lazımdır; çünkü alem-i insanide +vukū’ bulan her nevi’ hataların esbabı nazar-ı tedkīkten geçirilirse +mutlaka kanun-ı fıtrattan meyl mahlukattaki sünnet-i +tezahür eder. +Gayr-i kabil-i teğayyür olan kanun-ı fıtrat bize gösteriyor +ki: Bir insanın vatana evlad-ı vatana olan muhabbeti +şefkat ve merhameti o kimsenin vatana olan merbutiyeti +nisbetinde olur; evlad-ı vatan içinde rüsuh bulmuş bir asla +malik onlar ile cinsiyet meşreb mezheb alakasıyla +kaynamış olan kimselerin vatana karşı olan muhabbeti ile +bu nisbette alaik-ı vataniyyesi olmayan kimseler elbette +müsavi olamaz. +Binaenaleyh memlekette veliyyü’l-emr üzerine vacib +olan bir şey vardır ki o da iş tevdi’ edeceği kimse ya la +yetezelzel bir cinsiyet ile veliyyü’l-emre memleketine merbut; +daima evlad-ı vatanın sa’adetinden başka bir şey düşünmediği +cihetle her vechile onların hürmet ve muhabbetini +tevkīr ve ihtiramını kazanmış bir kimse olmalı; veyahud +böyle bir cinsiyet ile beraber veliyyü’l-emr olan zat ile de +“din” de ictima’ etmeli. Veliyyü’l-emrin bu iki kimseden başkasına +din ve cinsiyettir ki her me’muru menafi’-i mülk ü millete +bütün samimiyet-i ruhiyyesiyle rabt eder. +Ecanibe gelince: Onlar sahib-i mülke ne dinen ne de +cinsen muttasıl merbut olmadıklarından onların memlekette +bulunmaları bir evde bulunan ecir gibidir. Bir ecirin +düşüneceği şey yalnız istifa-i ücrettir. Ev bir takım felaketten +masun kalmış yahud sel alıp götürmüş yahud hareket-i +arzdan müte’essir olmuş o bunları düşünmez. İşte memlekete +alaik-ı cinsiyye alaik-ı diniyye ile merbut olmayan ecnebiler +de böyledir. Onlar yalnız kendi menafi’-i hasiselerinin +te’minine bakarlar; cinsen dinen merbutiyetleri olmayan +bir memleketin ne olup ne olacağını kat’iyyen düşünmezler +düşünemezler. Memleket nasıl olursa olsun; fakat elverir ki +kendilerinin menfa’atleri muhtel olmasın. Ecanibin bir evde +bulunan ecire benzemeleri de vazifelerinde sadık olmalarıyla +mukayyeddir; vazife-şinas olmayanlar ise bir ecir kadar +da bu memleketi düşünemezler. Çünkü onlar işlerini bitirdikleri +gibi doğruca vatan-ı aslilerine gideceklerinden daima +mensub oldukları vatanın şuununu hem-cinslerinin menafi’ini +düşünürler. Bu memleket evc-i izzete tereffu’ edecek +yahud esfel-i safilin-i zilleti bulacak devlet millet ınkıraz vadilerinde +sürüklenecek onlar buralarını hiç nazar-ı i’tibara +almazlar. Onlar bulundukları yerde daima mensub oldukları +milletin menafi’-i siyasiyye ve iktisadiyyesini temhid ve tervic +nibin hali de tamamen böyledir; gerek doğrudan doğruya +kendi menfa’atleri için memalik-i İslamiyyeye koşanlar gerek +birisinde sadakat görülmüyor; onların hepsi daima İslamları +aldatmak İslamlara hiyanet etmek onların arasında fitne ve +fesad koparmaktan başka hiçbir şey düşünmezler.– Bu hakīkati +görmemek için kör işitmemek için sağır olmalı. +Her kim ümem-i maziyenin ahvalini bize temsil mahlukatta +şuun-ı ibadı tasrifde cari olan sünnet-i ilahiyyeyi +hikaye eden tevarihi tetebbu’ ederse görür ki: Bir devletin +terakkī ve te’ali etmesi daima umur-ı devlet ve milleti; vatan +ve millete sadık efrada tevdi’ etmesi sayesinde olduğu +gibi; mahv u izmihlal uçurumlarına sürüklenip gitmesine de +unsur-ı ecnebinin vatan ve millete merbutiyet-i tammesi olmayan +yabancıların devletin mehamm-ı umurunda yüksek +yüksek me’muriyetlerde istihdam edilmeleri sebeb olmuştur. +Bu her devlette harab ve izmihlal alametidir; hususiyle +o mehamm-ı umurda istihdam olunan ecanib ile devlet +arasında birçok zamandan beri münafese ve rekabet olup +bununla kanları mezc olunmuş tinetleri acin haline gelmiş +bulunursa o zaman izmihlal daha seri’ olur. +Evet bazı ahlak ve secaya-yı tabi’iyyede avarız-ı hariciyye +sebebiyle fesad arız olduğu gibi ebna-yı din ve milletin +hamiyyetinde za’f u fütur hasıl şefkat ve merhameti üzerine +noksan tari olur; bunun neticesi olarak e’azım-ı ümmetin +mesalih-i memlekete ihtimamları tenakus eder. Eğer ulü’lemr +olan zat da bunları hakkıyla ifa-yı vazifeye sevke kadir +olamazsa o zaman bu rical-i millet menafi’-i hususiyyelerini +feraiz-i amme üzerine takdim ederler. Binaenaleyh ümmetin +nizamında halel vaki’ olarak fitne ve fesad zuhur eder. Fakat +bu suretle hasıl olan zarar memleketin mehamm-ı umurunda +ecnebileri istihdam etmek yüzünden vukū’ bulan zarar u +ziyandan pek hafif telafisi ondan pek kolaydır..! +den de bilhassa ümera-yı müslimine teessüf etmek için kendimizde +bir hak görüyoruz: +Zira bugün ümera-yı müslimin bütün umur ve hususlarını; +kitabet idare himaye gibi her işlerini ecnebilere teslim +bilcümle hususda onları tevkil etmişlerdir. Hatta bu kadarla +da iktifa etmeyerek evlerinin içindeki hususi hizmetleri +bile ecnebilere tevdi’ ettiler. Fakat bu ecnebilerin memleketlerine +olan hırs ve tama’ları anlaşılarak mürebbileri olan +ecanib ile müslümanların cenk etmek zamanı pek yakındır. +Çünkü bit-tecrübe ma’lum olmuştur ki: Bunlar daima emakelimesi +yerine sehven ya +nete hiyanet i’zaz olundukça ihanet ihsana isaet tevkīre +tahkīr ni’mete küfran lokmaya tokat kendilerine mümaşat +edenlerin üstüne çıkmak yaklaşmak arzu edenlere kaçmak +Ey ümera-yı şark ey ümera-yı müslimin! Nakz u teğayyürden +masun olan ahkam-ı ilahiyye ile tedeyyün edecek +zaman hala gelmedi mi? Ey müslüman ümerası! His ve +vicdanınıza müracaat edecek zaman hala mı hulul etmedi? +Havadis-i eyyamın irşad mesaib-i zamanın delaletiyle +amel edeceğiniz vakit gelmedi mi? Hem kendi eliniz hem +de a’danızın elleriyle evlerinizi tahrib etmekten vazgeçmek +zamanı yaklaşmadı mı? +Ey ümera-yı ızam; şurasını yakīnen biliniz ki siz onları +ne kadar sevseniz onlar sizi o nisbette tahkīr ederler. +[ ] “Artık şimdiye kadar +ta’kīb ettikleri yalanın ne olduğunda hiç şüphe kaldı mı?. +Ey ümera-yı İslam! Biraz da evlad-ı vatan ihvan-ı dininize +doğru müsara’at ve mübaderet ederek ecanibe gösterdiğiniz +teveccühün birazını da onlara çevirin; en azim hayr +ve menfa’ati en büyük yardımcıyı evlad-ı vatan ihvan-ı +din içinde bulacaksınız. Artık bundan sonra olsun sünnet-i +tulmak o esfel-i safiline bir daha yuvarlanmamak için evamir +ve nevahi-i Sübhaniyyedeki hikmet-i baliğaya müra’at +ediniz! Bu felaketlerin esbabını hala görmediniz mi? Anlamadınız +mı? Hissetmediniz mi? Bu gaflet bu basiretsizlik ne +zamana kadar devam edecek? +Aksekili Ahmed Hamdi +Din-i İslam’ın te’sis ettiği mes’uliyet –her akl-ı selimin +bila-tereddüd kabul edeceği– mes’uliyet-i şahsiyyedir. Hiçbir +kimse diğerin amelinden mes’ul olmaz. Muahaze ve itaba +uğramaz. Bundan dolayıdır ki din-i İslam aba ve ecdadın +ma’siyetinden evlad ve ahfadın mes’ul olmasını mutazammın +olan ma’siyet-i asliyye Péché originel nazariyesini pek +açık reddediyor. Atideki ayat-ı kerimeyi bir kere okuyalım! +– +“ = Günah işlemek şanından +olan hiçbir kimse diğerin günahını yüklenmez.” +Sure-i Zümer ayet Sure-i Fatır ayet Sure-i En’am +ayet Sure-i İsra ayet . +– +“ = Sen +onlara de ki: “Allah’a ve Resulüne ita’at ediniz eğer i’raz +ederseniz Resulün emr-i tebliğde kendisine tahmil olunan +mes’uliyet ancak kendisine emr-i ita’atte de size tahmil +olunan mes’uliyet ancak size raci’dir. Maamafih eğer ona +Onun vazifesi yalnız açıkça tebliğ etmekten ibarettir.” Sure-i +Nur ayet +– +“ = Ey iman edenler! +Siz kendinize bakınız. Siz hidayet yolunda olduktan sonra +dalalette kalanların sapıklığından size zarar gelmez. Hepinizin +merci’i Allah’dır. Yaptığınız şeyleri işte o zaman size birer +birer o bildirir.” Sure-i Maide ayet . +– +“ = Ey nas! Rabbinizden sakınınız. +Öyle bir günden de korkunuz ki hiçbir peder evladına bedel +hiçbir mükafat ve mücazata ma’ruz kalmaz. Hiçbir mevlud +de kendi pederinden dolayı hiçbir mükafat ve mücazat görmez.” +Sure-i Lokman ayet . +– +“ = İşte onlar gelip geçmiş bir ümmettir. Kazandıkları +kendilerine sizin de kazandığınız kendinizedir. Onların +yapmış oldukları şeylerden de siz mes’ul olmazsınız.” +Sure-i Bakara ayet . +Din-i İslam mes’uliyetin bir kimseden diğer kimseye +ta’diyesini yalnız işlenilmiş amelin hayır ve şerrin başkasına +sari olmasına kasr ediyor ki bundaki isabet de muhtac-ı izah +değildir. Sure-i Nahl’in . +ayet-i kerimesinde: +– +“ = Ta ki onlar kıyamet gününde kendi +günahlarını kamilen yüklendikten maada bir de anlamadan +dinlemeden ıdlal ettikleri kimselerin günahlarını yüklensinler. +Böylelerinin günahı ne fena günahdır!” buyuruluyor. +Kezalik bir hadis-i şerifde: +“ = Her kim iyi bir adet ihdas ederse hem bu sünnetin +ecrine hem de ümmet onunla amil oldukça onların ecri +mikdarınca ecre nail olur. Her kim de fena bir adet ihdas +ederse kıyamet gününe kadar hem kendi amelinin günahına +hem de onunla amil olanların günahına giriftar olur.” +buyuruluyor. +Diğer bir hadis-i şerifde de: +“ = Ademoğlu +öldüğü vakitte ameli münkatı’ olur. Yalnız üç şeyde +münkatı’ olmaz. Biri sadaka-i cariyye ya’ni köprü mescid +hastahane mektep ve emsali hayrat diğeri kendisinden +eden bir veled-i salih.” +Diğer bir hadis-i şerifde de +“ = Hayra delalet eden kimse o hayrı işleyen +şerre delalet eden kimse de o şerri işleyen gibidir.” diye varid +olmuştur. +Görüyorlar ki gerek zikrolunan ayet-i kerime ve gerek +müte’akıben irad edilen ehadis-i nebeviyyenin hiç birinde +başkasının ameliyle müsab veya mu’akab olacağı gösterilen +kimseler esasen amelden hali değildirler. Her birinin +kendilerinden başlayıp ahara te’addi ve sirayet eden birer +amelleri vardır. Bir kere kendilerinden mes’uliyet-i zatiyyeleri +tahtında sadır olmuş birer fi’l-i hayr ve şer vardır. Sonra bu +fi’iller birini hayra sevk etmek birinin iktisab edeceği hayra +mani’ olmak bir sünnet-i hasene veya şeye ibda’ etmek +ta’lim-i ilm etmek ba’de’l-mevt payidar olacak bir sadaka-i +cariyye te’sis etmek a’mal-i hayriyyesi başkalarına sari bir +evladın hüsn-i terbiyesine i’tina etmek gibi şeyler olduğuna +nazaran nef’ ve zararları bittab’ çok zaman temadi ediyor. +Binaenaleyh bu nef’ ve zarar temadi ettikçe onlara müterettib +sevab ve ıkabdan yani mes’uliyetten münşi-i evvellerinin +de hissedar olması pek tabi’idir pek muhıkdır. +“ Biz onlara +vardı!” +Ne yaptım? Yaptığım şeyler serapa züll ü hüsrandı; +Basiretler akıllar bir dalal-i hisle doğrandı; +Fezail fitnelerden fışkıran yangınla hep yandı. +Hakīkat batılın sehpa-yı i’damında sallandı +Görenler baktı geçti hakkı yükselmiş güler sandı. +Çalışmak oldu çokdan herkesin merdud u menfuru. +Niçin uğraşmalı tağyire imkan var mı makduru? +Yazılmış alna: insan tali’in makhur ve mağduru; +Bu dünya istemezmiş öyle çokluk merd-i gayyuru; +Ne yapsın çare yokmuş… Bekliyorlar galiba “Sur”u! +Bütün efkarımız a’malimiz dinden uzak düştü +Dalaletler fezahatlerle hem-akdam olup üşdü. +Sadakat istikamet ağlamış dünyaya küsmüştü. +Ta’affüf inlemiş sima-yı fahşaya tükürmüştü. +Avakıb-bin olan gözler yaşarmış çünkü: Görmüştü! +Riyalar mefsedetler doyma bilmez ihtiraslar var +Vatanmış pek azizmiş… Öyle şeyden var mı hiç anlar? +“Alırlarmış olur ya isteyenler varsa: Alsınlar!” +Diyen haller tavırlar şimdi miskinlerle bir ağlar! +Yetiştin bağy-i te’dibe nihayet ey büyük Kahhar! +Nedir hürriyyet anlar zannederdik millet Allahım! +Der oldu bir de baktık dünkü erzel “Ben de bir şahım!”. +Bugün mahcubdur yükselmeden yerlerdedir ahım! +– Ne yüzle yalvarır insan da der Ya Rab özür-hahım!– +Nasıl ben rahm ü şefkat beklerim. Heyhat gümrahım. +Meğer pek dur imiş bizden evet ma’na-yı hürriyyet. +Meğer lafdan ibaretmiş bütün da’va-yı hürriyyet. +Meğer sersem edermiş bizleri enha-yı hürriyyet. +Demek beyhude olmuş hep bizim kavga-yı hürriyyet. +Senin kanunların sünnetlerin adildir ey Hallak! +Bütün münkad-ı emrin varlığım: Pür vecd ü istiğrak. +Senin ayatına mir’atdır enfüs ü afak. +Üli’l-ebsar için yokdur bütün bunlarda bir iğlak. +Sitemkarane “mü’mindir” demez la’netler eylersin. +Bak ey biçare millet artık Allah’dan ne beklersin? +Senin ehliyyetin yokken nasıl tutsun zafer versin? +Sen ey kudretli Allahım büyüksün adle rehbersin! +Sefahet sa’yi boğmuş üstelik bak sit ü şan almış +Fazilet mevki’inden düşmüş insaniyyet alçalmış +Diyanetden edebden dem vuranlar varsa abdalmış +Açılsın gözler artık çıkmasın yollar adem-gaha. +Bugün şunlardır insanı eden isal-i şehraha: +Diyanet ma’rifet san’at tenezzül etmemek caha +Yakışmaz başka haslet şimdi bir kavm-i meded-haha. +Zaman rahm etmiyor aldanmıyor bin ah ü eyvaha. +Tahammüller gerek tebdil yokdur sünnetullaha! +[ Ahzab /]. +Yine dün bir alay “olmağla bulunmağla” +gibi +Hezeyanlarla yoruldum da “Aman ya Rabbi!. +Bize ciddiyyeti ibraz edecek bir ferd yok +Varsa gönder görelim yoksa gidiş pek bom ..k” +Diye şekva ediyorken telefon vurdu: +– Alo… +– Mutasarrıflığa elkab ! yazalım mı?.. +– Ya hu?.. +– Bunu kim sorduruyor?.. +– Anlamadım?.. +– Kim soruyor?... +– Mümeyiz +bey soruyor. +– Bilmiyorum +Dur dur dur: +Mutasarrıflığa “rahmetli efendim” deyiniz. +Diyerek nakılı astım yerine bak işimiz +Kalmamış öyle ya!.. Elkabı ! düşünmek sırası?. +Oluyorken koca bir memleket el maskarası… +Eve geldim mi? O gün çektiğim alam-şedid +Piş-i çeşmimde eder her biri bir “resm-i geçid” +Geldim akşam yine müstağrak-ı derya-yı keder... +Hah na-hah okudum bir iki pejmürde eser. +Belki ta’dil-i teessür ederim zu’muyle… +Okudum; anlamadım sevdiğim asarı bile. +– Yatsıdan sonra gelinmez ama derdleşmek için +Sizi tasdi’a karar.. +– Yo… buyurun hane sizin. +Bilseniz halet-i ruhiyyemi mecnun gibiyim; +Hele anlat bakalım var mı havadis?.. +– A beyim... +Onu hiç sormayınız düştüğümüz pek mühlik: +Görünen hufreyi biz kendimiz ihzar ettik. +Gülüyor Avrupa tedkīk ederek ahvali +Yine uslanmıyoruz; hufre-i izmihlali +Muhteris ellerimizle kazıyorken elbet.. +Bırakırlar mı? Hazır ortada a’la fırsat. +– Ne desen doğru birader! Yalınız Avrupa’nın +Bize gösterdiği vaz’iyete bir “kahbe kadın” +Bile; merdane değildir.. diye ısrar etse +Böyle bir haklı sözü reddedemez bir kimse. +– Müşterek bir “nota” dostane imiş ! +– Hem ne kadar !… +Bundaki maksadı etfal-i sebak-han anlar. +Koca bir devleti tehdid ediyorlar resmen +“Hani yirminci asır” Türklere barbar ! derken + +---- +HASBIHAL +---- + +Vaktiyle Kemal’e demişler ki: +“Hayatını kurtarmak ümidiyle çarpınıp duran gah sağına +gah soluna başvuran şu zavallı millet için ilerde bir +felaket muhakkak görünüyor. Fakat acaba o devre-i felaket +ne vakit gelip çatacaktır?” +Bu suale karşı Kemal şu hikayeyi söylemiş: +“Kır serdarının biri karışık bir rüya görmüş. Gecelediği +yer de köy odası imiş. Sabahleyin uyanmış ocak başında +tabanlarını kızdıran köy kodamanlarına “içinizde düş yoracak +adam var mı?” demiş. Onlar da Halil ammiyi sağlık +vermişler. +– Ha bakalım Halil ammi şu benim düşümü yoruver. +– Hayırdır İnşaallah. +– Rabbim hayırlar versin. Bu gece altıma bir hayvan çektiler +bindim. Lakin ne idi bilmiyorum. At mı desem eşek +mi desem katır mı desem... Sürdüm gittim vakıa bir yerlerden +geçtim. Ama farkında değilim: Tarla mı desem çayır +mı desem bağ mı desem bahçe mi desem... Derken karşıma +mi desem yabancı mı desem hayırlı mı desem hayırsız mı +desem dost mu desem düşman mı desem... Uzaktan bir +karaltı belirdi. Sanırım büyücek bir yapı idi. Fakat iyi seçemedim: +Han mı desem hamam mı desem kışla mı desem +mescid mi desem. +Halil ammi zimmi gibi ümmi olmakla beraber gayet zeki +bir adam imiş. Bu “desem”lerin daha pek çok uzayacağını +görünce takati kalmamış: “Anladım oğlum anladım. Allah +senin belanı verecek. Çünkü bu gidiş onu gösteriyor! Ama +bugün mü desem yarın mı desem yoksa öbür gün mü desem... +orasını kestiremeyeceğim!” demiş. +* * * +Hikaye o kadar açık ki: Hiç izaha tahammülü yok; bizim +halimize o derecede uygun ki: Daha iyisi bulunamaz. +Evet mesleksizliğin basiretsizliğin bu mertebesi insanı +felaket uçurumundan başka bir yere götürmez. Kullandığı +vasıtayı geçtiği yolu karşısına çıkan adamı tanımayan hatta +tanımak lüzumunu duymayan; rast gelen yolu tutmakta +rast gelen gayeye doğru yürümekte tereddüd etmeyen kır +serdarı kafalı bir millet için akıbet hayırlı çıksaydı yanlış bir +FEZAİL-İ CİHAD HAKKINDA +MÜELLEFAT-I OSMANİYYE +Cihad ki tahakkuk-ı vücubunda her mü’min için bir emr-i +ma’rufdur; bunun fezaili hemen herkesçe icmalen ma’lum +hükmündedir. Ancak gazevat ve şehadete müteallik akaid-i +mukaddesenin te’sir-i lahutisiyle haiz-i şeref-i giran-baha +olan cihad ne gibi ahvalde farz-ı kifaye ve hangi hususatta +farz-ı ayndır? Sebeb ve hikmeti nedir? İstita’at-i bedeniyye +ve maliyyeye malik olanlara emr eylediği vezaif-i iştirakiyye +edeceği mehasin ve mesubat neden ibarettir? Bunlardan +ve ukūbat ne dereceye kadar varabilir; az çok bu ahkama +teşmil-i vukūf edilmek elzemdir. Ayat-ı kerime ile memduh-ı +olan cihad; din namus ve vatan gibi revabıt-ı mu’azzezenin +hıfz u te’yidine müteallik olduğu için ehl-i imanın o ahkamı +reva görülemez. Mes’ele-i cihada dair dermiyan edilecek +bir bahis irad olunacak bir kelam lisan-ı kudret olan ayat-ı +kerime-i Kur’an iyye’den iktibas-ı feyz edilmek ve naşir-i +hikmet bulunan ehadis-i celile-i Risalet-penahi’den istinare +olunmak suretiyle mevzu’ ve gayesinin ulviyyeti nisbetinde +müzeyyen ve müdellel olur ise maksud olan te’sir-i beliği +husule gelir. Bunun hasiyet-i müessiresi en ziyade irad-ı +nutk u hitabetle teşrih-i mezayasına girişildiği vakit ru-nüma +olur. Sair furuzat-ı İslamiyye gibi farz-ı cihad hakkında da +öğrenilmesi vücub-ı kavi derecesinde bulunan ma’lumat ve +vezaif-i meşru’anın neşr u ta’mimi ne mertebe muhassenat-ı +aliyyeyi da’i olacağı vareste-i tasvirdir. Binaenaleyh rical-i +hasde mündemic ahkam ve dekayık-ı kudsiyyeyi kulub-ı +mü’minine nakş u ilka edecek surette şerh ve tebyin eylemeleri +arada sırada ihtilas-ı vakt ile bu babda te’lif-i asar ile +de ta’mim-i fevaid etmeleri hakīkaten bir vecibe-i hamiyyet +ve diyanettir. Gerçi hukūk-ı düvelde hukūk ve icabat-ı harbe +dair mebahis-i mühimme mevcud ise de herkesin bunlara +tahsil ıttıla’ etmesi muhal ve mes’elenin maddi ve ma’nevi +aksamı hakkında kütüb-i fıkhiyyede ve bazı resailde münderic +ebhas ve ma’lumat-ı mütenevvi’a ve vecaib-i diniyye +ve vataniyyenin idrak ve ihatasına ve semerat-ı mübeccelesinin +te’min-i husulüne hakkıyla hadim olacağı bir burhan-ı +zi-kemaldir. Hazain-i asar-ı Osmaniyye’den müstefid +olduğum sırada müellifin-i Osmaniyyemizin ulum ve fünunun +her kısmında tetebbuat ve neşriyyat-ı irşad-karanede +bulundukları gibi emr-i cihad hakkında da icra-yı ta’mikat +ve tetebbuattan geri durmamak ve bu babda da ahlafa bir +hayli asar-ı güzide bırakmak[mış] olduklarını nazar-ı şükran +ve minnetle gördüm. Bunların tedarik ve mütalaası ihvan-ı +dinin tezayüd-i istifadelerine ve bu mebhasde daha ziyade +tenvir-i efkar ve güftar etmelerine medar olur mülahazası +zihnime tebadür etti. Binaenaleyh bunların müellifleriyle beraber +ber-vech-i zir arz-ı esamisini lazıme-i kadr-şinasi ittihaz +eylerim. +. Tercüme-i Siyer-i Kebir ’de Aydın’da vefat eden +Hoca Münib Efendi tarafından tercüme olunan bu eser-i +ali ve cesimin ekser-i mündericatı fezail-i cihad ile buna aid +mevadd-ı lazımeden bahis olup matbu’dur. +. Risale-i Fezail-i Cihad: ’de İstanbul’da vefat eden +Hatib-zade Muhyiddin Efendi tarafından müellefdir. +. Risale-i Fezail-i Cihad: ’de İstanbul’da vefat eden +Kirmastili Yusuf Efendi tarafından müellefdir. +. Risale-i Fezail-i Cihad: ’da Hicaz’da vefat eden +Manastırlı Kadi Mahmud Efendi tarafından müellefdir. +. Risale-i Fezail-i Cihad: ’de Mısır’da vefat eden +Konevi Nuh Efendi tarafından müellefdir. +. Mühimmatü’l-Gazi fi Meyadini’l-Megazi: Alay Müftisi +Kayseriyeli Mehmed Fikri Efendi tarafından müellef olup +matbu’dur. +. Risale-i Fezail-i Cihad: ’de İstanbul’da vefat eden +Gümüşhaneli Hacı Ahmed Efendi tarafından müellef olup +matbu’dur. +. Neylü’r-Reşad fi Emri’l-Cihad: ’da tarik-ı hacda +vefat eden Mirza-zade Salim Efendi tarafından matbu’dur. +. Fezail-i Cihad: ’de Dersaadet’de vefat eden Şair-i +meşhur Abdülbakī Efendi tarafından +. Rayatü’n-Nasr ve’l-İrşad: ’de Köstendil’de vefat +eden Müfti Mehmed Şem’i Efendi tarafından +. Seyfü’l-Cihad fi Nasri’l-İbad: ’de Dersaadet’de +vefat eden Edirne Müftisi Mehmed Fevzi Efendi tarafından +matbu’dur. +. İmadü’l-Cihad-Fezailü’l-Cihad: Derviş Ali bin Mustafa-yı +Bosnavi tarafından müellefdir. +. Nehcü’r-Reşad fi Emri’l-Cihad: Müfti Ahmed Hıfzi +Efendi tarafından matbu’dur. +. Teşvikatü’l-Ciyad fi’l-Gazv ve’l-Cihad: ’da vefat +eden Abdürrezzak bin Abdülfettah-ı Ladikī tarafından +. Fezail-i Gaza-Menakıb-ı Cihad: Ali Galib Bey tarafından +matbu’dur. +. Kevkebü’l-Mes���ud fi Kevkebeti’l-Cünud: ’ +de +vefat eden Sahhaflar Şeyhi-zade Mehmed Es’ad Efendi tarafından +matbu’dur. +. Düsturü’l-Mücahidin li-izzi’d-din: Ferikan-ı kiram +müteka’idlerinden Kayseriyeli Mustafa Hilmi Paşa tarafından +matbu’dur. +. Tahrizu’l-Mücahidin: Fuzaladan Hanyalı Ahmed +Efendi tarafından. +. Risale-i Cihad-ı Kebir: ’de İstanbul’da vefat eden +Sahib-i kütübhane Carullah Veliyyüddin Efendi tarafından. +. Fezail-i Remy: İbni Ruşen demekle meşhur Şeyh Muhammed +Hatib tarafından. +. Risale-i İrşadiyye-Fezail-i Cihad: Mithat Paşa Vapuru +. Tarikatü’l-Cihad: ’da vatanı olan Mora’nın +Teb-İstefe Şehri’nde vefat eden Atina Müftisi Pertevi Ali +Efendi tarafından. +. Hikmetü’l-Garra’ fi Fezaili’l-Gaza’: Hoca Münib +Efendi tarafından. +. Terğībü’l-Mücahidin ila Nikayeti A’dai’d-din: Asr-ı +Mecid-hanide Şeyhi Alaybaşı İmam Mustafa Asım bin Mehmed. +SİROZ FACİALARI +Medeni Avrupa’nın hakkı çiğneyerek meydana çıkardıkları +Balkan piçleri yirminci asırda veliyy-i ni’metlerine Neronları +rahme getiren şeytanlara badi-i hicab olan kanlı lekelerle +mülevves bir tarih bir tarih-i feci’a-nüma arz etmekle +galiba tahdis-i ni’mete çalışıyorlar. +Medeniyetin perestişkarı insaniyetin hami-i şefikı zulmün +düşman-ı bi-emanı olduğunu her an her vesile ile +şarklılara karşı bir gurur-ı müte’azzımane ile i’lan eden Avrupa +tavrıyla muttasıl Şark’a yüklenmek Şark’ı ezmek Hilal’in +şa’şaa-i bakıyyesini de büsbütün söndürmek azm-i kat’isini +gösteriyor. +Garb’ın kürsi-i pür-ihtişamından Şark’a ders-i medeniyyet +vermek hülyasıyla dem-güzar olan bizi cehl ile barbarlıkla +ne kesif bir gayz-ı ta’assub beslediğine Salib namına açılan +şu melhame-i hunin pek suzişli bir vesile-i tezahür olmuştur. +Öyle ya! Dört gün evvel Rumeli’de –yine bu kanlı şakīlerin +teşvikıyle– zuhur eden hadiseleri müslümanlara atf +ederek bizi her gün bir suretle anid ve cebbar bir tavır ile +tehdid ve tazyik ve matbuat sütunlarında Türklere karşı en +galiz şütumlar savurmakla izhar-ı kin eden medeni Avrupa +bugün Salib namına irtikab edilen hetk-i ırzları katliamları +yağma ve tahribleri samut u sabur lal ü ebkem yalnız +temaşa ediyor ve ihtimal ki bu feci’aları temaşadan; tiyatro +sahnelerinde ma’sum mahbusini vahşi hayvanlara parçalatarak +zevk-yab olan kurun-ı maziyye insanları kadar olsun; +bir hiss-i teessür duymuyor duyamıyor. Bu feci’aları +tel’in edecek kadar hissiyat-ı aliyye ile muttasıf olan birkaç +ali vicdandan feveran eden sada-yı nefrin ise Balkanlıların +dastan-ı zaferleri hakkında mevcedar-ı i’tila olan gulgule-i +şapaş arasında sönüp gidiyor. +Bedbaht insaniyet! Sen yirminci asırda; binlerce ma’sum +çocukların tali’siz genç kızların herem-dide ihtiyarların sırtlan +yürekli bir sürü cellad elinde parçalanmasına tahammül +edecek nevha-i ma’sumini duyamayacak şeytanları ürküten +cinayetleri alkışlayacak bir dereke-i sefileye mi sukūt +etmeliydin?.. İnsaniyetperver Avrupa’nın ulvi vicdanları nerede? +Times ler Tan lar Figaro lar Daili Mail ler niçin sükut +ediyorlar. Niçin mazlumları tahkīr zalimleri tebcil etmek derekesine +düşüyorlar. +Acaba matem-zede ma’sum bir kitle-i insaniyyenin +enin-i vapesinlerini işitmemek için sımah-ı merhametlerini +sımsıkı kapamakla vicdani bir teessür olsun hissetmiyorlar +mı? Medeniyet pişdarı olduklarını i’landan fariğ olamayan +bu münevver ! insanlar ensal-i müstakbelenin huzur-ı adlinde +ne kadar vazi’ bir derekeye sukūt ettiklerini düşünerek +kızarsınlar! +Aman ya Rab! Meğer hırs menfa’at gibi alçak hisler beşeriyeti +her türlü mezaya-yı necibeden soyacak kadar bir +kudret-i sehhare gösterebilir imiş! +Meğer cihana adalet müsavat ve uhuvvet esasat-ı aliyyesini +ta’lim iddiasında bulunan bir kısım matbuat politikacılığın +pek sefil ihtiraslarıyla fezail-i insaniyye ve icabat-ı +ahlakıyyeyi çiğneyecek kadar küçüklüklere tenezzül edebilirmiş! +Hayır hayır biz bir insan olmak sıfatıyla beşeriyetin bu +kadar mülevves çamurlara bulanacağına kani’ olamıyor ve +buna inanmak istemiyoruz. Efsus ki vukū’at hergünkü cilveleriyle +bizim bu akīdemizi sarsıyor kuvvetten düşürüyor. +Maamafih yine biz muhteris menfa’at-cu Avrupa fevkinde +hissiyat-ı necibe fezail-i beşeriyye ile mütehalli bir +de mütefekkir Avrupa bulunduğuna kana’at ediyoruz. İşte +bu kana’attir ki bize şu satırları yazdırıyor. Polat kadar sert +suhur kadar bi-his olan kalbleri bile parçalayacak şena’atlerle +mala-mal bir silsile-i hunin teşkil eden Siroz fecayi’ini +bu yüksek vicdanlı insaniyetperver erbab-ı medeniyyetin +enzar-ı takbihine arz ediyoruz. +Balkan mezalimini Balkanlarda dökülen kanları yakılan +hanümanları boğazlanan ma’sum insanları Salib’in bir muzafferiyeti +şeklinde pür-gurur alkışlayan sefil politikacıların +bi-his vicdanları bu feci’ levhalardan da müte’essir olmayacağını +bilmez değiliz. +Onlar her tarafı kaplayan bu yığın yığın ecsadın nehirler +teşkil eden bu ma’sum kanlarının aç perişan sürünen bu +hiss-i teessür ve merhamet göstermeyeceklerdir. +Çünkü köyleri kasabaları vadileri yaylaları dolduran +cesedler İslam idiler. Akıtılan ma’sum kanları müslüman +çocukları İslam kadınlarıdır. Yoksullukla açlıkla hastalıkla +telef olmaya mahkum olan bu bir sürü insanlar Salib’in ribka-i +himayesinden haric müslümanlardır! +Onların yalnız müslüman olmaları kendilerinin ahkam-ı +medeniyyeden haric tutulmalarına insan sayılmamalarına +yegane ve kavi bir sebebdir. +Din-i İsa’nın tezallüm-nüma bir timsal-i şefkati olması +atılması bile bunların kin-i intıfa-na-pezirlerini söndüremedi +hala da söndüremiyor!... Balkan hükumetlerinin +hıristiyanların tahlisi ! için açtıkları bu harb-i meş’umda +ebedi bir leke olup kalmayak mıdır. Medeni Avrupa kendi +dinlerinin vesile-i zulm ü kahr olmasına daha ne vakte kadar +tahammül edeceklerdir! Bütün insanlara bir hilm-i şefakatkar +ta’lim eden bir karıncanın bile incitilmesini en büyük bir +günah suretinde gösteren Hazret-i İsa namına irtikab olunan +fazihalar şüphe yok ki cezasız kalmayacak bir gün pek müdhiş +bir aksi te’sir gösterecek bugün piramen-i Arş’a kadar +yükselen vaveyla-yı ma’sumin feza-i bi-payan içinde boş +yere sönüp gitmeyecektir. +* * * +Bu hafta idarehanemize hüviyetleri bizce ma’lum +zulm-dide iki dindaş müracaat ederek Bulgarların Siroz ve +mülhakatında irtikab ettikleri hunin feci’aların nakliyle kalblerimizi +pür-hun dimağlarımızı dağdar-ı te’ellüm eylediler. +En hain sırtlanlardan daha hun-riz olan Bulgar canilerinin +kanlı pençelerinden bir takrib kurtulup İstanbul’a gelebilmiş +olan bu bedbaht müslümanları dinlerken a’mak-ı +sinemizden kopan hıçkırıkları zabt edemeyerek şehekat-ı +elem-nakimizle onların hemdem-i eşk-barı olmuştuk. Bu +hunin feci’alar o kadar dehhaş o nisbette siba’ane bir tarzda +cereyan etmiş ki insan vicdan ve merhamet denilen +mezaya-yı beşeriyyeden büsbütün tecerrüd etmiş şeytan tinetli +yılan kalbli bu bir sürü u’cube-i mezalimle beşer namı +altında birleştiğini görerek insan olduğuna peşiman olacağı +Vatanın bedbaht bir parçasında Rumeli’nin zümürrüdin +balkanlarında adaların rengin gülistanlarında İslamların +yirminci asırda Salib namına uğradıkları bu müdhiş kahırlar +o bi-eman zulümler bütün milletin hafıza-i intikamında +daima sızlar bir ceriha halinde kalmalı ve kalacaktır. Bugün +mülevves çamurlar altında çiğnenen namus-ı milleti yarın +yükseltmek yükseltebilmek hunin pençeler arasında ezilen +ma’sum dindaşları hain canavarların mülevves kucaklarında +titreyen müslüman kızlarını kurtarmak bu zulümlerin +daraban etmeli ruhlarımız daha cevval ve hassas olmalı +damarlarımızda ecdadımızın hun-ı hamaseti daha ziyade bir +faaliyetle cevelan etmelidir. +Yirminci asr-ı medeniyetin bu feci’a-dide bedbahtları +Siroz istilasını Siroz katli’ammını bize şu suretle nakl eylediler: +Teşrinievvel’in yirmi üçüncü Salı günü akşamı Bulgarların +Siroz’a yaklaştıkları haberi bir sür’at-i berkıyye ile her +tarafa şayi’ oldu. Esasen Siroz Bulgar istilasına uğrayan +mülhakattan vürud etmiş olan muhacirin ile ma-la-mal idi. +Bu haber üzerine me’murin-i mülkiyye ve askeriyye şehri +terk ve Selanik’e müteveccihen hareket ettiler. +Bulgarların tab’-ı hun-rizlerini pek güzel takdir eden +mültecilerin naklettikleri menakıb-ı hunin ile pür-dehşet ve +hiras olan ahali o geceyi korkunç bir kabus-ı telaş içinde geçirdiler. +Ertesi Çarşamba günü anat-ı müdhişeye bir sahne-i +feci’adar olacaktı. Fi’l-hakīka o gün kan içiciliği ile meşhur +Bulgar eşkiyasından Zankof ma’iyyetindeki on beş şakī ile +Siroz’a dahil olarak şehri tesellüm etti. Zankof yerli Bulgarlarla +birlikte Çarşamba Perşembe ve Cuma günleri ahali-i +silahlar yerli Bulgar ve Rumlara tevzi’ olunuyordu. +Teşrinievvel’in . Cumartesi gün General Kovaçef +re girdiler. General şehirde bulunan müstahfız zabitan ve +efrad-ı Osmaniyye’nin hükumete celb edilmesi emrini verdi. +Bu vesile ile müsellah eşkiya İslam evlerine hücum ederek +topladıkları beş altı bin İslam’ı hapishanelere doldurdular. +Bedbaht İslamlar bu suretle hapishaneye doldurulduktan +sonra saat sekiz buçukta insaniyet için ezeli bir leke olarak +sahaif-i tarihi telvis edecek hunin safhalar başladı. Generalin +emriyle; yüz yirmi bedbaht İslam; o gün hükumet içinde +kurşuna dizildiler. General tüyleri ürperten bu kanlı manzarayı +bir zevk-ı siba’ane ile temaşa ediyor zemin-i mezalimde +al kanlar içinde çırpınan bu bedbaht şehidlerin can +çekişmelerini seyrederek eğleniyordu. Ortada hiçbir sebep +yok iken mücerred yerli şakīlerin teşvikıyla irtikab edilen bu +fazihanın kurban-ı gadri olanlar arasında henüz unfüvan-ı +şebabetine doyamamış gençler bulunduğu gibi herem-dide +ak sakallı bir çok ihtiyarlar da vardı. Sirozca ma’ruf Sarışaban’dan +Gazillili tütün tüccarı Hüseyin Efendi ile biraderi +Müderris Emin Efendi Berber Tahsin Efendi Hacı Hüsnü +Efendi-zade Haydar Efendi gibi zevat da bu miyanda zümre-i +şühedaya iltihak eylemişlerdir. +Fecayi’ bununla hitama ermedi. Bu hunin vak’a bilahare +zuhur edecek olan kanlı hadiselerin bir mukaddimesi +tevali eylemiştir. Generalin emriyle Bulgar askeri yerli Bulgarlar +kudurmuş canavarlar gibi çarşılara İslam mahallerine +hücuma başladılar. Aman ya Rab! O ne müdhiş manzara idi. +Bir kıyamettir koptu. Zavallı İslamların vaveyla-yı ma’sumini +künbed-i asmanı titretiyor canhıraş sadalar ortalığa dehhaş +bir gulgule salıyordu. Koşanlar ölenler düşenler bağıranlar +al kanlar içinde sürüklenenler kadınların nevehatı +çocukların bağrışmaları hiç evet hiçbir şey bu kudurmuş +canavarları durduramıyor müte’essir edemiyordu. Onlar +muttasıl kesiyorlar vuruyorlar öldürüyorlar parçalıyorlar!.. +Ve yine muttasıl doğruyorlardı. Aman ya Rab! O ne haldi o +ne müdhiş manzara-i hunin idi! +Bu esnada nakıl o manzara-yı müdhişeyi tekrar görüyormuş +gibi bir lerze-i nefret ve hirasla silkindi. Derin derin +le doğruldu. Müste’idd-i seyelan olan eşk-i teessür baran +misal gözlerinden akıyor ve bizi de ağlatıyordu. Ra’şedar bir +oof!... çektikten sonra yine sözüne devamla: +Evet bu öyle müdhiş bir manzara idi ki yadı bile bugün +tüylerimi ürpertiyor kalbimi parçalıyor ruhumu lerzedar +ediyor. Tarih-i beşeriyyetin silinmez bir lekesi olan bugünde +çarşıda pazarda handa dükkanda evde otelde ihtiyar +genç tesadüf edebildikleri bin iki yüz İslam’ı bin iki +yüz bedbahtı bir suret-i feci’ada doğradılar katl ettiler. Katliam +pek müdhiş pek insafsız idi. Evvelce Bulgarlar tarafından +hapishaneye tıkılmış olanlarla ötede beride; bodrumlarda +kuyularda tavan aralarında; saklanabilenlerden başka +bir ferd kurtulamadı. +Sokaklar parçalanmış doğranmış kesilmiş vurulmuş +gün sokak ortalarında kaldı. Caniler artık öldürecek kimse +bulamayıncaya kadar cinayetlerinde devam ettiler. +Fecayi’ bununla da bitmemişti. Selanik’de Yunanlılara +teslim olan efraddan olup memleketlerine avdetlerine +müsa’ade edilen dört yüz Osmanlı askeri General +Kovaçefin emriyle piyade kışlası arkasında hainane kurşuna +dizildiler. Katliam Cumartesi günü akşamına kadar bütün +Hapishaneye tıkılmış olan İslamlar mahalli Rum eşraf +ve metropolidinin şefa’atiyle Pazar günü saat dörtte tahliye +edildiler. Katliamdan sonra yağma ve tahrib başladı. Bulgar +askeriyle yerli hıristiyanlar çarşılara atıldılar. İslam dükkanlarının +kapıları kırıldı. Ne buldularsa bir habbe bırakmamak +üzere yağma ettiler. Siroz’da beş yüz kadar İslam mağazası +vardı. Kaffesi yağma edildi. Yalnız Bezzaz Mehmed ve Tuhafiyeci +Veysel Efendilerin dükkanları yağmadan kurtulabildiler. +Mehmed Efendi’nin dükkanına komşuları tarafından +haç konulduğundan ve Veysel Efendi’nin dükkanı ise içinde +bulunan Rum’un dükkanın kendisine ait olduğunu iddia +etmiş olduğundan yağmadan kurtulabilmişlerdir. +Dükkanlar yağma edildikten sonra yerli Hıristiyanlardan +her biri yanına birkaç Bulgar askeri alarak İslam evlerine +ta’arruz ve yağmaya başladılar. Hiçbir hane bu yağmadan +kurtulamamıştır. Bulgar askerleri evlerde bulabildikleri para +ve zi-kıymet mücevheratı aldıktan sonra mütebakī eşya ve +erzak yerli hıristiyanlar tarafından toplanılarak kendi hanelerine +nakledildiler. Yağma esnasında hapishaneden çıkarılan +eşraf ve ulema-i mahalliyyeden bir çokları pek feci’ hakarate +ma’ruz kalmışlardır. +Meşahir-i ulemadan vera’ ve ittikasıyla ma’ruf Topal +Ovalı Müderris Hafız Hasan Efendi’nin hanesine giren şakīler +evi tam takır soyduktan sonra mücerred İslamların en +büyük alimine en şeni’ hakareti yapmak için müşarun-ileyhin +sakallarını yoldular elbiselerini don ve gömleğe varıncaya +kadar soyarak anadan doğma çırıl çıplak yaptıktan sonra +dipçikler tükürükler altında sokak sokak dolaştırdılar. +Yine ulemadan Çilingir-zade Ubeydullah ve Mekteb-i +leri yağma olunduktan sonra biçareler süngüler dipçiklerle +bi-tab ü tüvan kalıncaya kadar darb edildiler tecavüzat-ı siba’anenin +enva’ına ma’ruz kaldılar. Sarıkları parçalanarak +boğazlarına takıldı. +El-yevm Siroz sancağı dahilinde katliamdan kurtularak +kalabilen İslamlarda yiyecek giyecek namına hiçbir şey +kalmamıştır. Hepsi aç susuz çırıl çıplak her an her dakīka +ölüme intizar ediyorlar. +Eşrafın çiftlikleri yağma edildi. Ekserisinin binalarını bile +yaktılar. Şimdi Siroz ve mülhakatında hiçbir kimse ne fes ne +de sarık giyebiliyorlar. Sokağa çıkabilenler başlarına Bulgar +şobaraları giymek mecburiyetindedir. Eşrafdan Akıl Bey +dan Müfti-zade Esad Bey Rum mu’teberanından bazılarının +hanelerine iltica etmek suretiyle tahlis-i nefs edebilmişlerdir. +Meb’us-ı sabık Derviş Bey’’i aramak bahanesiyle İslam +mahallatını süngülü Bulgar askerleri muhasara ettiler. Ve +Müfti İsameddin Efendi’nin hanesini bu vesile ile yağma +ederek eşya ve nukūd namına hiçbir şey bırakmadılar. +Bulgarlar Siroz’a girdikleri zaman zabitandan Ustuyef +namında bir zalimi mutasarrıf yapmışlardı. Bu gaddar +tamam bir buçuk ay icra-yı mezalim ettikten sonra yerine +Bulgaristan’ın Atina Sefir-i sabıkı Hamamciyef isminde diğer +bir hain geldi. Daha sonra Volkof isminde bir de vali-i +umumi gönderildi. İslam eşrafı can ve mallarının muhafazası +ne “Canınızı kurtarmayı düşününüz mal kaygısı ne lazım!” +cevabıyla Bulgaristan’ın ta’kīb ettiği meslek-i siyaseti anlatmış +oldu. Siroz fecayi’ini eşkiyaya isnad eden medeni Avrupa +hükumetlerinin kulakları çınlasın!.. Generaller ve daha +doğrusu Kral Ferdinand hükumeti Rumeli’deki İslamları kökünden +kazımak mesleğini ta’kīb etmemiş olsalardı eşkiya +bir kimseyi bile öldüremezlerdi. Hem ne lazım gerek eşkiya +ve gerek askere İslamları katl ve mallarını yağma etmeyi emreden +bizzat Avrupa’nın tebcil ettiği medeniyet ordularının +kumandanları generallerdir bunları gözümüzle gördük kulağımızla +Ferdinand’ın oğlu Prens Boris’in emriyle bir İslam köyü +tamamıyla yakıldı. Ahalisi kadın; erkek çocuk bir tane kalmayıncaya +kadar barbarane boğazlandılar!... +Eski Cami’ namıyla ma’ruf Sultan Murad Hüdavendigar +Cami’-i şerifi’nin minareleri yıkılarak kiliseye tahvil edildi. +Şimdi bu ma’bed-i kudsinin bala-yı künbedinde ezan-ı Muhammedi +yerine çan sesleri tanin-endaz oluyor. Diğer cevami’-i +şerifenin kilimleri şamdanları Ka’be örtüleri Sofya’ya +gönderildi. Bazılarının tahtaları Bulgar askerleri tarafından +sökülerek yakıldı. Şimdi bu cami’ler ahır haline kalb edilerek +reddin-i Simavi hazretlerinin türbesi abdesthane yapıldı. +Bulgar canileri dirileri öldürmek ma’bedleri tahrib etmekle +de iktifa edemediler. Makabir-i İslamiyye bile bu kalbsiz +barbarların tahribatından kurtulamadı. Mezar taşları ve +sandukalar kamilen kırıldı. Mezarları hak ile yeksan edildi. +Siroz’da henüz kaçıp kurtulamayan bedbaht ve bi-kes +tini size hakkıyla anlatabilmek için kelime bulamıyorum. Aç +susuz sefil perişan her gün her gece canilerin hücumlarına +ma’ruz binlerce sefalet-zede aileler bu müdhiş cehennemden +kurtulmak kurtarılmak için titriyorlar yalvarıyorlar. +Hilalin zir-i şefkatinde hizmetkarlık uşaklık etmeyi bile +cana minnet biliyorlar. Hükumetimizin kendilerini yılan +kalbli bu hainler elinden kurtararak Anadolu’ya nakl etmek +teşebbüsünde bulunmasını ağlayarak sızlayarak niyaz ediyorlar. +Siroz fecayi’i böyle! Mülhakata gelince: Kaza ve köylerin +bir kısım ahalisi evvelce Siroz’a hicret etmişlerdi. Bu bedbahtlar +da Siroz’da aynı fecayi’e daha müdhiş bir surette +ma’ruz kalmışlardır. Mutasarrıf Ustuyef ile Polis Müdirliğine +köylerine avdet etmeleri emrini ısdar ve i’lan eylediler. Kafile-i +muhacirin Bulgar eşkiya ve asakiri arasında şehirden +çıkarılarak meydan-ı i’dama sevk edildiler. Şehirden uzaklaştıktan +sonra bu kafile-i mahkumin miyanındaki erkekler +çocuklarının kadınlarının asmanlar titreten feryad ü figanı +karşısında kamilen doğranıldılar. Kadınlarla henüz sinn-i +temyize vasıl olamayan çocukların başlarına haç konularak +tanassur ettirdiler. Zorla Hıristiyan yapılan bu zavallılar elan +Bulgar canilerinin pençe-i hunini altında eziliyorlar. Şimdi +size kazaların ahval-i fecayi’-nümasına dair kanlı vak’aları +nakl edeyim: +Bulgarlar Petriç kazasına girdikleri zaman hüsn ü anı +tenasüb-i endamı ile meşhur beş yüz kadar bakir İslam kızlarını +toplayarak hükumet konağına doldurdular. Namus +ve ismetini cani pençelerin hain ihtiraslarından kurtarmak +hükumet konağı pençeresinden atarak intihar etti. Cevher-i +namusunun kanlı dişler arasında parçalanmasını görmekten +Bedbaht kız! Bugün piramen-i arşa i’tila eden ruh-ı ismetin +nevehat-ı can-güdazıyla şüphe yok arş-ı berini bile lerzedar +etmiştir. Emin ol ki sen ölmedin! Bugün yaralanmış bir şir gi +bi karşısındaki sansarlara ateş-i kin ve intikam püsküren bir +milletin kalb-i ihtiramında ebediyyen yaşayacaksın!... Analarının +agūş-ı şefkatinden gasb edilerek hükumet konağına +cem’ edilen bu beş yüz İslam kızı kardeşlerinin bedbaht +analarının vaveyla-yı enindarı arasında hediye olarak Sofya’ya +gönderildiler. Petriç Kazası’na tabi’ bütün İslam köylüleri +tanassur ettirildiler. +Menlik kazasındaki bütün İslam köyleri ihrak edildi. +katliamdan kurtulan İslam kadın ve çocukları Bulgar +hanelerinde hizmetçilik ve uşaklıkla istihdam ediliyorlar. +Katliamın en ziyade şiddet ve dehşeti Razlık kazasında +vukū’a gelmiştir. Razlık’da erkek kadın ve çocuk namına +hiçbir İslam kalmamıştır. Bulgarlar bu bedbahtları kamilen +cami’lere evlere doldurup suret-i feci’ada ihrak eylediler. +Nevrekop kazasında kasaba dahilinde ancak otuz kadar +müslüman hanesi kalmıştır. Diğerleri kamilen yakıldılar. Camilere +köylüleri Bulgarca iyi bildiklerinden bunlar katliamdan kurtulabildiler. +Cümlesi tanassur ettirildi. Gençler askere alınarak +Bulgaristan’a sevk edildiler. Kızlar yerli Bulgarlara tezvic +edildi. Ahalisi tanassur ettirilen köyler miyanında Satofça +Platina ile Dospat havalisini ta’dad edebiliriz. +Cuma-i Bala kazası da Nevrekop’un ma’ruz kaldığı tahribattan +kurtulamamıştır. +Demirhisar kazasına mülhak bütün İslam köyleri kamilen +katliam edildiler. Ahalisi sırf İslam’dan ibaret olan Tuzculu +Karyesi’nde bugün tek bir müslüman kalmamıştır. Bunların +arazi ve haneleri Bahtiyar Çiftliği’ndeki Bulgarlara bahş ve +tevzi’ edildi. Vetirna Karyesi’nde bir günde iki yüz elli +onlar da tanassur etmiştir. Aşağı Poroy Yukarı Poroy nahiyeleriyle +Matişa Şogova köylerindeki İslamlar kamilen katl +edildiler. Bugün Demirhisar mülhakatında hiçbir İslam kalmamıştır. +Yalnız Poroylu Salim Bey tanassur etmek ve hemşiresini +de bir Bulgar eşkiya reisine tezvic etmek suretiyle +katliamdan kurtulabilmiştir. +Kamilen tanassur eden birkaç İslam köylerinin imamlarını +papas yaptılar. Demirhisar’daki müslümanlar evlerinin +kuyularına atılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. Tahkīk etmek +labilirler. +Zihne kazası ahalisinin kısm-ı küllisi Rum idi. Bunlar da +Bulgarlara bakarak İslamları aynı suretle boğazlamışlar kadınları +ve çocukları Hıristiyan yapmışlardır. Zihne’de on beş +ferdden mürekkeb olan bir aileden yalnız bir kişi kaçarak +kurtulabilmiş diğerleri kamilen gaddarane boğazlanmışlardır. +Tanassur ettirilen İslamlar edvar-ı maziyenin putperest +ayinlerini andıracak merasime tabi’ tutuluyorlar: Hangi köy +kadın ve çocukları Hıristiyan yapılacaksa evvela çarşafları +çıkarılarak Deccal alayını andırır bir nümayişle kiliseye sevk +olunuyorlar. Memleketin bütün genç ve ihtiyar Bulgar erkekleri +huzurunda bu kadıncağızlar anadan doğma çırıl çıplak +soyulduktan sonra yine bu kalabalık önünde papaslar +tarafından zeytin yağlı bir suya sokularak vaftiz ayini icra +ediyorlar. Bu ayini müteakib zavallı kadın artık Hıristiyan +olmuş addediliyor. Vaftiz edilen İslam kızları Hıristiyan gençlerine +tevzi’ olunuyor ve bu suretle Salib’in perestişkaranı +çoğaltılıyor. Düğünlerde İslam kızlarına genç kadınlarına +şarab içirilerek Bulgar gençleriyle hora tepmeye mecbur tutuluyorlar. +Cebren tanassur ettirilen müslümanların perhizi +bozmamaları için Bulgarlar kendilerini gece yarılarına kadar +sıkı bir nezaret tahtında tutuyorlar. +Siroz Sancağı dahilinde yetmiş iki bin İslam vardı. +Yetmiş iki bin İslam’dan cebren tanassur ettirilenlerle +beraber bugün ancak yirmi bin kişi kalabilmiştir. Mütebakī +elli iki bin bedbaht Bulgarlar tarafından vahşiyane +boğazlamışlardır. +Hıristiyanlığın halaskari olan Bulgar canilerinin Salib namına +Hıristiyaniyet yirminci asırda din namına reva görülen şu +kanlı faci’alardan acaba utanıp sıkılmayacak mı? +Bu fecayi’i bütün matbuat-ı İslamiyye’nin nakl etmeleri +rica olunuyor. +Şeyhülislam Cemaleddin Efendi hazretlerinin mahdum-ı +alileri ve Terbiye-i İslamiyye Cem’iyeti Katib-i Umumisi Ahmed +Muhtar Beyefendi Saltanat-ı Osmaniyye’nin felaket-i +gazetesinde bir makale neşr etmişlerdir. +Muhtar Beyefendi daha evvel yine İkdam ’da intişar +eden iki makalesiyle “Avrupalılaşmak” lüzumunu iddia etmiş +ve bu yol ta’kīb edilmedikçe bizim için inkıraz ve izmihlalden +kurtulmak mümkün olamayacağını samimi bir lisan-ı +teessürle tasvir eylemişti. +Fakat bu makalelerde ne suretle Avrupalılaşacağımıza +dair bir şey söylenmemişti. Bu haftaki makale bize bu yolu +madde be-madde tasrih ediyor gösteriyor. Muhtar Bey’in +mütalaasına nazaran Saltanat-ı Osmaniyye ve Hilafet-i İslamiyye’nin +felaket-i izmihlalden tahlisi için seri’an tedabir-i +atiyyenin tatbiki lazım imiş. Müşarun-ileyh tedabir-i mezkureyi +madde madde ber-vech-i ati ta’dad ediyorlar: +“Evvelen – Hukūk-ı esasiyye mütebahhirin-i ulemasından +Fransız Muallim Esmen Hükumat-ı Müttehide-i Ameri +ka Kanun-ı Esasisi’ne dair te’lifat-ı güzin sahibi İngiliz Brays +gibi üç dört zat celb ederek ve bunlara hukūk-şinas ve u +lema-yı rical-i devletten birkaç zat da terfik ile “saltanat-ı +meş +ru’a” esasına mübteni ve bu mülk ü milletin ihtiyacatına +bi-hakkın muvafık bir kanun-ı esasi tanzim ve tasdik-i +cenab-ı padişahiye iktiran ettirip der-akab mevki’-i tatbike +koymak. +Saniyen – Fransa’nın Cezayir vali-i sabıkı Mösyö +Junar ve İngiltere’nin Hindistan ve Kap müstemlekeleri valiliklerinde +bulunmuş olan Lord Mento ve Lord Kromer gibi +teaddid valiliklerde bulunmuş lisan-aşina birkaç zat terfik ile +vilayatın ahval-i hususiyyesine muvafık ve devletin vahdet-i +siyasiyyesine edna mertebe halel getirmeyecek bir surette +ve adem-i merkeziyet esasına mübteni bir vilayat kanunu +tanzim ve tasdik-i hümayuna iktiran ettirerek hemen tatbikine +mübaşeret eylemek. +Salisen – Birinci komisyona ahval-i ictima’iyyemize ve +halkımızın derece-i ilm ü kabiliyetine muvafık bir intihab-ı +meb’usan kanunu ile vükela-yı devletin mes’uliyet-i siyasiyye +ve cezaiyyelerine dair bir kanun ve ikinci komisyona da +nasb ve azl terfi’ ve terakkī-i me’murine dair bir statut des +fonctionnaires tanzim ve tasdik-ı hümayuna iktiran ettirip +mevki’-i tatbike vaz’ eylemek. +Bu üç kanun kanun-ı esasinin ecza-yı mütemmimesinden +ma’dud ve bir müddet tatbik olunup tebdil ve ta’dilleri +lüzumu bit-tecrübe ta’yin ve tahakkuk eylemedikçe +ve ta’dillerine a’yan ve meb’usanın sülüsan-ı ekseriyetiyle +karar verilmedikçe la-yeteğayyer olmalıdır. +Rabi’an – Harbiye ve Bahriye nezaretlerini dünyanın birinci +devlet-i bahriyyesi olan İngiltere ve ikinci devlet-i askeriyyesi +olan Fransa’da olduğu gibi sivillere tevdi’ eylemek +fakat ordunun ve mekatib-i askeriyyenin tensik ve ıslahı için +salahiyet-i kamile ile ve ordularda bil-fi’l ta’lim ve terbiyeye +nezaret ve teşkilatı icra ve mekatibde muallimlik etmek üzere +celbine me’zun olmak şartıyla gayet namdar bir general ve +bahriye için de aynı şerait ile şöhretli bir amiral getirmek. +Hamisen – Jandarmanın ıslah ve tensikını ta’lim ve +terbiyesini ve ma’iyyeti hakkında azl ü tebdil taltif ve terfi’ +salahiyetini haiz olmak üzere ma’ruf bir jandarma generaline +tevdi’ etmek ve generale kendisine merbut ve tabi’ olmak +ve muallim ve müfettiş sıfatıyla her vilayet merkezinde +eylemek hak ve salahiyetini vermek. +Sadisen – Nafi’a ve Zira’at nezaretlerine bu nezaretlerin +tekmil umur ve mu’amelatını tensik ve bütün imtiyazat +ve ihalatın şerait ve mukavelatını tedkīk eylemek vilayat +me’murin-i nafi’a ve zira’iyyesinin ahval ve icraatlarını teftiş +fenniyye celb edebilmek salahiyetini haiz olmak üzere gayet +şöhret-şi’ar birer mütehassıs celb etmek. +Sabi’an– Posta ve Telgraf Nezareti’ni Müdiriyet-i Umumiyyeye +tahvil ile bu müdiriyet-i umumiyyeye ve Rusumat +Müdiriyet-i Umumiyesi’ne salahiyet-i vasi’a ile birer mütehassıs +celb ve ta’yin etmek ve bunlara lüzum gördükleri kadar +me’murin-i fenniyye celbine me’zuniyet vermek. +Saminen – Avrupa’da tanılmış büyük bir pedagog –terbiye-i +etfal alimi– celb ile –İstanbul ve vilayat mekatibini +teftiş için istediği kadar mütehassıs getirmeye me’zun olmak +üzere– Ma’arif Nezareti’mizin baştan başa tensik ve ıslahını +ve usul-i terbiye ve tahsilimizin tebdil ve tekmilini salahiyet-i +kamile ile bu zata terk eylemek. +Tasi’an – Frengi ve ısıtma gibi emraz-ı müdhişenin izalesi +ve nesil ve ırkımızın mahv u izmihlalden tahlisi için ittihazı +lazım gelen tedabiri ta’yin ve tatbik eylemek üzere bir heyet-i +tıbbiyye teşkil ve bunun riyasetine Dahiliye Nezareti +müşaviri olarak celb edilecek namdar bir ecnebi mütehassısını +–istediği kadar müfettiş celbine salahiyeti olmak üzere– +ta’yin eylemek. +Aşiren – Pek büyük ve pek şöhretli bir maliye mütehassısı +celb ile umur-ı maliyyemizin baştan başa ıslah ve tensikını +–diğerleri gibi istediği kadar müfettiş ve şu’abat müdiri +celbine me’zun olmak üzere– salahiyet-i kamile ile bu zata +tevdi’ etmek. +Bombay ve Kalküta gibi Hindistan’ın büyük şehirlerinden +birinde polis müdir-i umumiliği hizmetini ifa eylemiş gayet +namdar bir zat celb olunarak İstanbul polisinin tensik ve ıslahına +–salahiyet-i kamile ve lüzum gördüğü kadar müfettiş +ve muallim getirmeye me’zun olmak şartıyla– me’mur ve +şehrimiz belediyesinin hidemat-ı sıhhiyye ve tanzifiyye ve +sairesini tertib ve tanzim için yine bir çok nikat-ı nazardan +ale’l-husus ahalinin ahlak mişvarı ve i’tiyadatı cihetiyle İstanbul’a +müşabih bulunan Kalküta ve Bombay gibi büyük +şehirlerin birinin idaresinde bulunmuş büyük bir mütehassısı +–yine istediği kadar mühendisler ve sair fen me’murları +celbine salahiyeti olmak ve re’y ve tedbiri tamamen nafiz +ve makbul bulunmak şartıyla– Şehremaneti Müşavirliği’ne +ta’yin eylemek. +hukūk-şinas müşavir celb etmek ve adliye müşavirinin riyaseti +altında bir komisyona ticaret ve hukūk ve sair kanunlarımızı +Salis aşer – Müşavir-i Sadaret ünvanını haiz olmak ve +daima sadrazam ile müşavere ve mübahase etmek ve bütün +müşavirin ve mütehassisinin mu’amelat ve icraatını taht-ı +murakabede bulundurmak ve bunların metalib ve tekalifini +derece-i nihayede tedkīk ederek hey’et-i vükelaya arz eylemek +üzere pek namdar ve haysiyetli bir siyasi celb eylemek. +Rabi’ aşer +– Bu müşavir ve mütehassıslar celb edilip +cümlesi ifa-yı vazifeye başlayarak işlerimizi ve ahvalimizi +tamamen anladıktan ve ihtiyacatımızı bi-hakkın tedkīk eyledikten +sonra herbirinin tertib ve tanzim edeceği layihalar +mucebince ordu ve bahriye ve jandarma ve umur-ı nafi’a ve +zira’iyye ve sıhhiye ve saire için def’aten ve acilen yapılması +nezareti altında; elli altmış milyon liralık bir istikraz akd ederek +bu hey’et-i müşavirin ve mütehassisinin nezareti altında +bütün bu levazım ve umurun tedarik ve ifasına mübaşeret +olunmak. Böyle yapılırsa Avrupa elli altmış milyon değil +yüz milyon lira ikraz eder.” +Şeyhülislam Efendi-zadenin Avrupalılaşmaktan maksadları +ne olduğunun hakkıyla anlaşılabilmesi için kari’lerin bu +maddeleri tekrar okumalarını tavsiye ederiz. +Öyle ya! On sekiz seneden beri mukadderat-ı memleketi +le makam-ı fetvayı işgal etmiş olan bir zatın necl-i nebili için +ruh-ı idaredeki fenalıkları iyiden iyiye anlayamamak mümkün +müdür? Ba-husus Muhtar Beyefendi’nin daha mektep +çağında iken; bu bedbaht memlekette; senelerce sırasıyla +kaymakamlık mutasarrıflık ve valiliklerde bulunarak iktidar +ve reviyyeti tecrübe ve dirayeti ile temayüz eden zevatın +ğundan su-i idareyi pek yakından görüp takdir etmiş ve bu +memleketin niçin ve ne yolda inkıraza sürüklendiğini pek +güzel anlayabilmiştir. Binaenaleyh Muhtar Beyefendi’nin +vatanın yegare çare-i halası olmak üzere tavsiye ettikleri tedabir-i +mühimme herhalde dikkatle ve tekrar tekrar okunulmaya +layıktır. Hasta adamın tedavisi için şimdiye kadar gelip +geçmiş Osmanlı siyasilerinin bilhassa dört seneden beri +muhtelif levn ü şekilde ortaya atılan Bismark yamaklarının +bulamadıkları ilacın mahiyeti ale’l-ade bir def’a okumakla +mümkün değil anlaşılamaz. +tar Bey’in keşf ettiği Avrupalılaşmak usul-i nevini bugün +bir kısmını istemeyerek terk ettiğimiz vatanın kısm-ı +diğerini de isteye isteye bir ecnebi müsta’meresi yapmak +demekmiş! Biz ise Terbiye-i İslamiye Cem’iyeti katib-i +umumisi ve şeyhülislam efendinin mahdum-ı alileri beyefendinin +Avrupalılaşmaktan maksadları ahlak-ı diniyye ve +an’anat-ı milliyyemizi muhafaza etmek şartıyla memleketimizde +Avrupa ilim ve irfanını neşre çalışmak gibi bir fikir +olacağını zannetmiştik. Meğerse yanılmışız. Müşarun-ileyhin +beyanatından anladık ki kendi mütalaalarınca “Avrupalılaşmak” +mukadderat-ı memleketi bu memleketle asla bir +münasebeti olmayan bu yaralı vatanda yeniden açılacak +cerihalardan yüreği hiçbir vakit sızlamayacak olan bilakis +burada bulundukça memleketin zararına bir takım amal-i +siyasiyye ta’kīb etmeleri muhtemel bulunan alay alay ecnebilere +tevdi’ etmekten ibaretmiş! +Biz Avrupa irfanından Avrupa tarz-ı idaresinden Avru +palı mütehassıslarından istifade etmeyelim demek istemiyoruz. +Biz de Darülfünun kürsilerinde nafi’a ve zira’at dairelerinde +polis ve jandarma tensikına me’mur zevat arasında +Avrupalı erbab-ı ihtisas görmek istiyoruz. Çünkü memleketin +buna kat’i ihtiyacı var. Fakat şimdiye kadar emile emile +menabi’-i hayatiyyesi kurumuş olan bu bedbaht vatana +sürü sürü ecnebiler doldurarak ma’nen maddeten bir Avrupa +müstemlekesi yapılmasına bir türlü akıl erdiremiyoruz. +Bir takımlarının bu vatanda büyüdükleri bu tali’siz vatana +merbut oldukları halde mahafil-i esrar-ı devlete nüfuz +eder etmez bir çok ihanet irtikab ettikleri hakkında binlerce +şevahid varken ecnebi bir siyasiyi Sadaret müşaviri sıfatıyla +Babıali’ye sokarak menafi’-i Hilafet ve saltanatı esrar-ı +siyasiyye-i devleti bunun dest-i emanetine tevdi’ etmek bilemeyiz +ne feci’ netayic tevlid eder. +Biz senelerce saray ve Babıali’de mühim bir rol ifa etmiş +olan ve bu def’a uzun müddet Avrupa’da ikamet ederek pek +derin ve vakıfane tetebbuatta bulunması icab eden Muhtar +Bey’den memleket ve muhitce şayan-ı kabul ve tatbik ve +bir şeyhülislam efendinin necl-i necibine layık tedabir-i saibe +beklerdik! +Bir de her daire için Avrupa’dan sürülerce Frenk celbi +tavsiye edildiği halde en ziyade muhtac-ı ıslah olan Bab-ı +Meşihat’in unutulması bize pek garib geliyor! Acaba şeyhülislam +efendi-zade buranın ıslahı hakkında ne gibi tedabir +düşünüyorlar?.. +Muhtar Bey’in vesayasını mütalaa ettikten sonra kari’lerin +tefsir kısmımızdaki Şeyh Abduh merhumun mütala’at-ı +amikalarını gözden geçirmeleri tavsiye olunur. +Nihayet Avrupa yüzündeki +medeniyet maskesini attı; altından iki bin senelik +jenk-i dalal ve küfrüyle katmerleşmiş nasırlanmış olan çehre-i +celladanesi bütün kerahet-i gulyanesiyle kendini gösterdi; +şimdiye kadar bütün cihandaki mezalim ve menakıb-ı +merdüm-haranesini kayd eden tarih-i insaniyyet fotoğrafını +almak için bundan menfur bundan vahşet-engiz sima-yı +hakīkīsini bulamaz. +dedikçe gözümüze “Yirminci asır medeniyetini!” +sokanlar işte bugün bu hail-i hakayık-ı ahvali +görüp ibret-bin olsunlar. Müslümanları yekdiğerine bağlamakta +olan yegane rabıtayı rabıta-i i’tisam bil- Kur’an ı +za’ifletmek çürütmek için bize karşı diyanete ehemmiyet +vermez gibi görünen Avrupa bugün –nur-ı ilahiyi söndürmek +maksadıyla– Salib bayrağı altında küçük büyük baştan +aşağı öyle bir surette i’tilaf ve ittifak ettiler ki bütün kainat +temelinden sarsıldı bütün alem-i İslam zelzeleye tutuldu. +Avrupa’nın dört küçük vahşi hükumeti kasaplık vazifesini +der’uhde ederek Rumeli’yi mazlum kanlarıyla boyadılar +ateş-i tufanlarıyla cehennemler icad ettiler. Altı büyük medeni! +devleti ise tamam müslümanlar kendini topladığı sırada +bütün siyaset-i gaddaraneleriyle Babıali’ye yüklendiler. +cidaller Tevhid ile Teslis’in nur ile zulmetin hak ile batılın +çarpışmasından ibarettir. Ne çare ki müslümanlar bu cidal-i +ezeliyi layıkıyla derpiş-i mülahaza eylemedikleri için cihan +zulmet-i küfrün istilasına ma’ruz kaldı. Ma’ahaza bu da – +ceza-yı amelimiz olmak üzere– bir cilve-i Sübhaniyyedir. +Eyyam-ı galibiyet ve mağlubiyet +karanlık gecenin elbet bir sabahü’l-hayrı vardır. Gece olur +arz zulmet içinde kalır; fakat güneş batmaz. Zulmet-i küfr +afitab-ı tevhidi imha edemez. Bu cidalde en büyük şeref +nur-ı hakīkat müdafi’leri tarafındadır. O halde müslümanlar +Allah’ın kendilerine tevdi’ ettiği vazifenin azamet ve ulviyetini +takdir ederek artık uyansınlar zulmetleri parçalayarak +cihan-ı beşeriyyeti nur-ı Tevhid ile doldursunlar muşa’şa’ ve +müntakim bir istikbale hazırlansınlar. +Adalar Denizi’nde – Hamidiye kravözörü zabitan ve +efrad-ı şeca’at-nihadı büyük bir kahramanlık göstererek tek +başına denize açılmış Yunanlıların bir üssü’l-bahrisi olan +Şira Adası’nı önünde nagehani arz-ı endam-ı mehabet +ederek kömür depolarını barut ve elektrik fabrikalarını +bombardıman ile tahrib etmiş Makedonya’nın kumandanı +namındaki mu’avin kruvazörü batırmaya mecbur etmiştir. +Diğer Yunan adaları önünde de bazı nümayişler yaptıktan +sonra Portsaid’e azimetle zahire ve erzak alarak Bahr-i Ahmer’e +müteveccihen hareket etmiştir. +§ Bir tarafdan Hamidiye ortalığa dehşet saçarken diğer +tarafdan donanmamız kuvve-i külliyyesiyle boğazdan huruc +ederek Bozca ile Limni adaları arasında Yunan donanmasıyla +çarpışmış Averof’u fena halde zedelemiş düşmanın +birkaç torpidosunu batırdıktan başka diğer zırhlılarında da +mühim hasarat ika’ına muvaffak olmuş ve düşman donanmasını +mecbur-ı firar etmiştir. Lehü’l-hamd donanmamız +ehemmiyetsiz hasarata duçar olarak bazı şüheda ve mecruhin +cümlesinden razi olsun. +Yanya’da – Osmanlı Ajansı’nın iş’arına göre Selanik’den +varid olan bir telgrafnamede Yunanlıların Pizani’de yeni bir +hezimete uğradıkları bildirilmektedir. Bu hezimet-i kat’iyye +Selanik’de bulunan bütün Yunan asakiri üzerinde fevkalade +bir su-i te’sir hasıl ettiği gibi son derecede kuvve-i ma’neviyyelerini +kırmıştır. Beşinci Alay vapurlara irkabı emrine +bi’z-zarure sarf-ı nazar olunmuştur. Yunan askeri miyanında +firar pek sıklaşmıştır. +ordularına karşı ümid edildiği vechile mukavemet göstermeyen +Arnavudlar ecnebi istilasının ne olduğunu anladıktan; +canları pırasa gibi doğrandıktan haneleri tahrib mamelekleri +yağma edildikten isimlerini ağızlara aldırmadıkları ailelerinin +şena’ati olduktan sonra akılları başlarına gelmiş; şimdi hepsi +muşlar büyük bir kitle teşkil ederek her tarafda Sırblara hücumlara +tecavüzlere başlamışlar taraf taraf muvaffakiyetler +te’min etmişlerdir. Cenab-ı Hak yardımcıları olsun. +* * * +Müzakerat-ı +sulhiyyenin inkıta’ından beri hazırlanmakta olup Babıali’nin +maniye’nin i’damı hakkındaki i’lam nihayet Cuma günü +Babıali’ye birlikte gelen düvel-i muazzama süferası tarafından +Marki Pallaviçini yediyle Saltanat-ı Seniyye-i Osmaniyye +ve Hilafet-i Celile-i İslamiyye’nin Hariciye Nazırı Noradonkyan +Efendi’ye merasim-i mahsusa ile tebliğ olunmuş +ve müte’akıben sefirler Babıali’den müfarakat etmişlerdir. +Noradonkyan Efendi notayı müstashiben Sadrazam Kamil +Paşa hazretlerine götürmüş açıp mütalaa etmişler mündericat +ve mezaminine ba’de’l-vukūf müzakerata başlamışlardır. +Saltanat-ı Osmaniyye’nin Hilafet-i Celile-i +kadderat-ı atiyyesine tealluk edecek olan cevabi nota İfham +gazetesinin istihbarat-ı mahsusasına göre Hariciye Nazırı +Noradonkyan Efendi tarafından tahrir olunup Meclis-i Vükela’ya +takdim olunmuş “farzımuhal olarak Edirne verilirse +mutalebatın arkası alınıp alınamayacağına notada Osmanlı +maliyesine edileceği bildirilen mu’avenetin neden ibaret +olacağına” dair süfera-yı Osmaniyye vasıtasıyla düvel-i +muazzama indinde istifsaratta bulunulduktan sonra Babıali +cevabi notanın metnini kararlaştırmıştır. +Düvel-i muazzama +tarafından Babıali’ye tebliğ edilen müşterek notaya +verileceği kararlaştırılan cevab hakkında konuşulmak üzere +a’yan-ı kiram ile ulema ve bazı me’murlardan ve ümera-yı +askeriyyeden büyük bir meclis dünkü gün saray-ı hümayunda +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI +VASITASIYLA HUZUR-I CELIL-I +HAZRET-I HILAFET-PENAHI’YE +Düvel-i muazzama tarafından hükumetimize vukū’ bu +lan tazyik bütün hukūk-ı düvel ve kavaid-i insaniyyete mugayirdir. +Bu suretle i’dama mahkum edilmek istenilen üç +yüz milyon alem-i İslam’dır. Her bir emrinize ferman-ber +koca bir millet liva-yı ittihad-ı peygamberi altında Hilafet-i +muazzamanın saltanat-ı seniyyenin beka-yı hayatı için feda-yı +cana hazırdır. Millet payitaht-ı saltanat-ı seniyyelerini +mevcudiyet-i milliyyemizi tehdid eden bir sulha gayr-i razidır. +Adalarda Rumeli’de akan mazlum kanların hetk edilen +dar hükumet-i hazıra tarafından pek semihane gösterilen +sulhperverlik madem ki düşman tarafından reddedilmiştir +arzu-yı umuminin istihsali hususunun ruhaniyet-i peygamberiye +zat-ı hazret-i veliyyü’l-a’zamilerinindir. +Kıbrıs ulemasından Rif’at müderrisinden Mustafa Antalya +ahalisi namına müderrisinden Ahmed Hamdi Belediye +a’zasından İsmail Hakkı Donanma-i Osmani Cem’iyeti +Reisi Zeki Müdafaa-i Milliye Cem’iyeti Reisi Hüsnü eşrafdan +Hamidi tüccardan Abdülkadir tüccardan Abdülgani +Mehmed Faik İbrahim eşrafdan Bahaeddin Şakir Şevki +Mehmed Hulusi Ahmed Arif Emin Hüseyin Hayri İsmail +Hakkı Mehmed Şinasi Ahmed Muhtar Süleyman Faik Osman +Nuri Nuri Abdülkerim Mehmed Abdurrahman Kadir +Ahmed Tevfik Şevket Tahsin Mehmed Nuri Mazlum +Sa’id Şevki Teşvikiye Mahallesi Muhtarı Mehmed Hulusi +Kızılsaray Mahallesi Muhtarı Abdurrahman Ahi Kartama +Mahallesi Muhtarı Hasan Hulusi meydan Mahallesi Muhtarı +Bekir Cami’-i Atik Mahallesi Muhtarı Mustafa Çaykenarı +Muhtarı Hasan Aşık Doğan Mahallesi Muhtarı Tahir İsmail +Mehmed Hilmi Ali Rıza Halil Rasim Durmuş Abdülkadir +Hakkı. +DERSAADET’DE SEBILÜRREŞAD VASITASIYLA + +---- +MECLIS-I UMUMI-I FEVKALADE +---- + +HEY’ET-I MUHTEREMESINE +Milyonlarca müslümanın hamisi olan altı yüz senelik +Osmanlı saltanatı İngiliz siyasetinin kurban-ı felaketi oluyor. +hayat ve istiklaline hatime verilmek istenilen şu öksüz +milletin mukadderatı bugünkü mukarreratınıza bağlıdır. Her +bir müslüman kalbi ikmal-i namus için itmam-ı enfas ihtilacıyla +kıvranıyor. Rumeli ve Adalarda boğazlanan yüz binlerce +müslümanın ve düşmanın ayakları altında ezilen ecdad-ı +Edirne’nin tahlisi ile te’min edilecek hayat-ı hayali elbette +haramdır. Mansub ve me’murin ve mu’teberandan müteşekkil +Meclis-i Ali’de hakk-ı hayat ve kelama malik müntehab +a’za-yı milliyyenin adem-i mevcudiyeti hasebiyle bu +mes’elede mes’uliyet-i maddiye ve ma’neviyyenin tezayüdü +pek tabi’idir. Efkar-ı umumiyye-i İslamiyye sabırsızlıkla mukarrerat-ı +şeci’ane ve namuskaranenize muntazırdır. +DÜVEL-İ MUAZZAMA NOTASI +Dersaadet’de mukīm düvel-i muazzama süferası tarafından +Hariciye Nazırı Noradonkyan Efendi’ye i’ta olunan fi +Kanunisani sene tarihli müşterek notanın tercümesidir: +Zirde vazı’u’l-imza Avusturya-Macaristan İngiltere Fransa +Rusya Almanya ve İtalya sefirleri zat-ı şevket-simat-ı hazret-i +padişahinin Hariciye nazırı efendi hazretlerine tebligat-ı +atiyyeyi ifaya hükumetleri tarafından me’mur edilmişlerdir. +Düvel-i mezkure muhasamata tekrar başlanılmasının +önünü almak arzusunda bulunduklarından vesayalarına +muhalefetle iade-i sulha mani’ olduğu takdirde hükumet-i +seniyye-i Osmaniyye’nin der’uhde edeceği mes’uliyet-i +vahimeye nazar-ı dikkatini celb etmeyi vecibeden addederler. +Muharebenin imtidadı [ ] payıtahtın mukadderatının +mevzu’-ı bahs olmasını ve belki muhasamatın Asya-yı Osmani +vilayetlerine de sirayetini intac ederse bunun mes’uliyeti +ancak kendisine aid bulunmuş olacaktır. Böyle bir hal +hudusünde hükumet-i seniyye-i Osmaniyye düvel-i muazzamanın +kendisini ihtiraza da’vet etmiş oldukları ve el-yevm +dahi ma’ruz kalmasına mahal bırakmak istemedikleri tehlikelere +karşı vikaye için mesailerinin muvaffakiyet-pezir +olacağına güvenemeyecektir. Herhalde hükumet-i seniyye-i +Osmaniyye iade-i sulhdan sonra muharebenin mazarratını +ta’mir ve Dersaadet’de mevki’ini tahkim ve ümran ve +terakkīsi en hakīkī kuvvetini teşkil edecek olan Asya’daki +arazi-i vasi’adan istifade için Avrupa düvel-i muazzamasının +müzaheret-i ma’neviyye ve maddiyyesine muhtac olacaktır. +hükumet-i seniyye kezalik düvel-i muazzamanın müzaheret-i +hayr-hahanelerinin müsmir olmasına ancak gerek Avrupa’nın +ve gerek Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin vikaye-i +menafi’-i umumiyyesi maksadıyla dermiyan ettikleri işbu +vesayasını hüsn-i kabul ettiği takdirde intizar edebilir. +Binaenaleyh düvel-i muazzama Edirne şehrinin Balkan +hükumat-ı müttefikasına terkine ve Cezair-i Bahr-i Sefid’in +mukadderatı hakkında ittihaz kılınacak kararın kendilerine +tevdi’ ve havalesine muvafakat eylemesi zımnında hükumet-i +seniyye-i Osmaniyye nezdinde vukū’ bulan vesayayı +müştereken tekrar etmeyi vazifeden addeylerler ve bu +müsa’adata mukabil düvel-i muazzama Edirne’deki menafi’-i +cevami’-i şerifeye ve mebani ve emlak-i diniyyeye ri’ayet +edilmesini te’mine mu’avenet edecekler ve Adalar mes’elesini +dahi memalik-i Osmaniyye’nin emniyet ve mahfuziyetine +hiçbir gune tehlike iras edemeyecek surette neticelendireceklerdir. +el-Hidaye +Cihan-ı İslam’ın her tarafında fazl ü irfanıyla kıymetdar +mücahedatıyla büyük bir sit ü şeref kazanan Abdülaziz Çaviş +nam-ı muhteremini kari’lerimiz şüphesiz pek iyi der-hatır +ederler. Müşarun-ileyhin Mısır’da meşher-i mesaisi olan +e l-Hidaye mecelle-i nefisesini burada yine lisan-ı Arabi üzere +neşre başladığını idarehanemize gönderilen Muharrem +tarihli cüz’-i evvelinden anladık. Bu mecmua-i semine +bu suretle dördüncü sene-i intişarını idrak etmiş oluyor. +Abdülaziz Çaviş hazretlerinin rütbe-i bülend-i fazileti +alemin müsellemi olduğu için bu vadide tatvil-i makal eylemektense +el-Hidaye ’nin pek mühim olan mündericatını +ber-vech-i zir nakl etmeyi tercih eyliyoruz: +“Esrarü’l-Kur’an” kısmı on sekiz sahifelik gayet muhakkıkane +ve mu’ammikane bir tefsir-i şerifi ihtiva ediyor. Fazıl-ı +nihrir Beni İsrail’in i’tikad ahlak ve ictima’iyatını hikaye +buyuran nazm-ı celili bizim için irşadlarla ma-la-mal bir +menba’-ı ibret ve hidayet olmak üzere tefsir eylemiştir. “İbni +Rüşd ve Te’alimuhu” mebhasi felsefeye karşı su-i nazarı +olan mesalik erbabını ve bunların nokta-i nazarlarını dermiyan +ediyor. “Tiyarü’l-İsti’mar fi Biladi’l-İslam” ünvanı altında +gayet mühim bir bahis açılıyor. Bu nüshada “Garbi +Fransız Afrikası” nın Fransız nüfuz-ı isti’marına nasıl ma’ruz +olduğu Fransızların usul-i istilası Fransa’nın ba’de’l-feth +tuttuğu siyaset ve saire uzun uzun teşrih ediliyor. +Hasılı bu mühim mecmua-i İslamiyye’nin bütün mebahisi +pek ziyade kıymetdar bir mahiyet-i tetebbu’iyyeyi haizdir. +Abdülaziz Çaviş namının yadı kendini her türlü tavsifatdan +rağbet ve iltifata mazhar olacağını kaviyyen ümid eder ve +muhterem Abdülaziz Efendi’nin sa’y-i cemilinde mazhar-ı +tevfikat ve teshilat olmasını muvaffıkü’l-umurdan istid’a eyleriz. +el-Hidaye ’nin bir nüshası kuruştur. Memalik-i Osmaniyye + +---- +REVUE DE MONDE MUSULMAN +---- + +Paris’de her ay başında Alem-i İslam Mecmuası Revue +de Monde Musulman ünvanıyla gayet mühim bir mecelle-i +nefise intişar etmektedir. +Bu büyük mecmua; İslam’a ve alem-i İslam’a aid ilmi +tarihi felsefi şe’ni tetebbuat ile ma-la-maldir. İdarehanemize +vasıl olan son nüshasında “ Bazı Osmanlı matbuatı ” ünvanlı +kısm-ı mahsusda Sebilürreşad’a birinci mertebe ve on +sahife tahsis olunarak mecmu’amız hakkında uzun uzadıya +ma’lumat verilmiş ve muharrirlerimizden mesleğimizden +gazetenin mündericatından bir lisan-ı sitayiş ve takdir ile +ber-tafsil bahsedildikten sonra denilmiştir ki: +“Şu birkaç sahife bu mecmu’a-i mühimme Sebilürre +şad hakkında bize bir fikir verebilir. Sebilürreşad cidden +şayan-ı tedkīk ve tetebbu’ mebahis-i ilmiyyeyi muhtevi olduğu +bilcümle memalik-i İslamiyye’de birçok menabi’-i istihbarata +malik bulunduğu için daha ilk nüshasından i’tibaren +cihan-ı İslam’da bi-hakkın pek büyük bir şöhret ve +te +veccüh kazanabilmiştir.” +Kari’lerimizden Fransızcaya vakıf olanlara garbın bu mühim +semere-i feyz ve himmetini tavsiyeyi vazife bilir ve mecmu’amız +hakkında gösterilen teveccüh ve takdire mukabil +Revue de Monde Musulman’a teşekkürler ederiz. +Tercümesi +* +* * +Geçenler varsa İslam’ın şu çiğnenmiş diyarından; +Şu yüz binlerce yurdun kanlı zairsiz mezarından; +Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzarından. +Bu matem kim bilir kaç münkesir kalbin gubarından +Huruş etmekte son ümmidinin son inkisarından? +Evet son inkisarından ki yoktur cebrin imkanı: +Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nazanı! +Nasıl ey yolcu bin la’net gelip ezmez ki vicdanı? +Dudaklar çak çak olmuş içerken zehr-i hüsranı +Uzaktan baktı -koşmak nerde!- milyonlarca yaranı! +Bu ıssız aşiyanlar bir zaman gayet muazzezdi; +Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi! +Şu kurbağlar seken vadide ceylanlar koşup gezdi! +Şu coşmuş ağlayan ırmak ne handan gölgeler sezdi! +Fakat bir bad-ı nekbet ansızın hep kırdı hep ezdi! +Vefasız yurd! Öz evladın için olsun vefa yok mu? +Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziya yok mu? +Vatansız hanümansız bir garibim... Mülteca yok mu? +Bütün yokluk mu her yer? Bari bir “Yok!” der sada +yok mu? +* +* * +Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım: +Elemim bir yüreğin karı değil. Paylaşalım! +Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim bilmem ki? +Öyle dehşetli muhitimde dönen matem ki!... +Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan +Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? +Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor ey yolcu +Nereden başladı yükselmeye bak nerde ucu! +Bu ne hicran-ı müebbed bu ne hüsran-ı mübin... +Ezilir ruh-ı sema parçalanır kalb-i zemin! +Azıcık kurcala toprakları seyret ne çıkar: +Dipçik altında ezilmiş paralanmış kafalar! +Bereden reng-i hüviyyeti uçmuş yüzler! +Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler! +“Medeniyyet” denen alçaklığa la’netler eder +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +[ ] Gibi yekpare kesilmiş de sırıtmış dişler! +Süngüden kalbura dönmüş nice binlerle beden! +Nice başlar nice kollar ki cüda cisminden! +Sonra namusuna kurban edilen bunca hayat! +Beşiğinden alınıp parçalanan mahlukat! +Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! +Göğsü baltayla kırılmış memesiz valideler! +Teki binlerce kesik gövdeye aid kümeler: +Saç kulak el çene parmak... Bütün enkaz-ı beşer! +Bakalım yavrusu uğrar mı deyip karnından +Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nisvan! +Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! +Müslümanlıkları biçarelerin öyle büyük +Bir cinayet ki: Cezalar ona nisbetle küçük! +Ey bu toprakta birer na’ş-ı perişan bırakıp +Yükselen mevkib-i ervah! Sakın arza bakıp +Sanmayın: Şevk-i şehadetle coşan bir kan var... +Bizde leşten daha hissiz daha kokmuş can var! +Bakmayın hem tükürün çehre-i murdarımıza! +Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza! +Tükürün cebhe-i lakaydına Şark’ın tükürün! +Kuşkulansın görelim gayreti halkın tükürün! +Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! +Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! +Tükürün Ehl-i Salib’in o hayasız yüzüne! +Tükürün onların asla güvenilmez sözüne! +Medeniyyet denilen maskara mahluku görün: +Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün! +Hele i’lanı zamanında şu mel’un harbin +“Bize efkar-ı umumiyyesi lazım Garb’ın; +O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini +Halka iman gibi telkīn ile dinin sesini +Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün!... +Yine hicran ile çılgınlığım üstümde bugün... +Bana vahdet gibi bir yar-ı müsaid lazım! +Artık ey yolcu bırak... Ben yalınız ağlayayım! +AHLAK-I İSLAMİYYE’NİN ESASLARI +– – +Dinimizin ihtiyara müstenid olarak te’sis ettiği mes’uliyet +mebdei işte böyledir. Bu mebdein kadere iman mebdei ile +birlikte fikrimizde caygir olması bahsine gelince: Bu mes’ele +burada münakaşası münasib olmayan ilm-i ma-ba’dettabi’a +mesaili idadına dahildir. Yalnız şu kadar diyebiliriz ki kudret-i +beşeriyye fevkınde bir kudret-i hakimeye karşı inkıyad +zaruretini hissetmemiş hiçbir kavim ve hiçbir ferd böyle bir +kudretin vücudunu inkar etmiş hiçbir din hiçbir mezheb ve +felsefe yoktur. İhtilaf yalnız bu kudret-i kahireyi ta’yin ile ona +muvahhid olan ehl-i edyan ile felasifenin kudret-i fatıraya +bir mecmua-i şurut ve ilel-i adiyeye atf etmişlerdir. Acaba +münkir-i sani’ olan “determinist”lerin netice i’tibariyle yani +ef’al-i beşerin icadını beşere nisbet etmemekte Fatalistlerden +ne farkı vardır? Aralarındaki fark yalnız mebde-i evvelde +değil midir? Deterministler yalnız bir mecmua-i şurut +orada kalıyorlar. Fatalistler ise silsile-i ilelden mebde-i evvele +ret-i fa’iliyyeti yalnız illet-i ulaya zat-ı Bari’ye kasr ediyorlar. +Ulema-yı İslam ise ne Deterministlerin şurut ve esbab-ı adiyesini +ne illet-i ulayı illet-i fa’iliyyeti inkar etmemekle beraber +ve işin garibi bugünkü Rasyonalistlerin edillesine karib edille +talistler gibi ihtiyar-ı beşeri ma’dum addettiler. Ancak bu +mezheb beyne’l-İslam makbule geçmemiş ve mes’uliyeti +Müslümanlar kanun-ı ahlakıyyenin mes’uliyetin mütevekkıfün-aleyhi +olmak üzere bir ��irade-i cüziyye Liberté personnelle”nin +bir de na-mütenahi azamet ve kudret sahibi +bir halik-ı kainata zat-ı ecell ü a’la-yı ilahiye aid bir “irade-i +külliyye Volonté divine”nin vücuduna ve sevab ve ikabın +yani mes’uliyetin irade-i cüziyyeye terettüb ettiğine kail olmuşlardır. +Acaba insanda bir irade-i cüziyyenin –bugünkü +ta’birat ile– bir ihtiyar-ı ahlakıyyenin Liberté morale +vücuduna kail olmakla beraber na-mütenahi ilim ve kudret +ve irade sahibi bir sani’-i kainatın da vücuduna kail olan bir +meslek-i felsefi tenakuza düşmeksizin kadere iman etmeyi +takbih edebilir mi? Bu takbih bu sıfat-ı ilahiyyenin ya ademine +veya mahdudiyyetine kail olmakla beraber değil mi? +Fransa’nın sabık Enstitü a’zasından “Şarl Jordan”ın +atideki sözlerini bir alim-i İslami’nin adeta tercüman-ı efkarı +olmak dolayısıyla buraya nakletmeyi faideden gayr-i hali +addediyoruz. +“İnsanın muhtar olduğu yakīnen sabittir. Zira buna vicdan +şahittir. Allahü te’alanın na-mütenahi sıfat-ı kemaliyye +sahibi olduğu yine yakīnen sabittir. Zira akıl bunu idrak +ediyor. Bu yakīn-i muza’af kuvve-i akliyyenin ilk devre-i +kalbde kemal-i metanetle rasih ve mütemekkindir. Binaenaleyh +felsefe bunları tefekkürat-ı guna-gunuyla isbat etmeye +muhtac olmadığı gibi bunları safsatalarıyla da tevhin etmeye +salahiyetdar değildir. Felsefenin bütün himmeti bizatiha +gayr-i kabil-i redd ü cerh iki hakīkati nazar-ı i’tibardan dur +tutmamaya maksur olmalıdır. Felsefenin bu iki hakīkatin +nokta-i esrar-engiz-i ictima’ını keşfettiği gün alem-i insaniyyetin +en büyük günlerinden biri olup kalacaktır. Maamafih +bu iki hakīkatin keyfiyet-i te’lifini bilmemekle bunları inkara +ve akl-ı selimin kendisine tevdi’ ettiği vazifeden inhirafa +salahiyet kazanamaz.” +Evet müslümanlar irade-i ilahiyyenin bütün hadi +sat-ı +kevniyyeyi ve o miyanda masnu’-ı kudret-i ilahiyye o +lan +ef’al-i beşeri ihdasda müstakil olduğuna; gerek kainatı +tanzim ve tedbir eden kavanin-i külliyyenin ve gerek bu +kavanin-i külliyye muktezasınca tahaddüs eden cüz’iyat-ı +havadisin halikı mübdi’i zat-ı akdes-i Bari olduğuna; yine o +zat-ı ecell ü a’lanın na-mütenahi bir kudret ile na-mütenahi +bir irade ile fa’alün lima-yürid mu’tekiddirler. Bu i’tikadlarına +muhalefet edecek bunu hoş görmeyecek varsa o da sani’-i +alemi münkir olan felasifedir. Böyle bir i’tikad ise kadere +böyle i’tikad etmek başka “fa’il-i hakīkī Allah’dır” diyerek +mes’uliyet-i şahsiyyeyi yok farz etmek levazım-ı ma’işeti tedarikten +feragat etmek kendini tenbelliğe vermek tehlikeye +karşı müdafaayı lüzumsuz görmek başkadır. Ve beynlerinde +dolmaz bir uçurum vardır. +Gayet meşhur felsefe lügatnamelerinden birinde müslümanların +kadere mü’min olduklarından bahsedilirken: “Bir +müslüman hükumeti eyyam-ı hayatımız ma’dud ve ecel-i +müsemmayı tebdil edebilecek vesail-i ihtiyatiyye mefkūd +olduğuna kani’ olduğu için taunun hücumuna karşı müdafaasız +davranır.” Denilmiş ki bundan daha yanlış bir söz +olamaz. Kur’an -ı kerimde: +‘ = Ey +ayet +Diğer bir yerinde de: += +“Kendi kendinizi tehlikeye ilka etmeyiniz.” Sure-i Bakara +ayet +buyurulmuştur. +Bilhassa taun ve cüzzam hakkındaki evamir-i nebeviyye +bu zann-ı batılı esasından çürütür. Bir hadis-i şerifde: +“ = Meczumdan arslandan kaçar +gibi kaç.” Diğer bir hadis-i şerifde de: +“ = Cüzzam sahibinden arslandan +kaçar gibi kaçınız. O bir vadiye inerse siz başka bir +vadiye ininiz.” Bir diğerinde de: +“ = Meczum ile aranızda bir mızrak boyu mesafe olduğu +halde konuş” buyurulmuştur. Kendi kabileleri namına +bey’at için huzur-ı ali-i risalet-penahiye gelen hey’et-i murahhasa +miyanında bir cüzzamlı varmış. Hepsi birer birer +bey’at etmişler. Cüzzamlıya gelince ona Hazret-i Peygamber +sallallahü aleyhi vesellem elini vermeksizin: +“ =Sen dön seninle mübaya’amız hasıldır.” Buyurmuşlardır. +Bir def’a Enes bin Malik ile birlikte bir yaygı üzerinde +otururlarken huzur-ı alilerine bir meczum gelmiş. Hemen +“ = Ya Enes! Yaygıyı dür ayaklarıyla +üzerine basmasın.” buyurmuşlardır. +Taun için de +“ = Bir yerde taun olduğunu +haber alırsanız taunun üzerine gitmeyiniz. Siz bir yerde +Buyurmuşlardır. Nebiyy-i muhteremimiz sallallahü aleyhi +vesellem efendimiz hazretleri usul-i tahaffuzun esasını vaz’ +etmekte ulum-ı hazıraya takriben on üç asır sebkat etmişler +demektir. +SURIYE’NIN MAZISINE BIR NAZAR +Hıristiyanlık üzerine Yehudilik’ten sonra en çok te’siratı +görülen mezheb Gnostisizm mesleğidir. +Bu mesleğin te’siratıyla Hıristiyanlık “Gnostik” bir +şekil almıştır. Gnostik Hıristiyanlığı Hazret-i İsa’nın vefatından +tam bir asır sonra devre-i kemale gelmiş ve ilk dört asır +zarfında Hıristiyaniyet’e pek derin te’siratta bulunmuştur. +Bu te’sirat neticesinde Hıristiyanlık’da yeniden yeniye ve +Gnostik Hıristiyaniyeti Le christianisme gnostique Majizm +magisme +mezhebine aşılanmış bir nevi Hıristiyanlık’tan +başka bir şey değildi. Bu mezheb tarafdaranı Hazret-i +ve münteşir bir zeka intelligence gibi i’tikad ediyorlardı. +Bunlara göre Hazret-i Mesih beşer olan İsa değil bir zeka +zamanında İran’da hakīkī Majizm magisme mezhebenin +zuhuru üzerine ehemmiyetten sakıt olmuştur. Maamafih +Gnostisizm Hıristiyanlığa zannedildiğinden pek çok te’sir +bırakmıştır. Bugünkü Hıristiyanlık’ta bile bu te’siratın derin +Hıristiyanlığa üçüncü bir te’sir daha olmuştur ki bu da +Hıristiyaniyet’in Afrika’da intişarını müte’akıb vukū’a gelmiştir. +Hıristiyanlığın bu te’sirat tahtında aldığı şekle Afrika +Hıristiyanlığı yahud Eflatuni Hıristiyanlık namı verilebilir. +Bu şekil İskenderiye’de tevellüd etmiştir. Teslis ve ekanim-i +selase gürültüleriyle bilhassa Hıristiyanlığın bu şeklinde iştigal +edilmiştir. +Teslis La trinitè kelimesine asar-ı kadime-i Hıristiyaniyede +tesadüf edilmez. Bu kelimeyi ilk def’a isti’mal eden +zatın meşhur İskenderiye Despotu Teofil olması muhtemeldir. +Adriyen Adrien zamanında Hıristiyanlık bütün Mısır +kıt’asına intişar etmişti. Bu sebeble Eflatun felsefesine merbut +birçok kimseler Hıristiyanlığı kabul eylemiş olduklarından +yeni girdikleri dine eski meslek-i felsefilerinden pek çok +şeyler getirmişlerdi. Bunlar şemsden sudur eden şu’aatın +yine şemse rücu’ ettiği gibi kainat da bir ruh-ı aliden sudur +etmiş olduğu cihetle yine o ruha rücu’ edebileceğini iddia +ederlerdi. +Hazreti İsa suret-i daimede bu ruh-ı alinin mazhar-ı tecelliyatı +olduğundan kendisinin de bir “Allah” gibi telakkī +edilebileceğini kabul ettiklerinden şahsında birbirlerinden +farklı olmak üzere ruh cesed ve logos Logos +gibi üç şey +bulunduğunu farz ediyorlardı. +Şu halde bunlar Hazret-i İsa’yı aynı zamanda hem “Allah” +ve hem “insan” olmak üzere i’tikad ediyorlardı. Fakat +ziya güneşe tabi’ olduğu cihetle “İsa”nın da “Eb”e tabi’ ve +ondan muahhar olduğu kabul ediliyordu. Milad-ı İsa’dan +sene sonra Sen Justin Saint Justin diyordu ki: Ziyayı +lahuti bir kere İsa’da kararyab olduktan sonra bir daha +ondan infikak etmemiş olduğu gibi esasen menba’ından da +ayrılmamıştır. Justin bu sözünü şu iki misal ile tavzih eylemiştir. +Sen Justin diyor ki: “Bir adam kendi fikrini mu’ayyen +kelimelerle diğer bir adama anlatır ve bu suretle ona bazı +efkar ve mülahazat telkīn eder. Fakat aynı fikirler söz söyleyen +kimsede yine paydar kalırlar. Yani başkasına anlatılmış +olduğu için fikir kendisinden zail olmaz. +paydar olmakla beraber aynı zamanda “İbn”e de intikal +edebilir. +Kezalik bir lamba diğer bir lambayı tenvir etmekle ziyasından +bir şey gaib etmeyeceği gibi “Eb”in uluhiyyetinin de +“İbn”e intikalinden “Eb” bir şey gaib etmez.” +Kostantin ve ahlafının menafi’-i siyasiyye politi +kaları Hıristiyanlığa putperestlik kıyafeti iksa etmiş ve bu +suretle Nasraniyet sanem-perest tebe’anın mazhar-ı rağbet +ve teveccühü olabilecek bir şekle girmişti. Hıristiyanlığın bu +suretle bir nev’ putperestlik ayini haline girmesine Hazret-i +yete kadar çıkarılmasına akıl ve muhakemenin hiçbir tarzda +te’vil ve kabul edemeyeceği “teslis” akīdesine daha o +zamanlarda mu’teriz bulunan “Ariyus” İznik Konsili’nde +mahkum ve nefy edilmişti. İmparator Kostantin bu mahkumiyeti +bizzat tervic eylemiştir. +Miladın senesinde Antakya Despotluğu’ndan İstanbul +Patrikliği’ne irtika eden “Nasturiyus” asar-ı hikemiyye +ve felsefiyye mütalaasıyla bir fikr-i salim ve dakīk iktisab +etmiş olduğundan zat-ı uluhiyyete şekl-i insani isnad edilmesinin +şayan-ı kabul olamayacağını iddia etmeye cesaret +etmişti. Nasturiyus Aristo felsefesiyle pek çok iştigal eylemiş +olduğundan kilise e’azımının ma fevka’l-akl türrehatlarıyla +Despotluğu’nda bulunan ve ta’assub-ı cahilanesiyle müştehir +olan St. Cyril Nasturiyus’un efkar ve mütala’atını şiddetle +redde kıyam etmiş rüşvet ve saire i’tasıyla imparatorun +bendeganını da kendi tarafına çevirmişti. Bunların teşvikıyla +konsil in’ikadını emretmişti. Nasturiyus ile St. Cyril arasında +zuhur eden ihtilafın halline me’mur olan bu konsil in’ikad +etti. Fakat St. Cyril kendi taraftarlarının gayretleriyle konsil +riyasetine geçerek aynı bir mes’elede hem mu’arız ve hem +hakim olmak gibi garib bir vaz’iyet almaktan çekinmedi. +Böyle bir heyetin ne yolda bir karar vermesi tahmin olunursa +konsil de o yolda bir karar vermiştir. Yani konsil Nasturiyus’un +mütalaa ve müdafaasını dinlemeye lüzum bile görmeksizin +kendisini mahkum etmiş bunu müteakib biçare +adam Mısır kıt’asının en hücra bir mahalline nefy edilmiştir. +Nasturiyus’un akıbet-i feci’ası üzerine artık Hıristiyanlıktan +akıl ve muhakeme büsbütün kalkmış insanlar için bilinmesi +mümkün olabilen bilcümle “hakayık-ı ilmiyye”nin yalnız +ehadis-i kenisaiyye vasıtasıyla öğrenileceği akīdeleri zihinlerde +tekarrur etmişti. St. Cyril ve emsali aba-i din telkīnatının +üzerine fünun ve felsefe ile uğraşanların kafalarını ezmek +kilisenin en mukaddes vezaifi sırasına girmişti. İşte bu gibi +efkar neticesinde idi ki İskenderiye Despotu “Teofil”in teşvikıyla +meşhur İskenderiye Kütübhanesi’nin Kayser-i Rum’un +tahribatından kurtulmuş olan kısmı da muta’assıb ve cahil +ahali tarafından mahv u tahrib edilmiştir. +Bu tarihlerde fikr-i ta’assub zulumat-ı cehalet Hıristiyanlığın +hüküm-ferma idi. + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + +BIR MUHAKKIK İLE MUKALLID ARASINDA +Bunun üzerine muhakkık bir biri üstünde yerleştirmiş olduğu +kutuların birini açarak içinden bir risale çıkarıp dedi +ki: İşte şu Keşfü’l-Hakaık namı verilen bir risaledir; bu risale +Dürzi Mezhebi’nin usulü hakkında yazılmıştır. Bundan +sonra risaleden bir yaprak açıp ber-vech-i ati kıraete başladı: +“Ben siret-i müstakīmede size zikr ettim ki: Adem safa +akıldır; onun ismi “Şatnil Şeytan’ınki de Hart” idi. Ancak +bunları suret-i beşeriyyenin vakt-i zuhurunda zikr etmiştik ki +yetmiş devrin tamamından ibarettir. Kezalik yine söylemiştik +ki: “Hart” dört harfdir. Ebced hesabıyla hesab edilince “ha” +sekiz “elif” bir “rt” altı yüzdür; altı yüz sakıt olunca ismin +mecmu’undan dokuz yani Arabca “tis’a” kalıyor; halbuki +tis’a yazıldığı gibi dört harf meydana geliyor ki onlar da “te +sin ayın he”den ibarettir. Hart ve İblis isimleri de hesab +olunduğu gibi dört harf kalıyor. Çünkü Hart isminin bakiyyesi +dokuz yani tis’a; İblis isminin bakiyyesi de yedi yani +seb’adır ki mecmu’u on altı eder. On iki sakıt; kalır dört. +tiğimizde onu da dört harf olarak bulduk; hem de Hart’ın +ahirinde tis’anın evvelinde olan “ta”yı namus-ı natıka her +asır ve zamandaki zührufuna delil olarak bulduk. Bu da +her asırda “veli”nin eksik olmaması gibidir. İşte bu sebebe +binaendir ki ehl-i şer’ a’danın hepsini severler de muvahhid +olanlardan bir danesine olsun muhabbet etmezler…! +Sonra akla rücu’ edecek olursak görüyoruz ki: Akılda +da üç harf var nefisde de üç harf var; lakin ebced-i kebir +hesabıyla yekdiğerinden ayrılıyorlar. Cehele-i şia akıl ile nefsin +her ikisine de aynı da’vet ile nazar ediyorlar. Halbuki +bunlar menzil i’tibarıyla yekdiğerinden mütefazıldır. Çünkü +akıl erkek nefis ise kadın menzilindedir; erkek müfid kadın +müstefiddir; sonra ebced-i kebir hesabıyla akıl nefis +’dur. Binaenaleyh “akıl” ismi “nefis” isminden yetmiş +derece ziyadedir ki onlar da tevhid ile emanetin hududlarıdır. +Ben size meşiyyet-i Sübhaniyye ile akılda fazla olarak +bulunan yetmiş hududu ta’dad ve beyan edeceğim ki mahlukattan +hiçbir ferd ona şirk koşmasın: Birincisi “nefis”dir. +Bunun için cezirelerde on iki hüccet; ekalim-i seb’ada da +yedi du’at vardır. Nasıl ki “aleyha tis’atü aşer” buyurulmuştur. +“sabık”dır; buna yalnız on iki hüccet vardır. Dördüncü “tali”dir +ki sabık gibidir. Bir de da’i-i mutlak vardır ki mecmu’u +yetmiştir; hudud-ı ulviyye ve süfliyyenin hepsi bu yetmişten +müteferri’dir. Şu halde bunların cümlesi Mevlana Sübhanehu +tarafından müeyyed bir imam olan akıl tarafındandır. +Akıl Mevlana Sübhanehu ve te’alanın te’yidiyle istediğini +dereke-i mezellete düşürür; istediğini de evc-i izzete kaldırır; +nasıl ki Kur’an ’da +buyuruluyor. +Zikr ettiğimiz yetmiş hudud Kur’an ’ın şu ayetinde mezkur +olan zira’ silsilesidir: + +---- +. . . . +---- + +* Bu sözleri söyleyen Dürzilerin uluhiyyetine kail oldukları “Hakim +Ma’nası şudur: İmam-ı müeyyed olan aklın zıddını gayete +baliğ olup nazarı tamam olduğu vakit hücec-i akliyye +ve tehayyürde bırakan kaim-i zaman olan ulumun gavamızına +bırakın! +Daha sonra da da’vet-i tevhidde yetmiş kimse olup bazısı +bazısının silsilesi olan kaimü’z-zamanın misakında silk +edin! Zira zıdd-ı ruhani; Şatnil’in imamet ve faziletini ikrar +etmedi…” +Mukallid: – Elverir bu küfriyyattan –ki şu şibh-i hesabiyyeden +başka hiçbir esasa müstenid değildir. Ruhum daraldı. +Artık patlıyorum; hem ben görüyorum ki: Bu kitaptan nakl +ettiğin şeylerin ma’nası gibi elfazı da bozuktur. Bilmem ki +bunların ibaresini olsun niçin tashih etmedin? Sonra; okumuş +olduğun bu şeylerde eşkal ve suver-i hurufu i’tibar üzerine +delalet eden bir şey de yoktur. +Muhakkık: – Bana bu kitab ahiren Havran’da tahaddüs +eden fitne dolayısıyla Dürziler ile muharebe eden asakir-i +Osmaniyye’den bazı zevat tarafından gelmişti. Bana nasıl +geldi ise ben de öyle yazdım gerek imlasında ve gerek +ki onların –Dürzilerin– indinde bu galatlar kitabın sıhhatine +ecnebi elinde geçmediğine alamet imiş. Onların adad-ı +a’dad huruf ile beraber eşkal-i hurufu i’tibar ettiklerine gelince +onu da şimdi anlayacaksın. Dinle: +Bir yaprak daha açarak bir çok şeyler daha okudu ki +hülasası şudur: “Elif” “be” “te” “se”; hepsi birbirine +müşabihdir. Şu kadar var ki: “Elif” tulen diğerleri arzan yazılıyor; +“elif” akla delildir; fevkinde nokta olmadığı gibi altında +alamet de yoktur. “Be” nefse delildir; akıl ile zıdd-ı ruhani +olan nefis arasında bir had olduğu için “Ba”nın bir noktası +vardır; zıdd-ı ruhani olan nefis emr-i ilahiye asi imamı hadisi +olan akla münafakat ettiğinden noktası altına konmuştur. +Eğer muti’ olaydı nokta üstüne konurdu. Nefsin zıddı +daha evel bulunduğu için onun fırkası nefsinkinden çoktur. +“Te” kelimeye delildir; fevkinde bulunan noktaları da +kendisinden evvel bulunan iki had üzerine delildir. Arzan +yazılması da imamı olan akla muti’ olduğuna işarettir… +Bundan sonra hurufa hurufun ma’nalarına rücu’ ediyoruz: +“Cim” “ha” “hı” surette bir bulunuyorlarsa da hakīkatte +aralarında pek çok fark vardır. Çünkü “cim” şeriatin +nutk-ı zahirisine delildir; içinde olan nokta ise zahirin tahtında +gizli olan esas-ı şeriate delildir. +“Ha” ebced hesabıyla sekizdir bunun gibi kaimü’z-zaman +da; hamele-i arş olan sekizin ilmini muhtevidir. +bu da Cenab-ı Hakk’ı tevhiddir. “Mim” +“vav” “ra” “ze” “nun” şey’-i vahidden ibarettir. Lakin +“mim” arkasına “vav” ön tarafına doğru müdevver bir şekil +aldılar; “nun” evelki halini muhafaza etti. Şu kadar ki fevkinde +bir nokta var. . “Muhammed”e sallallahü te’ala aleyhi +vesellem “vav” Muhammed sav’in vasisine bunların her +sına doğru müdevver olduğu gibi şeriat-i natık da zahirdir. +Vavın ki ön tarafa olduğu gibi şeriat-i esas da batındır. +Eğer “mim” ile “vav”ın şekli olmasaydı şeriat-i zahire ile +şeriat-i batına bilinmezlerdi. Kezalik Muhammed sallallahü +aleyhi vesellem ile Ali radıyallahü anh zahir-i şeriatle batın-ı +te’vil olmasalardı; bunlara natık ve esas isimleri vaki’ olmazdı….!” +Mukallid: – Bu gibi hezeyan sözlerle şu huruf en büyük +düşmanım oldu. Eğer bu huruflarda olan fevaid ile bir çok +tecarib-i sahiha olmasaydı o faydanın ma’dumiyetiyle hüküm +üzerine sana tamamen muvafakat ederdim. “Cenab-ı +Hakk”a hamdolsun ki: Bizi ifrat ve tefritten münezzeh olan +ehl-i sünnet ve’l-cema’a mezhebinden kılmış. +Muhakkık: – Guluvv fi’d-dinden ifrat ve tefritten salim +olan ehl-i hak; yalnız Hulefa-i Raşidin -radıyallahü anhümhazeratının +gittikleri yola süluk eden selef-i salihinden ibarettir. +Çünkü bu asırlarda kendilerine ehl-i sünnet ve’l-cema’at +ünvanı verenlerin pek çokları gerek Batınilerin gerek başkalarının +lardır. Lakin şu kadar bir şey var ki: İsimler başka başkadır. +Eğer Batinilerin kelamlarıyla karn-ı rabi’ ve daha sonraki +sufiyyenin kelamını mukabele edecek olursan iki kelam arasında +pek az fark bulacaksın. +Bu hurufun faidesi hakkında mervi olduğunu söylediğin +tecaribe gelince: Bu da müsellem değildir; zira bazı tecrübeler +neticesinde görülen te’sirin o hurufdan olduğu ma’lum +olacak derecede mütehakkık munzabıt değildir. Bunu bizzat +kendi nefsimde ben de tecrübe ettim de faide verdi. Fakat +bilahare üfürükçülüğüyle vermiş olduğu nüsha ve hamaillerdeki +te’sirin adem-i tehallüfüyle iştihar edenlerle görüştüm; +onların yazdığı şeyler hakkında evvelce almış olduğum +haberlerin doğru olduğunu kendileri de tasdik ettiler. +Bu üfürükçülerden büyük bir şeyh vardı; civarda bulunan +müslüman hıristiyan herkes bunun yanına akın ediyorlardı: +Kimi mübtela olduğu emrazdan şifayab olmak niyetiyle +kimisi aşık olduğu kimsenin kalbini kendisine celb etmek +maksadıyla bazıları da başka garazlarla bu şeyhe hamayil +yazdırıp gidiyorlardı. Şeyh ile görüştüğüm zaman bana dedi +ki: Müslüman olursa verdiğim hamayile bir ayet müslüman +olmazsa şu ibareyi yazıyorum: “Sütlü pirinç vücuda afiyettir +sütlü aş ne kadar soğursa o kadar güzeldir.” +Halbuki bu suretle yazdırıp gittikleri nüsha ve +hamayillerden pek çok menfa’at gördüklerini söylüyorlardı. +Bunların sebebi ise ona olan i’tikadın ihdas ettiği vehmdir. +Ma’a haza bu yazılar bunların çoklarına da faide menfa’at +namına hiçbir şey te’min etmez; fakat insanlar bunu unutuyorlar +da o nüsha ve hamayilin akībinde tehaddüs eden +faide-i matlubeyi –velev ki o faidenin hudusü kendilerince +gayr-i ma’lum olan sebeb-i ahardan olsa bile– muhafaza +ediyorlar. Hatta sebeb-i diğer zahir olsa bile ondan te’ami +ediyorlar. Çünkü bunlar şu vesail-i garibe-i gaybiyyeyi ittihaz +etmeleriyle beraber esbab-ı zahire-i tabi’iyyeye de teşebbüs +ediyorlar. Ancak bunların garaibe olan hırs ve tama’ı +bunları sebebi zahiriden gaflet ettirerek görülen te’siri +esbab-ı tabi’iyyeye değil vesile-i garibeye izafet etmelerine +haml ediyor. +Bazı insanlar da vardır ki: Bir şeye himmet-i kaviyye azimet-i +sadıka ile teveccüh ettiği zaman onda bir te’sir hasıl +edecek bir isti’dada malik olduğunu iddia eder; her millette +bu güruhdan bir takım kimseler bulunarak beşeriyete büyük +bir fitne olmuşlardır. Şu te’sir hakkındaki bahs “ilmü’n-nefs” +mesailinin en incelerinden olup ulum-ı felsefe ulemasından +bir kısmı da bu te’siri inkar ettikleri cihetle bu mes’ele hakkında +daha ziyade itale-i kelam etmeye vakit müsa’id değildir. +Mukallid: – Şimdiye kadar hiç de duymadığım birçok +şeyleri bugün işittim; ben şimdi anladım ki: Tarihe muttali’ +olan kimseler ulum-ı diniyyede öyle şüpheye düşürüyorlar +ki etraflı bir surette tarihe vukūfu olmayanlardan başkası onların +şüphelerini def’e kadir olamıyor. Artık ben öyle görüyorum +ki: Tarih okumanın kerahetine kail olan tarihe kesb-i +ve meşayihin hepsi de herhalde dalal-i mübin içindedirler. +Fakat benim için şurası da tavazzuh ediyor ki “felsefe”ye +“mantık”a muttali’ olanlar gibi tarihe muttali’ olan kimseler +de kariha-i kamileye akīde-i rasihaya malik olmalı; yahud +Ahdari’nin: +dediği gibi Kitap ile Sünnet’e mümaresesi olmalı. +Muhakkık: – Tebessüm ve istibşar ederek Cenab-ı Allah’a +hamd olsun ki ilm-i tarihin faidesi üzerine seni ikna’ +ettim. Tarih; aklın gıdası ümmetlerin mürebbisi ulum-ı +kevniyyenin efdal ve enfa’ı olan ulum-ı ictima’iyyenin de +yenbu’udur. Sen tarih mütalaa etmek murad ettiğin vakit +evvela Mukaddime-i İbni Haldun ’u oku; işte bende bir tane +vardır ki hediye olarak size takdim ediyorum. Sen bu Mukaddime +’yi im’an ile gözden geçir; çünkü bu Mukaddime +ümmet-i İslamiyye’nin ümem-i garbiyyeye karşı iftihar edeceği +asardandır; zira İbni Haldun ’ un Mukaddime si felsefe-i +tarihde ilm-i ictima’-ı beşeride sosyoloji +usul-i siyasette +ca-i evvelidir. Onun için bu Mukaddime Avrupa’nın bütün +lisanlarına tercüme olunmuştur. Lakin onlar bundan istifade +ettikleri ulumu tevessü’ ettirerek bina ettiği kavaidin bazılarını +hedm tahkim ettiği şeylerin bir çoklarını nakz ettiler. +Muhakkık tarafından hediye olarak takdim edilen Mukaddime-i +tekrar mübahaseye avdet etmek ictihad ve taklid bahsine +dalmazdan mukaddem cifr ve zayirce bahsini de bir muhaverede +bitirmek üzere yekdiğerinden ayrıldılar. +*** +şeklinde yazılmıştır. +RÜ’YA-YI İSTİKBAL +Sabah olmuş güneş doğmuş. Sema-yı ye’s ü şivende +Ne zulmet var ne bir sis.. Bil-akis her şeyde bir hande.. +Mükedder milletin muğber cebin-i infi’alinde +Sabah-ı inşirahın lem’a-i feyyazı tabende. +Uyanmış uykudan efrad-ı millet başka bir gayret +Birer ulvi emel uğrunda koşmak istiyor hayret! +Ne bir şahsi garaz geçmekde fikrinden ne bir şerret: +Fenalıkdan uzak bir kitle-i saf ü melek-siret. +Silinmiş kalmamış kalbinde levs-i fitne; zilletden +Esaretden eser yok silkinip kalkmış sefaletden +Sarılmış dininin ahkamına acz ü ataletden +Uzaklaşmış açılmış fikri kurtulmuş cehaletden +Hayatı anlamış hürriyyetin ezvakını tatmış +Nifak u iftirakı ortadan kaldırmış hep atmış +Ona en son felaket çünkü göstermiş ve anlatmış +Ki: Ayrı gayrılık bir millete pek çok mazarratmış. +Yemin-i hürmet ü takdisine almış da Kur’an’ı +Onun ahkamı olmuş rehber-i amal ü vicdanı +Ehadis-i Nebi’yi eylemiş mebna-yı imanı; +Cihanı kaplamış İslam’ın envar-ı füruzanı. +Cevami’ ta harim-i baba dek dolmuş cema’atle; +Nazarlar mün’atıf gayet derin bir hiss-i haşyetle +O yüksek minbere; bir savt-ı bala-yı mehabetle +Gelen ulvi hitabı dinliyor yekpare bir kitle. +Medaris alem-i İslam’a olmuş encüm-i irşad; +Mekatib ca be-ca şübbana feyz efza-yı isti’dad; +Vatan asar-ı Meşrutiyyet’in feyziyle şevk-abad; +Hakīkī bir sa’adetle cihan handan; millet şad. +Ne müdhiş bir tehavvüldür bu!.. Ey mes’ud millet! Sen +Atalet meskenet gafletle mahkum-ı esaretken +Nasıl olmuş da kurtulmuşsun öyle bar-ı zilletden!?. +Bu bir rüya mıdır bilmem!.. Ne hayret-bahşdır cidden!.. +Bugün bu şüphesiz bir tatlı rüyadır evet; lakin +Sen ey millet! Emin ol ki yarın artık senin sa’yin +Senin irfan u fikr-i intibahınla fakat mümkin +Bu hülya-yı teselli bir hakīkat iktisab etsin. +HİTAB VE İTAB +Bilmem ki ser-nüvişt-i milletde sır nedir ne? +Hükmüyle gitmek üzre en son kalan Edirne! +Neydik mukaddema biz saik ne böyle olduk? +Evvel tefessüh ettik harb eyledik bozulduk. +Nusret bize olurken vabeste-i azimet; +Ric’atler oldu artık hep kanlı bir hezimet. +Dünyayı titretirken vaktiyle Rum-eli’nden; +Duçar-ı lerze olduk Bulgarların elinden. +Biz bir zaman kılıçla şehrah-ı şanı açtık.. +Niçin bu def’a böyle attık tüfengi kaçtık? +Rah-güzar-ı düşmen vahşetle zulmle yandı; +Ta pay-ı tahta geldi cünd-i adüvv dayandı. +Oldu bütün memalik İslam için mehalik +Allahım! Ehl-i dinin olsun mu böyle halik! +Kandan akıp nehirler Balkan eteklerinde; +Oldu bulut buharı ya Rab feleklerinde! +Yükselmeden semaya binlerce ah-ı sine +Etmektedir tekasüf yağmur gibi zemine! +Tuğyan edip Hilal’e hep birden ehl-i Nakūs +Vahşice hetk olundu estar-ı ırz u namus. +Yüzlerce ehl-i iman kalmakla bi-tenasur +Hep kanlı çizmelerle meşhedlere basıldı; +Cay-ı ezana yer yer ya Rabbi! Çan asıldı! +Çıkmakda bank-i Teslis birçok mesacidinden; +Bıktın mı yoksa haşa sınf-ı muvahhidinden; +Ehl-i Salib’i kıldın müstazhar-i cemalin; +Ehl-i habibi kıldın müstahkar-ı celalin. +Milyonca müslümanı ettin muhat-ı vahşet; +Biçare Müslümanlık kaldı esir-i zillet. +Küffara hikmetinle oldun da sen müsa’id: +Dininle ehl-i dini addettiler zevaid. +Layık mıdır Hilal’in nur-ı hüdası sönsün? +Caiz midir ufuklar leyl-i dalale dönsün? +Kur’an’ı çiğnesin mi pay-ı leim-i a’da? +Düşsün mü indirasa ahkam-ı şer’-i garra? +Gelmez mi Kibriya-yı Vahdet-penah’a pek güç +Hakkında söylenilmek ey Ferd-i Muktedir! Üç! +Ettinse hikmetinle erbab-ı küfrü imhal; +Ettin mi re’fetinle ashab-ı dini ihmal? +Ya Rabbi! Lutf et artık biz büsbütün bunaldık: +Saldırdı her tarafdan düşman zavallı kaldık. +Coşsun yemm-i terahhüm ya Rabbi! Hakkımızda.. +Garb eylemekde ikad bi-dadı şarkımızda +Cebbar u müntekımsin adlinle ahz-i sar et; +A’da-yı bed-fi’ali kahrınla hak-sar et +Tarzında inliyorken kalb-i elem-figanım +Dehşetli bir sadayı guş etti sem’-i canım. +Lakin beyanı gayet haklıydı hem de muhkem. +Bir savt-ı ma’neviydi heybetle söylüyordu: +Kimden kime şikayet etmektesin ne oldu? +Bilmez misin ki kat’i düsturdur bu hakca: +Bir kavmi bozmaz Allah onlar bozulmayınca. +Siz ettiniz a sersem! Ahlaken istihale. +Lafzan değil mi sizde her türlü kahramanlık? +Konserde konferansda alkışlı şaklabanlık! +Son damla çıkmak üzre guya ki kan saçan siz. +Görseydi sabıkīn-i İslam ederdi hayret +Ya hu! Bu meskenet ne? Hiç yok mu sizde gayret? +Mu’tadınız dema dem beyhude laf körüklük +Ecdadınızda yokdu bu sizdeki çürüklük! +Her ferde emr-i hakla mefruz iken çalışmak +Hep indinizde mendub tenbelliğe alışmak! +Mebğūdunuz evamir mahbubunuz menahi; +Matlubunuz menafi’ endişeniz melahi. +Ekser kesanınızda mervi olan hamiyyet +Teşrih edilse hırsın aynı çıkar hakīkat. +Bir yanda bir sınıf halk bahname neşr ederler; +Guya zeval-i mülkü ta’cil edip giderler. +Bir yanda libripansör ünvanlı bir takım var: +Ahkam-ı dine karşı açmakda harb-i kindar. +Bir yanda bir güruhun sa’yi bütün nifaka; +Akvam-ı dine mani’ olmakda ittifaka. +Alimlerin çoğunda vicdan denen güher yok; +Cahillerin topunda İslam’dan haber yok. +Erbab-ı fikrinizle cühhali var kıyas et; +Sonra necat-ı mülkü git Hak’dan iltimas et! +Hak va’d-i nusret etmiş amma ki nasırine: +“İn tensuru!” buyurmuş Kur’an’da ehl-i dine. +Sa’y eylemek demektir Allah’a yardım etmek; +Ancak bu yolda hasıl dünyada her bir istek. +Yalnız du’adan olmak tevfikı gayr-i müsmir. +Sa’y etmeden el açmak zira dilencilikdir. +Duçar olunca böyle dehşetli bir itaba: +Düşdüm hacaletimden girdab-ı ıztıraba. +Guşumda çınlıyordu hala o savt-ı heybet.. +Bitmişti bende lakin ta’kīb ü fehme kuvvet. +NE VAZIFEM! +Hem de istihfafkarane bir tavr-ı la-kaydi ile omuz silkerek +“ne vazifem!” deyip geçivermek hemen de –baştan aşağıya +kadar– hepimize sari olmuş müzmin bir maraz-ı ahlakīdir; +bu da umumi denilebilecek bir ekseriyet-i azime ile hukūk +ve vezaif-i ictima’iyye ve feraiz-i hayatiyye-i diniyye ve milliyyemize +karşı lisanımızdan işitilir: “Adam sen de… ne vazifem! +Neme lazım! Şimdi onu mu düşüneceğim!” +Emin olalım ki “vazife”nin bizden bu feci’ istikbali bu +vicdan-suz tahkīri görmeye başladığı gün bizim idbar ve inhitata +doğru attığımız ilk hatve-i sükūtumuzdur; işte biz o +meş’um dakīkadan beridir ki ma’nen ve maddeten eziliyoruz! +Küçülüyoruz! Alçalıyoruz! Fakat şayan-ı dikkat belki +sezavar-ı hayret değil midir ki biz “vazife”den menafi’-i +şahsiyyemize temas etmeyen ahvalde yüz çeviririz; hele +o ma’bude-i hırs u tama’ımız cemal-i füsunkarından ref’-i +nikab etsin de bak.. Derhal “vazife” nazar-ı takdiri !mizde +olanca kıymet ve ehemmiyetiyle büyür gözümüz fal taşı gibi +açılır! “Evet vazifemdir. Çünkü benim bunda menfa’atim +var. Vazifeme karşı nasıl göz yumabilirim?” Vazife yalnız +kendi çıkarı! Zavallı! Zavallı!... +“Vazife” kelimesinin tercüme-i lugaviyyesi birkaç katre +midad-ı siyahdan ibaret ise ta’rif-i felsefisi bir derya-yı +ma’nadır. +“Elfaza sığışmıyor me’ani - Deryaları almıyor evani” +Sen “vazife”yi nafiz bir nazar-ı irfan ile ta’mik ve tedkīk +etmiş fikr-i hikemiden sor! “Vazife”nin nasıl cihan-şümul bir +mahiyeti haiz olduğunu sana o lisan-ı hikmet söylesin! +O lisan-ı hikmet ki “vazife” lafzının işaret ettiği +der +ya-yı ma’nanın azamet-i mehabeti karşısında lal ve mütehayyirdir. +Vazife.. O bir kanundur; bir kanun-ı avalim-şumul ki +hükmü bütün kainata cari. Vazife.. O bir ruh-ı feyyazdır; bir +ruh ki feyz-i hayat-bahşası bütün mevcudata bütün zerrata +sari. +“Vazife”yi o ruh-ı kavanin-i hayatı o meşşata-i arus-ı tabiati +o anda mevki’-i hayatından düşer mahv olur gider. +Cihan denilen şu na-mütenahi fezayı dolduran bi-add ü +hayret-bahş-ı ukūl bir intizam ile la-yenkatı’ dönüyorlar. +Acaba – Düşünelim!– Güneş doğmasa ve ta’bir-i sahihle +küre-i arz bizi karanlıkta bırakacak bir noktada tevakkuf +ediverse de kalsa ne olur? Ne olacak: Muhatı bulunduğumuz +hava-yı nesimi donar; biz de buz kütleleri içinde yeni +müstehaseler vücuda getiririz! +Bak güneş ne kadar vazife-perest ki nerden gaybubeti +–kısa günlerde– nihayet on dört buçuk saatten ziyade sürmez; +şitanın en kesif tabakat-ı sehabı arkasından hayatımızı +tehdid eden en müdhiş bürudetler içinden bize nurlar gönderir +ziyalar yağdırır hayatlar ifaza eder. +Niçin? İnsaniyet yaşasın… +Bütün bu ecram-ı na-ma’dudenin mütemadiyen deveran +etmesi la-yenkatı’ çalışması ancak insaniyetin şeref-i +hayatınadır. +Eb’ad-ı mutlaka-i avalimi refref-i ilm ü irfanıyla en yüksek +tabakatına çıkarak dolaşan bütün bu küreleri ziyaret ederek +mahiyetlerini vazifelerini tetkīke çalışan onlara isimler +ünvanlar veren hizmetlerini takdir mesailerini tebrik eden +zeka-yı insaniyettir. +Hilkat-i kainatı –cehlen kavlen değil– ilmen ve fennen +tefekkür ederek +hitab-ı vecd-averanesiyle +halik-ı azamet-penahını tesbih ve takdis eden işte +o arayiş-i cihan-ı nasut olan vücud-ı insaniyettir en büyük +en mühim en ulvi bir vazife-i ubudiyyeti hamilen alem-i +bala-yı lahuttan bu mihnet-geh-i nasuta bu ibtila meydanına +hey’et-i mecmu’asıyla insanın şerefine yaratılmış sultan-ı +derece bala-terin bir rütbe-i hilkatinle bir meziyet-i fıtratınla +beraber hayvanat ve cemadat vazife-perver sen vazife naşinas… +Onlar muti’ sen serkeş.. Bu sükūtu kendine nasıl +ya +kıştırırsın! Kendini hayvan ve cemadın dununda görmeye +nasıl razı olur nasıl tahammül edersin? +Bu ulvi hakīkati lisan-ı celil-i Kur’an ’dan dinlemek için +guş-ı canımızı şu ayet-i kerimeye verelim: +Sure-i celile-i Ahzab Evvela şunu +bilelim ki ayet-i celile isti’are-i temsiliyye üzerine şeref varid +olmuştur; binaenaleyh zahir-i nazm-ı kerime bakılıp da +mecaz mukabili olan hakīkat-i arz hakīkat-i iba ve ihtimal +hakīkat-i işfak ve havf zannolunmasın. Ma’kūl mahsuse +muhayyel muhakkaka temsil ve teşbih buyuruluyor. Bu dilfirib +üslub-ı belagat cenab-ı Kur’an -ı hakimin murassa’ ve +müzehheb bir puşide-i beyanıdır. Asıl o bitmek tükenmek +şanından münezzeh ve müte’ali olan cevahir-i giran-baha-yı +ma’ani onun altında bulunuyor. +Mesnevi +Nazm-ı celil-i Kur’an şu zahirde gördüğün huruf-ı mebanide +olan kelimatdan terakibden cümel ve fıkarattan +süver ve ayattan ibarettir. Bu zahirin altında bir batın vardır +ki işte asıl kahir-i ruh sehhar-ı dil odur. Yalnız o mu?.. Onun +da zirinde bir Sultan-ı kahir var ki fikir ve nazarı velehlere +hayretlere düşürür. Ey oğul! Sen sakın Kur’an -ı hakimin zahirine +bakıp da aldanma. Zira Şeytan da Cenab-ı Ebü’l-beşer’in +zahir-i vücuduna baktı da kuru bir toprak yığınından +Adem’in şahsiyet-i maddiyyesi gibidir. Nakış zahir; ruh ise +hafidir. Anla! +Ayet-i celilenin hülasa-i meal-i hakimi: “Bilmiş olunuz +ki emanet-i kübra-yı Samedaniyyemiz siklet ve azamette o +kadar takat-suz o derece tahammül-güdazdır ki eğer göklere +yerlere dağlara akıl ve idrak verip kabulünü teklif etmiş +olaydık o hıred-fersa cesamet-i halkıyyeleriyle o azamet-i +kuva-yı tabi’iyyeleriyle beraber yine korkularından titrerler +ve tahammülünden –i’tiraf-ı acz ü za’f ederek– afvlarını +niyaz ederlerdi. insan ise küçücük kametine za’f-ı +vücuduna kuvvetinin azlığına bakmadı da fıtratındaki isti’dad-ı +müstesna ve mümtazına güvenerek kemal-i cür’etle +meydan-ı kabule atılıverdi. “Bu emanet-i kübranın yegane +hamil ve hafızı benim” diye duş-ı aczine yüklendi; fakat +ahdinde vefa vazife-i tahammülü hakkıyla eda etmemekle +pek büyük bir zulmü irtikab etti. Vahamet-i encamını şiddet-i +mes’uliyyetini düşünememekle gayet azim bir gaflet +muza’af bir cehalet gösterdi.” +Ayet-i celiledeki “emanet” nazm-ı kerimi nedir? Evet! +“Emanet” “din”dir; din ki kanun-ı ilahidir insanın alem-i ervahda +“elestü birabbiküm” hitab-ı ezelisine karşı “bela…!” +diye secde-i icabete kapanarak kabul ettiği emanet-i kübra +Cenab-ı Mescud-ı Ezel insandan bu cevab-ı tasdikı aldıktan +sonra kanun-ı ilahisini teklif etti; insan da isti’dadındaki +kuvve-i tahammüle bakarak fart-ı aşk u sevda ile yed-i +yemin-i takdisine aldı. İşte bu bir emanettir; bir emanet-i +kübra-yı Hak’dır. Emanet ise me’mun ve mahfuzdur. Bu +emanet-i kübra-yı ilahiyyenin hıfzı ise ihtiva eylediği kaffe-i +ahkam-ı evamir ve nevahisine çün u çerasız ita’at ve +dar tebe’asına bir kanun verir; o da merasim-i tekrimat +ve ta’zimat ile kabul ederek ahkamına ri’ayet edeceğine +ma’a’l-kasem söz verir. Bu kanun-ı emanet değil mi? Ahkamına +ri’ayet bir vazife bir fariza değil mi? +Hayat kanunsuz olmaz olamaz. Çünkü kanun nazım-ı +hayattır. Kanun ise vazife ister; öyle ise vazife aynıyla hayattır. +Sen –bilmelisin ki– vazifeyi istihfaf ile kendi kıymetli +hayatını varlığını istihfaf ediyorsun da haberin yok!... +Vazifenin aynıyla hayat olduğunu anlamak için insanın +–uzağa gitmesine ne hacet!– kendi a’za-yı vücudunu tedkīk +etmesi kafidir. Vücudunun en büyüğünden en küçüğüne +kadar –dahili harici –her uzvu kendi mevki’ine mahsus bir +vazife-i hayatiyye ifasıyla meşgūldür. Bunlardan her hangi +biri ta’til-i vazife etse hayatın ahenk-i umumisi –az çok– sektedar +olur. Ya bu uzuv “kalb” olursa…? Zavallı adam sekte-i +kalbden müte’essiren vefat etti. +Gördünüz +mü? Kalbin bir an için vazifesini terk edip duruvermesi +koca bir vücudu nasıl mevte teslim ediyor! +Sefine-i vücudun başkumandanı olan dimağa şiddetli bir +darbe-i nüzul inerse yine iş bitti. Buyurun cenaze namazına! +Göz ağrır kulak sancırsa vay sahibinin başına gelenler! +Bir dişin çürümesi vazife-i mevdu’asına hitam vermesidir. +Diş terk-i vazife ettiğini şiddetli tahammül-güdaz bir ağrı +çürüyüp de ağrılar ağızda yüzde iltihablar icadına bütün +vücudu ateşleri içinde yakmaya başlayınca sahibine bela-yı +azim kesilir; firaş-ı ıztıraba düşürür. Nihayet sahibi çıkarıp +atar da derdinden belasından kurtulur. +Tırnak.. Onun da menafi’ü’l-a’za noktasından vücudda +bir vazife-i mahsusa-i hayatiyyesi vardır; fakat etten ayrılıp +yükselen zaid kısmı daima kesilip atılır. +ŞEHID-İ GAYRET +Müdafaalarının pek mühim bir kıymet-i tetebbu’iyyesi +vardır. Bir “fazıl Katolik dostu” ile vukū’ bulan dini münakaşalarını +hikaye eden “Beşair-i Sıdk-ı Nübüvvet-i Muhammediyye” +de müşarun-ileyhin mübeşşir-i fevz ü sa’adeti +olabilecek ruh-ı Muhammedi’yi şadan edecek me’asir-i +hayratından bir muhallede-i nefisedir. Niza’-ı İlm ü Din ; +kendilerinden –şifahi tahriri– kemal-i ta’zim ile ve “üstazım” +diye bahs ettiği Musa Kazım Efendi hazretlerinin mu’avenet-i +tahriraneleriyle pek kıymetdar bir mecelle-i intikadiyye +mahiyyetini iktisab etmiştir. Merhumun bunlardan başka +Redd-i Rönan Ben Ne Yapayım? Tağlitat ve İlhamat +Şopenhavr’ın Meslek-i Felsefisine Reddiye gibi eserleri de +vardır ki bunlarda ta’kīb ettiği mürşidane nokta-i nazarlar +diyanet-pesend hidemat-ı meşkuresindendir. +Bilhassa “Şopenhavr”ın mesleğine yazdığı küçük bir reddiyede: +Bununla gençleri “Beşir Fuad”ın akıbet-i elimesinden +tahzir etmek istediğini tasrih eylemiş idi. +“Midhat”; o vesi’ü’l-enha saha-i mesaisini kaplayan mü +cahedat-ı ilmiyyesinden mühim bir hisseyi de “tarihçi”liğe +hasr etmiştir: Kainatı hele “kurun-ı cedide” tarihini ihtiva +etmek üzere tertib ve pek derin tetebbuat mahsulü olan +Osmanlı tarihinin edvar-ı evveliyyesi ile tetvic eylediği Mufassal +’ı giran-kıymet birer cevher-pare-i cidd ü himmetdir; +ma’atteessüf bugün Osmanlı kütübhane-i tarihi; bu son +eserin na-tamam kalmış olmasını samimi teessürlerle yad +eylemeye mahkumdur. +Bu büyük karihanın zemin-i iştigalatı pek feyz-nak olmuştur; +müşarun-ileyh bizde san’at-ı tahkiyenin müessisi +sayılabilir: “Monte Kristo”yu tanziren yazdığı Hasan Mellah +Hüseyin Fellah ile hemen hatıra geliveren Süleyman +Musuli Dünyaya İkinci Geliş Paris’de Bir Türk gibi romanları +her halde birer eser-i asil-i tetebbu’dur. Hele Paris’de +Bir Türk ’deki vüs’at-i ihata bu zeminde ecnebileri de hayret-karı +etmiştir. İnkılabı müte’akıb Tercüman-ı Hakīkat ’de +Jöntürk ünvanlı bir romanı daha intişara başlamış +çok tecarib-i kalemiyyesi vardır. Bunların en büyük meziyetlerinden +biri de hoşa gitmeleri tatlı tatlı okunmalarıdır. +Askerliğin en hararetli sitayişkarlarından olan Midhat’in +Nevsal-i Askeri de bir çoğu vakıfane makaleler de vardır. +Gayretkar-ı müşarun-ileyh Mesnevi-i Şerif’ den büyük +bir tebcil ve ihlas ile bahseder. “Tasavvuf”un en cezbedar +bir kelimi bir natıkası olan o lahuti eda-neva-yı feyz-barın +rütbe-i bülend-i ma’neviyyetini taşkın ve istiğrakī bir heyecan-ı +ruh ile anlatmak ve dinletmek isterdi! +Felsefede serhadd-i tasavvufa müntehi olan mebahis-i +dakīkayı Mesnevi’ nin cuşiş-i belagatıyla izah etmek müyesser +olacağını söylerdi. +Midhat inkılabla beraber yar-ı revanı olan hürriyet-i fikr +ü amele de kavuştuğunu görünce Darülfünun kürsüsünün +nida-yı istimdadına can attı; ve çalıştı çalıştırdı orada da bir +timsal-i vazife-perveri olarak teşahhus etti: Merhumun bu +dört senelik Darülfünun muallimliği hayat-ı ilmiyyesi üzerine +tetkīkat-ı amika icra olunurken fezailname-i güzinine +pek zibende bir sahife ilave edecektir. Fil-hakīka merhum +Darülfunun’da tedris olunmaya layık bir “Tarih-i Umumi” +meydana getirmek için var-ı kuvvet-i ihata ve tetebbuuyla +uğraşıyordu. Muhtelif menabi’-i mühimmeye müracaat +suretiyle tedvin etmeye başladığı bu güzide eserin itmamı; +halefenin mesai-i kadr-şinasanesini bekliyor. +Midhat; yine Darülfünun saha-i cihadında kütübhane-i +makla meşgūl idi: Tarih-i edyan. Bunlardan başka Fransa +müte’ahhirin-i felasifesinden olup geçenlerde irtihal eden +meşhur fouillèenin Tarih-i Felsefe ’sini de gayet vakıfane +ve müşerrihane bir surette lisanımıza nakle başlayarak +büyük bir muvaffakiyetin daha namzed-i iktisabı olmuş idi. +Merhum; bu eserin mukaddemesini tercüme ederken pek +büyük bir kudret-i ta’mik ve teşrih göstermiştir. +Fransızca’yı pek iyi bilirdi. Felsefe ıstılahatına lisanımızda +güzel mukabiller bulmak en tatlı meşagilinden birini teşkil +ederdi; maamafih bu hususda işkal hissedilir edilmez kelimeyi +aynen lisana mal etmek taraftarı idi. +Müşarun-ileyh; Stokolm Müsteşrikīn Kongresi’ne hükumet-i +seniyye namına i’zam olunduğu zaman bu Avrupa +seyahatinin hatıra-i tetebbu’ ve mütala’atı olmak üzere Kütübhane-i +Osmani’ye Avrupa’da Bir Cevelan ünvanlı mühim +bir büyük cild eser daha kazandırmıştır. +Kendine mahsus selis bir uslubu vardı. Eserlerini okuyanlar +hususiyet-i edasıyla istinas peyda edenler; imzasını +görmeden okudukları şeyin kime ait olduğunu derhal tanıyabilirler. +Bu suretle Osmanlı tarih lisan ve edebiyatında +mühim bir muslıhlik ve inkılabcılık payesi ihraz etmiş oluyor. +Merhum bütün bu cihan-pesend mücahedat-ı seminesiyle +kendini Avrupa alem-i irfanına da tanıtmış o muhit-i +ulemadan bazı muhibler kazanmıştır; namı Frenk Kamusü’l-A’lam’ +larına geçmek suretiyle mazhar-ı te’bid olmuştur; +kendi milletinden gördüğü kadr-na-şinaslıklara mukabil Avrupa’nın +gösterdiği bu eser-i teveccüh ve takdir ile müteselli +olurdu!.. +Fazıl-ı merhum ihtiyarlığına rağmen dinç pek çok gençlerden +mukavim ve çalışkan idi: Dört sene evvel bir şiddetli +kar fırtınasında birçok ısrar edilmesine mukabil şemsiye kabul +etmeyerek yakalarını kaldırdıktan sonra bir asker tavr-ı +merdanesiyle ilerleyiverdiğini hatırlıyorum! +Hasılı muhterem üstadımız Ahmed Midhat! bir manzume-i +fezail ve mezaya idi. Bi-kes milletimiz; o büyük “eb-i +ma’rifet”den daha pek çok şeyler beklerdi; kendi de daha +on sene hizmet etmek emelinde bulunduğunu söylermiş. +Merhum bir “hayat-ı vazife” yaşadı ve nihayet vazifesi +gayreti uğurunda şehid oldu; ve bu kudsi hatimeyi kelime-i +şehadetler tekbirler tehliller ile tezyin ederek selim-i kalbi +muhasib-i vicdani nazarkar-ı akli ile mahfuf olan “nefs-i +mutmainne”si; –razi ve marzi–; Allah’ına kavuşuverdi! +– Allah o gayur kulundan razi olsun kabrini pür nur +etsin.– +HİLAFET-İ İSLAMİYYE’NİN SUKŪTU +DÜNYANIN ZEVALİDİR +Muharririn-i İslamiyye’den Ahmed Agayef Bey Tasvir-i +Efkar’ da neşr ettiği bir makalesini şu fıkra ile bitiriyor: +“Millet-i İslamiyye’nin şu yeni hey’et-i vükeladan taleb +edeceği yegane şey: “Muhafaza-i şeref ve namus”dan ibarettir. +Hükumetin yegane vazifesi kendi haysiyet ve şerefini +müdafaayı tasmim etmiş olan millete rehberlik etmektir. +Millet ise artık mevcudiyetini isbat edince dininin namus +ve şerefinin bütün ma’neviyat ve ruhaniyyetinin de ma’raz-ı +tehlikede bulunduğunu elbette ki takdir etmiştir! Bugün +yalnız Edirne Adalar değil din-i İslam Şeriat-i Garra-yı Muhammediyye +bile taht-ı tehlikededir. Biz bu kere muzafferiyyat +ve istila için değil dinimizi şerefimizi namımızı müdafaa +ve muhafaza için mücahede edeceğiz. Biz bütün cihana +hilafet-i İslamiyye’nin sukūtu dünyanın da zevali olduğunu +bulunan alem-i İslam’ın bütün enzarı bugün bize ma’tufdur. +Bugün göklerde ruh-ı peygamber bizim için du’a-handır. Bizim +yegane emelimiz şeref ve namus-ı İslamiyyet’in iadesi +olacaktır. Biz şimdiye kadar haysiyet-i İslamiyyeye sürülmüş +olan lekeleri kanımızla yıkayacağız. Lazım olursa kadınlarımız +çocuklarımız da öleceklerdir. Canımızı; malımızı bütün +mamelekimizi haysiyet-i İslamiyye yolunda feda edeceğiz; +muvaffak olmazsak bile millet-i Muhammediyye’nin namus +ve şeref ile mahv olabileceğini bütün dünyaya isbat +edeceğiz. Hiç olmazsa evlad ve ahfadımız yüksek nasıye ile +da akıtmış oldukları kanın intikamını almakla perverişyab +olurlar! Artık ya ma’şera’l-İslam vazife başına! Şi’arımız: Ya +şeref ya ölümdür!” + +---- +ENVER BEY - AVRUPA +---- + +Viyana’da münteşir Niyoviner Jurnal Gazetesi mühim +bir makalesini şu cümle ile bitiriyor: +“Bugün Osmanlılığın ve hatta denilebilir ki bütün Avrupa’nın +mukadderatı Enver Bey’in yed-i iktidarındadır.” +MUZAFFERIYAT-I HARBIYYE VE SIYASIYYE: +el-Ehram gazetesinde okunduğuna göre Hamidiye kruvazörü +Kanunisani-i Efrenci’de Portsaid sularına tekarrub +ettiği sırada iki Yunan torpidosuna tesadüf ederek birini batırmış +ve diğerinin mühim aksamını tahrib eylemiştir. +§ Kanunisani’de Beyrut’a muvasalat ederek rıhtımda +binlerce halk tarafından selamlanmış birkaç zabit ve asker +müfarakat eylemiştir. Kahraman Hamidiye’nin muvaffakiyeti +ahalinin kuvve-i ma’neviyyesi üzerinde pek mühim bir +te’sir icra etmiştir. +§ Tasvir-i Efkar ’ın istihbaratına göre Hamidiye Beyrut’dan +avdeti esnasında Yunanlıların dört torpidosu tarafından +bir hücuma ma’ruz kalmış ve gösterdiği savlet-i +dilirane neticesinde iki torpidoyu gark birini de zabt eylemiştir. +Diğer torpido pek ziyade hasara duçar olarak firar +edebilmiştir. +“ İspeçya” zırhlısı Kanuni +sani’nin beşinci Cumartesi günü Limni açıklarında vukū’ +bulan muharebe-i bahriyyede Osmanlı güllelerinin isabetiyle +fena halde zedelenerek Mondros açıklarında batmış olduğu +mevsukan haber alınmıştır. +Cavid Paşa’dan varid olan bir telgrafa göre Osmanlı kuvveti +düşmanı def’ ve tenkil etmek suretiyle Görice’yi istirdad +eylemiştir. +§ Sabah’ ın muhabir-i mahsusu Selanik’den yazıyor: “Arnavudlar +Sırblılara karşı suret-i şedidede i’lan-ı harb ettiler. +Çeteler teşkil ediyorlar. Arnavutların topları olduğu gibi külliyetli +mikdarda mitralyözleri de var. Sırblara dehşetli telefat +verdiriyorlar. +Arnavutların Debre Kumanova Priştine’yi zabt ettikleri +muhakkaktır. Dünden beri Kaçanik Boğazı’nı tuttuklarını da +karı şimendüferlerin işlemedikleri te’yid ediyor. +Haber aldığımıza göre Mitroviçe hattı üzerinde Sırbların +bir askeri trenini Arnavudlar bomba ile ber-heva etmişler. +Fakat bu haber henüz te’eyyüd etmedi.” +§ “Kataro”dan Viyana’ya vaki’ olan iş’arata nazaran +kuva-yı Osmaniyye İşkodra’da yeni bir huruc hareketi yapmışlar +ve Şengin’e doğru kendileri için bir yol açmaya muvaffak +olmuşlardır. İşkodra kuva-yı askeriyyesi Şengin’den +bu suretle bol bol erzak almışlardır. +§ Viyana’dan Fosişe Çaytung gazetesine iş’ar olunuyor: +“Bar”dan Rayheşpost Gazetesi ’ne varid olan ma’lumata +nazaran “Matya”da Sırp asakiri ile “Malisör”ler ve Merditalılar +arasında gayet şedid muharebat vukū’ bulmuştur. +Bu muharebatta yüz seksen Sırp askeri telef olmuştur. Sırp +asakirine ta’arruz eden Malisörlerin tenkili için “Tiran” ve +Kurupa’dan iki tabur Sırp asakiri mikdar-ı kafi cebel topları +muştur. Sırp asakiri “Vitali”ye ilerler iken “Merdita”lıların +kuva-yı mütehaşşidesi tarafından ihata edilmiş ve vukū’ bulan +muharebede iki tabur Sırp asakiri ve cebel topçusundan +asker telef olmuş ve mütebakīsi silah ve mühimmatını +ve toplarının cümlesini terk edip perişan bir halde firar eylemiştir. +Almanya’nın Dersaadet +Sefiri Baron Vangenhaym cenabları geçen gün hükumet-i +metbu’asından atideki telgrafı almıştır: “Almanya’nın +Asya-yı Osmani’deki menafi’-i azimesine binaen şu esnada +Rusya tarafından Babıali üzerinde tazyikat icrasına muvafakat +edemez. Keyfiyet Rusya kabinesine de tebliğ edilmiştir.” +Sebilürreşad – Müslümanlar +sırrının bil-fi’l tecellisini +görerek azm ve metanetlerini takviye ve tezyid eylesinler. +ALEM-İ İSLAM’DA TEZAHÜRAT: +Hindistan’ın Liknev şehri ahali-i İslamiyyesi bir “miting” +akdiyle Londra Kabinesi’nin Devlet-i Osmaniyye’ye aleyhdar +bir hatt-ı hareket ta’kīb eylemesini şiddetle protesto etmiştir. +§ Kalküta’dan Kanunisani tarihiyle Dahiliye Nezareti’ne +çekilen telgrafnamedir: Dünkü Royter Ajansı’nın kabine +tebeddülüne dair verdiği havadis m��slümanları tekrar +ümidvar eylemiştir. Cenab-ı Hakk’ın sizleri İslam’ı müdafaaya +muvaffak buyurmasını du’a eylemekteyiz. Kalküta müslümanları +namına: Arif.” +§ Hindistan Müslüman Cem’iyyeti tarafından masarıf-ı +harbiyye olarak hükumet-i Osmaniyye’ye on +altı milyon Frank tevdi’ ve i’ta edilmiş olduğunu istihbarat +ajansı te’min ediyor. +Bu meblağ Hind müslümanları tarafından her ne kadar +ta bidayet-i muhasamada cem’ olunmuş ise de iskat olunan +kabineye i’timad ve emniyet etmediklerinden dolayı gönderilmemiştir. +§ Rangon’dan Ahmed Davud ve Molla Efendi Sabah +Gazetesi’ ne atideki hususi telgrafnameyi keşide etmiştir: +“Burma ahali-i İslamiyyesi devletlerin notasına şan ve +şevket-i İslamiyye ve şeref ve haşmet-i Osmaniyye’ye mü +nafi bir cevab i’tasına meydan verilmeyip bu suretle haysiyet-i +Hilafet’in muhtel olmasının men’i zımnında ittihaz +olunan gayet musib ma’kūl ve makbul bir tedbirden dolayı +Osmanlıları tebrik ediyorlar ve bu münasebetle esna-yı +muharebede gaib edilen arazinin de emsalsiz ve şöhret-şi’ar +Müşir Şevket Paşa ile Gazi Enver Bey’in sayesinde istirdad +edileceğine bu suretle Osmanlı silahlarının namus ve şerefi +ediyorlar. Bu hususda Cenab-ı Hakk’a dahi kemal-i huşu’ +muharebe devam ettiği müddetçe Darülhilafeti’l-aliyye’ye +Hilal-i Ahmer’ine mu’avenet-i lazımeyi kat’an diriğ etmeyeceklerdir.” +Cuma-i Bala’ya merbut +Simitli karyesinde müslümanın evvelce Bulgar oldukları +bahanesiyle Hıristiyanlığı kabul ettiklerine ve Karpenik +ahalisinin de aynı arzuda ! bulunmaları hasebiyle +onlar için de merasim-i mahsusa hazırlandığına dair K. Pavlof +Osmanlı alem-i matbuatına bir çok +hidemat-ı hayriyye ve nefise ifasına muvaffak olan Ebuzziya +Tevfik Bey geçen gün sekte-i kalbden füc’eten vefat ederek +meftun-ı irfan ve fezaili olan bütün kalbleri duçar-ı hüzn ü +keder eylemiştir. Cenab-ı Hak garik-ı rahmet-i ilahiyyesi buyursun. +Mehadim-i kiramına an-samimi’l-kalb beyan-ı ta’ziyet +eyleriz. +Fransızlara Karşı İ’lan-ı İsyan – Tanca’dan eş-Şa’b +gazetesine yazıldığına göre Marakeş’de Şadma Kabilesi’nin +Fransızlara karşı i’lan-ı isyan etmesi üzerine Mocador ile +Tanca arasında mürur ve ubur büsbütün munkatı’ olmuştur. +Zaten kabile-i mezkure efradı yolu beklemekte oldukları cihetle +kimse oradan geçmeye cesaret edemiyor. +MABEYN-I HÜMAYUN’DA +Safer Kanunisani Çarşamba günü Dolmabahçe +Sahil Saray-ı hümayunu süfera salonunda ictima’ +eden meclisin müzakeratı hakkında ceraid-i yevmiyyede görülen +tafsilatın hülasaten iktibası münasib görülmüştür: +Sadrazam Paşa’nın riyaseti irade-i seniyye-i padişahi +mukteziyatından bulunmakla Kamil Paşa meclise dahil olan +zevattan müteşekkil murabba’ın saflarından birinin vasatında +bir mevki’-i mahsusda ahz-i mevki’ eylemişlerdi. Sağ +taraflarında şeyhülislam sol taraflarında sadr-ı sabık Said +Paşa bulunuyorlardı. Hazır bulunan a’zanın mikdarı yüze +karib idi. +Müzakerata vasati saat bir buçukta başlanıp evvela Ba +bıali Tahrirat Müdiri Said Bey düvel-i muazzama tarafından +verilen notanın suret-i mütercemesini kıraet etmiş ve bunu +müte’akıb Harbiye Nazırı Nazım Paşa muharebe-i hazıra ve +tarafeyn ordularının vaz’iyeti hakkında izahat i’ta eylemiştir. +Ba’dehu Maliye Nazırı Abdurrahman Efendi dahi devletin +ahval-i maliyyesine dair ma’lumat vermiştir. Hariciye Nazırı +Noradonkyan Efendi ifadatını kaleme almış olduğundan +tanzim etmiş olduğu fezleke dahi müşarun-ileyh Said Bey +tarafından kıraet edilmiştir. Fezleke-i mezkure Avrupa siyasiyyat-ı +umumiyyesinin safha-i hazırası ve devletlerden her +birinin hatt-ı hareketi ve süferamıza vukū’ bulan beyanatı +hakkında ma’lumatı havi idi. +Fezlekenin kıraeti hitam buldukta kelam sırasıyla ulemadan +Mustafa Asım Efendi ve a’yandan Damad Ferid ve Müşir +Fuad paşalar ve Defter-i Hakani Nazırı Mahmud Esad Efendi +ve a’yandan Reşid Akif Paşa ve Logofet Bey Sadr-ı esbak +Said Paşalar mes’ele-i hazıranın bir tesviye-i i’tilafkaranesi +muvafık olacağı tarzında beyan-ı mütala’at eylemişlerdir. +Müte’akıben Başmüdde’i umumi İsmail Hakkı Bey devam-ı +harbi iltizam etmiş ve bazı mesail-i askeriyyeden dahi bahs +eylemiştir; mevzu’-ı bahs edilen mevad hakkında Harbiye +Nazırı Nazım Paşa tarafından bazı cevablar verilmiştir. +rızası dairesinde bir tesviye-i i’tilaf-perveraneye çalışılmak +cihetine ma’tuf bulunmuştur. Huzzarın efkarı bu merkezde +bulunduğu anlaşılması üzerine Dahiliye Nazırı Reşid +Bey ve Hariciye Nazırı Noradonkyan Efendi bazı beyanatta +daha bulunmuşlardır. +Sadr-ı esbak Said Paşa meclisin bir şekl-i resmisi olup +olmadığını sual eylemişler cevaben meclisin bir mahiyet-i +Müzakerenin hitamına doğru mes���elenin safha-i hazırasında +hey’et-i vükelanın muvafık gördüğü tedbir meclise +beyan olunmuştur ki düvel-i muazzama ile bil-i’tilaf bir suret-i +tesviye bulmak esasına müstenid idi. +Zaten huzzarın ekseriyet-i azimesinin de müşkilat-ı hazıranın +sulhen tesviyesi cihetini iltizam eyledikleri görülmekte +Müzakerat vasati saat dörtte hitam bulmuş ve med’uvvin +avdet etmeye başlamışlardır. +Sadrazam Kamil Paşa ile Sadr-ı esbak Said Paşa el ele +tutuşarak salondan çıkmışlar ve Sadrazam paşayı Said Paşa +merdiven başına kadar teşyi’ eylemişlerdir. +Meclis dağıldıktan sonra huzzar diğer salonlara dağılmışlar +ve mezkur salonlarda istihzar edilmiş olan büfelerden +Enderun efendileri vasıtasıyla çay ve saire ile i’zaz ve ikram +edilmişlerdir. +Zat-ı Hazret-i Padişahi meclisin devamı müddetince cereyan-ı +müzakerattan muntazaman ma’lumat almakta bulunmuşlardır. +§ İşbu meclisde hazır bulunan zevatın esamisi ber-vech-i +atidir: +Hey’et-i Vükela: Sadrazam Kamil Paşa Şeyhülislam +Cemaleddin Efendi Harbiye Nazırı Nazım Paşa Hariciye +Nazırı Noradonkyan Efendi Dahiliye Nazırı Reşid Bey +Evkaf Nazırı Ziya Paşa Maliye Nazırı Abdurrahman Bey +Adliye Nazırı Damad Arif Hikmet Paşa Maarif Nazırı Damad +Mehmed Şerif Paşa Nafia Nazırı Ziya Bey Bahriye +Nazır Vekili Müsteşar Rüstem Paşa Telgraf ve Posta Nazırı +Musurus Bey Sadaret Müsteşarı Adil Bey. +Heyet-i A’yan: Sadr-ı esbak Said Ferid Gazi Muhtar +Reşid Akif Müşir Fuad Damad Ferid Topçu Feriki Rıza +Ömer Rüşdü Aristidi Hüsnü Said Halim Süleyman Şerif +Cafer Arif Hikmet İzzet Muhyiddin Şükrü Paşalar; Ekrem +Halim Abdurrahman Şeref Şerif Nasır Ali Galib Faik Logofet +Nuri Beyler; Abdülkadir Rıza Aram Azaryan Mavrokordato +Efendiler. +A’yandan Mahmud Şevket Paşa ile Musa Kazım Süleyman +Elbistani Ziyaüddin Efendiler Mehmed Tevfik Sadr-ı +esbak Hakkı İbrahim Paşalar Nail Şerif Ali Haydar Prens +Sabahaddin Beyler hazır bulunmamışlardır. +Diğer zevat: Defter-i Hakani Nazırı Mahmud Esad Fetva +Emini Mehmed Esad Rumeli Kazaskeri İbrahim Ethem +Anadolu Kazaskeri Mustafa Asım Mahir Said Efendilerle +diğer bazı ulema. +Erkan-ı Harbiyye-i Umumiyye Reisi İzzet Mu’avin Hadi +Piyade Dairesi Reisi Ferid Topçu Dairesi Reisi Ali Refik Süvari +Reisi Subhi Birinci Ferik Abdullah İ’malat-ı Harbiyye +Reisi Nazım Bahriye Nazır-ı esbakı Ferik Hurşid Muhasebat +Dairesi Reisi Ahmed Fevzi Kıtaat Müfettişi Hüsnü Bahriye +Muhakemat Reisi Halil Masarıfat Dairesi Reisi Rasim +Liman Dairesi Reisi Abdi Bahriye Erkan-ı Harbiyye Reis +Vekili Sıdkı Şura-yı Devlet Mülkiye Dairesi Reis-i sanisi +Ahmed Salim Tanzimat Dairesi Reis-i Sanisi Said Maliye +Nafi’a Maarif Dairesi Reis-i sanisi Tevfik Beyler Adliye +Nezareti Mahkeme-i Temyiz Reisi Ali Haydar Efendi Ceza +Dairesi Reisi Osman İstid’a Dairesi Reisi Rüşdü Başmüdde’i-i +Umumi İsmail Hakkı Beyler; Şehremini Cemil Paşa +Rusumat Müdir-i Umumisi Sırrı Bey hazır bulunmuşlardır. +* * * + +---- +BEYANNAME-I RESMI +---- + +Perşembe günü Kamil Paşa kabinesi tarafından gazetelere +tebliğ edilmiştir: +“Dün Saray-ı hümayun-ı mülukanede a’yan-ı kiram ve +bazı rical-i ilmiyye ve askeriyye ve mülkiyyeden müteşekkil +olarak in’ikad eden Meclis-i Umumi’de Heyet-i Vükela namına +taraf-ı sami-i Sadaret-penahiden ve Harbiye ve Hariciye +ve Maliye nazırları hazeratı taraflarından verilen izahat +üzerine devletin hal ve mevki’-i hazırı ariz u amik tezekkür +ve kemal-i safvet ü samimiyyetle te’ati-i enzar ve efkar olunarak +neticesinde Heyet-i Vükela’nın nokta-i nazarı tasvib +edilmiş ve düvel-i muazzamanın hissiyat-ı adalet-karisine +beyan edilen mevaid ve muavenetin istihsal-i fi’liyyatına ve +memleketin selamet-i atiyye ve menafi’-i iktisadiyyesinin +te’mini esbabının istikmaline çalışılması Heyet-i Vükela’nın +uhde-i hamiyyet ve me’muriyyetlerine tevdi’ edilmiştir.” +TEBEDDÜL-İ VÜKELA +Meclis-i Vükela’nın Edirne Vilayeti’ni kamilen Bulgarlara +terk Bahr-i Sefid’i de devletlerin re’yine havalesi hakkındaki +notayı kabule karar vermesi ve bu kararın Mabeyn-i +hümayunda in’ikad eden meclis tarafından tasvib olunması +geleyan-ı milliyi mucib olarak ferdası Perşembe günü Heyet-i +Vükela düvel-i muazzamaya i’ta olunacak cevabi notanın +tahriri için hal-i ictima’da bulunduğu bir sırada ba’de’zzeval +saat üç buçuk dört raddelerinde binlerce halk Babıali +pişgahında ictima’ ve bazı tezahürat-ı vatan-perveranede +bulunmuşlardır. Bunun üzerine Kamil Paşa kabinesi isti’fasını +vermeye mecbur olmuş ve keyfiyet-i isti’fa Mücahid-i +muhterem Enver Bey Efendi tarafından nümayişçilere +ba’de’t-tebliğ hak-i pay-ı şahaneye arz olunmuştur. Zat-ı +hazret-i padişahi isti’fayı kabul ederek kabine teşkiline Mahmud +Şevket Paşa’yı me’mur eylemişler ve keyfiyet Enver +Beyle birlikte Babıali’ye gelen Başmabeynci Halid Hurşid +Serkatib Ali Fuad Beyler vesatatıyle sabık kabineye tebliğ +edilmiş müte’akıben müşarun-ileyhima Enver Bey’in refakatinde +yine Saray-ı hümayuna avdet eylemişlerdir. Bilahare +saat sekiz buçukta Mahmud Şevket Paşa Babıali’ye +muvasalat etmiş müte’akıben zirde sureti münderic hatt-ı +hümayun Başkatib Ali Fuad Bey tarafından bülend-i avaz +Hatt-ı hümayunun kıraetini müte’akıb sadr-ı cedid Mahmud +Şevket Paşa ahaliye hitaben: “Padişahımızın iradesine +tevfikan Sadareti şu müşkil zamanda kabul ettim. Kabineyi +teşkil ettikten sonra elimizden geldiği kadar çalışacağız. +Bu anda sizden de mu’avenet bekleriz. Sükutu muhafaza +ederek buradan çekilmenizi emir ve rica ederim.” Buyurmuşlardır. +Bunun üzerine ahali kemal-i sükun ile yerli yerine +çekilmişlerdir. +Yalnız şuna teessüf olunur ki nümayiş esnasında Sadaret +yaverlerinden Nafiz Bey ile Harbiye Nazırı Nazım Paşa +Harbiye Nezareti Yaveri Yüzbaşı Tevfik Efendi sivil bir zat +kurşunların isabetiyle vefat etmişlerdir. +Yeni kabine ber-vech-i ati teşekkül etmiştir: Sadrazam ve +Harbiye Nazırı Mahmud Şevket Paşa Şura-yı Devlet Reisi +Prens Said Halim Paşa Dahiliye Nazırı: Hacı Adil Bey Hariciye +Nazırı Vekili: Atina Sefir-i sabıkı Muhtar Bey Bahriye +Nazırı: Çürüksulu Mahmud Paşa Adliye Nazırı: İstanbul +Vali-i sabıkı İbrahim Bey Maliye Nazırı: Divan-ı Muhasebat +Reisi Rifat Bey Nafi’a Nazırı Besarya Efendi Evkaf Nazırı: +Hayri Bey Ticaret ve Zira’at Nazırı: Aydın Vali-i esbakı +Celal Bey Posta ve Telgraf Nazırı: Uskan Efendi Maarif Nazırı: +Saruhan Mutasarrıf-ı sabıkı Şükrü Bey. +Mesned-i Meşihat-i İslamiyye de Fetva Emini Mehmed +Es’ad Efendi hazretlerine tevcih edilerek ferdası Cuma günü +Sadaret alayı merasim-i mahsusasıyla icra olunmuştur. +Bilahare Hariciye Nezareti Said Halim Paşa hazretlerine +tevcih buyurularak Muhtar Bey de Hariciye Müsteşarlığı’na +ta’yin olunmuştur. Şura-yı Devlet Riyaseti’nin de sadr-ı esbak +Said Paşa’ya tevcih olunacağı rivayet ediliyor. +* * * +SURET-İ HATT-I HÜMAYUN +“Vezir-i ma’ali-semirim Mahmud Şevket Paşa. Kamil +Pa +şa’nın vuku’-ı isti’fasına ve hal ve mevki’in müstağni-i +bir zat uhdesine tevcihine lüzum görülüp +sizin iktidar ve kifayetiniz nezdimizde ma’lum ve müsellem +olduğundan mesned-i Sadaret rütbe-i samiye-i vezaret ve +müşiri ile uhdenize tevcih kılınmış ve Meşihat-i İslamiyye’ye +de münasib bir zatın intihabı derdest bulunmuştur. Hey’et-i +cedide-i vükelanın teşkiliyle tasdikimize arzını irade eylerim. +Hemen Cenab-ı Hak muvaffak bil-hayr buyursun amin. +Bi-hürmeti seyyidi’l-mürselin” +SURET-İ HATT-I HÜMAYUN +“Vezir-i ma’ali-semirim Mahmud Şevket Paşa. Dünkü +hatt-ı hümayunumuzla bildirildiği vechile makam-ı Sadaret-i +uzmaya me’muriyetiniz icra olunmuş ve mesned-i meşihat-i +den Fetva Emini Mehmed Es’ad Efendi uhdesine tevcih kılınmıştır. +Cenab-ı Hak muvaffak bil-hayr buyursun amin.” +Fi Saferü’l-hayr sene +Fi Kanun-ı sani sene +* * * + +---- +BEYANNAME +---- + +Kanunisani Perşembe günü Babıali’de icra olunan +nümayiş esnasında kabinenin isti’fasını müte’akıb neşr +ve tevzi’ olunan beyannamedir: +“Devletimiz Trablusgarb ve Bingazi’de İtalyanlar ile şanlı +ve şerefli bir surette harb ettiği bir sırada Şimali Arnavutluk’da +birkaç şeririn hükumete muhalefet maksadıyla uyandırdığı +naire-i fesad ve isyanı teskin için gönderilen kuvve-i +te’dibiyye arasından bazı zabitanın alenen eşkiyaya iltihak +etmesi ve Cenubi Arnavutluk’da aynı maksatla bir takım +hamiyyetsizlerin vazife-i askeriyyelerini terk ile müsellehan +dağa firar eylemesi muharebe-i hariciyyeye bir de mücadeli-i +dahiliyye ilave ettiği cihetle bu ahval üzerine Said Paşa +Kabinesi mevki’-i iktidardan çekilmeye mecburiyet hissetmiş +ve zevahire nazaran inan-ı idareye vaz’-ı yed eden Ahmed +Muhtar Paşa Kabinesi’nin memlekette bir devre-i sükun +küşad edeceğini herkes ümid eylemiş idi. Hayfa ki bu kabine +daha ilk hatvede asilere karşı terk-i silah ve muhasamayı +taht-ı karara almakla devletimizin Balkanlardaki vaz’iyet-i +siyasiyyesini takdirden aciz olduğunu gösterecek bir hata +riştine’ye sonra Üsküb’e girerek me’murin-i hükumeti tard +ve teb’id gibi azgınlıklar izhar ettiği halde hükumet oralardaki +kuvve-i te’dibiyyeyi seyirci vaz’iyetinden ayırmadığından +bu hal haricde kuvve-i askeriyyemizin za’f ve inhilaline delil +ma’tuf olan hırs ve iştihalarını bir kat daha açmıştır. +Asilerin Üsküb’e girmek üzere bulundukları bir sırada +Londra’daki Bulgar sefirinin bizim oradaki sefirimize söylediği +şu: “Devlet-i Osmaniyye’nin birkaç bin asiyi +te’dibden aciz görünmesi memleketiniz için mukaddime-i +felaket olur.��� sözü bir düşman ağzından nadiren çıkan müessir +ve mukız bir nasihat iken nazar-ı i’tibara alınmadıktan +başka asilerin Üsküb’den sonra Köprülü’ye inmelerine de +ses çıkarılmamış ve neticede usata galib bir devlet tebe’asına +verilen müsa’adata müşabih ve Kanun-ı Esasi ahkamına +muhalif müsa’adat bahş olunmuştur. +Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi’nin Kanun-ı Esasi’yi ihlal +etmesi bununla da kalmayarak bu asilerin arzu ve talebine +tebe’an otuz milyon Osmanlının emn ü i’timadını haiz olan +Meclis-i Meb’usan’ın sedd ü ta’tili cihetine gidildi ve en feci’ +bir darbe-i Meşrutiyyet telakkī edilmek lazım gelen bu hale +karşı memleketten kuvvetli bir sada-yı i’tiraz yükselmemiş +olduğundan gurur ve izzet-i nefs-i milli gibi fezailin Osmanlı +kalblerinden silinmiş olduğuna bu da haricen büyük bir alamet +kan devletlerine bir hiss-i hürmet ilka eden ordumuzda za’f +ve teşettüt bulunduğunu ve en mukaddes hukūk ve mü’essesat-ı +siyasiyyeleri ayak altına alınsa bile Osmanlı milletinin +teessür ve tehassüs asarı göstermekten aciz olduğunu +Balkan İttifakı’nı tevlid ve te’min etmiştir. Ahmed Muhtar +Paşa Kabinesi o sırada –şayed ihanet değilse– cihanda +misli na-mesbuk bir de gaflet irae etmiştir. Kabine Balkan +hükumetlerinin ittifakını bildiği halde Rumeli’deki kıtaat-ı +nizamiyyeden yüz yirmi bin kişiyi birden terhis ile Rumeli’yi +askerden hali bırakmıştır. İstihsal-i Meşrutiyyet’den sonra en +ziyade ta’lim ve terbiye görmüş olan bu neferat taburlarıyla +harbe iştirak etmiş olsalar idi pek çok yararlık göstereceklerinde +şüphe edilemezdi. Aynı zamanda hükumet bu gafletini +bir de hamakat ile tarsin etti. Manevra icrası için Rumeli +rediflerini taht-ı silaha aldı. Bundan kuşkulanan Balkan +hükumetleri muhasama kapısını açmak için isti’cal ettiler. +Hatta mütevatiren şayi’dir ki Rusya Çarı muharebenin ilkbahara +ta’likını tavsiye ettiği halde Bulgar Kralı Ferdinand +“İlkbaharda Türkiye re’s-i karında bu kadar aciz bir kabine +bulunacağı ma’lum değildir” diyerek muhasamatı ta’cil esbabını +Erkan-ı Harbiye’mizce Balkan hükumetlerine karşı öteden +beri bir harb planı hazırlanmış iken Ahmed Muhtar +Paşa Kabinesi bu planı tatbik etmediği gibi kumandanlıklara +da na-ehilleri ta’yin etmiş ve galib geleceğine dünyanın her +tarafında emniyet ve i’timad edilen ordularımızı Kırkkilise ve +Lüleburgaz hezimetlerine uğratmıştır. Gerek Ahmed Muhtar +Paşa gerek onu istihlaf eden Kamil Paşa kabineleri mağlubiyetlerimizin +esbab-ı hakīkıyyesini taharri ederek onları +ber-taraf etmekle meşgūl olacağına milletin mukadderatıyla +eğlenircesine pay-ı tahtta hane basmak erbab-ı hamiyyeti +taharri ve tevkīf etmek gibi işleri büyük birer vazife bilmişlerdir. +Bu kabineler cahil ve kabiliyetsiz kumandanlar elinde +meydan-ı harbdeki ordularımızın kabiliyet-i harbiyyelerini +nasıl mahv u izale etmişler ise bu gibi ta’kībat ile de milletteki +hissiyat-ı vatan-perverane ve galeyan-ı ceri-cuyaneyi +uyuttular. Adeta muharebe eden askerle onun mensub olduğu +millet arasında iştirak-i hissiyyat menafi’-i mütekabile +mefkūd zannolunurdu. Hele Kamil Paşa Kabinesi umur-ı +harbiyyeden ziyade Abdülhamid devrini ihya edercesine +hafiye ve casus jurnalleri ile iştigal etmiştir. +Çatalca’daki vaz’iyet-i galibanemiz nazar-ı dikkate alınmaksızın +Bulgarlara gayet müsa’id şeraitle akd-i mütareke +edilmiş olmasına bakılırsa Kamil Paşa Kabinesi’nin menafi’-i +vataniyye ve milliyyeye bakmayarak herçi bad abad +musalahaya karar verdiği anlaşılıyor idi. Londra Konferansı’nın +üçüncü ictima’ında Edirne Vilayeti’nden maada bütün +Rumeli’nin düşmanlara terk edilmesi hükumetin niyetini +pek açık surette gösterdi. Balkan hükumetleri bu kadar +müsaadekar olan bir kabineden Edirne ile adaları almamak +bir hata-yı azim olacağına hüküm ettiklerinden bu babda +fevkalade ısrarda bulundular ve Londra’ya gönderdikleri +murahhaslarının dirayeti sayesinde Düvel-i Muazzama’yı +da kendi emellerine iştirak ettirebildiler. Devletler de acz ve +meskenetten mürekkeb olan kabineye müşterek bir nota ile +Edirne’nin terkini tavsiye ettiler adaların hallini bize bırakın +dediler. Kamil Paşa Kabinesi’nin fikir ve mütalaası da +bu merkezde bulunduğu dünkü meclis-i meşverette cereyan +eden müzakerat ile anlaşıldı. Kamil Paşa Edirne’nin +terki mecburi ve ıztırari olduğuna herkesi inandırmak için +kararını bu meclis-i gayr-i mes’ule de kabul ve tasdik ettirdi. +Kavaid-i meşrutiyyetle idare olunan Kanun-ı Esasi’ye malik +bulunan devletlerde bu gibi meclislerin yeri yoktur. Kamil +Paşa Kabinesi Edirne’yi Bulgarlara adaların atisini devletlere +terk etmek gibi işlediği katmerli bir cinayeti setr etmek için +Kanun-ı Esasi’yi parçalamaktan çekinmiyor. Bu suretle bir +tarafdan Osmanlılığın ikinci pay-i tahtını Bahr-i sefid’deki +hakimiyet-i atiyyesini feda ederken diğer tarafdan da Osmanlı +milletinin en ali bir hakkına tecavüz ediyor. +Millet-i Osmaniyye altı yedi aydır hukūk-ı esasiyyesine +tevaliyen tecavüze cesaret eden Rumeli’yi bi-perva teslimden +çekinmeyen memleketi müdafaa için kuva-yı milliyyeyi +tahammül edemezdi. Vatanın atisi milletin menafi’-i esasiyyesi +tehlikede bulunduğu sıralarda milletin hakk-ı ihtilalini +dir. İşte millet bugün o hakkını isti’mal ettiğinden Kamil Paşa +Kabinesi isti’fasını vermiştir. Millet-i Osmaniyye Rumeli’deki +hukūkundan vazgeçmeyecek ve bunun için her fedakarlığı +Binaenaleyh müşkilat-ı mevcudeyi ber-taraf etmek için +milletin vesait-i müdafaasına müracaattan korkmayacak ve +belki bunu me’mul ettiği muvaffakıyata üssü’l-esas bilecek. +Hamiyyetli ve vatanperver bir heyetin re’s-i kara getirilmesi +zat-ı hazret-i padişahiye arz edilmiştir. +Tarih-i alemde şan ve şerefle yaşamaya layık olduklarını +Osmanlılar bundan sonra göstereceklerdir. Yaşasın millet ve +Kanun-ı Esasi.” +* * * +MÜHİM BİR TELGRAF +Edirne’nin büyük ve fedakar Kumandanı Şükrü Paşa +hazretleri tarafından Kamil Paşa kabinesine hitaben sukūtu +günü çekilen telgrafnamedir: +“Edirne gibi dünyanın en müstahkem mevakiinden +ma’dud bir şehr-i mukaddesi deni hunhar bir düşmana +teslim edecek alçak bir kumandan şanlı Osmanlı tarihinde +görülmemiştir. Ben de bu cinayeti irtikab etmeyecek ve +son neferimi kendi tabancama kendimi de son kurşunuma +tevdi’ edeceğim. Şehirde imkan-ı mukavemet kalmadığını +görünce muhasara altında bulunan la-ekall kırk bin Bulgarı +tecrid ederek aceze-i sıbyan ve nisvanı konsolosların ellerine +birer beyaz çarşaf vererek onların himayesine tevdian şehirden +çıkaracağım. Şimdiye kadar yaptıkları gibi bunları da +onların medeniyet gözleri önünde isterlerse imha etsinler… +Ba’dehu toplarımı o meşhur-ı alem olan mebani ve emakin-i +muazzezemiz ile Bulgarlar üzerine çevirecek ve şehri +de ateşlere boğarak harabe-zara döndüreceğim. İçeride +ateş dışarıda ölüm içinde kalacak kahraman askerim işte o +zaman velev ki muhasırı bir milyon olsun onu yaracak ve +bu suretle ya kahramanca ölecek veyahud mukaddes pay-ı +taht-ı ecdadını şanla terk edecektir.” +MEV’IZA + +---- +. . +---- + +Ey cemaat-i müslimin ey Allah’ın +dinine iman edenler! +Allah’ın da’vetine; +Allah’ın Resulüne o Resul-i +Muhteremin da’vetine. +Evet onların sizler +sizin hakkınızda mahz-ı hayat olacak bir çok evamiri var; +onları ifa ederseniz gerek bugünkü hayat-ı faniyyenizde +gerek yarınki hayat-ı sermediyyenizde mes’ud olur rahatla +saadetle yaşarsınız. +Sonra +bilmiş olunuz ki Cenab-ı Hak insanın kalbi ile kendi arasına +girer; yani mahlukunun bütün esrarına muttali’ olur. +Şunu da biliniz ki yine merciiniz Allahu Zü’lcelal’dir. +O musibetten o fitneden o felaketten sakınınız +ki: +o bela o felaket hiç bir +zaman içinizden yalnız suçlu olanlara gelmez; belki umumunuza +birden müstevli olur. +Bir de +gözlerinizi açınız; iyi biliniz ki: Allah’ın ikabı şediddir müdhiştir. +Bu iki ayet Sure-i Enfal’dedir. Allahu Zü’lcelal buyuruyor +ki: Benim bütün evamirimde; evet gerek size Kur’an +le tebliğ ettiğim emirlerin hepsinde sizin için hayat vardır. +Hem nasıl hayat? Bütün manasıyle bir hayat. Müfessirin-i +maddiyata da teşmil ile ayeti ona göre tefsir ediyorlar. Zaten +ma’neviyat ile maddiyat birbirinden ayrılamaz. Bedensiz +ruh olmaz ruhsuz beden olamadığı gibi. Demek evamir-i +Artık düşünmeye hacet var mı? İşte görüyoruz. Alem-i +ne kadar sarih ne kadar doğru olduğunu gösterdi! +Şimdiye kadar muzmahil olan ne kadar akvam-ı İslamiyye +varsa hep ahkam-ı İlahiyyeyi ifa etmemek yüzünden mahv +oldular. Vakıa Cenab-ı Hak “Malikü’l mülküm” diyor; bu +alemde istediği gibi tasarruf eder; dilediğinden alır dilediğine +verir; istediğini i’zaz eyler istediğini tezlil eder. Bunda +şüphe yok. Fakat hiç bir kavim gösterilemez ki kendisi zillete +esarete mahkumiyete istihkak kesbetmeden inkıraza +gitmiş olsun; hiç bir millet görülemez ki mülküne sahib olmak +sun. Cenab-ı Hakk’ın bir takım kavanini kavanin-i ezeliyyesi +vardır. Evet o kanunlar hem ezelidir hem ebedidir. Hiç +de değişmez. Cenab-ı Hak bütün hakayıkı bu kanunlarında +birer birer göstermiş; müteaddid yerlerde müteaddid şekillerde +bildirmiştir. +Geziniz dünyayı; arza semaya bakınız; muhtelif kıt’alardaki +harabeleri görünüz; sizden evvel geçmiş milletlerin +tarihini okuyunuz. Göreceksiziniz ki hepsi aynı esbab aynı +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +şerait tahtında terakkī etmişler yine aynı esbab aynı şerait +tahtında mahv olmuşlar. Çünkü aynı esbab daima aynı +netayici tevlid eder. +Evamir-i ilahiyye dendi mi hepsinin zımnında hayat var. +Hatta nef’i ilk nazarda sırf ahirete aid zannolunan bir takım +birinde bu dünya için de pek çok menafi’ var. Mesela namaz +müslümanlara farzdır. İnsan günde beş defa Halik’ıyla +kendi arasındaki rabıtayı tecdid ediyor. Dünyaya da tealluku +büyük faidesi çok. Çünkü insanları bir çok münkerattan +men’ ediyor; sonra aynı dine tabi’ milyonlarca beşeri aynı +zamanlarda yüzler aynı Ka’be’ye aynı Kıble’ye müteveccih +olmak şartıyla aynı kubbeler altında cem’ ediyor. Çünkü +mış bir din yoktur. +Bilirsiniz ki: Hazret-i Peygamber’in bi’setinden evvel +“Evs” ile “Hazrec” kabileleri arasında tam yüz yirmi sene +gelmişti. İslam geldi; nifakı şikakı kaldırdı. +arasında ittihadı te’min içindir. Böyle iken maalesef görüyoruz +ki: Müslümanlar kadar tefrika içinde kalmış; teşettüt +Allah’ın bütün emirlerinde hayat var. Evamir-i ilahiyyenin +Cenab-ı Hak diyor ki: “Hepiniz birden habl-i ilahiye di +ne sarılınız; yani ahkam-ı Kur’aniyyeden ayrılmayınız. Sakın +tefrikaya düşmeyiniz; sonra mahv olursunuz. Allah’ın üzerinizdeki +ni’metlerini hatırınıza getiriniz biliyorsunuz ya: Hani +aranızda niza’lar ihtilaflar vardı birbirinize düşman idiniz; +oldunuz... Hani ta cehennem uçurumunun kenarına kadar +gelmiş idiniz. Allah sizi oradan kurtardı...” +Filhakīka ırkı lisanı muhiti adatı elhasıl her şeyi yekdiğerine +mübayin olan bu kadar akvamı Müslümanlık kardeş +yapmıştı; kavmiyeti cinsiyeti aradan kaldırmıştı. Fakat son +zamanlarda biz müslümanlar bu hakīkatten gafil olduk. Aramıza +na-mütenahi esbab-ı tefrika girdi. Bırakalım memalik-i +ecnebiyyedeki müslümanları; Osmanlı memleketinde bu +kadar akvam var. Öyle ya Arnavut Kürt Çerkes Boşnak +Arap Türk Laz... Elhasıl daha bir çok kavmiyetler mevcud. +Pek a’la! Hepsinin beynindeki rabıta nedir? Rabıta-i +diyanet! Şimdiye kadar bu rabıta sayesinde kardeş gibi yaşadık. +Türk Türklüğünün ne olduğunu bilmiyordu; Arnavut +kavmiyetinden dem vurmuyordu. Zaten Müslümanlıkta +kavmiyet yoktur. Hazret-i Peygamber buyuruyor ki: +“Kavmiyet gayreti güdenler bizden değildir yani müslüman +değildir; kavmiyet sebebiyle vuruşan da bizden değildir; +kavmiyet güderek ölenler de bizden değildir.” +Vakıa sair milletlerde mesela hıristiyanlarda kavmiyet +var. Evet onlar bu his ile yaşayabilirler. Fakat biz yaşayamayız. +Din giderse bizim için hayat yoktur. Peygamber böyle +diyor şeriatın sahibi böyle söylüyor. Vakayi’ de bu sözü +te’yid ediyor. +Felaket-i hazıranın na-mütenahi esbabı var ki en birincisi +kavmiyet yüzünden meydan alan tefrikadır. Yalnız dört beş +senedir bu yüzden ne hale geldik; kavmiyet gayretiyle ayaklananları +girdik; müşkilattan çıktık müşkilata düştük! Çünkü ecnebiler +böyle istiyor memleketlerimizi elimizden almak için programları +bu. Bir taraftan alıyor muttasıl alıyorlar; hem emin +olmalı ki maazzallah memleketimizi tamamiyle bitirmeyince +rahat olmayacaklardır. Ecnebilerin kendi hesaplarına gayet +elverişli kestirme bir siyasetleri var: Hani bir zamanlar bizim +akıncılarımız vardı. Fethetmek istediğimiz memleketlere +ordumuzdan evvel onları gönderirdik. Bu akıncılar o memlekete +girer ahaliyi telaşa sokar birbirine düşürür sonra da +ordu girer istila eder işini bitirirdi. Bu adeta ordunun bir +taliatü’l-ceyşi idi. İşte tıpkı bunun gibi ecnebilerin de bugün +akıncıları var ki o akıncıları o taliatü’l-ceyşleri: Tefrikadır. +Avrupalılar zabt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin +ahalisi arasına evvela tefrika sokarlar senelerce milleti +birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali bu suretle yorgun +düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de işte bize karşı +aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. +Hindistan’da daha evvel Endülüs’te sonraları Cezayir’de +siyasettir hiç değişmez. +Müslüman olanlar hani an-samimi’ -kalb müslüman +olanlar iyi bilmelidirler ki: Bu tefrika bu kavmiyet çıkmaz +yoldur. Din bununla beraber gidemez; Müslümanlık bu suretle +yaşayamaz. Sonra din hakkında şöyle böyle diyenler +ufak tefek şüphe taşıyanlar da iyice zihinlerine yerleştirmelidir +ki: Yine bu siyasetle memleket yürümez. Buna artık bir +hatime vermelidir. +Cenab-ı Hak +buyuruyor; tefrikaya düşmeyin +fırkalara ayrılmayın diyor. +– İyi ama bütün milletlerde bir çok fırkalar var. Dünyaları +da pek iyi gidiyor. Terakkī edip duruyorlar. Bu fırkalar hiç +de onların izmihlaline sebep olmuyor... +Evet lakin onlar “fırka”yı “tefrika” manasında telakkī +etmiyorlar. Onların fırka hayatını size -la teşbih- şöyle temsil +edeyim: Tıpkı bizdeki mezahib gibi. Ben Hanefiyim sen +Şafiisin. Sana i’tiraz ediyor muyum? İkimiz de aynı Halık’a +aynı... İşte onlar da yekdiğerine karşı bu nazarla bakıyorlar. +Bizde ise böyle mi? Heyhat! Fırkacılık tefrikacılıkta karar kılıyor. +Birbirimize düşman kesiliyoruz. Her fırka diğer fırkayı +vatanın düşmanı tanıyor o nazarla bakıyor. “Maksad memleketin +selametidir; filan fırka selameti şu yoldan harekette +görmüş; bizim fırka da bu taraftan gitmekte” demiyor. İşte +bu tefrikalar hep o yüzden oldu. Nihayet memleket uçurumun +helak uçurumunun ta kenarına kadar geldi. Yuvarlanmasına +pek cüz’i bir şey kaldı. Şu son nefeste olsun aklımızı +başımıza almazsak yine böyle gidersek –maazallah– ümidler +bitecek. Ey cemaat-i müslimin! Artık gözünüzü açınız aklınızı +başınıza toplayınız; zira taht-ı saltanat gıcırdıyor! Böyle +gidersek -el iyazü billah- o da devrilecek. Eğer Rusya’daki +müslümanlar henüz dinlerini muhafaza ediyorlarsa; eğer +Fransızların taht-ı idaresindeki dindaşlarımız hala tanassur +etmemişlerse; eğer İngiltere Hintli kardeşlerimize şimdilik +ses çıkarmıyorsa... İyi biliniz ki hep çürük çarık yine bu hükümet +sayesindedir. Maazallah bu giderse hepsinin gittiği +gündür. +Biz bu saltanatı muhafaza edemiyorsak düşünmeliyiz ki +bizim yüzümüzden o biçareler de mahv olacaklar. Onların +bütün nazarları bütün ümidleri buraya ma’tuf idi. Hep bizden +bir hayır bekliyorlardı. Ama biz ne yapacaktık? Bütün +müslümanları tevhid ile azim cesim bir müslüman hükümeti +teşkili mi? Hayır! Yalnız biz adam olaydık onlar da +bulundukları memleketlerde daha asude olurlardı; ecnebilerin +onlara karşı muamelesi daha iyileşirdi. İşte Rusya’dan +gelenler işte Hindistan’dan Çin’den Mağrib’den gelenler.. +Hangisine isterseniz sorunuz hepsi böyle söylüyorlar. Biçarelerin +tabi’ oldukları ecnebi hükümetleri kendilerine karşı +hep Osmanlı piyasasına bakarak muamelede bulunuyorlar. +Biz evamir-i diniyyeyi ifa ediyoruz; fakat onlardaki maksadı +fevt ediyoruz; mesela ikindide şu camie toplandık; aynı +kubbenin altında aynı imamın arkasında namaz kıldık +fakat camiden çıkınca yine birbirimize bi-gane oluyoruz. +Acaba bu namazlardan Halık’ın maksadı ne idi? Bize birbirimizi +tanıtmak; müslümanlardan bir cemaat bir cem’iyet +meydana getirmek. Çünkü din cemaatle kaimdir. Cemaatsiz +din yaşamaz. Dinsiz cemaat belki yaşar. İslam’ın cemaate +olan ihtiyacı cemaatin İslam’a olan ihtiyacından ziyadedir. +Aleyhissalatu vesselam efendimiz öyle buyuruyor. Dinin bütün +ahkamındaki ruh: Cemaate vahdete sevk etmektir. Biz +bugün ne oluyor bilmiyorum en müteşettit millet olduk. +Zahir-i ahvallerine bakarsan yekpare bir kitle. Fakat hakīkat-i +halde kalbleri perişan. Guya ki + +---- +... ... +---- + +ta’rif-i ilahisi bizim hakkımızda! İ’tisam bi-habli’llah +bu mu? +Sonra felaketimizin başlıca esbabından biri de lafçılığımız +oldu. +“Ey erbab-ı iman yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? +Bu hareketiniz indallah fevkalade mebgūzdur; +rıza-yı ilahiye külliyen muhalifdir haramdır.” +“Allah o kullarından razı olur o kullarını sever ki dediklerini +fiilen yaparlar; işi sözde bırakmazlar; sonra onun sebil-i +karşısında bütün eczası yekdiğerine perçin edilmiş yekpare +bir bina gibi dururlar da öyle merdane cihad ederler.” +Acaba biz ne yaptık? Dört beş sene evveline gelinceye +kadar geçen zamanımız sükun ile geçti. Şu son dört-buçuk +beş seneyi de muttasıl söylemekle geçirdik! Bir millet ki bütün +vücudu durur da yalnız çenesi işler elbette yaşamaz. +Şunu bilmeli ki milletlerin hayatında tevakkuf yoktur. Bir +millet ne kadar ileri giderse gitsin; ne kadar yükseklere çıkarsa +çıksın; olduğu yerde durdu mu mahv olur. Çünkü bütün +gayeye doğru koşup gidiyor. Beşeriyet coşkun bir sel gibi +umman-ı terakkīye atılmak için alabildiğine akıyor. Bu selin +önüne durulamaz. İşte biz de ya boğulacağız ya o sel ile +beraber gideceğiz. Görüyorsunuz ki bütün akvam-ı +sene yirmi sene hatta daha evvel bu felaketi kestirenler +görenler vardı. Söylediler kulak vermedik adam sen de! +dedik. Ne ise şimdi: diyelim. Geçen geçmiştir. +Fakat şu kalan hayatı olsun kurtaralım. Olan oldu diye +ye’is getirmek dört ucunu salıvermek akıllı işi değildir. Zaten +Müslümanlık’ta bu yoktur. +yet-i ilahiden me’yus olmayınız; sakın ümidinizi kesmeyiniz. +Ye’is haramdır. Öyle ise bundan +sonrası için ne yapmak lazım gelirse yapalım el birliğiyle +yapalım. +Peygamberimiz Efendimiz Hazretlerine biri sordu: – İslam +nedir ya Resulallah?.. +– +yurdular. Yine sordu: +– Ya Resulallah hüsn-i huluk nedir? +Buyurdular ki +yani: Sana darılan seninle rabıtayı kat’ eden adamla +barışmandır; seni mahrum bırakana bil-mukabele vermendir; +sana zulm edeni de hoş görüp afvetmendir.” +Artık bundan böyle ahlaklı olmaya çalışalım. Çünkü ahlaksız +bir cemaat yaşamaz. Maza ma maza diyelim tefrikalara +hatime verelim. Çünkü akıbetini gördük. İyi bilmeliyiz +ki felaket-i hazırada hepimizin evet bila-istisna hepimizin +bir hisse-i mes’uliyyeti vardır. Hiç kimse kendisini daraya +çıkarmasın. Şimdi herkes vicdanına karşı felaket-i hazıradan +mes’ul olduğunu; umumun mes’uliyeti miyanında kendisinin +de hissedar olduğunu i’tiraf ederse o zaman iş başkalaşır; +o zaman el birliğiyle hastalığın çaresine bakılır. Hükümet +millet ordu... Bizden bir çok fedakarlıklar bekliyor. Biz +bu fedakarlığı dinimizi vatanımızı kendimizi muhafaza için +güçleri yettiği kadarıyle eli silah tutanlar kuvvetiyle çalışacak. +Bu bir borçtur. Bundan kaçmak haramdır dine hıyanettir. +Her şeyi hükümetten beklememeli. +Çünkü Müslümanlığın son ümidi olan bu hükümet bu +hükumet-i Hilafet artık hayata veda etmek üzere. Düşman +merkez-i Hilafet’ten beş altı saat ötede duruyor. Şimdiye kadar +onlar nasıl çalıştılar biz ne kadar lakayd kaldık hepimiz +biliyoruz. Bununla beraber daha ümidler büsbütün münkatı’ +olmamıştır. Daha İslam için hayat mev’uddur. Çalışmalı +hükümeti orduyu takviye etmeli. + +---- +KONFERANS +---- + +Efendiler on beş günden beri İstanbul’da yok idim +seyahatte bulunuyordum. Bugün geldim. Esna-yı seyahatimde +ahval-i hazıraya dair müşahedatım hakkında size biraz +ma’ruzatta bulunacağım. +Kanunisani’nin üçüncü günü idi buradan Romanya vapuruyla +Mısır’a hareket ettim. Çanakkale Boğazı’na gelince +alelacele çıkmak üzere bize tenbihatta bulundular. Denize +açılır açılmaz bir buçuk saat kadar sonra Yunan donanmasına +rast geldik. O vakit isti’calin ma’nası anlaşıldı. +Ertesi gün Pire’ye geldiğimiz zaman bomba gibi bir haber +beynimizde patladı: Guya donanmamız tamamıyla +mahv olmuş! Tabii bu haber Rumlar tarafından verilmişidi. +Bu haberi işitir işitmez vapurdaki müslümanların kaffesi +ölmüş mezara girmiş gibi bir hale duçar oldular. O derece +ki o gün kamarada bulunan arkadaşlardan hiçbiri yemeğe +bile çıkmadı. Vapur her ne kadar Pire’de çok kalmadıysa da +öğleden sonra Romanya Pire’de telsiz telgraf almış: Hayır +bizim donanmaya bir şey olmamış. Maamafih kalbleri istila +eden hüzün ve keder o kadar çok o kadar kesif idi ki bu +haberle bile tamamen zail olamadı. +kiyatını tebşir ettiler. İhvan ahibba ise görüşür görüşmez +selam kelamdan evvel ahvalden ma’lumat almak istiyorlar +mız adamlar: – “Ya seydi eş fi?” diye soruyorlar. Bir şey +söylemek iktidarında değil idim. Maamafih tebşiratta bulunuyordum: +Kat’iyyen hükumet Edirne’den Adalar’dan +vazgeçmeyecek diyordum. Bunu büyük tebşirat! diye telakkī +ediyordular. Çarşamba günü akşam üzeri idi kırk +elli kişiden mürekkeb bir cem’iyete da’vet edilmiştim. Bu +cem’iyette de tebşiratta bulundum. Hep “olacak!”tan bahsediyordum. +Kalbleri biraz tatmin için böyle icab ediyordu. +muhafazasına çalışacaktır. Olmazsa muharebe muhakkaktır +diyordum... +Biz böyle yükseklerden atıp tutarken saat dokuz on raddelerinde +birisi bir telgraf getirdi: Hükumet-i Osmaniyye +Edirne’yi bila-mukavemet teslim etti!.. Vay bu ne hal? Biz +ne söylüyorduk telgraf ne diyor! Bizim sözler yalan çıktı +hem daha ağzımın suyu kurumadan. Bu haber üzerine herkesin +kanadı düştü. Hele hele başı fesli olan için sokağa +çıkmak yok. Kimsenin yüzüne bakacak haysiyetimiz +kalmadı. Mefluc adamlar gibi olmuş idik. Tafsilat almak için +ertesi günkü gazetelere muntazır kaldık. Orada sabahleyin +gazete bulunmuyor öğleden sonra çıkıyor. Sabahleyin telgraflar +ettiler. Günde üç dört defa telgraflar Mısır’a geliyor. İkindi +vakti idi bir telgraf daha geldi: Mabeyn’de bir “Meclis-i Kebir-i +Milli” teşkil olunmuş bu kadar erkan şu kadar rical ve +ulema hazır olmuş! Burada hükumetin kararını tasvib etmişler! +Al sana bir yara daha. Artık bizim için Mısır’da yaşamanın +hiç imkanı kalmadı. Değil yabancılara ahbablara bile +gözükmeye yüzüm kalmadı. Ne diyeceğimi şaşırdım adeta +hasta oldum. Büyük felaketler atlattım. +Artık yaşamadan Osmanlılıktan insanlıktan her şeyden +tecerrüd etmiş bir halde miskin miskin gözyaşları dökerken +Cuma gecesi yatsıdan sonra bir haber geldi İstanbul’da bir +Bulunduğum hane sahibi telefona emniyet edemedi. Ajanslara +öteye beriye adamlar gönderdi. Vakit geç olduğu için +bir türlü işin hakīkatini anlayamadık. Maamafih bu fısıltı bir +elektrik kuvvetiyle bütün Kahire’ye intişar etmişti. +Sabah oldu; yevm-i Cuma mübarek bir gün! Daha telgraflar +bile çıkmadan evvel Mısır karıştı alt üst oldu. Ahali +sokaklara dökülmüş akın akın gidiyor +diye +bağırıyor. Ellerinde bayraklar çeşit çeşit nümayişler. Oranın +elektrik tramvayları da acaibdir: Biri biri arkası sıra on dane +on beş dane geçer. Hepsi dolu. O kadar ki içine sığmamış +da tepesine binmişler. Biri de direğine asılıp kalmış oradan +bağırıyor: Bütün Mısır o gün +bir düğün yeri oldu. +Öğleye yakın biz de hakīkat-i hali anladık fakat ahali +daha geceden havadisi almış. Çünkü telgraf hademeleri Mısırlı +Arablar olduğu için havadisi matbuattan evvel Mısır’a +yaymışlar. Nümayişler onun üzerine almış yürümüş. Cuma +günü bütün Arablar böyle nümayişler icra ettiler. O gün öğleden +akşama kadar beş altı saat zarfında Lecne-i Ulya’ya +otuz altı bin İngiliz lirası iane toplandı. +Tuhaf tesadüf! Hamidiye Kruvazörü Port Said’den gelmiş +o gün orada bulunuyordu. Kömürü bitmiş de kömür +rir mi? Bahusus ki Yunan konsolosu protesto etmiş; sonra +hatırı kalır. Arablar bunu işitince evlerinde ne kadar kömür +varsa toplamışlar kayıklara doldurmuşlar Hamidiye’nin +etrafını sarmışlar muttasıl kömür veriyorlar. Ooh Yarabbi +ne samimi manzara-i uhuvvet. Ağlamamak mümkün değil... +Öteden bir fellah bir köylü torbasına on bin İngiliz lirası +doldurmuş Hamidiye’ye getirip Rauf Bey’in önüne atmış. +Samiin: Allah razi olsun yaşasın uhuvvet-i İslamiyye! Rauf +Bey ise: +– Efendim teşekkür ederim fakat bizim paraya ihtiyacımız +yok çünkü biz ölüm için çıktık. Bu kadar çok parayı da +batırmanın ma’nası yok. +– Hayır olmaz; illa alacaksın. +Diye saatlerce adamcağız ısrar eder ve nihayet anlaşarak +on bin lirayı Lecne-i Ulya’ya gönderirler. Ahalinin galeyanı +o derecededir. İngilizler halin ehemmiyetini takdir ederek +Süveyş’ten kömür vereceklerini va’d ederler. Haydi bütün +Arablar Süveyş’e koşuşur; kimisi trene biniyor kimisi yetiştiremiyor; +kimi bilet almış kimi alamamış... Bir galeyan ki +lisan ile ta’rif edilemez. +Rauf Bey’in bizzat kendisinden işittiğimize göre: Hamidiye +öyle sisli havada değil bilakis gayet parlak saf berrak +havada Yunan donanması arasından geçer doğru Şira’ya +gider. +Alaturka on raddelerinde Şira’nın önüne geldiği zaman +bin tonluk Makedonya vapurunu orada bulur. Hem nasıl +bir halde? İçerisi baştan başa cephane ile dolu. Hem o +kadar dolu ki deniz su kesimini bile aşmış. Yanında bir İngiliz +vapuru da var imiş. Bu vapurun çekilmesi için Hamidiye +verir ve beş dakīka mühlet i’ta eder. İngilizler işi anlayarak +hemen bütün direklere İngiliz bayrakları doldurarak açılır. +Hamidiye de birinci gülleyi savurur. İngiliz gemisinin maksadı +Makedonya’yı kaçırmak idi. Çünkü ecnebi sefarethaneleri +civarında öyle bir yer var imiş ki Makedonya vapuru +oraya sokulsaymış batırılması biraz müşkilatı mucib olurmuş. +Rauf Bey’in azm ü ciddiyeti karşısında muvaffak olamamış. +Hamidiye gülle atmış yalnız ikisi suya düşmüş yirmisi de +tamamen isabet etmiş. Daha ikinci güllede Makedonya’da +yangın başlamış Makedonya battıktan sonra Hamidiye +topların ağzını Baruthane’ye çevirmiş; oraya da yirmi gülle +savurmuş ba’dehu denize açılmış. Yedi mil gittikten sonra +diyorlar baktık bütün Ada tutuşmuş gibi dumanlar içinde +kalmış yanıyordu. Yolda birkaç Yunan torpidosuna rast gelip +onları da püskürterek Port Said’e gelmiş. +Rauf Bey’in kendi ağzından aldığımız havadis bu. Mısırlılar +bu muvaffakiyeti de haber alınca daha ziyade galeyana +geldiler. Mısırlıların himmetlerini ta’rif kabil değildir. Mısır’a +gittiğim zaman Balkan Muharebesi için toplanan ianenin +yekunu . İngiliz lirası idi. Bugün ise muhakkak +yarım milyonu bulmuş belki geçmiştir. Yani Mısır’ın her tarafında +galeyan ve hamiyet fevkaladedir. +Zaten bütün küre-i arzın müslümanları fi’len ve kalben +bu muharebeye iştirakte kusur etmediler. Bugün geldim ve +bugün Singapur’dan bir mektup aldım. Bizim halimize ve +Edirne’nin teslim olunacağına dair yana yakıla yazıyorlar +beyan-ı teessüf ediyorlar. Singapur’un Cava’nın müslümanları +buradaki müslüman kardeşlerine acıyorlar. Aldığım +mektup işte bu Mektubu okudu. +dadır o yazıyor. Tokyo’da yedi bin darülfünun talebesi bilic +tima’ büyük bir miting yapmışlar. Avrupa’nın barbarlığına +karşı kendi hükumetlerini Osmanlılara muzaheret etmeye +da’vet ediyorlar. Alkışlar Ve bu talebeye elli bin kişi iştirak +ediyor. Ve hukūk-ı siyasiyye fakültesine devam etmekte olan +Ya almışsınızdır ya almak üzere bulunuyorsunuz. Mektupta +Japonların ma’nen ve maddeten Osmanlılara muavenet ve +müslümanlar değil bütün Şark ahval-i hazıramızdan müteellim +olarak bize muzahir oluyorlar. +Biraderler bu halleri nazar-ı i’tibara aldıktan sonra bir de +kendi nefsimize müracaat edersek kendi ahvalimizi onların +ahvaliyle mukayese edersek halimize ağlamamak mümkün +değildir. Bu hal-i esef-iştimale karşı acaba biz ne derece müteessiriz? +Hala kahveleri terk edemedik hala sigaralarımızı +feda edemedik? Ne haldeyiz. Ölüm müdür bu hal? Hayat +mıdır bu hayat? Bizim halimizden bütün dünya müteessir +lık! Keennehu biz oralarda değiliz. +Ey biraderler ey kardeşler size diyorum ki: Bugün söz +zamanı değildir. Biz anladık ki konferanslar bilmem neler +bol bol sözler yekdiğerimizi iğfaldir. Boş vakit geçiriyoruz. +Bugün söz nümayişi zamanı değildir. Bugün fi’liyat zamanıdır. +papasları ellerinde sandık kutu kapı kapı iane topluyorlar. +Bizim ulemamızın ise muharebenin gelip geçtiğinden haberi +yok. Yazık değil mi? Ayıp değil mi? İskenderiye ki onlara +nisbetle bir ecnebi memleketidir. Oradaki Rumlardan iane +topluyorlar yığın yığın paralar Yunana teslim ediyorlar. +Bizim ise ne ulemamızda böyle bir himmet görünüyor ne +cami’lerimizde bir mev’iza söyleniyor. Bu halimize teessüf +etmeyip de neye teessüf edelim biraderler? Ne kadar donmuşuz. +Düşmanlar bizim hallerimizi müşahede ederek buna +güveniyorlar. Büyük bir felaket atlattığımız halde yine aklımız +başımıza gelmiyor. Maamafih her ne olduysa oldu geçen +geçti geçen için kimseyi muahaze etmeyip yarın fi’len +çalışmalı kapı kapı gezerek para toplamalıdır. +Saray’da toplanan “Meclis-i Kebir-i Milli” dedikleri mecliste +Maliye nazırımız hazinemizde bir para yoktur demiş. Bu +haber Mısır’da intişar edince herkes kesesini boşalttı. Madem +ki Hükumet’in parası yok imiş o halde bu muharebeyi +millet yapacaktır dediler. Yani Hükumet milletin muavenetine +muzaheretine güvenerek bu muharebeyi başa çıkaracaktır. +Binaenaleyh millet bugünden i’tibaren ne olacağa +bakmayıp gözünü kapayıp bütün varını feda etmeli. +Biraderler şunu da arz edeceğim ki: Memalik-i ecnebiyyedeki +müslümanlar neden bizim için bu kadar üzülüyorlar? +Mısırlıların nesine? Dünyada en rahat geçinen en zengin +bir millet Mısırlılardır. Onlar da i’tiraf ediyor ki bu zenginlik +da kat’iyyen İngiliz ruhu yoktur. Bilakis Mısırlıların en büyük +düşmanı İngilizlerdir. +Bugünden i’tibaren bir müslüman gidip bir hıristiyan +kahvesinde bulunmuyor. Hıristiyan mağazasından bir şey +almıyor. Şimdiye kadar müslüman bakkal bulunmazmış. Bu +vak’adan sonra müslüman bakkal mağazaları açmışlar. Hıristiyanlarla +alışverişi kesmişler. +Neden bunlar bu dereceye gelmişler? Biraderler; bunun +sebebi nedir biliyor musunuz? Bu mahkumiyetin te’siridir. +Onlar mahkumiyetin esaretin ecnebi istilasının ne olduğunu +anlamışlar. Bizzat acısını duymuşlar. Mahkumiyet +esaret ... Bunlar o kadar acı şeylerdir ki görmeyince insan +takdir edemez. Hindistan’dan bu kadar telgraflar yağdırıyorlar. +Neden? Çünkü istiklal gittikten sonra müslümanların +ne hale uğrayacağını biliyorlar. Bizim Rusya’dan bu kadar +gönüllüler geliyor. Onları sevk eden esarettir. Bize nisbetle +onların yaşayışları iyidir. Fakat ilerisini düşünüyorlar. +Siz ki Darülfünun talebelerisiniz bu ni’met-i uzmanın +kıy +metini takdir edemediğinizden uyuşmuş kalmışsınız. Kar +deşler artık intibah zamanı geldi. Elbirliğiyle çalışalım. Sözden +ziyade fi’liyat ile iş görelim. İstanbul’da bu kadar insan +var. Hep birden harekete gelse dünyalar yerinden oynar. +Ben altmış beş yaşında bir adamım. On okka on beş okka +cephane arkama alır Çatalca’ya kadar götürebilirim. Ben +demek isterim ki hepimiz birer iş görebiliriz. Bugün her nevi +fedakarlığı iltizam edecek günümüzdür kardeşler. Bunun +relim. Bütün ihvan her tarafa dökülelim. Va’zlar verelim. Kimimiz +Çatalca’ya gitsin kimimiz iane toplasın. Bütün millet +harekete gelip dini vatanı namusumuzu muhafazaya elbirliğiyle +çalışalım. +– !Hazret +konferansı ikmal ettikten sonra “Müdafaa-i Milliye” +Hey’eti tarafından gönderilen sandığa ilk ianeyi atmış +müteakıben heyecana gelen huzzar-ı kiram i’ta-yı ianat +hususunda müsabaka edercesine ibraz-ı himmet etmişlerdir. +Din ve vatan yolunda çalışanlara Allah muin ve nasir olsun! + +---- +FELSEFE +---- + +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Bir de hadis kitaplarından menkūl olan şu fıkrayı dikkatle +ta’kīb edelim: İkinci Halife Ömer bin El-Hattab radıyallahü +anh Şam ordusuna muavenet maksadıyla bir mikdar askerle +beraber çıkmış. Şam ordusuna o sırada veba girmiş imiş. +“Serg” denilen mevkie varınca Ebu Ubeyde bin El-Cerrah +Hazret-i Ömer beraberindeki Muhacirin-i evvelini yanına +çağırtıp bu hususa dair istişare etti. Bir takımı: “Bir maksad-ı +mühim için çıktık. Dönmek münasib değil.” dediler. Diğer +bir takımı da: “Ashab-ı Resulullah’ın bakıyyesi seninle beraberdir. +Bunları vebanın üstüne götürmek münasib değildir.” +re’yinde bulundular. Hazret-i Ömer bu ihtilafı görünce: +“Yanımdan savulun da Ensar’ı çağırın.” dedi. Onlarla da +büsbütün canı sıkılıp: ���Siz de gidin. Kable’l-feth hicret etmiş +buradaki Muhacirin-i Kureyş’in ihtiyarlarını çağırın.” dedi. +Bunun üzerine şüyuh-ı Muhacirin da’vet olundular. Bunlar +beraberlerindeki insanları veba üzerine götürmemek re’yinde +bulundular. Bunun üzerine Hazret-i Ömer ertesi gün yola +çıkacağını i’lan etti. Ve ertesi gün erkenden avdete davranıldı. +“ = Allah’ın +kaderinden firar mı ediyorsun?” diye tevcih-i hitab edince +Hazret-i Ömer: +“ = Ya Eba Ubeyde! Bu sözü senden duymamalı idim. +Evet Allah’ın kaderinden firar ederek yine Allah’ın kaderine +bir vadiye insin. Ve bu vadinin iki yamacından biri otlak +diğeri çıplak olsun. Develerini otlak yamaçta otlatırsan senin +bu amelin Allah’ın kaderiyle değil mi? Kezalik çıplak +yamaçta otlatırsan yine senin bu amelin Allah’ın kaderiyle +değil midir?” cevabını verdi. Derken o vakte kadar orada +hazır bulunmayan Abdurrahman bin Avf çıkageldi. Ve “Bu +mes’eleye dair bende ma’lumat vardır.” dedi. “Resulullah +sallallahu aleyhi vesellem’den işittim. +hadisi rivayet etti. +Demek ki bu hadis rivayet edilmemiş de olsa kadere +ta’lim edilen dinin ruhundan istinbat edilmek +lazım gelen netice zaten bu olacak imiş. Abdurrahman bin +Avf’ın hadisi rivayet etmesinden evvel İslam’ın en büyük +pişvaları olan Hazret-i Ömer radıyallahu te’ala anhu ile şüyuh-ı +Muhacirinin avdet kararını vermeleri buna delalet ediyor. +Hadis-i şerif sabıkīn-ı İslam’ın dini en çok anlayanların +zübde-i ma’lumatlarından müstahsal olan o kararı o vak’a +da yalnız te’yid etmiş oldu. +Hem ne hacet? Din-i İslam’ın tababete verdiği ehemmiyet +bu asrın en muazzam asarından biri olan o Lügatname’ +deki bu isnadı tamamıyla mükezzibdir. Müslümanların +tababete ettiği bunca hizmetler meydanda iken böyle bir +lallahu aleyhi vesellem gah da eazım-ı ulemadan bir zata += İlim ikidir: +Biri ilm-i ebdan diğeri ilm-i edyan” kelamı beyne’l-müslimin +fevkalade şayi’ olmuş bir sözdür. Dikkat edilmeli ki bu +kelamda ilm-i ebdan ilm-i edyana bile takdim edilmiştir. Ve +furuz-ı kifayedendir. +Biz Gazzali’yi bırakalım da daha sağlam bir menbaa +doğrudan doğruya menba’-ı vahye müracaat edelim. Atideki +hadisler da’vamızın reddolunmaz birer bürhanıdır: +– +“ = Ey Allah’ın kulları! Tedavi ediniz. Zira +Allahü Teala hiçbir hastalık vermemiştir ki ona bir de derman +vermesin yalnız bir hastalık bundan müstesnadır ki o +da ihtiyarlıktır.” +– +“ = Allahü Teala hiçbir hastalık indirmedi ki ona mahsus +bir de deva indirmesin. O devayı bilen bilir bilmeyen +bilmez. Yalnız sam yani mevt bundan müstesnadır.” +– +“ = Alolmaksızın +Ebu Davud +lahu Teala derdi de dermanı da yaratmıştır. Öyle ise tedavi +ediniz. Şu kadar var ki haram ile tedavi etmeyiniz.” +– += +“Şübhesiz hastalığı yapan devayı da inzal ederek istediğinin +şifasını istediği şeyde kılmıştır.” +– +“ = Allah hiçbir hastalık +– +“ = Her hastalığın +bir devası vardır. Hastalığın ilacı ele geçince o hastalık +Allah’ın izniyle şifa bulur.” +– +“ = Deva kaderdendir. +Bazen da bi-iznillah menfaati olur.” +– +“ = Deva +ka +derdendir. Cenab-ı Hak istediği kimseyi istediği şeyle +şifayab edebilir.” +Artık müslümanları layıkıyla bilmeyenler bilmelidir ki kadere +olan imanları saik-ı atalet ve meskenet değildir. Bütün +kainatta hadisatın bir takım kavanin-i müstemirre dairesinde +cereyan ettiğini havadis-i kevni doğuran şeyin bir silsile-i +medid-i esbab ve müsebbibat olduğunu müslümanlar bilirler. +Ve esbabına tevessül etmedikçe hiçbir şey elde etmeye +ğını bilmeyen müslüman yoktur. Devesini mescid-i şerifin +dışarısında başıboş salıvererek huzur-ı ali-i Risalet-penahiye +giren ma’na-yı tevekkülü bilmez bir A’rabiye: – +“ = Devenin ayağını bağla da ondan sonra tevekkül +et.” buyuruluyor. Ömer bin El-Hattab radiyallahu anh “Siz +necisiniz?” diye sorduğu boşta gezen Yemenlilerden “Biz +mütevekkilleriz” cevabını alınca “Hayır siz mütevekkil değil +yalancısınız. Tohumunu yere atıp ondan sonra tevekkül +edene mütevekkil denir.” diyor. +Din-i İslam’da tevekkülün şartı kavanin-i tabiiyyenin +mukteziyatını nazar-ı basiretten dur tutmamak tuttuğu takdirde +de başına gelen şeylerden dolayı kendine levm edip +kendi günahını taksirini kadere atfetmemektir. Kavanin-i +tabiiyyeden gaflet etmek onları hiçe saymak ya Müslümanlığı +bilmemekten veya acz ü meskenetten neş’et eder. Hatta +kavanin-i tabiiyyenin lisan-ı Kur’an ’daki ismi “sünnetullah”tır. +Bu dünyada ne ulum ne felsefe olmayaydı; yine müslümanlar +kainatta hükümferma bir takım kavaninin –ta’bir-i +şer’ice sünnet-i ilahiyyenin– mevcud olduğunu bileceklerdi. +Zira Kur’an-ı Kerim ’de – +“ = İşte bu öteden beri gelip duran sünnetullahtır. +Yani Allah’ın adetidir. Sünnetullahın ise tebdil edildiğini göremezsin.” +Sure-i Feth ayet diğer bir yerde de – += Sünnetullahın tebdil +edildiğini göremeyeceğin gibi sünnetullahın tahvil edildiğini +de görmezsin.” Sure-i Melaike [Fatır] ayet +buyurulmuştur. +Hem akīde-i ehl-i İslam’daki selamet ve safiyetin +hem de Kur’an ’daki eda-yı bedi’ ve mu’cizin bir numunesi +olup kainatı idare eden kavanin-i tabiiyyenin mahiyetini +mübeyyin olan bu son ayet-i kerime üzerinde enzar-ı kariini +Akl-ı beşerin yalnız başına vesayet ve delalet-i vahye +muhtac olmaksızın keşfedebileceği hakayık-ı ilmiyye eğerçi +Kur’an ’ın mevzu’ ve gayesinden haric ise de kendi gayesini +tervic için irad ettiği ibaratın her halde yakīniyyat ile +çarpışmaması yakīniyyatı müeyyid olacak mahiyette olması +bir vech-i sahih bulunamaz. İbarat-ı Kur’an iyyedeki bu hal +acibdir ki bin üç yüz seneden beri ma’lumat-ı beşeriyye kalıptan +kalıba girmiş ulum-ı tecrübiyye ve felsefiyye bu kadar +tahavvüle uğramış iken yine akīde-i ehl-i İslam’ı mütezelzil +edecek bir sebeb-i ciddi ve ma’kūl bulunmamaktadır. Bilakis +ma’lumat-ı beşeriyye herhangi mertebede olursa olsun +Kur’an-ı Kerim onları tahsile mümkün ise ileri götürmeye +müşevvıktır. +hakīkī beynindeki tenazü’ ve tearuzun anlaşılmaz bir şey olduğunu +gösterecek irşadat-ı ilahiyyedendir. Biraz teemmül +edince görürüz ki: +Evvelen – Ulum-ı tecrübiyye ve sabitenin faraziye halinde +olmayan kazayası bu ayet-i kerimeye nazaran şayeste-i +kabuldür. Ve semavat ve arz hakkında ma’lumat edinmeyi +amir olan diğer ayat-ı adidenin delaletiyle bu ilimleri öğrenmek +müslümanlara borçtur. Zira ayat-ı ilahiyyeyi tefekkür +etmek farzdır. Ayat-ı ilahiyye ise kavanin-i kevniyyeyi +– Kur’an ’ın tesmiyesine göre sünnetullahı– bilmedikçe tefekkür +edilemez. +Saniyen – Ayet-i kerime sünnetullahta tebdil ve tahvil +görülemeyeceğini ta’lim ediyor ki bu da ulum-ı tecrübiyyenin +mevzuu olan kavaninin la-yetegayyer görünmesini ifadeden +başka bir şey değildir. Bu da keşfiyyat-ı ilmiyyeden +Salisen – Ayet-i kerimedeki tekrarın bir ehemmiyet-i +mahsusası vardır. Bu tekrar kavanin-i kevniyyenin ta’zim-i +şanına i’tinadan başka bize iki hakīkat bildiriyor. Nükte ibare-i +mükerrerede değişen kelimelerin “tebdil” ve “tahvil” kelimeleri +olmasındadır. Ayet-i kerimenin siyak-ı nazm-ı celili +bugünkü kavanin-i kevniyyenin değişip de yerlerine diğer +kanunların vaz’ olunmasını tebeddül etmesini hatırdan sildiği +gibi; kavanin-i mevcudenin de bila-tahavvül ahkamını +şaşırmadan amil olacağına işaret etmektedir ki böyle bir +duyacağı aşk ve iştiyak müstağni-i ta’riftir. +Rabian – Ayet-i kerimede lafz-ı müfred ile “sünnetullah” +ta’bir ediliyor da “sünenullah” buyurulmuyor. Bundan da +ulum-ı cedidenin şimdiye kadar birbirinden ayrı zannolunan +kavanin-i müteferrikayı kanun-ı vahide irca’ için sarfettiği +mesainin pek muhık olduğunu anlıyoruz. +Hamisen – Mülahazat-ı sabıkadan daha mühim olan +mülahaza “tebdil tahvil yoktur” denilmeyip de “tebdil +tahvil vakı’ olacağını göremeyeceksin” denilmesi hakkında +varid oluyor ki o da ulum-ı tecrübiyyeye tealluk eden derece-i +yakīne ai[d]dir. Ma’lumdur ki bütün hakīkī erbab-ı ilim +nazarında ulum-ı tabiiyye kazayası hakkındaki yakīnimiz +yakīn-i riyazi kuvvetini haiz değildir. Bil-istikra illet olarak +tanıdığımız hadisatın bazıları ilel-i hakīkıyye değildir. İlel-i +hakīkıyye olanlarının da zaruri olduğuna isbat edebilecek +bir tarik-ı ilmi yoktur. Kavanin-i tabiiyye la-yetegayyer i’tibar +edilmekle beraber bu akīde hiçbir vakitte zarureten ma’lum +olan hakayık-ı müteyakkıne kuvvetinde değildir. Binaenaleyh +ulum ve fünun ne kadar terakkī etse +ELVAH-I İNTİBAH: MÜSLÜMANLAR BAKINIZ DA İBRET ALINIZ! +[ ] hadisat için ma’lum olan illetten veya illetlerden +başka bir illet tasavvuruna imkan-ı zati daima bakīdir. Çünkü +yüzde yüz derecesindeki yakīn-i riyaziyi hasıl etmek gerek +mecmu’-ı kevn ve gerek ezelü’l-azaldan ebedü’l-abada kadar +bütün hadisat üzerinde bir istikra-i tam yapmaya mütevakkıftır. +Bunun da muhal olduğu bedaheten zahirdir. Bundan +dolayıdır ki ulum-ı tecrübiyyede illet olarak tanınmış +olan hadise-i mütekaddimenin illiyyetini mükezzib bir hadise-i +taliyyenin zuhur etmemesi husul-i kanaat ve itmi’nana +kafi addedilir. Yine bundan dolayıdır ki edyan-ı semaviyye +mu’tekıdleri ulum-ı tecrübiyyede vahiy ve mu’cize hakkındaki +Bu takdirce ayet-i kerime: “Siz sünnetullahı öğrenebildiğiniz +kadar bilirsiniz. O bildiğiniz mikdarda ise tagayyür bulamazsınız. +Ne tebdil ne de tahvil edildiğini göremezsiniz. +Maamafih şu keşfettiğiniz sünnetin asar-ı zahiresi de zaruri +değildir. Halık-ı kainatın asar-ı ef’al-i ihtiyariyyesinden ibarettir. +Bu asarın bizatiha tagayyür etmesine imkan vardır.” +gibi bir ma’nayı mutazammın olmuş olur. +Elhasıl ilim ile din-i sahih daima barışık gider. Çünkü her +Akli esaslara hiç de dokunmaksızın vahye mu’cizeye iman +etmenin tarikını imkanını dinimiz bize gösteriyor ve faraziye +devresini geçmiş tahakkuk etmiş ilmi esasların kaffesini +esaslarını da kadere iman ile pek güzel te’lif ediyor. +SURIYE’NIN MAZISINE BIR NAZAR +Suriye kıt’asındaki büyük şehirler; kilisenin ilm ü irfanla +mahmul dimağları ezmek hususundaki gayretinden; en +ziyade zedelenmiş aksamdan idiler. Ariyus ve Nesturiyus’un +telkīnatıyla tenevvür eden erbab-ı fikr şehirlerde hükümran +olan mezalimden din namına icra edilen yolsuzluklardan +fikirleri öldürmek için tecviz edilen i’tisaflardan bizar kalarak +Suriye’nin en hücra mahallerine çekilmişler ötede beride +savmaalar inşasıyla bir hayat-ı münzeviyane geçirmeye +mecbur olmuşlardı. +Suriye baştan başa zulmet-i cehl ü taasub içinde kavruluyordu. +Ötede beride saklanan bu savmaalar ise sönük +bir kandil kadar olsun neşr-i şua’ edemiyorlardı. Esasen bu +savmaalarda; ilim ve fenden ziyade; hakīkī Hıristiyanlık +putperestlik te’siratından azade bir din gizlenmişti. +Muhteşem Roma İmparatorluğu parçalanarak Şark ve +Garp İmparatorluğu namıyla ikiye ayrıldığı zaman Suriye +kıt’ası İstanbul İmparatorluğuna intikal eylemişti. Bu esnalarda +Suriye; hıristiyanların mezheb kavgaları yüzünden; +senelerce al kanlara boyanmıştır. +Sasaniyyesi defeatle Suriye’ye hücum ederek buraları hunin +bir meydan-ı vegaya çevirmişlerdir. +Suriye ihtirasat-ı siyasiyye mücadelat-ı diniyye niza’larıyla +çırpınmakta zulümat-ı kesife-i cehl ü taassub altında +kıvranmakta olduğu böyle bir zamanda idi ki Arz-ı Batha’dan +zuhur eden neyyir-i İslamiyyet; sür’at-i berkıyye ile; +cihan-ı zulm ü cehaleti envar-ı adl ü ma’rifetle tenvire hazırlanıyordu. +Filhakīka çok geçmeden yani irtihal-i Nebeviden +dört-beş sene sonra; Hazret-i Faruk’un zaman-ı hilafetinde +şehamet-i İslamiyyenin ateşin timsali Halid bin Velid ile Hazret-i +Ömer’in en müdebbir ve en rahim kumandanlarından +Ebu Ubeyde bin Cerrah’ın peyamber-pesend himmetleri +Suri[ye]’yi baştan başa havza-i İslamiyana idhal eylemiştir. +Fikr-i tevhid huzemat-ı nevvaresiyle Suriye’yi istila ettiği +zaman; kadim bir medeniyetin mehd-i maalisi olan bu +güzel kıt’a –tasvir edildiği vechile– mezahib-i Hıristiyaniyye +niza’larına bir ma’reke-i tesadüm halinde bulunuyordu. +Hazret-i İsa’nın telkīnatından ziyade Romalılarla sanem-perest +akvam-ı kadimenin mezahib ve mu’tekadatından +an’anat-ı hurafe-amizlerinden iltikat-ı ahkam etmekte +olan aba-i kenisaiyye halkı ribka-i esaretleri altında ezebilmek +etmişler din-i Yesu’u bir mecmua-i hurafat ve garaib haline +sokmuşlardı. Hazret-i İsa’nın telkīnatına tabi’ olmak isteyen +zevat ise rafz u ilhad ile mahkum ediliyorlardı. +Devr-i Faruk’ta Dımaşk-ı Şam Eyaleti Valiliği Muaviye’nin +biraderi Yezid’e tevcih edilmişti. Yezid dirayetli bir zat +olduğundan az zamanda Suriye’de te’sis-i asayişe muvaffak +olmuştu. +Damad-ı Nebevi Hazret-i Haydar’ın zaman-ı hilafetinde +Şam Valisi Muaviye bin Ebi Süfyan iddia-yı saltanata kıyam +ederek deha-yı siyasisi sayesinde Emeviye Hükumeti’ni +te’sis ve Dımaşk-ı Şam’ı merkez-i hükumet ittihaz etmişti. +Bu tarihten i’tibaren Suriye fevkalade bir ehemmiyet kesb +ederek her tarafta harabeler yerine ma’mureler muntazam +şehirler teessüs etmeye başlamıştı. Maamafih Emeviler devrinde +Suriye; ilim ve fenden ziyade; siyaseten bir şöhret-i +şayiaya malik olmuştur. Hükumat-ı İslamiyye arasında ulum +ve fünuna en az hizmet eden Emevilerdir. Emeviler dahili +terakkıyatına hasr-ı himmet etmeye vakit bulamamışlardır. +Abbasiler devrinde merkez-i hükumet Suriye’den Irak’a +zemin-i inkişaf bulmuştu. +birkaç asır intizar etmek lazımdı ve filhakīka böyle olmuştur. +Dördüncü asr-ı hicriden sonradır ki Suriye’nin +ulum ve fünun nokta-i nazarından parlak devresi başlamış +Dımaşk’ta Haleb’de Kudüs’de Hama ve Humus’da binlerce +darülfünunlar i’tila-nüma-yı kemalat olmuştur. +Bu tarihten sonra Suriye bütün ma’nasıyla bir feyzgah-ı +kemalat haline gelmiştir. Bir halde ki ufak kasabalarda te’sis +edilen medaris ve mekatib-i ilmiyye büyük şehirlerin darülfünunlarıyla +rekabet edecek bir derece-i tekamüle vasıl +olmuş Endülüs’ten Irak’tan Mısır’dan hatta Maveraünnehir’den +alay alay vürud eden teşnegan-ı maarif atş-ı dimağlarını +teskin edecek zülal-i irfanı mebzulen bu diyarlarda +bulmaya başlamışlardır. +Suriye ancak on üçüncü asr-ı miladide şa’şaa-i ilmiyyece +evc-i kemale vasıl olmuştur. Mısır’da hükümran olan Beni +Tolun Devleti Abbasiler zamanında bir aralık Suriye’ye tecavüz +eylemişlerdi. Suriye kıt’ası bilahare Fatımiler’in eline +geçmiştir. Al-i Hamdan’dan meşhur Seyfüddevle zaman-ı +hükumetinde ise Suriye bi-hakkın merkez-i maarif ve medeniyet +halini almıştır. +Selçukīler’in zuhurunu müteakıb Suriye bunların zir-i +hükmüne geçmiş bir aralık da tavaif-i mülukten Beni Mirdas +Beni Artuk ve müluk-i Atabekiyye buralara tecavüz eylemişlerdi. +Bu esnalarda Piyer Lermit gibi meczub bir serserinin teşvikıyle +Garbdan Şarka bir seylabe-i taassub akmaya başlamış +Suriye kıt’ası Ehl-i Salib barbarlarının muharrib ve +hunin hücumlarına ma’ruz kalmıştı. Cehl ü taassub gibi bieman +bir saikle ma’murelere tehacüm gösteren bu barbar +yığınları binlerce erbab-ı fikrin senelerce devam eden semerat-ı +mesaisini bir anda mahv u harab ederek her biri bir +hızane-i irfan olan milyonlarca kitaplarla mali kütübhaneleri +yakmışlar darülfünunları yıkmışlar medaris-i ilmiyyeyi tahrib +ma’mur şehirleri hak ile yeksan etmişlerdi. En kıymetdar +kütüb-i ilmiyye ve fenniyyeyi cami’ olarak o zamana göre +dünyanın en zengin bir hazine-i irfanı olan meşhur Trablus +Kütübhanesi de bu miyanda Ehl-i Salib derbederleri tarafından +mahv ve ihrak edilmişti. +Trablus Kütübhanesi muhteviyatının milyonlara baliğ +olduğunu müverrihin kemal-i teessür ve suzişle i’tiraf ediyorlar. +Kudüs’te ve Suriye’nin eyadi-i Ehl-i Salib’e düşen diğer +biladında yakılan mahv edilen kitaplar arasında pek büyük +birer kıymet-i ilmiyyeyi haiz la-yuad kütüb-i fenniyye ve felsefiyye +bulunduğu muhakkaktır. +Ehl-i Salib seylabesi Suriye medeniyet ve maarifi için +bir felaketti. Müluk-i Eyyubiyye’nin ve bilhassa şehamet +ve fazilet-i ahlakıyyece düşmanlarının bile mazhar-ı sitayişi +olan Salahuddinin Huda-pesend mesaisi veleh-nüma +kahramanlıkları olmasaydı Suriye’de o yanmış olan şu’le-i +ma’rifet ve medeniyet Ehl-i Salib hücumlarıyla büsbütün ve +ebediyyen muntafi olacaktı. +Suriye’de ulum ve fünunun şa’şaa-paş olduğu edvarı +sırası geldikçe tafsil etmek üzere; ta’kīb ettiğimiz usule tevfikan; +şimdi beşinci asr-ı hicride bu kıt’ada yetişen erbab-ı ilm +ü ma’rifete bir nazar atfedelim: +* * * +Suriye bu asırda gürültüsüzce +a’sar-ı müteakıbede ve bilhassa altıncı ve yedinci +asırlarda; mühim hadiselere vahim ihtilallere rağmen; göstereceği +parlak rollerin ifasına hazırlanıyordu. +Bu devirde Suriye’de fen ve felsefe ile uğraşan ekabirin +büyük ve ma’ruf bir hanedana mensub oldukları görülüyor. +Peder evlad ve hafidden ibaret olan bu aile fen ve felsefe +ve bilhassa ulum-ı tıbbiyyede iştihar eylemişlerdir. +En büyükleri olan Ebu Hakim Zafir bin Cabir Es-Sükkeri +Musul’da tevellüd etmişti. Müşarun-ileyhin tarihlerinde +ber-hayat olduğu anlaşılıyor. +Musul’da mukaddemat-ı ulumu tahsil ettikten sonra o +devirde merkez-i irfan ve medeniyyet olan Bağdad’a koşmuş +darülhilafenin muhit-ı feyyazında zamanın en muktedir +etibbasından Ebu Ca’fer bin Tayyib’in tedrisatına müdavemete +başlamıştı. +Ebu Hakim aynı zamanda felsefe tahsiline de koyulmuş +ulum-ı hikemiyyede şöhret-şiar eazımın derslerine de mülazemette +bulunmuştu. Bağdad’da ikmal-i tahsil ettikten sonra +Suriye kıt’asına çekilerek Haleb’de ihtiyar-ı ikamet etmiş +hayatının hıtamına kadar bu diyarda neşriyyat-ı ilmiyyede +bulunmuştur. +Ebu Hakim bir taraftan tedris-i ulum diğer taraftan icra-yı +tababetle meşgūl olmuştur. Dershane-i irfan-penahında +vardır. Haleb’de te’sis ettiği mektep pek ziyade iştihar etmişti. +En uzak mahallerden bile birçok talibin-i irfan bu dar-ı +feyzin zir-i sakf-ı kemalatına koşmuşlardı. Bu mektep kendi +vefatından sonra evlad ü ahfadı himmetleriyle yine neşriyyatta +devam etmiştir. İbni Ebi Usaybia on üçüncü asr-ı miladide +Haleb’de bu dar-ı irfanın bakaya-yı füyuzuna tesadüf +edebilmiş olduğunu söylüyor. +Ebu Hakim mütefennin bir tabib olmakla beraber edebiyata +da intisabı vardı. Hikemiyyat-ı aliyye ile meşhun +birçok manzum parçalar bırakmıştır. Derin bir fikr-i hikmet +tezahüratından olan şu parça müşarun-ileyhe isnad ediliyor: +Ebu Hakim yenilen ağdiyenin mi’de ve em’alarda ma’ +ruz kaldığı hükmi ve kimyevi teamülatı müteakıb ne suretle +him tedkīkat-ı fenniyyede bulunmuştur. Makaletün fi Enne’l-Hayvane +Yemutü ma’a Enne Gıdae Yahlifu İvaza ma +Yütehallelü Minhü ünvanıyla yazmış olduğu kitap meşhurdur. +Müşarun-ileyhin pederi Cabir bin Mansur Es-Sükkeri +de Musul efazıl-ı ulemasından idi. Mahdumu Ebu Mevhub +bin Zafir Es-Sükkeri ise pederinin dershane-i irfanında +perverişyab olmuş ve mensub olduğu ailenin sitine layık bir +şöhret-i ilmiyye kazanabilmiştir. +Ebu Mevhub tababette fevkalade iştihar etmişti. ��htisaru +Kitabi’l-Mesaili li-Huneyn bin İshak namında bir kitap +te’lifine de muvaffak olmuştur. Ebu Mevhum’un mahdumu +ve Ebu Hakim Zafir’in hafidi Cabir bin Mevhub Es-Sükkeri +liyakat eylemişti. +Cabir de; ecdad-ı irfan-penahı gibi tababet ve felsefede +şöhret-şiar eazımdandır. +Suriye beşinci asr-ı hicride Es-Sükkeri ailesinin neşrettikleri +huzemat-ı ma’rifetle tenevvür etmiş a’sar-ı atiyyede +Es-Sükkeri ailesi efradı necabet ve faziletin birer timsal-i +maali-nüması halinde; senelerce Suriye’de sezavar-ı takdir +ü hayret hidemat-ı ilmiyyede bulunmuşlardır. +MÜNACAT +Yüksek duvarlarında eder secde gölgeler. +Mihrablarında hasta yanar meş’al-i keder. +Dillerde bir cihan-ı muhayyel uzak deri... +Kandiller ince tatlı birer hüzn-i gevherin... +Gözlerde bir duman gibi titrer o boş hava; +Örter niyaz u hüznü ilahi bir intiha. +Haşyetli kubbesinde dualar eder sükut. +Varlık derinlerinde avalimle hem-hudud... +Bir hutbe-i müessir eder dilde hep figan +Titrer cebinimizde bütün safvet ü hazan; +Biz bab-ı rahmetinde bir asi-i namzed +Ver kalmasın bu eller açık böyle Rabbimiz. +Sen koyma burda bizleri mahzun u dil-harab! +Ağlar haziresinde Resul’ün pür-iktirab. +Kıldın Salib’e evc-i tealiyi cilvegah; +Bari Hilal’i yerde süründürme ey İlah! +Beytü’l-Mutahhar’ında sanemler bulursa yer +Çanlar öterse ma’bedin üstünde ah eğer +Layık olur mu şanına ey Rabb-i la-yezal? +Bulsun mu yerde rayet-i hak zillet ü zeval? +Mahv etme sen o rayeti mahv etme bizleri +Fetheylesin Hilal’e izin ver denizleri! +Ey Rabb-i adl ü hak evet ey Rabb-i asman +Bir dinle: Ravzasında Resulündür ağlayan!.. +ORDUYA HITAB! +Hak düşmanı din düşmanı ırz düşmanı alçak +Bir kelb-i akūr ordusu bir taife-i hun +Ma’sum ezerek dul vurarak elleri mel’un +Vicdanları mel’un ebediyyen bizi boğmak +Mahv eylemek ister; bütün İslam’ı bitirmek +Azmiyle gelir: Maksadı İstanbul’a girmek! +Ey asker-i İslam ulu Ka’be’n gidiyor arş! +Azminde Muhammed sana Allah sana yoldaş. +Bulgar çarığı kabr-i Süleyman’a mı bassın? +Yunan haçını minber-i Eyyub’a mı assın? +Geçsin mi yere türbesi Fatih’le Selim’in? +A’da yüzünü zeyl-i Emanat’a mı silsin? +Pis çizmesini safha-i ayata mı silsin? +Ey asker-i İslam ulu Ka’be’n gidiyor arş! +Azminde Muhammed sana Allah sana yoldaş. +Enha-yı vatan zulm ile yangın yeri olmuş +Etrafına fışkırmadadır kanlı alevler; +Binlerce kadın karnı deşilmiş yatar inler; +Dağlar ovalar na’ş-ı yetiman ile dolmuş... +Hak vurmaya ırz vurmaya hala susamış aç: +Hala yürüyor üstümüze bir kocaman Haç! +Ey asker-i İslam ulu Ka’be’n gidiyor arş! +Azminde Muhammed sana Allah sana yoldaş. +Ey asker-i İslam iniyor şimdi semadan +Avaz-ı Ömer gulgule-i sayha-i Haydar +Ashab-ı kiramın bütün ervahı beraber +Tekbir alıyor ruh-ı Nebi arş-ı Huda’dan. +Gökler yarılıp inliyor... Ey asker-i İslam +Vur kır yürü al... Yerlere geçsin bütün esnam! +Ey asker-i İslam ulu Ka’be’n gidiyor arş! +Azminde Muhammed sana Allah sana yoldaş. +ÖKSÜZ CENAZELER ... +Kavmimin kalbi gibi lekeli o kadar soğuk; kavmimin +haysiyeti gibi çıplak o kadar düşkün; kavmimin yürüyüşü +kadar bati o kadar rehbersiz bir sürü tabutlar; kavmimin kabiliyyet-i +kalile ve alilenin teşyi’-i derdnakiyle –yine kavmim gibi– sallana +sallana gidiyor! +Ben; bir “ümid”e kavuşmak emeliyle hüsranlardan kaçarak +koşa koşa geldiğim bu kör bu duygusuz muhitte; kaç +kereler bu manzaranın karşısında yüreğimden kopup gelen +tufan-ı tuğyanı boğmak ona derd anlatmak derd dinletmek +kavruldum; kaç kereler; hassasiyetimin dizine başımı koyarak +ağladım ağladım ağladım. +Evet kavmim kadar garib kavmim kadar ulu bir sürü +cenazeler.. Kavmimden bir farkları var: O hayattan bizar +ölüme koşuyor. Bunlar; hayata atılıyorlar hayat için öldüler; +uğrunda öldükleri için miskin kavmim; onların arkasından +koşmuyor; onları tanımıyor! +* * * +Bugün; ekseriya akın akın muhacirlere ve hicranlara +memer olan bir caddeden –müfekkiremle el ele vererek– +akşamın etrafa serpmek üzere olduğu sükun-ı muzlimin +pişdarlarıyla hasbihal ede ede semte dönüyordum; birdenbire +arkadaşlarımın hepsi kaçıştılar;.. Yapayalnız kalmıştım; +etrafımı yokladım: Bir ben bir de hüviyet-i hassasem bir +de Üsküb’de iken bir Sırp mecruhunun son nefesini vererek +toprağa kavuştuğunu iblağ eden matem borusu ve müteakıben +muhat-ı ihtifal cenazeler;.. Başbaşa kalmışız!.. Onlar +niçin kaçıştılar; bunlar niçin üşüştüler? Gözüm; bu sualimin +cevabını yaşararak veriyordu: +– Çıplak bütün ma’nasıyla çıplak bir tabut... Bazılarında +gördüğüm buruşuk kalpaktan da mahrum. Etrafında bir iki +boynu düşük.. +Bu tabutun içinde kim var? +– Şehid! +Akılem; bu hailenin huzur-ı kibriyasında bir daha titredi; +hemen hakk-ı tasaltununu kavrayarak –şevk-ı adaletle zile +basıp şahid isteyen bir hakim tavrıyla– a’sabıma emir verdi; +demin yanımdan kaçışan arkadaşlarım da geldi; sonrakilerle +beraber hepsi toplandılar.. Şimdi bir taraftan “Fatiha”nın +ruh-ı sekinet-sazıyla hissiyatıma meram anlatmaya çalışan +akılem öbür taraftan bir hatib tavrını takınarak haykırdı: +– Asker yüce şehid! Allah’ına kavuştuğun zaman kavminin +kadir-şinaslığını ağlaya ağlaya inleye inleye anlat!.. +Sonra etrafına döndü: +– Siz de şahidsiniz ya! dedi. +Meğer kulağım da boş durmuyormuş; akıleme şöyle bir +şeyler fısıldıyorken yakaladım: +– Hayır hayır.. O gidecek Allah’ına kavuşacak. Fakat +kavminden şekva mı? Asla!.. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +KERBELA’DA ON GÜNLÜK MUHARREM +Küre-i arzın herhangi noktasında bulunurlarsa bulunsunlar +on günlerinde matem ve ta’ziye merasimini ifa ederler. Muharrem +ayı bütün İranilerle Şiiyyü’l-mezheb olanlar için bir +matem ayıdır. Hazret-i Hüseyin ile evlad ve teallukatının bu +ay içinde enva’-ı eza ve cefalarla –daiye-i istiklal ve saltanat +tarih-i şehadetlerinden beri alem-i İslam nezdinde büyük ve +müdhiş hunrizane bir vak’a-i can-suz teşkil etmiş ve vefat-ı +alilerinden beri mezar-ı şeriflerini mataf-ı suleha ve ebriya +kılmıştır. +Hazret-i Seyyidü’ş-şühedanın Kerbela’da şehid edilip +şimdiki buk’a-i şerifede defnolunduklarını tarih-i İslam yad +ettiği gibi bilcümle müverrihinin –Arab müverrihlerinin– de +taht-ı tasdikindedir. +Müşarun-ileyh hazretlerinin kabr-i şerifi İrani ve Hindiler +tarafından teberruan ve teberrüken bugünkü hale konulup +fevkalade bir surette tezyin edilmiştir. On günlük Muharrem +merasim-i fevkaladesini görmek ve şehid-i muhterem-i +müşarun-ileyhi bu esnada ziyaret etmek için aktar-ı baide-i +mü’min müslim suret-i mahsusada Kerbela’ya vürud ederler. +Bu on gün içinde Kerbela baştan aşağı bir matem-sera +gibidir. Her yerde ta’ziye mersiye nevha okunur. Erkek kadın +çoluk çocuk ağlar sızlar. Seyyidü’ş-şüheda aleyhi selamullah +hazretlerinin menkabe-i cangüdazıyla evsaf-ı celileleri +mersiye-hanlar tarafından manzum ve mensur olarak +gayet hüzn-agin ve dil-suz bir eda ve ahenk ile ber-averde-i +lisan teessür edilir. Her tarafta ve her mahalde asılan siyah +bez parçaları eyyam-ı mezkurenin keder ye’s hüzün ve +teessür günleri olduklarını lisan-ı hal ile i’lan eyler. +Bu halleri fevkalade ihzaratı görenlerin kalblerinden bir +let-i mezkurenin ref’ u izalesi hiçbir suretle kabil olmuyor. +Hazret-i Hüseyin radıyallahü anh hazretlerinin kubbe-i +şerifeleri üzerinde de murabba’ ve gayet büyük bir siyah +bayrak bu ay içinde çekilir ve görenlerin ah ve tehassürlerini +tezyide yardım eder. +Kerbela’nın her mahallesinde muvakkat bir tekye kurulup +enva’ ve eşya-yı nefise ile donatılıp mağrib ezanından +sonra emkine-i mezkurede bulundurulan rengarenk nevi +nevi lambalar şamdanlar ve sair alat ü edevat-ı tenviriyye +yakılır ve ortalık gündüz gibi aydınlanır. +Tekaya ve zevayada mersiye mahallerinde bulunan +huzzar ve müstemiine bi’d-derecat kahve çay şurub nargile +sigara ikram olunduğu misillü bazen da yemek verilir. +Kerbela’da bulunan ulema sadat tullab-ı ulum-ı diniyye +esnaf ve kesebe eşraf-ı mahalliyye hep bila-istisna siyah +elbise giyip ta Safer ayının sonuna kadar bu hallerini muhafaza +ederler. +Gündüz vakti Hazret-i Hüseyin’in medfun bulundukları +mahallin sahnında vakit vakit mersiye ve mev’iza tertil +ve tilavet olunduğu gibi gece vakti aynı mahalde kurulan +tekaya-yı müteaddide tenvir ve iş’al olunur ve deste deste +göğüs vuranlar zencir çalanlar gelip eda ve ifa-yı ta’ziye ve +matem edip giderler. +Bu merasime Kerbela’da iştirak etmeyen hemen yok gibidir. +Herkes kendi kadrince maddi olsun ma’nevi olsun +behemehal az çok bu esasa yardım eder. Bunu kendileri için +büyük bir saadet ve sevab telakkī ederler. Maddeten yardım +edenler destelere lazım olan lamba meş’al şamdan sair +alat ü edevatı yakmak için mum gaz neft ve ona mümasil +mevadd-ı tenviriyyeyi vermekle iştirak ediyor. Manevi yardıma +gelince desteyi teşkil edenlerde kalır ki bunlar bütün +gecelerini –on günlük Muharrem esnasında– göğüslerine +vurmak nevha ve nüdbe okumak için öteye beriye Abbas +ve Hüseyin hazeratının sahnlarına ulema evlerine eşraf-ı +mahaliyyeyi teşkil eden ve zevi’n-nüfuzun ikametgahlarına +gitmekle hasıl olur. +Desteler bir-iki dört-beş desteden ibaret olmayıp yirmiyi +her halde tecavüz eder. Kerbela’da kaç mahalle varsa her +birinden bir deste teşkil edilip kendi kari’leriyle meş’alcileriyle +destebaşılarıyla bayrakdarlarıyla birleşip göğüs vururlar. +Yerliler ale’l-ekser Arab oldukları cihetle nağme ve +nevhaları Arabiyyü’l-ibare ve müteaddid neva ve ahenklerle +Bundan sonra sıra Kerbela esnaf ve kesebelerine gelir +ki bunlar da sınıf sınıf birer deste tanzim ederek sahnda ve +sokak ve çarşılarda kendi göğüslerine vururlar. Hele bakkallar +attarlar desteleri her gece geç vakit ve tenha zamanlarda +çıkar ve gayet hazin ve müessir sadalarla menkabeler +okuyup pek hızlı sinelerine çalarlar. Gecenin sükuneti içinde +yüzlerce el şakırtısından mütehassıl olan aksisada dehşetli +bir surette tarraka-endaz olup samiin ile nazırini mütedehhiş +eyler. +Desteler yine bu kadarla kalmaz Isfahan’dan +Kirmanşah’dan Kaşan’dan İran’ın hemen her tarafından +beray-ı ziyaret Kerbela’ya atebata gelen züvvar-ı İraniyye +tarafından da ayrıca büyük tantanalı debdebeli gösterişli +parlak çuhalar teşkil olunur. Bu destelerin kendi kudretlerine +göre de alat ü edevata malikiyyetleri vardır. Penceli bayraklar +gümüşten ma’mul birçok cicibiciler meş’aleler şamdanlar +enva’-ı edevat-ı tenviriyye hatta müteharrik lüksler +şallar ipekli kumaşlar güldanlar saksılar daha neler neler +hasılı ta’dadı na-kabil olan birçok destenin ma-bihi’l-imtiyazını +teşkil eden şeylerdir. Herhangi destenin bu gibi şeylere +temellükü daha ziyade olursa o deste mazhar-ı takdir ü tahsin +olur. +Kirmanşah destesi pek tedarikli bir deste olmakla beraber +göğüslerine pek hızlı vururlar. Öylece Isfahaniler destesi +de seyirden hali değildir. Ancak berikiler ötekiler kadar muntazam +ve müzeyyen olmadığı gibi birincisi göğüsü vurmak +Bu kadarla kalsa yine iyidir fakat kalmaz. Muharrem’in +yedinci gecesinden sonra bu feryad ü eninlere bir de ulema +ve tullab desteleri iştirak eder. Ancak bu destelerin alat ü +edevatı pek sade ve basit ise de sair desteler kadar muntazam +değildir. Aşura gecesi Huddam destesi de diğer destelerle +çıkmaya başlar. Hazret-i Hüseyin ile Hazret-i Abbas’ın +sahn ve harem-i şeriflerinin hizmetiyle muvazzaf olan kiliddarlarla +–ki iki kiliddardır– hademeler cümlesi de seyyid +ve yeşil sarıklı oldukları halde büyük bir deste yaparlar. Bu +destenin bütün destelere tefevvuk ve rüchanı vardır. Halk +üzerine de daha ziyade icra-yı te’sir edip herkesi ağlatır. +Seyyidler irili ufaklı küçük büyük celil ve vazi’ hasılı yüzlerce +zevat kiliddarlardan tutup ta harem-i şerifin süpürücüsüne +varıncaya kadar kendi küçük evlad ve teallukatlarıyla +ellerinde birer mum tutarak ortalarındaki nevha-hanlarıyla +beraber yekzeban ve hem-ahenk olarak bir ağızdan okur +ve elbirliğiyle göğüslerine vururlar. Merasimin hitamında da +millete züvvara hayır dualar ettikten sonra aşağı iner. +Hemen her deste ta’ziye ve matem merasimini icradan +sonra bu gibi ed’iye-i hayriyyede bulunmaktan geri kalmıyorlar. +Hususiyle hal-i harbde bulunduğumuz bir sırada bütün +ağız dolusuyla asakir-i nusret-measir-i Osmaniyye –İslamiyye–nin +muzaffer ve mansur olmaları için dualar ediliyor. +Asayişi ortalığı muhafaza için her deste ile başlıca jandarma +ve polis gezer. Fakat jandarmalarla polisler muntazam +bir vaz’iyette gezmiyorlar. Bu kusur ise tabur ağasıyla polis +komiserinde olmayıp polislerle jandarmalara aiddir. Çünkü +Muharrem ayına mahsus olmak üzere Musul’dan Bağdad’dan +celb edildiklerinden ahval-i mahalliyyeye adem-i +vukūflarından ileri gelir. +Benim gibi herkesin de nazar-ı dikkat ve taaccübünü celb +eden bir şey var ise kadınların oturdukları yerlerde sık sık ve +bitişik bir surette erkeklerin gezmeleri keyfiyetidir ki bu hali +ne polis ne de jandarma men’ etmiyor. Bilakis jandarmalarla +polis efendinin bizzat kadınlara sahn-ı şerif gibi muhterem +ve mukaddes bir yerde harf-endazlıkta bulunmaları +fevkalade çirkin bir şey teşkil etmektedir. Hele Muharrem’in +onuncu gününde velveleli bir zamanda hükumet devairine +mensub küçük me’murlar –bazı mübeyyız ve mukayyidler– +rı o kadar müstekreh ve iğrenç bir şey teşkil ediyor ki insanın +nefretini değil adeta la’netini celb eder. Hususiyle herkesin +kanı beynine fırlamış olduğu bir günde ki insanın ihtiyarı +elinde değildir. Maazallah ufak bir gürültü kopsa derhal büyük +bir ihtilale müncer olacağına şübhe yoktur. Hasılı böyle +sulu terbiyesiz ve efendi kıyafetinde bulunanların ahval-i +rezileleri Arab ve Acem yerli ve züvvar nazarında pek çirkin +bir surette telakkī edileceği tabiidir. +Desteler içinde en ziyade calib-i nazar-ı dikkat olan Türk +destesidir. Bunlar önünde balaban boru çalınıp ellerinde birer +uzun değnek bulunduğu bir vaz’iyetle haricden sahna +girerler. Evvelce ellerinde çıplak kama bulunduruluyordu. +Fakat on sene evvel bu deste ile diğer bir deste arasında +çarşıda münazaa kopmuş ve her iki taraftan telefat ve mecruhin +vukū’ bulmasıyla hükumetin müdahalesini mucib +olarak en sonra kamasız ve yalnız kama yerine ellerine birer +değnek tutmaya kendilerine müsaade verilmiştir. Muharrem’in +onuncu günü sabahleyin saat dört raddelerinde +Haymegah’a –Hazret-i Hüseyin ile etbaının vaktiyle çadır +rekz ve nasb eyledikleri mahaldir ki merkad-i şerife pek yakındır– +gidip orada kafalarını kan ile yarıp silahlarını ellerinden +aldıktan sonra sahna gelir ve bir-iki kere tavaf ettikten +sonra sahn kapılarının birisinden çıkıp giderler. +Bunların da şayan-ı tenkīd fena bir halleri vardır ki gerek +hükumet-i mahalliyye gerekse mezheb reisleri bulunan rüesa-yı +ruhaniyye tarafından mümanaat edilmiyor. Bana kalırsa +kusurun büyük kısmı kendi rüesa-yı ruhaniyyelerindedir. +Şöyle ki kama vuranların başlarından kan aktığı esnada +bunlar sahna girip halk ortasından geçer elleriyle şapır şapır +başlarına vurup kanları ahali üzerine sıçratırlar. Bu destenin +bu halinden müteezzi olmayan kimse kalmaz. Her şeyden +evvel kama çalmak dinen ve mezheben Şiiler indinde mezmum +olduğu halde ulema bunu men’e kalkışmıyorlar. Bu +babda müdahene ve mürailik ettikleri aşikardır. Saniyen +madem ki bunu men’ etmek istemiyorlar hiç olmazsa dolaştıklarında +kafalarına vurmamayı ihtar eylemelidirler ki bu +kadarcık olsun insanların müteneffir ve ikrahını men’ etmiş +olurlar. +Aşura günü sabahtan ta mağrib ezanına kadar Hüseyin +ve Abbas hazeratının sahn-ı şerifleri ahali ve züvvar ile doludur. +Desteler birer birer gelip icra-yı matem ederler. Her destenin +nevha –mersiye– okuyanlarına eşraf-ı mahalliyye ve +desteler tarafından hil’atler verilir. Fakat maatteessüf hükumet +tarafından bu muzaheretlere matemlere hiçbir suretle +hil’at mum parası namıyla bir iane ve tahsisat verilmiyor. +Beş milyon bir kitleyi teşkil eden Osmanlı Şiileri’ne – +unsuruna– hükumet-i Osmaniyye hiçbir şey yapmamış ve +yapmak istemiyor. Bunlara daima yabancı bir nazarla bakıyor. +Adeta bunları anasır-ı Osmaniyyeden saymıyor. Bunlara +karşı daima bigane ve bir nazar-ı bi-kaydi ile bakıyor. +Böylelikle kendisini sevdirmiyor. Onları da kendisinden soğutuyor. +Bu unsurdan ne A’yan ne Meb’usan meclislerinde +bir a’za var ne de me’mur ta’yin olunmuştur. Rumlardan +Ermenilerden Bulgarlardan A’yan Meclisi’nde müteaddid +a’zalar bulunduğu halde nümune için Şiiler’den bir a’za +yoktur. Hasılı bu noktaya hükumetimizin pek çok dikkat +etmesi icab eder. Burası pek ince ve mühim bir mevki’dir. +Atiyen İngiltere ve Almanya siyaseti için hıtta-i Irakıyye en +birinci bir cevelangahtır. Bütün emeller ümidler buralara +ma’tuftur. Şimdiden buraya atf-ı ehemmiyet lazımdır. Sonra +çoğa mal olur. Hem de iş işten geçer. Şehzadelerimiz +vükelamız Avrupa’da değil bana kalırsa Irak’a seyahat için +gelip ahali ve aşayir ile ihtilat ve temas etmelidirler. Avrupa +seyahati her zaman eldedir bir yere gitmez kaçmaz. Fakat +buraların ahvali şayan-ı tedkīktir. Babıali koltuklarında kurulup +hıtta-i Irakıyye ahvalinden bahsetmek doğru değildir. +Dahiliye Evkaf Defter-i Hakani Posta ve Telgraf nazırlarımız +sıra ile birer def’a Irak’a ihtiyar-ı sefer edip bura ahvalini +pek yakından tedkīk etseler olmaz mı? İngiltere nazırları +hususiyle Müstemlekat nazırı gibi bizim nuzzar da seyahatler +yapsalar fena mı olur? Posta ve Telgraf idareleri buralarda +o kadar fenadır ki tenkīd için bir iki sahife karalamak şöyle +dursun başlıca bir kitap yazmak lazımdır. Nafia nazırı bir +defa Irak’a varıp ahvali görse bilmem ki kıyamet mi kopar. +Meb’uslarımız bunu nuzzarımızdan istemeli hem de resmen +teklif etmelidirler. Yoksa nezaret sandalyesine geçip kurulmayı +herkes anlar! +[ ] Evet; Kerbela’da on günlük Muharrem böyle tumturaklı +gürültülü avazlı edalı geçer bir yabancı ve ecnebinin +gözüne bu manzaralar pek tuhaf ve dini telakkī edilir. +Halbuki dine hiçbir tealluku yoktur. Hep demonstration +namı altında icra edilen şeylerdir. Zaten İslamiyet içine o +kadar hurafat sokulmuştur ki esas-ı diyanet boğulmuş gitmiştir. +Ulema vu’az zühhad ubbad tullab bu hallerin ıslahına +himmet ve ehemmiyet göstermezler. Onlar yalnız kendi +dükkanlarının revacını düşünüp zavallı müslümanları vadi-i +dalalette puyan olmaktan men’ etmiyorlar. Vicdanıma Allah’ıma +kasem ederim ki Şii Sünni ne kadar ulema varsa +hep vezaif-i diniyyelerinde kusur etmişler ve el-an etmektedirler. +Yoksa müslümanların hali bu güne varmazdı. Cenab-ı +Hak nezdinde kıyamet gününde bunların cümlesi mes’uldür. +Cenab-ı Hak aldanmaz a’delü’l-adilindir. +Yalnız benim nazar-ı dikkatimi celb eden daha bir şey var +ne yazsam azdır. Mektepleri hakkında evvelce ne yazdımsa +desteleri hakkında da nokta-i nazarım aynı müsavidir. +şeklinde yazılmıştır. +Hülasa hükumet el-an gafildir. Ne yapacağını bilmiyor. +Hıtta-i Irakıyye ıslahat-ı hakīkıyye teşkilat tensikat büyük +himmet ister böylelikle kalırsa netice vahim olur. Sonradan +peşimanlığın bir faidesi yoktur. +EHL-I İSLAM’IN NAZAR-I DIKKATINE +Fariza-i haccı ifa şerefine nail olan bu abd-i aciz; bu +sene Hicaz Demiryolu’nun Medine-i Münevvere’den Şam-ı +Şerif’e kadar icra eylediği hac nakliyyatında ibrazına muvaffak +olduğu sür’at ve intizamı dindaşlarımın piş-i enzar-ı +dikkatine vaz’ı kendimce bir vazife addeylerim. +Medine-i Münevvere’den Şam-ı Şerif’e kadar olan ve +bundan on sene evvel kırk günden fazla bir müddet zarfında +deve üzerinde nice mezahim ü meşakka katlanarak tehlikelere +ma’ruz olarak kat’ olunmakta olan mesafenin muntazam +vagonlar derununda elli altı saat kadar bir müddet +zarfında kat’ı hakīkaten büyük bir muvaffakıyettir. +Hicaz Demiryolu İdaresi huccac-ı kirama bir sühulet-i +mahsusa olmak üzere bu sefer icra olunan nakliyyatta ufak +det-i seyahati bir kat daha tenkīsa muvaffak olmuştur. +Tebuk Karantinahanesi’nde beklenilmekte olan beş günlük +karantina ise –bazı nevakısa rağmen– her türlü esbab-ı +En ziyade memnuniyetimizi mucib olan cihattan biri de +gerek Medine-i Münevvere’den ve gerek esna-yı rahda Hicaz +Demiryolu me’murlarından gördüğümüz hüsn-i muamele +ve intizamdır. +Millet-i necibe-i Osmaniyye ve İslamiyyenin muavenet-i +maddiyye ve ma’neviyyesi ile saha-i husule gelmiş olan +bu müessesenin bu suretle günden güne mazhar-ı tekemmül +olarak ziyaret-i Ravza-i Mutahhara-i Cenab-ı Peygamberi’nin +fak olması her müslim için şayan-ı iftihar olduğundan hatt-ı +mezkur hey’et-i idaresine alenen arz-ı şükranı vecibeden +add ile şu varaka-i acizinin ceride-i muhteremelerinin bir +köşesine dercine müsaade buyurulmasını istirham eylerim. +Edirne valisiyle kumandanından +alınan telgrafnamede Pazartesi günü akşamı zevali saat yedi +buçukta düşman tarafından Edirne Kalesi’nin şark ve cenub +cebhelerine topçu ve piyade ateşi icrasına ve şehrin bombardımanına +başlanılmış ve bi-avnihi teala kahraman askerlerimizin +şiddetle mukabeleye devam etmekte bulunmuş +olduğu ve dahil-i memlekette sükun ve asayişin ber-kemal +bulunduğu bildirilmektedir. +Ordu-yı Osmani tarafından vakı’ +olan nagehani bir hücum üzerine ordumuz Şengin’i düşman +elinden istirdad eylemiştir. +Osmanlı askeri ile Arnavud rüesasından +Türk zabitanı da bulunduğu halde bağteten Leş’de bulunan +Sırp taburunun üzerine hücum ile şehri istirdad eylemişlerdir. +Bu mücahidler Sırplardan hayli erzak ve mühimmat iğtinam +ettikleri gibi düşmanın umumunu esir eylemişlerdir. +Erzak nakliyatına mahsus olmak üzere dört yüz araba da +Sırplardan zabtedilmiştir. Asakir-i Osmaniyye ve Arnavudlar +Sırpların icra eyledikleri mezalim ve vahşete rağmen +ve insaniyet-perverliklerini göstermek için üserayı terhis eylemişlerdir. +Osmanlı İttihad ve Terakkī +Cem’iyeti’nin da’vetiyle Darülfünun Konferans salonunda +Kanunisani Cuma günü memleketimizin her +sınıf erbab-ı hamiyyetinden bir cemm-i gafir ictima’ ederek +evvelce neşr ve tevzi’ edilen ruznamede münderic kaffe-i +mevaddı kabul etmiş ve hey’et-i fa’ale ile iane derci gönüllü +taburları teşkili hastahaneler te’sisi efkar-ı umumiyyenin +tenviri hususlarını deruhde eden hey’etler intihab olunmuş +ferdası Cumartesi’nden i’tibaren bütün hey’etler icra-yı faaliyete +başlamış birçok muvaffakıyyat te’min eylemiştir. +Edirne Kumandan-ı +muhteremi Şükrü Paşa hazretlerine Edirne müdafaasından +dolayı Almanya’da Sörlinyen şehrinde vakı’ +“İstaminitşeron” Cem’iyeti’nin suret-i mahsusada bil-ictima’ +müşarun-ileyh hazretlerine karşı takdirat ve tebcilatlarını +göstermek üzere murassa’ bir seyf-i mefharet takdimine +karar vermiş oldukları matbuat-ı ecnebiyyede görülmüştür. +Diğer taraftan müşarun-ileyhin Fransa’da ikmal-i tahsil +etmiş oldukları “Piritana Dö Delafleş” mektebinin eski şakirdan +cem’iyeti dahi müşarun-ileyhe bir seyf-i mefharet takdim +etmek üzere iane cem’ine başlamışlardır. +şekkil Hilal-i Ahmer ve İane-i Harbiyye ve Asakir-i Şahane’ye +Hedaya-yı Şitaiyye Komisyonu’nca Kasaba ve Domaniç +nahiyesi merkeziyle onlara mülhak kura ahali-i hamiyyetmendanı +tarafından verilip cem’ edilen elli beş bin +doksan sekiz kuruş otuz beş para ile altı bin seksen üç +parça eşya-yı muhtelife mahall-i aidesine gönderildiği idarehanemize +gönderilen bir cedvelden anlaşılmıştır. Muhterem +şayan-ı takdirdir. +Mekke-i +Mükerreme’den aldığımız hususi haberlere göre Mekke-i +Mükerreme Emir-i muhteremi devletlü siyadetlü Şerif +Hüseyin Paşa hazretlerinin nezaret-i Haşimaneleri tahtında +müteşekkil Donanma-yı Osmani Mekke Şu’besi tarafından +kable’l-hac . . kuruş ba’de’l-hac dahi . [kuruş] +ki cem’an . . kuruş iane cem’ olunmuştur. İşbu +mebaliğ-ı azimenin cem’ine muvaffak olan Donanma İane +Komisyonu a’zaları zevat-ı atiyeden mürekkebdir: +Nazır-ı Umumi Emir-i Mekke-i Mükerreme Şerif Hüseyin +Paşa hazretleri Defterdar-ı Vilayet Emir-i Mekke-zade Şerif +Ali Beyefendi hazretleri diğer mahdum-ı Emaret-penahi +Şerif Faysal Beyefendi Harem-i Şerif Müdiri Emin Efendi +Hanefi Müftisi Abdullah Serrac Efendi Miftahdar-ı Beyt-i +Muazzam Abdülkadir-i Şeybi Efendi Jandarma Kumandan +Vekili Osman Bey Komisyon Katibi Ruznamçeci Ali Rıza +Efendi. +Müşarun-ileyh +Şerif Hüseyin Paşa hazretlerinin taht-ı nezaret-i celile-i +Emaret-penahilerinde müteşekkil komisyon tarafından bir +mah zarfında cem’ edilen harb ianesi . . kuruşa baliğ +olmuştur. Bu iane yalnız kıble-i alem-i İslam olan Mekke-i +Mükerreme şehrinin olup mülhakat buna dahil değildir. +Şimdi de hanedan-ı celil-i Risalet’e mensub bilcümle şürefa +ve sadat-ı kiram ulema müderrisin ahali mücavirin tüccar +ve kaffe-i kabail-i Urban şeyhleriyle devecilere varıncaya +kadar iane-i harbiyyeye iştirak eylemişlerdir. +Gayr-i kabil-i tecezzi bir vücud-ı ma’nevi +olan alem-i İslam’ın yaşamakta olduğu şu matem-engiz +günlerinde mihr-i münir-i İslam’ın matla’-ı envar-ı füyuzatı +olan Mekke-i Mükerreme’den bu emr-i celil-i teavüni ilk +teşebbüste mühim bir meblağ toplandığını istibşar etmek +bizim için bir hayat-ı nevine nailiyyet kadar kıymetdar bir +müjdedir. Biz la-yetezelzel bir emniyet bir itminan-ı kalb ile +ümidvarız ki mehbit-ı vahy-i ilahi olan Ka’betu’llahi’l-Ulya’nın +huzur-ı ulviyyetinde şeref-i Hilafet’in namus-ı Tevhid’in +pamal-i Salib olmaktan muhafazası için necl-i necib-i +Risalet-penahi Emir-i ulüvv-i şan Hüseyin Paşa hazretlerinin +teşebbüs buyurdukları bu emr-i ehemm-i teavün nur-ı +seher gibi bütün afak-ı İslam’a intişar edecek inşaallah az +bir zamanda ümid ve intizarın kat kat fevkında mebaliğ-ı +cesime toplanacaktır. +Tezahürat-ı İslamiyye – Kalküta’dan Kanuni +sa +ni’de çekilen bir telgrafnamede iş’ar olunduğuna göre: Müslümanlar +Osmanlılar lehinde bir ictima’ yapmışlar ve bu +pa’nın sükut-ı gaddaranesini ve İngiltere’nin Bulgar vahşetine +karşı göstermiş olduğu la-kaydiyi protesto etmişler. +[ ] Kanunisani tarihiyle Ajans Royter’e Delhi’den +bildiriliyor: +“Lahor ahali-i İslamiyyesi akdettikleri bir ictima’da İngiltere +Hükumeti’nden Osmanlılar aleyhinde ittihaz olunacak +tedabir-i tazyikıyyeye iştirak etmemesini ve Hükumet-i +Osmaniyye’den şan-ı İslamiyyet’i muhafaza veyahud feda-yı +can edilmesini talebe karar vermişlerdir. Mukarreratın +nihayetinde Lahor müslümanlarının Osmanlı kardeşlerine +muhalesat-ı kalbiyyeleri beyan edilmiştir. +TARIH-I İSLAM’A ALTIN SAHIFELER +A’yan a’zasından Seyyid Abdülkadir Efendi hazretleri +tarafından evlad-ı Ekrad’a hitaben yazılan da’vetnameden: +“Vatan tehlikededir. Düşman-ı din pek yakındadır. Maksadı +makam-ı Hilafet’e son darbeyi vurmaktır. Kalbi hubb-i +vatanla lerzan nasıyesi nur-ı imanla dırahşan şecaat ü +besaletleri ma’ruf-ı cihan olan evlad-ı Ekrad’ın ve sair arzu +eden vatanperveranın +... emr-i celiline ittibaan +serhadde doğru koşacaklarından eminim....” +* * * +Kürdistan eşrafından “Bedirhani Azbezi” hazretleri tarafından +Kürdlere hitaben yazılan da’vetnameden: +Şeci’ ve kahraman Kürdler! Biliniz ki Müslümanlığın dayandığı +en metin direklerden biri de sizsiniz. Müslümanlığın +Osmanlılığın Kürdlüğün elden gitmek üzere bulunduğu ve +din düşmanlarının payitahtımızın etrafını sardığı bu günlerde +babayiğit merd arslan Kürdler rahat döşeğinde yatamazlar!... +Haydi hep beraber dinin vatanın imdadına koşalım +düşmanlarımıza Kürdler’in ne kahraman vatan müdafii ne +güçlü kuvvetli adamlar olduğunu gösterelim Allah’ın emrini +yerine getirelim din ve vatan uğrunda cihad edelim... Yiğit +Kürdler iyi biliniz ki din de vatan da Türk de Arab da Kürd +de tehlikededir her şey tehlikededir kılınçlarımız bugün de +şakırdamazsa artık hiçbir zaman kınından çıkamayacaktır. +Bir kere İslamiyet mahv olursa ne Kürd kalır ne Arab ne +Çerkes ne de Türk!.... İslamlık ve vatanımız bugünkü sıkıntıyı +hiç görmemiş idi. Vatanı kurtarmak vatan uğrunda +sevine sevine döğüşüp gazi veya şehid olmak hepimizin +üzerine farz-ı ayndır. Haydi Kürdler! Hep birden kükremiş +arslanlar gibi düşmanlarımıza hücum edelim. Elbette böyle +bir cihadda ölmek düşmanın ayağı altında çiğnenecek aziz +ve sevgili vatanımızın düşkünlüğünü ölümünü görmekten +bin kere hayırlıdır. +* * * +Vilayatta Müdafaa-i Milliyye Tezahüratı: +SEBILÜRREŞAD GAZETESI VASITASIYLA +MAKAM-I SADARET’E +Harb beyannameleriyle niyyat +ve makasıdlarını i’lam ve Rumeli’ndeki hun-ı pak-i müslimini +savleti ta’bir-i sarihiyle Salib’in Hilal’i mahv etmek emelinden +hın hulul ettiğini isbat etti. İ’tilaf-ı müsellesin muavenetiyle +mizi mukaddesatımızı kurtarmak için malen canen darülharbe +şitaba müheyyayız. Teşkilatına müsaade buyurulursa +sunuf-ı muhtelife-i askeriyyeden maada Kürdistan’da dört +yüz kadar gönüllü taburu ihzarı tahmin olunuyor. Bu kütle-i +şecianın bir intizam altına alınmak ve ihtiyacları tehvin +edilmek için hükumetimizin rehberliğine müftekırdır. Eğer +bu’diyyet-i mesafe ve mevsim hasebiyle derhal nikat-ı matlubeye +sevki şimdilik müteassir ise her vakit emr-i hükumete +müheyya bulunacak bir kuvve-i külliyyenin ta’lim ve terbiyesinin +acilen ikmalinden mütevellid fevaid-i azime müstağni-i +arzdır. Binaenaleyh ulema meşayıh rüesanın irşadatı +hükumetimizin rehberliğiyle taburların teşkili ve ta’lim +ve nevakıslarının ikmali ve peyderpey irade buyurulacak +semte sevklerine dair makam-ı samilerine a’yandan Seyyid +Abdülkadir Efendi hazretleri vasıtasıyla mütekaddim +Kanunievvel sene tarihli telgrafnamemizi namus-ı askeri +ve şeref-i millinin iade ve vikayesi için tecdid edilen muharebenin +valilerine keyfiyetin iradesini istirham eyleriz. +Genç Meb’us-ı sabıkı Mehmed Müfti Hasan Meşayıhtan +Abdullah Müderris Ahmed Eşraftan Mahmud Eşraftan +Mehmed Eşraftan Mehmed Eşraftan İsmail +Balkan naire-i harbinin tekrar +tial ede- ceğini ajanslar haber veriyor. Harbin mebadisinde +bin lirayı mütecaviz iane verdiğimiz gibi bu kere +de me’murlarımızın birer maaşlarını ahalimizin birer senelik +tekalif-i emiriyyesinin bir mislini ianeye terk ve tesviyeyi +taahhüd ederek te’diyata başladık. Icab ederse hak-i pak-i +vatanı a’daya çiğnetmemek namus-ı milleti kurtarmak üzere +bedenen dahi irae-i muavenete amade olduğumuzu arz +eyler ve muhterem kabinenin azm-i metinaneleriyle muharebeye +mübaderet eylemesini bekleriz. Ferman. +Genç eşrafından Meb’us-ı sabık Mehmed Eşraftan Mahmud +Müfti Mehmed Belediye Reisi Asador Eşraftan Mehmed; +Mütehayyizandan Manuel. +Vatan-ı mukaddesimizin tasallut-ı +a’dadan muhafaza vacibesinin ifasına umum ahali-i +aşairimiz hazırdır. Gönüllü taburlar teşkili ile mevki’-i harbe +hareketleri için hükumetin emrine muntazırız. Ferman. + +---- +CEVABI NOTA +---- + +Kanunisani sene Perşembe günü ba’de’z-zuhr Hariciye +Nazırı Said Halim Paşa hazretleri tarafından düvel-i +muazzamanın müşterek notasına cevaben süferanın en kıdemlisi +olan Avusturya – Macaristan Sefiri Marki Pallaviçini +hazretlerine takdim olunan notanın suret-i mütercemesidir: +“Zirde vazıu’l-imza Hariciye Nazırı Avusturya – Macaristan +halin on yedisi tarihinde selefine tevdi’ ettikleri takrir-i müşterek +müfadına ıttıla’ hasıl eylemiştir. +Hükumet-i Seniyye-i Osmaniyye akd-i sulhün amal ve +menafi’-i ammeye tevafuk ettiğini tasdikte tereddüd etmez +ve hiçbir vechile sebebiyet vermediği bir harbin mümkün +mertebe sür’atle hitama erdirilmesi münasib olacağını teslim +eyler. +Marru’z-zikr takrirde devletler hükumet-i seniyyeye +Edirne’nin Balkan düvel-i müttefikasına terki ve Cezayir-i +Bahr-i Sefid’in mukadderatı hakkında karar ittihazı hususunun +kendilerine havalesi tavsiyesinde bulunmakta faide +görmüşlerdir. Hükumet-i Osmaniyye pek azim fedakarlıklar +cerh delailini izhar etmiş olduğunu tebyin etmeyi vecibeden +addeyler. +Edirne şehri esasen bir belde-i İslamiyye ve Türkiye’nin +ravabıt ile merbut bulunmak hasebiyle şehr-i mezburun +terki rivayeti bile bütün memlekette öyle bir hiss-i infial ve +öyle bir hareket-i galeyan-mal tevlid etmiştir ki sabık kabine +mecbur-ı isti’fa olmuştur. Bununla beraber Hükumet-i +Osmaniyye efkar-ı muslihanesinin son bir burhanını ibraz +etmiş olmak için Edirne şehrinin Meriç’in sahil-i yesarındaki +kısmını alıkoyarak sahil-i yemininde bulunan kısmı hakkında +devletlerin re’yine havale-i keyfiyet etmeye meyyaldir. +Cevami’ ve merakıd ve sair dini ve tarihi abidat şehrin Meriç +nehrinin sahil-i yesarındaki kısmında kain bulunduğu cihetle +bu kısmının doğrudan doğruya zir-i hakimiyyet-i Osmaniyye’de +kalması Hükumet-i Seniyye için öyle bir vacibedir +ki memleketi gayet vahim netayic tevlid edebilecek bir sadmeye +ma’ruz bırakmaksızın bu vacibeyi ihmal etmek gayr-i +mümkindir. +Cezayir-i Bahr-i Sefid’e gelince: Hükumet-i Osmaniyye +bu adalardan bir kısmının Çanakkale Boğazı’na mücaveretleri +hasebiyle payitahtın müdafaası için la-büd bulunduğu +gibi Asya-yı Osmani’nin ecza-yı mütemmimesinden bulunan +kısm-ı diğerinin de Anadolu’nun te’min-i selameti için o +nisbette la-büd bulunduğunu tebyine lüzum hisseder. Hükumet-i +Osmaniyyenin bu ada üzerindeki hüküm ve nüfuzunu +taklile ma’tuf olabilecek herhangi bir suret-i tesviye bunları +daire-i te’sirlerini sevahil-i mütecavireye tevzi’ edebilecek birer +kanun-ı fesad haline ifrağ eder ve bunun neticesi olarak +Avrupa’nın huzur ve asayişini tehdid edegelmiş ve hala tehdid +etmekte bulunmuş olan Makedonya’nın hal-i sabıkına +müşabih bir hal-i fetret-iştimal tevellüd etmiş olur. Öyle bir +suret-i tesviyenin efkar-ı umumiyye-i Osmaniyye üzerinde +hasıl edebileceği te’sirat-ı elimeden kat’-ı nazar devamlı bir +müsalemetin teessüsünü ve Devlet-i Osmaniyye’nin miknet +ü umranını arzu etmekte bulunan devletlerin emellerine +de mugayereti derkardır. Binaenaleyh Babıali mülahazat-ı +meşruhanın ve bir de Babıali’nin Avrupa menafi’-i aliyesine +tealluk eder bir mes’ele olmak üzere telakkī eylediği Çanakkale +Boğazı’nın tamamiyet-i mevkiiyyesine i’tina olunmak +lüzumunun nazar-ı dikkate alınması şartıyla Balkan devletlerinin +yed-i işgalindeki adaların mukadderatı hakkında +devletlerce verilebilecek kararı kabul edebilir. +Hükumet-i Osmaniyye düvel-i muazzamanın şimdiye +değin gösterilen fedakarlıkların vüs’atini fikr-i nasfet ve +ma’deletkarileri iktizasınca takdir ve atiyen Balkan müttefikleri +taraflarından dermiyan olunabilecek her guna metalib +ve müddeayat-ı cedideyi Babıali’nin reddetmeye hakkı olacağını +teslim edeceklerine kanaati vasıktır. +Babıali mesaib-i harbin izale-i te’siratı ve menabi’-i servet-i +memleketin saha-i istifadeye vaz’ı emrindeki muzaheret-i +maddiye ve ma’neviyyelerine müteallik temayülat ve +mevaid-i hayr-hahanelerini bir hiss-i hakīkī-i memnuniyyetle +sened ittihaz eder. Bu maksada vusul için Devlet-i Osmaniyye’nin +kemal-i serbesti ile serbest bir gümrük ta’rifesi tanzim +ve hukūk-ı hazıra-i düvel esasına müsteniden muahedat-ı +ticariyye akdetmek ve tebea-i Osmaniyyenin elyevm tabi’ +bulunduğu ve bulunacağı kavanin ve nizamat-ı rüsumiyye-i +Osmaniyyeyi ecanibe teşmil etmek hususundaki hakkını +şimdiden teslim ve bunların tatbikına değin gümrük resmine +yüzde dört zammına muvafakat eylemeleri la-büddür. +Hükumet-i Osmaniyye posta muamelatı nokta-i nazarından +ammeye bahş ve te’mini için bi’s-sühule ta’yin olunabilecek +şerait tahtında olarak memalik-i Osmaniyyedeki ecnebi +postahanelerin ilgası dahi o derece la-büd bulunduğu ve bir +de memalik-i Osmaniyyede cari uhud-ı atika usulünü ref’ +eylemek ve ba’de’l-musalaha bu maksada vusul çarelerini +müttefikan tezekkür etmek üzere müzakerata girişmek arzusunda +bulunduklarına dair düvel-i muazzama canibinden +beyanat vukūu marru’z-zikr notalarında münderic mevaidin +kuvveden fi’le isaline hadim bir zümre-i tedabir teşkil eyleyeceği +fikir ve i’tikadındadır.” +* * * +FESH-I MÜTAREKE TELGRAFNAMESI +Bulgar Ordusu Kumandanı Ceneral Savof’un mütarekenamenin +mefsuhiyetine dair Mahmud Şevket Paşa’ya +keşide ettiği telgrafname suretidir: +Ordu-yı Osmani-i Şahane Başkumandanlığı Canib-i Alisi’ne: +Londra’daki müzakeratın munkatı’ olduğunu zat-ı +fahimanelerine iş’ar ve mütareke protokolünün dördüncü +maddesine tevfikan işbu tebliğ tarihinden i’tibaren dört gün +sonra yani Rumi Kanunisani’ye müsadif Pazartesi günü +akşam saat yedide muhasamata mübaşeret edileceğini arz +Müşir Mahmud Şevket Paşa hazretleri tebligat-ı vakıaya +muttali’ olduğunu Ceneral Savof’a cevaben iş’ar eylemiştir. +Mehmed Akif Bey’in ikinci mev’izası: Yarın Cuma’dan sonra Fatih +Cami-i Şerifi’nde. +Kanunisani’nin yirmi beşinci Cuma günü Fatih Cami-i +Şerifi lebaleb dolmuştu. Namazı müteakıb herkes bir tehalükle +kürsüye sokulmaya başladı. Binlerce cemaat bir vecd-i +mütehassirane ile fazıl-ı muhteremin kürsüye çıkmasına intizar +ediyorlardı. Hazret bir müddet sonra kürsüde göründü. +Bütün simalar o cihete teveccüh etti. +Üstad +ayet-i celilesini okuduktan +sonra parlak ve selis bir lisanla tercüme buyurdular. Müteakıben +ayet-i celilenin tercümesine aid Sebilürreşad ’ın ’ncı +nüshasında münderic şi’r-i güzini tertile başladılar. Fatih’in +sakf-ı lahutisi altında edib-i muhteremin lisan-ı vakarından +vicdan-ı ümmete sanih olan bu şi’r-i hazin üç bini mütecaviz +muvahhidine samimi göz yaşları döktürdü. Bu manzara-i +ulvi karşısında hazret-i fazıl bir istiğrak-ı semavi ile coştu. Bir +zaman geldi ki huruşan bir kalbin nevehat-ı hazinine ma’kes +olan Fatih’in asır-dide kubbeleri bile gürlemeye başladı. O +anda her türlü alaik-ı süfliyyeden tecerrüd etmiş olan binlerce +kalb kubbelerde duvarlarda mün’akis feryad ile hem-ahenk +olarak: +“İlahi altı yüz bin müslüman birden boğazlandı.. +Yanan can yırtılan ismet akan seller bütün kandı! +Ne ma’sum ihtiyarlar süngüler altında kıvrandı! +Ne bikes hanümanlar işte yangın verdiler yandı! +Şu küllenmiş yığınlar hep birer insan birer candı!” +Vaveylasını tekrar ederken sanki Rumeli’nin bu ma’sum +hidinin piş-i enzar-�� intibahında tecessüm etmişti. Cemaat +arasından işitilen derin derin hıçkırıklar tevali ederken Hazret: +“Sabahü’l- hayr-ı hürriyyet ilahi leyl-gun oldu! +Karanlık bir hezimet her taraftan ru-nümun oldu! +Şehamet gitti; gayret söndü; kudretler zebun oldu. +O mevca-mevc sancaklar ne müdhiş ser-nigun oldu! +Sukūtun dehşetinden kalb-i rahmet belki hun oldu!” +Nevehatıyle hakīkati bütün çıplaklığıyle tasvir ediyordu. +Cemaat artık şehekat-ı ruhiyyelerini zabt edemediler. Ruhlar +ret-i Akif: +“Ezanlar sustu... Çanlar inletip durmakta afakı! +Yazık: Şark’ın semasından Hilal’in geçti işrakı! +Zaman artık Salib’in devr-i istilası ilhakı +Fakat yerlerde kalmış hakların ferda-yı ihkakı +Ne doğmaz günmüş ey acizlerin kudretli Hallak’ı!” +kıt’asını okuyordu. Herkes nasutiyetinden tecerrüd etmiş +ma’bedin harim-i lahutisinde mecruh ve makhur bir vaz’-ı +nedametle şair-i muhteremle yek-zeban olarak: +“İlahi şer’-i ma’sumun şu topraklardı son yurdu... +Nasıl te’yid-i kahrın en rezil akvama vurdurdu? +Evet milletlerin en kahbesinden üç leim ordu +Gelip ta sinemizden vurdu seyret hem nasıl vurdu: +Ki istikbal için çarpan yürekler ansızın durdu.” +kıt’asını tekrar ediyorlardı. +Şimdi şairle beraber bütün kulub-i cemaat galeyana gelmiş; +sanki gözlerinde kanlı yaşlar ellerinde cesedleri parçalanmış +mazlum İslamlar karınları deşilmiş [ ] biçare +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +kadınlar ikiye bölünmüş ma’sum çocuklar olduğu halde +bar-gah-ı akdese gelmişler hep birden bağırıyor feryad ediyorlardı: +“Tecelli etmedin bir kerre Allah’ım cemalinle; +Şu üç yüz elli milyon ruhu öldürdün celalinle! +Oturmuş eğlenirlerken senin -haşa- zevalinle +Nedir ilhadı imhalin o samit infialinle? +Nedir İslam’ı tenkilin bu müsta’cel nekalinle?” +Şimdi bir sükut-i amik... Cemaat meclisin ruhaniyeti şiirin +füsunkar te’siri altında bir tavr-ı istiğrak almışlardı. Birkaç +dakīka sonra hazret-i şairin cemaatle beraber bargah-ı akdese +arzettiği feryad-ı tezallüm-karanesine semavi bir sada +şu cevabı verdi: +“Sus ey divane! Durmaz kainatın seyr-i mu’tadı. +Ne sandın? Fıtratın ahkamı hiç dinler mi feryadı? +Bugün sen kendi kendinden ümid et ancak imdadı. +Evet sen kendi ikdamınla kaldır git de bidadı. +Cihan kanun-i sa’yin bak nasıl bir hisle münkadı! +Ne yaptın? ‘Leyse li’l-insani illa ma se’a’ vardı!” +Hazret ma’ruz kaldığımız felaketlerin uğradığımız musibetlerin +sebeb-i hakīkīsini tasvir eden bu kıt’ayı cezil uyandırıcı +bir tavır ile tertil ederken bütün cemaat başlarını önlerine +eğmiş bir vaz’-ı istihyakarane ile tefekküre dalmışlardı. +Hazret kıt’ayı ikmal eder etmez ayet-i celilenin celalet-i +ma’nası huzurunda bir irtiaş-ı hudu’karane ile titredi; hafif +ve lerze-dar bir sesle; +“Evet . +… vardı!” hakīkatini +tekrar ettikten sonra ber-vech-i ati va’za başladılar. Eşref +Edib +“İnsan için ne bu dünyada ne öteki dünyada kendi +mahsul-i sa’yinden kendi kazancından başka bir şey yok.” +bu fıtratın bir kanunu Allah’ın bir kanunu hem de lisan-ı +Kur’an ile tebliğ edilmiş bir kanunudur. +Demek o deminki feryadların hepsi beyhude imiş! Öyle +ya kime duyuracaksın? “Yer pek gök yüksek!” Acizin figanına +karşı bütün kainat hissiz bütün mevcudat duygusuz! +Ya sen ne istiyordun? Baksan a hem aczinden dem vuruyorsun +hem koca kainatı keyfine ram etmek ümidine düşüyorsun! +Alem feza dediğimiz şu ucu bucağı olmayan boşluk içinde +dönüp duruyor; Allahü Zü’lcelal’in ezelde çizmiş olduğu +hatt-ı hareketi ta’kīb edip gidiyor. Hiç bir zerre kendi seyrinden +faaliyetinden geri durmuyor. Yer yürüyor; gök yürüyor; +dağ yürüyor taş yürüyor. Hiç biri atıl değil hepsi çalışıyor +herşey çalışıyor!.. Şu camid gördüğümüz şu cansız dediğimiz +toprak yaradılışından beri acaba bir lahza olsun boş +kalmış mı? Heyhat! Her gün her saat her saniye bitmez +tükenmez inkılablar geçiriyor: Bulutlara su veriyor; bulutlardan +su alıyor; sırtında otlar ekinler ağaçlar yetiştiriyor; +karnında ma’denler besliyor tabakalar vücuda getiriyor. Ya +topraktan doğan bu mahlukat duruyor mu? Asla! Onlar da +anaları gibi muttasıl çalışıyor. Muttasıl bir tavırdan diğer tavıra +bir halden başka hale geçiyor. +Yer yani bizim dünyamız böyle. Ya gök? O bizim dünyamız +gibi milyarlarca dünyayı göğsünde taşıyan gök nasıl +acaba? Nasıl olacak! O da tıpkı yer gibi. Evet bizim pek +azını görebildiğimiz alt tarafını da tahmin ile bulduğumuz +namütenahi alemlerin hepsi yaradıldıkları zamandan i’tibaren +faaliyete girmişler; ila maşaallah o faaliyeti muhafaza +edip gidecekler. +Biz tutmuş da mahlukattan bahs ediyoruz. Halık yok mu +Halık işte o da keyfiyetini suretini tasavvur edemeyeceğimiz +bir faaliyetle kainatı idare edip duruyor! +Allahü Zü’lcelal her an bu +kainata hayat veriyor; her an bir şe’n bir hadise vücuda getiriyor. +Hallak-ı Azimü’ş-şan kısa lakin bizim tahayyül edemeyeceğimiz +kadar kısa bir an için faaliyeti bıraksa bütün +mevcudat alt üst olur. +Cenab-ı Hak alemi yalnız bir kere yoktan var etmedi. +Onun halkı daimidir. Evet Allahü Zü’lcelal’in iki muhtelif +tecellisi var ki biri mevcudatı yok etmekte; diğeri ise var +etmekte. Ancak bu iki tecelli-i Sübhani arasındaki zaman +mesafesi bizim aklımızla ölçülemeyecek kadar kısa da onun +dem ki yer çalışıyor; gök çalışıyor; yerleri gökleri yaratan +Allahu Azimü’ş-şan o Fa’alün limayürid olan Allahü Azimü’ş-şan +yaratmaktan bir an fariğ olmuyor; sen nasıl atıl +batıl oturuyor da hayat umuyorsun? İşte bütün kainatı gördün: +Hiçbir yerde hiç bir zerrede sükun var mı atalet var +mı? Öyle ise sana emeksizce yaşamak çalışmaksızın nail-i +meram olmak hakkını böyle bir ümidi kim veriyor? Müslümanlık +galiba? Belki. Öyle ya müslümanlar Allah’ın sevgili +kullarıdır! İyi amma işte görüyorsun ki bu alemde bu alem-i +fıtratta bu alem-i tabiatte hiç sükun yok. Müslümanlık ise +fıtratın dinidir. Belki fıtratın kendisidir. Din-i İslam hatem-i +edyandır. Bu i’tibar ile en mükemmel dindir. +Cenab-ı Allah Kur’an’da sarahaten bize bildiriyor ki: Bu +din din-i fıtridir; din-i hakīkīdir; din-i tabiidir. Lakin insanların +çoğu bilmiyorlar çoğu gafildirler de o pak dinin içine +kendilerinden bir takım fıtrata mugayir ahkam karıştırmak +Hepimiz biliyoruz bidayet-i zuhurunda İslam ne halde +sene içinde dünyaları tuttu. Misli görülmemiş olan bu sür’atin +hikmeti ne idi? Şüphesiz din-i hakīkī olması din-i +fıtri olması. Hatta şu hakīkat bugünkü garb hükemasının indinde +bile müsellemdir. Onlar da böyle söylüyorlar. Müsteşrikler +kıyoruz müslümanlar her tarafta atıl her tarafta gafil; çalışmıyorlar. +Fakat Afrika’da Çin’de Müslümanlık alabildiğine +yine muvaffak olamıyorlar. Düşündük taşındık tedkīk ettik +nihayet anladık ki: Müslümanlık gayet fıtri bir din imiş.” +Fakat diğerleri öyle söylemiyorlar: “Müslümanlık insaniyete +medeniyete münafi bir dindir diyorlar. Şahid istemez. +Hakīkat meydanda. Bugün yeryüzünde milyon müslüman +var. Bunlar muhtelif kıt’alarda küme küme oturuyorlar. +Hepsi mahkum hepsi esir hepsi cahil. Üçbuçuk İngiliz +Hindistan’da bu kadar milyon müslümanı taht-ı esarette tutuyor... +Bu ne haldir? Dörtbuçuk Felemenk Cava’da yirmi +milyon müslümanı istediği gibi kullanıyor; içlerinden biri ses +çıkarmıyor!.. Eğer dininiz hayırlı bir din olsaydı haliniz böyle +olmazdı!..” +Acaba hangisinin dediği doğru? Ma’lum ya bir dinin +lehinde aleyhinde söylemek için evvela onu tedkīk lazım. +Yoksa yalnız o dine mensub olanların haline bakmak kafi +değil. Erbab-ı insaf Kur’an’ı Hadis’i tedkīk ediyor. Bugünkü +müslümanların Müslümanlık’la alakasını gayet gevşek buluyor. +Vakıa öyle: Müslümanlık namına bizde ancak birkaç +tane şiar-ı din kalmış. Alt tarafı bilerek bilmeyerek kabul +olunmuş bir yığın bid’at! +Ey cemaat-ı müslimin! Bu din din-i irfan idi; halbuki biz +bugün milletlerin en cahiliyiz. Bu din din-i şehamet idi; din-i +gayret idi; biz ise şu zamanda milletlerin en miskiniyiz! Eğer +din-i İslam’ın ruhunda –maazallah– bugün gözüken fenalıklardan +bir danesi olsaydı Müslümanlık bize kadar gelebilir +miydi? Elbet o emanet-i kübra çoktan gaib olur giderdi. +Biz müslümanlar ben öyle görüyorum Allah ile pek laubaliyiz! +Zannediyoruz ki: Cenab-ı Hak oturduğumuz yerden +Zavallı bizler! Beyhude yere feryad edip duruyoruz! Zaten +Allah gökte yerde değil; her yerde hazır her yerde nazır. +Bize şah damarımızdan daha +yakın. +– Pek a’la. Bu dualar nedir? Hani biraz evvel “Salaten +tüncina” okuduk. Bunların aslı yok mu? Te’siri yok mu? +Hay hay var. Fakat düşünmeliyiz: Dua nedir? Dua Allah’a +rücu’dur. Yani evamir-i ilahiyyeye Cenab-ı Hakk’ın +gerek Kur’an’ıyle gerek Peygamberinin lisanıyle sünnetiyle +tebliğ ettiği evamir-i ilahiyyeye inkıyad etmemek yüzünden +mutazarrır olan insanlar tekrar Allah’a rücu’ ederse Allah’ın +gösterdiği yolu tutarsa dua makbul olur. Başka türlü kabulüne +Allah niçin İslam’ı gönderdi? +Çünkü beşeriyetin saadeti matlub-ı ilahi idi. Bundan +evvel de bir çok edyan vardı. Fakat o zamanlar beşeriyet +daha sinn-i tufuliyette idi. İnsaniyet henüz çocuktu sinn-i +kemale ermemişti. Beşeriyet bir çok edvar bir çok inkılabat +geçirdi. Her devre göre din göndermek lazım geldi. Nihayet +Cenab-ı Hak hatemü’l-edyan olmak üzere bu dini gönderdi +ki ahkamına tabi’ olanlar hem dünyada hayat-ı tayyibeye +hem ahirette naim-i sermediye mazhar olsunlar. Evet Allah +bu din-i mübini bu maksadla gönderdi. İslam sa’y dinidir +amel dinidir mücahede dinidir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı +Kerim’de nerede +Namaz kılınız buyurmuşsa +mutlaka arkasından +Zekat veriniz! diye de emretmiştir. +Pek a’la zekatı kim verir? Elbet serveti olan. Servet +ne ile kazanılır? Tabii çalışmakla. O halde en büyük ibadeti +yerine getirmek için bile sa’y lazım. Kur’an-ı Kerim’in bir +çok yerinde bize ittihad ile ittifak ile mücahede ile emir buyuruluyor. +Kitabullah hadis hep bizi ittifaka mücahedeye +cihada da’vet ediyor. Bu emirler nasıl ne ile yerine gelecek? +Şüphesiz hep sa’y ile. Eğer İslamiyet’in bidayetindekiler +sonrakiler gibi bizler gibi olsalardı; o muvaffakiyetler o +harikalar vücud bulabilir miydi? Ne idi o gayretler ne idi o +himmetler? Her tarafa gittiler fevc fevc Ashab-ı Kiram bütün +dünyayı dolaştılar oturmadılar durmadılar çalıştılar. O +sayede neler neler yaptılar! +Sonra ne oldu da bu hale geldi alem-i İslam? Çin’de +Hind’de mağribde maşrıkta şimalde cenubda her yerde +görüyorsunuz: Müslümanlar cümud içinde rehavet içinde +uyuşuk bir halde! Tearüf yok tehabbü[b] yok. Birbirini tanımazlar +birbirini sevmezler. Şu cemaatin içinden hiç birimiz +bilmeyiz ki: Dünyanın neresinde ne kadar müslüman +var? Sonra o müslümanların adatı ahlakı nedir; hatta lisanı +nedir? Yazıklar olsun bize ki: Birbirimizi tanımak istediğimiz +zaman bile yine firenklere firenk kitaplarına müracaat mecburiyetinde +kalıyoruz! Bu ne büyük zillettir? Anlamalı! +Hani Müslümanlık bir uhuvvet husule getirecekti? Nerede? +Bugün müslümanlar kadar müteferrik müteşettit bir +millet var mı? Her tarafta Müslümanlık cehalet müslümanlar +var. Bir kısmı Mecusi bir kısmı müslüman. İkisi de aynı ırktan +ne yapıyor bunlara? müslümanlara diyor ki: Kurban bayramında +öküz kesin. Halbuki Mecusilerce öküz mukaddes bir +hayvan. Bizim müslümanlar da İngilizin fesadına kapılarak +Mecusilere inad muttasıl öküz kurban ediyorlar. Mecusiler +bunu görünce küplere biniyorlar! Yine aynı İngiliz +tutuyor Mecusileri kızdırıp camilere domuz kafası attırıyor. +Böyle böyle Mecusileri müslümanlara müslümanları +Mecusilere tutuşturuyor. Sonra yok yere birbirine düşman +kesilen her iki taraf hükümete yani İngiltere’ye müracaat +ediyor; o da koşup Mecusinin de hakkından geliyor müslümanın +da! Bir aralık şimdiki Afgan emiri Habibullah Han +Hindistan’a gitmiş; hali gördükten sonra müslümanlara +demiş ki: – Ya hu! Ne yapıyorsunuz? Kurban!.. Evet Hanefilerce +vacib. Fakat mutlak öküz mü olmak lazım? Keçi +deve koyun kesseniz olmaz mı? Neye böyle budalalık edip +de İngilizlerin ekmeğine yağ sürüyorsunuz? Emir Mecusilere +de gitmiş işin iç yüzünü anlatmış. Bir dereceye kadar iki +fırkanın arasını bulmuş. +Çin’e git. Orada da aynı! Neden? Hep cehl yüzünden. +Hiç başka bir şeyden değil. Çünkü Nasraniyet ilim ile payidar +olmaz; Müslümanlık ise cehl ile beka bulamaz. Öyledir: +Hıristiyanlığın ilme karşı yüzü yoktur tahammülü yoktur; +Müslümanlık da cehalete kabil değil dayanamaz. +Hepimiz biliyoruz ki Müslümanlığın Asr-ı Saadet’e yakın +olan zamanlarında şeref şan şevket alabildiğine müterrakkī +firenkler tahsil için ta Avrupa’dan kalkıp Bağdad’a gelirler; +ulema-yı İslam’dan ders alırlardı. Endülüs medreselerinde +bir çok krallar bir çok papazlar vaktiyle okumuşlardı. Öyledir +darü’l-irfan idi orası. Sonra cehalet yavaş yavaş taammüm +etti. Nihayet biz de bu hale geldik! Eğer elbirliğiyle +bu cehaletin izalesine çalışmazsak; mahvımız muhakkaktır. +Yoksa yarım tedbirlerle iş bitmez. +Hazret-i Mevlana’nın şöyle bir hikayesi var: Fakīrin birinin +harab bir evi varmış; çoluğu çocuğunu onun içinde barındırırmış. +Adamcağız her sabah işine giderken eve dermiş +ki: Ey eski yurdum sakın bana haber vermeden yıkılıp da +çoluğumu çocuğumu mahv etmeyesin! Bir gün gelir bakar +ki ev yıkılmış üç çocuğunu da ezmiş. Yıkık yurdun harabeleri +üzerine çıkar baykuş gibi ötmeye başlar: – Bana haber +vermeden neye yıkıldın da hanümanımı söndürdün? Ben +sana her sabah yalvarmamış mıydım? Bu kadar vefasızlık +olur mu? +Ev de ona der ki: – Beni azarlama ben sana şimdiye kadar +binlerce kere bu akıbeti anlattım. Benim artık ayakta duracak +halim kalmadı demek istedim. Lakin ne vakit ağzımı +açtımsa sen hemen bir avuç çamur tıkadın. Duvarlarımdaki +çatlaklar hep birer lisan idi. Fakat bir türlü hakīkati anlatamadı. +Beni halime bırakmadın ki sana halimi söyleyeyim!. +de böyledir. Neresi çatladıysa yamamaya baktık: Bir avuç +çamur tıkadık; esasa temele hiç bakmadık. Nihayet bir gün +geldi ki ansızın yıkıldı. Teşekkür olunur ki kamilen yıkılmadı. +Fakat yine gaflet gösterirsek alt tarafı da yıkılacaktır. +– Ne yapayım? +Yapacak şey zaman fevt etmeyip çalışmaktır; aramızdan +nifakı şikakı kaldırmak birbirimize sarılıp elbirliğiyle +çalışmaktır. Yoksa hiç bir taraftan ümid-i muavenet beklemeyelim. +Bir zamanlar Avrupa’dan sefirler gelirlerdi; Cuma +Selamlığı’nda padişahın üzengisini öpmek şerefine nail olmak +Hariciye Nazırı Meclis-i Meb’usan’da bizim lehimize bir kelime-i +tayyibe sarf edecek mi; yahud Fransa Başvekili bize +karşı olan huşunetini biraz olsun ta’dil edecek mi diye dört +gözle bakıp ümidleniyoruz. Evvel ne idik şimdi neyiz anlamalı! +Fakat beyhude intizar! Bugün cihan kuvvetten servetten +başka bir şeye boyun eğmez. Onların nazarında en haklı: +En zengindir en kavidir. Acizin feryadını kimse dinlemez. +Hakkına kani’ değil ki feryadını dinlesin! +Hatta Mısır Müftisi merhum Şeyh Muhammed Abduh +hikaye ediyor. Bir aralık İngiltere’ye gitmiş. İngiliz hükemasından +meşhur Spenser Mısır’dan müslümanların büyük +bir adamı geldiğini haber almış. Gidip görmek istemiş. +Lakin kendisi hasta imiş. Onun için Şeyh’i çağırmış. Şeyh +Muhammed Abduh da kalkıp gitmiş. Spenser Abduh’a çok +– Bizim garbı nasıl buldun? +Abduh demiş ki: – Efendim garbı bana sormayınız. Onu +ben sizden öğrenmek isterim. Siz de bana şarkı sorarsanız +anlatırım. +O vakit Spenser kemal-i teessürle şu sözleri söylemiş: +“Burada insaniyet maalesef hiç kalmadı. Beşeriyet beşeriyet-i +mütemeddine hisden insafdan büsbütün tecerrüd etti. +Ben senin hakkını gasb ediyorum çünkü kaviyim; sen ezilip +gidiyorsun Çünkü kavi değilsin.. Atiyi pek fena görüyorum. +Biz böyle istemedikti. Fakat böyle oluyor.” +Avrupa medeniyeti bir medeniyet-i fazıla bir medeniyet-i +hakīkiye-i insaniyye değil. Fakat ne yapılır? Önüne durulamaz. +Makina kesilmiş herifler: Uğraşıyorlar çabalıyorlar +maddi namütenahi terakkıyata mazhar oluyorlar. Sonra da +gelip bizi eziyorlar parçalıyorlar. +Bin nasihattan bir musibet daha müessirdir derler. Haydi +verilen nasihatleri dinlemedik.. Lakin uğradığımız musibetler +bini bile geçti. Onun için bari bundan böyle olsun +zararımızı telafiye çalışalım. +Evet çalışalım. Fakat nasıl çalışalım? Bu gayet mühim bir +mes’eledir. Bundan yüz sene kadar evvel aynı felaket bir +milletin başına daha gelmişti. O millet de harb etmiş; pek +büyük rahnelere uğramıştı. Sonra ukalası toplandılar; ne +yapalım şu musibetten yakayı nasıl kurtaralım? diye +müşavere ettiler. Hükeması siyasiyyunu ictimaiyyunu... +Her biri birer fikir dermiyan etti. Kimisi: Düvel-i muazzamadan +birinin himayesine girelim; kimisi: İttifak yapalım; kimisi: +Ordumuzu ıslah edelim kimisi: Ticaret-i bahriyyemizi ileri +götürelim dedi. İçlerinde ihtiyar bir adam vardı. Söz ona +geldi. Sen ne dersin? dediler. “Mahalle mektepleri yapalım!” +dedi. Huzzar güldüler. Hey sersem mahalle mektepleri mi +bu felakete çare bulacak?! diye eğlendiler. Fakat o adam +söylediği sözü bilerek düşünerek söylemiş olduğu için kalkıp +maksadını izah etti: Efradı arasında maarif-i ibtidaiyye +taammüm etmeyen milletin ne ordusu ne donanması ne +ticareti ne serveti olamayacağını saatlerce anlattı. Fikrini de +kabul ettirdi. Çünkü başlarına gelen felaket-i mağlubiyyetin +sırf kendi terbiye-i ilmiyyelerinin kendi irfanlarının karşılarındaki +düşmandan daha aşağı bir seviyede olmasından +neş’et ettiğini delailiyle gösterdi. Bunun üzerine el birliğiyle +çalıştılar. Bugünkü Almanya meydana geldi. +Maarif maarif!.. Bizim için başka çare yok; eğer yaşamak +da maarifle din de maarifle ahiret de maarifle... Hepsi her +şey maarifle kaim. Bizim dinin cehalete tahammülü yok cahiller +eline geçince mahv olur. +Kur’an ’da Hadis-i Peygamberi’de namütenahi hakayık +var. Onlar nasıl meydana çıkar? İlimle irfanla. Bundan üç +dört yüz sene evvel hakkıyle anlaşılamayan ayat-ı celileden +bugün namütenahi hikmetler zuhur ediyor. Ne kadar mec +hul hakayık bugün inkişaf ediyor. Eğer Kur’an şu gördüğümüz +milletlerin birisinin elinde olsaydı; görürdünüz ne hakayık +çıkarırlardı; bütün dünyayı Müslüman yaparlardı. Kendi +batıl muharref dinlerini neşr için nasıl çalışıyorlar. Sonra +biz ne yapıyoruz? Onların Nasraniyet’i İncil’i müdafaa için +tervic için sarf ettikleri himmetin onda birini biz sarfetsek +bugün müslümanlar bu halde kalmazdı. +Biz “Müslümanlık” deyince dinin şekl-i sahihini devr-i +ashabdaki şeklini kasd ediyoruz. Şu cihan-ı medeniyyet +bırakalım Peygamber’i acaba Ebu Bekir gibi acaba Ömer +gibi acaba Osman Ali gibi yahud diğer Ashab-ı Kiram gibi +adam yetiştirdi mi? Yetiştirebildi mi? Pek a’la onlar o siyaseti +nerede öğrendiler? Kable’l-İslam hepsi cehalet içinde +din-i İslam terbiye etti. Evet din-i İslam din-i İslam’��n şekl-i +sahihi. Bugün dinin şekl-i sahihine rücu’ nasıl olur? Evet o +da maarifle ilimle olur. Cehaletle olmaz. +Bir takımları diyor ki: Bir zaman dinler iş görebilirdi; mesela +Nasraniyet bundan bin iki bin sene evvel insaniyet +Müslümanlığınız da böyle. Bundan bin üç yüz sene evvel işe +yarayabilirdi; fakat bugün mani’-i terakkīdir.. +Buna cevab çok: Evet sizin Nasraniyetiniz hakīkaten +mani’-i terakkīdir. Nitekim siz Hıristiyanlığa veda etmeden +terakkī edemediniz. Biz ise aksine: Müslümanlığa veda ettikten +sonra tedenniye başladık. Git gide bugünkü hale geldik. +Müslümanlığın ahkamı fıtratın ahkamıdır. Hiç değişmez +fikr-i beşerin terakkīsi alem-i fıtratta yeni bir çok hakīkatler +bulduğu gibi aynı terakkī ile din-i Muhammedi içinde yeni +yeni bir çok incelikler görülür anlaşılır. Ne ile görülür ne ile +anlaşılır? İlim ile irfan ile. Bütün ictimaiyyun arıyorlar tarıyorlar +bizim inhitatımızı inkırazımızı hep irfansızlığımızda +Bunun için artık yapacak şey: Nifaklara şikaklara hatime +vermek el birliğiyle çalışmaktır. Evladımıza evvela bir +Müslüman terbiyesi vermeli; sonra asrın ulum-i nafiasını +fünun-i sahihasını öğretmeliyiz. Hem terbiyeye ailelerden +başlamalıyız bunun için de evvela kendimizi terbiye etmeliyiz. +Birbirimize karşı münasebetsiz harekatı gılzatı huşuneti +bırakmalıyız. Ayyaş bir herifin halkı meşrubat-ı küuliyyeden +men’ etmesi hevesatından vazgeçmeyen bir vaizin halkı takvaya +da’vet etmesi ne kadar gülünç olur ne kadar maskara +olur! Evvela kendimiz terbiye olmalıyız sonra evladımıza +din hakkında bir fikr-i sahih vererek okutmalıyız. Nitekim +bizden yüz sene evvel aynı akıbeti geçiren millet okumak +sayesinde bugün bütün siyasiyyat-ı aleme hakim oldu. +Müslümanlık bize dünya için bir hayat-ı tayyibe va’d +ediyordu. Neye vermedi? İşte hep bizim cehaletimiz yüzünden. +Şimdiye kadar birbirimizi anlamadık hala da anlayamıyoruz. +Çünkü müslümanların hepsi cahil. Arabı cahil Türkü cahil +Kürdü cahil Arnavudu cahil... Hepsi cahil. Hepimiz ığvaata +kapılıyoruz. Asırlar geçti biz hala bir araya gelip de bir iş +göremedik. Bilakis ayrı ayrı hareket ederek memleketin her +tarafında şurişler fesadlar çıkardık. Hükümet ordu bu fitneleri +bastırmakla yoruldu bitab düştü. Herifler de beynimize +bindiler. +Donanma için herkes bağırdı: Bir iki gemi alalım. Almazsak +Balkan hükümetleri ittifak edecekler. Bir kaç gemi bu +Adam sen de! dedik; hiç Bulgarlar Yunanlılarla bir yere +gelir mi? Evet senin mantığına bakarsak gelmemek icab +edecek... Lakin geldi! Hem bu gelişten bütün alem-i İslam’ın +başına bu kadar felaket geldi. +Ahvalden her kime şikayet etsek; cevap hazır: –Ah ben +ne yapabilirim? +Ben dinimin evamirine +Zekat... Onu da işte hile-i şer’iyye ile filan yoluna koyduk. +“Hac?.. Vakıa gidemedim; fakat bizim sakayı bedel gönderdim. +Gitti geldi. Allah kabul etsin. Evin kapısını geçen gün +yeşile boyattım. “Vaktim oldukça müslümanların haline acıyorum. +Eh kader böyle imiş. Ölümlü dünya...” +ölümlü dünya böyle gidecek; ya ahirette ne olacak? “Elbet +bu sıkıntıların mükafatını göreceğiz yani cennete gideceğiz.” +Belki?.. Fakat Allah böyle söylemiyor Kur’an böyle bir +şeyden haber vermiyor hele hadis hiç böyle demiyor. +Cenab-ı Hak sizi sıkı imtihanlara çekmedikçe siz de +sabr u sebat göstermedikçe cennete gireriz mi zannediyorsunuz? +Yanlış. Sonra Hazret-i Peygamber sallallahu aleyhi +ve sellem buyurdu ki: +“İman olmadıkça cennete giremezsiniz...” ma’lum. Fakat +alt tarafı var: “Birbirinizi sevmedikçe de mü’min olamazsınız.” +Lakin ben bütün müslümanları seviyorum. Kalbimde +din kardeşlerime karşı hiç buğz nefret yok. İyi amma muhabbet +şefkat gibi şeyler hep umur-ı batıniyyedendir. Vücuduna +hükm olunmak için hariçte asarı tecelliyatı görülmek +lazım. Yalnız hissiyat-ı kalbiyye kafi olsaydı Cenab-ı Hak bu +namazları bu oruçları bu ibadetleri emr etmezdi. Kalben +beni tanıyın bu kadar kafi derdi. Halbuki böyle değil. Allah +bile ahval-i kalbiyyemizi ahval-i vicdaniyyemizi harici eşkal +Nakl ettiğimiz hadis-i şerif gösteriyor ki: Biz müslümanlar +tam olmayınca da cennet yok! Demek dünya olmadığı gibi +ahiret de yok. Hem burada hüsran hem orada hüsran. İşte +neuzubillah hüsran-ı mübin budur. +Müslümanlar böyle müteferrik mi yaşayacaklardı? +Hani mü’minler kardeş idi? Hani müslümanlar +hasma karşı bünyan-ı mersus olacaklardı? Aleyhissalatü +vesselam Efendimiz buyuruyor ki: “Dünyadaki müslümanların +hepsi bir vücudun a’za-yı muhtelifesi gibidir. Birisine +bir elem isabet etti mi diğerleri de duyacaklar.” +Aleyhissalatü +vesselam Efendimiz: “Dünyanın öbür ucundaki bir +müslümana diken batsa ben onun acısını kalbimde duyar��m.” +buyuruyor. +cehaletimiz yüzünden dini bu hale getirdik. Din de bizi bu +hale getirdi. İslam bir din-i meskenet oldu. +Kanaati tevekkülü sabrı... hepsini yanlış anladık. Siret-i +Resulü siret-i Ashabı gözetmez olduk. Ashab-ı Kiram nasıl +çalışıyorlardı. İ’la-yı din için ne kadar mücahedede bulunuyorlardı? +Hazret-i Ömer’in İslam’daki mevkii ma’lum: +olmuş ki: “Benden sonra peygamber gelseydi Ömer gelirdi.” +buyurmuşlar. İşte o hazret bir gün Medine’de dolaşırken +bakmış: Bir adam yırtık pırtık elbise içinde boynunu +bir tarafa bükmüş süklüm püklüm duruyor. Hemen kamçıyı +herifin omuzuna indirmiş; demiş ki: +“Miskin herif! Bizim dinimizi böyle ölü şekline koyma Allah +seni kahretsin.” Bu din din-i meskenet değil din-i zaruret +değil din-i fakr değil. +Hele tevekkül... Hiç bizim anladığımız mahiyette mi? Tevekkül +Kur’an’ın gösterdiği hadisin gösterdiği tevekkül bütün +esbaba sarıldıktan sonra olan tevekküldür. Ne güzeldir +Sa’di’nin şu hikayesi: +“Adamcağızın biri geceyi kırda geçirmek mecburiyetinde +kalmış. Lakin yırtıcı hayvanlardan korktuğu için büyük +bir ağaca çıkmış. Bakmış ağacın dibinde kötürüm bir tilki +yatıyor. Bu sakat tilki acaba ne yiyor ne içiyor? diye merak +etmiş. Bir aralık uzaktan bir arslan gözükmüş. Ağzında bir +de çakal varmış. Arslan ağacın dibine gelmiş çakalı parçalamış +yiyeceği kadar yemiş savuşmuş. Derken tilki de sürüne +sürüne gitmiş çakalın bakıyye-i vücudunu yemiş; inine +çekilmiş. +Ya demek ki Cenab-ı Hak amel-mande bir mahlukun +bile rızkını ayağına gönderiyor. İşte kötürüm bir tilki! Fakat +yine aç kalmıyor. Öyle ise artık ben de oraya buraya baş +vurmaktansa bir köşeye çekilip mütevvekkil olayım... Herif +ağaçtan iner biraz gider yolun üzerinde bir mağara bulur. +Üçüncü gün açlık biçarenin iliğine damarına kadar işlemiş +bitab düşmüş uyumuş. Rüyasında biri gelmiş; demiş +ki: – Ey budala kalk! Ne yatıyorsun? Vücudun sapsağlam +menzilesine indiriyorsun? Git arslan ol da bakıyye-i şikarınla +başkaları geçinsin!” +Sonra yanlış anladığımız hakayıktan biri de: Sabır. Biz +zannediyoruz ki sabır mezellete tahammüldür. Halbuki sabır +katlanmak değil şedaid-i hayata göğüs germektir. +“ Sabrediniz +hem de sabırda düşmanlarınızla müsabaka ediniz. +Onlardan fazla şedaide göğüs geriniz.” +Kur’an’ın bu hakayıkını ne ile anlayacağız? İlim ile irfan +mek felaket-i hazıranın esbabını tefrikada bulduk. Tefrikanın +esası ise cehalet imiş. +Ey cemaat-ı müslimin! +Biliyorsunuz ki bugün harp var hal-i [ ] harpteyiz; +kardeşlerimiz evladlarımız düşman karşısında can feda ediyorlar. +Hükümetin müzayakası ise ma’lum. Herkes elinden +geldiği kadar gazilerimize muavenette bulunmalı. Zenginler +çok vermeye kıyamadı. Fukara az vermekten sıkıldı... Onun +kes iştirak etmelidir. On para da verilir on kuruş da verilir +on lira da verilir. Hiç kimse diriğ etmesin. Namus-ı İslam’ı +muhafaza etmek için herkes elinden gelen fedakarlığı yapsın. +Duracak düşünecek zamanda değiliz. + +---- +. . . . . +---- + +TEFSIR-I ŞERIF +Tercümesi +Kimdir o adam ki: Seve seve Allah’a ödünç versin de +Allah da ona kat kat fazlasını versin? Allah hem kısar hem +de bol bol bağışlar; zaten döneceğiniz yer de ancak O’dur. +* * * +sına bilhassa mücahede ve muharebe için sarf edilmek +üzere verilen para olduğunu ecille-i müfessirinden Fahruddin-i +Razi tasrih etmektedir. “Karz-ı hasen” helalinden kendi +rızasıyla seve seve vermek ma’nasına geldiği gibi din vatan +uğurunda sarf edilen para olduğunu da müfessirinin en büyükleri +tasrih etmektedirler. +* * * +Ayet-i kerime sure-i Bakara’ya mensubdur. İnsan bir kere +bu nass-ı celilin ihtiva ettiği maani-i dakīkayı teemmül ederse +ne büyük bir hakīkati tazammun ettiğini bununla beraber +Kur’an-ı Kerim ’in ne ulvi bir düstur-ı ictimai olduğunu anlamakta +kat’iyyen güçlük çekmez. Bu kanun-ı ilahinin tazammun +etmiş olduğu hakīkat-i kat’iyyeyi mehma-emken ifade +edebilmek için ayet-i kerimenin ne gibi bir mevki’de zikredildiğini +beyan etmek kafidir. Evet bundan evvel iki ayet +daha zikrediliyor ki onlar da: +ayet-i kerimeleridir. +Birinci ayette imkanın son noktasına kadar memleketlerini +müdafaa etmeyerek bırakıp kaçan korkakların ne müdhiş +bir felakete ma’ruz kalacakları ne kadar feci’ bir surette +hakk-ı hayattan mahrum edilecekleri pek kat’i bir ifade gayet +müessir bir üslub ile izah edildikten sonra ikinci ayet ile +de böyle bir felaket-i elimeye düşmemek için düşman ile +merdane bir surette muharebe ve mücahede edilmesi doğrudan +doğruya emrediliyor. +Fakat yalnız muharebe ve mücahedeyi emretmekle iş +bitmiş olabilir mi idi? Kat’iyyen. Çünkü muharebe etmek +se ... laz��mdır. Bunlar ise mutlaka paraya muhtacdır. Gerek +akvam-ı bedeviyye gerek düvel-i medeniyye; bunların her +birisi yaşamak namusunu şeref ve haysiyetini müdafaa ve +muhafaza edebilmek için kuvvetli bulunmaya kuvvetli bulunmak +dir ki: Hakim-i Zü’l-celal hazretleri evvelki ayetlerle “din”i +“vatan”ı muhafaza için muharebe ve mücahede zaruri olduğunu +beyan ettikten sonra +ayet-i kerimesiyle +de pek müessir bir üslub ile kullarını para vermeye teşvik +ediyor. Ayetin bu suretle vürudu “ikraz” kelimesinden maksud +olan ma’na mutlaka hayra infak olmayıp ancak dini +vatanı müdafaa ve muhafaza için verilen paralar olduğunu +pek ra’na bir surette izah etmiş oluyor. +Hem ne hacet! İmam Fahruddin-i Razi hazretleri “ikraz”dan +murad bilhassa muharebe ve mücahede için verilen +para olduğunu tasrih ettiği gibi Ömer bin El-Hattab’dan +menkūl olan bir tefsire Allame Zemahşeri’nin beyanına +göre de “karz-ı hasen” dini vatanı müdafaa ve muhafaza +Binaenaleyh Cenab-ı Hak bu ayet-i kerime ile muharebede +muvaffakıyyatı te’min; dini vatanı düşmanın tecavüzatından +sıyanet etmek paraya mütevakkıf olduğunu bizlere +pek vazıh bir surette bildirmiş oluyor. Hem de öyle bir +üslub ile bildiriyor ki: Imandan zerre kadar nasibi olanlar +bunun heybetinden heyecana gelerek himmetleri hareket +etmemek mümkün değildir; Bu kanun-ı ezelinin tazammun +etmiş olduğu hükm-i ilahiyyeyi anladıktan sonra elinde +avucunda bulunan mal ve emlakini din vatan uğurunda +feda etmemek için insan mutlaka dereke-i hayvaniyyetten +daha dun bir mertebede olmalıdır. Çünkü tafsilat-ı anifeden +müsteban olduğu vechile bu ayetten maksad-ı ilahi muharebede +düşmana galib gelebilmek dini vatanı kurtarmak +olduğu halde bunu doğrudan doğruya infakı emreden +gibi evamir-i ilahiyye ile tebliğ etmiyor da daha müessir bir +üslub ile bildiriyor ki o da “ikraz” ta’biridir. +Şübhe yok ki bu suretle paraya teşvik; doğrudan +doğruya infak ile emretmekten daha müessir daha beliğdir. +Zira “ikraz - ödünç” denildiği gibi bir kere hatıra gelen +ma’na verilen paralar hiç zayi’ olmadan veren kimseyi bulacak +demektir. Maamafih bu makamda bu kadarla da iktifa +edilmiyor; din vatan uğurunda feda edilen paraların; başka +kimseye değil ancak Cenab-ı Hakk’a ödünç verildiği bununla +beraber sahiblerine verdiklerinin misli değil belki kat +kat fazlası verileceği de söyleniyor: +Doğrudan doğruya infak ile emretmeyerek bu kadar +müessir bir üslub ihtiyar edilmesindeki hikmet-i ilahiyyeye +gelince: O da dinin vatanın kurtarılması millet-i İslamiyyenin +selamet-i atisi için açılan mücahede ve muharebeye +sarf edilmek üzere yapılacak fedakarlığın kat’iyyen zayi’ olmayacağını +her kim ne verirse mutlaka verdiğinden daha +fazlasına malik olacağını insanların zihnine yerleştirmektir. +Burada hatıra gelen bir şey daha vardır: Acaba bu uğurda +paralarını sarf edenlerin maa-ziyadetin görecekleri mükafat +ahirette mi yoksa dünyada mı? Bazı müfessirin yalnız ahirette +görecekler diyorlarsa da bu doğru bir şey değildir. Belki +hem ahirette hem de dünyada o fedakarlığın mükafatını +maa-ziyadetin göreceklerdir. Çünkü din vatan uğurunda fedakarlıkta +bulunanlar aynı zamanda kendi nefislerini kendi +hayat-ı şahsiyyelerini de müdafaa kendi namus ve haysiyetlerini +de muhafaza etmiş olurlar. Zira bir milletin hey’et-i +umumiyyesine karşı vukū bulacak tecavüzden o milleti teşkil +eden her ferd ayrı ayrı mutazarrırdır; Felaket geldiği zaman +hepsine birden gelir. +Eğer +!... emr-i celiline ittiba’ ederek küre-i arzı dolaşır; +milel-i maziyyenin tarihlerini gözden geçirir ümem-i +hazıranın ahvalini tedkīk edersek; kendi milliyetini kendi +namus ve şerefini muhafaza uğurunda malını canını feda +etmeyen milletlerin ne kadar zelil ve makhur nasıl feci’ bir +akıbete ma’ruz olduklarını yakīnen bildiğimiz gibi bu uğurda +malını canını feda etmekten hiçbir suretle çekinmeyen +milletlerin de namus ve haysiyetini muhafaza ederek nasıl +yüksek bir mevki’ ihraz eylediklerini ne mes’ud bir hayat +geçirdiklerini elbette görürüz: Evvelkiler pek rezilane bir surette +nisbette mevki’lerini tahkim ederek yaşamak hakkına malik +olduklarını bütün kainata isbat etmişlerdir. Zaten kanun-ı +fıtrat namus-ı tabiat de bunu icab eder; bunun bir şıkk-ı +diğerini bulmak kabil değildir. +Ganiyyün ani’l-alemin olan Kadir-i Mutlak hazretleri +ken +disini “müstakrız” makamında gösteren bir üslub-ı veciz +buyuruyor +Evet ne kadar doğru! Allah fıtratın la-yetegayyer +kanunlarına muhalif harekette bulunan nice milel ü akvamın +ellerinde olan mal ü emlaki alarak onlara rızık kapısını +daralttığı gibi o kanun dahilinde hareket eden milletlere de +pek çok mal ü emlak mülk ü devlet ihsan eylemiştir. +...! +Daha sonra da +kelam-ı belağat-ittisamıyla +hatm-i makal edilmesi ne kadar ma’nidardır. Zira +hepimizin döneceğimiz yer ancak O’dur. Bu rücuu Şeyh +Muhammed Abduh şu yolda izah ediyor: Allah’a rücu’ iki +suretle olur: Biri dünyada diğeri ukbadadır. Dünyada rücu’; +Allah’ın her şey hakkındaki la-yetegayyer olan kanunlarına +yerine sehven +yazılmıştır +rücu’ ederek sahil-i selamete çıkmak o kanunlar dahilinde +hareket etmeye mütevakkıf olduğunu idrak etmektir. Ukbadaki +rücu’ ise +nass-ı +celilinin sırrı zahir olmaktır. +Hülasa: Cenab-ı Hak; tercüme ve tefsiri sadedinde bulunduğumuz +ayet-i kerime ile dini vatanı kurtarmak paraya +mütevakkıf olduğunu ve bu uğurda verilen ianelerin +sırf kendisine –hem de ödünç– verildiğini pek vazıh gayet +müessir bir surette beyan ediyor. Bu bizim için ne kadar +bahtiyarlıktır; eğer vahdaniyet-i ilahiyyeye i’tikadımız varsa +“ Kur’an ”ın Allah kelamı olduğuna inanıyorsak rıza-yı +Bari’yi tahsil etmek istiyorsak; dinimizi vatanımızı kurtarmak +mazsak hem dünyada hem ahirette rezil ü rüsvay olacağımızda +kat’iyyen şüphe etmemeliyiz. +Aksekili +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Vakıa Avrupalıların hakkımızda su-i zannı calib olan inhitat +ve tedennimiz kendileriyle müsabakadaki acz-i arız +ve muvakkatimiz zahir-i halde onlara hak verdirecek gibi +görünür. Ve şevket-i sabıkamızı elden kaçırdığımızdan dolayı +bizi ne kadar ta’y[i]b ederlerse i’tiraz etmek elimizden +gelmez. Bu gibi i’tirazat bizim için belki mecd-i sabıkımıza +avdet için bir taziyane-i ] teşvik olur. Yalnız bu tenezzül +ve inhitatı akīde-i ehl-i İslam’dan münbais bir emr-i zati gibi +telakkī ederlerse pek ziyade yanıldıklarını ihtara yine kendimizi +borçlu addederiz. Zira bu din ile ala-vechi’l-kemal +amil olanların iyi müslümanların adedi galib olduğu müddetçe +müslümanlar terakkī etmiş ve emir ber-akis olduktan +sonra bu akıbet-i elimeye giriftar olmuşlardır. Müslümanlar +sa’y ü ameli terk etmişler tevekkül faziletini su-i isti’male +uğratmışlarsa kabahat dinlerinde değildir. Hazret-i Peygamber +tevekkülü bize böyle öğretmemiştir. Bilakis +buyurmuştur. +Muhakkak olan bir şey varsa o da kadere iman akīdesinden +müslümanların inkişaf-ı medeni ve siyasi ve ilmi ve +ahlakī i’tibariyle pek çok istifade etmiş olmalarıdır. Devlet-i +net sayesinde hasıl olmuştur. Müslümanların yine bu kadar +müddet içinde ümmilik ve bedavet aleminden en medeni +akvamın ni’met-i hadaretine nailiyetleri yine bu sayede +olmuştur. Ulum ve fünunda bugünkü Avrupa ulemasının +vaktiyle üstadlığını ihraz etmelerinde dahi bu mebde’-i alinin +dahl-i küllisi olduğuna şübhe yoktur. Hele saha-i ahlakta +kadere imanın gösterebileceği te’sirat-ı havarık-nümayı +görmemek nüfus-ı beşeriyyeyi pek az tetebbu’ etmiş olmak +demektir. Seha ve isar şecaat-i askeriyye ve medeniyye +mesaibe karşı sabr u tahammül menfaati ve hatta hayatı istihkar +gibi hasail-i ber-güzideyi mertebe-i ulya-yı kemale isal +ettirmekte böyle bir imanın gösterebileceği fevkaladelikleri +yalnız hatıra getirmek kafidir. +* * * +Felsefenin ahlak için vaz’ ettiği ikinci mebdein yani vazife +tasavvurunun da nazar-ı İslam’daki mevkiini ta’yin edelim. +Evvela şunu söyleyelim ki akla nazar-ı Şeriatte haiz olduğu +mevki’-i bala-terin-i ihtiramı hiçbir din vermemiştir. +Din-i İslam’ın esaslarını kabul keyfiyeti serbest münazara ve +münakaşa neticesi olmak onun en mühim esaslarındandır. +akli semeresi olmak icab eder. Ulema-yı İslam’ın kısm-ı a’zamı +mukallidin imanına pek de o kadar hoş bir nazarla bakmazlar. +Kur’an-ı Kerim ’de: +“ = Dini kabul ettirmek için zorlamak yok. Zira rüşd +etmiştir.” Sure-i Bakara ayet +Kezalik diğer bir ayet-i +kerimede: +...“ = Ta +ki içlerinden helak olacak varsa bile bile helak olsun hayat +bulacak da varsa bile bile hayat bulsun.” Sure-i Enfal ayet +buyurulmuştur. +Usul-i imaniyye hakkında ukūlü ikna’ için varid olan +ayat-ı kerimeyi Gazzali yedi yüz altmış üçe iblağ ediyor. +Bunları ta’dad etmek uzun gider. Hele bir kere şu ehadis-i +Nebeviyyeye bakalım: – +=İnsanın dini aklıdır. Aklı olmayanın dini de yoktur.” +– +“ = İnsanın kıvamı +aklıdır. Akılsızın dini de yoktur.” +– +“ = Akıl ile merzuk olan kimse felahı +bulmuştur.” +– +: : +“ = Ey +Ademoğlu! Rabbine itaat et ki sana akıl denilsin. Ona isyan +da etme. Yoksa cahil diye anılırsın.” +– +“ = Allahü Teala +aklı olmayan mü’mini sevmez.” +– +“ = Hiçbir müktesib sahibini +hidayete vardıracak yahud helakten kurtaracak bir +ziyade-i ilm kıymetinde bir şey kazanamaz. Hiçbir kimsenin +dini de aklı müstakīm olmadıkça müstakīm olamaz.” +– +“ = Allah tarafından +şuna şahidim ki akılın son yeri cennet oluncaya kadar hiçbir +defa ayağı kaymaz ki Allahü Teala onu kaldırmasın.” +– += “Bir kimsenin +müslüman olması o kimsenin ukde-i aklı yani derece-i +aklı malumunuz olmadıkça o kadar hoşunuza gitmesin.” +– +“ = Cennet yüz derecedir. Bu derecatın doksan +dokuzu ehl-i akl için bir derece de onların dununda +olan sair nas içindir.” +– += +“Ya Ali! Halk Allahü Teala’ya enva’-ı birr ile takarrüb ederse +sen enva’-ı akl ile takarrüb et ki onlara dünyada inde’n-nas +ve ahirette inda’llah derecat-ı aliyata sebk edesin.” +– +“ = Allahü Teala’nın bir takım havassı vardır ki +dünyada a’kal-i nas oldukları için onları en yüksek derecatta +müsabakat cihetine masruf idi. Fuzul-i dünya ile zineti nazarlarında +hakīr idi.” +– +[] = “Halk hayır işlerler. Alacakları ecir ise ancak akıllarının +mikdarına göredir.” +Aklın hiçbir şey ile kabil-i vezn ü kıyas olmayan kıymet-i +ulyasını Nebiyy-i Mükerremimiz sallallahu aleyhi ve sellem +nedi bizde akıldır. Gerek vücud-ı Bari’ye ve gerek Nebiyy-i +Ekrem Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in +risaletine ve tebligat-ı Nebeviyyenin taraf-ı Hak’tan varid +olduğuna iman eden her müslüman her halde tarik-ı istidlale +müracaatla bu hakīkatlere kani’ oluyor. İstidlalatın za’f +u kuvveti şekl ü sureti mütehalif olsa da esas-ı iman hiçbir +vakitte bir nevi’ istidlale müstenid olmaktan hali kalmaz. +Kezalik din-i İslam’da akla gayr-i münkeşif esrar-ı imaniyye +yoktur. Hiçbir kimseye “Aklın alsın almasın her halde +salahiyeti yoktur.” denilmemiş ve denilemez. O derecedeki +delalet-i akl ile en kat’i istidlalat ile erkan-ı iman hakkında +kanaat-i vicdaniyye; Kur’an ’ın vahiy Hazret-i Muhammed’in +sallallahu aleyhi ve sellem nebiyy-i mürsel olduğuna +delil-i kat’i-i akli beyninde bir tearuz mevcud olduğu görülse +daima nass-ı şer’iyi te’vil etmek cihetine gidilir. Bu gibi ahvalde +bütün ulema-yı İslam’ın ittifakı üzere asl-ı iman istidlal-i +akliye istinad ettiği için nassı te’vil ile zahirinden mütebadir +olan ma’nayı terk etmek lazım görülmüştür. Zira bu +takdirce nassa i’tibar etmek aslı fer’a feda etmektir diyorlar. +Din-i İslam’ın vazife-i temdiniyyesini o kadar sür’atle hüsn-i +o muntazam ve muazzam teşkilat ile o kadar fedakarlıklarla +Asya ve Afrika’ya sevk ettikleri duat-ı İncil ordularının +mesai ve meşakkatleriyle hiç de mütenasib olmayan muvaffakıyyat-ı +cüz’iyyeye mukabil din-i İslam’ın teşkilatsız misyonersiz +parasız pulsuz olarak intişar-ı seriindeki sırrı işte +burada aramalıdır. Biri aklı muhatab ediyor diğeri hissi. Biri +delail-i mantıkıyye ile iknaa çalışıyor diğeri esrardan bahsediyor. +Yine bundan dolayıdır ki Avrupa’da felsefe imanı +za’fa uğratmış dine karşı bir adavet bile uyandırmışken +Şark’ta felsefe ile iştigal edenler yine din uleması olmuş ve +niyyeyi te’yid etmiştir. + +---- +HERKES KENDI VAZIFESINE +---- + +Rumeli’yi her köşesinde şehamet-i kavmiyyemizin mübeccel +bir hatırasını her buk’asında mukaddesat-ı diniyyemizin +la-yemut bir abidesini saklayan bir dilrüba kıt’ayı; +baştan başa bedbaht ma’sumların göz yaşları tali’siz İslamların +al kanlarıyla sulayan yirminci asrın kanlı canavarları +Avrupa’da beka-yı saltanatımızın son yurdu olan Edirne’yi +de çiğnemek bu İslam ilini de Salib’in kabus-ı mezalim-barı +altında ezmek istiyorlar. +Yadı ebediyyen kalblerimizi pür-hun eden faciadar zamanlarda +Selim’in Fatih’in lerzedar ruhlarına; Huda-pesend +hamasetleriyle; bir nefha-i ümid ü tesliyet ithaf eden +Edirne kahramanlarının hayret-engiz mukavemetlerine rağmen +bu ahenin kalemizi de elimizden almaya çalışıyorlar. +Edirne harika-nüma bir besaletle Bulgar ve Sırp canileriyle +didişirken diğer taraftan hak ve adalet namına her ne +varsa ayaklar altına alan bütün bir kıt’a bütün bir Hey’et-i +Salibiyye bu kahramanların şayeste-i tekrim hamasetlerine +bile hürmet etmeksizin ecdadımızın hatırat-ı hazinine dinimizin +abidat-ı mukaddesesine me’men olan bu İslam beldesini +düşmana teslim etmemizi daha açıkçası intihara karar +vermemizi musırrane teklif etmekten haya etmediler. +Tebliğ bundan ibaret değildi: Tekliflerine muvafakat göstermediğimiz +takdirde; son melaz-i millimiz olan Anadolu +ve Suriye’nin de tehlikeye ma’ruz kalacağı tehdidini de ileri +sürmüşlerdi!.. Bu suretle o vakte kadar zahiri bir nikab altında +gizledikleri ihtirasat-ı redie ile levs-dar Ehl-i Salib taassubunun +müstekreh çehresini gösterecek kadar ileri varmış +oluyorlardı. +Bütün bu tarafgiri-i taassuba karşı koca Avrupa’da ancak +birkaç nasıye-i bülend i’lan-ı isyan edebildi maatteessüf +bunların da sada-yı hak-guyanesi gulgule-i ihtirasat arasında +sönüp gidiyor medeniyet-i asriyyenin kürsi-i haşmeti olmak +leri alkışlayan gülbank-i şapaş u takdir ile doluyor. Tarih-i +muhterislere karşı ebediyyen la’netler nefretler yağdıracaktır. +Fakat efsus ki ... +Ferdinand’ın kurun-ı maziyye Hunyadlarını utandıran +ma’hud i’lan-ı harb beyannamesinin medeni Avrupa’nın +sima-yı irfanında bir çin-i cebin bir işmi’zaz-i istikrah tevlid +etmesi şöyle dursun bilakis bazı mahafilde takdirata bile +mazhar olduğu düşünülürse şu yalancı medeniyete bu hali +görüp dururken hala saçmalayan Şarklılara bilmem ne nam +verilmelidir? +Müzakerat-ı sulhiyyenin inkıtaını müteakıb Ceneral Savof +tarafından Bulgar ordusuna hitaben neşredilen +ve “Türkler denizin öbür tarafına koğulmalıdır” cümlesiyle +hitam bulan mülevves paçavra Bulgarların tıynetinde meknuz +olan denaeti bize karşı besledikleri kin-i la-yemutu bütün +cihana i’lan etti. +Biz bu hakīkati anlamak için böyle bir i’lana muhtac değildik: +Rumeli’nin zümürridin ovalarını şükufedar vadilerini +huruşan nehirlerini yetim çocukların dul kadınların ak +sakallı pirlerin hun-ı ma’sumlarıyla boyayan Bulgar canileri +şu üç-dört ay zarfında irtikab ettikleri hunharlıkla bunu pek +feci’ bir surette gösterdiler. Vasi’ bir İslam diyarı olan Rumeli’de +bugün denizin öbür tarafına koğulacak kimse kalmamış +olduğunu Avrupa hala bilmek istemiyorsa “Savof” pek a’la +bilir. +Savof ma’hud beyanname ile Ehl-i Salib’i Osmanlıları +olan makarr-ı Hilafet’ten tard etmeye da’vet ettiği şübhesizdir. +Kalbgahından vurulan bir vücudun yaşayamayacağı +tabii olduğundan bizimle beraber alem-i İslam ve İslamiyet +de göçüp gidecek!..... +Petersburg’da intişar eden Reç gazetesinin bir nüshasında +Ruslar’ın istila edemediği makam-ı Hilafet Bulgar Çarı tarafından +zabt edildiği takdirde Salib ordusunu hangi makama +mensub ruhanilerin istikbal edeceğine; Ayasofya’da ilk ayin +rüesa-yı ruhaniyyeden hangisi tarafından icra olunacağına +dair makamat-ı ruhaniyye arasında pek hafi ve mühim bir +münakaşa cereyan ettiğine dair vukū’ bulan ifşaatı Savof ve +Ferdinand beyannamelerinin mahafil-i aidesinde ne kadar +derin ve emniyet-bahş izler bırakmış olduğunu pek güzel +anlatıyor!!... +Reç gazetesinin şu ifşaatını derin derin düşünerek vatanı +namus-ı milleti din-i akdesi kurtarmak için ne azim fedakarlıklar +Bugün Osmanlı ordusu kendisine teveccüh eden vazife-i +mukaddesenin ifasına azm etmiş inayet-i Sübhaniyye ile +bi-hakkın da ifa ediyor. Fakat tehlike-i azimenin def’ edilmesi +harb kazanılarak vatan ve dinin kurtarılması yalnız +ordunun cansiperane gayretiyle te’min edilemez. +Ordu meydan-ı ma’rekede düşmanla çarpışarak milletin +hayatını vatanın istikbalini devletin istiklalini dinin kudsiyyetini +sıyanete hasr-ı gayret ederken millet de her hususda +kendisine zahir olmalıdır. +Bugünkü müdhiş felaketten bizi kurtaracak ancak yine +bizim gayretimiz bizim himmetimizdir. +Millet +“ = Malınızla +canınızla Allah yolunda cihad ediniz.” ferman-ı Yezdanisine +tevfikan vazifesini hakkıyla ifa ederse emin olmalıdır ki nusret-i +Eli silah tutabilen fedakaran-ı millet mader-i vatanı düşmanın +kanlı pençelerinden kurtarmaya koşarken ağniya-yı +ümmet de keselerini açmalı vatanın cerihalarını sarmak için +Dün taht-ı tabiiyyetimizde iken bugün yüzümüze karşı +tahammül na-pezir tahkīrler tehdidler savuran düşmanlarımızdan +olsun ibret almalıyız: Sofya’da bulunan ecnebi +muhbirlerin iş’aratına nazaran Bulgaristan’da on yedi yaşından +yukarı hiçbir ferd kalmamış cümlesi meydan-ı harbe +koşmuşlar. Zenginler kasalarını açarak ellerinde olanı ihtiyacat-ı +askeriyyenin tesviyesi için hükumetlerine bezl etmişler. +Kadınlar kızlar gece gündüz askere melbusat ve saire +suretle ve nasıl kazanılmış olduğunu bize pek güzel anlatıyor. +Zenginlerimiz titrek elleriyle keselerini açmak hususunda +tereddüd ederken dün yüz binlerce liralara malik oldukları +halde bugün ekmek parası bulamayan Rumeli bedbahtlarının +manzara-i feciasını göz önüne getirmelidirler. +Drama ve Kavala cihetlerinde Bulgarların eşraf ve mu’teberan-ı +dukları mebaliğin iki yüz altmış bin lirayı mütecaviz olduğu +Selanik’ten iş’ar olunuyor. Halbuki bu bedbahtların namus +ve şerefleri de çiğnenmiş evlerinde konaklarında bulunan +eşyaları yağma emlak-i gayr-i menkūleleri de cebren gasb +edilmiş olduğu ekserisinin ciğerpareleri gözleri önünde barbarcasına +boğazlandığı da düşünülür ise fecaat yürekleri +parçalayan bütün dehşetiyle tecelli eder. +Vaktiyle donanmaya bezl-i muavenette buhl gösterilmemiş +millet Averof gibi iki sefine-i harbiyye alabilecek ianatta +bulunmuş olsaydı şübhe yok ki bugün zillet ve hakaret altında +ölen müslümanlar bu felaketleri görmeyeceklerdi! +Namusun dinin vatanın hayatın; bi-eman müfterislerin +kanlı çizmeleri altında makhur ve zelil çiğnendiğini görmemek +din ve namusla beraber bütün servet ü saman da +gasb edildikten sonra boğazlanmak saadetine bile mazhar +olamayarak ezan-ı Muhammedi yerine çan sesleri tanindar +olan maabid kapılarında sürünerek düşmanlardan rezilane +ekmek parası dilenmek mecburiyetinde kalmamak için bugün +elimizde avucumuzda olanı vermekte asla tereddüd +etmemeliyiz. La’net ve makhuriyet-i ebediyyeden ancak bu +suretle kurtulabiliriz. +Ordu vazifesini ifa ediyor millet de kendine teveccüh +eden vezaifin hüsn-i ifasına koşmalıdır. +SIYASETE MÜTEALLIK +ASAR-I İSLAMIYYE +Birkaç gün evvel ezkiyadan bir muharrir ile görüştüm. +Eslafımızın asarı hakkında bir mecliste duyduğu şeyleri nakletti: +Guya asar-ı mezkurenin en çoğu sarf nahiv mantık +maani kelam fıkıh ve buna mümasil fenlerin usul ve kavaidini +şerh u beyandan ve kısmen de faide-i neşriyye hilafında +olunmuyormuş! İlm-i ahval-i kütüb ile iştigal ettiğim cihetle +bu babda mütalaamı sordu: Müstahzaratıma binaen asar-ı +eslaf hakkındaki zann-ı vakıın doğru olmadığını ve buna +delil-i kat’i olmak üzere netice-i tetebbuat-ı hazıramı havi +bir cedvel-i müdevvenat neşredeceğimi kendisine söyledim. +Vakıa sahhaflarda ve sair kitabcılarda o gibi efkara sapanları +Fakat bir kere erbab-ı hayrın yadigar-ı kıymetdarı olan +hazain-i nefais ıtlakına şayan bulunan umumi ve hususi kütübhanelere +devam ve tetebbuata ikdam olunsun kavaid-i +ulum ile beraber siyasi idari ictimai her kısımda görülecek +müdevvenat fart-ı hayreti mucib olur. Ne çare ki tetebbuat +ve terakkıyata hahişger olanlar için her türlü asarı tedarik etmek +kütübhanelerde vakit geçirmek pek de mümkün olmadığı +cihetle müellefat-ı salifenin enva’ u ecnasına peyda-yı +mevrusesi olan asar-ı ber-güzideleri hakkında herkes için bir +fikr-i vasi’ hasıl olamıyor. Gerçi zamanımızda iktisadi siyasi +olduğu görülüyorsa da bunlar erbab-ı tetebbuu müstefid etmekle +beraber tezayüd-i ma’lumata inkişaf-ı efkara hadim +olan o misilli müdevvenat-ı sabıkanın mütalaası da ayrıca +tenvir-i efkarı mucib olur. İşte terakkī-cuyan-ı vatana bir +hizmet-i naçizane olmak üzere o muharrire verdiğim sözü +yerine getiriyor şimdiye kadar fünun-ı mebhuse hakkında +muttali’ olabildiğim asar-ı eslafın isimlerini havi ber-vech-i +zir bir cedvel neşrediyorum. İşbu fünuna müteallik olup +daire-i ıttılaıma vusulü müyesser olamayan daha birçok +eserlerin mevcud olacağı da şübhesizdir. Bunu da sair hadimin-i +ma’rifet tedkīk ve irae ederlerse ahlafa bir himmet-i +maarifmendane ifa etmiş olurlar. Cedvel-i mezkura serlevha +larıyla iftihar olunan hukūkıyyun ve mütetebbiinin daire-i +mechuliyyette kalan müellefat-ı müfideyi muhterem Sebilürreşad +’ın sahaif-i kıymetdarında istifadegah-ı enama iraeye +şevk ve himmetlerini tahrik maksadına mebnidir. Ümid +ederim ki naçizane açtığımız bu çığırda maarif-perveran-ı +vatanımızın mesai-i münevvereleri mütevaliyen incila-pezir +olur da müştakk-ı ilm ü irfan olanların halen ve istikbalen +memleketimize nafi’ olacak ma’lumatları bir kat daha tezayüd +ve tevessü’ eder. Ve mina’llahi’t-tevfik. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +HARB-I HAZIRIN HINDISTAN’DAKI TE’SIRATI +Osmanlı-Balkan Muharebesi tamamıyla Hilal ve Salib +gavgasıdır. Hıristiyanlığın Müslümanlığa karşı perverde eylediği +kin ü husumet bu muharebe sebebiyle açıktan açığa +anlaşıldı. Bu nokta-i nazarı anlamayan bilmeyen bir tek +müslüman kalmamıştır diyebilirim. Çünkü Balkan hükumetleri +hıristiyanları var kuvvetlerini bazuya vererek ellerinden +geldiği kadar –Balkan memalikinde meydan-ı harbde +bulunan– müslümanlar hakkında etmedik zulm ü vahşet +bırakmadılar. Süngüleriyle kurşunlarıyla elleriyle dişleriyle +dilleriyle hasılı bütün kuvvetleriyle İslamları kestiler +öldürdüler; kadınlara çocuklara ihtiyarlara asla merhamet +eylemediler. Papazları daima müslümanlar aleyhinde askerlerini +teşvik ve tergīb etmekten feragat etmediler. Hıristiyanların +ne derece mutaasıb olduklarını kainata isbat ettiler. +Felaket-i hazıramıza müteessir ve müteessif olmayan kimse +kalmamıştır. +Hindistan’dan buraya gelenlerle sık sık görüşüp Hind +müslümanlarının hakkımızdaki hissiyatlarını istifsar ve is +ti +zah etmekteyim. Harb-i hazırın Hindistan’da büyük ve azim +te’sirat icra eylediğini hep bir ağızdan bana söylüyorlar. +Osmanlıların mağlubiyetini havi olan telgrafların Hindistan’a +vürudu bilcümle müslümanları kan ağlatmaya mecbur +etmiş ve onları camie gidip fevz ü nusret duasında bulunmaya +muztar bırakmış olduğunu muhatablarım beyan ediyorlar. +yor. Hindistan’daki İngilizler buna asla mümanaat etmiyorlarmış +bunun sebebi ise Hind müslümanlarının hissiyat-ı +diniyyelerine dokunmayı kendi ittihaz ettikleri siyaset-i +[ ] hazıraya muhalif gördüklerinden naşi imiş. Bilakis +Hindistan’da bulunan İngilizler de müslümanlarla beraber +mecruhin-i Osmaniyyeye ianeye kemal-i hahişle iştirak eylemekte +olduklarını Hindli muhatablarım te’min eylediler. +Bu kadarla da iktifa etmeyip Hind Vali-i Umumisi tarafından +müslümanların hissiyyat-ı diniyyelerinin bu nazik sırada +tahriş ve tahdiş olunmamasına be-gayet i’tina edilmesi lüzumu +ekiden defeatle bir beyanname-i resmi ile anlatılmıştır. +Muharebe-i hazıranın dini bir renk almamasına İngilizler son +derece çalışıyorlar. Hindistan’da intişar eden İngilizce gazeteler +dahi kendi devletleriyle ebna-yı cinslerinin maksadını +layıkıyla anladıkları cihetle daima Osmanlı askerlerinin şecaat +ve merdlikleri hususunda mufassal makaleler neşrediyorlar. +Hindistan’ın heman her tarafında –kasaba ve köylerinde +bile– açılan iane defterleriyle teşekkül eden iane komisyonlarına +para derc ve isal eylemeye bilumum Hindliler can +atıyorlar. +Müslümanlarla beraber Hindistan putperestleri –ki Brehmen +Hindulardan ibaretttirler– dahi iane derc etmekten +çekinmiyorlar. Hele miting konferans protestoların haddi +hesabı yoktur. +Bombay’da tahsil ile iştigal eden ve sekiz seneden beri +Hindistan’da bulunup Hindlilerin bütün etvar ve ahlak örf +ve adetlerine layıkıyla kesb-i vukūf eden Kerbela eşrafından +merhum Nizamü’l-ulema-zade “Hamid Han” hazretlerinin +–ki şu sıralarda Kerbela’ya muvasalat etmiş ve kendisiyle +beraber gece gündüz buluşmaktayım– beyanatına nazaran +Hind müslümanları fevka’t-tasavvur müteheyyic bulunuyorlar. +Buna delil olmak üzere fahametlü “Sir Aka Han” hazretlerinin +valide-i alileri “Leydi Ali Şah” hazretlerinin ahiren +Bombay’da Bombay a’yan ve eşrafının bilcümle ailelerinden +mürekkeb bir ictima’a riyaset edip irad-ı nutk eylemelerini +bana hikaye ettiler. İctima’-ı mezkur Aka Han hazretlerinin +Bombay’daki ikametgah-ı alilerinde vukū’ bularak +nisvan-ı İslamiyye ictima’-ı mezkura ba-tezkire da’vet edilmiş +ve binlerce rupiye iane derc etmeye muvaffak olmuşlardır. +Leydi Ali Şah hazretleri İran şehzadeganından gayet +muhterem ve mütedeyyin bir hanım olup kemal-i iffetinden +bu ana kadar bu gibi teşebbüsatta asla bulunmadıkları halde +bu kere hissiyyat-ı İslamiyyelerini yenemediklerinden ilk +defa olmak üzere miting ve nutuk irad eylemişlerdir. +Mezkur ictima’da Bombay valisi bulunan zatın –İngilizin– +haremi dahi isbat-ı vücud etmiş ve mühim bir meblağ +surette bütün Bombay gazetelerine derc edilmiştir. +Hindli putperestlerin hissiyyatı Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye +lehinde bulunduğunu Hamid Han hazretleri bana +söyledi. Hatta müslümanlardan ziyade Avrupa entrikasından +mezaliminden istila-yı cihangiranesinden bizar olan +Hindular muharebe-i hazırayı bir Hıristiyan – İslam muharebesi +suretinde telakkī eylemekte olduklarını Hind gazeteleri +umumen yazıyorlar. Osmanlı – Balkan muharebesinin +bidayetinden bu ana kadar Hindistan evza’-ı idariyye ve inzibatiyyesiyle +tarz-ı siyasetinde büyük tahavvülat ve tebeddülat +vukū’ bulmuş ve ahiren Hindistan Vali-i Umumisinin +bir bomba ile mecruh olmasıyla neticelenmiştir. Bombayı +atanın kim olduğu henüz taayyün ve tahakkuk etmemiştir. +Yalnız birkaç kişiyi zan ve şübhe üzerine hükumet-i mahalliyye +tevkīf eylemiştir. Mevkūfinin kısm-ı a’zamı putperestlerden +bulunmakla beraber İslamlardan da birkaç kişi vardır. +başvaliyi katletmek için bombanın atılmasında büyük bir +ma’na mündemicdir. Bundan birkaç ma’na istihrac olunur +ki hey’et-i mecmuası i’tibariyle bi’n-netice İngilizler için iyiliği +tan’da vukū’ bulan yahud daha doğrusu ika’ olunan cinayat +hep Hindulara münhasır olup müslümanlar asla bu gibi teşebbüsata +da zi-medhal bulunmalarından İngilizler pek ziyade endişe +ediyorlar. Çünkü Hinduların teşebbüsat-ı siyasiyye-i fi’liyyelerine +evvelce hiç bir müslüman kavlen olsun iştirak etmediği +halde şimdi birden bire bu cinayet-i azime esnasında +Hindu ile müslümanın ittihad etmesi cidden calib-i nazar-ı +dikkattir. müslümanlarla putperestler arasında suret-i daimede +nifak u şikak ile ihtilafatın husulüne çalışan ve en +sonra buna umduğundan ziyade muvaffak olan İngilizler bu +vak’a-i ahirenin suret-i husul ve cereyanından korkuyorlar. +Zira Hind müslümanlarıyla putperestleri beyninde bugün +olmasa birkaç sene sonra dahi bir irtibat ve ittifak-ı hakīkī +kaim olursa artık İngilizlerin koca Hindistan’da dikiş tutturamayacakları +bedihidir. +zamanlarda adedce birkaç yüz binden ziyade olmayan İngilizlerin +meram anlatabilmeleri biraz güçce görünüyor. Bu iki +unsur beyninde dinen ahlakan cari olan ihtilafattan İngilizler +büyük istifadeler te’min ediyorlardı. Fakat ihtilafat-ı meb +husenin zevaliyle yerine vifak u ittihadın kaim olmasından +elbette İngilizler mutazarrır olacaklardır. +Şöyle ki Rusya Almanya’nın muhacemat-ı atiyyesine +meydan kalmaksızın İngilizler Hindistan’ı terk edip İngiltere +adalarına be-tekrar avdet etmek mecburiyyetindedirler. İngilizlerin +diyyesini hayat-ı siyasiyyesini te’min eden Hindistan’dır. +Hindistan elde kaldıkça İngilizler müreffeh ve rahat yaşarlar +zengin gezerler mağrur olurlar. Hind elden giderse İngiltere +Hükumeti’nin azameti uful eder; ihtimal ki Mısır’da ve Afrika’daki +nüfuzunu da az müddet zarfında gaib eder. Mısır +nasıl ki Hindistan’ın anahtarı gibi telakkī olunuyorsa Hindistan’ın +da Mısır için tabii bir anahtar teşkil ettiğini herkes +teslim eder. Hindistan’ın İngiltere idaresinden çıkması İngiltere’nin +vermesi demektir. +Hasılı Hindistan’da İngiltere’nin nüfuz-ı siyasi ve maddisini +te’min eden bu ihtilaf elyevm ittifaka tahavvül etmeye +yüz tutmuş ve İngilizlerin enzar-ı dikkatini calib olmaya başlamıştır. +Hind müslümanları üzerine yalnız Osmanlıların daha +doğrusu zat-ı hazret-i Hilafet-penahi’nin nüfuzu vardır ki bu +nüfuza Hind müslümanları kemal-i samimiyyet ve irtibatla +merbut bulunmaktadırlar. +Hind müslümanları yalnız Halife’nin evamir-i aliyyesine +muti’ u munkad bulunuyorlar. Hind İmparatoru olan Beşinci +Corc’un müslümanlar üzerinde hiçbir nüfuz-ı ma’nevisi +yoktur. Bu nüfuzu din-i mübin-i İslamiyyet hulefa-yı kirama +bahş etmiş ve hüsn-i isti’mal olunmasını da te’min eylemiştir. +Binaenaleyh İngiltere Devleti İngiliz milleti daima Osmanlılarla +hoş geçinip ittihad ve ittifak etmek mecburiyetindedirler. +Halife’nin bir emri şöyle dursun ufak bir işareti +Hind müslümanlarını İngiltere lehinde bulundurabilir. Hindistan’da +volkanlar yangınlar hasıl olsa Halife’nin bir emri +cümlesini söndürmeye kafidir. Hindliler nazarında Osmanlı +Padişahı İslam Halifesi gayet muhterem ve mukaddestir. +Müşarun-ileyh hazretleri “vacib-i taklid ve’l-itaa”dir. Evamir-i +aliyyesi muta’ ve mesmu’dur. +Bu suretle bu vesileyi elde etmekle İngiltere Hükumeti +her an ve zamanda Hindistan’a sahib ve malik olmaya muktedirdir. +Aksi takdirde Hindistan İngilizlerin elinde kalamaz. +ve muavenette bulunmalıdır ki biz de mukabeleten Hind +müslümanlarına meram anlatalım. +Geçen sene İran körfezinde kain “Umman” sevahilinden +ma’dud olan “Duba” “Şarice” “Ebu Zabi” sevahiline asker +çıkarmak isteyen İngilizlerin ne kadar büyük müşkilata +ma’ruz kalıp yüz seksen nefer İngiliz askerlerinin Arablar +tarafından öldürülmelerine sebebiyet verdiklerine bakılırsa +eder. +Buna ne hacet! Birkaç ay evvel Hindistan’a beray-ı seyahat +gitmiş olan Kadiri Tarikati’ne mensub bir zat hakkında +Hind müslümanları ne kadar fazla hürmet ettiklerini İngilizler +re’ye’l-ayn gördükleri halde korkularından bir şey söyleye +mediler. Rivayete nazaran bu zatın Bombay’a +muvasalatı esnasında Bombay’da kolera hastalığı kemal-i +faaliyetle hüküm-ferma olduğundan mezkur hastalığın ref’ +u izalesine medar olmak üzere Kadiriyyü’t-tarikat olan zatın +araba ile gezdirilmesiyle kudumundan teberrük olunmasına +Bombay müslümanları son derece ihtimam eylemişlerdi. +Hasılı bu nüfuzumuzdan gereği [gibi] elyevm istifade edemiyoruz +ne yolda istifade edeceğimizi de bir türlü bilemiyoruz. +Bunu layıkıyla bilsek daima İngilizlerin muavenetini te’mine +muvaffak oluruz. +Osmanlı mücahid ve şühedası için Hindistan’da Fatihalar +okunmakta ve ruhlarına nisar u ihda olunmakta olduğunu +muhatablarım ilave eylediler. Hasılı bizim lehimizde +Hindistan’da her türlü hissiyyat-ı İslamiyye vardır. Bizi bizim +gibi seviyorlar. İslamiyet’in terakkī ve tealisinden ümidvar +olalım me’yus olmayalım. Aklımızı her ne zaman devşirirsek +yine istikbal bizim olacaktır. Fakat memleketimizin ıslahat-ı +maddiyye ve ma’neviyyesinden gafil olmayalım. +BAZI HAKAYIK-I MÜHIMME +dan birisi tarafından yazılan Arabca bir mektuptan beyanat-ı +atiyye ahz ve tercüme edilerek buraya derc olundu: +“Burada hamiyet-i İslamiyye sahibi olanlar Suriye ve +Arabistan ıslahatı namı altında İstanbul gazetelerinin birindeki +fıkarata taaccüb ve teessüfle dikkat eylemektedirler. +Fıkarat-ı mezkureyi o gazete ekseriyet üzere Beyrut’ta ve +Kahire’de hıristiyan Suriyeliler tarafından Arabca neşrolunan +ceraidden alıyor ve onlar üzerine reddiyeler yazmak +şöyle dursun iktibaslarında bir tarz-ı mürevvic ittihaz eyliyor. +Sübhanallah! Vahdet-i Osmaniyye aleyhinde döndürülmekte +olan dolaplara suret-i haktan görünerek vesatat +eyleyenler ne kadar da çokmuş. Devlet-i Osmaniyye’nin +Balkan muharebatı sebebiyle duçar olduğu felaketlerinden +Şarkta dahi amal-i hasisesi uyananlar çoğaldı. Mısır bu günlerde +kavm-i Arab hakkında tasavvuratta bulunanların teşebbüsatına +cevelangah olmaktadır. Bazı kimseler makam-ı +Hilafet’in başka yerlere nakli sözleriyle işgal-i zihn eylemekte +ve bazı kimseler de Arabistan’da istiklaliyyetler teşekkülünden +ve Suriye’de adem-i merkeziyet ve daha doğrusu +muhtariyet tatbikından bahsetmektedirler. Hakīkati layıkıyla +öğrenebilmiş olsalar hakīkī Arablar ve hatta Suriye’nin halis +müslümanları bile Arablık namına alenen ıslahat taleb +eden ve bu vesile ile tehyic-i efkarda bulunan bir takım sahtekar +politikacıların teşebbüslerini hükümden iskat edebilir. +Çünkü suret-i haktan görünen bu yaygaracıların asar-ı +su’-i sanialarından yine İslamlar mutazarrır olacaktır. Lakin +ah cehalet ve saflık. Cehalet aleminde bir menfaat-perest +müfsid tek başına bir milyon saf yürekli müslümanı ustalıklı +surette belalara felaketlere uğratabilir. +Mısır’ın Arabca gazetelerinin kısm-ı küllisi Suriyelilerin +taht-ı murakabe ve tahrirlerindedir. Alelhusus en çok sivrilenleri +Beyrutlu ve Cebel-i Lübnanlı Hıristiyanların elindedir. +Bu Hıristiyan Suriyelilerin bir kısmı Fransız nüfuzuna meclub +Arablık namına hareket eden Suriyeli bazı müslüman politikacılar +ki İngiliz rical-i siyasiyyesi mukaddemleri Şark Hıristiyanlarını +vikaye namı altında Devlet-i Aliyye’yi “ıslahat” talebiyle +tazyik ederlerdi. Fakat bir zamandan beri başka bir siyaset-i +şarkıyye ta’kīb eyliyorlar. Şöyle ki; Arnavudlara çend sene +mukaddem göstermeye başladıkları ma’hud teveccüh gibi +Suriye ve sair yerler müslümanlarına dahi göstermek istedikleri +la-teşbih teveccühat o siyaset netayicindendir. Yani +alem-i İslam’a ve alelhusus Hind müslümanlarına guya +Müslümanlık hakkında su’-i zanları bulunmadığı ve hakīkatte +Türklerin müslim ve gayrimüslim kaffe-i anasıra şamil +olan “mezalim ve su’-i idarelerine” muarız olduklarını inandırmak +siyasetini iltizam eyliyorlar. +Eğer hakīkī Arablar ile Türkler bir an evvel elbirliği ile bu +göstermezler ise ümmet-i Muhammed Asya-yı Osmani’de +dahi büyük felaketlere uğrar. +Suriye’de adem-i merkeziyyet perdesi altında bir idare +vaz’ını tervic edenlerin Devlet-i Osmaniyye nüfuzunu Hicaz +ve Yemen’den kat’ ile uğraşan bir devlete alet oldukları anlaşıldı. +Fakat anlaşılamayan bir şey varsa o da Hıdiv hazretlerinin +sarayına mürevvic-i efkar olduğu ma’lum bulunan +el-Müeyyed gazetesinin Türklere ve Hükumet-i Cedide-i +Osmaniyye’ye karşı aldığı vaz’iyet-i bedhahane ve garazkaranedir. +el-Müeyyed ’i idare edenler Arabız derler. Fakat +damarlarında bir damla bile halis Arab kanı yoktur. Müslümanız +derler lakin Devlet-i Osmaniyye’nin şu devr-i müşkilatında +gösterdikleri asar-ı nifak u şikakı istiklal-i İslam’ın +en büyük düşmanları ancak gösterebilirler. Eğer Hıdiv hazretleri +gerek buradaki müfsid mürailerin ığvalarına ve gerek +Müslüman milletleri pa-yı tahakküm altında bulundurmakla +meşgūl olan bir Hıristiyan devletin teşvikatına inanıp da +hakīkaten iktisab-ı istiklaliyyet ve Hilafet’in imkanına zahib +oluyorlar ise yüz bin kere yazıklar olsun. Çünkü o gibi tasavvurattan +bir netice çıkabilirse o da alelumum müslümanların +ve bilhassa zat-ı fahamet-simat-ı Hıdivanelerinin mutazarrır +ve me’yus olacağıdır. +Halis Mısırlı müslümanların Devlet-i Osmaniyye hakkındaki +muhabbetlerine rağmen dört-beş aydan beri muzır bir +takım erbab-ı desaisin Devlet-i Osmaniyye ve Hilafet-i İslamiyye +aleyhindeki neşriyyat ve icraatına bir merkez ittihaz +edilmiştir. +Hükumet-i Cedide-i Osmaniyye’nin bu hale nazar-ı dikkati +celb olunur.” +kıraz yollarını tuttular: Herşeyi bırakarak birbirine düştüler +sehab-ı nifak bütün afak-ı memleketi sardı; muhit-ı Hilafet +ezici boğucu bir zulmet içinde kaldı; mahmul-i şerare +bulutlar beynimize ateş yağdırmak için küçük bir sadmeye +müterakkıb kaldı. Nihayet bir gün sema-yı İslam’da +bir bomba patladı; Rumeli’deki bütün diyar-ı tevhid ateşler +cırdadı ... Ancak o vakit müslümanlar hakayık-ı ahvali idrak +edebildiler; fitneden nifaktan tevbe ederek kucak kucağa +sarıldılar el ele verdiler samimiyyet-i kalb ile Allah’a teveccüh +ettiler yalvardılar; Allah da dualarını kabul buyurdu +kulub-ı İslam’a sekinet ve kuvve-i ma’neviyye bahş etti; +bunun üzerine İslamlar mallarıyla canlarıyla ortaya çıktılar +meydan-ı cihada koşarak taraf taraf muzafferiyetler te’min +etmeye başladılar. Şimdi avn-i Hak’la her tarafta İslam orduları +Vaz’iyet-i Hazıra-i Harbiyye Tebligat-ı resmiyyeye +nazaran: Çatalca’da vaz’iyet-i harbiyyemiz pek iyidir. Ka +nuni +sani’nin yirmi yedinci günü sağ cenahımızda tebeddül +olmamıştır. Fakat hatt-ı müdafaanın nikat-ı sairesinde +askerlerimiz muhacemat-ı diliranede bulunarak Bulgarları +makhuren ric’ate mecbur etmişlerdir. Kahraman askerleri +miz Bulgarların terk ettikleri mevakıı zabt etmişlerdir. Bir +müf +rezemiz Çatalca kasabasını işgal etmiştir. Papas Burgaz’ın +garbındaki sırtlar askerimizin süngü hücumuyla zabt +edilmiş Bulgarlardan yalnız on kişi kurtulabilmiştir. Bu esnada +bir Bulgar zabiti de esir düşmüştür. Bigados ve daha bazı +mevakı’-ı mühimme de düşmandan alınmıştır. Tekfurdağı +taraflarında Bulgarlar artık dikiş tutturamayarak Muradlı’ya +doğru firar etmişlerdir. Bolayır’da gayet şiddetli muharebat +vukūa gelmiş ve askerimizin muzafferiyetiyle neticelenmiştir. +Edirne’de kahraman Şükrü Paşa bir huruc hareketi yaparak +Bulgarlara dehşetli telefat verdirmiştir. İşkodra ve Yanya +kahramanları da dilirane mukavemetlerinde devam ediyor. +Cenab-ı Hak nusretini ordu-yı İslam’a refik etsin. +Ahali-i İslamiyyenin +kahvehanelerde lu’biyyat ile ifate-i evkat ve sair menhiyyat +li müddetten beri gavail-i harbiyye ile meşgūl ve mütefekkir +ve Rumeli’deki din kardeşlerimizin duçar oldukları mezalim +ve taaddiyat-ı mütenevvianın istima’ ve müşahede-i asarıyla +pek ziyade müteellim ve müteessir olduğumuz şu sırada +bu gibi mübalatsızlıkta bulunanlar hissiyat-ı insaniyye ve vataniyyeden +de mahrumiyetlerini isbat eylemiş olurlar. +Bizim için dünya ve ahirette fevz ü felah ancak nefsimizi +nin daima tevbe ve istiğfara mülazim ve feraiz-i diniyyenin +tamami-i muhafazasına hazim ü cazim olarak ibadat ü taat +ve tertil-i daavat ile imdad-ı Bari ve ruhaniyet-i Hazret-i +Peygamberi’nin isticlabına ve bezl-i ianat ile de asakir-i Osmaniyye’nin +her nevi’ ihtiyacatının def’ u ref’ine himmet ü +gayret eylemeleri vacibattandır. Zat-ı Akdes-i Hazret-i Hilafet-penahi +geceyi gündüze katarak bu yolda ibzal-i mesaiden +hali kalmadıkları cihetle bizim de evamir-i ilahiyyeye +ye ve vataniyyemizi hüsn-i ifaya i’tina ve ondan sonra da +min-indillah mev’ud olan nusret ve muzafferiyet-i azimenin +zuhur ve tecelli-i asarına intizar etmekliğimiz iktiza eyler. +Zıya’-ı Azim Zeka-yı fıtrisi tedkīkat-ı ilmiyyesi talayerine +yazılmıştır. +kat-i beyanı ile beyne’l-ulema pek büyük bir şöhret kazanan +Fatih Dersiam-i mücizlerinden Tokat Meb’usu Tokatlı +Şakir Efendi hazretleri füc’eten irtihal-i dar-ı beka eylemiştir. +Merhum-ı müşarun-ileyh bundan dört sene mukaddem üç +yüzden fazla talebeye icazet verdiği gibi Darülfünun ve Mekteb-i +Kuzat’ta dahi muallim bulunuyordu. Merhum-ı mağfur +bi-hakkın verese-i enbiya ıtlakına seza ulema’-i mütebahhirinden +olduğu cihetle zıya’-ı ebedisinden dolayı alem-i +keder-didesine beyan-ı ta’ziyet eyleriz. +Mevla rahmet eylesin. +Valparesu Darülfünunu Müslüman talebeleri tarafından +Amerika Reis-i Cumhuru Mösyö Taft’a atideki telgrafname +gönderilmiştir: +Valparesu Daily Videt gazetesinden: +Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin Amerika Sefiri Yusuf +Ziya Paşa hazretleri vasıtasıyla Amerika Reisi Mösyö Taft +cenablarına +Amerika’da bulunan bütün Müslüman talebeleri tarafından +Arnavudluk’da Selanik’te ve Makedonya’da Balkan +düvel-i müttefikasının asakir-i gayr-i muntazaması tarafından +yapılan fenalıkların önünü almaya lutfen vesatat buyurmaları +Mostar +ahali-i İslamiyyesi Hilal-i Ahmer Cem’iyeti namına aralarında +. kron yani . Osmanlı lirası iane derc etmişler +ve mücahid-i muhterem Enver Beyefendi vesatatıyla merciine +Mevsuk bir +menba’dan istihsal edilen ma’lumata göre Hindistan müslümanları +Hükumet-i Seniyye’nin ihrac eylediği Hazine tahvilatından +bir milyon liralığını satın almaya karar vermişlerdir. +Neşr-i Vesaik Cem’iyeti tarafından İngiltere Hariciye Nazırı +Sir Edward Grey’e keşide edilen telgrafname suretidir: +“Balkan mezalimini vesaikıyla neşretmek üzere teessüs +eden cem’iyetimizin idarehanesine tevdi’ edilen şehadat ve +vesaikı isbat ediyor ki binlerle silahsız müdafaasız insanlar +nassur ettirilmiştir. Avrupa’nın bu fecayi’ hakkında muhafaza +ettiği [sükunet] barbarları tekmil bir milletin imhasına teşvik +ediyor. Avrupa medeniyetini ve Hıristiyanlığı lekeliyor. +ti hakkında münteşir bulunan fikr-i adaletle bir tezad teşkil +ediyor. Bu sebeble İngiltere millet-i muazzamasının mümessili +sıfatıyla zat-ı alilerine müracaatla Balkan müttefiklerinin +mezalimini takbih ve meydan-ı alaniyyete vaz’ buyurmanızı +ve bu suretle ahali-i mağdurenin hukūk-ı mukaddese ve +hayatiyyesini mazhar-ı riayet ettirmenizi rica eyleriz.” +eş-Şa’b gazetesine +yazıldığına göre: +Çin’de ehl-i İslam namına vilayat-ı saireden müntehab +murahhaslardan mürekkeb olmak üzere büyük bir hey’et teşekkül +ederek hükumetten Çin müslümanlarının umur-ı diniyye +ve hususat-ı şer’iyyelerini rü’yet etmek üzere Çin payitahtında +Meşihat-i İslamiyye te’sisi ile Şeyhülislam’ın maiyyetinde +bir fetva emini ve bir de Meclis-i Tedkīkat-ı Şer’iyye +ve bütün vilayat merkezlerinde azl ü nasbları şeyhülislam’a +aid olmak üzere birer hakim-i şer’i istihdamı ve müslümanlara +bütün ma’nasıyla hürriyet-i diniyye bahş u i’tası gibi +birçok mevadd-ı ıslahiyyenin tatbikını taleb eylemiştir. +Yarın Cuma’dan sonra Süleymaniye Cami-i Şerifi’nde Mehmed +Akif Bey ve Abdürreşid İbrahim Efendiler tarafından mev’iza verilecektir. +Yıllar geçiyor ki ya Muhammed +Çiğnendi harim-i paki Şer’in; +Aylar bize hep Muharrem oldu! +Namusa yabancı mahrem oldu! +Akşam ne güneşli bir geceydi... +Beyninde öten çanın sesinden +Eyvah o da leyl-i matem oldu! +Binlerce minare ebkem oldu! +Alem bugün üç yüz elli milyon +Allah için ey Nebiyy-i ma’sum +Mazluma yaman bir alem oldu: +ÜÇÜNCÜ MEV’İZA +Allah Celle celaluhu buyuruyor ki: +O kimseler ki +mücahede ederler çalışırlar çabalarlar... Bizim +uğrumuzda. Allahü Zü’lcelal öyle söylüyor: Benim uğrumda +çalışanlar benim için çalışan çabalayan mücahedede bulunanlar... +Ne olacak? +Biz onları mutlaka mazhar-ı hidayet +edeceğiz; hiç şüphe yok edeceğiz. +kendi sübül-i +rı benim uğrumda mücahede edenleri ben mutlaka mazhar-ı +tevfik edeceğim. Hem +sigası te’kiddir: Mutlak +edeceğim şüphe yok. O mücahid kullarımı hiç bir zaman +mahrumiyet içinde öldürmeyeceğim. +Ey +müslümanlar bunu bilmiş olunuz ki: Allah iyilerle beraberdir. +“Muhsin” yalnız ihsan eden para veren demek değildir; +asla mahal yok. Cenab-ı Hakk’ın va’d-i ilahisi hulf kabul +etmez. +Kur’an’ın bir +çok yerlerinde musarrah. Cenab-ı Hakk’ın va’dinde hiç hulf +yoktur. +Allah’ın va’di +va’d-i lütfu hiç hulf kabul etmez; vaidi yani va’d-i kahrı böyle +değil; dilerse belki afveder; fakat va’dini her halde ifa +buyurur. +Pek a’la! Madem öyledir madem ayet-i kerime hak yolunda +çalışanların Allahü Zü’lcelal tarafından hiç bir zaman +mahrum bırakılmayacağını bildiriyor; o halde nedir müslümanların +bu hali? +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +milyon mu milyon mu cihanda bu kadar Müslüman +var; şarkta var garpta var... Şimalde var cenupta +var... Hepsi hirman içinde yaşıyorlar. Nereye gitti Cenab-ı +Hakk’ın va’d-i Sübhanisi? +ne oldu? Hemen +hemen müslümanlar bu va’d-i ilahinin tahakkukundan ümidi +kesecekler. Hatta bir kısmı kestiler! Nedir alem-i İslam’ın +başında dönen bu felaketler? +Hani sen Allah va’dinde hulf etmez diyordun? Pek a’la +Allah ne buyuruyor: +Bizim uğrumuzda +mücahede edenleri biz mazhar-ı tevfik edeceğiz. +Şimdi şu yahud milyon müslümanın hepsinin vicdanına +dehaletle sorarım: Hangisi böyle bir mücahedede +bulundu? Müslümanlık yalnız Kelime-i Şehadet ile yalnız +beş vakit namaz ile yalnız ibadat-ı bedeniyye ile değildir. +Ben bu sözü aklımdan cebimden söylemiyorum; bakınız +Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam Efendimiz ne +buyuruyor: +Bir adam ki +müslümanların derdiyle derdlenmez; müslümanların felaketinden +müteessir olmaz; onların imdadına koşmaz; o adam +hiç bir vakit müslüman olamaz. Müslümanlık yalnız lafz ile +değildir. Sorarım: Şarktaki müslüman garptakinin imdadına +koştu mu? Şimaldeki müslüman cenuptaki din kardeşinin +halinden müteessir oldu mu? La vallahi olmadı. Öyle ise +alem-i İslam felaket üstüne felaket göreceğine birinden kurtulur +kurtulmaz başkasına uğrayacağına şüphe etmesin. +Geçende de söyledim biz müslümanlar birbirimizi birbirimizin +ahlakını adatını Firenk kitaplarından öğreniyoruz; +birbirimizden ancak bu vasıta ile haberdar olabiliyoruz. Demek +Firenklerin himmeti olmasa bir iklimdeki müslümanlar +öbür iklimdeki müslümanlar için yok hükmünde kalacak! +Bakınız şu bizdeki himmetsizliğe şu bizdeki gayretsizliğe! +Sonra da utanmadan sıkılmadan Allah’dan tevfik istiyoruz? +Acaba böyle bir taleb için yüzümüz var mı? Biz diyoruz ki: +Müslümanız o halde Allah bize tevfik vermelidir! Demek +sen Müslümanlığınla Allah’ı minnet altında bırakmak istiyorsun? +Ne kadar cür’et ne kadar hamakat! Bak Allahü +Zü’lcelal ne buyuruyor: Esteizübillah +Ya Muhammed geliyorlar bir takımları: “Müslümanız!” +diye seni minnet altında bırakmak istiyorlar. Öyle mi! +Habibim onlara de ki: Hey sersemler “Biz +Müslüman olduk” diye bana minnet yüklemeye kalkışmayınız. +Bilakis siz Allah’a karşı minnetdarsınız. +Zira bu ni’meti bu ni’met-i İslam’ı size vermiş. Öyle ya! Bir +ni’meti veren mi minnet altında kalır yoksa o ni’mete mazhar +olan mı? +Ye’se düşmeye kimin hakkı var? Kim ne yapmış ki mükafatını +bekliyor? Hangimiz ne yaptı? Karşımızdaki akvam +vazife hissinden başka bir de fedakarlık hissiyle mütehassis +oldular. Gece gündüz çalıştılar; hem de cansiperane çalıştılar. +Bizde hani sa’y hani mücahede hani azim? Hiç biri +yok; hiç bir şey yok! Dünya durmuyor beşeriyet durmuyor +bütün milletler alabildiğine gidiyor! Biz uyurken onlar uyanıktılar; +biz otururken onlar geceli gündüzlü çalışıyordular. +Başımıza gelen bu felaketler evvelce görülmez bir şey +miydi? Vallahi değildi.. Vallahi hepimiz biliyorduk. O kadar +bağırdık çağırdık: Din gidiyor vatan gidiyor dedik.. Kim +dinledi? Hiç birimiz aman gitmesin tutalım diye el uzattık +mı? Vallahi uzatmadık. Felaket-i hazıradan hepimiz mes’ulüz; +evet hem indallah hem indennas mes’ulüz. İçimizde +mes’ul olmayacak ferd yok. Başkalarını muaheze ile kendimizi +kurtarmış olmayız. Cenab-ı Hak: +buyuruyor. Başkalarını muahezeden ne çıkar? +Herkes kendini nefsini muaheze etsin; herkes kendi +nefsini murakabe altında bulundursun. Herkes kendinden +mes’ul. Doğrusu hiç birimiz vazifesini bi-hakkın ifa edemedi. +Eğer herkes çalışsa idi vazifesini ifa etse idi vatan-ı İslam +böyle perişan mı olurdu? Biz aklın hükmünü ta’til ettik; biz +şeriatın sözünü tutmadık... Zaten akıl ile şeriat başka başka +şeyler değil ki. İlmihalde bile öyle denmiyor mu? Ef’al-i mükellefin +“akıl baliğ” olanlar için değil midir? Tekalif-i ilahiyye +bütün aklı başında olanlaradır. Aleyhissalatu vesselam +Efendimiz buyuruyorlar ki: +“ İnsanın dini aklından ibarettir; aklı olmayanın dini de +yoktur” hadis-i sahih bu. +Bir adamın Müslümanlığını sakın ceffe’l-kalem beğeni +vermeyiniz; evvela derece-i aklını yoklayınız bakalım. +Daha bir kaç hadis-i şerif var ki ibare-i şerifesini aynen nakl +edemeyeceğim. Meallerini söyleyeyim: “Kıyamet günü herkesin +nezd-i ilahideki mertebesi aklı mikdarında olacaktır.” +“Halk amel-i hayrda bulunur; lakin Cenab-ı Hak sevabı kullarının +aklına göre verir.” İyi amma akla bu kadar hürmet +neden? Çünkü erbab-ı aklın imanıyla senin benim imanım +bir mi ya? Sen ben babamızdan gördük; yani hazır dine +konduk. Ukala ise böyle değil; kafalarında her gün binlerce +kıyamet kopuyor. Şüpheler zavallıların bünyan-ı imanına +muttasıl hücum ediyor. Uğraşıyor birisini deviriyor biri +daha peyda oluyor. Onu da yıkıyor üçüncüsü çıkıyor. Hasılı +biçarenin ömrü mücahede ile geçiyor hepsini yıkıp yani +herif alnının teriyle Müslüman oluyor. Tabiidir ki ferda-yı +kıyamette onun Allah indindeki Peygamberimiz indindeki +mevkii senden benden çok yüksek olacak. Hiç benim imanım +Ben hazıra konmuşum. O hazret ise ömrünü mücahede ile +geçirmiş. +Biz ise aklın hükmünü bile ta’til ettik. Hayrımıza bir teklif +vaki’ olsa bakarız: Şeriata muvafık mı muhalif mi? Neuzubillah: +Bu hal şeriata ne büyük bühtandır! Şeriatın içinde +ma’kūl olmayan ne var? Şeriat yalnız ahiret için mi? Öyle +olsaydı Allah müslümanları hiç dünyaya göndermez; elestü +birabbiküm imtihanını atlatanları doğrudan doğruya cennete +geçirirdi! Zaten en birinci felaketimiz buradan başlıyor: +Din ile dünyayı birbirinden ayırmışız. Halbuki bunlar başka +başka şeyler değil. İşte Kur’an elimizde; işte aleyhissalatu +vesselam Efendimizin bütün sözleri meydanda! Hepimiz +görüyoruz dini dünyadan ayırmışlar mı? +Dünya için hiç ölmeyecek gibi; ahiret için de yarın ölecek +gibi çalış. Sonra namazda her zaman okuyoruz. +Yarab hem dünyada iyilik +ver hem ahirette iyilik ver. Din dünyadan ayrı bir şey değil. +Dünyasız din durmaz. Hangi milletin dünyası elinden gitmiş +eder. +yaptı ahır yaptı. Mescid bul da namaz kıl; minare bul da +ezan oku! Bununla beraber olacağa nisbetle bu olmuşlar +bir şey değil! Eğer biz gözümüzü açmazsak -neuzubillah- İslam’ın +dünyada namı bile kalmayacaktır. +Hazret bu cümleyi o kadar galeyanla o kadar teessürle +söyledi ki Süleymaniye’nin dalgın kubbelerini cuşa getiren +sesi bütün kalblerde pek hazin in’ikaslar uyandırdı. O aralık +bir dakika kadar sükut etti; baktım gözünden önündeki tahtanın +üzerine yaşlar dökülüyordu. Artık girye ile boğulmuş +bir sesle devam ederek dedi ki: İslam’ın son penahı bu hükümettir; +dinin son yurdu burasıdır. Ah ya Rabbi sen o günleri +gösterme bu da giderse Müslümanlığın hali ne olur? O +zaman ne namaz kalır ne cami; ne namus kalır ne aile; ne +Hac kalır ne Beytullah!. Vallahi hepsini çiğnerler yıkarlar... +Vallahi yıkarlar!.. Yüzlerce milyon İslam’ı taht-ı esaretlerinde +tutan o hükümetler şimdilik hep bu hükümetten biliyorlar; +diyorlar ki: “Müslümanların meydanda bir hükümetleri var. +Şayed dinlerine Ka’belerine hücuma kalkışırsak hepsi onun +etrafına toplanırlar neticesi bizim için hoş gelmez.” Hilafet’i +de devirdikten sonra görürsünüz: Şiar-ı dinden bir şey bırakırlar +mı? O zaman haddine düşsün de Hind Mısır müslümanları +Rus müslümanları yahud Fas Cezayir müslümanları +“İslam” kelimesini ağızlarına alabilsinler: O anda dillerini +koparırlar. Muhakkak bu! Bunları bilmeliyiz düşünmeliyiz +de ne yapmak lazımsa şimdiden yapmalıyız. Böyle yalnız +“Vatan tehlikede!..” “Din tehlikede!..” demekle iş bitmez. +O tehlikenin evvela dairesini sonra da çaresini düşünmeli +felaketi adam akıllı hissetmeli. +Fakat bizde his kalmamış. Bizde duygu kalmamış! Hani +herifin kıçına vurmuşlar aşağı mahallede davul çalıyorlar +demiş; sonra kafasına vurmuşlar davul galiba bizim mahalleye +geldi demiş. Biz de şimdi tıpkı böyleyiz! Yangın bacamıza +sardı biz hala uyuyoruz! Sa’di’nin ne güzel bir hikayesi +var: +“Bir gece kervan halkına katışmış gayet vasi’ bir çölden +geçiyordum. Pek yorgun olduğum için bir kenarda yattım +uyudum. Deveci geldi: Kalk dedi kervan geçti gitti. Sen ne +yapıyorsun? Benim de senin gibi uykum var; ben de senin +gibi yorgunum. Kaç gecedir gözüme uyku girdiği yok. Fakat +nasıl yatarım? Çöl hatarlı. Sağda solda arkada namütenahi +mehalik var. Kalk gözünü aç bak: Yolda kervandan eser var +mı?... +“Sonra kalktım koşarak kervana yetiştim...” +Sonra Hazret-i Sa’di diyor ki: +! +“Yolda uyuyanlar gözlerini açtıkları zaman kervanı göçmüş +bulurlar; yolda kimseyi görmezler!” +Hikayeyi bizim halimize tatbik edersek görürüz ki: Kervan: +Akvam-ı insaniyye çöl de: Bu mazi-i atalettir. Madem +ki dünyada bulunuyoruz bu çölü geçip gitmek mecburiyetindeyiz. +Sıkıntıya katlanacağız. Katlanmazsak arkadan gelenler +yolda uyuyanları ezer geçerler. Kanun-ı hayat böyledir: +Duranlar için hakk-ı hayat yok. Beşeriyet durmuyor. +Durursan muhakkak ezilirsin! +Tarihten misal aramaya hacet var mı? Dünkü çoban Bulgarlar +adam oldular da bizi ezdiler. Bu herifler otuz sene +evvel sayı bilmezlerdi! Otuza kadar o da parmakla güç sayabilirlerdi. +Hesabı yüze kadar hiç biri çıkaramazdı! Fakat +bugün bakın ne hale geldiler! Askeri askerimizi perişan etti; +siyasiyyunu siyasiyyunumuzu bastırdı. Muallimleri bizim +muallimlerimizden fazla yararlık gösterdi. Mağlub olan yalnız +ordumuz değil. Evet sen bu memlekette hangi mevki’de +sana galib! Bakın bunlar otuz sene içinde bu hale geldiler. +Dün bir vilayet iken bugün kral oldular; yarın imparator olacaklar! +Metbu’larını çiğnediler geçtiler. Çünkü çalıştılar. O +sayede insaniyete katıldılar. Biz ise etrafı görmedik uyumak +Bizde vazife hissi yok. Onlar ise vazifelerini ifa ettikten +başka fedakarlık da gösterdiler. Benim evvelce Edirne vilayeti +dahilinde me’muriyetim vardı. Ara sıra Bulgaristan’a +geçerdim; köylerde heriflerin ne kadar çalıştıklarını gözümle +gördüm. Hatta bir kere köyün birinde çarıklı kepeli bir +Bulgar gördüm. Çoban zannettim lakin azıcık konuştuktan +sonra herifi pek yaman buldum. Sonra bir münasebetle darülfünun +me’zunu olduğunu öğrendim. Bakınız tahsil-i ali +görmüş bir herif çoban kıyafetine giriyor da köylüleri irşad +ediyor! +şey. Bundan sonra da yapmazsak yaşamak yok. +Bizi kurtaracak yegane çare –geçende de söylemiştim– +maariftir; maarif-i sahihadır maarif-i hakīkıyyedir. Memlekete +bunu sokarsak kurtuluruz. Maarif-i nafia hala memlekete +girmedi. Avam kısmı hiç okumuyor yazmıyor. Okuyup +yazanlar ise ne dünyaya ne ahirete yarar bir yığın nazariyyat +ki kurtulacağız yoksa kurtulmak imkanı yok. +Evet din de maarifle kaim dünya da. Dünyanın maarifle +kaim olduğu anlaşılır. Fakat din nasıl maarifle kaim olabilir? +O da pek tabii. Çünkü insaniyet durmuyor. Günden +güne teali edip gidiyor. Hatta Müslümanlık’tan evvel bir çok +edyan vardı. Bugün onlar mensuhdur. Fakat nazil oldukları +zaman o vakitki insanlar için kafi idi. Sonra edvar değişti. +daha mükemmel bir dine bıraktı çekildi. Ta Müslümanlığa +kadar hal böyle idi. Müslümanlık hatemü’l-edyandır. Bundan +sonra bir din-i ilahi daha gelmeyecektir. +Pek a’la! Nasıl olur da Müslümanlık kıyamete kadar gelip +gidecek insanların ihtiyacına kafi gelebilecek? Elbet. Çünkü +Kitabullah’ın Ehadis-i Resulullah’ın içinde her devirde yaşayacak +o hakīkatler ilimle meydana çıkar. Kur’an ayetullah değil +mi? Arz sema da birer ayetullah’dır. Bizim gibi akvam-ı ibtidaiyye +topraktan sade ekin alır; biraz daha gayret ederse su +çıkarır. Akvam-ı mütemeddine ise ma’den çıkarır. Biz sudan +yalnız değirmen yapıyoruz. Onlar elektrik istihsal ediyor. Biz +buluttan yağmur topluyoruz; onlar yıldırım bile avlıyor. +Maddiyat böyle olduğu gibi ma’neviyat da böyle. Müterakkī +milletler nasıl bu alem-i hilkatte bizden çok hem kıyas +kabul etmeyecek kadar çok müstefid oluyorlarsa alim bir +cemaat-ı İslamiyye de Kitabullah’dan Ehadis-i Nebeviyye’den +şimdiki cahil müslümanlara nisbetle namütenahi +hakaık çıkarabilir. Yoksa vaktiyle icabı kadar tefsir yazılmış +elverir diyemeyeceğiz. Eslaf çalışmışlar Allah kendilerinden +razı olsun bir çok asar vücuda getirmişler fakat dememişler +ki: “Bu asarımız ila yevmi’l-kıyam size elverir. Siz artık çalışmayın +da yalnız bizim kitapları okuyunuz..” +Bilakis demişler ki: “Siz de çalışacaksınız. Hem bunları +okuyacaksınız hem de kendi fikrinizi ilave ederek zamanınıza +göre yeni yeni eserler vücuda getireceksiniz. Böyle böyle +sonuna kadar gidecek.” +Halk hayrını şerrini bilmiyor. Çünkü büsbütün cahil. +Biz okur yazar tabaka da zavallıları büsbütün ma’kus yollara +sevk edip duruyoruz! Dört senedir ayaklanan nihayet +başımıza bu felaketi getiren akvamın sebeb-i isyanı ne idi? +Hep cehaletleri! Kışkırttılar. Onlar da ne yapsın hakīkat-i +hali fark edemedikleri için her fesada kapıldılar. İşte Arnavutlar! +Bakınız ne hale geldiler! Bizi de ne hale getirdiler! +Bu da pek tabiidir. Böyle gidersek el-iyazübillah akvam-ı +saire de aynı hale gelecek. Herkes felaketi görsün akıbeti +düşünsün de ona göre çalışsın. Artık nifakları şikakları gömelim. +Eski yaraları bir daha deşmeyelim. Örttüğümüz mezarları +tekrar eşmeyelim. İstikbalden kat’-ı ümid etmeyelim. +Me’yus olmayalım. Zira ye’s haramdır; zira ye’s en büyük +ölümdür. + +---- +. . . . . +---- + +Meal-i Hakimi +den karalarda denizlerde fesad zahir oldu kahr u celal sahibi +olan Allahü Teala onların saadet-i hayatlarını bu suretle +ne dehalet ederler. +* * * +Ezmine ve emkinenin te’siratından şanı münezzeh ve +müteali olan hazret-i Kur’an -ı Hakim cihan-ı tevhidin o +ezeli ve ebedi kanunu bak ne diyor? İslamiyet’le o hakīkī +bedbaht vatan-ı Hilafeti belki bütün alem-i İslam’ı kaplayan +ateş-i fitne ve fesad içinde cayır cayır yanarken Kitabullah’ı +açıp da şu ayet-i celileyi derin bir im’an-ı nazarla okuyunca +ne der? Sanki şimdi celalet-bahş-ı nüzul olmuş sanır da karşısında +tir tir titrer. +Evet evet! Şimdi mehabet-bahş-ı nüzul oldu. İşte sana +hitab işte sana tevcih-i itab ediyor. Aklın varsa dinle! Fikrin +varsa düşün! Ruhun varsa titre! Lisan-ı hakīkat “fesad” +nazm-ı kerimini kaht u gala ile veba ve taun ile mütemadi +harik ile zelzele ile a’da-yı din-i vatanın galebe ve istilası +katl-i ammı nisvanın namus ve ismeti pamal olunmasıyla +tefsir ediyor. İşte yangınlar mütemadi! İşte zelzeleler +mütevali! İşte Trablusgarb gibi koca bir vatan-ı İslam elden +gitti! İşte Rumeli gibi kişverler hükumetler vücuda getirecek +kadar büyük bir mülk-i İslam a’danın pa-yı istilası altında +rulmuş sinesinden kanlar fışkırıyor. Muhadderatımızın binlerce +zevcelerimizin kızlarımızın gelinlerimizin nikab-ı iffet +ü ismetleri kanlar içinde yüzüyor. Kendileri nasıye-i felaketlerine +basılan Salib damgasıyla cebren ve kahren sürüklenerek +kiliselere götürülüyor. Esnama secde ettiriliyor. +denizler. İşte bedbaht vatan-ı İslam’ı kaplayan cehennemi +tufan-ı fesadlar! +Bunların hepsi mesavi-i ef’al ü a’malimizin ceza-yı dünyevisidir. +Bu bir hızy-i ilahidir. Bunun bir de azab-ı uhrevisi +var. Cenab-ı Hak zulümden zulmün zerresinden münezzeh +ve müberradır. Bize bir kanun-ı insaniyyet bir düstur-ı +uhuvvet ve medeniyyet ihsan buyurmuş; buna iktida eden +la-cerem minhac-ı selamet ve sebilürreşad-ı saadete ihtida +eder. Bundan yüz çeviren de işte bizim gibi böyle zelzele +man kılıncıyla parçalanır kanından bahr-i ahmerler icad +eder. +Sübhanallah! Düşmanlarımız arasında bazı ulüvv-i ruh +ve vicdan ashabı bize acıyor zalimlerimize la’net-han oluyor +da biz kendi hayat-ı diniyyemize kendi namus-ı istiklalimize +karşı lakaydlığımızı muhafazada devam edip gidiyoruz. Nereye? +Makbere-i ademe! Mezar-ı inkıraza! Derk-i esfel-i zillet +ü esarete! Yine o sefahet! Yine o rezalet! Yine o ahlaksızlık! +Yekdiğerimize karşı zerre kadar şefkat ve merhametimiz yok. +Birbirimizin gözünü çıkarmaya canını almaya çalışıyoruz! +Tıbkı Endülüs! Aynı Gırnata! İşte bu ayet-i celile onlara da +diler. Nihayet mahv oldular gittiler. Efradı yekdiğerini sevmeyen +birbirine acımayan insaniyetlerini terzil hayatlarını +tahkīr eden bir millete Cenab-ı Hak nasıl merhamet eder? += Acımayana acınmaz hadis-i şerif.” +Ey İslamiyet da’vasında bulunan zavallı! Bunca felaketlerden +lah’ın bargah-ı afv u merhametine dehalet eder misin yoksa +bu mesaib sana az geldi de dahasını mı istersin? Henüz +rücu’ imkanı varken bu fırsatı olsun kaçırmazsan yine akıllılık +etmiş olursun. Bak! Yine sen bilirsin. Cenab-ı Allah’ın +kahr u celali azgınlıklarında ısrar eden insan şeytanlarına +şihab-ı sakıblar da yağdırır. Dünyaya gelmemişe döndürür. +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Bu mukaddematı serd etmekten maksadımız müslümanlarca +vazife-i ahlakıyyenin istinadgahı vahiy olmakla mahiyyet-i +akliyyesinden bir şey gaib etmediğini anlatmaktır. +Evet bizde vacibat-ı ahlakıyyenin menbaı dindir vahiydir. +Müfredat-ı vezaife tealluk eden evamir ü nevahi ta’dad edilemeyecek +kadar çoktur. Fakat bir müslümana göre zahir-i +halde kendinden haric bir menba’dan sadır olan bu evamir +ü nevahiye mütabaat etmek hakīkatte yine vazife tasavvurunu +mebde’-i aslisi olan akıldan iktibas etmek demektir. Çünkü +onun fi’l-asl Müslüman oluşu iman etmesi zaten istidlal-i +akli neticesi idi. Her Müslüman vücuduna iman ettiği zat-ı +ecell ü a’lanın alim olduğunu halık-ı kainat olmak dolayısıyla +fıtrat-ı beşeriyyenin kaffe-i serairine muttali’ olduğunu +gayat-ı kemaliyyesine vusule medar olacak terbiye-i iradiyyenin +keyfiyetine de kendisinden ziyade muttali’ olduğunu +ganiyyün ani’l-alemin olmak hasebiyle evamirinin daima +hayra nevahisinin daima şerre müteallik olduğunu biliyor. +bu evamir ü nevahinin fevaid ü mazarratı da ta’dad edilerek +gaye-i kemale keyfiyet-i vusul hakkında ekseriya +Ta’bir-i diğerle şeriat-i mutahhara teklifatını serd ederken o +teklifata inkıyaddaki saadet-i mahza edille ve berahinini de +birlikte serd etmekten yani aklın delaletini isti’malden hali +şeklinde el-Muttaki el-Hindi +kalmıyor. Müslim-i mükellef daima vacibatın vesail-i hayr +mahzuratın ise vesail-i şer olduğuna aklen kanaat ediyor. +Madem ki insana nur-ı aklı veren; hayır ve şer saadet ve +şakavet hak ve batıl vazife gibi mebadi-i evvel ile aklı techiz +eden zat-ı Bari’dir. Yine o zat-ı Bari’nin bazı evamir ü nevahi +bildirmesi aklın hizmet-i irşadiyyesini teshil etmesi neden +aklı haiz olduğu paye-i i’tiladan tenzil etsin? Bu kabilden bir +mevki’de kalır. +Din-i İslam’da vakıa gaye-i ahlakīnin ta’bir-i diğerle +kanun-ı ahlakīnin bedreka-i saadet olacak kaide-i külliyyenin; +noksan ve istisna kabul etmez külli ve zaruri bir kanunun +menşei vahy-i münzeldir. Fakat bunun böyle olması += Hikmet mü’minin gaib olmuş malıdır. +Onu nerede bulsa alır.” hadis-i şerifindeki irşad-ı ulviye tebean +Kant’ın umumen kabul olunan: “Öyle hareket et ki +bir kanun-ı külli mebdei suretinde olsun.” kaide-i meşhuresini +kabul etmemize hiç de mani’ değildir. Mani’ olmak şöyle +dursun bizim tabi’ olduğumuz kanun-ı ahlakī de zaten bundan +ve tatbikatına dair olan cüz’iyyat-ı evamir ve nevahiyi bir tarafa +bırakarak nusus-ı şer’iyyeden asıl kanun-ı külliyi taharri +edersek bu kanunun taraf-ı şari’den ukūl-i nasa daha kolay +nüfuz edebilecek bir tarz-ı ekmelde ifade edildiğini görürüz. +Bir hadis-i şerifte: += +“Birr yani iyilik kalbin mutmain olduğu şeydir. Sana fetva +verseler de hilafına aldırma tekrar ederim ki sana fetva verseler +de hilafına aldırma.” buyuruluyor. Ma’lumdur ki bir +fi’lin hayır olduğuna kalbin mutmain olması her halde aklın +delaletine nur-ı irşadına vabestedir. Diğer bir hadis-i +şerifte: +“ = Birr yani iyilik hüsn-i ahlaktır. Günah da kalbinde +yerleşip de nasın ona muttali’ olduğunu istemediğin +şeydir.” diğer bir hadis-i şerifte: +“ = Senden sudurunu halkın gördüğünü +buyuruluyor. +Bir kere düşünelim. Nasın muttali’ olduğunu istemeyeceğimiz +şey aklın bir kaide-i külliyye olarak tanımak istemediği +beğenmediği şeyden başkası olabilir mi? Birr ve +ma’siyetin mahiyetlerini ta’yin eden bu kaidelerin Kant’ın +kanun-ı ahlakīsine de racih olduğunu yine aklımız bize söylüyor. +Zira Kant’ın salifü’z-zikr kanunu yalnız ef’alimize yani +a’mal-i cevarihimize şamil gibi görünüyor. Bu kanun niyyat +u makasıdımızı yani a’mal-i kalbi ihmal ediyor. Kuvvede +kalmış ketm-i nevayadan saha-i tatbika çıkmamış a’male +mes’uliyet terettüb ettiğini o kadar açık göstermiyor. Kant’ın +kanunundaki “hareket et” siga-i emrinin mutazammın olduğu +ma’nayı niyyatımıza da teşmil etsek bile hadis-i şerifin +tarz-ı beyanındaki rüchan ve kemale yine halel gelmez. +şeklinde Ahmed İbn Hanbel +Zira bütün insanları yekdiğerine karşı fenalık etmek kasdıyla +meşbu’ farz etsek irade-i şer a’mal-i cevarih vasıtasıyla +fi’len haricde tecelli etmedikçe kimseye bir zarar terettüb +etmeyeceğinden bu hükmün kanun-ı ahlakīyi vazifeyi yalnız +a’mal-i cevarihin hüsn-i isti’maline kasr ettiği anlaşılıyor. +Hadis-i şerifte ise hayır olsun şer olsun niyyatımızın kaffesinden +mes’ulü olduğumuz sarahaten tebeyyün ediyor. +Binaenaleyh kanun-ı şer’iye göre biz saha-i fi’le çıkmamış +niyyatımızdan da mes’ulüz. Nitekim Kur’an-ı Kerim ’de: +“ = Nefsinizde olanı +soracaktır.” Sure-i Bakara ayet . Diğer bir ayet-i kerimede +de: += +Şübhesiz sem’ basar kalb bunların hepsinden dolayı sual +vakı’ olacaktır.” Sure-i İsra ayet diye varid olmuştur. +Bizce insanın kıymet-i ahlakıyyesi a’malinden ziyade +niyetiyledir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem +efendimiz a’malimizin kıymeti niyyat ile ölçüleceğini ifham +“ = Amellerin kadri ancak niyyat iledir.” +buyurdukları gibi diğer bir hadis-i şerifte: +“ = Allahü +Teala sizin suretlerinize amellerinize bakmaz. Kalblerinize +niyetlerinize bakar.” Diğer bir hadiste de: +“ = Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır.” buyuruyor. +Kant’ın kaidesi ise demin söylediğimiz asıl kaide-i külliyye-i +şer’iyyenin bir fer’i olup: +“ = Her neyi ki halk tarafından +sana yapıldığını istersen onu yap. Her neyi ki halk +tarafından sana yapıldığını istemezsen onunla halkı iz’ac +etme.” hadis-i şerifine nazırdır. +BEŞINCI ASR-I HICRIDE MISIR +Mısır’ın beşinci asr-ı hicride; baştan başa; vüzera ve +ümeranın ihtirasat-ı sefilelerine bir cidalgah-ı tesadüm olduğunu +görüyoruz. Filhakīka bu asırda şahsi niza’lar mevki’ +mücadeleleri post gavgaları memleketi yakıp kavurmuş +zeranın mücadelat-ı ihtiraskaraneleri ulum ve fünunun inkişaf +ve terakkīsine hail olamamıştır. +Siyasi ihtiraslar Mısır’da kuvvetli ve metin bir hükumet +teessüsüne mani’ olmuş ise de inkişafat-ı ilmiyyeyi te’hir +edememiştir. +Mustansır’ın uzun ve fakat vak’a-alud olan devr-i hükumetinde +makam-ı vezarete irtika edenler miyanında fünun +ve sanayii cidden himaye etmiş ali simalar da vardır. +Nam-ı maali-ittisamı tarihin ebed-nümun sahayifine zişekilde +net-bahş olan meşhur “Bedruddin-i Cemali” bu vezirler arasında +mümtaz bir paye-i alü’l-al ihraz etmiş eazımdandır. +Mısır herc ü merc içinde puyan ihtirasat-ı şahsiyyenin +aciz bir baziçesi haline gelmiş olan hükumet bi-tab u tüvan +kaldığı bir hengamda Mustansır Bedruddin’i “Müdebbir-i +Devlet” ünvanıyla makam-ı vezarete geçirmişti. Bedruddin +harika-nüma bir deha-yı siyasi ile az müddet zarfında gerdune-i +devleti seyr-i tabiisine irca’ ve asayiş ve intizamı iadeye +muvaffak olduktan maada Mısır’ı bir gülzar-ı ma’rifet haline +getirmiştir. +Bedruddin tarih-i vefatını iş’ar eden senesine kadar +bütün gayretini ulum ve fünun sanayi’ ve edebiyyatın terakkīsine +hasr etmiştir. Ulema ve fuzalayı himaye memalik-i +baidede ilm ü irfanlarıyla iştihar etmiş olan zevatı Mısır’a +celb ü da’vetle kendilerini enva’-ı iltifat u ikrama mazhar +ederdi. +El-Ezher Medresesi daha bu devirde semere-i füyuzatını +yetiştirmeye başlamıştı. Filhakīka alem-i İslam’ın en büyük +ve en mütebahhir riyaziyyunundan ma’dud olan İbni Heysem +“El-Hazin” bu asırda Ezher’in zir-i sakf-ı irfan-penahında +neşriyat-ı fenniyeye çalışmakta idi. +sem derecesinde bir şöhret iktisab edememiş ise de hayat-ı +münzeviyanesini tetebbuat ve tedkīkat-ı ilmiyyeye hasr etmiş +mütebahhirin-i ulemadandır. Ezher’in bi-hakkın medar-ı +mübahatı olan bu iki muhterem sima zevk-ı tetebbu’ +hırs-ı mütalaanın sebatkar birer nümunesi gibi gösterilebilir. +Ulum-ı tabiiyye mütehassısları miyanında Ömer bin +Ali namında bir zatı da zikredebiliriz. Ömer Halife Hakim +Bi-emrillah namına ithaf etmiş olduğu fenn-i kehhaliye aid +bir eseriyle iştihar eylemiştir. +Bu asırda Mısır’da neşr u te’lif edilen asar ve müellefat-ı +muhallede ümm-i dünyanın sema-yı irfanını rengarenk +şuaata gark eylemekte idi. Bu gibi kıymetdar kitaplarla mali +olan kütübhaneler ise Mısır’a ebedi bir şöhret bahş eylemiştir. +Fatımiler’in Kahire’de te’sis ettikleri büyük kütübhane +her biri binlerce müellefat-ı aliyye ile mali on sekiz kadar +cesim salondan mürekkeb bir müessese-i azime idi. +Ma’ruf zevatın hususi darülkütübleri ise resmi ve umumi +kütübhanelerden hiç de aşağı kalmıyordu. Bedruddin-i +Cemali’nin mahdum ve halefi Vezir “Efdal”in vefatında kütübhanesinde +beş yüz bin cild kitap bulunmuştu. Şayan-ı teessüftür +ki bu kıymetdar kitaplar bu muazzam kütübhaneler +eyadi-i tahribden kurtulamamış ahlafa bunlardan pek az +bir mikdarı intikal edebilmiştir. Vüzera’-i Mısriyyeden birisi +büyük kütübhaneden bir defada yirmi beş deve yükü kitap +kaldırmıştı. Bu kütübhanelerin bir kısmı da Berberiler tarafından +yağma ve tahrib edilmiştir. Berberiler kütübhanelerden +topladıkları kitapların müzehheb ve müzeyyen cildlerini +sökerek almışlar ve kitapları bir ovaya atmışlardı. Ruzgarlar +atılan kitapların üzerlerini kumlarla setr ederek birer tepe +hasıl etmiş olduğundan bu suretle teşekkül eden tepelere +“Tellü’l-kütüb” namı verilmişti. +Zengin darülkütübler arasında birinciliği ihraz eden +“Emir Mübaşir”in kütübhanesi de bilahare tahrib edilmiş +olan müessesat miyanındadır. +Beşinci asırda Mısır’da fenn-i tıb da pek ziyade mazhar-ı +terakkī olmuştu. Reisü’l-etibba makamında Ali bin Rıdvan +gibi aba’-i tıbdan muktedir ve hazık bir zat bulunuyordu. +Ebu Ali Muhammed bin Hasen bin El-Heysem İbni +Sina’dan sonra on birinci asr-ı miladide afak-ı şarkta zuhur +eden parlak en şa’şaadar bir sima-yı maali-nisardır. +göstermiş olduğu deha-yı harika-nüması ile Kanun Şifa’ +ve Necat gibi müellefat-ı muhalledesi bertaraf edilirse İbni +Heysem’i Şarkın fünun-ı şettada en mütebahhir bir dahisi +gibi telakkī edebiliriz. +Filhakīka İbni Heysem en yüksek mevzu’ları tedkīk etmiş +en gamız mesaili kurcalamış en muğlak mebahisle +duradur meşgūl olmuş bir harika-i fenn ü hikmettir. Ulum-ı +riyaziyyede en yüksek payeyi ihraz etmiştir. Ulum-i hikemiyye +felsefiyye ve tabiiyyedeki derece-i tebahhuru ise rukabasının +bile taht-ı i’tirafında idi. Bütün bu fenlere dair yazmış +olduğu kitapların adedi iki yüzü tecavüz ediyor. +Hikmet-i tabiiyyeden mebhas-i ziya hakkındaki kitabı +bütün Avrupa ulemasının hayret ve takdirini celb etmiş ve +erbab-ı fenni kendisine medyun ve minnetdar bırakmıştır. +Bu nokta-i nazardan İbni Heysem; bir harika-i fıtrat olduğunda +şübhe edilemeyen İbni Sina gibi; alem-i İslam’ın +bi-hakkın medar-ı fahr u mübahatı olan mütebahhir cevval +ve zengin dimağlar arasında; daima en ali ve en yüksek derecede +ta’dad olunmalıdır. +Fakat nazariyat-ı tıbbiyyedeki vukūf-ı kamiline rağmen bilfi’l +mi ve her şeyden evvel bir riyazi idi. Müşarun-ileyhin derece-i +tebahhur ve paye-i kemalini layık olduğu derecede +takdir ve tebcil edebilmek için bütün bu fenlere dair yazmış +olduğu kitapları tedkīk etmek icab eder. +halled bir şeref olduğu gibi tarih-i fünun nokta-i nazarından +da şayan-ı tetebbu’ bir deha-yı bi-payandır. Bu deha’ son +zamanda Garb’da; Şark’tan daha iyi takdir daha ziyade +ted +kīk edilmiştir. Oldukça uzak bir devirden beri İbni Heysem +Avrupa erbab-ı ulumunun nazar-ı dikkatini celb eylemişti. +Mebhas-i ziyaya aid olan kitabı Latince’ye nakl ü tercüme +edildikten sonra İbni Heysem’in Avrupa’daki şöhreti +büsbütün artmış ve nam-ı ebed-ittisamı tarih-i fünunun en +mühim sahayifini işgal eylemiştir. +Fakat bu kitabın Latince tercümesi “El-Hazin” namı +altında neşredilmiş olduğundan; birçok zamanlar; Avrupa +erbab-ı fünunu İbni Heysem’in El-Hazin’den başka bir +zat olduğu zehabında bulunmuşlardı. Son zamanlarda +Kitabü’l-Menazır müellifi olan el-Hazin’in İbni Heysem’den +başka bir zat olmadığı suret-i kat’iyyede anlaşılmış ve bu +hata tashih edilmiştir. Müdekkık-ı şehir Mösyö Chasles bile +bu hataya düşmekten kurtulamamıştır. +lüd etmiştir. Kitabun fi-Takvimi Sanaati’t-Tıbbiyye ünvanlı +eserinde hicretin ’nci senesinde altmış üç yaşında olduğunu +tasrih ediyor. Müşarun-ileyhin Mısır’a hicreti esbabına +dair muhtelif rivayat serd edilmektedir: +Deniliyor ki: İbni Heysem Basra’da iken valiliğe kadar +fart-ı inhimakine galebe edemeyerek tevsi’-i ma’lumat ve +tedkīk-ı kainat fikriyle me’muriyetten bil-isti’fa seyahate +çıkmış ve bu suretle Mısır’a giderek orada ihtiyar-ı ikamet +etmiştir. +Diğer bir rivayete göre İbni Heysem Basra’da +bulunduğu esnada ulum-ı riyaziyye sayesinde Nil’in feyezanından +duğunu iddia ve i’lan etmiş olduğundan o zaman Mısır’da +hükümran olan hulefa-i Fatımiyye’den “Hakim Bi-emrillah” +kendisini Mısır’a da’vet etmiş ve o da bu da’vete icabetle +Kahire’ye hicret ederek orada yerleşmiştir. +Rivayetler her ne olursa olsun tarihen muhakkak olan +nokta İbni Heysem’in hulefa-i Fatımiyye’den Hakim Bi-emrillah’ın +Kahire’ye muvasalat etmiş olması keyfiyetidir. Bu tarihten +tedrisata hasr ederek Ezher’i füyuzat-ı irfanıyla bir lalezar-ı +kemalata çevirmiştir. +Camiülezher bu asırda İbni Heysem İbni Yunus gibi +dühat-ı fen sayesinde cihan-ı ma’rifetin yegane bir darülfünun-ı +şübban-ı ma’rifet İbni Heysem’in füyuzat-ı ilmiyyesinden +lardı. İbni Heysem fazilet-i ilmiyyesi nisbetinde kanaatkar +deha’-i fıtrisi kadar gına-i kalbe malik efazıldan idi. Gayet +güzel hüsn-i hattı olduğu cihetle tedrisat ve te’lifattan azade +kaldığı zamanlarda Öklid ve el-Mecisti ’yi istinsah eder +ve bunları satarak mukabilinde aldığı altın ile te’min-i +maişete çalışırdı. +tammı vardı. Lütufkar mün’im mültefit ve şefik bir zat olduğundan +kedd-i yeminiyle kazandığı mebaliğın kısm-ı küllisini +biçaregana dağıtır ve bununla zevkyab olurdu. +Kitabun fi-Takvimi’s-Sanaati’t-Tıbbiyye ünvanlı eserinde +hicretin tarihine kadar te’lif etmiş olduğu asarın esamisini +ta’dad etmektedir. +MÜNACAT +– – +Her taşta bir buhur mütevekkil yanar uzar; +Bir ıtr-ı pür-dua dağılır lal ü muhtazar. +Yüksekte bir sada-yı hazin eyler ihtizaz. +Umkunda kubbenin duyulur hasta bir niyaz. +Bir çeşme-i hafadan akar köhne bir melal. +Bir uhrevi teemmül eder kalbi hep tavaf +Avare gaşy eder dili bir hüzn-i pak ü saf... +Bir cevv-i arş ü ferş açılır ruha müntehi; +Bir alem-i havarık u ferda geniş tehi... +Gözler dolar sirişk-i teessürle nagehan. +Bizler zemin-i ecre birer saye-i hazan +Geldik huzur-ı lutfuna ya Rabbi işte biz +Bizler baharı görmemiş evlad-ı matemiz. +Dünyada sade gurbet ü hasretle ağladık; +Yıllarca kalbimizde felaket kucakladık. +Biz ağladık ve ruh-ı Resul’ün hep ağladı +Akşamların gözünde güneş kanla çağladı +Artık yeter bu zulm ü teaddi bu i’tisaf! +Artık yeter Hilal’e bu yelda-yı inhisaf! +Ey Rabb-i müntakım yeter artık yeter bu zül. +Karşımda ey Salib-i muhakkar ezil küçül! +Sus ey keniselerdeki nakūs-ı şirk ü dall! +Sustur o velvelatı sen ey Rabb-i Zülcelal. +Göklerde necm ü mahı muzaffer kıl ey Celil +Yüksel ve çık erikene ey bedr-i mün’azil! +Artık ser-i melaline koy tac-ı nurunu. +Göm merkad-i zalama Salib’in gururunu! +EY ŞARK! +Gök yer güneş düşünceli yıldızların bütün +Mağmum u muğterib seni bak dinliyor bugün. +Sen onların harim-i kebudunda çok zaman +Çok uykularla çokça yoruldun biraz uyan! +Herkes uyandı sen de uyan sen de titre bir +Dünyada yoksa bir dileğin koş mezara gir! +Herkes düşündü sen de düşün sen de şekki at; +Ukbada varsa beklediğin durma haydi bat! +Bat bir de orda mashara ol şad ü hurrem ol +Batmak esaret... İşte nasibin ne şanlı yol! +Çıkmaz fakat sonunda ne dünya ne ahiret; +“Kahrolmadır.” önünde coşan kanlı akıbet! +Bak başların ucunda dönen “mekr-i dehr”e bak +Tut sonra cehli zulmü cehennemde iyice yak! +Mensure: +VARDAR’LA ARAMIZDA... +Kardeşim “Talha” Bey pek iyi hatırlar; geçen yaz beraberce +“Vardar” idi... Trenin penceresine dikilip ben ona Vardar’ın +menakıb-ı şi’r ü felsefesini dinletirken o ara sıra coşar birden +bire cereyan-ı kelamımı; benim ikide birde Vardar’ın +muhassala-i evsafı olmak üzere pencereden dışarıya itare +ettiğim: +– Şanlı Vardar! +Nidasıyla kesiverirdi; müteakıben ben de haykırırdım: +– Şanlı Vardar! +Sonra bizim alkışlarımıza kasidelerimize vazıh ve nermin +ahenklerle mülayim iltivalarla berrak ve zerrin bir eda-yı +talik ile cevablar vererek hıraman olan Vardar’a –kim bilir +trenin hareketinden sonra kaçıncı defadır– pencereden elimi +uzatır +– Allahaısmarladık Vardar; sene başına bizi karşıla! +Diyerek veda’ musafahaları ithaf ederdim. +Gitgide “Şanlı Vardar” ta’biri Talha ile aramızda bir timsal-i +tehassüs mahiyetine büründü. Ben ona ne zaman Üsküb’den +bahsetsem o: +– Şanlı Vardar! +Cümle-i cevabıyla bütün istediklerini anlatmış olduğuna +kani’ bir tavır alır; ben de aynı zemzemenin tekrarı için umk-ı +kalbimden bir ihtiyacın kaynamakta olduğunu hissederek: +– Evet ah Şanlı Vardar! +diye başımı sallardım; bazen bu iki ter-eda-yı mütenazır +bütün hatt-ı muhavereyi tatmin ediverirdi! +Talha ta’tilin son haftalarıyla beraber Üsküb’e avdet +ediyordu; kompartımana girmiş onu uğurluyo[r]duk; çan +mesinden korktuğum bir vediayı teslim etmek için arkadaşımın +elinden tuttum: +– Talha dedim; yalnız gidiyorsun; lakin darılmasın ona +çok selam çok.. Benim hesabıma musafahayı unutma. Şanlı +Vardar!.. +Bir iki hafta sonra biz de Vardar’ın rehberi-i şatır u şehvarına +kavuşmuş onun safvet-bar ve dil-şikar havasının buharlı +kanatları üzerinde Üsküb’e doğru uçmuştuk. Vardar’ı +bu sefer daha ketum ve daha beliğ buldum. O; bana birçok +şeyler anlatmak istiyorken zaman ve hadisatın muzlim ve +kıvranıyor ve nihayet bütün ibhamlarını bütün şeklerini bir +ümid-i ketumanenin lifafe-i billuriniyle örtmek istiyordu. O +zaman ben artık fazla ısrar etmiyor onu: +Vardar sen şanlı değil misin? +Hitabı ile güldürmek istiyordum! Çünkü istemediğim +şey onun durgunluğu onun solukluğu idi.. Ben Vardar’ın +memnun bir medyunu idim. Üsküb’de hayret-zedesi olduğum +manzume-i bedayi’ arasında ilk bana elini uzatan +her akşam üstü onun zeyl-i paki üzerinde dolaşır; bütün +muhitatın gurubun reng-i ateşiniyle boyanmış cevahir-i şi’r +ü bedaatini yine onun dest-i şeb ile müstahzar ab u nur u +ziyadan mürekkeb sıbğ-ı semavisi ile yıkadıktan sonra temellük +ederdim. Ah onun ne kadar nezih ve lahuti bir lisanı +vardı; bazen yalnız üçümüz kalırdık: Vardar kamer ve ben. +O zaman ben onların yanında üçüncülüğümü anlar ve ikisinin +arasında bir sami’ vaz’iyetinde bulunmayı tercih ederdim. +Asırların murakıb-ı semavi ve arzisi olan bu iki varlık; +birbirlerine ka’r-ı dühurdan kopma hatıralar takdim ederken +ben amade-i hatf u ısga bir tavır alırdım; birgün kamer +dar” Filib’in nakıl-i sergüzeşti olur idi; fakat onların en tatlı +zemin-i tahkiyelerini Osmanlı[lı]ğa aid nuut-ı feth u zafer +teşkil ederdi. Bir gece “Kosova” Muharebesini dinletirken +şehadet-i Hudavendigar’a gelince kamerin bir lerziş-i telehhüfü +müteakıb Vardar’a iki damla gözyaşı tevdi’ ettiğini görür +gibi oldum. O zaman Vardar da ben de hep ağlaşmaya +başlamıştık!.; +Teşrinievvel’in ikinci haftası içinde idik; Vardar’ın yüzü +şiddetli yağmurlarla sarardı... +Yine o hafta içinde: Kamerin güneşle müsabaka edercesine +u zefirlerini tabiş-i envar ile yıkıyor. Hava serin bir rükudet +muhitteki ihtilac ve na-şekibiyi tercüme ediyor. Enfüs; bütün +bu ma’na-yı sumt u istiğrakı; bir cümle-i idr[a]k ile yutmak +görüyor oradan bir şeyler bekliyor. +Bu müstesna gecede Vardar’la buluşmuştuk: Ben onun +bir kenarında –senelerden beri bu günler bu geceler için +çalıştığını nihayet anlatabilen– Bulgar mektebine doldurulan +serilen mecruhlarımızın başında dolaşıyor havsala-suz +fecaat-mal manzaralarıyla onlar için hazırlanan yoksulluklarla +yaralanıyor ve imdad tedbir namına müracaat ettiğim +vesailin akamet ve hüsranı ile boğulup kaldıkça o Vardar; +havaya serptiği tesliyetkar reşaşelerle a’sabıma ifaza-i kuvvet +ederek daha ümidli daha metin ve emin kıvranmaya +başlıyordum. +Meğer bu gece Vardar’la son hürriyet-i müşafehemizi +mühürlüyormuş! Sırplar geldikten sonra onun her gün daha +ziyade sarı bir renk bağladığını fakat bu sarılığın coşkunluk +taşkınlık ile çenberlenmiş olduğunu görüyor ve artık ona bir +şey sormaktan cidden korkuyordum. Yalnız diyorlardı ki: +– Geceleri sabahları erkenden Vardar’a adam atıyorlarmış. +Bunların gündüzün çıkarıldığını gözleriyle görenler var! +Teşrinisani’nin ilk haftaları Üsküb’den matemin bir veda’ +Paşa” Köprüsü’nden geçirirken hemen pencereye atılmak +elimi uzatarak: +Allahaısmarladık Şanlı Vardar! +Demek için ruhumun kaynar gibi olduğunu duydum; +gözlerim bu arzuyu dondurmuştu: Sırp askeriyle Sırp mecruhlarıyla +düşmanlarımızla dolu bir vagonda idik ve Sırbistan’a +gidiyorduk! Vardar ruhumu mükafatsız bırakmadı +hayalini iare etti artık onunla konuşa konuşa gidiyorduk. +Yine o bana menakıb-ı evvelini anlatmaya başlamıştı. Beni +o kadar daldırdı ki... Nihayet +– Asırlar; yükünün matemini bana yükletememişti! diye +haykırırken titredim; o bir hatib tavrıyla sözünde devam ediyordu; +ben yine vecd ü istiğrak ile dinliyordum. Birdenbire +bir homurdanma kalb kulağımı ısırıverdi meğer bir Sırp +me’muru: +– İçinizde “Fazıl” var mı? +demek istiyormuş. Ben bunun acısıyla uğraşırken gözüm +Vardar’ın hayalinin arkasından koşuyor onu kurtarmak istiyordu; +nihayet Şanlı Vardar’ım başını çevirerek bağırdı: +– Aramızda o hain homurdanma var! + +---- +FIKIH VE FETAVA +---- + + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +CIFR – ASLI VE MA’NASINA DAIR +kın maba’dini tamamlamak için mübahase ve münazaraya +tekrar avdet ettiler. İhtiyar vaiz bir gün evvelki muhaverede +kendisine hediye olarak takdim etmiş olduğu Mukaddime-i +kürat-ı mahsusasını iade ve fevkalade bir i’tibar izhar ederek +ber-vech-i ati muhavereyi küşad eyledi: +Mukallid: – Hediye olarak vermiş olduğun Mukaddime-i +baktım bir de gördüm ki cifr ile zayirceyi o da zikrediyor. +maddelerin cinsinden bende de bulunmak ve onunla sana +karşı münazara etmek için bu Mukaddime ’de okumuş olduğum +şeylerin en birincisi şu iki bahis –cifr zayirce– oldu. Görüyorum +ki: Bu kitabın müellifi ilm-i cifri inkara meylederek +kitab-ı cifri Ca’fer-i Sadık ra’den Mezheb-i Zeydiyye’nin – +ki Şia’dan bir fırkadır– Reisi olan Harun ibni Said El-İcli’nin +rivayet ettiğini zikrediyor; guya Ca’fer-i Sadık ra evliyaya +vukū bulan mükaşefe tarikıyla ilm-i gayba muttali’ olarak +umum Ehl-i Beyt’e alelhusus onlardan da bazı eşhasa yakın +bir zamanda vukū bulacak şeyleri beyan ediyormuş. İşte şu +sözler İbni Haldun’undur: “Bu ulum; ufak bir sığır derisinde +yazılmış olduğu halde Ca’fer-i Sadık’ın yanında bulunuyordu; +Harun-i İcli bunu Ca’fer-i Sadık’tan rivayet ederek yazdı +ve ismini de o derinin ismiyle tesmiye edip “cifr” namı verdi. +Çünkü cifr lugatte ufak şeylere ıtlak olunur. Binaenaleyh cifr +onların indinde bu kitaba alem olmuştur. Bu kitapta Ca’fer-i +Sadık’tan mervi tefsir-i Kur’an ile Kur’an ’ın batınında olan +maani-i garibe de vardı.” İbni Haldun bunu böyle söyledikten +sonra bu babdaki rivayetin sıhhatini inkar ediyor. Bununla +beraber İbni Haldun; Ca’fer-i Sadık ile Al-i Beyti’ne +rıdvanullahi te’ala aleyhim keramet de isbat ediyor. Binaenaleyh +ben anlıyorum ki: “İlm-i cifr”i inkar etmek hususunda +sen de İbni Haldun’a tebaiyyet ediyorsun; maahaza +rivayetin adem-i sıhhati vaki’ ve nefsü’l-emrde mervinin +de sahih olmamasını iktiza etmez. “İbni Haldun”un zayirce +hakkındaki kelamına gelince: Senden saklayacak halim yok +ya; ben orasını anlayamadım. +Muhakkik: – Ben ne kadar arzu ediyorum ki: Mübahase +ettiğimiz mesaile dair benim muttali’ olduğum şeylerin hepsini +sen de görüp muttali’ olasın. Çünkü böyle olursa hem +vakit zayi’ etmeyiz hem de ikna’ ve iktina’ kolay olur. Bir +de söylemiş olduğum şeylerde İbni Haldun’u yahud başka +birisini taklid ediyorum zannıyla sakın nefsini şübhe ve halecana +düşürme. Zira ben yalnız onların naklettikleri şeylere +bakarak uzun müddet nazar-ı tedkīk ve tefahhustan geçirdikten +sonra kendimce müreccah olduğuna kanaat hasıl +ettiğim şeyleri i’tikad ederim. Rivayetin adem-i sıhhati mervinin +adem-i sıhhatini iktiza etmez sözüne gelince; zannedersem +bundan maksadın şu demektir: “Rivayetin sıhhatini +adem-i ilm mervinin vaki’ ve nefsü’l-emrde sahih olmadığını +beraber şayan-ı i’timad bir zat tarafından onu nakl ve rivayet +etmeye tasaddi edilmemesi de caizdir.” +Haydi teslim edelim ki böyledir; fakat ancak nakil tarikıyla +ma’lum olan şeyler hakkında rivayet-i sahiha bulunmadıkça +onların sübutuyla hükmedebilmek mümkün olmadığı +da gayr-i kabil-i inkar bir hakīkattir; zannedersem bu hakīkati +sen de inkar edemezsin; binaenlayeh hakkında rivayet-i +sahiha bulunmayan şeylerin sübutuna kail olmak için bize +ne “din” ve ne de “akıl” hiçbir suretle müsaade etmiyorlar. +Madem ki böyle; “Aslolan ademdir.” kaidesine binaen bu +gibi şeyleri inkar ettiğimizden dolayı müstahıkk-ı levm olmayız. +Levm ve itaba kesb-i istihkak etmek de şöyle dursun bu +gibi şeyleri inkarı mucib töhmetler de vardır ki o da şu bida’ +u hurafatı icad ve onlara intisab eden fırak-ı Şiiyye’nin seyrine +dair tarihin bize hikaye ettiği şeyler; bilhassa mezheb-i +Batıniyye’yi tervic eden Ubeydiyyin zamanındaki vakayi’-ı +müdhişedir. +O mezheb-i Batıniyye ki: Din-i İslam’ı pek müdhiş bir +surette sarsmış Şia müslümanlarını Al-i Beyt’in ismetine +onları bu ma’sumiyette enbiyaya ilhak etmeleri i’tikadından +bile çıkarıp da uluhiyetlerine onlara karşı ibadet ettirmeye +kadar vardırmıştır; evet o mezheb-i Batıni’dir ki: Şair Muizz’e +şu beyitleri söyletmiştir. + +---- +. . +---- + +Bakınız ki: Bugüne gelinceye kadar “Hakim” ma’bud +sayılarak daima kendisine ibadet olunuyor. Geçen muhaveremizde +“Dürzi” dini hakkındaki risaleden “Allah”ın +vasfı hakkında sana okuduğum şeyler ile de onlar bizim +ma’budun bil-hak taptığımız “Allah”ı değil Hakim-i Ubeydi’yi +kasdediyorlar; kezalik Nusayriyye taifesi de ona ibadet +ediyor. İşte adamlar cifr ile nücum vasıtasıyla mugayyebata +dair ihbaratta bulunan ve buna da ihtimam edenlerin en +şiddetlilerindendir. +Mukallid: – Hem dall hem de mudill olan bu habislerin +habasetlerine karşı ulema’-i mütekellimin ile fukahanın +sükut etmelerine doğrusu ben ne kadar taaccüb ediyorum; +mütekellimin daima ehl-i i’tizali reddedip onlara karşı dehşetli +mukavemet göstermişlerdi. Bunun için Mu’tezililer mezhebleriyle +beraber munkarız olup gittiler. Halbuki fukahanın +hepsi de Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat’ten oldukları halde daima +yekdiğeriyle boğuşup duruyorlar. +Muhakkik: – Yekdiğerine karşı ulemada görmüş olduğun +mücadele red ve inkarın ekserisi; atıp tutmaktan neş’et etmiştir. +Zira ilm-i Kelamın vücuduna başlıca sebeb Mu’tezile +fırkası olmuştur. Bunlar selef-i salihin dalmadıkları gavamız-ı +umurun hakīkatine giriştiler diğerleri de bunların attıkları +sehm-i i’tiraza karşı mu’teriz olarak karşılarına çıktılar. +Bundan sonra ehl-i ilmin nazar ve istidlal erbabı olan +ulema’-i izam hazeratının birer birer ortadan çekilmesiyle +sonra gelen mukallidler için evvelkilerin söylediği kelamların +yalnız elfazını hikaye etmekten başka bir şey kalmıyordu; +maahaza vaktin geçmesiyle onların faidesi de kalmamıştı. +Bu mukallidler İmam-ı Eş’ari ve ashabı gibi zevat-ı +kiramdan sonra ortaya çıkan bida’ u dalalete karşı sükut +bunlardan sual edenleri tekfir tadlil etmekle iktifa ediyorlardı. +Fakat bu bida’ u dalalet kisve-i diyaneti bürünerek +neşrolunur; kendisinin etbaı a’vanı bulunursa –ehl-i tarikın +bid’atleri gibi– o zaman onun hakkında söz atmakta ma’zur +olduklarını söyleyerek onu tahrif ve te’vil ile müdafaaya +kıyam ederlerdi bu defa hüküm ber-akis olarak bu bida’ u +hurafatı inkar edenleri küfr ile tadlil ile remy ederlerdi. Nasıl +ki bu her sınıf ve her kabilede müşahede olunmuştur. +SENETÜ’Z-ZAYIAT +Fitne-i harbin iltihabından mütevellid felaketin te’siriyle +her katre-i hunum birer hücre-i dil-suz kesilmiş lehib-i ıztırab +dimağıma kadar yükselmiş olduğu bir zamanda üstad-ı +nadirü’l-emsal Tokadlı Şakir Efendi hazretlerinin zıya’-ı anisi +şiddetle vezan olan bir ruzgar-ı şerare-efşan te’sirini icra +eyledi. Seleften açılan boşluğu doldurabilecek halef yetiştirmemek +pür-feyzimin saha-i ilimden çekilmesi bütün alem-i İslamiyyet +zarf olan şu seneye “senetü’z-zayiat” ünvan-ı meş’umunu +vermekten kendimi alamadım. Az zaman içinde bu feza-yı +harabezardan o ma’mure-i dil-rübaya hicret eden eazım-ı +ulemanın her biri riyazu’l-ulumun en meyvedar eşcarından +nan bir şecer-i amimü’l-esmara az tesadüf olunur. Silsile-i +esatizede gerçi merhuma muadil veya daha muktedir rical-i +vaffak olamamıştır. Merhumun halka-i tedrisinde dört yüze +karib talebe-i ulum feyzyab olmuştur ki elyevm birçokları +müftilik hakimlik müderrislik muallimlik gibi vezaif-i mühimme +yirmiyi mütecaviz dersiam tilmizi bulunduğunu söylemekle +üstaz-ı celilü’l-kadrin nasıl bir yenbu’-ı feyz olduğunu anlatmak +daha bir batın geçmeden merhumun mikdar-ı füruu bine +vardığı görülür. Bu silsile-i füru’ batnen ba’de-batnin tezayüd +ve tevessü’ edecek ve bu suretle “üstazü’l-beşer” nam-ı +mübeccelini almaya layık ecille-i esatize idadına girecektir. +Din ve millete bu kadar hadimler yetiştiren ve fima-ba’d de +yetiştirecek olan böyle bir alim-i dinin revan-ı ulviyyet-nişanına +daima Fatiha okumak bütün milletin vezaif-i vicdaniyyesindendir. +Merhum meslek-i tedrisinin en mes’ud saliklerinden idi. +ferd meczub hülasa bir üstaz için lazım gelen bütün şeraiti +cami’ bir mürşid-i kamil idi. +Hazz-ı ilmi-i ezelisinin gayetle vasi’ olduğuna delil olmak +üzere bulunduğu asrı mütekaddim usur-ı eazım-meşhun +muvacehesinde mahcubiyetten kurtaran İstanbullu Es-Seyyid +Hafız Şükrü Efendi hazretlerinin ehass-ı telamizinden +bulunmasını söylemek kafidir i’tikadındayım. Tali’-i ezelisi +üstaz-ı saye-sazımı öyle bir üstaz-ı ekberin cevahir-i ulumuna +varis-i yegane kılmıştır. +Bu saadetli tali’lerine mukabil bir de tali’sizliği var idi ki +zıya’-ı dil-suzu kadar can-hıraş ve ciger-suzdur. Gerdiş-i felek +üstaz-ı fazılımı ila-ahıri’l-ömr fakr u zaruret içinde yaşattı +eyyam-ı tahsil ve şühur-ı tedrisi hep dıyk-ı maişetin +bar-ı sakīli altında güzeran etti. Sicn-i zaruretten bir menfez-i +teneffüs açılmak üzere iken melekü’l-mevt bina-yı hayatını +da yıktı. Bi-kes ü bi-vaye kalan üç-dört dane şir-har yadigar-ı +hayatını şeyhülislam efendi hazretlerinin nazar-ı dikkat +ve hamiyyetine arz ile avaze-i +tahassür-barını tekrar eylerim. +MÜSLÜMANLIK MANI’-I TEFRIKADIR +Kur’an-ı Kerim ’de de hikaye buyurulan “Seylü’l-arim”in +tuğyanıyla belde-i Me’rib’in harab olmasından evvel bu +afetin zuhura geleceğini keşfeden Amr Muzaykıya kabilesi +halkıyla Hicaz’a doğru yürüyüp yanındakilerin bir kısmı +Mekke’de yerleşmiş bir kısmı da oranın vahamet-i havasına +tahammül edemeyerek –o zamanlar “Yesrib” de denilen– +Medine-i Münevvere havalisine kadar ilerlemişti. +Bu ikinci kısmın riyasetinde Sa’lebe bin Amr bulunuyordu +ki Amr-ı Muzaykıya’nın torunu Amr bin Cefne’nin +damadı yani Kayle binti Amr bin Cefne bin Amr-ı Muzaykıya’nın +zevci idi. +Sa’lebe’nin vefatında makamı “Harise” namındaki oğluna +onun da irtihalinde yeri Evs ve Hazrec ismindeki oğullarına +kaldı. +Evs ile Hazrec o vakte kadar epeyce çoğalan maiyyetlerini +alıp Yesrib’e yaklaştılar ve sükkan-ı belde olan Yahudiler +arasında Ebna’ü Kayle ünvanıyla yad olunmaya başladılar. +Ba’de-ba’din bunların kesret ve kuvvet peyda etmesinden +kuşkulanan Yahudiler kendilerinden hubb u vidadı +hatta dad ü sitadı kestiler ve zaruret ü ihtiyac sevkıyle zebun +düşürdükleri Beni Sa’lebe hakkında rezalet ü şenaat icrasına +bile vardılar. +Nihayet Malik bin Aclan namında bir zatın fedakarlığı ve +Ebu Cübeyle isminde bir kabile şeyhinin tarafdarlığı sayesinde +rüesa-yı Yehud’un enf-i tekebbürü kırılıp re’s-i tecebbürü +ezildi. +Bunun üzerine Beni Sa’lebe mazik-ı ıztırabdan kurtulup +geniş nefes aldığı gibi günden güne kuvvet ve satveti arttı. +Mahkum iken hakim fakat +hükm-i celilince mazlum iken zalim oldular. Aralarında bağy +ü tuğyan gösterenler zuhur eyledi. Evvelce müttefikane davranıp +Yahudilere karşı muhafaza-i mevcudiyyete çalışırken +o ittifakı tefrikaya tebdil ettiler ve birbirlerinin amca-zadeleri +Netice-i tefrika olmak üzere ettikleri kanlı mücadelat senelerce +sürdü ve kadınlarını dul çocuklarını yetim cem’iyetlerini +zaif düşürdü. +Peder-cüda yetimlerinin hane-harab zevcelerinin enin-i +nevehatı dağları taşları inletirken düşman-ı kadimleri bulunan +Yahudilerin kahkahat-ı meserratı vadi vü bevadiyi çın +çın öttürdü. +Şu hal necat-ı kainatın mebde’-i feyzi olan bi’set-i peygamberi +devr-i mes’uduna kadar devam etti. +Bi’setin on birinci senesinde Hazrecilerden Ebu Ümame +Es’ad bin Zürare Rafi’ bin Malik Avf bin Haris Kutbe bin +Amir Ukbe bin Amir Haris bin Abdullah bin Rebab namında +altı kişi beray-ı hac Mekke’ye geldi. Ba’de’l-Arafat Mina +civarında ve Akabe mevkiinde Hadi-i halaık aleyhi ve alihi +salavatu’l-halık efendimizle görüşüp ihtida etti ve sabıkīn-ı +Ensar olmak şerefini kazandı. +Ertesi yıl; ikisi Evsilerden onu Hazrecilerden olmak üzere +Beni Sa’lebe’den on iki zat Mekke’ye geldi ve yine Akabe +mevkiinde bey’at-i meşhure vukū’ buldu. +Daha ertesi yıl her iki kabileden yetmiş beş nüfus vürud +etti ki içlerinde iki de kadın vardı. +Bunlar Resul-i Ekrem efendimizi Medine’ye da’vet ve +zat-ı akdes-i Peygamberiyi nefisleri ve evlad ü ıyalleri gibi +muhafazaya çalışacaklarını va’d eylediler. +Vakta ki hicret-i seniyye şeref-vaki’ ve belde-i tayyibe +matla’u’l-envar-ı bedayi’ oldu. Nebiyy-i hakim efendimiz +müslümanların kardeşçe geçinmesi lazım geldiğini bilfiil +göstermek için +emr-i kerimiyle Muhacirin-i +kiram ve Ensar-ı ızam arasında li’llah fi’llah bir uhuvvet-i +diniyye te’sis buyurdu ki hükmü +ayet-i celilesinin nüzulüne kadar tevarüsde bile +cari idi. +Bu kardeşlik muhabbetiyle Ensariler; hayret-efza fedakarlıkta +bulundular Muhacirler de veleh-resan bir surette +gına-yı kalb izhar ettiler. Ezcümle: Ensar-ı kiramdan Sa’d +bin Er-Rebi’ hazretleri din kardeşi bulunan Abdurrahman +bin Avf’a: +– Birader! Ben Medine ağniyasındanım. Pek çok malım +olduğu gibi iki dane de zevcem var. Malı paylaşalım. Haremlerimden +birini tatlik edeyim iddeti bittiği gibi sen al. +Teklifinde bulundu. Abdurrahman ise: +– Kardeşim! Allah malını da ehlini de sana mübarek etsin. +Hiçbirini istemem. Sen bana pazar yerini göster ben +orada ticaret eder ve geçinir giderim. cevabını verdi. +Asr-ı hazır ictimaiyyununun da parmağını ağzında bıra[ka]cak +derecede olan şu maişet-i daderane bu tarz-ı insaniyyetkaranede +devam ediyordu. Tefrikayı icab eden hırs +ve menfaat hisleri ölmüş asabiyet –şimdiki ta’biriyle milliyyet– +gayretleri gömülmüş fahr u mübahat yalnız İslam’a +münhasır kalmıştı. +Bu ise bir takım münafıkların bir takım menfaat-perestlerin +bir takım din düşmanlarının bir takım insaniyet haydudlarının +gayz u adavetini mucib oluyor her biri irtibat-ı +lümanları yekdiğerinden ayırmak ve bin-netice bina-yı dini +Bu alçaklardan biri de “Şas bin Kays” isminde bir Yahudi +masına tahsis etmiş ve düşüncesini sırf bu mel’anetin husule +gelmesine hasr eylemişti. +Bir gün geçtiği bir yerde Ensar-ı kiramdan müteşekkil +bir cem’iyetin oturup yekdilane muhabbet ettiğini görmesi +üzerine bütün çıfıtlık damarları titredi tüyleri ürperip gözleri +döndü. Velev ki kan akıtmak suretiyle olsun bu hey’et-i müttehideyi +dağıtmak istedi. +Şeytan-pesendane bir fikir ile koştu. Fitne ocağında büyümüş +çekirdekten yetişme genç bir Yahudi buldu. Bazı +telbisat-ı iblisaneyi kulağına fısladıktan sonra o mecma’-ı +vifaka yolladı. +Bu küçük şeytan büyüğünden aldığı derse tebean +geldi efkar-ı faside gibi oradaki zevatın beynine sokuldu +bir münasebet düşürüp Evsilerle Hazreciler arasında vaktiyle +cereyan etmiş olan mukatelat esnasında her iki taraftan +söylenilen şiirlerinden okumaya başladı. +Ensariler nasılsa boş bulundular. Küller altında kalmış kıvılcımlar +gibi sahaif-i tarihe defnettikleri nar-ı gayret Yahudinin +eşelemesiyle parladı nefes-i habisiyle körüklemesi +üzerine de alevi saçağı sardı. +Evsilerden biri: – Ya li’l-Evs! +Hazrecilerden biri de: – Ya li’l-Hazrec! +feryadını edince tarik-ı tevhidin saliki olan o yekdil müslümanlar +birden bire ikiye ayrıldılar ve silahlarını kuşanıp +saflar teşkil ederek fecayi’-i sabıkanın iadesine mübaderet +eylediler. +Yahudinin emeli hasıl olmuştu. Biraz sonra oklar atılacak +kılıçlar sallanacak müslüman kanı dökülüp Müslümanlık +zaiflayacak idi! +Fakat merhamet-i Rabbaniyye buna mani’ oldu. Rahmeten +li’l-alemin efendimiz hidayet-i iman gibi yetişti ve +maiyyet-i risaletlerindeki Muhacirin ile sufuf-ı mütekabile +arasına girip: +– +hitabe-i ıtab-amizini irad buyurdu. +Mutasaddiler şeytana kapıldıklarını ve yanlış bir yola +saptıklarını anladılar. Silahlarını atıp kemal-i nedametle ağlaştıktan +sonra birbirine atılıp sıdk u muhalesatla kucaklaştılar. +Bu hadiseyi müteakıb Şas bin Kays ile emsali ehl-i telbis +hakkında +ayet-i celilesi nazil olduğu gibi taraf-ı risaletten de +tenbihi vürud +etti. Bu hadis-i şerif fazıl-ı muhterem Ahmed Naim Beyefendi +tarafından ber-vech-i ati tercüme ve beyan-ı mütalaa +olunmuştur: +“Bir kimsenin cahiliyet adeti üzere ‘Ya li-fülanin’ diyerek +kavm u kabilesine intisab ederek istimdad eylediğini görürseniz +ona: ‘Babanın bilmem nesini ısır.’ deyiniz ve bu sözü +açık açık söyleyerek kinaye tarikına sapmayınız.” +Haya ve nezahette muallim-i alem olan Resul-i Ekrem +sallallahu aleyhi ve sellem efendimizce İslam’a intisabı bırakıp +da kavm u kabileye intisab etmenin ne kadar çirkin +olduğunu anlayınız ki böyle yapan herife karşı kinaye ile +de ifade-i meramdan bile bizi nehyetmiş ve hatta aba vü +ecdadını makam-ı tefahurda ta’dad eden bir kimse hakkında +kinayesiz olarak bu ta’biri aynen isti’mal buyurmuşlardır. +–maba’di ve neticesi gelecek hafta– + +---- +MERCIININ NAZAR-I DIKKATINE +---- + +Bir müddetten beridir gazetelerde konferanslarda –eşhas-ı +ma’dude ve muayyene tarafından– anasır-ı Osmaniyye +arasında infiali mucib olacak ta’birler kullanılıyor saygısızlıklar +yapılıyor: Türk kavminin menafi’-i hakīkıyyesini düşünmekten +ziyade sırf bir taklid ve belki bir hiss-i iştihar ile +temcid pilavı gibi “Türk hükumeti Türk ordusu büyük Türk +yurdu Türk hakanı ...” sözleri tekrar edilip duruyor. Bunlar +niçin yapılıyor bu iltizami hareketler neden tevali edip duruyor? +Tabiidir ki bu gibi sözlerin anasır-ı İslamiyye arasında +vücuda getireceği nahoş te’siratı muharrir beylerin takdir etmeleri +teza-yı hamiyyettir. Herkes aklına esen herhangi bir fikri bir +sözü –bila-teemmül bila-muhakeme– savurursa cem’iyet +millet yaşayamaz; fitneler zuhur eder bünyan-ı memleket +sarsılır vücud-ı vatan inkısama uğrar. Herkes kendi hakkına +başkasının tecavüzünü istemediği gibi kendisi de başkasının +hukūkuna tecavüz etmemelidir. “Türk” nedir? Türk +“Saltanat-ı Osmaniyye Hilafet-i İslamiyye” ünvanı altında +teşekkül eden şirket-i siyasiyyenin bir uzvudur. Hiçbir şerikin +–velev ki müdir olsa da– fuzuli olarak şirketin ünvanını +değiştirmeye şirketi kendi namına izafe etmeye hakkı yoktur; +hiçbir kaide-i hukūkıyye bunu tecviz etmemiştir. Öyle +ve istikamettir. Hilafında hareket de –hiç şübhesiz– şirkete +hıyanettir. Her kim isterse: “Ben bir Türk’üm.” diyebilir +şahsiyyetine dilediği şekli verebilir buna kimse bir şey diyemez. +Fakat diğer anasırın da alakası olan müşterek şeylere +mesela “hükumet”e “ordu”ya “yurd”a “vatan”a Türklüğü +hukūk ve muaşeret budur. Hem bu hilaf-ı vaki’ olduğu +Türk hükumeti deniyor. Halbuki hükumeti temsil eden zevat +muhtelif unsurlara mensub kimseler. Sonra “Türk ordusu” +deniyor. Bu da doğru değil. Lazları Kürdleri Arabları ... biz +riyor. Sonra “büyük Türk yurdu” deniliyor. Bunun da doğru +olmadığı meydanda. Çünkü Arabı Türkü Lazı ve saireyi +haric bırakacak bir hudud çiz bakalım! denilecek olsa; o +zaman “yurd”un büyüklüğü küçüklüğü anlaşılır. Meğer ki +harita tahrif oluna yahud hayale kapıla. Sonra Osmanlı +Padişahı gibi İslam Halifesi gibi büyük ve hakīkī ünvanlar +bırakılarak “Türk hakanı” deniliyor. Bilmem ki Çince +olan bu kelimenin Türklükle ne münasebeti var? Üç yüz elli +milyon bir kitleyi cenah-ı tevhidi altına almış olan bir ünvan-ı +mübecceli bu ünvanın te’min ettiği –her gün binlerce +misallerini gördüğümüz– menafi’-i azimeyi bırakarak Altay +maverasının kumlu çölleri kadar ruhsuz ve mahkum-ı akamet +bir isme arz-ı iftikar taklidde menafi’-i hakīkıyyeyi göremeyecek +kadar kuteh-bin olmak demek değil midir? +O halde hükumetin ordunun yurdun kuyruğuna bir de +“Türk”lük takmak –Allah aşkına olsun söyleyiniz– hukūka +muaşerete insafa siyasete muvafık düşer mi? +– Olsun olmasın gazete benim değil mi kürside söz +söyleyen ben değil miyim? İstediğimi yazar istediğimi söylerim +O da caiz; fakat sonra öteden biri çıkar: – Madem ki herkes +adam çılgındır yahud hain ve müfsiddir der. +Böyle herkes istediğini söylerse sonra o hey’et-i ictimaiyyenin +hali ne olur? Olacağı işte meydanda: Boğaz boğaza +tutuşur zaif düşer ecnebi gelir yurdu istila eder. O zaman +apışır kalırsın. +Onun için gazete müdirlerinden konferans reislerinden +Müdafaa-i Milliyye Hey’etlerinden böyle şeylere en ziyade +dikkat etmesi lazım gelen ve anasır-ı muhtelifeden mürekkeb +olan milletin timsali diye re’s-i kara gelen hükumetten +kardeşlik namına beka-yı saltanat ve Hilafet namına insaf +ve merhamet namına hatta Türklerin menafi’-i hayatiyyesi +namına rica ederiz ki: Milletin yek-dest-i vifak olması lazım +geleceği bir sırada infiali mucib hareketlerden ta’birlerden +tevakkī edilmek için lazım gelenlere tenbihat-ı ekidede bulunulsun. +Zira yine nahoş cereyanlar başladı. Allah cümlemize +ve muhabbete tahvil eylesin amin. + +---- +HIND YOLUNDA +---- + +MÜDAFAA-I İSLAMIYYET HAKKINDA +MÜHIM BIR ESER +_______ +Avrupa ile bazı Avrupalıların örf ve adatını mişvar u +etvarını felsefe –daha doğrusu– safsatalarını kirli kasid +hanüman-suz meta’larını yaldızlarıyla şa’şaa-i zahiranesiyle +bize –zavallı cahil akılsız müslümanlara– satanların hadd +ü hesabı yoktur. Avrupa’nın bu gibi muharrib-i akayid ve +fesad-ı ahlakı calib olan efkar-ı sehifelerini bize tercüme ve +takriz edenlerin yegane maksadları te’lif ve telfik ettikleri +kitapları sözleri beş on paralık bir menfaat-i hasise mukabilinde +sattırıp te’min-i şan u şöhret etmekten başka bir şeye +ma’tuf olamaz. +Bu felaket dellallerinin çoğu daima ötede beride yayılı +çekirge ve münteşir mikrop gibi gezip durmakta ve ellerine +geçen her müzahrafla hazef-pareyi bize som altun ve zer-i +halis-ayar misillü satmaktadırlar. +Bu gibi asar-ı muzırranın tercümesiyle mütalaası yüzünden +basit fikirli gençlerimizin çarçabuk aldandıklarına şübhe +yoktur. Hususiyle daha layıkıyla kendi diyanet ve mezhebinin +kavaid ve usul-i şer’iyyesine hikemiyyat ve ledünniyatına +felsefe ve avamiline vakıf olmayanların aklını daha seri’ +bir surette çelerler. +Bu hallerin vukūu yeni bir şey olmayıp ta hulefa-yı Beni +Abbas zamanından beri başlanmış ve Yunan feylesoflarının +asarının gitgide tercümesi sayesinde hasıl olan cereyan herkesin +zihin ve fikrini çelmiştir. Bereket versin ki o zamanlarda +mevcud ve neşr-i ulum ve tenvir-i efkara hizmet eden +ulema-yı İslam’ın asar-ı bahireleriyle mevaız ve nasayıh-ı +müessireleri sayesinde diyanet ve mu’tekadat-ı İslamiyye +hilafına olan asar ve efkar-ı muzırranın intişar u sirayetine +büyük bir sed çekilip bazı sade-dillerin dam-ı gafletine düşmelerine +mümanaaat edilmiş ve asar-ı mezkurenin İslamiyyet +kavaidine tatbikan neşr-i revacına himmet olunmuştur. +Şu son senelerde ise Avrupa müelliflerinin her türlü muzır +ve münasebetsiz eserleri elsine-i şarkıyyeye tercüme ve +nakl edildiğinden din-i İslam’a min-külli’l-vücuh muhalif +olan ara’ ve efkar-ı sakīmenin biçare müslümanlara kabul +ettirilmeye bazı bedbaht sefihler –ki asar-ı mezkurenin mütercim +ve nakılleridir– kör alet olmuşlardır. +Ezcümle bu gibi kalp meta’ları bize satıp bizi tadlil ü +Şibli Şumeyl” cenablarıdır. Bu adamın kim olduğunu kari’lere +ta’rif ve tavsif etmeyi bir vazife addeylediğimden ahval-i +ruhiyye ve hususiyyesiyle mebde’ ve mesleği hakkında +bir iki söz sarf eylemeyi faideden hali görmüyorum. +Doktor Şibli Şumeyl an-asıl Suriyeli ve Hıristiyan bir +kimse olup geçinmek için devr-i sabıkta Mısır’a gidip hikmet +ve felsefe daiyesiyle kendisini doktor ve feylesof tanıttırarak +Avrupa felasifesinin efkarını Arabcaya nakl ve tercüme ile +Mısır’da üsbui ve şehri olarak intişar eden mecellat-ı ilmiyye +ve fenniyyeye derc etmekle gitgide bir nam ve şöhret ihrazına +muvaffak olmuştur. Şibli Şumeyl hiçbir diyanetle –hatta +ana ve babalarının mütemessik oldukları Nasraniyetle bile– +mütedeyyin ve merbut değildir. Muma-ileyhin bir kiliseye +gittiğini hiçbir kimse görmediği gibi edyan ile ulema-yı din +–hususiyle İslam– lehinde gerek ağzından gerek kaleminden +tek bir harf çıktığını da kimse işitmemiştir. +Şumeyl hiçbir kaydla mukayyed olmadığından gah +Musevilik ve Isevilik gah İslamiyyet aleyhinde alabildiğine +neşriyatta bulunmakla müştehirdir. Sosyalistlik iddiasında +bulunan bu adam alenen dinsizlikle iftihar eder ve kendi +mu’tekadatını da herkese kabul ettirmeye çalışır bir heriftir. +“Halif taarrüf” düsturuna tamamıyla riayet eden Şibli Şumeyl +gitgide dinsizlikle değil yalnız Mısır’da ve Suriye’de +ve ta’yini için bazı meslektaşları tarafından teşebbüs edilmiş +linin iğfaline imkan kalmaksızın Doktor’un foyası meydana +çıkarak ta’yininden sarf-ı nazar olunmuştur. +Doktor Şibli Şumeyl’in kim olduğunu bu suretle öğrendikten +sonra biraz da ahlak ve asarını tedkīk edecek olursak +bunun nasıl bir kimse olduğunu kendisiyle buluşup görüşenlerle +asar ve te’lifinden anlayabiliriz. Şibli Şumeyl +ahirete cennet ve cehenneme sevab ve ıkaba mücazat ve +mükafata inanmaz; bugün peygamberleri evliya ve ulemayı +yalancı telakkī eder. +Vefatından sonra kendisini tefessüh edinceye kadar +gömmemelerini yalnız tavsiye etmekle iktifa eden ve bunu +açıktan açığa kendi kitaplarıyla asar-ı kalemiyyesiyle söyleyen +bir adamın sözlerinden fikrinden yazılarından istifade +mümkün müdür? Haşa ve kella!.. +Son asarından biri de Felsefetü’n-Neşv ve’l-İrtika’ kitabıdır. +Bu kitabın müellifi meşhur Darwin olup insanların +nev’-i beşerin maymun sülalesinden olduklarını edille ve +berahin ile isbat etmek istemiştir. Böylece “halka-i mefkūde”ye +vahi ve hilaf-ı akıl ve mantık Sofistai delil ve bürhan ikame +eylemiştir ki tedkīk ve ta’mika bile değmez. İngiltere ve Avrupa’da +bile ta’n u teşnia müstahık olmuştur. +Zendaka ve ilhad cahd ü inkarla Sani’-i hakīkī ve Hallak-ı +kainatı edyan ve şerayii enbiya ve evliyayı büsbütün +reddeden “Darwin”in efkar-ı sakīmesine bizzat iştirak eden +Doktor Şibli Şumeyl cenabları bu kadarla iktifa etmeyerek +asıl Darwin’den ziyade bu felsefenin künhünü hakīkatini +doğruluğunu isbata ve halkı ığva ve ıdlale yeltenmiştir. +el-Muktetaf gibi on beş günde bir Mısır’da intişar eden +ve yine sahibleri Hıristiyan olan bir mecellede dahi Şibli Şumeyl +bu ve buna benzer efkarını neşr ile ulema-yı İslam’a +söylemedik hezeyan bırakmamıştır. Ulema-yı İslam’ı tahmik +ve onları muharrib-i insaniyyet mudıll-i beşer mürai ve +dükkancılar gibi her birinin bir dükkan sahibi olduklarını +beyan ile medeniyet ve insaniyetin neşr-i envarına haylu[le] +t teşkil ettiklerini utanmayarak irad eylemiştir. +Bu herifin asarıyla makalatını görüp okuyanlar maatteessüf +kendisini redde teşebbüs etmedikleri cihetle günden +güne küstahlığıyla cesareti artmış ve ulema-yı İslam hakkında +kalemine ağzına geldiğini yazıp söylemiştir. +Hamden sümme hamden şu son günlerde Darwin ile +Şibli Şumeyl gibi melahide ve zenadıkanın cevabını pek +mufassal bir surette verebilecek ulema-yı kiram zuhur etmiştir +ki bunlardan biri de eben an-ced hilye-i ilm ü fazilet zühd +ü takva ile mütehalli ve sinin-i vefireden beri burada neşr-i +hammed Rıza El-Isfahani En-Necefi” hazretleridir ki şeref-i +baht u tali’ bana her cihetce yaver olduğundan huzur ve +mülakatları saadetine nail oldum. Müşarun-ileyh hazretleri +bana Şibli Şumeyl ile Selam Musa nam eşhasa karşı silk-i +tahrire keşide edip el-Muktetaf mecellesine gönderdikleri +beyanat-ı alilerini bana irae ettikten sonra Nakdu Felsefeti +Darvini ve Reddu Şübühati’l-Muattılin namıyla Darwin’in +neşr ve irtika felsefesinin reddi hakkında te’lif ettikleri kitabı +gösterip mukaddimesini de lutf ve inayet ettiler. Kitab-ı müstetab-ı +mezkur yakında lisan-ı azbü’l-beyan-ı Arabi ile saha-i +muhteviyatını ehl-i İslam ve ihvan-ı dine tebşir etmek lazım +geldiğine binaen Sebilürreşad mecelle-i diniyyesinde i’lan +suretiyle derc olunmasını münasib gördükten başka takrizi +muhtevi olan işbu makale-i acizanemin de ceridemizle neşrolunmasını +ayrıca acizane tasvib eyledim. +Kitab-ı mezkur iki kısma taksim edilerek birinci kısmı +Darwin’in Neşv ve İrtika felsefesinin dinen ve ilmen intikadatını; +sını delail-i akliyye ve fenniyye ile pek münşiyane bir tarzda +aklen ve fennen reddini muhtevidir. Kari’lerin fikrini yormamak +ve mantıkın nakliyyat ve hikemiyyatın kavaid-i münbasitasıyla +Darwin’in Şibli Şumeyl ve emsalinin ara’-i sakīme ve +efkar-ı sehifeleri bir lisan-ı edeb ü nezaketle birer birer red +ve tenkīd olunmuş ve kariinin tenvir-i efkarına son derece +hizmet ve yardım edilmiştir. Kitab-ı mezkur Arabiyyü’l-ibare +olduğu halde herkesin anlayabileceği bir surette elfaz-ı fasiha +ve ibarat-ı beliğa ile tahrir olunmuş ve pek açık haşvden +ari olarak metalib ve gavamızın tahkīkatına girişilmiştir. Kitabın +tab’ından sonra işbu eser-i kıymetdarın Türkçe’ye tercüme +edilmesini İstanbul’daki ulema-yı kiram ile diyanet-i +Müslümanlığın i’la-yı şan ve ihya-yı şerefi uğurunda kılıç +sallayanlar kadar kalem oynatanların da her halde nail-i ecr +u mesubat olacakları şübheden varestedir. +deayat ve edillesi ayat-ı kerime ehadis-i şerife-i Nebeviyye +edille-i akliyye ve mantıkıyye berahin-i felsefiyye ve hikemiyye +muhterem-i alisi büyük bir eser-i deha’-i “ilmi ve felsefi” +göstermiştir. Bu gibi ciddi ve dini felsefi asarın tercümesiyle +Türkçe’ye nakline ve bütün Osmanlıları vayedar-ı istifade +etmeye elbette İslam-perest olan muharririn-i muktediremizin +sa’y ü gayret ibraz edeceklerine şimdiden eminim. +Eser-i mezkur daha şimdiden Beyrut’ta münteşir el-Belağ +gibi bazı ceraid-i Arabiyye ve diniyye ile Mısır’da münteşir +el-Hilal mecelle-i ilmiyye ve fenniyyesi tarafından i’lan olunduğu +gibi Hindistan’da İran’da bütün aktar-ı İslamiyyede +neşrolunan sair ceraid ve mecami’-i ilmiyye tarafından da +Hülasa-i kelam işbu eser-i kıymetdarın müellif ve muharrir-i +muhteremi olan Ebü’l-Mecd Muhammed Rıza el-Isfahani +En-Necefi hazretlerinin mesai-i alisini bir ceride-i +diniyye ve İslamiyye muharrir ve muhabiri sıfatıyla ansamimi’l-kalb +tebrik eder ve kendileri gibi ulema-yı be-nam +ve fudala-yı İslamiyyenin tekessür ve tezayüd eylemelerini +cenab-ı Vahibü’l-ataya hazretlerinden tazarru’ u niyaz eylerim. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESINE +Balkan muharebatının zuhuru üzerine kazamız ahali-i +hamiyyetmendanı taraflarından verilen ianatın mecmuu +. guruşa baliğ olunup bundan üç yüz lirası Harbiye +Nezaret-i Celilesi’ne ve iki yüz lirası da ızdırabat-ı beşeriyyenin +tahfif-i alamına hadim-i yegane bulunan “Hilal-i Ahmer” +müessese-i hayriyyesine irsal olunmuş ve mütebakīsi +de derdest-i takdim bulunmuştur. Bundan başka kar ve kışta +sineleri bir ahenin +gibi düşman kurşunlarına gerilmiş olan +kıymetli askerlerimize aded pamuklu hırka don +gömlek çift çorap mecruhin-i guzat-ı muhterememiz için +de Anadolu hediyesi olarak kadınlarımız tarafından i’mal +edilen aded çevre mendil aded takke de mahallerine +gönderilmiştir. Osmanlıların bu ma’lum ve ganiyyü’l-kalb +ahalisi Osmanlı Saltanatı[nı]n tarih ve sahife-i zafer ve galibiyyetini +tezyin edecek muvaffakıyyat-ı atiye için ellerinde +bulunan mallarını bir iğneye varıncaya kadar sarf ederek bu +devleti ma’ruz kaldığı tehlikeden kurtarmaya erbab-ı cehd ü +gayret ü hamiyyet bütün mevcudiyetleriyle çalışacaklarına +zerre kadar şübhe edilmez. Derc ve i’ta-yı ianat hususunda +Kaimmakam-ı Kaza Mustafa Fevzi Bey’le me’murin-i saire +ve eşraf-ı mahalliyyenin izhar ettikleri hamiyet ve muhabbet-i +kemal-i fahr ile arz eylerim. +Sebilürreşad – Ermenek ahali-i muhteremesinin gösterdikleri +şu hamiyet-i diyanet-perverane cidden şayan-ı +tak +dirdir. Muhterem kardeşlerimiz var olsunlar. +şeklinde yazılmıştır. +ŞUUN +Bu hafta havalar gayr-i müsaid gittiği +cihetle mühim harekat-ı askeriyye vukū bulamamıştır. +Çatalca’daki Ordu-yı Osmani yavaş yavaş ilerliyor ve işgal +ettiği mevaki’de tahkimat icra ediyor. Bolayır cihetinde de +ufak müsademeler tevali ederek havaların düzelmesine intizar +olunuyor. Edirne’de ise düşmanın oldukça mühim olan +bir hücumu kırıldıktan ve hayli telefata duçar edildikten sonra +fasılalı bombardımanlara devam ile iktifa etmekte kat’i +hücuma cesaret edememektedir. Fakat hain düşman merdlikle +bir şey yapamayacağını anlayınca yine ehl-i salib zulüm +ve hunharlığı tutarak şehri ma’sumların çoluk çocuk kadın +gibi acizlerin sığındığı mahalleri bombardımana başlamış +müteaddid yangınlar ika’ etmiştir. Bunun üzerine ecnebiler +dan Sofya’da teşebbüsat-ı lazimede bulunuldu Bulgarlar ilk +önce imtina’ ettikleri halde bilahare düvel-i mütemeddine! +biraz sesini yükseltince müsaade etmek mecburiyetinde +kaldılar. Bize gelince ki bu babda asıl alakadar olan biziz +bulunacaklar olup bitecek. Bakalım bu hususta “Müdafaa-i +Milliyye Hükumeti”miz haysiyet-i milliyyeyi nasıl muhafaza +edecek? Ecnebiler için bi-taraf bir mıntıka teşkil olunup orada +kalmaları mümkün olamadığı takdirde bari kadınların +acizlerin de birlikte çıkmaları te’min edilse. Yanya ve İşkodra’da +avn-i Hak’la mühim muvaffakıyetler istihsal edilmiştir. +Yunanlılar hücumlarında müdhiş zayiata duçar oldukları +gibi Karadağlılar da adamakıllı harbe devam edemeyecek +derecede bozulmuşlardır. Cavid Paşa ordusu Görice’yi +almıştır. Arnavudlar her tarafta kıyam ederek çetelerle Sırpları +meşgūl etmektedirler. Hasılı Rumeli’nin her tarafı ateşler +pışmaktadır. Allah muinimiz olsun. +Kahraman Hamidiye +Kruvazörü Mısır Arabları tarafından kömür ve erzak-ı +lazimeyi aldıktan sonra Akdeniz’e açılmış fırtına dolayısıyla +muvakkaten Malta Limanı’na iltica eylemiştir. Hamidiye’nin +ansızın muvasalatı Malta’daki Yunanlılar beyninde şedid +bir heyecanı mucib olmuş Osmanlı kruvazörünü bir defa +görmek üzere fevc fevc sahile koşmuşlar ... Telgraflar dört +Yunan torpidosunun Malta açıklarında dolaştığını bildirmişlerdi. +Kahraman kruvazör efrenci Şubat sabahı saat birde +Malta’dan mufarakat etmiştir. Yardımcıları Allah olsun. +sının kumandanı bütün düvel-i muazzama namına hareket +ederek Osmanlı bayrağı da dahil olduğu halde bütün bayrakları +Hanya Şubat. +§ Atina telgraf ajansına Hanya’dan iş’ar olunuyor: +“Parmot ismindeki İngiliz sefine-i harbiyyesinin kapudanı +Suda’yı terk etmeden evvel maiyyetine bir müfreze-i askeriyye +alarak liman pişgahındaki küçük cezireye gitmiş ve +merasim-i askeriyye ile düvel-i hamiye namına oradaki düvel-i +mezkure sancaklarıyla Osmanlı sancağını indirmiştir. +Kumandan mezkur sancakları mensub oldukları devletler +konsoloshanelerine vermiş ve Osmanlı sancağını da Alman +Konsoloshanesi’ne tevdi’ eylemiştir. Osmanlı sancağının +mevcedar olduğu flamaya derhal Yunan bayrağı rekz edildi. +Girit Vali-i Umumisi Mösyö Dragomis ve bir güruh halk Suda’ya +gelmiştir. Girit ahalisi düvel-i hamiyye ve Yunanistan +lehinde şedid ve na-kabil-i ta’rif nümayişler icra ediyorlar.” +Şark Hey’et-i Ruhaniyyesi Katib-i Umumisi olup da Suriye +ve Mısır’daki Fransız hey’etlerini teftiş eden Mösyö Benar +Fransız Nafia Nazırı hatıratını neşrediyor ve Fransız nüfuzunun +Fransızlar için gayr-i müsaid olduğunu söylüyor. Şam +ve Beyrut’taki seyahatinden Mösyö Benar müslümanların +Fransız usul-i terbiyesini takdir ettiklerini! fakat Fransızlara +karşı efkar-ı hasmanede bulundukları Fransa tabiiyyetinde +bulunmak istemedikleri kanaatini ahz eylemiştir. Buna +sebeb de Cezayir’deki müslümanlara karşı tatbik olunan +tarz-ı harekettir. Çünkü Cezayirliler her türlü vergiye iştirak +ettikleri halde cumhuriyet fikrindeki esasın aksi bir muamele +görmektedirler. +Paris Şubat – Osmanischer Lloyd ’in hususi telgrafı +Düheybat’tan Times gazetesine iş’ar olunuyor: +“Trablus Müstakil Hükumet-i İslamiyyesi İtalyanlar’a +karşı muhasamata başlamıştır. Şeyh Seyfünnasr mükemmel +mücehhez dört bin asker ile “Fizan”dan “Mısrata” Burnu’nun +cenubunda “Urfella” kabilesi arazisine vasıl olmuştur. +“Zuvara” ve “Aceylat” önüne dahi “Tevarık” memalikinden +asakiri İtalyanlar’ın mevakiine mükerreren muhacematta +bulunup ihraz-ı zafer eylemiş ve İtalyanlara zayiat-ı azime +verdirmiştir.” +Ajans Royter +San’a’dan istihbar ediyor: “İngiltere’nin Aden arazisi civarındaki +Kutba Arabları isyan etmiş vali vekilini katl ve birçok +me’murini cerh eylemişlerdir. İsyan Gümrük idareleri +te’sisine atfolunuyor.” +Londra Şubat - Kostantinopol +Times Paris’ten +yet-i beynelmileliyyesine dair olan mes’elenin yalnız İngiltere +Fransa ve İspanya hükumetleri arasında hallolunmasına +razi olmayacaktır. Bu mes’eleye dair olan mukavelename +El-Cezire Muahedesi’ne vazıu’l-imza olanların kaffesinin +nazar-ı tasdikına arz edilecektir. İngiltere Fransa’nın Fas’ı +himaye etmesine de ancak Tanca mes’elesinin hallinden +sonra muvafakat edecektir.” +Londra Şubat - Kostantinopol + +---- +RICA-YI MAHSUS +---- + +Avn-i Hak’la iki hafta sonra dokuzuncu cildin ikmaliyle +Sebilürreşad ’ın birinci senesi tamam oluyor. Zaten sene +nihayeti olmakla hesabatı kapatmak lazım geleceği tabiidir. +Diğer taraftan zaman buhranlı olduğu cihetle bütün alışverişlerin +peşin para ile görülmek mecburiyeti var veresiye ile +tedvir-i muamelat mümkün olmuyor. Onun için henüz tesviye-i +hesab etmeyen bayi’lerle sipariş olunan kitap ve abone +bedellerini te’diye etmeyen muhterem abonmanlarımızın +bu hafta zarfında her halde hesablarını tamamen tesviye etmeleri +abone bedellerini göndermeleri uhuvvet-i İslamiyye +namına kemal-i ehemmiyyetle hassaten rica olunur. +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Müslümanların hakīkatte tabi’ oldukları düstur-ı ahlakī +ma’na-yı ahlakī ve ameli ne ise müslümanlarca da “Bir +va +cibi Allah’ın emri olduğu için icra etmek”teki ma’na da +meal i’tibariyle odur. Hazret-i Resul-i Ekrem sallallahu +aleyhi ve sellem gece el ayak çekildikten herkes uykuya +vardıktan sonra namazda o kadar dururlarmış ki ayakları +şişermiş. Zevcesi Ayişe radıyallahu anha bir defasında “Ya +Resulallah! Kendini neye bu kadar yorarsın? Olmuş olacak +günahların mağfur olmamış mıdır?” diye izhar-ı asar-ı şefekat +etmiş de +“ = Bir abd-i şekur da +olmayayım mı?” cevabını almış. A’mal ü ef’alimizin rıza-yı +Bari için yapılmak lazım geleceği müslümanların havass +u avamınca ma’lum bir fikr-i müşterektir. Zira Kur’an ’da +saadat-ı dünyeviyye ve uhreviyyenin envaı ta’dad edildikten +sonra +“ = Cenab-ı +Hakk’ın rızası bunların hepsinden büyüktür. Fevz-i azim işte +bu rıdvandır.” Sure-i Tevbe ayet +buyuruluyor. Rıdvan-ı +ğerle insanı sırr-ı menzil-i saadete isal edecek olan a’mal ü +ef’ale ve hatta ve hatta hatarat-ı kalbe terettüb eder. Herhangi +bir amel halis olmak için “li-vechi’llah” olmak lazım +geleceğini bilmeyen Müslüman yoktur. Hazret-i Ömer bin +el-Hattab ashab-ı kiramdan Suheyb-i Rumi hakkında: +“ = Allahü Teala Suheyb’e rahmet +etsin imanı o kadar kavidir ki Allah’tan korkusu olmasa +da kendisine azabdan eman nazil olsa da yine ona isyan +etmez.” buyuruyor. Anlaşılıyor ki Suheyb’in itaati adem-i +celalet-i kadrine ihtiramdan neş’et ediyormuş. İmam Şafii: +“Hiçbir münazaraya giriştiğimi bilmem ki hakkın hasmımın +yedinde zuhur ettiğini temenni etmeyeyim.” diyor. Görülüyor +ki İmam-ı müşarun-ileyhin münazaradan maksadı +hasmı ilzamdan ziyade hakīkatin tebeyyün ve zuhuru imiş +ve hak yedinde zahir olsa nefsü’l-emrde garaz-ı matlub ile +alakadar olmayan tatmin-i nefs ucb hasma tefevvuk gibi +şevaibin araya karışmasından ihtiraz ediyormuş. Kezalik +meşhur Sa’di-i Şirazi’nin nakline göre şeyhi Sühreverdi gece +yarısındaki ibadat ve münacatında: “Yarab! Benim cesedimi +cehenneme at ve o kadar büyüt ki kullarından kimseye +orada yer kalmasın.” niyazında bulunurmuş. Sırri-i Sakati +dermiş ki: “Vaktiyle bir kere elhamdülillah dediğim için +otuz senedir istiğfar ediyorum. Bağdad’da bir yangın oldu +Ben de elhamdülillah dedim. İşte otuz senedir bu hamdime +nadimim. Çünkü o anda başkasını unutup kendi hayrımı +düşünmüştüm.” Süfyan-ı Sevri Rabia-i Adeviyye’ye: “Imanının +hakīkati nedir?” diye sorunca o: “Allah’ın ne cehenneminden +korktuğum ne de cennetini sevdiğim için ibadet etmiş +değilim. Yoksa kötü hizmetkardan ne farkım kalır? Ben +ona muhabbetimden iştiyakımdan dolayı ibadet ederim.” +cevabını veriyor. Ebu Süleyman-ı Darani diyor ki: “Allah’ın +öyle kulları vardır ki onları ne cehennem korkusu ne cennet +ümidi Allah’tan gafil bırakmaz. Yani Allah’ı tefekkür bu gibi +şeyleri akıllarına getirmez. Nerede kaldı ki dünyayı!” +Ma’ruf-ı Kerhi’ye ihvanından biri: “Ya Eba Mahfuz! Seni bu +derece ibadete sevk eden şey nedir?” diye sormuş. O sükut +etmiş. O zat yine ısrar ederek sormuş: “Zikr-i mevt mi? – +Mevt dediğin nedir ki?! – Kabir ve berzah zikri mi? – Kabir +dediğin nedir ki?! – Cehennem korkusuyla cennet ümidi +mi?! – Bu dediğin ne imiş? Bu saydığın şeylerin kaffesi yed-i +kudretinde olan Melik-i Kadir öyle bir zat-ı ecell ü a’ladır ki +eğer onu seversen şu dediklerinin hepsini sana unutturur. +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Kendisiyle aranda bir ma’rifet bir bilgi bir tanışma olursa +bunların hepsinden seni kurtarır.” cevabını vermiş. +olduğu için ifa” nazariyye-i ahlakıyyesi aşkıyla bu raddeye +kadar tehzib-i nefse muktedir olup olamayacaklarını münakaşa +etmeksizin bunun alem-i İslam’da emsalini ta’dad ile +bitiremeyeceğimizi söyleyebiliriz. İşin en mühim ciheti isarın +bu türlüsünde ihraz-ı şan ü şeref ibka-yı nik-i nam etmek +gayesi bile yoktur. Zira müslümanların mukteda-bihi olan +hazret-i Resul sallalahu aleyhi ve sellem ihlası emretmiş ve += Ey nas! A’malinizin li-vechi’llah olmasına ona başka +hiçbir niyet karışmamasına dikkat ediniz. Zira Allahü Teala +a’mal içinde halis olarak kendi rızası için yapılmış olanlarından +başkasını kabul etmez.” ve +“ = Cenab-ı Allah amelin yalnız +halis olanını ve vech-i Zülcelali taleb edilerek yapılanını kabul +eder.” buyurmuştur. +Bu sebebden dolayıdır ki a’mal-i salihanın hafi olanı açık +olanına tercih edilegelmiştir. Zira amel-i sır riya ve tasannu’dan +azade olabilir. Ve derece-i kemal-i halisiyyete daha +yakın olur. Sağ elin verdiğinden sol elin haberdar olmamasındaki +zevk-ı vicdani lezzetini bilmeyen Şarklı yoktur diyebiliriz. +Nitekim Kur’an-ı Kerim ’de: +“ = Eğer sadakatı açıklarsanız +ne a’la! Eğer gizleyip de fukaraya verirseniz sizin +diye varid +olmuştur. Kezalik ihlasın en birinci alameti sır ve alaniyyetin +bir olmasıdır denilmiştir. Nitekim hadis-i şerifte: +“ = Birrin tamam olması açıktaki +amelini gizli de yapmaklığına vabestedir.” Diğer bir hadis-i +şerifte de: +“ = Her kim kendisi ile Allah arasındaki +hali yani gizli amellerini düzeltirse Allahü Teala da o kimse +tevellid fenalığa mahal bırakmaz. Her kim batınını sırrını +buyurulmuştur. +* * * +BEŞINCI ASR-I HICRIDE MISIR +fizik ve ilahiyyata metafizik taksim etmiş müellefatını bu +fenlere hasr u tahsis eylemiştir. İbni Heysem Kitabun fi-Takvimi’s-Sanaati’t-Tıbbiyye +eserinde diyor ki: “Esamisini bu +kitaba derc etmiş olduğum asardan başka daha birçok resail +ve kitap te’lif ettim. Daha ziyade de te’lif edebilirdim. Fakat +bir vakitler deruhde etmiş olduğum ağır vezaif daha sonra +da mecbur olduğum uzun seyahat kitap te’lifine müsaid +vakit bırakmadı. Ömrüm kifayet ederse fünun-ı riyaziyye +tabiiyye ve hikemiyyeye dair daha birçok asar te’lifine çalışacağım. +“Bu kitapların te’lifinden maksad erbab-ı fenn ü hikmet +arasında bir hatıra bırakmaktan başka bir şey değildir. Çünkü +erbab-ı ilm ü te’lif neşriyyat-ı ilmiyyeleriyle bir hayat-ı cavidani +kazanırlar. Maddeten vefat etseler bile eserleri namlarını +elsine-i ahlafta müebbeden yaşatırlar. Halbuki bir cahil +öldüğü günden i’tibaren nisyan-ı ebediye mahkum olur.” +Filhakīka İbni Heysem cihan-ı ma’rifete fünun-ı şettaya aid +bir kütübhane-i irfan bırakarak namını ebediyyen yaşatmaya +muvaffak olmuştur. +Te’lif ettiği kitapların yalnız isim ve ünvanlarının tedkīkı +müellifin feza-yı fazl ü irfanının derece-i vüs’ati hakkında +bize bir fikir verebilir. Yine bu esaminin tedkīkı sekiz asır evvel +alem-i İslam’da fen ve felsefenin derece-i terakkıyatıyla +bugünkü dereke-i izmihlali arasında bir mukayese yapmak +ve fünun-ı mütenevviayı bir kere de elyevm alem-i İslam’ı +baştan başa kaplayan kabus-ı cehaletin derece-i kesafetini +düşündükçe; süveyda-yı kalbden kopan eşkabe-i hunini +mümkün değil zabta muvaffak olamıyor!... +Kitabü’l-Hukema’ İbni Heysem’in altmış kadar eserini +ta’dad etmekte ise de İbni Ebi Usaybia Kitabü’l-Hukema’ da +münderic olmayan daha birçok esami-i kütüb kayd etmiş ve +daha olduğunu ihtar etmeyi de unutmamıştır. +rının esamisini ber-vech-i ati derc ediyoruz: +lamyus Pétoléméo +Cebri ve’l-Mukabeleti +yeti +sadi’n-Nücumi +Bu’di bi-Ciheti’l-Umuri’l-Hendesiyyeti +med fi-K��smeti’z-Zaviyeti Selasete Aksam +bin +Öklidus +to Talisi’l-Erbaati’l-Mantıkıyyeti +vi’l-İnsan +tihi ve Kemalihi +matikos li-Aristo Talis fi-Hakkı’s-Sema’i ve’l-Alem +ala-Efkari’r-Rasıdin +mina’llahi lem-Yezel Gayra Failin Sümme Faale +Mela’ün +ti’l-Umuri’t-Tabiiyyeti +Kitabi Aristo Talis fi’l-Alemi ve fi’s-Sema’i +Vahidetün +han +Usulihim +fu Zatühu min-Ciheti Fi’lihi +vete’l-Müdebbirate Hel min-Bedeni’l-İnsani fi’l-Kalbi minhu +ti’l-Basra +din Ma’lumi’l-Arz +kūsi’l-Hayvaniyyeti +dari İ’zamiha +kū’i’lİbsar +bihi +ra +zu mine’l-İhtilafi fi-İrtifaati’l-Kevakibi +yeti’r-Rasadi +ti’t-Tahkīk +min-Nısfiha +kīk +Aristo Talis +viyyeti +[Metinde ] - Makaletun fi-Havassı’d-Daireti +* * * +Şu uzun cedvel İbni Heysem’in müellefatından ancak +bir kısmını cami’dir. Müşarun-ileyhin bu cedvelde mevcud +olan kitapların birkaç misli nisbetinde daha bir takım +müellefatı bulunduğu tercüme-i halini yazan müverrihinin +beyanatından anlaşılıyor. +Filhakīka İbni Heysem; bu kitaplardan başka; mütekellimin +Mu’tezile ve mantıkıyyuna cevaben birçok resail yazmış +olduğu gibi kendisine irad edilen es’ilenin hallini mübeyyin +de bazı asar bırakmıştır. Yukarıki cedvel tedkīk olunursa +olduğu anlaşılıyor. İbni Heysem en çok riyaziyyat ve felsefe +Garb müelliflerinden Mösyö Kaziri Casiri ve Mösyö Sedillo +Sedillot İbni Heysem’in asarına dair hayli tedkīkatta +bulunmuşlardır. Müşarun-ileyhin Şerhu Usuli Öklidus ünvanlı +kitabından birer nüsha Bodleyn Bodleienne ve Layd +Leyde Kütübhanelerinde mevcud ve mahfuzdur. Layd +Kütübhanesi’nde bundan başka İbni Heysem’in birkaç +kitabı daha vardır. +Avrupa’da en ziyade badi-i iştiharı olan eseri mebhas-i +ziya hakkındaki Kitabu’l-Menazır ünvanlı te’lif-i güzinidir. +Bu kitap vaktiyle Latinceye el-Hazin namı altında tercüme +edilmiş olduğundan İbni Heysem Avrupa erbab-ı fenni arasında +bu isimle iştihar eylemiştir. Hatta bazı müellifler el-Hazin +olmuşlardır. Mösyö Jorden Jourdain Kitabu’l-Menazır ’ın +Latinceye ilk defa Jerar Dö Kremon Gerard de Cremon +tarafından tercüme edilmiş olduğunu iddia etmektedir. +Jerar Dö Kremon İbni Heysem’in fecr ve şafak hakkındaki +risalesini de Le Crepuscule namı altında Latinceye nakl +ve tercüme eylemiştir. Meşahir-i müellifinden Rozer Bakon +Roger Bacon Kitabu’l-Menazır ’ı dur u dıraz tedkīk etmiş +olduğundan müellifine karşı hürmet ve takdir isarından kendini +alamıyor. +Bakon’un Bacon muasırlarından Polonyalı Vitello Vitellot +nam zatın Le Crepuscula ünvanlı eser-i meşhurunu +Avrupalı tarih-i fünun müelliflerinin taht-ı i’tirafındadır. +dide Ramus ve Risner namında iki zat tarafından tab’ ve +temsil edilmişidi. Mösyö Montukla Montucla ve Mösyö +Brisson İbni Heysem’in bu kitabından bahsederken diyorlar +ki “Mebhas-i ziyanın in’ikas ve inkisar gibi mebahis-i esasiyyesini +en evvel keşf ve izah etmek şerefi Vitello’ya değil mütebahhirin-i +riyaziyyun-ı İslamiyyeden İbni Heysem’e aiddir. +Vitello kendisinden iki asır evvel gelmiş olan bir İslam müellifinin +etmekten başka bir şey yapmamıştır.” +Avrupalı hakīkat-perest müelliflerden hemen kaffesi İbni +Heysem’in bu eserini layık olduğu derecede takdir ü tebcilden +kendilerini alamıyorlar. +Mösyö Şasil Chasles tarih-i terakkıyat-ı fenniyyeden +bahsederken diyor ki: “Mebhas-i ziyaya dair ulema-yı İslamiyyeden +pek çok zevat tetebbuat ve tedkīkat-ı amikada +bulunmuşlar bu mebhase dair birçok eserler te’lif etmişlerdir. +Bunlar miyanında El-Hazin İbnü’l-Heysem en meşhur +ve en mümtaz eazımdandır. Nazar-ı tedkīkımızden geçen +eseri müellifinin ilm-i hendese ve riyaziyatta yed-i tula sahibi +olduğunu isbat ediyor. Bu kitapta en ziyade nazar-ı +hayreti celb eden cihet rasıdın gözüyle rü’yet edilen şey’in +mevki’leri ma’lum olduğuna göre kürevi bir aynada nokta-i +bilmiş olmasıdır. Çünkü lede’t-tahlil bu mes’ele dördüncü +dereceden bir muadilenin halline tevakkuf eder. Demek +ki daha o vakitlerde riyaziyyun-ı İslamiyye ilm-i cebir ve +hendesede pek ileri gitmişlerdi. El-Hazin’in bu eseri alem-i +en kadim bir menba’-ı esasisi demektir. Meşhur Vitello Le +Crepuscule ünvanlı kitabını te’lif etmek için El-Hazin’in bu +eserinden pek çok istifade etmiştir. +El-Hazin yani İbni Heysem’in mebhas-i ziyadaki keşfiyyat +ve tedkīkatına dair daha evvel uzun uzadıya ma’lumat +vermiş ve Kitabu’l-Menazır ’ın muhteviyatından lüzumu derecesinde +bahsetmiş olduğumuzdan burada tekrar izahat +kavaid-i hendesiyyeyi kıyasat-ı mantıkıyyeye tatbik etmek +usulünü ihtira’ eylemiştir. Eserlerinde usul-i hendesiyye ve +adediyyeyi cem’ ederek bir takım enva’ u aksama ayırmış +olduğu gibi riyaziyyun-ı kadimeden Öklidus ve Apolloniyus +gibi meşahirin usullerini tenkīd hatalarını meydana +çıkarmak gibi bir deha’-i harika-nüma da göstermiştir. +Müşarun-ileyh usul-i hendesiyye ve adediyyeyi ayırmış +olduğu aksam u enva’ı kıyasat-ı mantıkıyye ta’limiyye ve +hissiyye ile isbata muvaffak olmuştur. +Mesail-i Hisabiyye ve hendesiyyenin hall ü istihracı için +cebir ve hisab kavaidine bir takım yeni usuller icad eden +yine İbni Heysem’dir. +Mütefekkirin-i İslamiyyeden İbni Heysem gibi eazımın +ulum-ı riyaziyyenin teessüs ve terakkīsi hususunda ibraz +etmiş oldukları hidemat gösterdikleri muvaffakıyyat tarih-i +fünunun en parlak sahayifine şeref-bahş olmaktadır. Filhakīka +Hind usul-i hisabisi ile erkam-ı Hindiyyeyi Avrupalılara +tanıttıran ulema’-i İslamiyyedir. Ebu Ca’fer Muhammed +bin Musa El-Harizmi erkam-ı Hindiyyeyi alem-i İslam’a +Cebr ve’l-Mukabele ünvanlı eseri de ilm-i cebirdeki vukūf-ı +hayret-nümasının payidar bir şahididir. Harizmi’den sonra +ulum-ı riyaziyyede iştihar eden efazıl arasında Ebu Kamil +Şüca’ bin Eslem Ebu’l-Vefa’-i Buzcani Ebu Hanife Ed-Dineveri +Ebu’l-Abbas-ı Serahsi gibi eazım bülend bir nasıye-i +dehaları da sükut ile geçiştirilemeyecek kadar parlaktır. Fakat +riyaziyyun-ı İslamiyyenin ser-name-i mübahat ve iftiharı + +---- +BIR MUHAKKIK ILE MUKALLID ARASINDA +---- + +Fukahaya gelince onları da Gazzali’den dinleyelim: +Huccetü’l-İslam İmam-ı Gazzali hazretleri İhya’ü’l-Ulum ’un +“Kitabu’l-ilm” bahsinde diyor ki: Fukahanın yekdiğeriyle +atışmalarının mücadele etmelerinin sebebi ümeraya hulefaya +kurbiyyet peyda ederek paye kapmak mansıb-ı kazaya +hücum etmektir. Onun için dikkat edilirse muharebatın +en şiddetlisi Hanefiyye ile Şafiiyye arasında olduğu görülür. +Çünkü rütbe mansıb bu ikisinin arasında mahsur idi. +Bununla beraber fukahanın hepsine karşı hakīkati sükut +her asırda şübhesiz hakkı i’la batılı mahv etmek için çalışanlar +da eksik değildi. Lakin ne çare ki ümmetin üzerine +çöken cehalet kendilerine batılı tesvil ve tezyin ediyor onlar +da haktan teami ederek onu görmüyorlardı. Bakınız! Size +bir şey hikaye edeyim: Ma’lumdur ki çok zamanlardan beri +Mısır’da mahiyye olarak el-Menar isminde bir mecelle-i İslamiyye +zira hakaık-ı İslamiyyeye aid pek mühim neşriyatta bulunuyordu. +Hatta bir nüshasında mühim bir makaleye tesadüf +ettim. Haniya bazı kimseler görüyoruz: Yollarda sokaklarda +gezerler de bazı kere kendi kafasını kesiyor kestikten sonra +da hala ölmeyip vücuddan ayrılan o kafa kendi kendine söz +söyler sonra kafayı tekrar vücuduna iade ederek yine eskisi +gibi gösterir; bazen ağzının içine göğsüne karnına gözümüzün +önünde hançer sapladığı halde bir damla kan bile +çıkmaz değil mi? Sonra bir takım cinci hocalar bazı hastaların +şifa-yab olması için afsun yaparlar kendi zu’mlarınca +şeytanlara cinlere ruhaniyyuna yemin verirler; sari’a +meylettirmek için bir takım şeyler okurlar nüshalar vefkler +tılsımlar yaparlar. İşte el-Menar mecellesi bunların hepsini +sihir nev’inden haram şeyler olduğunu zikrederek bu babda +Fakīh İbni Hacer El-Heytemi’den şöyle bir fetva da naklediyordu: +“Ruhaniyyat ile hademe-i müluk-i cann ile iştigal +etmek sahih olan kavle göre sihirdir. “Hakim-i Ubeydi” – +la’netullahi aleyh–’yi yoldan sapıtarak uluhiyyet iddia ettiren +şey de ruhaniyyat ile okumak yazmak afsun yapmak +birçok şeyler vardır ki onların hepsi sihirdir. Mütalaa etmiş +olduğum el-Menar mecelle-i İslamiyyesi bu babda pek ziyade +ma’lumat veriyordu. İsterim ki o nüshayı behemehal bulup +bu mesailin hakīkatine muttali’ olasın! +Mukallid: – Birader; sen ne söylüyorsun! el-Menar dediğin +ceride muzır bir ceridedir; o daima ulemayı zemmediyor +onlara hiç ehemmiyet vermiyor; kezalik evliyayı da +mek istemem; Allah’a hamd ve şükür olsun ki şimdiye kadar +bir defa olsun o cerideyi ne elime aldım ne de gördüm. +Muhakkik: – Sübhanallah! Azizim sen görmediğin bir +şeyin fenalığına nasıl hükmediyorsun? Halbuki sen ulemayı +“din”den bulunuyorsun. Sen bilmiyor musun ki Cenab-ı +Hak insanları gıybet eden onların arasında nemmamcılık +koğuculuk ile gezen feseka-i fecerenin söyledikleri şeyi tahkīk +etmeksizin inanmak caiz olmadığını bu gibi haberlerde +tevakkuf lazım geldiğini Kur’an ’da haber veriyor: +Ben zannederim ki el-Menar ceridesi gibi +ulemanın kadrini i’la edecek bir ceride daha bulunmaz; +çünkü bu ceride ümmetin zimam-ı idaresini ulemanın eline +bırakıyor; ümmetin emr-i ıslahını ta’lim ve terbiyesini ıslah +ederek İslamiyet’i mecd-i sabıkına irca’ etmeyi onlara havale +ediyor. Onun zemmettiği ulema kendilerinin bu ıslahata +ehil olmadıklarını söyleyenlerdir. +Evliyayı inkar etmesine gelince bu hiçbir vakit +doğru olamaz. Zira o evliyayı inkar etmiyor. Belki onların +medh u senasında mübalağa ederek gulüvv derecesine +varmaktan onların Allah ile beraber olduğunu iddia ederek +Allah’tan başkasından istenilmesi caiz olmayan şeyleri +onlardan istemekten nehyediyor. Eğer mevzu’dan çıkmak +korkusu olmasaydı el-Menar mecellesinin bu husustaki bazı +fıkralarını sana okurdum. +Mukallid: – Ben işitiyordum ki: “Cifr” Seyyidüna Ali kerremallahu +vechehu hazretlerinden alınmış; şu halde ilm-i +cifrin vazıı Hazret-i Ali’dir. Halbuki Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin +bir cifr nisbet ediyorlar. Hem de diyorlar ki: Hazret-i Muhyiddin’e +nisbet edilen cifr kitabı kıyamete kadar tahaddüs +edecek olan vekayi’-i azimenin hepsini muhtevi imiş! +Muhakkik: – Evet insanlar içinden bazı kimseler de – +mesela Cürcani gibi– var ki senin söylediğin gibi zu’m ediyorlar. +celildir; evvelkisini Hazret-i Ali ra Kufe’de minber üstünde +hutbe okurken zikretti; ikincisini de Hazret-i Muhammed +sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Ali’ye ra gizlice olarak +söyleyip tedvin edilmesiyle emretti. Bunun üzerine Ali +ra onu huruf-ı müteferrika ile yazdı ve bilahare bu kitap +beyne’n-nas iştihar eyledi; çünkü evvelin ü ahırin için cereyan +etmiş ve edecek olan vekayi’-ı mühimme bu kitapta +bulunuyordu.” +Ben de diyorum: Bunlar öyle zu’m ediyorlardı ki: Cifr +demek sarahaten yahud rumuz tarikıyla mugayyebattan haber +vermek demektir; vakta ki bu adamlar cifri ilim sırasına +koymaya kalkıştılar bu ilmi mertebe i’tibariyle ruhaniyyattan +sonra bulunan ilm-i huruf ve ilm-i adedin içine kattılar. +Maahaza vaz’ ve teksirinde ihtilafa düşerek kimi teksir-i sagīr +fasidinde bulundular. Bazıları da kendisiyle “vefk”ler vaz’ +olunan teksir-i mutavassıt ile diğer bir kısmı da terkib-i harfi +yahud terkib-i adedi tarikıyla vaz’ ettiler. Bazıları da cifr ile +müneccimliği karıştırarak “melahim” ve “hidsan”da yazılanların +hepsine “cifr” namı verdiler. +Bu güruhtan bir kısım halk da cifrin ancak keşf-i istikbal +Şeyh Muhyiddin ibni Arabi’nin kendine mensub olan cifrinde +yazdığını fakat insanlar gaybe muttali’ olarak kendi +şuunlarını ifsad etmesinler diye yalnız hal-i ibhamda bırakıp +ne olduğunu bildirmeyerek vaz’ ettiğini i’tikad ediyorlar. +Hakīkaten Şecere-i Nu’maniyye ’yi ben de gördüm; içi +rumuz ile dopdolu; hiçbir şey anlaşılmıyor. +Velhasıl bunların hepsi asılsız şeylerdir; zira şu cifr denilen +şeye mahsus ma’rifet-i gayb hususunda kendisine +müracaat olunacak ilme müstenid bir asıl isbat olunmamıştır. +Eğer buna mahsus ilmi bir asıl olsa idi elbette terakkī +eder de herkes için ilm-i cifri tahsil etmek müyesser olurdu. +Ne hacet! Zaten Cenab-ı Hak hiçbir kimseye gaybden haber +vermek gibi bir ilim bahşetmemiştir Yalnız bazı enbiya-yı +kiramın ahval-i ahirete melaikeye cinne dair verdikleri haberler +vardır ki bunlar vahy ile sabit oldukları cihetle yalnız +bunları suret-i kat’iyyede tasdik ve iman ederiz. +Evet şurasını da inkar etmem ki: Bazen ilham suretiyle +vukū’ bulacağını haber veriyorlar da bilahare söyledikleri +gibi zuhur ediyor. Lakin bu pek nadir ve cüz’iyyata mahsustur. +!... +ayet-i kerimesi bu babda en kuvvetli bir delildir. +Mukallid: – Mukaddime-i İbni Haldun’da gördüm ki: İbni +Haldun; Şeyhü’l-ekber İbni Arabi Hatemi’ye mensub olup +niyye vücuddan ayrılmış kafalar garib garib temasil-i hayvaniyye +olan bir melhameye vakıf olmuş. Sonra da İbni +Haldun bu melhameyi inkar ederek şöyle diyor: “Ağleb-i +sahih değildir; çünkü bu ilme müstenid bir asıldan neş’et +etmemiştir.” +Bana kalırsa –madem ki bu kitapta suret temasil gibi +şeyler bulunuyormuş– İbni Haldun böyle diyeceğine doğrudan +doğruya bunun Şeyhü’l-Ekber’e nisbetini inkar etmeli +bir zatı ondan tebrie edip kurtarmak lazımdır. +Muhakkik: – Muhyiddin ibni Arabi ile İbni Haldun’un +haram olduğunu i’tikad ettikleri suretler –enbiya evliyanın +suretleri gibi– din ile alakadar olanlardır; çünkü bunlar +çok defalar ta’zim-i dini ile ta’zim olunarak gitgide ibadat +olunmak maksadıyla “vesen büt” ittihaz olunur; halbuki +Cenab-ı Hak kendisinden başkasına ibadet etmekten nehyetmiştir. +Binaenaleyh tasvir hakkında varid olan nehy; bina +ve ziyaret-i kubur; kezalik kabirlerin üzerine bilhassa enbiya +ve sulehanın kabirlerine mescid yapmak hususunda varid +olan nehy gibidir bunların da din ile alakası olduğu cihetle +yapan kimselere Peygamber la’net etmiştir. +“Din” ile alakası bulunmayıp mazınna-i ta’zim olmayan +suretlere gelince: Bunlar illet-i nehyde dahil değildir. Sahih-i +Buhari ve sair kütüb-i ehadisde hadis-i “kıram”ı okumadın +mı? Eğer okumamış isen ben sana hikaye edeyim de dinle! +Birgün cenab-ı Peygamber Hazret-i Aişe’nin yanına +gelmişti; bir de baktı ki Hazret-i Aişe’nin yanında resimli bir +perde bulunuyordu; hem de Ka’be’de ibadet olunan suretler +gibi dikili olarak bulunuyor. Cenab-ı Peygamber bunu +yırtıp atmasıyla emretti. Bilahare Hazret-i Aişe bunu yastık +yapmıştı. Bunun üzerine sıfat-ı ta’zim zail olduğundan suretler +bakī olduğu halde yine cenab-ı Peygamber onun üstüne +dayanıyordu da hiçbir şey söylemiyordu. +Mukallid: – Bu kelam-ı fukahaya muhalif bir ta’lildir ki +Şeyhü’l-Ekber Muhyiddin ibni Arabi hazretleri bunu söylemekten +pek mütealidir. +Muhakkik: – Sen bilmiyor musun? ki: Şeyhü’l-Ekber ... +ne fukahaya ne de başka bir kimseye taklid etmiyor! Sen +onun Fütuhat ’ını hiç mütalaa etmedin mi? Muhyiddin +Fütuhat ’ının baş tarafında gerek Mu’tezili gerek Sünni ve +gerek mezahib-i saireden hiçbirisiyle mukayyed olmadığını +tasrih ettiği gibi Mu’tezililerin her söyledikleri batıl olmadığını +da tasrih ediyor; hatta bazı kimselerin kendisini “İbni +Hazm-ı” Zahiri’nin mezhebine nisbet ettiklerini haber alınca +bunu inkar zımnında şu beyti inşad eylemişti: +Mukallid: – İlm-i cifr vasıtasıyla haber verilen şeylerin +pek çokları sahih olarak çıkmıştır; mesela: Şeyhü’l-Ekber +Muhyiddin hazretlerinin Şecere-i Nu’maniyye ’sinde +“ = Sin Şın’a girdiği zaman +Muhyiddin’in kabri meydana çıkar.” diye söylemiş olduğu +şeyin sıhhati de bilahare anlaşılmıştır. Çünkü Sultan Selim +hazretleri Şam’a girdiği zaman Muhyiddin-i Arabi’nin kabrini +meydana çıkarıp onu güzel bir surette yaptırarak ona +mahsus vakıflar koymuştur. Binaenaleyh ortada bu kadar +şey var iken ilm-i cifri inkar etmek nasıl doğru olabilir? ve +sen ne cesaretle inkar ediyorsun? +MÜSLÜMANLARIN BAYRAĞI +Semanın ıssız genişliklerinde onu hayretle seyrediyordum: +Boşluğun bucağında nurdan yapılmış hançer gibi parıldıyordu. +Yıldızlar ona beyaz ışıklarıyla hürmetli selamlar +gönderiyor; denizler ağaçlar dağlar ... önünde sessiz sessiz +düşünüyorlardı. Yurdumuzun cennet gibi yeşil ovalarında +kuşlar sevinçlerle ötüşmekte idi. +Göğün bu nazlı gelinini hayran hayran seyre dalmıştım. +Pek mahzun duruyor idi. Onu öpmek kucaklamak hürmetlerimle +muhabbetlerimle kucaklamak istiyor idim... Şanlı +duruşu ruhumu okşar; benim derd ortağımdır; hüzünlerimi +kederlerimi yüzüne bakmakla unuturdum; ışıklarıyla bizi aydınlatan +çiçeklerimizi bayraklarımızı gümüşleyen duygularımızı +süsleyen odur... +Ben böyle düşünürken birden bire göğün her bucağından +küme küme siyah bulutlar peyda olmuştu; yıldızlar +birer birer söndü ortalık yavaş yavaş kararmaya başladı; +siyah bulutlar semanın bu güzel gelinini karanlığın mezarına +gömmüşidi!.. Artık kuşlar ötmüyordu yeşil ovalar zümürrüd +ağaçlar saman gibi sararmış nazik veremli tazeler gibi +solmuşidi. Şimdi onun mateminden şimşekler sönmüş gök +homurdanarak ağlıyor hiddetinden dalgalar coşuyor ruzgarlar +zun.. Her taraf ağlıyor.. Ben de ağlıyordum.. +Ah!.. O zamandan beri seneler geçti. Bulutların sıyırılmasını +sevgili ayın elmas yüzünü tekrar görmeyi daha +yüce göklere yükselmesini görmeyi istiyor ve bunu bekliyorum.............................. +Ey Hilal!.. Ey müslümanların kimsesiz kalmış ulu bayrağı!.. +bulutları yırt!.. Göklere çık! Yıldızlara kadar yüksel!.. Senin +üç yüz elli milyon evladın var!... +MÜSLÜMANLIK MANI’-I TEFRIKADIR +Yukarıki hadise Ensar beyninde zuhur etmişti ki kanlı +mazilerinin tezkarı muvakkat bir tefrikayı mucib olmuştu. +Hengame-i ati ise Muhacirin ile Ensar arasında vukūa geldi +ki bunların mazi-i Cahiliyyette bir vazgeçdisi olmamakla beraber +hal-i İslam’da uhuvvet-i diniyyeleri vardı: +Hicretin beşinci senesi Şa’ban’ında Huza’a kabilesinin +Beni El-Mustalik şu’besi üzerine yürünülmüş muzaffer ve +muğtenim olarak dönülmüştü. +Birçok umur-ı acibenin an-ı zuhuru olması i’tibariyle +Gazvetü’l-E’acib denilen ve Beni El-Mustalik’ın soyuna +nisbet edilerek Gazvetü’l-Müreysi’ namı verilen bu muharebenin +galibiyyetini müteakıb mücahidin-i İslamdan bazıları +çalışıyordu. +Hazret-i Ömer’in hadimi olan Cehcah-ı Gıfari bu sırada +su getirmek için kuyu başına gitmiş orada Sinan bin Ferve +namında biriyle asılsız bir gavga çıkarmıştı. +– Ben evvel çekeceğim! gibi ehemmiyetsiz bir şeyden +neş’et edin bu gavga ağız dalaşıyla bitip kapanmadı. Cehcah +hiddetlenip Sinan’ın yüzüne bir tokat indirdi ve burnundan +kan boşanmasına sebeb oldu. +Sinan’ın Resulullah efendimize arz-ı şikayetle ihkak-ı +hak ettirmesi lazım gelirken duçar olduğu haksızlığa yine +haksızlıkla mukabele etti ve: +– Ya li’l-Hazrec ya ma’şera’l-Ensar! diye bağırdı. +Hazreciler’in koşup geldiğini gören Cehcah da: +– Ya li-Kinane ya li-Kureyş ya ma’şera’l-Muhacirin! feryadını +edince Muhacirin’den bazıları da oraya şitab etti. +Bir an oldu ki vahdet-i İslamiyye unutuldu. Ensarlık +Muhacirlik; Hazrecilik Kureyşilik; Kahtanilik Adnanilik hamiyyet-i +cahiliyyesi meydan aldı. Bu mühlik duman gözleri +bürüyünce saflar dizilip silahlar çekildi. Tamam çarpışılacağı +esnada fecr-i sadık-ı hüda aleyhi efdalü’s-salavat ve ekmelü’t-tahiyyat +efendimiz nur-ı seher gibi tulu’ ederek ortadaki +zulmet-i dalali izale eyledi ve: +– Yine mi da’va-yı cahiliyyet? tevbihinde bulundu. +– Muhacirin’den biri bir Ensari’yi döğmüş o da ya +li’l-Hazrec! diye haykırmış. dediler. Cenab-ı Resulullah: +– Bırakın şu murdar kelimeyi! dedikten sonra +tehdid-i şedidiyle bu da’vet +ve gayrette bulunanların cehennemi dolduranlardan olacağını +beyan buyurdu. Ashabdan bazılarının: +– Ya Resulallah! O adam müslümansa namaz kılıp oruç +tutuyorsa?... sualine de: +– Müslümansa da namaz kılıp oruç tutuyorsa da. +cevabını verdi. +Sinan bin Ferve de hakkını bağışladığı cihetle fitne kapanıp +naire-i harb basıldı. Fakat ayrıca bir münasebetsizlik şüyu’ +ve kalb-i Nebevi’nin inkisarını badi oldu. +Şöyle ki: +Sinan bin Ferve Amr bin Amr’ın yahud Abdullah bin +Übey bin Selul’ün veyahud her ikisinin birden hizmetinde +bulunuyordu. +Abdullah bin Übeyy eşraf-ı Medine’den olup münafıkların +riyasetine geçmiş müteazzım bir herif olduğu için hizmetkarının +bir muhacir tarafından dayak yemesini bir türlü +hazm edemedi. Bastırılan fitneyi yeniden uyandırıp müslümanlardan +maya kalkıştı. +Yanında bulunan hem-meşreblerine: +– Bugünkü kadar zillete uğradığımızı görmemiştim. Şu +bir avuç Muhacirler memleketimizde sıkıntı olduklarını +unutup bizi tahkīr u tezlil ettiler. Tevekkeli “Köpeğini besle +seni yesin” ve “Köpeğini bırak arkandan gelsin” dememişler. +Siz bu mesellere ittiba’ eylemediniz. Onları beldenize +aldınız malınızı paylaştınız hatırları için muharebelere gidip +çocuklarınızı yetim bıraktınız. Nihayet siz azaldınız onlar çoğaldı. +Bari şimden sonra onları infak ve iane etmeyiniz ki +Muhammed’in başından dağılsınlar. Bir de Medine’ye gider +gitmez; aziz olanlar zelil bulunanları tutup dışarı atsın! hezeyanında +bulunmaya başladı. +Habis herif “Aziz olanlar”la nefsini “Zelil bulunanlar”la +haşa zat-ı akdes-i Risaleti kasdediyor ve bunu tarafdarlarına +söyleyip duruyordu. +Şübban-ı sahabeden Zeyd ibni Erkam hazretleri işittiği +bu tahkīr-amiz sözlere tahammül edemedi. İbni Übeyy’in +boğazına sarılmak ağzını yırtmak istedi. Lakin herif kavmi +arasında mu’teber bulunduğu cihetle bir şey yapamadığı +O esnada Peygamberimiz Hazret-i Ömer’le bir ağaç altında +oturuyordu. Cenab-ı Faruk bu edebsizliği işitince: +– Ya Resulallah! İzin ver şu herifin boynunu vurayım. +dedi. Nebiyy-i Hakim efendimiz: +– Nasıl olur ya Ömer? Sonra herkes “Muhammed ashabını +öldürüyor.” demeye başlar. buyurdu. Hazret-i Ömer: +– Ya Nebiyyallah! Şayet onu Muhacirin’den birinin öldürmesini +kerih görüyorsan bir Ensari’ye emir buyur kafasını +kessin teklifinde bulundu. +Cenab-ı Peygamber buna da müsaade etmedi. Parlamaya +şiddetli sıcağında ordunun hareketine emir verdi ve kemal-i +sür’atle yola çıkıp ertesi sabaha kadar devesini sürdü. +hükmünü temsil +eder gibi– mü’min-i muhlis bir oğlu vardı. “Habbab” ismindeki +bu genç babasının hezeyanatı inkisar-ı Peygamberi’yi +mucib olduğunu sabahleyin konak yerinde öğrenince +huzur-ı Nebevi’ye geldi ve: +– Ya Resulallah! Babamın ettiği küstahlıktan dolayı onu +öldürtmek istediğini işittim. Öyle bir niyetin varsa bana +emret. Yerinden kalkmazdan evvel başını kesip nezdine +getireyim. Yalnız bu işe başkasını me’mur etme ki gayret-i +bünüvvetle ihtimal ki ben de pederimin katilini öldürür ve +cehenneme girmeye müstahık olurum dedi. Resululllah e +fendimiz ise: +– Ne öyle bir niyetim var ne de bunun için kimseye emir +verdim. Pederin aramızda bulundukça bizden rıfk u ikram +görecektir cevabını vermekle beraber babasına hüsn-i muamelede +bulunmasını Habbab’a tavsiye eyledi. +Habbab nezd-i Risaletten çekildi lakin Medine kurbündeki +Vadi’l-Akīk mevkiine gelince ilerleyip önde bulunan +babasının devesini tuttu ve: +– Allah hakkı için Peygamber izin vermedikçe Medine’ye +giremeyeceksin sonra da Resulullah’ın eazz olup kendinin +ezell bulunduğunu i’tiraf etmedikçe elimden kurtulamayacaksın. +dedi. +nun yüzündeki ciddiyyeti görünce: +– demeye mecbur oldu. +Habbab’ın hareketi duasıyla taraf-ı Peygamberi’den +takdir buyuruldu. +* * * +Ber-vech-i bala nakleylediğim vekayiin dikkatle mütalaası +gerek ihtiras ve menfaat sevkiyle gerek asabiyyet ve +milliyyet gayretiyle beyne’l-İslam tefrikayı mucib olacak her +türlü hissiyyat ve harekattan müslümanların sakınmaları +lazım geldiğini bize oldukça öğretecek yahud unutmuşsak +hatırımıza getirecek kadar te’sir gösterecektir sanırım. +Binaenaleyh dur u dıraz mütalaat ile makalemi bir kat +daha uzatıp baş ağrıtmaktansa “Vekayi’-i mesrudeyi nazar-ı +dikkate ve tenbihat-ı Peygamberi’yi guş-i intibaha alalım da +şu sırada olsun fırka ve kavmiyyet tefrikalarına düşmekten +sakınalım.” diyerek sözü kesmeyi münasib buluyorum. +Yalnız şunu söylemeden susamayacağım ki ben şimdi +siyasi hiçbir fırka ve cem’iyete müntesib olmadığım gibi +atiyen de olmak emelinde bulunmadığımdan yazdığım şu +satırlar bir cem’iyetin lehinde yahud bir fırkanın aleyhinde +yazılmış zannedilmesin. Ancak felaket-i hazıra dolayısıyla kırılmış +bir kalbin yaralanmış bir ruhun umk-ı teessüründen +fırlamış nevahat-ı ızdırab telakkī olunsun. +Nik-hah-ı vatanı her kim olursa ya Rab! +Avn ü tevfik-ı mededkarına mazhar eyle. +Nef’-i şahsisine gayret eden alçak var ise +Onu da kahr-ı nekalinle müdemmer eyle. +Haftalık risalelerden birinde neşrolunan bir makalede +mesleğimize tealluk eden şu: +“Müfessirin-i izam ve fukaha-yı kiramın kisve-i ilmiyyelerini +telebbüs ederek şurada burada tohm-ı cehalet saçan...” +Fıkrasının bizde uyandırdığı bazı mütalaatı enzar-ı umumiyyeye +arz etmek istiyoruz. +Makalenin muharriri ile beraber hepimizin şikayet ettiğimiz +cehalet-i umumiyyenin mesleğimizdeki esbabına irca’-ı +nazar edilince görülür ki bizde meslek-i tedrisin te’sis +edildiği vakitler Arablarda Acemlerde ulema’-i muhakkıkīn +ve inhıtata tesadüf etmiş ve bunun netayic-i tabiiyyesinden +olarak vücuda gelen mahdudiyet-i ilmiyye tahsilde intizamsızlık +her fenne hevesle beraber taklide kanaat gibi bir takım +avamil-i tedenni esasa sokularak asar-ı muharribesi mesleğin +dereceye kadar mestur kalabilmiş fakat zamanlar geçtikçe +pek bariz surette alaimini gösteren bu hal-i gayr-i asli nesilden +nesile intikal ettikçe asalet kesb ederek adet hükmünü +almıştır. +Bu i’tiyad saikasıyladır ki son asırların bize pek elim suretlerde +kendini ihsas ve iktiza ettiren ihtiyacat-ı mübreme +ve teceddüdat-ı mühimmesinden ilmiye zümresi hala haberdar +olmak istemiyor gibi duruyor ve hayat-ı hazıranın +şeraitını istikmal ile bulundukları meslek-i celile şayan bir +kıyamet gibi bir felaket addediyor. +Meslek ve milletin hayatına suikasd demek olan bu hal +mültezimlerinin en şiddetli surette mes’uliyetini ve muharririn +hükmünce i’dama mahkumiyetini mucib ise de bir sınıfın +tekmil efradını bu halde zannetmek büyük bir haksızlık +veya vukūfsuzluk demek olacağından bu zandan ebna-yı +cinsimizi esirgeriz. +“ = İnsanlar pederlerinden +ziyade zamanlarına benzerler” kelam-ı hakimanesi fehvasınca +mütevaliyyesi altında ahlak ve etvarda eslafına benzerlerse +de zaman dediğimiz bir takım te’sirat-ı mütehavvileye de +ma’ruz bulunduklarından bi’z-zarure ahlafta başka asar +başka isti’dadlar nümayan olur. +olan bütün erbab-ı hamiyyetle beraber i’tiraf ve işhad ediyoruz +ki: Bugün yaşamak için lazım olan ma’lumatı her sınıf +gibi biz de bilmiyoruz dünyada beka bulmak için ancak +ulum ve fünun sanayi’ ticaret ziraat siyaset askerlik gibi +birçok eşkalde varlık göstermekle mümkün olduğu halde biz +hissemize düşen mevcudiyet-i ilmiyyeyi gösteremiyoruz; fakat +o ma’lumatı istihsal ederek bu mevcudiyeti göstermeyi +geri kalmaksızın hepimiz istiyoruz. Ikrar ediyoruz ki: Okuyup +okuttuğumuz ilimler her nedense kendilerine verilen emeklerle +mütenasib semereler vermediği cihetle milletin şu buhranlı +zamanlarda mühim hizmetlerde bulunamıyoruz; fakat +şuna da işhad ediyoruz ki: Bu halden müteellim ve mahcub +olmakla beraber mesaimizin müsmir bir tarza ifrağ edilmesine +de sed çekmiyoruz. Evet i’tiraf ediyoruz ki: Ta’kībine +mecbur tutulduğumuz kurun-ı vüsta mahsulü usullerle hiçbir +vakit müfessirin-i ızam fukaha-yı kiram ve sair ulema-yı +a’lamın derecelerine yetişemeyeceğiz; fakat şuraya da işhad +ediyoruz ki: Kendimizin de memnun olmadığmız bu haller +sa’yimizin noksanından isti’dadımızın fıkdanından neş’et +etmeyip her türlü salahiyetin fikr-i teceddüd ve ruh-ı teşebbüsten +azade uhdelere tefviz edilmesi yüzünden ellerimiz +bağlanarak beslediğimiz amal-i terakkī ve ıslahın her +vakit akamete duçar edilmesinden ileri gelmektedir. İ’tiraf +ederiz ki: Medreselerden yetişenler ne lisana ne ulum-ı İslamiyyeye +ne de sair fünuna layıkıyla vakıf olamıyorlar; fakat +şu hususa da işhad ederiz ki: Şimdiki program mucebince +biraz sarf ve nahiv okumakla lisan öğrenmek biraz metin +ve şerh görmekle ali derecede ulum-ı İslam tahsil etmek +senede yedi ay ve haftada birer gün okunmak üzere ulum-ı +riyaziyye ve tabiiyye ve saireye velev mebadi derecesinde +vukūf peyda etmek sonra da bunların hepsini on on iki seneye +sığıştırmak dünyanın hiçbir tarafında müterakkī akvamın +hiçbirinde görülmedik gülünç işlerdendir. İ’tiraf ediyoruz +ki: Şu biçare millet bu zaruretiyle beraber yalnız İstanbul +medreselerinde fünun-ı hazıra tahsili için ayda . guruş +vermekten çekinmiyor; fakat bu paralarla milletin arzusu +vechile talebe-i uluma en müstahsen tarzda ta’lim-i fünun +mümkün iken va esefa ki çaresi bulunamayıp talebe tahsilinden +millet arzusundan mahrum bırakılıyor. İ’tiraf edelim +ki: Millet bizden şu devr-i hürriyyette pek çok fedakarlıklar +yararlıklar beklerdi; lakin şurasına işhad edelim ki: Biz düştüğümüz +girdab-ı akametten şu kurun-ı vüsta programını +ta’kībden bir kere kurtarılalım o vakit milletin kalbinin en +derin köşelerinde ne kadar arzu-yı dindarane ne kadar +amal-i terakkī-perverane var ise hepsinin istihsaline kudret-i +Samedaniyye’nin bize bahşettiği kuvvetin müsaid olduğu +hududun son derecesine kadar çalışırız. +Muharrir efendi şuralarını da kendilerine ihtar etmekliğimize +müsaade buyursunlar ki her milletin rical-i diyaneti +askerleri alimleri hakimleri gibi o milletin hisabına yaşarlar +ve o millete bar-ı giran gelmezler çünkü mevcudiyetleri o +milletin vahdet ve mevcudiyetine vakfedilmiştir; ve hiçbir +hoca askerliği kendilerinin telakkī ettiği gibi i’dama mahkum +olmuş kimselerin siyasetgahı addetmez; belki askerlik hocalar +nazarında idame-i mevcudiyyet için harici tecavüze karşı +mukavemet ibraz etmek ve beşeriyeti isti’dadında merkuz +olan tekemmülat-ı ruhaniyyeye mazhar eylemek için i’la-yı +kelimetullah uğurunda feda-yı nefs etmektir. +Asker nedir? Din ü devlet mülk ü millet yolunda hem +kanını hem canını feda eden bir insan! +BIR KATOLIĞIN TECAVÜZ-I BI-EDEBANESI +Fransa’da ikmal-i tahsil etmekte bulunan Osmanlı talebesinden +Ahmed Servet Bey Tasvir-i Efkar gazetesine bir mektup +gönderiyor; bu mektupta Şubat de Fransa’nın +“Klermon - Ferran” Clermont-Ferrand Darülfünunu’nda +Edebiyyat Şu’besi Müdiri “Deduyis du dejer = Desseusise +du deger”in Balkanlar harbine dair verdiği bir konferansta +Türkler ve İslamlar aleyhindeki tecavüzat-ı bi-edebanesinden +şu fıkraları naklediyor: +“Hayret edelim takdir edelim. İnsaniyet şimdiye kadar +bu derece ulvi mukaddes şanlı ve milli bir harb; Hıristiyanlık +alem-i medeniyyeti! bu kadar ilahi fedakar ve muazzez +bir Ehl-i Salib harbi görmedi. Salib’in Hilal’i bu kadar şanlı +bir muvaffakıyetle ezip çiğnediğini henüz beşeriyet seyretmemişti!... +Medeni Avrupa’nın bilhassa medeni Fransa’nın vazifesi; +–Türkler galib gelseler de mağlub olsalar da– Balkan +düvel-i müttefikası ile tevhid-i mesai etmek onlarla beraber +Türkler üzerine yürümek bu Asyai vahşi katilleri Avrupa’dan +koğup def’ eylemek idi. Avrupa diplomasisi son +zamanda bu vazifesini takdir etti fakat medeni Avrupa’da +yaşayan bazı barbarların Hatib bu cümle ile Almanları +murad ediyor. mümanaatıyla İstanbul’daki müdahalesini +fi’li bir surette neticeledirmedi pek yumuşak ve beceriksiz +davrandı!.. +Yunanlılar –Selanik’e Balkanlardaki son Genç Türk +mezalimine menba’ olan bu şehre kadar kemal-i şan ve şerefle +Türkleri eze eze! yürüdüler. Şimdi orada Salib temevvüc +ediyor. Bulgarlar “Edirne”; Avrupa kıt’asında Türklüğün +ve İslamlığın son enkazı olan bu şehir önünde harika! +lar gösteriyorlar.. +Eski Türk; echel tenbel miskin pis şehvet-perest ve +hırsızdır. Genç Türk ise echel tenbel miskin kibirli hırsız +şehvet-perest ve fazla olarak sarhoştur. +Türk; Asyai fıtratıyla vahşi ve katildir. +Türk; edyan-ı mevcudenin en aşağılık en adi bir şekli +olan din-i İslam ile mütedeyyindir. +Türkün birçok karısı vardır. Türk karıyı köpek gibi kullanır +Türkte aile fikri aile hissi yoktur. +Türk; evvela Türk ve sonra İslam olması i’tibariyle; +memleketini idare etmek medeniyetin en aşağı mertebesine +yetişmek insan olmak kabiliyet ve isti’dadından kat’iyyen +mahrumdur. +Türk; düşünebileceğiniz bütün fenalıkları cami’dir. +Bulgarların Sırpların Yunanlıların ve Karadağlıların +muharebe esnasında yaptıkları iddia edilen mezalim doğru +ve haklıdır. Onlar asırlarca boyunduruğu altında inledikleri +Türklere.. çocuklarını kardeşlerini hemşirelerini kesen Asya +vahşilerine.. Niş’te Sırp kellesinden müdhiş bir kale vücuda +getiren katillere eski zulüm vahşetlerini iade etmekten başka +bir şey yapmıyorlar!” +* * * +Bu mektubun intişarı matbuat-ı Osmaniyyede fevkalade +galeyanı mucib oldu. Gazetelerde müteaddid makaleler +yazıldı herkes birçok sözler söyledi. Fakat bu derece edebden +mahrum bir herife karşı sözle mukabelede bulunmayı +ma’nasız ve küçüklük addeden Abdürreşid İbrahim Efendi +hazretleri Tasvir-i Efkar ’a şu kısa mektubu gönderdi +ve ber-vech-i ati teklifatta bulundu: +Fransa’nın resmi bir me’muru Klermon – Ferran Darülfünunu +Edebiyat Şu’besi Müdiri Deduyis du dejer resmi bir +mevki’de Türklük ve Müslümanlık aleyhinde ağıza alınmayacak +derecede bazı tefevvühat-ı bi-edebanede bulunduğunu +muhterem Tasvir-i Efkar ’a gönderilen bir mektupta okudum. +Herkes gibi bittab’ ben de müteessir oldum. +Fakat öyle sarhoş bir Fransız külhanbeyine karşı sözle +cevab verilişini küçüklük buldum. Eğer biz adam isek yani +hayvan değil isek o resmi bir me’murun resmi bir mevki’deki +tecavüzüne karşı: +Evvela – Fransa’daki talebelerimiz Fransa’yı hemen terk +ederler; +Saniyen – Umum memalik-i Osmaniyye ve İslamiyye +mekteplerinden Fransızca dersleri kaldırılır. Yerine İngiliz +veya Alman lisanları gibi milleti daha ziyade metanet-i fikriyye +ve necabet-i hılkıyyeye alıştıracak lisanlar ikame olunur. +Salisen – Ceraid-i münteşire gibi memleketimizin en +hücra noktalarına kadar sokularak uruk-ı hayatımızı emen +Fransız mekteplerindeki talebelerimiz hemen alınır ve fimaba’d +hiçbir Türk ve İslam bir Fransız mektebine gönderilmez; +Rabian – Fransızca bilen hiçbir Türk ve İslam ba’dema +Fransızca konuşmamayı ahdeder; +Hamisen – Ba’dema gazetelerimiz Deduyis gibi külhanbeylerin +ecdadı olan Napolyonların veya bilmem kimlerin +meziyyatından bilmem nesinden bahsetmekten sıkılır. +bir millet eğer yaşamak azminde hakarete müstehık olmamak +fikrinde ise medeni milletlerin en aşağı tabakasında bulunduğu +farz edilen Çinlilerden olsun ders-i ibret alır. +Dört sene mukaddem Tokyo’da iken şahidi olduğum bir +vak’ayı burada hamiyet dersi olmak üzere Türk ve İslamların +uyuşmuş kafalarına çarpıyorum: +Birgün Tokyo gazetelerinden Yamata ceridesi Formoz +adası mes’elesi münasebetiyle Çinliler hakkında tahkīr-amiz +bir ibare kullanmışidi. Ertesi gün Tokyo darülfünunlarında +mevcud olan on bin Çin talebesi protesto olmak üzere bir +günün içinde kamilen şimendüferlere dolarak Nagazaki tarikıyla +Çin’e müteveccihen hareket ettiler. Şimendüfer hareket +ederken binlerce Çinlilerin ağzından çıkan “Yaşasın Çin +Kahrolsun Japonya” sada-yı gulguledarı Mikado cenablarının +sarayını bile titretmişti. İşin vahametini hisseden Japonya +Hükumeti gazeteyi mahkemeye tevdi’ etmiş der-akab +Çinli talebeye resmen tarziye vermiş Nagazaki’ye toplanan +talebenin bilcümle masarifini deruhde ederek hepsini muazzezen +tekrar Tokyo’ya getirmişti. +gösterirler. Yoksa sözle değil. +* * * +Bunun üzerine Osmanlı darülfünun talebeleri konferans +salonunda bir ictima’ akdederek müteaddid nutuklar irad +eylediler; neticede “gerek hatibin izzet-i nefsimizi tahkīr +eden beyanatından gerekse Fransız efkar-ı umumiyyesinin +son zamanlarda Türklüğün ve Müslümanlığın aleyhine +müteveccih esefe şayan tecelliyatından dolayı fima-ba’d bil +umum mekatib-i resmiyyemizde tedris edilen Fransızca’nın +ref’ u ilgası ve Fransa’nın merkez ve vilayatında tahsilde +bulunan talebe-i Osmaniyyenin oradan başka diyara nakledilmesi +ve resmi mekteplerimizde muallimlik eden Fransızlara +yol verilmesi” hususu Osmanlı Maarif Nezareti’nden +rica olunduğu gibi “mühim bir ilim müessesesinin müdiri +olan böyle cahil ve nezaketsiz bir adamı resmi sahasında +el-an muhafaza etmiş olmasından dolayı da Fransa Maarif +Nezareti’ne karşı büyük teessüfler beyan edildi. Deduyis du +dejere’ye de “nezaket edeb-i Şark hakkında tetebbu’ etmek +lüzumu” tavsiye olundu. +Fakat acaba bunların hepsi sabun köpüğü gibi Şark’ın +kubbe-i la-kaydisinde bir an için yükselip ve sonra ber-vech-i +mu’tad sönecek mi? Bunu Maarif Nezareti’nin vereceği karar +ve talebenin tutacağı meslek gösterecektir! +TOPRAĞIMIZDA ECNEBI MEKTEPLERI +Muhterem Sebilürreşad ’ın son nüshaları en gür gazabıyla +vatanımızın takdir ve belki de teşhis edilememiş bir cerihasını +teşrih ediyordu. +det-karanesi ünvanlı makaleyi okuduğum zaman ruhumda +uyanan intikam ve nefret duygularını ta’kīb eden şey: Milletdaşlarıma +bu müesseselerin elemli sahnelerini göstermek +o levhaların üzerinde oynanmış şeytanet rollerini mefsedet-engiz +emellerini teşrih ve teşhir etmek fikri oldu. +Rüşdi tahsilimi bitirdikten sonra kazamızın feyz alacak +başka bir menba’ı bulunmadığından –avare gezmemekliğim +larında Hıristiyan arkadaşlarım bulunan sınıfımın tek feslisi +bulunduğum zaman kalbimin veridü’l-hayatını kemiren +endişe İslamiyet’imin milliyetimin mensi kalması idi. Dört +tarafımın Fransa haritasıyla kaplı gözlerimin kulaklarımın +Fransız menkabeleriyle dolu olduğu bütün ders vakitlerimde +bile zavallı milliyetimi düşünmek için şiddetli bir ihtiyac +duyar bu ihtiyacın altında ezilirdim. Teneffüs için dershaneden +çıkıp yine girdikçe tekrar edilen “dua”ları esnasında +ben yapyalnız sıramın üzerine yaslanır gözlerimin önünde +kulaklarımın yanında yapılan “merasim”le hiçbir alakam +bulunmadığını kendime ihtar ve telkīn etmeye çalışırdım. +Bu mücadeleler benim için bir ihtiyac halini almıştı. +Yine birgün muallim “– İbadetler Allah’a mahsus olduğundan +mukaddes ve hürmete şayandır; işte bunun için biz +dua ederken sen huşu’ ile dinlemeli ve bu huşuunu gösterecek +bir tarz almalısın.” diyerek kendi eliyle kollarıma +çaprazvari bir vaz’iyet verince kalbime ruhuma hükmeden +Artık bu hallere yavaş yavaş isyan ediyordum: +Okuduğumuz kurun-ı vüsta +tarihinde Peygamberimiz +efendimiz hazretlerini yalnız kuru bir Mahome = Mahomes +tarzında gördükçe bayağı ruhum sıkılır ve o dersimizi iade +ederken Notr Sinyor Mahome = Notre-Signeur Mahomes +şeklinde okumaya kadar varırdım. Bu sarih bir hakkım iken +her taraftan kopan müstehzi kahkahlar beni ikinci defasında +sükuta mecbur ederdi. +ğunun İslamiyet ve milliyetini boğacak dar ve karanlık dolambaçlara +rehberlik ettikleri halde onlara yabancı kalmak +müsaid değil +* * * +Hiç şübhe yok ki vahim bir felaket geçirmekteyiz. Bir +dane değil belki felaketlerin envaını sürüklüyoruz da biz +yine bir sayıyoruz. İşte birinci ve hele de göze çarpmayan ve +fakat bir gün bu milleti kullanacak ve temsil edecek ma’sum +dimağlarda zehirli izler bırakmaya çalışan ve ekseriyetle de +muvaffak olan bu ecnebi mektepleri bu ecnebi kumpanyaşeklinde +yazılmıştır. +ları sürüklemekte olduğumuz felaketlerimizin başında sayılmaya +layıktır. Rumeli’de ve daha bilmem nerelerde kanlar +dökülüyor; oralarda sefaletler teşhir olunuyor; toprağımıza +mukavemet gösteriliyor. Halbuki buralarda en küçük şehirlerimize +kazalarımıza kadar kök salmış olan bu ecnebi +mekteplerinde dimağlar fikirler hedef i’tibar olunuyor; zehirli +mermilerle hayatına son veriliyor; buna karşı ne bir teşekki +ne de bir mukavemet hiçbir şey yükselmiyor.. Ah! +Milletimizin bu tegafüllerini gördükçe ye’simi uyutmak kabil +olamıyor... +Madem ki bu lisan ve fikir istilaları dinimizin milliyyetimizin +aleyhine kurulmuş birer Salibi tuzaktır; buna karşı koymak +bunu bozup yıkmak bu din saliklerine bu milletin her +ferdine farzdır. Düşünüyorum ki: Bu lisan ve fikir istilalarının +ma’ruz kalan mevcudiyetimizi birgün korumak kaygısında +bulunacak olursak şecaatimizin faidesiz kahramanlığımızın +abes kalacağını anlayacağız; topumuzu süngülerimizi düşmana +karşı değil kendi göğsümüze saplamış olacağız. +Dinimiz en celi hikmetiyle bize düşmanlarımızın kullandığı +silahlarla –ve hatta fevkaladeliğiyle– mücehhez bulunmamızı +emrediyor. Şimdi düşmanlarımız dimağımıza ruhumuza +Çelipa’lı maarif ordularıyla hücum etmekte biz de onlara +maarif müdafaa ve mukatele etmeliyiz. Böylece ecnebi +mekteplerinin karşısında mekatib-i diniyye ve milliyyemizle +kaleler kadar rasin Müslüman mektepleri fenni ve sınai her +nevi müessesat-ı medeniyye bulundurduğumuz zaman onların +ezici te’sirlerinden vatanımızı kurtarmış olacağız. +O vakit tabiidir ki bu din ve fikir muharebesinde biz galib +gelmiş oluruz. Eğer bizim için Fransız dilini öğrenmek lazımsa +onu kendi mekteplerimizde ta’lim etmeliyiz. Veyahud +demincek ta’rif ettiğim müslüman mekteplerimizde de din +ve milliyet fikri telakkī edildikten sonra ecnebi –misyoner +mekteplerine değil– darülfünunlarına devam ve gayretli bir +Bazen ancak zarafet modasına kapılarak veyahud yanlış +bir düşünüşle mini mini yavrucakların ilk terbiyelerini böyle +ecnebi misyoner mekteplerinden bekleyen pederlere tesadüf +olunuyor ki az zaman zarfında evladlarını kendilerine +tekemmül etmiş bir babanın din ve milliyet hislerine düşman +görecek olan bu zavallılar cidden bedbahttırlar. +Böyle yanlış bir düşüncenin kurbanı olan pederler +mensub olduğu aile ve öyle bir millet hüsranına ağlasın!. +DINE KARŞI İHMAL VE TEKASÜLÜMÜZ +Tasvir-i Efkar ’ın Romanya muhabir-i mahsusu Ömer +Vasfi Bey’in gönderdiği mektuptan: +“ ... Köstence’yi terk etmeden evvel bir de Romanya Kralı +“Karol” tarafından geçen sene inşasına başlattırılan camii +ziyaret etmek istedim. Cami hitam bulmuş. İçinin tezyinatı +da cidden dil-firib. Fakat haricen şekl-i mi’marisi Rus üslubundaki +kiliseleri andırıyor. Zaten geçen sene yapılırken de +buna dikkat etmiştim. Fakat şurası sad-hezar teessüfe şayan +ki camiin içinde ferd-i vahid yok. Biz müslümanlar da bir +zamanlardan beri namaz ve niyaza karşı bir la-kaydi var ki +nereye gidilse hatta memalik-i ecnebiyyede bile bu hazin +hal kemal-i teessüfle görülüyor. Acaba dinin kuvve-i ruhaniyyesi +ahlak ve ma’neviyat üzerindeki te’siratı her zamandan +ziyade takdir edilmekte olduğu bu asırda bize ne oldu ki +vezaif-i diniyyemize karşı bu derece mübalatsızlıklar gösteriyoruz? +vahide dest be-dest-i vifak u ittifak ettirmekteki kuvve-i müessiresini +fezail-i siyasiyye ve ictimaiyyesini hıristiyanlar bile +takdir edip gah sitayiş ile gah da havf u endişe ile ber-averde-i +lisan ettikleri halde bizim din ve milli[ye]timize karşı bu +gafletimiz bu ihmal ve tekasülümüzün hikmeti nedir? İki üç +senedir Avrupa’da dolaşıyorum. Nereye gittimse hürriyyet-i +efkar kemal-i intişarda bulunduğu cihetle bir hayli na-dinlere +tesadüf ettim. Fakat her yerde en mütemeddin olan +payitahtlarda bile dine ehemmiyet verenleri dindar olanları +ve guya görünenleri daima ekseriyette buldum. Hele hrandişliğin +en büyük mekan ve zemini olmakla ma’ruf bulunan +Paris’te Pazar günleri halkın fevc fevc kiliselerden çıktığını +gördükçe ve bilhassa bu ibadet-perverdeler miyanında birçok +temiz giyinmiş mümtaz etvarlı gençler bulunduğunu +müşahede ettikçe ne derecelerde hayrette kaldığımı ve aynı +zamanda bizim İstanbul’un gafil gençlerinin son senelerdeki +ahval-i mahsusalarını göz önüne getirerek ne derin teessüfler +duyduğumu ta’rif edemem. Her ne hal ise; sözü uzatıyorum. +Fakat bu din mes’elesi benim dört senelik hayat-ı +meşrutiyyetimde efkar ve mütalaatıma en ziyade hakim +olan tutulan yanlış yollardan dolayı beni en ziyade me’yus +eden bir mes’ele olduğu cihetle böyle münasebet düştükçe +o babdaki derdlerimi dökmekten müteellimane biraz söylenmekten +men’-i nefs edemem...” + +---- +EVLERINI KENDI ELLERIYLE YIKANLAR +---- + +Türklük ve Arablık cereyanlarına karşı hakīkī Müslüman +Arab kardeşlerimiz ne düşünüyorlar: +Bugün Yunan ile Bulgar arasında tarihte misli na-mesbuk +bir ittihad görüyoruz. Bugünün bu iki müttehid milleti +nefislerine musallat olan heva-yı udvanı ezdiler eski kinleri +unutmak eski gayzları gömmek istediler ve yaptılar şimdi +bu musafatı te’yid etmek için uğraşıyorlar. +Yunan Bulgar ... yalnız mezheb ve akīdede değil ahlak +ve adatta da mütehasım bulunagelmiş iki millet. Öyle iken +bugün geçmişi unutmak sayesinde meramlarına erdiler; +evet onlar her şeyi her şeyi unuttular yalnız bir şeyi önlerine +koydular andılar: “Salib”i; o Ortodoksun Katoliğin +Protestanın sinesinde dalgalanan hepsini huzurunda eğilten +“büyük remz”i! +Bul +gar Karadağ Sırp kavimlerini birbirlerine düğümledi. +Papaslar; kendi başlarına ördükleri bu kördüğümün seyr-i +udvanını yalnız –bir hükumet-i medeniyye olmak i’tibariyle– +Osmanlı Hükumeti’ne tevcih etmediler onların hedef-i +teaddisi; Türkün Kürdün Arnavudun Makedonyalının +Rusyalının Arabın Mısırlının Sudanlının Çinlinin Hindlinin +... ilh. ikan-ı müştereki bulunan “Vahdaniyyet”in hamil +ü hazini olan bütün Müslüman göğüsleri oldu. Çünkü “Vahdaniyyet” +bütün ehl-i İslam’ın bir camia-i kudsiyyesidir; nasıl +ki Nasara remz-i ekberin “Salib” etrafında akd-i ittifak u +“Balkan İttihadı” İstanbul Hükumet-i medeniyyesine +değil doğrudan doğruya Hilafet-i İslamiyyeye ve +bu hükumetin dinine salik olanlara karşı tertib edildi. İşte +bunun için müttehidler kılınçlarını rastgeldikleri Müslümanın +göğsüne sapladılar. Mütemeddinlik da’vasında olanların +hukūk-ı harbi kavaid-i mustalahasından olan muharib +ve gayr-i muharib tefrik etmediler. Öldürülmek için yalnız +müslüman olmak kafi idi. müslüman ister biçare bir kadın +habersiz bir çocuk olsun. Müslüman işte o kadar... Çünkü +maksad; nizami ve usuli bir harb değil bir ümmetin kahr u +meyl ü atıfetine mazhar oldu onlardan gizli açık yardım +gördü. +Bu ittihad-ı salibiye karşı bir ittihad-ı İslami ile mukabele +olunması mantıkın icabatından ve kavanin-i adaletin istihsan +edeceği mevaddan idi. Çünkü bundan maksad bir +müdafaa-i meşrua olacaktı memleketlerinde emniyetle yaşayan +halka taarruz değil. +Yunanlılar Bulgarlar eski kinlerini unutmaktan geldikleri +halde bazı Suriyeliler –muvakkaten olsun– “Türk-Arab” +kelimelerinden vaz geçmek istemediler; daha garibi Türklerden +bile bir menşe’i aslı astarı olmayan –olsa olsa her +gönlün istediğini vermemek bir menşe’-i hıkd olabilir– buğzlardan +dem vuranın bulunmasıdır. Halbuki biz öbür taraftan +görüyoruz ki: Senelerden beri Mısır’ı yurd edinerek burada +ceyblerini dolduran zenginleşen bir sürü Yunanlılar Bulgarlar; +bugün o dün kendilerini kapı dışarı ederek aç susuz +çırçıplak gurbet ellerine atan memleketlerine altunlarla +gümüşlerle yüklü avdet ve haksız mütecaviz olduğunu pek +a’la bildikleri kendi ordularına iltihak ediyorlar! +Evet biz bunları gözümüzle görüp dururken diğer taraftan +da Türklerden Suriyelilerden bazılarını görüyoruz ki +Osmanlı vatanının bu hatarlı bu her vakitten ziyade çocuklarının +yardımına imdadına muhtac bulunduğu bir zamanda +onu terk ile başka yerlere hicret ediyorlar. O Osmanlı +vatanını ki: Bugün bütün hayırlı çocuklarının yardım için +başına üşüştükleri Yunan memleketi gibi vaktiyle o hayırsız +evladlarını reddetmemişti onları birçok atıfetlere ni’metlere +gark etmişti. Fakat kaşki bu vefasız Osmanlıların vatanlarını +–guya başlarına bir felaket gelecekmiş bir badireye kapılacaklarmış +da nişane-i zillet de olsa nefislerinden başka +bir şey düşünmeyen za’f-ı kalb sahiblerinin yaptıkları gibi +canlarını kurtarmak için uzaklaşmaktan başka çare bulamamaları +gibi– bırakıp kaçmış olmalarıyla musibet tamam +olsaydı iş bununla kalsaydı yine o kadar güce gitmezdi; bu +müteheccirlerin garazları o mübarek o derdli Osmanlı vatanı +aleyhinde ictima’lar kongreler teşkil edenlerle teşrik-i +amel onun gizli aşikar düşmanlarına; fitneler uyandırmak +bilad-ı garbiyyede Suriye’de Basra’da bugün Yunanlıların +Bulgarların unutabildikleri “kavmiyyet” da’vası namına +yan +gınlar çıkarmak hususunda yardım etmek oluyor iş bu +sefil derekeye kadar varıyor. +Bu hal içinde oturduğu evini içindekilerden biriyle +ehemmiyetsiz bir ihtilafa düşmek yüzünden kendi eliyle +kendi başına yıkmaya kalkışmaktan başka bir şey midir? +Suriyeli mi yoksa Yunanlı ile Bulgar mı birbirlerine daha +yakın düşer? Bazı Hıristiyan Suriyeliler “Türk” “Arab” kelimelerini +dillerine dolayıp duruyorlar; bundan maksadları +ekseriyeti haiz oldukları için her türlü amal-i salibiyyenin +husulü nüfuzlarının kazanılmasına vabeste olan Müslüman +Suriyelileri de kendi taraflarına çekmekten başka bir şey değildir. +Yazık ki bazı Suriyeli müslümanlar bunların yaldızlı +sözlerine aldanıyorlar bu zavallılar böylelikle Allah’ın +kanun-ı necatkarisinden gaflete düşmüş oluyorlar. +Acaba bunlar Balkanlar’da müslümanların başına +getirilen felaketleri duymadılar mı acaba bunların Prens +Aziz Paşa’nın kumandasında muharebe edip durmakta +tiyanların hainliklerinden haberleri yok mu? Yoksa devletlerin +–Osmanlıların muzaffer olacağına yakīnları olduğu +müddetçe– bu muharebede galib gelene bir kazanç yoktur +Balkan haritası değişmeyecektir deyip dururken galebenin +müttehidlere teveccüh ettiğini görür görmez eski kararlarından +nükul ile “Galibin her halde bir karı olmalıdır.” demeye +başladıklarını fakat bu son kaidelerini tatbikten “Edirne İşkodra +Yanya” gibi arslanca müdafaa edip durmakta olan +Osmanlı kalelerini bile mahrum etmek istediklerini işitmediler +mi? +O halde meydanda bu kadar delail-i intibah varken bu +gaflet bu gurur ne oluyor? Menfaat-i şahsiyyeyi Türklük +Arablık namına menfaat-i vataniyyeye takdim ve tercih ne +oluyor? +Artık memleketlerinin üzerine doğru savlet etmekte bulunan +bu hatar-ı azimi idrak ederek ecnebilerin vesait-i ifsad +ve hululü olan erbab-ı tama’ın yüzünden vatanlarının +muzmahil ve perişan olmasına meydan vermemek kendi +evlerini kendi başlarına yıkmamak için gözlerini dört açmak +bugün İslam ümmetinin ukalasına terettüb eden en mühim +ve en mukaddes bir vazifedir. +Mısır: eş-Şa’b +Biz öteden beri Garb medeniyetinin bir medeniyet-i +fazıla olmadığını bilakis vahşet ve sefahetten ibaret bulunduğunu +söylerken bazı muharrirlerimiz bizi taassubla itham +ederlerdi. Biz Garbın çehresindeki maskeye bakarak +değil asıl vech-i hakīkīsine atf-ı nazar ederek o hükmümüzü +vermiştik. Bugün o medeniyet-i fasidenin bir uzvu olan +Fransa’ya mensub bir buruşuk yüzlü Katolik çehresindeki +nikabın ucunu biraz kaldırdı; bize mu’terız olanların hemen +hepsi o müstekreh çehreden o derece nefret ve istikrah ettiler +ki bizden daha şedid bir lisan isti’maline mecbur oldular. +Mürur-ı zamanla bütün hakīkatlerin tecelli edeceğine i’tiraf +olunacağına bizim i’tikad-ı tammımız vardır. İşte birkaç parça +nümune: +“Fransa hakīkaten sitayiş olunduğu gibi temelleri sağlam +ve muazzam bir heykel midir? Asla!... Sathının revnak +u cilası onda çelik rasanetini vehm ettiren bu heykel vaz’-ı +gururunun a’makında bir takım emraz-ı kadımanın kırılmayacak +sert dişleriyle kof bir ağaç kütüğü gibi hergün içerden +kemirilmektedir. Bunu nadir ve yüksek zekalar bugün +re’ye’l-ayn görüyor ve istimdad ediyorlar: Fransa bir ati-i +karibde mahv olacak! +Dinsizliğin ruhlarda açtığı bi-payan bir boşluk içinde tabiat +ve muhitin merhametsizliğine mutlak tahakkümüne +ve her şeye mukabil onlar kendilerinde za’ftan inkıyaddan +başka bir şey görmüyorlar. Yüksek ve ma’nevi bir idealden +mahrum hayattan gayr-i memnun hummalı ve muztarib +dimağların hudud-ı tefekkürü günden güne alçalıyor daralıyor +Fransa günden güne daha fazla hodkam oluyor menfaat +ve emel-i şahsi infialat-ı nefsaniyyenin her türlü tezahürünü +daire-i inhisarına alıyor. Tesliyet-saz bir ma’budun +ruhu zevk ve ümid ile dolduran saye-i şefkatinden mehcur +hayattan gayr-i memnun ve muztarib dimağlar daimi bir +heyecan ve buhran ile hercümerc oluyor. Fransa’da hayat-ı +ailenin intizam u ahengine ne kadar çok halel geldiğini +muttasıl şikayet ettikleri tenakus-ı nüfus Fransa’da fuhşun +sefahetin bir mi’yarı aleni bir isbatıdır. Anarşizm Sosyalizm +tohm-ı muharribi tenemmüv ve infilak için Fransa +hüviyetinden daha müsaid bir zemin bulamaz ve bulamadı. +Milletlerin hiçbir zaman Allah’sız yaşayamayacağını bundan +birkaç gün evvel haykıran Giyom’un tebeası ve kudret-i +şahsiyyenin cihanda kemaline misal olan İngilizler için +de Sosyalizm bir tehlike olabilir; lakin efkar-ı beşeriyyenin +esasat-ı ictimaiyye için hazırladığı inkılab mehib aksisadalar +yapacak azim inhidamlarla her şeyden evvel dinsiz ve ahlaksız +Fransa’nın temelini yıkacaktır. +Sahne-i hayatta insaniyeti bir fazilet gayesine en iyi sevk +eden “din”in ilahi nağmelerine ruhunu kapılmış ve hodkam +nefsinin bütün infialatına terk-i inan eden bir memleketten +Fransa’dan fazilet beklemek bir hakīkatin bir an içinde istihalesini +mümkün görmek kabilinden olur. +Balkanlarda hıristiyanların müslümanları katl-i amm etmesi +Müslüman kadınlarının namusuna Fransa’nın zevk-ı +hayvanisini cidden okşuyor çünkü Fransa bu zevki Afrika’da +pek çok tecrübe etti! Hıristiyan zulmüne Hıristiyan +bette hakkımız yoktur. +Fransa tahkīratını bize ibzal etsin ve emin olsun ki bu +Fransa süngüsüyle her gün Afrika’da parçalanan Arabların +giryan sadalarından daha fazla bizim için müessirdir Fransa +zulüm ve adavetin ruhumuzda medid aks-i sadalarını işitmek +Maarif nazırına hitaben yazılan açık mektuptan: +“Nazır Beyefendi lisanı ve terbiyesi taht-ı te’sirinde +Fransızlığın amal ve menafiine şimdiye kadar fuzuli hadim +olduk.. Acaba bundan ettiğimiz istifadenin mahiyeti nedir? +Burasının teemmüle şayan olduğunu zannediyorum. +Yeni doğan çocuklarımıza Türkçe ile beraber belki ondan +evvel Fransızca öğrettik Fransız terbiyesi vermek istedik.. +Mekteplerimizin programlarına resmen Fransızca’yı idhal ve +ne kadar zamandan beri tedris ve ta’lim ettik.. Fransız dili ve +Fransız terbiyesi tahsil edilen müesseseler açtık ve nihayet +bütün ferdi ve ictimai hayatımızda Fransızlığı kendimize pişva +addetmek istedik. Fakat acaba faidesi ne olur?” +Sebilürreşad – Hakīkatin şimdi olsun anlaşılması yine +şayan-ı şükrandır. +Bu hafta zarfında havaların iyi +gitmemesi harekat-ı harbiyye icrasına mani’ olmuştur. Bu +sebeble Şarkta vaz’iyet tebeddül etmemiştir. Yalnız Çatalca’nın +sağ cenah pişdarları biraz daha ilerlemişlerdir. Garb +ordularına gelince İstihbarat Kalemi’nin tebliğine göre: Şubat-ı +Efrenci’nin yedi ve sekizinde Karadağlılarla Sırplıların +Pardanpol’de yaptıkları hücumda Karadağlılar altı bin +Sırplılar dört bin mecruh ve maktul bırakarak püskürtülmüşlerdir. +Parvanpol asakir-i Osmaniyye tarafından istirdad +olunduğu gibi hezimet neticesinde Karadağlılar artık harb +edemeyecek bir hale gelmişlerdir. +Cavid Paşa ordusunun Görice Filorina’yı istirdadı Prespe +kasabasını işgal ile Manastır’a yürüdüğü de teeyyüd etmiştir. +Kahraman Bekir Bey’in Kozana’yı istirdad ile Yunanlıları +dehşet içinde bıraktığı gazeteler tarafından yazılmıştır. +Yanya müdafaa-i kahramananesinde devam ediyor Yunanlılar +acezeden perişanlıktan ne yapacağını şaşırmışlardır. +Hamidiye Malta’dan mufarakat ile Akdeniz’de cevelan +ediyor; yakında muvaffakıyyete intizar olunuyor. Karada +denizde Cenab-ı Hak muinimiz olsun. +Jöntürk gazetesinde +okunduğuna göre: Tophane’de geçen hafta Cumartesi +günü Rus gemici efradı zilzurna sarhoş olarak sokaktan geçmekte +olan iki İslam hanımına tecavüz etmişlerdir. Oradan +geçmekte olan bir zatın müdahalesi üzerine gemiciler zavallının +üzerine de çullanmışlardır. Bunun üzerine adamcağız +bir dükkana iltica etmiştir. Ruslar onu ta’kīb ederek orada +da dayak atmakta devam etmişlerdir. Camlar kırılmış bir +kişi de yaralanmış nihayet Rus zabitlerinin müdahalesi bu +rezalete nihayet vermiştir. +“Ertesi Pazar günü Rus gemicileri aynı rezaleti tekrar etmişlerdir. +Bu defa hadise Beyoğlu’nda Galata Sarayı karşısında +vukū’ bulmuştur. Sekiz Rus gemicisi iki kişiye taarruz +etmişlerdir. Zavallıları döğmeye başlamışlar. Polisler görününce +kararı firara tebdil eylemişlerdir.” +Hilal-i Ahmer’e iane toplamak maksadıyla Beyoğullarında +dolaşan etvar-ı gayr-i layıka ile ecanibe karşı haysiyet-i +bi-hakkın men’ olunması üzerine ta Kazan’dan buraya kadar +protesto yetiştiren “Rusyalı müslime – Türk kızlarının” +Çar nezdinde protestoda bulunmaları ümidiyle bu havadisi +kayd ve nazar-ı dikkatlerine arz ediyoruz. +Bağdad’dan Osmanischer +Lloyd ’e bildirildiğine göre: Bulgarların Edirne’nin kendilerine +terkinde ısrar eylemeleri ahali-i Irakıyye nezdinde mucib-i +hiddet ü heyecan olmuştur. Ulema kabileler meşayihi +Kürdler redif ve nizamiye efradı Kumandan Zeki Paşa’dan +zat-ı hazret-i Padişahi’den kendilerinin de Çatalca’ya i’zamları +müsaadesini istihsal eylemesini rica etmişlerdir.” +– Bahreyn’de harb ianesi +olarak bu ana kadar toplanan ianatın mikdarı yüz bin rubiyeyi +tecavüz etmiştir. Diğer taraftan her gün yeniden iane +dercine hamiyet-mendan-ı İslam gayret ediyor. Kavm-i necib-i +Arabın Devlet-i Aliyye’ye ne kadar merbut oldukları bu +hamiyyet ve gayretlerinden anlaşılabilir. +– Acem körfezi dahilinde +vaki’ olan “Maskat” limanında elyevm elli harb gemisi +bulunmaktadır. Fransa’nın da bir filosunun vüruduna intizar +olunuyor. Fransa tebeasıyla Maskat ahalisi beyninde silah +mübayaasından dolayı hasıl olan nizaın hall ü faslı için bu +zahmetlerin ihtiyar olunduğu her ne kadar rivayet ediliyor +gerektir. Yoksa İngiltere ve Fransa filolarının bir araya getirilmesine +bu küçük mes’ele sebeb olamaz. +– +Beyrut’tan yüz altmış iki imza ile çekilen telgraftır: “Beyrut +ahalisi hükumet-i metbuasına karşı muhtac-ı arz olmayan +merbutiyetlerini böyle bir zamanda dahi te’yiden bazı sebük-mağzan +tarafından vesile edinen ıslahat mes’elesini +u +mum Memalik-i Osmaniyye’ye tatbik olunacak vechile +vakt-i münasibine intizar suretiyle hükumet-i mezkurenin +re’y ve tasvibine havale ederek mal ve canlarıyla son nefese +kadar her türlü fedakarlıktan çekinmeyeceklerini lisan-ı sıdk-ı +mefharetle umum namına arz eyleriz.” +Osmanischer Lloyd ’e Irak’tan yazılıyor: “Suriye +ve Irak matbuatı Fransa ve İngiltere’nin Suriye hakkındaki +müddeayatı ile meşgūl bulunuyorlar. Efkar-ı umumiyye +bunların aleyhindedir.” +– Beyrut’tan el-Müeyyed ga +zetesine yazıldığına göre Beyrut’ta bulunan iki Fransız zırhlısındaki +askerler mest-i la-ya’kıl olarak karaya çıkıp pek +münasebetsiz surette sokakları dolaşmakta ahaliyi iz’ac etmektedirler. +Ahali bundan son derece şikayet ediyorlar. +Duduyis Dudejere kendi milletinin rezaletini görsün de +başka milletlere isnad ve iftiradan utansın. Fakat böyleleri +Devlet-i Aliyye ile İtalya hükumeti arasında akd-i musalaha +olunmasını müteakıb nezdindeki üsera ile bütün esliha ve +topları hükumete teslim etmek şartıyla afv-ı şahaneye nail +olan Seyyid İdris gerçi üserayı teslime muvafakat eylemiş ise +de esliha ve mühimmat-ı harbiyyeyi İmam Yahya’nın nezdinde +dahi bu gibi top ve esliha mevcud olduğu daiyesiyle +vermekten imtina’ etmiş ve ne vakit İmam Yahya yanındaki +top ve eslihaları teslim ederse kendisinin o isre ıktifa edeceğini +beyan eylemiştir. +Bingazi’de Senusi +meşayihi tarafından Bukbuk İstasyonu tarikıyla Mısır tüccaran +ve mu’teberanına hitaben keşide olunup Mısır gazetelerinde +derc olunan telgrafnamede Bingazi Sahrası’nda +emn ü asayişin fevkalade şayan-ı memnuniyyet olduğu ve +bilumum ahalinin nusret-i din için müttefik bulundukları ve +Bingazi Sahrası’nda emniyetin münselib olduğuna dair deveran +eden şayiatın düşmanlar tarafından ortaya sürülmüş +bir takım eraciften ibaret bulunduğu gösterilmiştir. +Derne Ordugahı’ndan el-Müeyyed gazetesine +yazıldığına nazaran Berka’nın bil-umum meşayih u a’yan +u vücuhu Derne’de kumandan Aziz Bey’in nezdlerinde +edeceklerine dair olan ahd ü misaklarını tecdid etmişlerdir. +Muhabir bu havadisi verdikten sonra diyor ki: “İtalyanlar +vaktiyle filolarının himayesi altında işgal eyledikleri sevahilden +başka şimdiye kadar Berka arazisinden bir karışa bile +ye gittikçe tevessü’ ediyor. Berka’nın her tarafına ekabir-i +Arab’dan birer me’mur ve Senusi ulemasından birer şeyh +ta’yin olundu. Bütün ahali kuvvetlerine son derece i’timad +ediyorlar. Cümlesi bir kumandanın kumandası altında müttefikan +hareket ediliyorlar. Aralarında ihtilaf ve münazaadan +kat’iyyen eser yoktur.” +Senusi +meşayıhından bir zat bir mes’ele-i mühimme için Fizan’a +gitmiş ve orada pek parlak bir surette istikbal olunduktan +sonra daire-i hükumete inerek cem’ ettiği kabail meşayihi ile +livanın idaresi için icab eden teşkilat hakkında müzakeratta +bulunmuştur. Müzakerat neticesinde Jandarma kumandanı +Hacı Senusi Efendi’nin kumandası altında “Kuvayde” +“Mekariha” “Tevarik” kabilelerinden bir alay teşkili ile +“Sirt” cihetlerine i’zamı kararlaştırılmıştır. +Hükumeti Mısır’a urbanın temayülünü te’min esbabını istikmal +etmek vazifesiyle bir müsteşrik gönderdi. Bu me’mur +Mısır’a muvasalet etmiş ve “Feyyum” cihetindeki kabaili dolaşıp +urbanın ileri gelenleriyle görüştükten sonra ayn�� maksadı +ta’kīb etmek üzere cenub cihetine azimet etmiştir. Maksadı +Mısır urbanından bir hey’et teşkil etmek ve bu hey’etle +beş yüz deveye tahmil edeceği hedayayı müstashiben Şeyh +Senusi hazretlerinin nezdine azimet eylemektir. Bu hey’et +hedaya-yı mezkureyi müşarun-ileyhe İtalya Hükumeti namına +takdim ve artık harbden vazgeçmeleri hakkında urbana +evamir-i mukteziye ısdarını iltimas edecektir. Buna +mukabil İtalya Hükumeti’nin her sene Şeyh Senusi hazretlerine +büyük bir cizye te’diyesini taahhüd edeceği söyleniyor. +el-Müeyyed +gazetesinin Derne’de bulunan muhabiri Ebu’l-Mehdevi +Şubat’ta Bukbuk tarikıyla çektiği telgrafnamede diyor ki: +“İtalyanların hezimetleri yekdiğerini vely ediyor. Bunlar artık +bir iş görmeyeceklerini anladılar ve ümidlerini kestiler. +Su yollarını ta’mir için Arablara hulus çakmaktan başka +bir çare bulamıyorlar. Fakat Arablar bunların izhar ettikleri +asar-ı mülayemete ehemmiyet vermeyerek geçen gün sabaha +karşı “Guzaye” namındaki istihkamlarına hücum ile beş +nefer katlettikten sonra kendileriyle istihkam içindeki askerler +arasında bir müsademe vukū’ buldu. Bu müsademede +girip İtalyan bayrağını aldıktan sonra karşılarına büyük bir +kuvvet geldiğinden hemen ihtifa ettiler ve İtalyanlar istihkama +girdikten sonra üzerlerine ateş açarak on beş neferlerini +katl ve İtalyan bayrağını hamil oldukları halde yerlerine avdet +etmişlerdir.” +Kahire’den +Osmanischer Lloyd ’e keşide olunan bir telgrafnamede aile-i +Hıdivi prenslerinin Edirne müdafii Kahramanı Şükrü +Paşa hazretlerine murassa’ bir seyf-i mefharet takdimine +karar verdikleri bildirilmektedir. Bu uğurda prenslerden biri +. mark kıymetinde gayet büyük ve kıymetdar bir taş +Ordu-yı Osmaninin muvaffakkıyyetlerle +yat-ı hamiyyet ve muhabbetkaranelerinin galeyanını mucib +olduğundan Mısır’ın münevveru’l-fikr şebabından bir kütle-i +muazzama önde muzika ve ordumuzun muhterem kumandanlarının +resimleri olduğu halde sokakları dolaşarak tezahürat-ı +vatan-perveranede bulunmuşlardır. Nümayişçiler +“Mehmed Ali” meydanına vasıl olduğu vakit polis dağılmalarını +dağılmıştır. +Şubat Kahire’den +çekilen bir telgraf: “Burada ‘Adem-i Merkeziyyet-i İdariyye-i +Osmaniyye’ namı tahtında yeni bir Türk fırka-i siyasiyyesi +teşkil edilmiştir. Fırkanın gaye-i emeli adem-i merkeziyyet-i +taht-ı riyasetindedir. Biri mali diğeri icrai olmak üzere ayrıca +Maşaallah Türklerin fırka teşkilinde tefrika ika’ındaki ma +haretlerine gayretlerine diyecek yok!.. +Kahire’den Neue +Freie Presse gazetesine varid olan ma’lumata nazaran: +takviye edecektir. İngiltere Harbiye Nezareti şimdiden istihzarat-ı +lazimede bulunmuştur. Abbasiyye’de cesim kışlalar +Kahire’de Mısır ve +lus’tan Mısır’a kadar bir şimendüfer hattı inşasına teşebbüs +etmiştir. Yüz altmış milyon mark masraf ile vücuda [ ] +gelecek olan bu hattın inşaatı dört sene imtidad edecektir +Londra Şubat. +Paris’ten iş’ar olunuyor. “Gelecek hafta Harbiye Nazırı +Cezair ve Tunus kıtaat-ı askeriyyesinin görülen mübremiyyet +üzerine tezyidi ve yerli ahaliden ahz-i asker muamelatının +tevsii hakkındaki tasavvurunu havi bir program tanzim +edip hey’et-i vükelanın tasvibine arz edecektir.” +Balkanlarda muhasamatın +tecdid olunması hasebiyle Hindistan ahali-i İslamiyyesi +miyanında yeniden şiddetli bir galeyan-ı hissiyyat +husule gelmiş bütün enzar-ı dikkat Darülhilafeti’l-Aliyye’ye +teveccüh eylemiştir. Hatta Hindistan’ın her tarafında en +hücra köşelerinde bile Balkanlarda Osmanlı silahlarının muvaffak +olması için cami’lerde dualar okunmaktadır. Bundan +başka zengin fakīr erkek kadın herkes kemal-i hahişle harb +toplanmaktadır. Bu cümleden olmak üzere Medaris Hilal-i +Ahmer hey’etine birkaç gün zarfında . rupiye iane verilmiş +ve bu meblağın bir kısmı derhal Dersaadet’e gönderilmiştir. +Kalküta’dan Neue Freie +Presse gazetesine iş’ar olunduğuna göre: Balkan Muharebesi’nin +mevcud olan galeyan el-an devam etmektedir. Bengale’de +sadıyla vukū’ bulan ictimaatın men’ edilmesini ve aksi takdirde +Hindistan İslamları arasında İngiltere aleyhine şiddetli +cereyanlar husule geleceğini yazıyor. Ağa Han namında sahib-i +nüfuz bir zat efkar-ı umumiyyeyi teskin etmeye çalışmış +etmekten başka bir şeye yaramamıştır. +Bağdad Nakībü’l-eşrafı +hazretlerinin akraba ve teallukatından olup be +ray-ı seyahat Hindistan’a giden Geylani-zade Seyyid İbrahim +Seyfüddin Efendi hazretleri gerek Bombay’da ve gerek +Hindistan’ın nikat-ı sairesinde fevkalade bir surette mazhar-ı +hürmet ve riayet olmuştur. +Hind müslümanlarının +Devlet-i Aliyye lehindeki müzaheretlerinden +endişe eden Hindistan Vali-i Umumisi kendi devlet-i metbuasına +gönderdiği gayet hafi bir telgrafta Rusya’nın Devlet-i +Aliyye’ye tecavüz etmemesi esbabının istikmalini taleb +eylemiştir. Aksi takdirde Hindistan müslümanlarının yüzünden +rinden mes’ul tutulamayacağını beyan eylemiştir. +Somal eyaletinde kain +Vasenkal Sultanı Balkan hükumetlerinin Devlet-i Aliyye’ye +karşı olan tecavüzlerinden haberdar olmuş ve bilmukabele +Aden’deki İngilizlere hücum etmeyi kurmuştur. Muma-ileyhin +bu tasavvurunu haber alan İngilizler Aden’de bulundurdukları +“Foks” namındaki bir harb gemileriyle Vasenkali’yi +bombardıman etmişlerdir. +Japonya’da din-i mübin-i +sında revabıt ve münasebat-ı uhuvvetkaranenin takviyesine +hadim olmak maksadıyla Hasen Hatano namında Japonlu +bir din kardeşimiz tarafından Japonya’nın payitahtı olan +Tokyo şehrinde el-İslam namıyla İngilizce ve Japonca aylık +bir gazete neşrine ibtidar olunmuş ve idarehanemize gönderilen +müteaddid nüshaları matbuata ve lazım gelen sair +yerlere dağıtılmıştır. +Türk Yurdu ünvanlı +mecmuada okunduğuna göre: “Bu sene Romanof hanedanının +Rusya taht-ı saltanatına kuudunun ’üncü sene-i +devriyyesi münasebetiyle Şubat’ın nihayetlerine doğru +Rusya’da yapılacak büyük şenliklere bayramlara Rusya’da +sakin Türkler de çarın sadık tebeası sıfatıyla iştirak edeceklermiş!” +ASAR-I MÜNTEŞİRE +Önde vahşi pişdarlarıyla Avrupa Ehl-i Salib’inin Rumeli’yi +ateşlere yangınlara vererek şarka doğru savlet ve +muhacemat kumandasını çalan nakūs-ı mezaliminin aksisadaları +[i]ntibahkar mevcelerle ta Japonya’ya kadar yayıldı; +Japonya’nın şarkın bu büyük hagarının da ulemasını +siyasiyyununu tefekküre istikbal hakkında Avrupa istilasına +karşı ittihaz-ı tedabire mecbur etti. Japonlar müdavele-i +efkar ettiler; nihayet “Asya İttihadı”nı vücuda getirmeyi kurdular. +Bunun üzerine Japon mütefekkirin-i siyasiyyesinden +“Hatano”nun baladaki ünvan ile bir kitabı intişar etti; yüz +binlerce nüshası etrafa dağıldı birkaç nüshası da Japonya’da +bulunan Abdürreşid Efendi-zade Münir Bey tarafından +bize gönderildi. +Eserin mündericatına vakıf olduktan sonra ehemmiyeti +nazarımızda bir kat daha büyüdü. Hacmen küçük kıymeten +büyük olan şu eserden Osmanlıları da haberdar etmeyi +bir vazife addederek tercümesini burada bulunan Japonyalı +Muhammed Hilmi Takava ile seyyah-ı şehir Abdürreşid İbrahim +Efendi hazeratından rica ettik. Ricamızı is’af ettiler +eser tercüme ve tab’ olundu bugün de avn-i Hak’la saha-i +Siyasi-i şehir Hatano bu eserinde Asyalıların hukūkuna +ne suretle tecavüz edildiğini atiyen vukūu melhuz tehlikeleri +bütün vuzuhuyla gösterdikten sonra bu tehlikeleri bertaraf +rın ittihadı lüzumunu ileri sürüyor ve Japonya hükumetini +şimdiye kadar Osmanlılarla münasebat-ı siyasiyyede bulunmadıklarından +dolayı tenkīd ediyor. Filhakīka şems-i tali’le +hilal-i şa’şaadarın Şarkın şu iki neyyir-i tabdarının semayı +şehametinde toplanacak –Hindistan Afganistan Çin +Acemistan Hind-i Çini Siyam Cava Türkistan gibi– Asya +akvam-ı asilesi birer necm-i dırahşan halinde Avrupa’nın +hayat-ı zalimanesini zulmetler içinde idame eden muhteris +yarasalarının gözlerini kamaştıracak Asyalılara kendi vatanlarında +hür ve mes’ud bir saha-i saadet ve terakkī açacaktır. +Muharrir-i muhteremle beraber biz de bunu temenni ederiz. +Tercümesi: +“Nizar evladı: Yetişin ey Nizar oğulları! Yemenliler de: +Yetişin ey Kahtan oğulları! dedi mi hemen tepelerine felaket +birden de kılıç musallat olur.” +* * * +Üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halk +Bak nasıl doğranıyor? Kalk baba kabrinden kalk! +Diriler koşmadı imdadına sen bari yetiş... +Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş! +Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu: +Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu. +O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği! +O ne tufan ki: Yakıp yıktı bütün vadiyi! +Aşina çehre arandım... O meğer hiç yokmuş... +Yalınız bir kuru çöl var ki ne sorsan: Hamuş! +Aşina çehre de yok hiçbirinin yadı da yok; +Yakılan bunca hayatın hani ecsadı da yok! +Yoklasan külleri altından eminim ancak +Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak! +Baba! En sevgili annen o senin öz vatanın +Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın? +Dedemin sürdüğü can ektiği toprak gitti... +Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedi! +Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba? +“Meşhed”in beynine haç saplanacak mıydı baba! +Ne felaket: Dönüversin de mesacid ahıra +Hırvat’ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora! +Bari bir hatıra kalsaydı şu toprakta diri... +Yer yarılmış yere geçmiş şüheda türbeleri! +Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova... +Sen misin yoksa hayalin mi? Vefasız Kosova! +Hani binlerce mefahirdi senin her adımın? +Hani sinende yarıp geçtiği yol ��Yıldırım”ın? +Hani asker? Hani kalbinde yatan Şah-ı Şehid? +Ah o kurban-ı zafer nerde bugün? Nerde o iyd? +Söyle Meşhed öpeyim secde edip toprağını: +Yok mudur sende Murad’ın iki üç damla kanı? +Ah Meşhed! O ne? Sahandaki meyhane midir? +Kandilin görmüyorum nerde? Şu peymane midir? +Ya hariminde yatan şapkalı sarhoşlar kim? +Yoksa yanlış mı? Hayır söyleme bildim... Bildim! +Basacak mıydı fakat göğsüne Sırb’ın çarığı? +Serilip yerlere binlerce şehidin sarığı +Silecek miydi en alçak neferin çizmesini? +Dürtecek miydi geçen leş gibi her limesini? +Ya şu üç parçalı bayrak dikilirken tepene +Neye indirmedi kim çıktı bu halkın önüne? +Hani milletlere meydan okuyan kavm-i necib? +Görmedim bir kişi tek bir kişi meydanda... Garib! +Hani haysiyyetinin gölgesi çiğnense eğer +– Olmadan üç kişinin beş kişinin hunu heder– +Kahraman gayzı yatışmaz kanı coşkun efrad? +Hani “Na-mahreme ben söyleyemem kızlarımın +Karımın ismini... Hem öldürürüm sorma sakın!” +Diye tahrir-i nüfus istemeyen er kişiler! +Hani göstermediler eski celadetten eser +Fuhşu i’laya koşan bir sürü na-merd öteden +Ne selamlık ne harem dinlemeyip çiğnerken! +Hani ey kavm-i esaret-zede muhtariyyet? +Korkarım şimdi nasibin mütemadi haybet! +Sahib ve Müdir-i Mes’ulü: H. Eşref Edib +Hani ey unsur-i bi-rabıta istiklalin? +Ebediyyen sanırım söndü bütün amalin! +Hani “Başkım”cıların kurduğu yüksek hülya? +Seni yıllarca avutmuş da o mel’un rü’ya +Uyumuştun... Ya uyansaydın eder miydi tebah +Mülkü birdenbire afaka çöken kanlı sabah? +Karadağ haydudu Sırp eşşeği Bulgar yılanı +Sonra Yunan iti çepçevre kuşatsın vatanı... +Tarumar eyleyiversin de bütün ordumuzu +Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu... +Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa; +Kimi bin türlü feca’atle çekilsin kucağa... +Birinin ırzı heder digerinin hunu helal... +Seni tahrik eden üç beş alığın ma’rifeti! +Ya neden beklemiyordun bu rezil akıbeti? +Hani milliyyetin İslam idi... Kavmiyyet ne! +Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine. +“Arnavutluk” ne demek? Var mı Şeriat’te yeri? +Küfr olur başka değil kavmini sürmek ileri! +Arabın Türke; Lazın Çerkese yahud Kürde; +Acemin Çinliye rüchanı mı varmış? Nerde! +Müslümanlık’ta “anasır” mı olurmuş? Ne gezer! +Fikr-i kavmiyyeti tel’in ediyor Peygamber. +En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın; +Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın! +Şu senin akıbetin bin bu kadar yıl evvel +Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel? +* * * +Artık ey millet-i merhume sabah oldu uyan! +Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan? +Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü! +Dinle Peygamber-i Zişan’ın İlahi sözünü. +Türk Arapsız yaşamaz. Kim ki “yaşar” der delidir! +Arabın Türk ise hem sağ gözü hem sağ elidir. +Veriniz başbaşa... Zira sonu hüsran-ı mübin: +Ne Hilafet kalıyor ortada billahi ne din! +“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor; +Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor. +Arnavutlar size ibret olacakken hala +Ne bu şuride siyaset ne bu fasid da’va? +Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz... +Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz! +Bunu benden duyunuz ben ki evet Arnavudum... +Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum!... +AHLAK-I İSLAMIYYENIN ESASLARI +Görülüyor ki Şeriat-i İslamiyye vacibat-ı ahlakıyyeyi +mişkat-i nübüvvetten iktibas etmekle bu mebadinin akli +olmasına zerrece halel getirmemiş akla müstahık olduğu +menzil-i şeref ve imtiyazın zerresini feda etmemiş oluyor. +Mes’elenin cihet-i nazariyyesi böyle olduğu gibi din-i İslam +bunun cihet-i ameliyye ve tatbikıyyesinde yani vazife fikrinin +tabakat-ı muhtelife-i halk arasında intişar etmesinde +de emsalsiz bir muvaffakıyet izhar etmiştir. Balada bahsettiğimiz +Suheyb-i Rumi Şafii Sühreverdi Sırri-i Sakati Ebu +Süleyman-ı Darani Ma’ruf-ı Kerhi Rabia-i Adeviyye gibi +eazım-ı rical ü nisvanın emsali çok olmakla beraber bunlar +müslümanların ekseriyyet-i uzmasını teşkil etmezler bu mertebe-i +ulya-yı ahlakıyyeye varmak için ne kadar metin bir +mücahedeye ne kadar ali bir terbiye-i fikriyye ve ruhiyyeye +ye-i kemaliyi yalnız tasavvur etmekle iktifa eder. Daha dun +tabakadaki avam-ı nasın fi’liyyatta saikı ne kadar olsa ruz-ı +cezadaki sevab ve ıkab tasavvurudur yani açıkçası fikr-i +menfaattir. +Ancak şurası kemal-i ehemmiyyetle ihtara sezadır ki bir +kemal-i mücerredi kendilerine gaye-i amel ittihaz edecek +kadar yükselemeyen bu avam zümresi bile a’malde ihlasın +vücub ve ehemmiyyetini takdir etmiyor değildir. Onlar da +şevk-ı sevab veya havf-ı azab –sırf noksan-ı terbiye olarak– +vazife-i hakīkıyye fikrine karıştırmaktan men’-i nefs edemedikleri +bir saik-ı hafiden başka bir şey değildir. Evamir-i +diniyye umuma şamil yani vazife-i külli olduğu için hepsinde +mevcud olamıyor. Şeriat-i Mutahhara ekser nüfus-ı beşeriyyeye +göre hakayık-ı mücerredeyi telkīn etmenin terbiye +ve tashih-i ahlak için deva-yı kafi olmadığını nazar-ı i’tibara +alarak tergībat ve terhibat-ı müşahhasaya concret saadet +ve şakavet-i uhreviyyenin tafsil-i ahvaline pek ziyade i’tina +etmiştir. Vakıa da nüfus-ı beşeriyyenin kemalat-ı ahlakıyyeye +vusul için tergīb ve terhib-i maddiye olan ihtiyacı münker +değildir. Zira bidayet-i emrde insanın kendisinden fikr-i +menfaati söküp atması imkansızdır. Diğer taraftan da fikr-i +menfaat neş’e-i ula-yı beşeriyyede terbiye-i fikriyye ve ruhiyyeyi +teshil ediyor. İradenin bir gaye-i kıymetdara kolayca +teveccüh etmesine yardım ediyor. İlim ve irfan arttıkça akıl +ve dirayet tevessü’ ve teali ettikçe gaye de yükselir. Gayetü’l-gayat +yı Bari’ye müncerr olur ve hakīkī fikr-i vazife de işte o zaman +tamam ve kemali üzere bilfi’l hasıl olur. Yoksa felsefenin bize +öğrettiği tarzda vazife fikri sırf nazari bir mahiyeti haiz olarak +kalır ve bilfi’l kalblerde yer etmez ve ahlakıyyunun gaye-i +hayallerini ta’yin eden bir temenni-i sırf mertebesinden öteye +geçemez. +Bundan dolayıdır ki Şeriat-i Ahmediyye’nin nası tarik-ı +hayr u salaha sevk için ettiği hitabların mevzuu biri saadet-i +mahzadan rıza-yı Hak’tan; diğeri sevab u ıkabdan ibaret olmak +üzere iki derecelidir. Bidayet halinde ikinci derecedeki +hitaba müstahık olmayan yoktur. Birinci dereceden hitaba +mazhar olabilmek her halde büyük bir mertebe-i kemali ihraza +mütevakkıftır. += “Dünya ehl-i ahirete ahiret +ehl-i dünyaya dünya ile ahiretin her ikisi de ehlu’llaha +haramdır.” hadis-i şerifi mü’minleri gaye-i ahlakīlerine göre +üçe ayırmıştır. “Ehl-i dünya” tesmiye edilen birinci mertebedeki +ayat ve ehadisin adedi sayılamayacak kadar çoktur. Nazar-ı +Şer’-i şerifte kıymet-i ahlakıyyeyi haiz olanlar “ehl-i ahiret” +hitabdır. Asıl ehl-i kemal ise birinci derecedeki hitabata müstahık +olan ehlu’llahtır ki ehl-i ahiret ile beynlerinde; += Ebrarın hasenatı [mukarrabinin] seyyiatıdır.” +mısdakınca fark-ı azim vardır. +“Ehlu’llah” ve “Mukarrabin” zümre-i celilesini teşkil eden +bahtiyarlar iman ve ma’rifette salah u hayrda terakkī için +hiçbir hadd ü payan olmadığını düşünmekten bir an hali +kalmayan dide-i himmeti ihraz-ı kemalat-ı bi-nihayeye kasr +eden zevat-ı aliyedir. Kur’an-ı Kerim ’de haklarında: +“ = Haberiniz olsun! Evliyau’llah +ayet-i kerimesi varid olan bu zevat-ı kerimenin düstur-ı harekatı +“ = İki anı birbirine müsavi +olan kimse aldanmıştır mağbundur.” eseridir. Bunlar mağbunlar +zümresinden kurtulmak için daima murakabe ve +muhasebe-i nefsten gaflet etmezler ve her an-ı hayatlarında +evvelki andan daha kamil ve daha müterakkī olmaya çalışırlar. +Öyle bir hırs-ı tekemmülleri vardır ki bi-nihaye bildikleri +meratib-i kemalatın hiçbiriyle kani’ olmazlar. Kur’an-ı +Kerim ’de kıyamet gününe “Yevm-i Tegabun” namı verilmesi +u facir veli ve sıddik hiçbir kimse yoktur ki kendisini aldanmış +görmesin. Herkes kendi bulunduğu mertebeden a’la ve +erka bir mertebe mevcud olduğunu görecek ve bu cihetten +aldanmış olduğunu anlayacaktır. +Ancak şurası da ca-yı teemmüldür ki hasenatta saik-ı +amelleri sevab u ıkab olan [ehl-i] ahiretin mebde’-i ahlakīleri +de –mukarrabinin mebde’i kadar yükselemese bile– her +halde bazı mezahib-i felsefiyyenin telkīn ettiği mebde’-i +menfaatten çok daha yüksektir. Onlarla adeta hiçbir alakası +yoktur. Bu yine Rasyonalistlerin beğenebileceği +bir vazife mebdeinden başka bir şey değildir. Menfaat mebdeini +kabul edenlerin saik-ı a’mali menfaat-i acile olduğu +acile makbuldür ve hayr-ı matlubdur. Menfaat-i uhreviyye +sevdasında bulunan –terbiye-i ruhiyyesi eksik dediğimiz– +bu müslümanlar ise bu menfaat-i uhreviyye mülahazasıyla +beraber bütün kainatı bir nizam-ı bedi’-i ekmel üzere yaradan +ve bu miyanda nev’-i beşer için de saadet-i dünyeviyye +ve uhreviyyesini kafil ve fıtrat-ı asliyyesine en muvafık olan +kavanini vaz’ eden Zat-ı Ecell ü A’la’nın emrine inkıyadı +düşünürler ki neticetü’l-emr yine amellerinin muktezası bir +hayr-ı mahz olmuş olur. Ve Rasyonalistlerin insanları mükellef +tutmak istedikleri meşhur kaide-i külliyyeye tamamıyla +muvafık harekette bulunmuş olurlar. +BEŞINCI ASR-I HICRIDE MISIR +Beşinci asr-ı hicride Mısır’da zuhur eden +meşahir-i erbab-ı fenden biri de “Ebu’l-Hasen Ali bin Said +Es-Sadefi”dir. Müşarunileyh tarih-i fünunda İbni Yunus ünvanıyla +na-pezir mesai ve rasadatına ebediyyen medyundur. İbni +Yunus hicret-i Nebeviyye’nin ’inci senesinde makam-ı +hükumete geçen müluk-i Fatımiyyeden Hakim Bi-Emrillah +zamanında Mısır’da pek ziyade şöhret kazanmıştı. Hakim +namına ithaf etmiş olduğu Zic-i Hakimi ünvanlı eseri hey’etşinasan-ı +cihan arasında pek ma’ruf pek kıymetdar asar-ı +muhallededendir. +Zic-i Hakimi dört büyük cildden mürekkeb bir eser-i muazzam +olup ma’lum olan ziclerin en sahih ve en mükemmeli +olduğu Avrupa hey’et-şinasanı tarafından i’tiraf edilmektedir. +Ulum-ı riyaziyyedeki maharet ve melekesi de zamanındaki +riyaziyyunun taht-ı tasdikında idi. Esasen asrımıza +kadar intikal edebilen ve iktidar ve dehasının ebed-nümun +birer abide-i kıymetdarı olan asarı bu hakīkatin payidar şahidleridir. +fuzala-yı İslamiyyeden biridir. Zic ’i Avrupa kütübhanelerinin +hemen ekserisinde bir mevki’-i ihtiram işgal ediyor. İbni +Yunus hayatını terakkıyat-ı fenniyyeye vakfetmiş ecille-i fuzaladan +sayılır. Ömrünü kamilen rasadhanelerde geçirmiştir. +Gece gündüz “Cebel-i Mukattam”da harekat-ı kevakibi +rasad etmekle meşgūl olurdu. Birçok asar te’lifine muvaffak +olmuş ise de bu kitaplardan ahlafa –maatteessüf– ancak birkaç +adedi intikal edebilmiştir. Çünkü vefatında asarını tevarüs +eden oğlu ilm ü irfandan bi-nasib sefih ve derbeder +bir haylaz çıktığından pederinin cihanlar değen kitaplarını +birkaç mangır mukabilinde sabunculara satmış ve bu suretle +erbab-ı fen nazarında bi-payan bir kıymeti haiz olan bu +kitaplar kadr-na-şinas ellerde mahv u telef olmuştur. İbni +Yunus hicretin senesinde irtihal eylemiştir. Hayatını kamilen +mütalaat rasadat ve te’lifata hasr etmiş olduğundan +kıyafetine o derece i’tina göstermezdi. Zic ’i Avrupa erbab-ı +hey’etinden Arago Dalamber ve Flamaryon gibi eazımın +mazhar-ı takdir ve sitayişi olmuştur. +telkīnatıyla evvela da’va-yı nübüvvet ve bilahare daha ziyade +cinnet göstermiş olan “Hakim Bi-Emrillah” zamanında gelmeyip +de kadr-şinas hami-i fenn ü maarif bir hükümdar-ı +arif zamanında zuhur etmiş olsaydı; müellefat-ı mevcudesine +nazaran; cihan-ı ma’rifete daha pek çok ve pek kıymetli +asar-ı ilmiyye bırakacağı şübhesizdi. Ne çare ki bu zengin +deha’ çorak bir muhite düşmüş akīm bir zamanda yetişmiş +olduğundan müstaid olduğu derecede inkişaf edememiştir. +* * * +Saha-i fende sebat ü metanet azm ü himmet +gibi tezelzül na-pezir seciyelerle ilerleyen zevatın ne kadar +harika-nüma muvaffakıyyata mazhar olabildiklerini İbni +Heysem tarafından kütübhane-i cihana yadigar bırakılmış +olan kıymetdar müellefat-ı adide pek güzel isbat eder. +Beşinci asr-ı hicride Nil’in sahil-i rengininde tulu’ eden +terilebilir. Şübhesiz İbni Rıdvan’ın İbni Heysem derecesinde +bir vüs’at-i irfana malik olduğunu iddia edecek değiliz. Çünkü +fendeki vüs’at-i vukūfuyla bir harika-i fen idi. İbni Rıdvan +dilemez. Fakat İbni Rıdvan’ın da fakr u sefalet gibi ezici ihtiyaclar +yıprandırıcı yoksulluklar altında; azm ü metanetine +bir an halel gelmeksizin; mütemadiyen çalışarak; nihayet +asrının en hazık bir tabibi olacak derecelere irtika etmesi; +elbette şayan-ı takdir meziyetlerdendir. İbni Rıdvan tarih-i +tababetin arz ettiği simaların en necib en azimkar nümunelerinden +biridir. Dördüncü karn-ı hicri evahırinde yani +takriben miladın tarihlerine doğru Mısır’da kain “Cize” +kasabasında tevellüd eylemiştir. +Tarih-i irtihali hicret-i Nebeviyyenin ’üncü senesine +tesadüf eder. Müşarun-ileyh tarih-i tıbda İbni Rıdvan künyesiyle +van bin Ali bin Ca’fer”dir. +hayatına dair oldukça tafsilat vermiştir. İlm-i nücumda ihtisas-ı +fevkaladesi olduğu cihetle doğduğu esnada +nücumun suret-i kıranı hakkında; bilahare tedkīkatta bulunarak +tevellüdü zamanında güneşin delv burcunda kamerin +akreb zühalin kavs utaridin cedy merih ve müşterinin delv +zührenin ise yine cedy burclarında olduklarını hesab etmiştir. +kesb-i ıttıla’ ediyoruz. +Müşarun-ileyhin pederi fırıncılıkla meşgūl fakīr bir adam +ve kitabeti öğrendikten sonra Kahire’ye hicret etmiş ve on +altı yaşından i’tibaren burada ulum-ı tıbbiyye ve felsefiyye +tahsiline başlamış. İbni Rıdvan evvelce ilm-i nücum ile uğraşırmış. +Bizzat yazmış olduğu tercüme-i halinde diyor ki: “Her +hem insanın kendi şahsı hem de ebna-yı cinsi için faideli +bir meslek olduğundan ben de tababete intisabı kararlaştırarak +ulum-ı tıbbiyye mütalaa ve tahsiline koyuldum. Esasen +viladetim esnasında kevakibin tarz-ı kıranı da bu mesleğe +ve cidden bi-kes olduğumdan tahsil ve mütalaaya devam +edebilmek için iktihamı müşkil mevania ma’ruz kalıyordum. +sini düşündüm. Bu sayede mümkün mertebe geçinebilecek +kadar bir şey kazanıyordum. Otuz iki yaşıma kadar gece +gündüz bu suretle tetebbu’ ve mütalaaya devam ettim. Bu +tarihten i’tibaren maişet hususunda artık müşkilata ma’ruz +kalmadım. Tababet sayesinde her türlü refaha mazhar olmuştum. +Kazancımla bol bol te’min-i maişet ettikten maada +fazla param bile kalıyordu. Masarıf-ı zaruriyye-i hayatiyyemi +tanzim ederek iaşemden fazla kalan mebaliğin bir kısmını +fukara ve acezeye tahsis ve bir kısmını da atiyen muhtemelü’z-zuhur +olan ahval-i fevkalade için bir tarafta hıfz ettim. +Her günkü işlerimi tesviye ve hastalarımı tedavi ettikten +sonra tarz-ı tedavi verdiğim ilacları düşünür ve netayicine +sem memnun olur yanlış bir şey olmuş ise bir daha böyle +bir hataya düşmemek için gözümü açardım. Hukema’-i +kadimenin ilm-i ahlak hakkındaki eserlerini tedkīk ve hülasa +ederek beş cild kitap yazdım. Bunlardan başka Bokrat +Hypocrate Calinus Galiene Diyoskorides Dioscorides +Rufus Rufus Orbiyas Orbiase Pol Dejin Paule d’egine +ve Razi gibi zevatın eserlerini de tedkīk ve tetebbu’ ederek +bunlar hakkında da birçok şerhler te’lif e[t]tim. +Batlamyus Petolemeo Eflatun Platon Aristotalis +Arestote Afrodisiyas Aphrodisias Temistiyus Themistius +ve Farabi gibi eazımın kitaplarına dair de te’lifatta bulundum. +Yazdığım kitapların bazılarını satıyor bazılarını da +hıfz ediyordum.” +ma’lum değildir. İbni Ebi Usaybia bile bu babda ma’lumat-ı +muknia veremiyor. +faidedar olduğu i’tikadında bulunduğundan müşarun-ileyhin +mebadi-i tıbbı teallüm ettikten sonra bilahare mütalaat +ve tetebbuat-ı zatiyyesiyle o dereceye vasıl olabilmiş olduğunu +kabul etmek mecburiyetindeyiz. Münazarat ve reddiyelerinde +gösterdiği emansızlık Razi Huneyn ve Ebu’l-ferec +Tayyib gibi aba’-i tıbba karşı ettiği hücumlardaki şiddet sırf +zati olan tetebbuat ve mütalaat-ı münzeviyanesinin icabat-ı +tabiiyyesinden olması muhtemeldir. +hususta muarız olduğundan suret-i daimede kendileriyle +mübahasat ve münazaratta bulunurdu. Muasırlarından ve +meşahir-i etibbadan İbni Butlan ile aralarında birçok münakaşalar +geçmiştir. Münazarat-ı mezkureye dair bir iki de risale +yazmıştır. +müşarun-ileyh tarafından uhdesine Reisü’l-Etıbba ünvanı +tevcih edilmişti. Kendisi Eski Kahire civarında bir hanede +bakıyesini ziyaret ettiğini rivayet ediyor. +müşarun-ileyhin metanet ve kuvve-i dimağıyyesini sarsacak +bir hadise ile teşevvüş etmiştir. Şöyle ki: +Hicret-i Nebeviyyenin ’inci senesinde Mısır’da büyük +bir kaht zuhur etmiş ve müteakıben meydana çıkan veba +hastalığı ortalığı dehşet içinde bırakmıştı. Bu korkunç ve +sari illet ertesi seneye kadar devam ederek pek çok nüfusun +ka’r-ı ademe yuvarlanmasına sebeb olmuştu. Bir halde +ki bila-varis vefat ettikleri cihetle servetleri Beytülmal’e kalan +eşhasın adedi seksen bine baliğ olmuş ve miraslarına +konan Halife Mustansır pek ziyade servet ü saman iktisab +eylemişti. Bu müdhiş kaht birkaç sene devam ettiğinden bir +ekmeğin elli altuna çıkmış olduğu ve insanların birbirlerini +yedikleri müverrihinin cümle-i beyanatındandır. +Bu felaket esnasında idi ki İbni Rıdvan da yetim ve bikes +bir çocuğu taht-ı himayesine alarak onu agūş-ı sefalete +düşmekten kurtarmıştı. Ne çare ki fıtratan sefil ahlakan rezil +olan bu çocuk hakkında gösterilen lutfa ihanetle mukabele +ederek İbni Rıdvan’ın o vakte kadar biriktirmiş olduğu yirmi +bin dinarı çalarak firar etmiş ve bir daha görünmemişti. İbni +Rıdvan bu vak’a üzerine fart-ı teessüründen aklını gaib etmiş +ve az bir müddet sonra seksen yaşına karib olduğu halde +vefat eylemiştir. İbni Rıdvan’ın İbni Sina Razi Ali bin Isa +derecesinde hazakat-i tıbbiyyesi yoktur. İbni Rıdvan bunlara +kıyasen ikinci derecede bir hekim addolunabilir. +Meslektaşlarına birçok nesayihde bulunmuştur. İbni Rıdvan +tıb ile iştigal eden zevatta evsaf-ı atiyenin bulunması lazım +olduğunu söylüyor: +hastalıklarına dair ötede beride ifşaatta bulunmaktan hazer +etmeli. +olmaları çaresini düşünmeli ve fukaranın tedavisi hususunda +da zenginler kadar belki daha ziyade i’tinakar davranmalı. +ederek mümkün olduğu kadar çok alim mümkün olduğu +nisbetinde hemcinsine çok faideli olmaya çalışmalı. +ari olmalı. Girdiği hanelerde kadınlara müzeyyenat ve tecemmülat-ı +beytiyyeye karşı enzar-ı harisane fırlatmaktan +son derece ictinab etmeli ve ihtirasat-ı sefileye mağlub olmamaya +çalışmalı. +lub olarak hiçbir suretle hiçbir kimseye zehirli mualecat vermemeli +ve bu gibi ilacların terkib ve suret-i tertibini halka +söylememeli iskat-ı cenin teşebbüsünden tevakkī etmeli +düşmanlarının tedavisinde bile dostları kadar ihtimam göstermelidir. +her biri vazifesini hüsn-i ifa ederse bedenin hali sıhhatte olacağını +beyandan sonra vücudun her türlü emrazdan masun +olup olmadığını anlayabilmek için ne suretle muayene icab +edeceğine dair uzun uzadıya teşrihata girişmektedir. +günkü terakkıyatına nazaran elyevm etibbanın icra ettikleri +usul-i muayenenin hemen aynı olduğu gö[r]ülüyor. Müşarun-ileyhin +yetmiş kadar te’lifatı vardır. Te’lifat-ı mezkurenin +kısm-ı a’zamı felsefe ve tababete aiddir. Hukema’-i kadimeden +Bokrat ve bilhassa Calinus’un kitaplarına birçok şerhler +yazmıştır. Bu kitaplardan bazıları zamanımıza kadar intikal +edebilmiştir. Mezahib edyan ve mesalik-i felsefiyye hakkında +da müteaddid eserleri vardır. Müellefatından bazılarının +Emraz +tilafi fi’l-Milel +li’l-Esıhha’ +ti’l-Lezizeti fi-Evkati’l-Emraz +ma bi-Da’i’l-Fil ve Da’i’l-Esed +Aristotalis +semmati bi’l-Mahresat +ne’t-Tevaret ve’l-Felsefe +Tabi’iyyetün +ve’s-Sedidi ve’l-Atab +bati’r-Rusül +nayi’ +Ta’dad edilen şu kitaplardan başka İbni Rıdvan’ın +ufak tefek bazı resail-i fenniyyesi ve hukema’-i kadimeden +bazılarının müellefatına yazdığı ta’likat ve reddiyelerle asar-ı +müteferrikası olduğu teracim-i ahval müellifleri tarafından +beyan ediliyor. +Beşinci asr-ı hicride hulefa’-i Fatımiyye +devrinde Mısır’da yetişen ekabir-i erbab-ı fenden birisi +de Ali bin Süleyman nam zattır. Müşarun-ileyh hey’et +felsefe riyaziyyat ve tababette pek ziyade meşhurdur. Hulefa’-i +Fatımiyye’den Aziz Hakim Ez-Zahir zamanlarında +pek ziyade şöhret kazanmıştı. Ahlafa yadigar bıraktığı müellefatı +miyanında meşhur olanları ber-vech-i atidir: +El-Havassu’t-Tıbbiyyetü’l-Münteziatü +min-Kütübi +Bok +rat ve Calinus ve Gayriha +kıfu ve La-Yentehi ila-ma Yetecezze’ü +ri ve Ta’didu Şükukin fi-Kevakibi’z-Zeneb +kı’l-Felsefiyye ünvanlı eserini tarihinde Haleb’de yazmış +olduğunu müellifin hatt-ı destiyle muharrer bir nüshasının +mütalaasına istinaden beyan etmektedir. +Yine İbni Ebi Usaybia’nın rivayetine nazaran El-Havassu’t-Tıbbiyyetü’l-Münteziatü +min-Kütübi Bokrat ve Calinus +ve Gayriha ünvanlı kitap dört büyük cildden mürekkeb imiş. +rer nüshalarını bizzat görmüş olduğunu iddia ediyor. +Ebu’l-Vefa’ mensub olduğu ümera’-i Mısriyye arasında ilm +ü irfanıyla iştihar etmiş bir sima-yı necabet-penahtır. Hikmet +felsefe tıb ulum-ı riyaziyye ve mantıkta hayret-bahşa +bir iktidara malikti. Meclis-i irfanı urefa ve fuzala-yı asrın +mülazemetgahı idi. Müşarun-ileyh erbab-ı ilm ü irfanı ashab-ı +hüner ve sanayii himaye ve teşvik suretiyle fünun ve +sanayiin terakkıyatına pek çok hizmet etmiştir. Kendisi de +bizzat ulum-ı hikemiyye ve felsefiyye tedris ederdi. Dershane-i +Meşahir-i etibbadan “Ebu’l-Hayr Selame bin Hamun” İbni +Fatik’in yetiştirmiş olduğu fuzaladan biridir. +Yazısı pek güzel olduğu için hukema’-i kadimenin eserlerini +kütübhanesi o zamanda darülkütübleri pek zengin olan Mısır’ın +en meşhur kütübhanelerinden birisi idi. +Vasi’ salonlar müteaddid odalardan mürekkeb olan bu +kütübhane en nadir en kıymetdar asar ile malamal olduğundan +erbab-ı tetebbu’ hall-i müşkilat için her vakit buraya +müracaat ederlerdi. Kendisi bütün evkatını bu kütübhanede +mütalaa ve tahrir-i asar ile imrar eder gece gündüz buraya +kapanarak ailesiyle bile pek az meşgūl olurmuş. Müşarun-ileyhin +zevcesi bu halinden pek ziyade müteessir olarak kitaplara +karşı derin bir kıskançlık intıfa na-pezir bir kin beslermiş. +Bu kin sevkıyle zevcinin vefatında bütün kitaplarını +derleyip toplayarak havuza atmış ve bu suretle kitaplardan +ahz-i intikam etmiş imiş?!... +rivayeti tasdik ve havuza atılarak bozulmuş olan bu kitaplardan +bazılarını bizzat görmüş olduğunu beyan ediyor. +cahilane yüzünden mahv u zayi’ olduğu şübhesizdir. Asar-ı +mütebakıyesinden meşhur olarak ber-vech-i ati beş kadar +müellefatı vardır: +Beşinci asr-ı hicride Mısır erbab-ı fenn ü hikmeti arasında +“İshak bin Yunus”un da meşhur simalardan olduğu anlaşılıyor. +Müşarun-ileyh ulum-ı hikemiyye tabiiyye felsefiyye ve +tıbbiyyede pek ziyade iştihar eylemişti. Tıbbın cihet-i ameliyyesinde +pek çok maharet ü hazakati bulunduğu mervidir. +* * * +bia Ammar bin Ali El-Mevsıli’den bahsederken diyor ki: +Müşarun-ileyh Musul’da tevellüd etmiş meşahir-i kehhalin-i +tiyle ma’ruf idi. Daha Musul’da iken tababetle iştihar eylemişti. +Bilahare Mısır’a hicretle orada ihtiyar-ı ikamet eylemiştir. +Ammar Halife Hakem namına el-Müntehab ünvanlı +bir eser ithaf eylemiştir. Bu kitapta emraz-ı ayniyyenin suret-i +tedavisinden bahsetmiş ve bu hususta isti’mal olunacak +alat ve mualecata dair uzun uzadıya teşrihata girişmiştir. +Ammar bin Ali’nin perde inmiş olan gözlerde operasyon +yaparak perdeleri alabildiği muhakkaktır. On dördüncü asr-ı +miladi eazımından Nuru’l-Uyun müellifi kehhal-i şehir Salahuddin +perde inen gözlerde icra olunacak ameliyyat hakkındaki +ma’lumatı Ammar bin Ali Mevsıli’nin el-Müntehab ’ından +Ammar Mısır’da birçok eşhasın gözlerinde ameliyyat +yapmış ve kaffesinde muvaffak olmuştu. el-Müntehab ’da +operasyon ameliyyat için icad ve tatbik etmiş olduğu usul +hakkında ve isti’mal ettiği alata dair pek mühim izahat verilmiştir. +hab ’ın bir nüshası mevcud ve ’uncu numarada mukayyed +ve mahfuzdur. +ALLAH! +Hak ağladı kan çağladı zulmün yüzü güldü +Canlardaki en nazlı en azade mukaddes +Hisler de birer can gibi süngüyle söküldü +Dil-haste ezanlar gibi yumruk yedi her ses! +“İslam mı sakın durma sakın vurma hemen kes” +Ferman-ı vuhuşanesi çok bekledi ma’kes! +Lakin ne duyan oldu ne bir göz yaşı aktı +Guya ki cehennem bizi dünyada da yaktı! +Bir adl ü hakīkat var ise –var diyoruz ya– +Yansın şu beşer katili feccare-i dünya +Batsın “medeniyyet” denilen kirli muamma +Gelsin ne uzak yerde ise Hakim-i ukba +Yahud ne kadar adl ü terahhum ne kadar hak +Kahrolmuş ise hakkını ey Kadir-i Mutlak +Al gözlerimizle görelim biz görelim ah +Ya ver bize bir Avrupalı vahşeti Allah! +SABAHA KARŞI ... +Sabaha karşı yaman bir gıriv-i dur-a-dur +Kopunca eyledim artık veda’-ı hab u huzur. +Sobam henüz yanıyormuş odam sıcakça idi; +Fakat dışarda şitanın sada-yı müncemidi +Tanin-i serdi ile dondurup müfekkireyi +Akus-i hevli ile sarsıyordu pencereyi. +Şubat içindeki bir girdbad-ı berf-alud +Cihan-ı sakin ü lerzana karşı hışm-efzud +Koparmadaydı demadem mehib bir çığlık! +Peyinde çığlığının eyliyordu çılgınlık! +Yetişmiyor gibi müdhiş sesiyle haykırmak; +Dilerdi muşt-i sitemle şu halkı hep kırmak! +Kökünden oynatarak sallı köhne evlerini +Sanırsın ölmeden evvel kazardı makberini. +Hazin gıcırtıları sallanan bizim darın +Sımah-ı vehmine nahoş gelince deyyarın +Dedim ki: Ta temelinden ev oynamakta bütün +Ne yapmalı acaba men’-i indirası için? +Başım önümde elim lihye-i tefekkürde +Durup da çare ararken dem-i tehayyürde; +Kuruldu piş-i temaşaya bir cesim ordu: +Ki dahili bütün akvam-ı müslimeyle dolu. +Arabla Türk ile Çerkesle Lazla Ekradın +Nesebce ayrı bu bir çok sunuf-ı ecnadın +Şu ictima’-ı celili hakīkaten şanlı; +Bu cem’-i müttehidin hep kulubu Osmanlı. +Vatan ki fırtınalardan gıcırdayıp duruyor; +Süyul-i kahr u felakette dest ü pa vuruyor; +Bu cem’-i müttehid işte bu leşker-i İslam +Beka-yı mülke metin mütteka-yı istihkam +Olup da uğraşıyordu Salib-i udvanla.. +Hilali andırıyordu akıttığı kanla. +Ateş içinde olurken aduya dehşet-za +Çamurlu seller içinde yatardı bi-perva. +Gözünde yoktu şu süfli hayata bir kıymet: +Şehadet onca gazada ne mutlu bir ni’met! +Çekip meşakkat-i bi-had uzun uzun yolda; +Feda-yı cana tehalük ile atılmıştı... +O azme karşı adunun uyunu yılmıştı. +Ulüvv-i manzara re’s-i hayali döndürdü; +Şu sahn-ı ali-i vahdet beni düşündürdü: +Bu ayrı ayrı nesilden zuhur eden efrad +Neden bu kışta kıyamette bin yaman bidad +Önünde yek-dil ü yek-dest olup sebat ediyor? +Yolunda bir emelin hepsi uğraşıp gidiyor. +Neden çıkıp da çölünden mücahidin-i Arab +Bu karlı sahada olmuş esir-i derd ü ta’ab? +Neden sevahil-i Bahr-i Siyah’tan bir Laz +Gelip de Akdeniz’in sahilinde ma’reke-saz? +Neden koşup da yetişmiş süvari-i Ekrad? +Neden Çerakise olmuş bu gayrete mu’tad? +Bu yurdu saklamak ancak düşer ise Türk’e; +Neden öbürleri gelmiş atılmada merge? +Neden? deyip duruyorken işitti guş-ı semi’ +Cihana lerze verir bir sada-yı pak ü bedi’: +Minarenin üzerinden müezzin-i agah +Diyordu: Eşhedü en la ilahe illa’llah. +Nida-yı da’veti dinin kuluba aksetti; +Neden? Sualimi bir sözle halledip gitti. +şeklindedir. +BEYAZ BAYRAK ÇEKILIRKEN ... +Son günlerde zinde ve pür-ümid şehik u zefirlerle inip +kabaran göğsü senelerin feveran-ı intikamıyla fıkırdayan +yüreği; birden bire hareketindeki ıttırad-ı manzumu şaşırıvermişti. +O akşam ve ferdası bu tahavvül-i aniden ürkerek +hasta bir tabib şefkat-i bi-riyasıyla öteye beriye baş vurdum: +Nabzı bütün meleke-i dikkat ü idrakimle dinledim göğsü +vazıh cevablar almak için istintak ettim a’sabı türlü türlü +tecrübelerle yokladım a’zanın vazife ile derece-i takayyüdlerini +sordum ... Ve nihayet “kalb” ile samimi bir hasbihalden +sonra bütün öğrendiklerimi; dam-ı şuur u taakkulden +bir müddet korumak hassasiyetimi muvakkaten lakayd bir +temaşager vaz’iyetine mahkum etmek için hafızamın kehf-i +emanına gömdüm!... +* * * +Muhitin bedbin heyecanlarına rağmen son müsbet dakīkalara +kadar ümidsizlikle pençeleştim. Nihayet bütün nikbinliklerim +hadisatın son ve müfteris bir hamlesiyle mağlub +oldu. Artık sinirlerin damarların içinden bütün usare-i +hayatın nasıl bir perişani-i na-şuur içinde kayıp gittiğini +gö +ren gözlerim; her türlü tesliyetlere her türlü telkīnat-ı +hayal-pesendaneye karşı tuğyan etmiş bir müddet evvel +gömdüğüm asar-ı hüzal ile birleşerek akıle ve hassasiyetime +saldırmıştı. Ben sübutun bu kadarına da kani’ olmuyor +hala ümidlerin piş ü peyinde dolaşıyor; ve bu halimle +doğrusu an be-an ilerlemekte olan müdhiş hakīkate karşı +bir muğfel tavrını almış oluyordum. Fakat bu iğfal ü tegafül +o dakīkada büyük bir ihtiyac idi; nihayet bu ihtiyacın +da muhitin hastalıklı mizacından doğma bir dalal olduğunu +düşünerek hakīkat ile doğrudan doğruya anlaşmaya onu +bir bi-tarafi-i tam ile tedkīk u tetebbu’ etmeye karar verdim +her an; bizi hissiyatımızı cehennemi acılarla kavuran fakat +akılemize intibah ü metanet tavsiye eden bir akıbete doğru +koşturuyordu! +* * * +Füc’e tahakkuk etti: Hınçkırıklar kahkahalarlar göz yaşları +rahik-ı neşve ile eninler; istihzalarla ve nihayet Rumeli’nin +bu Müslüman şehrindeki matem-i samit dünkü vatandaşların +silah sesleriyle muzafferleri istikbal için tertib edilen +alayların gamgame-i şapaş u takdiriyle boğuluyordu. Zavallı +Üsküb! Sen ne hazin bir akıbete namzed imişsin; fakat sen +korkma ümidsiz olma asırların ruh-ı terbiye ve tenmiyesiyle +besilenecek olan bir satvet-i müntakıme; bir gün yine +sana kavuşacak bir gün yine senin olacaktır. +Bu her taraftan kaynayan avamil-i ye’s ü şetaret; +her taraftan dişlerini gösteren azgın vahşetler; beni bir zümre-i +rufeka ile beraber menhus bir ilticagaha çekmiş götürmüştü. +Muhitin yağdırdığı ducret ü kasvetle bi-karar olan zavallı +arkadaşlarım bağçenin ortasında uzak bir noktaya bahş-ı +dikkat ederek elleriyle işaretler yaparlarken ben de merakla +yanlarına sokuldum: +– Teslim bayrağı çekilmiş. +– Eyvah yüreğim parça parça oluyor. +– Aman Yarabbi bu ne hal gözüme inanamıyorum. +– Çıldırmamak için ne yapmalı? +– Ya gülmeli ya ağlamalı! +Ben bu girdbad-ı hayat arasında kendimi toplamaya çabalayarak +gözümü bütün kuvvet-i basarıyla o insıbabgah-ı +mesaibe tevcih ettim ve onu uzun bir mesafenin müntehasında +dün nur-ı Hilal’in telatum ettiği bir sütun-ı münhasif +üzerinde ademlere doğru titreyen timsal-i hübutu görmek +lüm ile inledim: +– Arkadaşlar ben de görüyorum kocaman beyaz bir +leke!... +* * * +Ey mü’minler! Genciniz ihtiyarınız zengininiz fakīriniz +umumen düşmanınıza karşı çıkınız ve malınızla canınızla +Allah yolunda mücahede ediniz! Size söylüyorum ey +mü’minler bu cihad-ı umumi sizin için her şeyden hayırlıdır. +Eğer siz hayrı biliyor ve onu şerden tefrik u temyiz etmek +Meal-i hakimi beyan olunan bu nazm-ı celil hayru’l-kurun +olan ahd-i celil-i cenab-ı Hatemü’l-enbiya sallallahu aleyhi +ve sellem efendimiz hazretlerinin altın kalemlerle yazılmaya +elhak seza olan menakıb-ı celile-i gazevatından mefahir-i +ulviyye-i mücahedatından hususiyle –gaza-yı Bedr-i Kübra +ve feth-i mübin-i Batha gibi– Kur’an -ı Hakim’de adeta tafsil +derecesinde mezkur olan Tebuk Gazasını amir olarak celalet-bahş-ı +nüzul olan ayat-ı kerimeden biridir. +Vakta ki hicret-i seniyyenin dokuzuncu sali idrak olundu +li-hikmetin Ceziretü’l-Arab’ı baştan başa +vasfına +şayan bir ateşin hanüman-suz kaht istila etti. +O zaman Şam’da Rum Kayseri bulunmuş olan Hirakl +Ceziretü’l-Arab’ın üzerine çöken bu hevl-engiz kaza-yı asmaniyi +düstur-ı tabiisince fırsat +addederek büyük bir kuvvetle mehcer-i İslamiyet’e yüklenmeyi +tasmim etti. Kayser aklınca nur-ı Tevhid’i söndürecek +cihan-ı insaniyyeti baştan başa Teslis’in bir kişver-i muzlimi +görecek nakūsların tanin-i velveledarı arasında i’lan-ı şadmani +edecekti. +Zavallı Hirakl! Hiç –kuvve-i kudsiyye-i Teslis’iyle!?– +keşf edemiyordu ki Şam’da üç senelikten ibaret bir ömr-i +vapesin-i saltanatı kalmıştı! Hiç ihtimal ve imkan vermiyordu +ki pek yakın bir zamanda o vesiu’l-enha mülkünü bütün +hazainiyle eminü’l-ümme Ebu Ubeydetü’l-Cerrah ile seyf-i +meslul-i İslamiyyet Halid bin Velid’e radıyallahu anhuma +terk ederek ateşin yaşlar boğucu hıçkırıklar içinde kaçacak +Toros dağlarından aşarken o dünya cenneti addettiği kişver-i +bi-vefasını son defa görebilmek hulyasıyla dönüp hazin +hazin ağlayarak bir müddet bakakalacak! +Hirakl o cesim! ordusunun teşkiliyle uğraşırken bir kafile-i +ticaret –sanki bu feci’ su’-i kasdı vaktinden evvel haber +vermek için– Şam’dan Medine-i Münevvere’ye gidiyordu. +Sükkan-ı daru’l-iman Kayser’in hazırlanmakta olduğu +bu mühinane tecavüzünü istihbar edince kükrediler; Kayser +bu rubah-pesendane teşebbüsüyle guya bir arslan sürüsüne +karşı bıyık büktü! Kılıç salladı! Hepsini birden pür-gazab +ayaklandırıp üzerine indirdi. +Kafileden tereşşuh eden bu haber daru’s-selama yayıldı; +sem’-i hümayun-ı cenab-ı Risalet-penahi’ye aleyhi’s-salatu +vesselam vasıl oldu. Yaran-ı tevhid Harem-i Şerif’e da’vet +buyuruldu. Cenab-ı eşcau’r-rusül efendimiz hazretleri ke +mal-i vakar u sekinetle doğruca minber-i hümayunlarını +teşrif buyurdular. Iradına başladıkları beliğ-ı huş-rüba bir +hutbeleriyle bütün sahabe-i güzin gaşy oldu. İşte bu hutbe-i +celilenin +müjde-i lahutisi +olan şu kaht-ı elim içinde şu kabus-ı usret altında nagehani +başgösteren harb için asker techiz ederse onun için cennet +vardır. Onun için Hakk’a vuslat vardır. Onun için ebedi saadet +vardır. İşte bu ni’met-i uzmayı lisan-ı Hak’tan şimdiden +tebşir ederim.” demektir. Bu müjde-i risaletten –cümleden +ziyade– sermest olan Yar-ı gar-ı vefadarları hemen hanesine +koştu. Bütün mevcudu olan dört bin dirhem gümüşü +kapıp hak-i pay-i Rahmeten li’l-alemin’e arz u takdim etti. +Zat-ı akdes-i Risalet-penahi henüz minberde idiler. +Fedakar ma’şuklarına sordular: = +“Ailen için bir şey ayırdın mı?” O dünya hazinelerine nazar-ı +lisan-ı istiğna ile: “ = Onlar için Allah’ın +lutfunu Resul-i zişanının atıfetini ibka ettim.” cevabını verdi. +Her biri birer canlı tevhid-i ilahi olan o sabıkīn-ı iman o müessisin-i +bünyan-ı İslam ne kahtın tehdidine ne de zaruretin +şiddetine asla ehemmiyyet vermediler ma-meleklerini feda +ederek birkaç gün içinde bütün techizatıyla kırk bin –bir rivayette +yetmiş bin kişilik– bir mükemmel bir orduyu cenab-ı +Kumandan-ı A’zam sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz +hazretlerine arz ettiler. Ordu-yı Hümayun Daru’s-selam’dan +hareket ettiği esnada Cenab-ı Hak Şamiler üzerine nikab-ı +kahr u celalini ref’ buyurdu. Hirakl’in o cesim ordusuna müd +hiş bir taun musallat oldu. Maksadlarını unuttular. Kendi +derdlerine düştüler. Ordu-yı Hümayun “Tebuk”e kadar geldi. +Rumların Şam’da duçar oldukları taun kahr-ı ilahi haber +alındı. Cenab-ı Hakimü’r-rusül efendimiz hazretleri bu müstevli +marazın tahribatı esnasında Şam üzerine yürü +menin +hasma temasın caiz olamayacağı beyanıyla “Tebuk”de birkaç +gün aram u istirahatten sonra avdet emrini verdiler. +Sahabe-i güzinden birkaç zat Ordu-yı Hümayun’un hin-i +azimetinde bila-ma’zeret istibta etmişler geri kalmışlardı; +Ordu-yı Hümayun Medine-i Münevvere’ye girerken bunlar +rehgüzarında saf-beste-i ta’zim olarak iltifat-ı cihan-kıymet-i +Resul-i Kibriya’ya muntazır kaldılar. +Zat-ı hazret-i Risalet-penahi tam bunların hizalarına gelince +mukaddes yüzlerini çevirdiler; selam vermediler müşarun-ileyhim +oracıkta yıldırımla vurulmuşa döndüler derhal +Eyvah!... Üçüncü bir mevki’-i intizar.. Yine nafile! Bunlara +hiçbir kimsenin selam vermemesi yüzüne bakmaması lüzumu +ferman buyuruldu. Sükkan-ı Daru’s-selam bunlardan +yüz çevirdi. +Bu mukataa-i uhuvvet ve cem’iyyet tam elli gün sürdü. +Kırkıncı günü idi ki taraf-ı celil-i Risalet’ten “Aileleriyle hemfiraş +olmamaları” emr-i alisi hikmet-efza-yı sudur oldu. Artık +dünya o vüs’atiyle beraber başlarına dar gelmeye başladı. +Nihayet çile doldu tevbelerinin nezd-i Hak’ta mazhar-ı kabul +olduğuna dair +“ = Bila-ma’zeret +geriye kalıp da Tebuk Gazası’na gitmeyen üç zatın da +Allah tevbelerini kabul etti. Onlar geriye kalmalarından ve +hususiyle Resulüm’ün ve ümmetinin selamı iltifatı her türlü +alaka ve münasebeti kesmelerinden o derece müteessir ü +muztarib oldular ki dünya o vüs’atiyle beraber başlarına dar +geldi; karanlık zindan kesildi; kalbleri hümum u gumumun +şiddetinden bunaldı. Artık tamamıyla anladılar kanaat getirdiler +ki Allah’ın kahr u gazabından sığınacak yine Allah’ın +bab-ı merhametinden başka hiçbir melce’ yok. Sonra ihlas-ı +tam ile Allah’a tevbe ettiler Allah da onları –tevbelerinde +u safh buyurdu. Bilmiş olunuz ki Allah günahlarına nedamet +ve bab-ı merhametine inabet edenlerin tevbelerini kabulde +lutfu pek mebzuldür. Merhameti bi-nihayedir.” beşaret-i ilahiyyesi +mahkumiyetten kurtuldular da adeta yeniden hayat bulmuşa +döndüler. +ye efradının –ta ailesine varıncaya kadar–kendisinden yüz +çevirmesi kemal-i nefretle yanından kaçması kadar felaket +mi olur? +Ölüm bu musibet-i haileye nisbet pek ehven kalır. Sen +böyle bir nefret-i umuminin içinde bulun böyle binlerce +sonra yine huzur ve rahat içinde yaşa! İşte İslamiyet’in te’sis +ettiği bünyan-ı marsus cem’iyet ve milliyet! İşte İslamiyet’in +emrettiği hamiyet! İstihkar-ı mal ü can! Sabıkīn-ı evvelin İslamiyet’e +böyle mal ü canlarıyla hizmet ettiler. Bu muzaaf +ulviyetleridir ki hakīkī insaniyeti meydana çıkardı. Bu takat +ber-endazane gayretleridir ki efradı yüzlerce milyona baliğ +olan koca bir millet-i İslamiyye ve medeniyye vücuda getirdi. +Müşarun-ileyhim hazeratı her biri –hafıza-i enamda +dastan-ı mefahir teşkil eden bu mal ü can fedakarlıklarına +mukabil şahsiyetleri namına zerre kadar bir menfaat istemediler. +ların sultan-ı amali i’la’-i kelimetullah idi. İslamiyet’in intişarı +bütün ihvan-ı insaniyyeti agūş-ı tevhidine alarak zalam-ı şirk +ü dalalin mahvı idi. Cem’iyet-i medeniyye-i İslamiyye saye-i +celadetlerinde büyüdükçe büyüyor insanlar için en mes’ud +bir melce’-i hayat en can-perver bir saye-i emn ü eman +oluyordu. +Onların muhatab oldukları Kur’an-ı Kerim ’e aynıyla biz +de muhatabız. Onların me’mur oldukları ahkam-ı celile-i ilahiyye +lamiyet’e ne kadar sarıldıklarını itaat ü inkıyadlarını ne dereceye +kadar götürdüklerini bir de bizim o mukaddes kanun-ı +duğumuzu bi-tarafane munsıfane düşünürsek iddia etmekte +olduğumuz iman u İslam’dan ne kadar hazz u nasibimiz +olduğunu anlar ve kendimize müslüman demeye utanırız! +Her mü’min İslamiyet’in hıfz-ı ulviyyeti ihvan-ı dininin +sıyanet-i hayatı için mal ü canını feda ile mükelleftir. +hastalığında ziyaretine gitmemek vefatında cenazede bulunmamak +hasılı ona bütün ma’nasıyla “boykotaj” yapmak +her mü’mine farz olur. O nasıl hayat-ı İslam’a milyonlarca +nen muaveneti diriğ ederse o ihvan-ı dini de onun hey’et-i +onu adem menzilesine tenzil ederler; ta ki agūş-ı himayesinde +yaşadığı hey’et-i ictimaiyyeyi istihfaf etmemek ma’nasını +anlasın! Malını canını o cem’iyete medyun olduğunu takdir +etsin! Bir ümmet bunu yapmaz cem’iyet bu vazife-i mühimmesini +mühimsemez de herkes istediği gibi yapmaya kendinde +salahiyet görürse o cem’iyet yaşamaz. Berat-ı inkıraz +u izmihlalini kendi öz eliyle yazmış intihar etmiş olur. Avrupa +akvam-ı medeniyyesinin üssü’l-esas-ı terakkī ve teamülü +Balkan milletleri bizden bu mühim düstura tevessül sayesinde +ayrıldılar. Evvela ufacık bir kuvvet husule getirmekten +Gözlerimizin önünde neler yapmadılar. Nihayet muvaffak +da oldular. Yaşamak fakat –öyle esir ve zelil değil!– hür +müstakil bir millet olarak yaşamak hukūk-ı tabiiyye-i beşeriyyenin +en mukaddesidir. Bu hakkı istihsal için insana her +şey mübah olur. Hatta İslamiyet bunun için +cümle-i celile-i istisnaiyyesiyle iman lafzının +fedasına kadar müsaade ediyor. Bu müsaade-i ilahiyyedeki +hikmetin büyüklüğünü ancak erbab-ı irfan takdir eder. +Bakınız! Bugün bizim hayat-ı hakīkīmiz olan namus-ı istiklalimiz +ri ta kalbine girmiş sinesinden kanlar fışkırıyor can alıp can +veriyor. Yüz binlerce evlad-ı İslamiyyet her türlü mahrumiyete +katlanmış; karlar buzlar çamurlar ölümler içinde din +ve Kur’an [uğurunda] düşmana göğüs germişler her lahza +şehadete muntazır bulunuyorlar da beriden sıcacık odalarında +her türlü zevk-ı naim içinde ailelerin yanında kemal-i +huzur u rahatla yaşamakta ellerini sıcak sudan soğuk suya +sokmayı büyük bir ıztırab addetmekte olan zenginler guya +Kur’an-ı Kerim ’in ahkam-ı evamir ü nevahisinden müstesna +bile kıskanıyorlar. Düğüm üstüne düğüm vuruyorlar. Bugün +on paraya avuç açmakta olan Rumeli’nin dünkü on yirmi +otuz kırk bin liralık zenginlerinden olsun ibret almıyorlar. +Hele bunlar miyanında müteşerri’ mütedeyyin geçinenlere +bilmem ne demeli! Bunlar emin olsunlar ki Cenab-ı Hak +ve ruh-ı Resulü kendilerinden tamamıyla yüz çevirmişler +mı kesmek tamamıyla yüz çevirmek Allah ve Resulü’nün +ümmet –fakat bilmem hangi ümmet?!– üzerinde en büyük +hukūktandır. +Her zengin mü’min için maişetinden fazla servetini vermek +farzdır. Vermezse İslamiyet’e –tevhide– a’dasından +ziyade düşmanlık etmiş olur. Namus-ı İslamiyet’in lekedar +olmasına razi olmak mukteza-yı İslamiyyet midir. Bir hükumet-i +dar ağniya-yı İslam için yüz karası olamaz. Bu parayı ikraz +suretiyle değil en mühim bir farz-ı ilahi olarak vermeye +mecbur iken hatta o ikrazı da diriğ etmek sonra yine kendilerine +rı da o nisbet-i ma’kusede safiliz. Tahta bitleri gibi düşman +ayağı altında çiğneniyor her türlü zillete hakarete her nevi +namussuzluğa hatta irtidada bile katlanıyoruz. +Biz tam ma’na-yı ulviyyetiyle mü’min-i kamil olsak elimizden +çıkan koca Rumeli’yi bir günde istirdad edebiliriz. +O da Allah’ın emrettiği gibi bütün istitaat-i maliyye ve nakdiyyemizi +derhal meydan-ı hamiyyete yığmak bir altın dağı +vücuda getirmekle olur. +mız budur. Bugün hakīkī mü’minler için en mühim fariza-i +Kur’an iyye işte budur. Fakat efsus ki bir gayr-i müslim İslamiyet +şerefine yirmi bin . lirayı birden feda ediyor da +ne bile bakmıyor. +Ta’ziyet sana ey İslamiyet! Tesliyet sana ey insaniyet! Ey +hakīkī medeniyet! +Diyar-ı tarümar-ı Osmani’nin birkaç asırdan beri ma’ruz +kaldığı hunin felaketlerin dilhıraş sefaletlerin pek insafsız +kat’-ı uzv ameliyyelerinin birinci derecede mes’uliyeti eski +yeni bu memlekette mütefekkir geçinen tabakaya aid olduğu +şübhesizdir. +Bir memleket erbab-ı ilm ü irfanıyladır ki haziz-ı sefaletten +evc-i kemale suud eder. Yine bu feyyaz ve hakīkat-bin +zekaların mevecat-ı telkīnatıdır ki uyumuş dimağları bir +suver-i intibahla diriltir ölümden inkırazın korkunç ve bieman +dişleri arasında kemirilmekten kurtarır. +Bir millet eazımıyla yaşar diyorlar. Ne doğru söz!. Bir +milleti siyasette ma’rifette sanaat ve ticarette hatta +hamaset-i askeriyyede yükselten şa’şaadar maaliye mazhar +eden o milletin mürebbileri mevkian küçük fakat hakīkat-i +halde bütün ma’nasıyla büyük olan mürebbileri mürebbi-i +fikrileridir. +Tarihin mensi sahifelerinde ebed-nümun bir mefharet +halinde payidar olan edvar-ı maziyye-i İslamiyyeye aid şanlar +şerefler bedia-nüma abideler muhalled müesseseler +veleh-bahş hamaset ü siyasetler hep onların millet-i İslamiyyeye +bedraka-i irfan olan o fuzalanın eser-i himmetidir. +Saltanat-ı Osmaniyyenin müessis-i ali-tebarı Osman Ga +zi Edebali gibi bir fazılın irşadatıyla tenevvür etmemiş midir? +Ufak bir derebeyliğini bir hükumet-i muazzama esasları +üzerine kuran Murad-ı Hudavendigar’ın mülhim-i efkarı +Kara Halil gibi bir dahi-i kemalat değil midir? Asrının eazım-ı +ulemasından belki de mühre-i siyasiyyunundan olan +Kara Halil merhum bünyad-ı saltanatı hayret-bahş bir dest-i +maharetle o kadar metin o derece rasin esaslar üzerine bina +eylemişti ki Selim-i Sani devrinden i’tibaren binlerce uzv-ı +mühin dahilen haricen o esasları yıkmaya çalıştıkları halde +bu kimsesiz yurd büsbütün çökmeden zamanımıza kadar +Osmanlılık damgasını muhafaza ederek gelebilmiştir. +Fatih’e tezelzül na-pezir o ruh-ı cevvali o metanet-i harika-nümayı +nefh eden Molla Guraniler Molla Hüsrevler değil +midir? +Hatta Osmanlı padişahları içinde atiyi düşünür basiretkar +bir dimağ maziden ibret-bin nafiz bir nazara malikiyyetle +mümtaz olan fakat –maatteessüf– şems-i asr kadar bile +payidar olmadan uful eden Selim-i Evvel’e o ulvi fikri ittihad-ı +faziletlerinden başka nerede aramalıdır? +Daha çok zaman evvel bugünkü makhuriyete meydan +açacağı muhakkak olan Eğri melhame-i kübrasında Sultan +Mehmed-i Rabi’a sebat ü metanet fikrini ilka eden Hoca +Sa’deddin değil midir? Hoca’nın azm ü nüfuzu olmasaydı +Osmanlı ordusu telafisi na-kabil bir mağlubiyyete duçar +olarak Rumeli daha o zaman istila-yı a’daya uğramayacak +mıydı! +Ümmet-i İslamiyye gerek Osmanlılar devrinde gerek edvar-ı +evveliyyede bu gibi mümtaz simaların huzemat-ı feyyazaneleriyle +teali etmiş bunların yerini bir takım muzlim ve +cahil türedilerin istila etmesi üzerine inkıraza yüz tutmuştur. +Osmanlı Saltanatı’nın tarihçe-i inkırazından uzun uzadıya +bahsedecek değiliz. Yalnız şunu söyleyelim ki bizde +hakīkī alimlerin zevaliyle devre-i inkıraz da başlamış milleti +ağır ve kesif bir kabus-ı cehl ü atalet basmıştır. +Beşikte çocuklara ma’tuh ve mutabasbıslara büyük büyük +rüteb-i ilmiyye tevcih edildiğini kaydeden sahaif-i tarih +aynı sütunlarda inkıraz-ı devleti hazırlayan meş’um vak’aların +hutut-ı asliyyesini de çizmiştir. Vazife-i mukaddeseleri +milleti tenvir halkı irşad olduğu halde şahıslarına aid sefil +menfaatler bayağı ihtirasları te’min için: +diyerek Şeriat’ı müstebidlerin baziçe-i amali milleti cehl ü +ataletin canlı bir timsali haline getirenlerin seyyiat-ı ef’ali bugünkü +neslin duş-ı zaifini ezmiyor mu? +Fikirleri öldüren ruhları söndüren menfur devirleri şerhe +hiç de hacet yok. İlim namına türrehat din namına hurafelerle +her dimağı uyuşturarak memleketi baştan başa bir şurezar-ı +cehalete döndürenleri biz unutmak istesek bile tarih +ve ahlaf la’netle yad edecektir! Tarih-i İslam ve Osmanide +sunuf-ı ilmiyyenin evvelki feyz u irfanlarını musavvir sahifelerle +bugünkü halini mukayese eden her mütefekkirin istikbalin +hayal-i hevl-engizi karşısında titrememesi mümkün +değildir. +Milletin mesaibiyle alakadar ve ondan mes’ul olan su +nuf-ı mütefekkire arasında ilmiye sınıfının kendilerine tevcih +edilen ithamlardan bilfiil sıyrılıp çıkmaları icab ederken sakit +ve la-kayd tarik-ı sabıkı ta’kīb etmelerini görmek ümidsizliği +artıran pek feci’ bir hal oluyordu. +Bu sükut mensubin-i ilmiyyenin medarisin bugünkü +halini en iyi bir hal bugünkü tarz-ı tedrisini en ma’kūl en +doğru bir usul zannında bulundukları kanaatini veriyordu. +Çünkü noksanını bilmemek kusuru i’tiraf etmemek faidesiz +şeylerle uğraşıldığını tasdikten istinkaf etmek bütün +ümidleri yıkacak müntesibin-i ilmiyyenin ihtiyacat-ı asriyyeyi +takdir edecek bir seviyede olmadıkları zannını tevlid +edecekti. +Sebilürreşad ’ın geçen hafta intişar eden nüshasında +münderic genç mütefekkir ve ihtiyacat-ı asriyyeyi bi-hakkın +müdrik bir kısım müderrisin-i kiramın imzalarını havi bir +makale bütün bu zan ve kanaatleri çürütüyor me’yus kalblere +nuşin bir nefha-i ümid saçıyor. +Filhakīka Bayezid dersiamlarından münevver bir kitle-i +makale hay u huy-ı zaman arasında sönüp gitmesi caiz olamayacak +mühim bir ihtiyac-ı milliye müteallik bulunuyordu. +Müderris efendiler bu makalede mesleklerinin ne suretle +yabis ü akīm bir hale gelmiş olduğuna dair göze çarpan avamile +temas ettikten sonra diyorlar ki: +“Bu i’tiyad saikasıyladır ki son asırların bize pek elim +suretlerde kendisini ihsas ve iktiza ettiren ihtiyacat-ı mübreme +ve teceddüdat-ı mühimmesinden ilmiye zümresi hala +haberdar olmak istemiyor gibi duruyor ve hayat-ı hazıranın +şeraitını istikmal ile bulundukları meslek-i celile şayan +bir inkılab-ı ilmi husule getirerek ati için istihkak-ı hayat etmeyi +kıyamet gibi bir felaket addediyor. Meslek ve milletin +hayatına su’-i kasd demek olan bu hal mültezimlerinin en +şiddetli surette mes’uliyetini mucib ise de bir sınıfın +tekmil efradını bu halde zannetmek büyük bir haksızlık veya +vukūfsuzluk demek olacağından bu zandan ebna-yı cinsimizi +esirgeriz.” +Vatanın ihtiyacatını vazifenin kudsiyyetini mevki’-i ictimainin +uhdelerine tevdi’ ettiği ulvi fakat ağır mes’uliyetin +sıkletini istikbalin vahametini halin sille-i töhmetini mazinin +mevrusat-ı nekbetini bi-hakkın his ve takdir ederek dırahşan +bir cebhe-i necibe ile i’tiraf-ı hakīkatten çekinmeyen +bu muhterem simaları hürmetle selamlarız. +Meşahir-i riyaziyyundan bir zat “Mes’eleyi anlamak yarı +halletmek demektir.” sözünü muttasıl tekrar eder dururmuş. +Ne doğru bir hakīkat! Bugünkü sukūtun dehşetini timsal-i +ni iktisab-ı ilm ü kemal arzu-yı Huda-pesendiyle köylerini +yurdlarını terk ederek buralara koşan ma’sum ve mağdur +biçarelerin yosunlu yuvalarda küflü hurafelerle nasıl uyutulduklarını +gören her gün bu feci’ manzaraların hassas bir +temaşageri ve belki –istemeyerek– fa’al bir amili makamında +bulunan zinde bir ruh dindar bir vicdan münevver bir +dimağ tasavvur edilemez ki –müderris efendiler gibi– sada-yı +munu duymasın! Genç ve muhterem müderrislerin sevda-yı +feyz u terakkī ile titreyen kalbleri şübhe yok ki; teşniat ve +göstermek de bu hali tahsin demek olacaktı. Bütün bu yanlış +zanları esasından yıkarak zamanın icabat ve ihtiyacatına +göre medarisin ıslah ve tanzimini derslerin tensikını müderrislerin +tefrikını talebenin atiyen millete rehber-i kemalat +olabilecek esasat-ı ilmiyye ile mücehhez olmasını istemek +kadar selamet-i atiyye için beraat-i istihlal olur mu? Son +asırlarda milletin felaket ve cehaletinden mes’ul olanlar: +“Ne yapalım efendim; terakkī namına atılmak istenilen her +hatve-i teceddüd ulemanın mümanaatına uğruyor!..” sözleriyle +bar-ı mes’uliyyetten kurtulmak istiyorlardı. Bu sözler +o kadar taammüm etmiştir ki el-an Avrupalılar sunuf-ı ilmiyyeyi +bütün ma’nasıyla +tarikına salik bir kitle-i +taassub her nevi teceddüd ve terakkīye hail bir heyula-yı +mahuf halinde tasavvur ediyorlar. +Müderris efendilerin şu haksız ithamatı reddederek saha-i +terakkīde metin adımlarla ilerlemek azminde olduklarını +bütün cihana karşı i’lan eden İ’tiraf ve İşhad makalelerini +mu’teriz ve bedbinlerin nazar-ı insaflarına arz ederiz. Bir de +müderris efendilerin şu i’tiraflarını okuyalım: +“İşte biz milletin selameti kendilerine rehnüma-yı saadet +olan bütün erbab-ı hamiyyetle beraber i’tiraf ve işhad ediyoruz +ki: Bugün yaşamak için lazım olan ma’lumatı her sınıf +gibi biz de bilmiyoruz. Dünyada beka bulmak için ancak +ulum ve fünun sanayi’ ve ticaret ziraat siyaset ve askerlik +gibi birçok eşkalde varlık göstermekle mümkün olduğu +halde biz hissemize düşen mevcudiyet-i ilmiyyeyi gösteremiyoruz. +Fakat o ma’lumatı istihsal ederek bu mevcudiyeti +göstermeyi iki yüzü mütecaviz bulunan muasırlarımızdan +hemen hiçbiri geri kalmaksızın hepimiz istiyoruz. İkrar ediyoruz +ki: Okuyup okuttuğumuz ilimler her ne[de]nse kendilerine +verilen emeklerle mütenasib semereler vermediği cihetle +milletin şu buhranlı zamanlarında mühim hizmetlerde +bulunamıyoruz.” +Kalbleri ümidsizlik ve ye’s gibi kemirici teessürat altında +ezilen vicdanlara şu i’tiraf ne kadar nuşin bir reşaşe-i emniyyet +saçıyor. +Hisselerine düşen mevcudiyet-i ilmiyyeyi gösterememek +le muazzeb olan bu dimağlar; şübhe yok ki; ilmiyyenin esbab-ı +letini hissetmişler ıslah ve terakkī çarelerini taharri eylemişlerdir. +Okuyup okuttukları ilimlerin faidesiz olduğunu acı +tecrübelerle takdir eden müderris efendilerin artık bu çıkmaz +yolu ta’kībden vazgeçecekleri Huda-pesend bir emel +necib bir arzu ile yurdlarının harr ve nuşin obalarını terk +ederek medarise koşan ma’sum bir sürü vatan evladlarının +bundan böyle ilim namına vehmiyyat ve dedikodularla heder +olmasına rıza göstermeyeceklerini ümid ederiz. +Elyevm vazife-i tedris ile meşgūl olan iki yüzü mütecaviz +müderrisin-i kiram usul-i kadimenin akametini asr-ı hazırın +şeklinde yazılmıştır. Zuhruf /. +hal yok– mes’elenin en mühim ve en güç kısmı halledilmiş +demektir. Böyle olduğu halde el-an bu sakīm ve köhne usulün +ta’kībine sebeb ne? Buna yine müderris efendiler cevab +veriyorlar: +“Evet i’tiraf ediyoruz ki: Ta’kībine mecbur tutulduğumuz +kurun-ı vüsta mahsulü usullerle hiç bir vakit müfessirin-i +rine yetişemeyeceğiz; fakat şuraya da işhad ediyoruz ki: +Kendimizin de memnun olmadığımız bu haller sa’yimizin +noksanından isti’dadımızın fıkdanından neş’et etmeyip her +türlü salahiyetin fikr-i teceddüd ve ruh-ı teşebbüsten azade +uhdelere tefviz edilmesi yüzünden ellerimiz bağlanarak beslediğimiz +amal-i terakkī ve ıslahın her vakit akamete duçar +edilmesinden ileri gelmektedir.” +* * * +Salahiyetin her türlü ruh-ı teşebbüsten azade herem-dide +gayr-i mütecanis uyuşuk dimağlara tefviz edilmesinden +ne kadar şikayet edilse becadır. +Millet-i İslamiyye kürsi-i şehametiyle inhidama yüz tutmuşken +Bab-ı Meşihat’te bir ruh-ı fa’aliyyet bir nehda-i teceddüd +ü intibah görülememesi akıbet-bin vicdanlarda ne +elim buhranlar ne hüsran-engiz nevmidiler tevlid ediyor. +Vatandaş unsurlara rehber olan makamların faaliyetiyle +millet-i İslamiyyenin bedraka-i tealisi olması icab eden +makam-ı alinin la-kaydisi göz önüne getirilirse için için eşkabe-i +teessür dökmemek kabil olur mu? Yarab! Acaba bu +zavallı millet saha-i terakkīde kendilerine fa’al müteşebbis +hakīkat-i İslamiyye ve ulum-ı hazıraya vakıf ihtiyacat-ı asriyyeyi +müdrik büyük dimağlı zevatın rehber olduklarını göremeyecek +midir? +Ne yapacağını bilen bildiğini tatbika muktedir olan çalışmadan +yılgınlık göstermeyen zevatın haricde bırakılması +acaba memleketin menafiiyle kabil-i tevfik midir?! +Müderris efendilerin kendilerine aid bir işte salahiyetdar +tutulmamaları da buna mümasil ve bize mahsus +u’cubelerdendir. +Fakat mes’uliyetin büyük bir kısmının salahiyetdar mercie +aid olması müderris efendileri tamamen kurtarır mı? +Müderris efendiler müttehiden ihtiyacat-ı hazıraya göre bir +program tertib ve icab eden kitapları intihab ederek tedrisata +başladılar da ruh-ı teşebbüsten azade salahiyetdar +makamattan mümanaat mı gördüler? +Gerçi ferdi teşebbüslere dair matbuat sütunlarında bazı +mülahazata tesadüf edildi. Fakat bütün müderrisin-i kiramın +müttehiden bu işi düşündüklerine dair maatteessüf hiçbir +şey işitilmedi. +Her hususta millete rehber olmaları icab eden müderrisin-i +kiram acaba niçin elbirliğiyle meda[ri]sin ıslahı esaslarını +ve ders programlarını kararlaştırarak esbab-ı mucibeli +bir layihaya leffen Ders Vekaleti’ne takdim ve tatbikını taleb +etmediler ve etmiyorlar?! +Bir milletin felaketinden o millete mensub olan her ferd +mevki’-i ictimaisi nisbetinde mes’uldür. +Kendi dimağlarını –bilmeyerek– ilim namına senelerce +vehmiyyatla uyuşturanlardan bugün acı acı şikayet edenler; +vahameti bilerek; aynı yolu ta’kīb ederlerse nesl-i müstakbel +huzurunda daha ağır ithamlarla mahkum olmazlar mı? +Kendilerine vedia-i Sübhani olan ma’sum bir kitlenin +–velev bil-vasıta olsun– ma’nen maddeten inkıraz u felaketine +sebeb olmak havfıyla vicdan azabları çeken hey’et-i +mütefekkirenin; daha vakit geçmemişken; müttehiden ihtiyacat-ı +asriyye ile mütevafık bir program tanzim ederek +merci’-i aidine takdim ve teşebbüslerinden matbuat vasıtasıyla +milleti de haberdar etmeleri icab etmez mi? Ağır ithamlardan +kurtulmak için bundan başka çare var mıdır? +JAPONYA’DA DARÜLFÜNUN +TALEBESINDEN OSMANLI DARÜLFÜNUN + +---- +TALEBESINE MEKTUB +---- + +Birkaç vakitten beri vatan-ı mukaddesimizden gelen +ceraidi Japon arkadaşlarım efendilere tercüme edip Memalik-i +Osmaniyyenin ahval-i hazırası hakkında hakīkī havadis +neşretmeye çalışıyorum. Bundan birkaç vakit mukaddem +de Dersaadet ceraidinde Darülfünun-ı Osmani’nin hastahane +haline ifrağ olunduğunu talebe efendilerin de bir kısm-ı +mühimminin meydan-ı gazaya gittiklerini okumuştum; +bunu da havadis sırasında söylediğim gibi bundan bir hafta +kadar akdem Bombay’da münteşir İngilizce bir gazetede +telgraf havadisi miyanında meydan-ı harbe giden darülfünun +talebesi efendilerden bir kısmının meydan-ı harbde +şehid olduklarını okuyup müteessir olarak yine arkadaşlarıma +nakletmiştim. +Tab’an vatan-perver yaradılmış genç Japonyalı arkadaşlarım +birkaç vakitten beri bendenizden Osmanlıların dilaverliklerine +dair haberler işitip tamamen bir Osmanlı gibi meydan-ı +harb haberlerini merakla okumaktadırlar. Vatandan +bir muvaffakıyet haberi geldiği zaman cümlesi beni tebrike +şitab ediyor; kezalik esef-engiz bir haber gelse yine benim +gibi onları müteessif ediyor. Hususan darülfünun talebesinden +bir kısm-ı mühimminin meydan-ı gazada şehadeti onları +cidden mükedder etmişti. Osmanlıların bir muvaffakıyyeti +mektebimizde adeta bir ıyd oluyor. +Böyle hissiyatla meşhun arkadaşlarımı bundan birkaç +gün mukaddem meydan-ı harbe gönüllü olarak gitmeye +da’vet ettim. Benimle beraber gitmeye kadar razi oldular; +lakin o esnada sulh haberlerinin şüyuu bizi yolumuzdan alıkoydu. +Lakin bu asil efendiler vatan-ı mukaddesimize olan +muhabbetlerini izhar hususunda başka yollara tevessül ettiler: +Mektebimizin umur-ı idaresini deruhde etmiş talebe +miyanında büyük bir şerefi haiz ve mektebin Şurası makamında +olan yine talebe arasında müntehab “ Yüzbirler ” +nam yüz bir a’zadan mürekkeb cem’iyetimize bir istid’a takdim +ettiler ve Osmanlı Darülfünunu’nun vatanlarını himaye +yolunda meydan-ı gazaya atılmalarını tebrik ve şühedasını +ta’ziye için bir miting yapmaya ve mitingin mukarreratını +ba-telgraf veya ba-posta İstanbul Darülfünunu’na tebliğ etmeye +karar verdiler. +Tebliğleri cem’iyetimizde memnuniyetle kabul olundu +mektebin her on beş günde bir defa in’ikad eden umumi +mitinginde Yüzbirler Cem’iyeti bunu umuma arz etti; alkışlarla +karşıladılar. +Gayet muhabbet ve samimiyetle birkaç efendi irad-ı nutk +etti nihayet bir komisyon intihabı ile Vaside Darülfünunu +namına Dersaadet Darülfünunu’na zirde ma’ruz mektubu +takdime karar verdiler. +Mitingin nihayetinde ben de müsaade alıp: Bütün Avrupa +şu son muharebede Osmanlılığa karşı siham-ı bela +yağdırdığı halde muhterem Japonlar ve hususan Vaside +Darülfünunu tarafından vatanıma karşı böyle bir samimiyet +da bulunduğum müddetçe Devlet-i Aliyye’ye karşı bu nevi +tezahürata tesadüf ettikçe kendimi vatanımda gibi hisseder +olduğumu beyan ettim. Hususan labis bulunduğum kırmızı +fes Osmanlılık alameti olarak telakkī olunduğundan arkadaşlarım +fesimi alıp yukarı kaldırarak onu takdis ile Japon +milleti marşını terennüm ederek dağıldılar. +nun tertib ettiği ve cümle a’zaların yüz bir imzası ile tezyin +olunmuş mektubu aldım okudum; bir daha bir daha okudum. +Meserretimden gözlerimden damla damla yaşlar akıyordu. +Hemen kopyasını alıp takdime şitab ettim. Eminim +ki benim gibi bütün Müslüman vatandaşlar ve dindaşlarım +da mesrur olacaklardır. İşte mektubun aynen tercümesi: +* * * +“Aziz İstanbul Darülfünunu Talebesi Arkadaşlarımız! +senesi dahi senesinin müntehası gibi Devlet-i +Aliyye için yine muharebe ile nihayet buluyor. Vatanınızın +toprağı yine dolu gibi kurşunlar sel gibi kanlarla sulanıyor. +Müttefik Balkan ordularının zulmü alem-i medeniyyeti inletiyor. +Tarafdarlıkla meşhun bazı telgraf idarelerinin getirdiği +haberlerin ne maksadla neşrolunduğunu biz anladık. Çünkü +hakīkat mestur kalmaz. +Asırlardan beri dilaverane muharebe eden siz Osmanlıların +yalnız bugün mağlubiyete duçar olacaklarına ve +hususan aralarında darülfünunlu arkadaşlarımız gibi ali bir +milletin tabakat-ı münevveresine aid efradın bulunduğu bir +ordunun inhizama uğrayacağına bizi kimse ikna’ edemez. +Havadis-i sahihadan olarak vatandaşlarınızdan Vaside +Darülfünunu rahlelerinde bizimle beraber bulunan Ahmed +Münir İbrahim Efendi’den aldığımız haberlerden darülfünununuzun +vatanınızı himaye yolunda kanını feda eden Osmanlılar +dan-ı harbe koştuğunuzu anlamıştık. +Bu fedakarane harekatınız sizin “mukaddes vatan” kelimesini +ne kadar amik ma’naları ile derk ettiğinizi bize isbat +etti toprağı kanla yo[ğ]rulmuş vatanımız Yamatu’nun +oğulları olan bizler dahi sizin vatan-perverliğinize aşıkız; +kahraman Osmanlı ordusunun kahraman oğulları her nevi +tebrike şayansınız. +Maatteessüf bu son günlerde gelen bazı haberler Osmanlı +Darülfünun talebesinden meydan-ı harbe gidenlerden bir +kısmının orada şehid düştüğünü iş’ar ediyordu. Cenab-ı +Hak onların ruhunu şad etsin. Maamafih bundan sizin müteessir +olmayacağınıza eminiz. Zira siz vatan-ı mukaddesinizi +himaye için her adımda yüzlerce şühedayı esirgemez +bir milletin oğullarısınız. Zira a’sabınızdaki asil kan yine o +Plevne kahramanı Asyalı Osman Paşa kanıdır! +Ey darülfünun ordusu vatanı harbde himaye sulhda +nur-ı irfan ile tenvir etmek gibi iki büyük şerefi haizsiniz. Size +muhabbetimizi samimi ihtiramımızı izhar ile sizi cihadınızda +tebrik ile iftihar eyleriz. +Cihad ediniz! Cihad ediniz! Çünkü sayenizde büyük bir +millet mes’ud olacak; dağları taşları takdir olunamaz güzel +vatanınız mes’ud olacak; siz de kesb-i hürriyet edeceksiniz. +Esaret başkalarına yakışır! +Cihad ediniz! Cihad ediniz! Namınızı serhadlerinizde altınlarla +yazıp düşmana karşı koysunlar. Cümlemiz kalben +sizinle beraberiz. +Mücahidlerin hamisi Cenab-ı Hak’tır cihad ediniz! +Samimi muhabbet ve ihtiramlarımızı takdim ederiz kardeşler! +* * * +Şu samimi mektubu yüz bir imza tezyin ediyor. Bütün +ecanib bizi siham-ı belası ile ezerken yalnız Japonya’dan +böyle muhabbet-aver bir mektubun gazi ve mücahidlerimize +vereceği kuvvet ve ruhu düşündükçe meserretlere gark +oluyorum. +SEBILÜRREŞAD MECMUA-I İSLAMIYYESINE +Efendim +Sebilürreşad mecmua-i İslamiyyesinin ’inci nüshasındaki +Tasvir-i Efkar ’da neşrolunan Şimdiki Fransa ünvanlı makalemin +bazı parçalarını –vaktiyle Sebilürreşad ’ı taasubla itham +ederken şimdi bundan peşiman olmuş Garb medeniyetinin +çirkinliklerini görmeye başlamış bir adamın sözü +gibi– naklediyorsunuz! +Evvela hakayık-ı diniyyeyi neşre sa’y etmekte olduğunu +gördüğüm yegane Müslüman mecmuası Sebilürreşad ’ı takdir +edenlerdenim +Saniyen ne Sebilürreşad ’a taassub isnad ettiğime delalet +eder ne de Garb medeniyetini mutlak surette taklid tarafdarı +olduğumu gösterir hiçbir neşriyatta bulunmadım. Ben +yalnız “Türkiye”nin değil baştan başa Şarkın bir hususiyeti +olduğuna binaenaleyh medeniyeti kendi şahsiyet-i ma’neviyyesine +göre temsil etmesi zaruri bulunduğuna da kailim. +Zaman müsaid olur da bilhassa memleketim hakkındaki +efkarımı toplu bir surette göstermeye muvaffak olursam +bendeki tarz-ı telakkī daha ziyade kesb-i vuzuh eder. Bahsettiğim +fıkradaki telmihın ilk nüshada tashih buyurulması +ricasıyla takdim-i selam ve ihtiram eylerim efendim. +– O sözlerimizle bir şahsiyet-i muayyene +kasdolunmamıştır. Memleketin menfaat ve mazarratını pek +güzel takdir eden genç muharrirlerimizle bizim de iftihar +edeceğimiz tabiidir. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESINE +Kunaytıra Şubat – Şam vücuhundan bazıları iltimasıyla +üç yüz yirmi beşte Şam Tensik Komisyonu tarafından +Kunaytıra Müftiliği’ne ta’yin edilen tevellüdlü Kunaytıralı +Bedruddin Efendi bugüne kadar hiçbir medresede +tahsili icazeti olmadığı gibi hususi tahsili de yoktur. Hatta +bir köy imamı gibi bir Cum’a namazını kıldırmaya Arabiyyü’l-ibare +bir satırı doğru okumaya iktidarı olmadığı bütün +vilayetçe ma’lum ve darb-ı mesel hükmüne geçmiştir. Böyle +echel-i nasın dinen siyaseten ehemmiyyeti derkar olan kaza +makam-ı fetva-yı Müslimini işgal ettirilmesi doğrusu istinadgah-ı +diyanetimizi esasından hedm etmek demek olduğundan +ve zaten bugün çektiğimiz çileler hep diyanete adem-i +bul +edemeyiz. Arz u beyandan müstağni olduğu üzere makam-ı +fetva merci’-i umur-ı diyanettir me’kel-i cühela-yı zaman +değildir. Hiçbir zaman umur-ı diniyyemizin ayakta kaldığını +görmeye a’sabımızın tahammülü olmadığından lüt +fen +müftilerin usul ve teamül-i kadimi dairesinde eşraf ve ulemayı +mahalliyyenin intihabıyla ta’yin edilmesine da +Vükela kararıyla ta’mim ve Suriye Vilayeti’ne cevaben Dahiliye +Nezareti’nden tebliğ buyurulan Teşrin +evvel ve +numaralı emirname mucebince emsali misillü kazamız +müftiliğine ulemadan mürşid-i kamilden birinin intihabıyla +ta’yin ettirilmesi esbabının istikmaliyle umur-ı diniyyemizin +ayak altından kurtarılmasını biz umum kaza ahalisi istirham +ve taleb eyleriz. Ferman. +SEBILÜRREŞAD CERIDE-I İSLAMIYYESI +Kunaytıra Şubat. – Kunaytıra Müftisi hakkında Sadaret’e +Meşihat’e [ ] Dahiliye’ye bir suretini de idarenize +yazdığımız mazbata-i telgrafiyyemizin ale’l-imza aynen ceridenize +dercini hamiyyet-i diniyyenizden rica eyleriz. +– Mes’elenin ehemmiyyeti derkardır. Müftilerin +vezaif-i resmiyyeden başka aynı zamanda bu zavallı +milletin emin ve dirayetli rehberleri olması icab eder. Merciinin +şu şikayeti kemal-i ehemmiyyetle nazar-ı dikkate alarak +BALKAN MEZALIMI MES’ELESI +Balkanlarda icra kılınan vahşet ve mezalim gerek Lordlar +Kamarası’nda ve gerek Avam Kamarası’nda dur u dıraz +mevzu’-ı bahs olmuş bu babda vukū’ bulan ve istizahlara +hükumet namına izahat verilmiştir. Bu istizah ve izahattan +şayan-ı dikkat bazı fıkraların nakli muvafık görülmüştür. +Lord Lamington’un ifadesinden: – ... Türkiye’ye hiç de +tarafdar olmayan gazetelerden biri birçok mahallerde hiç +kimsenin berhayat bırakılmadığı rivayetlerinin menabi’-i +muhtelifeden te’yid olunduğunu yazmıştır. Dersaadet hastahanelerinden +birinde ifa-yı hizmet eden bir kadın şöyle +yazıyor: +Havali-i dahiliyyede icra kılınan gasb u garet şenaat ü +cinayetlere dair olan tüyleri ürpertici hikayat hep sahihtir. +Bir aile a’zasından birkaç kişi firara muvaffak edildiği halde +diğerleri Rumların ve Bulgarların pençe-i zulmüne kurban +düşmüşlerdir. Müttefikler tarafından kendi dindaşları namına +ve arazide sakin olanların imha-yı vücudu maksadıyla icra +olunduğu suret-i cereyan-ı harbden anlaşılmıştır. Binaenaleyh +hakīkat-i halin ma’lum olması için hükumet tarafından +konsolos raporlarının neşredilmesi arzu olunur. Ben bu +vekayi’-ı vahşetkaranenin Hindistan’daki İslamlar üzerine +bahs ediyorum. Teessüf ederim ki bizim rical-i hükumetimiz +tarafından şu kara günlerinde Türkiye’ye karşı hiçbir hüsn-i +teveccüh izhar edilmemiştir. +Hükumet namına cevab veren Vikont Morley’nin ifadesinden: +– ... Meşhudata müstenid olmayan rivayet tahkīkata +layık olabilir ise de muhterem Lord’un bu babda şiddetle +beyan-ı efkar etmesi tarzındaki hareketini ma’zur gösteremez. +Mezalim mes’elesinde Hindistan ahali-i İslamiyyesinin +giltere Hükumeti Hindistan ahali-i İslamiyyesinin Trablus +muharebesini Fas işlerini ve Balkan muharebesini kendi +dindaşlarına tealluku cihetiyle pek büyük bir dikkat ve +merakı ve ehemmiyyet-i mahsusa ile ta’kīb etmekte olduklarını +pek a’la bilir ve bundan dolayı bittab’ hiçbir şikayette +bulunamaz. +Lord Kromer’in ifadesinden: – Harbin neticesi her ne +olursa olsun korkarım ki Makedonya mes’elesi hallolunmayıp +daima bizi işgal edecektir. İdare-i Osmaniyyeye nihayet +verilen yerlerde bu katl-i amların da nihayet bulmuş olacağı +ümid olunuyor idi. Fakat hal ber-akis olmuştur. Terakkī ve +yenlerin ümidleri büsbütün boşa çıkmıştır. Ben bu mes’elede +lakin memleketimizin bazı sınıfları arasında Hıristiyanların +zaman son derece asar-ı infial ibraz olunduğu halde Hıristiyanların +derece kayıdsızlık izhar olunduğunu beyandan zabt-ı nefs +edemem. +Lord Nivton’un ifadesinden: – “ senesinde İslam +muhacirlerinin duçar olduğu muamelata şimdikilerin de +duçar olmalarına müsaade etmek düvel-i mütemeddine için +hıyanet ar ve hacalet şeyn ve leke teşkil eder.” +– Me +sa +bulundukları sırada ahaliden bazılarının kahvehanelerde +lu’biyyat ile iştigal etmekte olduklarından ve bu halin adab-ı +diniyye ve terbiye-i milliyyemize muhalif ve beyne’n-nas +su’-i te’siri mucib olacağı derkar bulunmuş olduğundan +bil-bahs men’i esbabına hemen teşebbüs edilmesi lüzumu +makam-ı Meşihat-i Ulya’dan Dahiliye Nezareti’ne iş’ar kılınmıştır. +gazetesine yazıldığına göre Balkan muharebesinde müslümanların +ne gibi hallere giriftar olduğunu gören İbnü’r-Reşid +görerek her iki tarafa aid kabailin nezdine nesayih-i ittifak-cuyanede +bulunmak üzere müteaddid hey’etler göndermişlerdir. +Son gelen Mısır gazetelerinde +okunduğuna göre misyonerler Mısır’da ahali-i İslamiyyenin +galeyanını mucib olacak surette neşriyatta bulunmaya +propagandalar yapmaya başlamışlardır. Bu hal Mısır İslam +mu’teberanınca kemal-i ehemmiyyetle nazar-ı dikkate alınmış +ve merciinin de nazar-ı dikkatini celb eylemek üzere lazım +gelen vesait ve tedabire müracaat olunmuştur. +Şimali Rusya vilayatından olan Orenburg tacirlerinden +bir hey’et Rusya Dahiliye Nezareti’ne müracaat ederek +Osmanlı guzat-ı mecruhini için beyne’l-ahali iane dercine +müsaade olunmasını taleb ve istirham eylemişlerdir. Dahiliye +Nezareti bu müracaattan ancak bir ay sonra verdiği +cevabda: Rusya dahilindeki Osmanlı konsülatolarının Osmanlı +Hilal-i Ahmer’i namına iane derc eylemelerine mesağ +bulunduğundan dindaşlarına muavenet etmek isteyenlerin +komisyonları teşkilatına lüzum olmadığını beyan etmiştir. +Rusya’nın İslamlarla meskun vilayat memalikinin kısm-ı +a’zamı ile Orenburg’da Osmanlı konsoloshanesi bulunmadığı +nazar-ı i’tibara alınırsa şu cevabın nazikane bir redden +başka bir şey olmadığı tezahür eder. Zaten Rusya dostumuzdan +başka şey beklenmezdi. +Rus Duması iki sene evvel bütün Rusya +müslümanlarının protestolarına rağmen Pazar günleri bilatefrik-ı +din ü mezheb umum Rusyalıların dükkanları kapamak +mecburiyetinde bulunduklarına dair bir kanun neşretmiş +bil-istifade kanun-ı mezkuru bilfiil de protesto etmekten hali +kalmıyorlar. Bu cümleden olarak Kazan müslümanları geçenlerde +Pazar günü dükkanları memnuiyet-i kanuniyyeye +rağmen açmışlardır. Bunun üzerine Kazan zabıtası bu müslümanlar +aleyhinde bir rapor tanzim eylemiştir. Kafkasya’da +münteşir Türkçe rufekamızda mütalaa olunduğuna göre +dükkanlarını Pazar günleri hilaf-ı kanun olarak kapamamakta +dır. +TAKLIB-I HÜKUMET TASAVVURAT +VE TEŞEBBÜSATI +Hakkında Neşrolunan Beyanname-i Resmi +En tehlikeli zamanlarını geçirmekte olan vatanın selamet-i +atiyyesi namus-ı milleti muhafaza için son hadde kadar +sarf-ı mesaiyi üss-i maksad ittihaz etmiş olan hükumete +bütün evlad-ı memleketin müzaheret etmesine mütevakkıf +olduğu hakīkati fedakar ve hamiyet-perver ebna-yı vatan +lik olduğu bir sırada selamet-i hakīkıyye-i vatanı idrak ve +tefrikden aciz birkaç şahsın el altından bazı gune tasavvurat +ve teşebbüsat-ı şurişkariye tevessül eylemekte bulunduğu +beş on günden beri h��kumetçe istihbar olunmakta idi. +Ta’kībat ve tefahhusat-ı mahsusa neticesinde hükumet teşebbüsat-ı +mezkureyi zahire ihrac etmiş ve müteşebbislerini +bit-ta’yin ekserisini derdest eylemiş olduğundan mahiyet-i +vak’a ber-vech-i ati enzar-ı umumiyyeye vaz’ olunur: +Tahkīkatın verdiği kanaate nazaran Prens Sabahaddin +Beyefendi hazretlerinin Katib-i Hususiliğini ifa etmekte bulunduğu +haber verilen Lutfi Bey nam zat müşarun-ileyhin +sahilhanesindeki yazıhanesinde Erzurumlu Sıdkī Muş eşrafından +bir zatın mahdumu olan Said Aksaray’da Horhor’da +sakin Hasan namındaki zevat ile isimleri anlaşılamayan diğer +birkaç zevattan mürekkeb teşkil eylediği hey’et-i fa’ale +calis-i istişareden birinde memleketi kurtarmak için hükumeti +adem-i merkeziyyet fikrinde bulunan bir kabineye tevdi’ +etmekten başka çare olmadığı ve şayed böyle bir kabine +teşkil edilecek olursa maazallahi Teala Edirne sukūt etmiş +olsa bile Edirne ve civarı bir mıntıka-i bi-tarafi addolunmak +üzere akd-i sulh edilmek ve hükumet-i Osmaniyyeye elli milyon +lira ikraz olunmak ve otuz sene müddetle umur-ı dahiliyye-i +memlekete düvel-i muazzama tarafından müdahale +edilmemek keyfiyetlerinin te’min olunduğu ve binaenaleyh +menafi’-i memlekete evfak olan bu siyaseti ta’kīb için hemen +hükumet-i hazırayı devirmek eslem-i mesalik olduğunu +hazıruna karşı Lutfi Bey tarafından dermiyan edilir bu maksada +vusul için Babıali civarında büyük bir ictima’ akdi ve +kabinenin meslek-i siyasisinin alenen takbihı ve oradan da +bir cemm-i gafir ile Saray-ı Hümayun’a azimet edilerek kabinenin +azliyle Divan-ı Ali’ye sevkı ve adem-i merkeziyyet-i +taleb olunması ve bu sırada bilumum erkan-ı hükumetle +ne kadar rufeka-yı meslek ve mesaisi mevcudsa kaffesinin +tevkīfiyle evvelden ihzar edilecek bir vapura irkabları hususları +takarrur ettirilir. Yevm-i ihtilalde tevzi’ edilmek üzere +Osmanlı Milletine ve Ordusuna Hitab ünvanlı bir beyannamenin +tahrir ve tab’ ve fırsat bulundukça şimdiden neşri +keyfiyetleri de cümle-i mukarrerata idhal edilir. Hazırundan +Muşlu Said Bey ile Hasan Efendi’nin hin-i derdestlerinde +ceblerinde ve ikametgahlarında zuhur eden ve Babıali ve civarını +gösteren kroki muma-ileyhimanın nümayiş-i ihtilalkari +tertibatının teferruatını kararlaştırmaya me’mur olduklarını +zurum Hürriyet ve İ’tilaf Kulübü a’zasından olan Sıdkī Efendi +sarı bıyıklı güzel Fransızca tekellüm eder kibar tavırlı ve elyevm +gayr-i mevkūf bulunan bir zat dahi beyannamelerin +tab’ı ile iştigal ederler. Beyannameler Beyoğlu’nda Tünel’in +üst başında sakin ve esasen Yunan tebeasından Mösyö Fantazi’nin +mutasarrıf olduğu Anadolu Matbaası’nda tab’ ettirilir. +Beyannamenin tab’ı Cum’a günü akşamı hitam bulur +ve o gün akşama kadar matbaada bulunan Sıdkī Efendi +Kuruçeşme’de Prens hazretlerinin sahilhanelerine geç vakit +azimet eder beyannamelerin tab’ından o sırada haberdar +olan hükumet Cumartesi günü suret-i hafiyyede matbaalarca +tedkīkata tevessül etmiş olduğundan bu tedkīkattan kuşkulanan +matbaa sahibi Pazartesi günü ale’s-sabah nüsah-ı +matbuanın kısm-ı küllisini Beyoğlu’nda Martı Apartmanı’ndaki +olup Pazartesi günü hareketi musammem bulunan Erzurum +Jandarma Mülazimliği’nden mütekaid Mustafa Vasfi +Efendi’ye de muma-ileyh Sıdkī Efendi tarafından sekiz yüz +kadar beyanname matbaada teslim olunur. İşte hükumet +Mustafa Vasfi Efendi yedindeki beyannameleri elde etmek +ve muma-ileyh Mustafa Efendi’nin hükumete beray-ı hizmet +vukū’ bulan i’tirafatını dinlemek sayesinde teşebbüsat-ı +Salı gecesi teşebbüsün en fa’al a’zasından olduğu anlaşılan +ve hatta inde’l-icab Sadrazam Paşa hazretleri ve daha sair +bazı zevat aleyhinde isti’mal edilmek üzere İran ihtilalcilerinden +birine bombalar sipariş etmek teşebbüsünde bulunan +Sıdkī Efendi merkūm İran ihtilalcisi Muhammed Ali ile +beraber tevkīf ve Muşlu Said ve Horhorlu Hasan Beyleri +dahi elde etmiştir. Balada beyan olunan matbaada leyle-i +mezkurede icra kılınan taharriyatta beyannamenin Sıdkī +Efendi’nin hatt-ı destiyle musahhah provaları ve birkaç nüsha +beyanname elde edilmiş ve i’lan-ı harbden beri mezkur +matbaanın muvazaaten mutasarrıfı olduğunu iddia eden ve +fakat nazar-ı kanunda matbaanın sahib-i hakīkīsi bulunan +tebea-i Osmaniyyeden Nikola Leodidi ve matbaada tab’ +olunan beyannameleri bilerek Mösyö Fantazi’nin hanesine +nakleden matbaa hammalı Said dahi derdest olunmuştur. +Maatteessüf asıl matbaanın sahibi bulunan merkūm Fantazi +edilen delail-i maddiyyeye karşı mevkūfin i’tiraf-ı cürmden +başka bir çare bulamamışlar ve yalnız Said ve Hasan Beyler +tasavvurat-ı ihtilaliyyede Sıdkī Efendi’nin dahi müşterik +olduğunu ve Lutfi Bey’in yazıhanesindeki mecalis-i meşverete +dahil bulunduğunu i’tiraf eylediği halde beyannamenin +tab’ından haberdar olmadıklarını iddia eylemişler Sıdkī +Efendi ise beyannameleri tab’ ettirdiğini i’tiraf eylemekle +beraber tasavvurat-ı ihtilaliyyeye iştirakini ve bomba siparişi +keyfiyyetini bil-külliyye inkar eylemiştir. Muma-ileyh Sıd +kī Efendi’nin Hafız Sami Efendi namındaki zattan İttihad +ve Terakkī Cem’iyeti’ne mensub zevattan ileri gelenlerinin +esamisini havi bir defter taleb eylediği Mustafa Vasfi Efendi +tarafından ihbar edildiği ve üç sene mukaddem Cem’iyet-i +Hafiyye mes’elesinden dolayı mahkum olup geçen cülus-ı +hümayunda afv-ı aliye mazhar olan muma-ileyh Hafız Sami +Efendi kendisinden böyle bir defterin taleb olunduğu[n]u +hatta Hafız Sami Efendi’yi tanımadığını iddia eylemiştir. Lutfi +Bey’in bu teşebbüsat-ı ihtilaliyyeye reis olduğunu bu derece +vuzuh ile meydana çıkaran bu delail muma-ileyhi tevkīf +hanelerinde taharriyat icrasına hükumeti mecbur etmiş ve +Şubat’ın on dördüncü Perşembe günü ta’rifat-ı kanuniyyesi +dahilinde taharriyat icra kılınmıştır. Baladaki izahata nazaran +elyevm müteşebbislerden Erzurumlu Sıdkī Müfti Said +Horhorlu Hasan Matbaa Sahibi Leodidi Efendilerle matbaa +hammalı Said ve bomba i’mali müzakeratına girişmiş olan +fi Bey’le isimleri ve hüviyetleri anlaşılamayan diğer birkaçı +hal-i firardadırlar. Mevkūfin haklarındaki evrak-ı tahkīkıyye +sür’atle muhakemeleri bil-icra haklarında hükm-i kanun ifa +olunacaktır. Garazkarane kīl ü kallere ve bi-vukūfane mübalağalara +mahal kalmamak üzere bütün tafsilatıyla enzar-ı +umumiyyeye arz olunan mahiyet-i vak’anın bir fikr-i sakīm +etrafında toplanmış üç beş kişinin bi-mağzane denebilecek +teşebbüsatından başka bir şey olmadığı Polis Müdüriyet-i +Umumiyyesi’nden tevdi’ olunan fezleke-i tahkīkıyyenin ted +kīkınden anlaşıldığı beyan olunur. +Şubat +’uncu Cildin Sonu +*** Mitroviçe: +***: + +A[ayın]. Ferid: +A[ayın]. Nevzad Ayas: bkz. Abdüllatif Nevzad +A[ayın]. Z[zel]. Üsküb: +A[elif]. N. İstanbul Sultanisi Muallimi: +Abdullah Quilliam [William Henry]: + +Abdülhak Bakü: +Abdüllatif Nevzad: + +Abdülmecid Kunaytıra: +Abdürreşid İbrahim: + +Ahmed Cevdet Aşiyan sahibi: +Ahmed Hamdi Aksekili Sebilürreşad Bulgaristan +Muhabir-i Mahsusu: + + + +Ahmed Münir bin Abdürreşid İbrahim Japonya’da +Osmanlı Talebesinden Tokyo: +Ahmed Naim Baban-zade Meclis-i Maarif +A’zasından Darülfünun Muallimlerinden: + + +Ahmed Necmeddin: +Ahmed Şirani Fatih Dersiamlarından: +Ali Rıza Seyfi Göztepe: +Ali Salahaddin: +Ali Şeyhü’l-Arab: +Anadolu Sesleri: +Bayezid Dersiam Müderrisleri: +Beylerbeyili İbrahim Sabık Etfal Hastahanesi +Sertabibi: +Bursalı Mehmed Tahir bin Rif’at: + +Camillo Garroni İtalya Büyükelçisi: +Cevdet Fahri Kanlıca: +Ç - Ş - Z [ze]: +D. Sofya: +Ebu’l-Fütuh: +Edhem Nejad Manastır: +Emin Haki: +Emir Abdurrahman Han: + +Fahreddin: bk. Mehmed Fahreddin +Ferid Hariciye Tercüme Şu’besi Mümeyyizi +Darülfünun Muallimlerinden: +Gerard Lowther İngiliz Büyükelçi: +Göriceli Hafız Ali: +H. Feyzi Talebeden Ödemişli: +H. Mehmed Şevket: +el-Hac Cemil Müzlavi Bağdad Hayfa: +el-Hac Hafız Davud Manastırlı İştib Sabık +Kumandanı Mütekaid Erkan-ı Harb Mirlivası: + +Hacı Mehmed Ahaliden Konya Taşucu: +Hacı Süleyman Kunaytıra Belediye Reisi: +Halil Fahreddin Şair Ziya Paşa Hafidi: +Hamid Belediye Reisi Siird: +Hasan Ruhi Samsun’da Muallim: +Hasan Tahsin: +Haşim Nahid Tasvir-i Efkar : +Hayreddin Beyrut Muhabir-i Mahsusu: +Hilal-i Ahmer: +Hüdavendigar : +Hüseyin Ragıb Türk Ocağı: + +Kadi Paşa-zade Sezai: +Kirsch[?]: +Kemal-zade Ali Ekrem: +Kolinoviç Hidayet Bosna-Hersek Muhabir-i Mahsusu: + +M. Bompard Fransız Büyükelçisi: +M. Fahreddin: bk. Mehmed Fahreddin +M. Şadi Hendese-i Mülkiyye’den Uşak: +M. Şemseddin Midilli İ’dadisi Müdürü: + + + +---- +M. V +---- + +.: +Maarif Nezareti: +Matin: +el-Mehdevi Derne: +Mehmed Akif Darülfünun Muallimlerinden: + + + +Mehmed Fahreddin Alay Müftüsü: + +Mehmed Hayreddin Anadoluhisarlı Stuttgart: + +Mehmed Nadir Mut Kazası Müftüsü: +Mehmed Nuri el-Mardini: +Mehmed Reşid Ermenek Belediye Reisi: +Mehmed Tahir Esbak Bursa Meb’usu: +Midhat Cemal: +Misbah Bosna: +Muhyiddin Mütekaidinden: +Mustafa Safvet Şehri Fatih Dersiamı Fetvahane-i Ali +Müsevvidi: +Mustafa Satvet Müntesibin-i İlmiyyeden Ödemiş: +Namık Kemal Deli Hikmet: +Nazım: +Nazmi Yüzbaşı Haleb: +Nevzad Ayas: bkz. Abdüllatif Nevzad +Nüzhet Muhiddin’in Refikası: +Ömer Fevzi Kunaytıra: +Pallaviçini Avusturya-Macaristan Büyükelçisi: +Resul-zade Mehmed Emin: + +Reşid Rıza: + +Rif’at Kıbrıs ulemasından: +S. Romanya Hırsova: +S[sin]. M. Tevfik Bağdad Muhabir-i Mahsusu: + + +Sabah: +Safveti Kemal Kırımlı: +Said Müsteşar-ı Meşihat-ı Ulya: +Said Halim Paşa Hariciye Nazırı: +Sebilürreşad: + + + + +Semiz-zade el-Hac Mehmed Saraybosnalı: +Servet-i Fünun: +Süleyman Belediye Reisi Mut: +Süleyman Sudi Bayezid Meb’usu: +eş-Şa’b Mısır: +Şeyh Şibli en-Nu’mani: +Taha el-Müdevver Beyrut’ta er-Re’yü’l-am gazetesi +sahibi: +Tahirü’l-Mevlevi: + +Tan: +Tasvir-i Efkar: +Tercüman: +Tercüman-ı Hakīkat: +Teşrih: +Times: +Tunca gazetesi Filibe: +Türk Yurdu: +Uhuvvet-i İslamiyye Tokyo: +Yüzbirler Vaside Darülfünunu namına: +Vicdani: +Wangenhiem Almanya Büyükelçisi: +Ya’kūb Kunaytıra: +Yazıcı-zade Hakkı Osmanlı Fabrikası Sahibi +Edremid: +Yeni Asır: +|/\| \ No newline at end of file