|\/| _____ SEBİLÜRREŞAD Cild 19 - Unknown 159128 42040 10822 _____ Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Ya Rab bizi öldürme bu hicran ile... — Amin! Ta çıkmayalım karşına hüsran ile... — Amin! Yetmez mi celalinle göründüklerin artık? Kurban olayım biz bu tecelliden usandık. Bir fecr-i ümid etmeli atimizi te’min... Göster bize ya Rab o güzel günleri... — Amin! Ferdalara kaldıksa eğer nerde o ferda? Hala mı bu göklerde gezen leyle-i yelda? Hala mı bu afaka çöken perde-i hunin? Narın yetişir... Bekliyoruz nurunu... — Amin! Müstakbel için sine-i millette emel yok; Bir ukde var ancak o da: “Tevfik-i ezel yok!” Sensin edecek “var!” diye vicdanları tatmin. Çok görme İlahi bize bir nefh anı... — Amin! Kur’an ayak altında sürünsün mü İlahi? Ayatının üstünde yürünsün mü İlahi? Haç Ka’be’nin alnında görünsün mü İlahi? Çöksün mü nihayet yıkılıp koskoca bir din? Çektirme İlahi bu kadar zilleti... — Amin! Ve’l-hamdu li’l-lahi Rabbi’l-alemin Sebilürreşad Bismillahirrahmanirrahim Acaba İslam uleması bundan böyle olsun kendilerine gelecekler de aralarında zuhur edecek ihtilafatı hal için Allah’ın kitabından Peygamberin sünnetinden başka bir hüküm tanımamak hod-serane fetvalardan vazgeçmek şimdiye kadar dinin pak nasıyesini karalayan metin erkanını hak ile yeksan eden hileleri bırakmak cihetine yanaşacaklar mı? Ve bu suretle kendileri için henüz ümid kapıları büsbütün kapanmamış henüz Beni İsrail ulemasına isabet eden ik a ba ma‘ruz olmamışken mafatı telafiye Cenab-ı Hakk’a rücua çalışacaklar mı? Görmüyorlar mı ki memleketlerinin bir çoğu yıkılmış Ehl-i Salibin pençesi enselerine yüklenmiş ellerinde müstakil olarak tek bir devlet kalmıştır. O tek devlet de bugün bitmez tükenmez tehlikeler içinde hayatını kurtarmakla uğraşıp duruyor. Allah’ın bu kadar tehdidi bu kadar vaidi acaba kafi gelmiyor mu? Artık aklımızı başımıza alalım. Cenab-ı Hakk’ın bize indirmiş olduğu ayat-ı kerimeyi hiç değeri olmayan dünya metaıyla mübadelede çevirmenin ne acıklı akıbetler vücuda getirdiğini İran’da Fas’da Mısır’da Tunus’da gözlerimizle gördük. Korkarız ki beliyye taammüm eder felaketler hepimize birden müstevli olur; ukubat-ı semaviyye üzerimize iner de artık alem-i İslam için dünya yüzünde hiçbir mevcudiyet kalmaz. Ne hacet! İşte Allah’ın kitabı ki elimizdedir bütün hakaikı kemal-i vuzuh ile gösteriyor. İşte Peygamberin sünneti ki tamamıyla mazbuttur hiçbir noktada tereddüde meydan bırakmıyor. Bütün şuunumuzda İslam’ı hakem ittihaz etmekten imtina‘ eder ve bir takım erbab-ı dalalin nususa taban tabana zıd gelen sözlerine uyar dururken Müslümanlık iddiasında bulunmamız pek batıl bir harekettir. Nerede o cemaat nerede o taife ki bizi tekrar Kitabullaha da‘vet etsin ve bütün ihtilafatımızı hall ü fasl için Allah ile onun Resul-i muhteremini yegane hakem tanısın? Elimizde o kadar vazıh o kadar şamil ayat ve ehadis-i kerime var ki müslümanlar bunları düşünerek muktezasına biraz tevfik-i hareket etseydiler saltanatları afakı sarar şevketleri dünyayı tutardı da böyle yağma edilmiş mal gibi oynanan top gibi elden ele dolaşıp durmazlardı. Müslümanlar yukarıda söylediğimiz vechile bir çok şuunda ahbar-ı yehudun salik oldukları mesleği tuttular. Onların düştükleri akıbeti düşünmeyerek ahkam ve mu‘amelat-ı diniyyede bir çok bid‘atler meydana getirdiler. nazı geçeceğini Allah’ın velilerinden bulunduklarını; binaenaleyh yacaklarını; diğer insanlarla indallah bir tutulamayacaklarını ya aleyhi’s-salatü ve’s-selam efendimize güvenmeleri yahud tasavvuf tarikatlerinden birine salik olarak işledikleri seyyiat yüzünden muazzeb olmayacaklarına yahud kendilerine teveccüh edecek azabın mahdud bir zaman için olduğuna kail olmalarıdır. Bunların arasında öyle zannedenler bulunuyor ki kıyamette cehenneme girerlerse bedenleri ateşten asla müteessir olmayacak bilakis oradaki azab kendilerine na‘im-i cennet gibi tatlı gelecektir. “Cehennem azabı bize ancak birkaç gün için isabet edecektir. Bizler Allah’ın oğullarıyız sevgilileriyiz” gibi evhama kapılan yahudiler bütün yalan söylemişlerdir. Nitekim Cenab-ı Hak “Onlara de ki: O halde ne için sizi isyanlarınızdan dolayı ta‘zib edip duruyor? Sizler Allah’ın yaratmış olduğu beşerden başka bir şey değilsiniz. “Onlara de ki: Sizler Allah’dan bir ahid mi aldınız ki ‘Allah ahdinde hulf etmez’ diye böyle bir cür’ette bulunuyorsunuz; yoksa Allah’a karşı bilmediğiniz bir takımşeyleri mi söylüyorsunuz? Evet seyyiat kazananlar işledikleri hatalarla muhat olanlar yok mu işte onlar ashab-ı cehennemdirler ki orada ebediyyen kalacaklardır. İman edenler ile a‘mal-i salihada bulunanlara gelince ashab-ı cennet bunlardır ki onlar da burada ebediyyen kalacaklardır.” tarzındaki ayat-ı celilesiyle bunların da‘vasındaki butlanı göstermiştir. ahbar-ı yehudun ruhbanların din namına kendi heveslerini tatminden başka bir maksad gözetmedikleri zahir olmuştur. Ömrünü isyan ile geçiren her taraftan seyyiat akdesine rücu‘ ederek yüzünü yerlere sürmedikçe günah levsini tevbe nedamet yaşlarıyla yıkamadıkça bir hür Haşimi bile olsa hüsrandan yakasını kurtaramaması; halbuki Cenab-ı Hakk’a iman eden hayatını salihat-ı a‘mal ile geçiren kebairden müctenib olan bir kimse zenci bir köle bile olsa dünyada ukbada Cenab-ı Hakk’ın rıdvan ve ihsan-ı ilahisi ile bekam olması hakkındaki haber kat‘idir. Kelimetullah için sünnetullah için değişmek imkanı yoktur. Bir takım adamların “Hizbü’l-bahr Hizbü’l-birr Celcelutiye” ve saire gibi bid‘atler meydana getirmesi sonra bunları tilavetle servet cem‘ine düşman def‘ine hudud muhafazasına memleket himayesine vesile ittihaz etmesi hamakatin cehlin en çirkin eşkalindendir. Müslüman yurdlarını birer birer elimizden çıkaran anasır-ı kum eden bu cehalet artık elverdi. Ağlanacak hallerden değil midir ki Avrupalılar el-Cezire Kongresi akd etsinler; Fransa Almanya İspanya arasında yedi seneye karib bir zaman muhabereler münakaşalar teati olunsun da mağrib-i aksa ahalisinin bir kısmı lehv ile lu‘b ile meşgul olsun bir kısmı da ahzab ile evrad ile oyalansın; türbelerde yatan velilere bağlansın; toplarıyla tayyareleriyle bombalarıyla gelecek Fransa ordularını bu evliyanın kat‘iyyen memlekete sokmayacağına inansın dursun? Vay o dine ki himayesi te’yidi bu gibi cahillerin eline kalır! Vay o ümmetlere ki efradı arasında böyle mühlik bir hastalık sari şeklini alır! Ne bir yahudi ne bir müslüman Cenab-ı Hak’tan öyle bir ahd almamıştır ki dindaşları birbirini yalnız bıraksın da yine Allah onlara nusret versin; her türlü taksiri Hayır Allahu Zü’l-celal mahlukatı üzerinde dilediği gibi hükmeder. Onun hükmünü ta‘kib etmek takyid etmek kimsenin haddi değildir. Kanun-ı ilahisi hulf kabul etmez. Kelime-i ezeliyyesi ebediyyen değişmez. Dünya zümüzü açmıyoruz. Kainatın her cüz’ü bir ayet kesilmiş lakin bizler lehv ü lu‘bdan baş kaldıramıyoruz. Şayed bu cehaletten ayılmazsak şayed şimdiye kadar tepemize sek artık İslamı gören bizden de selam söylesin! Yukarıdan beri serd ettiğimiz mülahazalardan anlaşılmıştır ki Cenab-ı Hakk’ın sünnet-i ilahiyyesi tehallüf etmez bütün kainata şamil olan kanun-ı ezelisi istisna kabul eylemez. O sebebden Yahudi Nasrani Mecusi Müslüman… Hepsi Halık-ı Zü’l-celal’in vaadleri ve tehdidleri huzurunda müsavidir. Kim zerre mikdarı hayır görür. Gerek bu ayet-i kerime ile gerek aynı ruhdaki diğer ayat-ı celile ile hakikat meydana çıkmış; bir takım hevesat-ı kazibeye sarılarak şer‘i dedikleri hileler lehinde söz söyleyenlerin bütün hüccetleri butlana karışmış gitmiştir. Zira ahlak-ı hakimin adalet-i sübhaniyyesi isyanlarla tuğyanlarla muhat olan ve ettiklerine peşiman olarak tevbe etmeksizin dünyadan ayrılan kimselerin akabini him-i hüsrandan başka ne olur? “İşin hakikati ne sizin ne de ehl-i kitabın kuruntularınız gibi değildir; her kim bir kötülük işlerse onun cezasını görür. Ve Allah’dan başka kendisini o cezadan kurtaracak dost ve yardımcı bulamaz.” Ma‘lumdur ki a‘mal-i saliha silsilesine dahil olmayan her hareket bir seyyiedir ki işleyen cezasından kurtulamaz. O halde bu kadar tahzirlere bu kadar ihtarlara rağmen mevt ve izmihlali bütün esbab ve vesaili ile arayanlar nasıl hayat bekleyebilirler? Ümerası erkanı sağlam bir siyaset ma‘kul bir idare ta‘kibi lüzumundan gafil olarak şevket ve azamet namına bir yığın aldatıcı zevahirle iktifa eden memleketler için beka ümidi nasıl beklenebilir? Devlet-i Abbasiye ancak son nefeslerinde kemerleri tezhib etmekle askerlerin endamına çeki düzen vermekle libasları eğerleri som sırmalara gark eylemekle elhasıl Cenab-ı Hak’tan külliyyen yüz çevirip yalnız adedin kesretine mühimmatın kifayetine güvenmekle ve bunların vereceği azamet ve nahvete kapılmakla muhafaza-i hayat edemezmiş. Evet zaman geçtikçe İslam ümerası şehevat-ı nefsaniyyelerine daldılar ve bu hususta ulema-yı sutarafından müzaheret gördüler: Hiçbir vakit hiçbir yerde eksik olmayan bu ulema sırf birkaç para hatırı için kendilerinden fetvalar yazarlar ve bu yazdıklarını Allah’a hayatı hoş göstermeye çalışırlardı. Berikiler de düşmanların kurdukları tuzaklardan tamamıyla bi-haber yaşarlar su’-i idareleri yüzünden ibadullahı birbirine katarlar müessesat-ı adl ü insafı yerlere sererler; saha-i hükumetlerindeki me’ser-i terakkiyi bitirirler eser-i ilm eser-i san‘at namına mekarim-i ahlak namına hiçbir şey bırakmazlardı. Nihayet her taraftan tehlikelerle muhat olup serir-i saltanatları sarsılmaya başlayınca “Bütün bu mesaibe sebeb müslümanlığımızdır. Din olmasaydı ne memleketlerimizden çıkarılırdık; ne de düşmanların bir silsile-i olmazdı. düvel-i muazzama miyanında ahz-i mevki‘ ederdikdemeye başladılar. Lakin acaba o Hulefa-yı Raşidin o Emeviler; o Ebu Ca‘fer-i Mansurlar o Harun Reşidler o Me’munlar o Eyyubiler o Salahaddinler o Fatihler o Kanuni Süleymanlar o Selimler.. Acaba müslüman değil miydiler? Acaba İslam dünyanın şarkına garbına temellük eden bütün aktar-ı alemde bir medeniyet-i hakkiyye me’seri meydana getiren; Arapların Acemlerin Türklerin Berberilerin arasında ilmi dini lisanı neşreden bu kahramanların dini değil miydi? Bilmiş olunuz ki bugün yurdumuzu parça parça elimizden almakta olan milletler bizi öyle ansızın bastırmaya; dayandığımız rükünleri rabıtaları temelinden sarsmaya ancak beka-yı mevcudiyetimizin kefili zamini bulunan kavanin-i tabi‘iyyeden yüz çevirdiğimizi gördükten sonra cür’et edebildiler. Gördüler ki Kur’an-ı hakimin çizmiş olduğu siyasetten tamamıyla ayrılmışız; behimi deni bir sürü şehevata dalmışız; hayat-ı istiklalin en başlı erkanı bulunan ziraatten ticaretten san‘atten kendimizi mahrum etmişiz. Gördüler ki aramızdaki vahdeti parçalayarak birbirimizden ayrı birbirimize karşı tamamıyla yabancı yaşıyoruz. Her birimiz diliyle yanıbaşındaki kardeşinin derisini yırtıyor da düşmanların kendisi hakkında ne mel‘un maksadlar beslediğinden tamamıyla gafil yaşıyor. El-hasıl o Salib etrafında toplanan ümmetler gördüler ki selef-i salihimize seksen sene zarfında maşrıktan mağribe kadar uzanmış muazzam bir mülkün saltanatını te’min eden dimizin kitabımızın siyasetinden ta‘limatından külliyyen uzakta bulunuyoruz. İşte bu meşhudatlarıdır ki heriflerin bize saldırmalarını bizim hakkımızda bu kadar şiddetli tama‘lar beslemelerini intac etmiştir. Yüreklerimize vatanı müdafaa düşmanla mücadele edemeyecek kadar cebanet meskenet hisleri veren; kendi yurdumuz dahilinde bile olsa bizleri yabancılara karşı bu elim bu zelil vaz‘iyette bırakan sebeb hep budur. Yoksa başımıza bu felaketleri getiren tepemizden yıldırımlar cehennemler indiren amil dedikleri gibi İslam değildir. Bütün bu akıbetlerin yegane baisi şudur ki Müslümanlık bugün müslümanların kabul etmiş oldukları kıyafetin içine nüfuz etmemiştir. Ancak surette şekilde kalmıştır... Acaba Resul-i müctebanın siyaseti onun hulefasının siyaseti ne idi? Yahud diyar-ı İslam’ın bekası medeniyet-i hak i kiyyeyi bildiren ayat-ı Kur’aniyye hangileridir diye bu müslümanlara sorsanız ne cevab alırsınız? Öyle zannederim ki siret-i Resulü siret-i hulefayı tedkik etmiş Kitabullahı o kitab-ı kerimin her safhasında münceli kanun-ı akdesi velev bir saat olsun düşünmüş kafalara pek az tesadüf edebilirsiniz. Şayed bunlar Kur’an’ı teemmül ile okusaydılar peygamberlerinin tarihini bilseydiler o nebiyy-i muhteremin siyasetini ve kendisinden sonra gelen bütün dünyaya hükmünü yürüten hulefanın siyasetini tedkik etseydiler gözleriyle görürlerdi ki doğru yoldan ayrılmışlar tinde bulundukları zünun ve evhamda tamamıyla butlan girivesine sapmışlardır. Binaenaleyh müslümanların bugün içine düşmüş oldukları cahim-i hüsran kendi hareketlerinin kendi seyyielerinin kendi muamelelerinin ceza-yı sezasıdır; başka bir şey değildir. Evet şuun-ı siyasiyyelerini maddiyatlarını ma‘neviyatlarını hayat-ı üzerine yığılmış seyyielerden zulmetlerden başka bir şey bulamayız. Eğer kendileri a‘mal-i salihaya sarılsaydılar; asırlarca süren bu ölüm uykusundan gözlerini açsaydılar da memleketlerinde ulumu sanayii neşretseydiler; adaleti meşvereti fazileti te’sise çalıssaydılar; cem‘iyetler şirketler meydana getirseydiler; aralarındaki tefrikaları hilafları kaldırsaydılar dünyada en mes‘ud bir hayat geçirirler ukbada ise na‘im-i ebedi içinde yaşarlardı. Yemek sofrasındaki insanlar birbirini -buyurun buyurun diye- nasıl da‘vet ediyorsa sizin üzerinize saldırmak sizi memleketlerinizden çıkarmak isteyen bütün milletlerin devletlerin de birbirlerini öylece da‘vet etmeleri çağırmaları yakındır. Biz ashab sorduk: – Ya Rasulallah bu bizim o zamanki azlığımızdan mı olacak? Buyurdular ki: – Hayır! O zaman bilakis çokluk olacaksınız; fakat sellerin üstünden yüzerek gelen ve köşede bucakta kalan çer çöp gibi dağınık bir halde bulunacaksınız. Onun kalblerinize vehn yerleşecek! – Vehn nedir? diye sorduk. – Hayata sarılmak ölümü hiç istememek yani ölümden korkmaktır buyurdular. gamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin pek tinin -zaman zaman- ne gibi hallere uğrayacağını düşmanların İslam ışığını söndürmek için üzerimize -toplu olarak- nasıl çullanacaklarını bundan bu kadar sene evvel bize haber vermiştir. Dünyanın bütün diplomatlarını hayretler içinde bırakması lazım gelen bu hadis-i şerifin gösterdiği yüksek ma‘na bilhassa son seneler Fil-hakika gerek Balkan harbinde gerek umumi muharebede Osmanlı ülkesini parçalamak milletimizi esir etmek ve bi’n-netice bütün İslam alemini başsız bırakarak o muazzam alem hakkındaki zalim tasavvurlarını daha büyük cür’etle tatbik eylemek isteyen düşmanlarımız -tıbkı sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin buyurdukları gibibir birini “yemek sofrasına da‘vet” edercesine çağırmışlar emellerini icraya koyulmuşlardı. Milletimiz başlıca idare edenlerin seyyiatı yüzünden “köşede bucakta kalan çer çöp gibi dağınık bir hale” gelerek nifaklara düşerek ölümden kaçtığı için Balkanlarda mağlub ve perişan olmuş; yüz binlerce nüfusunu zayi‘ ettikten başka bütün mukaddesatıyla memleketin en kıymetli parçalarını düşmanların ayakları altında çiğnetmiştir. Fakat uhdesine düşen din ve vatan vazifelerini senesi gerçekten yaptığı ittifaka sarıldığı “ölümü kötü” görmediği tü’l-amare gibi yerlerde kazanılan şerefli muzafferiyetlerin tarih-i millimize ilave ettiği parlak sahifelerle şanlı hatıralar elbette ebediyyen tebcil edilecektir. Yalnız o muharebenin son senelerde başlayan yolsuzlukların da tekrar milletimizin vatanımızın sinesinde ne onulmaz yaralar açtığı kabil-i inkar değildir. Cenab-ı Hakk’a şükürler ederiz ki mazisi baştan başa kahramanlıklarla dolu olan fedakar milletimiz mütarekeden sonra düşmanlarımızın silah namına top namına diğer levazım mühimmat-ı harbiyye namına elimizde hiçbir şey bırakmamış olmasına rağmen sırf imanı Müslümanlığı kuvvetiyle yeniden müdafaaya başladı ve müdafaa hareketi gittikçe genişledi bütün düşman alemini “korku” ile karışık hayretler içinde bıraktı. Eminiz ki nusret müslümanların haybet ve nikbet daima düşmanların olacaktır. “Cenab-ı Hakk’ın dinine yardımda bulunursanız Allah da size nusret ve cihadda sebat ihsan eder.” düşman millet ve devletlerin müslümanlara karşı alacakları vaz‘-ı udvanı haber verdikten sonra o vaz‘iyete sebeb olmak üzere de iki şey gösteriyor: – Müslümanların dağınık parça parça yaşamaları – Şahsi hayata fazla ehemmiyet vererek umumi ve hakiki hayattan gafil bulunmalarıdır. Bir millet yaşamak varlığını istiklalini muhafaza edebilmek için her şeyden evvel vahdete birliğe muhtaçtır. ğılır harita-i alemden silinir gider. Böyle milletler “Sellerin üstünden yüzerek gelen ve köşede bucakta kalan çer çöpler”den ibarettirler. Onların kalbinde hakim olan hamaset ve celadet değil zaaf ve cebanettir -ta‘bir-i Risalet-penahi vechile- vehndir. Bu hakikati Din-i celil-i gözüne sokmuş fakat maalesef müslümanlar bunları görememiş yahud görmek istememiştir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde buyuruyor ki: “Ey müslümanlar habl-i ilahiye Kur’an-ı azime Din-i “Birbirinizle kavgaya ayrılığa düşmeyiniz! Sonra parçalanırsınız; devletiniz saltanatınız elinizden gider.” İşte bu gibi ayat-ı celile bir milletin varlığını istiklalini nasıl muhafaza edebileceğini pek açık göstermektedir ki bunlara aykırı hareketlerde bulunmak daima felaketler sefaletler doğurur milletleri uçurumlara sürükler. İttifakı birliği yardımlaşmayı magz-ı Kur’an’dan almış olan müslümanlar bu kaidelere sımsıkı yapıştıkları zamanlarda büyük varlıklar harikalar ibraz etmişler fakat az bir olmuşlardır. Tek başına cehl ve vahşete karşı meydan okuyan Hazret-i Nebiyy-i a‘zam sallallahu aleyhi ve sellem’in en büyük düsturu “Mü’minler kardeşten başka bir şey değildir” ayet-i kerimesi idi. Aralarındaki ayrılık ve ahlaksızlık yüzünden şiraze-i cem‘iyyetleri dağılmak üzere bulunan akvam-ı vahşiyye-i Arabı az zaman ma‘nevi hep bu düstur-ı ali idi. Her mü’min kendi şahsi varlığını bir küll-i vahid’in yani müttefik milletin eczasından sayar ve daima o küllün endişesi ve aşkı menfaatler içinde erir ferdiyet cem‘iyetin beka-yı hayat ve mevcudiyeti uğurunda çalışırdı. İşte bu suretle kökleşen elbirlik ve kardeşlik İslam nurunu her tarafa saçabilmiş din kardeşliği daha geniş bir surette yerleşmiş yon raddesine varmıştır. Bu yüz milyon insanın ruhu bir vicdanı bir imanı bir emeli hep bir idi. En büyük şehirlerden tutunuz da en hücra çöllere haymelere varıncaya kadar hüküm süren siyaset elbirlik ve kardeşlik siyaseti idi. Köklü kuvvetli siyaseti yaşatan canlandıran diğer düsturlar da adalet hakkaniyet menafi‘-i umumiyyeye hizmet hürriyet ve müsavat.. gibi kudsi şeylerdi. İslam’ın bu ahengi bu cazibesi karşısında nüfus-ı yor müslümanlar kuvvetleniyor dünyaları titretiyorlardı. Toplu İslam kalplerinin hep bir emel ile çarpması küfür ve dalalet ve nifak içinde çalkanan ecnebi devletleri düşündürmekte fakat bunlar yeni parlayan İslam nuru İslam ittifakı karşısında sönmekte mahv olmakta “Onları -Ya Muhammed- toplu zannediyorsun amma kalpleri emelleri hep ayrı ayrıdır.” ayet-i kerimesi sanki bunların halini gösteriyordu. Abbasiler devrinde maatteessüf İslam ahlakı bozulmaya başladı. Cenab-ı Hak onların memleketlerini müttefik Moğol ordularına çiğnettirdi. Medeniyetiyle ulum ve fünunu ile varlığını bütün garba tanıtmış hatta Müslümanlığı Avrupa’ya nakletmiş olan koca Endülüs Devlet-i İslamiyyesini de batıran Osmanlılardan fazla bir hayat-ı tarihiyye yaşadığı halde onu mahveden evet kılıçtan yakasını kurtarabilmiş Endülüs Araplarına cebren Hıristiyanlığı kabul ettiren mel‘un amiller de yine hep ahlaksızlık korkaklık ayrılık gayrılık idi. Osmanlılara gelince: Bir avuç aşiret halinde meydana gelen Osmanlıları ta Viyana’ya kadar götüren onlara Avrupa devletlerinden haraç aldıran bugün krallık ve ettiren mukaddes amil ittifak uhuvvet adalet celadet.. gibi meziyetler idi. Fakat iki üç asırdan beri bizi inhitata ve nihayet –neuzü billah– inkıraz tehlikelerine sürükleyen şey de tefrika nifak zulüm “hubb-i hayat” ol“Kendi ahlakıyla bir millet ölür yahud yaşar” Ahlak her milletin bünye-i ictimaiyyesine göre bazı tahavvülat arz edebilirse de vahdet ve tesanüd her millet ve memlekette amil-i halas olarak kabul edilmiş bir ana hattıdır. Ne garibdir ki biz müslümanlar ittifakın kıymet ve ehemmiyetini şu felaket zamanlarında bile hala anlayamadık! Son dört buçuk sene içinde bir çok eyaletlerimizden vilayetlerimizden mahrum kaldık; evliya ve enbiya merkadlerini kucaklayan İslam medeniyet ve ma‘rifetine tecelligah olan memleketlerimiz düşmanlarımızın eline geçti. Yunan piçleri ecdadımızın türbeleri üstünde hora tepiyor; yapmadık şenayi‘ bırakmıyor; Adana ve Ayıntab cebhelerinde Fransızlar ve Ermeniler türlü türlü fecai‘ irtikab ediyor; düşmanlar bütün Osmanlı ülkesini bütün İslam diyarını “sofra başına” kemal-i iştiha mamen esir etmek istiyor; hülasa şu kadar yıldan beri parlayan nur-ı İslamiyet insafsızca söndürülmeye kalkışılıyor da biz hala nifak ve şikaktan fitne ve fesaddan layıkıyla ayrılmıyor felaket-i müdhişe karşısında adeta gafilane seyirci kalıyoruz. Gönül arzu eder ki memleketimizin her tarafını kaplayan düşmanların bir an evvel tard ve def‘i için -hatta bir ferdi bile hariç kalmamak üzere- bütün millet yeni baştan ve yeni bir ittifak-ı mukaddesle yeni ve canlı bir hareket-i milliyye göstersin. Herkes gaye-i mukaddesesinin tamamıyla husulüne kadar en ufak ihtilaflardan bile tevakki etsin hatta tali ve fer‘i kanaatlerinden Allah rızası için fedakarlık yapsın. Bu suretle göreceğiz ki yakında avn-i Hak’la memleketimiz kurtulmuş milletimiz senelerden beri beklediği ma‘şuka-i istiklaline kavuşmuş olacaktır. Hadis-i şerifde ecnebi millet ve devletlerin müslümanlara karşı alacağı vaz‘-ı udvanın ikinci sebebi olarak bir şey zikr ediliyordu: – Hayata sarılmak ölümden nefret etmek yani ölümden korkmak! Bunun hakkındaki izahatımızı inşaallah gelecek nüshamızda arz edeceğiz. Pek Mütehassiri Bulunduğumuz Sebilürreşad Muhterem dindaşlar Balıkesir muhitinde vasi‘ surette münteşir olan ve bütün livamız halkının pek ziyade teveccüh ve muhabbetleri bulunan sevgili Sebilürreşad’ımızın Anadolu’da nüshasını görmek nasib olmadı. Kastamonu’da çıkan ilk nüshasını okuyan bir hemşehrimiz bize mündericatından bahsetti. Bu nüsha müslümanların en büyük şairi muhterem üstadımızın pek beliğ pek müessir bir mev‘izalarını da elden ele gezdiğini öğrendiğimiz bu mühim nüshayı sa… Geçen gün arkadaşlardan birinin evinde arka tarafdaki bir odada hemşehrimiz muhteriz ve kısık ifadelerle anlatıyorken kendimizi zabt edemedik her zaman Ah düşman pençesine düşmek ne elim ne feci‘ bir felaket imiş! Allah bu felaketten masun kalan memleketlerimizi muhafaza buyursun. Hürriyetleri yabancı milletler tarafından gasb edilen insanlar için en büyük saadet ölümdür. Tahammül edebilirim demek için hiç insanlıktan nasibi olmamak lazımdır. Zalim düşman her dakika bin azab ile vicdanlarımızı sızlatır da yine karşısında müteşekkir ve memnun çehreler ister. Teessüre bile hakkınız yoktur. Sizin malınızı gasb edecek namusunuza taarruz edecek şeref ve haysiyetinizi ayaklar altında çiğneyecek…. Yine teessür göstermeyeceksiniz. Bağırmak feryad etmek değil sessiz sessiz gözyaşları bile dökmeyeceksiniz. Gözleriniz kızarmış olduğu halde karşısına çıkamazsınız. Gülmeye halinizden müteşekkir müftehir olduğunuzu göstermeye mecbursunuz. Biraz felaketlerinize ağlamak isteseniz derhal kafanıza müdhiş darbeler iner. Hemşehrimiz üstadın mev‘izasından bahsedince geçen seneki halimizi tahattur ettik. Yine böyle bir kış günü camie çağırılıyordu. Müslümanların muazzam şairi muhterem üstadı Akif Beyefendi Cum‘adan sonra ihvan-ı din halkı Zağnos Paşa Camii’ne koşmuştu. Cami‘ istiab etmemiş de dışarılara hasırlar serilmişti. Hazret kürsüye çıkarak en müessir şiirlerinden birini okumuş ondan sonra milletlerin esbab-ı teali ve izmihlalini izah etmişti. Müslümanlığın nasıl zuhur ettiğini az zamanda nasıl dünyaları tuttuğunu ve sonra müslümanların dinlerinden uzaklaştıkça ne felaketlere uğradığını anlatmış; düşman tecavüzüne karşı Anadolu’yu müdafaa hususunda “Karesi”nin diğer vilayetlere ön ayak olarak açtığı cihad bayrağını tebcil etmiş bizim galeyanlı ruhlarımızı bir o kadar daha cuşa getirmişti. Ah o şanlı celadetli günler... Onların bugün yalnız bir hatırası kaldı. Bir zamanlar garb cebhesinin bütün yükünü omuzlarına alan bu uğurda hiçbir fedakarlıktan geri durmayan her türlü yoksulluğa rağmen aylarca düşmana karşı göğüs [geren] kahraman Karesi bugün yaralı bir arslan gibi yerlerde yatıyor. Bir zamanlar bölük bölük tabur tabur İslam mücahidlerine karargah olan bu güzel memleket bugün Yunan çizmeleri altında kalmış için için yanıyor. Ne oldu hangi semum-i felaket esti de Osmanlı saltanatını yükselten Rumeli’ye geçerek kıt‘alar fetheden bu yiğitler yurdu bugün düşman pençesine düştü. Evet ne oldu da tarihleri şanlarla şereflerle dolduran; hürriyet ve istiklal bayraklarını yaldızlarla işleyen kahraman Karesi bugün esaret zincirleriyle kuşatıldı. Ah ey büyük Üstad ey İslam’ın hazin matemini terennüm eden büyük şair! Bugün gel de bizim bu güzel memleketimizin bu fedakar yurdumuzun ne hale geldiğini gör. Bize hitab ettiğin o kürsi-i mualla bugün örümceklere me’va oldu. Her tarafta dalgalanan istiklal bayraklarına bedel memleketin afakını sehab-ı matem kapladı. Şen ve şatır ocaklardan bugün tüten hep enin ve figandır. Düşman zulmet gibi afaka çöktü.Yılan gibi harim-i ismetimize sokuldu. Her şeyimizi yaktı yıktı harab etti. Maddi ve ma‘nevi bütün mamelekimizi tarac etti. Üstad! Bu güzel yurd bu fedakar memleket bu hale mi düşecekti? Yazıklar olsun o müslümanlara ki bizi yalnız bıraktılar. Bizim imdadımıza koşmadılar. Allah’ın emrine Peygamberin emrine arka çevirdiler. Her şeyden mukaddem olan farzı eda etmediler. Topun ağzından uzak olmakla felaket onlara kadar erişmez zannettiler. Düşman uzakta iken memleketlerimizde henüz yerleşmemişken yapılacak umumi bir hareketle düşmanı denize dökmek pek kolay iken Mevcud kuvvetimizi de sarstılar. Düşmanı teşci‘ ettiler. En nihayet bu kadar mesai bu kadar fedakarlık heba olup gitti. Bu mübarek topraklar düşman ayakları altına düştü. Hain düşman buraları çiğneyip geçtikten sonra şimdi daha ilerideki memleketlerimize saldırıyor. Maksadı bütün bütün mevcudiyetimize hatime vermektir. fildirler. Onları ikaz için bu mektubu yazıyor ve sevgili Sebilürreşad’ımızla neşrini temenni ediyorum. İnşaallah her türlü tehlikeleri atlatarak size vasıl olur. Düşman meyenler öğrensinler. Bizim halimizden ibret alsınlar. Eski günahlara tevbe ederek harekete gelsinler. Bütün tefrikaları terk ederek birleşsinler. Hem kendilerini hem bizleri kurtarsınlar. Biz bugün artık eli kolu bağlı esirleriz. Yalnız başımıza aylarca düşmanla çarpışa çarpışa yaralandık mecruh düştük. Bi-tab ve tüvan kaldık. Şimdi uğradığımız felaketin matemini tutuyoruz. Yaşlarımızı kalplerimize akıtıyoruz. Mahzun ve yanık gönüllerimiz bir nesim-i saadet bekliyor. Ufuklar simsiyah semamızı muzlim bulutlar kaplamış. “Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı” diye ruhlarımız feryad ediyor. Fakat her taraf hamuş! Bizi kurtaracak hiç mi yiğit kalmadı? Bütün Anadolu esarete mi düştü? Bütün kalpleri korku mu kapladı? Bu güzel memleketler nasıl düşmana bırakılır? Yunanlılar burada kalacak olurlarsa bütün Anadolu için hayat haramdır. Bunlar[ın] yaptıkları zulüm ve şenaate tahammül olunamaz. Taş olsa parçalanır. Demir olsa erir. Yüzlerini görmemek için sokağa çıkamıyorum. Halimizi düşündükçe çıldıracağım geliyor. Gece gündüz ölüm temenni ediyorum. Fakat nerede o bahtiyarlık? Bu azabı çekeceğiz; bu zillete katlanacağız. Bugünleri görmek mukaddermiş. Ah; hürriyetin kıymeti; istiklalin şerefi böyle esaret günlerinde ne kadar takdir olunur. Hemen Cenab-ı Hak bizi ve bütün ümmet-i İslamiyyeyi bu felaketlerden kurtarsın. Size istila safahatından bazı acı hatıralar bazı ibret levhaları nakledeyim. Cebheler bozulup da Karesi’de barınmak imkanı kalmayınca kuvvetler çekildi. Düşman şehre pek ziyade takarrüb etmişti. Ferdası Çarşamba günü papaslar toplandılar Türklerden de bazılarını cebren aldılar. Belediyede ictima‘ ettiler. “Şimdiye kadar müdafaa uğurunda çalışanlardan kimse kalmamıştır. Hepsi çekilip gitmiştir. Memleket teslim olacaktır.” mealinde Yunan kumandanına cevaben Rumca bir mazbata yazdılar. Beyaz bayraklarla istasyon civarına gelerek Yunan’ı istikbal eylediler. Fakat müfreze zabiti kabul etmeyerek kasaba haricindeki kışlada bulunan kumandanlarına verilmesini söyledi. Onun üzerine kışlaya gittiler. Bir saat sonra bir keşif koluyla hep birlikte belediyeye geldiler. Ortalık bir kabristan sükununu andırıyordu. Herkes evlerine kapanmış baştan başa dükkanlar mesdud. Sokaklarda hiçbir ferde tesadüf edilmiyor. Bütün memleket matem içinde. Her tarafa bir zulmet çekmiş. Çocuklar birer tarafa büzülmüş neye uğradıklarını bilemiyorlar. Kadınlar evladlarının kocalarının nerede ve ne halde olduklarını bilememekten mütevellid müdhiş bir ıztırab içinde ağlıyorlar. Bütün evlerin kapıları sımsıkı kapanmış. Zuhur edecek akıbete mütevekkilane muntazır bulunuyorlar. Yunan kumandanı belediyeye gelip de oturunca evvela Vehbi Bey’i ve hey’et-i merkeziye a‘zalarını sorar. Onların gittiklerini söylerler. Ondan sonra: – Hani ahali? der. Bu dükkanlar kahveler niçin kapalı? – Memleket bugün işgal olunacağı için herkes hanelerine çekilmiş. – Bizim aradığımız Millicilerdir. Onları te’dib için bizi padişah gönderdi. Derhal herkes dükkanlarını açacaktır. Kim emrime muhalefet ederse en müdhiş cezaya çarpılacaktır. Onun üzerine münadiler çıkartılarak cebren dükkanlar açtırıldı. O sırada -ki gurub takarrüb ediyordu- bir tayyare geldi. İstasyona şehre bombalar atmaya başladı. Yunanlıların şehri işgal ettiklerinden haberi olmadığı anlaşılıyordu. Yunanlılar telaşa düştüler derhal beyaz bezler gerdiler. Üzerlerine siyah boyalar yaparak her tarafa işaretler çektiler fakat hiçbiri faide vermedi. Tayyare bombalarını ikmal ettikten sonra çekilip gitti. On beş yirmi kişileri yaralandı. Birkaç tanesi telef oldu. Tayyare gelmezden biraz evvel istasyon me’murlarından birinin kızı istasyonda hem geziniyor hem de Yunanlıları bekliyormuş. O esnada tayyare gelir attığı bombaların biri o kıza isabet ederek onu emeline kavuşturur. Tayyare gelmezden bir çeyrek evvel Yunanın kuvayı külliyesi gelmeye başlamıştı. O gece bütün hanlar hamamlar meyhaneler bir çok mektepler haneler işgal olundu. Kumandan Hasan Çelebi Mektebi’ne yerleşti. Derhal -saat - münadiler nida ettiler: – Saat yarımdan i‘tibaren gün doğuncaya kadar kimse bulunduğu yerden dışarı çıkmayacak ve herkes kapısının önüne fener asacak! Onun üzerine minarelerde ezanlar ta‘til olundu. Camiler kapandı. Herkes kapısının önüne fener astı. Asmayanlar şiddetli cezalar gördüler. El-an bu yüzden fukaranın çektiği sıkıntılar yediği dayaklar hesabsızdır. Her gece ahali binlerce lira masrafa mecbur tutuluyor. Gelirken yollarda rast geldikleri bütün ekinleri hayvanlarına yedirdiler. Orada yaptıkları hasaratın hadd ü hesabı yoktur. Bilahare ahalinin elindeki hububatı da aldılar. Bir taraftan İzmir’e diğer taraftan ordusunun bulunduğu mahalle cebren arabacılara taşıttırdılar. Yollarda tesadüf ettikleri biçare köylülerin pek çoklarını öldürdüler. Kadınların ırzlarına tecavüz ettiler. Ne buldularsa aldılar. Kasabaya girdikleri gün burada da türlü türlü rezaletlerde yağmagerliklerde bulundular. Hükumeti tamamen soydular. Evrakları parça parça ettiler. Sultani Mektebi’ni ve daha bir çok mahalleri ibtida yerli Ermeni ve Rumlar bilahare Yunanlılar soyup soğana çevirdiler. cavüze başladılar. Taharriden evvel dellal nida etti: – Hiç kimse evinden çıkmayacak. Kim çıkarsa derhal vurulacaktır. Onun üzerine bütün evlere girdiler. Her şeyden evvel sandıklara hücum ettiler. Buldukları bütün kıymetli eşyaları aldılar. Pek çok yağmagerliklerde bulundular. Bütün gasb ettikleri şeyleri İzmir’e naklettiler. Silahları topladıktan sonra tevkifata başladılar. Kuva-yı Milliyeci diye bir çok müslümanları hapishaneye doldurdular. Türlü türlü işkenceler ettiler. Yapmadık tahkir bırakmadılar. Şehir haricinde pek çok dindaşlarımızı şehid ettiler. Bursa hattındaki telgraf tellerini söktüler direklerini yıktılar telleri İzmir’e gönderdiler. Ya o yerli Ermeni ve Rumların yaptıkları rezaletler taarruzlar tahkirler… Bunlar kat‘iyyen tahammül olunur şeymez çıldıracaklardı. Bıçak ve sopalarla sokak ortasına döküldüler ötekine berikine çattılar döğdüler tahkir ettiler cerh ettiler. Her türlü rezaleti irtikab etmekten geri durmadılar. Biçare ahali neye uğradıklarını bilemediler. Her taraftan taarruz tecavüz ve hakaret… Düşman istilasının ne elim olduğunu gördüler. Bu fecayie ma‘ruz kalan bütün müslümanlar: – Ah keşki hepimiz öleydik de bu felaketli günleri görmeyeydik! diye telehhüf edip duruyorlar. Allah hiçbir memlekete bu felaketi göstermesin. Esaret kadar dünyada zillet tasavvur olunamaz. Bütün insanlık hislerini öldürür. İnsan kendisinde hayvan kadar bile bir mevcudiyet hissedemez. Tabii düşmandan lütuf ve merhamet beklenmez. Bilhassa Yunan gibi vahşi ve zalim olursa her türlü gadr ve zulmü irtikab etmekten çekinmez. Fakat insanın en ziyade yüreğini yakan bizim içimizden de bazı alçakların onlarla birleşerek bize fenalık etmesidir. Bunların mahiyeti zaten öteden beri ma‘lum idi. Fakat haklarında merhametle muamele ediliyordu. Fırsat ellerine geçer geçmez bu münafıklar bütün nifaklarını kendi arkadaşlarına kendi dindaşlarına karşı kalplerinde besledikleri gayz ve kinleri ortaya döktüler. Bütün bu erazilin başına ma‘hud Kikirik Muhyiddin geçerek yapmadıkları rezalet icra etmedikleri hıyanet bırakmadılar. Yunan gelir gelmez Kikirik Pamuk Hanı’nın kapısına “İngiliz Muhibleri Cem‘iyeti” diye bir levha astı. “Bu Kuva-yı Milliyecidir şu cebhede bulunmuştu” diye bir çok zavallıları tutup tutup Yunan kumandanına teslim ettiler. Biraz geçtikten sonra İstanbul’dan bir Ermeni bir Rum bir de Türk olmak üzere üç müfettiş geldi. Müslümanlara yapılan mezalim icra edilen taarruz ve tahkirler yetişmemiş gibi bunlar da ikinci bir tazyike başladılar. Ermeni müfettişi bir tehcir mes’elesi ortaya çıkararak müslümanları soyup soğana çevirdi. Beğendiği eşyayı “Bu Ermeni malıdır” diye çekip aldı. Ermenilere teslim etti. Yalnız eşya değil haneleri tarlaları bile zabt etti gasb etti. Rum müfettişi de Rumlar hesabına çalıştı. Bize mensub olan alçak ise Kuva-yı Milliyecileri ta‘kib etti fetvaya mühür basan ulema-yı kiramı aradı. Bu biçareleri tutup tutup tevkif ettirdi. Bunlardan aylarca hapishanelerde sürünenler oldu. İşkence gören bir çok zavallıların verdikleri rüşvet yüz binleri aştı. Yunanlılar parasız kaldı mı rastgele birini tutarlar “Sen Kuva-yı Milliyeye mensub imişsin şimdi seni hapsedeceğiz; öldüreceğiz” derler. Diğer taraftan da simsarlar gelir “Şu kadar para ver de seni kurtaralım” derler. Böyle biçare halkı soyup duruyorlar. Kuva-yı Milliyeye mensubiyetle maznun olanlardan bir kısmı da sabah akşam günde iki defa Yunan kumandanının bulunduğu Hasan Çelebi Mektebi önünde lip sıralanırlar saatlerce beklerler kumandanın gönlü olacak da çıkıp bir kere onları görecek lütfen müsaadede bulunacak! Zalim pencereden bakıyor da onların bu hal-i zilletinden zevk alıyor. Yollarda sıra ile gidip geldikleri için Ermeni ve Rumlar tarafından türlü türlü tahkirlere tezyiflere duçar oluyorlar: – Kuva-yı milliyeciler gidiyor kuva-yı milliyeciler..! diye – Niye bunlar hala geziyor? Her halde bunlar asılmalıdır. Hele Kocabıyıkzade Mehmed Efendi mutlaka asılacaktır… dedi. Kocabıyıkzade bundan korkarak birkaç gün gizlendi. İşte Yunanlılar kendilerine alet edecek böyle reziller de buldular. Burada kalan zabitlerimizi Atina’ya gönderdiler. Bir aralık Yunanlılar müslümanların hanelerine zabitlerini koymaya kalkıştılar. Bazı evlerin üst katlarını bazı evleri de büsbütün işgal ettiler. Müslüman hanelerine zabitlerin verilmesi memlekette pek ziyade su’-i te’sir ve galeyanı mucib oldu: – Madem ki zabitlere hane lazımdır; bütün masarıfını biz verelim ayrı hane tutup döşetelim… dediler. Onun üzerine müstakil haneler açtırdılar mükemmel surette tefriş ettirdiler. Bir aralık Ermeniler kadınlara da taarruza başladılar. Gönüllü olarak Yunan ordusuna iltihak ettiler. Yunan şapkasını giyerek etrafta rastgeldikleri müslümanları şehid etmeye başladılar. Yunanlılar İvrindi ulemasından ve Medresetü’l-kuzat me’zunlarından Yağlılarlı Ali Efendi Hoca’yı ikindi abdesti alırken canavarcasına şehid etmişlerdir. Edremid Burhaniye Ayvalık Erdek kazalarındaki bütün zeytin mahsulünü cebren zabt ile İzmir’e kaçırdılar. Sevahil eşraf ve münevveranından birçok zevat ortadan gaib olduğu gibi bazıları da bugün tese’ül etmek derekesine geldi. Köyleri üstünden uçan bir Yunan tayyaresini düşüren …karye ahalisini Yunanlılar tamamen yaktılar ahalisini de umumiyetle şehid ettiler. Bereket versin Venizelos-Kostantin kavgası çıktı da geldi. Yerli Rumlar Ermeniler işin neticesini sezmeye başladılar. Gönüllü giden Rumlar Ermeniler avdet ettiler. Yunan kralı vefat ettiği zaman üç gün üç gece kimseyi sokağa çıkartmadılar. Her tarafı kapattırarak halka yas tutturdular. Birinci günü bütün müslüman ve hıristiyan mektep çocuklarını kilise meydanına topladılar ayin-i ruhani yaptılar. Yunan askerleri silahlarını aşağı çevirerek vaz‘iyet aldılar. Ve mektep çocuklarının etrafını “Hepiniz ağlayacaksınız” denildi. Hıristiyan çocuklar hakikaten ağladılar. Müslüman çocuklar da gözlerine tükürük sürmek suretiyle korkudan ağlamağa başladılar. Yunan askerlerinin ise bir kısmı ağladığı halde bir kısmı da bıyık altından gülüyordu. Papaslar vazifelerini bitirdikten sonra mektep çocuklarına: – Haydi gidiniz. Fakat kafalarınızı kaldırmayınız. Hepiniz başınız aşağıda olarak gideceksiniz dediler. Bu suretle ayini ikmal ettiler. Fakat bundan sonrada Yunanlıların neşveleri kaçtı. Balıkesir’de bulunan Yunan askerlerinin bir kısmını terhis ettiler. Bunlar kral tarafdarları olduğu için bunlardan bir hayır gelmeyeceği kanaatiyle onları Atina’ya yolladılar. Bu askerler avdet ederken bunlar da: – Yaşasın Kral Kostantin! Yaşasın Mustafa Kemal Paşa! Askerleri! Kahrolsun Venizelos! diye bağrarak gittiler. Denebilir ki Yunanlılar hemen umumiyetle bu işten bıktılar usandılar. İyi görüşdükleri bazı müslümanlara öyle diyorlar: – Ne olacak bu iş? Daha ne kadar biz İngiliz menfaatine hizmet edeceğiz. Bıktık usandık. Fakat ne yaparsın; askerlik belası! Bizim buralarda ne işimiz var? sürüyor. Artık kalplerine korku geldi. Eski neşveleri kalmadı. Bir gün “Türk tayyaresi geliyor!” diye öyle telaşa düştüler ki kaçacak delik bulamadılar. Her tarafı kapattılar. Zabitler saat kulesinin içine girdiler. En ziyade korktukları şey tayyaredir. Şimdi mütemadi bir havf içinde titriyorlar. Bir aralık bizim müfrezelerin Sındırgı üzerine akınları burada müdhiş te’sirler husule getirdi. Yunanlılar telaşa düştüler. Rumlar Ermeniler “Geliyorlar!” diye helecana uğradılar. Kikirik gibi; Şevki gibi Gazeteci Ömer Fevzi gibi “İngiliz muhibleri” derhal soluğu İzmir’de aldılar. Bu zümreden bir de Mahmud Bey namında biri vardır. O sıralarda herif korkusundan çıldıracaktı. Uhdesinde pek çok işler olduğu için buradan ayrılamadı. Her akşam kafayı tütsüler komşusu Ahmed ile derdleşiyor: – Ahmed! Ne dersin bu Milliciler gelemezler değil mi? – Vallahi Mahmud Bey bunlar yaman adamlar. Bilmem amma gecenin birinde bakarsın birden bire bir taraftan akın ederler Balıkesir’e girerler. – Ahmed! Ne söylüyorsun? Rica ederim böyle bir şeyden ma‘lumatın olursa bana haber ver de savuşayım. Ertesi gün bir şeyler olmayınca yine Ahmed’i çağırır: – Ahmed! – Efendim! – Hani ya geliyorlardı? – Vallahi Mahmud Bey; bunlar şakaya gelmez. İhtiyatlı bulunmak lazım. Bugün sabahdan beri kuvvetli bir rivayet deveran ediyor: Bigadiç üzerinden ansızın Balıkesir’e girmek için müdhiş hazırlıklar yapıyorlarmış. – Acaba gelebilirler mi dersin. – Niçin gelmesinler? Bir kere niyet etmesinler. Azmettiler mi önlerine hiç kimse duramaz. Sanki burada Yunanın ne kuvveti var? Hepsini bir gecenin içinde doğrarlar. – Aman Ahmed deme sonra bizim halimiz ne olur? – Ne olacağını bilmem fakat onların gelmeleri yakındır zannederim. maksadıyla aynen cereyan eden muhavereyi naklettim. Geçen gün - Kanunisani- Ermenilerle Rumlar ayrı ayrı kiliselerinde toplandılar. Yunanlılar çekildiği takdirde kalmaya Ermeniler de gitmeye karar verdiler. Bunun üzerine Ermeniler Yunan kumandanına müracaat ettiler. Kendisi vesait-i nakliyyeleriyle Edremid’e yahud Ayvalık’a kadar gittikleri takdirde Yunan gemileriyle İzmir’e nakl olunmaları için rica ettiler. Yunanlılar da bunu taahhüd ettiler. Bunun üzerine Ermeniler şimdi yorlar. Yunanlılar guya kendi idarelerinden memnun olduklarına dair ahaliden bir mahzar istediler. Fakat ahali kemal-i şiddetle reddetti. Şimdi artık herkeste bir ümid belirdi. Bütün halk kahraman ordumuzu bekliyor. Kadınlarımız dört gözle bekledikleri yiğit askerlerimiz için çamaşır çorap fanila hazırlıyorlar; yavrularını hep gelecek askerlerimizin şarkılarıyla uyutuyorlar. Beş altı yaşındaki çocuklar bile ordumuz geldiği zaman ona asker olacaklarını söylüyorlar. Hasılı herkes Mustafa Kemal Paşa’nın göndereceği kuvvetlerin vüruduna o reha ve halas güneşinin tuluuna dört gözle muntazırdır. Hemen Cenab-ı Hak muvaffak bi’l-hayr buyursun. Bizi bu esaret felaketinden zalim pençesinden kurtarsın. Bütün ümmet-i Muhammed’e selametler ihsan buyursun amin. Muhterem dindaşlarımıza. Sakın ye’se düşmeyiniz. Allah müslümanlarla beraberdir. On dört ay canla başla çalıştınız. Düşmana karşı göğüs gerdiniz. Bunun ecri azimdir. Vakıa mütecavir vilayetlerden size layıkıyla yardım edilemedi; bu yüzden memleketiniz işgal felaketine maruz kaldı. Fakat siz çalışırken Anadolu da boş durmadı. Bilhassa vahdet-i milliyeyi te’min için uğraştı. Ecnebilerin yer yer çıkarttığı tefrikaları isyanları bastırdı. Ve harici düşmanlar için de imanlı muntazam kuvvetler hazırladı. Kahraman ordumuz Şark Cebhesi’nde Ermeni tehlikesini ber-taraf ettiği gibi Garb Cebhesi’ni de unutmadı. Sizin imdadınıza koştu. Yunanlıları birçok muharebelerde perişan etti. Allah’ın inayetiyle yakında sizi ve işgal altında bulunan bütün sevgili yurdumuzu da kurtaracak siz muhterem kardeşlerimizle öpüşecektir. Şimdilik sabır ve tahammül göstererek o mes‘ud günleri bekleyiniz. Avn-i Hak’la Anadolu’nun teşkiline muvaffak olduğu muntazam ve muazzam orduların her taraftan düşmanı denize dökerek yeni yeni zaferler ihraz edeceğine emin olabilirsiniz. hakkındaki hissiyat-ı necibenize teşekkürler ederiz. İnşaallah ferda-yı halasınızda birkaç nüshamızı da sizin güzel memleketinizde neşrederiz muhterem kardeşlerimiz. Amerika’da içkiden sonra Amerika’dan İstanbul gazetelerine gönderilen ve pek ziyade şayan-ı ehemmiyet olan bu mektubu aynen nakl ediyoruz: Amerikalılar harpten evvel harp içinde dünyanın en günahkar insanları imiş. Halk gece gündüz içki içer meyhane ve sefahethaneler günün yirmi dört saatinde tep kızları bile meyhaneye gider kendilerinden geçinceye kadar içer içer sonra göğsünü bağrını açarak kol kola sokaklara atılır bin türlü maskaralıklar yaparlarmış. Bu umumi iş ü nuş dünyanın bu en mutaassıb memleketinde büyük bir aksü’l-amel yapmış. Papaslar dinin en ibtidai kavaidine bile mugayir olan bu ahlaksızlıklara göz yummaya devam edemeyerek isyan bayrağını açmış ve içkinin aleyhinde müdhiş bir mücadeleye başlamışlar. İlk adımda arkalarında namuslu aileleri bulmuşlar. Bu çirkin manzaralardan sıkılan ve utanan kadınlar da mücadeleye ler içki aleyhdarlığının merkezi olmuş. Hükumeti içkiyi men‘e sevk için yalnız büyük sermayedarların yardımına gündüz a’zami bir sa‘y sarfına muktedir olamayacağı teşkil eden kilise ve sermaye birleşince bütün dünyanın hayretle karşıladığı “içki memnuiyeti” kanunu ortaya çıkmış. fakiyetlerden cesaret alan papaslar şimdi yeni bir inkılab cerrüdünü ve ta‘til günü olan Pazar gününün münhasıran zühd ve ibadete hasr edilmesini taleb ediyorlar. İki ay evvel New York’tan bir papasın ortaya attığı bu fikir az zamanda dehşetli tarafdar kazandı. Kiliseler hemen müttefikan bu sada-yı ikaza iştirak etti. Bugün tam cem‘iyet bu fikre tarafdar bulunuyor. Hatta bu cem‘iyetler bir kanun layihası hazırlayarak kongreye gönderdiler. Ve meb‘usları vasıtasıyla Pazar gününün Allah’ın Birlik Günü vaad edilerek zühd ve takvaya hasr edilmesini te’mine çalıştılar. “Mavi Pazar” tesmiye ettikleri bu zühd ve ibadet gününde Bütün seyr ü sefer vesaiti duracak; Tiyatrolar sinemalar balolar dans salonları eğlence mahalleri bila-istisna kapanacak; Posta ve telgrafhanelerin işleri ta’til olunacak; Gazetelerin hiçbiri intişar etmeyecek Spora aid her nevi‘ oyunlar memnu‘ olacak; Mesirelere tenezzüh mahallerine eğlence yerlerine gitmek men‘ edilecek O gün herkesin kiliseye giderek zühd ve ibadetle ve Allah’a günahlarını afv ettirmekle meşgul olması mecburi olacak; Kiliseden sonra herkes evine gidecek ve ibadetine devam edecek; akraba arkadaş ziyaretleri memnu‘ olacak. Evvelce bir fuhuşhane olan Amerika bugün böyle bir hayat-ı zahidaneye avdet edecek. Kongre gönderilen layihayı sür‘atle kabul etmediyse de bu fikri iltizam edenler mücadelelerinde devam ediyorlar. Bütün kiliseler bir çok cem‘iyetler seferberlik veriyor makale yazıyor propagandalar yapıyorlar. Ve ilk tecrübe olmak üzere Kolombiya havalisinde bir kanun halinde tatbikini te’mine çalışıyorlar. Bu hareketten bütün kadınlar memnundur. hassa temeddünü dine la-kaydide zanneden her medeni memleketi dinsiz farz eden gençlerin okumasını Şark ile garb arasında başlayan mücadele gün geçtikçe ehemmiyet kesb ediyor ciddi safhalara giriyor. Her geçen gün şarkın kuvvetini tezyid ediyor. Bugün her tarafdaki İslam kitleleri faaliyete geçerek istiklallerini te’min için canla başla uğraşıyorlar. Bütün bu harekatın miftahı Anadolu’dur. Buranın muvaffakiyeti bütün İslam aleminin halasını te’min edecektir. Ve devletimiz Bugün umum Arabistan’da buraya karşı pek samimi bir muhabbet ve teveccüh hasıl olmuştur. Kalplerdeki rabıtalar eskisinden ziyade kuvvet bulmuştur. Düşman istilası düşman tahakküm ve mezalimi bütün o bizden ayrı düşen muhitlerde büyük intibahlar husule getirmiştir.. Bugün Arabistan’ın her noktasından ittihad ve kardeşlik sesleri geliyor. Şimdi onların büyük emelleri Anadolu nifaklar fesadlar kalplerden tamamıyla silinmiş gitmiştir. Suriye bugün Fransızlarla çarpışıyor. Bu müstevli kuvvete karşı canla başla uğraşıyor. Fransızlar Suriye’de müşkil bir mevki‘de bulunuyor. Yeni kuvvet getiremiyor. Çünkü Fransızlar artık ölmek istemiyor. Oradaki mevcud kuvvetini oradan oraya nakletmekle iş görmeye çalışıyor. Diğer taraftan İngilizler Irak’ta tutunamayacaklarını anladıklarından o havaliyi tahliyeye başlamışlardır. Irak lefetlere ma‘ruz kalmıştır. “Çörçil” bu hususta ne yapacağını şaşırmıştır. Çörçil’in dostları yalnız Basra Körfezi’nin karşısında Dicle ve Fırat yollarını nezaret altında bulundurmaya salih bulunan Basra şehri ve civar mıntıkasıyla iktifa edilmesini tavsiye ediyorlar. İngiliz efkar-ı umumiyyesi Yalnız Irak ve bilhassa Musul gaz ma‘denleri işletmek üzere teşekkül eden şirketler işgal tarafdarıdır. Bunlara karşı Çörçil menafi‘-i hususiyyelerinin müdafaası için diyesini teklif ediyor. Tabii bu şirketler her sene milyonlara baliğ olan bu masarıfı der‘uhde edemezler. Londra’dan bildirildiğine göre İmam Yahya kuvvetleri eylemişlerdir. Hindistan açıktan açığa İngiltere’ye ızhar-ı husumete başlamıştır. Hatta bazı taraflarda isyanlar kıyamlar bile vukua gelmektedir. Ez cümle Espdaralı mıntıkasındaki isyan kesb-i şiddet etmiştir. On bin kişilik bir cemm-i gafir büyük bir mayişlerde bulunmuşlardır. Bu esnada İngilizlerin silah “Islamic News” risalesinde okunduğuna göre Tağbur şehrinde on üçüncü ictima‘-ı senevisini akd eden Hind Müslümanları Kongresi’nin nutk-ı iftitahisi Doktor Ensari tarafından irad olunmuştur. Nutk-ı iftitahda Hindistan meşahir-i vatanperveranından Tilak’ın vefatından dolayı beyan-ı teessürat edildikten sonra ahiran irtihal-i dar-ı beka eden Şeyhü’l-Hind Mevlana Mahmud el-Hüseyin’in menakıbı yad ve tezkar edilmiştir. Merhum lunmakta idi. İslam aleminin çar-ı aktarından rahle-i tedrisine tüllab-ı irfan şitaban olurdu. Talebesi ve müridanı binlere baliğ olmaktadır. Müteakiben nutk-ı iftitahide Türkiye’de ve bilhassa mütareke seneleri esnasında Türkiye’nin geçirdiği safahattan Sevr Muahedesi’nden ahvalinden murakabe-i maliyye ve murakabe-i siyasiyyeden Sevr Muahedesi’nin İslam alemindeki te’siratından bahs olunmuş ve bu mesail hakkında alem-i İslam’ın efkarı izah edilmiştir. Roma’dan Ankara’ya gelen bir zatın Trablus ahvali hakkında bize verdiği ma‘lumata göre İtalya’nın Trab‘iyyen reddettiler. Bütün meşayih ve rüesa Trablus’dan Saat dahilde bulunan Garyan’da toplandılar bir hükumet-i muvakkate teşkiline karar verdiler. Hükumet-i muvakkate Humus’dan saat dahilde bulunan Mislata kazasında Terhune eşrafından Murayyazınriyaseti altında teşekkül etti. Kendilerinden bir emir intihabı da ayrıca karar altına alındı. Bu kararları İtalya’ya tebliğ ve müzakerata girişmek üzere beş kişiden mürekkeb bir hey’et intihab olundu. Fakat bu hey’etin İtalya’ya gitmesine Trablus valisi Man Sinker bey mümanaat etti. Urban nezdinde bulunan İtalyan zabitan ve efradını teslim etmedikçe müsaade edemeyeceğini bildirdi. Urban da kendilerinin metalibi kabul edilmedikçe üserayı teslim edemeyeceklerini hal-i harbde kalacaklarını kat‘i surette tebliğ ettiler. Trablus’un son vaz‘iyeti bu merkezdedir. Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul onların bu kadar lutfüne; bu kadar fedakarlığına karşı nankörlükte bulunan kendilerine huşunetle muamele eden acı söz söyleyen insanlarda ahlak namına ruh namına bir şey bulunmak imkanı var mıdır? Cenab-ı Hak anaya babaya kafir bile olsalar rıfk ile güzellikle muameleyi farz kılmıştır. Görmüyor musunuz Hazret-i İbrahim aleyhisselam babasını imana da‘vet ederken ne kadar mülayim ne kadar şefik bir lisan kullanıyor: “Babacığım nasıl oluyor da böyle işitmeyen görmeyen senin hiçbir işine yaramak imkanı mekanı olmayan şeylere tapıyorsun?” Babası Hazreti İbrahim’e karşı huşunetle tehdid ile hitab ederken o bu suretle mukabelede bulunurdu: “Dedi ki: İbrahim! Sen benim ma‘budlarımdan yüz mü çeviriyorsun. Yemin ederim ki bundan vazgeçmezsen seni taşa tutarım; çekil benden senelerce uzak ol!.. İbrahim dedi ki: Babacığım benden sana karşı hiçbir kötülük sadır olamaz. Bağışlaması çok dualarımı kabul etmiştir.” Ebeveyne karşı rıfk ile son derecede mülayemetle muamele ve muhataba olunmasını bakınız Cenab-ı Hak ne müekked surette emir buyuruyor: Onlara sakın ‘Öf! bile deme. Onları azarlama. Onlara güzel sözler tatlı sözler söyle. Kendilerine karşı olan tavrın huşunet azamet tavrı olmasın; bilakis kemal-i merhametinden dolayı zillet meskenet tavrı olsun” “Ya Rabbi! Küçüklüğümde onlar beni nasıl merhametle büyüttülerse sen de onlara karşı öyle rahim şefik ol!” diye dua et. Hülasa ebeveynine karşı nankörlük eden katı yürekli olan bir mahluktan ahlak-ı kerime beklemek adab-ı muaşeret ummak doğru değildir. İnsanın evvela ma‘buduna karşı olan muamelesidir ki ahlakının ruhunun yegane ayinesidir. Zaten insanların akrabasına öksüzlere biçarelere iyilikle mükellef olması nizam-ı alem iktizasındandır. Zira ni‘meti veren servet ve samanı veren Allahü Zü’l-celal’dir. Bir insan külliyetli mala vüs‘atli nüfuza azametli bir mansıba nail olursa şübhe yoktur ki bu muvaffakiyet sırf kendi kudreti kuvveti sayesinde olmayıp ancak Cenab-ı Hakk’ın fazlı ve tevfik-i ilahisiyledir. Azıcık aklı olanlar bunu idrak ederler bunun içindir ki Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hak bizlere Beni İsrail’in kendi ahkam-ı diniyyeleriyle ne suretle oynadıklarını zünun ve hevasat-ı şahsiyyelerine nasıl bel bağladıklarını hikaye buyurduktan sonra şurasını nazar-ı ibretimize vaz‘ ediyor ki bu taifenin dünyada zelil ukbada muazzeb olmaları esbabından biri de mükellef bulundukları feraiz ve ahkamın ve dareyndeki selamet ve saadetleri ancak o ahkam dairesinde hareketle kaim bulunduğuna iman etmiş ikrar vermişken bilahare bundan büsbütün yüz çevirmeleridir. Evet Allah’dan başkasına tapmayacaklarına; anaya babaya akrabaya öksüzlere fakirlere rıfk şefkatle atıfetle muamelede bulunacaklarına; ebna-yı beşere tatlı dil güler yüz göstereceklerine; salat ve zekatı eda edeceklerine dair kendilerinden ahd almıştı. Halbuki Beni İsrail ensal-i hazıra müslümanlarının şimdiki yaptığını eskiden bıraktılar. Ma‘bedlerin semtine uğramadılır. Allah’ı unuttular. Ebeveyne isyan ettiler. Akraba arasındaki rabıtayı kırdılar. Öksüzlere biçarelere karşı hiçbir hiss-i merhamet duymadılar. İnsanlara ağır söz söylemeyi i‘tiyad ettiler. Dinin imadı olan salatı; pek büyük pek metin bir rükn olan zekatı ta‘til ettiler. Hiçbir zaman hatırdan çıkmamalıdır ki ibadetin en celi bir tezahürü varsa o da Allahü Zü’l-celal’in evamirine rematı istihfaf eden Allah yolundan sapan ayat-ı ilahiyyeden gafil bulunan; azamet-i Huda’yı tahattura yanaşmayan bir insanın kalkıp da hala kendisini Allah’a burhandır. İşte Allah şu beyan ettiğimiz tarzda edilen tevessül edilecek vesailin en birincisidir. Kur’an-ı hakim ebeveyne hüsn-i muameleyi sena buyurmuştur. Çünkü Allah’dan sonra şükre hürmete müstahak bir mevcud varsa o da ebeveyndir. Anasına babasına isyan eden sebeb-i vücudu olanlara hakareti reva gören bir kavimden ne hayır ümid olunur? Babalar evladlarını fıtratları muktezasınca terbiye ederken yetiştirirken hiç bu fedakarlığa mukabil ne bir ecir ne de bir şükran talebinde bulunmazlar. Çocuklarının na-mütenahi sizin gecelerini gündüzlerini heder eder dururlar. Artık bulunurlar. Madem ki insan yalnız başına kalınca bir mevcudiyet gösteremiyor madem ki ancak başkalarıyla birlikte olunca kafi bir kemiyyet husule getiriyor; bir servet sahibi için erbab-ı fakr u ihtiyacın imdadına yetişmedikten hayra karşı infaka asla yanaşmadıktan sonra o malın ne faidesi olabilir? Şübhe yoktur ki ni‘met sahibleri daima başkalarının hasedine ma‘ruzdur. Hasedin netayicinden biri de hasid tarafından o kendisine hased olunan kimsenin elindeki ni‘metin gitmesine yahud yine o ni‘met sahibine bir zarar ika‘ edilerek bu suretle etrafını kuşatmış olan hasudların bulunduğu dereke-i fakr u mezellete inmesine çalışmaktır. Tama‘kar zenginlere karşı tertib edilen ne kadar hileler görülmüştür ki bu yüzden sımsıkı gömdükleri hazineler ellerinden çıkarak artık hayatın bütün lezaizinden mahrum kalmışlar cünun-ı hırs içinde muazzeb olup gitmişlerdir. Bir adam Allah’ın vermiş olduğu ni‘meti erbab-ı istihkaka vermekten çekinirse tabiidir ki dostları azalır etrafındakiler dağılır kendisine zaman-ı nikbetinde şefik olacak düştüğü zaman elini uzatacak kimsesi kalmaz. Nice bahiller gördük ki hastalanıyor yahud diğer bir musibete uğruyor da ehlinden aşiretinden bir kimse çıkıp derdine çare bulmayı hiç olmazsa iştirak etmeyi olsa acaba nelerine yarar? Sonra şayed demin söyledidiğimiz vechile bunlar her taraftan hilekar bir takım hasudlarla muhat olur da bütün hayatları onların kurdukları tuzaklara düşmemek için düşünmekle taşınmakla didinmekle geçirse böyle bir ömürden ne zevk beklenebilir? Şübhe yoktur ki ölüm böyle bir hayattan çok hayırlıdır. Öyle ya bir servet ki sahibine huzur itmi’nan sükun te’min etmiyor; eşinden dostundan akrabasından kendisine bir muhit vücuda getirmiyor; sonra Allah’ın vermiş olduğu o ni‘metin asarını nefsinde görebilmek suretiyle olsun bir haz bir sürur duyamıyor; acaba neye yarar? Akrabasına karşı hayrı olmayan pintilerin hayatları Allah’ın bir rahmeti bir ihsanı olmaktan ziyade kendileri Cenab-ı Hak tarafından nail olduğu ni‘met ve ihsanı esirgememek suretiyle eşi dostu yardımcıyı çoğaltması mes‘ud hayatın en başlı esbabındandır. Beni İsrail hakkında nazil olan bu ayat-ı celilenin nazarını Cenab-ı Hak Sure-i Nisa’da bu ümmete de inzal buyurdu: Ebeveyninize akrabanıza öksüzlere fakirlere yakındaki uzaktaki konu komşulara yanı başındaki arkadaşına yolda kalmışlara elinizdeki esirlere iyilik ediniz iyilikle muamele ediniz. Bilmiş olunuz ki Allah mütekebbirleri şımarıkları sevmez.” Tatlı söze gelince şübhe yoktur ki insanın bütün münakaşatında muhaveratında mutalebatında kullanmak üzere tecelli ettiği melekatın en iyisidir. Sözde gılzet nasihatte huşunet o gılzeti o huşuneti gösteren kimseye buğz celb eder nefret celb eder. Şübhe yoktur ki huşunetle gılzetle muamelat-ı dünya ne bir istikamet-i salime alır ne de intizam kesb eder. Eğer tatlı dil güler yüz bütün işlerde muvaffakiyetin miftahı olmasaydı erbab-ı küfr ile erbab-ı tuğyan ile vuku‘ bulacak muhatabalarda muhaverelerde bile Cenab-ı Hak buna müracaatı emretmezdi: Musa ile Harun’a buyuruluyor ki: “Fir‘avn’a gidiniz. O tuğyan etmiştir. Kendisine yumuşak söz söyleyiniz. Belki aklını başına alır yahud korkar da doğru yola gelir.” Aleyhi’s-salatü ve’s-se-lam efendimize buyuruluyor ki: Tanrının yoluna hikmetle güzel mev‘iza ile da‘vet et. Cedel tarikını iltizam ederlerse bunun da en eslem en güzel olan kısmını ihtiyar et” “Kötülüğü en güzel bir tarik ile def‘ et. O zaman aranızda adavet olan kimse bir de bakarsın ki güya en yakın dostun oluvermiş.” Bundan başka Cenab-ı Hak beyinsiz müşriklerle muamele ederken müslümanları yine en güzel bir tarika irşad eyliyor: “Onların Allah’dan başka olarak andıkları taptıkları esnama sövmeyin ki onlar da nahak yere bilmeyerek Allah’a sövmeye kalkışmasınlar.” Hayata Sarılmak Ölümden Korkmak Geçenki makalemizin mevzuunu teşkil eden hadis-i şerif düşman millet ve devletlerin müslümanlara karşı alacakları vaz‘-ı adüvvatı bize pek beliğ bir ve fakat acı surette haber verdikten sonra o vaz‘iyete sebeb olmak üzere de iki şey gösteriyordu: – Müslümanların dağınık parça parça yaşamaları – Şahsi hayata fazla ehemmiyet vererek umumi ve hakiki hayattan gafil bulunmaları.. Bunlardan birincisini izah etmiş ikincisini de bu nüshada mevzu‘-ı bahs edeceğimizi yazmıştık. Şimdi bu ikinci sebebe geçiyoruz: Hadis-i şerifin bu kısma aid kelimatı aynen şöyle idi: “Hayata sarılmak ölümü kötü görmek yani ölümden korkmak.” Vakıa hayat insanların en çok sevdiği bir ni‘met-i müslümanlara bir hayli vezaif terettüb etmiştir: Kavaid-i hıfzu’s-sıhhaya riayet nezafete i‘tina intizam-perverlik ve lede’l-icab tedavi gibi.. Hatta Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Müslümanların hepsinde hayır vardır. Fakat güçlü ve sağlam bir müslüman -Allah indinde- zaif ve dermansız bir müslümandan daha hayırlı ve sevgilidir.” Yüzücülüğü biniciliği nişan ta‘limlerini meşakka tahammülü ve bütün harekat-ı bedeniyyeyi en hararetli bir surette tavsiye buyuran din-i celil; daima sağlam becerikli mütehammil ve mütekamil bir ümmet yetiştirmek gayesini ta‘kib etmiş ve bu i‘tibar ile hayatı insanların omuzunda bir yük olmaktan tenzih ederek ona layık olduğu mevki‘-i Fakat hayat; hakiki bir hayat olabilmek için mutlaka süfliyetten ulviyete yükselmesi zillet ve meskenetten azade bir haysiyet ve şerefe bağlı olması lazımdır. Dünyada hiçbir zi-ruh yoktur ki: Hayatını idame muhafaza ve müdafaa uğurunda daimi mesaiden ve mücadelattan vareste kalmış bulunsun. İnsanlar için de en tabii vazife -yine beka-yı hayat ve mevcudiyeti namınaçalışmak mücadele ve mücahede etmektir. Esasen hayatın bir adı da mücadeledir ve dünya dünya olalıdan beri insanlar ve hatta hayvanlar bu mücadelattan kat‘iyyen kurtulamamışlardır ve kurtulamayacaklardır. Hele def‘-i sail en tabii ve en basit bir vazifedir. Düşmanların esaret ve tahakkümü altında her gün her dakika tezlil edilen hayat hayat değil fakat pek rezil bir ölümdür. ölmek esasını bir umde mahiyetinde kabul etmiş olduğundan müslümanları daima cebanetten meskenetten tahzir buyurmuş ve lede’l-icab müdafaa-i din ve vatan uğurunda kemal-i celadetle harbe sevk ve tahrik eylemiştir. Müslümanlık ferdi hayattan ziyade umumi ma‘şeri ve milli hayata ehemmiyet verir ve böyle de saliklerini mesaiye fedakarlıklara da‘vet eder. Eğer umumi ve milli hayatın idame ve müdafaası ferdi fedakarlıklardan şahsi ölümlerden başka şeylerle kabil olacaksa o halde mutlaka cihad lazım değildir. İslam’da cihad en son zaruri bir çare olarak kabul edilmiş beyhude kan dökülmesi tecviz olunmamıştır. İmam-ı Buhari’nin Enes bin Malik radiyallahu anhden tahric ettiği bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmaktadır: “Kuvvetinize cesaretinize güvenerek düşmanla kolay kolay muharebeye girişmeyiniz; muharebeyi temenni etmeyiniz. Fakat bir kere de düşmana mülaki oldunuz mu artık tam ma‘nasıyla sabır ve sebat ediniz!” İşte bu hadis-i şerifde tasrih edildiği üzere cihad kat‘i ve hayati bir zaruret halini iktisab ederse o vakit -yine bu hadis-i mesi icab eyler. Allah ve ahirete imanı olan müslümanlar i‘tiraf ederler ki: Hayatı bahş eden Halık bir gün de o hayatı alacak onun dünyada geçirdiği safahat-ı a‘male göre ebedi mükafat veya mücazatını verecektir. Safahat-ı a‘malin en hayırlısı -bir hadis-i şerifde beyan buyurulduğu üzere- en müşkilü’l-icra olanıdır. Şübhe yoktur ki cihad bu noktadan da birinciliği ihraz eder. İ‘la-yı kelimetullahın muhafaza-i din ve vatanın zaruri ve son bir vasıta-i te’mini olan cihad müslümanlara iki büyük ve şerefli ni‘met bahşetmektedir: Gazilik şehidlik. İleride inşaallah derece-i kudsiyyetlerini izah edeceğimiz bu iki ni‘met bütün ni‘metlerin fevkinde yalnız müslümanlara has meratib-i celiledendir ve bunlara vusul için de tek bir çare vardır: İstihkar-ı hayat! Vakıa dünyada ölümü seven hiçbir ferd yoktur. Fakat ölüm sevilse de sevilmese de her sahib-i hayatın en son varacağı bir yoldur. Yalnız istemeliyiz ki bu yolun müntehası cehennem değil cennet olsun…! Cihad ise müslümanları cennet-i a‘laya Cenab-ı Hakk’a ulaştıran yolların şehrah-ı mukaddesidir. İşte ayat-ı celile: – ”Ey müslümanlar sizi bu büyük ve elim bir azabdan kurtaracak ticarete kılavuzlayayım mı? O Tanrıya ve Resulüne iman etmeniz ve hak yolunda malınızla canınızla muharebe eylemenizdir. Bilseniz bu sizin için ne kadar hayırlıdır.” – ”Allah ve Resulüne iman ve hak yolunda malınızla hayatınızla cihad ettiğiniz takdirde Tanrı sizin günahlarınızı afv eder ve ağaçlarının altından ırmak geçen cennetlerine cennat-ı adnde bulunan mesakin-i tayyibeye koyar. İşte bu daimi ni‘metler bir fevz-i azimdir. Cihadın dünyadaki ticareti ise sizin pek sevdiğiniz haktan nusret yardım ve yakın bir fetihdir. Habibim sen müslümanlara bu nusreti ve bu feth-i karibi müjdele!” – Cenab-ı Hak kendi uğurunda muharebe ederek düşmanları öldüren ve şehid olan mü’minlerin nefislerini ve mallarını da zikr olunan bu va‘di -yani cenneti vereceğine dair olan va‘d-i sübhanisi- haktır kat‘idir. Verdiği sözü Allah’dan fazla kim yerine getirebilir! O halde ey müslümanlar nefislerinizi mallarınızı cennet mukabilinde satabilmekten dolayı çok pek çok sevininiz. Bu satış bu alışveriş büyük bir fevz ve necattır.” Bu ayat-ı celileye mümasil daha nice ayet ve hadisler vardır ki hep gazi veya şehid olmanın büyük ve şerefli derecelerini bize göstermektedir. Hak yolunda muhafaza-i din ve memleket uğurunda dökülen kanlar hayat da ancak bu suretle beka bulabilir. Veyl o düşmanlara ki sırf maddi menfaatlere mücerred ve batıl fikirlere yevm-i ahirette hüsran ve azabdan başka bir şey göremezler. Baştan başa şanlı fütuhat ile dolu olan İslam tarihinin kaydettiği ve etmediği milyonlarca ehl-i iman sırf gaza ve şehadetin kendilerine te’min edeceği derecat-ı aliyeyi düşünerek ve daima İslam’ın haysiyet ve şerefini nazar-ı dikkate alarak asırlarca canlarıyla başlarıyla ça muşlardır. Cenab-ı Hakk’ın Habibim bilmiyor musun o kimselerin halini ki sayıları binlere baliğ olduğu halde -memleketlerine tecavüz eden düşmanın hücumuyla gelmesi muhtemel- ölümden korktukları için memleketlerini bırakıp kaçtılar da Allah onları yine öldürdü. Sonra da tekrar diriltti; şurası da muhakkaktır ki: İnsanların hepsine Allah’ın ihsanı pek çoktur lakin insanların çoğu bu ni‘metin kadrini bilmezler. Bir de siz Allah uğurunda düşmanlarınızla çarpışın! rimesinden de anlaşılacağı üzere ölümden firar insanı ölümden kurtarmaz bilakis zelilane ölümlere sürükler. Bu bir çok tecrübelerle sabit olmuştur. Niyetini yüreğini bozarak ölümden kurtulmak için harp meydanlarından kaçmak zilletini irtikab edenlerden bir çoklarının yollarda kırlarda kemal-i zillet ve perişani ile öldüklerini gördük. Hülasa: Yaşamak için ölüme koşmak hayatı istihkar etmek lazım. İşte size hakiki ve şerefli hayat! Cenab-ı Hak Kur’an-ı hakiminde buyuruyor ki: Onlar ecelleri geldiği zaman ne bir saat geri ne de bir saat ileri götürebilirler.” Ve Habibim sen münafıklara de ki kaçtığınız ölüm yok mu o size nasıl olsa yetişecektir.” Ve ve metin kal‘alara giriniz; ölüm yine size erişecektir.” Arap şairinin şu sözü ne kadar doğrudur: Muhterem dindaşlarım bütün cihan-ı küfrün -insafsızcaüzerimize saldırdığı düşmanlarımızın muhtelif memleketlerimizde İslam mukaddesatını mel‘unane çiğnediği şu zamanda bütün ruh ve imanımızla cebhelere koşarak şerefli ölümlere atılmamız en büyük vazifemizdir. Kahraman milletimiz gaza ve şehadet meydanına atıldıkça yükseliyor yükseldikçe kurtuluyor ve kurtuldukça yaşıyor ve ila maşaallah yaşayacaktır. Yaşamaktansa zelilane ölüm ayn-ı hayat! Hakk-ı hayatın daha çiğnenmeden Kan dökerek almalısın merd isen. Çünkü: Bugün ortada hak sahibi Bir kişidir: “Hakkımı vermem!” diyen. Nasuhi Dede “Sebilürreşad” mecmua-i feridesinin “Ümmet-i İslamiyye’nin ta‘kib edeceği tarik-i ictimai ancak kendi medeniyet-i İslamiyyemizdir” makalesi büyük bir ehemmiyeti haiz olduğu kadar bugünün ihtiyac-ı mübremine celb-i efkar için ciddi bir rehberlik vezifesini ifa ettiğine teşekkürle atideki yazıları takdim ettim. En yüksek bir şeriat büyük bir umran ve ince bir medeniyet sahibi olan İslamiyet’in elbette ictimaiyatı da var delilleri de edvar-ı izzet ve azametinde asırlarca görüldü. Evvela asara gelince bunlar Müslümanlığın ma‘neviyat ve ahlakiyatında meşhud ve terakkiyat-ı medeniyyesinde meknuz idi. Müslümanlık o ma‘neviyat ile bütün cihana adalet ve hürriyet neşr ederek Hicaz’dan ta Çin’e kadar; ahlakıyatını ilim ve irfan ile süsleyerek dünyanın en mes‘ud medeniyetine sahib oldu. Bu yükseklik tarihlerin hakimlerin ediblerin ve bunlardan başka hala sada-yı hak ile dolu cami‘ kubbelerinin saray divanhanelerinin medrese ve daru’l-fünun duvarlarının sükun-ı beliği ile bize hala maziden vakar ve azamet telkin eder fakat biz onları işitmeyiz ve görmeyiz. “Ed-dinü’l-muamele” hükm-i nebevisini hem akıl ve hem vicdan ile düşünürsek Müslümanlığın nereden başlayarak ne gibi bir gaye-i ictimaiyyeye doğru gittiğini hiç değilse bir fikir ve tasavvur şeklinde anlayabiliriz: Fil-hakika bütün dünya şuununun yüzde doksanını muamele teşkil eder. Ve ferdlerin müteselsil ve biri birine murtabıt muamelelerinde de cem‘iyet umuru husule gelir. Müslümanlık ise kardeşlik demek olduğu için bunun eseri her halde muamelenin ictimaı şeklinde zahir olacaktır. İctimai esaslar nasıl bir nizam-ı umumi ve kesret-i medeniyyede ne türlü bir vahdet-i ma‘neviyye arıyorsa Müslümanlık da o gayeye -basit olduğu kadar- samimi ve tatbiki bir şekilde ta‘mime çalışmış ve epeyce zamanlar muvaffak olmuştur. “Ed-dinü’l-muamele” esası bizi pek çok sahifelerin düşündüremeyeceği bir te’sir altında ikaza kafidir. Elverir ki elde ilim ve gönülde irfan olsun! Biraz düşünürsek muamele sa‘ydir muamele hayattır muamelede akıl ve vicdan amildir. Doğru ve düzgün muameleler doğru düşünen ve doğru hisseden vücudlardan doğar. Bu nazariyeyi hey’et-i miz varsa hepsi kendiliğinden ortaya dökülür… Aklı olan eli ayağı tutan -fakat her şeyden evvel aklı olan- herkes çalışır. Teavün ise bir hey’et-i ictimaiyyenin sevk-i tabii yahud daha insancası hükm-i vicdan ile ekseriya haberi bile olmayarak yaptığı bir harekettir. Müslümanlık ise çalışmak dini zenginlik dini refah ve saadet dini yükselmek ve insanlık lezzetini tatmak dinidir. Yalnız bir şartını zikredelim: Muavenet-i ictimaiyyenin acaba “zekat”dan daha kibarane daha ince ve daha gürültüsüz hatta daha medeni ve adilane bir tarz ve şekli var mıdır? Müslümanlığın beş şartından biri ve daima ibadet-i şakirane ile beraber mezkur olan zekat bize ikinci bir varlık daha izafe eder ki o da kendimizden ve nefsimizden başka bir de evladından bulunduğumuz İslam hey’et-i ictimaiyyesinin uzvu olmak kuvvetimizdir. Fakat ictimai noksanlarımızın kesret ve gılzetine nazaran her halde yine ictimai bir çok nakayıs ve seyyiattan muztaribiz. Çünkü bu yüzden mülkümüzde felaketler mülteciler ma‘luller yetimler bi-kesler dilenciler ne kadar çoksa melce’ler daru’l-acezeler daru’l-eytamlar hastahaneler de o kadar az.. Şu hazin çoklukla bu elim azlığı yapan sebeb ne ise onu bulup çıkarmaya yine mecburuz ve borçluyuz. Çünkü Müslümanlığın cari olduğu yerde bu kesret ve kılletler bulunmayacaktı. Çünkü bir müslüman diyarında hiçbir din kardeşi musab halde sürünmeyecekti. Ve çünkü bu nakayısa bu fecayia hiç değilse beş şarttan biri daima hakim ve nigehban olarak yetişecekti. Müslümanlık meşakk-ı hayatı tahfif vezaifi teshil mukavemet-i ma‘neviyyeyi tarsin hususunda i‘cazkar bir kudrete maliktir. Müslümanlar kadar dünyada gurbet ve bi-keslik hissetmeyecek ve her yerde bir teselli bir ümid bir nevaziş bir tesanüd bulacak hiç kimse yoktur. Müslümanlığın namazgahı nasıl küre-i arz ise mülkü ve me’meni de alem-i İslam’dır. Fakat biz bugünün ahkamına göre o derecesine gitmeyerek kendi içimiz ve milli yurdumuzdaki kendimizi düşünelim fakat bir ruh-ı müşterek ve bir fikr-i müşterekle daima cem‘iyet hissiyle düşünelim. Ferdiyetten cem‘iyete yalnız söz ve gözle değil fiil ve basiretle girmek yollarını öğrenelim. Böyle olmazsa zenginimiz yine fakir ve dünyamız zelil olmaktan kurtulamaz. Şu kadar ki bunları yalnız düşünmek bizim için hiç de kafi değildir. Çünkü hal-i tabii derecesinde içimize yerleşmiş olan fesad-ı infiraddan çıkmaya bizi da‘vet edeceğinden o vakit büyük bir azim ve karara ihtiyac vardır. Ve mesela her sınıf kendi seviye ve muhitine göre fenalıkların birer başka türlüsüyle ma‘luldür. Tenbellikten garazdan hubb-i nefsden riya tama‘ emniyetsizlikten ve bunların hepsini takriben ihata etmek derecesinde müessir olan cehilden fena halde hastadır. Bizi ictimai şekilde düzeltmek için mutlaka ahlak-ı taklidi mahiyette olmamalıdır. Vukufa müstenid bir iman taşımalıdır. Bu da ancak cehli izale ile ve bunu izale ederken evvela ma‘lumattan ziyade terbiye-i ahlakıyyeye son derece ehemmiyet vermekle olacaktır. Terbiye yahud ahlak taklide müstenid olursa sağlam kalamayacağından yine garbın önünde zaif ve na-tüvan kalır. Fakat bu tedrici tekamüle vaktimiz var mıdır? Fil-hakika yoktur. Ve olamadığı içindir ki en kestirme yolu aramak zaruridir. Bu da ancak dinin sırf ahlaki telkinatıyla mümkün olabilir. Ammeyi ikaz için daima bu yol tutulmuştur. İş başında dini hakkıyla ihata etmiş ve “ed-dinü’l-muamele” “ed-dinü’n-nasiha” düsturlarını akıl ve vicdanıyla anlamış müslümanlar çocuklar için gençler için havas ve avam için devamlı ve ruhlu neşriyatta en lüzumlu mebadi için samimi telkinatta bulunmaya başlamalıdır. Büyük bir din medeniyyeti görmüş olan bizler kadar kitabı az bir kavim yoktur. Bütün ma‘lumatımız zekamız medeniyetimiz maarif ve irfanımız payitahttan bed’ ile şehirler ve kasabalar ocak gibi ammeden mehcur bırakılmıştır. Eskiden buna sebeb saraylarla o saraylardan korkan ve kendindeki muazzam kuvveti göremeyerek o saraylara arz-ı ubudiyet ve teslimiyet eden alimler idi. İslam’ın edvar-ı azamet ve saadetiyle bugünkü halimiz beynindeki gaflet ve zaaf derecatını Bugün ise birçok felaketlerden doğup büyümüş olan fenalıklara karşı kat‘i bir cidal bize ya hep ya hiç! diye bağırıyor. Bir yandan ahaliyi her yaşına her sınıfına göre ale’ddevam müslümanca bir halk hükumetinin saf çehresi ve faal elleri halkın en halis dostu olarak içine girerse selameti bulduk demektir. Böyle İslami bir usul efkar-ı hazıraya kat‘iyyen yabancı gelmedikten maada bilakis pek tabii ve şayan-ı hürmet bir ciddiyet arz eder. Avrupalıların zaten yaptıkları nedir? Ale’d-devam tedris ve terbiye değil mi! Biz fazla olarak ahlak-ı İslamiyye’den ayrıca feyz alacağız. Bu hufre-i nisyana gömülmüş cihan-değer hazine-i insaniyyetten ni‘metlere müstağrak olacağız. – Hülasa ahlak ve maarif-i İslamiyyeye dört el ile sarılarak onu beyne’n-nas en müessir ve kısa tariklerle telkinden başka bize çare-i necah yoktur. İdare siyaset seniz sayınız– bunların hepsi Müslümanlık hissiyatıyla hazırlanmış bir ahlak kitabının içindedir… Buna dair ikinci makalede izahat vereceğiz. Sudurü’l-ahrar kuburü’l-esrar Ne güzel hakikattir: Bilgisizlik ve ahmaklık bağlarından azade olanların içi sırların hazinesi ve kabridir. Onlar kendilerine tevdi‘ edilen her sırrı dimağlarına gömerler bir daha meydana çıkarmazlar. Muhafaza-i sır akıllerin ifşa-yı sır ahmakların karıdır: “Lisanü’l-akıl fi kalbihi ve kalbü’l-ahmak fi lisanihi Akıllıların dili kalbinde ahmakların kalbi de dilindedir” denilmiştir ki pek doğrudur. Ahmak hatırına gelen her şeyi işittiği her sözü kendisine emanet edilen her sırrı söyler. Bu gibilere lisanımızda boşboğaz derler. Boşboğazlık en ziyade ma‘lumat-füruşluktan veya zemmamlıktan rın işidir. Merdlik ve kemalat insanın dilinden ve fikirlerinden meydana çıkar. Bizde niçin belli başlı bir iş yapılamıyor? Çünkü: Serde boş boğazlık vardır! İşittiğimiz her şeyi avuç avuç aleme dağıtmaya çalışırız. Tevdi‘ edilen esrar içimizi kurt gibi yer; mutlaka bunu söylemek isteriz. Halbuki din bu fena ahlakı hiç beğenmiyor: Nemime –ki temeli ifşa-yı sırdır– hakkında başlı başına bir sure-i celile nazil olmuştur. Bunda nemimeci için veyl cezası ta‘yin buyuruluyor veyl demek helak demektir. İfşa-yı sır eden ferdler helak olurlar. Milletler de keza… Büyük Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri dahi buyuruyorlar ki: – İfşa-yı sır edenler kabirde çok azab çekeceklerdir. – İfşa-yı sır edenlerin dili kıyamette ateş olacaktır. – İfşa-yı sır edenler cennetin kokusunu duyamayacaklardır. Demek ki ifşa-yı sır dinen de merduddur. Bu fena ahlak müslümanlara hiç yakışmaz. Fakat bunun en fazla zebunu ve mübtelası olanlar -maatteessüf- yine müslümanlardır. Hıristiyanların ağzı adeta mühürlüdür. Hiç bir hıristiyan ifşa-yı sır etmez. Hatta çocukları bile. Bunlar için kaide: – Seri vermek sırrı vermemektir! Hele milletlerine aid olan esrarı darağaçları bile meydana çıkartamaz. Bu pek iyi bir haslettir ki müslümanlar boğazlığını bilen eslafımız: – Söyleme dostuna söyler dostuna! demiş. Ne güzel darb-ı meseldir. Araplarda da buna yakın bir darb-ı mesel vardır: “İki kimseden geçen yahud iki dudaktan geçen her sır duyulur yayılır.” Cenab-ı Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki: Meclisler emanetle kaimdir. Yani meclislerde mahfillerde cami‘lerde söylenen sözler sırlar emanettir ki bunu meydana çıkarmak hıyanetten başka bir şey değildir. Bektaşi sırrı nasıl meydana çıkmazsa bizim sırlarımız da öylece ifşa edilmemek lazımdır. İfşa-yı sırdan husule gelen zararlar pek elimdir: Bir kere ferdler bu yüzden birbirine girişirler; ahenk-i vahdet kalmaz. Saniyen o sırların ifşası yüzünden düşmanlar dır ki: hülasası neticesi helaktir. Hele muharebe ve millet işlerinde sır vermek ne büyük ihanettir! Din kardeşlerimi Konya Meclis-i Umumisi a‘zasından fazıl-ı muhterem Şükrü Efendi’nin “oturak” denilen kadın oynatmak fi‘l-i kabihinin ictimai ve ahlaki mazarratlarından bahs ile bu fi‘l-i mekruhu ale’l-ıtlak irtikab edenler hakkında mevzu‘ cezanın teşdid olunması hususunda hey’et-i umumiyye riyasetine verdikleri bir takrir münasebetiyle Konya’da münteşir “Öğüd” gazetesi uzun ve mühim bir makale neşr ediyor. Şayan-ı dikkat gördüğümüz bu makalenin bazı fıkralarını aynen nakl ediyoruz: “Şükrü Efendi bu takrirleriyle büyük küçük bütün hey’et-i ictimaiyyenin takdir ve tebriklerine layık oldukları gibi biz de kendilerine bu takrirlerinden dolayı ahlak-ı umumiyyenin salahı namına beyan-ı teşekkürü vecibeden addederiz” Öteden beri Anadolu’da bilhassa Konya’da Şükrü Efendi’nin dedikleri gibi kadın oynatmak yüzünden o kadar feci‘ ve kanlı cinayetler ika‘ edilmiştir ki bunları görmek işitmek değil hatta hatıra getirmek bile insanın tüylerini ürpertir. Mehakim-i adliyye dosyaları tedkik edilecek olursa bu kötü adet yüzünden ne babayiğit kahramanların hak-i helaka serildiği ne tatlı aşiyanelerin zehirlerle dolduğu derhal göze çarpar. Evvelleri evli erkekler ne kadar genç ve ne kadar kabadayı olsalar kadın oynatmaktan utanırlardı şimdi bulunmaktan asla haya etmiyorlar. Halbuki bir çok köyler biliriz ki gençler babaları dedeleri hatta köyün ihtiyarları yanlarında olduğu halde icra-yı aheng etmekten zerre kadar tehaşi etmezler. Vaktiyle kazara bir köye böyle bir fahişe sokulmuş olsa bütün köylü ayaklanarak kainatı alt üst eder ve o fahişeyi yerin dibine girse bulur ve asla hatıra gönüle bakmayarak failini örfi bir surette tecziye ederdi. Halbuki şimdi köyde değil nikahlı refikası yanında kötü avret bulundurmak bile şayan-ı takbih olmuyor. Çünkü mevzu‘ kavaninin efrada te’min ettiği münasebetsiz serbesti mahallin örfi kavaidinin tesiratını sıfıra indirdi. Bu suretle büyüklerin nüfuzundan kurtulan delikanlılar fuhşu her türlü şaibe-i töhmetten masun olmak lazım gelen aile harimine kadar soktular. önü alınmazsa tahribatını her gün bir şekil ve surette tevsi‘ eden bu yaranın bütün hey’et-i ictimaiyyeyi kangren haline koyması müsteb‘ad değildir. Bugün firengi denilen maraz-ı meş’umun dendan-ı tahribi altında kıvranan gençlerin mikdar-ı sahihine vakıf olsak pek müdhiş bir yeis ve hüsran derhal hüviyetimizi sarsar. Bir taraftan kanuni tedbirler düşünmekle beraber diğer taraftan köylerde ve şehirlerde nafizü’l-kelim ve şayan-ı hürmet zevattan mürekkeb ahlak encümenleri teşkil ederek bu korkunç yaranın çare-i tedavisini aramalıyız. Zira felaket mukarrerdir… Hep takdir ederiz ki Türk bünye-i ictimaiyyesini korkunç bir harabiye sürükleyen başlıca üç menba‘-ı seyyiat vardır: Zina içki kumar… Hükumet-i milliyyemizin kahhar bir satvet-i medeniyye ve diniyyesiyle birinin bi’l-külliye ve diğerinin kısmen ocağına incir ağacı dikildi. Men‘-i müskirat kanunuyla bela-yı işret sevgili memleketimizden kısmen mündefi‘ olup gittiği gibi zinanın kısm-ı alenisi de Konya’da diyar-ı ademe gönderildi. Fuhşun bir kısm-ı hafisi olan kadın oynatmak seyyiesi de biraz evvel arz ettiğimiz adli ve ictimai tedbirlerle izale edilebilir.” Makinenin yeri değiştirildiğinden dolayı Sebilürreşad ’ın bu nüshası ancak bugün çıkabilmiştir. Muhterem kari’lerimizin ma‘zur görmelerini temenni ederiz. Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul yahudilere karşı harp ediyorlardı. Galebe çaldıkları takdirde dindaşlarının yurdlarını yıkıyorlar kendilerini topraklarından sürüp çıkarıyorlardı. Halbuki müşrikler bir yahudiyi esir ederlerse birbirine karşı harp eden her iki yahudi fırkası birleşip para toplayarak fidye veriyorlar ve o yahudiyi esaretten kurtarıyorlardı: Araplar yahudilerin hareketini ta‘kib ediyordu. – Nasıl oluyor da hem dindaşlarınızla muharebe ediyorsunuz hem de içlerinden esir düşen olursa fidye verip kurtarıyorsunuz? diyordu. Yahudiler de: – Biz onları fidye verip kurtarmakla me’muruz. Kendileriyle mukatele haramdır. – O halde niye mukatele ediyorsunuz? – Müttefiklerimizin mağlubiyet zilletine uğramasından haya ederiz de onun için. Yahudiler ma‘siyet ve zulme müstenid teavünlerle birbirini öldürdüler. Kitaplarındaki muharrematı mübah gördüler. Birbirlerine düşmek birbirlerine düşman olmak larını perişan edecek istiklallerini bitirecek mevcudiyetlerine hatime çekecek avakıb-ı elimeyi düşünemediler. Dindaşlarına karşı yabancı tavrı takınarak başka milletleri mahrem-i esrar ittihaz etmenin ne yaman neticeler vereceğini bilemedikleri için dayandıkları rükünler yıkıldı. Şevketleri saltanatları sarsıldı gitti. Akvam-ı galibe tarafından mülkleri ve kendileri taksim edildi. Artık her yerde ve her zaman hunriz fatihlerin hücumuna gaddar müstevlilerin zulmüne hedef oldular. Yahudiler ayrılık gayrılık esbabından çekinmiş dindaşlarından başkasına müzaherette bulunmak yüzünden tevellüd edecek akıbeti düşünmüş olaydılar saltanatları devam eder şevketleri müzdad olur düşmanlarını mehabet istila ederdi de böyle avcı önünden kaçan şikar sürüleri gibi bulundukları yerde diğer milletler tarafından koğulup durmazdı. Lakin bunlar aralarındaki rabıtayı kendi elleriyle parçalıyorlardı. Yurdlarını kendi elleriyle yıkıyorlardı. Düşmanlarını kendi dindaşlarına karşı yine kendileri galib çıkarıyorlardı. “Sizlerden bunu işleyenin cezası hayat-ı dünyada rüsvalıktan başka bir şey değildir.” Meal-i kerimi: “ Hani bizler sizlerden birbirinizin kanını akıtmayacağınıza dair ahid almıştık. Sizler de bu ahdi kabul etmiş nakz etmeyeceğinize şehadet eylemişdiniz. Ey evvelce bu ahdi kabul edenler! Şimdi birbirinizi öldürüyorsunuz ve içinizden bir kısmınızı -aleyhlerinde ma‘siyet ve zulme müstenid teavünlerde bulunarak- yurdlarından çıkarıyorsunuz. Bununla beraber sizlere esir olarak geldikleri vakit fidye verip kurtarıyorsunuz. Halbuki onların yurdlarından çıkarılması da sizin için haramdır. Yoksa sizler kitabın bir kısmına inanıyorsunuz da bir kısmını hayat-ı dünyada rüsvalıktan başka bir şey olamaz. Kıyamet gününde ise böyleleri azabın en şiddetlisine sürükleneceklerdir. Allah sizlerin yaptıklarınızdan gafil değildir. ki ne azabları tahfif edilecek ne de kimse kendilerini kurtarabilecektir. nasranilere mecusilere aid olmak üzere irad eylediği kıssaları teemmül edince bunların bizzat akvam-ı İslamiyye hakkında nazil olduğunu zanneder. Zaten alem-i İslama bu fesad eskiden beri hücum etmişti. Hatta Ömer bin elHattab radiyallahu anhden rivayet olunur ki kıssa-i Beni olunan sizsiniz başkası değildir” demiştir. Bu ayet-i kerime bize gösteriyor ki Cenab-ı Hak Beni Hazret-i Musa’nın canib-i Kibriya’dan getirmiş olduğu Tevrat’ın ahkamına inkıyad ile birbirlerinin kanını dökmeyeceklerine müşriklerle bir olarak dindaşları aleyhine kıyam etmeyeceklerine dair olan ahd ü misakı kabul ettikten sonra bu suretle nakz-ı ahd ederek zulüm ve isyana dalmaları nezd-i ilahide nasıl müstevcib-i ikab olmuştur. dimizin zaman-ı risaletlerinde bu tarzda hareket etmişti. Vak‘a şundan ibarettir: Yahudi olan Kurayza kabilesi müşrik olan Evs ile müttefiktiler. Kezalik yahudi olan Nuzayr kabilesi de müşrik olan Hazrecin müttefiki idiler. Binaenaleyh her yahudi kabilesi müşrik olan müttefikleriyle birlikte diğer Yahudiler hayatın değersiz metaına rağbet ederek Arap müşrikleriyle ittifaklarından te’min edebilecekleri Arap kabileleriyle müttefik olur sonra diğer kabilelere karşı harp ederdi. Hatta bu harp kendi dindaşlarının kıtaline müncer olsa bile çekinmezlerdi. Bu hareketleri mayüllerinden bir de bu suretle elde edebilecekleri hutam-ı dünyaya tama‘larından başka bir şeyden değildi. Evet bunlar yalnız içinde bulundukları eyyamı hoş geçirmek cem‘iyetleri tarumar olur aralarındaki rabıta kırılır muhabbet nefrete inkılab ederse halleri nereye varacağından gafil oldular efradı arasında ayrılık gayrılık hisleri hakim olan büyük büyük milletlerin nasıl izmihlal uçurumlarına yuvarlandıklarını bilemediler düşünemediler. Yahudiler birbirine karşı yabancı birbirinden ayrı yaşamak suretiyle ele geçirebilecekleri değersiz bir hayata müstakil hakim bir ümmet olmak suretiyle te’min edecekleri asil necib bir hayatı feda ettiler. Bu ikinci hayatı satıp mukabilinde birincisini aldılar. Allahü Zü’l-celal’in yahudiler hakkındaki tehdidi asarı tecelli etti: Bunların şevketi izzeti yalnız o hoş geçirmek istedikleri mahdud eyyama inhisar etti. Az zaman sonra gerek kendilerine gerek kendilerinden asırlarca sonra gelecek milletdaşlarına zillet esaret mukadder oldu. İşte yakın fakat az olan bir metaa mukabil uzak fakat azim olan bir metaı feda edenlerin akıbeti budur. Cenab-ı Hak bunlara dünyada isabet edecek azabın şedid olmasını hiçbir zaman hiffet bulmamasını takdir buyurdu. Onun için kendileri başka milletlerin guna gun mezalimine uğradıkça her taraftan esaret zincirleriyle kuşatıldıkça ne kadar feryad etseler ne kadar istimdad etseler canib-i kibriyadan hiçbir nusrete nail olamazlar. Bu Allahü Zü’l-celal’in vaid-i ilahisidir ki asla tahallüf etmez. Ne kadar ümmetler vardır ki emr-i ilahiye isyan etmiş aralarındaki vahdeti camiayı nazar-ı istihfaf ile görmüş efradı yalnız kendi mahdud günlerini hoş geçirmek için elde edecekleri şahsi menfaat mukabilinde hayat-ı milliyelerini sıyanetten yüz çevirmiştir. Bünyan-ı mevcudiyetleri yerlere serilmiş kendilerinden artık dünya yüzünde bir hatıra bir iz bile kalmamış bugün adı sanı belirsiz bir yığın akvam-ı salife arasına karışmış gitmiştir. Yahudiler bir zaman dünyanın büyük bir kısmını elde ederek hükümlerini nüfuzlarını yürüttüler. Lakin bu şevket ve saltanatı müteakib ruhları küçüldü. Arzuları hasis oldu. Kendi hayat-ı ferdiyyelerinde acilen sahib olacakları mal mansıb gibi şeylerle iktifa ederek Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyleri ayırmaktan dünya yüzünde fesad çıkarmaktan çekinmez oldular. Cenab-ı Hakk’a verdikleri ahde misaka mübalatta bulunmayarak kendi milletlerinin kanını kendi elleriyle akıttılar. Bu da sırf esnama tapan müttefiklerine müzaheret ve bu yüzden elde edecekleri mal ve mansıba tama‘ saikasıyla oldu. Yahudiler hakkındaki kanun-ı ilahinin hükmü yerini bulmuştur. Bundan sonra müslümanların gözlerini açmak ve bir millet arasındaki tefrikanın inkısamın ne gibi bir akıbet tevlid edeceğini kendilerine göstererek efrad-ı ümmet arasında Cenab-ı Hakk’ın “Mü’minler kardeşten başka bir şey değildir. Onun için kardeşlerinizin arasını bulunuz ve Allah’dan korkunuz belki bu suretle merhamet-i ğu rabıta-i uhuvveti tahkim ve te’yide teşvik için Kitabullahda bir çok ayat-ı kerime tevali etmiştir. Lakin ayetler tehdidler aklı başında olmayan bir millete acaba ne faide te’min edebilir? Kur’an-ı Kerim bizlere yahudilere aid o kadar şayan-ı de müslümanların hayat-ı siyasiyyesi bu feci’ şekli alırdı! Cenab-ı Hak Kur’an’ında müslümanları birbirine kardeş etti. Resul-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz de bunları birbirini sevmek birbirine karşı merhametli şefkatli bulunmak birbirine acımak hususunda a‘zasından birine bir elem isabet ettiği zaman diğer a‘zasının da ateş gibi uykusuzluk gibi a’razı ızhar suretiyle o uzvun acısına iştirak eden yekpare bir vücuda benzetti. Pekala! Acaba asırlardan beri gelen ümem-i İslamiyyeden hangisi vardır ki efradı arasında Kur’an-ı Kerim’in kendilerinden almış olduğu şu ahde ve misaka tevfik-i hareket etmiş olsun? Yine o ümmetlerden hangisi gösterilebilir ki bir felakete bir musibete uğramış olsun da diğer bir ümmet-i İslamiyye onun elemine iştirak etmiş bulunsun? Müslümanlar arasında Osman bin Affan radiyallahu anh zamanından ta bizden evvelki nesle kadar meydan alan mücadeleleri muharebeleri akınları yağmaları misal olarak serd etmeye lüzum yoktur. Çünkü nesl-i hazır kendisi için o kadar nahoş o kadar mucib-i ar hareketlerde bulunmuştur ki müslümanların ciğerini parçalamaya İslam’ın istikbalini her yerde bedbaht etmeye kafidir. bulunan Berberi ve Arap müslümanları! Bunlar durmaksızın dinlenmeksizin birbirleriyle çarpıştılar boğuştular. Nihayet azimleri yoruldu. Siyasetleri tarumar oldu. Kendi nefislerine karşı kurulan tuzaklarla meşgul olmaktan devletin milletin mesalihi ile iştigale vakit bulamaz olduYž lar. Dahildeki desais ile oyalanmaktan hariçteki düşmanların gerek kendilerine gerek İslamiyete karşı tertib ettikleri dolapları düşünemediler. Bugün kelimenin bütün ma‘nasıyla perişan olarak nihayet fütuhat peşinde koşan kavi milletlere hazmı kolay bir lokma haline geldiler.O kadar kolay ki Fransa hükumeti o koca memlekete himayesini temdid için kendisinden bir can bile telef etmedi. Bu diyarın kadim olan istiklalini mahv için tek kılıç bile kırmadı. Bundan evvel Mısırlılar arasında da aynı münazaalar aynı muhasamalar meydan almıştı. Nihayet bu ayrılıklar gayrılıklar gerek havas gerek avam arasında bir dereceyi buldu ki saltanatları istiklalleri elden giderek hiç harp etmeksizin memleketlerini işgal eden İngiliz hükumetinin reayası haline inkılab ettiler. Şayed numunelerin en yenisini gözünüzün önünden geçen faciaların en elimini isterseniz işte İran hükumeti ki bir mengene içinde sıkışıp kalmışken bir taraftan saltanat mansıb mücadeleleri; diğer taraftan ahaliye karşı zulüm yağma rezaletleri arasında dünyayı görmeye meydan bulamadı. Nihayet dahili muharebeler bütün ricali bitirdikten beytülmali soyduktan servet kuvvet menba‘larını kuruttuktan sonra şimalden Rusya cenubdan mahva kalkıştı. Ve bu maksadı istihsal için o mengeneyi biraz daha sıkıştırarak milletin zaten gevşemiş yumuşamış mafsallarını kemiklerini kolaylıkla ezivermekten başka bir harekete muhtac olmadı. Lakin niçin numunelerimizi uzaklardan getirmek suretiyle kari’lerimizi yoruyoruz. İşte Osmanlılar gözümüzün önünde duruyor ki akvam-ı İslamiyye arasında ondan başka istiklaline sahib bir millet kalmamıştır. Bu yegane müstakil hükumet-i İslamiyyenin ferdleri cemaatleri arasında şiddetli muhasamalar mücadeleler hüküm-ferma oluyor. Hatta bu cemaatleri temsil eden büyük tanınmış bir takım ricalin tıbkı Mısır’a işgal Fas’a İran’a izmihlal felaketini getiren o meş’um harekata imtisal ettiklerini görüyoruz. Acaba bu menfur bu sefil hareketleri din-i mübinin desatiriyle Kur’an-ı hakim’in ayatıyla te’lif imkanı var mıdır? Kur’an-ı hakim milleti doğru yola sevk eder ve a‘mal-i salihada bulunanlara müebbeden kalacakları bir ecr-i cezil ile müjdeler. “İslam tevhid-i mutlak dini haline getirmiştir. Pekala! Asabiyet münazaaları mezheb mücadeleleri şahsi ihtiraslar aramızdaki vahdeti tarumar eder dururken biz nasıl olur da İslam’ın vücuda getirmiş olduğu o yekpare ümmetiz zannında bulunabiliriz? Kur’an-ı hakim bize bildiriyor ki Beni İsrail kendilerine taraf-ı ilahiden hüccetler beyyineler gelmiş olmasına rağmen sonraları tefrikaya ihtilafa düşerek yabancı milletlerle rını dökmüşler mallarını yağma etmişler. Bu hareketlerinin ceza-yı sezası dünyada daimi bir zillet ukbada ise ebedi bir azab suretinde tecelli etmiş. Pekala! Beni İsrail’in saptığı yoldan giden onların bu muavvec isrlerini ta‘kib eden ümmet-i İslamiyye’nin akıbeti de müzaherette bulundukları din düşmanları yüzünden ma‘ruz kalacakları esaret ve zilletten başka ne olabilir? Mısır gibi Hind gibi Trablusgarb gibi Tunus gibi Fas gibi erkan-ı istiklali yıkılan kıt‘alardaki müslümanların uğradıkları badireler bizim için ne acı birer lisan-ı ibrettir! O havalideki akvam-ı İslamiyye diğer taraflardaki kardeşlerini mahv için Ehl-i Salib ordularına yardım ediyorlar: Görüyoruz ki Mısırlı bir müslüman din kardeşi bulunan Sudanlı’yı tepeliyor Afrika’nın şarkından İtalyanların celb ettiği zenci bir müslüman Trablusgarb’daki din kardeşine saldırıyor Tunus askerleri Cezair askerleri mağrib-i aksadaki kardeşleriyle boğaz boğaza geliyor ğer tarafındaki müslümanların kanını dökerek yurdlarını tarumar ederek Salibe tapan milletlere kendi dindaşları aleyhine müzaherette bulunuyorlar. Bununla beraber mağrib-i aksa ahalisi için bugün Cezair Tunus askerlerine çe alevlenen mukateleler kendilerini bitirip duruyor. Fransa hükumetine haysiyetlerini şereflerini istiklallerini dinlerini ya gayet hasis bir menfaat yahud da gayet rezil bir emel gayet saçma bir hülya mukabilinde sattılar. Fransızlar onlara yalnız zabit silah para gönderiyorlar. Bu sersemler de birbirlerinin kanını seller gibi akıtıyorlar. Ne zaman aralarında vahdet namına rabıta namına hiçbir şey kalmaz; ne zaman buğz ve adavet son ferde varıncaya kadar hepsinin yüreğinde yerleşirse o zaman bu Fransa hükumeti memleket dahilinde vücuda getirdiği fırkaların her birine hücum ederek büsbütün ortadan kaldıracak o zaman bütün memleket kendi kabza-i esaretine geçecektir. Allah’ın ahdini kendilerinin kardeşlerinin kanını dökmekten yurdunu yıkmaktan hanümanını söndürmekten ve bu suretle düşmanları olan Ehl-i Salibe yardım etmekten utanmadılar çekinmediler; elbette böyle bir akıbeti kendilerine getirmiş oldular. Bunlar hayatlarında uğradıkları felaketin zillet ve esa-retin biraz şiddetten düşmesini mi ümid ediyorlar? Yahud Allah’ın kendilerine nusret vereceğini mi bekliyorlar? Yemin ederim ki bütün bu emeller bütün bu hülyalar beyinsizlikten başka bir şey değildir. Bilmiyorlar ki Cenab-ı Hak ebedi olan bir varlığı üç günlük hayat mukabilinde satanların elden çıkaranların en şedid azaba uğrayacağını; hiçbir yardımcı bulmayacağını kitab-ı keriminde sarahaten beyan buyurmuştur. Acaba gafletleri yüzünden tefrikaları yüzünden bugünkü hale gelen o müslümanların düştükleri zillet kadar ağır bir zillet tasavvur olunabilir mi? İşte kadınları çolukları çocukları düşman memleketlerinde düşman pazarlarında satılıyor. dınlarına kızlarına ecnebi zabitleri ecnebi askerleri tarafından taarruz edilir; biçarelerin ismetleri iffetleri ayaklar altında çiğnenirse artık İslam için bundan daha şeni‘ bir hacalet tasavvur olunur mu? Asırlardan beri sahibi olduğumuz memleketlere gelen yabancılar bize hakim olursa ne muamelat-ı resmiyyede ne de şuun-ı ictimaiyyede bizimle müsavata bile tenezzül etmezse bilmem ki bundan daha ağır bundan daha sefil bir vaz‘iyet bulunabilir mi? Evet i‘tiraf etmeliyiz ki bizler bu akıbeti kesb etmiştik. Talie kadere bühtan doğru değildir. Çünkü Allahü Zü’l-celal yabancı milletleri kendimize yar-ı can ittihaz etmekten bizi tahzir etmiştir. Yahudilerin halini ibret makamında bizlere serd ederek şayed tehdid-i sübhaniye karşı lakayd kalırsak aynı felakete uğrayacağımızı sarahaten tebliğ buyurmuştu. Onun için müslümanlar Kitabullahda hali zikr edilen yahudilerin ka bir şey olamayacaktır. Çünkü Allahü Zü’l-celal adil-i mutlaktır. Zulümden münezzehdir. Hakimdir. Gaflet şaibesinden müberradır. Şunu da söyleyelim ki bu devirlerde gelen müslümanların hiçbiri için meydandaki umumi hacaleti umumi sukut ve izmihlali yalnız başta bulunan ümeraya yükletmek doğru değildir. Vaktiyle onlara kör körüne itaatleri yüzünden bu hale gelmişken şimdi onları tanımamaları onlardan teberra etmeleri kendilerine hiçbir menfaat te’min etmez. Müslümanlardan nicelerini görüyoruz ki düştükleri hazelan uçurumlarından feryad ederler kendilerini o felakete sürükleyen sefil rüesadan teberra eder dururlar. Erbab-ı dalale uymuş olanlar diyecekler ki: Ah dünyaya bir daha dönmek kabil olsaydı da onlar şimdi nerden nasıl teberra ediyorlarsa bizi nasıl tanımıyorlarsa biz de öylece kendilerinden teberra etsek onları tanımasak….” Bununla beraber bu sersemler düşmüş oldukları zillet ve sefalete rağmen hala kendilerine doğru yolu göstermek un-ı ictimaiyyelerini ıslah etmek için hayatını vakf eden fedakaran-ı milletin bu hususdaki mesaisi mücahedatı kendi sefil rezil menfaatlerine uymadığı surette zavallılara her türlü fenalığı ika‘ etmekten çekinmezler. Bunlar aşağıda gelecek ayat-ı kerimede hikaye buyurulduğu vechile tamamıyla Beni İsrail’in tutmuş olduğu yolu ta‘kib ediyorlar.. EY MÜSLÜMANLAR UYANINIZ HAREKETE GELİNİZ! Bismillahirrahmanirrahim Ey müslümanlar: Yollarınız kesilmiş tehlikeler her taraftan sizi sarmışken hala ne bekliyorsunuz? Düşman İslam’ın mukaddes beldelerini en kıymetdar memleketlerini en güzel topraklarını yed hayatınıza zaaf tari olur sesleriniz kısılır cihanları dolduran nurlarınız sönerse akıbetinizin ne olacağını düşünmez misiniz? Salib etrafında toplanan milletleri kum yığınları gibi çok görerek onlara karşı kendinizi kuvvetinize rağmen zaif kesretinize rağmen az mı sanıyorsunuz? Onlar size ne kadar tuzaklar kurdular da kendinizi koruyamadınız? Ne kadar memleketlerinizi parçaladılar da karşı koyamadınız! Ne kadar dininize taarruzda bulundular da def‘ edemediniz. Onlar o hain o insafsız o medeniyet maskelerine bürünen vahşi düşmanlar ne kadar yurdlarınıza hakimiyet bayraklarını diktiler ne kadar yakanızdan paçanızdan tutarak sizi sürüklediler; sonra da zillet ve meskenet hufrelerine atmaktan zerre kadar çekinmediler. Nihayet memleketlerinizi yağma namuslarınızı paymal her yerdeki hukukunuzu da selb ettiler. Balkanların yetim vilayetleri…! İşte düşman zulmü altında manlar tevhidin şu‘legahı olan cami‘lerden envar-ı İslamiyyenin meşrıkı olan minberlerden bugün ma‘mur kalmış tek bir mescid yıkılmamış tek bir minber bulabilir misiniz? Hayır hayır! Ehl-i küfr hep o mescidleri şirke makar ittihaz ettiler. O minberlere papaslarını oturttular. O minarelere çanlarını taktılar. Gidiniz bütün bu esarete düşen memleketleri geziniz! Göreceğiniz hep feci‘ haileler acıklı figanlardır. Uzaklara gitmeye dünya ile alakaları kalmayan milletlerden misal getirmeye [ne] hacet. İşte kendi memleketlerinizde o kafirlerin başınıza getirdikleri musibetleri görüyorsunuz. Birer birer bütün İslam devletlerini mahvettiler. Bugün devletimizden başka din-i mübinin istinadgahı olacak hiçbir saltanat kalmadı! Nerede o Asya’nın İslam devletleri? Nerede o dinin hamileri olan Afrika sultanları? Hep o saltanatlar munkarız oldu. Bütün o ümera bütün o padişahlar zelil oldu. Bugün onların yıkık harabelerinden silinip gitmiş eserlerinden başka ne görüyoruz? Yalnız ötede beride bir takım perişan miskin milletler ki üzerlerine savlet olunuyor da müdafaaya muktedir olamıyorlar.. Gözleri önünde her gün türlü türlü tuzaklar kuruluyor da o derin uykudan gözlerini kaldırmıyorlar… Bütün mal ve mülkleri gasb olunuyor da hiçbir ses çıkarmıyorlar..! Sübhanallah! La havle vela kuvvete illa billah! Bunlar o dünyaları feth eden gazilerin Bahr-i Muhit-i Atlasi’den Çin’e kadar saltanatları imtidad eden o kahramanların sülalesinden değil midirler? Kralların imparatorların tac ve tahtlarına varis olan büyük büyük ordularla saltanatları deviren Avrupa’nın şarkında garbında Kelimetullahı mudur? Bunlar iki yüz seneden beri Ehl-i Salib hücumlarını def‘ eden o şeci‘ mücahidlerin evladları değil midir! O mücahidler ki yüzlerce sene uğraştıkları halde hiçbir zaman kuvvetlerine halel tari olmadı kılıçları kınına girmedi hiçbir zaman vahdetleri tefrika yüzü görmedi sancakları sernigun olmadı? Lakin onlar besaletle şecaatle mümtaz idiler; Allah yolunda cihadlarında sabit kadem Fazl-ı sübhanisiyle onları muzaffer eyledi. Hiçbir zaman fenalık acısını tatmadılar. Ey tevhid ehli! Ey bu şanlı tarihin sahibleri! Eğer cenneti hirler akıyor pür-taravet ağaçlarının gölgeleri uzanıp gidiyor. Leziz meyveleri dallarından sarkıyor. Bütün bu niam-ı ilahiyye kılıçların gölgeleri altındadır. Yok eğer fedakarlık göstermeyen zillet ve meskenet içinde hayatını sürükleyip de nefislerini vatanlarını düşmanın hücumundan müdafaaya muktedir olmayanlar hiç bir zaman remezler. Silahı elinizden bıraktıktan cihad meydanlarını terk ettikten sonra akıbetiniz ne oldu gördünüz. Evet gördünüz ki: Ehl-i Salib sizi köleler haline soktu kumaş tedavül eder gibi sizi evirip çevirdi hayvan gibi sizi teshir etti gördünüz ki: Padişahlarınızı nasıl zelil ettiler memleketlerinizi nasıl çiğnediler; eşrafınızı nasıl kahrettiler; mahremlerinizi nasıl kıldılar. Gördünüz ki: Sizin mukadderatınıza nasıl hakim oldular eslafınızın metrukatına nasıl kondular…! zafer ufuklarını açtı. Düşmanlarınızı tefrikalara düşürdü zaaf ve fütura uğrattı. Onların boyunlarını sizin ellerinize geçirdi; sakın bırakmayasınız. Allahü Zü’l-celal müslümanları cihadla düşmanlara karşı koymakla zillet ve esarete düşmemekle mükellef tutuyor. Şehidlere cennet sağ kalanlara da nusret izzet vaad buyuruyor: “Siz onlarla kıtal ediniz ki Allah onları sizin ellerinizle ta‘zib min olan müslümanların da sadrlarına şifa vererek kalplerindeki gayzı gidersin.” “Allah müminlerin kendilerine cenneti ihsan etmek üzere nefislunda cihad ederler öldürürler şehid olurlar Allah uğurunda Tevrat’da İncil’de Kur’an’da beyan edilmiş bir va‘d-i haktır. Acaba Allah’dan ziyade va‘dine vefa eden kim vardır? Öyle ise giriştiğiniz bu alış veriş ile müjdeleniniz fevz-i azim işte budur.” Konya’da münteşir “Öğüd” gazetesinin geçen nüshamızda münderic makalesinin ma-ba‘dıdır: “Şimdi yalnız ortada hanüman-suz ve hükumet kapısının harim-i ismetine kadar yaklaşmamış bir musibet daha vardır ki o da kumardır. Dar-ı şehnişin mukassi penceresinden erbab-ı ismeti daima tarassud etmekte olan bu göz de inşaallah pek yakın bir anda çıkarılıp atılacaktır. Bilinemez nasıl bir felsefe-i hukukiye ibtinaendir ki bu şeamet-engiz mahallerin müessislerinden ziyade bu te’sise icabet edenler neden kayd-ı mes’uliyyetten vareste bırakılıyor? Kuva-yı medeniyyesini istediği gibi sarf ve beyhude yere izaa etmesine neden meydan verilmek caiz oluyor. Biz bu babda da kuva-yı kanuniyyemizin salahiyet-i mahdudesini daha vasi‘ ve şamil görmek isteriz. Elverir ki hükumet-i milliyyemiz bunu tahattur etsin.. Şimdiye kadar meydana gelmiş olan müessesat-ı diniyyenin hemen kaffesi fuhşun aleyhinde bulunmuşlar ve bunun men‘i için birçok tedabir ittihaz etmişlerdir. Maatteessüf bu tedabir bilahare te’sirlerini gaib etmişlerdir. Zaruriyat-ı iktisadiyye insanlara diğer vazifelerini unutturmuş ihtiyac ve açlık birçok biçareganı saha-i sefalete atmıştır. İşte bu suretle fuhuş tedricen başlamış şim diki hey’et-i ictimaiyyede bir mevki‘ tutmuştur. Bunun önüne geçmeye cesaret edemeyen bunun için esaslı tedbirler yapmaktan aciz bulunan burjuva devletler yalnız fuhşun mazarratını tahdid için bazı kanunlar yapmakla kalmış ve fuhşun ceza-yı tabiisi olan pis hastalıklar kabahatli ve ma‘sum birçok canlar yakmıştır. Birçok kimsesiz ve muhtac kadın ve kızların zaruretinden istifade ederek kar etmek kapitalist memleketlerde bir san‘at olmuş ve esir pazarından başlayarak ırk-ı ebyaz ticaretine kadar fakir ve kimsesiz kadınların yüzünden ticaret edilmiştir. Kapitalist memleketler bu hal-i vahşete karşı yalnız sathi teessüflerle vakit geçirmiş ve mahdud ellerde toplanarak milletlerin mukadderatına hakim olmakta olan sermayelerin ashabı fakir ailelerin güzel kızlarını para mukabilinde elde etmeyi bir keyif addetmişlerdir. Zavallı beşeriyette yüz binlerce milyonlarca kadın ve kız bu suretle ashab-ı servetin elinde oyuncak olmuş ve fakr u zaruretlerine kurban edilmiştir... Cebhelerimiz: Cebhelerde ufak tefek müsademelerden başka ehemmiyetli bir hadise olmamıştır. Garbda sükunet vardır. Yalnız Bursa mıntıkasında bir hafta evvel bir keşif kolumuz İnegölü istikametinde ilerlemiş düşman müsademeye cesaret edemeyerek çekilmiştir. Mart’ın yedinci günü de Yunanlılar Kabaçınar’a doğru taarruz etmişse de bir çok maktul ve mecruh bırakarak ric‘at eylemiştir. Adana cebhesinde Gazi Ayıntab’ın sukutundan sonra Fransızlar şimdi Osmaniye Islahiye mıntıkalarında faaliyet gösteriyorlar. Ermeni fedaileriyle beraber tevhid-i mesai ederek taarruz edip duruyorlar. Mart’ta Toprakkale şimalindeki Tatarlar karyesine bir gün sonra Kanlıgeçid şarkındaki Karatepe mevziine ferdası tekrar Karatepe-Akçakoyunlu hattına taarruz etmiş ise de mukabil taarruzlarımızla bütün bu hücumları def‘ olunmuş kendilerine bir çok maktul ve mecruh verdirilmiştir. mevziimize vuku‘ bulan tecavüzü de def‘ olunmuştur. Londra Konferansı: Londra Konferansı’ndan henüz müsbet ve müfid bir netice istihsal edilememiştir. Gerek onlar gerek bizim murahhaslarımız şartlarını dermeyan ve nokta-i nazarlarını müdafaa etmişlerdir. Bizim hey’et-i murahhasa reisimiz Bekir Sami Bey konferans mukarreratının amal-i milliyyemizi tatmin edemeyeceğini söylemiştir. Konferansın mesi hakkındaki kararı Yunanistan’da büyük su’-i te’sir husule getirmiştir. Yunan Meclis-i Meb‘usanı Sevr Muahedesi’nde herhangi bir ta‘dilin kabul edilmemesine ekseriyet-i ara ile karar vermiştir. Şark mes’elesinin hallini arzu eden İtalya mahafil-i siyasiyyesinde Yunanlıların böyle serkeşane hareketi fena te’sir hasıl etmiştir. Yunanlıların Paris’de akdine teşebbüs ettikleri istikrazı da Fransızlar reddetmişlerdir. Amerika Reis-i Cumhuru Hardingin Türkiye istiklal-i millisinin muhafaza olunması İzmirle Trakya’nın tahliyesi lazım geldiği fikrinde olduğunu Avrupa ajansları tebliğ ediyor. Yeni Amerika reis-i cumhuru Ermenistan mes’elesine de müdahale için kendisinde bir hak görmediğini beyan etmiştir. Hindistan: Hindistan’da iğtişaşat devam ediyor ve gün geçtikçe kesb-i vüs‘at ediyor. Times gazetesi vaz‘iyeti vahim görüyor: Kıyam eden köylüler şarka doğru nüfuzlarını tevessü‘ etmektedirler. Rayballı şehrinde başlayan bu kıyam yüz yüz elli mil uzaklarda bulunan Feyzabad Mıntıkapur şehirlerine kadar sirayet eylemiştir. İhtilalciler on bin kadar tahmin olunuyor. İngilizler Leknev’den asker sevk ediyorlar. tırmaya muvaffak olamamışlardır. Kıyamcılar Allahabad üzerine gönderilen bir kıt‘a-i askeriyyeyi ric‘ate mecbur etmişler o havalideki mahsulatı müsadere ve yağma etmişlerdir. raftan asker gönderemedikleri cihetle Irak’daki orduyu Hindistan’a nakl ediyorlar. Moskova telsiz telgrafına göre Hindistan’da umum Hind ahalisini temsil etmek üzere muazzam bir kongre akdedilmiştir. Bu şimdiye kadar akd edilen ictima‘ların en büyüğüdür.. Kongre son hadde kadar İngiltere ile mücadeleye karar vermiştir. name akd olunmuştur. Tan gazetesinin beyanına göre bu muahede İran hakkındaki eski Rus siyasetinin tamamıyla değiştiğini tasdik ediyor ki bu hareket İngiliz-İran edilen bütün muafiyat ve imtiyazattan düyundan İran’ı ret-i resmiyyede feragat etmektedirler. Yani Çin’e karşı Boşevikler böyle hareket etmekle Çin ile İran Avrupalıların aleyhine tahrik etmek maksadını ta‘kib etmektedirler Bolşevik askerleri mürur u ubur salahiyetini haizdiler. sinden kat‘-ı ümid etmişlerdir. etmiştir. Yeni kabineyi teşkil için şah ile müzakerata başlamıştır. Şehirde sükunet iade edilmiştir. Darbe-i hükumet amilleri miyanında Ra‘d gazetesi müdiri Seyyid Ziya da vardır. Eski kabine a‘zaları tevkif olunmuştur. Milli kuvvetler rüesası şaha hürmet ettiğini dahili ve harici müşkilata karşı kuvvetli bir hükumet te’sis etmek arzusunda olduklarını beyan etmektedirler. Aksa-yı Şark: Çinlilerin Almanlardan harben zabt ettikleri beldeleri Versay Konferansı’nın Japonlara vermesi üzerine Çin had bir devreye girmiştir. Çin Japonya ile münasebetini kat‘ etmiş ve sefirini geri çağırmıştır. Sibirya tarafından gelecek her hangi bir nüfuza karşı müttehiden harekat vele-i askeriyyesi de fesh edilmiştir. Japonlar Çin arazisinde yeni tahşidat yapmaktadırlar. Bolşevikler de Çin amelesini Japonya’ya karşı şiddetle tahrik etmektedirler. Japonların şarkda tevessü‘lerini endişeli bir surette ta‘kib eden Amerika hükumeti Japon kuvvetlerinin Sibirya’dan çekilmesi için Tokyo hükumetine bir nota vermiştir. havalisinde halk ile yerliler arasında kanlı müsademeler olmuş ihtilalciler yolları köprüleri ber-heva etmişlerdir.. detle devam ediyorlar. İngiliz askerleri üzerine bomba atılan haneleri İngilizler yakıyor hak ile yeksan ediyorlar. Ahaliden ve İngilizlerden pek çok maktul ve mecruh vardır. Diğer taraftan ihtilalciler Şekberen şehri üzerine yürümektedirler. ha mühim müsademelerin vukuuna intizar olunuyor. mi beş milyon İngiliz lirası sarf etmişlerdir. akd ederek istiklal-i tam kabul edilmedikçe İngiltere ile kat‘iyyen müzakerata girişilmemesini taht-ı karara almışlardır. Ankara’da kain “Ahi Elvan” Cami‘-i şerifi imamı ve hatibi Hafız Ahmed Efendi mübtela olduğu hastalıktan kurtulamayarak irtihal etmiştir. Merhum sadası edası sureti sireti ilmi irfanı i‘tibarıyla emsaline az tesadüf olunan pek kıymetli bir zat idi. Meşahir-i huffazdan Nazillili merhum Hafız Ragıb Efendi’den teallüm eden merhumun Ankara’da bir hayli telamizi vardır. Ailesine ve muhterem Ankaralılara beyan-ı ta‘ziyet ederiz. Lillahi’lfatiha. Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Lakin hani bir nefhası yok sende ümidin? “Ölmüş!” mü dedin?.. Ah onu öldürmeli miydin? Hakkın ezeli fecri boğulmazdı a zalim Ferdaların artık göreceksin ki ne muzlim! Onsuz yürürüm dersen emin ol ki yürünmez; Yıllarca bakınsan bir ufak lem’a görünmez; Beyninde uğuldar durur emvacı leyalin; Girdaba vurur alnını koştukça hayalin. Hüsran sarar afakını yırtıp geçemezsin; Arkanda mı karşında mı sahil seçemezsin. Ey yolda kalan yolcusu yelda-yı hayatın! Göklerde değil yerde değil sende necatın: Ölmüş dediğin ruhu alevlendiriver de Bir parça açılsın şu muhitindeki perde. Bir parça açılsın diyorum çünkü bunaldın; Nevmid olarak nur-i ezelden donakaldın. Ey Hakk’a taparken şaşıran kalb-i muvahhid! Bir sine emelsiz yaşar ancak o da: Mülhid. Birleşmesi kabil mi ya iman ile ye’sin? Haşa! Bunun imkanı yok elbette bilirsin. Öyleyse niçin boynunu bükmüş duruyorsun? Hiç merhametin yok mudur evladına olsun? Doğduk... “Yaşamak yok size!” derlerdi beşikten; Dünyayı mezarlık bilerek indik eşikten! Telkin-i hayat etmedi asla bize bir ses... Yurdun ezeli yasçısı baykuş gibi herkes Ye’sin bulanık ruhunu zerk etmeye baktı... Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu bıraktı. “Devlet batacak!” çığlığı beyninde öter de Millette beka hissi ezilmez mi ki? Nerde! “Devlet batacak!..” İşte bu öldürdü şebabı; Git yokla da bak var mı kımıldanmaya tabı? Afakına yüklense de binlerce mehalik Batmazdı bu devlet “batacaktır!” demeyeydik. Batmazdı... Hayır batmadı hem batmayacaktır; Tek sen uluyan ye’si boğup azmi uyandır. Kafi ona can vermeye bir nefha-i iman... Davransın ümidin... Bu ne haybet bu ne hirman? Mazideki hicranları susturmaya başla; Evladına sağlam bir emel mayesi aşla. Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol... Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol. Zekeriya Yahya aleyhi’s-selam gibi bir kısmını da öldürdüler. Cenab-ı Hak Beni İsrail peygamberlerini birbiri ardınca gönderdi ve bu silsileyi Hazret-i Meryem’in oğlu Hazret-i namayacak kadar bahir ve kahir mu‘cizeler verdi. Kendisini ölü kalpleri dirilten esaret altına girmiş ruhları kurtaran dalale düşmüş fikirleri yola getiren Ruhu’l-kuds doğru yoldan sapmış bir yığın hurafecilerini tevhide putperest ayinlerinden feragate da‘vet ettiği zaman kimse kendisine karşı hüccet serd edemesin de hakkı kabule mecbur olsun. Hazret-i İsa Beni İsrail’in şuun-ı hayatiyye ve ictimaiyyelerini ıslaha çalıştı. Ümmetine şefkatinden dolayı Tevrat’ın ahkamından bazılarını izn-i ilahi “Size haram edilen şeylerin bazısını helal kılmak için geldim. Ve tanrınızdan size mu‘cize getirdim. Onun için Allah’dan korkunuz bana itaat ediniz. Allah hem benim; hem sizin tanrınızdır. Ona kulluk ediniz. Bu gösterdiğim yol doğru yoldur” dedi. Beni İsrail hüccet burhan karşısında mağlub olur da kütüb-i ilahiyyenin doğruluğunu; gerek Hazret-i Musanın; gerek o resul-i muhteremden sonra gelen diğer peygamberler tarafından vuku‘ bulan da‘vetin sıhhatini mugalata ile yakayı kurtarmak için “Ne yapalım! Enbiyanın hakikat diye serd ettikleri sözlere karşı kalplerimiz kat kat örtü içinde bulunuyor.” derler; o ilahi mürşidlerin hidayetine yanaşmaz nasihatlerini dinlemez tehdidlerine kulak asmazlardı. Bunlar demek istiyorlardı ki: Dalaletleri kasda makrun değildir; yeryüzünde fesad çıkarmaları hasedlerinden tuğyanlarından... Ayat-ı ilahiyyeden yüz çevirmeleri Musa ve İsa aleyhime’s-selama nazil olan beşaretleri hiçe saymaları inadlarından olmayıp ancak tebyin edilen hakaikın idrakleri fevkinde olmasındandır; binaenaleyh şeriat-i ilahiyyeden yüz çevirmeleri sırf cehaletlerinden ve o şeriatten maksud olan gayeyi Evet Beni İsrail bunu söylüyordu. Lakin Halık-ı hakim onların bu sözlerini nakz ederek kendilerinin rahmet-i desatir-i ilahiyyeyi bile bile kabul etmemelerinden başka bir saik olmadığını beyan buyurdu. Bismillahirrahmanirrahim Meal-i kerimi “Musa’ya Tevrat’ı verdik; kendisinden sonra birbiri arkasından peygamberler gönderdik. Meryem’in oğlu İsa’ya mu‘cizeler verdik; onu Ruhu’l-kuds ile te’yid ettik. Böyle iken yola gelmediler. Pekala! Sizler hoşunuza gitmeyecek ahkam tebliğinde bulunan her peygamber geldikçe imanı kibrinize yedirmeyecek de böyle bir kısmını tekzib edecek bir kısmını da öldürecek misiniz? Peygambere: “Bizim kalplerimiz örtülüdür. Senin sözlerini duymaz.” dediler. Öyle değil! Allah bunları küfürleri sebebiyle rahmetinden uzaklaştırmıştır da onun için ellerindeki Tevrat’ı tasdik eden bir kitap Kur’an geldiği zaman -ki o gelmezden evvel müşriklere karşı: “Ya Rabbi! Bize ahir zamanda gelecek peygamberle nusret ver!” diyorlardı- İşte o tanıdıkları peygamber kendilerine gelince Allah kulları arasından dilediğine kendi fazl-ı ilahisinden vahiy indirmiş olmasını kıskanmak yüzünden Kur’anı kaba bir harekettir! Bu hareketleriyle evvelce müstahak oldukları gazab-ı ilahiye bir gazabın daha inzimamına sebeb oldular. Zaten kafirler için kendilerini rüsvay edecek bir azab mukarrerdir. Bunlara: “Cenab-ı Hakk’ın “Bizler kendimize indirilen Tevrat’a iman ederiz.” derler ve ondan başkasını inkar ederler. Halbuki Kur’an hem hak hem ellerindeki Tevrat’ı musaddık olarak nazil olnıyorsanız niçin evvelce Allah’ın peygamberlerini öldürmüştünüz?” Beni İsrail’in kendilerini hayra hak yoluna sevk eden peygamberlere karşı gerek şımarıklıkları gerek nefsani heveslerine uymaları yüzünden reva gördükleri çirkin muamelelerin bir kısmını bu ayat-ı kerime bize hikaye buyurmaktadır. Evet Cenab-ı Hak Hazret-i Musa’yı bunlara hidayeti nuru ihtiva eden elvah ile gönderdi. Sonra İsa aleyhi’s-selam zamanına kadar şeriat-i Musa’ya da‘veti tecdid için müteselsilen diğer enbiyayı ba‘s buyurdu. Lakin bunlar işlerine gelmeyecek ahkam tebliğinde bulunan her peygambere kafa tuttular: Hazkil Davud aleyhi’s-selam gibi bir kısmını inkar ettiler. Fesad-ı ahlak inad Beni İsrail’in nefislerinde o kadar yerleşti ki din-i ilahinin ayne’l-yakin gördükleri tanıdıkları kısmına bile pek az inanıyorlardı. Bunların imansızlıkları kabul-i hakkı kibirlerine yedireme melerinden dolayı idi. Mev‘ud olan azab-ı elimi görmedikçe ne kadar meye azmetmişlerdi. Allahü Zü’l-celal bunları rahmetinden tard etmişse; cebbar kahhar diğer bir takım milletlerin tahakkümü altında yaşamaya mahkum eylemişse bu ceza sırf din-i ilahiye inkıyadı bir zül addederek küfürlerinde inadlarında ısrar eylemelerinden ve kavanin-i tur ki Cenab-ı Hak insanlara zerre kadar zulüm etmez. ellerindeki Tevrat o nebiyy-i muhteremin risaletini tebşir eden ayat ile nazil olmuştu. Bununla beraber Beni İsrail Hazret-i İsa’ya i‘lan-ı husumet ettiler. Kendisine karşı su’-i muamelede o kadar ileri gittiler ki salben i‘damına karar bile verdiler. Yahudiler Arap müşriklerini ümmi diye ta‘yib ederler ellerindeki Tevrat’ın ahkamından bildikleri kadarını hüccet makamında serd ederek onları ilzam ederler ve bu ahkamın min indillah nazil olduğunu tasdik etmediklerinden dolayı onları muahazede bulunurlardı. Bununla beraber Kur’an-ı Kerim ellerindeki Tevrat’ı musaddık olarak min indillah nazil olunca ve kendileri o kitab-ı mübini kabulde muztar kalınca bunun ümmi bir Arapa nüzulü kendilerine ağır geldi. Daha dün Arap müşrikleriyle Kitabullaha dair mücadelede bulunduklarını bu müşriklekamın aleyhi’s-salatü ve’s-selam efendimize nazil olan ayattan başka bir şey olmadığını; Kur’an’ın o ahkamı tasdik ederek o ahkama da‘veti tecdid ve te’yid eyleyerek geldiğini düşünemeyecek kadar gaflete daldılar. Evvela Araplar aleyhindeki müdhiş asabiyetleri saniyen kendilerinin ehl-i kitab olmaları yahudilerin basiretlerini büsbütün bağlamıştı. Bunun için Kur’an-ı Kerim evvelce vakıf oldukları hakayıkı tebliğ ederek nazil olduğu ve kendileri bu mutabakatı re’ye’l-ayn gördüğü halde ğu ahkam-ı ilahiyyenin tasdikinden tuğyanları inadları sebebiyle imtina‘ ettiler. Ellerindeki Tevrat’ın ayatıyla müeyyed bile olsa bu hakaikı kabul et[me]mişdiler . Binaenaleyh dünyada ukbada haybetle hüsranla yaşamaya mahkum oldular. Mü’minler niam-ı ebediye mukabil canlarını mallarını fi sebilillah bezl etmişken yahudiler nefislerini böyle hakir böyle mebguz bir bedel uğurunda satıyordular. O bedel de Fatır-ı hakimin ibadı arasında dilediğine bahşetmiş olduğu paye-i risaleti kıskanmaları sebebiyle küfür ve inad girivesine sapmalarıdır. Bunlar enbiya-yı salife gibi hatemü’l-enbiyanın da kendi aralarından zuhurunu bekliyorlardı. Bunlar adeta Allahü Zü’l-celal’in hazain-i rahmetini bildikleri gibi taksim etmek şuun-ı ilahiyyede keyifleri vechile tasarruf eylemek emelinde idiler! Kur’anı inkar ile mertebe-i nübüvveti kullarından istediğine tahsis ettiğinden dolayı Halık-ı hakime karşı isyan rine gazaba müstahak oldular. Nasıl olmasınlar ki inadlarında mübahaselerinde tenakuzu tasavvurun maverasına kadar götürdüler. Bir halde ki Cenab-ı Hakk’ın inzal ettiği ayat-ı Kur’aniyyeyi tasdike da‘vet edildikleri zaman “Biz yalnız kendimize nazil olan ayetlere inanırız başkasına zil olduğu ellerindeki Kur’anı musaddık ve onun ayat-ı sahihasına tamamıyla mutabık bulunduğu meydanda raber evvelce kendilerine nazil olan Kur’an’a iman etmiş oldukları hakkındaki da‘vaları da çürüktür: Kur’an-ı Kerim “İddianız bıyla onları mülzem bırakıyor. Öyle ya Tevrat ahaddan bile olsa ma‘sum olan bir kimsenin katlini haram kılmıştır. Pekala! Tevrat’a inanıyoruz zu‘munda bulundukları halde enbiyayı öldürmelerine ne demeli? Onlara de ki: Da‘vanız gibi mü’minler iseniz imanınız size ne fena emirde bulunuyor!” ketleri Allah’ın enbiya-yı izama gönderdiği ahkam ve ayata imanı bir türlü kibirlerine yedirememeleri bu suretle Meal-i kerimi “Ey müslümanlar size ne oldu ki düşmanlarınızın zulüm ve esareti altında inleyen erkek kadın çoluk çocuk bir takım zuafa ve mazlumini kurtarmak için fi sebilillah mukatele ve muharebe etmiyorsunuz? O zuafa ve mazlumini ki çektikleri işkencelerin ıztırabıyla: – Ey kudretli Allah’ımız bizi biz zaif kullarını ahalisi zalim olan şu memleketten kurtar bize kendinden kendi lütuf ve merhametinden bir hami ve sahib gönder bir yardımcı yolla… diye niyaz ve feryad ve gece gündüz istimdad edip duruyorlar.” Cenab-ı Hakk’ın itab-ı izzetiyle başlayan bu ayet-i celile –ki düşmanların elinde esir kalan müslümanların ahvalini hikaye ve onların biran evvel tahlisleri vazife-i diniyyesini telkin buyurmaktadır– Mekke-i Mükerreme’nin fethinden evvelce şeref-nüzul etmiştir. Ma‘lum olduğu üzere Risalet-meab salallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin Medine-i Münevvere’ye hicret-i seniyyelerini müteakib -gerek fakr u zaruretleri ve gerek düşmanlarının mümanaatları yüzünden- Mekke-i Mükerreme’de bir hayli müslüman kalmış çıkamamıştı. Bunlar sırf hak dinini kabul etmiş olmak töhmetiyle küffarın zulüm ve teaddileri altında inliyorlar kıvranıyorlardı. Fakat buna rağmen daire-i münciye-i İslamiyye’den ayrılmayı hatırlarından bile geçirmiyorlar nisbi sükun ve istirahati dahi feda ederek düşmanlarına karşı kat‘iyyen mümaşat etmiyorlardı. Hatta mümaşat şöyle dursun cihandan zulüm ve cehli kaldırmak yerine hakiki ve ali bir medeniyet ikame etmek isteyen İslam esasatını lışıyorlardı bu suretle esir kaldıkları muhitte dahi İslam efkarını hazırlamış oluyorlardı. Onlar biliyorlardı ki: Kendilerini lütf-i sübhani ile azab-ı esaret ve felaketten tahlis naim-i hürriyet ve saadete cahile insanı ilmi bir din-i ilahiye malik olacaktır. Evet onlar biliyorlardı ki: İslam’ın vaz‘ ettiği teavün tenasur uhuvvet hamaset… gibi kudsi kaideler ma‘nasız kalmayacak güzel memleketlerini terk ile din uğurunda hicrete mecbur olan kardeşleri ihtilas-ı vatan endişesini hiçbir zaman unutamayacak hak behemehal kuvvet ve dalale galebe edecektir. Yine onlar biliyorlardı ki: Emr-i vakı‘ halinde tecelli eden kazaya rızadan felaket karşısında sabır ve tahammülden başka çare yoktur ve bu vaz‘iyet muvacehesinde dahi -hariçteki dindaşlarına vekaii ihbar dahildeki erbab-ı gaflete hakkı tebyin ve ızhar gibi- dini ve vatani bir çok vezaifin ifası mümkündür. Yalnız biçarelerin sabırsızlıkla bekledikleri bir şey varsa o da: Medine ufkundan doğacak reha ve halas güneşinin biran evvel parlaması mev‘ud İslam medeniyet ve satvetinin fiilen tecelli etmesi idi! mütemadiyen dualar ediyorlar ve bu aralıkta esaretin kendilerinde hasıl ettiği teessürleri düşman süngüsü altında yorlardı. Bütün niyaz ve feryadlarının hedefi Allah idi! Değil düşmana hatta din kardeşlerine bile tezallümde bulunmamak istiyorlardı. Çünkü: Allah’dan başka hakiki melce’ yoktur. Ne yapacaksa hep o yapacak sahib ve hami gönderecekse kendi canib-i fazl ü merhametinden o gönderecekti. Mekke mazlumin-i müslimini bu hal ve imanda olduğu gibi Medine ahali-i İslamiyyesi de aynı ruh ve kanaatte idi. Orada şeref-bahş-ı ikamet bulunan Nebiyy-i mücahid sallallahu aleyhi ve sellem taraf-ı uluhiyetten edi-yor İslam’ın kesb-i kuvvet etmesine çalışıyor bunu da vahdet-i milliye ile te’min etmek istiyordu. Meydana attığı pek ulvi desatir iman halinde telakkun ediliyor herkes bu desatire bütün ruh ve safiyetiyle sarılıyor sarıldıkça kuvvet artırıyordu. EY MÜSLÜMANLAR ESIR KARDEŞLERİNİZİ DÜŞÜNÜNÜZ! Resul-i muhacir efendimiz hazretlerinin ve rüfeka-yı hicretin doğdukları büyüdükleri Mekke toprağı gözlerinde tütüyor aşk ve tahassür yüreklerini yakıyor esir ve mazlumların felaketi kendilerini daima düşündürüyor din ve hamiyet damarlarını galeyana getiriyordu. Esasen hicret fazilet-i kamile olabilmek için istihlas-ı vatan endişesini doğurması ve bu endişenin diğer endişelere hakim olması icab ederdi. Fiili ve intikam-alud bir hareketi faletten başka bir şey olamazdı. İşte Nebiyy-i zi-şanımız efendimiz hazretleri böyle düşündükleri içindir ki ihzar ettikleri muazzam bir ordu ile nihayet Mekkeyi de o sevgili yurdunu da oradaki mazlumları da tahlis ecnebi hakimiyeti yerine insani ve hakiki medeniyet-i İslamiyyeyi ve ala alihi ve ashabihi ecmain. Bu ayet-i celilenin hükmü hususi ve muvakkat değil umumi ve ebedidir. Kimse inkar edemez ki bugün sırf din-i hakikiyi yanlış anlamamız yüzünden milyonlarca ehl-i iman kemiyetleri daha az düşmanlarının hakimiyet-i vahşiyanesinde inim inim inlemektedir. Bugün İslam’a reva görülen hakaretler zulümler şenaatler eskilerinden çok daha çok fazladır. Ehl-i Salib –her ne bahasına olursa olsun– mutlaka Hilali Kur’an’ı din-i hakkı ortadan kaldırmak semalara doğru yükselerek İslam safiyet ve ulviyetini i‘la eden minarelere mutlaka çan asmak ezan seslerini yalnız bir Allah tanıyan her kudret ve kuvveboğmak kın İslam nüfusunun hakk-ı hayatını inkar ediyor; birçok yerlerde müslümanlara vahşi hayvan muamelesi yapıyor… Hele hamurları zulüm mel‘anet namerdlik gibi en iğrenç fazihalarla yoğurulmuş ve bu fazihaları rüfekayı taassublarınca daima meziyet ve fazilet mahiyetinde telakki edilmiş olan Yunanlıların müslüman namus ve iffetine müslüman hukuk ve hürriyetine karşı ika‘ ettikleri tecavüzat-ı şenia beşeriyet tarihinde şimdiye kadar görülmemiştir. Geçenlerde Balıkesir’den o diyar-ı İslam’dan gönderilen bir mektubu enzar-ı cihana neşr ve i‘lan etmiştik. O mektubda bahsedilen mezalim el-an ve fakat daha şedid ve leim bir surette devam ediyor. Kabahati müslüman binaenaleyh insan olmaktan ibaret olan dindaşlarımız vaktiyle Morada yapıldığı gibi tedricen pençesine düşen zavallı memleketlerimizin sükkan-ı İslamı maazallah tarihlere karışacak onların yerini insan şeklindeki sırtlanlar dolduracaktır. Mel‘unlar yalnız servet ve ismeti nüfus-ı müslimeyi atmak suretiyle doğrudan doğruya mukaddesat-ı diniyyemize tecavüz ediyorlar: Bursa’da Balıkesir’de İzmir’de Akhisar’da ve işgal ettikleri bütün memleketlerde cevami‘-i şerifeyi rezilane telvis ve tahkir ile uğraşıyorlar; lafza-i celal levhalarının süslediği cami‘ duvarlarına müslümanların gözleri önünde haç resimleri nakşederek bu suretle kafirane emellerini meydana çıkarıyorlar; birçok yerlerde minarelerde -ehl-i İslam’ı huzurullaha vahdete da‘vet eden- müezzinler tahkir edilmiş döğülmüştür. En yüksek bir medeniyet-i İslamiyyeyi meydana getiren cihana adalet merhamet hamaset merdlik gibi pek kudsi desatiri neşr ve ta‘lim eden Resulullah efendimiz hazretlerinin lihye-i saadetleri alınarak çiğnenmiş bu kudsi esasları ilahi bir eda ile kucaklayan mesahif-i şerife yaprakları yırtılmış şimdiki ensal-i İslam gibi darmadağınık sokaklara atılmıştır. Balıkesir’de altı müslüman kadının cebren çarşafları çıkartılarak çırıl çıplak çarşılarda gezdirilmiş Behice isminde bir kadın yine cebren tanassur ettirilmiş Rum kilisesinde ayin-i ruhani icrasından sonra Yunan kumandanı muavininin kucağına çekilmiştir! Yunanlılar; Din-i İslam’ın tahrim ve fennin tahzir ettiği men‘ etmişti– zorla ta‘mime yeltenmişler Balıkesir’de daha evvelden kapatılan meyhane yerine şimdi otuza yakın meyhane açarak yedi sekiz yaşlarındaki çocuklara varıncaya kadar cebren işrete başlatmışlardır. Müslüman kadınlarından mürekkeb olmak üzere her yerde umumhaneler açılmış bu rezaletlere karşı feryad etmek abdesti alırken canavarca şehid edilen ulemadan Ali Efendi Hoca da işte bu kabildendir. Merhum Medresetü’lkuzat’tan neş’et ederek muhitini irşada başlamış memlekette pek hayırkar bir nam bırakmıştı. Köylerinde öteden beri köşe taşı gibi kurulan her gün yüzlerce misafirleri besleyen ağalardan çoğu bugün meydanda yoktur. Zavallılar ya gaib edilmişler ve yahud İzmir’e Atina’ya götürülmüşlerdir! Düşmanın en çok hedef-i taarruzu namuslu dindar münevver erkeklerle kadınlardır. Bunlara ika‘ ettikleri şenayi‘ pek elimdir. Geçenlerde bize verilen bir habere göre Erdek dahilinde bulunan İslam eşrafı tamamen toplattırılarak Yunanlılara istinad eden yerli Rumlar tarafından ağızlarına değnekten birer gem vurulmuş bunları düşürmeksizin tıbkı köpekler gibi bağırmaları havlamaları teklif edilmiş; değnekler düştüğü halde süngülenecekleri de söylenmiştir! Ağızlarından değneği düşüren bedbahtlar fil-hakika dipçiklerle darb ve cerh olunmuşlardır! Yine Erdek’te yaşında … isminde bir efendinin cebren namusuna taarruz edilmiş zavallı çocuk bilahare ölüm döşeğine düşmüştür! Bu ve emsali fecai’ yalnız Garb cebhesine mahsus değil Trakyada Adana taraflarında ve daha doğrusu çoktan beri küffarın tahakküm ve esareti altında inleyen diğer bütün diyar-ı mazlume-i İslam’da dahi muhtelif eşkalde el-yevm icra ve tatbik olunmaktadır. Binaenaleyh cihanın her yerindeki İslam evladları –tıbkı ayet-i kerimede tasvir buyurulduğu gibi– gece gündüz niyaz u feryad ve istimdad edip durmaktadırlar. Düşmanlar müşterek onların hedef ittihaz ettikleri müslümanların merbut ve salik bulundukları Kur’an ve din müşterektir. Garb erbab-ı taassubu mutlaka işte bu dini bu din-i insani ve fıtriyi kaldırmaya savaşıyorlar. Acaba muvaffak olabilecekler mi? Buna menfi ve tam bir cevab verebilmek için müslümanların; düşmanlarımızın her taraftan saldırdığı Din-i mübine sımsıkı yapışmaları lazımdır. Ma‘ruz kaldığımız bütün felaketler hep İslam’dan uzaklaşmamızdan safiyet-i hakikiyyesini layıkıyla anlayamadığımızdan ileri gelmiştir. meyl-i maali gibi bir çok kudsi esaslar vardı. Bunlar ne oldu? Acaba bu esaslara tamamıyla sarılmış olsaydık desatir-i aliyesi hakkıyla tatbik edildiği zamanlarda Müslümanlık bir medeniyet-i sahiha bir adalet-i kamile bir satvet-i şamile olarak tecelli eylemiş Müslümanlığın bu tecelliyat-ı bahiresi düşmanları titretmişti. Fakat dinden uzaklaştıkça müslümanlar bu mes‘ud tecellilere bigane kalmış en yaman esaret ve mazlumiyetlere uğramışdır. Bir hadis-i şerifde beyan buyurulduğu üzere dindaşlarımızdan birinin başına bir felaket gelse diğer kardeşlerinin de ondan müteessir olması bir cesed ve bir ruh gibi müttehiden ve aynı gayeye doğru yürünmesi lazımdır. Bezzaziye diyor ki: – Şarkta bir İslam kadını esir edilse garbdaki müslümanların onu kurtarması vacibdir! Hazret-i Peygamber-i zi-şan sallallahu aleyhi ve sellem de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse düşmanın elinden bir esir kurtarsa işte o esir benim yani o fedakar beni kurtarmış gibi sevab kazanır.” Ey müslüman bir esir kurtarmanın te’min ettiği saadet böyle olursa acaba mikdarı binlere yüz binlere hatta milyonlara baliğ olan esir ve mazlum kardeşlerimizin tahlisi bize ne büyük ve cavidani saadetler bahşetmez! Bugün o esirler o zuafa-yı mazlumin hep bize hep bizim rehakar hamiyet ve imdadlarımıza intizar edip duruyorlar. Çünkü: Yeryüzünde ve İslam dünyasında Cenab-ı Hakk’ın esaretten muhafaza buyurduğu tek bir millet varsa o da lillahi’l-hamd ve’l-minne biziz. Saadet-i istiklale malik gibi görünen bazı hükumat-ı İslamiyye garb pençesinden henüz kendisini kurtaramamıştır. Maamafih ey dindaş İslam mutlak hürriyet ve istiklal merduddur. Yeryüzünde bulunan bütün İslam alemi din-i müştereklerine kasd eden mutaassıb düşmanlarına karşı son mertebe-i imkana kadar mukavemet edecek boyun eğmeyecektir. Fakat bir taraftan onlar vazife-i mukavemet ve sebatı ifa ederken diğer taraftan bizler de tahlis-i hayat ve mevcudiyetlerine bütün kuvvetimizle şitab edeceğiz onların enin-i istimdadlarını cevabsız ve ma‘nasız bırakmayacağız. Buna şer‘an mecburuz. İşte yukarıdaki ayet-i kerime! Cenab-ı Hak diğer bir ayet-i celilesinde de buyurmuştur ki: hususunda sizden yardım beklerlerse onlara muavenet etmeye kat‘iyyen mecbursunuz. Meğer ki aleyhlerinde yardım istedikleri kavim ile sizin aranızda evvelce akd edilmiş bir misak ola.” Ey dindaş görüyorsun ki Allah’ın emri Peygamberimizin kavli şeriatin hükmü ne kadar açıktır. Bunları hakkıyla yerine getirirsek İslam herhalde zafer bulacak düşmanların işkenceleri altında inleyen din kardeşlerin kurtulacak yakında müslüman hakimiyeti dünyanın her tarafını tutacaktır. Bilmem daha hangi zamanı bekliyorsun? İslam yurdu liyor. Ah vatan ah vatan… Hani Arabistan hani efendimizin üzerinde titrediği mübarek Ka‘be hani o Ravza-i Mutahhara hani İmam-ı A‘zam’ın türbesi hani peygamberlerin evliyanın şühedanın kabirleri hani güzel ve tarihi Bursa hani Emir Sultanların Osmanlı ecdadının dünyalara sığmayan er oğlu erlerin mezarları…? İşte hep bunlar bizlere bakıyor bizim arslanlığımızı görmek dualar ediyor ruh-ı pak-i Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem bizden bugün için hizmet ve fedakarlık bekliyor düşman çarığı çizmesi altında kalan mübarek kabirlerin sahibleri bizi cenk yerine erlik meydanına çağırıyor! Ey imanlı kardeş çok şükür ufk-ı İslam’da reha ve halas güneşi doğmaya başladı. Dünyanın her tarafında esarete düşen müslümanlar harekete geldi. Ehl-i Salibin yaman kasdı artık anlaşıldı bütün İslam alemi hakk-ı hayatını müdafaaya Kelimetullahı i‘laya karar verdi. Bugün her vakitten fazla ümidlisin. Fakat sabır ve sebat et. Yılma usanma korkma haydi hamaset meydanına! Allahu ekber! Sadakallahül-azim. ANADOLU’DA İSLAM KONGRESİ nin leyle-i celile-i Regaib’e müsadif nüshasında bize büyük bir tebşirde bulunuyorsunuz. Bütün akvam-ı İslamiyye murahhaslarından mürekkeb muazzam bir İslam kongresi teşkili tasavvurunun mevki‘-i fi‘le konmak üzere bulunduğuna dair olan bu tebşiriniz bütün müslümanların azim memnuniyetlerini celb edecek bir hadise-i mühimmedir. Hiç şübhe edilmez ki bu hadisenin te’sir-i latifi dalgalana dalgalana bütün Her hangi bir teşebbüste muvaffakiyeti te’min eden esbabın en mühimmi onu mevki‘-i fi‘le koyacak zaman bulmak ve onu hakimane bir surette tatbik etmektir. Alemde en muazzam inkılabları husule getiren dehanın en mühim ser-i muvaffakiyeti budur. Büyük adamlar milletlerin vicdan-ı umumilerini okurlar zaman zaman o vicdanlarda tecelli eden isti‘dadları görürler ruhlarda hasıl olan müşterek ihtiyacları sezerler; tam zamanında derhal ortaya atılarak büyük büyük kitleleri harekete getirirler azim azim teşebbüsleri saha-i fi‘le çıkarmaya muvaffak olurlar. Bu i‘tibarla denilebilir ki bu teşebbüste büyük bir deha büyük bir isabet-i nazar vardır. Çünkü bütün İslam diyarından yükselen sayhalar bir noktada birleşiyor: – Beyne’l-islam bir vahdet husule getirmek zaruridir! Bin türlü esbab-ı iftirak ile parçalanarak esaretin en yaman ıztırablarına duçar olan müslüman milletler için bugünün en mühim en mübrem bir ihtiyacıdır. Evet bu yapıp bunu tatmin edeceklerdir. Vekayi‘ ve inkılabat-ı ahirenin İslam aleminde büyük bir intibah husule getirdiği inkar olunamaz. Bugün yeryüzündeki müslüman milletler mahkumiyetin meraret ve manların savletlerini İslam’ın kalbine tevcih etmesi bu Bugün mes’ele hususiyetten çıkmış umumi bir mahiyet hayat ve mematıdır. Şimdiye kadar Asya kapıları haricinde cereyan eden mücadeleler bugün İslam’ın harimine bürünerek bize savlet eden bizim maddi ma‘nevi bütün varlığımızı imha etmek isteyen düşmanlar eski Ehl-i Salibin ahfadından başka bir şey değildir. Arada bir fark varsa bunların vahşet ve şenaatte gösterdikleri tekamüldür. müdhiş surette sarsmış bütün a‘za-yı İslamı harekete getirmiştir. Ferdler gibi milletlerin de üzerine pek varmaya gelmez. Belki mahkum milletlerin izzet-i nefsi nasırlaşmış olabilir belki boyunlarına esaret halkaları geçirilen ümmetlerin kımıldanmaları güç olur. Fakat insanlarda yesin verdiği müdhiş bir cesaret ve savlet vardır ki hiç umulmayan bir zamanda hiç hesaba sığmayan hadiseler vücuda getirir. Düşmanlar madun akvamın felaketleri üzerine kurdukları bina-yı saltanatı her türlü tezelzülden masun addederek bütün temayülat-ı vahşiyanelerini husule getirmek hususta o kadar ileri gittiler ki İslam için yeryüzünde hiçbir hakk-ı hayat tanımamaya karar verdiler. Bu kararlarını bil-fiil icra ve tatbike de başladılar. Bi’t-tabi‘ artık bundan ötesi yoktur. Ferdlerin milletlerin beka ve tekamülü için en kat‘i ve ali düsturları gösteren Kur’an’ın açtığı şehrah-ı hayattan udul eden müslümanlar belki ezilebilir; fakat İslamiyet’in buna tahammül imkanı olmaz. Düşman dest-i taarruzunu Bu taarruzlar yüzünden bugün İslam’ın maddi ma‘nevi bütün varlığı tehlikeye düştü. Ve tehlikeyi bütün müslüman milletler hissetti. Bunun neticesidir ki bugün yadlar yükseliyor. Biz ki bu büyük alemin dimağ-ı mütefekkiriyiz bütün bu sesleri bir noktada toplamak bütün bu harekete gelen fikirlere bir istikamet-i salime vermek bize düşen vezaifin en mütehattimidir. Derdler müşterek olduğu gibi dermanlar da müşterektir. Yalnız eksik olan bir şey varsa o da böyle bir kongrenin ictimaı böyle bir şura-yı İslam’ın teşkili idi. Asırlardan beri muhacemat-ı a‘daya göğüs gererek İslamiyet’i müdafaa eden İslam’ın merkez-i vahdeti olan biz Türkler inayet-i Hak’la bu emr-i azimi de başa çıkararak beyne’l-islam büyük bir inkılab husule getireceğiz. Bu suretle çarpışmada olan ifrat ve tefrit cereyanları arasında beşeriyete mu‘tedil ve mütevassıt bir istikamet-i salime vererek İslam aleminde mühim bir devr-i intibah ve istiklalin temellerini kurmuş olacağız. Anadolu’da bir İslam kongresinin bir şura-yı İslam’ın teşkili o kadar mühim bir hadisedir ki bütün müslüman efkarı üzerinde azim te’sirler husule getirecek bütün me’yus gönüllere yeni bir nefha-i ümid ve hayat bahşedecektir. Büyük Millet Meclisi ki Anadolu’ya müteallık vazife-i hususiyyesinden başka beyne’l-islam böyle bir vazife-i umumiyye ile de mükelleftir; buna muvaffak olduğu gün İslam tarihinde en parlak bir sahife açmış Müslümanlığa en muazzam bir hizmet ifa etmiş olacaktır. Yarım milyara yakın büyük müslüman milleti bütün kalbiyle bütün ruhuyla buraya merbuttur. Buradan yükselecek bir sada-yı İslam bütün İslam kıt‘alarında bütün Düşmanlar bizi birkaç vilayet halkından ibaret bir aşiret haline koymak istiyorlar. İslam alemi ile maddi ma‘nevi rabıtalarımızı kesmek için ellerinden gelen her mel‘aneti irtikab etmekten geri durmuyorlar. Fakat emin olsunlar ki tazyiklerini artırdıkça kuvvetlerimiz tekasüf ediyor. İyice anlasınlar ki biz birkaç vilayet halkından sak da yine nüfuzumuz büyük büyük kıt‘alara yüzlerce milyon kalplere şamildir. Biz büyük bir alemin merkezi büyük bir cihanın dimağ-ı mütefekkiriyiz. Bu merkez-i vahdet dağıtılamaz bu mütefekkir dimağ parçalanamaz. Bugün burada karargah kurduk. Yarın daha başka yere karargahımızı nakledebiliriz. İslam izzet dinidir; İslam istiklal dinidir. İslam uğurunda kanını akıtan İslam uğurunda mamelekini feda eden bu fedakar millet kat‘iyyen ezilemeyecektir. Allah’ın inayetiyle biz bu mecruh omuzlarımızda bu güzel memleketlerde ilelebed İslamiyeti yaşatacağız ve alemde daha bir çok azim azim inkılablar vücuda getirceğiz. Ve minellahi’t-tevfik. Öteden beri muhterem Sebilürreşad’ ın kari’lerinden bulunuyorum. Bütün müslümanların büyük bir i‘timad ve teveccühüne mazhar olan bu ceride-i mübarekeyi okumak en büyük zevkimdir. Hele üstadın Nasrullah kürsisindeki hitabesi beni mest etti. Tekrar tekrar okudum. Her defasında ayrı hazz-ı ruhani duydum. O ne tasvir-i mucez! O ne müdhiş hitabe! Hey’et-i mecmuası dini fenni siyasi edebi ictimai İslam-şümul bir şelale-i elektrikiyye! Cihan-ı İslam’ı baştan başa sarsmaya kafi bir mev‘iza! Mazi hal ve istikbalin mir’at-ı in‘ıkası; ma‘sum ve mazlum müslüman milletlerin ferman-ı istihlası! Efsus ki buraya gelen nüshalar pek mahdud. Müslümanların ruhları üzerinde büyük bir te’sir ve nüfuzu haiz olan bu kıymetdar mecmua kucak kucak buralara gelmeli. Burası mühim bir merkez-i İslam’dır. Erzurum Şark’ın İslam aleminin kapısıdır. Mukaddes gayeleri; ulvi dini fikirleri aktar-ı İslam’a neşr için en müsaid nokta burasıdır. Böyle iken buraya ne mikdar-ı kafi mecmuanız geliyor ne de diğer gazeteler. Burada haftada bir defa namıyla küçük bir gazete çıkıyor ki buranın buatı layık olduğu ehemmiyetle nazar-ı dikkate almıyoruz. Maatteessüf biz şarka bir şey gönderemiyoruz bir şey nefh edemiyoruz. Şark lisanlarıyla yazılmış birçok eserler gazeteler yük yük İslam alemine sevk olunmalıdır. Gayemizin kudsiyetini herkese anlatmak vazifemizdir. Fakat ne kadar esef edilse yeri vardır bu gayeyi te’mine hadim olan vasıtalar bu vazifeyi layıkıyla nazar-ı postaların intizamı bunu te’mine kafi gelmiyor. Rica ederim bu mes’eleyi kemal-i ehemmiyetle nazar-ı dikkate alınız ve Şark’ı büyük İslam alemini düşününüz. Anadolu açılmak bugünün en mühim ve en müsta‘cel mes’elesidir. Biz muallimler sınıfına da bu hususta mühim vazifeler terettüb ediyor. Muallimler ne güzel propaganda amilleri olabilirler fakat elimiz böğrümüzde. Ne yapacağımızı ne yolda çalışacağımızı bilmiyoruz. Bütün fikri ve dini cereyanlar merkezden tebean etmeli; bu enhar-ı fikriyye ve diniyye Şark’ın İslam aleminin her tarafına taşa taşa akmalı. İhtiyac şediddir. Teşkilat bu ihtiyacı tatmin edecek bir halde olmak iktiza eder. Buraya gelen birkaç Sebilürreşad nüshası elden ele geze geze okunamayacak bir hale geliyor parçaları da toplanıp Kars’a gönderiliyor. Rica ederim bu taraflara fazlaca ehemmiyet veriniz. Ne kadar mümkünse o kadar çok nüsha gönderiniz. Hatta kabil ise sevgili Sebilürreşad ımızın mühim makalelerini Arabi ve Farisi lisanlarına tercüme ederek İslam alemine gönderseniz ne kadar iyi olur. Ezcümle üstadın Nasrullah kürsisinde mühim mev‘izasını müteaddid lisanlara tercüme ederek bütün İslam alemine sevk etmek en mühim bir farizadır. Ümid ederim bu hususdaki rica ve temennilerim nazar-ı ehemmiyetten dur tutulmaz. Ben alemine dair istihsal edebilceğim ma‘lumatı toplayıp sevgili Sebilimize göndereceğim. Bu ilk mektubumda biraz Erzurum ahvalinden bahsetmek isterim. Güzel memleketimizi iyi tanımak ve tanıtmak bütün mütefekkirler Erzurum Palandöken dağlarıyla Kop dağlarının arasına sıkışmış on kilometre arzında bir ova kenarında Palandöken dağlarının eteğinde sath-ı bahrdan takriben üç bin metreye karib bir irtifa‘da şimale nazır hafif meyilli bir sath-ı mail üzerinde cümudiyeye müşabih meşceresiz deresiz harabezarı andırır bir şehirdir. Şehrin bir kısmı seferberlik esnasında caddeler açmak için yıkılmış mebani-i askeriyye ve miriyye de tahliye esnasında CİLD - ADED - SAYFA mışlar. Bu sebeble Erzurum şehri bugün hazin bir manzara arzetmektedir. Alelade derece-i hararet tahte’s-sıfır’dir. Otuza kadar baliğ olduğu vardır. Müdhiş soğuklar fırtınalar daha ziyade Şubat ve Mart aylarında oluyor. Şimdiye kadar havalar muttarid idi. Bir gün kar yağıyor müteakiben havalar bir ay sakin ve müşemmes devam ediyor. Fakat sokaklarda çamurdan geçilmez. Her tarafta olduğu gibi belediye burada da bir mevcudiyet gösteremiyor. Bilmem bu derde bir çare bulunamayacak mıdır? Ya bu belediye teşkilatını bir intizamına koymalı yahud büsbütün kaldırmalı. Hem belediye olur hem memlekette nezafet ve umran bulanmazsa o halde belediyenin vücuduyla ademi müsavi olmaz mı? Ruslardan o kadar çok araba kalmış ki her hanede bir iki tane mevcud. Fakat bir işe yaramıyor. Bir tarafı kırılmış ta‘mir edecek san‘atkar olmadığı için bir tarafa atılmış. Çürüyüp gidiyor. Yeniden inşa şöyle dursun ta‘mire de ehliyetimizin olmaması insanı pek me’yus pek müteessir ediyor. Rusların tahribatından ziyade metrukatı çoktur Trabzon’dan Zigana dağına yakın bir mesafeye kadar şimendüfer tesviye-i turabiyesi yapılmış. Yollar dekovil arabaları kırık otomobiller silindirler taş makineleri… dolu. Fakat hepsi çürümeğe mahkum. Hele dekovil hattı rayları o kadar mebzul ki belki Zigana’ya kadar tefrişe kafi. Çoğu toprak altında kalmış. Aradan iki sene daha geçerse ma‘den istihracı gibi toprakları kazmak lazım gelecek. Ruslar Sarıkamış’dan Erzincan’a kadar şimendüfer yapılmış. Erzurum’un altı saat şimal-i garbisine kadar şimendüfer işliyor. Erzurum’dan Kars’a kadar şimendüferle gitmek kabil. Bu hattın arzı santimetredir. Ruslar o kadar şimendüfer malzemesi yığmışlar ki bu hattı Ankara’ya kadar inşa edebilir. Köylere varıncaya kadar bütün depolar ray kürek kazma köprücü malzemesi dinamit ve saire ile lebaleb. Bunların henüz ta‘dadına Acaba Anadolu’nun garbını şarkına rabt edecek şimendüfer hattını ne vakit inşa edebileceğiz…? Mektebimizde bir muallim var ki henüz genç yaşında tekaüd edilmiş bir binbaşıdır. Kısm-ı sani riyaziye ve resim muallimidir. Bu zat Hicaz şimendüfer hattı inşaatında altı sene bil-fiil hizmet etmiş bir mühendishane-i askeri me’zunudur. Yedinde Almanların şehadetnameleri vardır. Emsali tabii çoktur. Ankara-Erzurum şimendüfer hattı malzemesi bi’t-ta‘dad bu şirkete devir olunsa acaba bu hattın inşasına imkan hasıl olmaz mı? Ruslar Hasankale’den çıkardıkları ziftle bu civardaki tı saat mesafede Kükürtlü nam mevki‘deki kömür ma‘denlerini dahi işletmişler. Hatta yarım saat mesafesine kadar bir hatt-ı hadidi şu‘besi yapmışlar. Fakat şimdi bu hat metruk ve harab bir haldedir. El-yevm Erzurum-Kars trenleri odunla hareket ettiğinden iki günlük mesafeyi bir haftada bile kat‘ edemiyorlar. Bu civarda maadin-i muhtelife dahi mebzul. Siyah kehribar arduvaz kireç siyah ve sert değirmen taşları alçı soda gaz ma‘denleri pek çok olduğu mütevatir. Askeri Kimyahanesi’nde pek çok kısımları tahlil edilmiştir. Ruslardan kalma elektrik makineleri ve saire de pek mebzul. Şehir Ruslar zamanında elektrikle tenvir edilirken el-yevm gazın okkası yüz kuruşa. Pek çok olan şelalelerden Rusların Sarıkamış ormanlarından kat‘ ettikleri ve inşaatta kullanamayıp terk eyledikleri a‘zami bir metre kutrunda çam ağaçları köylüler tarafından Erzurum’a getiriliyor. Kantarı yani okkası kuruşa kadar satılıyor. Lakin gelecek seneye bir tane kalmayacaktır. Buranın soğukları dehşetli. Yorgan altında soba başında üşümemek kabil değil. Burada ekmeğin okkası ’dir. Basma ve astarın arşını kuruştur. Ahali umumiyetle göreneğe tabi‘ olduğundan herkes manifaturacı veya bakkaldır. Bütün dükkanlar Avrupa emtiasıyla doludur. Bütün tüccarlarımız Avrupa fabrikalarının komisyoncusu. Paralar Avrupa’ya Amerika’ya akıyor. Bu gidişle iktisaden mağlubiyetimiz muhakkak. Burada sanayi‘ Ermenilerin elinde imiş. Onlar çekildikten sonra sanayi’-i dahiliyye de sönmüş. Terzi bakırcı kuyumcu demirci marangoz düğmeci mi‘mar gibi san‘atkarlar yok. Birkaç tane kunduracı ve yemenici mevcud. Yeni bakırın kıyyesi dört beş yüz kuruşa. Eskisi ise on beş kuruşa. Halk hep eskilerle idare olunuyor. Buranın ahalisi iyi salabetli müslümanlar. Ahlak-ı İslamiyyelerini muhafaza etmişler. Fakat rehberler noksan. olanlar bulunsa çok terakki husule gelebilecek. Saf ve temiz adamlar. Kahraman adamlar. Bu cihetler çok iyi. Hükumete karşı muhabbetleri de çok. Çünkü hayatlarını kurtarmış. Eğer ordu bir gün daha gecikseymiş Erzurum’da Ermeniler bir tek erkek bırakmayacaklarmış. Çalıştırmak bahanesiyle müslüman ahaliyi cebren toplayıp birkaç cesim haneye doldurmuşlar ve ateşe yakmışlar. Geçen gün Rusya’dan bir hey’et geldi. Burada hafriyatta bulundu. Pek çok muhterik cesedler çıkarıldı. Hala da pek çok. Bir kısmı ordunun şehre duhulüyle ateşler arasından kurtarılmış. Geçenlerde Rusya’dan ma‘hud Mustafa Subhi’nin taht-ı riyasetinde Türk Komünist Hey’eti diye bazı kimseler geldi. Bu zat bura idadisinde tahsil etmiş olduğu Türk Komünist Heyeti’nin arasında idi. Ahali bu serseri alayına buğz ve nefret gösterdi. Bunları şehre bile sokmadılar. Komünizmin Rusya’yı perişan ettiği fikri burada hakimdir. söylenen bir İngiliz İstanbul’un işgali üzerine burada ahali ma‘rifetiyle tevkif edilmiş. Hala mevkuf. Asayiş buralarda pek iyi. Bilad-ı Şarkiyye’de şimdi tek Ermeni yoktur. Hepsi Ermenistan’a gitmişler. Cihet-i askeriyye mekatib-i askeriyye Kars’a nakletti. Mektebimiz Sultani mektebi el-yevm şerait-ı lazıme-i sıhhiyeyi havi olmayan sanayi’ mektebi binasındadır. Umum mevcudu iki yüze baliğ olmuyor. Yüz ellisi kısm-ı dır. Mesai ve masarıf mevcud ile mukayese edilirse pek şayan-ı teessüf olduğu tezahür eder. Bu cihetten çok müteessirim. Eğer leyli olursa talebenin tezayüd edeceğine şübhe yoktur. Bunlar da me’murin evladı. Tabii mektepler bugün me’mur yetiştiriyor. Ben sanai ve fenni bir inkılab husule gelmesi fikrindeyim. Kars’dan nakledilme yoktur. Bunlardan biri hikmet hayvanat nebatat ve ma‘deniyat kolleksiyonlarını muhtevidir. Diğeri sırf kimyahane. Her nevi‘ ecza mevcud. Her dersi ameli gösteriyorum. Talebe mütelezziz oluyor ve fenne merak ediyor. Fakat üç kişi ile ne olur? Hiç! Neticesi me’mur olacaklar değil mi? Neye yarar? Memleketin bi-payan menabi‘-i mütefennin erbab-ı mesaiye ihtiyac vardır. Şu esas mes’ele halledilmedikçe bu memleket için terakki imkanı yoktur. Burada o kadar güzel şeker pancarı ve patates hasıl oluyor ki hayret. Bir şeker pancarı iki okka geliyor. mahsul kesretle yetiştirilebilir. Böyle iken burada şekerin okkası yüz kuruştan yukarıdır. Bir şeker fabrikası te’sis olunsa bütün bu havalinin külli şeker sarfiyatı te’min edilir. Burada Kafkasya’da İran’da pek çok çay içildiği cihetle şeker idhalatı kaffe-i idhalata faik bulunmaktadır. Bununla beraber transit merkezidir. Pek mühim bir merkez-i sanayi‘ ve ticaret olabilir. Su buz kuru ot çok olduğu cihetle süt yoğurt her şeyden ziyade mebzuldür. Sonra yün mebzul olduğu halde fanila gibi ibtidai mensucat bile tekemmül ettirilememiş. Hala el ile dokunuyor. Bir fanila beş liraya mal oluyor. Halbuki yünün okkası altmış kuruşa. Hasılı bunlar ilim ve fen mes’eleleridir. Memleketin iktisadiyatı ancak ilim ve fen ile yükselir onun için mekteplerde böyle fenni ve sınai bir inkılaba lüzum vardır. Bu olmadıkça ne yapılsa boştur. Me’murun çokluğu menfaatten ziyade mazarrat verebilir. Sebilürreşad Evet fil-hakika muhtac olduğumuz bir inkılab varsa fenni sınai inkılabdır. Çocuklarımızı ellerine teslim ettiğimiz muallimler arasında sizin gibi hayalden ziyade hakikate nazariyattan fazla ameli teşebbüsata ehemmiyet veren; milletin memleketin hakiki ihtiyacını duymuş kıymetli vücudlar bulundukça istikbalden nevmid olmak için kendimizde bir hak görmüyoruz. Zaman yeise düşecek mal-i mefharetle sütunlarımıza geçirdiğimiz bu mektuplara diğer mektupların da peyrev olmasını temenni ederiz. Maarif Vekaleti’nce müsabakaya konulan İstiklal Marşı için dahilde ve hariçte bütün şairlerimize i‘lan suretiyle müracaat edilmişti. Müsabakada birinciliği ihraz edecek zata lira mükafat-ı nakdiyye verilmesi de takarrur etmişti. Marşın mükafat ile yazılmasına öteden beri tarafdar olmayan başmuharririmiz İslam şair-i muhteremi Mehmed Akif Beyefendi hazretleri kendisine vuku‘ bulan müracatlara karşı bu endişe-i hamiyyetini izhar etmiş ve nihayet bu cihet o necib arzusuna muvafık bir surette halledilmek şartıyla numaralı nüshamızda münderic marşı yazmış ve vekalet-i müşarun-ileyhaya takdim eylemişti. Milletimizin ve bütün İslam aleminin giriştiği istiklal mücadelesini pek beliğ ve canlı bir surette tasvir ve terennüm eden muhterem üstadımız Mehmed Akif Beyefendi’nin mezkur marşı; diğer marşlarla birlikte Büyük Millet Meclisi’nin geçenki müzakeresinde mevzu‘-ı bahs olarak ittifaka yakın bir ekseriyet-i azime ile ve pek sürekli alkışlarla kabul edilmiş ve ba‘de’l-kabul Maarif vekil-i muhteremi Hamdullah Subhi Beyefendi tarafından Meclis kürsisinde okunarak Meclis yine büyük bir takdir ve alkış tufanlarıyla dolmuştur. Beyefendi tarafından fakir çocuk kadınlara örgü öğretmek bir maişet te’min etmek emel-i hayr-perveriyle teşekkül etmek üzere olan Daru’l-mesaiye teberru‘ olunmuştur. Öteden beri hayatını ictimai dini tekemmülatımıza hasr ile bu vadide millete la-yemut ve pek kıymetli şiirler eserler ihda eylemiş olan müşarun-ileyh hakkında Büyük Millet Meclisi’nin gösterdiği takdirat-ı kadr-şinasaneye teşekkürler eder ve avn-i ilahi ile yakında tam bir halas ve istiklal zamanlarının hululünü temenni eyleriz. “Bir haftalık en mühim vek a yi‘ ve hadisatın hülasasıdır.” Cebheler: Garp Cebhesi’nde Yunanlıların istihzaratta bulundukları anlaşılıyor. Düşman Bursa mıntıkasında hayli kuvvetli keşif faaliyetlerinde bulunmuş. Fakat inayet-i Hak’la bütün taarruzları def‘ olunmuştur. Diğer taraftan Fransızlar Adana Cebhesi’nde taarruzlarını teşdid etmişlerdir. Teslih ettikleri Ermeni çeteleri Fransız kıtaatının himayesi altında Adana gerilerinde icra-yı şekavetle müslüman ahaliye ika‘-ı mezalim etmekte devam ediyorlar. Bir tayyare filosu üzerine bombalar atmıştır. Islahiye’de kıtaatımız Hassa şimalindeki mevazie alınmıştır. Osmaniye mıntıkasında Bahçe Adana ve Tarsus civarında düşmana müteaddid baskınlar yapılmış Tarsus ve Misis hatları müteaddid noktalardan tahrib ve Kozan mıntıkasında bazı şimendüfer köprüleri ber-heva edilmiştir. Müfrezelerimiz Adana kurbundaki ta‘limgaha kadar sokulmuş Tarsus’un garbındaki elektrik fabrikasını tahliyeye düşmanı mecbur etmiştir. Fransızlar Zonguldak’ta da bir müfrezemize taarruzda bulunmuşlardır. Londra Konferansı: Konferans hitam buldu. Fakat hiçbir hayra yaramadı. nab-ı Hak bizi sıyanet buyurdu. O gece İzmir ve Trakya’ya bir hey’et-i tahkikiyye göndermeye karar vermişlerdi. Yunanlılar kabul etmedi. Ondan nükul ettiler. Sonra İzmir’in Cem‘iyet-i Akvam’a terki şehirde daimi bir Yunan kıt‘a-i askeriyyesinin bulunması vilayetin mütebakisini hakim-i anasırın ekseriyetlerine göre Yunan Türk ve beyne’l-milel mıntıkalara taksim ile bir vali ta‘yini Boğazlara Cebelü’t-tarık’a müşabih bir vaz‘iyet ma‘nasız tekliflerde bulundular. Bu tekliflere karşı Meclis-i Milli ile müşaverede bulunmak üzere Yunan hey’eti kısa bir müddet talep etmiş bizim hey’et-i murahhasa reisi de bir aylık müddet istemiştir. Bunun üzerine konferans dağılmış ve hey’et-i murahhasamız Londra’dan mufarakat etmiştir. İngiliz matbuatı Türk-Yunan mücadelatı devam eylediği takdirde bu yüzden tevellüd edecek mes’uliyetin her iki tarafa aid olacağını yazmaktadırlar. Fransız Meclis-i Vükelası Londra Konferansı mukarreratı hakkında Başvekil Brian’ın beyanatını dinlemiş ve istihsal ettiği neticeden dolayı kendisini tebrik etmiştir. Kafkasya: Bu haftanın bizim için en mühim ve en muvaffakiyetli hadisesi Batum Ahıska ve Ahılkelek’in kan dökülmeksizin Cuma günü Cuma ezanları ile beraber halkın alkışları arasında Batum’a girmiştir. Şarkta Batum gibi her noktadan mühim bir mevkiin işgali bütün Anadolu’da bir sürur-ı azim tevlid etmiştir. Bolşeviklerle Gürcistan arasında açılan harp Gürcüleri pek fena bir surette sarsmıştır. Tiflis’in işgalinden sonra Gürcüler pek müşkil bir mevki‘de kalmıştır. Gürcülerle Bolşevikler arasında bir hafta müddetle mütareke akdolunmuş Gürcüler Santradi hattında yerleşmiştir. Gürcü başvekil cebheye gitmiştir. Ermenilere gelince onlar dahili ihtilaf ve ihtilallerle birbirini yiyorlar. Kızıllarla Taşnaklar arasında cereyan eden kanlı müsademeler bütün Ermenileri yeise düşürmüştür. Ermenilerin bir daha bellerini doğrultamayacaklarını artık kendileri de i‘tiraf ediyorlar. Revan’da hükumetlerin biri inip diğeri çıkıyor. Avrupa: Avrupa’nın afakını yine muzlim bulutlar kaplamaya başladı. Mühim hadiseler arefesinde bulunduğumuz anlaşılıyor. Almanlar müttefiklerin metalibini kat‘i surette reddederek mukabil teklifatta bulunmaları üzerine aralarında husule gelen gerginlik harekat-ı askeriyyeyi intac edecek derecede kesb-i ehemmiyet etti. Almanların en mühim şehirleri olan Düsseldorf en işlek limanı olan Hamburg ile civarındaki kömür havzalarını Essen daru’s-sınaalarını işgal ettiler bundan başka Alman gümrüklerine de vaz‘-ı yed ettiler. Bu harekat-ı umumiyye Almanya’da büyük galeyan ve heyecan husule getirmiştir. Alman Reis-i Cumhuru Ebert Almanların haklarında ve taleplerinde ısrar etmeleri lüzumunu tavsiye etmektedir. Kuva-yı işgaliyye kumandanları beyannamelerinde bermu‘tad ettiğini i‘lan ediyorlar. Halk Fırkası reisi Reichstag’da taleplerini kabul edemeyiz” diye bağırmış; Londorf: “Sefilane ölmeyeceğiz vatanı müdafaaya hazırız” demiştir. Diğer taraftan Avusturya’da Almanlara iltihak cereyanları kuvvetlenmesi üzerine Fransa Çeslovakya ve Yugoslavya ordularıyla Avusturya’yı tehdid ediyor. Son günlerde İtalya’da yine Komünist hareketleri başladı. Trieste’deki tersaneler amele tarafından yakıldı mahvedildi. Sermayedarlarla hükumet aleyhine nümayişlerde bulunan ameleyi ta‘kib eden zabıtaya karşı daru’lfünunun sosyalist talebesi bombalarla hücum ederek bir kısmını öldürmüşler birçoklarını da yaralamışlardır. İrlanda’da ise ihtilalin kanlı müsademelerin olmadığı gün yoktur. Manchester’de iki gün zarfında on büyük yangın ika‘ edilmiştir. Dublin’de vuka‘ bulan bir müsademede bir İngiliz kumandanı ve bir çok İngiliz askeri öldürülmüştür. Müsellah ihtilalciler Cork şehri civarında ler ve iki otomobili içindekilerle beraber ber-heva etmişler; Limerick Belediye reisini evinde öldürmüşlerdir. Dublin’den Phoenix Park’a giden bir İngiliz jandarma müfrezesine bombalarla hücum etmişler birçoklarını telef ve mecruh etmişlerdir. İngilizler İrlanda lubların etrafında bin kişi ictima‘ etmiştir. Fabrikalarla müessesat-ı saire bera-yı matem ta‘til edilmiştir. İspanya Başvekili Dato’nun zabitler tarafından katli oralarda da huzur ve sükun olmadığını gösteriyor. Hükumet katl hakkında gazetelere hiçbir şeyin yazılmasına müsaade etmemiştir. Rusya: Hükumetimiz ile Sovyet Cumhuriyeti arasında dostane ve uhuvvetkarane münasebat te’sis eden muahedename Moskova’da imzalanmıştır. Moskova telsizinin tebliğine göre; Fransızların tahrikatına kapılan mukabil ihtilalciler Kronştad’da Sovyet gelen telgraflara göre de Moskova hükumet-i merkeziyyesine karşı isyan eden ihtilalciler Petersburg’un dörtte üçüne hakim olmuştur ve Petersburg’daki Sovyet hükumeti me’murlarını esir eylemişlerdir. Asi taifeleri ikaz ve ikna‘ için Moskova’dan gönderilen altmış Bolşevik Stocholm gazetelerinden naklen Stefani ajansı Bolşevik kıtaatının Lehistan’a taarruzunu haber veriyor. Transilvanya’da Romanya hükumetine karşı vasi‘ mikyasda taarruz tertibatı keşf olunduğunu Havas ajansı tebliğ etmiştir. Macar ordusunun Bolşeviklerle müttehiden taarruza geçecekleri zannediliyor. Ehl-i Salib mezalimi: Salibiyyun işgal ettikleri bütün müslüman memleketlerinde vahşiyane zulümlerinde devam etmektedirler. Yunanlılar ez-cümle Uşak’daki zulümlerini son günlerde pek ziyade artırmışlardır. İzmir’de kandil münasebetiyle bayrak astıklarından dolayı yüz elliyi mütecaviz müslüman tevkif etmişlerdir. Balıkesir’de müslüman ahaliyi cebren tanassur ettirmeye de başlamışlardır. Trakya’da ika‘ ettikleri fecayi‘ de tahammül edilmeyecek bir hale gelmiştir. Müslümanların ileri gelenlerinden binlercesini tevkif etmişler müslümanların ağnam ve hayvanlarını yağma etmişlerdir. Süngülü Yunan askerleri taarruzlarını cami‘lere mescidlere kadar ileri götürmüşlerdir. İslam’ı imha türlü fenalığı ika‘ etmekten geri durmuyorlar. İngilizlerin ise İstanbul’da müslüman ahaliye karşı yapmadığı zulüm yoktur. Fakr u sefalet İslam’ın o güzel payitahtını kasıp kavuruyor. İngilizlerin beğendikleri evi derhal işgal ediyorlar. Ahali-i İslamiyyeyi hicrete mecbur etmek için bütün o zalim planlarını icra edip duruyorlar. Afrika: talya’ya gelen bir yolcudan alınan ma‘lumata nazaran Şeyh İdris’in ağır hasta olduğu ve İtalyanlar tarafından zehirlendiği söylenmektedir. Bir buçuk ay evvel Baroni kabilesi Beni Asker kumandasında Tunus hududunda Fransızlar ile harp etmiş ve Gaysa’ya altı saat mesafeye kadar yaklaşmıştır. İtalyanların Trablus dahilinde hiçbir nüfuzu yoktur. Maahaza kabail arasına fesad sokarak istifade arzusunu ehemmiyetle ta‘kib etmektedir. Tunus Hakimi Muhammed Nasır İslamlar için hizmet-i mecbure-i askeriyyeyi kabul ve imza ettikten ve Tunus İslamlarının Kilikya’da dindaşlarına karşı harp etmelerine sebeb olduğundan bilumum Afrika kabaili tarafından telin edilmekte ve Muhammed Hasir lakabıyla telkib olunmaktadır. Tunus hakiminin maiyyetinde bulunan Ahmed bin Ammar isminde bir mülazım-ı evvel hissiyat-ı İslamiyyesini rencide eden bir Fransız miralayı katlederek Cezayir hududundaki Zerib dağlarına çekilmiş ve kendisine iltihak eden iki bin beş yüz kişi ile Nafta şehrini zabt etmiştir şimdi Ahmed bin Ammar Beni Asker ile mütteların üzerine Senegal askeri celb ve sevk eylemektedirler. İki ay mukaddem Fas tarafından gelen Mevlay Ahmed Rasuli Cezayir hududunu tecavüz etmiş ve Fransızlardan Vecde Ayn-ı Tefilat şehirlerini zabt etmiştir. Sahra-yı Kebir kabaili bu kuvvete iltihak etmektedirler. Fas’daki Ecyale kabaili İspanyollarla harp etmek-te dir. “Öğüd” Vesaik-i tarihiyye: Hilafet-i mukaddese-i İslamiyye’nin makarr-ı i‘tilası olan İstanbul Meclis-i Meb‘usan ve bil-cümle müessesat-ı resmiyye-i hükumete de vaz‘-ı yed olunmak suretiyle resmen ve cebren işgal edilmiştir. Bu tecavüz saltanat-ı Osmaniyye’den ziyade makam-ı Hilafet’te hürriyet ve istiklallerinin istinadgah-ı yeganesini gören bütün alem-i İslam’a raci‘dir. Asya’da ve Afrika’da peygamber-pesendane bir uluvv-i himmetle hürriyet ve istiklal mücahedesinde devam eden İslam’ın kuva-yı ma‘neviyyesini kırmak için son tedbir olarak İ’tilaf devletleri tarafından tevessül olunan bu hareket Hilafet makamını taht-ı esarete alarak bin üç yüz seneden beri paydar olan ve müebbeden masun-ı zeval kalacağına şübhe bulunmayan hürriyet-i İslamiyyeyi hedef ittihaz etmektedir. Mısır’ın on bine baliğ olan şüheda-yı muazzezesine Suriye ve Hind-i Çini’nin velhasıl bütün Afrika’nın ve bütün Şark’ın bugün azim bir heyecan-ı vahdet ve derin bir emel-i istihlas ile titreyen efkar-ı müşterekesine havale edilmiş olan bu darbe-i tahkir ve tecavüzün düşmanlar tarafından tahmin edildiği vechile ma‘neviyatı haleldar etmek değil belki bütün şiddetiylele mu‘cizeler gösterecek bir kabiliyet-i inkişafa mazhar eylemek neticesini tevlid edeceğine şübhemiz yoktur. Osmanlı kuva-yı milliyesi; Hilafet ve saltanatın uğradığı müteselsil su’-i kasdların başladığı günden beri devam eden samimi bir vahdet ve tesanüd içinde vaz‘iyeti bütün vahametine rağmen azim ve metanetle telakki etmekte ve bu son Ehl-i Salib muhacematına karşı bütün İslamiyet-i cihanın hissiyat-ı müştereke-i mukavemetine emin olmaktan mütevellid bir hiss-i müzaheretle azim ve imanının amil olduğu mücahedede olacağına i‘timad eylemektedir. Kurun-ı vüstanın şövalye akınlarından bugünün ittifak ve i’tilaflarına kadar meş’um bir teselsül-i anudane sefilanesi İslam’ın nur-ı irfan ve istiklaline ve Hilafet’in tevhid ettiği uhuvvet-i mukaddeseye merbut olan bütün müslüman kardeşlerimizin vicdanında da aynı hiss-i takbih ve mukavemeti ve aynı vazife-i galeyan ve kıyamı uyandıracağından emin olarak Cenab-ı Hakk’ın mücahedat-ı mukaddesemizde cümlemize tevfikat-ı ilahiyyesini refik etmesini ve ruhaniyet-i peygamberiye istinad eden teşkilat-ı müttehidemize muin olmasını niyaz eyleriz. Kur’an-ı Kerim ne kapanıp rafa konmak ne de açılıp fal bakmak için nazil olmamıştır. Ahkam-ı ilahiyye ancak rek dünyaya gerek ahirete müteallık bütün umur ve hususatta kitab-ı celile müracaat edecekler; müslümanların saadet ve felaketi milletlerin istiklal ve izmihlali hakkındaki tebeddül kabul etmeyen desatir-i ilahiyyeyi nazar-ı letleri felaha götüren düsturlara temiz bir kalb kamil bir olmak şerefini ihraz edeceklerdir. Yoksa Kur’an’a sünnet-i Resule arka çevirirler; hevesat-ı nefsaniyyelerine dalarlarsa dünyada felaketten ukbada hüsrandan başka bir şeye nail olamazlar. Kimin düşünür kafası görür gözü muhakeme eder aklı olur da hadisat-ı alemi tetebbu‘ eder milletlerin inkılabatını düşünür mazideki kavafil-i beşerin tarihine dalar; Cenab-ı Hakk’ın kitab-ı mübininde bize beyan buyurduğu vekayi‘den ibret alırsa her türlü şübheden azade olarak şu hakikate hükmeder: Hiçbir millete hiçbir musibet hiçbir bela gelmemiştir ki o millet hudud-ı ilahiyyeyi tecavüz etmesin evamir-i adile-i ilahiyyeyi bir tarafa bırakarak şeriatin gösterdiği doğru yoldan sapmak ahkamını tahrifde bulunmak kelimat-ı Huda’yı hevesatına göre te’vil eylemek suretiyle kendi kendine zulmetmiş olmasın. Cenab-ı Hak mesalih-i ammede ittifakı menafi‘-i külliyyede mes‘udane geçirmeye ukbada da bir hayr-ı ebediye nail olmaya sebeb kılmış; bilakis muhasamatı münazaatı zaif düşmeye her türlü menfaat-i dünyeviyyeyi her türlü saadet-i uhreviyyeyi istihsalden aciz kalmaya nihayet akvam-ı sairenin pençe-i esaretinde inlemeye illet eylemiştir. Milletler esbab-ı müdafaayı hazırlamakta kusur ederler yahud ecanibin coşkun bir dere gibi memleketlerini basmak isti‘dadını gösteren tama‘larına sed çekmek hususunda gevşek davranırlar yahud her ne suretle olursa olsun kuvvetlerini şevketlerini te’yid edecek esbaba tevessülden geri dururlarsa hem memleketlerini hem kendilerini helake sevk etmiş olurlar. Bunlar o kadar zahir hakikatlerdir ki ahmak da anlar hakim de; cahil de farkına varır alim de. Allah’ın ayetleri sırrına erilmez efsaneler değildir. İnsanları felaket ve izmihlalden vikaye ile hidayete mazhar etmek için nazil olan ayat-ı ilahiyye herkesin anlayabileceği kadar besatatı haizdir. Görmeyenler anlamayanlar ancak kalpleri kararmış kulakları tıkanmış erbab-ı dalal ve tuğyandır. Ve onlar için dünyada haybetten ukbada hüsranden başka bir nasib yoktur. Ey gaflet uykularına dalmış Allah’ın emirlerine arka çevirmiş hevesat-ı nefsaniyyelerine mağlub olmuş müslümanlar! Uyanmak için hidayet ve salah yollarına girmek için daha ne bekliyorsunuz? Kapılarınızda dereler gibi İslam kanları akıyor düşmanın zulmüne uğrayan kardeşlerinizin feryadları göklere kadar çıkıyor; İslam’ın mukaddes beldeleri serir-i Hilafet ve saltanatı Ehl-i Salib toplarının kahhar efvahı altında kıvranıyor. Felaketin bundan büyüğü; musibetin esaretin zilletin bundan fecii olur mu? Şerefsiz hürriyetsiz hayat hayvanlara mahsusdur. Hayır hayır hayvan da bu kadar zalimane işkencelere tahammül etmez. Zincirleri koparır dişleriyle tırnaklarıyla nefsini müdafaa eder. İnsan ki mahlukat-ı olsun nasıl mukavemet göstermez? Ne oldu şehamet ve şevketi bir zamanlar cihanlara yayılan müslümanlar bugün saman çöpleri kadar kıymetsiz bir hayata razı oluyorlar! Daha dün tabiiyetimiz altında bulunan en alçak milletlerden merhamet dileniyorlar. canlarını olsun kurtarabilseler… Ne gezer! Düşman ayak bastığı yerleri yangın gibi silip süpürüyor: Ne ırzdan ne candan eser bırakıyor. Mora’da Teselya’da yüzlerce cami‘ler ve o cami‘lerin etrafında milyonlarca nüfuslar varken bugün ne bir tek minare ne de tek bir İslam nüfusu kalmıştır. Daha dün Makedonya’da Rumeli’de yapılan mezalim ika‘ edilen fecayi‘ tüyleri ürpertecek derecededir. Rumeli’de İslam’a karşı açılan bu mezalim-i Salibiyye oradaki hakimiyet ve mevcudiyet-i İslamiyye’yi imha eder etmez Anadolu’ya geçti. Güzel kasabalarımıza ateşler saldı ölümler yağdırdı. Felakete uğramadık hiçbir ocak musibet görmedik hiçbir nüfus kalmadı. Biçare mazlum kardeşlerimizi gazlarlar yaktılar. Ne kadar ırzlar paymal oldu. Nice servetler mahvoldu. Namerd düşman kasırga gibi taun gibi uğradığı yerleri harabezara çevirdi. Tarih-i İslam değil tarih-i cihan bile bu kadar şenaat görmemiştir. Pekala görülüyor ki düşman İslam’ın ruhunu öldürmeye kasdetmiştir. Yeryüzünden bütün Müslümanlığı kaldırmaya azmetmiştir. Harpte galib geldiği halde yine bize karşı kini sükun bulmadı. Diğer devletlerle de harp etti. Harp nihayet bulur bulmaz onlara karşı kini de sükun-pezir oldu. Fakat bize en müdhiş zulümleri mütarekeden sonra yaptı yaptırdı. Demek ki bize düşmanlığı harpten dolayı değil müslüman olduğumuz için O halde Kur’an’ın vaz‘ ettiği İslam hakimiyetini tamamıyla mahv edinceye kadar düşman bu mezalimine devam edecektir. Hakikat bu kadar dehşetiyle bu kadar çıplaklığıyla tecelli etmiş bulunurken hala bazı müslümanların gaflet ve tereddüd uykularında vakit geçirmesi kadar büyük bir günah; Kur’an’a karşı Peygambere karşı Allah’a karşı büyük bir cinayet tasavvur olunur mu? İslam memleketlerini parçalayan Kur’an’ın hakimiyetini kaldıran dar vasıta-i icraiyyeleri olan Yunan’a karşı velev ki fikren olsun zerre kadar mümaşat göstermek: Allah’ın ve Resulünün emrine muhalefet etmek münafıkin zümresine dahil olmak demektir. Kur’an’ın hiçbir kelimesi tahrife uğramamıştır. Kuran’ı açınız göreceksiniz: Hiçbir sahifesi yoktur ki müslümanları cihada izzet ve şerefe da‘vet etmiş olmasın. Ölüm korkusuyla mal kaygısıyla ticaret hevesiyle memleketlerini müdafaa etmeyen milletlerin duçar oldukları hüsran ve zilleti müslümanların ibret nazarları önüne koyan ayat-ı ilahiyye bi-hadd ü hesabdır. Kur’an’ın hiçbir ayeti yoktur ki İslam’ı zillete esarete cihaddan kaçmaya da‘vet etmiş olsun. ayet-i kerimesi izzet ve şerefin Allah’a Resulüne ve mü’minlere mahsus olduğunu söylüyor. metsiz olmak kuvvetsiz bulunmak miskin miskin köşelerde çene çalmak Salibin hakimiyetine girmeyi Allah’ın ve Resulünün emrettiği cihada koşan müslümanların fikirlerini çelmek mücahidlere karşı buğz göstermek Allah’ın ve Resulünün düşmanlarına temayülde bulunmak onları sırdaş ittihaz etmek cemaatten ayrılmak müslümanları teşettüte düşürecek zehirler saçmak gibi şeylerle izzet-i İslam arasında ne münasebet vardır? Allah’ın azametine Resulünün şanına kasem ederim ki bunların izzet ile Müslümanlık ile zerre kadar münasebeti yoktur. Bunlar hep nifak alametleridir. Bu kafada olan adamlar müslüman değil müslüman kıyafetine girmiş münafıklardır. Bunlar bu nifaklarıyla Allah’ı aldatacak zannederler. Farkında değiller ki kendi nefislerinden başka kimseyi aldatamazlar. Bu kabil adamları Cenab-ı Hak şu suretle tavsif ediyor: Ey kalplerinde nur-ı iman yerleşmiş saf ve temiz müslümanlar! Münafıkların sözüne arka çeviriniz. Allah’ın ve Resulünün emirlerine itaat ediniz. Felah ve saadet ancak buradadır. Allah’ın rızasından inayetinden başka dünyada hiçbir şeyin kıymeti yoktur. Milyonlarca servet bir anda mahv olur; en metin sıhhatler bir an temiz huylar değişir kirlenir; dünyaya meydan okuyan en büyük saltanatlar yıkılır gider; dünyaları huzurunda titreden kuvvetler bir varmış bir yokmuş sırasına girer… Bütün bu kararsız bütün bu fena-pezir alayişler içinde dayanacak güvenecek yalnız bir şey vardır ki o da ancak Allah’ın merhameti Allah’ın inayetidir. Allah ne diyorsa onu dinlemeli yapmalı. Neden men‘ ediyorsa ondan sakınmalı. Bakınız Allah neler emrediyor: –Hepiniz birden Allah’ın kitabına sımsıkı tutununuz birbirinizden ayrılmayınız.” –Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız.” –Ey ehl-i iman genç ihtiyar fakir zengin sağlam hasta; silahlı silahsız; binekli bineksiz evli bekar hepiniz çıkınız Allah uğurunda dinin vatanın muhafazası için malı- –– Habibim onlara de ki: Eğer babalarınız evladlarınız kardeşleriniz zevceleriniz kavim ve kabile akraba ve teallukatınız kazanmış olduğunuz mallarınız durgunluğa uğramasından korktuğunuz ticaretleriniz hoşunuza giden evleda cihaddan ziyade sevgili ise başınıza gelecek belaya milleti kurtarmaz.!” Bizim uğurumuzda çalışanları mücahedede bulunanları biz kendi yollarımıza hidayet yollarına mutlaka mazhar edeceğiz. Ey müslümanlar şübhesiz bilmiş olunuz ki: Allah iyilerle beraberdir.” hada istiklale izzet ve şerefe da‘vet eden ayetlerle doludur. Eğer müslümanlar Allah’ın bu emirlerinden gafil kalmışlarsa o halde ümmetin ruhu millet-i Muhammediyyenin pişvası olan ulema-yı rasihine mütehattim bir vazife düşüyor: Etrafa dağılarak erbab-ı gaflete vezaifini kati anlatmalı; aba-yı salifelerinin mazhar olduğu niam-ı tikamete salik oldukları takdirde Cenab-ı Hakk’ın kendilerine Şayed Hazret-i Peygamberin ve ashabının sünnet ve siretine rücu‘ etmeyecek olurlarsa uğrayacakları su’-i akıbeti onlara göstermeli; nusus-ı Kur’an’a muhalif gelen her bid‘atten her fena adetten mücanebette bulunmalarını söylemeli; akvam-ı salifenin ahvalini şerayi‘-i hikaye etmeli. Sonra halkın bugün düşmüş olduğu ye’si Bunun için onlara daima va‘d-i ilahiyi ihtarda bulunmalı. müslümanlar arasında o kadar az değildir. Zannetmeyiz ki onlar min tarafillah mevdu‘ oldukları böyle kudsi bir vazifeyi eda hususunda tekasül göstersinler. Zira kendileri dinin emanetgahı şer‘in penahıdırlar. Hakimiyet-i Milliye ve Sebilürreşad ceridelerinde “Anadolu’da İslam Kongresi” serlevhalı iki üç makale okudum. Bunlarda bütün akvam-ı İslamiyye murahhaslarından mürekkeb muazzam bir İslam kongesi teşkili tasavvurunun mevki‘-i fi‘le konmak üzere bulunduğu tebşir edilmekte idi. Derhal fikrime İslam’da uhuvvet i‘dad-ı kuvvet hakkındaki Cenab-ı Hakk’ın emirleri tecelli etti. Çünkü sis-i uhuvvet için yapılması lazım gelen usul ve tariklerden udul etmekliğimiz münasebetiyle bu uhuvvet lafz-ı bima‘nadan Bir milletin hayat ve bekası için birinci derecede elzem olan şey de budur. Zira insan tab‘an medeni olup pek çok ihtiyacata ma‘ruz bulunduğu halbuki muhtac olduğu şeylerin bir tanesini bile yalnız başına tedarikten aciz olduğu cihetle yaşamak isteyen bir milletin efradı arasında gayet samimi bir uhuvvetin te’sisine eşedd-i lüzum vardır. Bu mühim esası yalnız vaz‘ etmek kifayet etmeyeceğinden onu mütemadiyen muhafaza edecek esbabı da ihzar etmek icab eder. Halbuki bizde bu esbab tesbit olunmuştur. Maatteessüf tatbikine asla ehemmiyet verilmemelidir. Şimdiye kadar münevvim ilaçlar vererek bizleri uyutmaya ve hayat-ı ictimaiyyemize dahl ve te’siri olan siyaset-i emeline muvaffak olmakla sa‘yinin semeresini iktitafa ve Türkiye hükumet-i İslamiyyesi’ni bu suretle de bütün alem-i İslam’ı mahva başladı. Lakin bu sadmelerin şiddeti lehü’l-hamd bizi uyandırdı. Ta harim-i canımıza kadar hulul etmiş olan düşmanları def‘ ve tenkile karar verdik ve icrasına da başladık. “Derd çok hem-derd yok Düşman kavi tali‘ zebun!” beytine ma-sadak bulunuyoruz. Kardeşlerimiz var; fakat bunlar bizden haberdar değil. Kuvvetimiz var; biraraya gelmesi müşkil. İslamiyet kardeşlik esasatını vaz‘ etmiş; amma bundan istifade edebilmek için teşkilatımız yok. Kur’an her zaman i‘dad-ı kuvveti farz derecesinde emretmiş: “Düşmanlarınıza karşı iktidarınız yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” mealindeki ayet-i kerime ile irşad edip duruyor; tatbik edemiyoruz. Bil-cümle terakkıyatın esbab-ı husulünü te’mine kafi esaslar var; o esasa asla atf-ı nazar olunmuyor. Bu esasları tatbik ve mevki‘-i icraya vaz‘ ise insanların kendi gayret ve faaliyetine menut bir keyfiyettir. Semtü’r-re’simizde dolaşan bu bela biz Türklere mahsus değil umum dindaşlarımıza da isabet edecek bombalardandır. Medeniyet maskesine bürünerek Cem‘iyet-i Akvam teşkil ederek milletlere hakk-ı hayat bahş edeceklerini her tarafa deccal gibi istima‘ ettirmeye çalışan düşmanlarımız hayat hakkımızı almakta asla tereddüd göstermiyorlar. düzün üzerine dökülse şiddetinden derhal geceye münkalib olurdu zannederim. Bunları tahriren alem-i İslam’a kadar kuvvetli olamaz. Binaenaleyh asırlardan beri bu kabusun alem-i İslam üzerinde icra edegeldiği tahribat-ı müdhişe neticesi her yerde her hususda Avrupa’nın mahkum-ı zulmü olan ret esasında bulabileceğimiz muhakkaktır. Bütün müslümanların manlar kaffe-i umur ve muamelatını usul-i meşveretle hal ve fasl etmelidir emri bizim için varid olmuştur. Müslümanları vezaif-i vataniyyelerini kemal-i ciddiyetle hacet yoktur. hasiseden bi’l-külliye beri olarak da‘vete icabet edip gelecek din kardeşlerimiz mesalih-i mühimme-i ümmeti meşveret usulüyle hal ve düşmana galebe yolları aranmalıdır. Çünkü düşmanlarımızda asla hamiyyet ve haya kalmamıştır. Cümlemiz biliriz ki haya lisanımızda utanmak ma‘nasınadır. ma‘dud olan şeyleri icradan i‘raza bais bir halet-i celileden haya bir haslet-i kerimedir ki cem‘iyet-i beşeriyyeyi hıfz u himaye hususunda pek müessirdir. Nüfus-ı beşer bir kere haya perdesini yırtarak mertebe-i rif‘at ve derece-i ulviyetten haziz-i haset ve denaete tenezzül ile laübaliyane harekete cür’et eyledikten sonra ölümden başka hangi azab onu muhill-i nizam-ı alem olan mefasidi ika‘ ve icradan men‘ edebilir? İşte düşmanlarımız olan Avrupalılarda haya izzet hamiyyet kalmaması sebebiyle adab-ı insaniyye ile tezyin ve şehevat-ı hayvaniyyeden teneffür edememişlerdir. Hangi bir kavimde bunlar mefkud olursa elbette o kavim mahrum-ı izzet ve rif‘at olur. Hatta esbab-ı saadet onlarda hasbe’z-zahir ru-nümu olsa bile akıbet zillet ve meskenete ma‘ruz olarak vücudları harita-i alemden silinip gider. Bu hasletten ari olan Avrupalılardan fuhşiyat-ı zahire münafesat-ı aleniyye gılzat-ı tabiiyye ve mesavi-i ahlakıyyeden hasais-i umura ve rezail-i şuuna inhimakten maada ne görebiliriz? Şehevat-ı behimiyyelerinin kendilerine galib gelmesi ve sıfat-ı hayvaniyyelerinin irade ve lunması hasebiyle kendilerinin alem-i İslam’a karşı ika‘ etmek istedikleri şenaat ve denaetlerine bir burhan-ı kafi olmaz mı? Bu hal ise bunları seri‘ bir zevale isal edecektir. Nev‘-i net haslet-i şerifesini Cenab-ı Hak biz müslümanlara bahş ve i‘ta buyurmuş olmasıyla bast-ı bisat-ı refahiyyet eyleyen ve adalete ruh ve cisim veren o seciye-i şerife emniyet-i tamme ile yekdiğerinin i‘timadını kazanarak müslümanları mevki‘-i bülendine is‘ada bir silm yapılmış olmaz mı? Şura-yı ümmetin mahall-i ictimaı bütün mahalle mescidleri Cuma ve bayram cami‘leri ve namazgahları senede bir kere alem-i İslam’ın her tarafından gelen ve hüccacın ictima‘gahı bulunan Arafat dağı olup bunların her biri bir dar-ı şura idi. Bu zikr olunan mahaller yalnız ibadete münhasır değil Fakat mürur-ı zaman ile alem-i İslam’ın başına çöken bela-yı istibdad bu mühim dar-ı şuraları yalnız ibadet ve duaya hasr eyledi. Ve bu suretle ümmetin dilini bağladı ve bunun neticesi olarak nihayet alem-i İslam türlü türlü felaketlere ma‘ruz kaldı. Hülasa: Din-i İslam medeniyetin üssü’l-esasını teşkil eden şura-yı ümmet esas-ı metinini vacibü’r-riaye bir kaide-i mühimme olmak üzere gayet vasi‘ bir surette vaz‘ etmişken sonradan bu güzel kaide bi’l-külliye lağv olunmuştur ki alem-i İslam’ın başına gelen felaketlerin yegane sebebi de budur. Bu ictima‘ mahalleri el-an mevcuddur bunlar ibadete münhasırdır denilemez. Vaz u nasihatler de yapılmakta Umumi İslam ictimaı elzemdir. Muhafaza-i hayat ve mevcudiyet noktasından İslam kongresini hemen toplamak farzdır. Yukarıda da arz ettiğim gibi uhuvvet-i İslamiyye esasatıyla bu uhuvveti mahvetmek için çalışanlar Hak” denildiği cihetle kongrenin ictimaı halkın tercüman-ı efkarı olan gazete sütunlarına geçmesi Cenab-ı Hakk’ın bu emel-i hayrımıza bizi muvaffak kılacağına delildir. Kaffe-i dindaşlarımızın bu maksadın husulüne hizmet etmelerini rica ederim. Hemen Cenab-ı Hak tevfik Mekatib-i varide: Büyük Millet Meclisi’ni çoktan beri görememiştim. Bir taraftan ihtiyarlık öbür taraftan da soğuklar beni mangal başından kalkıp da dışarıya çıkmaktan alıkoyuyordu. Geçenlerde havalar biraz ısınınca yüreğim hopladı: – Gidip de biraz müzakeratı dinlesem dedim.. Torunum Akıl da bana uydu; elime değneğimi aldım birlikte çıktık. Bilmem aradan kaç saat geçti: Kendimi meclisin orta cümle kapısı önünde buldum. – Yasak öbür kapıya! – Ayol yoruldum. Şuracıktan… Hayır! – Son kuvvetimi dizlerime verip “Öbür kapıya!” dayandım. Bilet muayenesi bittikten hayli uzunca bir mesafeyi daha kalabalık arasından çiğnedikten sonra bir kapıcıktan içeriye girdim. Tanımadığım insaniyetli bir genç: – Buyurunuz oturunuz! dedi. Bir tahta üstüne oturdum. Akıl ayakta kaldı. Çocuğa yer yoktu: – Zararı yok efendi dede dedi ben şuracıktan bakıveririm. Birkaç dakika rahat nefes aldıktan sonra etrafımı görmeye başladım: – Maşaallah ne çok! Meclisin salonu dolu üst localar dolu aşağı localar dolu.. Bu çokluktan bir rahmet fışkırıyordu. Milletin sahibleri daha doğrusu vekilleri Tanrı’nın “ ” fermanını yerine getiriyorlardı. Reis beyefendinin müzakereyi ne yolda idare ettiğine baktım doğrusu çok beğendim. Etrafında neler olup bitiyorsa hep dikkat ediyor vazifesini aşk ile görüyordu. – İstiklal mahkemeleri a‘zaları beyefendiler izahat verecekler dedi. Kürsiye otuz yaşlarında bir genç çıktı. Duruşu ağır başlı idi. Söze başladı: Akıl’a sordum: – Bu kimdir? – Demin reis bey söyledi ya: Refik Şevket Bey dedi ve yanı başımda oturanlardan biri de Saruhan kelimesini – Allah tevfikini refik etsin.. Refik Şevket Bey anlatıyordu. Dilinde öyle tatlılık vardı ki maşaallah barekallah… Fakat ben yalnız yukarıya uğraşıyor doğrusu bundan sonraki sözlere çokça dikkat edemiyordum. – Mum yapıştıracak bir yer buldum ya şimdilik bu bana yeter! Men‘-i müskirat kanunu! Evvelce böyle bir şey işitmiştim: Büyük Millet Meclisi içkiyi men‘ eylemiş dedilerdi. Hatta bu haberdir ki bende en kuvvetli ve ma‘nevi bir ümid uyandırmıştı. Demek ki her gün yalnız yapraklarını çevirdiğimiz ma‘nasını düşünmeyerek okuduğumuz Kur’an artık bütün işlerimizde bütün konuşmalarımızda bütün kanunlarımızda bize hakiki kılavuzluk edecek herkes bunun gösterdiği doğru yollarda yürüyecek milletin ihtiyacına yarayan kanunlar –ecnebi değil– yerli olacak ictimai bünyemizin istediği elbiseler o bünyeye tastamam uyacak şu halde maskaraca taklid ler ortadan kalkacaktı: – İşte İslam aleminin en hakiki reçetesi demiştim. Fakat yüzlerce yıldan beri bu reçete niye bulunamamış mesela Kur’an’ın bütün açıklığıyla yasak ettiği içki ve buna benzer şeyler neye kaldırılamamıştı? Bunun bir çok sebebleri vardı ve en yakın göze çarpan sebebi de körü körüne taklidciliki sinesinde saklamış büyütmüş nihayet bu milletin üzerine saldırmış olan İstanbul kafası kafa birbirinden ayrılmış fakat yine bir takım serpintileri dışarılara da işleyebilmişti. Anadolu’nun göbeğinde hükumet kuran bir meclis milletin ihtiyaclarını elbette daha yakından ve daha hakiki ma‘nasıyla kavrayacak bu Şübhe yoktur ki Anadolu ve onun varlığına bağlanmış olan bütün İslam aleminin ilham menbaı Kur’an idi. Bu menbaa en çok uyan kanunlardır ki daha kolayca tatbik edilebilir ve halkı da ma‘nevi ve sağlam iplerle meclise bağlayabilirdi. Fakat acaba Refik Şevket Beyefendi bu pek açık hakikate karşı niçin öyle demişti? Acaba -değil yalnız Kur’an’ın hatta bütün fen adamlarının da yeryüzünden kaldırmak istediği- içkinin halk içinde hala devamını muşmuydu? Hayır yüz bin hayır! Halk; öteden beri kendisini idare edenlerin böyle şifalı bir reçete vereceğini hiç ümid etmiyor kanun namına nizam namına emir namına kendisine yollanan şeylerin kendi ruhu ve kendi ihtiyacı ile uymadığını uzun tecrübelerden sonra seziyor bu kere Büyük Millet Meclisi’nin çıkardığı kanun ise eskilere tamamen aykırı onun bu kadar yıldan beri yaşayan ruhunu imanını okşuyor: – Ay bu nedir? Asırlardan beri ruhumun çırpınarak diyor. Bu devayı bulan hekimi araştırıyor onun Büyük Millet Meclisi olduğunu anlayınca: – Çok şükür Allah’ım şimdi hakiki sahibimi buldum! diyerek seviniyor seviniyor seviniyordu! İşte Refik Şevket Bey oğlumuzun ifadelerindeki ince ve hassas ma‘na bu idi!.. Ben ki yetmiş yıl yaşamış feleğin her türlü cilvelerini görmüş bir ihtiyarım. Men‘-i müskirat kanununu gazetelerde okuyunca kendim bile sevinmiş sevinç ile ağlamıştım. O gazeteler hala benim en kıymetli kitaplarımın koynunda saklıdır. Yalnız o vakit ağlamadım; genç meb‘us; halkın evet yüzlerce yıldan beri arayıp da bulamadığı cananına kavuşan temiz yürekli temiz imanlı halkın belki ömründe az duyduğu memnuniyetini müjdelerken de yine ağladım. Çünkü: Bu müjde; o ucu Allah’a dayanan Allah’ın kitabına dayanan halkın en sıcak kalbinden kopan ilahi hakiki ve bir müjde idi. ler: – Amma bunak ha! Vatanın zararına çalışan adamların akıbetlerine acıyor! diye günaha bile girmişlerdir. Gençler bunlar… Çarçabuk hükümlerini verirler. Karşılarındaki dedelere ya bunak ya mürteci‘ damgalarını bastırırlar! E.. Varsın bassınlar. Allah onlara da benim gibi uzun fakat mes‘ud ömürler versin de o vakit dünyayı anlarlar. Meb‘us oğullarım bana sakın siz de bunak veya mürteci‘ demeyiniz amma men‘-i müskirat kanunuyla tuttuğunuz yolu ben pek hayırlı ve faideli görüyorum. Bu yolda durmayıp yürüyünüz! Göreceksiniz ki: Hem dünyada en kuvvetli en ileri bir millet haline geleceğiz hem de ahirette Allah’ın ucu bucağı bulunmayan ni‘metlerine kavuşmuş olacağız. – Acaib. Din ile dünyanın ne münasebeti var? Ha bunu söyleyeyim: Bizim dinimiz diğer dinler gibi dünyadaki terakkilerimize engel hiçbir kaideyi kabul etmemiştir. Dünyamızı da o ahiretimizi de o tanzim buyurmuştur. Terakki deyince ne anlarız? İlim işlerinde ziraat işlerinde san‘at işlerinde ahlak işlerinde.…. raretli bir dil ile bize emretmiştir. İslam’ın bütün milletlerden yüksek mevki‘lerde bulunduğu asırlarda kılavuzluk eden hep din idi. Dine sımsıkı yapıştığımız zamanlar bizim en parlak devirlerimiz idi. Fakat dinden uzaklaşmaya başlayınca terakki bizden biz terakkiden ayrıldık böyle cascavlak kalıverdik. – Beni niye üzüp duruyorsunuz canım? Bunları pekala siz de anlıyor anladığınız için –mesela– men‘-i müskirat kanunu gibi eserler meydana getiriyorsunuz. Eski ve yeni bütün dünyanın mazarratlarını gördüğü içki ne kötü bir şey olduğunu bize Allah lisanından bu kadar yıl evvel Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz haber vermişti! Böyle sağlam bir dinin elini tutmaktan onun gösterdiği doğru yollarda yürümekten kim çekinir. Çok yaşayan çok bilir derler. İçkinin milletimizin hayatı ahlakı ailesi serveti ve sairesi üzerinde yaptığı pek fena te’sirleri bir çok vak‘alarla gördüm. Bugün sizin büyük himmetinizle bu fenalıklar kalkmış hatta sarhoşlar bile size: – Allah razı olsun! diye dualara başlamıştır. Fakat buldukça bunar demezseniz sizden bir şey daha rica etmek isterim: – Kumar ne olacak?! Bakınız Allah içkiden sonra kumarı da zikr ve men‘ ediyor: “İçki kullanmak kumar oynamak anancak şeytan amellerinden bir takım murdar şeylerdir. Felaha; saadet ve selamete kavuşmak ister iseniz bunlardan vazgeçiniz!” Bilir misiniz ki: Kumar da içki kadar belalı bir şeydir. Bunun yüzünden ne servetler kurumuş ne aileler sönmüş ne felaketler ne fecialar başgöstermiştir! Eğer ceza kanunu bu işi başarır derseniz size hak veremem! Çünkü: Pek zaifdir sönüktür. Yalnız kumarı yasak etmekle de iş bitmez ha… Daha nice fenalıklar vardır ki bunları da Din-i Celil-i İslam’ın ta‘rif ettiği gibi kaldırmaya hülasa her işimizi o dine uydurmaya çalışmak lazımdır. Şimdilik içkiyi kaldırdığınızdan dolayı size ruhumun olanca sıcaklığıyla teşekkürler eder fakat onun yanında bir de kumar olduğunu hatırlatarak sözlerimi keserim. Allah cümlemizi doğru yollardan ayırmasın o yollarda hiç sapmadan yürümek nasib etsin amin. “Bir haftalık en mühim vekayi‘ ve hadisatın hülasasıdır.” Anadolu: Yunan askerlerinin kuvve-i ma‘neviyyeleri son zamanlarda pek ziyade sarsılmış bazı mahallerde askerler arasında isyanlar bile zuhur etmişti. Bu yüzden Yunanlılar Londra Konferansı’yla sarsılan vaz‘iyet-i siyasiyyelerini düzeltmek için çoktan beri tasmim ettikleri umumi taarruzu yapamıyorlardı. Hatta bundan dolayı Uşak ve Bursa cebheleri kumandanları da isti‘fa etmişlerdi. Fakat başka çare kalmadığı için Yunanlılar ne yapıp yapıp askerlerini kandırmışlar son bir hamlede daha bulunmak tecrübesine girişmişlerdir. Neşr olunan tebliğ-i resmiye göre Mart’ın’üncü günü sabahleyin üç kol ile Bursa Cebhesi’nden İznik-Yenişehir ve İnegöl istikametlerinde ve bir kol Uşak Cebhesi’nden Dumlupınar istikametinde taarruza başlamıştır. Bursa Cebhesi’nde düşman kısm-ı küllisi gecesini İznik Yenişehir ve İnegöl hattı garbında ve Uşak Cebhesi’nde İslamköy-Ahadköy mıntıkasında geçirmiştir. Şimdiye kadar mizacgir bir politika ta‘kib eden Antalya’daki İtalyan misafirler dostluk maskesi altında orada yerleşemeyeceklerini anladıklarından son günlerde garib bir takım tavırlar takınmaya başlamışlar posta çantalarımıza el uzatmışlar daha bazı nezaketsizliklerde bulunmuşlardır. Türkiye-Rusya: Mart’ta edilen muhadenet muahedenamesinin teallık bir muahede aid olduğu tarafça tanınmadığı takdirde mezkur muahedeyi her iki taraf da tanımamayı taahhüd eyler. Türkiye arazisi Misak-ı Milli Ahidnamesi mucebince ta‘yin edilir. Nahçıvan Azerbaycan’ın himayesi altında bir arazi-i muhtare ve mümtazedir. Ardahan Artvin ve Kars havalisi Türklere aiddir. Tarafeyn Şark akvamının hürriyet istiklal ve arzularına göre istedikleri şekl-i hükumeti kabul ve intihab hakkını tanır. İstanbul Türkiye’nin payitahtı olarak tanılır. Boğazlar’da serbest ticari transitin te’mini Karadeniz ve Boğazlara aid beyne’l-milel nizamname Karadeniz sevahilinde bulunan hükumetlerin murahhasları ma‘rifetiyle ta‘yin edilir. Eski muahedeler ile kapitülasyonlar ve Türkiye’nin Rusya’ya düyunu mülgadır. Tarafeynden her biri diğer tarafın veya ona aid bir kısmının hükumetini elegeçirmek isteyen veya diğer taraf aleyhine mücadele maksadına hadim grupların teşekkülüne müsaade etmez. Türkiye-Afganistan: Büyük Millet Meclisi Hükumeti’nin Moskova’daki murahhaslarıyla Afganistan Devleti’nin salahiyet-i kamileyi haiz murahhası Sefir-i fevkalade Muhammed Veli Han arasında Mart’ın birinci günü Moskova’da on maddelik bir ittifak muahedenamesi akd ve imza edilmiştir. Muahedenamenin mukaddimesi iki müslüman ve kardeş devleti birbirine bağlayan rabıtalardan Şark’ın teyakkuz ve intibahının başladığı şu günlerde uhdelerine düşen vezaif-i tarihiyyeden ve beynlerinde öteden beri caygir olan vahdet-i ma‘neviyye ve ittifak-ı tabiiyi saha-i siyasete nakl ile resmi ve maddi bir ittifak haline kalb eylemeye karar verdiklerinden bahisdir. Birinci Madde: Türkiye ve Afganistan’ın yekdiğerine karşı vaz‘iyetlerinden. kamileye ve hakk-ı istiklale malik ve her milletin bizzat arzu ettiği şekl-i idareyi kabul ve tatbikte serbest olduğuna ve Buhara ile Hive devletlerinin tasdik-ı istiklallerinden. Üçüncü Madde: Afgan Devleti’nin asırlardan beri mukteda-bih tanıdığından. Dördüncü Madde: Tarafeyn-i akıdeynden her birinin Şark’ta istismar siyaseti ta‘kib eden herhangi bir emperyalist devlet tarafından diğerine vakı‘ olan tecavüzü bizzat kendisine vakı‘ olmuş addederek vesait-i mevcude ve mümkine ile def‘ eylemeyi kabul ettiğinden. Beşinci Madde: Akıdeynden her birinin diğeriyle hal-i veya akıdeyn menafiine muzır hiçbir muahede veya mukavele-i düveliyye akd edemeyeceğinden ve her hangi bir devletle muahede akd edeceği zamanlarda diğerini haberdar edeceğinden. Altıncı Madde: Ticari ve şehbenderi mukavelat akd olunacağından. Yedinci Madde: İki devlet arasında tanzim-i muhaberat ve münasebat-ı samimiyye te’sisinden. Sekizinci ve Dokuzuncu Madde: Türkiye’nin Afganistan’a yardımından ve muahedenin asgari bir müddet zarfında tasdiki lüzumundan. Onuncu Madde: Muahedenin iki nüsha olarak Moskova’da tanzim edildiğinden bahisdir. Hicaz: Filistin ve el-Cezire’de te’sis olunmak istenilen İngiliz mandası Hicaz hükumetini şaşırtmıştır. İngiltere’nin evvelce verdiği te’minata hiç de uymayan bu hareketi Hicaz hükumetinin Avrupa’da bulunan mümessili Emir Faysal tarafından protesto edilmiştir. Faysal bu protestoda emirin me’murlarına İngiliz müşavirlerinin tayinine ihtiyac olmadığı Hicaz’da İngiliz menafi‘-i siyasiyye ve caz hükumetine İngiltere’nin esaslı bir meblağ ikraz etmesi lüzumu bildirilmiştir. Avrupa: Almanya İ’tilaf devletlerinin almış oldukları intikamcuyane vaz‘iyetlerini şiddetle protesto eylemiştir. Reichstag son hararetli bir ictimaında müttefiklerin mukarreratını suret-i kat‘iyyede redde karar vermiştir. Hükumet efradını taht-ı silaha da‘vet etmiş Alman limanlarını işgal eden müttefikin askerlerini tevkif etmiştir. Almanya sız sefiri bu tahşidatı şiddetle protesto etmiştir. İtalyan matbuatı umumiyetle Avrupa’nın halini tehlikeli görmekte ve bu hali senesinde Harb-i Umuminin arefesinde hasıl olan gerginliğe benzetmektedirler. İtalya’nın her tarafında Sosyalist harekatı tevessü‘ etmektedir. Fiume’de umumi grev i‘lan edilmiştir. Ahiran Dante meydanında bir bomba infilak etmiştir. İrlanda ihtilalleri devam ediyor. İngilizler önüne geçmek için en zalimane tedbirlere tevessülden geri durmuyorlar. Luid Corc “İrlandalılar istedikleri cumhuriyete müstakil ordu ve donanmaya hiçbir zaman malik olamayacaklardır.” diyor. Balkanlar: olan ve istiklalini Roma hükumetine tasdik ettiren Arnavudlar şimdi Yunan’a karşı hazırlanmaktadır. Yunan hududuna bir yangın zuhur etmiş bütün kışlalarla müessesat-ı askeriyyeyi yakmıştır. Sırplarla Karadağlılar arasında büyük müsademeler olmuştur. Sırplar Selanik mes’elesini kurcalıyorlar. Bulgarlar Nöyyi muahedesinin şiddetinden şikayete başlamışlar; Akdeniz’de muhtac oldukları mahreclere dair Londra Konferansı’na müracaat ederek yeni metalibde bulunmuşlardı. Rusya: Bolşevikler diğer devletlerle ticari ve siyasi muahedeler akdine başlamıştır. Lehistan ile sulh akd ettikten sonra Bizimle de dostluk muahedesi akd ettiler. Te’sis-i münasebat Kronştad’da zuhur eden isyan tevessü‘ etmeden Kızıl kıtaat yetişerek şehri istirdad eylemiştir. Mücahid-i muazzam Şeyh es-Seyyid Ahmed Senusi hazretleri tarafından Sivas’da Cami‘-i Kebir’de irad buyurulan hutbeyi Sivas Sultanisi Başmuallimi Naci ve Arabi Muallimi Ebulfida İsmail el-Ezheri efendiler tercüme etmişler; bütün ihvan-ı müsliminin bu beliğ hutbeden müstefid olmalarını te’min maksadıyla Sebilüreşad’a göndermişlerdir. Kendilerine teşekkür eder ve Şeyh Senusi hazretlerinin hutbe-i alilerini hacmimizin adem-i müsaadesine mebni ber-vech-i ati telhisen derc eyleriz: “Ey müslümanlar! Allah yolunda din uğurunda cihad Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kuluna verdiği bir hazinedir. Mücahidlerin Allah indinde o kadar büyük mevki‘leri vardır ki hiçbir şeyle kıyas olunamaz. Cenab-ı Hak mücahidin ordusunu zat-ı uluhiyyetine izafe ediyor; ‘Bizim ordumuz’ diyor. Bu ne büyük şerefdir! Mücahidler da mücahede edenleri nusretle zaferle de tebşir ediyor: “Muhakkaktır ki galebe edecek olanlar ancak bizim ordularımızdır” buyuruyor. Ey ümmetlerin en hayırlısı olan müslümanlar! Allah sizi izzete şeref ve rif‘ate da‘vet ediyor. Sakın zillete düşmeyiniz. Esaret zincirlerini boynunuza geçirmeyiniz. Müslüman ecnebi tahakkümü altında yaşamaz. Müslüman esaret altına girmez. Müslüman izzetten istiklalden başka bir şey tanımaz. Baştan başa Kur’an’ın ta‘limi budur. Bütün hayat-ı Peygamberin gösterdiği budur. Müslümanlık böyle kuruldu. Böyle yükseldi. Müslümanlık yeryüzünde zulmü kaldırdı. Zilleti kaldırdı. Cihanda azim bir inkılab vücuda getirdi. Kalpleri birleştirdi. Fikirlere hürriyet verdi. Ruhlara ulviyet bahşetti. Dünyayı nur hayırlısı olmak şerefine mazhar oldular. Refah ve saadete erdiler. Yeryüzünde adaleti te’sis ettiler. Kur’an’ın en büyük gayesi İslam’ın izzet ve istiklalidir. Bunun için Cenab-ı Hak müslümanları daima cihad ile mükellef kılmıştır. Müslümanlar mücahededen hiçbir zaman geri durmayacaklar. Hak yolunda her şeylerini feda edecekler. Canlarıyla başlarıyla uğraşacaklar. Mallarını bezl etmekten çekinmeyecekler. Her türlü meşakkatlere göğüs gerecekler her türlü sıkıntılara katlanacaklar. Yine düşmana boyun eğmeyecekler. Zillete razı olmayacaklar. Küfrün hakimiyeti altına girmeyecekler. Düşmanlar istedikleri kadar çok olsun. Müslüman çokluğu müslümanların azmini artırır. İmanlarını kuvvetlendirir. Müslümanlar ancak Allah’a dayanırlar ve ona bağlanırlar. “O mü’minler için ecr-i azim vardır ki bir takımları gelip de bunlara: ‘Düşmanlarınız sizi mahv için bütün kuvvetlerini toplamışlardır onlardan korkunuz’ dedikleri zaman; bu söz onları korkutmak şöyle dursun Allah’a Allah’ın nusretine olan ona bel bağlarız. O ne güzel bel bağlanacak bir Kadir-i Kayyum’dur’ derler” Ey müslüman kardeşler! Sakın ecnebi desiselerine kapılmayınız. Düşman İslam memleketlerine ancak küfür tohumlarını saçmak için gelir. Bütün garezleri İslam’ı mahv etmek nam ve şanını yeryüzünden kaldırmaktır. Sakın yaldızlı sözlerine aldanmayınız. Onlar aranıza tefrika salmak isterler. Müslümanların vahdetini tarumar etmek isterler. Maazallah bu vahdeti kırdıktan sonra vatanınızı manın pençesine düşen yerlerde dinin şeairi kalkar Kur’an’ın ahkamı muattal olur İslam’ın ma‘bedleri yıkılır zillet çöker muhitlerini sefalet kaplar. Uzaklara gitmeye hacet yok. Küffarın zulmünü gözlerinizle gördünüz. Kulaklarınızla işittiniz. İslam için bu ne zillettir! İslam için bu ne felakettir! Hep hile ve desise dar müslüman milletleri esaret boyunduruğuna soktular. Nice İslam cem‘iyetlerini perişan ettiler. Dinin maalimini yıktılar. İslam’ın medeniyetini çöktürdüler. En nihayet bugün savletlerini İslam’ın kalbine tevcih ettiler. Asırlardan beri İslamiyet’in yegane hamisi olan bu muazzam devleti yıkmak için ellerinden gelen mel‘aneti dılar. Tefrikalar soktular. Maatteessüf müslümanlar arasından düşmanın tuzaklarına düşecek ahmaklar zuhur etti. Düşmanın bu derece zahir olan buğz ve adavetine karşı insan nasıl aldanır..? Allah’a yüz binlerle şükürler olsun ki bugün hakikat tecelli etti. Müslümanlar arasında büyük bir intibah hasıl oldu. Ümidler münkatı‘ olmak üzere bulunduğu bir zamanda Allah müslümanların kalplerine sekinet verdi. Dağılmak üzere bulunan merkez-i İslam yeniden hayat buldu. Mahv oldu zannedilen bu muazzam devlet yeniden canlandı. Esaret boyunduruğuna girdi zannedilen Anadolu müslümanları arslanlar gibi kükreyerek yine şehamet meydanına atıldı. Bu Cenab-ı Hakk’ın büyük bir fazl u keremidir. Ey Anadolu’nun kahraman İslam mücahidleri! Siz olmasaydınız bina-yı İslam yıkılırdı. Siz bugün Kur’an’ı yaşatıyorsunuz. Her tarafınızı düşman sarmışken hiçbir şeyden yılmayarak gaza meydanlarında can veriyor Hak yolunda mücahede eden Hak uğurunda sabır ve sebat eden müslümanlar mutlaka galebe çalacaktır. Allah’ın nusreti sizin üzerinizedir. Sakın düşmanların çokluğundan kalbinize fütur arız olmasın. “Sizin dayanacak yeriniz Allah’dır. Allah ise hak yolunda mücahede edenlerle beraberdir. Hem siz yalnız değilsiniz. Yüzlerce milyon müslüman gözlerini sizlere dikmiştir. Sizin sabrınız düşmana karşı göğüs gererek metanet göstermeniz bütün İslam aleminde bir intibah uyandırmıştır. Her tarafdaki müslüman lerindeki zulüm ve küfür kabusunu atmaya savaşıyor. Bütün sizin şehametiniz sizin celadetinizdir. Siz İslam’ın kurretü’l-aynısınız. Siz Allah’ın tevfikine mazhar bir milletsiniz. Muhakkak galebe İslam’ındır. Fetih ve zafer yakındır. Siz hak yolunda cihadda sebat ettikçe bu din-i mübinin ahkamını icrada kusur etmedikçe Allah’ın gösterdiği doğru yoldan ayrılmadıkça emin olunuz ki hiçbir kuvvet sizin cem‘iyetinizi dağıtamaz saltanatınızı yıkamaz şevketinizi söndüremez. Aman kardeşlerim bu sabır ve sebatta devam ediniz. Sakın aranıza ihtilaf düşmesin. Milletleri serir-i şevketten haziz-i esarete düşüren tefrikadır ihtilafdır. Hepiniz kardeşsiniz. Hepinizin menfaati saadeti müşterektir. Her hususda toplu hareket ediniz. Cemaatten ayrılmayınız. Tefrikayı şikakı düşmanlara bırakınız. Zaten onların arasına Allah buğz ve adavet ilka etmiştir. Onlar küfürleri sebebiyle bu adaveti teşdid ederler. Siz müslümansınız. Müslümanın şiarı vahdettir cemaattir. Cemaetten uzaklaşmak müslümana yakışmaz. Düşmanı sernigun edinceye kadar kılıçlarınızı kınına koymayınız. Güzel memleketlerinizi düşmandan tathir edinceye kadar gaza meydanlarından ayrılmayınız. Bu yol hak yoludur bu yol Allah yoludur. Dinin ahkamına sarılınız. Kur’an’ın emirlerini zat-ı uluhiyyetine izafe ederek galibiyetiyle tebşir buyurduğu Cünd-i ilahiAllah ordusu olmaya çalışınız. Bismillahirrahmanirrahim Şimdi burada bir takım mebhasler vardır ki ba-husus Ehl-i Salibin müslümanlara karşı savletlerinin sıklaştığı misyonerlerin İslam’a hücumu bila-fasıla devam ettiği şu asırda dindaşlarımız için bilinmesi elzem olduğundan kendilerinin nazar-ı ıttılaına arz etmeyi bir vecibe addettik. Birinci mebhas– Allahü Zü’l-celal Tevrat’ı Hazret-i Musa’ya Zebur’u Hazret-i Davud’a İncil’i Hazret-i İsa’ya elimizde tedavül eden kitapların aynı mıdır? Şübhe yoktur ki Kur’an-ı Kerim Ehl-i Kitabın aleyhi’s-salatü ve’s-selam efendimizden evvel kendi kitaplarında tahrifat tebdilat icra ettiklerini bir çok mevazi‘de beyan buyurmuştur. Bu tahrifat bir derecededir ki hiçbir kimse kalkıp da Yahudilerle Nasraniler arasında tedavül eden o kitapların Cenab-ı Hak tarafından vahy olunan kitapların aynı olduğunu ileri süremez. Şimdi müddeamızı isbat için bizlere iki hususa dair söz söylemek icab ediyor: Birincisi bu kitapların sahibi olan enbiyaya kadar vasıl olacak bir sened-i sahih yoktur. etmiş oldukları bu hakikati hiç biri inkara mecal bulamaz. Ehl-i Kitab ellerindeki kitapları iki kısma ayırırlar: Birinci kısmın kendilerine Hazret-i İsa’dan evvelki enbiyanın lisanı üzerine geldiğini iddia ederler. İkinci kısmın mecmuasına Ahd-i Kadim kısm-ı saniye dahil olan kitapların hey’et-i mecumasına Ahd-i Cedid derler. Kısm-ı evvele dahil olan kitapları ele alacak olursak nasara-yı kadime bunlardan otuz sekizinin sıhhatinde ittifak geride kalan dokuzunun sıhhatinde ihtilaf etmişlerdir. Maamafih bu otuz sekizin sıhhatine kail olan ancak cumhur-ı kudemadır. Zira Samiriler yalnız yedisinin sıhhatini teslim ederler ki bunlar da Hazret-i Musa’ya mensub olup Tevrat ismi verilen beş kitap ile Yuşa‘ bin Nun bir de Kitab-ı Kazat’dır.Tevrat’ın Samiriler elindeki nüshası Yahudiler elindeki nüshasına muhalifdir. Ahd-i Kadim denilen kısm-ı sanideki kitaplara gelince bunlar dokuz kitaptır.Ahd-i Cedid’e dahil olan kitaplar da ikiye ayrılır ki hey’et-i mecmuası yirmi yedi kitapla fıkarat-ı uhrayı ihtiva eder. İncil ismi bunların arasında ancak dördüne verilir ki onlar da Matta İncili Markus İncili Luka İncili Yuhanna İncili’dir. muasına müsamaha suretiyle İncil ismi verildiği olur. gilyon kelime-i Yunaniyyesi’nden alınmadır ki ta‘rib edilerek İncil olmuştur. Üstad-ı mağfur Rahmetullah-ı Hindi diyor ki: Ulema-yı nasraniyyeden mürekkeb bir meclis Kral Kostantin’in emriyle sene-i miladisinde Nansi şehrinde kitapları hakkında müşaverede bulunarak mes’elenin hakikatini meydana çıkarmak idi. Hey’et uzun uzadıya müzakere ve tedkikat icrasından sonra Kitab-ı Yahudiyet’ muhtelifenin eskisi gibi şübheli addolunmak lazım geleceğine hükmetti. Sonra sene-i miladisinde Lizisya Meclisi namıyla diğer bir meclis in‘ikad ederek evvelki meclisin Kitab-ı Yahudiyet hakkındaki hükmünü te’yid ettikten başka diğer yedi kitabın daha buna ilhakına karar verdi. Daha sonra senesinde Kartic namıyla bir meclis daha in‘ikad etti. Bu meclis hıristiyanlarca pek ma‘ruf olan Akistay ile meşhur ulemadan mürekkebdir. Bu hey’et evvelki iki hey’etin hükmünü teslim olunmak vücubunda ittifak etti. Daha sonra Terlo Florans Taranet şehirlerinde üç meclis in‘ikad etti. Ve bu meclislerin şübheli kitaplar hakkındaki kararı üzerine bütün o kitaplar inde’l-cumhur sahih addolunmak bu minval üzere devam etti. O tarihde Protestan fırkası zuhur ederek yedi kitapla Kitab-ı Estir’in bazı bablarını reddetti. Bununla beraber diğer bablarını kabul etti. Protestanların bu hususdaki hüccetleri şunlardır: Bu kitaplar aslında İbrani Keldani ve sair lisanlar üzerine olduğu halde bugün o lisanlar üzere bulunmuyor. Yahudiler bu kitapların ilham eseri olduğuna kail olmuyor. Justis dördüncü kitabın’inci babında bu kitapların hususiyle Mekabin-i Sani kitabının tahrif olunduğunu tasrih ediyor. Putperestlerin ikinci kurun-ı miladide yetişen ulemasından Selsus diyor ki:“Hıristiyanlar İncillerini üç dört defa belki daha ziyade değiştirdiler. Binaenaleyh kitaplarının bütün ma‘anisi tebeddüle uğramıştır. Kezalik Malikepz fırkası ulemasından Vastis dördüncü karn-ı miladide bağırarak diyor ki: ‘Mes’ele kat‘iyyen böyledir. Ahd-i Cedid’i ne İsa ne de havariyyun tasnif etmemiştir. Bunu ismi bilinmeyen bir adam tasnif etti. Ve - - halk tarafından mazhar-ı i‘tibar olmaz korkusuyla te’lifi havariyyun ile refiklerine nisbet eyledi. Bundan başka te’lif ettiğini söyleyerek Hazret-i İsa’nın müridlerini fena halde incitti.” Hanri Vaskot tefsirinin cild-i evvelinde Okestayn’ın sözlerini naklediyor: “Yahudiler Tevrat’ın İbrani nüshasını tahrif ettiler. Maksadları Yunanca’ya olan tercümesinin revac bulmamasını [?] te’min etmek ve Hıristiyanlığa karşı gelmekti. Ma‘lumdur ki kudema-yı Nasraniyye de böyle söylerlerdi. Ve Yahudiler sene-i miladisinde Tevrat’ ı tahrif ettiler derlerdi.” Üstad-ı mağfur “İzhar-ı Hakk” ında büyük bir fasıl açarak bu fasılda kat‘i kahir bir çok delail serd etmiş ve bütün Ehl-i Kitab indinde ne Ahd-i Atik’e ne de Ahd-i Cedid’ e dahil kitaplardan hiçbirinin sened-i muttasılı olmadığını isbat eylemiştir. Üstad’ın hülasa-i makali şudur: – Eldeki Tevrat’ın daha Başya ibn-i Amun zamanından evvel tevatürü münkatı‘dır. Bu adamın serir-i saltanata cülusundan on sekiz sene sonra elde edilen nüshaya ise i‘timad yoktur. Maamafih şayan-ı i‘timad olmayan bu nüsha da Buhtü’n-nasr hadisesinden evvel zayi‘ olmuştur. Buhtü’n-nasr hadisesinde ise Tevrat ve sair Ahd-i Atik kitapları yeryüzünden kalkmıştır. Hıristiyanların zu‘mu vechile Azra bu kitapları yazmışsa da Antikos hadisesinde nüshaları ve bir çok nakilleri zayi‘ olmuştur. – Cumhur-ı Ehl-i Kitab şuna kaildir ki Sefer-i Evve l ve Sani Azra tarafından Haca ve Zekeriya aleyhime’sselamın yardımıyla tasnif edilmiştir. Binaenaleyh bu iki kitap şu üç nebinin eseridir. Halbuki her iki kitapta tenakuzlar hatalar pek çoktur ki biz bunları icab eden yerlerde tafsil ettik. – Hazekya’nın kitabında Sefrü’l-Addedde mütenakız ahkam varid olmuştur. Eğer Hazekya’nın zamanındaki Tevrat bugün mütedavil olan Tevrat olsaydı tabiidir ki kendisi için ona muhalefet caiz olmazdı. – Akvam-ı Mesihiyye’nin fudelasından ve kendilerince sikadan bulunan Doktor İskender Kaydi yeni Tevrat’ın dibacesinde diyor ki: “Edille-i hafiyyenin zuhuru üzerine bana üç mesele yakinen malum olmuştur. Evvela mevcud olan Tevrat Musa’nın tasnifi değildir. Saniyen bu Tevrat Ken‘an yahud Urşelim’de yazılmıştır. Yani Beni İsrail’in sahralarda bulunduğu zaman-ı Musa da yazılmamıştır. Salisen bu Tevrat’ın ne Hazret-i Davud’un saltanatından evvel ne de Hazekya zamanından sonra te’lif edildiği sabit olmamıştır. Bunun te’lifini Hazret-i Süleyman’ın zamanına yani miladdan bin sene evveline yahud Yunanlı şair Homer’in zamanına nisbet ederler. Hasılı Hazret-i Musa’nın vefatından beş yüz sene sonra yazılmıştır.” – Eldeki Tevrat’ta bir çok tarihi galatat vardır. Şayed bu kitap Cenab-ı Hakk’ın Hazret-i Musa’ya vahyettiği kitap olsaydı tabii bu gibi nakisalardan münezzeh olurdu. Üstad-ı mağfur Rahmetullah-ı Hindi bütün ahd-i kadim kitaplarını kemal-i dikkatle tedkik etmiş ve tetebbuatında Ehl-i Kitabın en büyük ulema ve müverrihleri tarafından serd edilen efkara istinad suretiyle kendi kahir hüccetlerini serd eylemiştir. Sonra Ahd-i Cedid kitaplarına hususiyle enacil-i erbaaya geçerek Hevrenden şu sözleri nakletmiştir: “İncillerin zaman-ı te’lifine aid olmak üzere kilisenin eski müverrihleri tarafından bize gelen ma‘lumat güdüktür gayr-i muayyendir. Bu babda kat‘i bir şeye vasıl olarak kudemamız bir takım rivayetleri tasdik etmişler yazmışlar. Kendilerinden sonra gelenler ve kazib rivayetlerin hepsi birden bir katipten diğer katibe geçmiş ve zamanın mürurundan artık tenfizi [tenkidi] muhal olmuştur.” hiçbir şey çıkaramayacağını çoktan anlamış olduğu için ulum-ı akliyye ve fünun-ı asriyyenin fikirlere verdiği açıklık ve mülahaza meziyetlerine müracaat etmiş ve çalışmak sayesinde zengin ve müreffeh olduğu için hakaikı aramaya vakit bulmuştur. Halbuki bizim dinimizin medeniyet düsturları ve doğruluk mesaide ittifak esasları vaz‘ edilmiştir. Bir müslüman cem‘iyetinin yevm-i kıyametten sonrası bile düşünülmüştür: Müslümanların dünya hayatına aid kavanini gerek ahval-i şahsiyye ve gerek vezaif-i ictimaiyye noktasından ikmal edilmiştir. Bu kanunların mevzuu iki cihan saadeti ve gayesi insanlığın kemalidir. Bunu isbat için çok söze lüzum yoktur: Bir kere zuhur-ı devirlerdeki hususiyet-i insaniyye ve medeniyyeyi gözden ve fikirden şöylece geçirivermek kifayet eder. Müslümanlık medeniyeti Müslümanlık ailesi Müslümanlık kardeşliği çok yüksek çok samimi ve çok büyüktür. Bu meziyetler hep ictimaiyyatın tevazün ve tekamülü esbab ve avamili de o medeniyet ve aileden ayrı düşmüş olmamızdır. Burada bir nokta tezahür ediyor ki o da ictimaiyyatın maali-penahları “Mekarim-i ahlakı itmam için” gönderilmiştir. Bu bir defa husule geldikten sonra akl-ı beşerin hayra ve mesai-i müfideye meyli sayesinde ulum ve fünun ve medeniyette –hakayıkı taharriye bağlanarak– tedricen kemalini bulacaktır ve nitekim öyle olmuştur. tedvir edecek olan idarenin usul ve kavanini Tatbikat-ı Ahlakıyye mecmuasında babları ve fasıllarıyla vardır! Bir hey’et-i ictimaiyye efradının kendi başlarına vücuda getiremeyecekleri müşterek hayat-ı medeniyyeyi el birliğiyle bulmak ve muhafaza etmek için vicdani düşünceler bir yere gelince ictimaiyyatın esasları kanunları da yapılmış demektir. Fakat bunun me’hazı mütekabil emanet ve emniyettir. Biri diğerinin imanına diğeri ötekinin ilmine bir öteki de berikinin hulkuna emniyet etmek şartır. Bu da ahlak ile olacak bir şey… Yoksa dünyanın kitaplarını yutsak hafızamızı yormaktan başka bir iş görmüş olmayız! Hayır noksan söyledim: Hafızayı yormaktan fazla bir şey yapmış oluruz ki o da ucub dedikleri kendini beğenmek ve akıl ve hikmeti kimseye vermemektir. Kısa bir hasbihalde bulunmak isterim: deniyet düsturlarının muntazaman tatbiki vasıtasıyla cem‘iyet hayatını muvazeneli hale koymaktır sanırım. Avrupalıların yeni bir ilim şekline koymak istedikleri larına ve kendi yaşayışlarına göredir; ve kendi medeniyetlerinden fırlayıp çıkan düsturlara istinad edecektir. Diğer cihetten bence Medeniyet denilen cem‘iyet-i ma‘neviyyenin milliyeti bugün münakaşayı mucib olsa bile her halde bir dini vardır. Mesela Şark medeniyetinin cüz’iyeti milletlerde tezahür ediyorsa külliyeti mutlaka Müslümanlıkta tecelli ediyor. Medeniyet madem ki örflerin duyguların fikirlerin temelinden doğmuş bir muhassaladır; bunun her halde bir hususiyeti bir an‘anesi ve hey’et-i umumiyyesinin bir telakki-i istikameti vardır. O Ve biz de bu haldeyiz. Hasbihalim burada hitam bulur. Asırların istibdad cehl hurafat akaid-i batıla harp siyaset te’sirleri ve cereyanları bizi bu şimdiki hale getirdiler. –imtisale numune olmak şehenşah-ı ma‘nevisi olan Server-i Kainatın ictimaiyyat hakkındaki telkinat-ı ulviyyelerini unuttuk; iman zaafına vicdan zulmetine uğradık. Bizim unuttuğumuz hakaik ve uğradığımız mesaibi ihtar ve tedavi için yeni ictimaiyyat Bir Avrupalı çoban lisanıyla çok yeri tahrif edilerek en basit temsiller ve ekseriya mübhem ta‘birlerle vaazlara - - başlayacağız. Bence bu bir mecburiyet-i kat‘iyyedir ve bizim için başka yol yoktur. Felaketlerin ilacını saadetlerin kimyasını hep bunda arayacağız. Kim ve nasıl arayacağını bilmem fakat kanaatim budur. Buna ister mektepten cami‘den başlayalım fakat bütün bu mesailin hallini kolaylaştıracak olan şey Müslümanlığın surette telkin etmektir. Buna dair elde toplanmış ne havas ve ne de avam için bir yaprak bir satır yoktur. Ve halkın akidesi ile terbiye-i diniyyesiyle hiç iştigal edilmemektedir. Zihinler dimağlar hurafat ile cahilane safsatalarla aczlerle kayıtsızlıklarla doludur. Bir tarafta hiç münasebet ve teması olmayan milyonlarca halk bilmem ki ne vakte kadar biri birinden haberi olmayarak bir iklimde ve bir diyarda yaşayacak ve Müslümanlığın her zamanda herkes için necah ve saadet te’min eden nuru örtülü ve kapalı kalacaktır! O nur-ı hidayetin ne vakit münkeşif olacağı mechuldür ancak yüksek gönüllerin taleb edeceği hiçbir iyilik kendini ondan esirgemez. Fakat bizde pek mühim ve müdhiş bir illet var ki o da Mevki‘-i ictimainin mevki‘-i resmi ile teayyün etmesi veya bu iki şeyin biri birine karıştırılmasıdır. Demek ki hala kuvvet kudret ve te’sir esasları caridir; hala muvakkat ve arızi sıfatlar asli ve cevheri mevcudiyetlere tercih edilmekte ve birinciler ikincilere hükmetmektedir. Bunun ictimaiyyat üzerine yapacağı meş’um te’siri hiç unutmaya gelmez. Bu ictimai günah “İndallah ekreminiz ittikanızdır” ihtarına karşı müctemi‘ bir isyan demektir. Bunun neticesi ve ve hayırlı servet ve samanın aşağı ve zelil derecede kalması ve sıfat-ı arıziyyede asıl olan ademin bir vücud-ı müessir haline gelmesidir. En çok müttaki olanın en aziz ve kerim olacağı beyan-ı bakmalı ve bu hakikat-i mahza-i ilahiyyeyi bugünün ictimaiyyatına göre mütalaa etmelidir. Çünkü faal te’sir hususunda bir kabile reisi bir aşiret şeyhi bir amir-i mücbir ve bir hakim-i cahil ile mehafetullahı küçük gösteren ve ilim ü irfanı hiçe sayan bir şerafet-i zahiriyye sahibi arasında fark yoktur. Halbuki ictimaiyyat esasları Müslümanlığın adle yani müsavat-ı hukuka riayeti üzerine müessesdir. Müslümanın kadını da okuyacak hakimi halifesi de kanaatkarane çalışacaktır. Kimsesizi dilencisi mütegallibi bulunmayacaktır. Cem‘iyet-i İslamiyye infirad ve rekabetten teferruk ve teşvişten masun bulunacaktır. Şu mebadi i‘tibariyle ictimaiyyatın bizde kisve-i İslamiyye’ye girerek esaslı surette vücud bulması için mutlaka terbiye-i fikriyyenin te’sisi şarttır. Bu fikir mes’elesi bu akide şartı halledilmedikçe bütün memleketlerin duvarlarına geçenin nazar-ı dikkati celb edilse yine faide vermez. Çünkü resmiyetten yılgınlık vardır. Cem‘iyetler madde ile ma‘na yani cisim ile ruhdan vücuda gelmiş oldukları için bu iki uzv-ı esasiyi Avrupalıların başka müslümanların da büsbütün başka mahiyette telakki etmeleri i‘tibariyle bizim ictimaiyyatımız bizim din ve medeniyet düsturlarımızla bizden çıkacaktır. Çünkü Avrupa ictimaiyyatına ma‘nen ve maddeten yanaşmanın bizi ne suretle ikmal edeceği ma‘lum değildir. İkmal değil belki de bilakis tenkis eder ihtimal ki büsbütün mahvımıza çalışırlar.. O halde ne kadar dönüp dolaşsak yine müracaat edeceğimiz bab-ı mualla-yı selamet medeniyet-i İslamiyye müessese-i azimesinin temiz ve aydınlık ilim ve irfan kütüphanesinden başka bir yer değildir ve olamaz. Museviler öteden beri te’min-i mevcudiyyet etmenin küre-i arzın muhtelif memleketlerinde nüfusca olan ekalliyetlerine rağmen iktisadiyata sarılmak birbirlerine muavenet etmek suretiyle iktisad aleminde mühim bir mevki‘ ihrazına muvaffak olmuşlardır. Her Musevi sırf şahsı için değil Musevilik için ve Musevilik’in menafi‘-i umumiyyesi için çalışır. Yahudiler bütün mesailerini esaslı proğramlara tevfikan tanzim etmişlerdir. Bu sayede her vakit mevcudiyet-i siyasiyyelerini hissettirmişler; Musevilik ile Hıristiyanlık arasındaki dini ihtilafat-ı azimeye rağmen Hıristiyan Avrupa’dan her zaman kendilerine muavenet-i siyasiyye te’min etmişlerdir. Museviler gördükleri şahsi muavenetleri bile Musevilik’e nafi‘ olacak bir hale ifrağ etmeyi menafi‘-i umumiyye namına menafi‘-i şahsiyyelerini feda etmeyi Yahudilik’in kavaid-i esasiyyesinden telakki ederler. Bununla beraber dine olan merbutiyetlerini idame-i mevcudiyete gayr-i kafi gördüklerinden bu hususu iktisadiyatla takviye etmek mecburiyetini hissetmişler; bu suretle her şeyde muvaffak olmak kabiliyetini göstermişlerdir. Bundan takriben sene evvel Filistin kıt‘asındaki Yahudiler nüfus-ı umumiyyeye nazaran ekalliyette oldukları halde dini bir şekilde vakı‘ olan hicretleri yavaş yavaş siyasi ve iktisadi bir şekle ifrağa muvaffak olmuşlar; lerinin semeratını iktitaf eylemişlerdir. Az zaman evvel sath-ı bahrdan yüzlerce metre alçak olan Bahr-i Lut Le Havle ve Taberiye gölleri civarıyla buna mümasil bir çok yerler kara sıtma menbaı idi. Oraları ziyadesiyle merzagi bulunduğu cihetle hastalık yüzünden perişan bir hale gelen hal-i hazırda enkazından başka bir şey görülemeyen büyük büyük köy ve kasabalar nüfus zayiatı neticesinde mahvolmuştu. Havali-i mezkurenin kuvve-i yısıyla senede üç mahsul alınabilen bu altın toprakları kimse kalmamıştı. Çünkü o şerait dahilinde orada barınmak göz göre ölüme gitmek demekti. Bu yüzden oraları kurun-ı ula devrini andırırcasına insan değil hayvan bile barınamayacak bir hal kesb etmişti. Lakin sa‘y ü gayretin fedakarlığın önünden bir şey kurtulamayacağını takdir eden Yahudiler başta Baron Rothschild olmak üzere bu gibi araziyi pek dun fiatlarla satın aldılar. Bu arazinin evvela kabil-i iskan bir hale getirilmesini düşünerek hastalığın menbaını teşkil eden bataklıklarını kurutmaya baktılar. Fakat bu azim masrafları mucib olan tefcir ameliyatıyla yani vasi‘ ve imtidadlı hendekler açmak suretiyle yapmadılar. Pek cüz’i masarıfla bu bataklıkların muhtelif mahallerinde beş altı sene zarfında tohumdan okaliptussıtma ağacı ormanları yetiştirdiler. Bu ağaçların haiz oldukları evsaf-ı hayatiyye dolayısıyla bataklıklar kurutularak oraları kabil-i havali-i mezkure beş altı sene zarfında hem bir ormanlık hem de insanların barınacağı ve kuvve-i inbatiyye-i fevkalade sayesinde müreffehen yaşayacakları bir mıntıka-i ziraiyye haline tahvil edildi. Bunu yapan bir hükumet değil en büyük hissedarı Rothschild olan bir Musevi şirketidir. Bu arazinin bazı aksamı adeta ufak müstemlekeler halinde ve koloni namı altında şirket tarafından idare ediliyor. Bundan başka arazinin kısm-ı a‘zamı Filistin’e gelen Musevi ailelerine satın alındığı fiattan yüksek ve fakat değerinden az bir kıymetle veriliyor. Bedelinin te’diyesi de senede ödenmek ve hasılat-ı safiyesinden her sene cüz’i birer mikdar i‘ta etmek suretiyle fevkalade teshil edilir. Binlere baliğ olan ve gitgide mikdarları tezayüd eden bu ailelere yalnız arazi verilmekle iktifa edilmiyor. Birer senelik ihtiyacatıyla beraber kendilerine verilen araziyi vat-ı ziraiyye-i fenniyye arazi şeraitiyle kendilerine ikraz ediliyor. Bu suretle evvelce ölüm mahalli addedilen bu merzagi bu bataklık mıntıkalarda mükemmel Yahudi köyleri te’sis edildi. Köy hayatına yeni giren Yahudilerin kısm-ı a‘zamı ziraatle iştigal etmemiş oldukları için bunlara fenni usul-i ziraati öğretecek adam yetiştirmek maksadıyla evvela bir ziraat mektebi vücuda getirdiler. Bu ziraat mektebinden neş’et edenlere köylülerden daha elverişli şeraitle arazi tevzi‘ edildi. Kendilerine fazla bir takım müsaedat ve edildi hem de civar köylülere fenni ziraati öğretmeye me’mur edildiler. Bu ziraat me’murlarından bir kişi köye isabet edecek surette yüzlerce adam yetiştirdi. Aynı mikdardaki köylere birer baytarla köylülerin ahval-i sıhhiyesinden mes’ul birer doktor ta‘yin edildi. Doktorların vazifesi haftanın muayyen günlerinde köyleri ziyaret etmek ve muhtac-ı tedavi olanları tedaviden ibaretti. Hayvanatın ıslahını düşünerek damızlığa elverişli olmayan hayvanatı köylülerin teşkil etmiş oldukları sendidikalar vasıtasıyla sattırmak yine bu sendikalar vasıtasıyla damızlığa elverişli hayvan mübayaa ederek köylülere tevzi‘ etmek hayvanatın ahval-i sıhhiyesini daimi murakabe altında bulundurmak da baytarların cümle-i vezaifindendi. tecarib-i fenniyye-i ziraiyyede bulunan koloniler köylüler ziraat me’murları vasıtasıyla bilumum köylülere tebliğ ettiler. Aynı tecrübe ziraat me’murları tarafından yapıldı bu suretle bir çok mahsulat ziraatinin ta‘mimi te’min edildi. Filistinde bu gibi tecarib-i fenniyye ile iştigal eden koloniler bütün küre-i arzda büyük bir kıymet-i fenniyyesi bir mevki‘-i ilmisi olacak derecede tekemmül ettiler Filistin’de sırf zirai ve fenni olmak üzere binlerce cild kitapları muhtevi bir çok kütüphaneler vücuda getirdiler. Köylüler istihsalatını yalnız köylülerin iştirakiyle teşkil edilen şirketleri vasıtasıyla satarlar. Bir köylü yalnız başına pazar-ı ticarette hiçbir şey satmak arzusunu hissetmez. Bu şirketleri teşkil etmekle Museviler Filistin’de ziraatle ticareti mezc ederek köylülerin emekleri nisbetinde menfaatdar olmalarını te’min ettiler. Bugün bu şirketler birçok hasılat-ı ziraiyyeyi Avrupa’ya ihrac etmekte ve yüksek fiatlarla satmaktadır. senesinde bütün Filistin ve Suriye hasılat-ı ziraiyyesinin sıfıra inmesini mucib olan çekirge afetine karşı yalnız Museviler bu teşkilatları sayesinde mukavemet etmişler hasıl olan zararları az bir müddet zarfında telafi edebilmişlerdir. O sene çekirgenin mahsulata iras ettiği hasarat-ı azime neticesinde Suriye’nin bir çok köyleri adeta mahvolmuştu. Çekirge afetini müteakib derhal bütün Filistin’de bulunan marangozlarla yahudi zürra‘ şirketleri akd-i mukavele ettiler; cüz’i bir müddet zarfında fenni usulle binlerce arı kovanı i‘malini te’min eylediler. Yine fazla mikdarda oğul dahi tedarik edildi; surette hal-i tezehhürde bulunan limon ve portakal ağaçlarının çiçeklerinden arıların istifade ettiği üç dört ay zarfında beher kovandan kilo nefis portakal balı elde edildi. Harp senelerindeki şeker fıkdanı hasebiyle bu balın beher kilosu beşer liraya kadar satıldı. Bu suretle köylüler o sene çekirge afetinden mütehassıl zararı teşkilatları sayesinde arıcılık san‘atına sarılmakla telafi ettiler. Filistin’in hakimiyet-i Osmaniyyede bulunduğu zamanda Filistin dahilindeki Yahudiler arasında teati edilecek mektuplar için posta usulü -hükumetin ma‘lumatı olmaksızın- ihdas ederek hasılat-ı safiyelerini müessesat-ı nafia menfaatine terk ederlerdi. Filistin’de okuyup yazması olmayan bir Musevi’ye tesadüf etmek muhtac-ı muavenet dilenci bir Musevi görmek ademü’l-imkandır. Sebilürreşad Makalenin sahibi Kazım Bey ziraat mütehassısı olmakla beraber Filistin’de bulunmuş; orada Yahudilerin faaliyetini re’ye’l-ayn görmüştür. Bu makaleyi müslümanlar tekrar tekrar okumalı ibret almalıdır. İnsanların barınamayacağı yerleri çalışmak sayesinde başka milletler ne hale getiriyor görmeli sonra da bu cennet gibi güzel memleketlerde müslümanların hastalıktan sefaletten başkaldıramadıklarını düşünerek ağlamalıdır. Arzı ma‘mur etmek hususunda müslümanlar her milletten ziyade mükellef bulundukları halde maatteessüf en geride kalmış bulunuyorlar. Ahiretten evvel dünyada hasene talebini ta‘lim eden ayat-ı ilahiyyeye müslümanlar göz yummuşlar da dinlerinin gösterdiği faaliyet ve saadet yolundan büsbütün aykırı yollara sapmışlar bugün zillet ve meskenet vadilerinde puyan olup duruyorlar. Emin olmalıdır ki dünyada zilletle hüsranla geçen hayatın ukbası de maazallah hüsran olur. Cebheler: Yunan ordusunun geçen hafta başlayan umumi taarruzu üzerine bu hafta Garb Cebhesi’nde pek ciddi muharebeler olmuş İnönü’nde inkişaf eden büyük meydan muharebesi el-an bazı cenahlarda bütün şiddetiyle devam etmekte bulunmuştur. Düşman sarsılmış ve ric‘ate yüz tutmuştur. Diğer taraftan Afyonkarahisarı civarındaki kahraman kıtaatımız düşmana taarruza başlamıştır. İnşaallah yakında arslan mücahidlerimiz zafer-i kat‘iyi ihraz ederek inayet-i Hakk’la düşmanı tarumar edecekler ve Anadolu’nun güzel müslüman memleketini zulümden küfrün hakimiyetinden kurtaracaklardır. Arabistan: tını teşdid etmeleri üzerine Bağdad’da bir ihtilal vuku‘ bulmuş Bağdad’ın Dicle üzerindeki mahallelerinden birkaçı te’yid ve bazı yerlerde İngiliz kıt‘alarını perişan eylediklerini yazmaktadır. hinde uyanan bu hareketleri tanzim etmek üzere Kuveyt de bir meclis akd olunacağını yine bu gazete yazıyor. Necid Hail Mahmere emirleriyle Hicaz ve Yemen emirlerinin birer mümessilinden terekküb edecek olan bu meclis Arap kabail-i ümerası arasındaki ihtilafatı da hallederek müttehiden hareket eylemek imkanını ihzar edecektir. Musul’da bir İngiliz zabitinin bir İslam kızıyla birlikte otomobille sokakta dolaşması ahalinin galeyanını mucib olmuş Şeyh Ali es-Salih namında gayur ve kahraman bir müslüman hücum ederek her ikisini de öldürmüş; bunun üzerine İngilizlerle müslümanlar arasında müsademe olmuştur. Musul’daki İngiliz istihbarat müdiri Yüzbaşı Mabki katledilerek cesedi kuyuya atılmıştır. İngilizlerin Yemen’de harekata başlaması oradaki urban arasında büyük bir heyecan ve asabiyet tevlid eylemiştir. Aden’de el-Hac civarında ilerlemek isteyen mişler ve İngiliz müfrezelerini büyük zayiatla tard eylemişlerdir. Cebel-i Düruz’un Fransa mandası altına girmesine müteallık hazırlanan i’tilafname mucebince Dürziler kendi kendilerini idareye muktedir! bir hale gelinceye kadar Cebel-i Düruz’da iki Fransaz müsteşarı icra-yı faaliyet edecektir. Kafkasya: Kızıllar tarafından Gürcistan’ın işgali itmam edilmiş Gürcü Bolşevik Hükumeti teşekkül etmiştir. Bu ahval üzerine Erivan’daki Taşnak hükumetinin vaz‘iyeti müşkilleşmiştir. Almanya: karşı silahla mukabeleden başka çare kalmadığını anlayan Almanlar fevkalade faaliyetle istihzarat-ı harbiyyede bu-lunmaktadırlar. Liva-yı Hamd’ine hamid bütün kibar ü sıgar Kemal-i kurbüne şahid Vesile bi’l-ikbal Bülend-i şanına bürhan Makam-ı Mahmud’u Kerim-i tab‘ını et Kevser’iyle istidlal Zeminin üstüne açtı cenah-ı re’fetini Zamane şevk-i kudumüyle geldi devr-i kemal Tarik-i şer‘i şeban-ruz neyyirü’l-etraf Ala vü necd imam u vera yemin ü şimal Umum aleme rah-ı necatı gösterdi Bu nura karşı nasıl göz yumar güruh-i dalal Zuhur-i şems-i berahin-i asumanisi Zeminde zulmet efkara verdi izmihlal Hitama erdi zamanında devr-i Lat ü Menat Hitama ermeden ayat-ı Suretü’l-Enfal Dürüldü defteri bil-cümle cehl ü eşrakin Eliyle feth olunurken kitab-ı Rabbü Celal Zaman-ı harbde bak necdet ü şecaatine Ki sayesinde karar eyliyor bütün ebtal Göründü ayet-i Musa yedinde bala-ter Bu parmağından o taştan akıttı ab-ı zülal Asa ile denizin infilakı gerçi kemal Halaikın gözünü açtı kühl-i hikmetle Hakim ü şair ü kahin şaşırdılar fi’l-hal Mi‘rac leyle-i mübarekesi münasebet-i celilesiyle: Şer‘iyye vekil-i muhteremi efendi hazretleri tarafından ithaf buyurulmuştur. Yürür tarik-i saadette müsterihü’l-bal Vusul-i künhü için yol verilmemiş akla Medar-ı ma‘rifet-i zatıdır sıfat-ı kemal Nizam-ı hikmetinin kainat şahididir Şuun-ı kudreti bir an değil karin-i zeval Şümul-i lütfunu derpiş-i fikr edip gördüm Tebessüm eyledi karşımda çehre-i amal Açılsa yümn-i nesim-i seherle gerd-i gumum Meded-resanım olup feyz-i Ized-i müteal Uyansa daye-i fikrim ataletin bırakıp Tasavvuratımı tertibe etse isti‘cal Bütün nükat ü dekaikle dolsa safha-i dil Verip karihama vüs‘at o vasi‘u’l-efdal Bahar-ı feyze erip andelib-i hame-i zar Sürud-i aşk ciğer-suzun etse istikmal Bu taze vecd ile ben bahtiyarım eylerken Nuut-i Hazret-i Fahr-i Rusül’de nazm-ı leal O fahr-i devr-i tekamül ki gördü asarın Zemin zaman ü semavat ü arş-ı alü’l-al Emin-i vahy-i İlahi şefi‘-i ruz-i sual Melaz-ı ehl-i vefa destgir-i herd ü sera Medih-i nass-ı Huda mahrem-i harim-i visal Sahib ve Müdir-i Mes’ul Tennur yakmadı mendil-i Hazret-i Enes’i Ki dest-i pakine olmuştu bir zaman ru-mal Gubar-ı ravzana yüz sürmek isterim ben de Bu yolda ta bulayım nardan halasa mecal Rıza verir mi “feterda” makam-ı a‘lası Ki aciz ümmetini ateş eylesin pamal Nukud-i salih-i a‘malden tehi-destim Defatir-i amelim hep günehle ma-la-mal Ben ol esir-i hevayım garik-i cürmüm ki Görünmüyor bana bir sahil-i selamet-i hal Ben ol muvafık-ı amal-i nefs-i şumum ki Her arzusunu icrada eylemem ihmal Bırakma hak-i mezellette ya Resulallah Bu abd-i kemteri bezm-i berine kıl isal Ümidim öyle ki hurşid-i himmetin eritir Günahım olsa da yevmü’l-cezada misl-i cibal Şefaatin umarım ümmetindenim çünkü Uluvv-i rütben için eyle lütf-i alü’l-al Düşürme gönlümü girdab-ı ye’se ya Rabbi Ümid-i afvına peyveste eyledin nice sal Hatamı mu‘terifim pür-kusur “Fehmi”yim Atana muntazırım et nevakısım ikmal Muvaffak eyle beni cümle takatim edeyim Habib-i Muhterem’in hizmetinde isti‘mal Rızanı bulmak için eyledik cihada kıyam Beka-yı dinimizin muktezası istiklal Liva-yı nusretinin mevcedar sayesine Sığındık olmak için bunda nail-i amal Zafer yolunda bu ümmet yorulmasın ya Rab Be-cau indeke hayrü’l-vera celilü’l-bal Aleyhi elfü salatu ve elf-i teslim Kema-yeliku bihi bi’l-gudüvvi ve’l-asal Ve alihi ve li-ashabihi’llezine lehüm Mekanetün ve sebatü ledeyye fi’l-ahval. Usul-i din ü kavanin-i şer‘-i muhkemini Kemal-i hikmet u adliyle etti hakkı ikmal Şemailiyle bilindi fezail-i ahlak Mekariminden alındı mehasin-i ef‘al Medar-ı fahr u belagat cevami‘u’l-kelimi Bedayi‘ü’l-hikemi kıble-i ukul-i rical Ulüvv-i kadr-i müsemmayı var kıyas eyle Ki nakş-ı ismi anın arş-ı Hakk’a verdi cemal Minarelerde menabirde daima okunur Huda’nın ism-i şerifiyle ismi bi’l-iclal Safa-yı kalb ile tekrar olunsa evsafı Dimağ-ı ehl-i vefadan gider kelal ü melal Lisana söylemek azana dinlemek akla Telezzüz eylemek amali gösterir ikbal Sen ol Resul-i kerem-pişesin ki kılmıştır Simat-ı ni‘metinin vasfı halk-ı alemi lal Ne mümkün ol...... tab‘-ı pakini tasvir Ki kadr-i hame-i erbab-ı şi‘ri eyledi dal Ne mümkün eyleye insan senanı hakkıyla Senanı kafil iken nass-ı İzd-i müteal Fakat şeref buluyor intisab-ı medhinle Bu yolda mazhar-ı tevfik olursa ehl-i makal Fezailin nerede medhimiz bizim nerede Ki dest-i acze Süreyya’yı tutmak emr-i muhal Makam-ı hass-ı muallanı gösterir Mi‘rac Vusul-i kurb-i Hudavend’i bi-şerik ü misal Eya şefi‘-i müşeffi‘ Muhammed-i muhtar Eya penah-ı ümem kamran-ı mülk-i neval O bargahda sultan-ı enbiyasın sen Bu kargahda hem şah-ı mesned-iclal Gubar-ı payine canım başım feda olsun Ki sensin evvel ü ahir şeh-i sütude-hısal Tezayüd etmededir şevk-i kalb-i şuride Huzura al beni ey destgir-i ehl-i vebal Huzur-ı ravza-i pakinde arz-ı hal edeyim Hasar-ı nefsimi suzişle eyleyem icmal “Bir haftalık en mühim vekayi‘ ve hadisatın hülasasıdır.” Anadolu : Bu haftanın en mühim hadisesi İslam ordusunun Salib ordusunu tarumar etmesidir. Londra Konferansı’ndaki muvaffakiyetsizliğini ta‘mir ve kuva-yı İslamiyye-yi mahvetmek üzere dört yüz kilometrelik cebhede Eskişehir ve Karahisar istikametlerinde hücum eden yüz bin kişilik Yunan ordusu ile yedi gün yedi gece devam eden büyük meydan muharebelerinden sonra kat‘i surette mağlub ederek zaferi kazanmıştır. Kudurmuşcasına saldıran Yunan sürüleri günlerce yalçın kayalara başını çar-parak hurdehaş olmuştur. Azim telefat veren düşmanın taarruzu tamamıyla kırıldıktan sonra ordumuz mukabil taarruza geçerek ikmal-i muvaffakiyet ediyor. Balkanlar: te hareketleri başlamıştır. Bulgaristan’da efkar-ı umumiyye Yunanlılar aleyhinde çok tehlikeli bir şekil almıştır. Bulgarlar Sırplarla tevhid-i mesaiye çalışıyorlar. Romanya ile Bulgaristan arasında da gerginlik husule gelmiştir. Almanya: Almanya’nın Ren havalisindeki tahşidatı Ruslarla müştür. Almanya’da müdhiş dahili ihtilaller başlamıştır. Komünistlerle Spartakistler bazı şehirlerde Şuralar cumhuriyeti i‘lan etmişlerdir. Bir çok şimendüfer hatları köprüler müesseseler tahrib edilmiştir. Bir çok şehirlerde kanlı muharebeler oluyor. Komünist ihtilalinin Fransa ve İngiltere’ye sirayeti karibdir. Cihan yeniden karışıyor. Üstad-ı mağfur Rahmetullah-ı Hindi bütün kilise ve müverrihlerinin idadına dahil olan kitaplar hakkındaki re’ylerini tamamıyla nakl ettikten ve bunlardan hiçbirinin şayan-ı ihticac bir senede malik olmadığını “Bunlar nezdindeki kütüb-i mukaddesenin hali nizamat ve kavaninin hali gibidir. Görmez misiniz ki tercüme-i Yunaniyyesi selefleri indinde Havariyyun devrinden on beşinci karn-ı miladiye kadar mu‘teberdi. Ve İbrani nüshasının muharref olduğuna nüsha-i sahihanın ise bu tercümeden ibaret bulunduğuna i‘tikad ederlerdi. Halbuki sonraları iş tersine döndü. Muharref bilinen nüsha sağlam sağlam bilinen nüsha yanlış ve muharref tanıldı ki bu suretle bütün seleflerin cehli kabul edilmiş oldu. Danyal’ın kitabı eslaf-ı nasara nazarında tercüme-i Yunaniyyesine muvafık olduğu surette mu‘teberdi. Lakin Orgon bunun yanlış olduğuna hükmedince terk ettiler. Ve Tehyu dö Kenin tercümesini aldılar. Aristisin kitabı on altınca asıra kadar mu‘teberdi. On yedinci asra gelince Protestan uleması indinde kazib bir eser telakki ve zaferle ta‘kibe başlamıştır. Düşmanın hatt-ı ric‘atini kesmek üzere ilerleyen müteaddid süvari kollarımız düşmanı muharebelerle en güzide bir fırkasını tarumar etmiştir. Salib ordularının ba-kiyyetü’s-süyufu perişan bir surette muhtelif yollarla İznik Gemlik Bursa Mudanya istikametlerinde Marmara sahillerine firara şitaban olmuştur. Düşmanın terk ettiği top tüfek cephane mühimmat levazım-ı harbiyye hadsiz hesapsızdır. Cenubda Afyonkarahisar’dan şarka doğru hayli ilerlemiş bulunan düşmana o havalideki fırkalarımız da taarruz ederek ta‘kibe başlamıştır. Yunan sürüleri bütün cebhelerde münhezimen firar etmektedir. Müteaddid mahallerden gelen haberlere göre düşmanın zayiatı bin tahmin olunuyor. Bu hain kara Salib ordusu ric‘at esnasında önüne gelen köyleri kasabaları yakıyor; genç yor. Bilecik’de Ertuğrul Gazi hazretlerinin türbelerini bomba ile attılar. Zavallı müslüman halk hain Yunan zulüm ve vahşeti önünde çırıl çıplak dağlara iltica etmiştir. Bu zalim kara Salib ordularını tamamıyla denize dökmek için bugün Anadolu’da eli silah tutan bütün müslümanların gaza meydanına koşmaları en büyük bir fariza-i ilahiyyedir. Ankara’da olduğu gibi Anadolu’nun her tarafında büyük şenlikler yapılmakta; bütün cami‘lerde Allah’a hamd ü senalar edilmekte ervah-ı şühedaya mevlidler mağlub ettiği büyük meydan muharebesini idare eden kumandan İsmet Paşa hazretleriyle Erkan-ı Harbiye ve Büyük Millet Meclisi arasında Hak daima İslam’ı mansur ve muzaffer eylesin amin. Arabistan: Suriye’deki Fransız Salib ordusunun mütemadiyen lümanları da harekete getirmiş; bütün Suriye’de umumi bir kıyam vukua gelmiştir. Müslüman mücahidleri Cissızların maktulü sekiz yüzü geçmiştir. Şam ve Merc-i Uyun’da ihtilaller tevessü‘ etmektedir. Fransızlar Kilikya’dan ve diğer taraflardan asker sevkiyatına başlamışlardır. Yemen’de icra-yı harekat eden İngiliz Salib ordularına da mücahid-i muazzam İmam Yahya hazretleri taarruza başlamış; Huceyle mevkiini zabt ile Bacile doğru ilerlemektedir. Sabık Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey’in kumandası altındaki Yemen ordusu da Tihameye bir şiddetle hücum etmektedir. Diğer taraftan Genç Hıristiyanlar Cem‘iyetidir. Bütün memleketlerde muhtelif ve müteaddid şu‘beleri olan bu cem‘iyet mütarekeden sonra İzmir’de faaliyet göstermişti şimdi de evvel Orşelim ve Beytü’l-makdis iki defa yağma edildi. Mensa zamanında küfür artarak memleketin kısm-ı a‘zamı sanemperest oldu. Beytü’l-makdis’in sinesinde esnam için bir mezbah bina olundu. Ve sanem rekz edildi. Yuşya bin Amun serir-i hükumete gelince Cenab-ı Hakk’a tevbe ve rücu‘ etti. Bu hükümdarın gerek kendisi gerek erkanı Din-i Mu-sevi’nin tervicine ve ayin-i şirkin izalesine son derecede tarafdar idi. Bununla beraber bidayet-i saltanatından i‘tibaren yedi sene geçtiği halde hiç bir kimse nüsha-i Tevrat’ın vücudunu ne gördü ne işitti. Sekizinci sene bir kahin Beytü’l-makdis’de Tevrat’dan bir nüsha bulduğunu iddia etti. Ve Yuşya bunu okutup dinleyince Beni İsrail’in isyanından dolayı son derecede mahzun olarak yakasını yırttı. Bu vak‘alar n yirmi ikinci babında musarrahdır. Üstad-ı mağfur Rahmetullah-ı Hindi diyor ki: Ne Tevrat’ın bu nüshasına ne de o kahin Halkiyanın sözüne dan evvel iki defa yağma edilmişti. Sonra Beytü’l-esnam olmuştu. Bu sanemhanenin hademesi her gün içeri girerlerdi. Yuşya’nın ilk yedi sene-i saltanatı müruruna kadar Tevrat’ın ismini hiç kimse işitmedi. Halbuki gerek Yuşya gerek ümerası Din-i Musevi’ye ittiba‘ için son derecede müştak idi. Kahinler her gün Beytü’l-makdis’e girip çıkıyorlardı. Nasıl oluyor da Beytü’l-makdis’de bu nüsha bulunsun ve onu bu kahinlerin hiçbiri görmesin. Binaenaleyh bu nüsha Halkiya’nın uydurmasından başka bir şey değildir. Evet Halkiya Sultan’ın ve mukarrebinin Museviliğe inhimakini görünce yalan gerçek işitmiş olduğu bütün rivayatı toplamak suretiyle bu eseri meydana getirdi. Ve Musa aleyhisselama isnad etmekte tereddüd etmedi. Zaten dini tervic ve hakkı neşr ve ta‘mim viyye ve kudema-yı Mesihiyyin indinde müstahab sayılırdı! edildi. Kütüb-i mukaddesenin Latince tercümesi Katoliklerce mu‘teber; Protestanlarca muharref binaenaleyh gayr-i mu‘teberdir. Tekvine dair olan Kitab-ı Sagir on beşinci asra kadar sahih ve mu‘teber iken on altıncı asırda düzme ve gayr-i mu‘teber oldu. Şu zikrettiğim hakaikden anlaşılıyor ki ne ne de kitaplarının hıristiyanlarca bir sened-i sahih-i muttasılı yoktur.” Şayed bu kütüb-i semaviyyede vukua gelen tahrifatın derecesini diğer bir suretle anlatmak istersek o zaman karşımızda o kadar kat‘i deliller görürüz ki Mesihilerden hiç birisi için nakzına cür’et olunamaz on altıncı asr-ı zua dair bir çok müellefatı meydan almıştır ki bunlarda şayan-ı hayret hakaik mündericdir. Bunlardan Parker eserinde diyor ki: “Protestan milleti: ve kitaplarını en ufak bir sadmeye uğramaktan mu‘cizat-ı ezeliyye ve ebediyye sıyanet etmiştir derler. Lakin otuz bine baliğ olan ibare ihtilafatı karşısında bu iddia nasıl ayakta durabilir bilemem.” Adam Klark şöyle söylüyor “Bu muhakkaktır ki bir çok kazib İnciller Nasraniyet’in ilk asrında revac bulmuşlardı. lanların çokluğu idi.” Üstad-ı mağfur Rahmetullah diyor ki: Musa aleyhisselamın Tevrat’ın nüshasını yazmış ve bu nüshayı güzelce muhafaza etmelerini ve sandığa koyup her yedi senede bir bayram günleri Beni İsrail’in dinlemesi için meydana çıkarmalarını vasiyyet etmişti. Binaenaleyh bu nüsha sandığa konulmuştu. İlk tab‘ı Hazret-i Musa’nın vasiyyeti mucebince idi. Lakin bu tab’ı kalmayınca Be-ni ler. İşte Davud aleyhisselamın bidayet-i saltanatına gelinceye kadar bu tarzda devam eden halleri gerek nebiyy-i müşarun-ileyhin gerek Hazret-i Süleyman’ın devrinde vukua gelen inkılab-ı azim sebebiyle o sandıktaki nüsha zayi‘ oldu. Hazret-i Süleyman sandığı açınca içinde yalnız ahkam-ı aşerenin yazılmış olduğu iki levhadan başka bir şey bulunmadı. Bu vak‘a un sekizinci babının dokuzuncu ayetinde musarrahdır. Devr-i Süleyman’dan i‘tibaren geçen üç yüz yetmiş sene zarfında serir-i saltanata yirmi sultan calis oldu ki bunların mürtedleri mü’minlerinden ziyade idi. Esnama tapmak adeti Rahimam devrinde revac buldu. Ve onlardan Geçen gün gazetesi İstanbul’da tehlikeli bir hıristiyan cem‘iyetinin faaliyete başladığından bahsediyordu. Bu cem‘iyet işaretli cü asır ibtidalarında Raymon Lol namında bir İspanyol’dur. Bu adam misyoner yetiştirmek üzere bir müessese de vücuda getirmişti. Bu hareket beş asır kadar hemen umumiyetle münferid az çok muvaffakiyetsiz teşebbüslerle tecrübelerle geçti. Asıl misyonerlik faaliyeti on sekizinci asır ibtidalarında başlıyor.O sıralarda Protestanlık aleminde yeni bir gayret-i dindarane uyandı. Müteaddid misyoner cem‘iyetleri teşkil edilerek Afrika Asya Avustralya ve Amerika’ya müteaddid misyonerler gönderildi. Maamafih on sekizinci asrın nısf-ı ahiri feylesofların te’siri ve fikirlerin bütün faaliyetini siyasi ictimai mesail üzerine celb eylemesi üzerine bu Hıristiyanlık harekat-ı diniyyesi’uncu asır evasıtına kadar büyük bir muvaffakiyet gösteremedi. Bununla beraber İngilizler bu teşkilatı yaşattılar.’inci asır nihayetlerinde Vilyem Keri isminde bir İngiliz naşir-i din olmaktaki hüner ve ehliyetini göstererek Londra Misyoner Cem‘iyetini teşkil ile bugünkü misyonerlik harekatının esaslarını kurdu. O sırada Amerikalılar da bunu tanzir ederek New York Misyoner Cem‘iyetini te’sis ettiler. Bu suretle Protestan memleketler arasında müsabaka başladı. O derecede ki yirminci asrın ibtidasında yüz İncil cem‘iyeti cem‘iyetler teşekkül etti. Fakat bu cem‘iyetler muhtelif kiliselere mensub oldukları cihetle aralarında rekabet husule geliyor bu yüzden mesaileri haleldar oluyordu. İş başındakiler bunu nazar-ı dikkate alarak sene-i nasraniyyesinde Kahirede bir konferans akdettiler. Bu sayede muhtelif cem‘iyetler arasında bir rabıta husule getirdiler. Ve İslam memleketlerine karşı bir cebhe aldılar müttehid bir misyoner ordusu vücuda getirdiler. Çok geçmedi bu eden umumi kongreye her taraftan raporlar geldi. Bu raporlara müsteniden müzakereler cereyan eyledi. Artık bugün muhtelif misyoner orduları umumi karargahlarını te’sis etmişler bütün dünyada şebekelerini kurmuşlar küre-i arzı müteaddid menatıka ayırmışlar binden fazla cem‘iyetler arasında münasebat te’sis etmişler milyonlarca liralık bütçelerini te’min etmişlerdir. namındaki ceride-i diniyyenin tarihli’üncü nüshasında yazıldığına göre: sene-i mesihiyyesinin sonunda yapılan resmi istatistiklerden yalnız Katoliklere mahsus olmak üzere yeryüzünde kırk iki bin misyonerin mevcud olduğu anlaşılmıştır. Katolik misyonerlerinin senevi varidatı bir milyon Protestan misyonerlerinin ise beş milyon İngiliz lirasıdır. Bugün şark memleketlerinde misyoner mütemadiyen çalışmaktadır. Bunların birinci derece kımızın istihsal ettiği ma‘lumata göre bu cem‘iyet gençleri Hıristiyanlık ve Amerikalılık akaid ve hissiyatı dairesi dahilinde bulundurmayı ve bu gayesine gençleri bedeni ve fikri sıkı bir terbiyeye tabi‘ bulundurmak suretiyle vasıl olmaya hedef ittihaz etmiş bir misyoner teşkilatıdır. Bu cem‘iyet Karşıyaka’da te’sis eylediği birinci şu‘besinden sonra ikincisini de tamamıyla İslam olan maksadı gençlerin bedenen fikren ve ahlaken terakki ve menfaatlerini te’min olduğunu söylüyor. Amerikalılığı da yine mezkur lisanda muhtelif mevzu‘lar üzerine ve fakat basit ve ameli ticaret derslerini vermek suretiyle; Hıristiyanlığı da muhtelif ta‘lim ve oyunlar yaptırmak ve öğretmek bilhassa muhtelif ve müctemi‘ gezintiler tertib etmek suretiyle telkin eylemek istemektedir. Genç Hıristiyanlar Cem‘iyeti böyle bir maske ile maksadını gizlemek istiyor. Cem‘iyetin maksadına yakından vakıf olanlar bunun evvela Amerika Hıristiyanlığı’nın mahirane bir propagandası olduğunu saniyen bu propaganda ta‘mimine çalıştığını beyan etmektedirler. yesini epeyce anlamak için misyoner teşkilat ve makasıdı hakkında hülasaten birkaç söz söylemeyi faideli addediyoruz. Çünkü bu mes’ele İslam için fevkalade ehemmiyeti haizdir. İslam’ı zaafa düşürmek hey’et-i ictimaiyyemizin temellerini sarsmak hususunda bu Nasraniyet teşkilatının pek büyük te’siri olmuştur. Bunlar en dehşetli hücumlarını İslam memleketlerine tevcih etmişlerdir. Teşkilatları o kadar muntazam o kadar mükemmeldir ki hayret etmemek kabil değildir. Dünyanın her tarafında bunların mükemmel mektepleri kiliseleri kitabhaneleri konferans ve mütalaa salonları eczahaneleri hatta emlak ve akarı vardır. Misyoner matbaalarında her sene milyonlarca İncil ile diyanet-i Nasraniyye’ye mahsus hadsiz hesapsız kitaplar basılır parasız pulsuz olarak ötekine berikine tevzi‘ edilir. Bütün hıristiyan zenginleri bu cem‘iyetlere seve seve para veriyorlar. Vapur şimendüfer kumpanyaları bu din alaylarına son derece teshilat gösteriyorlar. Bu suretle bunlar dünyanın her tarafını dolaşıyor mikroplar gibi her yere sokuluyorlar. Müslümanlar misyoner iğvaat ve idlalatına mukavemet edebilmek için onların teşkilatlarına ne suretle çalıştıklarına İslam’ı inhilale uğratmak için ta‘kib ettikleri usullere vakıf olmak ve ona karşı aynı silahlarla mücehhez olarak mukabelede bulunmak en büyük feraiz-i diniyyedendir. Misyoner teşkilatı pek kadimdir. İlk defa ahkam-ı İncil’i alem-i İslam’a neşretmek fikrini ilka eden on üçün Amerika’da daru’l-fünunlar beyninde in‘ikad eden bir kongrede bin beş yüz genç birden misyoner mesleğine gönüllü olarak dahil oldular neşr-i Nasraniyet için cihanın dört köşesine yayıldılar. Sonra müslüman hey’et-i ictimaiyyesini yıkmak illeti kadınlara da sirayet eylemiştir. Bunun için de bir çok kadın misyoner cem‘iyetleri teşkil edilmiştir. Yapılan tecrübeler üzerine müslüman aile hayatını tahrib için kadın misyonerlerin fevkalade işe yaradıkları anlaşılmıştır. Bu kadın misyoner cem‘iyetlerinin kendilerince mahsus sus mektepleri daru’t-ta‘limleri hastahaneleri eczahaneleri vardır. Bunların en mühim vazifesi müslüman kadınlarını maktır. Misyonerler bugün artık hatt-ı hareketlerini tanzim etmişler; tecrübelerle usullerini mükemmel bir hale getirmişler; re ne suretle hareket etmek lazımsa hepsini tesbit etmişlerdir. Uzun zamanlar müslüman akvamın ahval-i ruhiyyesini tedkik ede ede muvaffakiyet yollarını öğrenmişler; bütün misyoner merkezleri mütalaalarını umumi kongrelere bildirerek noksanlarını aramışlar; zamanın dir. Artık bugün vaaz ve hitabet ile efkarı teheyyüc etmek suretiyle maksada vasıl olmak zamanlarının geçtiğini görerek o şiddet ve galeyanı terk etmişler; lutf ve mülayemetle kalpleri feth etmek müslümanları içinden cum etmekle te’min-i muvaffakiyetin güçlüğünü görerek ve cebhe-i muhacemelerini tahvil etmişler; muzmerlerini başka bir takım şeylerle setr ederek ağaçları oyan kurdlar gibi için için bina-yı İslamiyeti kemirmeye başlamışlardır; ki faaliyetin en tehlikelisi budur. Buna karşı mukabele ne kadar güç olduğunu erbab-ı basiret pekala takdir ederler. Yerlilerin halk üzerinde nüfuz ve te’sirlerini nazar-ı dikkate alan misyonerler son zamanlarda yerli misyonerler yetiştirmeye başladılar. Sonra kendileri yerli kıyafetlerine girmekte hiç taassub göstermezler. Tavırlarını müslümanlara uydururlar. Hatta sakallarını bıyıklarını bile müslümanlar gibi keserler. Bu suretle kendilerine karşı olan husumetleri izale ederek yavaş yavaş tuzaklar kurmaya maksadlarına vasıl olmaya çalışırlar. Misyonerlerin hulul vasıtalarından biri de tababettir sırf maksad-ı insaniyyetperverane! ile giden tabib hey’etleri ahalinin i‘timadını kazanmak için türlü türlü hilelere müracaat ederler bi-payan şefkat gösterirler fakir hastaları meccanen tedavi ederler. Bir kere saf halkın emniyetini kazandı mı artık ondan sonra iş kolaydır. Fikirleri teşettüte düşürecek akaidi kökünden sarsacak sözler hareketler birbirini vely edip gider. merkezleri vardır. İkinci derecedeki fer‘i merkezleri de dur. daru’l-fünun ve mektepleri; darulmualliminleri; mekatib-i aliye ile ibtidai mektepleri muallim ve muallim muaviniyle samiin tarafından idare olunan pazar mektepleri vardır. Bu pazar mekteplerindeki talebenin mikdarı ise dür. Bundan başka hastahaneleri eczahaneleri tıbbi ve hasta bakıcı müesseseleri mevcuddur. Misyoner müesseseleriyle a‘za ve mensubinin adedi takriben on üç milyona baliğ oluyor. yoner ordusu mütemadiyen çalışıyor. İslam hey’et-i ictimaiyyesini bozmak ve yıkmak için fikir ve ma‘neviyat sahasında ellerinden gelen her türlü fesad ve fitneleri hazırlıyorlar. Karşımızdaki Ehl-i Salib orduları yalnız toplu tüfeklilerden ibaret değildir. Yılanlar gibi sessiz sessiz da vardır. Bunlar pişdarlık vazifesini ifa ederler. Bunların vazifesi ümmet-i İslamiyye’nin bünye-i ictimaiyyesini sarsmaktır. Bunlar müslümanların gayret ve şehamet hislerini kemirirler akidelerini tezelzüle uğratırlar fikirlerini teşviş ederler aile hayatımızda rahneler açarlar mekteplere kol atarlar kızlarımızı baştan çıkarırlar. Elhasıl müslüman hey’et-i ictimaiyyesinin istinad ettiği maddi ma‘nevi bütün temelleri yerinden oynatırlar; müslüman milletlerin bütün mümeyyizat-ı milliyyelerini değiştirirler. Hey’et-i ictimaiyyeyi böyle miskin ve düşkün bir vaz‘iyete soktuktan sonra arkadan toplu tüfekli zırhlı tayyareli orduları hücum ederler. Esasen milletin kuvve-i mukavemesi sarsılmış olduğu için o muhacemata karşı koyamaz. Derken bir iklim-i İslam daha inhidam eder; minareler sökülür kiliseler dikilir; Kur’an sesleri söner çanlar tanin-endaz olur. Nice müslüman kıt‘aları hep bu suretle kaynadı gitti. Nice müslüman milletleri hep bu suretle Salib’in hakimiyeti altına girdi. niyye budur bu misyoner if[s]adatıdır öyle iken maatteessüf en ziyade ehemmiyet vermediğimiz nokta da budur. Halbuki misyoner ordusu bugün pek korkunç bir şekil almıştır. Kahire Edinburg Lukonov kongrelerinden sonra hareketlerinde bir intizam te’min etmişler; bütün cem‘iyetler tarafından intihab olunan a‘zadan mürekkeb daimi kongre namıyla bir hey’et-i fa‘ale teşkil etmişlerdir. Hele Amerika’da misyonerlik gayreti bütün mektep-lere daru’l-fünunlara sirayet etmiştir. Bugün akın akın Amerika gençleri bu cem‘iyetlere intisab ediyorlar. Amerika gazeteleri bu gençlerin mikdarını kable’l-harb yüz bin olmak üzere gösteriyordu. Hatta geçenlerde Hele bu hususta müslüman ailelerini yıkmak için kadın misyonerlerinin çok işe yaradıkları bi’t-tecrübe sabit olmuştur. Onlar müslüman kızlarının şerait-ı cismaniyyelerini lüman kızlarıyla münasebet peyda ederler. Bunlara Hıristiyanlık’tan hiç bahsetmezler yalnız müslüman hislerini aşındırmaya uğraşırlar. Kızlarımıza mütemadiyen hürriyetten serbestiden vücudun endamından şerait-ı sıhhiyeden adat ve şeair-i İslamiyye’nin mahzurlarından bahs ede ede nihayet kızların fikirlerinde imanlarında bir sarsıntı vücuda getirirler. Birkaç şakird yetiştirdikten sonra mes’ele kolaylaşır. Diğerlerinde onları göre göre tabiatiyle bir meyl ve incizab uyanır. Bu suretle müslüman aileleri çığırından çıkar. Müslüman adat ve şeairine karşı kızlarda bir istihfaf başlar. Hayatlarından memnun olmak annesini beğenmemek kendi başına hareket etmek süse zinete modaya mübtela olarak ciddi şeylerden hoşlanmamak öğrendiği yeni lisanla konuşmak gösterir. İstanbul’da son zamanlarda misyonerler terzileri elde ettiler. Moda maskesi altında tesettüre hücum ettiler. Matbuatta da kendilerine zahir maksadlarına alet olacak adamlar zuhur etti. Bu suretle birer ikişer başlayarak en nihayet kadınları öyle maskara kıyafetlere soktular öyle kötü hallere düşürdüler ki bu kabil müslüman kadınlarıyla görüşmekten tevakki için hıristiyan papasları kiliselerde vaaz ve nasihatler ettiler. Tarih-i Misyonerlerin son zamanlarda en ziyade ehemmiyet verdikleri vasıta mekteplerdir. Bütün İslam memleketlerinde sayısız mektepler açmışlardır. Yaşını başını almış olanları dalale sevk etmek tabii müşkildir. Ne kadar maksadlarını gizlemeye çalışsalar yine kolaylıkla hulul mümkün olamıyor. Fakat ta‘lim ve terbiye bahanesi ile çocuklardan işe başlamak misyonerlerce en muvaffakatli bir yoldur. Bütün tecrübeler bu yolda müsbet neticeler vermiştir. Umumi kongrelere her taraftan gelen raporlar bu hususa kuvvet verilmesi merkezindedir. Onun için misyoner cem‘iyetlerinin son zamanlarda mekteplere tahsis ettikleri mebaliğ bütçelerinin en mühim kısmını teşkil eder. Gayet müzeyyen tertib edilmiş binalar gayet mükemmel tanzim olunmuş edebiyat-ı nasraniyye ile çocukların ruhları arasında bir hevesat te’sisine pek ziyade ihtimam ederler. Musikinin ahengdar nagamatıyla çocukların bilhassa kızların kalplerini tesini büyütüp dururlar. Ara sıra kiliseye götürerek hıristiyan ruya dinlerini tebdil etmek gibi bir vaz‘iyet almazlar. Fakat mütemadiyen çocukları muhitinden Müslümanlık’tan soğutacak fikirler vermeye başlarlar. Bütün dersler ona göre tertib edilmiştir. Hatta muallimler mubassırlar derslerden hariç zamanlarda bile çocukların arkasını bırakmazlar. Her fırsattan bi’l-istifade zehirleyip dururlar. Sonra çocuklara müretteb mevzu‘lar vererek fikirlerini yıkarlar gördükleri noksanları ikmale çalışırlar. Git gide çocuklar hiç farkında olmaksızın tabiatiyle muallimleri gibi düşünmeye başlar. O zaman çocuğun lisanında mesela taaddüd-i zevcat hakkında tesettür ve hicab hakkında tenkidler başlar. Hıristiyan medeniyetine garb sosyetesine karşı çocuklarda gayr-i ihtiyari bir incizab uyanır artık o kazanılmıştır. Misyonerler bu hususta bundan birkaç sene evvel Rober Kolejde tevdi‘-i mükafat resminde bir müslüman çocuğa alenen İslamiyet aleyhinde bir nutuk irad ettirecek kadar muvaffakiyet gösterdiler. Misyonerler terbiye-i fikriyye hususunda kadınlara daha ziyade ehemmiyet verirler. Müslüman hey’et-i ictimaiyyesini sarsmak için o vasıtayı daha ziyade müessir buluyorlar. Tahsilden mahrum kalan müslüman kadınını avlamak daha kolay oluyor. Onun için kızlara karşı pek büyük şefkat göstererek onları mekteplerine cezb ederler. Şahsiyet-i ma‘neviyye ve ictimaiyyesini layıkıyla muhafaza edebilecek bir halde yetiştirilememiş olan müslüman kızları böyle bir muhite düşünce kolaylıkla temsil olunabilirler. Mürur-ı zamanla kızlar şeair-i İslamiyye ler. Müslümanlığın terakkiye mani‘ olduğu fikri zihinlerine yerleştirilir. Yirminci asırda dinden bahsetmek ayıb olduğunu her fırsat düştükçe ileri sürmekten çekinmezler. Halbuki kendi memleketlerinde kiliseler lebaleb doludur. Kendileri müslümanlardan kat kat fazla dinlerine sarıldıkları halde müslümanlara karşı Liberte den laübalilikten bahsederler. Bu suretle misyonerler müslüman çocukların mukaddesata karşı olan hürmet ve merbutiyetlerini kırarlar. Akidelerini sarsarlar. En nihayet çocuklar şeair-i diniyyelerinden an‘anat-ı milliyelerinden tecrid edilmiş elim bir hale düşerler. Zaten maksad da İslam hey’et-i ictimaiyyesinde bu tahribi husule getirmektir. Bir kere bu manlar İstanbul’da neşr olunan nın dediği gibi “Yeniden yapmak için evvela yıkmak sahayı açmak lazımdır.” Evvela akaid-i İslamiyye’nin temelleri sarsılacak ba‘dehu Hıristiyanlığın teşkilat-ı cedidesi Zevemer Paris’de intişar eden nam mecmuasına yazdığı mektupların birinde öyle diyordu: Misyonerlerin mütalaalarına nazaran bu konferans o kadar büyük bir muvaffakiyet elde etti ki Osmanlı Maarif Nezareti devletin tedrisat-ı resmiyyesine esas olmak üzere Amerika misyonerleri mekteplerinin programlarını kabul etmeyi düşündü. olunamaz. Müslümanlığı yıkmak için bir hıristiyan kongresi Halife-i Müslimin’in payitahtında in‘ikad ediyor ve açıktan açığa İslam’a meydan okuyor. Sonra da Halife’nin maarif nazırı misyoner programlarını resmen kabul etmek sevdasına düşüyor. Başımıza gelen felaketlerin esbab ve avamili miyanında acaba bu sersemlikler birinci dereceyi ihraz etmez mi? Hakikaten son zamanlarda misyonerler bütün hücumlarını di. Müslümanlığın merkezi olmak münasebetiyle orasını bir kere tahrib ve ifsad ettikten sonra o fitne ve fesad tabiatiyle bütün memlekete bütün İslam alemine intişar edebilirdi. Bunun için “Alman Şark Misyonerleri” müdiri Doktor Le Pisyus nda neşrettiği bir makalede diyor ki: – Salib ile Hilal beynindeki cidal muhit dairesi üzerinde yahud müstemlekatta yahud Afrika veya Asya-yı Garbi’de değil; belki harekat ve faaliyet-i İslamiyye’nin Asya ve Afrika’ya intişar ettiği asıl merkezde yapılmalıdır. Bütün İslam milletlerinin nazarları Daru’l-hilafe olan İstanbul’a müteveccihdir. Eğer orada bir şey yapılmazsa başka yerlerde yapılan şeyler heba olur. Bunun için İncil teşkilatının en mühimmi ve en kuvvetlisi olan Amerikan Bord müessesesi hemen bütün mevcudiyetini İslam’ın merkezine tevcih etmişti. Yalnız Amerikalılar değil Fransız İngiliz misyoner cem‘iyetleri hatta Alman misyonerleri de bütün muhacematını İstanbul ve Anadolu’ya Kürdistan ve Suriye’ye çevirmişlerdi. Mütarekeden sonra Ehl-i Salib orduları İslam’ın Makarr-ı Hilafet’ini işgal edince Hıristiyanlık aleminin asırlardan beri tasavvur ettikleri hülya hakikate inkılab etti. Senelerce devam eden mesainin misyonerlerce sarf edilen mebaliğin semeratını iktitaf etmek zamanı gelmişti. Hiç kimse inkar edemez ki Ehl-i Salib donanması bir hayat-ı ictimaiyye bulmadı. Çünkü pişdar orduları ve onların vasıtaları aletleri daha çoktan İslam hey’et-i yıkmış kendisine müsaid bir zemin ihzar etmişti. Artık müslüman kızlarıyla ecnebi zabitlerini kol kola görmeye tahammül edemeyen müslümanlar için orada durmak kabil değildi. İslam’ın düştüğü bu hal-i zillet ve felaketi görmekten ise ölmek bin kere hayırlı idi. – Misyonerlerin İslam kıt‘alarındaki netice-i mesaileri Yani evvela yıkılacak sonra yapılacak. Zevemer Misyonerlerin makasıd-ı esasiyyelerini bir cümle ile hülasa etmiştir. Ve bugün misyonerler birinci devrede bulunuyorlar. Bugünkü misyoner hareketinin veche-i istikameti hedm ve tahribdir. Müslümanlık esaslarını sarsmak müslüman bünyan-ı ictimaisini zir ü zeber etmektir. İşte memleketimizin ve bütün İslam memleketlerinin geçirmekte olduğu ictimai buhranların en mühim amili budur. Misyonerler cem‘iyyat-ı İslamiyyeyi tahrib için garb terbiyesini neşr ve ta‘mim etmeyi esas-ı meslek ittihaz ettiler. Mekteplerle gazetelerle kitaplarla risalelerle… El-hasıl bütün vesait-i fikriyye ve ictimaiyye ile çalıştılar. Müslümanları dinden tecrid için Avrupa ictimaiyyatını müslümanların nazarında büyületmek ve hey’et-i İslamiyye arasında ictimai inkılabın lüzumuna dair propagandalarda bulunmak noktasında bütün misyonerler müttefiktirler. Onların terbiyeleri altında yetişen bir takım genç muharrirler de bilerek yahud bilmeyerek o fikirleri neşrettiler. Zaman oldu ki İslam namını taşıyan bir takım adamlar Müslümanlık esasatına karşı bi-perva hücum etmeye başladılar. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bu hareket tabii o azm-i mesainin neticesi ümmet-i İslamiyyenin ictimaiyyatıyla mücadeleyi meslek-i mahsus ittihaz ettiler. Onların nazarında müslümanların her şeyi eskimiş bozulmuş. Bin sene evvelki ahkamın bugün cari olamayacağı nağmeleri tanin-endaz olmaya başladı. Müslümanların hayat-ı ictimaiyyesi hatta tarz-ı ibadetleri bile tenkid olundu. Tanzimat ıslahat teceddüdat illeti en aklı başında olan kimselere bile sirayet etti. Şuurlu şuursuz bu nakarat mütemadiyen tekrar olunup duruyordu. Demek misyonerler müslüman memleketlerinde tasavvur ettikleri tezebzüb-i ictimaiyi husule getirmişlerdi. Kendi terbiyeleri altında yetiştirdikleri yerli bir zümre memleketin an‘anatıyla esasat-ı Maatteessüf İstanbul hükumeti bu hareketlere karşı müsamahakar bir tavır almaktan başka bir şey yapmıyordu. Gözü önünde cereyan eden bu tahribata göz yumuyordu. Misyoner mektepleri her tarafta alabildiğine çalışıyorlardı. Bilhassa Rumelihisarı’nda karargahını te’sis eden Rober Kolej en tehlikeli bir müessese halini almıştı. Hıristiyan Talebe Cem‘iyeti Ağustosu’nda açıktan açığa o misyoner müessesinde bir konferans akd ederek terbiye-i Mesihiyye’nin alem-i İslam’a aid kaffe-i mesailini mevki‘-i bahs ve münakaşaya koydu. leketin her tarafını cehalet kaplamış. Kalpler arasındaki rabıtalar sarsılmış. Küfür dalgaları İslam sa-hillerine çarpıp duruyor. Hani müslümanların teşkilatları? Hani bikeslerin kolundan tutacak müessesat-ı hayriyyeleri? Hani halkı cehilden kurtaracak kalplere Müslümanlık ruhunu Müslümanlık feyzini neşredecek ilim ve irfan müesseseleri? Hani şeair-i İslamiyyeyi her türlü tecavüzattan muhafazaya kudretyab olacak ahlaki cem‘iyetleri? Hani halkı fakr u sefaletten kurtaracak daru’l-mesaileri? Hani teşkilatları? Onlar şöyle dursun bir köyün diğerinden haberi yok. Bir memlekette yaşayan ulemanın birbirleri arasında uhuvvet ve rabıta kalmamış. Bittabi‘ bu hal yoktur. Gaflet uykularından uyanmak cihanda olup biten şeylerden haberdar olmak İslamiyet aleyhinde tertib olunan müdhiş tuzaklara düşmemek için her türlü hazırlıklarda bulunmak müslümanlar arasında türlü türlü cem‘iyetler türlü türlü şirketler teşkil ederek perişan gönülleri toplamak meydan alan fakr u sefaleti kaldırmak bugünkü en mühim ve en akdem feraizidir. Bugün artık hareket zamanıdır faaliyet zamanıdır. Her hangi bir işte muvaffakiyeti te’min için mesaiyi tanzim etmek elzemdir. Bugün münferid mesainin hiçbir kıymeti yoktur. Bütün faaliyetler toplu olarak cemaat halinde cem‘iyet halinde yapılmalıdır. Gelişi güzel dilencilere münferiden tasadduk memlekette fakr u ataleti ta‘mim eder. Fakat zenginlerin müctemian ve müştereken tasaddukları memlekette bir çok müessesat-ı hayriyye vücuda getirir. Milleti her suretle müstefid eder. Hıristiyanlardan ta‘mim için ne mesai sarf ediyorlar ne fedakarlık ihtiyar ediyorlar! Buna mukabil biz ne yapıyoruz..? Bu hususta biraz da Şer‘iyye Vekaleti’nin nazar-ı dikkatlerini celb etmek istiyorum. Zira bütün faaliyet ve harekat-ı diniyyenin merkezi orasıdır. Bu dini teşkilatlarla da uğraşmak lütfunda bulunsun. Misyoner ordularına karşı lazım gelen tertibat ve istihzaratta bulunacak karargah Şer‘iyye Vekaleti’dir. Bizim hey’et-i ictimaiyyemizin tabii bir takım teşkilatları vardı. Onları olsun canlandırmak müftülük dairelerini hakikaten birer merkez-i talar vücuda getirmek esaslı münasebetler te’sis edip yeni bir hayat-ı faaliyet vermek şimdilik hariçten vazgeçtik kendi aramızda olsun neşr-i din edecek teşkilatlar vücuda getirmek şeair-i İslamiyyeyi inhidam tehlikesinden koruyacak tedbirler ittihaz etmek müslümanlar refikımız İstanbul’da bu tehlikeli Genç Hıristiyanlar Cem‘iyeti’nin şimdi faaliyete başladığını haber veriyor. Halbuki o kabil cem‘iyetlerin İstanbul’daki faaliyetleri ne kadar eskidir. Fakat her nedense o zamanlar İstanbul hükumeti garblılaşmak cereyanına kendisini kaptırmayıp da Müslümanlık esaslarını muhafazaya azmetmiş olaydı devletin bütün müessesatını o esasat-ı celile dairesinde tanzim ve tedvir etmeyi esas-ı meslek ittihaz etmiş olaydı elbette İslam bu felaketlere ma‘ruz kalmazdı. Fakat maatteessüf İslam’dan uzaklaştı. Uzaklaşmak şöyle dursun İslam ile mücadeleye bile başladı. Pek uzun süren bu derdleri şimdi tazelemek istemiyoruz. Bu hususta bütün seyyiatı misyoner şakirdlerine garbperest zümreye yükletmeyi muvafık-ı insaf bulmuyoruz. Bir kısmını da ulema-yı İslam’a tahmil etmekte kendimizi haklı görüyoruz. Hıristiyanlık aleminin bu kadar muntazam teşkilatına bu kadar cihanşümul mesamüfid hiçbir faaliyet göstermediler. Zamanın silahlarıyla mücehhez olmak lüzumunu takdir etmediler. İslam aleyhinde tertib olunan bu kadar tuzaklara İslamiyet’e karşı yapılan bu kadar hücumlara karşı lakayd kaldılar. Müdafaa ehemmiyet verdiler ne matbuatın kıymetini takdir ettiler ne de medreseleri yaşatabildiler. Her kasabada müslümanların dini merkezleri olan müftülük daireleri bütün ehemmiyetini gaib ederek müslümanları kendi hallerine terk ettiler. Kezalik köy imamları mahalle imamları bütün nüfuz-ı ictimailerini zayi‘ ederek bir takım kağıdları mühürlemekten başka hiçbir mevki‘leri kalmadı. Bu suretle müslüman hey’et-i ictimaiyyesinin tabii teşkilatı bozuldu. Bu yüzden müslümanlar şira-zesi dağılan bir kitap gibi perişan oldular; teşettüt ve iftiraklara düştüler. Yoksa bu merkezler daima faaliyetlerini muhafaza etseydiler elbette bugün bünyan-ı mil-limiz böyle elim rahnelere duçar olmaz düşmanlar maksadlarına bu derece muvaffak olamazlardı. Zamanın seyr ü hareketini ta‘kib etmek düşmanların amal ve makasıdını istiknah etmek ona göre lazım gelen tedbirleri ittihaz eylemek en basit mes’elelerdir. Bir ordu karşısındaki düşmanın teşkilat ve tertibatından haberdar olmazsa elbette mağlub olur. Bunun gibi ulema da karşılarındaki misyoner ordularının teşkilatından mesailerinden haberdar olmazsa nasıl müdafaa edebilirler? Biz maatteessüf ulemamızın çoğunu ya bir köşeye çekilmiş yahud siyaset derdine düşmüş bir halde görüyoruz. Şimdiye kadar hangi dini ilmi yahud ahlaki iktisadi bir cem‘iyeti vücuda getirdiler? Müslümanların yetimleri bugün sokaklarda sürünüyor. Hem evlad seni biraz mürteci‘ olmuş gibi görüyorum! Bizlere mürteci‘ dersiniz amma kendiniz daha çok mürteci‘siniz. Dünya yerinden oynuyor alem başka bir alem oluyor ehl-i İslam küffar boyunduruğundan kurtulamaya şu kadar milyonluk koca bir hükumet kurmaya savaşıyor Avrupalıların medeniyet! dediği zulüm aleti kırılıyor da sen hala yerinden kımıldamıyorsun..! Bana ne dese beğenirsiniz? – Bunlar hep tatlı hülyalardır! Düşman İnönüne dayandı. Kudurmuşcasına saldırıyor herkesi bir düşüncedir aldı! Ya mel‘unlar Allah esirgesin daha ziyade yüz milyonları bırak da şu bir avuç memleketi nasıl kurtaracağız? Onu düşün!.. ranlık görüyor. İşte bu tecrübesizlik belası Müslümanlığın şanlı günleri milletimizin şerefli tarihini biran için unutuvermek derdi! Mes’ele çok mühim: Her şeyden evvel kendi çocuğuma ışık vermeli onu azabdan kurtarmalıyım. Himmet-i piran ile söze başladım: – Ey benim tam müslüman sulbünden gelen çürük kalpli çocuğum dedim. Sen bu din bu millet batacak mı sanıyorsun? Onu kıyamete kadar saklayacak Allah dır. Allah’ın hayırlı kulları bu işe başlarken Şeytanın parmağı dışarıda kaldı; işe Yedu’llah girdi! Anadolu’da kat değil mi bunda ilkin muvaffak olduk: Demek Halık Zaten çalışan sıdk ile Allah diyen; mahrum olmaz yenilmez. Geçenki muharebede düşmanı hırpalayan İslam ordusu ve hırpalatan Hayru’n-nasırin –göreceksin– bu sefer de bizi yüze çıkaracak. Hem daha şanlı olarak! Çünkü: O vakitten beri de boş durmadık; hep çalıştık. Oğlum dünkü kölemiz Yunan piçlerinden mi korkuyorsun? Onları eski İskender orduları mı zannediyorsun? O Yunanlılar başka bu piçler başkadır… Velev İskender-i Kebir ordusu olsun; kaç para eder? Din kuvvetiyle ordu kuvvetiyle -evvel Allah- hepsini haklarız yine memleketi kurtarırız. Ah oğlum düşünmekte de biraz da haklısın ya: Çünkü dünyaya geldin geleli hiç iyi günler görmedin: Bir taraftan Sultan Osman’ın Fatih’in Yavuz’un Kanuni’nin ta Kafkaslardan Atlaslara kadar Viyana ve Lehistan’dan Umman ve Sudanlara kadar uzanan büyük ülkelerinin nasıl fethedildiğini tarihlerde okurken öbür taraftan da İslam aleminin düşmanları tarafından üç yüz sene içinde koparıla koparıla elimizden çıkarılan Kafkasya Kırım Macaristan Romanya Sırbistan Karadağ Bulgaristan gibi kişverlerin yad-ı tahassürüyle bütün arasında meydan alan münkeratı izaleye çalışmak asra evfak ve nasın ihtiyacatına evfak ahkam-ı İslamiyye’yi tedvin edecek hey’etler darü’l-fetvalar teşkil etmek… Hasılı Müslümanlığı ihya müslümanları i‘la için büyük bir hareket ve faaliyet göstermek zannederim ki bugün Şer‘iyye Vekaleti’nin en mühim ve mütekaddem vezaifidir. Diğer taraftan Maarif Vekaleti de bu misyoner tehlikesine karşı lazım gelen tedbirleri ittihaz etmek İstanbul hükumeti tarafından mekteplerde gevşetilen dini hisleri takviye etmek dine karşı laübalilik gösteren muallimleri mekteplere sokmamak İstanbul hükumeti tarafından mekteplerden kaldırılan feraiz-i ilahiyyeyi eda ettirmek misyonerlerin efkar-ı şebab üzerinde husule getirdikleri muzır te’sirleri izale edecek tedbirler ittihaz etmek el-hasıl salabet-i diniyyeyi haiz imanlı mütefennin san‘atkar gençler yetiştirecek esbaba tevessül eylemek himmetinde bulunmalıdır. Amerika gibi medeni bir devlet mekteplerinin yetiştirdiği talebelerdeki hissiyat-ı diniyyenin kuvveti bizim için şayan-ı ibret bir misaldir. Mekteplerimiz halka halkın adat ve şeairine yabancı mahsul yetiştirmekten artık kurtulmalıdır. Cenab-ı Hak müslümanlara intibah İslam’a çalışanlara tevfik ihsan buyursun amin. Artık tadını tattım havalar da iyileşti hiç durur muyum? Haydi Büyük Millet Meclisi’ne! Ne ihtiyarlığım ne de yolun uzaklığı bana mani‘ oluyor! “Aşıka Bağdad yakın gelir” derler. Ben de Meclis’in şu yaşımda Aşık Garibi oldum. Geçenlerde mahdum köleniz mırıldanıyordu: – Babam da yetmiş yaşından sonra siyasi oldu..! – Ayol dedim bu siyaset değil mukteza-yı imandır. Peygamberimizin buyurduğu gibi milletin derdini kendine mal etmeyen müslüman değildir. Orada hep milletin derdleri konuşuluyor. Ruha gıda kalbe şifa verecek sözler söyleniyor müslümanca kararlar veriliyor. Ya bu Meclis kurulmayıp da Anadolulu başsız kalsaydı halimiz ne olurdu? Maazallah böyle bir akıbet karşısında değil yalnız Anadolu hatta üç yüz elli milyon ler olsun Kur’an bile kalkacaktı. Milleti derleyip toplayan bu kara günlere düşürmeyen Meclis ziyaret edilmez Bunların şımarıklıkları zamanında beş şehzade memleketin muhtelif yerlerinde birbiriyle çarpışıyor Bizans imparatorları da işe karışıyor; beylerle birlikte şehzadeleri birbirine karşı harp ettiriyor; Osmanlı hükumetinin yıkılmasına yardım ediyorlardı. Tam onbir sene süren şehzadeler belası memleketi pek zaif düşürmüştü. Fakat yine Allahu azimü’ş-şanın lutfü ile meydana atılan muktedir azimli ümidsizlikten azade padişahımız Çelebi Sultan Mehmed beş sene içinde Yıldırım saltanatının o sönen kudret ve azamet-i nurunu yeniden parlatmaya muvaffak oluverdi. yezid-i Velinin renksiz zaman-ı saltanatı koca Fatihin parlak devrini hasretle aratmış padişahlığı zamanında habersiz vaktini geçirirken dahili işler pek fena ellerde sına mani‘ olamadı; hayatı kahır ve azab içinde geçti. Fakat dört şehzade yine memleketi mücadeleleriyle harabezara çevirirken hepsine üstün gelen civanmerd terbiyeli kuvvetli Yavuz Padişah; Yıldırım ve Fatih devirlerini bile gölgede bıraktı! Çarlık Rusyası hasta adam dediği Osmanlı hükumetini defn etmeye hazırlanır ve cihanı aleyhimize saldırmaya savaşırken Mustafa Reşid Paşa ve arkadaşları Avrupa’da seyahatler yaparak lehimize müttefikler kazandığı gibi Sivastopol seferiyle Rusya’nın beline büyük bir darbe indirmeye ve Osmanlı hükumetini Avrupa devletleri arasına sokmaya muvaffak olmuştu… bir çok vak‘alar vardır ki bunlar bize azim ve irade ve çalışma sayesinde neler yapılabileceğini ve bu devletin bu İslam memleketinin uçurumlardan nasıl kurtulduğunu güzelce anlatıyor. Devletimizin ikbal ve saadeti güneşi çok kere batmak üzere iken Halık-ı Zü’l-celal onu yeniden parlatmış öldürmemiştir. Çünkü bu devlet yaşayacaktır. Oğlum Anadolu’da başlayan millet hareketi ve onun başına geçen zatlar saydığım vak‘alardan muvaffakiyetlerden daha büyük ve faideli hizmetler görmüştür ve göreceklerdir inşaallah. Hele biraz sabret ümid et Allah’ın lutfuna sımsıkı sarıl. İşiteceksin ki: İnönü’nden ve diğer cebhelerden düşmanlar perişan bir surette koğulmuş muştur. İş bununla da kalmayacak yakında bütün meşgul memleketlerimiz de –İnşaallah– kurtulacak ne zamandan beri bizi bekleyen bizim imdadımızı bekleyen mazlum ve ma‘sum dindaşlarımız hürriyet ve saadete kavuşacaktır. Bir kere bu hayırlı neticeyi elde ettik mi da‘vamız yüzde doksan halledilmiş olacaktır. İslam alehayatında ağladın! Hele on iki senelik Meşrutiyet devrinde Bosna-Hersek’e Girid’e Adalara Rumeli’ye Trablusgarb’a Bingazi’ye veda‘ ettikten başka alçak düşmanların mütareke yapılır yapılmaz topsuz tüfeksiz kalan milletimize çullanarak elinden İzmir Aydın Saruhan Karesi Hüdavendigar Adana Gazi Ayıntab Arabistan.. gibi en kıymetli memleketlerimizi paylaştıklarını dahi gördün..! Hep geçen zamanı aradın halden şikayet ettin gelecekten korktun..! “Biz adam olmayız. Ne yapsak boş!” dedin. Fakat ey hep kara günler yaşayan ciğer-parem dünyada ikbalin de idbarın da bir çok sebebleri vardır. Ve idbar sebeblerinden biri de senin düştüğün ümidsizlik batağıdır. Bunu hiç hatırından çıkarmamalısın. Asırların üzerimize çöktürdüğü felaketlerden ibret dersini alarak yaşamak emelinden bir an uzaklaşmamalısın! Felaketler bazı milletleri batırır bazılarını da yüze çıkarır. Yüze çıkanlar; o felaketlerden ibret alanlar hallelerine gidişlerine bir salah bir düzen verenler adımlarını cesur ve fakat düşünerek atanlardır. Bir çok milletler vardır ki tarihde pek acı felaketlere uğramışlardır. Başkalarına ne hacet? Biz kendimiz az mı felaket gördük! Haydi tarih yollarında kısaca ve şöylece bir dolaşalım: Mesela Abbasilerin son zamanlarında müslümanlar pek dermansız idi. Her tarafta tavaif-i müluk türemişti. Halifeler memleketi muhafaza içinde hiçbir kuvvet gösterememişlerdi. dinci asırlarda milyonlarca Ehl-i Salib İslam diyarını çiğneyerek Adana’yı Urfa’yı Haleb’i Şam’ı Kudüs’ü baştan başa zabt ederek Kudüs’de bir krallık Urfa’da bir dükalık kurdular ve diğer yerleri de Kudüs Krallığı’na malikane olarak ilhak ettiler. Fakat Allah bir Salahaddin-i Eyyubi yarattı; bunun gayreti ve hamaseti ile Ehl-i Salib’e bir mukabele kudreti halk etti düşmanları kaçırmaya Kudüs Kralı Guy de Lusignanı esir almaya müslümanları muvaffak buyurdu. Kezalik torunları da Mısır’ı zapt ederek tekrar Kudüs’ü kurtarmak isteyen Fransa kralı mutaassıb Dokuzuncu Luiyi Mansure’de esir etmeye üç asır muharebeden sonra Ehl-i Salib’i memleketlerine eli boş göndermeye muvaffak oldular… Evladım bu milletin müslümanların şimdiki hareketi de tıbkı böyle. Düşmanları da unutma yine o eski düşmanlardır…! Şimdi biraz da Osmanlı tarihine bakalım: Bizim Osmanlı tarihimiz de bu gibi canlı misallerle doludur. Mesela: Geçenlerde anlattığım Ankara Muharebesi’nden sonra Timurlenk Murad Hüdavendigarın Yıldırım Bayezidin kaldırdığı beylikleri tekrar ihya eylemişti. CİLD - ADED - SAYFA ediyorlar bütün meb‘us beyler ve efendilerle bizim gibi dinleyiciler de sıdk ile: – Amin! diyorlar. Şuracıkta hatırıma gelmişken söyleyivereyim! Ma‘lum ya duaların uzun olmasından ziyade ruhlu ve yanık olması lazımdır. Uzun sürerse benim gibi ca Nusret ve Vehbi efendiler hazretleri ne iyi yaptılardı: Hem muhtasar hem müfid ve hem de müessir… Allah dergah-ı uluhiyyetinde kabul buyursun… Geçenki ricalarım –hamd olsun– boşa gitmemiş: Meclise giremediğim gün galiba Muş Meb‘usu Abdülgani Beyefendi tarafından kumarın men‘i hakkında bir kanun layihası verilmiş. Buna ne kadar sevindim bilseniz… Allah sizden razı olsun meb‘us evladım. Bu gibi hakiki ictimai derdlerimizin izalesine çalışdıkçadır ki milletimiz ve vatanımız daha kolay kuvvet bulacak ve Allahu azimü’ş-şan da bizden razı olacaktır. ­·ª ±Á—¯j ­·³–Y³– Diğer üç meb‘us efendi tarafından da cebhelerde harbin olanca şiddetiyle devam ettiği şu zamanda kahvehanelerde oyunlarla vakit geçirilmesi gayr-i ahlaki tiyatroların hala devam etmesi doğru olmayacağından bahs ile Cenab-ı Hak’dan nusret istirhamında bulunması lazım gelen müslümanların bu gibi fenalıklardan men‘i hakkında mühim bir takrir verildiğini işittim. Hah şimdi iş tamamlanıyor! Ne kadar ayıbdır ki: Cenab-ı Hakk’a ibadete millete hizmete masruf olması icab eden kıymetli vakitlerimizi böyle haram şeylerle faidesiz şeylerle muzır şeylerle öldürüyoruz! Şuracıkta şunu da söyleyeyim: Kahvehanelere çayhaneler ara sıra uğramak fena değildir. sade kahve ve yahud hafif bir çay içer. Sade kahve dedim ha? Sahih şekerli içenler de var. Ben şekerlisini sevmiyorum da herkesi de öyle zannediyorum. Aman bu bahse girmeyeyim; çok uzar..! Evet kahvehanelere gidilir istirahat edilebilir. Fakat akşamlara kadar gece yarılarına kadar gerinip esneyip oturmamak şartıyla..! Allah faidesiz geçirilen ömrün hesabını ahirette soracaktır. Ya biz boş yere mi yaratıldık? Nafi‘ uzv olmak buna çalışmak en birinci vazifemizdir. Hele şu zamanda.. Evet şu zamanda vatan hizmetlerinden hariç kalacak hiçbir müslüman tasavvur edemem. bir yerini anlamak istiyorum: – Acaba harbin şiddeti kalktıktan sonra oyunlara yine mi başlanacak? Muhterem Meclis’in kararı muvakkat bir zaman için mi? - - minde çırpınan hep bizim imdadlarımıza bakan milyonlarca kardeşlerimizi de -nusret-i Hak’la- artık deraguş edeceğiz. Ben bu sözleri söylüyordum. Akıl daha cümle kapısına yaklaşmadan bağırmaya başladı: – Efendi dede efendi dede! Müjde müjde.. Mahdum birden silkindi merdivene doğru koşuyor koşarken de: – Efendi baba dediklerin çıkıyor inşaallah.. diyordu. Ben ise işi sezerek secde-i şükrana kapanmış gözlerimden sevinç yaşları dökmeye başlamıştım. Evladlar merdivenleri ikişer üçer adımlayarak geliyorlar.. Fakat mahdum -ayakları daha uzun olduğu içinAkılı geride bıraktı. Alt çenesi aşağıya sarkmış dişleri sırıtmış bir halde söylüyor: – Efendi dede kaçıyormuş! Yunan kaçıyormuş! Dediğin çıktı.. İnşaallah öbür tarafları da çıkacak… Akıl da yetişti: – Efendi baba dedi şimdi Reis Paşa hazretleri meclise teşrif etmiş. Izahat vermiş: Sağ cenahımızdaki düşman kaçıyor ordumuz ta‘kib ediyormuş. Sol cenahda da şiddetli muharebeler oluyormuş. Fakat buradaki düşmanın da nihayet kaçacağını söylemiş. Afyonkarahisar tarafındaki ordumuz da bugün taarruza geçmiş; düşmanı kovalıyormuş. – Gördün mü evlad sen ümidini keserken ben neler söylüyordum. Allah’ın lutfundan kafirlerden fasıklardan başkası ümidini kesmez. Haydi bakayım abdestini tazele kalk Akıl sen de yeniden bir abdest al ikiniz de birer Yasin-i Şerif ile Sure-i Fetih okuyun… Allah’ın lütuf ve merhametleri üzerimize yağıyor melaike-i kiram seviniyor şehidlerin ruhu semalara dolaşıyor. Ah şehadet… Bir çok muharebelerde bulundum üç defa yaralandım; şehadet mertebesine kavuşamadım. Evladım Akıl sen olsun büyü de benim eremediğim bu dereceyi kazanmaya çalış. Yju\Y³i ­·ª . ±Á¯¯ª Ë~Êy‡² ­·ª ±ÁoªY‡ª u·ƒª Ayıplamayın: İhtiyarlık kafası biraz dalgalı oluyor. Meclis’den bahs ediyordum galiba. Allah’ın inayeti ileordumuz düşmanı büsbütün perişan ettikten sonra mahdum-ı dainiz daha ziyade canlanmaya başladı. Arabalar tuttu; beni defeatla meclise kadar götürdü getirdi. Vakıa birinde kabul edilmedik. Geç gitmişiz zahir. İçerisi dolmuş imiş. Müteessirane geri geldik. Neyse bu da bize bir ibret dersi oldu. Artık ondan sonra erkence gitmeye karar verdik. Meclisin hele şu son zamanlardaki safveti hulusu ne kadar hoşuma gidiyor. Hoca efendiler ara sıra dualar merakımdır: Makalelerde beyannamelerde nutuklarda en çok dikkat ettiğim bir şey vardır: Ne başvekiller ne nazırlar ne hatibler ne meb‘uslar dinledik ki başından milyonlar kadar büyük işler hakkında atarlar tutarlar “Şöyle yapacağız böyle edeceğiz” derler dünyalara meydan okurlar binlerce hamasi cümleler sarf ederler yüzlerce sahifeler doldururlar da bir Allah ve – Eyvah! Derim bu da kuru gürültü! A zavallı senin ve bütün kudret ve kuvvetlerin mukayese caiz olmaz mahiyette fevkinde olan bir Allah var ki ne yapacaksa o yapacak seni muvaffak edecekse o edecek etmeyecekse yine o etmeyecektir. Ah bu kuru gürültülerin millet şimdiye kadar ne acı cezalarını çekti! Yalnız sendeledikçe Allah dedik kurtulunca Allahı unuttuk. Meşhurdur: Hazret-i Fahr-i Alem sallallahu aleyhi ve sellem bile bir kere inşaallah demediğinin min tarafillah mukabelesini görmüş ve: – Bir şey hakkında yarın yapacağım diye sakın söyleme; ne yapacaksan onu Allah’ın iradesine ta‘lik yani Dikkat ediyorum: Büyük Millet Meclisi’nin sakf-ı muhteremi altında toplanan zevat-ı aliyye hep “Allah’ın inayetiyle avn-i ilahi ile avn-i Hak’la ve inşaallah” kelimelerini telaffuz ediyorlar bu suretle de tam müslümanca hareket ettiklerini de göstermiş oluyorlar. Muvaffak olacaksınız bu milleti kurtaracaksınız. Ey meb‘usin-i kiram. Fakat unutmayayım ve aşk ile diyeyim bir daha: – İnşaallah. Eğer böyle olursa korkarım ki Allah razı olmaz. Tehlike zamanında Allah’a sarıl tehlike geçtikten sonra yine sefahete dal! Hiç doğru değildir. Hem Allah’a bir taraftan “oyunları kaldıralım” derken diğer taraftan da kalbimizle “hele şu tehlike zail olsun yine başlarız!” diye oyun etmeye çalışmak; oyunun muvakkat denilen zaman Allah hiç böyle oyuna gelir mi?! Zannediyorum ki ne takrir sahiblerinin ne de Meclis’in hatırına böyle bir şey gelmemiş bunu –belki– yalnız oyuncular çıkarmıştır. Meclisin verdiği karar karardır. Kuzum oyuncular! Siz de nasibinizi artık faideli şeylerden arayınız…! Konya Meb‘usu Ömer Vehbi Efendi Hoca ile bir çok arkadaşları tarafından ahkam-ı şer‘iyyenin bi-hakkın tatbiki için fıkıhın muamelat ve ukubat kısmının tercüme edilmesi hakkında pek ehemmiyetli bir takrir verildi. Bunu laikıyla işitemedimse de Hoca Efendi’nin verdiği mühim noktası budur. Bu takrire göre ciddiyetle çalışılır da zaten meydana konmuş olan ahkam Mecelle tarzında tercüme edilir ve tatbik olunursa –Oh ne diyeyim bilmem ki– işte o vakit İslam yüzde yüz kurtulmuş yükselmiş eski şevketine kavuşmuş demektir. Ben böyle Meclis’e nasıl gitmem nasıl? Fakiriniz İstanbul Meclisleri’ni de çok ziyaret ettim. Fakat doğrusunu söyleyeyim ki bu meclis kadar müslüman hiçbir millet meclisi göremedim. Benim öteden beri CİLD - ADED - SAYFA ¹‚YÀ ¿³Á– yi ¿Ÿ² už Ë~Ê ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Beş yüz sene bekler mi?.. Nasıl bekleyeceksin? Ruhun da asırlarca bu hüsranı mı çeksin? Karşımda duran dehşeti -guya- edip ima “Hüsran” deyiverdim hani birdenbire amma; Mahşer gibi afakımı sarmış zulümatın Teşrihine kamusu yetişmez kelimatın! Kaç yüz senedir bekliyoruz doğmadı ferda. Artık yetişir çektiğimiz hasret-i yelda. Bir nefha-i rahmet de mi esmez?.. diye sinem Yandıkça semadan boşanıp durdu cehennem! Lakin bu alev selleri artık dinecektir; Artık bize nar inmeyecek nur inecektir. Ey tek karagün dostu bu hicran-zede yurdun! Sen milletin alamını dünyaya duyurdun En korkulu günlerde o müdhiş kaleminle... Takdis ederiz namını... Ancak beni dinle: Azmin emelin heykel-i zi-ruhu iken dün; Bilmem ki bugün ye’se nasıl oldu da düştün? Çoktan beridir bekledi... Bekler... diye millet A’sara mı sürsün bu sefalet bu mezellet? Sen yoksa unuttun mu o mazi-yi mehibi? Etrafa bakıp sarsılacak yerde ümidin Vicdanını imanını bir dinlemeliydin. Garb’ın ebedi gayzı ederken seni me’yus Madam ki Hakk’ın bize va’dettiği haktır Şark’ın ezeli fecri yakındır doğacaktır. Hiç bunca şehidin yatarak gövdesi yerde Derya gibi kan sine-i hilkatte tüter de Yakmaz mı bu tufan bu duman gitgide Arş’ı? Hissiz mi kalır lücce-i rahmet buna karşı? Sığmaz sanırım adl-i İlahisine... Haşa! Kardeş bilerek bilmeyerek kardeşi vurdu. Can gitti vatan gitti bıçak dine dayandı; Lakin o zaman silkinerek birden uyandı. Bir gör ki: Bugün can da onun kan da onundur; Dünya da onun din de onun şan da onundur. Bin parça olan vahdeti bağlarken uhuvvet Görsen ezeli rabıta bir buldu ki kuvvet: Saldırsa da kırk Ehl-i Salib ordusu kol kol Dört yüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol! CİLD - ADED - SAYFA salatü ve’s-selam Efendimiz’in zuhurundan evvel gayr-i muharref kalarak ondan sonra tahrif olunduğunu iddia etmiyoruz. Belki bu kitapların aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz’den evvel mevcud olduğunu lakin sened-i muttasıldan mahrum bulunup yakinen kendilerinde tahrifin mevcud olduğunu ve baasdan sonra dahi bir çok mevazi‘de tahrifler vukua getirildiğini iddia ediyoruz. Binaenaleyh üç nüshanın değil binlerce nüshanın mevcud olduğunu farz etsek yine iddiamızı ibtal etmek şöyle dursun belki te’yid eder. Zira sonradan yazılmış kitaplarda görülen tahrifatın ihtilafatın Kodkas İskenderyanus Kodkas Vatikanos’da da bulunması eslafın tahrifine en büyük delildir. Eskilik sıhhati te’min etmez.” Bu mevzu‘da sözü uzatmamıza sebeb şudur ki: Kur’an-ı Kerim bir çok sure ve ayetlerde Tevrat ile İncil’in tahrife tegayyüre uğratıldığını tasrih buyurmuştur. Ehl-i Kitab’dan bir çokları kalkıp Kur’an-ı Kerim’in bu babdaki hikmetini red için bir çok yazılar yazmışlardı. Hatta bu bahse aid tetebbu‘ları pek nakıs olan müslümanlardan bazısı da Ehl-i Kitab’a uyarak “Tevrat’daki tahrif kitabın kendisinde değildir ancak Beni İsrail ayatı tefsir ve te’vil ederken maani-i asliyyelerinden çıkarmak suretiyle tah-rif vücuda getirmişledir” diyorlar. Halbuki gerek bizim yukarıdan beri söylediğimiz sözlerden gerek üstad-ı mağfur Rahmetullah’ın da serd edilmiş olduğu berahin-i kahireden tamamıyla anlaşıldığı vechile yahudiler de nasraniler de kütüb-i mukaddeselerini aklın tasavvur edebileceği her nevi‘ tahrife uğratmışlardır. Kezalik Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerine indirmiş olduğu ayat-ı ilahiyyesinden maksud olan hakk-ı sarihi i‘tiraf etmemek için kendi hevesat-ı şahsiyyelerine ittibaen bu kitapları te’vil hususunda her türlü fesadı irtikab etmişlerdir. Bunlar Hazret-i lem efendimizin risaletlerini tasdika yanaşmamak hususundaki her seyyieyi irtikab edecek kadar ifrata gitmişlerdir. Ehl-i Kitab’ın en ziyade tahrif ve te’vil ile uğraştıkları yerler Tevrat ile İncil’de mezkur olup Fahr-i Kainat efendimizin bi‘set-i seniyyelerine işaret eden ayetlerdir. Gerek yahudiler gerek nasraniler bu ayetleri te’vil hususunda o kadar ileri gittiler ki verdikleri ma‘na ile okudukları ayat arasında hiç münasebet yoktur. Bu babda ne hatalar irtikab ettiklerini bilmek isteyenler a müracaat etmelidir. Ehl-i kitab tarafından aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz’in bi‘setlerine dair olan sekiz beşaretin vücudu Ahmed isimlerinin mezkur olmadığı ve bu beşairin Bismillahirrahmanirrahim ³c­ ®Q®³Á± i ¦ Ÿ ª ~¹® Y³Áb Ycª ............... Y³Á £ u – – Üstadın işaret etmiş olduğu Buhtunnasr hadisesine gelince o da şudur: Buhtunnasr Amyahuyu Beni İsrail saltanatına iclas etmişti. Bu adam mürted idi ve bundan evvel Beytü’l-makdis’i ve hazine-i hassayı soymuştu. Bu yeni sultan Buhtunnasr’a karşı isyan edince Buhtunnasr kendisini esir etti. Gözünün önünde evvela çocuklarını yaktı; sonra gözlerine mil çekerek ellerini ayaklarını zincirle bağlayarak Babil’e gönderdi. Beytullah’ı Urşelimdeki bütün büyutu daha ne kadar muazzam mebani varsa kaffesini ateşe verdi. Urşelim surunu yıktı. Tavaif-i Beni İsrail’i esir etti. İşte bu hadisede Tevrat ile beraber evvelce tasnif olunmuş ne kadar kitapları varsa kaffesini sahife-i alemden sildi. Bu hadise bütün Ehl-i Kitab indinde müsellemdir. Sonra yahudiler müluk-ı efrenç tarafından mütevali bir takım hücumlara ma‘ruz kaldılar ki bu mesaib sebebiyle bütün kitapları ortadan kalktı. Jan Milno Katolik diyor ki: “Gaza vasıtasıyla bu kitapların nükul-i sahihası meydana çıktıysa da bunlar da Antiyokis hadisesinde mahv oldu.” Üstad-ı mağfur Rahmetullah buyuruyor ki: “Ahd-i Atik kitaplarını tashih edenlerin eline yedinci ve sekizinci asırlarda yazılmış nüsha-i İbranice geçmedi. Hatta geçmedi. Zira elde edilen nüsha-i kadime Kokas Ladyanus dedikleri nüshadır ki onuncu asırda yazılmıştır. Binaenaleyh aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz’in nübüvvetlerinden evvel yazılmış olan Tevrat nüshalarının el-an mevcud olduğu hakkında Ehl-i Kitab tarafından serd edilen da‘va doğru değildir. İncil’in tercüme-i Yunaniyyesi’ne gelince bu nüshalardan üçü cidden kadimdir. Onlar da Londra’daki Kodkas İskenderyanus Roma’daki Kodkas Vatikanyus Paris’deki Kodkas Efrimidir.” Üstad-ı mağfur Rahmetullah bu nüshaların kıymetini beyan ve İncillerde tahrif ve tebdil vuku‘ bulmadığını sırf bu nüshalara istinaden isbat etmek mümkün olamayacağını müdellelen ityan ettikten sonra bahsi şu suretle bitiriyor: “Söylediğimiz sözlerden sarf-ı nazar edelim. Ve bu nüshaların aleyhi’s-selatü ve’s-selam Efendimiz’den evvel yazıldığını farz edelim. Yine da‘vamızı gaib etmiş olmayız. Zira bizler kütüb-i mukaddesenin aleyhi’shamdan başka bir tarik ile zikretmesine imkan yoktur. Şayed ehl-i kitab kalkar da: “Bu İncil bi‘set-i seniyyeden sonra müslümanlar tarafından tahrif edildi” diyecek olursa biz de deriz ki: Kabul-i İslam eden yahudi ve nasrani ulemasının beşair-i Muhammediyye’yi tahrif ettiklerini kabul ettiğimiz takdirde tabiidir ki bu tahrif Ehl-i Kitab’ın ellerindeki kitaplara te’sir edemeyecek pekala! Kendilerinde mevcud ve mahfuz olan Barnaba İncil nüshalarında nasıl oluyor da aynı beşair bu sarahatle mevcud oluyor? Hakikat-i hale gelince Barnaba İncili’nin yakin ve sıhhat nokta-i nazarından olan mertebesi ne zaman ve hangi lügatle yazıldığı kat‘iyyen bilinemeyen dört tebdile ve su’-i te’vile kezalik aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz’in bi’set-i hümayunlarını gerek işaret gerek sarahat suretiyle bildiren beşaire aid söyleyeceğimiz sözlerin hülasası bundan ibarettir. kinaye ve işaret tarikıyla varid olduğu iddiasına gelince: Kur’an-ı Kerim ¯u ~ u—\ µ¯ ±® ¿b YÀ ~y\ y ¹ ƒ]® “Bizden sonra size bir peygamber geleceğini tebşir ediyorum ki ismi Ahmed’dir” ayet-i celilesinde olduğu vechile bu hakikati sarahaten natıktır. Sonra kiliselerin ve mahafil-i diniyyenin reddetmiş olduğu sair İncilleri tetebbu‘ edenler bunların arasında Barnaba İncili’ni görür. Barnaba İncili’nin birkaç yerinde aleyhi’s-selatü ve’s-selam Efendimiz’in ismi sarahaten mezkurdur: “Yesu‘ ibtihac-ı kalb ile cevab vererek: O Allah’ın Resulü Muhammed’dir buyurdu” ayeti gibi. Kezalik İngiliz Sale Tercüme-i Kur’an mukaddimesinde Barnaba İncili’nden diğer ayetler nakletmiştir ki onda da Allah’ın peygamberi Muhammed’in ismi mezkurdur. Ma‘lumdur ki Barnaba İncili ikinci ve üçüncü asr-ı miladideki kitaplarda zikri mevcud enacilden olmak lerinden yüzlerce sene evvel meydana çıkan incillerdendir. Binaenaleyh Peygamberimizin ismini vahiy ve ilBundan bir müddet evvel bu unvan ile Londra’da pek mühim bir eser intişar etmişti. Avrupa’da Müslümanlık hakkında neşr olunan asar arasında fevkalade temeyyüz eden bu eserin nüshaları derhal tükendi. İkinci defa olarak tab‘ edildi. Bu mühim eseri te’lif eden zat Londra Daru’l-fünunu Arapça muallimi Mister Arnold namında bir müsteşriktir. Müellif bu eserinde İslamiyet hakkında bi-tarafane hürmetkarane mütalaatta bulunmuştur. Eserin mevzuu Müslümanlığın yeryüzünde key ta-i nazardan tedkik eden; Müslümanlığın muhtelif akvam-ı beşer arasındaki tarz-ı telakkisine dair pek derin tahkikatı muhtevi olan bu eserin tertib ve tasnifinde müellif büyük bir kudret göstermiştir. Müellif ictimaiyyat nokta-i nazarından esasat-ı İslamiyye’yi tedkik etmiş; Müslümanlığın saadet-i beşeriyyeyi te’min edecek en mükemmel bir din olduğunu; binaenaleyh intişara şayan bulunduğunu pek kavi delillerle burhanlarla isbat eylemiştir. Şurası şayan-ı dikkattir ki İslamiyet’in büyük düşmanı olan İngilizler arasında böyle munsıf ve hakikatperest bir zat zuhur ediyor. İngiltere hükumetinin Kur’an’ı yeryüzünden kaldırmak için bütün mevcudiyetiyle uğraşmasındaki hikmet de İslamiyet’in büyük bir istikbal sahibi olması endişesinden başka bir şey değildir. Hiç şübhe yoktur ki Mister Arnold’un munsıfane ve müdekkıkine bir surette izah ettiği vechile esasat-ı İslamiyye’nin ulviyet ve ehemmiyeti saadet-i beşeriyyeyi te’min edecek yegane hidayet yolu olduğu gün geçtikçe daha ziyade anlaşılacaktır. Onu söndürmeye çalışanların bütün mesaileri hüsranla neticelenecek o nur-ı mübin bütün cihanı bütün fikirleri ve kalpleri ziyadar edecektir. Mister Arnold bu eserini vücuda getirmek için senelerce tetebbuatta bulunmuş; Asya ve Avrupa kütüphanelerini dolaşmış; elsine-i şarkiyye ve garbiyyede yazılmış yüzlerce eserleri tedkik etmiş İslam ulema ve fudelasının re’y ve mütalaalarını almıştır. Müellifin bu hususta sarfettiği emek ihtiyar ettiği fedakarlık hakikaten şayan-ı hayrettir. Senelerce Hindistan İngiltere Fransa Almanya gibi dünyanın en meşhur kütüphanelerini gezmek gayr-i matbu‘ tek nüshası olan yazma bir eseri görmek için kasaba kasaba dolaşmak on binlerce sahifeleri gözden geçirmek hakikaten kolay şey olmasa gerek. Kıymetli eserlerin ne suretle vücuda geldiğini görmeli ve ibret almalıdır. Müslümanlığın intişarına dair şark ve garbda bir çok eserler yazılmıştır. Fakat bunların arasında en ziyade temayüz edeni Mister Arnold’un CİLD - ADED - SAYFA Kongrece Musevilik Brahmanlık Ateşperestlik Müslümanlık Budilik Hıristiyanlık dinin tanınmasına karar verildikten maada İslamiyet ve Nasraniyet’le Budiliğin kabil-i intişar bir din oldukları da kabul edilmişti. tahliline ilmi ve dini bir surette girişiyoruz. Kabil-i intişar olan bir din bir çok şeraiti muhtevi olmalıdır ki diyanet-i mezkure ile mütedeyyin olanların kanaat-i vicdaniyyelerine mazhar olabilsin. Evvela: İntişara sezavar olan din halkı doğruluğa hayra hüsn-i ahlaka emniyet ve i‘timada delalete kafi olmalı. Saniyen: Emr-i bi’l-ma‘ruf nehy-i ani’l-münker ahkam ve kavaninine malik olmalı. Salisen: Ahkamı ma‘kulat dairesinde kabil-i kabul olmalı. Rabian: Peyrevlerinin ihtiyacat-ı dünyeviyye ve beşeriyyelerini te’min ile saadet-i uhreviyyelerini zamin olmalı. Hamisen: Edyan-ı saireden ziyade vüs‘at ve intizama malik olmakla asr-ı hazırda yaşayan akvam-ı beşerin muhtac olduğu mükemmeliyeti haiz bulunmalıdır. Böyle bir din edyan-ı saireyi tabiatiyle nesh eder ve zemin ve zamanın bil-cümle müzaheret ve muavenetine nail olur. Şerait-ı mesrudeyi haiz her hangi diyanet olursa kabil-i intişardır. Zannımızca İslamiyet şerait-ı mezkureyi ziyadesiyle haiz ve halkın bugünkü mabihi’l-ihtiyaclarını te’mine kafildir. Çünkü Müslümanlık esasatı doğrulukla kurulmuş ve müessis-i diyanet her türlü şahsiyetten ihtirasdan tevakki ve tecerrüd ederek nev‘-i beşerin asayiş ve huzuruna hizmet edecek güzel kanunlar vaz‘ etmek suretiyle halklarını adetlerini muaşeret ve ülfetlerini muamelatını ta‘dil ve tashihe çalışmıştır. İhtirastan nefsaniyetten azade olan diyanetlerin min tarafillah peygamberler vasıtasıyla halka kanun-ı ma‘muliyye olmak üzere gönderilmesi muhakkaktır. İlahiyat diniyyat mütehassısları edyan-ı hakkayı bu suretle tefrik ve temyiz etmişler; cihana bir mi‘yar-ı hakiki vaz‘ına muvaffak olmuşlardır. Tarih-i İslamiyetle Hazret-i Muhammed’in sav ahval ve hayat-ı hususiyyesini tedkik edenlerce İslamiyet’in müslümanlara istikameti ulviyet-i ahlakıyyeyi öğrettiği eseridir. Müslümanlık aleyhinde yığın yığın garazkarane eserler neşreden mutaassıb hıristiyan muharrirleri arasında böyle bir eserin ne kadar ehemmiyeti olduğunu düşünmelidir. Müslümanlık esaslarının azamet ve ulviyeti hakkında takdiratta bulunan bir İslam değil bir hıristiyandır. Bu fevkalade nazar-ı dikkate alınacak bir mes’eledir. Bilhassa bizim aramızda bazı sebükmagaz kimseler vardır ki bir şey bilmedikleri için İslamiyet hakkında garib fikirlerde cahilane neşriyatta bulunuyorlar. Onlar şu eseri okusunlar da mensubiyet iddia ettikleri dine karşı kendilerinde zerre kadar muhabbet ve insaf olmadığını görsünler. Bu mühim eseri bize tercüme etmek lutfunda bulunan zat kıymetli yazılarıyla kari’lerince ma‘lum olan evfik Bey biraderimizdir. Biz bu eseri ayrıca kitap halinde neşretmek istiyorduk. Fakat şimdilik ona imkan yok. da tefrika suretiyle neşretmek de uzun sürer. Zaten sahifelerimiz de şu sırada ona müsaid değil. Onun için bu mühim eser hakkında yalnız bir fikir vermek maksadıyla bazı parçalarını nakledeceğiz. Ez-cümle iki üç makaleden ibaret olan mukaddimesi görülürse eser hakkında bir fikir edinilebilir. Dört beş yüz sahife kadar tutan ve müslümanların azim istifadesini mucib olan bu mühim eserin kitap halinde neşrine Şer‘iyye ve Maarif vekaletlerinin delalet ve muavenette bulunması bilhassa temenni olunur. Bin sekiz yüz seksen yedi sene-i miladisinde Vestminister Kilisesi’nde in‘ikad eden Din Kongresinde diniyyat ve ilahiyyat ulemasından Profesör Maks Moler müdekkıkine mütebahhirane bir nutuk irad etmiş; biyat-ı diniyye müntesib ve müverrihleri nezdinde ictima‘-ı mezkur bir alem hükmünü herkesçe ma‘ruf ve meşhur bir vak‘a-i tarihiyye halini almıştır. Hatib-i müşarun-ileyh yeryüzünde mevcud olan diyanetleri tahlili bir surette mevzu‘-ı bahs ederek altı diyanetin resmen tanınması lüzumuna karar verilmesini talep eylemiştir. CİLD - ADED - SAYFA beye nail ve ser-firaz olan Araplar hakiki bir inkırazdan vakı‘ bir ölümden tahlis-i giriban ettiler; sözleri özleri doğru yaşamak salahiyetine malik bir millet-i necibeye münkalib oldular; yeni bir hayata malik olan İslamiyet peyrevanı ihtiyarlıktan gençliğe tahavvül edip hayat-ı milliyyeye dest-res olduktan sonra cihan-pesendane bir azim ile etrafa yayıldılar; azim ordular teşkil cesim ülkeler teshirine muvaffak oldular ele geçirdikleri memleketlerin milletlerin kendi din ve bayraklarına muti‘ ve sadık kalmalarını te’min ettiler. Suriye Filistin Mısır Şimali Afrika İran fütuhatı ilk bir nasib olmak üzere müslümanların önüne çıktı. Müteakiben bu azim-perver zevat garba doğru yürüdüler; met ettiler büyük büyük diyarlara hakim oldular. Peygamberlerinin vefatından yüz sene geçmişti ki Roma daha ziyade vesi‘ ve mümted bir imparatorluk teşkiline muvaffak olarak küre-i arzın yegane sahib ve fermanferması kesildiler. Bir aralık her ne kadar İslam İmparatorluğu zaafa uğrayıp gençliğini gaib etmiş ise de yine mekle silsile-i fütuhatı tevsi‘ etmekten hali kalmalıdır! Moğolorduları Bağdad’a hücum ederek makarr-ı hilafeti al kanlara boyadılar; hilafet-i Abbasiyye’nin tarih-i alemden silinmesine binlerce bi-günahın hak-i ademe serilmelerine sebebiyet verdiler. sene-i miladisinde Leon Ferdinand Kastil müslümanları en son zabt ettikleri Gırnatadan teb‘id etti; o diyarda kalan bakiyyetü’s-seyfden Hıristiyanlık namına hususi bir vergi tahsil etti. Rüesasının ihtiras ve sefahetleri neticesi olarak İslamiyet zindeliğini kuvvetini gaib eylemeye başladı. Dün hakim olan müslümanlar bugün mahkum olarak felaketlere duçar olur olmaz tekrar akıllarını başlarına devşirerek telafi-i ma-fat zımnında Sumatra ve Malay adalarına gittiler oralarda yeni hükumet te’sisine çalıştılar. Diyanet-i mübeccele-i İslamiyye düsturlarına riayet ettikçe Peygamber’in evamir ve nesayihini dinledikçe müslümanlar teali ve terakki ederlerdi. Vakta ki şehvet ve ihtiras gözlerini kamaştırdı; hevesat girdabına düştüler o tarihten i‘tibaren devre-i sukut ve felakete yine fena bir mukaddime açtılar. Felaket devrelerinde bile İslamiyet yine müslümanların yüzüne gülmeye başlamış; onlara yeni yeni saadet ve saltanat bahşetmekten hali kalmamıştır. İslamiyet’e büyük bir darbe indirip belini kıran müslümanları çil yavtasdik edilmiştir. İslamiyet’i kabul eden gayr-i müslimlerin ani tebeddülat-ı ahlakıyyeye uğradıklarını; hallerinde tavır ve meşreblerinde bir yeniliğin husule geldiğini kuvve-i ma‘neviyyelerinin günden güne kesb-i kuvvet eylediğini görenler diyanet-i mezkurenin esasatı metin bir çığır olduğuna kanaat getirmişlerdir. Müslümanların bir hali daha vardır ki cidden calib-i dikkattir: Her müslüman diyanet-i İslamiyyeyi tarafgirane ve samim-i kalbden gayr-i müslimlere tefhim ile onların da İslamiyet’e girmelerini arzu eder. Demek oluyor ki her müslüman mütedeyyin bulunduğu dinin naşiri mürevvicidir. Bu his tervic-i kalbden kopup gelen bir şeydir ki müslümanlar onu ketme bir türlü muktedir olamıyorlar. Münteşir bir surette dinini tervic eden bir zata karşı herkes ihtiram etmeye mecburdur. Bunu bir vazife-i mukaddese bilen müslümanlar daima Hazret-i Muhammed’in sav ve onu istihlaf eden Hulefa-yı Raşidin’in minhacını ta‘kib etmekle kendilerini nail-i ecr ü mesubat telakki ediyorlar. nüz İslamiyet’le teşerrüf eden kimseler derhal küre-i arzın her tarafına koşup iman ettikleri din ile onun sayesinde öğrenmiş oldukları tealim-i diniyyeyi halk arasında neşr ve ta‘mime çalışarak az müddet zarfında İslamiyet peyrevanını tezyide muvaffak olmuşlardı. Böylelikle her yerde İslamiyet’in esasat-ı mukaddesesi kabul edilmiş ve etbaa malik olmuştur. Binaenaleyh; kitabımızın sahaif-i atiyyesini diyanet-i hana sirayet ettiğini ta‘rif edeceği cihetle namını “Müslümanlık Nasıl Yayıldı?” koymayı münasib gördük. tarafından yazılan yüzlerce tevarih ve asar içinde Müslümanlığın tarih-i intişarına dair başlıca bir eserin mefkud bulunması bizi bu mühim ve bil-cümle metalibin-i kirama Müslümanlık hakkında derin ve istifadeli fikirler verecek eserin meydana getirilmesine teşci‘ ve teşvik etmiştir. Bunca asır evvel tek başına bir yetimin bikes bir zatın essüs eden diyanet-i İslamiyye fi zamanina-haza üç yüz milyon ashaba malik olmuştur ki diyanet-i mezkurenin derece-i metanet ve kuvvetine büyük bir delildir. Diyanet-i İslamiyye’nin bil-cümle tealimi Peygamber tarafından Ceziretü’l-Arab’da yaşayan ve her türlü çirkefe gark olmuş olan Araplara öğretilmiş ve pek kısa bir müddet içinde kabail-i Arabı koca bir millet haline getirmiştir. Öyle bir millet-i muazzama ki bayrakları dünyanın en muhteşem en ma‘mur en zengin kıtaatında rekz edilmiş saltanatlar hükumetler derebeyler te’sisine sebeb olmuştur. Yedinci asırda bu ni‘met-i gayr-i müterakkimühim kısmını teşkil eden bu keyfiyyet cidden mühim olduğu kadar şayan-ı takdirdir. Tealim-i mezkure İslam peygamberine Cenab-ı Hak tarafından telkin ve tebliğ edilmiş ve evamir-i mezkurenin hakkıyla ifasına Hazret-i Muhammed sav son derece çalışarak harekat ve sekenatıyla peyrevlerine mukaddes ve ali bir numune olmuştur. Áª uÀ à ¹² QŸ à ­·¶¹ž Y\ yžYª y¦ ¹ª ¹² ­c® yÀ “Allah’ın uyandırdığı nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki o Kadir-i Kayyum –kafirler istese de Evet bu nur-ı mübin ilelebed yeryüzünde parlayacak! Onu söndürmek isteyenlerin bütün mesaileri hüsran ile neticelenecektir. On üç asır evvel tulu‘ eden Müslümanlık güneşini Allah’ın bu hidayet nurunu söndürmek için kafirler o kadar çalıştılar. Fakat ne yapabildiler? Onların kin ve garezlerine onların cehd ü gayretlerine rağmen Müslümanlık bütün cihana yayıldı. Hem de akıllara hayret verecek kadar az bir zamanda afak-ı alemi kapladı. Asya’da tulu‘ eden bu güneş henüz birkaç asır geçmemişti ki Afrika’yı nurlara gark ettikten sonra Avrupa’ya da neşr-i envara başlamıştı. Bu din mücahede dinidir. Kalpleri İslam ile pirayedar olan müslümanlar kadar azim sahibi hiçbir millet gelmemiştir. Müslümanlığın ilk zuhur ettiği zamanlar tahattur olunmalıdır. Bir avuç erbab-ı iman bütün bir cihan-ı küfre karşı koydu. Kalpleri kasvet fikirleri zulmet bürüyen bir muhitte parlamaya başlayan bu çerağ-ı ilahi bütün o kafirlerin gözlerini kamaştırdı. Kendilerinin kesretine güvenerek bu nur-ı Sübhaniyi çabucak söndüreceklerini zannettiler. Fakat çok geçmeden acz ve hüsranlarını gördüler. Müslümanlık yükseldikçe onların kinleri gayzları arttı. Vukua gelen inkılabın mahiyetini bir türlü idrak edemiyorlar nur-ı İslam’ın bu kadar az zamanda bu suretle parlamasını bir türlü havsalalarına sığdıramıyorlardı. Vakta ki Bedir Muharebesi’nde gerek techizatça gerek adedce müslümanlardan pek çok fazla oldukları halde mağlubiyete uğradılar; o vakit hakikati anladılar. Müslümanlık nuru münceli olduğu kalplerde öyle bir retler içinde bıraktı. Müslümanlar bu azim ve imanlarusu gibi çar-aktar-ı cihana dağıttıran Moğollar on birinci ve on üçüncü asrın tarih-i medeniyet ve ihtişamına silinmez bir leke kondurup fırsattan istifade eylemişlerdi. Parlak bir ihtişam satı‘ bir varlıktan mahrum kalmış olan müslümanlar yeise düşmeksizin fütuhat-ı maddiyye ve ma‘neviyyelerinin temelini teşkil eden İslam bayrağını daha uzaklara Afrika-yı Vüsta’ya Hind-i Şarki adalarına Çin’e nasb etmekle az çok müteselli olmuşlardı. Böylece liva-yı pür-ihtişam-ı İslamiyet mürur-ı zaman ile gah düşer gah dimdik yine ayağa kalkardı. Bir yerde mahv ü nabud olan saltanat ansızın diğer bir yerde bitip neşv ü nema bulurdu. Bu sukut ve i‘tila devri birbirini vely ederek ila yevmina-haza devam edegelmiş ve hal-i hazırda bile müslümanların kuvvet ve şereflerini muhafaza eden kuvve-i ma‘neviyye el-an müslümanlara müteaddid vesi‘ saltanatlar imparatorluklar te’min eylemiştir. Liva-yı İslamiyye altında bulunan memalik bir taraftan Marakeş ve Zengibar’a diğer taraftan Sibirya ve Çin’e imtidad etmekte ve Hindistan’da Rusya ve sair –Avrupa devletlerinin zir-i idare ve istilasında bulunan– memalikte de bir çok ufak büyük müstakil hükumetler teşkil eylemektedir. Bundan maada edyar-ı küfrde yaşayan bil-cümle akvam ve anasırlar cemaat-i İslamiyye şan ve şereflerini an‘anelerini muhafaza etmek hususunda bir millet-i vahide hükmünü almışlardır. Leh lisanıyla tekellüm eden müslümanlar Litvanya dahilinde bulunan Kovono Vileno Grodno vilayatında ve Alman müstemlekesinde bulunup Almanca konuşan müslümanlarla Hind müslümanları yine İslamiyet’i Avrupa ve İngiltere müstemlekatına Şimali Amerika Avustralya ve Japonya’ya götürüp neşretmekten hali kalmamışlardır. Diyanet-i mezkurenin çar-aktar-ı cihana sirayet ve dini olmak üzere üç muhtelif esbaba ma‘tuf bulunmaktadır ki en kuvvetlisi en mühimmi neşr-i İslamiyet kefiyyeti olsa gerektir. Neşr-i İslamiyet’le meşgul olan İslam misyonerleri ne muntazam bir cem‘iyete mensub ne de hüviyetlerini gösterecek bir alamet-i farikaya maliktirler. Bunlara; görmekte oldukları vazife-i diniyye için de bir ücret mukabil verilmiyor. O gibiler yalnız ahirette nail olacakları –mev‘ud– mükafat ile kanaat ederek uğradıkları bulundukları yerlerde icra etmekte oldukları hirfet ve ticaretle beraber sessiz sadasız nazar-ı dikkati celb etmeyecek surette küffarı İslam etmekteki sa‘y ü gayretleri ber-devamdır. Bu hal ise müslümanlara Peygamberlerinden lefin intikal etmiştir. Tealim-i İslamiyye’nin esasını en CİLD - ADED - SAYFA rı sayesinde önlerine çıkan bütün maniaları devirdiler. Kavmiyet duvarlarını yıktılar; asabiyet da‘valarıyla kan kana gelen akvamı birleştirdiler. Fikirleri kaplayan hurafeleri söküp attılar; beşeriyete en ali en feyz-nak bir şehrah-ı hakikat açtılar bu sayede bir asır zarfında Çin hududundan ta Bahr-i Garbi’ye kadar yayıldılar; yüz milyonluk yek-vücud bir devlet-i azime vücuda getirdiler. Zaman oldu ki bütün Hıristiyanlık alemi müttefikan sevk ettiler. Fakat ne yapabildiler? Bu nur-ı ilahiyi söndürebildiler mi? O nurun tecelligahı olan her hangi bir devlet-i İslamiyye’nin azim ve imanlarına halel tari olur olmaz o nur-ı mübin diğer bir iklimde incila-pezir oldu. Afitab-ı alem gibi bazı taraflarda gurub eder gibi görünürken diğer taraflarda tulu‘ ediyordu. Bu suretle bu nur-ı ilahi küre-i arza feyzini saçtı. Düşmanlar o nuru söndürmek istedikçe o parladı durdu. Ve bundan sonra Bugün Müslümanlık hayatında yeni bir devr-i inkişaf ve i‘tila başlıyor. Hiçbir şeyle yıkılamayacak kadar metin olan İslam hey’et-i ictimaiyyesi hiçbir zaman istiklalinden mahrum kalmayacaktır. İslam tarihi baştan başa bu hakikati natıktır. Hulefa-yı Raşidin’den sonra Emeviler Abbasiler Fatımiler Mağribiler Eyyubiler Selçukiler ve daha bir çok milletler İslam’ın istiklalini yaşattılar. Tamam altı asırdır ki Osmaniler bütün bir cihan-ı husumete karşı koyarak Müslümanlığı müdafaa ediyor. muvaffak olan bu kahraman millet-i İslamiyye daha dün Çanakkale’de gösterdiği azim ve celadetle cihanda azim bir inkılab-ı siyasi husulüne en mühim bir amil oldu. Kuva-yı İslamiyye’nin merkezi olan bu devlet-i İslamiyye harb-i umumide müttefiklerinin fütur ve inhilali yüzünden bir mütareke yapmaya mecbur kalınca düşmanlar artık Müslümanlık mahvoldu zannettiler. Fırsattan bi’l-istifade muntafi olur gibi bir hale geldiğini zannettikleri o nur-ı ilahiyi tamamıyla söndürmek için her taraftan hücum ettiler. Bir aralık şaşırır gibi olan müslümanlar derhal akıllarını başlarına topladılar Cenab-ı Hak fütura düşen kalplere sekinet ihsan buyurdu; zaafa uğrayan imanlara kuvvet bahşetti. Allah’a Allah’ın nusretine i‘timadları sarsılan gafiller tevbe ettiler; azme sarıldılar. Uful etmek üzere bulunan istiklal-i İslam’ı yeniden taht-ı emniyete aldılar; bütün İslam aleminin kurretü’l-aynı olan bu devlet-i İslamiyyeyi yeniden dirilttiler. Ve nihayet geçen hafta yüz bin kişilik bir Ehl-i Salib ordusunu tarumar edecek kadar bir kuvvet göstermeye muvaffak oldular. Bu ancak Cenab-ı Hakk’ın fazl-ı Sübhanisidir ki dilediği milletleri bu lutfuna mazhar eder. Büyük Millet Meclisi tevfik-i ilahiye mazhariyetinden dolayı Cenab-ı Hakk’a hamd ü sena etmelidir. Allah’a olan i‘timadını takviye ederek azim ve faaliyetini artırmalıdır. Eğer biz hak yolundan ayrılmazsak Cenab-ı Hakk’ın tevfik-i Sübhanisi hiçbir zaman bizim üzerimizden eksik olmayacağına emin olmalıyız. y à À³‡ y¦ ­ ‡³b “Eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder.” Buyuran Cenab-ı Hak vaadinde sadıktır. Ê Às  à Y—Á ª “¯ Allah için vaadinde hulf yoktur.” Allah’a nusret demek Kur’an’ın ahkamını icra etmek Kur’an’ı yaşatmak demektir. Hülasası emr-i bi’l-ma‘ruf nehy-i ani’l-münkerdir ki meclisimizin bu hususta çalışmaktan geri durduğu yoktur. Ümmü’lhabais olan müskiratı kaldırdı. Oyunları men‘ etti ahlaksızlığın menbaı olan tiyatroları seddeyledi. Yalnız bir münker kaldıysa da onu da men‘e şiddetle azimdir. Bize bu zafer günlerini gösterdiğinden dolayı Cenab-ı Hakk’a bin hamd ü senalar olsun. Bütün ihvan-ı müslimin aralarındaki en küçük tefrikaları bile terk ederek yek-dil ve yek-vücud olarak kemal-i muhabbet ve samimiyetle Büyük Millet Meclisi etrafında toplanır şu hain Ehl-i Salib ordularını bütün bütün denize dökmek ki Müslümanlık pek büyük bir şevket ve kudrete erecektir. Müslümanlık tarihinde açılmaya başlayan bu yeni devr-i i‘tilada Cenab-ı Hak tevfikini üzerimizden eksik buyurmasın amin. Köylülerin pek ziyade sevdikleri Anadolu’ya geldi. Geçen haftadan i‘tibaren rahlesi başına geçti. Köylülere dinini dünyasını öğretmeye başladı. Köy hocasının köylülerden başka derdi yoktur. Hep düşündüğü tanıdığı köylülerdir. Ne kadar da güzel söylüyor. Ne kadar da faideli şeyler buluyor.Okudukça insan şaşıp kalıyor. Dinledikçe zevk duyuyor. O tatlı sözlerin uzayıp gitmesini istiyor. O Aşık Keremler Aşık Garibler yok mu; hani köylüler onları seve seve dinliyorlar; onun yanında onlar hiç kalır. Sanki onlar nedir? Bir takım aşk masalları: Yanmaktan tütmekten başka onlarda ne var? İnsan şu köy hocasını bir kere dinlemeli de söz nasıl olur görmeli. – Hani şu Ramazanlarda köylere gelen hocalar gibi değil mi..? CİLD - ADED - SAYFA yine rahat edemiyor. Tenbellik edip de çalışmayanlar lar da yine rahat yüzü göremiyor. Bunun sebebi nedir? görüyorum. Eğer ben kendi başına kalsaydım kendi kendime böyle din mi dünya mı öğrenebilir mi idim? Başkalarının bana öğrettiği gibi benim de başkalarına öğretmem üzerime borçtur. Farzdır. – Öğrendiklerini şehirlerde oturanlara öğretsen borç sakıt olmaz mı? Böyle diyenlere köy hocası pek kızıyor: – Canım herkes böyle yapıyor. Kendi kendini böyle aldatıyor. Amma işe geldiği zaman böyle denilmiyor. Bu koca devlet makinesini çevirmek hususunda yine en ağır yük köylülerin omuzlarına yükseliyor. Madem ki böyledir; her şeyden evvel köylüleri düşünmek herkesden evvel köylülerin rahatını yerine getirmek lazım değil midir? – Rahat etmesinler diyen yok ki. Çalışsınlar güzel yaşasınlar. – İyi amma bu yapsınlar etsinler demekle olmaz. Onlara yol göstermek lazımdır. Zavallılar cehl içinde kalmışlar ne dinlerinden haberleri var ne dünya işlerinden. Köylerde mektep yok hoca yok yol gösteren yok: İnsan kendi kendine nasıl yapabilir? Gördüğünden başka türlüsünü bilmiyor ki. Yaşamanın yolunu öğrenenler başını alıp gidiyor. Arkasına dünüp de o zavallıların haline bakmıyor. Halbuki köylüler pek temiz kalpli pek insaniyetli pek kabiliyetli adamlardır. Onlara bir yol gösteren olsa gidişlerini pek çabuk düzeltebilirler. Ben Bildiklerimi öğrendiklerimi onlara da öğretmek istiyorum. Ben bu uğurda hayatımı vakfettim. Allah kısmet ederse ölünceye kadar bu yoldan ayrılmayacağım. Köylülere dinlerini dünyalarını öğreteceğim. Ne vakit onlar yaşamanın yollarını öğrenirlerse ben de ancak o vakit rahat edebilirim. böyle cevablar vererek onları susturur. Tuttuğu yolda yürür gider. Bir müddet bu yolundan kaldığı için pek canı sıkılıyordu. Gönlü hiç rahat edemiyordu. Fakat şimdi artık pek sevdiği köylülerine yine kavuştu. Köylüler de onu seviyor. “Bizim köy hocamız nerede kaldı?” diye sorup duruyorlardı. İşte köy hocası rahlesi başına geçmiş köylülerle konuşmaya başlamıştır. Allah bu hayırlı Hocamızın istediği gibi köylülerimizi uyandırsın köylerimizi cennete çevirsin amin. Tabii onu görmeyen böyle sanır. Çünkü şimdiye kadar başka türlüsünü görmedi ki. Hoca dedi mi hatıra o gelir. Halbuki hoca var hocacık da var. Şimdiye kadar böyle köy hocası hiç kimse görmemiştir. Bu çok okumuş çok kibar bir hocadır. Bunun büyük dedesi şeyhü’l-islamdır. Amma bu öyle yüksek makamlara hasret değildir. O köylüye aşık olmuş. Hani herkesin gönlü bir şeye akar ya. Bunun gönlü de köylülere bağlanmış. Bazı arkadaşları onu bu sevdadan vazgeçirmek – Canım senin de bütün işin küçük köylüler..! Ramazan hocası mı oldun? Sen koca bir şeyhü’l-islam torunusun. Bu kadar da ilmin hünerin var. Büyük bu me’muriyet al da bir tarafta otur rahat et. Nedir bu köy hocalığı? Aşık Garib mi oldun..? Onu böyle kandırmaya savaştıklarını biz kendi kulağımızla söyleyenlere güler. Bir adam ki köylüyü düşünmez bir adam ki köylünün rahatını aramaz; onun gözünde böyle adamın hiç kıymeti yoktur. – Rica ederim bana ilişmeyin diyor. Ben başka şeyden lezzet alamıyorum. Ağalarla amucalarla konuşdukça benim gönlüm gözüm açılır. Saadet herkesin gönlünün hoşlandığı şey değil mi? Benim zevkim de bu: Bir demir asa bir demir çarık; köy köy dolaşmak; o kalbi çok saf çok temiz müslümanlarla beraber yaşamak; onlara bilmediklerini öğretmek; onlara hak yolunu doğru yolu göstermek. Amma köylülerle uğraşan yokmuş. Olmasın. Neme lazım alem benim. Ben kendime bakarım. Ben köylüleri bu halde gördükçü yüreğim sızlar. Beni saraylara koysanız rahat edemiyorum. vesselam. Ne yapayım elimde değil ki. Ben güzel güzel konaklarda oturayım o ahırlarda yaşasın. Ben tatlı börek yiyeyim o soğan sarımsakla ömrünü geçirsin. Ben kadifeler gibi elbiseler giyeyim o üstünü örtecek çuval bile bulamasın. Hiç olur mu bu? Ben bunları düşündükçe gönlüm azab vücuduma batıyor. Evim bana zindan kesiliyor. Ben de diğer adamlar gibi düşünsem aldırmasam… İyi pekala olacak. Fakat elimde değil. Gönlüme bu aşkı Allah vermiş. Duramıyorum. Bütün bildiklerimi köylülere söylemek – Ama sen çalışmış dirsek çürütmüşsün. Onun için rahat etmek senin hakkındır. – Ya köylü çalışmıyor mu? Benden kat kat fazla çalışıyor. Zavallı yağmur demez çamur demez; yaz demez kış demez kızgın güneş altında tarlalarda karda buzda dağlarda ormanlarda uğraşıyor. Yaşamak için çabalayıp duruyor. Fakat bu kadar çalışmakla beraber sonra CİLD - ADED - SAYFA linde ayak bastığı bütün aksam-ı memleketi yakıp yıkan ve ahali-i İslamiyye hakkında enva‘-ı mezalim irtikab eyleyen Yunan ordusu bütün hukuk-ı beşer ve uhud-ı harbiyyeyi ayaklar altına alarak hatt-ı harb üzerinde yakalanan esirlerimizin süngü ile gözlerini oymak gayr-i muharib kadın erkek ahali-i İslamiyyeyi katl-i am eylemek ahali-i mezkureye aid emval eşya ve hayvanatı dınlarının namuslarına tecavüz eylemek büyük küçük pek çok kura ve kasabalarımızı ve çiftlikleri tahrib ve ihrak etmek bu miyanda maabid-i İslamiyye’yi ve Türkler Ertuğrul Gazi türbesini dinamitle ber-heva eylemek gibi cinayat ve fecayii tatbik ve icrada asla kusur etmemiştir. Beşeriyet-i hazıra için ebedi bir leke mahiyetinde bulunan ve Türkün iman müdafaasına müstesna bir kudret-i mukavemet ilave eyleyen bu silsile-i mel‘anetin şimdiye kadar vesaika müsteniden tesbit edilebilen netayici melfuf bir numaralı zeylde gösterilmiştir. Ma‘ruz-ı fecayi‘ olarak el-yevm düşmandan kurtarılmış olan aksam-ı vatanın bu tecavüzat yüzünden arz eylediği en son manzara o kadar elimdir ki ilk İzmir fecayiini tedkik eden hey’et-i beyne’l-mileliye tarafından vukuuna şehadet edilen hadisat bunun yanında ehemmiyetsiz kalır. Türkiye Büyük Millet Meclisi namına işbu fecayii bütün beşeriyetin nazar-ı ibret ve ıttılaına arz eder ve bedbaht aksam-ı vatanımıza ve namus ve istiklalini müdafaa gibi mukaddes bir vazifeyi ifa etmekte olan milletimize reva görülen bu mezalimi enzar-ı medeniyet önünde kemal-i şiddetle protesto eylerim. – Mahalli kumandanlığının Mart tarihli raporundan: Düşman Kandıra civarında Hocaköyü’nü işgalle ahaliye işkence yapmıştır. – Mahalli kumandanlığının Mart tarihli raporundan: Düşman Kaymana nahiyesinde birçok köyleri yakmıştır. Akçay köyünü ihrak ederek Feyziye köyünün ahalisini ve hayvanatını sürüp götürmüştür. – Cebhe kumandanlığının Mart tarihli raporundan: Nazilli’de günü tevkifata başlamış meydanda erkek kalmamış ve ahalinin kısm-ı a‘zamı Müessesat-ı ilmiyyemiz arasında medreselerimizin aldığı şekil müstağni-i izahdır. Ca be-ca eslaf-ı izamımız tarafından meydana getirilip asırlarca ihtiyacat-ı maddiyye ve ma‘neviyyemize kafi gelen ve tarih-i irfanımıza şerefle şan bahşeden o yerlerin bu akıbetini görmek biz müslümanlar için ne kadar elimdir. Maazallah bu hal bir müddet daha devam ederse etfal-i müslimini ta‘lim ve terbiye ve müslimini tenvir edecek ulema bulmak şöyle dursun; namaz kıldıracak hatta cenaze yıkayacak adam bulunmayacak ve sağdan soldan gelen cereyanlar arasında milletimiz büsbütün mahv olacaktır. Şehrimizde aranılsa ahkam-ı diniyyeyi alim ancak dört zata tesadüf edebiliriz. Bunların irtihali halinde müslümanlar mesail-i diniyyelerini soracak adam bulamayacaklardır. Lisan-ı şükran ile yad ederiz ki bu defa Ehl-i Salib tecavüzat ve su’-i niyyatı hakkında bizleri irşad eden münhasıran ulemamız oldu. Bila-istisna her müslim ve müslime mahrumiyet-i ma‘ruzadan me’yus ve endiş-naktir. Vicdan-ı umumi-i İslamiyyeyi elim me’yusiyetlere düşüren şu hale bir nihayet verilerek ahval-i ümmet ve zamana ve ahkam-ı aliye-i İslamiyyeye vakıf ulema yetiştirecek bir proğramla öteden beri makarr-ı ulema bulunan Tokat livasında bir medrese küşad olunmasını Büyük Millet Meclisi’mizin hısal-i diyanet-perverilerinden istirham eder ve bu hususta her fedakarlığa hazır olduğumuzu arz eyleriz. — Tokat’tan çekilen telgrafa mü mümasil daha bir çok telgraflar alınmıştır. Bahsedilen niyet ve şükranla işittiğimize nazaran kavanin ve nizamatın tanziminde zamana evfak ahkam-ı fıkhiyyeyi esas olarak kabul eden Büyük Millet Meclisi geçenlerde çıkardığı bir kanun ile bilumum medaris talebesini askerlikten te’cil etmek suretiyle medreselerimizin ihyasına doğru pek mühim bir hatve attığı gibi Umur-ı Şer‘iyye ve Evkaf Vekalet-i Celilesi’nce teşkil edilen bir hey’et-i medaris emrinde hayırlı kararlar ittihaz olunmuş ve bunlar hey’et-i vekileye takdim edilmiştir. Hey’et-i müşarun-ileyhaca sür‘atle tasvib ve kabul buyurulacağını kaviyyen ümid ettiğimiz bu mukarrerat tiyacat-ı hakikiyyesine muvafık medaris-i ilmiyye açılacaktır. Dahliye Vekaleti’nin Nisan tarihli tezkiresinden: Elif– Düşman Bilecik Küplü taraflarında ahali-i İslamiyyeye mezalim ve şenaatin derece-i a’zamını yapmaktadır. Be– Bir düşman müfrezesi Küplü karyesinden cebren Cim– Bilecik civarındaki ahali-i İslamiyye Yunan zulmünden kurtulmak için dağlara firar etmiştir. Dal– Bilecik’te Yunanlılar bir çok gençleri katl ve kadınları depolara haps ederek enva‘-ı şenaat ve mezalim He– Bilecik’in kısm-ı a‘zamının ihrak edildiği. Vav– Yenişehir’de düşman mahalli müftüsünü şehid etmiştir. – Mahallinde teessüs eden hükumet-i mülkiyyenin tezkiresinden: Bilecik kasabasının hemen tamamı çarşının umumu Yunanlılar tarafından ihrak edilmiştir. Ahali ekmeksiz ve tuzsuz kalmıştır. – Dahiliye Vekaleti’nin tarihli tezkiresinden: Marmara mıntıkasında Dudullu garbındaki üç yüz neferlik Yunan müfrezesi Orhangazi’yi işgal ile İslam gençlerini katle başlamıştır. Bursa ve havalisindeki eşraf-ı mahalliyye esir edilerek ve Ortaköy ahali-i İslamiyyesi katl-i amma ma‘ruz kalarak dağılmışlardır. – Mahalli kumandanlığının iş‘arına nazaran İnönü muharebe meydanının sağ cenahında Gündüzbey’de düşmana esir olan on üç nefer Yunanlılar tarafından gözleri oyulmak ve şakaklarından süngülenmek suretiyle şehid edilmişlerdir. Cenab-ı Hak kahraman-ı gayur-ı İslam Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine Elhamdülillah ki çok iştiyak ve ceybeden sonra arzularımıza nail olarak mukaddes İslam toprağına adım koyduk. Ordu-yı garb-ı İslamımızın yeni fütuhat ve muzafferiyetini de işiterek Cenab-ı Allah’ın tafdilatından meşkur ve mesrur olduk. Tebrikat-ı faikamızı huzur-ı dağlara iltica etmiştir. Söke Mutasarrıflığı’nın Mart tarihli telgrafnamesinden Yunanlıların Nazilli’deki tekmil İslam erkeklerini toplamakta ve ele geçenleri mahv ve itlaf eylemekte oldukları muharrer olup baladaki rapor muhteviyatını bu haber de te’yid eyliyor. – Mahalli kumandanlığının Mart tarihli raporundan: niden müteşekkil düşman efradı ahalinin emvalini soyarak arabalarla geriye taşımışlardır. – Cebhe kumandanlığının Mart tarihli raporundan: Düşman Söğüd ve Bozhöyük’ü yakmaktadır. – Mahalli kumandanlığının tarihli raporundan]: Düşman Afyonkarahisarı’nda ahaliye pek çok zulüm ve işkence yapmakta ve kadınların namuslarına taarruz etmektedir. – Mahalli kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Dün akşama doğru Afyonkarahisarı istikametinde ric‘at eden düşman Sülümenli ve Karaarslan istikametinde geçtiği yerlerdeki bütün çiftlikleri yakmıştır. – Mahalli kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Düşman İzmit mıntıkasında firar ederken civar köyleri külliyyen yakmaktadır. – Cebhe kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Düşman Söğüd ile Bilecek arasındaki İslam köyleri ve cami‘leri kamilen yakılmış ve Bilecik kasabası da yakılmıştır. Düşman Söğüd’den çekilirken Ertuğrul Gazi hazretlerinin türbesini bomba ile tahrib eylediği anlaşılmıştır. – Cebhe kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Yunanlılar süvarimizin te’sir ve ta‘kibi haricinde geçtikleri ekseri köyleri yakıp yağma etmekte ve genç ihtiyar bütün köylüleri feci‘ bir surette şehid etmektedir. Nisan’da Yenişehir ovasında on kadar köy yanmakta – Mahalli kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Düşman Karahisar’daki dükkanları yağma etmektedir. Ve çekildiği köylerin bütün eşya ve mevaşisini sürüp götürmektedir. – Mahalli kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: Düşman Afyonkarahisar mıntıkasından Mecidiye köyü ve bu civardaki bütün çiftlikleri yağma etmiş ve bütün vesait-i nakliyyelerini beraber götürmüştür. – Mahalli kumandanlığının Nisan tarihli raporundan: kısm-ı a‘zamını yakmıştır. – Bahriye Dairesi’nin Nisan tarihli tezkiresinden: Kefken adası civarında bir Yunan torpidosu tarafından vuku‘ bulan taarruzla kayıklar imha edilmiştir. CİLD - ADED - SAYFA “Bir haftalık en mühim hadisat ve vekayiin hülasası” Cebheler: Karahisar’ı geçerek Konya’ya doğru sarkmakta olan lamış ve Karahisar’a gelmişti. Nisan gecesi üç koldan düşman ordugahlarına yapılan baskın neticesinde düşman hayli telefat vererek üç koldan ric‘ate başladı ve fırkalarımız kasabada durmaksızın firar etmekte olan düşmanı ta‘kibe şitab ettiler. Düşman Uşak istikametinde muntazam surette ric‘ate çalıştı. Fakat Dumlupınar şimalinde Nisan’da yakalanarak muharebeye icbar edildi. Orada iki ordu Hilal ve Salib orduları meydan muharebesine tutuştu. Süvari kollarımız da düşmanın yanlarına ve gerilerine sarkarak düşmanı müşkil bir mevki‘de bıraktı. Nisan’da düşman müsta‘celen celb ettiği iki fırka takviye kıtaatıyla umumi taarruzda bulundu. Bu taarruz azim zayiatla tard edildi ve kahraman ordumuz mukabil taarruza geçti. Bu suretle beş gün beş gece devam eden şiddetli meydan muharebesinden sonra cenub Salib ordusu da inhizama uğrayarak tarumar oldu. Şimdi muzaffer ordumuz mağlub düşmanı ta‘kib etmektedir. ru firar eden Yunan sürüsü Bursa mıntıkasındaki siperlerine sokulmuş endişe-nak bir halde ne yapacağını şaşırmıştır. Diğer taraftan Kocaeli’deki kıtaat-ı İslamiyye de o havaliyi düşmandan tathir ederek İzmit civarına gelmiştir. Anadolu’nun kahraman müslüman orduları her tarafta Yunan sürülerini hezimete uğratarak önüne katmış düşmanların yüreklerine havf ve dehşet ilka eylemiştir. Yunanlılar Marmara sahillerine bir çok gemiler toplayarak bakiyyetü’s-süyufu Gemlik’ten gemilere yüklüyorlar. ze dökerek güzel memleketlerimizi kurtarmış olacağız. Yunan Salib ordusunun hezimeti üzerine Yunanistan alt üst oldu. Başkumandan Papulas azledildi. Bazı şehirlerde muharebe aleyhinde mitingler yapıldığına yer yer iğtişaşlar zuhur ettiğine dair haberler geliyor. Ordumuzun muzafferiyeti Daru’l-hilafe’de esaret altında bulunan İslam kardeşlerimizi azim meserretlere gark etmiştir. Kadın erkek çoluk çocuk bütün müslüman halk vatan şarkıları söyleyerek sokakları dolaşmışlar baştan başa donanan Şehzadebaşı ve Fatih civarında meserretli nümayişler yapmışlardır. Düvel-i İ’tilafe bu tezahüratı men‘e teşebbüs etmiştir. alinize takdim ederiz. Ve hem de tazarru‘ ederiz ki arz-ı tebrikat ve selamımızı kahraman-ı can-feşan garb ordumuza tebliğ buyursunlar. Afgan Hey’eti Reisi Sultan Ahmed Han hazretlerine Memleketimize vusul ve teşrifinizi ve ordu-yı İslam tarafından düşmanlarımıza karşı ihraz edilen büyük muzafferiyetten mütevellid memnuniyet ve tebrikatınızı bize Kahraman askerlerimizin zulüm ve mel‘anet kuvveti olan Yunanlılara karşı kazandığı muvaffakiyet ne kadar mucib-i hazzımız olmuşsa Din-i Mübin-i İslam’ın en kavi bir rabıta-i uhuvvetle kendisine rabt ettiği Afganistan’ın ket arasında doğrudan doğruya te’sis-i münasebet etmek vatan toprağında kabul etmek o kadar mucib-i fahr u memnuniyetimiz olmuştur. Garb ve Cenub cebheleri kumandanları İsmet ve Re’fet paşalara tebrikinizi derhal tebliğ ettik. Cenab-ı Hak’tan tazarru‘ ve niyaz ederiz ki hey’et-i aliyyenizin memleketimize ayak basması ve iki dost ve kardeş memleketi yekdiğerini rabta vasıta olması memleketlerimizin istikbali için daimi bir sebeb-i hayr u saadet olsun. Afgan Sefiri Sultan Ahmed Han hazretleri Trabzon’da gazetesi muharririne beyanat-ı atiyyede bulunmuştur: “Anadolu harekat-ı milliyyesi Afganistan’da pek derin ve iyi bir te’sir bırakmıştır. Bütün Afganlılar bu hareketi alem-i İslam’ın necat ve selametini te’min edecek mahiyette bulunuyorlar. Afganistan Türkiye’yi pişva tanıyor ve İslamiyet uğrunda ibraz-ı fedakariye hazır bulunuyor. Bütün İslamlar ve Şark alemi Ankara hükumeti etrafında müttefikan çalışmalıdırlar. Afganistan’la İngilizler arasında mün‘akid bir muahede yoktur. Hindistan Artık alem-i İslam son bir intibah ile kendine gelmiştir. “Afgan hükümdarı kılıç kuşanma merasiminde kılıcını çekmiş ve Afgan istiklalini te’min etmedikçe kınına koymayacağını söylemişti. Bu azim ile uzun müddet çalışan Afgan hükümdarı ancak İngilizlerle yapılan mütarekeden sonra kılıcını kınına koymuştur.” CİLD - ADED - SAYFA grevini takviye etmek üzere tramvaycılar şimendüferciler vesair bilumum münakalat amelesi de grev i‘lanına karar vermişlerdir. Hükumet amelenin metalibini kabul etmezse mes’ele pek vahim bir safhaya girecektir. Sonra İrlanda ihtilali de günden güne kesb-i şiddet ediyor. karşı İngilizler en zalimane muamelelerle mukabelede kusur etmiyorlar. Son günlerde İrlanda ihtilalcilerinden altı kişiyi salben i‘dam ettiler. Fakat bütün bu şiddetler miyor. Yirmi beş bini mütecaviz halk hapishane etrafında toplanarak İngiltere’nin bu zalimane hükmünü protesto etmiştir. gazetesinin verdiği ma‘lumata göre yeni askeri üniformalarını labis olan İrlanda ihtilalcileriyle İngiliz zabıtası arasında mühim müsademeler olmuştur. şehrini tecrid etmişlerdir. Yeniden binlerce liralık hasar vardır. Suriye: na aldıktan sonra şimdi de Emir Faysal’ı Irak sultanı olarak Faysal Yafa’da İngiliz me’murları tarafından Kudüs’e götürüldü. İngiltere Faysal’ı Avrupa’da bulunduğu zaman müttefikler arasında cereyan eden bir müzakereye riye Krallığı zamanında açıktan açığa Fransa aleyhine harp ihzar ettiği cihetle bunu şiddetli reddeyledi. Böyle Bu yüzden Fransızlarla İngilizler arasındaki münasebat nahoş bir halde bulunuyor. Fransızların müttefiki olan tahrik bu yolda külliyetli paralar sarf etmekten geri durmuyorlar. Müslüman memleketlerini istila ettikden sonra şimdi paylaşmak hususunda bir türlü anlaşamıyorlar. Müslümanlar için ne büyük zillet! muştum. İnönü’nden çekilen düşman kendisinin ta‘kibinde zahib olarak bu hali aleme i‘lan etti. Halbuki maksadımız düşmanın gerisine düşebilmeyi te’min idi. Düşman bu hal karşısında yavaş hareket etti. Köprühisar’da süvari guruplarımız düşmanın pişdarlarını yakaladı. Vuku‘ bulan muharebede tarafımızdan tazyike uğrayan düşman şimale ve şarka doğru kaçmaya başladı. Bu düşman Aksu mevkiindeki askerin yardımıyla Balkanlar: Yunan ordularının Anadolu’da hezimeti derhal Balkanlar’da te’sirini gösterdi: Bulgar çeteleri Garbi Trakya hududunda göründü. Son sistem silahlar ve bombalarla mücehhez olan bu çetelerin mitralyözleri de bulunduğu söyleniyor. Hatta bir Bulgar fırkasının da bu çetelerle tevhid-i mesai ettiği haber veriliyor. Bu harekat-ı askeriyyenin derecesi hakkında henüz kat‘i surette bir şey denemezse de her halde Yunan-Bulgar hududlarında çete faaliyetleri başladığı anlaşılıyor. Diğer taraftan Selanik İ’tilaf devletleri tarafından abluka edildiğine dair gelen haberler de çok şayan-ı dikkattir. Ablukayı icab ettiren hadisenin ehemmiyeti istisgar olunamaz. Eğer şayi‘ olduğu vechile Bulgarlar şimal hududlarında fazlaca meşgul olan Yugoslavya ile anlaşmışsa Balkanlar’da yeniden yangının zuhuru gayri kabil-i likesi hasebiyle Bulgarları arkadan tehdid etmesinden de korkulmaz. Binaenaleyh Bulgarların hareketine bugünkü vaz‘iyet-i umumiyye müsaid olduğu için Balkanların tekrar karışması pek muhtemeldir. Arnavudların da Yunan hududunda faaliyete başlayarak Yanya’nın şimal ve şimal-i garbisini işgal etmeleri Atina’da kabine buhranları Yunanistan’da dahili ihtilaf ve iğtişaşat Yunan’ın istikbalini muzlim bir şekilde göstermektedir. Yunanın bu sergüzeşt-cu Anadolu hareketi inşaallah kendisinin inkıraz ve inhilaliyle nihayet bulacaktır. Avrupa: Avrupa’nın bozulan muvazene-i siyasiyyesi bir daha teessüs etmeyecek gibi görünüyor. Bilakis günden güne tehlikelere büyüyor. Almanya muahedeyi tatbikten siyle ne yapacağını şaşırmış bir halde bulunuyor. Çekoslovakya harbiye bütçesini fevkalade tezyid ederek harbe hazırlanıyor. Bir taraftan Almanya’daki harekat diğer taraftan Bolşeviklerin Garba karşı tasavvur ettikleri planlar Çekoslovakya’yı kuvvetli bulunmaya mecbur ediyor. Yugoslavya hükumeti de Macar hududuna müteaddid fırkalar tahşid ediyor. Lenin ikinci harb-i umuminin zuhurunu gayr-i kabil-i ictinab görüyor. raftan İrlanda ihtilaliyle dahili buhranlar içinde çalkanıyor ve bugün bir buçuk milyon amele ma‘den ocaklarını terk eylemiş bulunuyor. Ma‘lumdur ki ma‘den ocakları Ocakların su altında kalması tahliyesi vaz‘iyetini vahim bir hale koymuştur. Avam Kamarası ictimaa da‘vet olunmuştur. Günden güne büyüyen bu amele harekatı CİLD - ADED - SAYFA oldu. Bunun üzerine umumi cephede tarafımızdan taarruz lerinde perişan edilmiştir. Bu suretle ordumuzun gerek müdafaa gerek taarruz kabiliyeti düşman ve bütün alem nazarında bir defa daha tahakkuk ve te’yid eylemiştir. Muvaffakiyetimizin istihsalinde en büyük amil milletin azm-i istiklalidir. Bu azm-i istiklal Anadolu’yu baştan aşağıya sarsıyor. Muharebe bitmiş değil. Bundan sonra daha azimkarane tammı halinde bitireceğiz. Sarsılmaz bir orduya sarsılmaz ve yekpare bir vatana sarsılmaz ve imanlı bir meclise istinad eden milletimiz bundan sonra Garb’a karşı hakkını daha yüksek sesle söyleyecek ve Şark’a karşı da ümid ve iman nurlarını saçacaktır. Fevzi Paşa hazretlerinin bu beyanatı meclis tarafından sürekli alkışlarla karşılanmış ve bu münasebetle müteaddid zevat tarafından vatanperverane nutuklar irad olunmuştur. K a ri’lerimizden rica-yı mahsus tuplara abone sıra numarasının işaret edilmesi bilhassa rica olunur. kurtulabildi. Yenişehir tarafında düşman hezimete uğradı. Kocaçayın şimaline münhezimen atıldı. Ayın beşinci günü düşmanın perişan aksamı esir edilmekle beraber bakiyyesi Gemlik cihetine atılmıştır. Ayın altısında Çürükde düşmanın ta‘kibine başlanıldı. Konya hadisesinde firar eden eşkıya yardımıyla Antalya havalisine asker çıkararak dahilde isyan yapmak istenildi. Bunun da önü alındı. Sandıklı civarında düşman perişan olmuştur. Tazyik üzerine oralardan ayın on ikisinde çekilmeye mecbur oldu. Bugün de ta‘kibine devam olunmaktadır. Düşmanın cenub şimal orduları mağlub ve kısmen münhezim oldukları halde gerilerde tutunmaya çalışıyor. Düşman taarruza başladığı zaman beş haftada An-kara’ya geleceğini i‘lan etmiş iken bu iki meydan mu-harebesiyle düşmanın kavliyatını fiilen tekzib ettik. Muharebenin birisi müdafaa ikincisi taarruz şeklinde tahakkuk etmiştir. Düşman yandan ve de Afyonkarahisar şarkında ateşe tutularak şehir tahribe meydan verilmeksizin istasyona koyduğu bombalarla askeri dairesine koyduğu gazı ateşlemeye vakit bırakmaksızın çekilmeye mecbur edildi. Ayın sekizinde Dumlupınar mevkiinde tahaffuza ve tutunmaya teşebbüs etti. Ayın dokuzunda siperlere hühücumla kısm-ı a‘zamı zabt edildi. Mevkiin mühlik olduğunu düşman anlayarak gerilerden kuvvet celb ile Dumlupınar’da dört fırka düşman askeri tahşid edilmiş ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Bir kimse olsa mazhar-ı tevfik-i Girdgar Saysın bununla kendini alemde bahtiyar Göz gezdirir mehasin-i asara bi-karar Durmaz bu yolda nakd-i hayatın eder nisar Zair! Tevakkuf et ki yetiştin meramına Karşında bak şu levha-i mazi-i pür-vakar Bir levhadır ki hırz-ı revan-ı muvahhidin Meczub-ı lütf-i vazıdır enzar-ı i‘tibar Bir levhadır ki levh-i semadan nüzul eden Ayatı resm eder gibi matbu‘ u dil-şikar Bir levhadır ki arş-ı berinden melaike Açmış kanadların anın üstünde sübhadar Ali ve muhteşem Ulu Cami‘ ki olmada Seyyah için ziyareti badi-i iftihar Olmuş minareler ilm-efraz-ı din-i Hak Saf-beste kubbeler reh-i Baride payidar Banisinin mehabeti zıllinde ru-nümun Mi‘marının mehareti vaz‘ından aşikar Haricde ............ dahili cennet misalidir Bir sahn-ı ruşen ortada bir havz-ı mevcedar Pervar-gah-ı nev-i melek tak u revzeni Zir-i kıbabı encüm-i eflak için medar Zair bu demde hayrete dalmış görür ki hep Nevvar içinde her cihet olmakta lem‘a-bar Ya Rab ne hayır-ver ü ali-makamdır Guya gülümsüyor bu menazırda vech-i yar Pür-nakştır direkleri haytanı ser-be-ser Tersim olunmuş nefs asar-ı pür-nigar Müşkil-pesend-i hatta bırakmış esatize Nayab eserlerin bu sahaifde yadigar Çıkmak gelir mi hatıra görmezse ıztırar Ezhar-ı zer-nigara bürünmüş arusdur Mihrabı gör ki reşk-i gülistan-ı nevbahar Minber değil bu bağ-ı diyanetde kök salan Bir serv-i naz-perver ü nadide sayedar Gölge şimale doğru yapılmış cenubdan Mihrabı etmek üzre der-aguşa ibtidar Gönlüm asıldı kaldı bu mihrab u minbere Avare bülbül oldu demek şimdi kamkar Tasvir-i vaz‘ u medh-i nizamı bu ma‘bedin Sığmaz beyana olsa da hamemde iktidar Hamem çerağ-ı bezm-i edebdir bu nazm ile Yahud şükufe-zar-ı maanide bir hezar Alsın bir aferin bu neşidem Berusa’da Bir şehr-i dil-pezirdir ol şehr-i pür-mesar CİLD - ADED - SAYFA ferrik surette tamam olmuştur. Kitabullah’ın bu suretle nüzulünde Cenab-ı Hakk’ın bir hikmet-i baliğası vardır ki erbab-ı basirete hafi değildir. Resul-i ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimize vahiy geldiği sıralarda Araplar dalal içinde bid‘at içinde küfür içinde inad içinde idiler. Aralarında fuhuş ve rezail şayi‘ olmuş her türlü şehevat-ı nefsaniyyeye meyl kendilerince bir tabiat halini bulmuştu. Şayed İslam bidayetinde kendi ahlak-ı nezihesini yeniden ve kamilen bunlara tebliğ etmiş olsaydı acaba bunlar kendilerinde bir fıtrat bir garize halini alan bu çirkin adetlerinden vazgeçebilirler miydi? Daima görürüz ki nüfus-ı habise ülfet etmiş olduğu mefsedetlerden mel‘anetlerden kabil değil birden bire vazgeçemez. Bu hususta tedrici surette tehzib ile ıslah ile bir mertebeden daha yüksek mertebeye çıkarılmak suretiyle maksud olan gayeye varılır. İşte Allahu Zü’l-celal hikmet-i baliğası muktezası olarak Ceziretü’l-Arab’daki müşrik Araplarla yahudilerin gözleri birden bire bu ziya-yı satıa bu nur-ı lamia karşı gelip de kamaşmamak ve bunun neticesi olarak basiretleri büsbütün idrak-i hakikatten mahrum kalmamak için ahkam-ı ilahiyyesini yekten tebliğ buyurmadı. Nitekim ashab-ı kiramdan birinin şu sözü de bu mütalaamızı te’yid ediyor: – Cenab-ı Hak bize pek büyük bir ihsanda bulunmuştur. Bizler müşrik idik. Şayed aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz bize İslam’ı ve Kur’an’ı birden bire getirmiş ve tebliğ etmiş olsaydı bu teklif ağır gelirdi İslam’a giremezdik. Lakin o nebiyy-i hakim bizi evvela yalnız bir hükmünü kabule da‘vet etti. Onu kabul ederek halavet-i ettik. Böyle böyle devam ederek dinin şeriatin tamamına erdik… Bu söz Kitabullah’ın müteferrik bir surette nüzulündeki hikmeti bizlere gösteriyor. Ayat-ı Kur’aniyye’den bazıları Araplarla yahudilerin suallerine cevab olarak yahud onların bazı ahvalini tebyin ederek nazil olmuştur ki bu suretle bunların nazar-ı ibretleri açılacak ve işleri daha ziyade salah kesb edecekti. Ayat-ı Kur’aniyye’den bazıları mübeyyin olarak nazil olurdu. Nitekim bu ihtiyac ayat-ı hamrda vazıhan görülmüştür. Evet bu ayetler nüzul etmezden evvel Hazret-i Ömer: ª·­ \Á± ª³Yž¿ Y²YÁ\y¯sª ‚YžÁY Ya Rab! Bizlere hamr hakkında şübheye tereddüde mahal bırakmayacak şafi bir beyan ihsan buyur” sözünü tekrar eder dururdu. Kitabullah’a i‘tiraz ettiklerini yukarıda söylediğimiz bir takım kimseleri bu şübhelere bu münakaşalara sevk eden saik hiç şübhe yoktur ki kendi hatalarıdır. Zira öyle anlaşılıyor ki bu adamlar Kur’an’ı muayyen bazı makasıdı Hakka ki anda gördüğüm erbab-ı fazl ü dil Ab-ı hayat-ı danişe yenbu‘-ı feyz-dar Her dem teveccüh etmede anlar bu acize Çok mu kaside nazmına eylersem ictisar Gördüm fakat bu ma‘bedin i‘caz-ı hüsnünü Ettim tamam vasıfını ifadan i‘tizar Bir beyt-i dil-nişin ile bitsin sözüm dedim Karşımda oldu matla‘-ı tabende cilvekar Ya Cami‘u’l-kebir ve ya mecma‘u’l-kibar Tuba li men‘ yezurek fi’l-leyli ve’n-nehar Bismillahirrahmanirrahim ³c­ ®Q®³Á± i ¦ Ÿ ª ~¹® Y³Áb Ycª .................. Y³Á £ u – – Şimdi Kur’an-ı Kerim’de meşhud olan tekerrürlerin esbabını bildirmek için birkaç söz söylememiz icab ediyor. Evet enbiya-yı salifeye aid kıssalar muhtelif surelerde mükerrer olarak varid olduğu gibi bazen aynı kıssa aynı surenin müteaddid mevzi‘lerinde görülür. Nitekim Beni İsrail kıssaları Beni İsrail’in Cenab-ı Hak tarafından peygamberlere gönderilen ahkamı inkar etmeleri kendilerine meb‘us peygamberleri bağy ü udvan ile katl etmeleri buzağıya tapmaları arzularına keyiflerine uygun gelmeyen her türlü da‘vetten i‘raz eylemeleri bu kabildendir. Adem İblis Nuh İbrahim ve sair kıssaları hep bu tarzdadır. Hıristiyan papasları mevzu‘-ı bahsimiz olan bu tekerrürü Kur’an-ı Kerim’e taan etmek ve onun kıymet-i edebiyyesini tenzil eylemek için vesile ittihaz ediyorlar; lisan-ı Arab’ın şivesine vukufu olmayan Kur’an’ın kütüb-i me’lufeye nazaran nasıl bir mevki‘de bulunması lazım geleceğini idrakten aciz olan bir takım cahiller de bu hususta papaslara uyuyorlar. Vakıa hakkı söylemek lazım gelirse bu papasların iftiralarını reddetmek cehaletlerini yüzlerine vurmak şübhelerine meydan bırakmamak hususunda ulema-yı müslimin öteden beri bu mevzu‘da söylenecek söz bırakmamışlarsa da delailin sağlamıyla zaifini bir araya getirmekten pek o kadar sakınmadıkları için biz sözü Herkes bilir ki Kur’an-ı Kerim bir defada nazil olmamış bilakis yirmi bu kadar sene zarfında ve mütekanlarda te’lif ettikleri asarı nazar-ı dikkate almalıdırlar. O zaman misalin en vazıhını görmüş olurlar. Dünyanın bir tarafında bir hadise vukua gelir. Bunun üzerine bir muharrir çıkar o hadise hakkındaki mütalaasını yazar; yahud bir şair çıkar aynı mes’eleye aid tahayyülatını ortaya koyar. Aynı hadisenin yahud emsali hadisatın vukuu tekerrür ettikçe muharrirlerin şairlerin aynı mevzu‘ üzerindeki makaleleri şiirleri de tekerrür eder durur. Şairlerin divanları muharrirlerin siyasilerin mecmuaları bunun emsali ile doludur. Nitekim nefsimizde vakı‘ olan misallerden biridir ki bizler her sene Danışvay hadisesi günü gelince Danışvay hatıra-i elimesi namı altında yazılar yazarız. Mevzu‘ har etmek o azim hadise-i tarihiyyeyi daima hatırlatmak suretiyle efkarı ikaz eylemektir. Binaenaleyh bu mevzua aid olan makaleler hey’et-i umumiyyesi i‘ti-bariyle birbirine benzerler. Tekerrür sebebinin tekerrüründen başka bir şeyden değildir. Ey Mustafa! unvanıyla yazmakta olduğumuz yazı-lar da o kabildendir. Bu yazılar Mustafa Kamil Paşa merhumun yevm-i vefatı geldikçe neşr olunan yazılardır. Bunlar esbabın tekerrüründen dolayı tekerrür eden sözlerdir ki birbirine benzemekle beraber üslubda ve tarz-ı beyanında tenevvü‘ler arz ederler. Maamafih bu işi ilk yapan ben değilim. Evet bütün katiplerimiz bütün siyasilerimiz bütün şairlerimizle bunların diğer milletlerdeki emsali her gün muhtelif mevzu‘lar üzerinde yazmakta oldukları yazılarla Kur’an-ı Kerim’deki tekerrürlerin esbabını pek güzel izah etmiş oluyorlar. te’min etmek üzere bir ayda yahud birkaç ayda telifi mu‘tad olan kitaplar gibi telakki etmek istiyorlar. Şayed o adamlar mes’eleyi layıkıyla teemmül etselerdi Kur’an’ın yirmi bu kadar seneye baliğ olan bir zaman-ı medid içinde nazil olduğunu düşünselerdi ve ayetlerin bazen aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimizi mükerrer surette müteellim eden sıkıntılardan ezalardan dolayı tesliye ve tatmin için nazil olduğunu bazen de muhtelif zamanlarda ve muhtelif ahvalde muhtelif saillerin Ceziretü’l-Arab’ın her tarafından gelen muhtelif zairlerin kabilelerin sordukları suallere cevab olarak vürud ettiğini nazar-ı im‘ana alsalardı elbette bu hataya düşmezlerdi. sana peygamberlerin ahvaline aid olup yüreğine sebat ruz.” Araplar aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimizin huzur-ı hümayunlarına her taraftan fevc fevc gelerek o Resul-i muhteremden ya enbiya-yı salifeye dair bir kıssa sorarlar yahud kendisinden ahlaki ictimai dini dünyevi bir mev‘iza bir irşad talebinde bulunurlardı. Binaenaleyh ayat-ı kerime de bunların metalibine muvafık ve suallerine cevab olarak nazil olur; tabiidir ki talebler sualler tekerrür ettikçe ayetler kıssalar da tekerrür ederdi. Bununla beraber tekerrür eden ayat tedkik edilince görülür ki bunlar ıtnab icaz üslub-ı vaz‘ işaret gayet gerek bütün Kur’an’da gerek aynı surede tekerrür etmekle beraber şu zikrettiğimiz nikat-ı nazardan her biri başka bir hususiyet başka bir temayüz arz eder. Bunu re’ye’l-ayn görmek isteyenler muharrirlerin siyasilerin şairlerin muhtelif zamanlarda ve muhtelif meTebliğ-i nazil olan ayat-ı Kur’aniyye’yi ber-vech-i ati nakl ediyoruz: zahmetlerden başka bir şey değildir. Bilakis İslamiyet’e Peygambere karşı dinin zuhurundan i‘tibaren son asırlara varıncaya kadar daima hücum edilmiş onu yok etmek için uğraşılmıştır. Gerçi bidayet-i emrde müslümanlar bir elde kılıç diğer elde Kur’an’ı tuttukları halde büyük muharebata iştirak etmişler ise de bu hareketleri kendilerini müdafaa etmek ve öğrendikleri hakaikı muarızlara –madem ki vaaz ve nasihatle olmayacak– hiç olmazsa kılıçlaanlatabilmek için ihtiyar olunduğu meydandadır. Tabiat da onları hareketlerinde ma‘zur görür. Bir kedi bile nefsini canını tehlikeden kurtarmak hakikat-i hale bakılırsa İslamiyet her yerde sükunet ve vakar ile yayılmış ve bu ana kadar cebren hiçbir kimse dahilindedir. Zira bir adamın vicdanına hiçbir zaman zorla cebr ile kimse hakim olamaz. Hususiyle din gibi mesailde kanaat-i vicdaniyye her şeyden evvel aranır. Vicdanen müslüman olmayan ve olmak istemeyenlere kılıçla din kabul ettirmek hem abes hem muhaldir. Çünkü öyle kimseler çok geçmeden irtidad edebilirler. Buna ne hacet! Hal-i hazırda Afrika’ya ve sair memalik-i gün yüzlerce gayr-i müslimleri İslam etmektedirler. Bunların kanaat-i vicdaniyye ile yeni müslümanları ikna‘ etmekten başka ellerinde bir alet olmadığı gibi Avrupa müstemlekelerinde öyle bir alete malik olsalar bile onu Ömer zamanında İran ile Beytü’l-makdis’in İslamlar tarafından fethini müteakib gayr-i müslimlere karşı muhafaza ve sıyanetlerine karşı bir vergi alınmakla iktifa edildiği bil-cümle İslam ve Avrupalı müverrihlerin taht-ı tasdikindedir. Ayat-ı kerime-i Kur’an-iyye’den de müsteban olacağı vechile İslamiyet’te tebdil-i din hususunda isti‘mal-i cebr olunmamasını ayat-ı Kur’aniyye ile şediden Peygambere emredilmiş ve yalnız halka –küffara– karşı edeb ve terbiye dairesinde mevaiz icrasını Cenab-ı Hak Hazret-i Muhammed’e sav ferman buyurmuştur. Nakl olunan ayat-ı atiyye baladaki müddeamızın doğruluğu-nu hakikatini baligan ma-belag isbat ediyor. Hatta cesaretle diyebiliriz ki en büyük hunrizane muharebatta bile müslümanlar hasımlarını mağlub ettikleri halde kendilerini kanaat haricinde İslam etmeleri keyfiyetinden sakınmışlardır. Böylece İslamiyet’in bir tebşir misyon diyaneti olduğu baladaki ayetlerden anlaşılır tahkikat-ı mu-şikafane kurenin ilim ve amel noktasından ittibaa şayan olduğunu anladım. Aynı zamanda Hazret-i Muhammed’in sav hayat-ı hususiyyesiyle müddet-i hayatında gördüğü kuvvete malik bulunduğu sabittir. Cenab-ı Peygamber şiri sıfatıyla din-i mübini küffara vaaz ve nasihatle tefhim etmiştir. Binaenaleyh İslamiyet’in bir kılıç dini olduğuna ve kuvvetle intişar ettiğine dair Avru fehhümden naşi bulunduğuna şübhe etmemelidir. Böyle sözler sırf kıymetini düşürmek için ihtiyar edilen mutaassıbane CİLD - ADED - SAYFA yet’in şuna buna eza ve cefa ettiği hakkındaki rivayetler haberler bizce kamilen ekavil ve ebatilden ibaret olduğu sabit bulunduğundan onu asla mevzu‘-ı bahs etmeyip sırf sadedinde bulunduğumuz hakikatle uğraşmayı muvafık-ı edeb ve nezahet görerek devam eyliyoruz. Mechul vatanperverlerden: Bizde mechul vatanperverlerin sayısı –zannederim ki– ma‘lum vatanperverlerimizden daha çoktur. Memleket baştan başa vatanperverlerle fedakarlarla dolu olduğu halde bunların pek az kısmıdır ki ma‘lumlar sırasına geçmiş üst tarafını hep mechuller teşkil etmiştir. Bunun sebebi; milletimizin ekseriyet-i azimesinin vatanperver olması vatanperverliğin yalnız bir meziyet en basit bir vazife olarak telakki edilmesidir. Başka memleketlerde diyet gözetildiği için ma‘neviyete dayanan faziletler fazlaca göze çarpar. O memleketlerde de –şübhe yok ki– bir vatan duygusu vardır. Fakat bu duygu nasibini en çok maddi vatandan alır bizim gibi daha fazla ilahi ve ali menba‘lara dayanmaz. Vatanperverlerin sayısı dedim. Keyfiyyet i‘tibariyle hüküm ve telakki tabii başkadır. Her vatanperver daha çok veya daha az vatanperver olabilir. Bu işteki nisbet ve kıyas noktası ise milletine memleketine en çok hizmet etmiş rical-i aliyyedir. tafa Çavuş da bu rical mertebesine yaklaşmış bir müslüman vatanperveridir. Mustafa Çavuş Balıkesir’de doğmuş Balyada yerleşmiş elli beş altmış yaşlarında bir adamdır. Tahsili hemen yok gibidir; kendisine tam ma‘nasıyla ümmi diyebiliriz. Orta boylu şişman vücudlu modeli! Çavuş hayatının en kıymetli ve zinde safhalarını muharebelerde geçirmiş bir çok fedakarlıklar yapmış zaferler kazanmış ta Başçavuşluğa kadar yükselmiştir! Askerlik hayatını cenk vekayiini en hararetli dillerle anlatır anlatırken de vekayiin şekline göre vaz‘iyetler alır milletimizin celadetini terennüm eden sesi vakurane yükselir bazen kükremiş arslan kesilir ve: – Ah der neydi o günlerimiz? Çavuş çalışkanlığı namuskarlığı sayesinde Balya’nın en zengin adamları sırasına geçmişti. Fakat onun zenginliğinde de bir başkalık vardı: Fukarayı sever fukarayı Baladaki ayetlerin cümlesi Cenab-ı Peygambere tebliğ ve tervic-i İslamiyet hakkında nazil olmuştur. Cebren pek nazikane ve kibarane davranılması da mükerreren tenbih edilmiştir. Avrupa mutaassıblarının İslamiyet’in kılıçla intişar eylediği hakkındaki iddiaları mantıki ve akli bir surette baladaki ayetlerin mefhumuyla reddedilebilir. Ayat-ı mezkure ise Mekke’de nazil oldukları cihetle onları Binaenaleyh işbu eserimizde tarihi bir surette İslamiyet’in bidayetinden bu ana kadar cihandaki tarz-ı intişarını göstermek istiyoruz. Bu maksad için bu kitabın te’lif ve tasnifine lüzum görülmüştür. İntişar-ı diyanet-i vazıı da Cenab-ı Peygamberdir. Bu proğramda müteaddid mevad yoktur. Ancak Peygamberin tebliğ-i İslam hakkında ittihaz ettiği yollarla mesaisi İslam mübeşşirlerine misyonerlerine bir düsturu’l-amel hükmünü almıştır ki onlar da tıbkı Peygamberlerinin kullandığı usul dairesinde neşr-i İslam fikirlerini kuvveden fiile çıkarmışlardır. Niyetimizi bu suretle muhterem kari’lerimize beyan ediyoruz ki bu eserde bizden başka bir şey arzu etmesinler. İşte bu kitab yalnız intişar-ı İslamiyet’in tarihi olup İslam mübeşşirlerinin yeryüzündeki mesaileri edille-i tarihiyye ve rivayat-ı sabite ile gösterilmiştir. İslamitehlikeyi göze aldırmaktan çekinmemiş muhiti halkına tam bir iman-ı milli telkin edebilmiştir. Asiler hakkında çavuş: – Harunü’r-Reşidin eşekleri! derdi. Bir gün bunun hikayesini kendisinden dinledim: Harunü’r-Reşid ashab-ı müracaatı beyhude yormamak için sarayın cümle kapısı önüne bir direk diktirmiş ve bunu bir tel eder hizmetçiler koşarak maksad-ı müracaatı anlar ve Harun’a arz eylermiş. Bir gün yine direğin tahrik olunduğu görülmüş; Harun: – Gidiniz kapıda bir müracaatçı var. demiş. Koşmuşlar ne görsünler: Zaif uyuz bir merkeb..! Zavallı mütemadiyen direğe sürtünüyor…! Keyfiyeti huzur-ı Harun’a arz etmişler. Derhal bir irade sadır olmuş: – Şimdi bir münadi bulacaksınız; bu merkebceğizin sahibi kim ise bana gelecek! Münadi bağıra bağıra nihayet merkebin sahibini bulur saraya getirir. – Bu merkeb senin mi? – Benimdir padişahım. – Niye bu hale getirdin bakmadın? – Kendime bile bakamıyorum; fakirim. – Şimdi gideceksin ne yapıp yapıp bu merkebi besleyeceksin. Bir ay sonra bana getirip göstereceksin! Adamcağız merkebin yularından tutar kendi kendine mırıldanarak evine götürür yemez; içmez; hep merkebine bakar. Aybaşı yaklaşır: Merkeb artık semirir oynamaya kıç atmaya başlar. Bir gün sabahleyin evinin karşısındaki çaya doğru götürürken nankör merkeb anırır şahlanır velini‘metinin üzerine atılmaya savaşır! Herif der ki: – Anır eşeğim anır atıl merkebciğim atıl: Harunü’rReşid gibi bir arkan var…! Mustafa Çavuş yalnız vatanperver bir müslüman değildir; nekre-gülükle tuhaflıkla da tanınmış hafif ruhlu bir adamdır. Adeta İncili Çavuş gibi…! Hiç hatırımdan çıkmaz: Anzavurun üçüncü hareketi esnasında idi ki kuvvet ihzarı için Balyaya gitmiştim. Mustafa Çavuş beni görür görmez: – İyi amma külahın sıkı mı? demişti! Bundan bir şey anlayamamıştım. Alık alık yüzüne baktığım zaman şu hikayeyi söylemişti: Bektaşi babalarından biri esrar aleminde bir kahvehanenin peykesi üzerinde olduğu halde: – Deveci… Külahın… Sıkı mııııı?! diye bağırırmış. Zavallının büyük bir telaş ve felaket içinda kendisi gibi zengin etmek isterdi! O ne fakirlere yardım etmiş ne düşkünleri kaldırmış ne hanümanları güldürmüştü..! Mustafa Çavuş’un meziyetlerinden biri de mesaisi haricindeki zamanlarını köylülerle geçirmek köylüleri uyandırmak köylülerin hayırlı işlerine kılavuzluk etmek derdleriyle ağlamak sürurlarıyla mahzuz olmaktı. Altında bir beygir: Mütemadiyen köy köy dolaşır dolaştıkça yeni bir hayırperverlik yapardı. Balya köylerinde maarife umrana intizama hayra aid ne gibi müessesat meydana getirilmişse Mustafa Çavuş mutlaka bütün bunların sevabından ecrinden hisse almıştır. Bu büyük kalpli büyük kafalı müslümanı yalnız ümmi addetmek hatadır: O hakkın fahri rehberlik vazifesini ifa ede ede adeta ameli bir alim olmuş hitabelerini ilme tarihe istinad ettirmeye alışmış den okumuştur. Her mevzuu bir nakil ile bir vak‘a yen en ince ve hassas noktaları bulur; kelam-ı kibar gibi durub-i emsal gibi veciz ve şamil cümleler sarfeder. harika-nüma karşısında hakikaten mebhut kalır. Fakat Mustafa Çavuş her vakit Mustafa Çavuş değildir; onu mütalaa etmek için vatani ictimai sahalar üzerinde evvela girizgahlar hazırlamak lazımdır. O farkına varmaksızın derhal bahse dalar daldıkça hassasiyeti artar arttıkça hakimane dahiyane fikirler cümleler ağzından çıkıverir… İşte o zaman çavuş nev‘i şahsına münhasır büyük bir adam olarak karşınızda parlar bu büyüklük sizi bütün mevcudiyetinizle teshir eder. Mustafa Çavuşu İzmir’in işgal-i feciini ta‘kib eden kara günlerde görmeli idiniz: O Wilson prensiplerine mütareke şartlarına rağmen İ’tilafçıların –hem de Yunan gibi– en mel‘un bir milleti memleketimize saldırmış olmasından dolayı köpürüyor medeniyet!e sövüyor tek nefer kalıncaya kadar müdafaa lüzumunu anlatıyor halkı erlik meydanına ecdad yoluna! çağırıyordu. İlk milli mücadele tarihinde mühim bir mevki‘ kazanan Çavuş servetine istirahatine artık veda‘ etmiş Ayvalık cephesinde İvrindi cephesinde düşmanı tevkif eden milli kuvvetlerin bir vakit başında bulunmuş buna muvaffak olduktan sonra yine Balya’ya dönerek mücahede-i milliyyenin idamesi esbabını kemal-i imanla te’mine çalışmıştı. Denilebilir ki çavuş on dört ay süren milli mücadelatın devamı müddetince hiçbir gece tam ve muntazam uyku uyuyamamıştır. Mustafa Çavuşun asıl fedakarlığı milli vahdetin teessüsünde tecelli etmiştir: Anzavurların Gavur İmam ların bu vahdeti ihlale ma‘tuf rezil isyanlarına karşı her de kaldığını zanneden arkadaşları kendisini uyandırmaya çalışmışlar muvaffak olamamışlar. İş memleketin valisine aksetmiş. Vali bektaşiyi yaka paça huzuruna getirtmiş. O vakte kadar da Baba uyanmış imiş. Vali sorar: – Ne bağırıp duruyordun? Bektaşi anlatır: – Efendim der kahvehanenin karşısındaki caddeden bir katar deve geçiyordu. Deveci merkebi üstünde kemal-i zevk ile giderken havadan süzülüp gelen bir kartal gagasıyla devecinin fesinin ibiğinden yakalamasın mı? Fes kımıldanıyordu. Fakat bir türlü baştan çıkmıyordu. Herifin kafası da sallanmaya başladı: Ay boynu uzuyor yukarıya çekiliyor! Fil-hakika boyun kalktıkça devecinin gövdesi de harekete geldi. Zavallı çırpınıyor çırpındıkça bütün vücuduyla kendisinin havaya doğru çekildiğini hissediyordu. Bu vücud kalkmış yalnız ayakları merkebin semerinde kalmıştı. Fakat bu ayakları kurtarmak ne mümkün? Merkeb de kımıldanmaya sımsıkı dayandığı ön ayaklarıyla kalkmaya başladı. Nihayet merkebceğiz dahi hava yoluna yöneldi! Bari develeri kurtarsak dedik. Kabil mi? Birinci deveden tutunuz da en son deveye kadar hepsi de havaya yükseldi! Zavallı mahlukların uzanan boyunları cansız ve fakat pek telaşlı sallanan bacakları bize büyük bir manzara-i felaket gösteriyordu. Sonuncu devenin henüz arka ayakları tamamıyla yerden ayrılmamıştı koştum kuyruğundan yakaladım. Maksadım: Zavallıları kurtarmak bir hizmet-i müftehire ifa etmek idi! Vay canına…! Bu kuyrukta bir kuvve-i elektrikiyye mi vardı bilmem: Benim ellerim de kuyrukta yapıştı kaldı! Kollarımdan mütemadiyen havaya doğru çekiliyordum. O kadar çabaladığım halde cazibe-i semaviyye! beni de uçurmaya başlamasın mı? Artık yer ile alakamız kesilmişti tehlikeli bir hava seyahatine başlamıştık! İbtidaları bu seyahat bana pek eğlenceli geliyordu. Fakat sukut Ve düşünüyordum ki ta deveciden tutunuz da bütün develer ve bana gelinceye kadar bunca hayatın mukadderatın bağlandığı şey hep devecinin külahından ibaretti! Bir kere bu külah baştan çıktı mı felaket muhakkaktı. Onun için olanca heyecan ve telaşla bağırıyordum: – Deveci.. Külahın sıkı mı mı mı?! Haksız mı idim vali bey? Çavuş; bu hikayeyi anlatırken vak‘ayı vak‘anın garib vaz‘iyetlerini adeta canlandırıyordu. Kahkahalar içinde bir fırsat bularak dedim ki: – Korkma çavuşum korkma. Külahı sıkıdır!.. On dört aylık mücadelenin doğurduğu ma‘kus neticelerin an-ı felaketlerinde hep bu deveci hikayesi hatırıma geliyor Mustafa Çavuş’u adeta görmemek istiyorum. Tesadüfe ne denir? Bursa yakınlarında çavuş karşıma çıkıvermesin mi? Zavallı!.. Koltuğunda bir asa ayakkabıları sol elinde çoraplarına rakiben yürüyor kafile-i muhacirin ile birlikte Temmuz güneşinin kavurucu harareti altında şarka doğru ilerlemeye çalışıyor bu dakikalarında bile hicran-zedelere bir lokma ekmek tedarikine savaşıyordu: – Çavuşum dedim külahımız başımızdan çıktı değil mi?.. – Hayır oğlum hayır –dedi– henüz külah çıkmadı Allah’dan ümidini kesme. Bizim paylayamadığımız düşmanı Anadolu arslanları yakında koğacak şu bedbaht Biz bir müddet sonra Ankara’ya geldik. Çavuş da akrabasından birinin yanında vaktini geçirmek üzere Antalyaya gitmişti. Geçenlerde oradan gelen bir hemşehrimiz anlatıyordu: – Çavuşu gördüm. Hala eski çavuş. Yine o iman yine o şetaret ve yine o hayırperverlik… Yalnız zavallı bulamamış imiş istikraz menba‘ları da kurumuş. Biçare şimdi büyük bir sefalet-i hayatiyye içindedir. Bir gün derdini deşmek istedim; hiçbir şey söylemeyerek yalnız ağzından şöyle bir mısra‘ fırlatıyordu: zeki hayırkar vatanperver büyük ruhlu bir çok insanlar vardır. Bu insanlara hürmet edelim… Maarif müessese-i resmiyyesi teşekkülü zamanından beri kendisine memleketin ruhuna uygun bir istikamet-i salime vermeye muvaffak olamadı. Hiç kimsenin i‘tiraftan çekinmediği bir hakikattir ki cehl ile bu alemde hiçbir milletin yaşamasına imkan yoktur. İlimsiz irfansız milletlerin nasibi mahkumiyetten hüsrandan başka bir şey değildir. Bununla beraber Maarif müessesesinin memleketimizde mazhar-ı rağbet olamaması fevkalade calib-i dikkat bir mes’eledir. Zamanın ihtiyacatını ulumun terakkisini ta‘kibde ihmal gösterdiğinden dolayı duçar-ı görülmedi. Çünkü Tanzimat ameliyyesini bünye-i devlette CİLD - ADED - SAYFA kapılarını açmışlardı. Onlara “Ne yapıyorsunuz? İnsafa geliniz!” denildiği zaman: – Yeniden yapmak için sahayı temizliyoruz diyorlardı. En nihayet yeni bir şekilde tecelli eden bu ikinci garblılaşmak hareketi de milleti uçurumun kenarına kadar getirip orada bırakıverince efkara müdhiş bir yeis ve fütur müstevli oldu. Hududda çarpışan kahraman arkasına döndü baktı ki ne yar kalmış ne diyar. Önüne baktı muzlim derinlikler beynini döndürdü. Bir müddet böyle bir devre-i fetret geçirdikten sonra bir taraftan eski yaralarını sarmakla meşgul olurken diğer taraftan da mütemadiyen akın eden garb hükumetlerini yin yeniden te’sisine çalıştığı böyle bir zamanda hiç şübhesizdir ki en ziyade i‘tina ve ihtimama şayan olan milletin ahval-i ictimaiyye ve diniyyesidir. Çünkü en ziyade tahribe uğrayan odur. Ve her şeyden evvel bunun inhilalden masuniyeti te’min olunmak zaruridir. Zira bir milletin saha-i hayatdaki mevkii onun bünye-i ictimaiyyesindeki salabet ve metanetiyle mütenasibdir. Hiç şübhe yoktur ki bu hususta en müessir amil bir taraftan aileler ise diğer taraftan da fikir ve irfan müesseseleridir. Ta‘lim ve terbiye esasları bozuk olan milletlerin bünye-i ictimaiyyeleri hiçbir zaman kuvvetli olamaz. Binaenaleyh milletin kudret ve kabiliyet-i hayatiyyesini çökmekten muhafaza için ona daimi surette feyz ve irfan menbaı olacak mektepleri düşmüş olduğu maddi ve ma‘nevi inhitattan kurtarmak bugünün en mühim ve en müsta‘cel bir işidir. Zira idare-i sabıka diğer sahalarda olduğu gibi bu hususta da pek mühim tahribat husule getirmişti. yani kendi ta‘birlerince bu müesseseleri laik –la-dini– hale koymak için bütün mevcudiyetiyle çalıştı. Tedrisat-ı diniyyenin ıslahı için ciddi hiçbir teşebbüste bulunmadı. Bi’l-iltizam din tedrisatını na-ehillerin elinde bıraktı. En az maaş alanlar ulum-ı diniyye hocalarıydı. Eğer Maarif Nezareti isteseyli esaslı bir surette bu mes’eleyi ıslah edemez miydi? Bu hususta biraz fedakarlıkta bulunsaydı en güzel kitapları yazdırabilir –biraz güçlükle de olsa– çocuklara dini sevdirecek muktedir muallimler bulabilirdi. Bir zamanlar nasıl medreseler yıkılmak için kendi hallerine terk olunduysa mekteplerdeki ulum-ı diniyye tedrisatı da kendi kendine sukut etmek üzere tamamıyla Yalnız ihmal değil çocuklarda din hissini gevşetmek çekinmedi. Din emr-i vicdanidir isteyen kılsın istemefada aynını burada tatbike kalkıştılar. Muhitin kabiliyetini milletin secaya-yı asliyyesini hiç nazar-ı dikkate almadılar. Memleketimizde tamamıyla taklidden ibaret yeni bir müessese-i irfan kurmak istediler. Bu suretle neşv ü nema bulmaya başlayan maarif müessesesi memlekette tarz-ı irfanı tarz-ı efkarı ikileştirmeye sebeb oldu. Teallüm ve terbiye hususunda memleketin vahdet-i fikriyyesi böyle bir inkısama uğrayınca bunun pek tabii neticesi olarak gerek hayat-ı ictimaiyyede gerek hayat-ı siyasiyyede mütezadd cereyanlar hasıl olmaya başladı. Ve bu cereyanlar bi’z-zarure müsbet olmaktan ziyade menfi bir istikamet ta‘kibinden kurtulamadı. Kendi kendine yıkılmak üzere hallerine terk edilen medreseler bisud bir takım münakaşat içinde günden güne sukut ederken beride bütün rical-i hükumetin mazhar-ı ihtimamı olan maarife müteallık bütün menabi‘-i milliyyenin insıbabgahı bulunan mektepler garbı taklid yüzünden milletin ruhuna yabancı bir unsur yetiştiriyordu. İrfan-ı memleketin böyle bir keşmekeşe duçar olduğunu gören halk ise ne yapacağını şaşırmıştı. Çocuğunu medreseye veriyordu; zavallı ölüp gidiyor hala çocuğunun tahsilini bitirdiğini göremiyordu. Mektebe veriyordu; o da artık bir daha dönüp arkasına bakmıyordu. Bakacak olsa ancak zavallının an‘anatıyla mücadele için bakıyordu. Memleketin irfan ve efkarını böyle bir tezebzübde bulan Meşrutiyet her şeyden evvel bu elim derde bir çare bulacak zannedildi. Marazın esasını teşhis eden mütefekkirin-i ümmette önceleri vahdete doğru bir harereket-i fikriyye ru-nüma oldu. Fakat çok geçmedi sermesti-i şı karşıya gelince aradaki uçurumun hiç de dolmadığı belki daha ziyade derinleşmiş olduğu görüldü. Çünkü maktan ziyade başka bir seyir aldı. Bu defa eski garblılaşmak esasına müstenid olanı Tanzimat hareketi şeklini değiştirerek daha büyük bir vuzuh ve cesaretle inkişaf etti. Zira bir asra karib zamandan beri münevver tabaka arasında kuvvetlenen bu cereyanın karşısındakiler o nisbette zaafa uğramıştı. Bu cihetle muvazeneyi te’min etmek de kabil olamadığı için bütün müessesat-ı devlette kaçırırcasına her şey değiştirilmek üzere muttasıl tahribe uğruyordu. Daha sonraları harb-i umumi gibi bir fırsat da zuhur edince teceddüdat illetine duçar olanlar dest-i tecavüzlerini milletin ahval-i ictimaiyye ve diniyyesine de uzatmaktan çekinmediler. Millet ötede hududlarda vatanını müdafaa için mebzulen kanını akıtırken beride bir takım adamlar mütemadiyen inkılab-ı ictimai husule getirmek için milletin an‘anatıyla hissiyatıyla mücadele CİLD - ADED - SAYFA “Evkaf mekteplerinde çocuklara dini terbiye veriliyor bir memlekette iki türlü tedrisat olmaz” diye Maarif Nezareti bütün mekatib-i vakfiyyeyi seddetti. Kendisi de bir şey yapamadı. Bu suretle her tarafta tahsil-i ibtidai buhranı başladı. Maarif Nezareti’nin ibtidai mektebi köy mektebi san‘at mektebi gibi küçük şeylerle uğraşmaya vakti yoktu. Onun pek mühim vazifesi vardı: İnkılab-ı bir hale getiriyordu. Memleketin köhne ictimaiyyatını değiştiriyordu. Tam garb kafasında gençler yetiştirmek olan Maarif Nezareti ta‘lim ve terbiyeye böyle bir istikamet vermişti. Maarif fabrikaları mütemadiyen müstehlek ve halkın ruhuna yabancı mahsul yetiştiriyordu. Milyonlarca masraflar bu uğurda heba olup gidiyordu. Cehalet ise günden güne ziyadeleşiyordu. Memleketin her tarafında sanayi‘ ve ticaret gayr-i müslimlerin ellerine geçiyordu. Çünkü onların mektepleri ne bu ictimai hevesine. Onlar mütemadiyen erbab-ı san‘at ve ticaret yetiştiriyorlardı. Onların ilim ve hüneri arttıkça bizim cehaletimiz koyulaşıyordu. Herifler bizi kendi yurdumuzda esaret altına sokmuşlar iktisadi zincirlerle bağlamışlardı. Mes’ele çok mühimdir. Bir milletin hayat ve istikbali nasibdir. Bu mes’ele devletin ruhudur. Her şeyden evvel halkın cehaletini izale lazımdır. Maarife karşı halkın rağbetini celb için onun an‘anatına hissiyatına uygun bir tarzı ihtiyar etmek zaruridir. Bunu takdir edemeyen muallim ve muallimeler bulundukları muhitte hiçbir iş göremezler. Ondan sonra az masrafla çok iş görmeye çalışmak elzemdir. Zira milletimiz fakirdir. Köylerde mektep te’sisi için en kolay ve en sade usulleri tercih etmek iktiza eder. Birkaç köy arasında leyli ibtidai mektepleri şehirlerde küçük san‘at mektepleri teşkil etmenin yolunu bulmak zaruridir. Gayr-i müslimlerin bu hususta ihtiyar ettikleri fedakarlık gösterdikleri muvaffakiyet şayan-ı hayrettir. nına ne kadar zarar yapmak mümkünse beleğan mabelag hepsini icraya muvaffak oldu. Bugün Anadolu’da gördüğümüz umumi cehalet bunu pek güzel isbat eder. Bunun için bizce en müşkil ve ağır vazife Maarif Vekaleti’nin omuzlarındadır. Bütün bu derdlere o çare bulacaktır: Mekteplerde bozulan ma‘neviyatı takviye edecek milletin ruhuna uygun bir terbiye verecek tedrisatı ıslah edecek halkta maarife karşı büyük bir rağbet uyandıracak mekteplerden siyaseti kaldıracak yek-nesak İslami yen kılmasın diye mekteplerde namaz mükellefiyetini kaldırdı. Namaz kılmak isteyenler için mektebin en kötü bir yerini gösterdi. Bazı mekteplerde –mesela Kandilli edilen bir oda dans salonu yapıldı. Mektebin salonlarına tiyatro sahnelerine verilen ehemmiyetin ihtiyar edilen fedakarlığın onda biri mescidine sarf edilmedi. Bi’l-iltizam toz toprak içinde bırakıldı. Abdest almak için vaktiyle yapılan müteaddid musluklar kaldırıldı. Ayak yetişemeyecek kadar yüksek su içmeye ve ara sıra yüz yıkamaya mahsus abdeste hiç yaramayacak yalnız birkaç musluk ile iktifa edildi. Ders saatlerinin tertibinde evkat-ı salat hiç nazar-ı dikkate alınmadı. Leyli mekteplerde sabahları iğtisal saati bile tahsis olunmadı. Diğer taraftan bazı muallimler ve müdürler her fırsat düştükçe hakaik-ı diniyyeyi istihfaf ve istihkar ile karşıladılar dine muhalif ef‘al-i kabihayı teshil ettiler vezaif-i diniyyenin ifasını fiilen olamadığı surette ma‘nen Nezareti’nce en çok himayeye sahabete layık görüldüler. Mektepler tiyatro sahnelerine çevrildi. Zaman oldu ki –mesela Kandilli İnas Sultanisi’nde– on sekiz yirmi yaşında kızları süslediler sahneye çıkardılar nezaret erkanına seyrettirdiler. Bunlara karşı hiç kimse ağzını açıp da bir söz söyleyemezdi. Sansürler derhal o itirazları kızıla boyarlardı. Zaman oldu ki Maarif nazırı olacak zat güzel kızları seçmek için mektep mektep dolaştı. Gözüne kestirdiklerini nezarete çağırmaktan utanmadı. Sonra ona fazilet mükafatı vermeye kalkıştı. Bütün bu rezaletler resmen ma‘lumdur. Şübhe edenler olursa isimleriyle söyleyebiliriz. böyle bir sukuta uğramıştı bi’t-tabi‘ bu fabrikanın yetiştireceği mahsul milletin ruhuna uygun olamazdı. Muallime diye benat-ı müsliminin başına geçen bazı mürebbiyelerin şekli kıyafeti halkı maariften ürküttü soğuttu. Bazı genç muallimlerin de ahval ve etvarı efkar ve meşrebi halkın adet ve şeairine karşı istihfafları hakkında bir emniyetsizlik hissi tevlid etti. Halk –yani milletin asıl gövdesi– bu örnekleri beğenmedi. Çocuklarını bunların yed-i terbiyetine tevdi‘ etmekte tereddüdden şübheden kurtulamadı. Bi’t-tabi‘ çocuğunun okumasını tahsil görmesini numune gibi değil mi? Esasen o onu beğenmiyordu. Beğenmek şöyle dursun çocuğun o örnek gibi olmasını bir felaket addediyordu. Sonra mekteplere siyaset soktular. Muallimler dersi unutarak siyasi propagandalarla iştigale başladılar. Cengiz’in Hülagü’nün fütuhatı mefahir-i milliyye namına resmen mektep kitaplarına konuldu. CİLD - ADED - SAYFA sahasında haiz olduğu mevkii İslam milletlerin ruhunu haberleri olmaksızın bu kadar yekdiğerine takrib edebilen terbiye-i müştereke esasatını bilmeyen hocalar çocuklarımızın gözü önünde İslamiyet’i hakiki büyüklüğü lir; çocuklarımıza mensub oldukları dini aşk ve hürmetle telkin edecek en müessir vasıtalardan biri de teracim-i meşahir-i İslam’dır halbuki bugünü nazar-ı dikkate alınız. Göreceksiniz ki mekteplerimizde bu şamil fikirden çok az bir eser vardır. Musevi dini bir medeniyet vücuda getirmemiştir. Musevi medeniyeti diye bir şey bilmiyoruz. Fakat İslam Medeniyeti diye tanılmış her cins asardan müessesattan adabdan müteşekkil bir alem-i mahsus vardır. Biz bu fikir ile din tedrisatını verecek kimselerin en mükemmel şeraiti haiz zevat arasından intihab edilebilmesi hocalarının maaşlarını üç dört misli yükselttim. Fikirden daha sari bir şey vardır. Aşk; ve aşk haline geçmemiş bir fikir yarı yarıya ölüdür gayr-i müessirdir. Maarif işinden ucuzluk endişesini kaldırmalıyız ilim mes’elesi üzerinde peynir pazarlık eder gibi çekiştik mi alacağımız netice budur ucuz muallim ucuz adam yetiştirir. Çocukluktan beri yüzlerce defa hatırladığım tarihi bir hikayeyi size de söyleyeceğim. Makedonya Kralı Filip oğlu İskender’in terbiye ve tahsili için bir hocaya lüzum görür ve sarayından bir nedimini bu hocayı bulmaya me’mur eder. Nedim Aristot’a müracaat eder ve kralın arzusunu anlattıktan sonra kaç para istediğini sorar Aristot’un taleb ettiği mikdar bu saray adamına o kadar fazla görünür ki derhal hiddetle i‘tiraz eder: – Biz bu para ile İskender’e bir köle satın alırız. Hakim cevab verir: – Hayır iki köle satın alırsınız. Çünkü asıl köle çocuğunuzu da köle olarak yetiştirir bu suretle iki köleye malik olursunuz. Öğrenmek için bilmeli duyurmak için duymalı. Bence dimağa götüren en yakın yol kalpten geçer. Buna bütün dünyada yapılan tecrübe kafi bir delildir. Mekteplerde terbiye-i diniyye: – Mekteplerde ve ailelerde daha umumi bir surette bütün memlekette cemaat halinde toplanan bir takım rinden mütevellid zevk-i ruhaniyi bu hazz-ı saadeti derece derece unutmuş olmamız bizim için bir sebeb-i za‘f olmuştur. Mekteplerin terbiye-i diniyye i‘tibariyle gösterdiği umumi ihmalin her taraftan sızıp gelen te’sirleriyle pek bir terbiye verecek köy mektepleri san‘at mektepleri açacak fenni ilerletecek; ma‘neviyatı düzgün müstahsiller yetiştirecek hasılı mekteplere maddi ma‘nevi memleket için müfid olacak anasır yetiştirir bir Bu kadar tahribat karşısında buna muvaffak olmanın kolay olmadığını teslim ederiz. Fakat azmettikten her ğına da i‘timadımız vardır. Maarif Vekili Hamdullah Subhi Beyefendi ile görüştüğümüz zaman hep bu derdleri mevzu‘-ı bahs ediyoruz. Kendisi de mekteplerin bugünkü halini olduğu gibi görüyorlar ve maddi ve ma‘nevi surette ıslahı için çalışıyorlar. Bu hususdaki himmet ve faaliyetleri hakikaten takdire şayandır. Bize güzel bazı tasavvurlarından teşebbüslerinden bahsettiler. Pek memnun olduk. Ve görüştüklerimizi bir mülakat şeklinde neşr için müsaadelerini rica ettik. Maa’l-memnuniyye kabul buyurdular. Bunların herkesçe bilinmesi memleketi cehilden kurtarmak için el birliğiyle çalışılması en mütehattim bir vazifedir. Hamdullah Subhi Beyefendi’nin Maarife Müteallık Mesail-i Muhtelife Hakkındaki Nokta-i Nazarları Mekteplerde tedrisat-ı diniyye: Tedrisatımız umumi bir zaaf içindedir. Yalnız dini tedrisat değil bütün tedrisat hep birden gevşek ve zaiftir. Arada ilim ve vazife aşkı düşmüş bir kısım muallimlerimiz kendilerine sefaletten başka bir şey te’min etmeyen bir meslek dahilinde kalplerinden ve imanlarından aldıkları kuvvet ve cesaretle çok faideli bir surette çalışmakta devam etmiyorlar değil. Fakat her hangi bir dersi ayrıca umumiyeti dahilinde mütalaa edersek görürüz ki onda takviye edilecek itmam edilecek bir cihet vardır. Düşünelim ki bütün tedrisatta birinci mes’ele muallim muallimlerin refahı mes’elesidir. Herkes dimağında ve kalbinde nesi varsa onu verebilir. Dini yalnız bir fikir mes’elesi telakki etmek hatadır. Din aynı zamanda bir hassasiyet mes’elesidir. Dini yalnız düşündürmemeli aynı zamanda duyurmalı. Dini yalnız bir ibadet ve i‘tikad mes’elesi suretinde telkin etmemeli onun bir de medeniyet mes’elesi olduğunu anlatabilmeli duyurabilmelidir. Din hocaları derslerini koskoca bir külden yalnız bir cüz’ü olmak suretinde öğretmekle iktifa ettikçe istediğiğimiz te’siri alamayacağız. Bir tarih-i İslam bir medeniyet-i mecburdurlar. Medeniyet-i İslamiyye’nin ilim ve san‘at CİLD - ADED - SAYFA milel-i fazılada olduğu gibi mürebbi ve mürebbiyelerden sadelik ve vakar aramak hususundaki temayülünü her zamandan daha fazla bir ehemmiyetle nazar-ı dikkate aldıracaktır. Daru’l-muallimatımızda bütün leyli mekteplerde olduğu gibi kapalı ve münzevi hayattan mütevellid olan temayüllerini nazar-ı dikkate almak lazım gelir. Bunun için bu müesseselerde vazife-i tedrisatı der‘uhde edecek muallime ve muallimlerin intihabı mes’elesi iktidar ve ahlak tercih edilmeli ve muallimler de hiç olmazsa kızlara “Evladım!” diyebilecek bir yaşta olmalıdır. Yeni sene-i devriyyeden Maarife verilecek istikamet: Hür/sair mesleklere kız ve erkek çocuklarımızı yetiştirecek üç dört sultani bir tarafa bırakılırsa ibtidai tedrisattan i‘tibaren mekteplerimiz san‘at ve ticaret mektepleri haline konacaktır. Anadolu’da Amerikalılar tarafından açılan mektepler bu nokta-i nazardan bizim kunduracı dokumacı gibi memleketin muhtac olduğu bütün san‘atkarları yetiştiren bu mektepler Ermeni ve Rum çocuklarını servete refaha hakimiyete hazırlıyor. Sağlam bir irfan ve sağlam bir san‘atkarlık bu mekteplerin binlerce Ermeni yetimine ve Rum çocuklarına kazandırdığı hayat ve maişet kuvvetini teşkil eder. Halbuki bizim mekteplerimiz nazaridir. Ve bilhassa me’mur mektebidir. Bunun için bütün tedrisat amelileştirilecek ve mahalli istihsalat ile alakadar olacaktır. Tali mekteplerimiz mutlak çocuğu ailesinin maişetine te’sir eden sahada nazari ve tecrübi fazla ma‘lumat ile yetiştirmelidir. me’muru çok olan bir şehrimiz bir tarafa bırakılırsa diğer bütün kasaba ve köylerimizde her ailenin topraktan san‘attan veya ticaretten çıkma bir maişeti vardır. Bütün mes’ele bu menba‘-ı maişeti çocuğun nazari ve ameli ma‘lumatıyla büyültmektir. Bu maksadla bu ta‘tilden maya başlayacağız. Ve ma‘nen de çocuklarımızı başka milletleri taklid etmekten Frenklik özentisinden tecrid ederek kendi an‘aneleri kendi milliyetleri dahilinde halkın sevdiğini sever halkın hürmet ettiğine hürmet eder; dinine toprağına ve milliyetine merbut insanlar olarak yetiştireceğiz. Mektep ve medrese ihtilafı: Mektep ve medrese ihtilafı iki büyük hatadan tevellüd etmişdir. Medreseler ihtisas mektepleridir. Tıbbiye harziyade alakadardır. Ma‘bedlerimiz boşalmıştır. Çünkü orada kutb-ı cazib hizmetini gören bütün vaizlerimiz büyük huteba-yı din eksilmiş ve kısmen onların yerlerine dini bir takım hurafelerle karıştıran yarım alimler kaim olmuştur. Mekteplerimizde tedrisat için vakı‘ olduğu gibi terbiye-i diniyye için hakiki alimlere muhtacız. Çocuklarımızın esasisi sevile sevile kalbi ve derin temayülle ifa edilmesidir. Benim gibi dokuz on Avrupa memleketini ziyaret etmiş olan bir adam kiliseleri vecd ü istiğrak ile dolduran haşi‘ bir cemaatin esbab-ı teessür ve teheyyücünü kendi gözüyle görmeye kafi fırsatlar bulmuştur. Ta‘til zamanına kadar yavrularımızın emir ve cebir altında değil fakat en tabii bir kolaylıkla ve diğer vazifelerini yapar gibi dini vazifelerini ibadetlerini de ifa etmeleri ğiz. Tedris kadar bu terbiye de onların ruhlarını yıkamaya ve onları müşterek duygu ve müşterek düşünce içinde birbirine daha merbut daha sadık iman kardeşleri olarak yetiştirmeye yardım edecektir. Muallimelerin şekil ve kıyafeti: – Tedrisat-ı ibtidaiyyeyi umumiyetle kadınlarımızın eline vermek çok faideli bir tedbir olacaktır. Daru’l-muallimatlarda ve kız sultanilerinde şübhesiz yine derslerin pek mühim bir kısmı muallimeler tarafından idare edilecektir. Mevcud şikayetlere gelince on iki on üç seneden beri bu mes’ele etrafında uyanmış olan bütün telakkiyata yakından alakadar bir adam sıfatıyla kani‘ oldum ki halkımız gösteriş maksadıyla değil fakat ihtiyac halinde kadınlarımızın der‘uhde edebileceği hiçbir işe mu‘teriz değildir. Milletin bugün ekseriyet-i azimesini teşkil eden kadın kısmı ihtiyacların sevkiyle iş alemine dalmış çalışıyor. O çiftçidir satıcıdır esnaftır her şeydir. Hayat ortasında bir kahraman-ı sa‘y ü ameldir. Kimse bunlara zam eden; sadelik vakar ve temkin gibi kendine hürmet eden her kadını temyiz eden evsaf ve hasaisa ehemmiyet vermeyen kimselere müteveccihtir. Amerika İsveç ve İngiliz kadınları harici kıyafetlerinde çok kibar bir sadelikle giyinirler. Yüzlerinde elbiselerinde başkalarının gözü hesabına iltizam edilmiş tezeyyünden bir eser yoktur. Muallimelerimiz esasen ekseriyetle öyle bir sadelik vakar ve temkin dahilinde yaşıyorlar. Onların bir aile kadını bir mürebbi ve bir vatandaş olarak haiz oldukları hukuk mevki‘lerine ve vazifelerine verilen büyük ehemmiyeti izah eder. Bütün münevverlerimizin kendi milletlerine ve medeniyetlerine doğru yaptıkları umumi rücu‘ hareketi eminim ki çocuklarımızın tahsil ve terbiyesinde bu kadar mübeccel bir hüsn-i te’sire malik olan muallimelerimizi mensub oldukları milletin bütün diğer CİLD - ADED - SAYFA Bu mühim muzafferiyet her tarafta pek mühim te’sirler husule getirmiştir. Yunan ordusunun mağlubiyeti üzerine İzmir Rumlarını büyük bir yeis ve nevmidi istila etmiştir. Papaslar kiliselerde Rumları harbe teşvik ediyorlar. İzmir cephelerden firar eden Rum ve Yunanlı askerlerle dolmuştur. Efrad ve zabitan kayıklara atlayarak mütemadiyen Adalara kaçıyorlar. İzmir Rumları Yunanistan’a asker vermeyeceklerini bildirmişlerdir. Vaz‘iyeti tehlikeli gören Yunan erkan-ı harbiyyesi Manisa’yı tahkime lüzum görmüştür. İzmit’te duçar-ı hezimet olan Manisa fırkası bakiyyesi Bursa’ya naklediliyor. Yunan ordularının hezimeti Yunanistan’da pek ziyade galeyanı mucib olduğu cihetle her ihtimale karşı idare-i örfiyye i‘lan olunmuştur. Erkan-ı harbiyye reisi değiştirilmiştir. Yunanlılar dır. İzmir’de Yunanlılar Fransızları tahkir etmişlerdir. Yunan askerleriyle Fransızlar arasında müsademeler olmuştur. Bir Fransız zırhlısı İzmir limanında lengerendaz olmuştur. Yunanlılar attıkları silahlarla gemilerdeki Fransız bayrağını delik deşik etmişlerdir. Fransızlar rek külliyetli tüfek mitralyöz bomba ve sair mevadd-ı harbiyye bulmuşlardır. Balkanlar: Bulgarların muntazam ve kuvvetli çeteler ve gönüllü askerlerle Trakya arazisine tecavüzü Yunan hükumetini telaşa düşürmüştür. Sofya’daki Yunan Sırp Romanya sefirleri bu hareketi protesto etmişlerdir. Maamafih Bulgarlar Yunan’a karşı Sırplarla teşrik-i mesaiye çalışıyorlar. Bu maksadla Bulgar harbiye nazırı Belgrad’a azimet etmiştir. Sırplılar da Selanik’i istiyorlar. Yunan hükumeti Arnavudların Yunan hududundaki vudlar arasında da gerginlik vardır. Avrupa: biye mühendis mektepleri gibi. Burada diğer ulum ile beraber bilhassa ulum-ı şer‘iyye okutulur. Halbuki her nedense zihinlerde garib bir dalalet neticesi olarak mektepleri dünya medreseleri medreseleri ahiret mektepleri telakki ettik. Evvelkilerde dini terbiyeyi büsbütün ihmal ettik. İkincilerde ise hayati bir kıymeti haiz olan ulumu bir kenara bıraktık. Bütün ihtisaslar gibi dini ulumda büyük ümid suretinde değil memleketin münevverlerinde son senelerde gördüğüm cereyanları nazar-ı dikkate alarak söylüyorum ki bu ihtilaf bu uçurum kendi kendine zail olacaktır. Çünkü mekteplerin yetiştirdikleri de medreselerin yetiştirdikleri gibi kendimize dönmemiz kendimiz kalmamız aslımıza sadık kalmamız fikrinde ittihad etmişlerdir. Bu i‘tibarla orduda yeni zabitlerimizle neferlerin kalbini birleştiren mektepte hoca ile talebesini kadir bir fikir etrafında toplayan bu cereyan medrese ile mektep ihtilafını kökünden sökecektir. Şuurumuz arttıkça kendi kalplerimizde yaşayan hisleri bir nev‘-i ama ile görmemek biçareliğinden kurtuldukça yaklaşacak ve bir olacağız. Bunun için medresede eksik olanı medreseye mektepte eksik olanı mektebe ilave etmeliyiz. Tanzimat cereyanının frenklendirme modası artık sukut etmiştir. “Bir haftalık en mühim hadisat ve vekayiin hülasasıdır.” Ankara: Bu haftanın en mühim ve en mes‘ud hadisesi Afgan Hükumet-i İslamiyyesi’nin sefir-i muhteremi Sultan Ahmed Han hazretlerinin Ankara’yı teşrifleridir. Akvam-ı salabetiyle şöhret-şiar olan [bu] necib millet ile münasebat-ı siyasiyyenin te’sisi inşaallah İslam aleminde büyük bir devr-i inkişaf ve tealinin mebdei olacaktır. Cepheler: Şimalde ve cenubda münhezim Yunan orduları güç hal ile eski mevzi‘lerine can atmışlardır; şimdi kahraman ordumuzun karşısında siperler içinde titreyerek akıbetlerine gibi cenubda da çekilirken çok İslam köylerini yakmış ahalisini katl eylemiştir. Bu hafta cephelerde keşif kollarının müsademelerinden başka ehemmiyetli muharebeler olmamıştır. Düşman Adapazarı’nda da diğer kasabalarda olduğu gibi ihrak katl yağma ırza tecavüz gibi en şeni‘ cinayat ve mezalim irtikabından çekinmemiştir. CİLD - ADED - SAYFA mıyorlar. İngiltere ile daimi surette hal-i harbde kalacaklarını bildirmişlerdir. Moskova’da ahiren in‘ikad eden bir komünist kongresinde Kaminef Bahr-i Muhit-i Kebir sevahilinin tasarruf ve temellükü yüzünden İngiltere ile Amerika arasında yeni bir muharebe zuhur edeceğini söylemiştir. vam etmektedir Macar ve Romanya hududlarında da harb emareleri görünüyor. Macarların Bolşeviklerle birleşerek Romanya’ya tecavüzü ihtimalinden bahs olunuyor. Transilvanya’da büyük mikyasta ihtilal tertibatı keşf olunmuştur. Sırp orduları da Macarları tehdid ediyor. Home Rule kanunu tatbik edeceğini i‘lan eylemiş olmasına rağmen İrlandalılar silahlarını ellerinden bırak­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul “Musa sizlere Allahın birliğini kendisinin peygamberliğini bürhanlar getirmiş iken sonra yanınızdan ayrılır ayrılmaz danayı ma’bud ittihaz ettiniz. Sizler bu hareketinizle nefsinize ne büyük zulüm etmiş oldunuz. Hani bizler sizden Tevrat ile amel edeceğinize dair ahd almış Tur’u tepenizden yükselterek size: Bu verdiğimiz kitaba dört el ile sarılınız emirlerimizi dinleyiniz.” demiştik ecdadınız “İşittik isyan ettik” dediler. Kalplerinden küfürleriyle danaya meyl yerleşti. Onlara dedi ki: Eğer iddianız vechile mü’minseniz imanınız size ne kadar fena şeyler emr ediyor!” Yukarıda demiştik ki Musa aleyhisselamın kavmi ayat-ı ilahiyyeyi gördükleri bildikleri halde o nebiy-yi muhterem yanlarından ayrılıvermekle ma’hud Samiriye münk a d olmuşlardı. Samiri bunlara dana gibi ses veren bir suret yaparak “Sizin ilahınız da Musa’nın ilahı da budur. Musa bunu unuttu.” demişti. Beni İsrail bu dananın sorulan hiçbir suale cevap veremediğini; kendilerine bir menfaat celb etmek yahud teveccüh eder zararı def’ eylemek gibi tasarrufatın hiç birine kadir olamadığını görmüyorlar mıydı? Harun aleyhisselam bunlara: – Ey kavim siz bu surete aldanıyorsunuz. Sizin tanrınız rahman ve rahim olan Allahtır. Bu dalalden vaz geçiniz. Benim emrime muti’ olunuz... demişti. Bu Samiri esnama tapar ve onları eliyle yapardı. Onun için Beni İsrail’e kendilerinden aldığı mücevheratı eriterek dökerek ma’hud danayı vücuda getirmiş ve bu danaya bildiğimiz danaların sesine benzer bir ses çıkarabilecek vaz’ıyeti vermişti ki bu maharet zaten mecusilerin san’atlarından idi. heykelin tecdidi esnasında vücuda getirilen eser-i san’at da bu kabildendir. Evet bu san’atkar günün birinde çölden geçerken bir barsla yavrusu görmüştü. Kendisi rakik sadası hazin bir kuş olan bu barsla yanık yanık öttükçe adeta bir çığırtkanlık vazifesini görür ve diğer barslalar hemcinslerinden himayeye muhtaç bir yavrunun heder olup gitmesini istemedikleri için yanına kadar gelir ağızlarındaki zeytinleri bırakır giderlerdi. San’atkar bu hali görünce durdu düşündü. Ba-husus bu yavru kuşun sadasında hemcinslerini rikkate getirecek bir dükçe bu yavru kuşun çıkardığı sadaya benzer sada verecek bir alet vücuda getirmek için uğraştı. Birçok tecvaffakıyet üzerine san’atkar tarik-ı zühde girdi ve Orşelim heykelinin yanına vararak bu heykeli muhafaza vazifesiyle muvazzaf bulunan Aristarhis’in heykelinin rinde gömüldüğünü haber aldı. O vakit barsla şeklinde sırçadan bir suret i’mal etti. Ve onu heykelinin üzerine oturttu. Daha üzerine bir kubbe inşa etti ve Ağustosun nüfuzu sebebiyle ötmeye başladı. Etraftan hakiki barslalar me’luf oldukları vechile zeytin taşımaya başladı. Bir haldeki hergün kubbe zeytinle dolar halk da bunu oradaki medfun olan adamın kerametine verirdi. Evet Samiri altundan döktüğü ve her tarafını ruzgar estikçe dana sesini verebilecek bir tarzda tertib ettiği ma’hud dana ile Beni İsrail arasındaki cahilleri aldatmış durmuştu. Binaenaleyh bu dana mes’elesi ne havarık adatındandır ne de ma’kulat dairesinden hariç bir şeydir. Buna ancak san’attan haberdar olmayan her duyduğu gürültüye kapılan cahiller aldanırlar. Samirinin danasına tapmak hevesi Beni İsrail cehelesinin kalbinde iyice yerleşti. Artık sırf ona tapar ve bu uğurda Harun aleyhisselama isyan eder oldular. Hazret-i Harun bunlara Musa aleyhisselamın canib-i haktan getirmiş olduğu Tevrat’taki tevhid-i Bariyi ve şirkin şenaatini ihtar ettikçe“İşittik ve isyan ettik” derler ve “Musa Tur’dan dönünceye kadar kat’ıyyen danamızın başından ayrılmayız.” ısrarında bulunurlardı. Beni İsrail Tevrat’a Hazret-i Musa’nın risaletine suretle danaya tapmaktan acaba ne kazandılar? Bu hareket tarik-ı hüdayı gördükten sonra dalale sapmaktan hakikati idrak etmiş iken dide-i basireti kör etmekten başka nedir? Cenab-ı Hak bunlara zerre kadar zulüm Y³Á] ªY\ ....................... ¦³c­ ®Q®³Á± ª ‡– Y³—¯~ Y³Á ~¹® ­ ¦Y j u - - etmemiştir. Ancak bunlar kendi nefislerine zulüm etmişlerdir. Allah-ı zülcelal Beni İsraile kitabını gönderdi. Resul-i yid buyurdu. Beni İsrail için ruh-ı ilahiye iman etmekten ahkam-ı semaviyye dairesi dahilinde kalarak bunu asla tecavüz etmemekten ibaret olan ahd ü misakı kabul etmekten başka çare kalmadı. Cenab-ı Hak kendilerine Hazret-i Musa’nın Tur’daki münacatından sonra elvah ber nasıl tepelerine inecek imiş gibi bir vaz’ıyet aldığını Beni İsrail’e gösterdikten sonra ahkam-ı ilahiyyesine dört el ile sarılarak hiçbir zaman onu istihfaf etmelerini ve ona ittiba’dan geri durmamalarını emir buyurdu. Beni İsrail zannediyorlar mı ki iman dudaklar arasında dönen bir takım kelimelerden ibarettir. Allahın kitaplarına ve ayatına iman demek: Onlara an-samimi’lkalb kala! Hakikate karşı inadda bu kadar ileri giden o adamların kitab-ı ilahiye iman etmekte oldukları hakkındaki da’vaları nasıl sahih olabilir? Eğer irtikab ettikleri şirkler hiçbir zaman çekinmedikleri guna gun ahlaksızlıklar oldukları iman kendilerine ne fena emirlerde bulunuyormuş! Bunlar asla mü’min değildirler. Erbab-ı nazara hafi değildir ki bu ayat-ı kerimenin mezamini ayat-ı salifede de sebk etmiştir. Binaenaleyh kari’lerimiz Kur’an-ı Kerim’deki bazı kasas ve ahkamın tekerrüründeki esbaba dair serd etmiş olduğumuz sözleri hatırlamalıdır. Kemal-i vuzuhuna rağmen Kur’an’a aid mesailin en müşkilleri sırasında gösterilen bu mes’ele hakkında müslümanları bir kat daha tenvir etmek için evvelce serd ettiğimiz mütalaatı şuracıkta icmal etmeliyiz: Kur’an-ı Kerim aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimize takriben yirmi üç sene zarfında nazil oldu. Son nazil olan ayet ayet-i celilesi idi. İşte bu son ayetin nüzulüyle aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimizin vefatı arasından bir rivayette seksen bir bir rivayette dokuz gün geçmişti. İşte bu zaman-ı tavil içinde Kur’an ya bir hükm-i ilahiyi takdir için yahud bir ibreti enzar-ı ümmete vaz’ için yahud sorulan bir suali izah ahvalini beyan için ayet ayet nazil olmuştu. Yukarıda söylemiştik ki muharrirler şairler her zaman aynı mevzua aid olmak üzere defeat ile yazılar yazarlar şiirler söylerler. Bununla beraber gerek makaleleri gerek şiirleri tekrar addedilmez. O halde tamamıyla nüzulü yirmi bu kadar seneyi hitama erdiren ve her ayet-i kerimesinde maksad-ı vahyi bünyan-ı şirki devirmekten ahkam-ı metine ve adab-ı kavimesi sayesinde mekten başka bir şey olmayan Kur’an-ı Kerim hakkında neden böyle tereddütlere düşüyoruz? “O öyle bir Fatır-ı Hakimdir ki ümmilere rezileden tathir eder kitap ve hikmet ta’liminde bulunur bir peygamber gönderdi. Halbuki onlar evvelce pek açık bir dalal içinde idiler.” µÁž ¹—jyb Y®¹À ¹£ bà ª ª ¹¶ e—\ ¿ž Ê ®Á± _¯o ª ˊ ¿ ±Á]® ʹ~ Ycª ­·¯—À ­·Á¦{À µbYÀ ­·Á– ¹cÀ ­·³® ©] i ±® ¹²Y ª Ÿ verrihleri tarafından yazılan eserlerde İslamiyetin kılıç kuvvetiyle intişar etmiş olduğu gösteriliyor. Biz bu fikre gıcında beyan ettiğimiz vechile her türülü şahsiyet ve taassubtan tecerrüd ederek berahin-i k a tıa ile Avrupa müverrihlerinin müslümanlarla diyanet-i İslamiyye hakkındaki bühtanlarını cerh ederek eserimizde sırf hakikati bütün üryanlığıyla k a ri’lerimize arz etmeye teşebbüs ediyoruz. Avrupa müverrihlerinin yalnız İslama leke sürmek teşmil etmiş olsalardı bir dereceye kadar onları asabiyetle tiyan hükümdarları tarafından cebren akvam ve anasıra kabul ettirilmesi hususunda edilen mezalim ve taaddiyat mezkur müverrihler tarafından azıcık olsun mevzu’-ı bahs edilmediğine bakılırsa o gibi eserlerin müdekkıkin ve mütebahhirin nezdinde bir kıymeti haiz olmayacağına eminiz. Bu iddiamızı daHıristiyan Misyon Tarihinde Sent Liyocer / St. Liudger’le Sent Vaylhed / CİLD - ADED - SAYFA vahşetengiz tüyleri ürpertecek surette isti’mal-i kuvvet etmedikleri aşikardır. Norveç memleketi cenubunda vakı’ Vilken kasabasında Kral Olaf Trygvesson’un mezalimine benzer din namına bir vahşet hiçbir tarihte icra edilmemiştir. Bu zalim kral hıristiyan olmaktan istinkaf eden bi-günah parmağını burnunu ayağını da kesmekten sıkılmamıştır. O tarihte hıristiyan olmak istemeyenler memleketten de ihraç edilmişlerdi. İşte Hıristiyanlığın intişarı Hıristiyanlık misyonerleri tarafından böylelikle icra edilmiştir. Norveç Kralı St. Lsuis reis-i ruhanisinin re’yiyle bu mezalimi yaptı hatta te’kid olunduğuna nazaran kral bir gün topal bir Yahudiye tesadüf etti Hıristiyanlığın kabulünü ona teklif eyledi. Yahudi derhal reddedince kılıcını kınından çıkarıp zavallının karnına girebildiği kadar sapladı. nuncusu olan Mervan’ın hiddet ve şiddetine kulak asmayıp kendi bildiklerini yapmaktan geri kalmamışlardır. Şöyle ki bu halife bir ferman ısdar ederek Mısır ahalisinin umumen kendi diyanet ve tarikatine intisablarıyla namaz ve akide hususunda kendisine ittiba’ etmelerini emr etmiş ve o evamirine muhalefet edecek olanların katl-i am edilmelerini ilave eylediği halde o zamanın Mısır hıristiyanlarını mevaiz ve nesayihle İslamiyete idhale teşebbüs etmekle iktifa etmişler ve Hıristiyanlığı muhafaza etmek isteyenlere karşı hiçbir fenalıkta bulunmamışlar. son derece mutaassıb olduğu halde Hind putperestlerini cebren değil kendilerine nesayih ve mevaiz icra ettikten sonra bezl ü bahşişle İslam eylerdi. Hele Cava’da ve Hindistan’da Müslümanlığı i’la eden Mevlana İbrahim ile Hoca Muinuddin Çeşti’nin St. Willehead’ın Sakson paganlarını kılıçtan geçirip isti’mal-i cebr ve şiddetle onları Hıristiyanlık usulüyle vaftiz ettiklerini delil makamında göstermekte bir be’s görmeyiz. Şarlmanın da Hıristiyanlığı tervic için bu gibi harekatı variddir. Danimarka’nın en hakiki misyonerleri olan St. Anagar ile halefi Kıral Cnut dahi paganlığıicra-yı ahkam ettikleri memalikte kökünden kazıp atmışlardı. Rahip Gottfried’in Prusyalı paganları ne yolda hıristiyan ettiğini ve salibiyyundan ma’dud olan hıristiyanların diyanet-i mesihiyyeyi tervic hususunda irtikab ettikleri guna gun mezalimin tarihini okuyanlar artık zannetmem ki bize karşı bir söz bile sarf edebilsinler! Ordo fratrum militie christi kahramanları Livouia/ Livonya ahalisini kamilen cebr ve kuvvetle Hıristiyan etmişlerdir. Mezkur kahramanların hakiki müşevvikleri de Mainhard ve Theodoric namındaki jezvit rahiplerdi. Bunlar miyanında yine jezvit rahiplerinden St. Francis ve Volentyn Xavier ve Amboyna’ın da din gayretkeşliği saikasıyla reva gördükleri mezalim ve taaddiyat oldukça hatırı sayılır vek a yi’dendir. Bunlar tarafından lunan Adalar ahalisine hitaben bir emirname-i umumi leketlerine uğradığı zaman teşrifi şerefine birçok kimsenin hıristiyan olmak üzere vaktinden evvel ihzar edilmeleri tenbih edilmişti. Hıristiyanlarla rüesa-yı ruhaniyye ve idariyyelerinin a’malinden tarihinden bahs eden kitaplarda balada beyan ettiğimiz ahval mündericdir. Bu vek a yi’ o kadar çoktur ki birer birer sayılsa bir araya getirilse başlıca birer kitap teşkil eder. Kütüp ve tevarih-i mezkure elyevm Avrupa’nın en müzeyyen ve ali kitaphanelerinde kesretle mevcud olduğundan münferiden isimlerini burada zikr etmekten hicab ederek sarf-ı nazar eyledik. Görülüyor ki hıristiyanlar müslümanları asabiyet ve vahşetle tarafgirane tarihlerinde yad ettikleri halde kendileri müslümanlardan ziyade ma’sum ve bi-günah kimseler değildir vahşet ve taassubun hatır ve hayale gellibiyyun mezalimini ne yolda ma’sumları diri diri ateşle yaktıklarını da ilave edersek Avrupa medeniyetiyle mütemeddinlerine la’net etmekten başka bir çare kalmaz. Farz edelim ki müslümanlar da dinlerini tervic için –Avrup müverrihlerinin dediği gibi– kılınç isti’mal etmiş olsunlar. Fakat İslam fatihlerinin –Hıristiyanlar gibi– öyle - - Meal-i Şerifi Hazret-i Fahr-i Risalet buyuruyorlar ki:Ecved-i hakiki Allah azimü’ş-şandır. Ben de Beni Adem’in ecvediyim. Benden sonra ecved neşr-i ilm eden ulema ile hayatını fi sebilillah feda eden şühedadır. Ulemadan her biri yevm-i kıyamette cemaat-i münferide olarak huzur-ı Din ve vatan uğurunda revhini feda etmekle bütün dünyasına veda’ eden şehidin haiz olduğu şeref ve medeniyet ancak ayetiyle ifade ve ta’bir edilebilir. Meal-i celili: “Fi sebilillah şehid olanları ölmüş zannetmeyiniz; onlar diridir.” Bu nass-ı celil ile şanları i’la edilen şüheda fedakarlık manlar esas i’tibarıyla İslamiyetin bek a ve intişarına hizmetle mütelleftirler. İslamiyette gaye budur. Her hangi bir sınıf müslümanlar bu g a yenin husulünde fazla te’sir gösterebilirse derece i’tibarıyla diğerinden yüksek olmağildir. Hendek gazasında Hazret-i Ali radıyallahu anh efendimiz müşrikinden Amr bin Abd’a mübarezede galebe etmesi üzerine aleyhi’s-salatu ve’s-selam efendimiz buyurdular ki: kıyamete kadar yapacağı gazadan efdaldir. Hulefa-i Raşidin zamanlarından bed’ ile Emeviler Abbasiler Salahaddin Eyyubi ve sair tavaif-i müluk ile Selçukiler ve Osmanlıların on üç asırlık mücahedeleri garb diniyye ba’dema vuku’a gelecek gazavat da iltihak ettiği halde Hazret-i Ali’nin bir saatlik mücahedesine fazl ve derece i’tibarıyla müsavi olamıyor. Çünkü Hazret-i Ali radıyallahu anh Amr’a galebe etmekle Hendek gazasının İslamiyet lehinde netice-pezir olmasına sebep Bu iki zatın ahlak-ı hamidelerine meftun olan gayr-ı müslimler kendi dinlerini terkle İslamiyeti tercih etmişlerdir. Gerek İslamiyetin gerek Hıristiyanlığın tervic ve miş ihtirasat-ı şahsiyyeye kapılmış ise de; Hıristiyanlığın edilmiştir. İslamiyet tarih-i intişarını lekeleyecek olan bu gibi vekayi’ Hıristiyanlığa nisbeten hiçtir. Bununla beraber her iki dinin intişarında bazı def’a mesail-i siyasiyye hıristiyanlar müslümanlardan ziyade rol oynamışlardır. lakıyye daima insanın gözüne ilişmektedir ki bu halin yanlık peyrevanını bu histen fedakarlıkla bu safvetten mahrum bırakmıştır denilebilir. Halbuki hıristiyan misyonerleri neşr-i din hususunda mükemmel alat ve edevata malik bulundukları halde İslam mübeşşirleri bu gibi binaen hıristiyan misyonerlerinin tarih-i edebiyat-ı diniyyeleri zengin olduğu kadar müslümanlarınki değildir. Onun için İslamiyete dahil olanların hangi noktadan Müslümanığı kabul ettiklerini tefrik biraz müşkildir. Her ne hal ise biz bu tarihimizde müsavi ta’dadından sarf-ı nazar edip yalnız İslamiyetin suret-i intişarından haber vermeyi vazife bilerek keyfiyetin muhakeme ve tedkikini kari’lerimize havale ettik. Esasen bir dinin bilcümle şuunatından bahis olan tarih bizim bu kitabımız kadar etraflı olamayacaktır. Çünkü maksad nasıl olsa elden kaçacaktır. Müslümanlığın tarih-i intişarı kari’lere Hazret-i Muhammed bir İslam vaiz ve hatibi olmak üzere hayat-ı diniyye ve ahval-i ruhiyyesi hakkında vasi’ fikirler verdikten maada İslamiyetin ne suretle ne zamanlarda ve kimler tarafından hal-i hazırda ve mazide neşr ve tervic edildiğini edille-i tarihiyye ile gösterir. Onun için kitabımız tarih-i İslamiyyetin esaslı ve can alacak kısımlarıyla noktalarını teşkil eden mühim bir şu’be-i tarihiyye kabilindendir. Tekrar ederiz ki biz İsla-miyeti müdafaa etmek için bu eserimizi meydana koymuyoruz. Ancak hıristiyanlar içinde de İslamiyeti hakkıyla tetebbu’ etmiş ve hak sözünü söyleyebilmiş adamların mevcudiyetini gösterebilmek için bunca zahmet ve meşakkati gerçi maksatlarına nail olamayacaklardır. Fakat neden ulemamız dide-i intibahını açmamışlardır? Önümüzde Ramazan-ı şerif geliyor. Bu münasebetle olsun ulemanın her biri bir köye me’mur edilerek ahaliye dinini dünyasını halkın idrakine seviyesine göre bi-hakkın telkin edebilseler milletin tesri’-i istihlasına elbette pek büyük yardım etmiş olurlar. lenilen sarsılmaz bir vahdet-i aliyyenin te’minidir. Bu da muntazam bir teşkilat ile çalışıldığı surette pek az bir zamanda husul-pezir olacağına k a niim. Her tarafta müftite vazife-i asliyyeleri olan irşada ehemmiyet vermemektedirler. Onlar için köyleri menatıka taksim ederek her mıntıkaya bir me’mur-ı ilmi ta’yin edip halkı irşad etmek pek mümkün ve öteden beri cari teamülden iken bu teamül şu mübhem zamanlarda neden ihmal ediliyor? Bu katlerini celb ederim. Bütün müftilerle ulema vazifelerini Her alimin kendi menafi’-i dünyeviyyesi peşinde koşma zamanı değildir. Menafi’-i dünyeviyyelerini istirahat-i bedeniyyelerini tebliğ-i ahkama emr-i irşada mani’ addederek bu hususta te’vilat-ı zaifeye kapılan meşlekdaşlarıma nass-ı celili ile hitab eder. Allah’tan hidayet dilerim. Memleketimizin ahval-i umumiyyesi hakkında peyda-yı fikr ettiğim günden beri meslek dolayısıyla zihnimi kurcalayan teksir-i hayvanat usulünün; zootekni fenninin memleketimizde adem-i terakkisi esbabını tedkik etmiş bulunmakla bu hususta birkaç söz söylemeyi vecibeden addederek İktisad Vekalet-i Celilesinin nazar-ı dikkatini celb ve bir hizmet ifa etmek fikriyle icale-i kaleme cür’et-yab oldum. Zootekni yani teksir ve ıslah-ı hayvanat; ziraat fenninin bir şu’besini teşkil etmektedir. Bu san’atın ancak ziraatin terakkisiyle ileri gidebildiğine kanaat getirerek ona göre teşebbüsatta bulunmak iktiza ederken nev-icad ve yalnız memleketimizde işitilen bir prensibe göre ziraatin terakkisi hayvanatın ıslahına mütevakkıf imiş!.. olmuş bu harbin kazanılması da İslamiyeti tamamıyla mayacak ba’dema İslamiyetin bek a ve intişarına ma’tuf hiçbir gaza hiçbir muharebe mevzu’-ı bahs bile olamayacak sa’y i’tibarıyla pek mahdud olan bir gazanın na-mahdud gazavat-ı İslamiyyeye tefevvukundaki hikmeti salifü’l-arz bek a -yı İslamiyyet g a yesine te’siri derecesinde aramak zaruridir. Bu hak a ik gösterir ki ulema neşr-i ilm etmekle İslamiyetin bek a sına şühedadan fazla hizmet etmiş oluyorlar. Ketm-i hakikat edenlerin de indellah pek büyük mes’uliyet-i uhreviyye altında tecziye edilecekleri hadis-i şerifiyle sabittir. Binaenaleyh İslamiyetin geçirdiği şu tarihi ve buhranlı bir devirde hiçbir alimin la-kayd ve bi-taraf kalmaması tedikleri Sevr Muahedesinin kabulüne imkan bulabil dür. Garbta bir müslimin duçar-ı tecavüz olması üzerine şarktaki müslümanları gazaya da’vet etmekle bütün küre-i arzdaki nüfus-ı İslamiyyeyi yekdiğerine rabt ve tevhid eden bu dinin saliklerine pişva olan ulema-yı İslamiyye acaba günün kendilerine farz kıldığı vezaifi bi-hakkın ifa edebiliyorlar mı? Müslümanlığı son melcei olan Anadolu’da boğmak maksadıyla düşmanların saldırdığı Yunan mel’unlarının çizmeleri altındaki bi-çare müslümanların feryad-ı istimdadı herkesten ziyade ulemanın kulaklarında tanin-endaz olmalıdır. Bursa cihetlerine göz gezdiriniz. Pis palikaryaların kirli nefesleriyle solan çehre-i ismet ve iffetin yanan canların söndürülen hanümanların menba’-ı ilm ü irfan olan kulub-i ulemada uyandıracağı te’sirleri müslümanlara aks ettirerek dinen ifası farz olan cihadın derece-i kudsiyeti ve bu yolda ihtiyar edilen fedakarlığın indellah müstevcib olduğu ecri telkin ve esas-ı muvaffakıyet olan vahdet-i İslamiyyeyi te’min için acaba kaç köy gezdiler? Ulema dinen farz olan tebliğ-i ahkamı şimdi yapmazlarsa ba’dema yapamayacaklarını düşünerek ona göre hareket etmeleri lazımdır. Son on senelik bir zamanda hasmımız olan Yunan ruhbanları geceli gündüzlü şehir şehir köy köy hane be-hane dolaştılar; her müşkilata katlanarak bizim içimize bombalar soktular. İşte bu mütemadi sa’y-i iblisaneleriyle Y³ª ±® Yo\ ­kª µ¯—À ©\ Ê YÁ²uª ¹Áoª yfQb yÁr yr \£ - - tiştirebildiğini zannetmem. Şu halde elde edilen tayların her biri haraya liraya mal olmaktadır. Halbuki bu tayların her birine vasati kıymeti lirayı geçmez. Binaenaleyh Aziziye Harasını tay yetiştiren bir müessese diye telakki etmek doğru olamaz. Ahalinin hayvanatını hara damızlıklarına bila-bedel çektirmek suretiyle elde edilen menfaat ise zannedildiği gibi hakiki ve esaslı bir menfaat olmaktan uzaktır. Zira esasen evsafını kayb etmiş dişi bir hayvanın teşekkülatı yaşadığı muhit-i gıdai layıkıyla nazar-ı dikkate alınmadan haranın damızlıklarına çekildiği takdirde husule gelecek dölde cins olan aygır veya boğanın bazı evsafı bulunmak ihtimali mevcud külli fark bulunduğundan aygır veya boğanın yavrusuna hayvanatın intikal ettireceği evsaf kadar sabit ve kesir olmaz. Saniyen: Beher köyün bir iki kısrak veya ineği hara aygır veya boğalarına çekilmekle cinsleri hiçbir suretle şebbüs olabilir. Fakat damızlık evsafını haiz olmayan ve bütün köylerimizde kesretle bulunan hayvanat umumi garistan ve bilhassa Romanya ıslah-ı hayvanat hususunda bizim için iyi nümune-i imtisal teşkil eder. Memleketimizde - Şerait-i iklimiyye ve ziraiyyeye göre Anadolu’yu muhtelif manatıka bi’t-taksim beher mıntıkanın bilumum erkek hayvanatı muayeneye tabi’ tutularak kendi sıyla damızlığa elverişli bulunmayanları ihsa ameliyatına tabi’ tutmak. - Bu ihsa ameliyatının sür’at-i icrasını te’min için etmek. - Bu usulü hayvanat-ı ganemiyye ve ma’ziyye için de tatbik etmek. - Bu suretle evsafını git gide kaybederek sönmeye mahkum olan yerli ırkların evsafını tesbit ettikten sonra başka ırklarla tesalüb ettirerek cinslerini ıslah etmek. - Bu hayvanatın ihtiyacat-ı gıdaiyyesini de düşünerek mer’a ve çayırlardan a’zami derecede istifade etmeyi te’min için bunların ıslah ve tevsii cihetine gitmek. - Sırf hayvan gıdası olan arpa burçak fiy ... ila ahir tiyle iştigal edenlere –yetiştirecekleri miktardan ihtiyacatlarının fazlası için– bir takım imtiyazat bahş etmek. - Tay dana ve sütlü hayvanat müsabakaları te’sis ederek hayvanatın iyi bakılması hakkında teşvikatta bulunmak. Sorarım ıslah-ı hayvanattan maksat yalnız çift hayvanatını Çift hayvanatının ıslahı; ıslah-ı umumi-i hayvanatın bir cüz’üdür. Islah-ı umumi-i hayvanat; ziraatin bir şu’besi ganesi olsun? Süt hayvanatının ıslahı çift hayvanatının ıslahıyla tev’emdir. Memleketimizin her yerinde çift hayvanı yerine kullanılan öküz ve ikinci derecede mandanın ıslahını te’min etmek; onları sütlü olabilecek bir hale getirmek gayesini ta’kib etmekle mümkün olur. Bu da ancak ziraatin terakkisine mütevakkıftır. Yoksa hayvanın cinsi istediği kadar mükemmel olsun vereceği döllerden sarf-ı nazar bizzat kendi bile şerait-i ziraiyyesi dolayısıyla şerait-i gıdaiyyesi müsaid olmayan bir muhitte evsafını gaib etmeye aslına rücu’ etmeye her zaman mahkumdur. Bu öyle bir hakikattir ki buna i’tiraz etmek cür’etinde bulunacak hakiki bir mütefennin tasavvur edilemez. sun’i çayır ihdası ve bu usulün ta’mimini derpiş ederek işe koyulmuşlandır. Islah-ı hayvanat hususunda İngilizlerin gösterdiği harikulade muvaffakıyetler; ancak işe esaslı olarak sarılmalarından ileri gelmiştir. Amerikalıların az zaman zarfında zootekni hususundaki terakkıyatı terakzaman tabii surette ıslah-ı hayvanatı intac ettirmektedir. Memleketimizde teksir ve ıslah-ı hayvanat için tatbik edilen başlıca usul hara usulüdür. Hara denilen müesseselerde koşularda derece kazanmış hayvanatla bazı ashab-ı merakın beslediği hayvanat hükumetçe mübayaa edilerek ve bazan da memalik-i ecnebiyyeden idlal edilmiş bulunan damızlık hayvanata müracaat edecek ahalinin hayvanatını çektirmek usulleri tatbik edilmekle beraber aynı zamanda dişi hayvanat dahi bulundurularak bunların dölleri alınmak suretiyle hasılat-ı hayvaniyye te’min edilmektedir. Memleketimizde bu şeraiti haiz Çifteler ve Aziziye harasıdır. Haralar hükumete bir bar teşkil etmemelidir. Bu gibi müessesat bulunacağı mahallerin terakkıyat-ı ziraiyyesi te’min edildikten sonra te’sis edilmelidir. Ziraati müterakk’ bir muhitte fenn-i mevaşi a’zami derecede kar te’min eden şuabat-ı ziraiyyeden bulunduğu cihetle bu şerait tahtında te’sis edilen haralar hükumete bar olmak şöyle dursun hazine-i devlete irad te’min etmek kabiliyetini dahi ibraz edebilirler. Yoksa arpası samanı hariçten mübayaa edilerek idame-i hayat eden bir müessese-i hayvaniyye; memlekete a’zami derecede menfaat te’min etmekten pek uzaktır. Çifteler ve Aziziye harasının ihtimal ki senevi bütçesi bin liradır. Böyle iken senede a’zami tay yeberlik dolayısıyla da Gerede’de mevcud ve ma’mur olan on aded medaris-i İslamiyye hayli mesdud kalmıştır. Binaenaleyh ulemanın vefatı ve medarisin mesdud bir halde kalmasından halkı tamamen denecek derecede cehalet istila etmiş ve cehalet saikasıyla da ahlak-ı umumiyye hemen sukut etmek derecesine gelmiştir. Ma’lum-ı sünuhileridir ki şimdiye kadar hangi bir devlet-i ecnebiyye bir belde-i İslamiyyeyi yed-i kahr ve sekenesinin ahlakını bozmuş ve o saika ile millet-i İslamiyyeyi tefrikaya düşürmek suretiyle nail-i amal olmuştur. vam ve bek a sı ahlak ile ve ahlak ise mutlak a din ile k a im olduğuna göre mekatib-i İslamiyyede bu ciheti nazar-ı ehemmiyete almak medaris-i İslamiyyenin derhal küşadıyla bu milleti varta-i felaketten tahlis edebilecek ulema yetiştirmekten başka çare kalmamıştır. Bütün Anadolu baştanbaşa tedkik ve ahval-i ruhiyye ve hayatiyyesi teftiş buyurulursa her tarafta ahlakın sukut etmiş ve maazallahu Teala yakın zamanda cevami’ ve mesacid-i şerifede icra-yı vaaz ve nasihat ile halkı hakiki irşad edebilecek ulema ile mihraba geçecek eimme ve minbere çıkacak hatib hatta cenaze gasl edecek kimseler bulunamayacağı ve bu suretle el-iyazü billah edersiniz. Şu mütalaa-i acizanemize binaen Gerede kasabasında bir Darul-Hilafe Medresesi teşkil ve bu suretle milletin başına çöken kahhar ve muzlim bela-yı cehaletin ref’i esbabını te’min etmeye lüzum-ı kat’i hissettim ve şimdilik medrese-i cedide namıyla ma’ruf olan medresenin masarıf-ı ta’miriyyesi Müdafaa-i Hukukça tesviye kılınarak suret-i mükemmelede ve her türlü teşkilata müsaid derecede ta’mir ve nevakısı ikmal edilerek talebe derc ve cem’i ve ilbas ve iaşelerinin dahi memleketin erbab-ı hamiyyet ve servetinin muavenet ve müzaheretiyle te’mini için kaymakam-ı kaza İsmail Efendi’nin himmet ve gayretiyle riyaset-i acizide bir komisyon-ı mahsus teşekkül ederek işe mübaşeret edilmiş ise de bu medresenin hükumetçe resmen tanınması için Büyük Millet Meclis-i alisince tasdik ve şimdilik bir müdir ile iki muallim ve bir bevvab maaşının üç yüz yedi senesi bütçesine mına müsaade-i celile-i umran-perveraneleri sezavar buyurulması... Sinop mutasarrıfı Zihni Beyefendi tarafından Umur-ı Şer’iyye ve Evkaf Vekalet-i Celilesine gönderilen tahriratın suretidir: - Mıntıkaların kabiliyeti nazar-ı dikkate alınarak ıslah-ı hayvanat için hariçten idhaline lüzum görülecek damızlık aygır ve boğalar için ayrıca müessese ihdas etmeyerek bu gibi damızlıkları köylere bedelleri mukabilinde tevzi’ etmek. halde bulunan ve hal-i atalette bulunmalarından naşi her zaman müşteki bulunan ziraat ve baytar me’murları vasıtasıyla tatbik edilirse memleket için esasları sağlam bir iş meydana çıkarılmış ve suretle memleketin serveti tezayüd etmiş olur. Sebilürreşad Cins-i feresin ıslahı da dinen me’mur olduğumuz vazifelerin biridir. Muhterem kari’lerimiz bu hususta varid olan ehadis-i nebeviyyeyi evvelce Sebilü’r-reşad sahifelerinden ta’kib buyurmuşlardır. Baladaki makale birçok ehemmiyetli noktalardan bahs ederek mütalaalar yürütüyor. İhtisasa taalluk eden cihetlerine dair söz söylemeyi erbabına terk ederek yalnız bir noktası hakkındaki fikrimizi bildireceğiz: Çifteler harasının kendisinden beklenen hizmeti layıkıyla tavsiye ediliyor. İşte biz bu mütalaayı musib görmek suretiyle meydana getirilen bu haranın şayet nevakısı varsa ikmal edilmeli; tarz-ı idaresinde hata mevcud dan kaldırılması cihetine gidilmemelidir. Bizler meydana yeni bir müessese koyabilmek için mutlaka eskilerini yıkmak lazımdır gibi yanlış bir düşünce ile hareket etmek yüzünden pek büyük zararlar gördük. Onun için daima teenni ile i’tidal ile hareket etmeliyiz. Artık yıkıcılık devrine hatime vermek lazımdır. Gerede kasabası şimalen Devrek cenuben Yabanabad şarkan Çerkeş garben Bolu merkez kazasıyla mahdud yüz seksen aded kura ve elli iki bin sırf İslam nüfusu muhtevi bir kaza merkezi olup şimdiye kadar devlet ve millete samimi merbutiyet ve sadakatten ayrılmamış ve pek çok eazım yetiştirmiş bir belde-i İslamiyye iken şu on sene zarfında memlekette bulunan ulema-i kiram ve meşayih-i izam bir birini müteakıb vefat etmiş ve seferCİLD - - muhitine çöken azim ve elim zulmet-i cehl ve dalaleti şu suretle ref’a çalışmak pek muvafık olur. Ancak ilmiyenin mazbatasında beyan olduğu gibi medrese için yeniden program çizmek derecat ta’yin etmek ve talibine bir takım imtiyazat göstermek gibi hususat ve teklifatı zaid addederim. Çünkü Darul-Hilafeti’l-Aliyye Medreseleri Nizamnamesi ve teşkilatı bu hususatı vazıhan irae ve tesbit etmektedir. Şimdiye kadar tatbikatından bit-tecrübe semerat-ı nafia husule gelmiş nizamat ve teşkilatı dururken yeniden hususi program ve saire tanzimine bit-tabi’ hacet yoktur. Medresenin merkezde küşadı kabul buyurulduğu takdirde hal-i hazırda pek harab olan binanın ta’mir ve termimi lazım gelmektedir. Bunun için kırk beş bin küsur kuruşa ihtiyaç bulunduğu anlaşılmıştır. Bu paranın şayan-ı istiksa olmadığını zannederim. Boyabaddaki bir medrese ile Gerzedeki bir medrese el-yevm ahz-ı asker devairinin taht-ı işgalinde olduğundan bunların münasib miktarda birer bedel-i icara rabt edildiği ve Ayancıktaki medrese ile Boyabaddaki diğer medreselerin de az çok ta’mir edilerek icara verildiği takdirde vakfa oldukça bir varidat te’min edeceğini tahmin ediyorum. İla ahir... Sebilürreşad Şayan-ı dikkattir ki memleketin her tarafından yükselen sadalar hep bir noktada birleşiyor: Münkariz olan medreseler ihya edilmeyecek olursa maazallah müslümanların hayat-ı diniyye ve ictimaiyyesi büsbütün tarumar olacaktır. Tehlikeyi gören müslümanlar bu hususta her türlü fedakarlıklar ihtiyarına amade olduklarını bildiriyorlar. Şer’iyye Vekili hazretleri millet-i İslamiyyenin bu en büyük ihtiyacını te’min edecek esbaba tevessül etmiştir; bütün liva ve kazalarda medaris-i ilmiyyeyi ihya dest-i müzakere olan bu nizamnamenin bir an evvel ikmaline himmet buyurulması ecr-i azimi mucib olacaktır. Afgan devlet-i İslamiyyesi sefirinin Anadolu’ya gelmesi kil eder. Garb müstevlilerinin İslam alemine karşı mütemadi savlet ve tahakkümleri yüzünden perişan olan dinlerinin vahdet ve izzet emr eden düsturlarına arka Merkez-i livada kain Sultan Alaaddin Medresesinin lüzum-ı ihya ve küşadı hakkında Sinop’ta müteşekkil encümen-i dim kılındı. Müstagni-i arz ve izah olduğu üzere harb-i umuminin memleketimizde hasıl ettiği boşluklardan birisi de ulema-yı dinin ve hassaten bunların menşe’leri olan medreselerin zeval bulmasıdır. Bu boşluk zannederim ki her mahalden ziyade bu livada pek elim bir surette te’sirini hissettirmektedir. Zaten evvelce de uleması mahdud ve ma’dud olan Sinop livasında harb-i umumiden sonra zannederim ki mevcud ulema-yı din büsbütün azalmış ve bir iki zata münhasır kalmıştır. Birçok noksanları bulunmasına ve kafi derecede ifaza-i ulum edememiş olmalarına rağmen gerek merkez-i livada ve gerek mülhak kaza merakizinde mevcud medreseler halkı bilhassa ahali-i kurayı mehma emken zulmet-i cehl ve dalaletten kurtaracak hiç olmazsa onlara efendi yetiştiriyordu. Bu menbaın da mahv ve münderis olması yüzünden köyler ve köylüler o kadar elim bir vaz’iyet içerisinde bulunuyorlar ki evkat-ı şer’iyyelerini eda ettirecek bir imam efendi değil; cenazelerini gasl ve techiz tekfin ettirecek bir hoca bile bulamamaktadırlar. Liva dahilinde: İkisi merkezde biri Ayancık diğeri Gerze ve biri de Boyabad kasabasında olmak üzere sekiz medrese bulunuyor. Bu medreselerin maalesef hiç birisi bu gün ma’mur ve meskun değildir. Hatta ekserisinin binaları bile halen gayr-ı kabil-i iskan bir halde bulunuyor. Birçoğunu bazan muhacirin ve mülteciler bazan da askerler işgal etmiş. Bu sebeple binalar harab olmuş bitmiş. Gayrısı şu ki: Bu gün hiçbir vazife-i tedrisiyye ifa etmemekte oldukları halde müderrisin efendiler muhassasat-ı şehriyyelerini muntazaman alıyorlar. Medaris-i mezkurenin bulundukları mevakı’ ile bani ve vakıflarının esamisini ve ne tarihde bina ve te’sis olunduklarını ve tahsisat-ı vakfiyyeleri mikdarını ve el-yevm ma’mur olup olmadıklarını mütevelli veya müderrislerinin kimler olduğunu ve mikdar-ı maaşlarını ve talebesi bulunup bulunmadığını müşir tanzim ettirilen bir kıt’a cetveli leffen takdim ediyorum. Salifüzzikr esbab-ı ma’ruza dolayısıyla bu medreselerden hiç olmazsa merkez-i livadakinin olsun ihya ve küşadını derece-i vücubda görüyorum. Şart-ı vakıf üzere her medresenin mahallinde ihya ve i’marına zannederim ki halen ve malen imkan yoktur. Bendenize kalırsa bütün şu medreselerin varidatını hatta müderris efendilerinkini merkez-i livaya cem’ ederek burada yeni usul üzere bir Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesi şu’besi açmak ve her kazadan münasib talibini toplayarak şu liva CİLD - ADED - SAYFA dafaa eden Türklere karşı bütün İslam aleminin minnetdarlıklarını bilhassa Afganlıların öteden beri kalblerinde besledikleri bi-payan muhabbetleri söylemekle büyük bir zevk duyan Sultan Ahmed Han hazretleri İslamın halas ve zafer-i kat’isinden pek emin bulunuyorlar. Beyne’l-İslam husule gelen intibahı salim bir mecrada tekamül ettirmek hususunda i’tinakar görünen müşarun ileyh birkaç sene sonra alem-i İslamın büyük bir kudret-i siyasiyyeye sahip olacağını tabii addediyorlar. Sefir hazretleri Bolşeviklerle yalnız siyasi safhada münasebat-ı hasenenin idamesi fikrindedirler. Ve Agan-Bolşevik münasebatının bizimle Rusya arasındaki münasebatın aynı olduğunu beyan buyurmuşlardır. Müşarun tahavvüle müsaid değildir. Müslümanlar esasat-ı İslamiyyeden ayrılamazlar. Müslümanların aksa-yı emeli hakimiyet-i Kur’aniyyenin te’minidir. Afganistan bu hususta hiçbir zaman tereddüde düşmemiştir. Müslümanlar ancak Müslümanlık esasları dahilinde hareket etmekle terakki ve teali edebilirler. Müşarun ileyhin bu gün en ziyade nazar-ı ehemmiyete aldıkları mes’ele alem-i İslamın pişvası olan Türkiye’nin muvaffakıyetidir. Buyuruyorlar ki: – Bu mes’ele İslamın arzusu dairesinde hallolunmadıkça Afganistan İngilizlerle kat’iyyen sulh akd etmeyecektir. Avrupa devletlerinin bu gün Mak a m-ı Hilafet-i uzmaya karşı reva gördükleri hakaret gerek Afganistan’da gerek Hindistan’da pek fena tesirler husule getirmiştir. Bu bütün müslümanların hasbe’d-diyane alakadar olduğu bir mes’ele-i azimedir. Hilafet-i İslamiyye istiklal ve ihtiyarını tamamıyla ihraz etmedikçe Afganistan’nın hususta bizimle hem-efkardır. İngilizlerle aramızdaki münazaun-fih olan mesailin başında Hilafet-i İslamiyye mes’elesi vardır. Salibiyyunun Makkarr-ı Hilafeti işgal etmeleri İslamın ta cangahına vurulmuş bir darbedir. Bu nun içindir ki garbın bu hakaret ve tecavüzüne karşı Anadolu’nun gösterdiği celadet ve hamaset bütün İslam aleminde azim te’sirler husule getirmiştir. İnşaallah İslam muvaffak olacaktır. Üstadımız takdim ettiği İstiklal Marşını Farisiye tercüme ederek izah ettiler. Şiir ve edebiyat ile de iştigal eylemiş bulunan sefir hazretleri bundan pek memnun oldular. Bir saat kadar devam eden samimi mülakatımızdan fevkalade mütehassis olarak ve sefir hazretleriyle rüfeka-yı muhteremesine arz-ı veda’ ve teşekkür ederek ayrıldık. çevirdikleri için yekdiğerinden cüda düşen müslüman milletleri arasında bugün vahdete doğru bir hareket başlamış olduğu görülüyor. Bu hareketler İslam aleminde zuhura gelmek üzere bulunan büyük inkılabın mes’ud emareleridir. İnşaallah bu hareketler günden güne daha ziyade inkişaf edecek bütün İslam aleminin esaretinden halasını istiklal ve şevketini te’min edecektir. Bugün Afgan gibi akvam-ı İslamiyye arasında şecaatiyle salabetiyle şöhret-şiar olan necib bir millet ile aramızda münasebat-ı siyasiyyenin te’sisi hakikaten pek mühim bir hadisedir. Esasen ravabıt-ı diniyye ile ruhlarımızın kaynaşmış vicdanlarımızın birleşmiş olduğu bu cengaver millet-i İslamiyye ile bir ittifak akd edecek derecede münasebat-ı siyasiyyemizin tahkimi bütün yoktur. Biri Asya kapılarında diğeri Asya ortalarında bulunan bu iki İslam milletinin el ele vermesi inşaallah diğer onların da bu merkez etrafında toplanmalarını te’min edecektir. Afgan hükumet-i İslamiyyesi hey’et-i sefaretini aramızda görür görmez kalblerimiz fahr ile sürur ile doldu. Yarın inşaallah bizim sefirimiz de Afganistan’a gittiği zaman orada da aynı heyecan-ı meserreti tevlid edecektir. Ezelden kaynaşan kulub-i İslamiyyenin bu tezahürat-ı mes’udesi elbette Müslümanlık için şayan-ı iftihar bir hadise-i muazzamadar. Bize bu kadar sürurlar getiren kalblerimize bu kadar neşveler ümidler bahş eden bu muhterem İslam mümessillerini ziyaret etmeyi Sebilü’r-Reşad hey’eti mütehattim bir vazife telakki etti. Her türlü merasim külfetinden azade olarak bir selam teatisiyle teşerrüf ettiğimiz bu muhterem kardeşlerimiz bizim ne kadar enis-i ruhumuz betini daima kalbimizde taşıdığımız için onları görür görmez hiçbir yabancılık duymadık. Ruhlarımız arasında ki o özlü iman aşinalığı derhal tecelli-i uhuvvetkaranesini gösterdi. Pek samimi bir surette cereyan eden hasbıhal kalblerimizi bir o kadar daha meserret ve ibtihaclarla doldurdu. Asil bir terbiye asri bir tahsil gören sefir hazretleri Farisi ve İngilizce konuşuyorlar. İnce bir zeka ve irfan sahibi olan genç müsteşarları ise pek güzel Türkçe de tekellüm ediyorlar. Katipler de tahsil görmüş zeki gençlerdir. Sefir hazretleri her şeyden ziyade Anadolu müslümanlarının hareketini takdir ediyorlar. Asırlardan beri Ehl-i Salib muhacematına göğüs gererek İslamiyeti müCİLD - - şüphe yoktur. Vaz’ıyet-i hazıra karşısında bizim vazifemiz Türkler bunları uyandırmadan evvel faaliyetimize germi ve hararet vermek ve şu fırsatı karçırmamaktır.” - Mezkur Amerikalıların bir raporlarına göre bilumum Kürtleri ve Alevi Türkleri İslam edilmiş Ermeni add ve i’tibar ediyorlar. Bunların guya asıllarına rücu’ gaye-i mel’unane ta’kib etmekte oldukları tebeyyün ediyor. Raporun bu hususa dair olan bendinin tercümesi aynen bervech-i zirdir: “Ermeniler Erivan’da kendilerine bahş edilen istiklaliyet-i bir Ermenistan meydana getirebilmek için dünyanın her tarafından buralara koşup gelmelidirler. Buralarda her meslekten Ermeni gençleri için yapılacak işler vardır. Ermeniler’e mev’ud olan Kars ve Erzurum’da ve vilayet-i şarkıyyede her ne kadar şimdi Ermeni nüfusu pek az ise de dünyanın her tarafından buralara gelecek olan Ermeni akını ve tehacümü karşısında bu havalide meskun bulunan Türklerin Kürtlerin ekserisi ihtimal ki terk-i diyar edip gideceklerdir. Terk-i mevkı’ etmeseler bile alicenabane bir Ermeni idaresi Ermeniler ile kan pılmasını mümkün kılacaktır. Kürtlerden maada aynı zamanda Ermenistanda sakin Türk ekseriyetinin dahi Ermeni ırkına mensub olması pek muhtemeldir. Bunlar da Ermeni idaresinde kalmayı tercih ederler ise tedabir-i mukteziyyenin ittihazıyla kendilerini ecdadları zannolunan Ermenilerin din ve cinsiyetlerine irca’ etmek mümkündür.” - Düşmanlarımız olan düvel-i İ’tilafiyyenin ve Amerikalıların memalik-i Osmaniyye’nin vilayat-ı şarkıyyesinde Ermeni milleti gayet kalil olduğu halde oralarda büyük bir Ermenistan vücuda getirmek için kaç senelerden beri sarf etmekte bulundukları mesai ve ikdamın tahtında nasıl mel’unane emeller ve kafirane maksatlar gizli bulunduğunu hiçbir suretle red ve inkar edemeyecekleri en kuvvetli ve müdellel ve hatta imzalarıyla yedimize geçirilen mektuplar vesikalar ile tebeyyün ve tahakkuk eylemiştir. Düşmanımızın ehl-i İslam hakkında neler düşündüklerini bu düşüncelerini saha-i husule isal için ne vechile çalıştıklarını devlet ve milletimizi inkısam ve inhilale Merzifon’da kain Amerika Kolleji ile hastahanesi dahilinde memleketimize muzır şeyler bulunduğu ihbar edilmesi üzerine alel-usul taharriyat icra edilerek kollej derununda Rum Pontus Kulübü mevcud olduğu görüldü. Ve mektep ta’til ve seddolundu. Müstahdemini memleketten ihrac edildi. Pontus cem’iyetinin mührü bayrakları arması ile bir çok vesaik zuhur etti. Bu miyanda mekteb müdürü Amerikalı Mister Hevayit tarafından Türkiye haricinde bulunan Amerikalı merci’lerine hitaben yazılmış olan mektuplar ve hey’et-i tedrisiyyenin muhtelif raporları da elde edildi. Bunların mündericatına ve mektebin tezahür eden maksad ve mesleğine nazaran devletimiz ve milel-i İslamiyye aleyhindeki gayeleri bervech-i zir hülasa ediliyor: - Hıristiyanlığın tevvessü’ ve intişarına ehl-i İslamı mani’ ve düşman görüyorlar. Devlet-i Osmaniyye’yi alem-i İslam içinde en muazzam ve kavi düşman bulduklarını yazıyorlar. Ve Türkiye’de Hıristiyanlık maksadlarının husulü için beş yüz sene daha çalışmayı göze almış olduklarını beyan ediyorlar. - Tebeamız olan hıristiyanları bilhassa Ermenileri ve Rumları himaye ve çocuklarını devletimize dinimize husumet adavet ve intikam his ve fikirleriyle tahsil ve tedris ve terbiye eyliyorlar. - Zevahiri kurtarmak için bazan az miktarda İslam çocuklarına yapmak mecburiyetinde kaldıkları cüz’i muaveneti günah-ı kebairden sayarak bir raporlarında bu günahlarından dolayı Hazret-i İsadan afv u mağfiret niyazında bulunuyorlar. - Sinni ilerilemiş İslamları tanassur ettirmek bittecrübe müşkil görüldüğünden küçük İslam çocuklarını hıristiyan yapmak fikrine hizmet ediyorlar. - Memleketimizdeki mezhep ve tarikat fırkalarından Hıristiyanlık namına istifade çarelerini düşünmüşlerdir. Ve bu yoldan maksatlarına vusulü mümkün görüyorlar. Bu hususta merci’leri olan Amerikalı papas Frederik Gods’a yazılmış olan Mart tarihli raporun bir bendinin tercümesi aynen bervech-i atidir: “Kürt ve Türklerin Alevi olanları hakiki müslüman olmadıkları gibi mikdarları külliyetlice ise de Türk ve Kürtler arasında ekalliyettedirler. Bunlara mezhepte mu’tedil surette serbesti gösterilirse telkinat-ı diniyyemize Ermenilerin seleflerimiz tarafından telkinat-ı diniyyeye göstermiş oldukları meyl ve incizabı göstereceklerine CİLD - ADED - SAYFA tiğini söylemiştir. Bu i’tilafların esası hakkında henüz resmi ma’lumat yoktur. Cebheler: Bu hafta cebheler daha ziyade sükunetle geçmiştir; ara sıra muhtelif mıntıkalarda müsademeler olmuştur. Müfrezemiz Bigadiçi işg a l etmiş diğer bir müfrezemiz Uşak ile Alaşehir arasında Ahmedli civarında düşmanın yüklü bir trenini berhava eylemiştir. Yunan Mezalimi: Yunan’ın Trakya’daki mezalimi kesb-i şiddet etmiştir. Sekiz bin müslüman zindanlarda inlemektedir. Düşman Yalova Gemlik civarındaki köyleri yakmıştır. İzmit’te ve civarındaki fecayi’ son dereceye vasıl olmuştur. İzmit’te çoluk çocuğu bir haneye doldurarak yakmışlar birçok müslümanların burun ve kulaklarını kesmişlerdir. Uşak’ta birçok müslümanları tevkif etmişlerdir. Sarayköy’den Balatcık’a kadar olan sahada ahali-i İslamiyyeyi şehid etmeye başladıklarına dair haberler gelmiştir. Balatcık Yunan kumandanı bir iki neferde hastalık zuhur ettiğinden bahis ile köylerdeki bilumum müslüman kadınlarını cami’e doldurarak cebren muayene bazılarına da taarruz etmiştir. Kiliselere toplatılan erkekler de sopalarla döğülmüş şehid edilmiştir. Bir Yunan zabiti Germencik eşrafından Hasan Efendinin on dört yaşındaki kızını İzmir’e götürerek hıristiyan yapmış ve hıristiyan adatına tevfikan almıştır. Kızın pederini de katl ettirmiştir. Karahisar civarında çekilirken yaptığı mezalim de bi-hadd ü hesabdır. Gonaris İngiliz gazetelerine vuku’ bulan beyanatında “Biz Ehl-i Salib muharebesi yapıyoruz.” demiştir. Yunan’ın Vaz’iyeti: Atina’da hükumet aleyhine olan infial kesb-i şiddet ettiğinden hükumet matbuata sansür vaz’ına mecbur olmuştur. Başkumandanlık karargahlarını İzmir’e nakl etmiştir. Yunan parlamentosunda son hezimetten dolayı şiddetli münakaşalar olmuştur. Drahmi kıymeti pek ziyade düşmüştür. Yunan’ın meşhur Efzun askerlerinin bile kuvve-i ma’neviyyeleri fevkalade kırılmıştır. Trakya’daki müslümanları silah altına da’vet etmiştir. Bursa ve İzmir’in yerli Rumlarından asker alarak cebhelere sevk etmiştir. İ’tilaf devletlerinin İzmir murahhasları kavaid-i beynelmileliyyeye ve Sevr muahedesine mugayir olan bu hareketi protesto etmişlerdir. İngilizler Yunan askerinin İzmir cebhesinde istihdamını teshil etmişlerdir. na levazım-ı harbiyye ve sıhhıyye taşımaktadır. Fransız ve İtalyanlar İstanbul Patrikhanesinden çıkardıkları silah ve cephaneye İngilizler vaz’-ı yed ederek İzmit’te Yuİslamiyeti maazallah-ı teala indirasa uğratmak için ne suretle teşebbüsat-ı mel’anetkaranede bulunduklarını ve bu hususta beş asırlık bir program ihzar eylemiş olduklarını artık anlamak ve bilmek lazımdır. Din düşmanımızın bu mütemadi ve müdhiş gayretleri karşısında her hangi mezhebe ve tarikate mensub olursa olsun ehl-i İslamın fitne ve fesada kapılmaları düşmanlarımızın emellerinin husulüne hizmet etmek ve kendi mahvımızı felaketimizi kendimiz ihzar eylemek demektir. Alem-i İslamın haricen azim tehlikeler ile muhat ve enva’-ı teaddi ve tecavüz ve zulümlere ma’ruz bulunduğu ve mevcudiyetimizi ta temel taşından sarsıp bizi büsbütün mahv ve helak etmek için bizi içimizden tahrib ve ifnaya pek iblisane bir surette çalışıldığına şu suretle muttali’ olmuş bulunuyoruz. Bu mühim mes’eleyi nazar-ı Binaenaleyh halkın igfalat ve ifsadata kapılmamaları tefrika ve nifaktan son derecede tevakki eylemeleri tehlike-i müştereke karşısında bilumum mü’minin ve muvahhidin her vakitten ziyade habl-i metin-i ittifaka sarılmaları kelime-i mübareke-i Tevhid etrafında toplanmaları fariza-i diniyye vecibe-i vataniyye ve vicdaniyye olduğu bir emr-i bahir ve aşikardır. Bilumum me’murin ulema meşayih ve münevveran-ı milletin efrad-ı milleti bu yolda ikaz tenvir ve irşada sarf-ı mesai etmelerini selamet-i din ve vatan namına ehemmiyetle temenni ederim. Bir Haftalık En Mühim Hadisat-ı Vek a yiin Hülasasıdır. Ankara: Mütarekeden sonra düşmanların Anadolu’ya başlayan tecavüzleri üzerine inhilal tehlikesine ma’ruz bulunan milletimizin vahdet-i siyasiyyesini avn-ı Hakla te’min ve tahkime muvaffak olan Büyük Millet Meclisi’nin sene-i devriyyesi münasebetiyle Nisan’da Ankara halkının iştirakiyle meclis önünde büyük tezahürat yapılmış ve o günün milli bayram olmasına meclisçe karar verilmiştir. Bu tezahüratta Afgan Sefiri hazretleri de hazır bulunarak pek memnun olmuşlardır. Londra Konferansına iştirak etmek üzere giden hey’et-i murahhasamız avdet etmiştir. Hey’et-i murahhasa reisi Büyük Millet Mesclisi’nin re’yine ta’likan Fransa ve İtalya hükumetleriyle hususi i’tilaflar akd etCİLD - - dolaşarak Hindistan’ın istiklali için propaganda yapıyorlar. Mister Gandi Deyli Herald’ın Hindistan muhabirine demiştir ki. Hindistan müslümanlarıyla uzlaşılmadıkça devamlı bir sulh te’essüs edemez. Arabistan İslam kontrolü altında bulunmalı. İslamın nüfuzu te’min edilmeli ları arazi-i mukaddese üzerinde gerek bila-vasıta gerek bilvasıta ecnebi nüfuzunun hakim olmasına tahammül edemezler. Bundan dolayı Filistin de İslam kontrolü altına girmelidir.” Hindistan Hareket-i Milliyye Cem’iyeti Reisi yeni Hindistan valisini ziyaret ederek Hindistan için muhtariyet tatmin edecek surette Sevr Muahedesinin ta’dilini talep etmiştir. nanlılara teslim etmişlerdir. Yunanlılara pişdarlık eden leketlerinin Yunan istilası altına girmesine sebeb olan hain Anzavur Arnavud Rahman namında birisi tarafından katl edilmiştir. Şark Mes’elesi: rek şark mes’elesi hakkındaki nokta-i nazarlarını tevhide çalışmışlardır. Fransız başvekili Anadolu’da harbin devamına kat’iyyen tarafdar olmadığını beyan etmiştir. Türkiye-İtalya i’tilafı hakkında İngiliz sefiri İtalya Hariciye Nazırından istizahatta bulunmuştur. Kont Sefurça cevaben: Şark sulhünün te’mini için İzmir ve Trakya’nın Türklere iadesi zaruri olduğunu bu hususta İngiliz matbuat ve parlamentosunun taaccübüne mahal olmadığını beyan etmiştir. Hindistan: Hindistan’da ihtilal devam ediyor. Allahabad civarında Ranebareli’de isyan zuhur etmiştir. İhtilalciler köyleri ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul - - tab’an nazik ve taarruzgah-ı rical olduklarından onlar hakkında agyardan tesettür kendileri için bir ni’met büyük bir eser-i şefekattir. Çünkü bütün tecemmülatıyla bir kadının ba-husus genç ve güzel bir kadının agyar ve ecanibin enzar-ı şehvetine arz-ı endam etmesi alelhusus bütün kuva-yı şehevatiyyenin ebdan-ı beşer üzerinde kemal-i dehşet ve şiddetle icra-yı hükm ettiği böyle bir zamanda kendisine son derece mağlub ve münhemik olan erkekler ile musahabette bulunması onun kıymet-i nisvaniyyesini tenkisten başka hiçbir şey değildir. Saniyen ma’lumdur ki bir ailenin temin-i saadeti iki nevi’ vezaif-i mühimmeye merbuttur. Bunlardan biri vezaifi yalnız zevce ifa edemeyeceği gibi yalnız zevc dahi eder. Vezaif-i beytiyyeyi zevceye vezaif-i hariciyyeyi de zevce tahmil lazım gelir. Bunun aksi olamaz. Zira kadınların hilkat-i asliyyelerindeki nezaket ve zarafet iktizasınca onların bir takım ef’al-i şakkadan ibaret olan umur-ı hariciyye ile iştigalleri muvafık-ı hikmet ve maslahat olamayacağı gibi erkeklerin umur-ı beytiyye ile viz edemez. Bu adeta kanun-ı tabiati tebdile kadınları erkek erkekleri kadın yapmaya kalkışmak demek olup bunun butlanında kimse tereddüd etmez. İnsanın zevkine gitmeyen gayet soğuk addolunan bir şey var ise o da kadınların erkekleşmesi ve erkeklerin kadınlaşmasıdır. Kadınların uhdelerine terettüb eden vezaif sırf umur-ı beytiyyeyi tesviyedir. Ve dünyaya getirdikleri veya getirecekleri çocukları terbiyeden ibaret olduğu cihetle onların bütün zinetlerini takınarak açık saçık oldukları halde kendi kıymet-i nisvaniyyelerini haleldar edecek ve şayia-i töhmetten azade olmayacak bir takım şehvet-perestan ricalin ictima’gahları olan mahallerde bulunmalarına hiçbir fayda terettüb etmez. Bilakis vazife-i mükellefeleri muhtel olarak onların bu harekatından telafisi gayr-ı kabil birçok mazarratlar husule gelir. Nihayet saadet-i aile bi’l-külliyye mahv olur. Bir ailenin bila-müzahim evc-i kemale yükselebilmesi zevc ile zevcenin yekdiğere şiddetle derece muhabbetleriyle kaimdir. Halbuki bu muhabbetin devam ve bekası zevceynin iffet ve ismetlerini son derecede hıfz ve sıyanetleriyle olabilir. Bu da yine kadınların mesture olmalarına mütevakkıftır. Çünkü insanlarda ve alelumum hayvanlarda hiss-i rekabet ve gayret bir emr-i cibillidir. Eğer bir erkek gayr-ı mestur olarak rast geldiği kadınla görüşmekte hatta istediği bir kadını kendi hanesine kabul etmekte arzu ettiği mecma’-ı nisada bulunmakta serbest kalır ise zevcesinden daha zarif daha latif Hayayı diye ta’rif etmişlerdir. Ki kabahatleri işlemek korkusundan nefsin kabayihten çekinmesi demektir. Buradaki kubh ya şer’i ya akli veya azmidir. Kabayihin şer’isi: Faili ik a ba müstahık kılan şeydir. Failin işlediği kabahat kendisini ik a ba müstahık kılmaz akla mülayim olmaz ve mefsedeti mucib olur. Eğer yalnız failinin zemmini müstelzim olur ise örfidir. Failini ik a ba müstahik kılan kabahatin şer’a tahsisi bir fiilin ik a’veya adem-i ik a’ının üzerine ik a ba istihk a k ancak şer’le bilinip gayrisinin medhali olmadığından dolayıdır. Akli kısmının akla tahsisi de umurda acilen olan mefsedet veya maslahat nazar-ı akl ile bilindiğindendir. Örfi kısmı ise ef’al üzerine terettüb eden medh veya zem örf ile tebeyyün ettiğindendir. Bu üç şeyden birincisine mübaşir olan fasık ikincisini Binaenaleyh kabayih-i selase-i mezkureden hiç birisini hayanın imandan bir şu’be bulunduğuna şüphe yoktur. ”Namus kaygısı olmadıktan Allahtan korkmadıktan kuldan utanmadıkkadar fena bir şey olduğunu pek güzel göstermektedir. Hayasızlar yukarıda bildirdiğimiz vechile ya fasık ya olan bunu kabul edemez. Hükemadan bir zat demiştir kemada hased nisvanda hayasızlık hadd-i zatında birer kabiha iken bunlarda bulunmasıyla akbah olurlar. Evet hadd-i zatında kabih olan hayasızlık nisvanda bulunur ise akbah oluyor. Zira bir kadının tarz-ı telebbüsü ahval ve etvarı adab-ı İslamiyyeye muhalif olur ise mucib-i ikab olduktan başka fikr-i selime gayr-ı mülayim ve fesadı mucibdir nas indinde de zemmi müstelzimdir. Bu cihetle şer’in aklın örfün tecviz etmemesinden bu haller akbah olurlar. Hiç şüphe yoktur ki İslamda emr olunan şeylerin en mühimlerinden olan haya muhadderat-ı İslamiyye için Tesettür ise saçları dahil olduğu halde vücutlarını zinetten ari calib-i şehvet olmayacak bir libas ile örtmeleridir. Bu hükm-i şer’i muvafık-ı hikmet olduğu gibi bir çok mesalih-i ictimaiyyyeyi de muhtevidir. Evvela kadınlar Yb ¹r }Ÿ³ª Y‡s² Y¯ÀÊ ±® _]—‚ YÁoª ą£ªYr ¿ƒsb ­ª ¹ YŠy– ±‡\ ­ª y®Y~ Size yüzlerce teşekkür!... Her saati şu fani dünyanın para ve toprak ganimetleri üzerine şahlana şahlana atılan menfaatleri yatıştırmaya münhasır Londra seyahatimizde bize his ve ahiret gününü yalnız siz yaşattınız kardeşler... Bankaları mağazaları siyasethaneleri örtülüp parkları ve kiliseleri dolan koyu bir Iseviyyet diyarında pencere gibi bize müessir bir müslüman serinliği verdi. laştıkça renkleri açılan bir birbirinin taş cismine yapışık durmaktan usanıp da kaçmış gibi çamlıklara seyrek seyrek gizlenen güzel sayfiyeler arasında heyecanımızı size uçurdu. Emin olun yüzlerce şapka arasında yeşil ve solgun sarığı siyah omuzuna gümrah bir kadın saçı gibi dökülen esmer ve mütevazi’ müezzininiz bize bu sayfiyelerden tabiatin taze yeşilliğinden daha güzel göründü. Zira onda yabancı bir alemin bütün garibliğini munisleştiren bir sihir vardı. O sihire hayran oldum. Gerçi yanınıza zaferimizle değil fakat kalbimizle geldik. Ve kalbimiz eminim bir türlü nihayete ermeyen nikbetinize hiç olmazsa bir teselli verebildi. Etrafımızı ceviz renkli tenlerinin üstünde abanoz gibi parlayan saçları siyah kehribarları andıran iri gözleriyle larında nebiler tarihinin kudsi manzaralarını hatırladım. Siz ve biz gökden inen son dinin mağlub nesilleriyiz. Şu gördüğümüz taş binaların demir teşkilatının tahtadan ve ziftten sokaklarıyla içleri ipek yemek para ve raht dolu haşmetli evlerinin azametini korumak için sizi ve bizi karartmaktan başka çare göremeyen bir diyarda bir birimize ne kadar can yoldaşıydık!.. Size İslam kadınlara tabii ve gayr-ı ihtiyari olarak kendisinde bir temayül hasıl olacağı bilahare zevcesini ta’rifi na-kabil bir azab-ı vicdaniye duçar edeceği bu suretle beynlerindeki rabıta-i muhabbeti saadet-i aileyi esasından mahv eyleyeceği derkardır. Bu mahzur aynen zevce hakkında dahi caridir. settürü emr etmiş ve mücmelen yazabildiğimiz mehazire binaen kendisine ikab terettüb etmesiyle şer’an bu hal hiçbir fikr-i selime mülayim olmayacağından aklen mucib-i zem olmasında şüphe olmadığından örfen kötü görülmüş; bu vechile hayasız olanlara müfsid mecnun ebleh namı verilmiş bu gibi hayasızlıklardan mücanebetin şeref-sadır olmuştur. uğuruna kan tüketme raddesine gelen bizler halasınızın solgun güneşi gibi bakıyordunuz. Biz sizden sönükleşen Düz yollardan bahçenize melul bir meserretle girdik. Bir İstanbul türbesi kadar bile büyük olmayan küçük mescidinizde Hindin hülyalı nakışlı ve oymalı mi’marisinden ne derin izler vardı! Fil dişleri üstünde bile tekrar etmeye doyamadığınız nazirsiz Taç Mahalinizin sanki Londraya aks etmiş bir solgun gölgesiydi. Kapı kemerlerinin üstüne gülümseyerek raks eder gibi bir zarafetle işlediğiniz firuz renkli nakışlar güneş ve hayal beldeleri için ruhumuzda hasretler uyandırdı. Bir miğferi andıran solgun kubbenin dört köşesine koyduğunuz küçük başlıklı kuleler ve aralarındaki tırtıllı müsellesler Delhi Lahor Keşmir gibi yalnız isimleri bile insana ziya hararet ve efsane diyarlarından lezzetler duyuran bir mahiyet ihtiva ediyordu. Ne iyi ki bu mini mini cevherin etrafına ağaçlardan yeşil bir sur çevirmişsiniz. Zira yalnız kuşların söyleştiği avluya serpilen ince fıskiye burasını bir şark masalı tasvirine büsbütün benzetiyordu. Kalın ağır İngiliz semasının altında küçücük mescidiniz ve halim sükunu şüphesiz din ü diyar hasretinizi avutan bir murakabe köşesiydi. Bize yürekten dosttunuz. Sıcak ve keskin renkli şallarınız gibi baharlı yemekleriniz ışıklarınız gibi keskin ve dağınık lisanınız bizden olmamakla beraber ne kadar bizimdi ve bize çok mütehassirdiniz! Hanlarınız mevlevileriniz tabaklarımıza bol yemekler taşıdı. Aşçınız bile soğuk ve resmi garb teşrifatını aşan bir deruni incizabla bize bir mukaddes iklimin nadir hayalleriymişiz gibi kapı arkasından gizli ve ürkek bakıyordu. Gerçi Sultan Ahmed’in narin minarelerinden şu fıskiyeniz gibi yerlere serpilen müezzin seslerine benzer güzel sesiniz yoktu. Fakat olsun havasını çan sis ve - - ayırmaya çalışan şu maddi yolun üstünde sana kaç yerde hala bin üç yüz yıl evvelki taravetinle rast geldim onun için her gün biraz daha fazla senin olduğumu duyuyorum. Sen en büyük kuvvetsin: Ey kamu düşmüşlere sen dest-gir Yarım asır evvel Gladiston’un Kur’anı göstererek bu kitap yer yüzünden kalkmadıkça rahat etmeyeceğiz! diye bir batıl kin güttüğü şehrin yanı başında seni bu kadar zinde gördüm. Biz mağlubları bir ruh galebesinin huzurunda bir araya toplayan elini nihayetsiz kudret ve şefekatiyle bugün göğsümde hissettim. Maarif Vekili Hamdullah Subhi Beyefendinin — Evkaf Mekteplerinin seddi belki tarz-ı tatbiki i’tibariyle bir hatadır. Fakat maksad ve görüş nokta-i nazarın re vahdet-i emr lazımdır. Bütün mektepler ancak ihtisas mesleklerine göre programlarında fark gösterebilir. Fakat memleketin iki programlı ibtidaileri olamaz. Memleketin bütün mektepleri hükumetin çizdiği yol dahilinde çalışmaya mecburdur. — Şehir ve köy mektepleri Tedrisat-ı İbtidaiyye kanununun metninde ve tatbikinde irtikab edilen hatalardan doğmuş bir mes’eledir. Bunun halli için yeni bir kanun teklif etmekteyim. Halk maarif için pek çok para veriyor. Bunun mühim bir kısmını diğer maksadlar için kullanıyorlar. Bir kısmını da köylerin aleyhine olarak kasabalar ceğimiz kanun köy mektepleri mes’elesini mihaniki ve kendi kendine işleyebilir bir intizam altına alacaktır. — Halkın mekteplere karşı rağbetsizliği elde edilen neticenin çocuğu köyünden ailesinden ayırması yabancı bir hale getirmesi; diğer taraftan da aile maişetini san’atını ıslah edecek takviye edecek tecrübi ma’lumattan mahrum bırakmasıyla izah edilmelidir. duman dolduran bir şehirde bizi bize bir yürek nidasıyla siz duyurdunuz. Ka’be örtüsü gibi simsiyah kubbesinin altında rengarenk porfirleri hatırlatan içerlek mihrabına karşı bir küçük cemaat toplandı: Hindlilerden Mısırlılardan Sudanlılar dan ve ... Ya Rabbi hala inanamıyorum İngilizlerden mürekkeb bir cemaat... Bir İngiliz na-mizacvari şivesiyle k a met aldı. Vücudu şatosundaki müreffeh kanapelerde dinlenen beyaz saçlı bir lord Anadolu halısına bizimle birlikte alnını koydu. Sakalı göğsüne düşen bir ihtiyar etti. Bu namaz müstesna bir ruhaniyeti haizdi. Lordun din-i Isa’daki teslise muarız olarak söylediği hitabe insana bir mu’cize ra’şesi veriyordu. Dedi ki: Din-i Muhammed’de cennetin anahtarı papas isimli bir komisyoncunun belinde asılı değil her mü’minin kendi elindedir. yoktur. Bekir Sami Bey’in g a yet fasih Farisiyle irad ettiği nutku bütün Hindliler her kelimesinde keramet münderiç bir kelam-ı kibarmış gibi can kulağıyla adeta ezberlediler. Asıl en büyük harika mektep me’zunu g a yet münevver bir zencinin bu cemaat huzurunda ihtida etmesinde oldu. Anatole FranceTaisinde gizli hıristiyan dini kullanan bir Numyalı halayığın eizze sırasına nasıl geçtiğini heyecan ve belagatle tasvir eder. Önümüzdeki ateşin siyahinin ise: “Iseviyyeti gördüm. Bütün hayatımda yalnız ona inandım. Fakat artık İslamın ışığı gönlümü çok kamaştırıyor. En doğru ruh yolu onu buluyorum. Ve ona hepinizin huzurunda ebediyyen giriyorum.” demesi Tais’deki levhayı adeta solgunlaştırdı. Ya Rabbi! Yirminci miladi asrının bir gününde mi yaşıyorduk yoksa Asr-ı Saadet tarihini mi tekrar ediyorduk? Octave Mirbeau’nun Felemenk’te bir rıhtımda gördüğü misyoner aklıma geldi. Gramofon sandıklarının üstünde oturmuş gemi bekliyormuş. Afrika ahalisini Isevileştirmek Nasraniyet mu’cizesi diye gösterip cahillleri hak dine çağırmaya gidecekmiş. İşte gözümüzün önünde bir Afrikalı ki o mu’cizeyi fabrika metaında değil fabrikalar ve maddi harikalar payitahtında yaşadığı halde yalnız kalbinden doğan ışıkta bulmuş uyuşuk halde bırakılmak bütün gösterdi. Ya Muhammed! Felsefesi kitapları ve yaşayışları fani asrının çocuğuyum. Asrın bütün inhimaklerinden bütün zaaflarından benim de hissem var. Fakat beni benden CİLD - ADED - SAYFA çok tahsil görmüş pek çok adamlarımız var. Rumeli’de Suriye’de ve Arabistan’da gaib ettiğimiz topraklardan gelmiş ve gelecek muallimlerimiz var. Hususiyle tedrisat-ı kadınlarımıza tevdi’ edilmelidir. Çocuk kadından daha tabii daha mükemmel bir mürebbi bulamaz. Bu fikri Amerika gibi tecrübe etmiş olan memleketler bizi aynı yolda teşci’ eden bir misal teşkil eder. Eğer kadınlarımızın yabancı köylere gidemeyeceğini ve erkeklerimizin aynı yerlerde vazifelerini ifa etmeleri daha kolay olduğunu nazar-ı dikkate alırsak milletin kadın kısmından en feyizli bir sahada istifade etmek için büyük bir imkan hazırlamış oluruz. senesi zarfında yeniden açacağımız üç büyük daru’l-muallimin ve üç büyük daru’l-muallimat hoca yetiştirmek için mevcud müesseselerimizin adedini arttırdığı gibi keyfiyetini de takviye edecektir. Bir de Tedrisat-ı İbtidaiyye kanununda vücuda getirdiğimiz ta’dilat meclisimiz tarafından tasvib edilirse şimdiye kadar olduğu gibi ibtidai mekteplerinin şu veya bu köyde açılması idare adamlarının zevk ve takdirine bırakılmış bir mes’ele olmayacaktır. Aded-i nüfus esas ittihaz edilecek en kalabalık köylerden başlayarak seneden seneye bütün bir liva dahilinde çoktan aza inmek gibi bir tedric ta’kib edilerek bütün köylerin bir mektebe malik olmaları te’min edilecektir. Mihaniki bir intizama malik olan bu esas Bulgaristan’da en büyük muvaffakiyetle tatbik edilmiştir. Bu suretle daima büyük merkezlerin lehine olarak masarıf-ı mecburelerini ve hisse-i maariflerini te’diye eden ve kendilerini hiçbir zaman mektebe malik olmayan köylülerimiz mektep için verdiklerini muayyen bir müddet zarfında mektep olarak alacaklardır. Dahiliye Müsteşarı Re’fet Bey Eskişehir Mutasarrıflğı’nda bulunduğu esnada arz ettiğim fikri tatbik etmiş ve usulün basit olduğu kadar ve kat’i kat’i olduğu kadar da ameli bir esas olduğu bit-tecrübe sabit olmuştur. — İzci teşkilatı Anadolu’da zeval bulmuştur. Bu teşkilatın aileleri bir takım zaid masraflara soktuğuna dair sarih bir fikrim yoktur. Yeniden ihyası sırası geldiği vakit masraf kısmını mümkün mertebe tahfif faydalı olur. — Giresun’da son iki ay zarfında üç leyli ibtidai açılmış ve bunların müdirleri buradan gönderilmiştir. Bir de yetimlere mahsus olmak üzere pek mahdud birkaç mektebimiz vardır. Beş leyli sultanimizin ibtidai kısımları da leylidir. Fakat mecmu’ nazar-ı dikkate alınırsa denilebilir ki bütün Anadolu’da ancak on leyli ibtidaimiz vardır. Devamlı muharebelerin ortada kimsesiz bakımsız bıraktığı yüzbinlerce yetim evladımız hükumetin hima- — Mekteplerde siyaset için yer yoktur. Mülki mekteplerde hatta terbiye ve etvar-ı askeriyye için de yer yoktur. Mektep kamil bir insan yetiştirir. O meslek-i siyasisini sonra bizzat intihab ve kabul eder. Hatta mülki mekteplerimizde yetişen çocuklara terbiye-i askeriyye vermek de bir hatadır. Biz ruhu ve dimağı olan gençler yetiştirelim. Onlar pek kısa bir emekle derhal terbiye-i askeriyyeyi alabilirler. Büyük muharebelerde Amerikalılar bunun en güzel misalini gösterdiler siyaset için de böyledir. Mekteplerde siyasi cereyanlara asla mahal verilmeyecektir. Bu yolda telkinatta bulunan muallim ve muallimeler şiddetle tecziye edilirler. tazam esaslara istinad etmemesinden ve muhasebe-i hususiyyeden maaş alanlar da evvelce zikr ettiğim mahzurdan maada maaşlarının çıkmamasından müteezzi ve münkesirdirler. Tedris ve terbiye vazifesini der’uhde etmiş kimseleri idare adamlarımız ve memleket; kesb-i istihkak ettikleri hürmet ve i’tibara layık görmüyorlar. Bir maksadı elde etmek isteyenler maksada ulaştıracak vesaiti de istemelidirler. Bu bir hakikattir. Bu vesile ile söyleyeyim ki senesi zarfında muhasebe-i hususiyyeye merkezden seksen bin lirayı mütecaviz bir yardımda bulunulmuştur. Fakat bu da kafi değildir. senesi Maliye Vekaleti ile aramızda hasıl olan i’tilaf üzerine yardımın lisi bütçelerimizi tasvib ettiği takdirde senesi zarfında ibtidai ve kısmen tali tahsil veren muallimlerimizin maaş mes’elesi tamamen hal edilmiş olacaktır. Hususiyle masarif-i mecburenin bütün halka teşmili yalnız müslüman kısma yüklenmiş bu vergiyi daha az mehsus bir hale getirecektir. İntizam-ı maişet muntazam merhalelere taksim edilmiş terakki devirleri merkezin bütün teşkilat ile daimi münasebeti ve hükumetin maarif erbabına göstereceği i’tibar meslektaşlarımın göstermeye muvaffak oldukları fedakarlık ve sebat kabiliyetini takviye edeceğine tamamıyla mutmainim. — Anadolu’da kırk beş bin köyümüz var. Her dört köye bir tek muallim göndermek esası kabul edilse on bin küsur muallime ihtiyacımız derkardır. Halbuki elde mevcud muallimler beş bini tecavüz etmiyor. Bir de liva ve vilayet merkezlerinde bir muallim temerküzü mevcud olduğu nazar-ı dikkate alınırsa bu kadar köy için geriye ne kadar muallim kaldığı tasavvur edilebilir. Mevcud muallim mikdarını kolaylıkla iki misline iblağ etmek mümkün olduğuna kaniim. Maişet darlığından muztarib az - - den bir şikayet aldımsa derhal hatayı ta’mir için teşebbüsatta bulundum. Fakat i’tiraf edeyim: Bu k a nunun halkımıza duyurduğu eza ve şikayet bazı idare adamlarının beceriksizliği ve bir kısım ahlak düşkünlerinin zaafıyla pek çok alakadardır. Anadolu’nun pek mühim bazı noktalarında görüldüğü üzere masarif-i mecburenin tedrisat-ı cuddur. Bu salaha doğru bir haber-i beşarettir. Hülasaten diyeyim ki: Şuuru uyandırılmış bir nesil muntazam maişet ameli tedrisat merkezle bütün teşkilat arasında sıkı ve devamlı münasebet yeniden yeniye kıymetli anasırı maarif teşkilatına idhal etmek memleketi alakadar eden te’lifat ve neşriyat edebiyat tıb ve hukuk medreselerine aid ilk kürsülerin ihdası harsi ve bedeni faaliyet-i tezyidiyye birkaç kütüphane. İşte bu sade fakat mühim maksatlar senesi zarfında Maarif Vekaletinin hedeflerini teşkil edecektir. yet ve vesayetine muhtaçtır. Alaiye’ye vakı’ olan son seyahatim esnasında Selçuk Kalesini ziyaret ederken peşimde benimle beraber yürürken yirmi yedi çocuktan üç tanesinin babası vardı. Bütün diğerleri muharebelerde zayi’ olmuş şehidlerin çocukları idi. Yazık ki maarifimizin çok dar bütçesiyle bu acil ihtiyaca karşı gelecek teşkilatı senesi zarfında yapamayacağız. — Mecburiyet-i Devam K a nununu tatbik edeceğiz. de mecburiyet-i devamı tatbike imkan yoktur. Fakat nerede mektep ve muallim varsa mutlak orada tahsil-i ibtidai mecburiyetini infaz edeceğiz. — Masarif-i mecbure herkesin servetine göre taksim ve tevzi’ edilir. Bunun tatbik a tında su’-i isti’malat irtikab edildiği ve fakir kısmın yeniden ezilmesine bir vesile olarak kullanıldığı muhakkaktır. Emin olabilirsiniz ki nereKitabi üç din vardır: Yahudilik Hıristiyanlık Müslümanlık. Bu gün Yahudilik mütemessiklerinin miktarı pek az olmak cihan siyasetinde mühim bir mevkı’ tutmamak dolayısıyla mevzu’-i bahs olmaya değmez. Hıristiyanlıkla Müslümanlığı nazar-ı dikkate alıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki bu günkü Hıristiyanlık Hazret-i Mesih’in vaz’ ettiği din değildir; kitabi dinlerin esaslarını münkir bir dindir. Bununla beraber bütün dünyada ki büyük ehemmiyeti haizdir. Hıristiyanlıkta her ferd dini hususlarda daima bir rehbere bir kondüktüre muhtaçtır. Rahibsiz hiçbir iş olamaz. Bundan dolayı rahiblik bir sınıftır. Hıristiyanlıkta bir kilise bir Klerce-Ruhbaniyet vardır. Rahibler ferdlerin vicdanlarına hakimdirler. Rahiblerin dediğinden başka türlü düşünmek hissetmek dahi bir günahtır. Kurun-ı vustada baştan başa kurun-ı ahirede ise hemen hemen yakın zamanlara kadar ruhbanlık ilmi düşüncelere bile karışmaktan geri kalmamıştır. Sırf uhrevi olmak lazım gelen vazifelerini tecavüz ederek dünyevi etmeye çalışmışlardır. Garbda Hıristiyanlığa karşı yükselen isyan hissi pek tabiidir; kilise ile devletin ayrılması için ne fedakarlıklar sarf edilmiştir. Devletlerin nasutileştirilmesi Laisize asırlarla mücadelelerin neticesi olabilmiştir. Devlet işlerinden ruhban nüfuzunu gidermek için halışanlar harbden sonra rahiblere yeniden kıymet verilmeye başladığını gördüler. da ruhbanlık yoktur. Rahib sınıfı gibi bizde bir hocalar sınıfı teşekkül edememiştir. Vakıa hocaların birbirlerine karşı mesleki bir tesanüdü olduğu hissedilebilir. Fakat bu tesanüd taazzi etmemiş ehemmiyetli bir amil olacak kudreti kazanmamıştır. racaat ederek istifta eder; bilmediği şeyleri sorup öğrenebilir. Din alimi olmak için mutlaka sarıklı cübbeli olmak lazım gelmez. Ulema-i dinde nice cahiller sivil kıyafetinde nice alimler vardır. lamda ferdin vicdanına tahakküm yoktur. Hıristiyanlıkta papasa günah çıkartmak gibi fikri hissi hürriyeti değildir. Herkesin zahirine bakılır; görünüşte müslüman olan kimsenin batınındakine kimse karışmaz; münafığı yalnız Allah bilir cezasını da o ta’yin eder. CİLD - ADED - SAYFA tepleri ıslah etmek ihtiyacındayız. Kimse inkar edemez ki mekteplerimizin ibtidai tali kısımlarında din dersleri okutuluyor. Programlara kitaplara bakılırsa bu kadar çok ma’lumatı en mutaassıb kimseler bile kafi değil hatta fazla görebilirler. Tedrisatın ehemmiyetle ta’kib olunduğuna da imtihanlarda ki sarıklı mümeyyizler şahid gösterilebilir. Bununla beraber kimse mekteplerden memnun değildir. Bu memnuniyetsizlik hem dini terbiyedeki tereddiden hem de tedrisin ameli bir kıymeti olmamasındandır. Mekteplerde Kur’an ilm-i hal okutulmadığından namaz kılınmadığından bahsedenler bazı mahaller bazı mektepler istisna edilirse haklı değillerdir. İbtidailerde Kur’an tecvid ilm-i hal talilerde hatta fıkıh ilm-i kelam okutuluyor; ne çare ki yine çocuklar dini bir duygu ile yetişmiyorlar. Dinimiz hiçbir vakit ma’kulatı inkar etmiyor; hiçbir vakit ilmi mutaları reddeylemiyor. Bilakis ilmin her nev’ine büyük kıymet veriyor. İlmi müşrik diyarı olan Çin’de bile aramaya bizi me’mur ediyor. Zaten ilim akla din kalbe hitap eder. Allahın işi akıl terazisiyle ölçülemez fakat kalble hikmeti sezilir. Mekteplerde zorla namaza sevk olunan çocuklar duymadan sevmeden istemeye istemeye yatıp kalkıyorlar. Mekteplerimizde namaz var fakat bu namaz değil belki cebri bir cimnastiktir. Ma’lumdur ki terbiye bir iş tedris bir alettir. Mekteplerde dini tedrisat dini terbiyenin aleti olmak lazımdır. Dini terbiyedir ki dini seciyeyi ibda’ eder. İşte mekteplerimizde dini tedrisat bu esasa göre yürütülmüyor dini terbiye tamamıyla mühmel kalıyor. Bana misyoner mekteplerinden örnek almamızı söyleyenler bulunur. İddia edebilirim ki Müslümanlık misyonerliğe muhtaç değildir. On asır zarfında İslamın terakkisi misyonerlik gibi dini teşkilat dini propaganda ile mi oldu? İslamların dini ahlaki faziletleri aynı zamanda medeni faaliyetleri dinlerinin kuvvetlenmesi daha fazla Onun için mekteplerimizde dini terbiyeyi dini tedrisatı yoluna koymak çocukların akıllarını ilimlerle kuvvetlendirirken kalblerini de dini duygularla müteheyyiç kılmak lazımdır. Mekteplerimizi harsi hususlarda garba benzetmekten şimdiye kadar hep zarar gördük; bundan sonra ise bu zararlar telafisi kabil olmayacak derecede ziyadeleşecektir. Dinimiz harsımızın en çok kuvvetli en baştaki bir rüknüdür. Laik ta’birinin Müslümanlıkta yeri yoktur demiştim. Zaten laik demek dinsiz demek değil; gayr-ı Dünyevi işlerde hakkullaha hakk-ı ibadullaha dokunmayan ahlaka mugayir olmayan her iş mubahtır. rinde cemaati mukteda-bih kılmıştır. El-hasıl Müslümanlık Hıristiyanlıkla kıyas edilebilecek bir din değildir. Ruhbanlık nüfuzunu te’yid etmek artırmak hususunda mekteplerden çok büyük istifade etmiştir. Garbda asırlarca mektepleri ruhbanlar idare ettiler. İnkar edilmez ki kilise terbiye işlerinde hayli tekamüller göstermiştir. Bu noktadan terbiye ilmi ruhbanlığa borçludur. Kızların terbiyesine dair zamanına göre pek mükemmel bir eser yazan Fenelon bir rahipti. Terbiye tarihi meşhur terbiyeciler miyanında bir çok rahipler zikr eder. Misyonerler dünyanın her tarafında Hıristiyanlığı neşr için işitilmemiş fedakarlıklar sarf ederek mektepler açarlar. Bizdeki Firer mekteplerinin bir zamanki ehemmiyetini kim inkar eder? Halbuki bizde ilk irfan müesseseleri medreselerdi ki bunlarda münhasıran din dan başka bir şey değildi devletin her türlü işlerinde medreseliler kullanılırdı. Rüşdiyelerin teessüsünden evvelki sıbyan mekteplerimizin ne halde olduğunu da çoğumuz biliyoruz. Mesela Ankara’da hala bu mekteplerin artık büsbütün tereddiye uğramış şekillerini görebilirsiniz. Bunları ulema sınıfından zatlar idare etmezlerdi. Hemen hepsi vakıftı. Çocuklara öğle yemekleri bile verilirdi. Hala Perşembe günleri talebesine zerde pilav veren vakıf mektepler vardır. Fakat dikkat edilirse bu mekteplerin birer müessese tarafından idare edilmediği belki ferdi teşebbüslerle hayır-perverlikle meydana geldiği görülür. Teceddüd dediğimiz şey Tanzimattan sonra memleketimize girmiş fakat halkın vicdanına bir türlü temessül edememiş bir cereyandır. Bu cereyan sıbyan mekteplerine yeni tarz elif-balar kıraat kitapları tarih coğrafya hesap dersleri şeklinde girdi. Rüşdiyeler i’dadiler çok sonra zuhur etti. Yeni şekil ibtidailerin sultanilerin rin şekilleri hep garbtan bilhassa Fransa’dan alınmıştır; fakat teessüfe şayandır ki hiç birinin ne harsi ne ameli bir kıymeti yoktur. Bunlar bize ruhu bozuk imanı sarsılmış surlar yetiştirdi; şimdi ise hiçbir şey yetiştirmiyor. Bundan anlaşılabilir ki mekteplerimiz bir buhran devri geçiriyor. Birçoklarımızın irtica’ diyebileceği bir tarzda mekCİLD - - Dün sabah Üstad ber-mu’tad çayı demlemiş tefekküre dalmıştı. Semaver galeyan halinde idi. Bardaklar evvelce yıkanmış kurulanmış Üstadın önüne getirilmişti. O sırada odanın kapısı vuruldu. Buyurun dedik kapı açıldı. Baktık bizim aşina-yı kadim Yusuf Akçura Bey selam vererek içeriye girdi. Elinde bir paket çay olmak üzere Üstada takdim etti. Üstad teşekkür etti: – Yusuf Bey tam zamanında geldiniz. Çayımız demlendi. Sana bir Tatar çayı içireyim. – İyi ama Tatar çayı böyle tam takır olmaz. Onun bir çok tevabii olur: Pastalar reçeller ... – Evet bizim serseri Abdürreşid’in evinde görürdük; öyle idi. Biz de ona benzeyecektik fakat nasib olmadı. Ekmeğimiz var isterseniz pasta yerine onu getirelim. – Hay hay! Sizin ekmeğiniz pastadan da lezzetlidir. Menzil-i maksuda vasıl olmak için ayrı ayrı yolları tutan bu iki yolcu ara sıra böyle birleşirler. Ve o zaman yorgunluklarını karşılarına çıkan mevanii müşkilatı yekdiğerine anlatmaya başlarlar. Yusuf Bey’in Üstada çok muhabbeti vardır. Üstad da onu sever. Ve böyle uzun yollardan yorgun gelmiş gördükçe ona Tatar çayı yapar onun yorgunluğunu izaleye çalışır. Yusuf Bey de vefakardır Üstadı unutmaz. Mesela Medine’ye gitse oradaki samimi duygularını Üstada bildirmeyi bir vazife addeder. Büyük bir camii ziyaret etse hoş bir Kur’an sesi dinlese derhal Üstadı hatırlar ve nerede olsa bir hasretname yetiştirir; hislerini döker. Bu gün de dergahı ziyareti o muhabbet ve vefakarlığın sevkıyledir. – Yusuf Bey seni görmeyeli sakalın epey ağarmış! – Evet zaman ağarttı. Yoksa o kadar ihtiyar değiliz. Çok meşakkatler çektik. Bu tevkifhanelere düştük. Nihayet garb devletlerini de İstanbul’da gördük. Payitahtımız çiğnendi; hakimiyetimiz yıkıldı. Bu derdler bizi vakitsiz kocattı. – Evet biz Fatihlerin Selim’lerin vefasız evladı yadigar-ı ecdadı yaşatamadık. Türlü türlü çılgınlıklarla türlü türlü tefrikalarla koca saltanatı bu elim hale getirdik. Şimdi burada yıkılan tarumar olan o bünyan-ı muazzamın enkazını derleyip toplamaya çalışıyoruz. – Ümidiniz nasıldır? – Ben hiçbir zaman nevmid değilim. Azim ve iman olduktan sonra muvaffak olacağımıza şüphe yoktur. Bir sene evvelki halimizle bu günü mukayese edersek azmin kusuru bizde milletin rehberlerinde görüyorum. Milleti birbirine düşüren milletin ruhuna ümidsizlik aşılayan onu aykırı yollara sürüklemek isteyen hep bizleriz. Biz ruhani daha doğrusu gayr-ı ruhbani demektir. Bizde ruhbahlık olmadığına göre laik kelimesinin de yeri olmamak lazımdır. La-dini ta’birinin mukabili laik değil “Arolojimyo?” olmak gerektir. Bilinmek lazım gelen pek ehemmiyetli bir mes’ele vardır ki Türkiye devletinin bir İslam devleti olduğu bütün dığıdır. İslam devletinin maarifi de harsen islami olmak zaruridir. Bu esası kabul ettikten sonra mekteplerde dini terbiyenin dini tedrisin iyi bir tarzda idaresine kimsenin bir şey demeye hakkı olabilir mi? Yine bu esasa ibtina ederek medreselerin Daru’l-Fünun İlahiyat Şu’besi vaiz hatib imam hafız yetiştirmek için birer ihtisas medresesi olmaları lazım geleceği söylenemez mi? Fakat bizce burada matlub olan şey mekteplerde dini terbiyenin dini tedrisin ilmi bir tarzda idaresidir. Mekteplerimizde mevcud olmayan budur; halkın mekteplerden şikayetini istilzam eden de budur. Müslümanlık madem ki sınıf gayretine istinad etmiyor madem ki müslim kavimleri bir birine kardeş yaparak İslami beynelmileliyet vaz’ ediyor. Madem ki başka dine salik olanlara karşı kin besletmiyor öyle ise başka dindeki kavimlerde gördüğümüz kara taassubun olamaz. Bu gün taassub sahibi gördüğümüz kimseler dar bir zihniyetle dinine merbut olanlardır. Fakat mekteplerimizde dini terbiyeyi dini tedrisi hüsn-i idare edecek olursak o vakit müslümanlar arasında taassub beliyyesini kalbinde taşıyacak kimse kalmayacağına emin olmalıdır. Bugün halkta gördüğümüz taassub şeklindeki hissi ictimai vicdanın gayr-ı milli cereyanlara karşı olan bir aksülameli telakki etmek pek doğrudur. Bu aksülameli tevlid eden sebebleri ortadan kaldırdınız mı halkın mekteplere karşı olan vaz’iyetinin tamamıyla değişeceğinde şüphe etmeyiniz. Dini terbiye dini tedris mes’elesi dar bir kafa ile indi düşüncelerle halledilemez; ilmi usullerle nazar-ı dikkate alınmadıkça bu mes’ele hakkında söylenecek sözlerin bir kıymeti olmasa gerektir. Dini hissiyatı zinde milli vicdanı temiz olan ve halk içinde hatta en dinsiz milletlerde dini aksülamellerin tekrar yüz gösterdiği bir zamanda dini terbiyeyi dini tedrisi keyfiyettir. Binaenaleyh mekteplerde dini tedrisatın çok ma’lumat vermek suretiyle değil dini çok duyurmak çok sevdirmek suretiyle idaresini düşünecek bu husustaki esasları tesbit eyleyecek zaman gelmiş de geçmiştir CİLD - ADED - SAYFA ufak parçaları yazıyorum. Bakalım inşaallah Ramazan’dan sonra uzun günlerde belki ikmale muvaffak olurum. Siz bu kitabı yeni mi yazdınız? – Mekteb-i Harbiyye’de verdiğim tarih-i siyasi notlarıdır. Geçen sene yazıyordum. Bu kısım şark mes’elesinin medhalidir. Bazı parçaları okuyayım: “Deriyo’ya göre: Şark mes’elesinin mahiyeti ehl-i Sultan Mehmedin İstanbula ayak basmasıyla değil Nebi Muhammed’in dünyaya ayak basmasıyla hadis olmuştur. Bu cihetle şark mes’elesi İslam mes’elesi demektir. etti.” “Şark mes’elesi hıristiyan Avrupa akvamının müslüman şark akvamını iktisadi ve siyasi nüfuz ve hükmü altına almak maksadından tahassul eden mesail-i tarihiyyenin mecmuudur.” “Türkler alem-i İslamın işbu iki cebhesinde yani garb ve cenub cebhelerinde Bizanslılardan başlayarak her türlü hıristiyan akvam ile on asırdan fazla bir müddet çarpıştılar ve el-yevm çarpışmaktadır. Bu nokta-i nazardan denilebilir ki İslam ve Nasara alemleri beyninde ve alelhusus Türklerle hıristiyanlar arasında bir “Bin Sene Muharebesi” devam etmektedir. Şark mes’elesi bu bin sene harbinin cihet-i siyasiyyesidir.” “Hıristiyan dünyası alem-i İslamı arkadan kuşatmak lamışlardı; miladide Amerika’yı keşf eden ve insaniyete medeniyete hizmet maksadıyla hareket ettiğini zannettiğimiz Kristof Kolomb garptan giderek Hind’e vasıl olmak ve bu suretle “İslamı arkasından vurmak beşiğinde ezmek istiyordu.” “Ruslar şimalden Türk ve müslüman hükumetlerini yaylasının şimal yamaçlarına geldikleri zaman cenubtan çevirme yapan İngilizler de aynı yaylanın cenub yamaçlarına vasıl olmuş bulunuyorlardı: Hıristiyan alemi tamamen kuşatmış demekti. Bununla beraber merkez cebhesi Hilafet-i İslamiyyeyi de haiz Osmanlı saltanatı ma’ruz kaldığı mütemadi taarruzlara gittikçe sıklaşan mağlubiyetlere hatt-ı ric’atin kesilmiş olmasına hıristiyan tebeasının kıyam ve isyanlarına müslüman ahaliden bazılarının hıyanetlerine rağmen vazifesini ifada kendi mıntıkasını kahramanane müdafaada devam eder. Yirminci asr-ı miladi hulul ettiği halde henüz Osmanlılar Avrupa’dadır. İşte bu kuvvetli cebheye edilen mütevali ve müteselsil taarruzata müteallik mesail-i siyasiyyedir ki mahdud ma’nasıyla asıl şark mes’elesini teşkil eder. ne vakit aramızda vahdet gösterir milleti hak yoluna da’vet edersek o derhal mütabeatta kusur etmez her fedakarlığı ifaya şitab eder. Gördüğünüz muvaffakıyetler hep bu vahdetin asarıdır. Eğer ifrat ve tefrite düşmekten eski çılgınlıklara ihtiraslara kapılmaktan nefislerimizi sıyanete kadir olabilirsek hiç şüphe etmem ki milletimizin edecektir. – İyi ama bu halkın cehline nasıl bir çare bulacağız? Bunu san’at sahibi etmenin işini gücünü yaşamasını bilir bir hale getirmenin yolunu nasıl te’min edeceğiz. Görülüyor ki Anadolu’ya hiç bakılmamış. Bu güzel yerleri ma’mur etmek sakinleri için bir vecibe değil midir? – O pek kolaydır. Elverir ki biz onun kolundan tutmak tenezzülünde bulunalım. Yusuf Bey rica ederim söyle milletin hayrı için onun refah ve saadeti için biz ne yaptık da o “İstemem” dedi. Biz İstanbul’da mütemadiyen bir birimizle didiştik durduk. Fakat işte bu gün görüyoruz ki millet namına o fuzuli hareketlerimiz hep lafta kalmış. Memlekette ne mektep var ne san’at! Ne olurdu orada o kadar münakaşalarla vakit geçireceğimize her birimiz Anadolu’nun bir tarafına gelip de küçük birer mektep açsaydık küçük birer san’at ocağı uyandırsaydık. – Vallahi Akif Bey doğru söylersek ben bu gün Anadolu’nun bir tarafında birkaç karış toprak alıp onu i’mar etmek hissiyle mütehassis olarak buraya geldim. Fakat ne dersiniz geçen gün Cura’daki bağlara gitmiştim kendimi yokladım da bu işin öyle kolay olmadığını anladım. Demek ki ona göre yetişmemişiz. – Onda şüphe yok. Hepimizin elden gelen şeyi laftan sözden ibarettir. Bütün okuyup tahsil gören münevverler müstehlik oluyor. Maddi olarak millete hiçbir hayrımız dokunamıyor. Bakınız İstanbul’dan gelenler arasında kaç tane san’atkar vardır? Esasen orada yok ki buraya gelsin. Avrupa’ya bu kadar adam gönderdik. Hepsi ya avukat oldu ya feylesof. Çünkü o kolaydır ve memlekette revaçtadır. Fakat maddi bir san’at elde etmek için terlemek lazımdır ve sonunda da yine işin başına o san’atkar değil ya o avukat ya o feylesof geçecektir. Bahis uzayıp gitti. Çaylar tekerrür eyledikçe bahisler de tenevvu’ etti. Semaver tükenince şiir faslı başladı. Yusuf Bey Üstadın Anadolu’da yazdığı son şiirlerini dinlemek arzusunu izhar etti. Üstad bazıların okudu. – ”Kır Ağasının Rüyası”nı münferid olarak görmüştüm. Şimdi anlaşılıyor bu güzel hikayenin üstü altı da – Çok istiyorum fakat vakit olmuyor ki. Mecliste meş guliyetimiz temadi ediyor. Ara sıra vakit buldukça şu - - Bizi görür görmez şaşaladılar. Bir an için gürültü kesildi. Fakat bir dakika bile geçmeden çocuklar yine civ cive başladılar. Külotlu kalfa hatırı sayılır değneğini aşağı indirdi. Arkadaşıyla beraber yanımıza geldi. Yusuf Bey’in için için hiddetlendiğini anladım. Kalfa bile hissetti de değneği arkasına götürerek saklamak istedi. – Sen kimsin. Bu çocuklar arasında işin ne? – Ben kalfayım. Hocamız aşağı yüze gitti. Çocuklara bakıyorum. – O elinde ki nedir? – Sopa. Gürültü edenler için. – Sen okumak biliyor musun? – Biliyorum. – Ne biliyorsun? – Kur’an-ı Kerim. – Oku bakalım... Kıraetle okumaya başladı. Fakat o kadar yanlış okudu ki.. – Sen hesap bilir misin? – Bilirim. – İki kere iki kaç eder? – Dört. – İki kere üç? – Altı. – Üç kere? – Dokuz? – Beş beş daha? – On. Üçü çıkınca kaç kalır? – Yedi. – Yedinin üstüne dokuz koyunca kaç olur? – Sen nasıl kalfasın? Bir şey bildiğin yok. Yavrucaklardan birisi elinde kağıt parçaları başını yukarı kaldırmış hayran hayran bakıyor. – Oğlum elindeki kağıt parçaları nedir? – Elif-ba. En adi kağıt. En kötü bir taş basması. Yazılar okunmuyor. Kağıdın ensacı kabarmış elinin kirini tamamıyla massetmiş. Kitap dört köşesini sanki fare yemiş de müdevver bir şekle girmiş. – Dersin nerde oğlum? – Burada. – Oku bakalım. Çocuk tangır tungur bir şeyler okumaya başladı. Çin-i Maçin lisanı gibi bir şey. – Yusuf Bey ne söylüyor anladınız mı? Ben anlayamıyorum. – Zaten anlaşılacak şey değil ki. Bunun okumasını ben de bilmem. “Bak tak ... ila ahir” be de ve çe hareke var: Üstün esre ötre. Kaf’da cezm. Hani şu iki harfin kaç türlü okunması ihtimali varsa çocuk hepsini okumak istiyor. Tabii bir şey anlamanın imkanı yok. – Haydi oğlum sen git. Diğer birine sen ne okuyorsun oğlum? – İlm-i hal. O sırada Çat! Diye bir ses kulağımıza geldi. – O ne? – Bir şey değil. Kalfa çocukları döğüyor? – Oku bakalım. Çocuk bir şeyler mırıldanmaya başladı. Kulağımızı verdik. Yine o Çin-i Maçin lisanı. Hatırımda kalan birkaç kelimesi: bir takım anlaşılmayan sözler. “Şark ve İslam siyasetinin ikinci merhalesi -ki ağleb-i müteakıb tasavvur olunmuştur. Selçuk sultanlarının bir zamanlar kısmen te’min ettikleri şark-ı İslami vahdetini husule getirmek olacaktı. İki an’ane-i Selçukıyyeden birisini Şarki Roma İmparatorluğuna hakim olmak gayesini zaten te’min etmiş olan devlet-i Osmaniyye ikincisi an’ane-i Selçukıyyeyi Hilafet-i İslamiyyeye sahip olmak emelini de kuvveden fiile çıkaracaktı. Sultan Selim saltanat-ı Rumiyyeyi Hilafet-i İslamiyye saltanat-ı İslamiyye haline geçirmek alem-i İslamı tefrikadan kurtarmak vahdet-i İslamiyyeyi muasır bir ta’bir ile İttihad-ı İslamı te’min etmek istemiştir.” Bu suretle edebiyattan saha-i siyasete geçildi. Yusuf Bey Avrupa’nın dessas siyasetinden bizi aldatmak hususundaki maharetinden bahsetti ve dedi ki: – Ben Avrupalıları onların fettan siyasetini bilirim. Muhataplarını ateş karşısında ki mum gibi eritirler yumuşatırlar. O sırada bir misafir daha geldi. Bu bahse o da iştirak etti. Söz uzadı. Bir aralık Yusuf Bey saate baktı: – Geç olmuş. Geleli iki saati geçmiş. Müsaadenizle gideyim. Yine görüşürüz. Dedi. Biz beraber çıktık. Üstad kaldı. Şiirini yazmaya uğraşıyor. Yolda gidiyoruz. Hacı Musa Cami’-i şerifinin yanına geldik. Orada bir çocuk gürültüsü sokağı tutmuş gelip geçenin nazar-ı dikkatini celb ediyordu. – Burası ibtidai mektebi olacak. Girelim bakalım dedik. o kadar müteessir olduk ki ... Zavallı yavrucaklar bazıları yerlere tahtalar üstüne oturmuş önlerinde uzun bir rahle. Bazıları da ayakta kaynaşıyor. Çamur kapı civarında hayli mesafeyi daire-i istilasına almış. Bekar dükkanlarındaki yatacak yerlere benzer genişçe raflar şeklinde merdivenle çıkılır bir yerde kızcağızlar cıvıldıyor. Sağ tarafta künbed gibi bir yer. Orası hoca efendinin mak a mı olacak. Mektebin üstünü altını kenarını köşesini cevelan edebilecek kadar uzun birkaç metre boyunda bir sırık. Hoca efendi aşağı yüze gitmiş: Maaş alacakmış yahud sırık niyabet ediyor. On dört on beş yaşında iki çocuk da ellerinde birer değnek çocuklara harman çevirtiyor. Bu kalfaların birisi elbisesini son modaya uydurmuş: Külot pantolon avcı caketi kalpak... Yalnız çizmeleri eksik. Çocuğun seviyesi hal ü tavrı kalfalıktan ziyade sığırtmaçlığa yaraşır. CİLD - ADED - SAYFA kızcağızlar ne kadar saf ne kadar zeki fakat bir şey bilmiyorlar. Maarif mes’elesi bizde büyük dert. Buna müsta’cel bir çare bulmak lazım. Nazariyelerle bir iş yürümez. Ameli ve seri’ bir tedbir ister. – Yusuf Bey kapıdan bakan Nümuneli kızlara bir şey sormadınız. Onlar hendese de bilirlermiş. – Onların da halini beğenmedim. Birkaç adım sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldık. Yusuf Bey evine girdi. Ben de düşüne düşüne idarehaneye geldim. Bakalım bu hafta zarfında tekrar görüşebilirsek yine konuştuklarımızı yazarım. Ey müslümanlar! Artık uyanmalıyız. Birkaç asırdır daldığımız derin uyku ve gaflet asarıdır ki birçok memleketlerimiz ecnebilerin mülevves ayaklarıyla çiğnendi. Bir memleket ezilir yıkılır yakılırken diğer beldelerimiz hiç aldırmadı. Onlara seyirci kaldı. Kur’anımız Peygamber-i zi-şanımız bize böyle mi emrediyor? Bütün müslümanlar bir ceset gibi olacak yek diğere candan sarılacak ölecekse beraber ölecek yaşayacaksa beraber yaşayacak buyuran yüzlerce evamir-i ilahiyyeyi işitmedik. Hele şu son yarım asır zarfında koca Tuna’lardan Eflak ve Boğdan’lardan Bosna-Hersek’lerden Belgrad’lardan Filibe’lerden Kosova’lardan ve herbiri birer padişahlık kadar vasi’ olan Rumili vilayetlerimizden Cezayir’lerden Tunus’lardan Trablusgarb ve Bingazi’den koca Mısır eyaletimizden ayrıldık. Şu son harb-i umumide de vaktiyle Emeviye ve Abbasiye gibi büyük İslam devletlerinin makarr-ı saltanatları olan Şam Bağdad gibi ülkelerimizi elden çıkardık. Mütareke denilen meş’um ahidnameden sonra da o hunhar ecnebilerin gözleri doymadı. Beş yüz senelik payitahtımızı payitahtımız olan Bursa’yı çiğnediler. O güzel muazzam cami’leriyle o büyük padişahlarımızın münevver türbelerini pa-mal-i hakaret ettiler. İzmir Adana ve Gazi Ayıntab gibi taşı toprağı altın bitiren o güzel yurtlarımızı kan deryasına yangın yerine çevirdiler. Bu yurtlarımızda yüz binlerce yıkılan hanüman dökülen kan süngülere takılan sıbyan ismet ve iffetleri yırtılan muhadderat-ı benat ve nisvan artık bize büyük bir intibah vermelidir. Dünyada tek müslüman bırakılmamak Kur’an kaldırılmak minarelere salibler asılmak evladı- – Bu inşa ne olacak acaba? Kalfa efendi baksan a nasıl okuyor. Bunun doğrusunu sen söyle bakayım. Değnekli kalfa çıkıştı: – Ali doğru okusan a. İşte görmüyor musun? Zemi ...pazar ... – Aferin kalfa başı. – Yusuf Bey semi’ ile basar’ın Çin-i Maçin’cesini öğrendiniz ya ne imiş: Zemi Pazar. Yusuf Bey hiddetinden çatlayacaktı. Fakat karşısında hücum edecek kimse yoktu. Çocuklara sordu: – Buraya Maarif Müdiri gelmiyor mu? – Kimdir o? – Hani. Bizim gibi adam. – Efendi Abca hiç kimse gelmedi. Kızcağızlar da kuş gibi merdivenden atlaya atlaya kadar sevimli ve mahcub yavrucaklar ki sıkılmaktan bir birine giriyorlar. – Kızım senin adın ne? – Hatice. – Ne okuyorsun bakayım? – Muhammediye. – Oku bakayım... Makamla okumaya başladı. İki mısra’ kadar okudu. – Ne demek o kızım? – Bilmem ki. Bizi hocamız yalnız böyle okutuyor. Ne demek sormuyor. – Sen ne okuyorsun kızım? – Mevlid-i şerif. O da makamla okumaya başladı. O da ne demek olduğunu bilmiyordu. Derken kızların kalfası yukarıdan erkeklerden ziyade cevap verdi. Erkek kalfaların canı sıkıldı: – O çok bilir dediler. O nümune mektebinde de okudu. O sırada iki kız daha kapıda peyda oldu. Onların göğüslükleri var. Kıyafetleri başka. Mekteplerinin ismini söylediler. Ama hatırımızda kalmadı. Yeni usul mektepliler. Bu kınalı elli mahcub kızcağızların tamamıyla zıddı. Kendilerine sormadan söze atıldılar: – Ah bunlar bir şey bilmez ki. Biz çok şeyler okuruz: Hesab hendese kıraet ... Yusuf Bey onların münasebetsiz hallerine canı sıkıldığı Çıkıp gidiyorduk; Yusuf Bey hem hayrette kalmış hem de kızmıştı: – Doğrusu bu zamanda bilhassa burada böyle bir mektep bulunacağına hiç ihtimal vermiyordum. Maarifçiler bir kere olsun burasını gelip görmemişler mi? Bu hal beni çok müteessir etti. Evvelce muhtelit tedrisata taraftardım. Fakat bunun da mahzurlu olduğunu görüyorum. Zavallı yavrucaklar hele o kınalı elli ma’sum - - ma’neviyyesi içinde asırlardan beri yegane müstakıl devlet-i ziyade sarılmak ihtiyacını duydu. Bu yegane müstakil devletin esarete geçmesi kendi izzet-i nefsine karşı müdhiş darbe telakki etti. Bu i’tibar iledir ki Türklerde bütün alem-i İslam beyninde müesses merbutiyet-i ma’neviyyeyi tersin eden iki kuvvet mevcuddur: Biri İslam dinine mensub bütün akvamın an’anat-ı ahlakıyyesinden olan Hilafet kuvveti diğeri de Türk saltanatıdır. Evvela; bütün İslamları bir noktaya toplayan bir rehber-i hakiki vardır ki o da Kur’an’dır. Zanneder misiniz ki bu kitap öyle yarım yamalak telakkimiz vechile bir kitaptır. Hayır bu kitap pek büyük ve derin felsefeyi cami’dir. Kadının hukuk-ı meşruasını en ziyade müdafaa ve himaye eden bu kitap olmuştur. Burada mesail-i diniyyeden bahsetmek istemediğimden bu babda daha ziyade izahat ve tafsilat vermekten sarf-ı nazar ediyorum. mevkı’-i fi’le çıkarmak isteyen Türk ve Tatar unsurlarının büyük yekunudur. Türkler asil merd şeci’ zeki vatan-perver alicenab dinine sadık ve alelhusus istiklalleri için her türlü fedakarlığı ihtiyar eder necib ve kahraman bir millet olduklarından şu eyyam-ı imtihanda mühlik ve müdhiş vekayia karşı pek ziyade merbut oldukları vatanlarını şiddetle müdafaa için kuva-yı ma’neviyyelerini tanzim ve takviye ettiler; evet istiklal ve hayatları mevzu’-ı bahs olduğu şu zamanda na-mağlub bir şecaatle mütehassis olarak saha-i mücadeleye atıldılar ve hak ve adalet dairesinde diklerini bütün alem-i medeniyete ve Avrupa milletlerine Türklerin vatan-perverliği bütün milletlere bir nümune-i maziye terk ederek böyle bir kahraman milletle münasebat-ı dostaneye girişmek zamanı hulul etmiştir. Zira diğer milletlerden müzaheret ve muavenet beklemek fikrimce abestir.” Generalin konferansı mevcud yüzlerce zabit ve siviller tarafından sürekli bir surette alkışlanmıştır. mız sağ bırakılırsa Artin Dimitri yetiştirilmek düstur-ı kafiranelerine nihayet verilmelidir. Cenab-ı Huda ve Resul-i kibriyaya ve bu memleketleri canlarını verip bize bırakan fatihan ve şühedaya karşı dünyada ahirette hacil kalmamak için artık eski gafletlerimize nihayet verip müdafaa-i vatana candan sarılmalıyız. Hala milyonlarca müslüman muvahhid iken kemal-i zillet ve mahkuriyetle dört gün daha yaşamak reziletinden kurtulmalıyız. Müslümanlığın şanına layık istiklal-i tam ile yaşamak azm-i kat’imizi irae etmeliyiz. İslam ordusunun son nümune-i kahiresi olan İnönü muzafferiyetlerini zafer-i kat’imize kadar yaşatalım. Kuvvetli azim ve iman adl ü Sofya askeri kulübünde Bulgaristan’ın ma’ruf generallerinden Markof tarafından birçok rical-i mülkiyye ve askeriyye ile erkan-ı matbuatın hazır oldukları pek kalabalık bir ictima’da irad olunan konferansın ehemmiyetine binaen atideki fıkralarını aynen nakl ediyoruz. “Anadolu’nun göbeğinde Kemal Paşa hazretleri tarafından hazırlanan kuvvetler Düvel-i Mü’telifenin nazar-ı dikkatini celb ettiğinden bila-teemmül bu kuvvetlerin kahr u tedmiri vazifesi Yunanlılara tahmil edildi. Bu devletler zannettiler ki Rumlar İzmir’i işg a l ile Anadolu içerlerine doğru azim kuvvetler sevk ederek Kemal Paşa hazretlerini ezecektir. Hal ise ber akis oldu. Kemal Paşa tezyidine muvaffak olduğu daha esaslı kuvvetlerle Rumların tecavüzat-ı vahşiyyanelerine karşı kahramanane müdafaa ve muk a beleye başladı. Rum kuvvetlerini günden güne daha ziyade sarsmak suretiyle vaz’ıyete hakim oldu. Netice i’tibarıyla Rumlar deruhte ettikleri o fuzuli vazifeleri ifa edemediler ve hiçbir vakit edemezler. Çünkü Kemal Paşa’nın dayandığı kuvvet menba’ları daha ruhlu ve daha feyizlidir evvela bütün alem-i İslamın müzahereti saniyen bütün Türklerin Tatar akvamının büyük bir Türk devleti vücuda getirmek üzere ittihad temellerini kurmaya başlamaları. Burnumuzun dibinde geçen bu muazzam inkılabı yakından görebilir miyiz; daha doğrusu Türk kuvvetini bi-hakkın tanıyor muyuz? Bütün alem-i İslam kendi büyük aile-i Buruşuk bir deri altındaki rakid yüzü taş; Bembeyaz bir surat üstünde çamurdan bir baş; Tutuşan yurdum uçar kan saçan enzarında; Uçurumdan daha muzlim gözünün ka’rında; Yatar i’damına hükmettiği suçsuz ölü; Kolunun sırması Muslinin ipinden örülü! Sararan kardeşimindir gülerek içtiği kan; Pusudur sırmalı siması bıçaktır kılıcı. Evet asker diyemem: Çünkü hazin! Çünkü acı! Çünkü serhadde ölenler de birer askerdi Bu şeritlerle bu formayla hep ölmüşlerdi; Bakan ecdadımın al kanları nesc etti sanır: Bu şeritlerde evet çünkü satırlar vardır. Ağlayan cildinin altında gülen çehresi taş; Düşünen bir surat üstünde düşünmez bir baş; Bu ne u’cube-i hilkat ki fenadır iyidir: Şimdi insanlar asar sanki aşiret beyidir; Şimdi ihsanlar alır bir köle bir kul bir uşak; Şimdi taştan katıdır şimdi çamurdan yumuşak! Demeyin siz:Bu cesedler yiyen efsane de kim! Bu tutup salb edecek Türk arayan bir hakim! Bu da bir hakim! Evet süngüsü sehpasıyla; Kıpkızıl fıtratının kapkara simasıyla; Başı bed-mest-i gazab lerzeli mizanıyla; Kılıcın yazdığı i’lam-ı perişanıyla; Bir yeşil kürsünün üstünde siyah tayfıyla; Bakınız işte sizin hakiminiz mahkemeniz! Türkün alnında yanan bir lekeTürküz!demeniz! Bu mülevves kana bir nisbeti yok türbelerin; Vurmayan kalbinizindir bu çürük kan bu irin!.. Kiminiz mülke atabek kiminiz bir damad... Ben demem öyle huruşan upuzun bir feryad; Bari matemsiz elemsiz kısa bir ah ediniz; Yakılan bayrağınızdır yıkılan ma’bediniz! Kalbiniz bunlara hiç merhamet etmezse bile Cifeden göğsünüzün taş kesilen kalbiyle Acıyın bari sürüp durduğunuz saltanata; Acıyın bari o gerdune-i iclale ata; Bari bir haclede i’mal edilen sırmanıza; Bari mor penbe hamailli nişan takmanıza. Çünkü ikbale tapan yüzleriniz var ya sizin; Bari lütfunda yüzüp durduğunuz zevcenizin Kaybolan isminiz üstündeki mağrur adına; Bari koynunda vezir olduğunuz bir kadına; ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul - - Yine başlarda şereftir fesiniz püskülünüz! Gülecek günlerimizdir; canım artık gülünüz; Gülen iclalimiz üstünde muamma yasınız! Siz bu matemde hayır anlıyorum haklısınız; Başınız böyle eğilmekte evet haklı biraz: Kamaşan gözleriniz çünkü bakıp kavrayamaz Zulmetin bağrını yırtan bu muazzam alevi!.. − Çünkü bayrak denilen olmalıdır masmavi!? Çünkü altınsa gümüştense eğer bir zincir Koşup idrakim esir olmalıdır kalbim ecir! Çünkü bir vahimedir hür yaşamak hür ölmek! Daha bir başka olur çünkü kelepçeyle bilek! Çünkü ma’nası ne bayrak diyerek ölmemizin? Çünkü uğrunda ölünmez ya nihayet şu bezin! Çünkü çarpan yeri yok taş kesilen sinemizin. Çünkü biz şimdi ölen naşı sıcak annemizin Arma namında gümüş kakmalı altın tasını Sancak ismindeki al kanlı ipek hırkasını Kaparız paylaşırız her nesi var yoksa ... Evet! Yemek içmekle biter şey midir ölmüş devlet? Biz açıkmışsak o esnada düşmüşse vatan Kanlı tırnaklarımız dişlerimizden sarkan Et değil lokma değil naş-ı vatan parçasıdır! Kırılan parçası yahud ki kopan parçasıdır! Koşarız ardına düşmüş de beş on tane açın; Ararız altı asırdır yaşayan bir ağacın Çürüyen dalları üstünde kemikler etler! Çünkü hep böyle olur parçalanan milletler! Çünkü insan mı kıyas eylediğiniz biz ki şeyiz! Paranın sakına bazusuna müstefreşeyiz! Biz buharında gerindikçe doyan karnımızın Duymayız hutbe-i hüsranını dinin ırzın! Hepimiz bir kemik almış yalarız; mahkumuz! Doyuran: sahibimizdir! Veren eller: Putumuz! Kara bir kafilenin işte şafak vakti sesi... Dinleyin siz bunu kabilse eğer dinlemesi! Ona merbut olunuz bari o daratı sevin; Çünkü son ra’şesi vardır sönecek bir alevin Bu cilalarda yalandan yaşayan şeylerde. Çünkü ufkunda güneş doğmuş olan bir yerde Boya çok sürmez erir sonra muhakkak dökülür; Bir yalandır ki kanar can çekişir sonra ölür Boş saraylarda kavaslar ağalar cariyeler Açılan gözden uçan neş’eli rü’yaya döner O hayalin tadı kirpiklerinizden damlar; Bir koşan gölgeyi bir ah-ı müebbed kovalar! Sırmanız kurdelanız pullarınız telleriniz Bu kemerlerle kamer-pare olan belleriniz Sönmesin! Çünkü yalandansa da bir şa’şa’adır! Bu kılıçlar bu hamailli nişanlarla hayır Ursunuz karhasınız hasta sakat bir meleke! Belinizden uzanan ince uzun bir teneke! Yeter artık bu cilalar boyalar şa’şaalar... El etek öpmeye müştak iki büklüm paşalar Hufreler zahikalar gölgeler artık kalkın; Ebediyyen doğamaz sandığınız fecre bakın: Çürüyüp uçtu ufuktan gece namındaki leş; Kalkınız işte güneş doğdu güneş doğdu güneş! Bu büyük saika al kanda güneş doğmaktır; Hani yırtıldı kıyas ettiğiniz bayraktır! Neye mağmum eğilen başlarınız gözleriniz? Bakınız: Canlanıyor can çekişen minberiniz! Bakınız: Ma’bediniz yükseliyor Arşa yine! Vatanın hak ile yeksan edilen sinesine Yine dağmış gibi gökmüş gibi heybet geliyor! Yine yer yer tepeler şahikalar yükseliyor! Yine bir hak oluyor inleterek afakı Ezilen sinelerin haykırabilmek hakkı! Yine k a bil oluyor –işte bakın istersek– Yerde çiğnenmeyip insan gibi dimdik yürümek: Yine –lakin ne büyük mu’cizedir Ya Rabbi!– Alnımız tertemiz: Ecdadımızın alnı gibi! Ramazan-ı şerif geldi; hakkın rahmet ve gufran kapıları açıldı. Müslümanlar yine bir fırsat-ı kurbet ve isticabet kazandı. Bundan istifade eden dindaşlarımıza ne mutlu! Yeryüzündeki bütün insanların maddi ve ma’nevi saadetlerini te’mine bi-hakkın kafi ve medeniyet-i sahiha-i hakikıyye esaslarını tamamen muhtevi olan Kur’an-ı Hakim’in şerefle nüzul ettiği şehr-i mübarek bu şehr-i gufrandır. Bu şehr-i şerife kavuşmaya nail ve vezaif-i ubudiyyetini niam-i guna-gune vasıl olan bütün ihvan-ı dinimi tebrik CİLD - ADED - SAYFA dinine sımsıkı sarıldığı asırlarda dünyanın en müterakki ve sahib-i şevket ve satvet bir milleti halinde yaşıyordu. Fakat Halikına nankörlük etmeye vazifelerinden ayrılmaya başladıktan sonra her yerde maalesef inhitatlara felaketlere sefaletlere ma’ruz kaldı ve eski ikbal ve saadet devirlerinden uzaklaşmaya başladı. Maamafih Cenab-ı Hakka şükürler ederim ki asırlardan beri müslümanların üzerine çöken kabus-ı gaflet yavaş yavaş kalkmaya İslamlar uyanmaya yüz tuttu; vazifelerini ifaya ma’ruz kaldıkları esaretten avn-ı ilahi lediği mezalim ve şenayiin medeniyet-i hakikıyyenin bütün esaslarına malik olan İslam varlığını imha kasdından neş’et ettiğini anladı. Kılıncına sarıldı hakk-ı hayatını isbata başladı. Bugün oruçlarını esaret ve enva’-ı fecaat altında kıvranarak tutan; teravihlerini düşman süngüleri karşısında belki de edaya muvaffak olamayan; gece gündüz bizi buradan doğacak reha ve halas güneşini bekleyen zavallı dindaşlarımızı bir an evvel kurtarmaya koşmak riç ve müstesna olamaz. Onlar da kendi kudret ve hilkatlerine göre bu uğurda çalışmakla şer’an mükelleftirler. Cenab-ı Hak azim ve imanımızın mükafatını parlak zaferlerle göstermeye başladı. Zaten nusret müslümanlarındır. Feth-i mübin zafer-i kat’i bize mahsustur. Yalnız her zaman olduğu gibi bilhassa harp zamanlarında da rıza-yı ilahiye muhalif hareketlerden kat’iyyen tevakki icab eder. Büyük Millet Meclisinin ve hükumeticazatı kumetinin amal-i mukaddesesine de tecavüz teşkil edeceğinden maddeten dahi mucib-i mes’uliyyet olacaktır. Mesela Meclisin men’ine karar verdiği oyunlarla iştigal hem o meclise hem de adab-ı umumiyye-i İslamiyyeye bir hakaret mahiyetinde telakki olunur. Mala-ya’niler ramdır. Zaman ciddiyet ve faaliyet zamanıdır. Cebhelerde kahraman askerlerimiz din namına vatan namına canlarıyla başlarıyla muharebe ederken gerilerdeki müslümanların vak a r-ı milli ile gayr-ı mütenasib hareketlerde devamı hem günah hem ayıptır. Lehü’l-hamd ve’l-minne müskirat da men’ edildi. Bu gibi müskiratı esasen din-i mübin tahrim etmiştir. Bunların memnuiyetini muhafaza ise bütün müslümanlar üzerine müterettib vezaif-i diniyye ve milliyyedendir. Müslüman kadınlarına taalluk eden vezaiften birini de bil-vesile burada zikr etmek isterim: İffet ve ismet haya eder ve emsal-i adidesini kemal-i saadet ve refah ve istiklal-i tam ile idrak etmelerini dergah-ı uluhiyyetten tazarru’ ve niyaz eylerim. Erbab-ı akl u irfanın ma’lumu olduğu üzere bu alemde eser-i tesadüf veya abes olarak vücuda gelmiş hiçbir şey yoktur; her şeyin hilkatinde bir sebep mevcud ve her hilkat bir gayeye müntehi ve merbuttur. Hatta her zerre bile bir kaideye tebean kendi fıtratınca bir vazife ile mukayyeddir ifa ettiği o vazifeye de bir gaye terettüb etmiştir. Böyle her hangi bir zerreye kadar bütün eşya ve avalimin sırr-ı tekellüften azade kalamadığı sabit olunca ahsen-i takvim üzere yaratılan kendisine akıl ve idrak gibi en büyük bir ni’met-i ilahiyye bahş ve tabii değil midir? Evet Halik-ı zü’l-celal insan için dahi –hem de beşerin hilkat-i kamilesine göre– bir hayli vezaif ta’yin etmiş bu suretle de insanın kadr u şerefini yükseltmiştir. Bu vezaifin ifasından müterettib mefaat ile terk veya ihmalinden mütevellid zarar Halika değil tabii mahluka aittir. Çünkü Halik-ı kainat bütün avalimden ve her türlü tamamıyla gösterilmiştir ki bunların her biri başlı başına derecelere kadar çıkarmaya kafidir. Mesela ahde vefa seha tevazu’ şecaat sabır ve sebat hak uğurunda feda-yı hayat samimiyet meyl-i meali sa’y ü amel hukuka riayet ebeveyne ve ulülemre itaat namusa hürmet zuafaya ve her mahluka merhamet sıdk ve istikamet ciddiyet israf ve tebzirden mücanebet iktisada dikkat lağviyat ve fuhşiyattan ve her türlü sefahetten nefsi sıyanet vatana muhabbet nezafete ve intizam-perverliğe dayie muhabbet Halika ibadet ve ubudiyet ... gibi ali düsturlar bu vezaif cümlesindendir. Bu düsturları hakkıyla hey’et-i ictimaiyyenin medeniyetin maddi ve ma’nevi terakkıyatın ta mertebe-i kusvasına kadar yükseleceğine hiç şüphe edilemez. Her vazife bir hak tevlid ettiği gibi bu mübeccel vazifeler mukabilinde de Cenab-ı Vahibü’l-ataya saadet-i dareyne mazhariyet hakkını vaad ve tebşir buyurmuştur. Şu kadar ki bu hak behemehal Halik-ı zi-şanın fazl u keremine iktiran etmek her işte esbaba tevessül ve vazifeyi bila-noksan ifa ile beraber Allaha kemal-i sıdk ve hulus ile istinad eylemek lazımdır. Çünkü bu da bir vazifedir. ları bütün vuzuh ve belagatiyle tebyin eden Kur’an’ına - - hakkında şüpheye düşmek imkanı bulunabilirdi. Lakin ümmi idiler. Ne okurlar ne de yazarlardı. ”Sen Kur’andan evvel ne bir kitap okur ne de onu elinle yazardın. Böyle bir şey olaydı batıla kapılan münkirler şüpheye düşebilirlerdi.” Aleyhi’s-salatü ve’s-selam efendimiz kavmine karşı”Ben sizin aranızda ondan evvel kırk sene müddetle yaşadım. Hiç düşünmüyor musunuz?” tarzında meydan okuduktan sonra kimin kendisine karşı söz söylemeye mecali kaldı? O halde aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz Kur’an-ı Kerim’in ne müellifi ne de musannifidir. Kur’an aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimize vahy olunmuş kitab-ı münzeldir. Bununla beraber aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz bazı vakitler kendisine sual soranlara onlardan evvelki soranlara karşı vermiş olduğu nass ile cevap verir yahud mukaddema nüzul etmiş olan ayat-ı kerimeden bir kısmını bazı esbab ve avamilin ilcasıyla ihtar ve tenbih makamında tilavet buyururdu. Ulum-ı Kur’an’ı tedkik edenler bunu nüzulün tekrarı addederler. Halbuki nefsü’l-emrde hadisat dolayısıyla esbab-ı nüzulün tekerrüründen dolayı bazı ayat ve süverin iradının tekrarından başka bir şey değildir. Zerkeşi Bürhan’ında diyor ki: “Bir şey şanına ta’zimen bir de nisyan olunur korkusundan ve sebebinin hudusunda tekrar enzar-ı intibahı celb için ayeti bu kabildendir. Zira İsra ve Hud sureleri Mekkidir. Bu iki ayetin sebeb-i nüzulü delalet ediyor ki Medine’de nazil olmuşlardır. Bununla beraber mes’elede lardır.” Zerkeşi bu sözleri söyledikten sonra nihayetinde diyor ki:”Bütün bunlardaki hikmet şudur: Bazan gerek bir sualin gerek bir hadisenin vukuu bir ayet nüzulünü icab eder. Halbuki evvelce bu nüzul edecek ayetin ma’nasını tazammun eden bir ayet nazil olmuş bulunur. Binaenaleyh aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz o evvelce nazil olan ayet ümmetin nazar-ı intibahını celb için aynen vahyolunur.” Yukarıda söylemiştik ki bazan esbab ve havadisin tekerrürü maksad ve gayede müttehid lakin üslubda muhalif ayatın yahud kısas ve emsalin nüzulünü müeddi olur. Şu mesrudatımızdan anlaşılır ki ayetler yahud sureler aynıyla tekerrür ettiği surette yeni bir vahiy telakki ve edeb bilhassa İslam kadınına has meziyat-ı ma’neviyye-i mümtazedendir. Adab-ı İslamiyyeye; muhit-i milliye uymayan ef’al eşkal ve harekattan son derece tevakki tabiidir. Milletimiz içinde nakz-ı sıyam fazihasını irtikab edecek bir ferdin bile bulunabileceğine k a ni’ değilim. Çünkü hem Halika ma’sıyet hem de adab-ı celile-i İslamiyyemize ve Büyük Millet Meclisimizin amal-i meşruasına muhalefet ve hak a ret demek olan bu reziletle sıfat-ı İslam asla birleşmediği gibi bu gibilerin duçar-ı mücazat olacakları da muhakkaktır. Şayet şer’-i şerifin ta’rif ettiği mühim zaruretler karşısında orucu yemek icab ederse alenen icradan suret-i kat’iyyede tevakki’ edilmelidir. Zira bu da imkan karşısında adab-ı umumiyyeye muhalefetten başka bir ma’na Hülasa; kaffe-i mü’minin ve mü’minatın -bilhassa şu mah-ı gufranda- şeair-i İslamiyye ve fazail-i ahlakıyyemizin daha fazla muhafazasına ve vatan devlet ve milletimizin selamet ve halasına ma’tuf maddi ve ma’nevi mesai-i huda-pesendaneye kemal-i i’tina ile devam ve dergah-ı uluhiyyete daima ref’-i tazarru’ ve niyaz ile tam müslümanca harekete ihtimam etmeleri feraiz-i kat’iyyedendir. Ancak bu gibi feraizi bi-hakkın ifa sayesindedir ki avn-ı Hak yaverimiz olacak; müslümanlar ve Müslümanlık kurtulacak; beklediğimiz parlak günler inşaallah ayağımıza gelecektir. Şehidlerimize fatiha mücahidlerimize dua-yı zafer! Kur’an-ı Kerim’i tedkik iddiasında bulunan bir takım adamların düştükleri hatanın menşeine gelince; yukarıda söylediğimiz vechile “Kur’an insanlar tarafından vücuda getirilen kitapların aynıdır. Binaenaleyh bunun te’lifi için bir ay yahud ona yakın bir müddet geçmiştir.” gibi bir vehimde bulunmalarından başka bir şey değildir. Şayet Fahr-i Kainat efendimiz ilim ve tetebbu’ sahibi olaydılar Kur’anın kendilerine keyfiyet-i nüzulü ¯Á\ µ sb ¥³Á Ê Yb ¹ ]¯ ª a³ ¦ Y® ¹ cb Ê Yc¦ ±® µ] i ±® µ] i ±® y¯– ­Áž ¹£—b ž Ë ±® YŸª Y·³ª ag] ª u£ž žy Ž ¹ ©Á ª ‡ª ­i Y³Á] ªY\ ................ ¦³c­ ®Q®³Á± ª ~¹® ­ ¦Y j u CİLD - ADED - SAYFA himaki veren Allah mı idi yoksa başkası mı idi? diye Mu’tezile ile Ehl-i Sünnet arasındaki münakaşaları serd edip dururlar. Şayet bahs ettiğimiz müfessirler ayet-ı kerimenin nazmını teemmül etmiş olsaydılar kendi elleriyle vücuda getirmiş oldukları bu giriveye düşmüş olmazlardı. Zira nefs-i ayet delalet ediyor ki Beni İsrail’in kalbine danaya tapmak meylini veren bizzat kendi küfürleridir. Başka bir şey değildir. denir ki maksad demektir. Binaenaleyh’deki “ba” kezalik ayet-i kerimede ve reddolan dedeki “ba” faile dahil olmuştur. Ayet-i kerime gerek üslubu gerek ma’nası i’tibarıyla vazıhtır metindir. Lakin bu adamlar Kitabullaha belagat ve fesahat hususundaki paye-i i’cazıyla mütenasib olmayacak te’villere tekellüflere sapmak istiyorlar. Üçüncü Mebhas Hazret-i Muhammed’in “Sosyalizm”i Ey Muhammed biz seni kainata mahz-ı rahmet olarak gönderdik; başka bir şey şeriyete ma’budun bi’l-hak yani bütün nakaisten münezzeh olan ilah-ı ekmeli göstermek bütün alem-i insaniyyeti tevhid etmekti. Umumi bir uhuvvet te’sis etmek vakit kendilerine vermiş olduğu berat şu kelimatı ihtiva ediyordu: – Yusuf biraderleriyle nasıl konuştuysa ben de sizinle öyle konuşacağım. Sizi bugün muatebe etmeyeceğim. Allah sizi afv eder. Çünkü o rahman ve rahimdir. Gidiniz hürsünüz... Umumi kardeşlik hürriyet-i kamile bu emannamenin en ziyade mütebariz nukatını teşkil ediyordu. Hazret-i Muhammed’in vatandaşlarına irad ettiği hitabe-i veda’ şu suretle idi: – Ey Nas! Sözlerimi dinleyiniz. Sizinle artık bir defa daha konuşup konuşamayacağımı bilmiyorum. Dünyanın sonuna kadar aranızda canlarınız ve mallarınız muhteremdir. olunmak icab etmez. Ancak avamil ve havadisin ilcasıyla esbab-ı nüzulün tekerrüründen dolayı tilaveti tekrar edilmiş ayat-ı sabıka addedilmek icab eder. Burada ihtar olunmak icab eder ki müfessirlerin bir kısmı izah etmekte olduğumuz ayet-ı celileyi tefsir ederken gerek icl hakkında gerek Beni İsrailin harekatına dair olmak üzere birçok israiliyyat nakletmişlerdir. u~ da rivayet ettikleri şeyler bu kabildendir: Guya Hazret-i Musa bir bıçak alarak o danayı kesip denize atmış. O gün yeryüzünde ne kadar deniz varsa hepsine bu danadan bir parça isabet etmiş. Sonra ümmetine: Bu sudan larından altın çıkmış ... Bundan başka gerek Beni İsraile gerek bu danaya aid birçok masallar daha rivayet ederler ki hepsi de Beni İsrailin yalanlarındandır. Bunlar koca karıların çocukları uyutmak için geceleri hikaye ettikleri hurafatla dolu hikayeler kabilindendir. Şayet bu hurafeleri rivayet edenler kulub kelimesinin ma’nasını bilmiş olaydılar akilleri güldürecek ehl-i Kur’an’ı ağlatacak bu gibi maskaralıkları ortaya dökmezlerdi. Evet bu adamlar kulubün merkez-i deveran olduğunu bilmeyerek me’kulat ve meşrubatın oraya indiğini zannettikler için akla tasavvura sığmayacak böyle birçok şeyler uydurmaya yahud rivayet etmeye kalkıştılar. Eğer Kur’an-ı Kerim bize bu adamların anlamak istedikleri meali tebliğ etmek murad edeydi ayet veyahut tarzında varid olurdu. Nabiga’nın zevcesi hakkında söylediği atideki şiir bu kabildendir: kalbine ne derecelere kadar nüfuz etmiş olduğunu anlatırken Kalbimin o kadar derinliklerine indi ki oraya ne Binaenaleyh kalb yahud fuad zikr olununca delalet eder ki içmek yahud girmek gibi ma’naların sevmek yahud nefret etmek gibi maani-i mücerrede ile bir alaka-i ma’neviyesi vardır. Yoksa ekl ve şürb gibi maddiyatla münasebeti yoktur. beyti de bu kabildendir. Kezalik müfessirlerden bazısının hiç lüzumsuz yere uzun uzadıya mütalaa yürüttükleri ayat-ı kerimeden biri de budur. Evet bunlar Beni İsraile danaya meyl ve in¥Y¦w\ ¥Y¦w\ a]k– Y¦ ¿³]k–¥ \Ÿy¶­ Y³ ~ Y ® ¯ªY—ª _¯n ±Á Ê ¹\y‚ž¿ \¹²·­ y~ ™]À ­ª {rÊ – y‚ ™]À ­ª eÁn ©ŸŸb yÁÀ ¿žYsªY—® µÀY]ž – Qž _¯g– [n ©ŸŸb ©k—ª ­¶u—® ¿ž ¹\y‚ Yžy‡² µ³– µª ©®Ob˞ – ¿‚ [n y‚ [£ªY® Y¯ž ÊQ ¶ Ê ¹£ª ¹·£ŸÀ YÀ nu ÀgY - - kendisini te’liye etmek arzusundan vareste kaldı. Hazret-i Muhammed’in yegane oğlu ve etbaının sevgilisi olan İbrahim vefat ettiği zaman güneş tutulmuştu. Yalnız Hazret-i Muhammed’in ashabı değil bütün memleket halkı Peygaberin evladının ziyaına güneşin matem ettiği fikrine zahib olmuşlardı. Halbuki Hazret-i Muhammed bizzat ileri atılarak hemşehrilerinin fikrini tashih ve bunların zann-ı batılını izale ederek oğlunun vefatı güneşin tutulmasıyla hiçbir vechile alakadar olmadığını beyan etti. Hazret-i Muhammed ashabından birine bir şey yapmayı vaad ettiği zaman daima “İnşaallahEğer Allah Hiçbir saniye bu büyük sosyalist ahaliye kendisini fevka’l-insan addettirecek küçücük bir vesile bile vermedi. Hatta bütün Ceziretü’l-Arab’ın padişahı ve bütün ahalinin riayet ve muhabbetine mazhar olmuş reisi olduğu zaman bile yine eskisi gibi demokratik bir nasih olarak kalmıştı. Hazret-i Muhammed’in kudreti hadd-i kusvasına vasıl olduğu zamanı Keyven şu suretle tavsif eder: “Hazret-i Muhammed’in zevk-ı selimi hükümdarlık debdebe ve ihtişamından nefret ederdi. Ve Allahın peygamberi olan bu zat ailenin el işleriyle istigal eder; ateş yakar yeri süpürür; koyunları sağar kendi ayakkabılarını ve yün elbiselerini kendi eliyle ta’mir ederdi. Keşişler gibi riyazat ve meziyet da’vasında bulunmayarak alelade bir Arabın bir askerin hayatını yaşar idi. Bazı mühim zamanlarda himayesine alelade fakat misafir-perverane bir surette mebzul olmak üzere ziyafet verir kendi hayat-ı hususiyyesinde ise ocağında bir ateş yakmaksızın haftaların geçtiği olurdu.” Hazret-i Muhammed’in geçirdiği bu sade hayat ve bütün Arabistan tarafından insanların en necib ve en yükseği tanınmış olan böyle bir zatın el işleriyle iştigal etmesi kendisinin demokratik olan mevaizinin te’sirini tezyid ediyor ve bütün halk ferdi meyillerini ictimai temayüllerine tabi’ tutmaya cehd ediyorlardı. Alemin nizam-ı ictimaisinde kadının mevkiini gayr-ı muayyen bırakmakta belki de aşağılatmakta olan hayat-ı ruhbaniyet olmasa kendilerini cem’iyetten ayıran ve etbaı arasında manastır hayatını tergib eden tecerrüd ve fart-ı perhiz bulunmasa biri ahalisi sunufa taksim edilmiş Hindistan’da diğeri Yahudi olan Galile’de doğan iki büyük ictimai ıslahatcı tarafından vaz’ olunan kaideler kendilerinin gayet saf ve hod-endişlikten azade bulunan hayat-ı hususiyyeleriyle bugün sosyalist bir cem’iyet erkanı için rehber olacak en güzel kavaid-i asliyyeyi teşkil edebilirdi. Bunların her ikisinin sürdükleri hayat aristokratlığın ve ferdiyetin nefyi mahiyetinde idi. Siz bir gün yaptığınız işlerin hesabını vermek üzere Allahın huzuruna çıkacaksınız. Sıdk ve imandan ayrılmayınız. Sizin esnama taptığınız zamana aid kanlar için artık intikam alma yoktur. Ey zevcler! Sizin bir takım hukukunuz vardır. Ey zevceler! Sizin dahi hukukunuz vardır. Zevcler! Kadınlarınızı sevin ve onları ta’ziz edin. Onları Allahın vediası olmak üzere kendinize kadın ittihaz edin. Kendilerine Erkek veya kadın hizmetçilerinize gelince bunlara kendi yediğiniz şeylerden yediriniz kendi giydiğiniz şeylerden giydiriniz. Eğer onları bu suretle tutamazsanız yahud bir kusur işlerlerse bırakınız. Bunlar da sizin gibi Allahın kuludur. Onlara karşı rahim olunuz. Size bir k a nun bırakıyorum ki sizi daima hatadan muhafaza edecektir: Vazıh ve kat’i bir k a nun! Gökten gelmiş bir kitap! Sözlerime dikkat ediniz. Bunları dimağınızda nakş eyleyiniz. Muhakkak biliniz ki bütün müslümanlar kardeştir. Bunların aralarındaki rabıta uhuvvettir. Kendi rızasıyla sana vermediği şeyi kardeşinden alma. Haksızlıktan gasbdan hazer ediniz. Bu hitabeyi irad ettikten sonra hazreti Muhammed buyurdu: – Ey Allahım! Vazifemi ikmal eyledim mi? Buna binlerce ses muk a bele etti: – Evet sen vazifeni Hazret-i Muhammed yine buyurdu: – Ey Allahım! Sen şahid ol! Hazret-i Muhammed hakikaten ameli ictimaiyat ıslahatcıların en birincisidir. Her ne kadar biri asil-zade diğeri sınıf-ı ahaliden olmak üzere kendisinden evvel iki büyük ıslahatcı gelmişse de bunların hiçbiri Hazret-i Muhammed gibi ameli değil idi. Hazret-i Muhammed’den evvel gelmiş ictimai ıslahatcılardan hiçbiri İslam k a nunları kadar demokratik k a nun koyamamıştır. Gerek Buda’nın olsun gerek Hazret-i İsa’nın olsun müsavat ve uhuvvet telkin ettikleri etba’ları kendilerini alelade adamdan yüksek bir derecede yani Allah değilse bile fevka’l-insan bir mahiyette telakki etmekten azade kalamamışlardır. Yalnız Hazret-i Muhammed’in imtiyazıdır ki tevabiine ve hatta kafirlere –”Ben de ancak sizin gibi bir insanım; başka bir şey değilim” diye i’lan eylemiştir. Uluhiyet yahud İbnüllah olduğunu iddia etmiş olsaydı ahval ve şeraitin kendisine müzahir olacağına rağmen ©i Y ¯ ² ²Y \ƒy ®g­... CİLD - ADED - SAYFA Bir zamandan beri Maarif Nezareti’ne açık bir mektup yazmak istiyordum. Fakat dünden beri hem o makama ve hem bütün ulema-yı kiram ve menahic-i izama hitap etmek istiyorum. Bunun sebebi aşağıda vereceğim anlatmak istediğim mes’eleyi yazayım. Ma’lumdur ki mekteplerde okunan riyaziyat ve tabiiyat kitapları hemen hemen birbirinin aynıdır. Bunların tedrisatında terbiye-i milliyye ve hayat-ı ictimaiyyemizi haleldar edecek neticeler çıkması denilebilir ki gayr-ı mümkündür. Fakat tarih edebiyat felsefe sosyoloji kitapları böyle midir? Binaenaleyh bu derslere aid kitapların devlet ve milletçe evlad-ı vatana verilecek istikamet-i zihniyyenin Tarih kitaplarını bil-etraf tedkik etmedim. Fakat gördüğüm edebiyat kitaplarının o nokta-i nazardan matluba hiçbir vechile tevafuk etmediğine hükmedebilirim. Evvela mekatib-i Sultaniyye için tertib olunan edebiyat programı o mekteplerde okuyacak erkek ve kız çocukları benin anlaması şöyle dursun okutmaya me’mur efendilerin de hazm etmiş olduklarına şüphe ediyorum. Hem bunları hangi kitaplardan okutacağız? Onlar da yok. Biz artık üstad-ı muhterem Ali Ekrem Beyefendinin riyaseti altında müteşekkil bir hey’et edebiyat dersleri için yeni bir program tanzimine me’mur edilmişti. Ve bu komisyona Darulfünun’da Almanca edebiyatı müderrisi Profesör Rihter de da’vet olunup re’yi sorulmuştu. Adamcağız eldeki programı görünce derin hayrete düşmüştü! Velhasıl mezkur komisyonun yaptığı program acaba ne oldu? Eğer bu program matluba muvafık ise bi’l-müsabaka yeniden bir kitap yazdırıp fakat misallerin Zira eldeki kitaplarda münderiç misallerin çoğu te’sis-i mekatibdeki gayeye hadim değildir. Bu misallerden bazıları okuyanları hayattan teneffür etmeye ve her şeyi fasid batıl akim ve mülevves göstermeye teşvik etmektedir. Maatteessüf son zamanlarda yetişen ediblerimizin en mümtazlarından ma’dud bulunan Tevfik Fikret Beyin mesela’u ve münkirane diğer bazı manzumeleri bu vadideki dalalet-i fikriyyenin en zehir-nak misallerinden biridir. Bu Tevfik Fikret insanlardan o kadar müteneffir ve o kadar bedbin ki Dün Geceünvanlı manzumesinde denize bile yalvarıyor: “Dalgalarını gönder de insaniyetin paslı nasıyesini silsin hiç olmazsa bir iki gün kainat Adem oğlunun yüzüne bakmaktan iğrenmesin” diyor! Nezaret mekteplerden edebiyat vazifelerini celb edip muayene ederse on Fakat bunlar cem’iyetten ayrı durdukları cihetle bunların hayatı sosyalizmi fiili bir surette te’yid etmiyordu. Halbuki Hazret-i Muhammed’in hayatı bilakis başlıca beşeri ve tabii olduğu gibi tamamıyla da ictimai idi. Halka faal bir nümune teşkil ediyordu. Kölesi Zeyd’i azad etmesi kendisine sual edildiği zaman “Bir dost kendisinin en sadık muhibbinin ziyaına teessüf eder.” demişti.- Bu kölenin zevce-i mutallakasıyla izdivac etmesi nübüvvetine en evvel iman eden ve Profesör Arnold’un ta’biri vechile “Tarihin bize kadınlık hakkında gösterdiği en güzel levhalardan birini teşkil eden Hazret-i Hadice’ye” fikri samimi ve la-yetezelzel muhabbeti akrabasına ve alelhusus kendisineCennet valide habbeti bunların hepsinden ziyade bütün beni nev’ine ve refiklerine karşı perverde ettiği sosyalizmin temel taşı mahiyetinde telakki edilebilecek arkadaş ve kardeş muhabbeti o zaman Arabistan’daki tabi’leri için maddi birer nümune-i imtisal olduğu gibi bu gün de dünyadaki bilumum müslümanlara aynı vechile bir misal teşkil etmektedir. Hazret-i Muhammed arkadaşlık muhabbetini o kadar ileri götürdü ki gözleri yukarıya tevcih edilmiş olduğu halde bir müddet sakitane murabatadan sonra söylediği son sözü: nacatı idi. Memleketin irfanına terbiyesine aid pek mebrur hizmetlerde bulunan fazıl-ı muhterem Mehmed Ali Ayni Beyefendinin İstanbul gazetelerinden birindeMaarif Nezareti’ne Açık Mektupserlevhasıyla intişar eden bir makalesini ehemmiyetine binaen atiye nakl ü derc ettik. Bu makaleden de anlaşılacağı üzere maarif pek müthiş uçurumlara doğru gitmekte ve düşmanlarımız sırf Müslümanlık aleyhindeki faaliyetlerine el-yevm kemal-i şiddetle devam etmektedir. Makalenin ehemmiyetiyle mütenasib bir alaka ile okunacağını ümid ederiz: ­·ª –Ê ¡Ážyª ¿ª ­·ª Y·®Ê ui aob _³kª ¿ª ! –Ê ¡Ážyª - - vazifelerini ifa edecek vechile terbiye ve ta’lim edilmiş olmaları muktezidir. Niçin böyle söylüyorum? Bilmem ki bu günler Parmakkapı civarından geçtiniz mi? Orada medresenin karşısındaki Biçki Yurdu binası Amerikalılar tarafından yüksek bir kira ile tutulup yeni bir cem’iyete merkez ittihaz edilmiştir. Binanın kapısına asılmış levha üzerindeki müselles ile harflerin burasının ehl-i teslise aid olduğunu vazıhan göstermekte ise de acaba tertibat teşkilat ve mak a sıdı ve müdavimleri hakkında ma’lumat aldınız mı? Bundan başka Beyoğlu cihetindeŞark Yıldızıunvanlı bir cem’iyet-i sufiyyenin faaliyetinden haberiniz var mı? Bu cem’iyetin manzurum olan bazı ta’limatında iki bin sene evvel dünyaya gelip insanlar arasında maalesef ancak üç sene kadar kalabilmiş olan muallim-i a’zamın pek yakınlarda behemehal yine içimize avdetiyle herkesi selamet ve necat yoluna da’vet etmesi bir emr-i muhakkak olduğundan şimdiden müşarun ileyhin vüruduna hazırlanmış olmak ve ifa edeceği hizmeti teshile muavenet etmek lüzumu ihtar olunuyor. Müslümanlar da son zamanlarda İsa’nın nüzulünü beklemiyorlar mı? Demek ki onların da bizim de maksadımız müşterek. O halde hemen bu cem’iyete yazılmaktan başka yapacak bir şey yok! Esasen cem’iyet içine girmek isteyenlerin mezhebini de sormuyor. Binaenaleyh tereddüde hiçbir sebep yok. Ne garip şey ki! Vakıa müslümanlar arasında eşrat-ı saatten yani kıyamet alametlerinden olmak üzere bir Nüzul-i İsa rivayeti vardır. Fakat onun nüzulünden evvel başka alametlerin de vukua gelmesi icab eder. Bundan başka inecek olan İsa şer’-i Muhammedi le hakkındaki rivayet ashabdan Kuteybe bin Said’den menkuldür. Yani haber-i vahiddir. Acaba Şark Yıldızı Cem’iyeti mensubları müslümanların bu i’tikadlarını da biliyorlar mı ki?... Şu verdiğim izahata göre Şeyhülislam-ı esbak Haydari-zade ettiğiCemaat-i İslamiyye Teşkilatına Halkı İhzarcem’iyeti ve fahrularifin Veled Çelebi Efendi hazretlerinin aid teşebbüsatı müsmir bir hale koymaları için pek ziyade Cem’iyet-i Sufiyyeyi de hatırladım. Bunlar ne yapıyor; var. Öyle iken neden canlı bir hareket gösterilemiyor? Acaba kanımız mı kurumuş? Yoksa maişet derdinden başka hiçbir şeye bakacak bir halde değil miyiz? Ben zannediyorum ki pek gevşemişiz hem lüzumundan fazla hodgam olmuşuz. Fakat böyle durursak rahat huzur menfaat şeref haysiyet velhasıl her şeyimizi kaybedeceğiz. Acaba vaktiyle İslamın zuhurunda beş ve on altı yaşlarında ki kız çocuklarının bile Tevfik Fikret edebiyatının te’siriyle hasta giryan bir hassasiyetle ma’lul olduklarına kani’ olur. Eğer böyle olmasaydı daha beş ay evvel edeb ve nezahetle mümtaz ve yüksek bir aileye mensub bir hanım kız durup dururken Selimiye önlerinde vapurdan kendini denize atar mıydı? Velhasıl bu hanımların çoğu sanki birer Madam Akkerman / Mme Ackerman ruhu taşıyor. Zira yazılarında hep: beyitleriyle umumi anamız hükmünde olan tabiata la’net eden o şairenin kokusu geliyor! Fakat bize öyle bedbinler değil zinde metin ve azimkar ve hayatın bil-cümle takaza ve sadematına mukavim pür-şevk ve ümid hemşireler analar ve zevceler lazım. Bir de o ders kitaplarından garamiyata müteallik perde-birunane meseller de tayyedilmelidir. Yeni neşr olunan güzel yazılar da bu nokta-i nazara göre tertib edilmemiş! Felsefe kitaplarına gelince bu hususta hassaten nazar-ı dikkati celb ederim. Birbirine mübayin bunca mesail-i felsefiyye var. Biz hangisine mutabık bir felsefe okutacağız? En mühim bir şu’be-i hikmet olan ilm-i ahlak aynı mülahaza variddir. Meşihat-i Uzma medreseler için ahiran kabul olunan bazı derslerin müfredat programlarını pek i’tina ile tertib ve tanzim ettirmeliydi. Ancak yalnız ders kitaplarının ıslahı kafi değildir. Mekteplerde tedrisat-i diniyyeye me’mur olanlara da vazifelerini en müsmir ve en faide-bahş olacak vechile ifa edebilmeleri neye mütevakkıf ise irae edilmelidir bu sırada mekteplerde arz ederim. Vakıa her Sultani Mektebinde bir muvazzaf gibidir. Hatta Darulmuallimin-i Aliyye imamı artık mektebin semtine bile uğramamaya başlamış. Bu cidden ayıptır. Şehrimizdeki ecnebi mekteplerinde merasim-i diniyyeye gösterilen müraata nisbetle bizim bu la-kaydimiz namaz kıldırmaya ben de taraftar değilim. Fakat teşvik tergib ve ma’nevi tazyik ile onları ifa-yı ubudiyyet ve secde-i Rahmana sevk ve imale etmek behemehal lazımdır. Mes’ele yeniden ve kemal-i ciddiyyet ve ehemmiyyetle düşünülürse bu hususta musib bir karar verileceğine hiç şüphe etmiyorum. Bu mes’ele-i mühimme ile Meşihat-i Celile de teveggul etmelidir. Zira medreseden yetişenlerin behemehal yeni bir ruh ile ve ateşin bir iman ile CİLD - ADED - SAYFA lar kolu kanadı kırılan bütün ehemmiyet ve nüfuz-ı dinisini zayi’ eden Makam-ı Meşihatin düşmüş olduğu hal-i meskenet ve aczi terennüm eder birer mersiye idi. O beyannameler okunduğu zaman insan o makam-ı muallanın edvar-ı mazıyyedeki azamet ve ehemmiyetini düşünür; sonra da bu günkü haliyle mukayese ederek teessürler hayretler içinde kalırdı. Zavallı Meşihat kendi de düştüğü hal-i zilleti hisseder; bir kadın yahud bir çocuk acziyle yalvarıp temenniyatta bulunurdu. Guya kendisi kuvve-i icraiyye idadında ve kudreti yoktu. Hiçbir zaman metalib ve temenniyatı Zeyd’in Amr’ın tavsiyesinden başka bir mahiyeti haiz olmazdı. Zat-ı Meşihat-penahi de bunu sezmez değildi. Fakat öyle iken o hale katlanır sözünü dinleyen olmadığı halde zavallı küskünlük göstermez klişe haline geçen mazbatasını her sene Ramazan ibtidalarında neşr eder; zamanlarda ahaliye ahlaki tavsiyelerde bulunur; bu suretle guya vazifesini ifa etmiş olurdu. Lakin maatteessüf bütün münkirat icra olunmaktan geri durulmuyor fesad-ı ahlak alabildiğine tevessü’ ediyordu. Çünkü icabat-ı asriyyenin muktezayat-ı diniyyeye galib geleceği da’vasıyla cism-i millette mühlik yaralar açmak isti’dadında olan fenalıkları her taraf teşci’ ediyordu. Makam-ı Meşihat adab-ı İslamiyyeye riayetin lüzumunu tavsiye ettiği zaman Dahiliye Nezareti İslam mahallatı arasında resmi umumhaneler açıyor zabıta-i ahlakıyye namı verilen ahlaksızlık ocağı müslüman kadınlarına rif Nezareti mekteplerde hissiyat-ı diniyyeyi kurutmak reti bile kendi işini gücünü bırakarak bu ictimai inkılab derdiyle merdiven başlarında gişelerde kadınlar genç kızlar oturtuyor hasılı tesettürü resmen kaldırmak için her nevi tertibat yapılmaktan geri durulmuyordu. Bütün bu münkiratı zorla örf haline getirmek için çalışan perde arkasındaki merkezler ise bir takım matbuatı da yed-i sahiranesine alarak alabildiğine tahribatta ileri gidiyor ruh-ı İslamı kabz için geceli gündüzlü uğraşıyorlardı. Resmi gayr-ı resmi mer’i gayr-ı mer’i bütün kuvvetler kudretler nüfuzlar ictimai inkılab derdiyle milletin ma’neviyatına hissiyatına an’anatına karşı seyf-i cidali çekmiş oldukları bir zamanda Bab-ı Meşihatin ahlak tavsiyesinde bulunması kadar gülünç bir şey olamazdı. Fakat bütün bunlara rağmen zat-ı Meşihatpenahi yahud lüzum gösterilen ahvalde “ahlak mazbatası” yazar matbuat ile neşr ederdi. bunu neşre çalışanlar evvela her rahat ve menfaatlerini te’min ettikten sonra mı başlamışlardı? Bilakis onlar o uğurda yalnız mallarını değil canlarını da fedaya azmetmiştiler. Binaenaleyh şimdi bizi tenvir ve irşada azmedenler rahatlarını bir yana bırakmalı. Maksatlarına aid tertibat için gece gündüz uğraşmalıdır. Eğer böyle yapılsaydı mesela Cem’iyet-i İslamiyye Teşkilatına aid şimdiye kadar yalnız bir beyanname okumakla kalmayacaktık her gazetede müteaddid makaleler cami’ ve mescidlerde nasihat ve ihtarlar mahallelerde imam ve ihtiyar hey’etleri ve müteneffizan tarafından teşvik ve teşebbüsler vuku’ bulduğunu görecektik. Eğer Haydarizade Efendi hazretleri bu işe bütün himmet ve dirayetlerini nüfuz-ı şahsilerini koymazlar fütur ve kesele kapılmayarak bizzat teşebbüslerini musırran ta’kib ve teşdid etmezlerse bu iş yürümez. Her halde bu iş için de mesela yeni yazı ve ısıtma hastası Milaslı doktorun sebatı gibi bir sebat lazım. Bu sebatı görerek Milaslının yazısı behemehal günün birinde yine ortaya çıkar zannederim. Aynı mütalaa Veled Çelebi Efendi hazretlerinin teşebbüs-i mübarekleri için de variddir. Ya Rabbi nasıl yapsak? Bir türlü silkinip şu üzerimizdeki uyuşukluğu def’ edemiyoruz! Ne olur içimizden coşkun ve taşkın bazı kimseler çıksa da bu işleri üzerine alsa biz de kendisine yardım etsek dua etsek akıl versek. Zira söyledim ya Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti Ayasofya Ahmediye Bayezid ve Nuruosmaniyye arasında faaliyete başlamıştır. İçimizden bazıları zannediyorlar ve diyorlar ki o müsellesi cem’iyetlerin bütün propagandaları mahkum-ı akamettir. Fakat ben öyle zannetmiyorum. Eğer öyle olsaydı şu içimizdeki harareti sönmüş puslasını şaşırmış halden müteneffir istikbalden şüpheli ve nevmid yalnız maddiyata meclub yüzlerce avare ve biçare nasıl yetişebilirdi? Velhasıl menafi’-i milliyyemiz namına bir an evvel teyakkuz ve fa’alane hareket zamanı geldiğini bir kere daha arz ederim. Şer’iyye vekili Efendi hazretleri Ramazan-ı şerif münasebetiyle mühim bir beyanname neşr ettiler. Bu beyannamedeki samimiyet ve ciddiyet fevkalade calib-i dikkattir. Biz şimdiye kadar makam-ı Meşihat tarafından neşr olunan birçok beyannameler okuduk. Fakat doğrusunu söylemek lazım gelirse hiç birisinde bu samimiyeti bu vuzuhu göremedik. Onlar sırf merasim ifası zaruretiyle yazılmış ruhsuz birer mazbata mahiyetinde idi. OnCİLD - - Bu söz hakikaten büyük bir kıymeti ali bir hikmeti zabıta-i maddiyye olmazsa nizam-ı cem’iyyet-i beşer şirazesinden çıkar. Ba-husus görenekle su’-i sirayeti vebanın sirayetinden daha mühlik olan su’-i ahlakın kesb-i alaniyyet etmesine cebren ve kahran mani’ olmak elzemdir. Bu nokta-i nazardan biz Şer’iyye Vekaletinin beyannamesinde büyük bir kudret büyük bir samimiyet görüyoruz. Yeni Dahiliye Vekili Ata Beyefendinin adab-ı met-i İslamiyyenin dahiliye vekiline yaraşır bir teblig-i alidir. Allah kendilerinden razı olsun. bilhassa Tanzimat devrinden beri büsbütün çığırından çıkan mesleğini şaşıran yolunu sapıtan hükumetimiz başını taştan taşa vura vura felaketten felakete sürüklene sürüklene nihayet salah ve necat yollarını tutmaya başladı. Eğer Büyük Millet Meclisi ve hükumeti bu tarik-ı salim ve felahta devam edecek olursa her hususta muvaffak olacağına bütün müşkilatı iktiham edeceğine şüphe etmemelidir. Meclisimiz ve hükumetimiz Kur’an’ı yaşamaya azm ederek emr-i bi’lma’ruf nehy-i ani’l-münker hususunda müsamahakarlık göstermezse tevfik-ı ilahinin hiçbir zaman üzerimizden eksik olmayacağı kat’i bilinmelidir. Çünkü nusret-i ilahiyye şarta muallaktır. Meşrutun tahakkuku için şartın Biz müslümanlar için çare-i selamet ve necat ancak buradadır. Madem ki müslümanlara müslümanlardan başka yar yoktur; o halde hey’et-i ictimaiyyemizi müslüman olarak terbiye ve tekamül ettirmek bir emr-i zaruridir. Bu esas kabul olunduktan sonra artık her hususta o dairede hareket etmek icab eder. Zira Müslümanlık bir küll’dür. İ’tikadiyat ve ahlakıyat ile beraber bir cüz’ü ihmal edilirse vücud-ı İslam aksamaktan kurtulamaz. Her şu’be-i hükumet müslümanların terakkisini Müslümanlığın tealisini gaye ittihaz ederek ona göre hatt-ı hareketini tanzim edecektir. Merkez vahdet-i İslamiyet olunca ihtilaf ve tefrikayı mucib hiçbir mes’ele kalmaz her nevi’ ikilikler zail olur kalbler arasında muhabbet kaynaşır samimiyet teessüs eder bu suretle aheng-i umumi cari olur gider. Şimdiye kadar münevverler arasında birçok mes’elelerin halledilememesinin en mühim sebebi gayede böyle bir vahdetin te’min edilememiş olmasından başka bir şey değildir zannederim. Yoksa herkes samimi surette bu gayeye doğru yürürse o vakit bütün ictihadlar muhterem Şimdi o zamanlar hatırlanırsa haybet ve hasretimizin hakiki müessirleri hakiki amilleri görülür; milletin selamet kapıları nerede olduğu ra’na bir surette tezahür eder. Biz Şer’iyye Vekalet-i celilesinin beyannamesini okuduğumuz zaman bütün o feci’ halleri tahattur ederek bu günkü halimize binlerce şükrettik. Bu beyanname dikkatle mütalaa olunursa ruh-ı idaremizde salaha doğru büyük bir tahavvül başladığı pek aşikar bir surette nazarlara çarpar. Şer’iyye vekili: dediği zaman arkasında hakikaten müskiratı bi’l-fi’l kaldırmaya başlayan Müslümanlığı yeniden ihyaya azmeden bir Millet Meclisi bir müslüman hükumeti görüyor. O meclisin ve o hükumetin verdiği i’timad kuvvetiyledir ki temenni ve rica mevkiinde bulunmayarak icra ve tenfiz sahibi olduğunu da kemal-i vuzuhla anlatıyor. Evet buyuruyorlar ki: Hiç şüphe edilemez ki bu büyük bir samimiyet ve tereddüde düşenler olursa Dahiliye Vekaleti’nin teblig atını görmelerini tavsiye ederiz. Vekalet-i müşarun ileyha geçenlerde vilayata ta’mim ettiği bir tebliğinde lu’biyatı ahlaksızlık menbaı olan tiyatroları ahlaka münafi bütün ahvali şiddetle men’ etmişti. Görülüyor ki bu günkü hükumet dünkü İstanbul hükuinhitat gayyalarına sürüklüyordu. Münkiratı men’ şöyle le dursun onları resmen ibaha ediyordu. Bu günkü hükumet reketi bir umde olarak telakki ediyor ve bunu fiilen de Hiç şüphe yoktur ki kuvve-i te’yidiyyeden mahrum ahkam yaşayamaz. Vakıa vicdan ve iman en büyük kuvve-i te’yidiyyedir. Fakat bir hey’et-i ictimaiyye içinde herkes vicdan ve iman sahibi midir? Onun içindir ki adab-ı İslamiyyenin muhafaza ve idamesi yalnız mevaiz ve nesayihe hasredilemez. Onun yanı başında hükumet-i hazeratından biri öyle buyuruyor: Kuvve-i k a hire-i hükumetin men’ edebildiği şeyler Kur’anın men’ edebildiği şeylerden çoktur. y£ª {ÀY¯®yg¦ Yª {ÀY® ‡³b y à À³‡ y¦ ­ CİLD - ADED - SAYFA Onun için herşeyden evvel gayede vahdet husulünü te’min etmek lazım gelir. Birçok inkılablar oldu birçok teşkilatlar ıslahatlar yapıldı. Bununla beraber İstanbul hükumeti millet arasında bir vahdet husulüne memlekette bir nizam-ı idare te’sisine muvaffak olamadı. On senelik meşrutiyet hayatı hep dağdağalarla tefrikalarla Şayan-ı şükrandır ki bu gün burada teşekkül eden Büyük Millet Meclisi ve hükumeti o acıklı maziden ibret alarak salim bir tarika girmiş bulunuyor. Milletin çare-i selamet ve necatı esaslı ve samimi bir siyaset-i İslamiyyeden başka bir şey olmadığını görüyor ve harekatını bu düstur-ı esasiye tevfike savaşıyor. Bu büyük bir beşarettir. Cenab-ı Hak tevfik ve hidayet ihsan buyursun. Amin. Mükariz olan medreselerin ihyası Trabzon müftisi mahalli uleması Müdafaa-i Hukuk Cem’iyeti ve beledi a’zası Ticaret Odası hey’atlarıyla eşrafdan yirmi altı imzayı havi ve bir nüshası Umur-ı Şer’iyye ve Evkaf Vekalet-i Celilesine arz olunmak üzere gönderilen istirham-name Trabzon vilayeti tarafından vekalet-i müşarun ileyhaya takdim olunmuştur. Ehemmiyetine binaen aynen dercediyoruz: Trabzon kasabası derununda kain sekiz bab medreseden dört adedi istilada imha ve kalanları az çok tahrib edilerek el-yevm muhacirlerle meskun bulunduklarından ulum-ı diniyye adeta yok olmuş ve hayat-ı İslamiyyemizde büyük boşluklar husule gelmiştir. Ati muzlim görünüyor. Medreseler devlet ve enzar-ı milletten hiçbir taattufa nail olmamış ve talebe imtihanlarının muafiyeti gibi taltif şeklinde tahriblere uğratılmışken yine neşr-i feyz ederek hayat-ı dinin mayesi bulunduklarını şu yokluk zamanlarında ruh-ı ümmetten çıkan nale-i şekvalarla isbat etmektedir. Binaenaleyh medreselerin küşadı pek zaruri olup ancak şimdi celb-i rağbet etmeleri mekatib gibi müsaid şeraitin medreselere de ibzal ve tatbikıyle kabil olabileceği ve her halde bir Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesinin Trabzon’da te’sisiyle bu derd-i azime çare-saz olmalarını mevcud cevami’-i şerifeye tamamıyla eimme bulunamadıktan başka köylerde ezan-ı Muhammedi işitilmediği namazın unutulmaya yüz tuttuğu vefeyat vukuunda ta’rifat-ı şer’iyyeyi yerine getirecek imamların uzak mahalgörülecek hiç kimse diğerinin niyeti hakkında şüpheye düşmeyecektir. Halbuki böyle olmuyor nice zamandan beri hükumet mesleksizlik içinde kah bu tarafa kah şu tarafa temayül ederek bocalayıp duruyordu. Kanun-ı Esasi devletin dinini din-i İslam gösterdiği ve kuvve-i kıldığı halde hükumet kat’ıyyen bu ahkam-ı esasiyyeye müraat etmiyordu. Bu yüzden hükumetin her hangi teşebbüsü her hangi bir teşkilatı mutlaka şüphe ve tereddüdü celbetmekten azade kalamıyordu. Her şeyden evvel mes’elenin nefsü’l-emre muvafakat ve adem-i muvafakati düşünülmez “Acaba bunu yapmaktan hükumetin maksadı nedir? Yine İslamiyeti baltalamak mı istiyor?” denir bu suretle muhalefet fikirleri alabildiğine meydan alıp giderdi. Yoksa gayede hiç kimsenin diğeri hakkında şüphe ve tereddüdü olmasaydı arada anlaşamamazlığa hiçbir sebep kalmaz pek çok mes’eleler derhal hallolunabilirdi. Mesela tevhid-i mehakim mes’elesinde mahkeme-i şer’iyyelerin Meşihatten alınmasını muvafık görmeyenler mehakimin tevhidi noktasına bir şey demiyorlardı. Onların en ziyade gocundukları cihet ahkam-ı İslamiyyenin ta’tili korkusu idi. Çünkü gözleri önündeki nümune kendilerini tedhiş etmişti. Adliye diye vücuda getirilen müessese tamamıyla frenk kanunlarını almış hudud-ı şer’iyyeyi ibtal etmişti. Vakıa mahkeme-i şer’iyyelerin hiçbir salahiyet ve nüfuzu kalmamıştı. Fakat müslümanlar kendilerini avutmak için o kadarcık bir mevcuvücuda getirdiği müessese sırf islami esaslara istinad eder mehakim-i İslamiyye olsaydı hiç şüphe yoktur ki buna karşı i’tiraz eden bulunmazdı. Kezalik Maarif Nezareti Evkaf mekteplerini seddettiği zaman da müslümanlar yine aynı endişe ile muzdarib oldular. Çünkü mektepler memleketin ruhuna yabancı unsur yetiştiren birer fabrika idi. Aklı başında olan babalar elbette çocuklarının dünya işlerine de vakıf olmasını daya razı olmuyorlardı. Eğer Tanzimatın vücuda getirdiği maarif müessesesi milletin ruhuna uygun münevver ve dindar gençler yetiştirebilseydi evkaf mekteplerinin seddi tabii hiçbir endişeyi mucib olmazdı. Memleketin mehakimini tevhid maarifini tevhid... Bunların hepsi iyi şeyler. Fakat dai-i şüphe olan asıl şu noktadır: Bu tevhid hangi esas dairesinde olacaktır? Eğer Müslümanlık gayesinde herkes müşterek ise mes’ele yoktur. Mehakimi de maarifi de herşeyi tevhid etmek iktiza eder. Fakat gayede ihtilaf olursa o vakit mes’elenin halline imkan yoktur. Keşmekeşler ızdırablar - - mübarek topraklar Osmanlı ocağıdır İslam yurdudur. Ecdadımızın bunca fedakarlıkla aldıkları o yerler bize canımız kadar kıymetdardır. Onları canımız gibi muhafaza edeceğiz. Kimseye vermeyeceğiz. Vatan ser-ta-ser kan olmadıkça hiçbir parçası dest-i a’daya geçmeyecektir. Daima Osmanlı memleketi İslam yurdu olarak elde tutacağız. Düşmanlar milletimizin kuvvetini ittihadını satvetini heybetini yeniden anlayacaklar. Görecekler ki Osmanlıların damarlarında akan kan yine o fedakar cesur hiçbir şeyden perva etmez Osmanlı kanıdır. Öğrenecekler ki ordumuz askerimiz o mehabetli dehşetli Osmanlı ordusudur. Emin olunuz ki hudut boylarında sizin harb etmeniz değil bir görünüşünüz vatan hainlerini din düşmanlarını ürkütmeye kafidir. İslam kahramanlarının sesi o dağlarda aks etsin; kılınçları süngüleri güneşin karşısında birer şimşek gibi parlasın. Evvel Allah ondan hiçbir zaman çekinmezsiniz. Çünkü düşmandan korkmazsınız. Düşman sizden korkar. Evlerinizi köylerinizi düşünüp mahzun olmayınız. Onların dermanı bakıcısı var: Müslümanların yardımcısı Allahtır. Allah ne güzel muhafızdır! Ne mutlu sana ey müslüman askeri ki Cenab-ı Hak gibi yardımcın imanın gibi arkadaşın Kur’an-ı Kerim gibi mübarek kitabın Hazret-i Muhammed gibi peygamberin var. Silaha sarıldığın dakikadan i’tibaren bütün günahların kabahatlerin bağışlandı. Sen Allahı unutmuyorsun; Hazret-i Allah da seni unutmuyor. Kalbinizde vatan aşkı gözlerinizde sevinç ve ferah parlaklığı olduğu halde harb ediniz. Beni kurtarınız! diye feryad eden vatan anamızdır. Onun kucağına atılınız. Din-i mübin uğurunda herşeyinizi feda etmekten çekinmeyiniz. Bundan bin üçyüz küsur sene mukaddem huzur-ı Peygamberide seve seve feda-yı can ederek topraklar altında yatan din ulularının her birisi büyük büyük rütbelere nail oldular. Şimdi onların ruhları hun-ı şehadete beyaz kefenlere bürünerek bizimle beraberdir. Zafer barikaları her zaman güzergahınızda lami’dir. Ordumuza merkez olan o sahralar tevhid sadaları ile inlesin. İşte vatan muhabbeti insana böyle şan verir şeref verir. Gazi eder; şehid eder. Allah sizi vatana vatanı da cümlemize bağışlasın. İnşaallah selametle gidersiniz saadetle dönersiniz. lerden aranıldığı halkı irşad için artık vaiz kalmadığı derhal imdad edilmezse bit-tabi’ ahval-i ümmetin daha bedter olacağı hususlarını kemal-i ehemmiyetle arz ederiz. Ankara Valisi İhsan Bey tarafından Şer’iyye Vekaletine gönderilmiştir: Bir zamandan beri tedrisat-ı diniyye hususunda görülen mübalatsızlık dolayısıyla kasaba ve köylerde vezaif-i diniyyeyi telkin ve icra edecek ulemanın kesb-i nedret ettiği ve bu halin bir müddet daha devamı takdirinde el-yevm neşr-i ulum iktidarını haiz bulunan ulemanın dahi inkırazıyla hala ekser köylere eimme tedarikinde çekilen müşkilatın taammüm ederek halk büsbütün cehl ü nadani içinde kalacağına nazaran bu hale çare-saz olmak üzere medaris-i ilmiyye tedrisatının bir hal-i intizam ve insicama ifrağıyla gerek derslerinin gerek müdavim talebenin esbab-ı maaş ve imtiyazları te’min-i lazıme-i diniyyeden bulunduğu beyanıyla sekenesi kamilen ehl-i zılaya makarr olmakla müftehir olan Beypazarı kazası merkezinde Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye Medresesi ahkam ve programına tabi’ olmak üzere bir şu’be küşadı lüzumu kaza-yı mezkur kaymakamlığından varid olup meclis-i umumi-i vilayet kararıyla leffen arz ve takdim kılınan tahriratta bildirilmiş olmakla iktizasının ifa ve neticesinin emr u inbası ... Askerlik öyle ulvi öyle mukaddes bir hizmettir ki bu gün vatan namıyla üzerinde doğup yaşadığımız yerleri ecdadımızın kanıyla yoğurulmuş olan bu mübarek toprakları korumak atalarımızın bize yadigar bıraktığı Osmanlı nam-ı mukaddesini lekeletmemek gibi dünyada ahirette daima iyilik ile yad olunacak hizmetler vazifeler ancak askerlikle asker olmakla ifa edilir. Evet ne mutlu o kimselere ki vatanını muhafaza ecdadının namını şanını vik a ye için asker olmuş; elinden geldiği gücünün kuvvetinin yettiği kadar çalışmış; vazifesini ifa etmiştir. Böylelerin daima alnı açık gönlü rahattır. Ey Osmanlı askerleri! Nereye gidiyorsunuz ve nerede harb ediyorsunuz biliyor musunuz? Bu gün üzerinde çarpıştığınız topraklar dağlarından derelerinden Osmanlı kahramanlarının altı yüz bu kadar seneden beri toplarının tüfenklerinin dehşetli sesi işitilen kılınçlarının süngülerinin parıltısı görülen anayurdumuzdur. Bu toprakları ecdadımız düşmanla sine sineye çarpışarak can feda ederek almışlardır. Üzerinde çarpıştığınız bu ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul ¥ª o¯ª ¿ b¹¯ª ©¦ – ¹¶ ¿‚ ui yÀ ª y “²Yž n Yf a¯ à Á ¦ oÀ ¿ Ê Y·b¹® u—\ \ à ­ ±¯nyª ªyn Á­ “Allah’ın asar-ı rahmetine bir baksana: - - Ebi Hatim Şa’bi ‘den naklen diyorlar ki: Ömer bin Hattab radıyallahu anh bir gün Yahudilerin Midras’ınagirerek kendilerine Cibril’i sormuş demişler ki: – O bizim düşmanımızdır. Muhammed’i esrarımıza muttali’ kılıyor ve her türlü azab onun vasıtasıyla geliyor. Mikail böyle değildir. Bereket getirir sulh ve selama vavasıta olur. Bunun üzerine Hazret-i Ömer: Şu iki meleğin Allah ki: – Cibril sağında Mikail solundadır. İkisinin arasında da adavet vardır. Hazret-i Ömer: “Eğer bunlar sizin dediğiniz gibi iseler birbirlerine düşman olamazlar. Hiç şüphe yoktur ki siz eşeklerden [müşriklerden] daha kafirsiniz. Her kim bu ikisinden birine düşman olursa Allah’a da düşman demektir.” dedikten sonra dönüp gelmiş. Halbuki Cibril daha evvel vahiy indirmiş. Aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz kendisine: “Ya Ömer! Rabbin seni te’yid etti.” buyurmuş. Ömer diyor ki: – Bu vak’adan sonra imanımı yalçın kayalardan daha sağlam buldum. Bu babda diğer bir takım ehadis rivayet ederlerse de senetleri bulunamamıştır. Dar-ı ahiret münhasıran kendilerine aid olduğu hakkındaki da’valarına karşı Yahudileri ilzama gelince aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimiz’in kendilerine karşı “O halde mevti isteyiniz de görelim.” tahaddisi kafidir. Yahudiler eskiden beri dünyaya meyl ile ölümden nefretle iştihar etmişlerdir. Tehlikeye atılmak harb ve darba girişmek gibi fedakarlıkları göze aldıracak şecaatten mahrumdurlar. Bunlar ne dini te’yid ne hakka nusret ne de şeref ve haysiyetini müdafaa için silaha sarılamazlar. Hayata olan hırsları o kadar yamandır ki bu hususta kendileriyle hiçbir millet müsabakaya girişemez. Hatta hayat-ı ahirete imanı olmayan ve Yahudiler gibi “Bütün menaim-i cennet bize hasdır.” yolunda gururu hatırlarına getirmeyerek ”Hayat bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir. Ölürüz yaşarız. Bizler hiçbir vakit tekrar dirilecek değiliz.” diyen müşrikler bile Yahudiler kadar hayata sarılmış değillerdir. Şayet da’vaları gibi dar-ı ahiret kendilerine aid ise ve ni’meti o imtiyazı elde etmek için dinlerini ª u– ªYžyÀ± a²Y¦ à Yž .................... uª ­ i © Bundan evvelki ayat-ı kerime bizlere Ehl-i Kitab’ın o kadar beyyinata ve kendilerine nazil olan elvaha rağmen Cenab-ı Hakk’a isyan ve şirkte nasıl ileri gittiklerini; nefislerine zulm ederek tuğyan ederek nasıl danaya taptıklarını kan döktüklerini göstermişti. Böyle olduğu halde Kur’an’ın diğer mevzi’lerinde görüyoruz ki bunlar bazan kendilerinin Allah’ın oğulları ve dostları olduklarını tevehhüm ediyorlar; bazan ise nar-ı cehimin kendilerine ancak birkaç gün için isabet edeceği vehmine dalıyorlar. Bazan cennete Yahudilerden nasaralardan başka kimse giremeyecektir diyorlar. Bazan da gerek ahiretin gerek naim-i cennetin sırf kendilerine has olduğunu söylüyorlar. ayat-ı kerime bunları ilzam için nazil olmuştur. Meal-i Kerimi: Onlara de ki: “Eğer dar-ı ahiret indellah başkalarının olmayıp da sırf sizin için ise ve siz bu da’vanızda sadıksanız ölümü isteyiniz de görelim.” Onlar elleriyle işlemiş oldukları measi sebebiyle hiçbir zaman ölümü isteyemezler. Cenab-ı Hak zalimleri bilir sen onları hiç şüphe yoktur ki insanların hayata en harisi bulacaksın. Bunlardaki hırs müşriklerde de yoktur. Her biri bin sene muammer olmayı ister. Halbuki bu kadar yaşaması da kendisini azabtan uzaklaştıracak değildir. Cenab-ı Hak onların yaptıklarını görüyor. Onlara de ki: “Her kim Cibril’e düşman olursa gayzından olsun Cibril Kur’an’ı senin kalbine evvelce nazil olan kitapları musaddak ve mü’minler için mahz-ı hidayet ve beşaret olarak Cenab-ı Hakk’ın izniyle indirmiştir. Her kim Allah’a meleklerine peygamberlerine Cibril’e Mikail’e düşman olursa Allah da bu kafirlere düşmandır.” Bu ayat-ı kerime Ehl-i Kitab’ın batıl bir takım da’valarını zanlarını teşrih ederek kendilerini ilzam için nazil olmuştur. Ayetlerin tazammun ettiği red iki da’va-yı kazibe raci’dir: Birincisi Yahudiler dar-ı ahiretle lezaiz-i cennetin sırf kendilerine has olduğunu daima ileri sürerlerdi. kalbine vahiy tebliğinde bulunan Cibril’in düşmanı olduklarını kitabı ve ayatı kabul etmeyeceklerini söylerlerdi. YÁ² uª Y³bYÁn ®Y ²o± \¯]—¹fÁ± Ê ¿¶ CİLD - ADED - SAYFA Bolşevik olmalı imiş. Çünkü böyle olursa pek ziyade terakki ederlermiş. Lütfen bu husustaki fikrinizi ceridenizle neşr edecek olursanız fikirlerdeki tereddüdü izale ederek memlekete büyük hizmette bulunmuş olursunuz. Baki cevabınızı dört gözle bekliyorum efendim. Cevap Efendim sizi bekletmemek için sualinize bugün kestirme bir cevap vereceğim. İnşaallah gelecek hafta daha ziyade tafsilat veririz. Evvela iyice bilinmelidir ki Müslümanlık başka Bolşeviklik başkadır. İkisinin bir olduğunu hud Bolşevikliği tedkika lüzum görmemişlerdir. Müslümanların Bolşevik olmasına gelince bir kere buna asla lüzum yoktur. Çünkü bu mezhebi Rusya’da vücuda getiren hayati ictimai iktisadi siyasi zirai sınai el-hasıl daha birçok esbab ve avamil var ki hiç biri müslüman memleketlerinde yok. Saniyen bunların vücudu farz-ı muhal olarak kabul edilse bile Kur’an ile hadis yedinde dururken Bolşevikliğin esasat-ı hazırasını kabule müslümanlar bin atide alacağı şekle gelince onun için hiçbir şey söyleyemeyiz. Zira istikbal öyle bir muammadır ki Allah’tan başkası halledemez. Müslüman Tatarlar Meclisi reisi ve sabık “Duma” a’zasından olan Sadreddin Maksudof Efendi’ye müslümanlarla Bolşevikler arasındaki münasebat hakkında fikrinin ne olduğunu sorduk. Muma ileyh bize beyanat-ı atiyyede bulunmuştur: “Şüphe yoktur ki İslam memleketlerindeki Bolşevik propagandası pek büyüktür. Fakat ben müslümanlar nezdinde Bolşevikliğin kabul edileceğini zannetmiyorum. Müslüman muhiti Bolşevikliği kabule en az müsaid olan bir halet-i ruhiyye arz eylemektedir. Bütün memleketlerde müslümanların büyük bir ekseriyeti çiftçilerden küçük tacirlerden ve kendi hesaplarına çalışan erbab-ı san’atten ibarettir. Bundan maada pek ziyade demokratlığı amir olan Müslüman akidesi cem’iyet teşkilatı noktasından kat’ıyyen Komünistliğe müsaid değildir. mayıp bilakis onun bütün esası bu nokta üzerine müessestir. Bolşevikliğin müslümanlar tarafından seşereflerini himaye ve müdafaa uğurunda istihkar-ı mevt etmeden Yahudileri geri koyan sebep nedir? Müslümanlar arasındaki akide-i safiyye sahiplerini nazarımızdan geçirecek olursak bunların hak yolunda hakka nusret yolunda ölüme nasıl atıldıklarını görürüz bunlar bu suretle gelecek bir ölümün cennete naim-i ebediye isal edecek şahrahtan başka bir şey olmadığını bilirler. “Mü’minler içinde öyle erler var ki Cenab-ı Hakk’a vermiş oldukları ahidlerinde sadık kalarak harpte sebat ettiler. Bunlardan bir kısmı şehid oldu. Bir kısmı ise şehadete muntazır bir halde bulunuyor. Abdullah bin Revaha r.anh Romalılarla harb ederken şiirini inşad eder dururdu. Lakin Yahudilere gelince bunlar kendilerinin muhti ve günahkar oldukları ve önlerinde müdhiş bir yevm-i hesabın amade bulunduğunu bildikleri için hiçbir vakit ölüme yanaşmazlar ve ellerine silah alarak celadet besalet göster[mez]ler. Bunların “Bizler Cenab-ı Hakk’ın oğullarıyız ve dostlarıyız.” tarzındaki da’vaları kezalik “Bize ateş ancak birkaç gün için isabet edecektir.” suretindeki Zira hiçbir zaman mevt sahasına yaklaşmak suretiyle ahirete takarrub etmek istemiyorlar. Daima ölümden kaçıyorlar. Ölürlerse yataklarında ölüyorlar. Ellerinden gelse bin sene yaşamayı isteyecekler. Halbuki asırlarca yaşamaları da kendilerini azaptan kurtaracak değil. Öyle ya Cenab-ı Hakk işlediklerini görüp dururken ömürlerinin uzun olması yahud işledikleri günah üzerinden zaman geçmesi kendilerinden azabı nasıl def’ eder? Sure-i Cum’a’da sure-i Bakara’da da ayat-ı celilesi varid olmuştur ki hepsi şu tefsiri sadedinde bulunduğumuz ayetlerin naziridirler. Faziletlü efendim hazretleri Size mühim bir şey soracağım. Bazıları diyorlar ki: Bolşeviklik Müslümanlığın aynı imiş. Hakikaten böyle midir? Bir de öyle diyenler var ki müslümanlar mutlaka ½³o ]µ – Áµ ž¯³·­ ®± i à y“c³À ±® ­·³® Yj ±Á³®Q¯ ª ±® u¶Y– Y® ¹ iu† ª Y·À YÀ ¹ ¯—b ­c³ ¦ Y¯\ ........... Y¶ ±À à ......... ¯ªY “ªY\ ­Á– ±Á ©i yb ­ ª ª y‚ Y\ _]ÁŽ – Y·\yc¦ _³kªw]rYÀ\·Y ©‡ž Y ¯ ž ¹ªYŽ à ............ ‡ª •® ±Ày\Y ˯ ª - - memleketi olmak i’tibarıyla Türkiye için hadsiz hesapsız ma’nevi ve dini bir hiss-i tesanüd ve teveccüh vardır. Şayan-ı hayret bir şey varsa o da uzun zamandan beri kendi memleketlerinde istiklallerinden mahrumiyete katlanan müslümanların Türkiye’nin haysiyet ve istiklali mevzu’-ı bahis olunca büyük bir ısrar göstermeleridir. Şurasına dikkat ediniz ki milyona baliğ olan müslümanlar arasında bu gün istiklaline malik yalnız Türkler mevcuddur. Bunun İslamları ne kadar teselli ettiğini ve onlar izzet-i nefs-i diinilerini ne derece okşadığını tasavvur edemezsiniz. Bu memleketi niçin ilhak etmek istiyorsunuz? sualine karşı çünkü bu ittihad-ı İslam taraftarı bir memlekettir deniliyor. Bir Tatar darb-ı meseli şunu diyor: Et yemek vilmemesine delil Rus müslümanlarının hiçbir eyalette bila-mukavemet Bolşevikliğe mutavaat etmemeleridir.” Ba’dehu muma ileyh alem-i İslam’ın Türk sulhü hakkındaki hissiyatına dair bervech-i ati idare-i kelam etmiştir: “Bu gün müslümanlar Türkiye’nin Almanya ve Bulgaristan kadar mağlubiyetinin neticesine tahammül etmesi lüzumunu idrak etmektedirler. Fakat bundan ziyadesini anlayamazlar. Siyasi bir intihar demek olan bir muahedeye vaz’-ı imzayı Türkiye’den istemek bütün müslümanlar nazarında onların kaffesine yapılmış bir hakaret teşkil eden bir adaletsizlik ve müsavatsızlık olur. sözle bütün müslüman milletlerini cami’ bir hükumet-i diniyye kasd olunursa ittihad-ı İslam mevcud değildir. Biz müslümanlar siyasi bir ittihad-ı İslam’a inanmıyoruz. Fakat müslüman milletler nezdinde Halife’nin “İki gün bir halde kalan kimse aldanmıştır.” Görülüyor ki Müslümanlık saliklerini iki gün bir halde bırakmıyor. Her gün rah-ı terakkide yeni yeni adımlarla emri yalnız bazı ahval ve ef’ale taalluk etmiyor. Mutlak olarak emrediliyor ki müslümanların dinen me’mur bulundukları dünyevi uhrevi ikbalin kaffesine şamildir. Ta’bir-i aharla dini siyasi ictimai İslamiyet’in amir bulunduğu her hususta iki gün yerinde sayan kimseyi aldanmakla tahzir ve tavsif ediyor. Şurasını tahattur etmelidir ki edyan-ı kadimede Cumartesi ve Pazar günlerinde iştig a l men’ ve tahrim edildiği halde bizim dinimizde yalnız Cuma günü Cuma namazı kılınabilecek kadar bir zaman için tahrim edilmiştir. Bu da gösteriyor ki Müslümanlık sa’y ve amel dinidir. Müslümanlar dünyada da ahirette de sa’y ve amellerinin mükafat veya cezasını görürler en ufak bir muhalefetin cezası insanın kendine raci’ olduğu gibi en ufak bir fiil-i müstahsenin mükafatı da onun amiline inhisar eder. Bu ayet-i celile de sa’y ü amel için ayrıca bir taziyane-i teşviktir. Şu halde birinci derecede dinen me’mur bulunduğumuz ahlak-ı fazıla-i İslamiyyenin g a ye-i kudsisine doğru her gün bir adım yürümek. Saniyen ahlak-ı İslamiyyenin caygir olmasının neticesi olmak üzere ictimaiyyatımızda her gün yeni bir adım atmak salisen mevkı’-i siyasetimizi günde bir derece yükseltmek dinen bize borçtur. Bununla me’mur olmamıza rağmen dünyevi uhrevi terakkıyat ve saadetimizin mukaddimesini teşkil eden ahlak-ı fazıla-i İslamiyyemizi her gün yeni yeni zuhur eden modalara kapılmakla kaybettiğimizi düşündükçe müteessir olmamak kabil değildir. Bir zaman garbı taklid etmek Frenkleşmek moda idi. Bu yüzden millet ne elim felaketlere ma’ruz kaldı. Bizim garb mukallidlerinin medeniyet namı altında İslamlar arasına ilka ettikleri bi-payan maskaralıklar esasen safvet-i asliyyesini kaybetmiş olan halkımızı hayliden hayliye sarstı. Bizlerdeki uhuvvet-i İslamiyye vefa i’timad tevekkül sıdk emanet hiss-i fedakari gibi ictimaiyat-ı İslamiyyeyi terakkiye sevk eden ahlakımızı bozdu. Mevkı-’i siyasiyyemizi de rahne-dar ederek küre-i arzda büyük bir yekuna balig olan müslümanlar işte dinin bu her hayrı cami’ emrine karşı mübalatsızlıkları yüzünden her tarafta esaret ve mahkumiyet altında kalmaya başladılar. ©¯—À ±® . yÀ yÁr yÀ y‚ Y£g® ©¯—À ±¯ž Y£g® ¹]›®¹·ž Y®¹À ¹c~ ±®: ˪ µÁ– ¿]³ª Yi CİLD - ADED - SAYFA Komünistlerin ta’kib ettikleri insani bir gayeye evvel emirde mülkiyet-i şahsıyyenin ilgası esasından yürümeleri doğru olamaz. Çünkü insanlar hulkunde bir değildir. Bazısı zeki gayur; bazısı da gabi tenbel; birisi çalışır kazanır; diğeri düşünür kullanır. Nasıl ki fakirin can çekişmesinden sefihin zevk alması müstekreh ise ictimai bir kuvvetle birisinin mahsul-i fikr ve ameli olan servetini bila-ivaz alıp diğerine vermek de o kadar müstekreh ve zulümdür. Birisi ifrat ise diğeri tefrittir. Kaş yapmak için göz çıkarmaktan başka bir şey değildir. Adalet nasıl ki esas-ı ümran ise zulüm de mebde-i harabi ve izmihlaldir. teriyor. ayet-i celilesi fukaraya bir hak bahşediyor. Tabii bu hak bir kısım insanlar tarafından vaz’ ve takdir edilemez. Çünkü bu hareket cem’iyetin nizam ve intizamını alt üst eder. Bu ancak agniyaya servet ve iktidarı bila-ivaz bahşeden Cenab-ı Hak tarafından farz kılınmakla olabilir. Halbuki ecved-i hakiki olan Cenab-ı Hak Teala tekaddes hazretleri bile bila-ivaz zekatı emretmiyor. Cenab-ı Hak agniyanın vermiş olduğu zekat mukabilinde ivaz olmak üzere cennetini mükafat-ı uhreviyyeyi vermek suretiyle mütemellikat-ı şahsiyyeden bir kısmının acezeye tefrikıyle hasais-i süz kolaylıkla levazım-ı insaniyyeden olan re’fet ve rahmet eserleri tebellür etmiş bulunuyor. Bilad-ı İslamiyyede zekatın tamamıyla mahal ve masrafına sarf edildiği kabul edilemez ise de Bolşevikliğin müvellidi esbab ve avamil de İslamlarla meskun mahallerde tabii bulunamaz. Bundan başka temellükat-ı şahsiyyenin lağvı insanların terakkıyat-ı medeniyye ve umraniyyesine de mani’dir. Her insan kendine mal olmayacak mesela bir bahçeyi bir haneyi i’mara o kadar emek sarf etmez. Kendisinin mülkü olduğu söylenirse a’zami sa’y ve amel bulunduğu mevzu’-ı bahsimiz olan hadis-i nebeviden anlaşılmakla bu noktadan da mülkiyet-i şahsıyyenin ilgası esasat-ı İslamiyye ile kabil-i te’lif olmadığı anlaşılır. Cihad-ı saire için de ayrıca izahat vereceğiz. Mübarek Ramazan geldi; İslam kalbleri yeniden cilalandı. Anadolu’nun memalik-i saire-i İslamiyye arasında bu hususta mühim bir farkı başka bir meziyeti vardır. Gerçi Anadolu da safvet-i ahlakıyyesinden pek çoğuna veda’ ettirildi. Fakat esasat-ı İslamiyyenin bir kısm-ı mühimmine tamamen mütemessik bulunan Anadolu öteden beri garbtan gelen entrika ve maskaralıklara pek az i’tibar etmiştir. Bu cihetle İslamiyet’in hayat ve mematına taalluk eden bu mühim mücadelede müslümanlara pişva olmak şerefi yine Anadolu’da kalmak zaruridir. Garbın İslamiyet aleyhine kulladığı şebeke-i kallidler maatteessüf hala harekat-ı taklidiyyelerine tamamen veda’ edemiyorlar. Bunlar isim i’tibarıyla müslüman hakikati gösteren yollarına salik bulunmadıkları için bu def’a da tamamen ve kör körüne Bolşevikliği taklid etmek istediler. Mustafa Suphi ve saire gibi hakayık-ı münistlik İslamiyet’le kabil-i tevfik bulunduğundan ve Anadolu’nun Komünistlik esasını kabul ettiğinden bahisle bazı müslüman dindaşlarımızı mehlekeye sürüklemekte oldukları kemal-i esefle işitiliyor. Vakıa Anadolu hükumeti Rus komünistleriyle siyasi bir ittifak akdetmiştir. Bu ittifak tarafeyn için halen ve atiyen iyi neticeler vereceği tabii olmakla beraber devletlerin olamayacağını herkes bilir. Biz Almanlarla ittifak ettiğimiz zaman ne Almanlardan bize ne de bizim tarafımızdan Almanlara i’tikad birliği teklif olunmamıştır. Bolşevik Rusya ile ittifakımız da ancak bu merkezdedir. Eğer teşnesi olan müttefiğimize gayelerine İslamiyet’in gösterdiği hakiki ve ifrat ve tefritten vareste bir şahrahtan yürümelerini tavsiye eder ve bu hakikati olanca vuzuhla onlara iraeye çalışırdık. Bu dalalette kalmış olan serseri Mustafa Subhi ve akranının tesvilatına dindaşlarımızın kapılmamaları için Komünistlikle İslamiyet’in ta’kib ettiği esaslardan bahsetmeyi Bolşeviklik menşeini tedkik eylemeyi bir vazife addederiz. reden mümtaz oldukları halde şahsi ihtirasata kapılanların da hayvanat-ı vahşiyyenin irtikab etmeyeceği bir vahşete düştükleri görülüyor. Bu kere de hıristiyan memalikinde bilhassa garbda kapitalizm unvanı altında zayıflara karşı imhakar vaz’iyet aldılar. Bunun aksülameli olarak Rusya’da Komünistlik zuhurunu pek tabii görmekle beraber tahayyül edilen gaye-i insaniyyeye mevsıl bir tarik olmayıp İslamlarla meskun olan memalikte ne onu tevlid edecek esbab ve avamil ne de tatbikine lüzum ve ª ¡n ­·ª¹® ¿ž ©Y yo¯ª - - o kadar uğraştıkları halde bir tavsiye almaya bile muvaffak olamazlar! Tavsiye aldıktan sonra köylere kabul olunup olunmamak mes’elesi de bahs-i ahar!.. Çünkü: Ramazan’da evvel tavsiyesiz köylere yerleşenler köylüleri memnun etmek için avam-firibane beyanatta bulunarak tavsiyeli hocayı köylülere kovduranlar az değildir! riyetlere mahkum olmaktadır. Vaaz ve vaizler mes’elesi bir teşkilat mes’elesidir. Buna layık olduğu ehemmiyeti vermek en birinci vazifemizdir. Şimdi vaazlara gelelim: Vaazlar zamanın hakiki ihtiyaçlarıyla mütenasib olmak lazımdır. Buna peygamberan-ı Nebiy-yi zişan ümmetin ihtiyacatına asrının icabatına göre ba’s ve irsal olunmuş ve ona göre teblig a tta bulunmuştur. Zaman-ı hazır acaba bir takım hurafeleri dinlemeye müsaid midir? Maddi ma’nevi bütün saadetlerimizi kafil olan din-i İslam başka türlü ahkamı muhtevi değil mi? Tasfiye-i ruh ve ahlak vahdet-i milliyye ilim ve fen müdafaa-i din ve vatan i’dad-ı kuvvet istihsal-i servet sa’y ü amel israfattan tevakki terakkıyat ziraat ticaret emmin olan mevadda dair ahkam-ı şer’iyye yok mudur? Fakrın medayihini servetin mezemmetini i’dad-ı kuvvetin lüzumsuzluğunu hala -alelıtlak- beyan ile bu milleti mahkum-ı zillet ve zeval etmek reva mıdır? Hazinelerimiz lebaleb doldu da bunların boşaltılmasına fakr u zaruretin bilerin taarruzundan dahilimizi münafıkların mefsedetinden tathir edebildik mi?.... Hülasa; müslümanlara yazıktır. Müslümanlık ayn-ı ulviyettir. Mezellet meskenet bize hiç yakışmaz. Bu gün köylerde enzar-ı teessüre çarpan ahlaksızlıkları tedavi etmenin çaresine bakmalıyız. Köylerde zatü’l-zevc kadınlar dağa kaldırılıyor hukuk-ı diğere ve araziye tecavüzler vuku’ buluyor alat-ı ziraiyye ve hayvanat çalınıyor mahsulat tahrib olunuyor darblar cerhler katiller vuku’ buluyor. İşte bunları bu gibi emraz-ı ictimaiyye ve ahlakıyyeyi tedavi edecek ancak ma’neviyattır. Ma’neviyatın mübelliğleri ise muhterem hoca efendilerdir. Sonra niçin harb ediyoruz da’va-yı millimizin sebepleri ve hedefleri nedir düşmanlarımızın müslümanlar hakkındaki tasavvurat-ı leimaneleri işgal altında kalan memleketlerimizdeki din kardeşlerimizin ma’ruz kaldıkarı mezalim nelerden ibarettir? Bunları Ramazan münasebetiyle köylülerimize ve bütün müslümanlara tamamıyla telkin etmek lazım gelmez mi? Umur-ı Şer’iyye vekil-i muhteremi efendi hazretlerinin bu noktalar hakkında nazar-ı dikkatini celb ederim. ne sıcak bir kabul ve icabet yeri bulur. Her müslüman tedarik edilir. Onlar bütün bir ayı vaaz ve nasihatle tasfiye-i ruh ve ahlak ile geçirirler ... teravihlere mukabelelere vaazlara dualara halkın küme küme koşuşması en hakiki bir vahdetin birliğin kudsi nümunelerini teşkil eder. Hülasa: Ramazan müslümanların canından bile fazla sevdiği en mübarek bir aydır. Fakat bu mübarek ayın yüksek kadrini acaba anlayabiliyor muyuz? Fırsattan istifade edebiliyor muyuz? Tenvir ve irşad vazifelerini hakkıyla yapabiliyor muyuz? – Asla ve kat’a!!... Şehirlileri şöylece bırakalım da köylülerimize o velini’metlerimize bakalım: Bu gün bu memleketin asıl temeli olan o kardeşlerimiz maddi ma’nevi birçok ihtiyaçlar lık’tan bahsediyoruz. Fakat acaba şimdiye kadar hangimiz köylülerin arasına sokulup da o bi-çarelerin derdine deva bulmaya çalıştık? Ramazan-ı şerif köylülerin tenvir ve irşadı için en büyük bir fırsattır. Çünkü uzun bir yılın ancak bu ayında hoca yüzü görebilen köylülerin vaazlara dini vatani telkinlere arzu ve iştiyakları pek galibdir. Bu dindar arzulardan Ramazan hocaları irşad vazifesini hakkıyla yapabiliyorlar mı? Ne yalan söyleyelim: Biz değil köylere giden hocaların hatta en büyük kasaba ve şehirlerde vaaz ve nasihat vazifesi takabbul eden hocalarımızın bile -ekseriyetlebu vazifeyi ifa etmediklerine veya edemediklerine maal’esef kaniiz. Dinlediğimiz vaazların mevzu’u hep zamana zamanın ihtiyacına uymayan bir takım bahislerle akla mantığa taban tabana zıd hurafelerden durdurmaya çalışan gafil ve cahillerimiz vardır!... Halbuki bu gibi hurafelere en çok düşman olan dinimizdir. Geçen Cum’a günü Ankara’nın büyük bir cami’-i şerifine gittim. Vaizlikle zerre kadar münasebeti olmayan bir efendi kürsi-i irşadda! Din namına ne herzeler savuruyordu? Şehirler böyle olursa acaba köylerimizin hali nasıldır? Yazıklar olsun bize! Taşralarda Şa’ban ayında müfti efendiler tarafından hocalar birer tavsiye ile köylere gönderilirler. Fakat köyün cesamet ve ehemmiyetiyle hocanın ehliyet ve liyakati arasında çok def’a nisbet gözetilmez. Daha doğrusu bu mühim mes’eleye hiç ehemmiyet verilmez! Ehliyetsizler büyük büyük köylere gider hakiki hoca efendiler birkaç evli köylerde ömürlerini telef etmekle ve neticede mağdur ve me’yus olmakla kalırlar. Bazan varsa isimleri hizasına işaret edecektir ve yoklama defterlerinin hülasasını her üç ay nihayetinde encümen-i Madde - Medresenin birinci sınıfına kayd edilecek talebenin sinni on ikiden dun ve on yediden efzun olmamak şarttır. Sinni on yediden fazla olanlar bil-imtihan liyakatlerine göre birinci sınıfın fevkındeki sınıflara kabul edilir. On ikiden sinni dun olan talebenin medresede akrabasından kimse varsa onun yanında kayd edilmeksizin beytutet etmesine ve hıfza çalışmasına mektebe devam etmesine müsaade edilmiştir. Madde - Birinci sınıfa kayd edilecek talebenin Türkçe kıraat ve Kur’an-ı Kerim okuyabilecek ve Türkçe kelimelerden küçük cümleler yazabilecek derecede ma’lumatı olmak şarttır. Madde - Medreseye kayd için Encümen-i İlmi reisine müracaat olunur. Madde - Talebe bir ma’zeret-i meşruaya müstenid olmadıkça dersini terk etmeyecek; Madde - Akşamları yatsı namazından sonra medresenin kapısı kapanacağından leyali-i ta’tiliyye müstesna olmak üzere medresede beytutet eden talebe geceleri dışarıya çıkmayacaktır. Fevkalade ahval saikasıyla çıkmak zata ma’lumat verecektir. Madde - Talebe feraiz-i diniyyeyi ifa edecek ve her nerde olursa olsun adab-ı İslamiyyeye mugayir harekatta bulunmayacak ve mahall-i töhmet olan yerlere gitmeyecektir. Madde - Talebe örf ve adat-ı kadime-i medarise tamamıyla riayetkar olacaktır. Madde - Talebenin müderrisin ve me’murine karşı hilaf-ı adab hareket ve haysiyet-şikenane ve serkeşane muamelede bulunması ve evamir ve ta’limata riayetsizlik ve medrese dahilinde gürültü ederek sükutu ihlal etmesi ve kisve-i ilmiyyenin gayrı bir kisveyi labis bulunması memnu’dur. Madde - Talebe yekdiğerine kaide-i uhuvvete riayet edecek ve hürmet-i mütekabilede bulunacak ve yekdiğerini rencide etmeyecektir. Madde - Müderris medresenin inzibatını ya bizzat kendisi te’min eder veyahut emin olduğu bir zata tevdi’ eyler. Madde - Talebe hakkında tertib ve tatbik edilecek mücazat üçtür: Tenbih tekdir tard. Madde - Talebe mükellef olduğu vezaiften birisini terk ederse hareketin derecesine ve ehemmiyetiMadde - Medreseler iki nevi’dir. Biri Darulhilafe Medreseleri diğeri medaris-i atikanın ıslahından hasıl olan Medaris-i İlmiyye’dir. Darulhilafe Medreselerinin teşkilat ve suret-i idaresi başkaca bir ta’limata tabi’ olduğundan Madde - Medaris-i İlmiyye dahi Darulhilafe Medreseleri gibi Şer’iyye Vekalet-i Celilesine merbut olduğundan vekalet-i müşarun ileyhanın tensib edeceği mahallerde lüzumuna göre bir veya müteaddid medrese-i Madde - Medaris-i İlmiyye’nin müddet-i tahsiliyyesi on iki sene olup bu da iki devreye ayrılmıştır. İlk altı senesi kısm-ı evvel diğer altı senesi kısm-ı sanidir. Kısm-ı evvelde yevmiye üçer kısm-ı sanide ikişer ders okunur. Haftada tahsil altı gün olup ta’til yalnız Cum’a günlerine münhasırdır. Madde - Her müfti bulunan mahalde bir Medrese-i müftinin riyaseti altında evkaf me’muruyla müntehab üç zattan ibaret olmak üzere beş zattan teşekkül eder. Encümen-i tedris ile meşgul olmuş ulema tarafından intihab edilir. Bu suret-i intihab birinci devreye aid olup bundan sonraki olan bil-cümle müderris ve muallimler tarafından yapılır. Encümen-i ilminin müddeti bir senedir. Madde - Encümen-i İlminin vazifesi medaris-i ilmiyyeyi teftiş ve murakabe maddeten nevakısını ikmale sa’y ve her fennin okunacağı her sınıfın bulunacağı mahalli ve hangi zatın hangi ilim ve fenni okutacağını ta’yin ve bunların esamisini beray-ı tasdik teracim-i ahvaliyle beraber Şer’iyye Vekaleti’ne arz etmek ve medreseye kabul olunacak talebenin künye defterini tutmaktır. Madde - Müderrisin uhdelerine tevcih edilen dürusu müfredat programı mucebince bir intizam tahtında tedris edeceklerdir. Madde - Kendisinden ders okusun okumasın her müderris dairesi dahilinde bulunan talebenin ahvaline nezaret edecek ve talebenin vezaifine dair olan mevaddın hilafında hareketlerini görürse lazım gelen nesayihi direcek ve dairesi dahilindeki talebenin künye defterini tutacak ve bir nüshasını Encümen-i İlmi’ye verecektir. Madde - Her hangi bir fenni okutan müderris dersten evvel talebenin mevcudunu yoklayacak ve gelmeyen - - Madde - Müddet-i tahsil sekiz ay olup Temmuz Ağustos Eylül aylarıyla hangi mevsime tesadüf ederse etsin Ramazan-ı şerif ta’tildir. Madde - İşbu nizamnamenin tatbikine Şer’iyye Vekili me’murdur. Mehmed Fehmi Fevzi Mehmed Ata Bekir Sami Ferid Doktor Refik Ömer Lütfi Mahmud Celal Doktor Refik Tarihli The Near East gazetesi Şark-ı Karib Mes’elesinin Ehemmiyet-i Hakikıyyesi namıyla Londra’da “İyi Bir Avrupalı” imza-yı müstearıyla intişar eden mühim bir eserden atideki fıkrayı ehemmiyetine mebni “Siyaset aleminde doğruyu yanlışı bilmek bir taraftan Venizelos’un mezayasını takdir diğer taraftan Türkleri barbarlıkla itham etmek bir mes’ele değildir. Asıl mevzu’-ı bahs olan kuvvetlerin kıymetini takdir ve mektir. Birçok memleketlerde ilm-i siyasetin bu esasat-ı Kur’an’dan memnun olup olmadıklarını tedkik etmediği gibi Türklerin barbar veya medeni olup olmadıklarıyla da meşgul olmaz. Siyasetin meşgul olacağı mes’ele bu barbar oldukları iddia olunan Türklerin bütün cihanın nazar-ı i’tibara alacağı bir kudret-i siyasiyyeyi haiz olup olmadıkları Avrupa’ya karşı zehirlerini püskürüp püskürmeyecekleri zehirleyip zehirlemeyecekleridir. Türkler bu kudreti haiz olduklarını isbat ettiler. Türkiye’nin kudreti eski tarihi vazifesini ifa ettirecek derecede değildir. Türkiye bu kuvveti ebediyyen zayi’ etmiştir. Fakat bu kuvvet müslüman Asya ile Avrupa’nın münasebatını tesmim edebilir ve Asya’da vuku’ bulacak umumi bir ihtilalin başı olur. Bu suretle şark-ı karibin teskinine imkan kalmaz. Türkiye Ermenileri hezimete duçar etmiş olduklarından merkezi Asya ile Kafkasya’ya ne göre müderris tarafından tenbih veya tekdir cezaları verilir. Mükerreren icra edilen tekdirden mütenebbih olmayan talebe Encümen-i İlmi kararıyla muvakkaten tard olunur. Üç muvakkat tard tard-ı kat’iyi intac eder. Madde - Altı ay habse mahkum edilen talebe Encümen-i Madde - İmtihanlar ayrıca ta’limat ahkamına tabi’ olacaktır. Madde - Medaris-i ilmiyyede tedris olunacak ulum ve fünunun nev’i ve mikdarı ve kitapları Şer’iyye Vekaletince ta’yin edilir. Madde - Medaris-i İlmiyyeye şimdilik kabul edilen ulum ve fünun ber-vech-i zirdir: Birinci Sene: Haftada beş ders Sarf dört ders Tertil-i Kur’an üç ders Lügat-i Arabiyye iki ders İmla ve Kıraat ve Kıraat iki ders Hesab iki ders Hat dört ders Halebi bir ders Arabi iki ders Lügat-i Arabiyye. Üçüncü Sene: Beş ders Monla Cami iki ders Merah Coğrafya dört ders Halebi bir ders Kıraat-i Arabiyye. Dördüncü Sene: Beş ders Cami beş ders Kuduri iki ders Kavaid ve Kitabet iki ders Hendese iki ders Coğrafya Beşinci Sene: Beş ders Mantık beş ders Mültek a veya İg a setü’t-Talibin bir ders Vaaz iki ders Farisi iki ders Kitabet ve Edebiyat-ı Türkiyye iki ders Tarih-i Osmani bir ders Feraiz. Altıncı Sene: Beş ders Mantık beş ders Mültek a iki ders Adab üç ders Tarih-i İslam iki ders Gülistan bir ders Nuniyye. Yedinci Sene: Beş ders Kelam beş ders Muhtasar-ı Meani iki ders Feraiz bir ders Hıfzıssıhha. Sekizinci Sene: Beş ders Kelam beş ders Meani iki ders Edebiyat-ı Arabiyye iki ders Tarih-i Umumi. Dokuzuncu Sene: Beş ders Kelam beş ders Usul-i Fıkh iki ders Ahlak iki ders Tarih-i Umumi. Onuncu Sene: Beş ders Kelam beş ders Usul-i Fıkh Tarihi. Onbirinci Sene: Beş ders Tefsir ve Hadis beş ders Usul-i Fıkh iki ders Mecelle. Onikinci Sene: Beş ders Tefsir ve Hadis beş ders Dürr’ün Muamelat Kısmı iki ders Şifa. CİLD - ADED - SAYFA kesb etmesi İngiltere’yi yeni yeni hilelere entrikalara sevk etmiştir. Bugün bütün müslüman alemi Türk da’vasını bir İslam da’vası telakki ediyor. Türkiye’ye garbın reva gördüğü hakaret icrasından çekinmediği tecavüz ve mezalim bütün efkar-ı İslamiyyeyi galeyana getirerek her tarafta hoşnutsuzluklar ızdırablar keşmekeşler tevlid ediyor; hareketler husule getiriyor. Bütün bu hareketleri boğmak fikirleri uyuşturmak için İngiltere bir tezahürde bulunmak lüzumunu hissetti ve bu maksadla Çorçil’i Mısır’a gönderdi. Fakat Mısır istiklal ateşleri na alet olmaktan çok uzaktı. Çorçil bu muhiti müsaid bulmayınca İslam’a karşı hıyaneti sabit olan Emir Hüseyin’e müracaat etti. Anadolu’da doğan güneşi muzlim bulutlarla ihata etmek mahkum müslüman milletlerin bir araya gelip derdleşmelerine Müslümanlığın halas ve istiklaline çareler taharri etmelerine meydan bırakmamak vesatat etmesini teklif etti. Ve bu hizmetine mukabil Emir Hüseyin’e şu kadar milyon İngiliz lirasının havalesini de tevdi’ eyledi. Parasızlıktan bunalan Hüseyin derhal man milletlerin boyunlarındaki esaret zincirlerini takviye etmek üzere Mekke’de toplanmak için etrafa da’vetnameler gönderdi. Hayhay toplayabilirler. Mahkum milletlerin bünyan-ı mevcudiyetleri üzerine kurulan İngiliz saltanatının kolu uzundur. Yüzlerce milyon esirin kanlı alın terleriyle dolan İngiliz hazinesi zengindir. Yalnız Mekke’de değil Londra’da da bir İslam kongresi toplayabilirler. Bütün İslam aleminde kurdukları şebekeleri vasıtasıyla kendilerinin sadık hadimlerinden müslüman adlı bazı menfaat düşkünü hainler de bulabilirler. Bunlar toplanır mahkumiyet altında yaşayan müslaman milletlerin esaretlerini te’yid edecek esbabı hazırlarlar; asırlardan beri İslamiyet’i müdafaa için varını yoğunu feda kanını hayatını isar eden Türklerin cihad-ı mukaddesini başka şekillerde göstermeye savaşırlar ihtimalden uzak değildir belki de İngiliz kıralını halife i’lan ederler... Bunların hepsini yapabilirler. Fakat İngiliz dostlarımız şuna emin olmalıdırlar ki şarkta İslam aleminde başlayan hareketi istiklal ve ittihad hareketini durdurmak imkan haricindedir. İngilizler bir kongre değil bin kongre toplasalar yine hiçbiri kar etmeyecektir. Bir kere gönüllere bu ateş düşmüştür. Bunu söndürebilecek hiçbir kudret yoktur. manlar Müslümanlık emr-i mühimmini istihfaf eden alem-i İslam’ın hakir görülemeyecek bir kuvvet olduğundan tecahül eden İngilizler ve müslümanları esaretleri altında tutan diğer devletler bu gün İslam mes’elesinin açılan bir arka kapıları vardır. Binaenaleyh Türkler kuvvetlerini Türk ırkıyla meskun ve İslam diniyle mütedeyyin bir memlekete çektikleri takdirde orada kendi memleketlerinde sulh ü müsalemet-i alem için pek tehlikeli olacak nihayetsiz bir mücadeleye devam ederler. Halbuki kendi memleketlerinde yaşamak ve inkişaf etmek isteyen akıllı Türkler na-kabil-i idare olmaktan pek uzaktırlar. Bunlar sade bir şey istiyorlar: Yaşamak akvam-ı cihan arasında Yunanlığın şişmiş kafasına tabi’ olmayan bir millet olarak pay-dar kalmaktır. Türk kuvveti Asya siyasetinde en fa’al ve en ziyade bi-huzur kuvvetlerden biridir. Türkiye Moskova’nın bir emriyle değil kendi menafiine tevfikan hareket ediyor ve hangi taraftan mevcudiyeti aleyhine vuku’ bulacak her hareketin aleyhinde mücadele eder. Türkler aile-i akvama kabul olunursa en muazzez emellerine nail olmak hususunda kendilerine muavenet edenlere yardım edeceklerdir. Türk dostluğunun kıymet-i ameliyyesi Kafkas’yada merkezi Asya’da İslam kuvvetlerini üç esas üzere tanzim etmek hususunda tezahür eder. Bu esaslar ber-vech-i atidir: - Kafkasya ittihadı. - Merkezi Asya ittihadı - Müteceddid bir Türkiye. Bu tarz-ı hareket İngiltere için bir nazariyeden daha fazla bir şey ifade eder. Evvela sırf iktisadi bir i’tilaf müteakıben her iki tarafta pek ziyade sarsılan emniyetin tekrar temelleşmesi üzerine siyasi ittifaklar akdini ifade eder. Fakat böyle bir neticeye destres olmak için Türklere köle bir millet değil; hür bir millet muamelesi yapılmalıdır. Türkiye’de mu’tedil fırkanın İslam aleminde garbi Avrupa’nın komisyoncusu rolünü ifa ettiği takdirde Türklerin ırki bir nokta-i nazardan ırk-ı ebyaza mensub ve dinen müslüman oldukları hakikati kabul olunacaktır. Bu muzaaf noktanın Asya ve Avrupa münasebat-ı atiyyesi üzerinde esaslı bir te’siri olacaktır. Çünkü mes’ele Türklere Avrupa’ya karşı bir İslam ihtilalinin başına geçmeleri için meydan bırakılıp bırkılmayacağı mes’elesidir!” Bugün gayet acib bir mes’ele karşısında bulunuyoruz. karşı müdhiş bir tuzak hazırlıyorlar. Mahkum müslüman milletler arasında İngilizler aleyhine başlayan cereyanların son zamanlarda büyük bir ciddiyet ve ehemmiyet - - Haşimi olduğunu ileri sürerek bir taraftan onu iddia-yı hilafete sevk etti. Diğer taraftan da etrafa gönderdiği adamlar vasıtasıyla halkı ona biate teşvik kıldı. Vakıa Hind ve Mısır müslümanları Emir Hüseyin’in vezaif-i hilafeti ifaya gayr-ı muktedir ve hilafetin esaslı bir rüknü en mühim bir şartı olan kuvvetten mahrum olduğunu bildikleri için çevrilen entrikalara asla ehemmiyet vermediler onu hilafete karşı huruc etmiş olmaktan başka bir sıfatla telakki edemeyeceklerini aleme i’lan eylediler; fakat İngiltere bundan dolayı ye’se düşmedi fütur getirmedi. Vakta ki İngiliz donanmasına Çanakkale kapıları açıldı; o zaman İngilizler asırlardan beri arkasından koştukları g a ye-i hayallerine kavuşmaktan mütevellid azim sürurlar içinde pençelerini İslam’ın kalbine taktılar. Darulhilafe’nin İngiliz toplarının nüfuz ve hakimiyeti altına düşmesi üzerine İngilizler artık İslam mes’elesinin halledilmiş olduğuna zahib oldular. Artık halifeyi istedikleri gibi kullanacaklar onu bütün kuva-yı maddiyyeden tecrid edecekler Papalık gibi tehlikesiz bir hale koyacaklar esaretleri altında bulunan müslüman milletler artık bir daha başlarını kaldırmayı hiç düşünmeyecekler bu suretle hilafet-i İslamiyyeyi İngiliz saltanatının hadimi hale koyacaklar... Vakıa bir zamanlar İngilizlerin bu gayeleri tahakkuk eder gibi oldu. İslam’ın ufukları simsiyah kesildi. Kulub-i yen uful ettiği fikirleri ortalığı kapladı. Fakat çok geçmeden Cenab-ı Hakk’ın avn ü inayetiyle müslümanlar akıllarını başlarına topladılar Allah’ın lütf u keremine sığınarak harekete geldiler sönmek üzere bulunan İslam yıldızını yeniden parlattılar. Hem o suretle ki bütün İslam alemi o ziya ile müstenir olarak selamet yollarını görebildiler. Şimdi Anadolu ufuklarında tulu’ eden bu güneşin saçtığı nurların önüne bir bulut çekmek lazım geliyor. Anadolu cihadı bütün İslam aleminde bir hareket-i diniyye husulüne bais olabilir. Gün geçtikçe müslüman milletlerinin Türkiye’ye teveccüh ve takarrubları alabildiğine tezayüd ediyor samimileşiyor ciddiyet ve ehemmiyet kesb ediyor. Binaenaleyh İslam arasında yeni bir fitne ihdas etmek lazım geliyor. Mekke Kongresi bir hilafet-i Arabiyye mes’elesini de ortaya atar müslümanlar arasına yeni bir fesad sokulur. Bu suretle efkar-ı dahili mes’elelerle uğraşmaya başlarlar. Bu suretle İslam malarına meydan bırakılmaz İslam hareketi kendi kendine akamete uğrar. Dünyada her şey tasavvur olunur ve her şeye ihtimal verilir fakat İslam’ın küffar esaretinde kalması hakimikesb ettiği ehemmiyet-i azimeyi asla nazar-ı kiyasetten uzak tutmuyorlar. Şarkta zuhur eden hadisat İslam aleminde vukua gelmeye başlayan inkılabat İ’tilaf diplomatlarının gözlerindeki perdeyi yırttı. Onların şimdiye kadar cahili yahud mütecahili bulundukları şeyleri ra’ye’l-ayn gösterdi. Onun için şimdi İslam mes’elesine fevkalade ehemmiyet vererek zuhuru melhuz olan alaimi beliren vekayiin önüne geçmek istiyorlar. Zamanın müdhiş ikazıyla derin uykulardan uyanan yeryüzünde İslam’ı müdafaa edecek yegane müstakil devlet olan Türkiye’ye karşı Ehl-i Salib’in aldığı tavr-ı imha-karı gören; maazallah bu devlet-i İslamiyyenin inkırazıyla mevcudiyet-i siyasiyyeleri külliyyen silinerek kendilerinin de nesli münkariz akvam-ı mazıyye arasına karışacaklarına hiç şüpheleri kalmayan müslüman aleminin her tarafından yükselmeye başlayan feryadlar şekvalar o mütehakkim devletleri bilhassa İngilizleri pek ziyade bi-huzur etmekte ciddi surette düşündürmektedir. Çünkü İngilizler İslam aleminin feryad ve şekvalara başlamasının neticesini bizden daha iyi takdir ederler. Ve İslam’ı boğmak için hangi hassas noktalardan hücum lazım geldiğini pek güzel bilirler. Onun için bu hususta fevkalade müteyakkız bulunmak İngiltere’nin bizi lazımdır. Yüzlerce milyon insanın mukadderatına hakim olan İngiltere öyle gazete mak a lelerine yüksekten atıp tutmalara hatta kendisine karşı savrulan en ağır küfürlere aldırmaz. Onun yegane atf-ı ehemmiyet ettiği şey fi’liyattır. Her ne zaman her nerede bir hareket görürse başlar; o hareketi boğmak için bütün kuvvet ve kudretini sarf eder. İngilizler teferruatla uğraşmaz; onlar esas-ı mes’eleyi nazar-ı i’tibara alırlar ve daima temelden sarsmak nedir? Çünkü biz bütün İslam aleminin merkeziyiz; dimağıyız. Bizi inhilale uğrattıktan sonra diğer tarafı kolaydır. Türklerle Arapları birbirinden ayırmak için İngilizlerin asırlardan beri sarf ettikleri emek çevirdikleri entrika hayretlere şayandır. Sonra Hilafet mes’elesini ehemmiyetten Türklerden nez’ ile bir hilafet-i Arabiyye te’sis etmek ye-i hayaldir. İngiltere hiç düşünmez mi ki bir gün yeryüzündeki müslüman milletler daldıkları derin uykulardan uyanır gafleti terk eder bu intibahın te’siriyle hikmete akla tedbire sarılırlar da hilafet rabıtasına sımsıkı yapışmak hususunda birleşirlerse hal nereye varır? Bunun içindir ki İngiltere Harb-i Umumi’de en çok bu noktaya ehemmiyet verdi. Evvela Mekke Emiri Hüseyin’i huruc ve isyan ettirdi; sonra da onun Kureyşi ve CİLD - ADED - SAYFA Londra’da münteşir The Near East - Şark-ı Karib ri sale-i siyasiyyesi Nisan tarihli nüshasında Türk-Yunan Harbini mevzu’-ı bahs ederek mütalaat-ı atiyyeyi dermeyan etmektedir: “Bu hafta zarfında düvel-i müttefika daha mühim meYunan münazaası harita haricinde kaldı. Böyle olması cidden badi-i teessürdür. Çünkü her haftalık te’hir Türk mes’elesinin kat’i surette hallini daha ziyade müşkilata duçar etmektedir. Yunan murahhaslarının Londra Konfesansı esnasında Yunanistan’ın böyle bir mahiyeti haiz bir mes’elede düvel-i müttefikanın müdahalesine tahammül etmeyecekleri hususundaki ısrarlarına Türklerle kendi başlarına meşgul olmak için müsaade taleb etmiş olmalarına binaen İngiltere ve Fransa hükumetlerinin tavassutundan imtina’ ettikleri anlaşılıyor. İtalya’nın vaz’ıyeti kurtarmaya muvaffak olacağı bir vakitler zannolunuyordu. Fakat Gonaris ahiran İtalya tarafından bir tavassut icrası mes’elesini suret-i resmiyyede tekzib etmiştir. Düvel-i müttefika tarafından şark mes’elesini tesviye hususunda vuku’ bulan hataların cezasını çeken Yunanistan’a karşı teessür izhar etmemek müşkildir. Sevr Muahedesinin mevaddı Yunanistan lehinde vuku’ bulan müdafaaların mahsulüdür. Yunanistan muradına nail olunca kendisine verilen yerleri muhafazaya muktedir olduğunu söylüyor. Venizelos’un yegane hatası Bu işgal mantık ve muhakeme dairesinden mechul ve muaddalat ile dolu bir sahaya intikal idi. Bundan dolayı bütün mes’ele Yunanistan kadar düvel-i müttefika met-i hazırası bu hakikatlerle karşılaşmak istemiyor. Fakat er geç bunlarla karşılaşacaktır. Düvel-i müttefika bi-taraf durduğundan Yunanistan’ın Biritanya’daki dostları -ki bunlar çoktur- Yunanistan’ı bu hakikatlerle pek gecikmeden karşılaşmaya mecbur etmelidirler. Sevr Muahedesi’ndeki Yunan tarz-ı tesviyesi hiçbir vakit şark-ı karibde sulhü te’sis edemezdi. Bu muahede Türklerin kudret-i hayatiyyesini hesab edemedi ve Anadolu’nun maverasını görmeye teşebbüs etmedi. Düvel-i müttefika bu iki cihette hata etti. Fakat şimdi devletler ve bilhassa İngiltere Türk mes’elesinin şark-ı vasati ve Asya’yı merkezinin atisiyle ve bütün İslam alemiyle rabıtası olduğundan emin olmalıdır. Binaenaleyh bu gün hakikat şu merkezdedir ki Yunanlılar sahne-i harbde ne türlü muvaffakiyetler ihraz ederlerse etsinler düvel-i müttefika Yunanistan’ın bütün Asya’yı fiilen gayet-i Kur’aniyyenin zeval bulması için Peygamber-i güzinin nesl-i şerifine mensubiyet iddiasında bulunan bir zatın bu cinayetlere vasıta olmasını insan bir türlü havsalasına sığdıramıyor. Aşk olsun İngiliz desisesine! İslamiyet’i tulu’ ettiği noktada gurub ettirmek için tertibata muvaffak oluyor. Hem de Cenab-ı Risalet-meabın nesl-i kerimine mensubiyet iddiasında bulunan bir zat vasıtasıyla. Lakin bu İslam’ı ye’se düşürmez. Bilakis intibahını ta’cil eder azmini artırır faaliyetini teşdid eder. Alem-i bir bendesidir. Onun halife olması şöyle dursun müstakıl bir hükümdar olabilmesine bile maddeten imkan yoktur. Çünkü Hicaz kıt’ası orada teessüs edecek bir hükumetin hatta kendi toprağını bile müdafaa edebilecek derecede peyda-yı kuvvet etmesini te’min edebilecek menabi’-i servetten mahrum bulunmaktadır. Bu ülke ne zirai ne ma’deni ne sınai bir ülkedir. Bu gibi şeylere elverişli olan yerler varsa da oraları İbni’s-Suud kat’ıyyen cari değildir. Şurası da var ki bu söylediğimiz münbit ve mahsuldar yerler pek dar olduğu için muntazam memleketleri vücuda getirmeye zi-nüfuz hükümdarlara saha-i hakimiyet teşkil etmeye müsaid değildirler. Hakikatte Hicaz’ın menabi’-i servetini Asya ve Afrika’daki ye teşkil etmektedir. Böyle bir çoğu İngiltere Fransa müstemlekatından ibaret olan bilad-ı İslamiyyeden gelecek teberruat ve hasılat-ı vakfiyye ile geçinecek olan bir devletin kaviyyü’ş-şekime hür ve müstakıl bir devlet olarak yaşayabilmesi hilafet-i muazzamanın hukuku şöyle dursun kendi mevcudiyetini müdafaaya muktedir olması arz-ı ihtiyacdan başka nasıl icra-yı hükumet edebilir? Şu halde bulunan bir hükumet hukuk-ı İslamiyyeyi müdafaa için bir kongre toplamaya kalkışırsa bunun İngiliz kongresinden başka bir mahiyeti haiz olamayacağını bilmeyen acaba tek müslüman var mıdır? Fakat İngiltere için ne beis vardır? Efkar tereddüd ve teşettüte düşsün onun için o da kafidir. Lakin İngilizler emin olsunlar ki bu gün İslam aleminin bu tuzaklara düşmeyecek kadar gözleri açılmış imanları kesb-i kuvvet etmiştir. Emir Hüseyin ise ceza-yı sezasını inşaallah yakında bulacaktır. Allah o kongrenin toplanmasını bile bu kadar hakaretlere hıyanetlere artık tahammül edemez. - - mevvüç etmekte cami’lerde Anadolu mücahedesinin muvaffakıyetine dualar edilmektedir. Arnavutlar Yunan hududunda tahşidata devam etmektedirler. Alem-i İslam: Bir taraftan İbni’r-Reşid diğer taraftan İbni’s-Suud cenubdan Seyyid İdris ve İmam Yahya kuvvetleri Mekke üzerine yürümektedir. Medine ile Taif’i zabt etmişlerdir. Faysal alelacele Mekke’ye koşmuştur. Bingazi meclis-i meb’usanı açılmıştır. a’zanın ’i ahali tarafından intihab ’si hükumet Sünusi tarafından nasb edilmiştir. A’za miyanında İtalyan ve Yahudiler de vardır. Riyasete Sünusi›nin yeğeni Safiyyüddin intihab olunmuştur. Fas’da milli kuvvetlerle Fransızlar arasında müsademeler devam etmektedir. Hind boykot ihtilal hey’etleri vali-i umumi ile kat’-ı müzakerat etmiştir. Son Londra konferansında dahi İngiltere’nin hüsn-i niyetle hareket etmemiş olduğunu iddia ederek Türkiye’nin iade-i hürriyet ve istiklali şart-ı esasi olduğu noktasında ısrar etmişler Bağdad hattından Avrupalıların tamamıyla keff-i yed etmeleri lazım geldiğini dermiyan etmişlerdir. Afganlıların muntazam kuvvetleri Hindistan hududuna taarruz etmişlerdir. Avrupa: Kömür ocaklarını yakmışlardır. Fabrikaların istihsalatı durmuştur. Belçika Fransa Hollanda ve Almanya nakliyat amelesi de İngiltere’ye kömür idhaline mümanaata karar vermişlerdir. Amerika bahriye efradı tarafından da bir grev emri neşr olunmuştur. Zarar yirmi milyon ri suikasdlerde muhannik gazları muhtevi bombalar isti’maline başlamışlardır. Almanya buhran içindedir. Rayştağ İ’tilaf’ın ültimatomunu kabul etmiştir. Yukarı Silezya’da ihtilal olmuştur. Bavyera askeri terhis ve silahları teslim edemeyeceğini bildirmiştir. Avusturya’nın Almanya’ya iltihakından endişe olunmaktadır. Amerika meclis-i aliye ve ta’mirat komisyonuna iştirak edeceğini bildirmiştir. Reis-i cumhurun donanmayı teftişine İngilizler büyük ehemmiyet vermişlerdir. Kızıl ordular kemal-i ehemmiyetle tedarikat-ı harbiyyede bulunmaktadırlar. Yakında azim ve mühim işler göreceği beyan olunmaktadır. leyan ve şuriş içinde bırakmasına müsaade edemezler. Yunanistan daha fazla bir teehhüre meydan vermeden bu ciheti takdir ederek da’vasını düvel-i müttefikaya bilakayd ü şart terk eylerse şimdiden ihdas etmiş olduğu ciddi müşkilata ilaveten onlarla mücadele ettiği takdirde nail olacağı şeraitten daha iyi şerait elde edeceğinden emin olmalıdır. “Bir Haftalık En Mühim Hadisat ve Vek a yiin Hülasası Ankara: Misak-ı Milli dairesinde hareket etmek üzere Meclis’de bir Müdafaa-i Hukuk gurubu teşekkül etmiştir. Mesail-i maliyyeden dolayı isti’fa eden hey’et-i vekilenin tekrar intihabında yalnız Adliye ve Maliye vekilleri değişmiştir. İngiliz casusu meşhur Hindli Mustafa Sagir’in ve rüfekasının İstiklal Mahkemesinde devam eden muhakemesi hitam bulmuştur. Cebheler: Garb cebhesinin muhtelif mıntıkalarında müsademeler taarruzi keşifler devam etmektedir. Uşak hattının müteaddid köprüleri akıncı müfrezelerimiz tarafından berheva edilmiştir. Yunanistan: Yunan ordusunda anarşi başlamıştır. Neferler zabitlerini katletmiş; Averof bila-emr Pire’ye gitmiştir. İ’tilaf devletleri mümessilleri Yunan gemilerini Marmara sevahilini bombardıman ve vapurları taharri edemeyeceklerini tebea-i Osmaniyyeden olan Rumların harbe giremeyeceklerini lunduğunu Yunan mümessilliğine tebliğ etmişlerdir. İzmir’den avdet eden Gonaris ordu hakkında bedbinane mütalaatta bulunmuştur. Drahmi pek ziyade düşmektedir. Vaz’iyet-i maliyye çok buhranlıdır. Arnavutluk ahvali mucib-i endişe bir şekil almıştır. Dahil de pek karışıktır. Kralın isti’fası meclisin feshi isteniyor. Bu kadar mesail karşısında Yunanistan bunalmıştır. Gonaris’in isti’fası bekleniyor. Balkanlar: Fransızlar Selanik’i Sırbistan’a vaad etmişlerdir. Sırplar da Selanik limanını Yunanlılardan istemişlerdir. Bulgar çetelerinin faaliyeti ehemmiyet kesbetmiştir. Milli Arnavut ordusu büyük bir ciddiyetle teşekkül ve tekemmül etmektedir. Arnavutluk’ta Osmanlı bayrakları teDemin huşua varan bir kıyam-ı haşyetle Huzur-ı Halik’a durmuştunuz cemaatle. Yarınca kubbeyi “Allahu ekber!” ikrarı; Boşandı yerlere Hakk’ın sema-yı esrarı. Önümde cuşa gelen safların telatumunu Görünce andım o deryaların tezahumunu: Ki dalgalar gibi kemnam olur nihayette Birer sücud ile umman-ı sermediyyette. Sufuf ayakta iken dalgalar ayakta idi; Huruş edince imamın nida-yı tahmidi Serildi yerlere “yekpare” bir cihan-ı hamuş Ki imtidad-ı mekabirdi öyle duşa-duş! O mevce mevce uzanmış duran hazairden Duyuldu vurduğu binlerce sinenin birden. Mezarların bu yürekler dayanmaz ahengi; Yüreklerin de hazin inkisar-ı yek-rengi; Getirdi cuşişe umman-ı sermediyyeti de; Hitama erdi nihayet o sermedi secde: Zemine ra’şe veren bir derin sada geldi; Deminki dalgaların şimdi hepsi yükseldi. Bu herc ü merc-i ubudiyyetin tevalisi Sukutu cebhelerin sonradan tealisi ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Namazda hem beni göz yaşlarıyla ağlattı; Hem öyle ağlanacak bir hakikat anlattı Ki dinlemezseniz elbette mahvolur millet: Sizin felaketiniz: Tarumar olan “Vahdet”. Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa; Eğer o his gibi “Tek” bir de gayeniz varsa; Düşer düşer yine kalkarsınız emin olunuz. Demek ki birliği te’min edince kurtuluruz. O halde vahdete hail ne varsa çiğneyiniz... Bu ayrılık da neden? Bir değil mi her şeyiniz? Bütün bu tefrikalar etseniz bir istiknah Görürsünüz nereden geldi... Ya ibadallah! Huzur-ı Hak’ta nasıl toplu durdunuzdu demin? Günahtır etmeyin artık; ayıptır eylemeyin! Bu ihtirasa uyup az mı verdiniz kurban? Şikak için mi eder sade kalbiniz daraban? Neden uhuvvetiniz böyle münhasır namaza? Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza? Beş on vatansız için nara yakmayın vatanı... Hesab edin ne kadar bi-günahın aktı kanı! - - Gelelim Yahudilerin inad ve hezeyan saikasıyla düştükleri vesselam Efendimizle yahud Ömer bin el-Hattab ile Cibril hakkında mücadelede bulunarak “O bizim düşmanımızdır ...” diyorlardı. Bunun üzerine ayeti nazil oldu. Yahudileri ilzam için Kur’anın serd etmiş olduğu hüccetlerin hülasası şudur: Şerayi’-i ilahiyyenin aslı budur ki o da Allah-ı zülcelali tevhid etmek ve gizli aşikar bütün günahları na-hak yere zulmü tahrim eylemektir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakkın kitaplarında vahiylerinde evvel yahud sonra gönderdiği peygamberlerinde Cibril ile diğer melekler arasında bu babda zerrre kadar fark yoktur. Enbiyaullahtan birine karşı adavet besleyen kimse diğer nebilerin kaffesine düşmanlık etmiş olur. Peygamberlerden birine karşı gelen yahud kitaplardan birini tanımayan kimse de Allaha karşı gelmiş olur. “O kimseler ki Allaha onun peygamberlerine inanmazlar. Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isterler ve bunlardan bir kısmına für ile iman arasında üçüncü bir yol tutmak isterler... kendilerini tezlil edecek bir azab ihzar ettik. O kimseler ki Allaha onun peygamberlerine inanırlar ve bunlardan birini diğerlerinden ayırmazlar Cenab-ı Hak bunların ecirlerini kendilerine verecektir. Allah gafurdur rahimdir.” Binaenaleyh Beni İsrailin kalkıp da peygamberlerden ancak bir kısmına iman etmesi kat’iyyen küfürdür. Bunların Cibrile düşman olmaları da bu mahiyettedir. Zira Cibril hamil-i vahy-i ilahidir. Kendisinden bir şey tebliğ etmez ve edemez. Ona hücum Allaha karşı hücumdur. Beni İsrailin aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimizle Cibril mes’elesinde bu kadar mühim mücadelelerde bulunmaları melaike-i kiramı yekdiğerinden ayırmaları küfürden hezeyandan başka bir şey değildir. Onları bu giriveye düşüren saik evvela hak ve hakikate olan buğzları; saniyen şayet Kur’an’a münkad olurlar aleyhi’s-salatü ve’s-selam Efendimize iman ederlerse Arabın daha evvel İslamı kabul etmiş olması ve fi sebilillah cihadda bulunması sebebiyle kendilerine rüchan kazanacağından havflarıdır. Bismillahirrahmanirrahim Bizler ayet-i kerimedeki “temenni”yi “takdir” ile tefsire taraftarız. Lisan-ı Arabda bu ma’ruftur meniyyin yümna maddesinden alınmıştır. Şairin huzur-ı risalette kıt’asında olduğu gibi ki “mukadderin yani Allahın senin için takdir etmiş olduğu akıbete mülaki oluncaya kadar” ma’nasınadır. Temenni’yi başka ma’naya haml etmek ise üslub-ı Kur’an’ın belagat-i Kur’an’ın müsaade edemeyeceği bir harekettir Bu ayet-i celilenin münakaşasında müfessirler tarafından pek çok sözler söylenilmiş vakı’ olan i’tirazlara şüphelere cevap olarak lüzumsuz faydasız tatvilatta bulunulmuştur. Hiç düşünülmemiş ki bu suretle Nasraniyetin züemasına yardım ediliyor onların Kur’an’a hücum etmeleri için meydan hazırlanıyor Kitabullahın kadr-i bülendini tenzil edecek bahislere sebebiyet veriliyor. Hepsinden garibi şudur ki: Bir te’vile daldıkları zaman onu ya aslı faslı olmayan bir takım asar ile yahud mevzu’ ehadis ile te’yid etmek isteyerek hata-yı vakıı daha beter bir hale sokuyorlar. Şayettemennikelimesi müfessirlerin şerhi gibi vazıh ve sarih olsaydı İbni Abbas radıyallahu anhümanın sual ve taleb ma’nalarıyla tefsir etmiş olduğu rivayet edilmezdi. Bununla beraber kelimenin kelam-ı Arabda sual ma’nasına geldiği ma’ruf değildir Ayet-i kerime Yahudilerin Ehl-i Kitab olduklarına ve dar-ı ahiretin sırf kendilerine mahsus bulunduğuna dair olan iddialarını red ediyor. Onları müşrikler idadına sokuyor ve hayat-ı dünyaya olan hırslarını gösteriyor. Evet hiç şüphe yoktur ki Cenab-ı Hakkı tevhid ve onun peygamberlerine iman ile Beni İsrail’in danaya tapmalarını Uzeyr’i Allahın oğlu addetmelerini te’lif k a bil değildir; bu açıktan açığa şirktir. Ebu Müslim ayet-i kerimeyi bu suretle tefsir ediyor. Onun reyine göre takdirindedir ki “Onları şüphesiz insanların hayata en harisi bulacağın gibi yine şüphesiz müşrik bulacaksın ...” demek oluyor. Bu te’vil-i vecih makbul bir te’vildir. ª à Yž ............ yr u– ªYžyÀ± . a²Y¦ Ê uª ­ u– Y¦ ±® u£¯ª ¥ªu£ÀY® iËb cn i © ª ±À ©Ày]kª yŸ² £À µ~ ¹ª ±ÀyžYª Y²uc– Y£n yžYª ­¶ ÃY\ yŸÀ à ±Á\ ¹ iy ŸÀ uÀyÀ µ~ ‰—]\ ±®Q² ¹ ª . Y³Á·® Y\ w– ÃY\ ¹³® ±À ¥ ª ­·³® un ±Á\ ¹ iy ŸÀ ­ ª µ~ ¹~ ­·ÁbQÀ ‰—]\ ¥ª ±Á\ w scÀ uÀ yÀ ËÁ]~ ¥ ª . š Y¯Á à Y¦ ­¶¹j n ¹ ­· ²ukc ª uÀukª ¥ÁbOÀ ¥ª ©\ yi ¿ž Y\¹y£®yÁsªyƒªYž ¥ª ¿¯ÀY® ¿iËb ¿cn – yn ¿ž Y– ±½®ObÊ®Y²¿ ¹ – Á . y Y ³ª ...¹¦y‚ ±Àwª ±® ­·²ukcª ¥ªw¦ CİLD - ADED - SAYFA limliklerle haiz-i istisna me’muriyetleri nazar-ı i’tibara alınmaz. Medaris-i ilmiyye müdavimleri ihtiyat sınıfına nakl etmezden bir sene evvel hizmet-i maksureyi ba’de’lifa tahsillerine devam etmek üzere te’cil olunurlar. - Bilumum mekatib-i resmiyye ile Maarif Vekaletince musaddak mekatib-i hususiyyenin müdir ve muallimleriyle tedrisat-ı ibtidaiyye müfettişleri ve eimme medreseleri ve Daru’l-hilafeti’l-aliyye müdir müfettiş ve müderrisleri ve medaris-i ilmiyye müderrisleri me’muriyetlerinin devamı müddetince bu seferberlikte son mürettebata dahil edilmek üzere te’cil olunurlar. - El-yevm silah altında bulunup da işbu kanunda musarrah müsaadattan istifade edebilecek olanlar silk-i me’muriyetlerine avdet etmek şartıyla terhis olunurlar. Sekiz aydan fazla Balıkesir’de Yunanlılar elinde esir ve mevkuf kaldıktan sonra geçenlerde firaren Ankara’ya gelen Karesi meb’us-ı muhteremi İbrahim Cevdet Bey geçen gün idarehanemizi ziyaret ettiler. Kendileriyle uzun uzadıya konuştuk. İbrahim Bey Yunan mezalim ve şenayiini anlatmakla bitiremiyor. Görüştüklerimizin zübdesini müslümanların enzar-ı intibahına arz ediyoruz. Düşman esareti altında bulunan müslüman kardeşlerimizin ne halde bulunduklarını görmeli de onları kurtarmak hakkında şu izahatı verdiler: – Bilirsiniz ki İzmir’in facia-i işgalini müteakıb memleketimizde bir müdafaa teşkilatı başlamıştı. Bu teşkilat sırf halkın imanı sayesinde tam on dört ay Yunanlılara karşı mukavemet etti. Herkes gerek malen gerek bedenen runda çalıştı. Fakat bin-netice mağlub olduğumuz için güzel memleketimize vedaa başladık. İşte Balıkesir de bu suretle Haziran tarihinde Yunanlılar tarafından nin sonunda olarak Susurluka doğru geliyordum. Etrafımın Çerkes çetesi tarafından çevirildiğini gördüm. Çete beni esir ederek arkamızdan ilerilemekte olan düşman süvari müfrezesine teslim etti. – Çerkeslerin hakkınızda bir husumeti mi vardı efendim? – Hayır Çerkeslerin hepsi hakkında husumet isnad edemem. Bana başlıca hasım olanlar Anzavur’un döEğer bunların basiretleri dalal ile perdedar olmasaydı görürler ve bilirlerdi ki Cibril ruhü’l-kudsü’l-emindir; vazifesi bu Resul-i Ümmiye ayat-ı Kur’aniyyeyi tebliğ etmektir. Madde - Her sene sınıf imtihanları icra edileceğinden kur’a imtihanları mülgadır. Madde - İmtihanlara umumiyetle Haziranda yalnız bilad-ı harrede Mayısta başlanır. Madde - Arabiyyü’l-ibare olan dersler için tam numara yirmidir. Diğer dersler için ondur. Terfi’-i sınıf den dörtten dun olmamak şartıyla üss-i mizan tam numaralar yekununun nısfından bir fazlasıdır. Madde - İki dersten hadd-i asgariden dun numara alanlar ikmal imtihanına tabi’ tutulur; üç dersten dun olanlar sınıfında ibka edilir. Madde - Müteakıben iki sene terfi’-i sınıf edemeyenlerin kaydı terkin edilir. Madde - Bir sene-i dersiyye zarfında üç mah devamsızlığı görülen talebe sınıfında ibka edilir. Madde - Bir ma’zerete mebni imtihana giremeyen talebe sınıfında ibka edilirse de ikinci sene imtihana dahil olduğu halde sınıfında kalmakla kaydı terkin edilmez. Bila-ma’zeret imtihana dahil olmayan ve sene-i dersiyye zarfında üç mah devamsızlığından naşi ibka edilen ikinci sene dahi kalmakla kaydı terkin edilir. Madde - Kısm-ı evvel imtihanları mahalli en büyük mülkiye ve askeriye me’murlarıyla kadi ve encümen-i ilmiyyeden müteşekkil bir hey’etin intihab edeceği üç ve her fennin müderrisi de dahil olarak dört zattan mürekkep bir hey’et-i ilmiyye ve kısm-ı sani imtihanları da fıkra-i uladaki zevatla beraber Müdafaa-i Milliyye Vekaletinden gönderilecek bir ki cem’an beş zattan müteşekkil bir hey’et-i mümeyyize tarafından icra edilir. Te’cil kanununun Talebeye Aid Mevaddı - Bilumum mekatib-i aliyye ve taliyye ve tali derecede ziraat ve orman mektepleriyle resmi Daru’l-muallimin ve Daru’l-hilafeti’l-aliyye talebeleri eimme-i medaris müdavimininin hizmet-i fi’liyyesi ikmal-i tahsillerine kadar te’cil olunur. İkmal-i tahsilden sonra hizmet-i maksuresini ifa etmeyenlerin ta’yin olunacakları mualCİLD - - – Yunanlılar mukaddesata ve kadınlara da tecavüz ediyorlar mı? – Sormaya hacet mi var? Zaman oluyor ki müezzinler minarelerde ezan okuyamıyor palikaryaların kurşunlarıyla tehdid ediliyor. Kadınlara yapılan tecavüzlerin derecesini anlamak için size yalnız bir misal arz edeyim: Yunanlılar Behice isminde bir İslam kadınını cebren evinden alarak kumandanlık dairesine götürmüşler müslümanların şedid heyecanlarına rağmen bu kadını zorla tanassur ettirmişlerdir. Kadınlara vuku’ bulan taarruzlar yüzünden birkaç İslam genci Yunan zabitleriyle neferlerinden bazılarını alenen öldürmüş. Fakat zavallılar da derhal i’dam edilmişlerdir. Kadınların sokakta gezmeleri hatta komşu evlerine gidip gelmeleri mümkün değildir. Çünkü derhal palikaryaların taarruzlarına duçar oluyorlar. Hele köylerde yapılan bu kabil tecavüzat tüyleri ürpertecek derecelerdedir. – Mektepler ne halde? – Mektep namına bir şey kalmamıştır; hepsi Yunanlılar tarafından soyulduktan sonra kapatılmıştır. Leyli Daru’l-muallimin ve Sultani mekteplerindeki binlerce liralık alat ve levazım-ı fenniyye ve tedrisiyye Atina’ya nakledildi. Yunanlılar yalnız mektepleri değil bütün müessesat-ı resmiyye ve milliyyemizi de soymuşlar memleketimizden vagonlar dolusu eşya aşırmışlardır. Yollarda telgraf ve telefon telleri kalmamıştır; hepsi Atina’ya taşınmıştır. Bunlardan sarf-ı nazar bugün birçok evlerdeki halı kilim ve sandalye gibi eşya bile bırakılmamıştır. Memlekette bilhassa hayvanat namına bir şey kalmamıştır. – Bu sualinize cevap vermezden evvel size vatandaşlarımız hakkında evvelce müslümanların nasıl medeni ve dahilinde Rum ve Ermenilerin mikdarı yüzde beş nisbetindedir. Müslümanlar her nokta-i nazardan hakimdir. Ta Balkan Harbinden Umumi Muharebeden tutunuz da İzmir’in ve hatta memleketimizin işgaline kadar hıristiyanların bir çok fenalıklarına ma’ruz kaldığımız halde haklarında hiçbir mukabelede bulunmamıştık. Şimdiye kadar livamızda tek bir Rumun burnu kanamamıştı. Tek bir Rum’dan iane ve saire namıyla bir şey almamıştık. Halbuki memleketimiz işgal edilir edilmez mel’unlar silahlarla bıçaklarla müslümanları katl-i am yapmaya kalkışmışlar; bereket versin ki korkularından buna muküntüleri bulan hareketlerinden birinde ben de ta’kib ve tenkil kuvvetleri arasında bulunmuş bilhassa ma’sum Türklerin elinden aldıkları hayvanat ve eşyayı istirdada me’mur olmuştum. O vakitten beridir ki asi döküntüleri bendenize karşı şiddetli bir gayz besliyorlardı. Bundan başka Milli Müdafaa temellerini atanlar arasında aciziniz de bulunmakta olduğumdan bu müdafaayı boğmak bu noktadan da pek tabii olmak lazımdı. – Beyan buyurulan çete hangi çete idi? – Haydarlı Nuri Çetesi. Bu Anzavurun en mu’teber adamlarındandır. – Bu çete sizi neye Yunanlılara teslim etti? – Anzavurcular bilhassa ric’at esnasında Yunanilerin pişdarları olarak icra-yı mel’anet ediyorlardı. Bunlar zavallı muhacirin k a filelerini ma’sum ve bi-günah birçok zavallı dindaşlarımızı da yollarda soydular. – Yunaniler zat-ı alinize ne gibi muamelede bulundular? – Bunu tahmin etmek müşkil değildir zannederim. Dipçikler altında doğruca Balıkesir’e götürdüler. Yunan kumandanı dairesinde günlerce aç susuz bıraktıktan da her gece nöbetle icra-yı taaddiyat ettiler. – Zat-ı aliniz gibi diğer mevkuflar da var mı idi? – Vardı. Balıkesir ulemasından Daru’l-hilafe Medresesi Müdiri Yağcılarlı-zade Halil Fevzi Efendi ile hamiyetli eşrafımızdan Nuri Efendi de benimle birlikte mevkuf rem adamlardır- aynı taaddiyata ma’ruz bulunuyorlardı. – Yunanlıların müslümanlar arasında tevkif ettiği zevat bunlardan ibaret mi? – Ne gezer! Biz guya ibret-i müessire olmak üzere kendi memleketimiz içinde i’dam edilmek fikriyle alıkonulmuştuk. Diğer bir çok hamiyetli kardeşlerimiz var ki bunlar İzmir’e ve Atina’ya sevk edildiler. Bazı kardeşlerimiz de kasaba hariclerinde canavarca kesilerek cesetleri ortadan kaldırıldı. Yunanlıların en büyük hedefi münevverlerle agniyadır. Kafası düşünen biraz servete malik olan kim varsa hepsini birer vesile ile imha ettiler ve hala da ediyorlar. Balıkesir’de bilhassa kardeşimiz bugün ölüme mahkum bir haldedir. Zavallılar daimi nezaret altında bulunuyorlar. Bu muhterem zevat memleketin en zengin adamları idi. Bugün ellerinde avuçlarında bir şey bırakılmadığı için adeta teseül edecek derekeye gelmişlerdir. CİLD - ADED - SAYFA ve telakki edilen bu gazeteyi tahrirat müdiri Süleyman Necmi ile Mutasarrıf Cevdet her köye cebren abone kaydettirmişti. Fakat müslümanların aldığı pek merdane ve baridane vaz’iyetler karşısında Ömer Fevzi bir şey yapamayacağını ve dikiş tutturamayacağını anladığı için bir müddet sonra matbaasını Bandırma’ya nakletmiştir. Merkum orada çıkardığı bir paçavrada şu fıkraları yazıyor: “Balıkesir ve Balıkesirliler hala ibret-bin olamadılar; hala eski kabadayılıklarından vazgeçemediler! Bagilikleri ve Anadolu’ya karşı olan merbutiyetleri adeta iliklerine Ömer Fevzi son zamanlarda işittiğimize göre Bandırmada da paçavrasını yaşatamamaktadır. Bu gazeteden başka Balıkesir namında sevgili memleketimizde diğer bir paçavra daha intişar ediyor. Bunun müessisi Sındırgılı Hulusi isminde bir mel’un idi. aldığı bir Rum karısının lıkesir’de dikiş tutturamayarak İzmir’e kaçmıştı. Onun vazifesini deruhde eden Emin Vedad isminde bir hain hala o paçavrayı çıkarmakta ise de eskisi gibi Büyük Millet Meclisi’ne ve Anadolu hükumetine atıp tutamamaktadır hatta Anadolu haberleriniTebşiratserlevhası altında yazmaktadır!.. – Yunanlılara taraftar olan daha bu gibi müslümanlar var mıdır? – Kat’iyyen... Bu gibilerin sayısı mahduddur. Nihayet on kişiyi tecavüz etmez. Evvelce milli harekatın aleyhdarı gözükür bazı eşhas bile bugün en koyu taraftarımız olmuştur. – Balıkesir’de tehcir ve taktil da’vaları da var mı? – Balıkesir’de tehcir ve taktil vuku’ bulmamıştır. Fakat buna rağmen bu nam altında birçok da’valar ve keyfi hükümler vuku’ bulmaktadır. Mutasarrıf Cevdet bir Ermeniden ziyade Ermeni gayretini güden bir namussuzdur. Merkum müslümanların ecdadından mevrus mallarını bile şahidsiz delilsiz muhakemesiz Ermenilere teslim etmektedir. – Müslümanların bura hakkındaki fikirleri nasıldır? – Fekalade ümid-perverane ve intizar-karanedir. Ak saçlı kadınlarımız her gece ordumuzun muzafferiyeti çocuklarımız bile muzafferiyetimizi lisan-ı ma’sumiyetle Allahtan istiyorlar. – Firara nasıl muvaffak oldunuz ve hangi tarikı ihtiyar buyurdunuz? vaffak olamamışlardır. Ermenilerin yaptığı fenalıklar ise daha rezilane ve mel’unanedir. – Hıristiyanlardan Yunan ordusuna giren var mı? – Tabii değil mi? Fakat ilkİnönüzaferinden sonra bir kısmı avdet etti. Şimdi memlekette bile durmaya cesaret edemiyorlar korkuyorlar. – İnönü Muharebatı Balıkesir’de nasıl telakki edildi? – İşgal zamanından beri her gün her saat her dakika zaten kahraman ordumuzun vüruduna dua ve intizar eden müslümanlar bu muharebeleri pek büyük bir alaka ile ta’kib ediyorlardı. Yunanlıların hiçbir tebliğine tikten sonra artık hiçbir müslüman sürurunu gizleyemedi. Ufak tefek tezahüratta bile bulundu. Fakat Yunanlılar ve yerli hıristiyanlar havf ve heyecandan kendilerini kurtaramadılar ve hala da kurtaramıyorlar. Bir gece -ara sıra olduğu gibi- Yunanlılar kasaba civarında top mitralyöz ve tüfenk atmaya başlamışlardı. Her hıristiyan hayatını kurtarmak için kaçmaya hazırlanıyordu. Cesur! vatandaşlarımızda! müdhiş heyecan hissolunuyordu. Ertesi günü işittik ki toplarının bulunduğu mevkı’a doğru guya bir Türk müfrezesi hücum yapmış bunlara müdafaa ediyorlar imiş!! Halbuki hücum eden Türk müfrezesi değil kasaba hayvanatından birkaç sığırdır!.. Bakarsınız ki hıristiyanlar öbek öbek olmuşlar; kaçıyorlar. Sebebini sorarsanız “Türk ordusu geliyor” derler!. – Müslümanların metaneti ümidi nasıldır? – Müslümanlar son derece metin ve ümid-vardırlar. lerine dair mazbata ve imza talep ettikleri halde hiçbir müslüman bunu kabul etmemiş Yunanlıların hazıladığı bu mazbataları kendi suratlarına çarpmıştır. Bu mes’elede ne de ölüm... hülasa hiçbir şey korkutamamıştır. – Demek ki Balıkesir böyle bir mazbata vermedi? – Elbette. Yalnız Balıkesir değil bütün mülhakatı da aynı suret ve aynı metanetle hareket etmiştir. – Balıkesir’de Yunanlılar hesabına çıkan gazete var mıdır? – Maalesef vardı. İstanbul’dan İngiliz taraftarları tarafından gönderilmiş Ömer Fevzi isminde bir namussuz güzel memleketimizde İrşad namı altında bir paçavra neşrine başlamıştı. Halk tarafından “İfsad” diye telaffuz - - vesait-i nakliyyeyi hep kendi menfaatlerine hasr ve tahsis etmişlerdir. Memleketin bu vaz’iyet-i elimesinden bittabi’ devair-i hükumet de müteessir olmuştur: İşg a l zamanından beri -ki on ay olmuştur- birçok yerlerde me’murin ve muallimine bir para maaş verilememiştir. Zavallı memleketlerimizi bit-tabi’ bir an evvel istihlasa çalışıyoruz. Çünkü: Aradan bir müddet daha geçecek olursa sevgili memalik-i meşgulemizi insandan hayvandan umrandan ve her şeyden hali mücerred harab kuru topraklardan ibaret olarak bulacağız. Memleketimizde yapılan bunca fecaia ve iktisadi tazyik a ta rağmen değildir. Bursa Karesi Saruhan İzmir Aydın Adana... gibi meşgul ve zengin memleketlerimiz bugün ne kadar harab olursa olsunlar -emin olunuz ki- bunlar elimizde bulunan birçok vilayetlerimize nazaran bizim daha çok kıymetli hazinelerimizdir. – İdhalat nasıl efendim? – Ha bunu arz edeyim: Mesela Balıkesir’de müslümanlar veda’ etmişlerdir. Müslüman paralarının mümkün olduğu kadar harice çıkmamasına bütün ehemmiyetiyle çalışılmaktadır. Gasb edilen nükud ve saire bit-tabi’ müstesnadır. Yunanlıların Drahmi fiyatını muhafazaya ma’tuf mesailerine rağmen Drahmiler meydanda maskara olmaktan başka bir şeye yaramıyor. Hele köylüler Yunan parasının yüzüne bile bakmıyor. Cezalar hapisler hatta teb’idler köylülerimizi bu azimlerinden nihayet Yunanlılar ve hıristiyanlar köylülerden alacağı eşya mukabilinde bizim evrak-ı nakdiyyemizi vermeye mecbur kalmıştır.Drahminin revacı yalnız kasabalardaki münhasırdır. Hiçbir müslüman yoktur ki hıristiyandan alış veriş ederken drahmiden başka para versin. Keza hiçbir hıristiyan yoktur ki yine drahmiden başka parayı elinden çıkarmak istesin. İşte bu suretle memlekette kalan drahmiler -bir tertib dahilinde- mahdud kimselerde toplanır ve aynen ve kamilen İzmir’e gönderilir mukabilinde la- eşya getirilir!... Müslümanların bu intibah-ı iktisadisi şayan-ı şükrandır. Ve bizde de ati hakkında pek sağlam ümidler yaşatmaktadır. – Zinet Eşyasının Men’-i İdhali kanununu nasıl buldunuz? – Buna ben bütün mevcudiyetimle taraftarım. Esasen Balıkesir ve mülhakatındaki intibah-ı iktisadi de kısmen bu kanunun üç aydan beri buralarda tatbik edilmekte olduğu haberinin memlekete vasıl olması ile başlamıştır. – Hükumet emval-i emiriyye tahsilatına muvaffak olabiliyor mu? – Firar için çoktan hazırlanıyor muvaffak olamıyordum. Bir gün yaptığımız pek iyi tertibat sayesinde lehülhamd kasabadan çıkmaya ve tebdil-i kıyafetle dağlardan yürüyerek DursunbeyBalat kazasına kadar gelmeye muvaffak oldum. Orada ilk Osmanlı sancağını görünce derhal öptüm öptüm; onu sevinçli göz yaşlarımla ıslattım. – Büyük Millet Meclisini nasıl buldunuz? – Şarkda garbta ve cenubta düşmanlara kahir darbeler hal-i tekemmüle isal ve bu uğurda fedakarlıklar ibraz buyuran Meclisin mesaisini cidden şayan-ı tebcil buldum. Türkiye’nin ve hatta bütün İslam aleminin yegane menni ederim ki Meclisimiz şimdiye kadar olduğu gibi yine tali ve fer’i işlerle iştigalden ziyade mazlum ve meşgul memleketimizin bir an evvel istihlas ve düşmanların sür’atle denize dökülmesine çalışır müdafaa-i milliyye uğurunda hiçbir fedakarlıktan çekinmez. İşg a l altında bulunan yerli ahalinin bütün ümid ve intizarları buradadır. Meclisin çıkardığı k a nunlar memalik-i meşg u lede bile ahali arasında muta’dır. Mesela: Yunanlıların Balıkesir’de birçok meyhane açmalarına rağmen halk bunlara kat’iyyen rağbet ve iltifat göstermemiş hatta öteden beri işretle me’luf olanlar tevbe ederek içkiyi bırakmıştır bunların bu azmine sebep: Büyük Millet Meclisi’nin neşr ettiği k a nundur. Herkes diyor ki: – Büyük Millet Meclisi madem ki içkiyi yasak etti. Buna muhalefet hıyanetten başka bir şey değildir! Hülasa: Meclise karşı herkes derin bir hürmet ve muhabbet hissi ile mütehassisdir ve gece gündüz muvaffakıyyatına duacıdır. – Vaz’iyet-i iktisadiyye nasıldır? leketin bütün iktisadiyatını kurutmuştur. Zahire namına hayvan namına eşya ve istihsalat namına ne bulduysa hepsini Yunanistana götürmüşlerdir. Mağazalara dükkanlara tecavüzlerde bulunmuşlar vaz’-ı yed suretiyle pek dun bedelli narh tatbiki suretiyle İslam tüccarını da vaz’iyet-i iktisadiyye pek korkunç bir safhadadır. Buna muk a bil yerli Rum ve Ermenilerle Yunanlılar dehşetli surette zengin olmuşlardır. Çünkü: Haklarında en müsaid suhuletler gösterilmektedir. Bu gün bir müslüman için trenle ve araba ile harice eşya nakli imkanı yoktur. Fakat buna muk a bil hıristiyanlar bütün vagonları ve diğer CİLD - ADED - SAYFA beyneddüvel münasebatta hukuk ve vezaif-i mütekabileyi ta’yin eden kavaidin mecmuudur; bu şu’be-i hukukun beyne’d-düvel yahud hukuk-ı düvel ta’birleriyle tercüme olunmuştur. Şeriat-i İslamiyye hukuku diğer bir nokta-i nazara göre taksim etmiş olduğundan şeriatin aksamı arasında hukuk-ı beyne’d-düvel unvanlı bir şu’be-i hukuka tesadüf olunmaz. Bununla beraber hukuk-ı beyne’d-düvele aid mesaili şeriatin nazar-ı dikkate alıp halletmek mecburiyetinde kalmış olduğu cay-ı tereddüd olamaz: Cihanın bir kısm-ı mühimmini şamil olup hayli yüksek seviyede hususi bir medeniyet tesis etmiş ve fiilen müstakıl birkaç devlete ayrılmış olan alem-i İslamda gerek müslüman devletlerin kendi aralarında gerekse müslüman devletlerle gayr-ı müslim devletlerin münasebatında hukuk ve vezaif-i mütekabileyi ta’yin eden bir takım kavaidin vücud bulmaması mümkün müdür? Maamafih Avrupa ulum ve maarifinden istiare tarikıyle hukuktan bahseden muasır Osmanlı müellifleri akvam-ı Nasraniyyenin hukuk-ı beyne’l-mileline mukabil akvam-ı İslamiyye hukuk-ı beyne’l-milelini araştırıp tanzim ve tedvin etmemişlerdir. Osmanlı Türkçesiyle hukuk-ı beyne’d-düvelden bahis olarak ilk intişar eden eser galiba Rif’at Bey’in Hukuk-ı Umumiyye unvanlı kitabıdır. senesi Paris’te taş basmasıyla tab’ edilmiş olan bu kıymetdar kitabın üstünde mütevazıane “Tercüme-i Rif’at” diye yazılmış ise de Pradiye FoderePradier Fodêrê’den mütercem asıl “Kitabın her faslına mevadd-ı muhteviyyesinin hülasa-i ahkamını musaddak olmak üzere birer ayet-i muhkeme” ve kitabın ibtidasına “Alelumum Hukukun Esas Ve Mahiyetine Dair Tertib Edilmiş Bir Layiha” bizzat Rif’at Bey tarafından yazılarak ilave olunmuştur. -İşbu layihadaki mütalaattan pek sarih bir surette anlaşılıyor ki Kani Paşa-zade saadetlü Rif’at Beyefendi asl-ı kitabı aynen lisanımıza nakl ile iktifa etmeyerek tercümesinden bazı semerat-ı ictimaiyye ve netayic-i ameliyye-i siyasiyye beklemiştir; Müşarun ileyhin maksadı şer’-i şerife mugayir olmadığını iddia ettiği Avrupa hukuk-ı umumiyyesinin Osmanlı hey’at-ı ictimaiyyesince kabul edilmesine ve Osmanlı teşkilat-ı siyasiyyesinin o hukuk dairesinde – Hayır. Çünkü: Mal Sandıklarında diğer resmi ve milli müesseselerde bulunan bütün paraların aşırıldığı yacağını anladıYunan hesabına tabii para vermek istemedi ve hala da istemiyor. Kasabalarda bin müşkilat rıfın tahrirat müdirinin ve emsali erkanın! maaşlarına veriliyor! Fakat köylerde tahsilata imkan yoktur. Esasen köylerimiz pek harab bir vaz’iyettedir. Bir de verecekleri paranın Yunanlılara ve gayr-ı meşru’ bir hükumete aid olacağını köylümüz tamamen idrak etmiştir. Size bir hakikat arz edeyim: Dursunbey kazası istihlas edilen bir parçamızdır. Bu kazaya on beş yirmi saat mesafeye kadar uzak ve bugün Yunan işgali altında bulunan hamiyetli köylülerimiz adeta hırsızlık eder gibi emval-i emiriyyelerini Dursunbey tahsildarlarına teslim ediyor ve mukabilinde makbuz alıyorlar!... Esasen o köylülerin tahsildarları da Dursunbey’e iltihak etmiştir... Kurun-ı ulada en mükemmel manzume-i hukukıyye-yi Romalılar ibda’ ettikleri gibi kurun-ı vustanın en mükemmel manzume-i hukukıyyesini de müslümanlar te’sis eylemişlerdir. Roma Hukuku akvam-ı hıristiyaniyyenin kavanin-i muharreresine hala en feyizli bir menba’dır; şeriat-i İslamiyye el-yevm akvam-ı müslimenin ekser münasebat-ı hukukıyyesini tanzim etmektedir. Avrupalı hıristiyanlar Roma kavaninini Cermen örf ve adetleriyle mezc ve hayatın tevlid ettiği ihtiyaçları tatmin zımnında zamanın tebeddülüyle ahkamın tagayyürü esasını bi’l-fi’l tatbik ederek bu günün Avrupa hukukunu etmişlerdir. bir takım aksama ayrılmıştır; ve bu kısımlardan birisi - - den tutulmuş notların nüsha-i matbuasına nazaran müşarun olduğunu ima etmekle beraber bir İslam hukuk-ı düveli olup olmadığını araştırmamıştır; yalnız umumiyetle hukuk-ı düvel müellifininden bahsederken: “Endülüslü Ebülhidaye nin on faslı şamil kitabıyla Mahmud el-Mahbub’unVikaye ve Bürhanü’ş-şeria nam eseri hukuk-ı düvel-i umumiyye hakkında mebahis-i kesire ve mühimmeyi muhtevidir.” diyor ve mevadd-ı mebhuseden bazılarını zikr ve ta’dad eyliyor. olan tanzimatçıların cümlesi bu gayeyi ta’kib ederlerdi. Binaenaleyh bu eserinde menabi’-i şer’iyyeden hususi bir İslam hukuk-ı beyne’d-düvelinin istihrac ve tanzimi kabil olup olmadığı mes’elesini tedkika bit-tabi’ lüzum görmemiştir. Sadr-ı esbak İbrahim Hakkı Paşa merhumMedhal-i de memleketimizde hukuk-ı beyne’d-düvele müteallik intişar etmiş eserleri sayarken Rif’at Bey’in kitabından sonra Baron Eşlihta Otto Kar’ın Hukuk-ı Milel nam eserini zikr ediyor. Bir ecnebi tarafından yazılmış bu eser manzur-ı acizanem olmamıştır. Daha sonraları meydan-ı intişara çıkan ve KalvoCalvo’nun Le Droit İnternational Theorique et Pratique nam eserinden imtisas suretiyle te’lif edilmiş bulunan Hasan Fehmi Paşa merhumunTelhis-i Hukuk-ı Düvel adlı kitabında dahi bizi alakadar eden mes’ele vaz’ ve tedkik olunmuş değildir. rih-i Hukuk-ı Beyne’d-düvelinde mevzu’-ı bahsimiz olan mes’eleye yanaşmıştır; kitabının medeniyet-i İslamiyyeden bahis kısmında diyor ki: “Maksad-ı acizanem kalade terakki eden milel-i İslamiyyenin kurun-ı vustada garbiyyuna her vechile faik olduğunu ve binaenaleyh medeniyeti bu kadar ilerilemiş milletlerin beyne’d-düvel muamelatta riayeti muktezi olan kavaidce cehl-i tam üzere bulunmaları ve bu babda tedkikat ve te’lifatta bulunmaları muhal bulunduğunu göstermektir. Fakat ne çare ki hukema-yı İslamiyyenin asarından bir çoğu mahv ve mün’adim olmuş ve bir kısmı da kütüphane köşelerinde mestur kalmış olmakla ve bu hususta beyan-ı ma’lumat vüs’-i acizanemin fevkınde olup bu yolda asarı li-taharri kudema-yı İslamın hukuk-ı beyne’d-düvel hususunda dahi garbiyyuna rüçhanını isbat etmek ulema-yı kiram hazeratına aid bir vazife-i mukaddesedir.” Sahife Hakkı Paşa mes’eleyi görmüş ve ortaya çıkarmış olmakla beraber halline kalkışmamış mütevazıane bir eda ile tır... Ali Şahbaz Efendi’ye gelince merhumun mekteb-i hukukta takrir ettiği Mufassal Hukuk-ı Düvel derslerindeğildir. Maamafih şeriat-i İslamiyyenin Edille-i Erbaa denilen dört menbaından mevadd-ı mebhuseye dair hükümler fakihler tarafından istihrac dahi olunmuştur. Edille-i erbaa ve onlardan müstenbat ahkam Ehl-i İslamın gayr-ı müslim akvam ile münasebatına dair kavaidi ihtiva ettiği gibi ahkam-ı mezkureye tebean veya onlardan müstakıl olarak düvel-i İslamiyye ile düvel-i gayr-ı müslime münasebatında bazı teamül ve adetler de husule gelmiştir. Gerek ahkam-ı şer’iyye gerekse işbu adetler İslam devletleriyle gayr-ı müslim devletlerin münasebatını tanzim eden hukuk-ı beyne’d-düvelin menabiinden ma’dud olması icab eder. Düvel-i İslamiyye arasında teessüs eden münasebat-ı hukukıyye müslim ve gayr-ı müslim devletlerin miyanında husule gelen münasebat-ı hukukıyyeden esasen ve külliyyen farklıdır. Çünkü esasat-ı İslamiyyeye göre dünyada yalnız bir İslam devleti olabilir: İslam beyne’l-milel bir müessese olmayıp bir vahdetdir. Devlet-i münferid bir reis bulunur. Şeriat Ehl-i İslamın yalnız bir imama tabi’ bir devlet-i İslamiyye halinde taazzi etmesini amir olduğundan devlet-i İslamiyyenin taaddüdü şer’an gayr-ı caiz ve binaenaleyh şer’a müstenid bir İslam hukuk-ı beyne’d-düvelinin tahaddüsü mantıken gayr-ı variddir. Lakin vek a yi’ nazariyat-ı şer’iyye dairesinde cereyan etmemiş alem-i İslamda müteaddid devletler tahaddüs ve teessüs eylemiş ve bu devletler arasında tir. Münasebat-ı mezkure bazı adetler tevlid eylemiş ve böylece münasebat-ı hukukıyye tekevvün etmiştir. Bu münasebat-ı hukukıyyenin asıl menbaı vek a yi’dir. Fakat bazı fukaha vek a yi’ karşısında esasat-ı şer’iyyeyi te’vile lüzum görmüşler bazı şerait dairesinde İslam devletlerinin taaddüddüne cevaz-ı şer’i bulunduğunu dermiyan eylemişlerdir. Bu suretle fiilen şeriat dahi İslam hukuk-ı beyne’d-düvelinin menabiinden olmuş demektir. Lakin işbu menabi’-i muhtelifeden istihrac olunan ahkam fıkh-ı islaminin aksam-ı muhtelifesinde dağınık bir halde olup ayrıca bir İslam hukuk-ı beyne’d-düveli tasnif te’lif ve tedvin edilmiş değildir. Mesela kütüb-i kadime-i fıkhıyyeden İmam Muhammed in es-Siyeru’l-kebir’i umumiyetle hukuk-ı beyne’d-düvelin bilhassa hukuk-ı harb kısmına dair ahkam-ı mühimİbrahim Hakkı Paşaoğlu Şahbaz Efendiden sonra hukuk-ı beyned-düvel ile meşgul olmuş Osmanlı hukukşinaslarından Mahmud Es’ad Efendi ile Ali ve Osman Sermed Beyler Hukuk-ı Düve l adlı kitaplarını hemen aynen BonfisBonfils’den tercüme ile iktifa etmişler ve mevzu’-ı bahsimiz olan mes’ele ile asla meşgul olmamışlardır. Hoca Mahmud Es’ad Efendi merhum ulum-ı şer’iyye mütehassıslarından addolunurdu. Eser neşr etmişve bu eserinde şeriat-i İslamiyyeden hayli tafsilat ile bahs eylemiştir birkaç sene hukuk-ı beyne’l-milel muallimliği ettiği bu şu’be-i hukuk üzerine kitap dahi neşr eylediği halde işbu eserinde şeriat-i İslamiyyeninin milel-i İslamiyye arasındaki münasebatı ne yolda tanzim ettiğine yani akvam-ı İslamiyye hukuk-ı beyne’l-mileline dair harf-i vahid yazılmamış ve akvam-ı İslamiyye ile gayr-ı müslim devletler beyninde cari münasebata dair ahkamı da asri hukuk nokta-i nazarından cem’ ve tanzim eylememiştir. -Halbuki Avrupa hukuk-şinaslarından anifü’z-zikr Holtsendorf’tan ma ada Belçikalı Ernest NistErnest Nysile yine Belçikalı F. LoranF. Laurant hukuk-ı beyne’l-milelin umumiyetle terakkisinde şeriat-i İslamiyyenin fukaha-yı İslamiyyenin mühim bir hisse-i mesaisi olduğunu daha ziyade tafsil ile zikr etmişlerdir. Balada mezkur olduğu üzere şeriat-i İslamiyye hukuku kendi nokta-i nazarından bir takım aksama ayırmış ve şeriatin inkişafı ancak muayyen bir hadde kadar vasıl olmuş bulunduğundan müellifin-i kadime-i İslamiyyenin hukuk yani şeriate dair asarında hukuk taksimatı Avrupa hukuk-şinaslarının taksimatına müşabih ve muvafık değildir; bu cihetle şeriatin hukuk-ı beyne’d-düvele aid mevaddı asrımızın müellefat-ı hukukıyyesinde görmeye alıştığımız tarzda musannif ve müdevven olarak mevcud - - adamlar serbest kalmak için Ruslarla mukaveleler akdediyorlar. Fakat her iki taraf da Kafkasya’nın mukadderatını lanıyorlar. İşte bu sebeptendir ki İslavlar ve müslümanlar arasındaki ihtilafın tesadüm edeceği mahal olan Gürcistan Bolşevik yapılmıştır. Moskova’nın ittihaz ettiği tedabirin müessir olup olmadığını bilmiyorum. Müslümanlık mağlub edilemez dünyadaki felaket ve muharebelere meydan vermemek için onlarla münasebet te’sis etmelidir.” Mübeccel Sebilürreşad’ımızın numaralı nüshasında teksir ve ıslah-ı hayvanata dair . imzalı makalenin vazife-dar addetmekteyim: - Muharrir-i makale teksir ve ıslah-ı hayvanat ancak ziraatin terakkisi te’min edildikten sonra mümkün olabileceğini yazıyorlar. Islah ve teksir-i hayvanat hususunda hükumat-ı mütemeddinenin mine’l-kadim kabul ve tatbik eylediği usuller yekdiğerinin aynı fenni ve mücerreb esaslara ibtina ettiğinden bizim de bunlara tevfik-ı hareket etmemiz zaruridir. Ziraatte makine devresini geçirmekte olan Avrupa’ya nazaran biz hala karapulluklar tereddiye duçar olmuş hayvanatla ibtidaen yapılması istenilen ziraatin terakkisine vakf-ı ümid ve intizar-ı medid kıymetdar senelerimizin heder olmasını intac eder. Kuvvetli hayvanat-ı fersiyye ve bakariyyenin elde edilmesi filhakika mebzul gıdaya binaenaleyh ziraatin terakkisine vabeste ise de vasi’ ve mahsuldar topraklarımızda yeni ziraat makinelerini kullanabilmek için de müşekkel metin hayvanata ihtiyaç olduğu aşikardır. Hal-i hazır hayvanatımızla ne ziraatimizi matlub derece-i terakkiye verebiliriz. Bu iki fen ve san’at ziraat ve zootekni terakki yolunda tedrici bir tekamüle tabi’ olarak müvazi adımlar atmaya mecburdurlar. Biri diğerinin gayr-ı münfekk-i lazımıdır. Ne birisi evvel yapılabilir ne de diğeri te’hir kabul eder. Zootekni ve ziraat mütehassıslarının pek çok zaman evvel hall ve kabul eylemiş oldukları bu mes’ele hakkında bast-ı mütalaa had na-şinaslık demektir. Binaenaleyh ziraatçi arkadaşlarımız mevcud vesaitle ziraati terakki ettirmek sun’i çayır ve saire ihdasına teşebbüs etmekle beraber baytarlar da memleketin iktisadi zirai ve askeri ihtiyacatına göre çift binek koşum hasılat-ı lahmiyye ve lebeniyye ve saire i’ta eden hayvanatın meyi ihtiva ederAli el-Maverdi nin el-Ahkamu’s-sultaniyye’ si de şeriatin be-tahsis hukuk-ı umumiyye ve siyasiyyesinden bahistir: el-Hidaye ve el-Vikaye’ den yukarıda hayli tafsilat ile bahs olundu. Nihayet müteahhirinden İbrahim el-Halebi nin memalik-i Osmaniyye’de pek meşhur olan Mülteka’l-ebhur ’u isminin de delalet ettiği vechile kütüb-i kadime-i fıkhiyyenin bir mecma’ ve mültekası olduğundan hukuk-ı beyne’d-düvele aid ahkamı da muhtevidir. Alem-i İslamda akvam-ı müslime hukuk-ı beyne’lmileli henüz tanzim ve te’lif olunmamıştır; müslüman fukaha ve hukuk-şinasanı İbrahim Hakkı Paşa merhumun duş-i himmetlerine tahmil ettiği vazife-i mukaddeseyi henüz ifa eylememişlerdir. Bakalım istikbalde bu vazife-i mukaddeseyi deruhde eden bulunacak mıdır?.. Ve takallübat-ı dehriyye buna zaman ve imkan bırakacak mıdır?.. “İki alemin hududlarında cereyan eden vekayii İslavları ve müslümanları düşünürken Jan Jak Ruso’nun müdhiş kehaneti aklıma geliyor. Mukavele-i İctimaiyye’ nin bir sahifesinde “Rusya Avrupa’ya hakim olmak olan Tatarlar; onlara ve bize hükmedecektir.” deniyordu. Eğer vaktinde tedabir ittihaz edilmezse bu kehanet kesb-i hakikat etmek üzeredir. Asırlardan beri çiğnenmiş tahkir edilmiş olan müslüman aleminin uyandığı bir zamandayız. Türkiye’nin hayatını ve şerefini tehdid eden tehlike; Müslümanlığın gözlerini istikbale doğru açmıştır. Kuva-yı milliyye hareketi yalnız milliyet-perverane bir hareket mahiyetini haiz değildir. Ankara hükumetinin mes’uliyetini duş-i tahammüllerine alan adamları muhtelif milliyetlere mensubtur. Mesela Bekir Sami Bey şimali Kafkasyaya mensub bir dağlıdır ve bütün bu CİLD - ADED - SAYFA aygır deposu mevcud idi ki buradaki aygırların miktarı aded idi. Macaristan’da dört hara ve aygır deposu mevcuddu ki bunlardan muazzam bir şehre benzeyen yalnız Mezohekeş harasında aygır ve kısrak mevcuddu. Bütün Macaristan depolarındaki aygırlar re’sten ibaretti. Beş on sene evvel nesl-i feresini hara usulüne müracaat etmiş ve İngiltere ve Fransa’dan beheri dokuz yüz bin frank kıymetinde bir çok aygırlar mübayaa ve celb etmiştir. Haralarda şerait-i matlube dairesinde yetişen güzide damızlık aygırlar ahali hayvanatının sifadında istihdam edilmek üzere aygır depolarına ve boğa koç tekeler de bu maksatla kuraya tevzi’ olunmaktadır. Hükumetimizin laha teşebbüs eden eşhas ne aygır intihabında aldanmış olur ne de fahiş fiyatlarla celb edebileceği hayvanatın adem-i imtizac-ı iklim dolayısıyla ziyaını mucib zararlı bir sinden maksat da budur. Haraların hükumete bar olmaması cihetine gelince: Bu gibi müesseler hükumete varidat te’mini için değil ashab-ı hayvanatı himayeten memlekette mevcud hayvanatın tedir. Hiçbir hara yoktur ki varidatı masarıfatına tek abül edebilsin. En muntazam olan Almanya Fransa Macaristan ve Rusya haraları bile bu vaz’iyet karşısında bulunmaktadırlar. Hatta Harb-i Umumi bidayetlerinde Macaristan haralarının yedi buçuk milyon frank masarıfatına karşı ancak beş milyon frank varidatı mevcud fi’-i azime dolayısıyla hükumetler haraların ilg a sını değil taaddüdünü kabul etmektedirler. A.K. Bey ıslah-ı hayvanat hususunda nümune olmak üzere Bulgaristan ve Romanya’yı misal olarak gösteriyor ki bu cihet de bizim müddeamızı isbata büyük bir bürhandır: Bulgaristan memleketimizin iki vilayeti kadar bir cesamette olduğu halde hayvanatının ıslahı için en evvel hara ve aygır depoları te’sisini düşünmüş ve Kabyok Plevne Kayaburun Filibe ve Eskizağra’da beş depo vücuda getirmiştir ki bunlardan üç evvelkisi aynı zamanda haradır. Harb-i Umumi ibtidalarında Kabyok harasında aygır kısrak ve üç boğa inek ve iki koç koyun ve bunların mahsul-i tevellüdleri ve Plevne harasında aygır kısrak boğa inek üç koç koyun ve mahsul-i tevellüdleri ve Kayaburun harasında aygır kısrak boğa üç inek koç koyun ve bir miktar domuz mevcud idi. Romanya hükumeti dahi Köstence’ye karib Anadolu köyünde Grayişde birer aygır depoları ve Popluca’da bir boğa deposu Rüngü’de - A.K. Bey memleketimizde ıslah ve teksir-i hayvanat terakkıyat-ı ziraiyyesi te’min edilemeyen bir memlekette hara ihdasına lüzum olamayacağı ve binaenaleyh masarıfatı varidatından fazla olan Aziziye harasının da memleketimize a’zami derecede fayda te’min etmekten pek uzak bulunduğunu serd ediyor. Ziraatin terakkisine intizaran ıslah ve teksir-i hayvanatı mizi buhar elektrik makineleriyle terakki ettiremeyeceğimiz cihetle bu hususta müracaat edeceğimiz yegane kuvve-i muharrike hayvanatımızdır. Halbuki elde mevcud mütereddi hayvanat ile sittin sene çalışsak beyhude sarf-ı mesai etmiş oluruz. Yirminci asırda memleketimizin kaplumbağa yürüşüne tahammülü kalmamıştır. Her şu’be kendi mesleğinde müsmirane çalışmak mevcudiyet göstermek mecburiyet-i vicdaniyye ve vataniyyesindedir. Binaenaleyh ıslah-ı hayvanata bir an evvel teşebbüs emr-i zaruri hükmünü almıştır. Bütün memalik-i mütemeddinede ıslah ve teksir-i hayvanat evvela hara ve aygır depoları ihdası suretiyle başlamıştır. Memleketimiz ahalisinde teşebbüs-i şahsi henüz inkişaf etmediğinden ve hayvanata dair vukuf ve mümarese dahi henüz halet-i ibtidaiyyede bulunduğundan ıslah-ı hayvanat hususu hükumete dolayısıyla hükumetin vücuda getirdiği ve getireceği hara ve aygır depolarına terettüb etmektedir. Bazı müteşebbis eşhas hayvanatını olsa bile bu gibi damızlıkların intihabında çok defa isabet olunamayacağı ve bunların pek yüksek bir fiyat mukabili tedarik etmiş bulunacağı gibi aynı zamanda celb edilen damızlıkların o mahallin şerait-i iklimiyye ve gıdaiyyesine de çok defa alışamayarak bazılarının telef olmalarını ve bazılarında da akamet ve mehazir-i saireyi müeddi olacaktır ki müteşebbisler için ne kadar zararlı bir iş olduğu tezahür eder. miyete alarak memleketlerinde mevcud hayvanatın ıslahı rini dahilden ve hariçten tedarik etmek ve bunlardan o mahallin şerait-i iklimiyye ve gıdaiyyesine alışık mahsul yetiştirmek suretiyle birçok masarıf ve fedakarlık ihtiyarına ve şu suretle haralar ve depolar te’sisine mecbur olmuştur. Harb-i Umumiden evvel Rusya’da hükumete aid altı haradan ma ada dört bine karib hususi haralar mevcuddu ki bunlarda alettakrib yüz bin kısrak ve on bin aygır bulunmakta idi. Almanya’da yalnız Prusya’da dört muazzam hara ve aygır deposu vardır ki depolardaki aygır miktarı re’sten ibaretti. Fransa’da iki hara ile - - Harb Reisi Nemrud Mustafa İngiliz Muhibleri Cem’iyeti’ne mensub bazı müfsidlerle birlikte İngilizler tarafından Kral Kostantin taraftarları olan metrepolidlerin azl edilmelerini Patrikhaneden talep eylemişlerdir. Yunanistan: Yunanistan’da devam eden mali buhran ve ahval-i harbiyyenin aldığı şekl-i ahir her tarafta endişe ve hoşnudsuzluklar tevlid eylemiştir. Bazı mahallerde iğtişaşlar da zuhur etmiştir. Bu sebeple Yunanistan’ın muhtelif mahallerinde yeniden idare-i örfiyye i’lan edilmiş posta sansürü vaz’ olunmuştur. Avrupa : Almanya’da kabine buhranı hitam bulmuştur. Rayhştag meclisi re’y-i muhalife karşı re’y ile düvel-i müttefikanın vermiş oldukları gayet ağır ültimatomu kabul etmiştir. Yukarı Silezya’da ara-yı ammenin İ’tilaf devletlerinin tahmin ve arzularının hilafında olarak Almanlara tazyikat ve tahrikata başlamış ve bu suretle isyan çıkarmışlardır. Lehistan açıktan açığa asilere müzaheret ve muavenette bulunmaktadır. Lehlileri Fransızlar tahrik ve himaye etmektedir. İngilizlerin de mes’eleye müdahale arzusunu izhar etmeleri Fransızların canını sıkmıştır. Silezya mes’elesi Avrupa’da büyük ihtilaflara meydan açacak bir mahiyette görünmektedir. Sen Jermen Muahedesi mucebince ara-yı umumiyyeye tabi’ tutulan Avusturya’nın eski eyaletlerinden evvela Tirol ahalisinin Bavyera’ya ve o vasıta ile Almanya’ya lenin hudusuna sebebiyet vermiştir. Çünkü bu takdirde Almanya İtalya Yugoslavya ve Macaristan ile de hem-hudud olacak; Çeh-Islavokya’yı cenub şimal ve şark cihetlerinden ihata etmiş bulunacaktır. çok fabrikalar kömürsüzlük yüzünden ta’til-i faaliyyet etmişlerdir. Diğer taraftan Balkanlardaki vaz’iyet de günden güne kesb-i ehemmiyyet etmektedir Sırbistan Selanik limanını talepte ısrar ediyor. Bulgaristan da Adalar denizine la müsademeler eksik olmuyor. Romanya’nın muhtelif mahallerinde Moskova ile teşrik-i mesai etmiş olan hafi Bolşevik komiteleri keşf olunmuştur. Moskova’da bulunan Afgan hey’et-i murahhasa-i fevkaladesi Riga’dan Varşova’ya hareket etmiştir. Hey’et bir inekhane ve Paloş’da merinos koyunlarını Graniş ve Popara’da karakıl koyunlarını havi birer ağıl vücuda getirmiştir ki bu altı müessesede memleket hayvanatını ıslaha mahsus damızlık aygır boğa koç yetiştirmektedir. göstermiş oldukları fedakarlıklara muk a bil bizde henüz yalnız Çifteler ve Aziziye harası mevcuddur ki aynı zamanda depoluk vazifesini görmektedir. “Bir haftalık en mühim vekayi‘ ve hadisatın hülasasıdır.” Anadolu: Bu hafta garb cebhesinin muhtelif mıntıkalarında oldukça ehemmiyetli müsademeler cereyan etmiştir. Düşman Gördüs’ü yakarak o taraflardan ric’at etmiş ve ahali-i İslamiyyeye birçok mezalim icra etmiştir. Orhaneli mıntıkasında da cebel-i Akça’dan Bursa kıtaatına Nilüfer çayını geçmekte iken kıtaatımız tarafından taarruz edilmiştir. Anadolu’da büyük fesatlar çıkaracak su’-i kasdlerde bulunmak üzere geldiği bi’l-muhakeme tebeyyün eden olunmuş İleri gazetesi muharrirlerinden Ferid Cavid de müebbeden küreğe konulmuştur. Düvel-i mü’telife komiserleri İstanbul’da ahiren bir beyanname neşr ederek İzmit şibh-i ceziresiyle İstanbul’un bi-taraf mıntıka olduğunu bu mıntıkada ahz-ı asker muamelatı ile kuvve-i harbiyye teşkili memnu’ bulunduğunu beyan ve te’yide lüzum görmüşlerdir. Yunanlıların menafiine hizmet maksadıyla neşr olunan bu beyannameden sonra İngilizler İstanbul’daki ağır toplarını hayvanları ve cebhaneleriyle beraber Yunanlılara vermişlerdir. Etniki Eterya Cem’iyeti ile Patrikhanenin Rumlardan topladıkları bin lira mukabilinde birçok süvari ve topçu hayvanatı da Yunanlılara i’ta etmişlerdir. Patrikhane himayesinde bulunmak ve beraberce büyük Yunanistan gayesi için çalışmak üzere merkez-i umumisini İstanbul’a nakl eden Etniki Eterya Cem’iyeti tanbul ve civarında büyük bir isyan çıkarmak maksadıyla lazım gelen tertibata tevessül etmiştir. tazyiklerini artırmışlardır. CİLD - ADED - SAYFA Londra’dan maada Avrupa payitahtlarını dolaştıktan sonra Amerika’ya da gidecektir siyaset-i İslamiyyeye muhalif olmayan devletlerle te’sis-i münasebet maksadıyla ehemmiyet atf olunmaktadır. Siyasetin kanı servet hayatı satvettir; Zebunküş Avrupa bir hak tanır ki: “Kuvvet”tir. Donanma ordu yürürken muzafferen ileri Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri! O ihtişamı elinden niçin bıraktın da Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında? “Kadermiş!” Öyle mi? Haşa! Bu söz değil doğru... Belanı istedin Allah da verdi… Doğrusu bu. Talep nasılsa tabi’i netice öyle çıkar; Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var? “Çalış!” dedikçe şeriat çalışmadın durdun; Onun hesabına birçok hurafe uydurdun. Sonunda bir de “Tevekkül “ sokuşturup araya Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya. Bırak çalışmayı emret oturduğun yerden; Yorulma öyle ya Mevla ecir-i hasın iken! Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini; Birer birer oku tekmil edince defterini; Bütün o işleri Rabbim görür vazifesidir… Yükün hafifledi… Sen şimdi doğru kahveye gir! Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak… Huda vekil-i umurun değil mi? Keyfine bak! O’nun hazine-i in’amı kendi veznendir: Havale et ne kadar masrafın olursa... Verir! Silahı kullanan Allah hududu bekleyen O; Levazımın bitivermiş değil mi? Ekleyen O. Çekip kumandası altında ordu ordu melek; Senin hesabına küffarı hak-sar edecek! Başın sıkıldı mı kafi senin o nazlı sesin... “Yetiş!” de kendisi gelsin ya Hızır’ı göndersin! Evinde hastalanan varsa borcudur bakacak; Şifa hazinesi derhal oluk oluk akacak. Demek ki her şeyin Allah… Yanaşman ırgadın O; Çoluk çocuk O’na aid: Lalan bacın dadın O; Vekil-i harcın O kahyan müdir-i veznen O; Alış seninse de mes’ul olan verişten O; Denizde cenk olacakmış… Gemin O kapdanın O; Köyün yasakçısı; şehrin de baş muhassılı O; Tabib-i aile eczacı… Hepsi hasılı O.. Ya sen nesin? Mütevekkil! Yutulmaz artık bu! Göründü saygı nedir bilmeyen şu meczubu: Huda’yı kendine kul yaptı kendi oldu Huda; Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha? Bakar da haline insan fakat bu derbederin Nasıl günahına girmez tevekkülün kaderin? Sarılmadan en ufak bir işinde esbaba Muvaffakıyyete imkan bulur musun acaba? ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul CİLD - ADED - SAYFA Tutup da onları yalçın bayırda sektirsen; Ya öyle yapmayarak otlu semte çektirsen; Düşün: Kaderle değildir şu yaptığın da nedir?” Ömer bu sözde iken İbni Avf olur zahir Hemen rivayete başlar hadis-i taunu. Ebu Ubeyde tabi’i susar duyunca bunu. Muhacirin-i Kureyş’in kibar-ı ashab’ın Şeriatin koca bir rüknü İbni Hattabın Kader denince ne anlardı hepsi anladın a!.. Utanmadan yine kalkışma Hakk’a bühtana. Tevekkülün hele ma’nası hiç de öyle değil. Yazık ki beyni örümcekli bir yığın cahil Nihayet oynayarak dine en rezil oyunu Getirdiler ne yapıp yaptılar bu hale onu. Yazık ki çehre-i memsuha döndü çehre-i din; Bugün kuşatmada İslam’ı bir nazar: Nefrin! Tevekkül inmek için ta bu şekl-i mübtezele Nasıl uyuttunuz efkarı bilsem ey hazele? Nasıl durur aceb alnında şer’-i ma’sumun Bu simsiyah izi hala o levs-i meş’umun? Tevekkül öyle yaman bir şiar-ı imandı Ki kahraman-ı fezail denilse şayandı. Yazık ki ruhuna zerk ettiler de meskeneti Cüzama döndü harab etti gitti memleketi. Tevekkül olmasa kalmaz faziletin namı… Getir hayaline bir kerre Sadr-ı İslam’ı: O bi-nihaye füyuzun yarım asırlık bir Zaman içinde tecellisi hangi sayededir? Bu müddetin ne ki akvama nisbeten hükmü Bir inkılaba yetişsin?.. Bu hiç görülmüş mü? Zaman içinde zaman tayyolunmak imkanı Görülmedikçe tahayyür bırakmaz insanı. Zalam-ı şirki yarıp fışkırınca din-i mübin Yayıldı sine-i Batha’ya bir hayat-ı nevin . Bu inkılabı henüz ruhu duymadan garbın Kuşattı satveti dünyayı bir avuç Arab’ın! Dayandı bir ucu ta Sedd-i Çin’e diger ucu Aşıp bulut gibi binlerce yükselen burcu Uzandı ansızın İspanya’nın eteklerine. Hicaz’ı Çin’i düşün nerde? Nerdedir Pirene? Nedir bu harikanın sırrı? Hep tevekküldür Ki i’timad-ı zaferden gelen tahammüldür. Hamakatin aşıyor hadd-i i’tidali yeter... Ekilmeden biçilen tarla nerde var? Göster! Kader senin dediğin yolda şer’a bühtandır; Tevekkülün hele hüsran içinde hüsrandır. Kader feraiz-i imana dahil amenna Fakat yok onda senin sapmış olduğun ma’na. Kader: Şeraiti mevcud olup da meydanda Zuhura gelmesidir mümkinatın a’yanda . Niçin nasıl geliyormuş? O büsbütün mechul; Biz ihtiyarımızın suretindeniz mes’ul. Kader nedir sana düşmez o sırrı istiknah ; Senin vazifen itaat ne emrederse İlah. O sokmak istediğin şekle girmesiyle kader Bütün evamiri şer’in olur bir anda heder! Neden ya Hazret-i Hakk’ın Resul-i Muhterem’i Bu bahsi men’ ediyor mü’minine boş yere mi? Kader deyince ne anlardı dinle bak ashab : Ebu Ubeyde’ye imdada eylemişti şitab Maiyyetindeki askerle bir zaman Faruk. –Tereddüt etme sakın çünkü vak’a pek mevsuk– Tarik-i Şam’ı tutup doğru “Surg”a indi Ömer. Ebu Ubeyde hemen koştu almasıyla haber. Halife Hazret-i Serdar’a: “Nerdedir ordu? Ne yaptınız? Yapacak şey nedir?” deyip sordu. Ebu Ubeyde: “Veba var deyince askerde” Tevabi’iyle Ömer durdu kalkacak yerde “Vebaya karşı gidilmek mi gitmemek mi iyi?” Muhacirin-i kiramın soruldu hep re’yi. Bu zümreden kimi: “Maksad mühim gidilmeli...” der; “Hayır bu tehlikedir...” der kalan muhacirler. Halife böyle muhalif görünce efkarı; Çağırdı aynı tereddüdde buldu ensarı. Dağıttı hepsini lakin sıkıldı… Artık ona Muhacirin-i Kureyş’in müsinn olanlarına Müracaat yolu kalmıştı; sordu onlara da. Bu fırka işte bila-kayd-ı ihtilaf arada: “Vebaya karşı gidilmek hata olur.” dediler; “Yarın dönün!” diye ashaba emri verdi Ömer. Ale’s-seher düzülürken cemaatiyle yola Ebu Ubeyde çıkıp: “Ya Ömer uğurlar ola! Firarınız kaderu’llahtan mıdır şimdi?” Demez mi Hazret-i Faruk döndü. “Doğru dedi Şu var ki bir kaderu’llahtan kaçarken biz Koşup öbür kaderu’llaha doğru gitmedeyiz. Zemini otlu da etrafı taşlı bir derenin ®³µ . yž ¹jysb˞ Y\ ­c² •i . µÁ–¹rub˞ Y\ ¹–YªY\ ­c—¯~ [Bir ülkede veba olduğunu duyarsanız oraya gitmeyin. Eğer veba - - var. Bunlar adeta gözleriyle gördükleri güneşi inkar ediyorlar. Allah cümlemizi ıslah etsin amin. dünyaca bizim birçok faydalarımıza dokunan bir ni’mettir. Evvela sağlık... Her şeyin başı sağlıktır. İnsana bundan büyük ni’met mi olur? Fakat Ankara’nın yemekleri gibi kuvvetli gıdalı pek ağır yemeklerle Ramazan’da tekrar mi’deyi yormamak fazlaca uykusuz kalmamak lazım ha... Zaten Allah da: Yiyiniz içiniz; fakat yuruyor. Orucun faydalarından biri de fukaranın açların halini anlamak onlara yardım etmek zahmet çekmenin güçlüğe dayanmanın işlerde sebat etmenin ne demek olduğunu öğrenmektir. Filhakika oruç tutanlar pek merhametli ve mert olurlar nefislerine esir olan çürük yürekli Hele oruçtaki ma’nevi lezzetler... Bunu oruç tutmayanlar yudum suyun bir ağız dolusu zifirin yani sigaranın esiri ve kötü nefislerinin hizmetkarı olan kimseler mi bu ilahi ve yüksek zevkleri sezecek? Ya o teravihler mukabeleler vaazlar dualar zikirler tesbihler... Emin olunuz ki: Ruhun kalbin en büyük gıdaları bunlardır ve hakiki insanlık da -diyebilirim kibunlardan bu gibi yüceliklerden ibarettir. Hemen Rabbim cümlemizi kamil insanlardan eylesin amin. Zinet eşyasından bahs edecektik. Hastalık ve sağlık derken sözün gelimi başka yere dökülüverdi! Böyle bir sözden öbürüne girmeye deve yaylımı derler. Maamafih fakiriniz -ihtiyar olduğum halde- asıl bahsi unutmadım ha!.. Evet hasta idim. Çok şükür oruç sayesinde iyileştim. Ben yatakta iken Büyük Millet Meclisi -her vakit yaptığı gibi- memlekete pek faydalı bir kanun çıkarmış: Zinet eşyalarının yasak olması hakkındaki kanun. Bu kanunu henüz ele geçirip de okuyamadım. Çünkü gazetelerimiz lar. Böyle olmakla beraber mahdum köleniz fakirinize bir nebze anlattı; dedi ki: Bundan sonra memleketimize yaramayan memleketten birçok paralarımızı dışarıya ecnebi memleketlerine çeken süs eşyasının gümrüklerimizden leketimiz kendi yağıyla kavrulacak eğer dışarıdan giren eşyalar içinde ikinci derecede lüzumsuz şeyler varsa tabi’ olarak girebilecek. Yasak eşya getirenlerin malı zabt edilecek ve kendileri de cezalandırılacak. Bu haber beni ne kadar sevindirdi bilseniz oğullarım! Gece gündüz sayıkladığım şeylerden biri de bu iş Tevekkül olmaya görsün yürekte azme refik; Durur mu şevkine pervane olmadan tevfik? Cenab-ı Hak ne diyor bak Resul-i Ekrem’ine: “Bütün serairi kalbin ihata etse yine Danış sahabene dünyaya aid işler için; Rahim ol onlara… Sen çünkü ruh-ı rahmetsin. Hata ederseler aldırma afvet ihsan et; Sonunda hepsi için iltimas-ı gufran et. Verip kararı da azm eyledin mi durmayarak Cenab-ı Hakk’a tevekkül edip yol almaya bak.” Bir müddetten beri -üzerinize afiyet- rahatsızdım. Mi’demde bir ağrı vardı. Hekimlerden bir kaçına gösterdim Ramazan geldi ileriledi; mi’dem de düzeliverdi! Şimdi hiç ağrım yok. Oh sanki yirmi beş yaşında bir delikanlı oldum! Beni iyiliğe sağlığa götüren şey nedir? Bunu düşünmeye hacet mi var: – Oruçtur oruç! On bir ay mi’de abur cubur şeylerle doluyor yoruluyor yıpranıyor en sonra hazımsızlığa uğruyor ağrılara sancılara gark oluyor. böyle bir mi’deyi temizlemek boşaltmak daha doğrusu dinlendirmek için açlık lazım... Vakıa hekimler de himye veya perhiz diye bir çeşit açlığı sağlık veriyorlar. Fakat ne yalan söyleyeyim. İnsan bu gibi faydalı sözlere -kulak asmada- her nedense tamamıyla yerine getirmekte kusur ediyor. Gerek açlık olsun gerek diğer zorluklar olsun bir kere Allah emredince iş başkalaşıveriyor. Yalnız kafamızla değil imanımızla da bu emirlere boyun eğiyoruz. Allahın emri Peygamberin sallalhu aleyhi ve sellem kavli şeriatin hükmü elbette başkadır. Bunların kıymeti pek büyüktür. Zaten bir şeyi Allah emr ederse Müslümanlık emr ediyorsa akıl ve fen de elbette ona aykırı düşmez... Tevekkeli dinimize din-i fıtri dememişler. Bu ne kadar doğru! Ah dünyanın ve ahiretin bütün iyiliklerini gösteren büyük dinimizin kıymetini hala anlamayanlar yahud anlamak istemeyenler ±® Y–Y®ic‡u à ¦¹c ž – ÃY\ wÁ—c~ –Y ž : ~ ­·³– Ê ¿ž ­¶Y‚ ­· ª yŸ›c a®{– Yž y® CİLD - ADED - SAYFA ğiz istemediklerimizi koğacağız! Bu sayede memleketimizde eski işler canlanacak paramız kendi memleketimizde kalacak karabatak işi yürümeyeceğiz! Oğlum bilirsiniz ki dünyada her şey para ile olur. Harb para ile iş para iledir. Maazallah memleketimizde para kalmazsa düşmanları nasıl koğacağız? Ne ile muharebe edeceğiz? Yeryüzündeki bütün küffar İslam bunların hepsinin haddini tanıtacağız. Fakat para olmazsa ne yaparız? Allah göstermesin: İşimiz felaketten esirlikten başka bir şey olmaz. Umumi muharebe devam ettiği yıllarda dışarı ile bir malarımızla kendi işlerimizle tam dört sene idare olunduk. Paralarımızda memleketimizde kaldı. Vakıa ortalık pahalılaştı. Fakat ne zarar? Pahalı da olsa ucuz da olsa yine paramız memleketimizde kalacak... Mütareke yaptıktan sonra -muharebe yıllarında fabrikalarının bütün çürük malları ellerinde kalmış olan- ecnebiler tekrar memleketimize çullanmaya başladılar! Yalnız alçakça Eşyalar ucuzladı. Uzuna kısaya aklı ermeyenlerimiz: – Oh dedi artık her şey ucuzladı!! Adeta bayram ettiler. Halbuki: O vakit bayram etmek değil matem eylemek lazımdı. Zira: Memleketimizden hiçbir şey çıkmadığı halde boyuna dışardan mal geliyor bunlara verilen paralar hep ecnebilere bize silah atan düşmanlarımızın memleketlerine akıyordu. Asıl tehlike şimdi başlamıştı. Herifler: – Sizin mallarınızı kabul etmeyiz fakat bizimkilerini alacaksınız! diyorlar dört senelik muharebe ziyanlarını –çok fazlasıyla ve yalnız çürük mallarıyla– çıkarmış oluyorlardı!... Hala da bizim mallarımızı istemiyorlar fırsat buldukça memleketlerimize eşya sokmaya çalışıyorlar... Soktukları eşya bari işimize yarasa!.. Bunlar hep en değersiz ve çürük şeylerden ibarettir. Kendi memleketlerinde kullanmadıkları pis şeyler... Öyle ya onlara göre Türkler -haşa- iyiyi kötüyü seçmekten acizdirler. Ne bulurlarsa alırlar paralarını ahmakça onlara kaptırıverirler!... Halbuki müslümanlar artık akıllarını başlarına aldı boyunlarındaki zincirleri kırdı haykırmaya hakkını almaya başladı tehlikeyi sezdi söylediğim o kanunu en büyük istiklal alameti olmak üzere meydana çıkardı!. Artık bundan sonra çürük meta’lara para verecek adam yok... Fakat yalnız bu kanunla da iş bitmiş değildir ha: Bütün millet Avrupa mallarını hele zinet eşyalarını artık kat’iyyen bırakmalıdır. Herkes yorganına göre ayağını – bir ricada bile bulunacaktım çok şükür Meclis memleketin en yaman bir derdini anladığı için bu k a nunu çıkarmış. Artık ricaya hacet kalmadı. Bari büyük bir teşekkür edeyim... Oğullarım yetmiş yaşıma girdim dünyanın acı tatlı her şeyini gördüm. Öteden beri bu milletin derdi iktisad derdidir. Düşünmeden taşınmadan milletimize atar tutarız: nebiler boynumuza ağır bir kemend atmışlar; haberimiz yok. Terakki mi? Herifler gümrüklerimize burunlarını sokmuşlar: Dışarı çıkaracağımız eşyayı kabul edip etmemek ellerinde bunlara istedikleri kadar gümrük vergisi koymak ellerinde. İçeriye girecek kendi mallarını ise yine diledikleri kadar az para ile sokmak kezalik ellerinde! Bu şartlar altında terakki nasıl k a bil olur? Eskiden yiyeceğimizde içeceğimizde giyeceğimizde Avrupalıya muhtaç olmuyorduk. Hepsini kendimiz yetiştiriyor kendimiz yapıyorduk. Köylü kadınlarımız kök boyalarıyla soğan ve nar kabuklarıyla boyanmış a’la dokumalar meydana getirirlerdi. Her evde tezgahlar vardı. Hatta bazı yerlerde ufak dokuma fabrikaları bile kurulmuştu. Mallarımız hem dayanıklı hem de milli zevkimize uygundu. Fakat kapitülasyon dedikleri baş belası yüzünden gümrüklerimize ecnebiler karışmaya başladıkları emen sülük kanlarıyla boyatmış çürük mallarını memleketimize sokup doldurmuşlar bizim işlerimiz daha pahalıya çıktığı için hepsini körletmişler eski san’atlarımızı öldürmüşlerdir. İbtidai maddelerini memleketimizden aldıkları şeyleri bile hem de bire yüz katarak bize yüklemişler memleketimize vapur vapur çürük mallar sürmüşlerdir. Zavallı ahalimiz Avrupalı ile başa çıkılamayacağını görünce o güzelim dokumaları milli san’atları bırakmış; bu yüzden memleketimizin zenginliği günden güne azalmış paralarımız hep ecnebilere doğru akıp gitmiştir. Giren çürük mallar yerine memleketimizden de çıkan olsa bari... Bu da mümkün olamamış çünkü: Kendi işlerinden güzel veya ucuz düşen mallarımıza ağır ağır gümrük vergileri konulmuştur. Çıkarını girenini hesap etmeden körü körüne çalışanlar nihayet mahv olurlar; perişan olurlar. İşte milletimiz de çoktan beri bu tehlike karşısında idi. Vakıa tehlikeyi sezenler yok değildi. Fakat ne yapsınlar ki Avrupalılar elimizi kolumuzu kıs kıvrak bağlamışlardı. Her şeyde olduğu gibi çıkan ve giren mallarda da serbest değildik. Onun için terakki denilen şey bizden uzaklaştıkça uzaklaştı. Cenab-ı Hakka şükürler olsun ki: Artık kendi göbeğimizi kendimiz kesiyoruz. İstediğimiz malı kabul edeceCİLD - - maada harada mevcud aygırları ile de civar kura Eskişehir Seyidgazi Sivrihisar Mihaliççık ve hatta Aziziye kazaları ahali hayvanatının sifadını dahi meccanen icra etmektedir ki bu husus şayan-ı istisgar bir kemiyet değildir. Haraya beray-ı sifad haricden getirilen kısrakların mevcudu o kadar çoktur ki çok defa mevcud aygırlar yevmiye iki defa eşdirildiği halde bile yine kifayet etmemekte ve vürud eden kısrakların bazılarının sifadı bizzarure ertesi güne kalmaktadır. Her sene sifad mevsiminde beher aygıra vasati olarak elli kısrak çekilmiş olsa ahali hayvanatı için haranın tefrik ettiği yirmi aygır ile senede bin kısrağın izdivacı yapılmış oluyor ki bunların yüzde’i gebe kalmış olsa her sene vasati olarak yedi yüz elli kısrak cins iyi yavru vermiş olacaktır. del icra edilen binlerce sifaddan köylülerimizin ettiği istifade ey’in tasavvurları gibi ehemmiyetsiz değil pek ziyade yüksektir. Eskişehir ve civarı hayvanat-ı fersiyyesini gözden geçirenler ıslah-ı hayvanat hususunda burada pek büyük bir tertibin mevcudiyetine şahid olurlar. Bu gün muzaffer ordumuza geri hidematını görmek üzere en ziyade hayvan ve arabasıyla yardım eden Eskişehir mıntıkası ve bilhassa haranın bulunduğu Çifteler nahiyesidir. Bu Harb-i Umumide maa-mülhakat Eskişehir livasından’ü mütecaviz hayvan çıkmış ve hala çıkmakta bulunmuştur. Hayvanatın bu havalide mütekasifen bulunması ancak miri müessesat-ı hayvaniyye sayesindedir. Sifad zamanında köylüleri sekiz on ve daha ziyade saatlik mesafeden haraya kadar cezb eden saik haradaki damızlıklar yüzünden te’min etmiş ve etmekte oldukları menafi’-i maddiyyelerinden başka bir şey değildir. Bütün bu havali sükkanının ellerindeki müşekkel bakışıklı binek ve koşum hayvanlarının hara mahsulü olduğunu görmek ve işitmek kadar mucib-i fahr ve mübahat bir şey olamaz. Hatta bu sene Eskişehir’de icra edilen ilkbahar at koşularında en büyük mükafat olan iki yüz lirayı Arap atlarının da dahil olduğu tahammül koşusunda kazanan hayvan hara mahsulü nısfı’d-dem bir aygır olmuştur. Keza tay sergisine vürud eden tayların ekserisi yine hara mahsulü idi. Binaenaleyh ey’in dediği gibi hayvanatın ıslahı yalnız ziraate münhasır olmayıp bu hususta en amil muslih olarak kullanılan damızlık aygırlardır. Böyle olmamış olsaydı memalik-i ecnebiyyede bir çok uruk-ı fersiyyenin ıslahı hususunda damızlık olarak Arap ve İngiliz aygırlarına müracaat olunmaz ve bunların tedariki için azim masarıf ihtiyar edilmezdi. Bizim de muslih olarak kabul ettiğimiz aygır yerli hayvanatımızın teşekkülüne yakın teşkilata malik aynı ırktan Arap ile nısfı’d-dem aygırlarıdır. uzatmalı çok para sarf etmekten çekinmeli her şeyden evvel memleketten düşmanı atmaya çalışmalıdır. Düşman elbette düşmanlığından vaz geçmeyecek; öteden beri yaptığı gibi bizi fakir ve muhtaç bir hale getirmek fikrinden ayrılmayacak milletimizi muharebesiz mahv etmeye çalışacak. Fakat biz gözümüzü dört açar zinet eşyalarını moda belalarını maskaraca kıyafetleri artık atarsak Avrupalının ecnebilerin bel kemiği kırıldığı düdüğümüzün çalındığı gündür. Yukarıya yazdığımız hadis-i şerifte Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri ne buyuruyorlar: Bu hadis-i şerif -zannederim ki- bizim kurtulmamız Bilirsiniz ki: Devletin serveti hazinenin zenginliği milletin zenginliğinden ferdlerin servetinden doğar. Millet ve ferdler zengin olursa vergi de ona göre çoğalır. Fakat bitkin olursa hazine tam takır kalır. Bütün umumi Herkes en lüzumlu en zaruri eşyadan başka şeylere hatta bir para vermemeye mecburdur. Bu mecburiyeti tatbik sayesindedir ki yalnız kendimize değil milletimiz devletimize hatta dinimize de en büyük bir hizmet ifa etmiş olacağımıza hiç şüphe edilmemelidir. Bu bahsi gelecek nüshada biraz daha kurcalamak hatıra gelen i’tiraz noktalarını yazmak ve cevap vermek ğim... Aziziye harasında: Hayvanatımızın ıslahı maksadıyla muslih olarak memleketimizin şerait-i iklimiyye ve gıdaiyyesine alışmış damızlık aygır ve boğa yetiştirilmektedir. Hal-i hazırda harada Arap nısfı’d-dem Arap Anglo-garp Anglo-Norman olmak üzere yirmi yedi aygır on beşi Arap mütebakisi bir kısmı yerli ve ekserisi nısfı’d-dem olmak üzere yüz kadar valide kısrak ve Plevne ineği Plevne boğası ve mütebakisi tay ve dana olmak üzere hayvan mevcuddur. Harada yetiştirilen aygırlar meccanen liva aygır depolarına ve boğalarına takdir edilen ucuz bir kıymet mukabilinde kuraya damızlık olarak tevzi’ edilmektedir. Hara Harb-i Umumi bidayetlerinde teessüs etmiş ve Harb-i Umumiden de az çok müteessir bulunmuş olduğundan en ziyade mahsulatını ba’dema idrake başlayacaktır. Hara yetiştirmiş olduğu ve beray-ı sifad gerek muvakkaten ve gerek dahayvan tedarik edildikten sonra bu cihet mevkı’-ı tatbika vaz’ edilmelidir. Islah ve teksir-i hayvanatın pratik usullerinin diğer bir maddesinde de ey mıntıkaların kabiliyetine göre hariçten idhaline lüzum görülecek damızlık aygır ve boğalar için müessese ihdas etmeyerek bu gibi damızlıkların köylere bedelleri mukabilinde tevziini tavsiye ediyor. Lüzum görülen damızlık hayvanatı hariçten tedarik etmek azim bir meblağa ihtiyaç göstereceği gibi pek pahalıya da mal olur. İdhal edilecek bu hayvanatın iklim ile imtizac edememesi mes’elesi de en ziyade nazar-ı dikkate alınması icab eden bir noktadır. Böyle bir hüsran-ı azime ma’ruz kalmamak için lüzumu miktarda damızlık olarak idhal edilen hayvanat haralarda malum usullerle teksir ve bunlardan şerait-i lih olarak bunları aygır depolarına sevk etmek icab eder. Yoksa köylere aygır tevzii doğru değildir. Aygırların hüsn-i muhafaza ve istihdamları mesail-i mühimmeden olup bunlar ahali nezdinde kaldığı takdirde ne şerait-i sıhhıyyeleri ve ne de hüsn-i tagdiye ve istihdamları matlub derecede ifa edilemeyeceğinden mehazir-i adidenin zuhuru kesiru’l-vuku’dur. Nitekim Meşrutiyet bidayetlerinde zi’ edilen aygırlardan hiçbir suretle istifade te’min edilememiş ve bilakis netayic-i muzırra meşhud olmuştur. Binaenaleyh aygırların ahaliye tevzii doğru olamayıp yalnız tagdiye ve suret-i istihdamları nisbeten daha kolay olan boğaların kuraya tevzii muvafık olabilir. Şu halde teksir ve ıslah-ı hayvanat hususunda bizim nokta-i nazarımıza göre zirde gösterilen usullere tevfik-i hareket etmek icab eder: - El-yevm mevcud Aziziye harasından maada diğer münasib mahallerde büyük araziye malik iki hara daha vücuda getirerek buralarda ihtiyacat-ı memleket ve şerait-i iklimiyye ve gıdaiyyeye göre tensib edilecek ırktan damızlık aygır boğa koç ve teke yetiştirmek. - En münasib mahallerde kafi miktarda damızlık hayvanatını havi bir de aygır deposu vücuda getirmek. - Hara ve depolara muavin olmak üzere ahali nezdinde bulunan teşkilatı muntazam tenasüb-i endama malik aygırlara hükumet canibinden mükafat ile beraber tasdikname i’ta edilerek bu aygırların takdir edilecek ücret mukabilinde ahali hayvanatının sifadında istihdamı hususunda sahiplerini icbar etmek ve yahud bu aygırlar depolara sevk edilmek üzere hükumet canibinden mübayaa edilmek. - Ahali nezdinde bulunan eşkal-i hariciyyesi muntazam bayaa edilerek haralarda bunların tagdiye ve hıfzıssıhhatlerine daha ziyade dikkat ve i’tina edilmek suretiyle Aziziye harasının hükumete bar olması cihetine gelince: hara vasati olarak her sene değil elli tay vermektedir. Bu miktar bu seneden i’tibaren Mahmudiye tay deposunden müdevver otuz kadar valide kısrağın tevellüdatı ile beraber tahminen yetmiş beşe baliğ olacaktır. Hesabımızı elli taydan yürütelim. Bu tayların on beş kadarının damızlığa gayr-ı salih olark füruhtunu kabul etmiş olsak her sene damızlık aygır ve kısrak harada hayvan yetişmiş oluyor ki bunlara birer kıymet takdir edilecek olursa beheri vasati olarak üçer yüz liradan liralık bir yekun tutar. Aynı zamanda haranın müstahdemini ile hayvanatının tagdiyesi için yetiştirdiği buğday arpa yulaf ve saire gibi mahsulat-ı arziyyesi ile damızlıktan ihraç edilen ihtiyar kısraklar damızlığa gayr-ı salih taylar füruht esmanı senevi beş bin lira hesab edersek hara varidatı cem’an liraya baliğ olmaktadır. Halbuki haranın senesi bütçesi lira idi. her sene vasati olarak bin kadar ahali hayvanatına bila-bedel Avrupa’da olduğu gibi ücret muk a bilinde olmayıp yapılan sifadın fevaid-i ma’neviyyesi ile gelecek seneden i’tibaren tevellüdatın hal-i hazır tevellüdatının bir buçuk misline vasıl olacağı ve binaenaleyh varidat da o nispette mütezayid bulunacağı ciheti bu hesaba idhal edilmemiştir. Hara mahsullerinin derece-i kıymetleri ise bu sene damızlığa gayr-ı salih olmakla füruhtlarına karar verilen bir yaşındaki taylar müzayedede liradan liraya kadar bir fiyat muk a bilinde satılmışlardır ki ey’in lira kıymet takdir ettiği hayvanat harada ancak damızlıktan ihraç edilen bir iki yaşındakı taylara verilen kıymettir. Yoksa damızlık haline getirilen aygır ve kısrakların kıymeti her vakit asgari olarak lirayı bulur ve hatta çok defa bu fiyatı kat kat tecavüz eder. Şu yüksek fiyat hara mahsullerinin beyne’l-ahali derece-i takdirini tasavvur edildiği gibi hükumete hiçbir vakit bar olmayıp kendi hayvanatının miktarı ve bütçesinin vüs’atine göre hali kalmamıştır. Mak a lede: Memleketimizde ıslah ve teksir-i hayvanat kının evsaf-ı mümeyyizesini haiz olmayan ve damızlığa yaramayan erkekleri ey’in tavsiyeleri üzerine kamilen ensal-i hayvaniyyemize hatime çekmiş oluruz. Zira ırkın evsaf-ı mümeyyizesini muhafaza edebilmiş hayvanatımız ender ve ihtiyaca gayr-ı kafidir. Köylünün - - Bu hıristiyan cem’iyeti Mayısta Beyoğlu’nda Osmanbey gazinosunda müteaddid daruleytam kızlarının çok Türk hanımları da himaye eyledi. Bundan daha evvel bu cem’iyet Anadolu’nun en saf Türk ve müslüman köşelerinden toplanarak İstanbul daruleytamlarına yerleştirilmiş Türk ve müslüman çocuklarına da dest-i tecavüzünü uzatmış ve guya onları da himaye bahanesiyle dini maksadlarını ta’kibe çalışmışlardır. faaliyetinden o kadar endişeye lüzum görmüyor! Fakat Anadolu mücadelesinin ruhunu sezmiş olanlar şüphesiz medeniyet ve şefekat kisvesi altında İslam ve Türk muhitlerine sokulan bu koyu hıristiyan ruhunun nüfuz ve hululüne mani’ olmak mecburiyetindedirler. Avrupa ve Amerika’nın sermayedar alemi bir taraftan top ve tüfenk ile diğer taraftan da öyle alttan alta zehirlerle İslam aleminin düşmanıdırlar. Bunu idrak etmemek için fevkalade saf ve yahud gafil olmalıdır; maatteessür görüyoruz ki bu muhitte bu gaflet uykusunda bulunanlar el’an mevcuddurlar. Bir Amerikalı misyonerin güler yüzüne mukavemet edemeyen zimem-daran-ı umur el’an cem’iyeti; Anadolu’nun halis Türk ve müslüman yetimlerinin melce’i olan daruleytamlara kadar sokulmazlar; akrabaları ve yakınları Anadolu’da Türk ve İslam istiklali rı müşevveş akidelerle ruhlarına inhidamlar tevlidi için zeminler ve vesileler ihzar olunmazdı. Hey’et-i vekile re’isi Fevzi Paşa hazretleri yeni hey’et-i vekile namına Büyük Millet Meclisi’nde beyanat-ı atiyyede bulunmuşlardır: Rüfaka-yı muhteremeden Yozgad Meb’usu Bahri Kayseri Meb’usu Ahmed Beyler tarafından siyaset-i dahiliyye ve hariciyyemize dair hey’et-i vekileden vakı’ olan sual yeni hey’et-i vekileye bu hususta izahatta bulunmak babdaki cevabımızı arz ediyorum: Dahili ve harici siyasetimizin anahtarlarında değişmiş bir şey yoktur. İstiklal mücadelesine başladığımız günden beri kat’ettiğimiz mesafelerle dahilde ve haricde elde ettiğimiz neticeler bizi yolumuzun sonuna kadar gitmekte teşci’ edecek bir mahiyettedir. Büyük Millet Meclisi’nin vaz’ettiği düsturlara tebean ve milli hududlarımız damızlık olarak yetiştirilmek ve bu suretle iyi hayvan besleyenler için bir mahreç te’min etmek ve yine bu maksat ile cihet-i askeriyyeye lüzumu olan binek ve koşuma salih tayları ahalinin emniyetle füruht edebilmeleri - Her sene her livada ve yahud mevaki’-ı münasibede koşular tertib etmek ve aynı zamanda ahali nezdindeki aygır kısrak tay inek boğa koyun ve keçiler için sergiler küşad edilerek iyi hayvan yetiştirenlere mükafat teşci’ etmek. - Memlekette evsaf-ı matlubeyi haiz aygır ve boğa dinde bulunan damızlığa gayr-ı salih erkek hayvanatın - Mübayaa suretiyle tedarik edilecek aygır boğa koç ve tekelerden aygırlar balada serd edilen mehazirden dolayı kuraya tevzi’ edilmeyip depolara sevk olunmak boğa koç ve tekeleri damızlık olarak kuraya tevzi’ etmek ile beraber o kıt’alar baytarları tarafından bunların ara sıra suret-i tagdiye ve şerait-i sıhhıyyeleri kontrol edilmek Binaenaleyh: senesinde Mahmudiye tay deposundan müdevver hayvanat ile işe başlayan Aziziye harasının haliyye bütçesinin esbab-ı mucibe layihasında mufassalan arz edilen mühim nevakısı ikmal edildiği takdirde haradan ati-i karibde daha müsmir neticelere emniyetle ta’mir ve ıslah devrinde yaşadığımızı unutmamalıyız. ti’nin erkekler ve kadınlar merkezleri faaliyetlerini fevkalade tezyid ettiler. Bu cem’iyet –ki işareti .dır– suret-i zahirede gayet insani görünmekle beraber ruhu tamamıyla hıristiyan ve mutaassıptır. Avrupa’nın Amerika’nın ve hatta venetiyle idame-i hayat ve faaliyet eden bu cem’iyet İstanbul’da mekteplerimize cem’iyetlerimize saf Türk ve müslüman muhitlerimize kadar nüfuz etmek CİLD - ADED - SAYFA Siyaset-i dahiliyyemize gelince: milletimizin gösterdiği rüşd ve idrak bizim için en emin bir istinadgah olmuştur. Milletimizin bu rüşd ile ve onun vücuda getirdiği vahdetle bu gün her zamandan daha kavidir. Mücadelemizin uzun sürmesi bize yeniden yeniye bir takım fedakarlıklar tahmil ediyor. Şimdiye kadar endişe-i halas ve istiklal ile kanını ve malını bezl etmekten çekinmeyen milletimiz şüphesiz ki bizi neticeye isal edecek yeni fedakarlıkları da aynı ruh-ı fedakari ile kabul edecektir. Şark ve garb cephelerinde silahlarımızı parlak muzafferiyetlere nail eden şerefli askerlerimizin halas ve istiklalimize en büyük zıman olan kahramanlıklarını fahr ve minnetle tezkar ederek milletimizin rüşd ve kiyaseti ve onu temeyyüz eden sarsılmaz azim ve imanı sayesinde vaz’ıyet-i umumiyyemizin derece derece mes’ud bir inkişafa doğru gittiğini arz ederim. Bütün Irak’ın heyecanla karışık bir sabırsızlıkla beklediği miserin Kahire’den avdeti esna-yı gaybubetinde büyük ehemmiyetler atfını müstelzim bir manzara kesb etmiş bulunan vaz’ıyeti kavramaya müsaid bir fırsat bahşediyor. Yeni Irak hükumetinin el-yevm dindaşlarından başka düşmanı yoktur! Lakin bu halin vaz’ıyete su’-i te’sir icra ve hal-i mevkii işkal edip etmeyeceği şüphelidir. olursa olsun tarih-i İslamda bir naziri daha bulunmayan bir tecrübe icra edilmekte olduğunu yani Sünni ve Şii cemaatini bir müslüman hükumetinin idaresinde ilk olarak müsavi bir re’y ve hakla birleştirmek arzu edildiğini unutmamak lazımdır. El-Cezire bu muğfil ve muhrik vaz’ıyeti Hind ve açık denize yol olmak suretiyle ibraz ettiği cazibe ve hükumet-i İslamiyye arasındaki ebedi vaz’ıyet-i merkeziyyesi –bu gün TürkSegalomanyasıyla ortaklarının nazar-ı dikkatini celb etmemiş olmakla beraber– müstakıl entrikalara parlak bir menba’ teşkil edecektir. İki mülahaza daha var ki onlar da bu cereyana kuvvet-bahş olacaktır. Bazı İngiliz mehafilinin ma’kus faraziyelerine rağmen Irak’ın her tarafında el’an hüküm süren Türk an’anatı ve vaz’ıyet-i coğrafiyyesi dolayısıyla pan-İslamizmle Bolşevizmin Irak üzerinde haiz olduğu ehemmiyet-i fevkalade... Binaenaleyh dahili şekavetten lazımdır. ve bundan milletin meclisimizde tecelli eden iradesiyle mahfuziyetini talep ettiği Misak-ı Milliyi beynelmilel bir ahidname şekline kalb edinceye kadar bu mücadele de devam edecektir. Düşmanlarımızın bir kısmı faal bir husumet halinden çıkmış olmakla beraber diğer kısmı uğradıkları müteaddid muvaffakiyetsizliklerden el’an tamamıyla me’yus olmuş değillerdir. Aleyhimize kullandıkları silahlar birer birer sukut ettiği halde tali’lerini denemekte devam ediyorlar. Fakat biz iman-ı kat’i ile görüyoruz ki ecdad toprağından son müstevli neferin avdet edeceği gün uzak değildir. İdbar ve mağlubiyetin bizi ta’kib ettiği en meş’um zamanlarda milli haklarımızdan bir zerre fedaya razı olmadık. Çok büyük günler görmüş kanının ve gayretinin hakkıyla bütün tarih arasında kendisine pek büyük bir mevki’ te’min etmiş olan milletimiz hiçbir zaman kalbinde fütura yer vermedi. Bu def’a da silahlarımızın kazandığı mütevali zaferlerden dolayı yeniden yeniye bir takım metalib dermiyan etmiyoruz. Dün olduğu gibi bugün de cihanın bütün milletlerine hakk-ı hayat ve hakk-ı istiklalimizi te’min edecek bir sulhü şimdiye kadar red etmediğimiz gibi şimdiden sonra da red etmeyeceğimizi tekrar ederiz. Maksadımıza ermek için milletin bütün maddi ve ma’nevi kudretini müdafaa-i milliyyeye hasr edeceğiz. Zaman zaman mazlum milletler lehine sesini yükselten cihan-ı medeniyyetin Yunan devam eden ve her gün biraz daha artan yangın tehcir ve kıtal siyaseti karşısında nihayete kadar sakit kalmayacağından ümidvar olmak isteriz. Yunan kuvvetlerinin birinci ve ikinci İnönü ve Dumlupınar mağlubiyetlerinden sonra bütün ric’at yollarına civar olan köy ve kasabalarımızı bila-istisna yakmak suretiyle gösterdikleri galiz ruh ve vahşet karşısında mütemeddin milletlerin vicdan-ı umumisinden çıkacak insani hükme intizar ediyoruz. Anadolu’nun en ma’mur ve müreffeh kısmı olan garb vilayetlerimiz geniş bir kan lekesiyle örtülü büyük bir harabeye çevrilmiştir. Bu zavallı topraklarımızın halasını her şeyden ziyade kendi silahlarımızdan ve onlara mevdu’ ve mukadder olan zaferden bekliyoruz. Siyaset-i hariciyyemizin şarka aid olan kısmı Rus Sovyet Cumhuriyetiyle akd ettiğimiz muhadenetname Dost ve kardeş Afganistan hükumetiyle başlayan münasebat-ı siyasiyyemizin takviyesi için tarafımızdan bir hey’et-i sefaret i’zam edilmek üzeredir. Rusya ve Afganistan derdest-i takdimdir. Komşu ve kardeş İran hükumetiyle münasebat-ı siyasiyye te’sis ediyoruz. Fransa ve münasebata imkan bulunacağı me’muldür. - - kışmanın pek keskin ihtilafata müncer olacağını unutamayız. Mes’ele asla göründüğü kadar basit değildir. Dini menfaatleriyle idari an’anatı yekdiğerine o kadar zıd ve mütebayindir ki bu gün için hemen hemen imkansız ve boş bir netice arz eder. şüphesiz Arap teşrik-i mesaisine atf edilecek ehemmiyet ve i’tina elde edilecek tebeddülatta amil-i esasi olacaktır. Fakat biz dünyada ağır bir yük olan mandasını kabul ettiğimiz bu memleketten daha karışık; menafi’ ve ihtilafatı muadıl bir mıntıka bulmak müşkil olduğunu ehemmiyet-i azimeyi haiz bulunan bir mes’eleye vaktinden evvel atılarak yeni bir reis intihabına kal- ~ Y® ­· ª u– ¹i ±® ­c— c Allahın müslümanları mükellef kıldığı vezaifin en mühimlerinden biri de budur. Saltanat ve şevket-i İslamiyyenin devamı hakimiyet-i Kur’aniyyenin bekası ancak bu emr-i ilahinin bi-hakkın icrasına vabestedir. Müslümanlar her şeyden evvel bu emr-i sübhaniyi yerine getirmekle mükelleftirler. Çünkü İslam kuvvetsiz kudretsiz kalacak olursa düşmanların pa-mal-i hakareti olur küffarın istilasına düşer. Artık ahkam-ı İslamiyyenin Bu emr-i ilahi de diğer evamir-i sübhaniyye gibi vücub nasılsa bu da tıpkı öyledir. O emirleri yerine getirmek farz olduğu gibi bu emri ifa etmek de farzdır. Fakat biz müslümanlar Allahın emirlerini kırka kırka Müslümanlığı ne kadar garib hale getirdik. Denebilir ki bu gün Müslümanlıkla alakamız namaz ile oruca münhasırdır. O da umumiyetle değil. Pek çok müslümanlar vardır ki tevkidden de azade olarak isimlerinden başka Müslümanlıkla hiç alakaları kalmamıştır. Onun için bugün müslümanların haline bakanlar İslam hakkında iyi bir fikir edinmiş olmazlar. Halbuki Müslümanlık yalnız namaz ile oruçtan ibaret değildir. Onlarla beraber daha birçok evamir-i ilahiyye vardır ki tam müslüman olmak Hiç tecezzi kabul etmez. Bu küllün bir cüz’ü noksan olursa diğer ecza da müteessir olmaktan kurtulamaz. Müslümanlığın ve si-yasi düsturları da vardır. Müslümanlık bir taraftan ferdin zim eder. Gayesi ruhları yüksek kalbleri pak ferdlerden mürekkeb bir cem’iyet-i mümtaze vücuda getirmektir. Zira müslüman hey’et-i ictimaiyyesi ümmetlerin en hayırlısı olmak şerefine mazhardır. Lakin maatteessüf müslümanlar Allahın emirlerine arka çevirdikleri için sonraları o şerefe mazhariyetten mahrum oldular. Mecd ü şevkete bedel zillet ve meskenete razi oldular. Vahdeti terk ederek tefrikaya düştüler. Kuvvet ihzarını ihmal ederek zaafa duçar oldular. Hasılı Allahın Peygamberin izzet ve hakimiyete sevk eden emirlerini bir tarafa bıraktılar da zillet ve mahkumiyete düşüren menhiyatına sarıldılar. Bu yüzden şevketleri tarümar oldu. Başlarına en ağır musibetler çöktü. Ecnebiler memleketlerini parça parça etti. Düşmanların galibiyet kılıçları gözleri önünde parıl parıl parladı. Vatanları ellerinden gitti. Irzları ayaklar altında çiğnendi. Dinlerinin maalimi yıkıldı. Biriktirdikleri servetleri düşmanlarının ellerine geçti. Eğer müslümanlar Allahın Kitabına sım sıkı yapışsalardı vahdetten ayrılmasalardı daima kuvvetli bulunmak elbette bu hale düşmezler mahkumiyet zilletini görmezlerdi. Bayrakları hiçbir zaman sernigun olmaz şevketleri hiçbir an uful etmez saltanatları hiçbir vakit tezelzül eylemezdi. Bir millet sebil-i haktan udul etmedikçe fazailden mücahededen ayrılmadıkça onun için helak ve izmihlal yoktur. Milletleri serir-i şevketten haziz-i zillete düşüren hep kendi amelleridir. Müslümanlar şehamet ve himmeti bırakarak cebanet ve meskenete daldılar. Havza-i ve mala yanaşmadıkları için hakimiyetlerine veda’ ettiler. Nefislerini şehevata kaptırdıkları için şeair-i dinlerini zayi’ eylediler. Sayıları yüzlerce milyonlara baliğ olan yer yüzündeki bu kadar müslüman milletler bu gün küffarın hakimiyet ve velayeti altında bulunmaya nasıl razı oluyorlar? Bilad-ı İslamiyyeye her taraftan mütemadiyen savlet edip duran ecanibe karşı vatan-ı İslamı müdafaa ve sıyanet feraiz-i diniyyenin en mühimmi iken nasıl oluyor da müslümanlar boyunlarındaki zincirleri kırmak için canlarını mallarını bezl etmekten çekiniyorlar? Müslümanların derdiyle yürekleri yananlar İslamın istiklalini esaretten halasını beklerken Suriye gibi Irak gibi Hicaz CİLD - ADED - SAYFA bunu mühim bir fırsat addederek büyük bir kuvvetle İslamın kalb-gahına hücumu tasmim etti ve ordularını hazırlamaya başladı. Bu haber Medineye aks edince başta Cenab-ı Risalet-meab sallallahu aleyhi ve sellem olmak üzere bütün ashab-ı kiram kükrediler. Fahr-ı Kainat efen dimiz derhal ashabını Harem-i Şerife da’vet buyurdular. Cenab-ı Risalet-meab kemal ü vakar ve sekinetle minber-i hümayunlarına çıkarak gayet beliğ ve müessir bir hutbe irad ettiler. Küffar ordusunun fırsattan bilistifade ve meşakkatlere rağmen bir İslam ordusunun teşekkülü lazım geldiğini izah buyurdular ve nutk-ı hümayunlarını şu müjde-i lahuti ile bitirdiler: Her kim bu gün hükümferma olan şu kaht-ı elim içinde şu kabus-ı usret altında nagehani baş gösteren harb için asker techiz ederse onun için Cennet vardır. Onun için Hakka vuslat vardır. Onun için ebedi saadet vardır. İşte bu ni’met-i uzmayı lisan-ı Haktan şimdiden tebşir ederim... Bu nutk-ı hümayundan ashab-ı güzin pek müteessir oldular. Tehlikenin ehemmiyet ve azametini takdir ettiler. Hazret-i Peygamber efendimizin yar-ı vefadarı Hazret-i Ebu Bekir hemen hanesine koştu. Bütün mevcudu olan dört bin dirhem gümüşü alıp hak-pay-ı Cenab-ı Risalet-meaba takdim etti. – Ya Eba Bekir bütün mevcudunu getirdin ailen için bir şey alıkoymadın mı? – Evet ya Resulallah onlar için Allahın lütfunu Resul-i zi-şanının atıfetini alıkoydum. Bütün ashab-ı kiram mevcudlarını bezl ettiler. Hiçbir tehlike karşısında imanları sarsılmayan o büyük müslümanlar ne kahtın tehdidine ne de zaruretin şiddetine asla ehemmiyet vermediler. Bütün ma-meleklerini feda ettiler. Birkaç gün içinde bütün techizatıyla kırk bin -bir rivayete göre yetmiş bin- kişilik mükemmel bir ordu hazırladılar ve Cenab-ı Kumandan-ı A’zam sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerine arz ettier. Ordu-yu hümayun Darusselam’dan hareket ettiği sıralarda musallat oldu. Ordu-yı küffar maksatlarını unuttular kendi dertlerine düştüler. Ordu-yı hümayun Tebük’e kadar geldi. Rumların Şam’da duçar oldukları taun kahr-ı dan küffar ordusu kendi kendine perişan oldu. Cenab-ı Peygamber bu müstevli marazın tahribatı esnasında Şam üzerine yürümeyi hasım ile teması muvafık bulmayarak Tebük’te birkaç gün istirahattan sonra avdet buyurdular. Müslümanlar raflardaki Kur’anlarını indirsinler o Kitab-ı celili açsınlar. Böyle tehlikeli zamanlarda Allahın gibi koca iklimlerin büyük büyük kıt’aların da küffarın nüfuz ve hakimiyeti altına düştüğünü gördüler. Bugün artık müslümanlar Beytullah olan Ka’be-i Muazzama’larını Peygamberlerinin Ravza-i Mutahharalarını ziyaret şünüyorlar mı ki beş vakitte teveccüh ettikleri kıble-i İslam bugün İngiliz nüfuzu altındadır. İslam için bundan büyük zillet bundan büyük felaket olur mu? Acaba müslümanlar kıldıkları namazların tuttukları oruçların indellah kabul olunacağından ümidvar mıdırlar? Hiç kimse kendisini aldatmasın aklını başına alsın gözlerine çekilen perdeleri yırtsın. Hakikati olduğu gibi görsün. Bugün müslümanlar için her şeyini feda edecek gündür. Bugün hiç kimse ne mal düşünsün ne evlad düşünsün ne ticaret kaygısına düşsün ne de nefsini fedadan çekinsin. Bugün İslamın hayat ve memat günleridir. İslamın ilk teessüsü zamanlarında geçirdiği buhranlar bugün tekerrür ediyor. Müslümanlık yeniden ya parlayacak yahud maazallah bütün bütün hüsufa uğrayacaktır. Bu gün dört yüz küsur milyon İslam aleminin mukadderatı buradaki ordu-yı İslamın göstereceği kudret ve zafere bağlıdır. Anadolu müslümanları dünyanın ne bahtiyar insanlarıdır. Cenab-ı Hak Kur’anı yaşatmak vazife-i aliyyesini onların omuzlarına tahmil etmiştir. Yüzlerce milyonların tir. Şurada Ehl-i Salib muhacemelerini def’ ile meşgul olan müslüman ordusu hiç şüphe edilmesin ki nusret-i mallarını evladlarını zevcelerini kardeşlerini akrabalarını ticaretlerini meskenlerini her şeylerini feda ederek Kelimetullahı i’la için siperlerde her dakika ölümle karşı karşıya duran bu mübarek İslam ordusu yok mu emin olunuz ki onların serdar-ı muazzamı ruh-ı Peygamberdir. Bugün alemlere rahmet olan o Peygamber-i zi-şanın ruh-ı mübareki orada İngiliz nüfuz ve tahakkümü altına giren diyarlarda değil; burada onun Kitabını onun dinini küffara karşı canlarıyla başlarıyla tırnaklarıyla sineleriyle müdafaa eden mücahidin ordusunun afak-ı şehametinde perrandır. ği bir zamanda Anadolu’nun bin türlü meşekkatlerle hiç yoktan vücuda getirdiği bu kuva-yı İslamiyye bu ordu-yı Muhammedi hiç şüphe edilmesin ki muzaffer olacaktır. Anadolu’nun bugünki hareketi Cenab-ı Risalet-meabın Tebük gazasını andırıyor. O zaman da İslam böyle bir tehlike karşısında kalmıştı. Hicret-i seniyyenin dokuzuncu senesi idi Ceziretül-arabı baştan başa bir kaht istila etmişti. Şamda bulunan Rum Kayseri Herakl _³j µž y—ª Áj{·j ±® ¹~ YÀ ¿® ¿\ užÃ ! - - anlatmak onlara hak yolunu göstermek ulemaya müretteb en mühim bir farizadır. Onlar bugün her şeylerini terk ederek kasaba kasaba köy köy kapı kapı dolaşacaklar; müslümanları ikaz ve tenvir edecekler. Rayet-i edilirken ulema daha ne bekliyor? Zilletin bundan büyüğü felaketin bundan fecii olur mu? Hukuk-ı İslamiyyeyi müdafaa etmek üzere teşekkül eden hey’etler bütün memleketlerde; kasabalarda köylerde yeniden harekete gelmeli büyük büyük faaliyetlere başlamalıdır. Bizim biz mutlaka mazhar-ı hidayet edeceğiz. Ey müslümanlar bunu bilmiş olunuz ki: Allah iyilerle beraberdir. Avrupa: Yukarı Silezya mes’elesinden dolayı Avrupa’da büyük bir buhran-ı siyasi hasıl olmuştur. Leh-Alman ihtilafı bu hafta daha had bir devreye girmiştir. Lehlilerin hududda taarruza başladıkları Almanya’da fevkalade asabiyet ve heyecan uyandırmıştır. Ahali tarafından yapılan mitingler üzerine Almanlar silaha sarılmışlardır. Kırk bin muntazam Alman münazaun fih araziye girmiştir. Birçok kuva-yı muntazama daha Silezya’ya müteveccihen hareket etmiştir. Fransızlar Rur havzasını işgal ricali Almanya’ya harb i’lanını tavsiye ediyorlar. İngilizler buna pek taraftar olmadıkları için araları fena halde açılmıştı. Tarafeyn matbuatı tecavüzkarane lisan kullanmaktadırlar. Luid Corc parlamentoda alenen Fransa’yı tenkid etmiştir. Fransız matbuatının neşriyatına teessüf ceğini beyan etmiştir. Fransız başvekili de aynı vechile mukabelede bulunmuştur. akd ettiklerine dair Londra’dan haberler gelmiştir. İngiltere’de amele grevi kemal-i şiddetle devam ediyor. Hükumetin hariçten getirdiği kömürü nakliyat amelesi vapurlardan çıkarmamıştır. Ticaret-i hariciyye durmuştur. Beş yüz bin mensucat amelesi de grev i’lanına teşebbüs eylemişlerdir. Aldershon karargahındaki bazı ihtiyat askerleri isyan ederek ellerinde kızıl bayraklar olduğu halde şehri yağma etmişlerdir. müslümanlara olan evamir-i sübhaniyyesini okusunlar eğer hakikaten kalblerinde iman varsa; Allaha Peygambere şu emr-i ilahiye tevfik-ı hareket etsinler: Ey mü’minler! Genciniz ihtiyarınız zengininiz fakiriniz umumen düşmanlara karşı çıkınız. Malınızla canınızla Allah yolunda mücahede ediniz. Ey mü’minler! Bu cihad-ı umumi sizin için her şeyden hayırlıdır; eğer siz hayrını biliyor ve onu şerden tefrik etmek lerine canla başla sarıldılar. Bu sayede az zaman zarfında cihanın kısm-ı a’zamını nur-ı tevhid ile doldurdular. Şevket ve şehamet-i İslamiyye bütün afak-ı alemi kapladı. Bu günün müslümanları da şimdi aynıyla o vaz’ıyette bulunuyor: Yine Herakliyus’un ahfadı ordular teşkil ederek müslümanları imha etmek İslamı yer yüzünden kaldırmak sindeki tehlike bu gün de baş göstermiş bulunuyor. Müslümanlık azim tehlikededir. İslamın istiklali büyük mehalike ma’ruzdur. Düşmanın hançeri İslamın ta kalbine girmiştir. İslamın sinesinden kanlar fışkırıyor. Vücud-ı müslümanlara düşen vazife muayyendir. Cenab-ı Hak bunu baladaki ayet-i kerime ile göstermiştir. Müslümanlar eğer zillet esaret zincirleri altında mahv olmamak Kur’an’ı yaşatmak istiyorlarsa Allahın bu emr-i celiline canla başla sarılır. Cephelere koşarlar. Bütün mallarını ordu-yı İslamın techizine feda ederler. Anadolu’daki müslüman cem’iyeti orduya bir tayyare ihda edenErzurumlu Nafiz Beye mi münhasır kalmalıdır? Bütün memleketlerdeki müslüman zenginleri birleşmeli. Ehl-i Salib hücumlarına karşı sinesini geren ordu-yı İslama ne lazımsa... tayyare top tüfenk cebhane... herşeyi yetiştirmelidir. Vakıa Anadolu müslümanları pek büyük fedakarlıklar gösterdiler. İnönü’nde Salib ordularını tarümar eden kahraman müslüman ordusunu onlar teşkil ve techiz ettiler. Fakat vazifeleri henüz bitmemiştir. Tehlike el’an zail olmamıştır. Azim ve imanın neler yapabildiğini herkes gördü. Artık bütün müslümanlar varını yoğunu feda etmeli. Bu mübarek ordu-yı Muhammedi’nin bütün ihtiyacatını te’min etmelidir. Nusret ve zafer yakındır. şevket ve kudret-i azimesini ihraz edecektir. Müslümanlara başlarına çöken musibeti; vatanlarını namuslarını dinlerini hayatlarını tehdid eden tehlikeyi ª à Y³ ]~ ­· ³Àu·³ ª Y³Áž u¶Yj ±À •¯ ª ª ¯o ³Á± ]~ ¿ž ­Ã ª­ rÁy ª Á© ¹¯ —b ­c³¦ ÊY£f YžYŸr yŸ² Ÿ² ­ª¹®Y\ u¶Yj CİLD - ADED - SAYFA tir. Yunanlılar Bigadiç köylerini kül haline getirmişlerdir. Tire ve Aydın havalisinde ahaliyi cami’lere doldurarak yakmışlardır. Afganistan İstiklalinin Sene-i Devriyesi Mayıs tarihli Islamic Newsde okunduğuna nazaran Martta Afganistan istiklalinin sene-i devriyyesi muazzam bir surette tes’id olunmuştur. Emanullah Han hazretleri bu münasebetle icra olunan ihtifalatta hazır bulunmuşlar ve Afgan milleti tarafından Han hazretlerine takdim olunan tebrikname Dahiliye Nazırı Serdar Abdülaziz Han tarafından okunmuştur. Bu milli tebriknamede Han hazretlerinin da’va-yı milli uğurunda sarf ettikleri mesai tebcil olunmakta ve bu mesai neticesinde memlekette maarifin ilerilediği Afganistan’ın her mühim şehrinde mektepler küşad olunduğu ve pay-i taht Kabil’de kızlar için bir mektep açıldığı Kabil’den kırk mil uzaklığında olan Cebeli’s-serrac’da te’sis olunan elektrik merkezinin itmam olunduğu memleketin birçok taraflarında telefon muvasalatının te’min edildiği yeni birkaç daire-i hükumet açıldığı gazetelerin çoğaldığı ve muharebede pederleri şehid olan çocukların mazhar-ı himaye olduğu zikr olunmaktadır. Bu nutka cevaben Emanullah Han hazretleri irticalen her muvaffakiyetin ahalinin faaliyeti sayesinde tahakkuk ettiğini beyan eylemiş ve müteakıben maiyyetlerinde sefir Henri Dövis Cemal Paşa Ceneral Nadir Han olduğu halde bahçede tenezzüh etmiştir. Balkanlar: Arnavudlarla Yunanlılar arasındaki ihtilaf-ı müsellah da kesb-i ehemmiyet etmiştir Arnavudlar kemal-i faaliyetle ve son sistem silahlarla hazırlanmaktadırlar. Umumi seferberlik i’lan olunmuştur. Yunan hududunda şiddetli müsademeler olmuştur. Yunanistan i’lan-ı harb etmek üzere bulunuyor. Sırbistan da her ihtimale karşı hududlarda tahşidata başlamıştır. Bulgaristan Yunan’a karşı feveran halindedir. Sofya’da Yunan maslahatgüzarı Alem-i İslam: Filistin’de karışıklıklar zuhur etmiş Araplarla Yahudiler arasında ehemmiyetli müsademeler olmuştur. Hicaz’a karşı Vahhabi hareketi devam etmektedir. Muhammara emirinin tavassutuyla Kuveyt ve Necid emirleri arasında bir ittifak husule gelmiştir. Fas’ta büyük bir kabile reisi olan Abdülmelik Fransızlara karşı yeniden faaliyete başlamışlardır. tarafından Hindistan’a nefy olunan Seyyid Talib Paşa firar ederek aşair arasına girmiş ve tahrikata başlamıştır. Necef şarkında Müntefek ve Garaf havalisinde büyük bir kıyam vuku’ bulmuştur. Ane civarında Lim aşireti reisi miştir. İngilizler Hankın civarında tahkimat yapmak lüzumunu hissetmişlerdir. müsademe olmuştur. Salib Mezalimi: Marmara sahillerinde Yunan mezalim ve şenayii githacirler altmış bine baliğ olmuştur. Mezalime dair İstanbul gazetelerinin neşriyatını İngiliz sansürü men’ etmişHuda rızası için kaldırın nifakı… Günah! Alev saçaklara sarsın mı ya ibadallah? Sararsa hanginizin hanümanı kurtulacak? O bir tutuşmaya görsün ne od kalır ne ocak. Neden beş altı vatansız beş altı kundakçı; Alay alay buluyor arkasında yardakçı? Niçin hakir oluyor sonra durmayıp öteden “Koşun! diyen bu cehennem henüz kıvılcım iken?” Ne intibaha çalışmak ne i’tilaya emek; Cihan yıkılsa bizim halk uyanmadan gidecek; Onun kıyamı için Sur’u beklemek lazım... Bu duygusuzluğa bir çare yok mu Allah’ım? Zavallı köylüye ilkin epeyce sövmüşler; Birer davul kadar olmuş da sağrısındaki şiş “Davul çalınmada zannım aşağıki evde!” demiş. “Davul bizim eve gelmiş!” demiş sonunda hani? Bizim de halimiz aynıyle köylünün hali! Harim-i Şer’-i Mübin’in zemin-i İslam’ın Birer birer yıkılırken husun-i iclali; Yerinden oynadı yerler de bizler eyyamın Tekallübatına bi-ganeyiz hayal ettik; Kımıldamaksızın imanı küfre çiğnettik! Kımıldamak yine yok bizde cebr-i mafata; Kim uğramıştı unuttuk geçen beliyyata ! Bizim muhiti bizim halkı seyredince nazar; Görür ki: Beyni bozulmuş yığın yığın kafa var. Düşünceler mütehaliftir istikamette Şu var ki hepsi nihayet bulur sekamette Birinci zümreyi teşkil eden zavallı avam Bıraksalar edecek tatlı uykusunda devam. Bugün nasibini yerleştirince kursağına; “Yarın” nedir? Onu bilmez yatar dönüp sağına. Yıkılsa arş-ı Hilafet tıkılsa kabre vatan Vazifesinde değil: Çünkü “Hepsi Allah’tan!” Ne hükmü vardır esasen yalancı dünyanın? Ölürse yan gelecek cennetinde Mevla’nın Fena kuruntu değil! Ben derim sorulsa bana: “Kabul ederse cehennem ne mutlu amca sana!” Hayata küskün olandır ki: Saplanıp ye’se “Selametin yolu yoktur… Ne yapsalar boşuna!” Demiş de hırkayı çekmiş bütün bütün başına. Bu türlü bir hareket mahz-ı küfr olur; zira: Taleple amir olurken bir ayetinde Huda Buyurdu: “Kesmeyiniz revh-i rahmetimden ümid; Ki müşrikin olur ancak o nefhadan nevmid.” Bu bir; ikincisi: Ye’sin ne olsa esbabı Onun atalet-i külliyyedir ki icabı ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul CİLD - ADED - SAYFA Kumar şena’atin aksamı irtikab içki… Hülasa defter-i amali öyle kapkara ki Yanında leyl-i cehennem sabah-ı cennettir! “Utanmıyor musun? Ettiklerin rezalettir.” Denirse kendine milletlerin ekabirini Sayardı göstererek hepsinin kebairini: “Filan içerdi… Filan fuhşa münhemikti …” diye Mülevvesatını bir bir rical-i maziye “Peki! Fezaili yok muydu söylediklerinin?..” Diyen çıkarsa “Müverrihlik etmedim!” derdi. Şu zübbeler de bugün aynı ruhu gösterdi: Fransız’ın nesi var? Fuhşu bir de ilhadı; Kapıştı bunları “Yirminci asrın evladı!” Ya Alman’ın nesi var zevki okşayan? Birası; Unuttu ayranı ma’tuha döndü kahrolası! Heriflerin hani dünya kadar bedayii var: Ulumu var edebiyyatı var sanayii var. Giden birer avuç olsun getirse memlekete; Döner muhitimiz elbet muhit-i ma’rifete. Kucak kucak taşıyor olmadık mesaviyi; Beğenmedik “Medeniyet!” diyor; inandık iyi! “Ne var biraz da maarif getirmiş olsa…” desek; Emin olun size “Hammallık etmedim!” diyecek. Ne kaldı arkaya? Dördüncü kısmın efradı... Bu zümrenin de sefahet hayat-ı mu’tadı. Hem i’tiyadını hiçbir zaman değiştiremez; O nazlı sineye zira acıklı şey giremez! Geçen kıyamet için “Fırtınaydı geçti.” diyor. Diyor da zevkine vur patlasın devam ediyor! – Bugün Florya mı? A’la! Yarın ne var! – Konser… “Sular” da pek ömür amma açık değil dediler. – Açılmamış diye evlerde kalmak olmaz ya! – Hakikat öyle! Ne yapsak? Gider misin Mama’ya? – Ne var ki? – Orta oyun var. Gelir misin? Haydi! – Kavuklu Hamdi mi? Gerçek O sağ değil – Abdi. – Hayır hayır! Bana lazım değil ne Abdi ne şey!.. – Nedense pek asabisin bugün Feridun Bey! – Değil bu tatsız oyunlar çekilmiyor monoton! – Peki! Ne yapmalı? Sen bari söyle… Bak: Saat on! – Evet ne yapmalı? Dur dur! Ne Üsküdar ne Mama; Tiyatro olmalı yahud güzelce bir sinema... Teressübatını etmiştik önceden tahlil. Üçüncü zümreyi kimlerdir eyleyen teşkil? Evet şebab-ı münevver denen şu nesl-i sefih. Bu zübbeler acaba hangi cinsin efradı? Kadın desem geliyor arkasından erkek adı; Hayır kadın değil; erkek desen nedir o kılık? Demet demetken o saçlar ne muhtasar o bıyık! Sadası baykuşa benzer hıramı saksağana; Hülasa zübbe demiştim ya artık anlasan a!.. Fakat bu kukla herif bir büyük seciyye taşır Ki haddim olmayarak “Aferin!” desem yaraşır. Nedir mi? Anlatayım: Öyle bir metaneti var Ki en savulmayacak ye’si tek birayla savar. Sinirlerinde teessür denen fenalık yok Tabiatında utanmakla aşinalık yok. Bilirsiniz hani insanda bir damar varmış; Ki yüzsüz olmak için mutlak a o çatlarmış; Nasılsa “Rabbim utandırmasın!” duası alan Bu arsızın o damar zaten eksik alnından! Cebinde gördü mü üç tane çil kuruş nazlım Tokatlıyan’da satar mutlak a gider de çalım; Eğer dolandırabilmişse istenen parayı: Görür mahalleli ta karnavalda maskarayı; Beyoğlu’nun o mülevves muhit-i fahişine Dalar gider takılıp bir sefilenin peşine. “Haya edeb gibi sözler rüsum-i fasidedir; Vatanla aile hatta kuyud-ı zaidedir “ Diyor da hepsine birden kuduzca saldırıyor. “Ayıp değil mi?” demişsin… Aceb kim aldırıyor! Namaz oruç gibi şeylerle yok alış verişi; Mukaddesat ile eğlenmek en birinci işi. Duyarsanız “Kara kuvvet” bilin ki: Imandır. “Kitab-ı Köhne”de -haşa- Kitab-ı Yezdan’dır. Üşenmeden ona Kur’an’ı anlatırsan eğer Şu ezberindeki esmayı muttasıl geveler: “Kurun-ı maziyyeden kalma cansız evradı Çekerse doğru mu yirminci asrın evladı? Nedir alakası yirminci asr-ı irfanla Bu şaklaban herifin? Anlamam ayıp değil a! Meta’-ı fazlı mı varmış elinde gösterecek? Nedir meziyyeti görsek de bari öğrensek. Hayır! Mehasin-i garbın birinde yok hevesi; Rezail oldu mu lakin şiarıdır hepsi! Bütün kebaire tiryaki bir kopuk tanırım. –Ne oldu bilmiyorum şimdi sağ değil sanırım– - - HİTABE: Bayramın üçüncü günü Hilal-i Ahmer tarafından tertib olunan müsamerede Akçura Yusuf Beyefendi tarafından verilen bu hitabe pek ziyade alkışlara mazhar olmuştur. Bu hitabenin mevzuu ve Yusuf Beyefendi’nin belagat-i ifadeleri hazirunun pek ziyade nazar-ı dikkat ve ehemmiyetlerini celb eylemiştir. Müslümanlarca bilinmesi lazım gelen birçok hakaikı muhtevi bulunan bu mühim hitabenin Anadolu’nun her tarafında okunmasını te’min maksadıyla aynen derc ediyoruz. Bu hususta delalette ictima’lar tertib ederek bu hakaikı halka neşr etmek ve tebliğde bulunmak bütün Müdafaa-i Hukuk Cem’iyet’i merkezlerine müterettib en mühim bir vazifedir. Bismillahirrahmanirrahim Efendiler Hepimiz biliyoruz ki bütün dünyanın ve bütün dünyadan bir parça olan Türkiye’nin bu günkü vaz’ıyeti Cihan Harbi’nin bir neticesidir. Fakat unutmayalım ki Cihan Harbi de müteselsil birçok vekayiin tabii bir neticesi ten birisi belki başlıcası müstemlekat mes’elesidir; yani Avrupa büyük devletlerinin küre-i arzı aralarında paylaşmaya uğraşmalarıdır. Müstemlekat mes’elesinin en mühim faslını Şark Mes’elesi teşkil eder. Bu cihetle Avrupa büyük devletlerinin şarkı ve şarkın bir kısmı olan memalik-i Osmaniyye’yi aralarında uyuşarak dostça taksim edememeleri Cihan Harbi’nin esbab-ı mühimmesindendir. Bu nokta-i nazardan denilebilir ki Harb-i Umumi memalik-i Osmaniyye’yi taksim için açılmıştır. Lakin efendiler Osmanlı toprakları arazi-i haliyye arazi-i mevat değildi. Bu memleketin sahip ve hakimleri Türkler vardı. Türkler çok yorgun idiler; fakat ölü değil diri idiler; memleketleri parçalanmak istiklalleri birıştılar: Bu suretle Osmanlı Türk Devleti mevcudiyetini hayatını müdafaa ve bununla beraber bütün şark-ı İslaminin esaretini tahfif etmek için bilmem kaçıncı defa garp hıristiyanının müdhiş taarruzuna dört taraftan savletine karşı göğüs germeye lüzum ve mecburiyet gördü. Kim ne derse desin asıl Osmanlı Türkleridir ki Osmanlı Devletini teşkil ettikleri zamandan bu güne kadar yani altı yedi yüz yıldır Hıristiyan Avrupa’nın mütemadi taarruzatına uğramışlardır. Türkler harb ve şiddete müsteniden değil asayiş ve emniyete hürriyet ve adalete susamış şark-ı karib akvamının arzu ve ihtiyaçlarına dayanarak bu devleti devlet-i Osmaniyye’yi kurmuşlardır. Avrupa’nın şark-ı cenubisinde kudretli bir İslam saltanatının teessüsünü gören merkezi ve garbi Avrupa hıristiyanları müteaddid Ehl-i Salib orduları toplayarak o saltanata karşı mütevali hücumlarda bulundular. Efendiler Bilseniz gerektir ki Osmanlılarla Salibiyyun’un müsadematı daha büyük mikyasta daha eski zamanlardan beri sürüp gelen İslam-Hıristiyan kavgasının muahhar bir ta’bir ile Hilal ve Salib kavgasının bir safhasından ibarettir. Su lamıştı. İşte o günden bu güne kadar bu muharebat hemen fasılasız temadi etmektedir. Tarih kitapları sene süren Medik muharebelerinden sene süren Punik muharebelerinde sene süren İngiliz-Fransız harbinden bahs ederler ve ekserimiz frenklere tebean tarih-i beşerin en uzun süren harbi bu Sene Muharebesi olduğunu zannederiz. Halbuki tarih-i beşerin en uzun süren harbi hala devam eden İslam-Nasraniyet muharebesidir; bu efendiler bir Sene Muharebesi’dir. Nasraniyet Arabistan’da bir Nebiy-yi İslam’ın zuhur edip vaktiyle kendi idaresi altında bulunan araziye hakim vaktiyle kendi akaidine iman etmiş ahaliye mürşid olmasını bir türlü affetmedi: İslam’ı bu maksadına vusul için uğraşıp duruyor. Lakin... Lakin Allah’ın yaktığı çerağ insan nefesiyle hiç söndürülebilir mi? -Bizzat Allah Teala buyuruyor ki: Söndürülemez... O halde hiç şüphe yok söndürülemez.. Efendiler bu Bin Sene Muharebesi’nin beşinci asırdan yedinci asra kadar devam eden iki asırlık bir devresi Ehl-i Salib Muharebatı namını alır; yine bu Bin à ¹² QŸ Áª uÀyÀ à ­·¶¹ž Y\ à u† ¹² ­c® •cÀ ­ª µ²Y]ž •cÀ ­ª uÁ\ yÁ›Áž y³® ­³® ±®Ã ¹~ u† Y¯ÀÊ —Š ¥ª µ]£]ž CİLD - ADED - SAYFA Bağdad’da oturan halife-i Abbasi ile Mısır’da yaşayan halife-i Fatımi bu mukaddes ulvi maksat uğurunda hiçbir himmet hiçbir gayret sarf ve ızhar etmiyorlardı! Fakat Salibilerin akçasıyla Kılıçarslanlara Nureddin Şehid’lere Salahaddin Eyyubilere karşı Hicaz Süvari Fırkalarının Halife Ordularının tanzimine de müsaade etmiyorlardı. Efendiler bilirsiniz ki alem-i İslam’da ta Abbasilerin en yılmaz müdafii en yılmaz kalesi Türk olmuştur. İşte bununçündür ki Ehl-i Salib en azgın hücumlarını en şeytani siyasetlerini hep Türklere ve Hilafet’in Osmanlılara geçtiği zamandan sonra da hep Osmanlı Türklerine tevcih etmiştir: Hıristiyanlar nur-ı İslam’ı söndürmek Lakin efendiler İslam’ın o nur-ı ilahinin söndürülmesi nasıl iktidar-ı beşer dahilinde değilse Türklerin bu kavm-i ilahinin ezilmesi de o kadar imkan-ı tabii haricindedir.. Yok muvaffak olamayacaklar. Türk bu sefer de şark-ı İslamiyi müdafaa edecek ataletlere hiyanetlere bu müdafaa sayesinde yalnız şark-ı İslami değil bütün şark bütün mağdur memleketler garbın mezaliminden kurtulacak!... Belki garb kendisi bile bir avuç zalemenin elinden kurtulacak!... Efendiler Bin yıllık Şark Mes’elesi muayyen zamanlarda mütebariz evsaf-ı mümeyyizesine nazaran üç devreye taksim edilebilir; bu devreler tarih sırasıyla dini siyasi ve iktisadidir. Devrelerin evsafı bazan yekdiğerlerine tedahül eder: Mesela evsaf-ı mümeyyizesi iktisadi olan son devrede siyasi ve dini amiller gaib olmuş değildir. Vaktin darlığından dolayı Şark Mes’elesi’nin ilk iki devrinden dini ve siyasi devirlerinden bahs edecek değilim; yalnız son devrine yani Şark Mes’elesi’nin iktisadi devrine aid bazı mütalaat arzıyla iktifa edeceğim. Şark Mes’elesi’ncü asr-ı hicri ortalarından başlayarak üçüncü devresine yani iktisadiyatın diğer avamile hakim olduğu devreye dahil olmuştur. Zaten bu sıra bütün cihanın beşeri muamelatında iktisadiyatın diğer avamile tefevvuk ettiği daha açık görünür: Tarih-i beşeriyetin bu faslında en mütemeddin sayılan birkaç milletin İngiliz İngiliz azmanı Amerikan Fransız Alman nıfın büyük sermaye sahiplerinin şimdi modada olan bir ta’bir ile kapitalistlarin bütün umur-ı cihana hükümran oldukları tezahür eder. Büyük sermayedarlar yani fabrika banka ma’den ocağı şimendüfer vapur... ila Sene Muharebesi’nin son üç dört asırlık safhasına Şark Mes’elesi denilir. Bana kalırsa bunun hey’et-i umumiyyesini bir nam ile zikr etmek hepsine birden Ehl-i Salib Muharebatı demek ve Ehl-i Salib Muharebatı’nın cihet-i siyasiyyesine Şark Mes’elesi adını vermek daha kısa kestirme ve doğru olur; çünkü seneden beri hep aynı mes’ele hallolunmakta aynı da’va görülmekte aynı gaye ta’kib edilmektedir: Din-i İslam’ı yer yüzünden kaldırmak müslümanları imha etmek!... Ehl-i Salib seferleri mektep kitaplarımızda öğrendiğimiz gibi öyle sekizinci seferle hitam bulmuş değildir; hayır! Endülüs Emevilerini İberya Şibih-ceziresinden Osmanlı Türklerini Balkan ve Anadolu yarımadalarından koğmak isteyen hıristiyanlar hep Salib namına hareket ediyorlardı ve bütün harblerini Ehl-i Salib seferleri addediyorlardı ve hala da öyle addederler... Son Cihan Cengi’nde ve o cengin pişdar muharebesi mesabesinde olan Balkan Harbi’nde ve yine o cengin dümdar muharebesi demek olan bu günkü Anadolu ve Arabistan muharebatında görmedik mi ki düşmanlarımız kendilerine hep eski Salibiyyun renk ve kisvesini veriyorlardı: Rus Çarları askerlerini Kostantin’in mukaddes şehrine saldırırken Bulgar Çarı Ferdinand Balkanlardan Çargrad’a inerken Ceneral Allanbi çölden gelip Kuds-i Şerife girerken nihayet Bazileos Kostantin Anadolu’ya asker sevk ederken hep kendilerini Ehl-i Salib rüesası sayarlar Salibiyyun kıyafetinde resimlerini o ruhta beyannamelerini etrafa dağıtırlar... İşte bunun için diyorum ki Ehl-i Salib muharebatı yedinci asr-ı hicride hitam bulmuş değildir bugün on dördüncü asr-ı hicride de devam ediyor: Salahaddin Eyyubi üçüncü Ehl-i Salib muharebatında cünud-ı İslamiyyenin nasıl büyük bir kahramanı sayılıyorsa Mustafa Kemal de bilmem kaçıncı Ehl-i Salib muharebesinde müslümanların öyle büyük bir kahramanı sayılacaktır... Ve hiç şüphe etmiyorum ki hakkın hamisi zulmün mahisi olan adalet-i ilahiyye o seferde olduğu gibi bu seferde de müslümanların galebe-i kamilesini te’min edecektir. Efendiler hayret ve teemmüle şayan tarihi tesadüflerdendir: Rum Selçukilerinin memleketleri yani Anadolu çiğnenmiş tahrib olunmuş Suriye ve Filistin istila edilip Ehl-i Salib Kudüs’e dahil olmuş olduğu bir sırada üçüncü Ehl-i Salib seferinde ekseriyeti Türklerden mürekkep ümera ve selatin-i İslamiyye toplanarak büyük fedakarlıklar gösterip var kuvvetlerini sarf eyleyerek müstevli Salibiyyun’u memalik-i İslamiyyeden tard ve ihraca ve hurub-ı Salibiyyenin bu en dehşetli devrinde seyf-i İslam’ı yine muzaffer etmeye uğraşırken Resulullah’ın nesl-i pakinden geldiklerini ve alem-i İslam’da o Resul’ün halifesi olduklarını iddia eden iki kişi - - ve Irak’ın cenubi Kafkasya ile şimali İran’ın toprakları altında büyük sanayi için fevkalade kıymettar mahrukat-ı mayia ve salbe neft yağları gaz yağları ma’den kömürleri var. Umumiyetle Osmanlı ve İran memleketlerinde yün yapağı tiftik pamuk keten gibi fabrikalar gıdası pek çok çıkar. Ma’den ocaklarında fabrikalarda az ücretle iş görebilecek kanaatkar sabur mütevekkil tabiiyet ve makumiyete itaat ve hürmete alışkın hakkından bi-haber cahil iddiasız. –Oh ne a’la!– sağlam ve gürbüz insanlar da ta’bir-i ma’rufuyla canlı mevad da az değildir... Bu memleketlerin de servet menba’larını tamamen zabt etmek bu memleketlerin halkını da üsera ve hayvan makulesi amele yapmak... İşte efendiler’uncu ve’nci asr-ı miladilerde Şark Mes’elesi’nin gayesi! Bu gayeye vüsul için sermayedarların kapitalistlerin kullandıklar en kuvvetli alet sermaye kapital olmuştur. Bilirsiniz ki’üncü asrın ortalarından i’tibaren Avrupa sermayedarları Osmanlı hükumetinin sarraflığını deruhde ettiler. Hükumet-i Osmaniyye’ye bol bol ödünç para verdiler. Hükumet-i Osmaniyye’ye istikrazın tadını tattırdılar. Hükumet-i Osmaniyye’ye borçla muhteşem yaşamak kolaylığını öğrettiler. Böylece sermaye kapital memalik-i Osmaniyye’ye girmeye başladı. Bu tarih-i Osmanide çok mühim bir vakıadır. Bununla beraber milletin bir kısmı yüksek denilen sınıflarından başlayarak Avrupa medeniyetinin fikri ve bedeni ezvakına alışıyordu: Avrupa efkarı Avrupa adatı Avrupa libasları Avrupa kitapları Avrupa mektepleri Avrupa kanunları Avrupa-kari saraylar kaşaneler sahil-haneler mobilyalar Avrupa-vari tiyatrolar kafe-şantiler daha ne bilmem neler İstanbul’dan saray-ı vükela dairelerinden her tarafa yayılıyordu. Bu efendiler ma’hud devr-i Tanzimat’tır. Avrupa sermayesinin memalik-i Osmaniyye’ye girişiyle Tanzimat-ı Hayriyye’ye ibtidar edilmiş oldu... Metin ve derin efkarına hayran olduğum Cevdet Paşa merhum bu devrin iç yüzünü ba-husus Zaten efendiler büyük küçük her sermayedar kapana tutacağı ferd veya millet hakkında hep aynı usulü ta’kib eder; kapana yem asar yani ferde veya millete ödünç para verir ikrazatta bulunur. Pek a’la bilirsiniz ki oğlunu evlendirmek için yahud tarlasını alabilmek Ağa bir daha o borcundan kurtulup felah bulamaz; evi barkı tarlası hepsi nihayet Agop Ağa’nın mülkü olur gider. Agop Ağa ta işin başından Mehmed’i bin tatlı sözle muttasıl borçlanmaya teşvik eder. Bu küçücük misali büyütünüz: Çar zamanında Kırım ve Kafkasahir sahipleri bütün cihanı sermayenin kapitalin zir-i tahakküm ve tagallübüne almaya uğraşırlar. Bu devre-i tarihiyyeyi diğer edvar-ı tarihiyyeden ayırd eden vasf-ı mümeyyiz büyük sermayenin oynadığı azim roldür. Bu devrede hükumetler hükümdarlar ordular serdarlar hep büyük sermayenin hademesi menzilesine inmişlerdir. Miktarları gittikçe eksilen fakat sermayeleri gittikçe artan ma’dudü’l-mikdar sermayedarlar kendi vatandaşlarının ekseriyetini şahsi refah ve saadetlerine Lakin yalnız kendi vatandaşlarına tagallüb ve tahakküm de hayat-ı sefihanelerini te’mine kafi gelmediğinden bunlar medeniyetçe daha az mütekamil memleketler ahalisini yani Avrupa’dan gayrı kıtaat-ı cihan sekenesini kendilerine tamamen kul ve köle yapmak isterler; ve bunun için dünyaya musallat olurlar. Küre-i arzın bütün menabi’-i servetini ellerine geçirmeye bil-cümle insanları hayvan gibi yalnız işleyebilecek kadar besleyip kendi nef’ ve hesaplarına çalıştırmaya yine modadaki bir ta’bir ile eksplovate etmeye istismar etmeye işletmeye uğraşırlar. İşte bu makasıd ve bu maksadların tatbikatına bu gün emperyalizm namı veriliyor. Demek oluyor ki Avrupa’nın kapitalistleri ve onların hadim ve me’murlarından bütün dünyanın servetini emmek bütün dünya ahalisini kendi uğurlarında çalıştırmak için cihangirlik emperyalizm siyaseti ta’kib etmektedirler. Şunu unutmayın ki kapitalistler çok akıllı çok kurnaz ve çok ameli adamlardır: İstismar edecekleri memleketler ahalisinden kendilerine yardakçı bulmanın işi hayli teshil edeceğini pek a’la takdir ederler. Bununçün kah fikri iknaiyyat ile fakat alelekser maddi te’sirat ile toprağından altın halkından can alacakları memleketin ahalisinden bazılarını kendilerine kazanırlar kendilerine şuurlu veya şuursuz dellallar acenteler tedarik ederler... Bu zavallılar bilerek veya bilmeyerek Avrupa kapitalistlerinin mükellef sofralarından yere düşen kırıtılara tamaan onlara hizmetçilik çığırtkanlık ederler. Dünyanın her tarafında ta’kib olunan bu siyaset henüz izah ettiğim ma’nasıyla emperyalizm siyaseti ’üncü asr-ı hicri ortalarından i’tibaren Şark Mes’elesi’nde de tatbik olunmuştur. O vakitten beri İngiliz Fransız Alman İtalyan ve Rus kapitalistleri ve binaenaleyh hükumetleri şark-ı İslamide bütün menabi’-i iktisadiyyeyi yani gerek toprak üstünde gerek toprak altında bulunan bütün servet-i tabiiyyeyi ellerine geçirmeye ahali-i müslimeyi de o servetlerin istihsalinde kullanılır hayvanlar haline indirmeye uğraşmaktadırlar. Efendiler bilirsiniz ki şark-ı İslamide her şey mebzuldür. Tahtelarz servet-i tabiiyyenin bir çoğuna henüz CİLD - ADED - SAYFA tisadiyyunu Mancester mezhebine sülukte haklı idi. Fakat sermaye ve sanayii müessesat-ı iktisadiyyesi henüz kurun-ı vustai olan Osmanlıların iktisatçıları da İngiliz ve Fransızlar gibi düşünmekte haklı mı idiler? Vakıa memalik-i Osmaniyyenin dahili iktisadiyyatında unsur-ı gayr-ı müslime Ermeniler Rumlar Yahudiler anasır-ı müslimeden daha yüksek bir mevki’ işgal ediyorlardı ve Avrupa alem-i iktisadisiyle münasebetleri daha fazla riyet-perver meslek-i iktisadiye sülukleri bu mesleğin mahz-ı ilim olmasından değil belki mensub oldukları cemaatin menafiine muvafık gelmesindendir denilebilir; lakin ikinci tabaka muktesidlerimiz ki Ermeni paşaların halka-i tedrislerinden yetişme Türk beyleridir işte bunların isr-i üstada tamamen iktifa etmeleri bilmem nasıl izah olunabilir?... Ohannes ve Portakal paşaların şakirdleri de tıpkı hocaları gibi iktisad-ı siyaside yegane doğru yolun Mancester mesleği olduğuna inanmışlardı; Türkiye’yi kurtaracak yegane ilaç sanayi’ ve ticarette hürriyettir ve binnetice Avrupa sermayesidir derlerdi. Bu halde Osmanlı muktesidlerinin ta’limleri mahiyet memalik-i Osmaniyye’yi istilasını teshile bu babda propagandacılığa... Değil mi? Tanzimat’ın büyük rical-i devleti sayılan Reşid Ali ve Fuad paşalar da onlardan sonra hükumet dümenini eline alıp idare eden diğer paşaların ekserisi de nazariyat-ı siyasiyye ile hele nazariyat-ı iktisadiyye ile hemen hiç meşgul olmamış tecrübe ve tatbikat sahasında yaşamış ve büyümüş adamlar idi; bunlar gayr-ı muttarid okuduklarını tesadüfen gördüklerini şuradan buradan ve alelhusus frenklerden öğrendiklerini kendi akıl ve zeka endazeleriyle ölçüp biçerek şahsi menfaatleri hissesini de asla unutmayarak tedrici bir surette idare-i hükumet eylerlerdi. Bu müdiran-ı umurun çoğu büyük ve vahim neticeleri der-akab göze çarpmadığı halde küçük ve zahiri faydaları derhal tebarüz eden Avrupa sermayesine müstenid tarz-ı idareden çok hoşlanırlardı... Muktesidlerimizin efkar ve mütalaatı da bu ameli adamlara icra-yı te’sirden hali kalmamış olsa gerektir. Efendiler rical-i devlet arasından bu yanlış yola ilk Cevdet Paşa merhum olmuştur. İktisadcılar içinden de hürriyet-perver meslek-i iktisadinin mutlak bir surette olmayıp müteaddid mesalik-i iktisadiyyeden birisi olduğunu ğit-zade Musa Bey’dir. Birisi rahmet-i Rahman’a kavuşmuş diğeri pek mütevazı’ bir hayatla henüz yaşayan bu ya’da toprağın yerliler elinden Rus bankalarına Cezair ve Tunus’ta Fransız bankalarına nasıl geçtiğini anlarsınız; bir az daha büyütünüz Avrupa büyük sermayesinin Osmanlı Bankası namını taşıyan İngiliz-Fransız Bankası Kredi Lyone Doyçe Bank Banko di Roma ila ahir vasıtalarıyla memalik-i Osmaniyye’yi nasıl zabt ve yağma ettiklerini anlarsınız. Hükumet-i Osmaniyye’ye ettikleri ikrazat ile maksadlarının ancak bir kısmını elde eden Avrupa sermayedarları maksadlarına tamamen nail olmak yani memalik-i Osmaniyye’yi açıktan açığa istismar eylemek için tanzimatçı paşalardan mütemadiyen imtiyazat koparırlar sırf kendi menfaatlerini gözeterek yani devletin ve milletin menafiine hemen hiç kulak asmayarak demiryollar ferş rıhtımlar inşa bankalar küşad ederler ma’denler fakat kötüsü iyisinden fazla pek çok mevadd-ı ma’mule san’atları öldürürler. İşte bu vek a yiin cümlesi Avrupa sermayesinin kapitalin memalik-i Osmaniyye’ye doğrudan doğruya ve muzafferane akını demektir. Bütün bu vek a yi’ karşısında bu memleketi idare edenler bu memleketin müdiran-ı umuru ve münevveranı nasıl düşünüyor ve ne gibi tedabir ittihaz ediyorlardı? Frenk kitaplarının muhteviyatını Frenk efkarını tedkik ve tenkid etmeksizin okuyan künhünden ziyade zevahir ve sathiyatına kapılıveren Tanzimatcı münevverlerimiz Tanzimat-ı Hayriyye’nin hey’et-i ictimaiyyemizde ki tezahüratını alkışlarken Tanzimatçı iktisadiyyunumuz da Avrupa sermayesinin Türkiye’ye girmesini tebrik ve tes’id ediyorlardı. Efendiler Türkiye’de ilm-i iktisadın eskiden dedikleri gibi ilm-i servet-i milelin alim ve muallimleri Osmanlı Sakız Ohannes Efendiler Portakal Mikail Paşalar bu yeni ilme dair frenk kitaplarını tercüme ederler ve Mekteb-i Mülkiye-i Şahane’de en mümtaz gençlerimize ilm-i servet-i mileli öğretirlerdi. Bu müderrislere göre iktisad-ı siyasinin yalnız bir mezhebi hürriyet-perver iktisad cılar mezhebi Mancester mezhebi haktı; yalnız bu mezhebin ak a idi sahihti ilimdi. Bu mezhebe nazaran sanayi’ ve ticarette rek a bet serbest olmalı memleketler arasında gümrük hududları kalkmalıdır hiçbir millet kendi sanayi’ ve ticaretinin himayesine kalkışmamalıdır... Bu mezheb faaliyet-i iktisadiyyesi en yüksek dereceye gelmiş büyük sermaye ve büyük sanayi’ i’tibarıyla akvam-ı mevcudenin en üstüne çıkmış ve bu suretle kendileriyle sanayi’ ve ticarette rek a bet imkanı artık kalmamış memleketlerin niyyesine uygundu; ve binaenaleyh İngiliz Fransız ikCİLD - - da nihayet Avrupa sermayedarlarının komisyoncu ve tezgahtarı mesabesindedirler: Avrupa sermayedarlarının parasıyla bir komisyon mukabilinde memleketten ham eşya alır gönderirler; Avrupa sermayedarlarının fabrika ma’mulatını dükkanlarında satıp bir komisyon alır; ta’bir-i diğerle tezgahtarlık ücreti alırlar... Müstakil ticaretimiz Avrupa sermayesine Avrupa banka fabrika ve ticaretgahlarına harac-güzar olmayan ticaretimiz hiç kalmış mıdır? Son zamanlarda ecnebi sermayesi yegane iktisadi temelimiz olan yerimize yurdumuza Anadolu toprağımıza da taarruz ediyor: İstanbul’da sahil şehirlerinde emlak ve akar müslüman elinden gün geçtikçe artan bir sür’atle ecnebiler eline geçiyor. Küçük sanayi’ Avrupa büyük sanayii tarafından yutulurken hiç olmazsa çiftçilerimiz çobanlarımız kazandı mı onlar zenginleşti mi?- Hayır! Anadolu’nun büyük bir mer’a ve çiftlik olan Anadolu’nun bu günkü haline toprağı işleyen ve hayvan yetiştiren köylü sınıfının derece-i fakrına bir bakınız! Efendiler izah ettiğimiz vechile san’attan esnaflıktan ticaretten yerden yurttan mahrum kalan ahalimiz ne oluyor? Ne olacak gündelikçi... Yani aldığı gündelikle aylıkla geçinen me’mur asker işçi amele hademe hammal ırgad... Hasılı yevmin cedid rızkun cedid diye günü gününe kazanıp yaşayan yeni ta’birle proleter... Vakıa efendiler büyük sermayenin Avrupa’da tekevvünü de küçük ve orta sermaye sahiplerinin büsbütün sermayesiz kalmasını intac etmiştir lakin orada küçük ve orta sermayedarların elinden çıkan servet yine memlekette kalmış bir kısım vatandaşlardan diğer bir kısım mahdudü’l-mikdar vatandaşlara intikal etmiştir. Bizde ları servetin kısm-ı a’zamı memleketten çıkmış ecnebi büyük sermayedarların sermayesini şişirmiştir... Biz memleketin seneden seneye fakirleşmesini görüyoruz söylüyoruz ve buna yanıp yakılıyoruz ve bunun esbabını araştırıyoruz. Memleketin seneden seneye fakirleşmesinin en mühim sebebi kanaatimce ecnebi sermayesinin memleketimize girip faiz ve temmettu’ tarikıylemüstakil sanayi’ ve ticaretimizi imha suretiyle servet-i milliyyemizi çekmesi ve ezmesi olmuştur. Avrupa sermayesi yerlileri soyup soğana çevirerek san’atsız sermayesiz yersiz yurtsuz bırakmak gayesine tamamen ermek istiyor; çünkü bu halde yerliler ucuz ucuz ancak boğaz tokluğuna çalıştırılabilen bir nevi’ iş hayvanı olacaktır. malik-i Osmaniyye’ye ecnebi sermayesinin girmesi Osmanlı tarihinde pek mühim bir vakıadır; şimdi on beş yirmi dakikadır yaptığım teşrihattan sonra ilave ediyorum ki mühim olduğu kadar da müellim bir vak’adır. Fakat kalabalığın gürültüsü arasında bu bir iki kişinin sesi gaib olup gitmiştir. Avrupa sermayesinin Türkiye’yi istilasından ne gibi netayic tevellüd etti efendiler? Bu netayic bu gün artık kör gözlere bile batacak raddeye gelmiştir. Memleketimizin ma’den servetleri ecnebi sermayedarlara mal oldu; memleketimizin berri ve bahri vesait-i nakliyyesi demiryollar ve vapurlar kamilen ecnebi sermayedarlar elindedir; memleketimizin belli başlı iskelelerinin limanları sahillerimizin feneri yine ecnebi sermayedarlar elindedir; memleketimizin belki en mühim bir menba’-ı serveti olan tütün işi de ecnebi sermayedarlar elindedir; memleketimizde akçe piyasasının hükümdar-ı mutlak ve müstebidi olan sözde Osmanlı Bankası ecnebi sermayedarların elindedir; ve nihayet Düyun-ı Umumiyye teessüs etti ki onun vasıtasıyla memleketin menabi’-i varidatından birkaç belli başlısı doğrudan doğruya ecnebi sermayedarlarının idaresi altına geçti; ve istiklal-i devletin bir kısmı bu suretle zayi’ olmuş oldu... Efendiler banka reji Düyun-ı Umumiyye Avrupa kapitalinin Türkiye istiklal-i iktisadisini asmak Efendiler efendiler Düyun-ı Umumiyye’nin bildiğiniz muazzam ve muhteşem binası tesadüfi olarak İstanbul’un bağrına ve Bab-ı Ali’nin ta tepesine kurulmuş değildir bu mahallin intihabında hatta binanın şekil ve kıyafetinde bile timsali bir mahiyet vardır. Saray-ı hümayundan ve Bab-ı Ali’den daha sağlam daha mükemmel daha mutantan olan bu bina tanzimattan beri devlet-i Osmaniyyenin hakiki hükümdarı olan Avrupa kapitalinin Avrupa sermayesinin saray-ı şehinşahisidir. Avrupa sermayesinin netayic-i istilası bu kadar mı? Osmaniyyede küçük ve orta sanayi’ hemen hemen kalmadı; Avrupa sermayesiyle temasa gelen şehirlerimizde esnaf adeta gaib oldu; dokumacılar peştemalcılar serraclar çadırcılar kazancılar kılınççılar kaşıkçılar fincancılar tarakçılar ... daha ne bileyim ben Evliya Çelebi merhumun saydığı bir kaç yüz san’at esnafının bu gün mesela kaçı mevcuddur hele bu gidişle yarına kaçı kalacaktır?.. Avrupa büyük sermayesi yani Avrupa fabrika sanayii bunları muttasıl öldürüyor. Sınaat böyle! Yerlilerde büyücek ticaret olsun kaldı mı? Meddah hikayelerinden orta oyunlarından öğrendiğimiz bedestaniler asmaaltı ve Mısır Çarşı tüccarları şimdi nerededirler? Eskiden Mısır’a Tunus’a hatta Hind’e gemi donatan büyük İslam tacirlerinin yerlerinde bu gün kimler var? Ecnebiler!.. Yerli ticaretini de Avrupa büyük sermayesi Avrupa banka ve şirketleri bitirdi... Bu gün şurada gördüğümüz iki üç büyücek Osmanlı tüccarı CİLD - ADED - SAYFA dalarını bölüşmekte uyuşamadılar ve işte bundan hala devam eden ictimai buhran tevellüd etti. Efendiler bu günkü Hıristiyan Avrupa sene evvelki putperest Avrupa’ya çok benziyor: İçinde mış bütün bir cihan kıyamla ahz-ı intikama hazırlanıyor... Roma hakimiyet-i cihan-şümulünün son devreleri de böyle değil miydi? İçinde deha-yı Beni İsrail’den doğan ve hayatta makhur olmuşların hakkını müdafaa eden bir mezheb-i cedid Nasraniyet o muazzam ve mağrur medeniyeti ta temelinden sarsmış hariçte Roma’ya mahkum kavimler ve milletler kalkıp mütezelzil binayı yıkmıştı... Zamanımız Avrupa’sının da hakimiyet-i cihan devresi artık geçmek üzeredir diğer birçok edvar-ı tarihiyye gibi! Şair Akif’in dediği gibi medeniyet canavarının artık yalnız tek bir dişi kalmıştır. Bununla beraber gaddar ve riyakar Avrupa’nın şark üzerine çektiği silah-ı zulüm henüz elinden düşmüş değildir. Cihan Harbi’nin galibleri bu sefer şarkı memalik-i Osmaniyye’yi sırf kendi aralarında taksime kalkıştılar. Memalik-i Osmaniyye taksiminin hutut-ı fi’liyyesini mü’teliflerin mütarekeyi ta’kib eden icraat-ı siyasiyye ve askeriyyelerinde işgal ve taaruzlarında görüyoruz; bu taksimin hutut-ı nazariyyesini de Sevr Muahedesi’nde ve ona mülhak Akforteripartit dedikleri meş’um İngiliz Fransız İtalyan mukavelesinde görüyoruz. İ’tilaf devletlerinin bu günkü gayesi cebr ve şiddetle ve yahud hud’a ve maharetle sözde ta’dil olunmuş Sevr Muahedesi’ne ve Akforteripartit denilen taksim mukavelenamesine milli Türk hükumetinin imzasını attırabilmektir. Hamd olsun şimdiye kadar zorla bir şey kazanamayan düşmanlarımız; hile ile de bir şey koparamadılar: Büyük Millet Meclisi açıktan açığa yahud dost maskesi altında düşmanlık eden mü’teliflerin uzattığı Sevr Muahedesi’nin yağlı halkasına milletin başını geçirtmedi; Fransız İtalyan mukavelelerinin yemli ağına da memleketin parçalarını kaptırmadı.. Lakin efendiler bir an hatırımızdan çıkarmayalım ki düşmanlarımızın askeri ve siyasi taarruzları yani kuvvetle üzerimize saldırıverişleri hile ile bizi kandırmaya uğraşışları henüz devam ediyor; ümid-i muvaffakıyetlerini tamamen gaib edinceye değin de devam edecektir. İşte efendiler bu günkü vaz’ıyet! Bu günkü vaz’iyetin kilit taşı garb cebhesidir. Zamanımızın Ehl-i Salib muharebatı bu gün sekiz yüz sene evvel olduğu gibi Sakarya vadisinin etrafına toplanmıştır. Sekiz yüz sene evvel Sakarya vadisinde Salibiler’e muvaffakıyetle karşı koyan Kılınç Arslan’ın Selçukileri yani Anadolu Türkleri yerinde bu gün İsmet Paşa’nın Osmanlıları yani yine Anadolu Türkleri bulunuyor. Devletimizin milletimizin başına gelen en büyük felaketler Avrupa sermayesi yüzündendir. Avrupa sermayesinin dühulünden i’tibarendir ki saltanat-ı Osmaniyye pek sür’atle inhilale yüz tutmuş inkıraz uçurumuna doğru dev adımlarla yürümeye başlamıştır. Efendiler yakın zamanlara kadar Tanzimat’a Tanzimat-ı Hayriyye deniliyordu; Tanzimat’ın yaptıkları hayırlı ve mukaddesti; Tanzimat’a dil değdirmek terakki-şikenlik mürteci’lik sayılıyor idi... Fakat birkaç seneden beri Tanzimat’ın yani Bab-ı Ali’nin Avrupa sermayesine tabi’ ve hadim olduğu devrenin harsi ve siyasi icraatı haklı ve mukni’ bir surette tenkid edile edile eski kudsiyetini hayli g a ib etti... Zannımca artık Tanzimat’ın ben efendiler bu kırık dökük mütalaalarımla buna başlamak cür’etinde bulunuyorum.. Ve hiç şüphe etmiyorum ki birkaç sene sonra Tanzimat’ın iktisadi ve mali sahada yaptıkları da tıpkı siyasi ve harsi icraatı gibi Osmanlı devletine ve alelhusus Türk milletine müfid olmadığı bedihiyattan telakki olunacaktır. Tanzimat efendiler Şark Mes’elesi’nin iktisadi devresinde Avrupa’nın Devlet-i Osmaniyye aleyhine kullandığıı en mühlik silah olmuştur: Sırf sermaye ile ve bu devrede sermayenin iki muti’ hizmetçisi mahiyetinde olan hars ve siyaset ile evvelleri harb ve siyasetle nail olduğundan daha çok kazanmıştır. Ehl-i Salib’in bu bilmem kaçıncı seferinde ehl-i İslam üzerine havale ettiği bu yeni zehirli silah yani sermaye yalnız istiklal-i siyasiyi hakimiyet-i milliyyeyi değil yalnız dini ve milleti de değil vesait-i maişeti kökünden kesiyor ve bu suretle müslümanların hayatına varlığına taarruz ediyordu. Muvaffakıyet-i tamme halinde şarkın ahalisi Avrupalıların kul kölesi olacaktı; Avrupa şarkı şark-ı İslamiyyeyi ruhsuz bir ceset haline getirecek istediği gibi kullanacaktı. Müstakil esbab-ı maişeti olmayan insanlar rızklarını tevzi’ eden kimselerin her türlü amal ve efkarına ram olmaya itaat-ı kamile ile itaat etmeye mecburdurlar. Aç sokulabilir... Şark Mes’elesi’nin iktisadi safhasında Avrupa şarkı tam canını alacak noktadan mi’desinden yakalamıştı. Eğer muvaffak olsa idi artık Şark Mes’elesi tamamen ve kat’iyyen halledilmiş olacaktı. Lakin efendiler Allah’a bin şükür olsun ki şarka musallat olanlar kendi aralarında uyuşamadılar. Her biri en yağlı parçayı kapmak istedi şarkı dostçasına paylaşamamak yüzünden birbirlerine girdiler: Harb-i Umumi çıktı... Harb-i Umumi’ye dahil olmuş milletlerin zenginleri ve fakirleri mağlubiyetin zararlarını g a libiyetin fayCİLD - - hakkıyla ifa etmeliyiz; bunu din millet hamiyet ırz namus ve haysiyet hatta menfaat şahsi menfaat bile emrediyor. Evet bu mukaddes dini ve milli vazifeyi ifa etmek şahsi menafi’ nokta-i nazarından bile farzdır. Öyle değil mi ey burada cebhe gerisinde kalanlar ve cebhenin kanla sıvalı insan göğüslerinden kurulmuş rasin kal’ası arkasında istiklal ve refahla yaşayanlar! İsterseniz bir an için Resulüllah’ın emrini unutunuz; dini ve milli vezaif-i kudsiyyeyi unutunuz sırf şahsi menfaatinizi sırf kendinizi tatlı canınızı rahat yaşayışınızı düşününüz! Soruyorum ey tüccar efendiler! Ankara’nın kadim kargir kervansaraylarından birinin çok mahfuz avlusu gin tüccar efendi! Elinde birkaç yüz vagon buğdayın birkaç bin kantar tiftik ve yapağın var a’la! Bir müddettir bunları istediğin gibi satamadığın için biraz muzdaribsin yazık! Lakin Balıkesir’deki Bandırma’daki Bursa’daki Gördes’deki tüccar arkadaşlarının başlarına geleni işitip müteselli olmuyor musun? Allah’a şükür senin buğdayını bedava alıp Yunan Kralı Kostantin’in ordusuna ekmek pişirmediler; senin tiftiğini yapağını bedava müsadere edip düşman ordusu efradına elbiselik dokutturmadılar... Evinin yanı başındaki sevimli minareden beş vakitte ezan sesi dinleyerek ailenin içinde rahat rahat yiyor içiyor uyuyor kalkıyorsun... Bilmem hangi Yunan cenerali aleyhine su’-i kasd tertib etmiş diye evini barkını dağıtıp emlak ve emvalini gasb edip kendini zindana atmadılar... İşte efendiler bu hayatını bu refahını sen ancak ve ancak İnönü’nde Dumlupınar’da kanlarını canlarını esirgemeyen din kardeşlerinin o emsalsiz Mehmedciklerin o nihayetsiz bahadırlıklarına boçlusun! Ey zengin tüccar Efendi! Senin malını canını hanının taş duvarları değil mağazanın koca demir kapı ve kilitleri de değil asla değil o Mehmedciğin demir bedeni çelik ruhu hıfz ediyor... Bunu iyi bil ve hiç hatırından çıkarma! Ey meb’us Efendi! Sen de bil ki bu gün müstakil bir milletin kuvve-i hakimesinden bir parçasını nefsinde temsil eden bir zat sıfatıyla meb’usan konağında hükümran oluyorsan bunu te’min eden kanunlar senin mürekkeb ve kaleminden ziyade Mehmedciğin kan ve süngüsüyle yazılmaktadır. Ey vekil bey! Gündüz koca nezaret masasınnı önünda otururak emir ve nehye muktedir isen akşamları sa’y ve hizmetinin verdiği hakka dayanarak besili tıknaz atların latif tırısıyla bağdaki köşküne gidip akan suların ninni gibi çağıltısını dinleyerek uykuya dalabiliyorsan bütün o hizmet ve bu istirahat demlerinde bir an hatırından çıkarma ki varlığının temeli Mehmedciklerin bedenidir... Tarih asırlar ölçen koca pergeliyle İnönü Muharebelerinin büyüklüğünü takdir edecektir. Biz belki bu gün bu müdafaanın derece-i kıymetini hakkıyla tahmin edemiyoruz; belki bu gün Sakarya vadisinde İnönü kayalıklarında yalnız Türkiye’nin değil yalnız alem-i İslam’ın da değil bütün şarkın binaenaleyh bütün Avrupa’nın ve binaenaleyh bütün Beni Adem’in müstakbel hayatına müessir olacak çok muazzam bir vakıa-ı tarihiyye cereyan ettiğini kavrayamıyoruz... Efendiler munsıf düşmanlarımız bile inkar edemiyor ki bu harbte hak bizim tarafımızdadır. Osmanlı Türkleri Cihan Cengi’nin ibtidasından beri sırf haklarını müdafaa ediyorlar. Gayemiz mücerred ve mutlak hak nokta-i nazarından tamamen haklıdır. Hak galib gelmekte gecikebilir lakin nihayetü’n-nihaye mutlaka galibdir: Amalimize muhakkakan nail olacağız. Zaten son vekayi’ bunu muvaffakıyatında hakkın eserini görmemek kabil mi? Dün Yunan müfrezeleri şarka müstevli garb gasıblarının pişdar kuvvetleri idi bu gün hakkın iradesiyle dümdar müfrezeleri haline geçmiştir.. Bu gün Osmanlı Türk orduları hakkını isteyen şarkın müdafaa mevziini tutmuştur pek yakında yine hakkın iradesiyle müdafaa-i müteaddiyyeye kalkan pişdar kuvvetleri olacaktır... Efendiler bu cihad-ı a’zamda bütün müslümanların bütün Türklerin seferberliğiyle gaye-i amal istihsal olunacaktır. Zulmü istilayı tahribatı imhayı temsil eden Salibiyyun’a karşı hak namına hak müdafaasına bütün müslümanların iştiraki farzdır. Hazret-i Peygamber ehadis-i şerifesinden birinde zulme karşı elinizle ona da muktedir olamazsanız dilinizle hiç değilse kalbinizle karşı koyunuz! buyuruyorlar.. İşte efendiler bu günkü vaz’ıyette müslümanların Türklerin birçok vezaifinden birisi belki de birincisi budur: Zulme yani müstevli Ehl-i Salib’e yani şarkı yutmak bitirmek isteyen Avrupa emperyalistlerine karşı elle malla kalble karşı koymak; zulmün istilasını bu vasıtalardan birisiyle def’e uğraşmaktır... Milletin en güzide evladı oradakiler İnönü kayalıklarında Dumlupınar yamaçlarında her türlü meşakk u mezahime göğüs geren hiçbir türlü tehlikeden yılmayan kahramanlardır; bunlar zulme karşı Peygamberimizin birinci buyuruğunu tutuyor elleriyle yani canlarıyla bedenleriyle savaşuyorlar... Ve ebedi şan onlarındır. Efendiler canla değilse malla dille kalble zulmü def’e çalışmak vazifesi bizlere cebhe gerisinde kalanlara düşüyor. Cebhede mevzi’ tutmak şerefine nail olamayan bizler cümlemiz bu ikinci derecedeki vazifeleri CİLD - ADED - SAYFA Bayramın üçüncü günü Afganistan sefarethanesinde Afgan hükumet-i İslamiyyesi sancağı merasim-i mahsusa riyle Mustafa Kemal Paşa hazretleri tarafından nutuklar Vahdet-i İslamiyyenin mes’ud bir tezahür-i beliği olan bu mühim nutukları bervech-i ati aynen derc ediyoruz: Sefir Hazretlerinin Nutku Bayrak keşidesi merasimine iştirak etmek üzere ihtiyar-ı zahmet buyuran huzzar-ı kirama arz-ı şükran eylerim. Afgan milleti her zaman kendisine mukteda-bih ve pişva bildiği Türk milletine bir hey’et göndermek hususunda senelerden beri kalbinde beslediği arzuya nihayet muvaffak olarak Türk milletine karşı la-yezal muhabbet ve samimiyetini izhar etmiştir. On milyondan ibaret Afgan milleti arasında aranızda bulunmak şerefinin bize bahş edilmesinden dolayı hey’etimiz kendini pek mes’ud ve bahtiyar addetmektedir. Bu münasebetle ravabıt-ı diniyyemiz münasebat-ı resmiyyenin te’sisiyle teeyyüd etmekte ve iki millet arasında akd edilen ittifak alem-i İslam’ın selamet ve necatı Garb emperyalistleri hukuk-ı beşeriyye ve insaniyyemizi gasb ederken şark ve müslüman alemine zulüm ve ezadan hiçbir suretle çekinmemişler ve müslümanların mahvına ellerinden geldiği kadar çalışmışlardır. Emperyalistler şark alemini istila etmek gayelerine inşaallah bundan sonra muvaffak olamayacaklar Türk Afgan ve Rus ittifakı şarkı istila etmek isteyenlerin ellerini kıracaktır. Emperyalistlerin her zaman zulüm ve kahrına uğrayan biz müslümanlar ayet-i celilesin den istiane ederek nev-mid olmuyoruz. İslam alemi büyük bir azim ve iman ile bizi mahv etmek isteyenlere karşı gasb edilmek istenilen hukukunu müdafaaya azmetmiştir Ey bu sözleri söyleyen! Sen de istikal-i milli ve hürriyet-i fikriyye zevkinin bahş ettiği sermesti ile doğru yanlış fakat serbest irad-ı nutk ederken geçen gün çıktığın tinadgahı muharebedekilerin azmi celadeti fedakarlığıSalib seferlerinden Şark Mes’elesi’nin safahatından müstevli garblıların mezaliminden hiç bahs edebilir miydin? konferansçı cümlemizin maddi ve ma’nevi hayatımız cebhe-i harbe bağlıdır; can evimiz İnönü’dür. Bu halde o büyük vatan mihrabı önünde her şeyimizi kurban etmeliyiz Peygamberimiz’in emr ettiği vezaifi tamamen Ben burada o vezaifin yalnız bir nev’inden bahs ile hayli uzun süren sözümü kesmek istiyorum: Efendiler milletin en güzide en aziz en fedakar evladı din ve vatan uğurunda cebhede düşmanla çarpışanlar ise bunların içinde en ileri gelenler de o uğurda canlarını verenler şehid olup Allah’a kavuşanlardır. Bunlar güzidelerin güzidesi azizlerin azizi fedakarların fedakarıdır. Bu halde vazifelerimizin de en birincisi işte bu şehidlerin bizim hayat ve saadetimizi hürriyet ve istiklalimizi te’min etmek için canlarını esirgemeyen muazzez şehidlerimizin çoluk çocuklarının hayatlarını te’min etmek Can yerine mal! Hiç değilse bu kadarını yapmalıyız!... Yapmalıyız ki muhterem şehidin ruhu cennete doğru uçup giderken müşfik zevcesini sevgili çocuklarını düşünüp muzdarip olmasın... Ve bizim kadir-naşinaslığımıza nankörlüğümüze la’net etmesin... ya teşvik ve tavassut edecek Hilal-i Ahmer Kadınlar Şu’besinin vezaifinden en insani en ulvi bir vazifenin ifasına başlanılmış oluyor. Lakin efendiler bu hayırlı işte hakiki metimiz fedakarlığımız azamet ve ehemmiyetini anlatmaya uğraştığım vaz’ıyetimizle mütenasib olmalıdır. Onun için cümlenize burada bulunan ve bulunmayanlara fakir ve zenginlere fakat bilhassa zenginlere hitab ediyorum: Cebhedeki kardeşlerinizin fevkalbeşar fedakarlıklarına müstahak olduğunuzu isbat ediniz! Sizin uğrunuzda ölenlerin kadınlarını çocuklarını ölmekten ve ta’lim ve terbiyesiz kalmaktan sıyanet edecek kadar olsun mürüvvet gösteriniz! ]~ ¿ž ­Ã Á© ¹¯ —b ­c³¦ ­ª yÁr ­ª Ÿ² ­ª¹® Y\ u¶Yj à _¯n ±® ¹ ³£b Ê - - metinin Afganistan gibi müstakıl ve hür olduğunu görmekle müftehir olacağız. Şark aleminde taht-ı tazyikte olan insanlar için Türkiye Afganistan ve Rusya Şuralar Cumhuriyeti ittifakı pek güzel tasvir buyurduğunuz gibi şayan-ı memnuniyettir. İnşaallah bu ittifak daha feyizli olacaktır. Zat-ı alilerinin burada her fiil ve hareketinizle bu gayeye azim olduğunuz memnuniyetlerle görülmektedir. Afganistan devletinin temsil-i istiklali olarak bu gün keşide edilecek bayrak burada Afganistan ve Türkiye dostluğu için temevvüç edecektir. İlk sancağın zat-ı alileri zamanında keşidesi yalnız Afganistan için değil Türkiye rağın keşidesi şerefinin bana bahş edildiğinden dolayı ayrıca teşekkür ederim. Afganistan’la Türkiye arasındaki revabıtın daha ziyade tersini ümniyesiyle yakında Afganistan’a bir hey’et-i sefaret gidecektir. Ve bu hey’et de orada aynı maksat ve samimiyeti ibraz edecektir.” Zavallı Dindaşlarımız Neler Çekiyor! Birkaç gün evvel DursunbeyBalat tarikıyle Balıkesir’den kaçıp gelen şayan-ı i’timad bir zatın verdiği ma’lumata nazaran Yunan işgali altında bulunan memleketlerimiz ahalisi günden güne daha zalim ve şeni’ muamelelerle tazyik edilmektedir. Bu zatın bahs ettiği ahval cidden pek elimdir: Bunlardan bazılarını telhis ediyoruz: haniye Balya ve Sındırgı kazalarıyla nevahi ve kurasında öküz araba deve at katır merkeb sığır keçi koyun hatta kaz ördek ve tavuk namına hiçbir şey bırakılmamıştır. Evlerin saçaklarında öten kumrular bile öldürülmüştür. - Yunanlılar Balıkesir’i işgal ederken kasa hırsızlarını yankesici ve sahte banknot amillerini de birlikte getirmiştir. Bunlar halkı açıktan soymuş dolandırmış sahte banknotlar sürmek Osmanlı paralarını aşırmak suretiyle de büsbütün ızrar etmiştir. - Nisan’den i’tibaren yerli Rum ve Ermenileri silah altına almaya başlayan Yunanlılar bunlara: – Türklerde alacağımız vardır! dedirterek zavallı müslümanları soydurmuş şahidsiz delilsiz kuru bir iddia ve iftira ile birçok zevatı tevkif ve tan sonra bi-çareleri tahliye etmişlerdir. Bu suretle Rum ve Ermenilerin ceb harçlıklarıyla ailelerine bırakacakları paraları -hem de çok fazlasıyla- müslümanlara verdirmişlerdir! Belki bize tahakküm etmek isteyen garblılar kadar vesait-i müdafaaya malik değiliz. Fakat bizim yılmaz bir azm-i dinimiz var ve bu azim ve iman ile istiklalimize nail olacağız. Eminim ki bundan sonra bir noktada birleşecek olan İslamlar şüphesiz bir gün haklarını elde ederek hilal ve yıldızın şan ve şevketini yükselteceklerdir. Hazırun-ı kiram! Hey’etimizin buraya muvasalatını müteakıb Büyük Millet Meclisi ve Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa hazretleri tarafından gösterilen hüsn-i kabulden dolayı müftehirdir. Sefarete bayrak keşidesi merasimi Ramazan dolayısıyla bu güne kadar yapılamamıştı. Bugün icra edilen bu merasimin Bayram ve Cum’a’ya tesadüf etmesini bir fal-i hayr addederek Büyük Millet Meclisi Reisi Paşa hazretlerinin sancağı bizzat keşide buyurmaları ricasını kabul buyurduklarından dolayı bahtiyar ve şeref-yab bulunduğumuzu arz ederek şark ve İslam aleminin terakki ve tealisini Cenab-ı Hak’tan tazarru’ ve niyaz ederim. Paşa Hazretlerinin Nutku Mustafa Kemal Paşa hazretleri tarafından cevaben şu nutuk irad buyurulmuştur: “Sefir hazretleri bu gün timsal-i istiklaliniz olan sancak keşidesi münasebetiyle da’vetinizde bulunarak bize şerefli bir gün bahş ettiklerinizden dolayı zat-ı alinize Büyük Millet Meclisi Hükumeti namına teşekkürler ederim. Türkiye ile Afganistan arasında bütün alem-i İslam için olduğu gibi esasen ravabıt-ı kaviyye mevcuttu. Afganlılarda olduğu misillü Türkiye’de de bütün milletin kalbi bu revabıt-ı uhuvvetle çarpıyordu. Bir takım esbab-ı mania hayluleti bu revabıtın maddi bir şekle inkılabına mani’ olmuş iki devlet arasında son zamanlara kadar resmi münasebat te’sisi müyesser olamamıştı. Şayan-ı mahmedettir ki Anadolu’nun istiklal mücahedesi esnasında bu ümniyyeye vüsul müyesser olmuştur. Hey’et-i aliyyenizin teşrifleri de hepimiz için mucib-i mefharet oldu. Türkiye ile Afganistan’ın el ele vererek mesai-i muhadenetkaraneye vazene te’min edecek kadar haiz-i ehemmiyyet ve kudrettir. Bu mesainin asar-ı fi’liyyesi şüphesiz ileride görülecek ve alem-i İslam için bais-i saadet olacaktır. Asırlardan beri Türkiye İslamiyet için yalnızca mücahede ediyordu bundan sonra yanında Afganistan gibi bir refikıyle beraber çalışacaktır. Alem-i İslam’ın istediği şey istiklalinden ibarettir. Yoksa alem-i İslam’ın bir araya gelerek başkalarını mahv gibi bir nokta-i nazarı yoktur. Her İslam hükuSerlevhanın altında punto ile dizilmiş ikinci satırın başındaki “Kiyasiyye” kelimesinden sonra mu’teriza ’inci sahifesinin birinci sütununda başlayan haşiye on dördüncü satırından i’tibaren devam ediyor binaenaleyh haşiye çizgisi on üçüncü satırla on dördüncü satır arasına çizilmiş olmak lazımdır. - Yunanlılar Balıkesir’den yalnız bir milyon liralık levazım-ı sıhhıyye aşırmışlardır. Bunlardan röntgen makinesinin olsun bırakılması doktorlar tarafından Ceneral Povano’ya rica edilmiş ise de ehemmiyet verilmemiş rica eden doktorlardan biri tevkif olunmuştur. Tashih: Mayıs’de intişar eden numaralı nüshamızda münderiç Akçuraoğlu Yusuf Bey’in “Müslüman Kavimlerin Hukuk-ı Beynelmileline Dair unvanlı mak alesinde bir tertib noksanı ile bir mürettib hatası vardır ki bervech-i ati tashih olunur: Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı Aynı izden sağa yahud sola hiç sapmamalı. Garb’ın efkarını mal etmeli Şark’ın beyni; Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan ya’ni Garb’ı taklid edemezsek ne desek beyhude. Bir de din kaydını kaldırmalı artık zira Bütün esbab-ı terakkimize hail o bela!” Gelelim şimdi ne merkezde avamın hissi... Şüphe yoktur ki tamamiyle bu fikrin aksi: Görenek neyse onun hükmüne münkad olarak Garb’ın efkarını asarını düşman tanımak; Yenilik namına vahy inse kabul eylememek. Şöyle dursun o teceddüd ki dışardan gelecek Kendi milliyyetinin kendi muhitinde doğan Yerli hem haklı teceddüdlere hatta udvan! Müşterek hissi budur işte avamın sizde. Mütefekkirleriniz tuttuğu yanlış izde Öyle saplandı ki aldırmadı bir başkasına. Hiç o gitsin de dönüp bakmayarak arkasına Nasın efkarı –ki efkar-ı umumiyye odur– Gitmesin kendi yolundan... Bu nasıl kabil olur? Açılıp gitgide artık iki hizbin arası Pek tabi’i olarak geldi nizaın sırası. Yıldırımlar gibi indikçe “beyin”den şiddet Bir yanardağ gibi fışkırdı “yürek”ten nefret. Endülüs tacı elinden alınan bahtı kara Savuşurken o güzel mülkü verip ağyara Tırmanır bir kayanın sırtına etrafa bakar. Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar Başlar ağlatmaya biçareyi hüngür hüngür! Karşıdan Valide Sultan bunu pek haklı görür Der ki: “Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla; Şimdi hiç yoksa kadınlar gibi olsun ağla!” Bırakın matemi yahu! Bırakın feryadı; Ağlamak faide verseydi babam kalkardı! Hem neden ye’se gelip inleyelim sızlayalım? Derdiniz neyse dökün ortaya bir anlayalım. Sizde erbab-ı tefekkürle avamın arası Pek açık. İşte budur bence vücudun yarası. Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı Bilmemiz lazım olur halkı da elbet cismi. Bir cemaat ki dimağında dönen hissiyyat Cismininkiyle bir olmaz durur aheng-i hayat; Felcin a’razını göstermeye başlar a’za. Böyle bir bünye için akıbet elbette fena. Mütefekkir geçinenler ne diyor sizde bakın: “Medeniyyette tealisi umumen Şark’ın Yalınız bir yolu ta’kib ederek kabildir; Başka yollarda selamet gözeten gafildir. ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul CİLD - ADED - SAYFA doğrudan doğruya oradan halletmek en sağlam bir yoldur. Ayat-ı kerimeden bir kısmı Kur’an’ın kelam-ı Resul olduğunu bildiriyor. ÁË ®Y i ¦ ¹ ¹ £\ ¹¶ Y® . ­À ‚ Y–y ª µ² ~ ¹ ¹³®Qb ¦ ¹ y— ª u³– ¹ i . ­À ®Á± ª µ² ~ ¹ £ gibi. Bir kısmı da Kur’an’ın vahy-i ilahiden başka bir şey olmadığını ve Cenab-ı Hak tarafından Resul-i Ekrem’ine ª tenzil buyurulduğunu gösteriyor: o² Y² ± ¥Á – Y³ ª{ ² y ¹¶ ¹· ª ±– ¡³À Y® ª ±® \¥ \Yª £ u µª{² i © b³{ ÀË n ¿ n¹À ‚ µ¯– . u ¹£ª uÀ Ê gibi. Şimdi Kur’an’ın aleyhissalatü vesselam Efendimize nasıl nazil olduğunu diğer kütüb-i semaviyyenin de enbiya-yı salifeye ne suretle nüzul ettiğini bilmek istersek Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerine vahyini nasıl gönderdiğini bize vazıhan beyan etmektedir. Vahy-i ilahinin nüzulü ancak enbiya-yı izamın kalbine ve ukulüne olur ki bu da Cenab-ı Hakk’ın insanlara tebliğ olunmasını murad buyurduğu ahkam ve iberi onlara ®‡ ui Y ª¯Y \Á± à Y\ – µ ª{² µ²Y ž i ¥] µÀuÀ Şurası da ca-yı münakaşa değildir ki masahif-i şerifenin hissalatü vesselam Efendimizin lisan-ı mübarekleriyle tilavet buyurdukları ayat-ı celile muhdesdir. Zaten bizzat Kur’an-ı Kerim onları “muhdes” lafz-ı şerifiyle tesmiye ediyor: ±® y ¦ o® ­·\ u Ê ~ ¹]— À ­¶ ¹—¯c ±® ­·Áb YÀ Y® ï ź ijĬאכ Đĭį ĨđóĄ Ļı Ĩ é ı ĩ óĤ è ıĨ ıĨ óכ ħıĻÜאĺ אĨ [] Bununla beraber “Kur’an kelam-ı Resul’dür.” denmekle hiçbir zaman zannedilmemelidir ki o Kitab-ı Mübin’i meydana getiren onun edasını müeddasını elfazını üslubunu ibda’ eden; ayat-ı bediasını ihkam eyleo Resul-i muhteremdir. Evet böyle bir zehaba asla kapılmamalıdır. Aleyhissalatü vesselam efendimiz ümmi sb  µ a³ ¦ Y® ±® ¹ cb ±® µ] i Yc¦ Ê O Nebiyy-i mükerrem risaletinden evvel kendi kavim ve kabilesi arasında kırk sene ikamet etmişti. Arabların o sırada pek düşkün ve pek müterakki oldukları şiir hitabet Öyle müdhiş ki husumet: Mütefekkir tabaka Her ne söylerse fena gelmede artık halka; Hem onun zıddını yapmak ebedi mu’tadı. Bir felaket bu gidiş... Lakin işin berbadı: Mütefekkir geçinenlerdeki taşkınlıktan Geldi efkar-ı umumiyyeye mühlik bir zan: “Bu fesadın başı hep fen okumaktır.” dediler; Onu mahvetmeye kalkıştılar artık bu sefer. Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün? Çünkü efkar-ı umumiyye aleyhinde bütün; Çünkü yerleşmek için gezdiği yerlerde fünun Önce gayetle büyük hürmet arar sonra sükun. Asr-ı hazırda geçen fenlere sahip denecek Bir adam var mı yetişmiş içinizden bir tek? Mütefennin tanılan üç kişinin kıymeti de Münhasır anlamadan dinlemeden taklide. Kim mesaisini bir gayeye vardırdı hani? Gösterin paye-i tahkike teali edeni? Nazariyyata boğulmakla geçen ömre yazık; Ameli kıymetidir kıymeti ilmin artık. Bu hakikatleri lakin kim okur kim dinler? Sivrilen zübbelerin hepsi beş on söz beller Düşünür “Dini nasıl yıkmalı bunlarla?” diye. Böyle bir maksad için çok bile i’dadiyye! Bismillahirrahmanirrahim Yžy À± . y u– ª .......... ž ª Ê uª ­ r à Y a²Y¦ i © – – Şurası da bilinmelidir ki Kur’an-ı Kerim’e onun kadim yahud hadis olduğuna kelam-ı Resul’den olup olmadığına Mushaf’ın deffeteyni yani iki kabı arasında ne varsa Kelamullah addedilip edilmeyeceğine ve saireye dair uzun uzadıya münakaşalar meydan almış eslaf bu hususta pek kıymetli vakitlerini heder ettiği gibi ahlaf da onlara peyrev olmuştur. Hatta aradaki ihtilaf hala devam ediyor. r ±À Ycª ¿ž ¹Ÿ c Ÿª ‚ ¿ Y £ \— Áu ª Halbuki Kur’an-ı Kerim’in Peygamberimiz sallallahü aleyhi vesellem efendimize nasıl nazil olduğunu kemal-i vuzuh ile bildiren ayat-ı celileyi tedkik ederek mes’eleyi CİLD - ADED - SAYFA kıyamı hadisat-ı mümasilenin bizlerde vukuu tarzında değildir. Zira herkesin ma’lumu olduğu üzere hayatının hikmet ile münasebeti görülmediği gibi hiçbir tetebbuda yahud tahsilde bulunduğu vakı’ olmamıştı. Binaenaleyh olduğumuz nazım ve üslubuyla aleyhissalatü vesselam Efendimizin kalbine ilka olunurdu. O Nebiyy-i muhteremin bu hususta hiçbir sa’y ü kesbi ihtiyarı yoktu. Bütün o ayat bugün meşhudumuz olan üslubuyla ve ma’nasıyla kendisine indirilen bir vahiy ilka edilen bir ilham idi ki aleyhissalatü vesselam Efendimiz onu kendi lisanıyla tercüme eder ve bu suretle ibarat-ı nefsiyye ibarat-ı lafzıyyeye duğu maani ki bir kısmı Kur’an’ın min-tarafillah münzel bir kısmı da kavl-i Resul-i Emin olduğunu bir kısmı ise canib-i Rahman’dan gelmiş bir zikr-i muhdes bulunduğunu bildiriyordu; bu i’tibar ile kamilen sahih olmuş olur. diniyyesinden anlıyoruz ki İngiltere’de hayat-ı umumiyye üzerinde dinin nüfuzunu takviye için ciddi bir surette çalışılıyor. Bu faaliyet-i diniyyenin tahakkuk ettirmek istediği gayeler bütün Hıristiyanlık alemini alakadar edecek bir mahiyeti haiz olduğundan ihtimal ki Hıristiyanlık dininin hakim olduğu her yerde bu gibi faaliyetler eksik değildir. Harb-i Umuminin şedaidine göğüs gererek sayısız fela-ketlere duçar olan milletler maddi ihtirasların müz’ic ve mühlik kabusundan kurtulmak için bir ilticagah aramaya başladılar. Maddi ihtirasların beşeriyeti iflas ve intihar gi-rivelerine attığını görenler var kuvvetleriyle insanları bu felaketlerden sıyanet etmesi me’mul olan müessesat-ı diniyyeye hücum ettiler. Tabiidir ki garb aleminde duçar-ı hücum olan müessesat-ı diniyye kiliselerdir. Kiliseler menabi’-i ma’neviyyelerini samimiyet ve cesaretle Bunların taassub ve an’ane-peresti izharıyla kalmaviyyeye yanlığın insanlara vaad ettiği hayatı yeryüzünde te’sise gayret etmeleri iktiza ettiği söyleniyor. Times’ın muharrir-i dinisi kiliseleri böyle bir faaliyetten alıkoyan mevanii ve bu ihtiyacın neler istilzam ettiğini gibi şeylerden hiçbiriyle onun kat’iyyen münasebeti ve du ve büyüdü ki o ümmet cehaletten putperestlikten hayat-ı behimiyyeden başka bir şey bilmiyordu. İşte böyle bir muhit içinde o kadar müddet yaşamışken doğruluk mekarim-i ahlak vefa ahde emanet gibi secaya-yı fazıla hud akvam-ı mazıyyenin tarihine ahkam ve muamelata vukuf gibi ahval-i ahiret hakkında ilim gibi şeylerle münasebetdar olduğu görülmemişti. Lakin hayat-ı seniyyeleri kırkıncı seneyi bulur bulmaz Allah tarafından o Resul-i muazzamın lisanı mu’ciz bir fesahat ile açıldı; kalb-i hümayunu ilim ve hikmetle doldu. ± ­ — b – ¯¥ ®Y ª ­ b Sonra Cenab-ı Hak onu kavmine daha sonra bütün kainata mübeşşir ve münzir olarak ba’s buyurdu. ª ¹¶ e—\ Ê ¿ž ~ ±Á® ʹ ­·Á ¦{À µbYÀ ­·Á– ¹cÀ ­·³® À—¯·­ ª±® ¹²Y¦ _¯ ©] i Ÿª Š ¿ Ë ±Á]® Ycª Aleyhissalatü vesselam Efendimiz nübüvvetlerinden evvel tahsil ile tetebbu’ ile meşgul olmadı; kezalik asla hatiblerle şairlerle fesahat belagat müsabakasına girişmedi. Lakin kendisine nübüvvet geldiği günden i’tibaren Cenab-ı Hak onun kalbine ayat-ı Kur’aniyyeyi bugün tilavet ve tertil etmekte olduğumuz üslub ve suret-i Arabiyyesiyle bi olan lisan-ı paki o ayetleri tebliğ ederdi. ŸcÀ ­·—ª ­ ·Áª {² Y® y Y³ ª{² ª Á¥ Y³ª ±Á]cª y ¦ wª Binaenaleyh ayat-ı Kur’aniyyenin Resul’ün nefsinde kaim ve kalbinde muntabı’ olması bizlerin bir kitap te’lifine yahud bir şiir tertibine kalkıştığımız zamanki halimize asla benzemez. Zira bizler bir eser meydana getireceğimiz zaman ibarelerini tertib ederiz tensik ederiz. Mevzuun münasebetdar olduğu ma’lumat ve hakaiktan uzun uzadıya bulunuruz. dahilindeki lifimizde bir hata bir noksan olmaması için çalışırız; elhasıl uzun uzadıya düşünerek taşınarak mahv u isbat ederek kalblerimizdeki suver-i zihniyye ve ibarat-ı nefsiyyenin hakkıyla kıyamını te’min eyledikten sonra o suver ve ibaratı ibarat-ı lisaniyyemizle tercümeye başlarız ki bu ikinci ibarelerin ma’na tertib vaz’ i’tibarıyla ibarat-ı nefsiyye ve kalbiyyeye tamamıyla mutabakatı şarttır. QŸª ±– Yª ©—j – Y¯² QŸª ¿Ÿª ˪ ªÁË Lakin hayatının kısm-ı a’zamını okuyup yazmak bilmeyen bir ümmi olarak geçiren Peygamberimize gelince CİLD - ADED - SAYFA cek semere-i mesaiye hıristiyanların iman edip etmeyeceği de başka bir mes’eledir. Bu hususta bizi en ziyade alakadar eden cihet garb mütetebbi’lerinin nihayet bu kadar asır sonra Kur’an-ı Kerim’in irad ettiği bir hakikate vasıl olmalarıdır. Hıristiyanlık aleminde başlayan ve ilmi bir esasa istinad eden bu mühim hareket ve faaliyet-i diniyyenin daha birçok hakaik-ı İslamiyyeyi tenvir edeceğine kani’iz. Kur’an-ı Kerim eski kütüb-i semaviyyenin duçar-ı tahrif olduğunu beyan etmektedir. Sure-i Bakara’nın nin’üncü ayat-ı kerimeleriyle daha başka ayetler bu tahrifata saik olan deni maksadları dalaletleri ta’dad eder. Bundan başka Kur’an-ı Kerim Kitab-ı Mukaddes’te varid olan birçok vekayii redd ü cerh etmektedir. Bunların burada birkaç tanesini misal olarak irad etmek isteriz ki garb mütefekkirlerinin Kitab-ı Mukaddesleri hakkında bu kadar tahkikat ve tedkikat icrasına saik olan cihet tamamıyla tavazzuh etsin. Mesela Kitab-ı Mukaddes’in krallara aid kısmında Hazret-i Süleyman’ın Beni İsrail’e mensub olmayan cemaatlerden aldığı zevcelerin alihesine kendisinin de tapındığı ve bundan dolayı gazab-ı bunu reddediyor. Kitab-ı Mukaddes ansiklopedyasında Kur’an-ı Kerim’in bu reddi te’yid olunmakta Hazret-i Süleyman’ın Allah’tan gayrisine ibadet etmediği söylenmektedir. ret-i Nuh’un dünyanın her tarafını dolaşarak her hayvandan birer çift almış olması iktiza eder ki sefine-i Nuh’un bu kadar binlerce çiftleri istiab edebilmesi hiçbir aklın kabul edemeyeceği bir şeydir. Kur’an-ı Kerim bunları da cerh ve red ediyor. Çünkü Hazret-i Nuh yalnız kendi kavmine irsal olunan bir peygamberdir. Azab-ı lacağı tabiidir. Binaenaleyh duçar-ı gark olanlar yalnız Hazret-i Nuh’un kabilesidir. Sonra mesela Beni İsrail’in bir buzağı yaparak ona tapınması mes’elesinde Kitab-ı Mukaddes buzağının Hazret-i Harun tarafından yapıldığı[n]ı iddia eder ki bir peygamberin böyle bir şey yapması cidden merdud bir şeydir. Bu gibi hadisatı mufassalan teşrihe imkan yoktur. Fakat bunlardan anlaşılıyor ki Kitab-ı Mukaddes Beni İsrail tarihinin mevsuk ve mu’temed bir menbaı değildir. ediyor ve diyor ki: ba’-ı irşadıdır. Fakat bunu i’tiraf etmek lazımdır ki yüz seneden beri devam eden taharriyat Kitab-ı Mukaddes’in kıymet-i ma’neviyyesi gayr-i mütesavi muhtelif edebiyattan müteşekkil olduğunu isbat etmiştir. Kitab-ı Mukaddes’in mahiyet ve gayesi hakkında beslenen an’anevi telakki öyle sarsılmıştır ki tetebbuat-ı asriyyenin netayici tavazzuh ederek kabul olunmadıktan sonra Kitab-ı Mukaddes’in kıraatı faydasız olacağı gibi bundan böyle tabiat hakkında varid olan köhne fikirlerin mahza te’vil ile herkese telkin olunması keyfiyetinin kabul-i ammeye mazhar olmasına imkan kalmamıştır. Maamafih biz Kitab-ı Mukaddes’in hakikati temsil ettiğine kani’iz. Fakat Kitab-ı Mukaddes’in yeniden keşfi muharrir-i dinisinin bu pek sarih sözlerinden anlaşılıyor ki bir asırlık taharriyat Kitab-ı Mukaddes’in muhtelif edebiyattan teşekkül ettiğini daha açık bir nen muhafaza olunmadığını isbat ediyor. Kur’an-i Kerim bu hakikati mükerreren i’lan etmiştir. Tevrat ve İncil’de tahrifat vuku’ bulduğu Müslümanlık ve müslümanlarca musaddaktır. Yüz seneden beri devam eden taharriyat-ı ları müftehir edecek bir hadisedir. Demek ki kiliselerin hayat-ı umumiyyede haiz-i nüfuz olmasına ve hıristiyanları bi-hakkın irşad etmesine mani’ olan bir cihet “Kitab-ı Mukaddes” hakkında beslenen asır-dide i’tikadın inhidamıdır. Kiliselerin en kuvvetli istinadgahı Kitab-ı Mukaddes olduğundan tetebbuat-ı asriyyenin netaicine göre bu kitapta vuku’ bulacak ve kabul edilecek ta’dilattan sonradır ki bu kitap müessir bir vasıta-i irşad olabilecek! “Kitab-ı Mukaddes” hakkında irad olunan ikinci i’tiraz da pek mühimdir. Çünkü bundan böyle tabiat hakkında Kitab-ı Mukaddes’te varid olan köhne fikirlerin ulum ve fünunun kat’i darbeleriyle yıkılan telakkilerin ne kadar te’vil edilirse edilsin kabul-i ammeye mazhar olamayacağını söylüyor. Pek doğru. Bugün birer efsane mahiyetinde olan o eski telakkıyatı kabul etmek kabil mi? Asla. O halde Kitab-ı Mukaddes ta’dile duçar olacağı gibi tashih de edilecektir. Bu kadar ta’dil ve tashihe uğrayacak bir kitaba ne kadar i’timad olunabilir? Biz zannederiz ki Kitab-ı Mukaddes’in muhtelif edebiyattan müteşekkil olduğunu isbat eden bir asırlık taharriyat bu kitabın kamilen aslını bulmakta na-kabil-i CİLD - ADED - SAYFA Ey İslamiyet! Ey nur-ı ezeli! Ey sa’d-i ebedi! Sen insaniyyet zalam-ı cehl-i vahşet içinde kanlara boğulduğu bir zamanda o vahşetin o cehlin en muzlim bir köşesinden tulu’ ettin. Yirmi üç sene içinde o kıt’ayı mahz-ı nur ayn-ı adalet menba’-ı saadet kılmıştın. Şimdi yine o matla’dan gurub edip çıkacak mısın? Haşa haşa! Senin nuraniyet-i sermediyyen bir mekan ile mukayyed ve mahdud değildir. Ey nur-ı ezeli! Sen zaman-ı tuluundan yarım asır geçmeden dünyanın şarkından garbına cenubundan şimaline Çin’den İspanya’ya Hind denizlerinden Kafkasya’ya kadar şa’şaa-paş olmuş idin. Yine öyle bir sür’at-i berkıyye ile bu kıt’aları yine eski karanlığında bırakıp geldiğin la-mekana doğru süzülüp gidecek misin? El-eman el-eman! Senin o nur-ı lahutine alışmış o nuru topraklar bu İslam yurtları senin hicran ve firakına dayanamaz. Çünkü vücudunun hayatı sensin. Senin firakın onun kıyametidir ölümüdür. Ölümden daha müdhiş bir helakidir. O ancak seninle yaşar ve ila-yevmi’l-kıyam seninle yaşayacaktır. Ey Kur’an-ı Hakim! Ey kanun-ı ilahi! Sen mekan-ı akdesinden –haşa mekan değil– canib-i kudsi-i la-mekaniden bu süfli dünyaya bir nizam-ı ekmel bir saadet-i ebed ve ezel olmak üzere tenezzül etmiştin. Şimdi bu bedbaht alemi hüsranda dalalette bırakıp gidecek misin..? Haşa! Gitmezsin ve gitmeyeceksin. Sen bütün dünyayı bir kitle-i adalet ve saadet haline getirecek mahiyetinde bir kanun-ı ezeli bir düstur-ı ebedisin. Sen o gaye-i lahutisin ki bu alçak dünyaya bir lutf-ı Sübhani olarak indirilmişsin. Senin inzalinden maksud olan gaye-i ulya henüz husul bulmadan elbette uçup gitmeyeceksin. Senin müntesib ve mu’tekıdın olan biz müslümanların günahlarına senin evamir-i i’tila-perveranene karşı olan acz ü kusurlarına bakıp küsmeyeceksin. Bizi şehrah-ı terakkıyyatına hidayet edecek yine sensin. yuh u sıbyana acı! Senin kadrini iyi bilmeye senden başka salim yol olmadığına biz küstahlara yine sen hidayet et. Bizim içimizde öyle cahillerimiz var ki bilmediğimizi de bilmeyiz. Güneşi zulmet zulmeti nur zannederiz. Fakat mesaib ekserimize iyice bildirdi ki bizi sana ve senden ve hidayet bütün kainata da senden feyezan eder. Ey Fahr-i kainat ey Ruh-ı a’zam-ı mevcudat aleyhissalatü Mesail-i i’tikadiyyede de öyle… Mesela Kitab-ı Mukaddes ba’s ve hayat-ı ba’de’l-mevt gibi dinin en mühim mesailini pek mübhem geçiyor. Sonra Cenab-ı Hakk’ın sıfatı sarih bir surette beyan olunmuyor. Ve binnetice Hazret-i Isa’nın te’lihi akidesi meydana çıkıyor. Kur’an-ı Kerim bu noktaları izah ile bütün bu mesaili kat’i surette halletmektedir. Bundan dolayıdır ki yirminci asır ulema ve mütefekkirleri insanları maddeperest olmaktan kurtarmak ve din kıblesine çevirmek için çalışıyorken evvel be-evvel Kitab-ı Mukaddes’in safvet-i asliyyesini ihlal eden tahrifat ve hurafattan tasfiyesi lazım geldiğini idrak Bu taharriyatın şimdiye kadar isbat ettiği hakaik Kur’an-ı Kerim tarafından takdir olunanlardır. Bizim bu taharriyat-ı Kur’aniyyeyi yegan yegan meydana çıkarmaklığımız bir fariza iken neden bunlarla meşgul olamıyoruz. Sırf dine hizmete vakf-ı mesai eden müessesatımız bile bu gibi işlerle meşgul olamıyor bu ilmi ve dini faaliyetlere iştirak etmiyor. Asıl bizim nazar-ı dikkate almaklığımız iktiza eden cihet garb rical-i diniyyesi ellerinde bulunan nakıs muharref kitabı itmam ve tashih etmek için asırlardan beri süren bir faaliyetle çalışarak milletlerini kavim bir mıyorken bizim elimizde her nakisadan her şaibeden müberra olan “Kitabullah” bulunduğu halde halkımızı şebabımızı irşad etmek namına mühim bir faaliyet görülmemesidir. Yirminci asırda garb ulema ve mütefekkirleri hayat-ı umumiyye üzerinde dini hakim kılmak madde-perestane ihtirasları ma’bedlere sevk etmek terbiye ve irşad hususunda bilhassa dinin ilahi ve ulvi kudretinden istifade etmek el-hasıl harbin yaralarını fecayiini ma’nevi ziyanlarını tedavi ve telafi hususunda hep dine müracaat etmek lüzumunu hissediyor ve bunun mizde ise ne yazıktır ki irşada en muhtac olduğumuz bir zamanda hiçbir hareket-i diniyyeden eser görülmüyor. Bilakis ehliyetsiz veyahud deni maksadlar peşinde koşan birtakım garazkar kimseler efkarı tağlit ve tesmim ediyorlar. Şunu pek iyi bilelim ki zaman sükun ve atalet zamanı değildir. Dine hizmetle milleti dinen irşad ile mükellef olanlar bu vazife-i kudsiyyelerini ihmal etmekte devam ederlerse bunun neticesi her ataletin nasibi olan akıbettir. Herkes vazifesini ifa etmelidir. CİLD - ADED - SAYFA mak için inayet-i ilahiyyeye istinaden meydan-ı şehamete atıldı. Ya ebedi ölüm ya kat’i zafer istiyor. Sizlerin ruhaniyetinizden de istimdad ediyor. İki cihan güneşinin dünyadan husuf ettirilmemesi için huzur-ı Malikü’lmülk’te şefaat ediniz. Ey şu asr-ı ahirde hayatta bulunan fatihan-ı İslamın evladıyız diyen müslümanlar! Sizin şimdiki duçar olduğunuz mesaib ve tecavüzat size mahsus değildir; eslaf ü ecdadımız bizden daha büyük tecavüzlere ma’ruz olmuşlardı. Memalik-i İslamiyyeye şarktan garbdan milyon milyon akınlar imha-yı İslam kasdıyla hücumlar vaki’olmuştu. Halbuki o vakitler müslümanlar hemen şimdiki gibi ve daha ziyade müteferrik ve tavaif-i müluke münkasim Emir Nevruzlar ve Hüdavendigar Gaziler gibi mücahidin-i kalben ve fiilen ittihadları ahkam-ı ilahiyyeye son derece aşk u inkıyadları sayesinde idi ki o belaları üzerlerinden def’ ettiler. Bu mücahidinin himmetleri o muhacimleri yalnız def’de de kalmadı. Ahlak ve ef’alleri mezaya-yı di takdirleriyle dahil-i daire-i İslam oldular. Bir kısmı da ulviyet-i İslamı takdir ve o ulviyetten iktibas-i envar-ı medeniyyet etmek suretiyle çekilip gittiler. Ey Anadolu müslümanları! Siz altı yüz belki bin senedir bu dinin müdafiisiniz milyonlarca can verdiniz. Nihayet elinizde yine Anadolu’dan başka kalmadı. İslamiyeti şarktan garba neşreden o mücahidin-i eslafın ruh-ı hamiyyetleri inşaallahü teala sizlerde temessül etti. Cenab-ı Hak kıyamete kadar söndürülemeyeceğini Kur’an-ı Kerim’inde vaad ettiği nur-ı İslamı şimdi de sizin seyf-i celadetinizle ibka ve i’la edecektir. İnşaallah o Salahaddin ve Hüdavendigar Gazilerin varis-i hakikileri siz olacaksınız. Lutf-ı ilahi ile yalnız Anadolu’yu değil; bütün alem-i İslamı kurtaracaksınız. vesselam! Min-tarafillah ba’s ü irsal buyurulduğunuz ümmetin ahval-i suziş-nakine elbette vakıfsınız. Getirmiş olduğunuz din-i mübin elbette bir mekan ile ve pek az bir zaman ile mahdud değil idi. Ezeli olduğu kadar da ebedi ve cihan-şümul idi. Alem-i küfr ü tuğyan zaif ümmetinle on üç asırdır çarpışa çarpışa tamamen söndürmek haline yaklaştırdı. Ümmetinin milyonlarcası ekseriyet-i azimesi çelik hüküm ve kuvveti altında kısıldı kaldı. Şimdi son bir kitle-i sagiresi yÀ À uÀ à ¹² QŸ à \ YÀ ­·¶¹ž Y\ Ê ¹² ­cÀ ª ¹ ª y yžY ¦va’d-i ilahisine istinaden adeden ve kuvveten azlığına rağmen mücerred zat-ı nübüvvet-meabınızın ruhaniyet ve inayetine iltica ederek düşmanla son katre-i cansipar bedenleriyle tahsin ediyor. Imanı küfrün elinden kurtarmak istiyor lutuf ve inayet senden kerem ve şefaat zafer ve muvaffakıyet sendendir. Ey ervah-ı ashab u evliya ey füyuz-ı guzat ü şüheda! Siz bu din-i mübini bu nur-ı sermediyi neşr için mal ü menalinizi muazzez hayatınızı istihkar ettiniz. Her biri feleklere kan ağlatacak meleklere insaniyyetin ulüvv-i şanını teslim ve tahayyül ettirecek nice harikalarla nice şedaid ve mezahimi iktiham ile her biriniz birer değil binlerce can verdiniz. Ey on dört asırlık yüz milyarlarca efrad-ı müslimin! Sizlerden her biriniz bir cihan-ı mücahedenin bir uzv-ı fedakarı olarak her avuç toprak yerine binlercenizin kanlarını dökerek bize terk ettiğiniz bu ülkeleri elbette bir ebedi saadete makar olmak ve mahşere kadar o saadetle devredilmek için biz evlad ü ahfadınıza bırakıp gittiniz. Siz karış karış aldığınız o yerlerin ülke ülke düşmana teslim edileceğini en ufacık hazz-ı nefsini feda etmeyerek istiklal-i İslamın imha kararının imza edileceğini bilse idiniz eminim siz ölmez siz ebediyyen seyf-i celadetinize dayanıp dururdunuz. Fakat... Şimdi sizin o azim ve metanet sahibi ruhlarınızla canlanmış bir avuç ahlafınız yine bu dini ebediyyen yaşatGerek oradan gelen zevatın ifadatından anlaşıldığına göre mukaddema kadınlık aleminde başlayan tereddi ve ahlaksızlık son zamanlarda pek ziyade artmıştır. Münevverlik daiyesiyle türeyen bu kadın zümresi şimdi müdhiş surette süse sefahete dalmış; mesirelerde tiyatrolarda sinemalarda Beyoğullarında zevk u safa ile meşguldür. düz ayş ü nuş alemlerinde beraber düşüp kalkanları da az değildir. Beride Marmara sahillerinden dökülüp gelen perişan muhacir kafileleri yatacak bir yer yiyecek bir lokma giyecek bir parça bez bulamazken ötede tahsil görmüş birtakım kadınlar zevk u sefahet alemlerinde avuç avuç paralar sarf ediyor. Gözleri kamaştıracak tezeyyünat ve tecemmülat içinde sokaklarda hıram ediyor. Babaları kardeşleri şehid edilen hicran-zede kadınlar sefalet-zede çocuklar zerre kadar onların hiss-i merhametlerini tahrik etmiyor. Bir taraftan muhacir kafilelerinin perişan halleri diğer taraftan bir kısım kadınların bu sefahet ve rezaletleri erbab-ı hamiyyeti kan ağlatacak derecelere gelmiştir. Bugün İstanbul’da ahlak-ı milliyye şeair-i İslamiyye o kadar müdhiş bir surette tedenni etmektedir ki bu halin önüne geçilemediği takdirde maazallah İslamiyetin büsbütün o muhitte üfulü tehlikesi baş gösterecektir. Asri terbiyecilerin ictimai inkılabcıların gayeleri acaba bu muydu? Bizce kadınları baştan çıkaran onları bu hal-i zillete düşüren hep o asri terbiyecilerdir! “Asri terakki asri terbiye ictimai inkılab” diye diye kadınları çıldırttılar maskara kıyafetlere soktular vezaif-i tabiiyyesinden ayırdılar onu tamamıyla arzu ettikleri vechile bir garb kadını amma sefih bir garb kadını haline getirdiler. Onu bu dereceye çıkarmak yahud düşürmek Bir taraftan o din ve millet düşmanı vatan haini mel’un şeair-i diniyyeyi yıkmak için gazetelerle büyük büyük mecmualarla rezil rezil eserlerle öyle neşriyatta bulundular; konferanslarla birtakım teşkilat ve tertibat ile öyle emr-i vaki’ler husule getirdiler ki kadınlar için o ağlara tutulmaktan o hufrelere düşmekten tehaffuz imkanı kalmamıştı. O ma’hud taife bu hususta o kadar ileri gitmişti ki İslamın en büyük bir şiarı olan tesettürü “hıristiyan adeti” diye i’lan etmekten bile çekinmemişti. Bütün bu rezaletlerin bu yıkıcılıkların vahim akıbetlerini düşünen erbab-ı hamiyyet kendilerine karşı: “Nedir bu yaptığınız?” dediği zaman onlar: “Yeni hayat Fakat bugün ne şeair-i milliyye kaldı ne de temizlenecek saha. O zaman böyle söyleyen adamlar bugün ne yüzle müslümanlar arasında gezebiliyorlar? Onların bütün emelleri bütün gayeleri müslüman kadınlarını garbın kadınları fakat sefih kadınları haline getirmekti. İşte diler. Artık emellerine kavuşmaktan mütehassıl zevk u sürur içinde garblılarla hemdem olsunlar. Şimdi İstanbul’da bütün şiddetiyle cari olan bu tereddi-i nisanın bu buhran-ı ahlakinin hiç olmazsa Anadolu’ya sirayetini men’ etmek Büyük Millet Meclisi’nin ve hükumetinin en mütehattim vazifesidir. Çünkü milletlerin bekası ancak ahlak ve şeair-i milliyyelerinin muhafazasıyla kaimdir. Ahlakın yıkıldığı gün ne millet vardır ne de istiklal. Ahlakı sukut eden insanların milletlerin başkalarının menfaat ve hesabına çalışan sürü sürü behaimden hiç farkı yoktur. Mes’ele gayet ehemmiyetlidir. Hiçbir dakika ihmale tahammülü yoktur. Derhal bu ma’nevi koleraya karşı Anadolu’nun tedabir-i tehaffuzıyye hayatiyyedir. letlerin Anadolu’nun bazı taraflarına sirayet etmek bu saf ve temiz muhitleri de bulaştırmak istediği Anadolu matbuatının neşriyatından ve ahval-i cariyyeden anlaşılmaktadır. düşkünü birtakım hainler makasıd-ı mahsusa ile o kadınlardan bir kısmını buralara gönderirler. Halkın nazarında Anadolu hükumetini düşürmek için o hainlerin her türlü vasıtalara müracaat edeceklerine şübhe yoktur. Fakat din ve vatan düşmanları emin olsunlar ki Anadolu’da Müslümanlıktan başka hiçbir şey hükümran değildir ve olamaz. Şeair-i İslamiyyeyi yıkmak isteyenlere karşı bütün azamet ve celaliyle kendini gösterecek onların her türlü tertibat ve tezviratlarını kökünden kat’ edecek olan Müslümanlığın tealisinden ve müslümanların halasından başka bir gaye bilmeyen Büyük Millet Meclisi vardır. Koca bir milletin hayat ve mematı mevzu’-ı bahs olduğu şu günlerde nefis ve hevasına esir birtakım ahlak düşkünlerinin sellemehüsselam yatak odasındaki kıyafetlerle sokaklarda gezmelerine hissiyat-ı İslamiyyeyi tahrik etmelerine müsamaha edecek kadar dirayetten mahrum hiçbir veliyyülemr yoktur. Bugün Anadolu cihad merkezidir; sefahet ocağı değildir. Ümmetin en fedakar evladı tarümar olan devleti yeniden te’sis için canla başla uğraşıyorlar. Bütün huzur ve rahatını terk ederek cebhelerde düşman güllelerine düşman süngülerine göğüs geren kahramanlar din ve milletin bekası şeair-i İslamiyyenin muhafazası için mallarını canlarını evladlarını ailelerini her şeylerini feda ediyorlar. Bugün Anadolu’da herkes bu his ile bu aşk ile çalışıyor. Buraya gelenler de –erkek olsun kadın olsun– ancak bu his olmalıdır. Zevk u sefahet için buraya gelenler sonunda aldanırlar. Artık nefis ve hevasına esir olanlar biraz olsun utanmalılar da bu hayat ve memat dakikalarında olsun milletin derdine yeni bir derd daha katmaktan vazgeçmelidirler. Terbiyelerini takınsınlar muhitin an’anatıyla milletin hissiyatıyla oynamasınlar. Yazıktır günahtır… Bugün kadınlığın bir kısm-ı mühimmi elim bir laübali-i ahlaki yaman bir tereddi medd ü cezri içinde bocalayıp duruyor. Memleketimizin yetim ve melul ufuklarında ağlayan alam ve mesaib karşısında vatani vazifelerini nisyan ederek şurada burada teşhir-i sak ve sineye şitab etmek öyle zannediyorum ki kadınlarımız namına bir şan ve şeref teşkil etmez. Bugün binlerce ve binlerce CİLD - ADED - SAYFA Milletlere rehberlik etmek isteyenler muhiti terbiyeyi düşünmeyerek serbazane hareket ettikleri takdirde emin olsunlar ki hizmetten ziyade ihanet ediyorlar demektir. Keyif ve arzularına göre memleketimizde bir inkılab bir “kadın inkılabı” ikaına kalkışanların ne kadar yanılmış olduklarını vukaat pek feci’ ve elim bir şekilde isbat etmedi mi?.. Örfler ve adetler ferdi hayattan değil ictimai hayattan doğar. İşte bunun içindir ki ferdler bunları kendi keyif ve arzularına göre altüst etmek hakkını hiçbir zaman haiz değildirler ve olamazlar. Yoksa her hoşa giden şeylere; süse pudraya açık saçık gezmeye “örf” namını vererek an’anat-ı müstahsenemizi altüst etmek milleti bütün mukaddesatından tecrid etmek demektir. Bu hakikatten gafil olan dar düşünceli cahil birtakım türediler hayat-ı ictimaiyyeyi bir darbede yıkabilecekleri zannına düşmüşlerdi. Bütün gayretleriyle “mukaddes mefkure!” telakki ettikleri bu gayeye doğru acul ve sert adımlarla yürümüşlerdi. Akıllarınca ictimai sahada mişlerdir. Mukaddesat ve ma’neviyata indirilen bu yaman darbeler milletin bünyan-ı mevcudiyyetini tamamen sarsmış bugünkü umumi ahlaksızlığı doğurmuş bugün elim ve feci’ manzarası karşısında bulunduğumuz şu buhranengiz vaz’iyeti ihdas etmiştir. Fil-hakika bu mes’elede yalnız kadınlarımız suçlu değildir. Bunda kadınlaşmış tereddi etmiş gençlerimizin de büyük bir dahli vardır. Şekildeki gılzat her iki tarafa da raci’ ve aiddir. Bugün ahlaksızlığa mani’ olmak pek güçtür. Fakat bu ale[n]i bir şekil alır intişar ederse işte o zaman mes’ele değişir ve bu ahlak mes’elesi değil memleket ve millet mes’elesi şeklini alır ki buna göz yummak vatana ihanetten başka bir şey değildir.” Konya’da münteşir refikimizden: Her gün görüyoruz ki bizi geri bırakan cem’iyet-i beşeriyye leketin her tarafında müdhiş yolsuzluklar husule getiren mücerred ahlak düşkünlüğüdür. Y® ­¯bÊ ag—\ buyuran Nebiyy-i muhteremin hakiki ümmeti olduğumuzu her gün birer dakika yad ve tekrar ettiğimiz halde yine bütün seyyiat-ı ahlakıyyeden bir türlü tahlis-ı nefs edemiyoruz. Acaba Cenab-ı Hakk’ın bir ayet-i kerimesinde buyurduğu gibi biz doğru yoldan döndük de onun için mi kalblerimiz dide-i basiretimiz hakkı görmüyor? Ahlaka kışacak tarzda yaşamaya tealluk eden tebligat-ı diniyyeyi asla nazar-ı i’tibara almıyoruz!. Dünyada hiçbir akide-i vatandaşlarımız en akur bir düşman karşısında memleketlerini müdafaa ederlerken biz burada şarkılı ve kahkahalı meclislerde dolaşan; en bayağı nazarlara en mahrem yerlerini teşhir ve arz-ı visal eden hanımların bu küstahlıklarını bir nazar-ı afv ile görürsek öyle zannediyorum ki vatanın sakat ve cerihalarla perişan vücuduna bir darbe daha vurmuş oluruz. Bugün hakaika karşı gözlerini yumanlar şöyle gece şa Yokuşu’nun Sarachane ve Fatih’in kuytu sokaklarında pek yaman ve feci’ bir şekline şahid olurlar. Ramazan’da bu gufran ve ibadet ayında utanmadan ve sıkılmadan yüz kızartacak hayasızlıklara ictisar aleni bir şekilde yar u ağyara karşı en mezmum günahları irtikab ederlerse bilmem ki başka günler ve geceler neler yapmazlar!.. Bugün Şişli’de Nişantaşı’nda Kadıköyü’nde birçok evler hem müslümanlarla meskun birçok apartmanlar ediyor. Haydi asri düşünen hanımefendiler! Bu manzaraları bu zalim siyah vak’aları görünüz de susunuz şikayet etmeyiniz! Kalbleriniz titremesin rica ederim bu nasıl olur? Eğer asri tekamül kadının terakkisi açık saçık gezmek her rast geldiği kimseye kavl vermek her istediğini bila-perva ve her nerede olursa olsun tatbik etmek her arzu ettiği yerde herhangi bir şekilde serbesti-i harekatını muhafaza eylemekse biz öyle terakki ve tekamülden; yüzler kızartan öyle hacalet-alud temeddün ve tealiden çoktan vazgeçtik kendilerinin olsun!.. Biz asri tekamül ve terakkiyi fezahat yollarında değil ilim ve terbiye sahasında göstermek tarafdarıyız. Biz de kadınlarımızın terakki ve tealisini isteyenlerdeniz. Fakat hiçbir zaman hanımlarımızın Beyoğlu barlarında likör ve şampanya Asri zihniyet asri terbiye asri teali eğer bu şekilde memleketimizde kök salacak ise ve eğer asri terbiye ağızlarıyla şarkı ve gazel okuyarak celb-i nazar edeceklerse o asri terbiye asri teali onların salik ve mürevviclerinin olsun biz istemeyiz. Kadınlarımızın terakkisini asri terbiye ve prensiplerde değil büyük ve mukaddes dinimizin düsturları arasında ararsak; her halde kadınlarımızı layık olduğu makam-ı tebcile is’ad edebiliriz. Kainatta hükümran olan kavanin-i tabiiyyeyi yıkmak beşerin kudreti fevkındedir. Sonra kavanin-i ictimaiyyeyi sarsmaya kalkışmak da elim buhranlar müdhiş aks-i te’sirler hasıl eder. CİLD - ADED - SAYFA Halbuki selamet-i akıl erbabının asla kabul etmeyeceği bu çirkin haller; havsala-i umumiyyede vücuda getirdikleri te’sir i’tibarıyla en basit bir zeka sahibi tarafından bile tecviz edilmemektedir. Bu hal böyle devam ettikçe bize ne derler? “Kadınları üzerinde icra-yı hakimiyyete kadir olamayan vecaib ve merasim-i diniyyesinden gafil insanlar için hakimiyet hatta milel-i saireye mütefevvık bir hakimiyet kabulü nasıl mümkün olabilir?” demezler mi?.. Maksad bu milleti necata halasa sevk etmek ise şayÀ¹b µ¦ ±À gitmez… Biraz da efkar ve i’tikadat-ı umumiyyeye hürmet ve riayet etmeyi bilmeliyiz ki vasıl-ı salah olalım… Zavallı Dindaşlarımız Neler Çekiyor! – İşgal zabitlerinden Şileli Mülazim-i Sani Petro ismindeki bir rezil Balya kazası dahilinde Rum ve Ermenilerden kişi toplar. Bunlar: – Biz burada hiç olmazsa bir Türk kurban etmedikçe cebheye gidemeyiz! dediklerinde Petro Balya’nın en asil ve hamiyetkar eşrafından Süleyman Efendi’yi kurbanlığa münasib görür. Bu zavallı müslümanı yaka paça tutarlar: – Sen Kemalistsin! Kemal Paşa’ya silah ve mühimmat gönderiyorsun!!!.. diyerek sopalarla döğmeye başlarlar. Petro Süleyman Efendi için esasen sopa ceza vermişti. Her nefer olanca kuvvetiyle birer sopa vurur bu vatanperver müslümanın a’zası didik didik olur. Zavallı bit-tabi’ derhal vefat etmiştir. Bu vak’aya şahid olan bir Fransız mes’eleyi raporla İzmir’deki Fransa mümessiline yazdığını söylemiştir. – Bigadiç ve Kebsud baskınlarında müfrezelerimizin önünden rezilane firar eden düşman üç gün sonra bu kasabalara gelerek bütün vatanperver gençleri kurşuna dizmişlerdir. Kebsud’da [Bigadiçte] şehid edilenlerin mikdarı anlaşılamamış ise de Kebsud’da öldürülen gençlerin sayısı kişiye baliğ olduğu işitilmiştir. Kebsud gençleri kasaba haricindeki büyük köprünün üzerine dizilerek şehid edilmiştir. Mezkur kasabalarda soyulmadık hiçbir dükkan ve mağaza kalmamıştır. – Yunanlılar minarelerde ezan okuyan müezzinleri kurşunla men’ etmekte bunları: – Minarelerden Kemalistlere casusluk ediyorlar!! diyerek tevkif veya İzmir’e sevk eylemektedirler! vicdaniyye taşımayan insanların bile irtikabına tenezzül etmediği ef’ali irtikaba cür’et ediyoruz.. İnsaf ile düşünelim Cenab-ı Şari’-i a’zamın beşerin terakki ve saadeti Müslümanlık böyle mi olmalıdır… Taharet-i kalb iffet ve istikamet selamet-i ahlak niyyat-ı hasene insanlara rahm u şefkat hukuk-ı nasa riayet cehd ü gayret ve meyl-i maali gibi esasat-ı aliyye-i diniyyeden uzaklaşmakla Milyonlarca din düşmanlarıyla muhat olan İslamiyet; dahilen kendine de düşman olursa bizi düştüğümüz bu dalalet-i ictimaiyye bu sefalet-i ahlakıyyeden kim ve nasıl kurtaracak? Ahlaksızlık nizam-ı ictimaiyi ihlal eder seyyie ise neden bu intizamı muhafaza ile mükellef olmaktaki vazife-i Tarih bu babda birçok misallerle doludur. Dünyanın en azametli ve şevketli milletleri mücerred sukut-ı ahlak yüzünden hufre-i izmihlale yuvarlanmışlardır. Bunlar bizim heva ve hevesimizde ısrar edip gidiyoruz. Düşünmüyor muyuz ki felaket umumidir. Maazallah bir felakete ma’ruz kaldığımız takdirde hangi birimiz o felaketin en acı te’siratından azade kalacağız? Uzağa gitmeye hacet yok. Daha dün düşman ayağı altında kalan yerlerde müslümanlara karşı icra edilmekte devam eden mezalim tahammül olunur şeylerden midir? Bu fecayi’ karşısında elbette kalbleri sızlamakta olan dindaşlarımız bari bundan sonra olsun dini milli vazifelerini ifada bir an tereddüd etmemelidir. Sahib-i ahlak bir millet ne kadar büyük muhatarat ve mehalik-i siyasiyye karşısında kalsa sarsılmaz. Mutlaka bu mehalikin kaffesine galebe çalar. Bu da tarihi bir düsturdur. Hiss-i namus fezail-i ahlakıyyenin birincilerindendir. Kalın ve şişkin baldırlarını delikli bir çorabın ridayı kazibi altında saklayan insanlar acaba namusu nasıl telakki ederler?.. Afif ve vakur bir tarz-ı tesettürün bedaat-i ulviyyesi karşısında bu hiffet-meşrebane ve an’ane-şikenane hareketin ne zevki vardır? Ya kavaid ve usul-i İslamiyyenin kabul ve tahsin ettiği bir şekilde tesettür etmeli yahud perde-i ar u hayayı rida-yı iffet ü edebi de büsbütün çıkarıp atmalı?.. Müslüman isek bir müslüman gibi yaşamayı öğrenmeli aksi takdirde adat-ı İslamiyyeyi istihfaf edenlerin cezasız kalmayacağı şübhesizdir. Ef’alimizin eşkalimizin beyne’l-islam tevlid eylediği kin ve husumetin ittihad ve tesanüd-i milliye ne kadar büyük darbeler indireceğini az çok hesaba katmak mecburiyet-i ictimaiyyesindeyiz. Kavaid ve adab-ı umumiyye haricinde görülen şeyler; nefsülemirde ma’kul dahi olsalar merduddur. Para ile hayat mı satılır? dediler muvafakat etmediler. Şimdi onlardan da casus diyerek tevkifata başlamışlardır. – Balıkesir’de Gümüşçeşme mevkiinde Yunanlılar bir tayyare hangarı yapmaya çalışıyorlar. – İstasyon civarında da telsiz telgraf istasyonları vardır. – Akşam gurubundan sonra sokaklara çıkmak memnu’dur. – İzmir ve İstanbul ile hiçbir tarafa tek bir müslümanın seyahatine müsaade edilmemektedir. – Kal’a-i Sultaniyye’den Bayramiç Ezine Ayvacık Burgaz Biga kazalarıyla Karesi’den Gönen Tabay mezalimine tahammül edemeyerek dağlara iltica etmiş şimdi Yunanlılara karşı her tarafta müdhiş hareketler başlamıştır. Kirmasti ile Manyas taraflarında da muhtelif çeteler Yunan aleyhine kıyam etmiştir Yunanlılar lehine çalışan Çerkes Davud’un hanesini diğer çeteler yakmış avenesini dağıtmış Davud Yunanlıların arasına kaçmıştır. – Yunanlılar şimdi kuvvet cem’inde fevkalade müşkilat çekiyorlar. Son parti olarak buldukları kuvvet hapishanelerdeki Yunanlı mevkufindir!.. – Kuvve-i ma’neviyye namına hiçbir şey kalmamıştır. Türk Ordusu deyince dudaklar çatlıyor yürekler hopluyor. – Yerli hıristiyanlar Balıkesir’in hin-i istihlasında kat’iyyen kalmayarak Yunanlılarla birlikte kaçacaklarını söylüyorlar. Cebheler: Bu hafta cebhenin muhtelif mıntıkalarında müsademeler sıklaşmıştır. Müfrezelerimiz Bursa’nın bir saat kadar civarında düşmana müteaddid baskınlar yapmışlardır. Keşif kollarımız Keşiş Dağı eteklerindedir. Gediz ve Uşak mıntıkalarında da keşif müsadematı eksik olmamıştır. Cebhenin bu hafta en şayan-ı ehemmiyyet harekatı Kocaeli mıntıkasında cereyan etmiştir. Kıtaatımız o havalide faaliyete geçerek Adapazarı ve Sapanca’yı Kıtaatımız ileriye doğru harekatına devam etmektedir. bir kısım kuvvetlerimiz de İzmit civarına takarrub etmişlerdir. Bir taraftan Almanya tehlikesi diğer taraftan günden güne alevlenen Suriye’deki harekat-ı milliyye endişesi Fransızları bizimle anlaşmaya mecbur etmiştir. Kuvvet- – Edremid ve Burhaniye kazalarından İslam kız ve kadını cebren toplattırılarak Manisa’ya gönderilmiş hayat ve mematları ve bedbaht akıbetleri hakkında hiçbir haber alınamamıştır. Bunlardan kim olduğunu söylemek başısı Yanko daha evvelden avlamak ister. Diğer bütün Yanko: – Bu fahişedir! der; kucağındaki kırk günlük çocuğuyla ve diğer bedbaht kadınlarla beraber Manisa’ya sürer. Zavallı zevci bu muamele karşısında kükremek isterse de kıskıvrak bağlanarak Balıkesir Yunan tevkifhanesi’ne gönderilmiştir. Biçare adamcağız tevkifhanede tecennün etmiştir. – Muhtelif nikatta “muhafız bölüğü” namıyla ikame edilen Yunan askerleri köyleri büsbütün kurutmuşlardır. Bunlardan Balıkesir’e üç saat mesafedeki Yeniköy İstasyonu Muhafızı! Manisalı Mülazim Vasilaki bidayet-i bugün bir banker olmuştur. Fakat Papulas ile İzmir Valisi açıktan açığa kendileri de i’tiraftan çekinmemektedirler. Vasilaki’nin mezalim ve şenayiinden bizar kalan köyler halkı tamamen Balıkesir’e dökülmüşler Yunan kumandanlarına şikayet etmişlerse de: – O Papulas’ın adamıdır kimse karışamaz! cevabıyla karşılanmıştır!... – Kasabalardaki müslüman lokantalarından yemek yiyen Yunan zabitan ve efradı: – Parasını Mustafa Kemal Paşa verecektir! diyerek savuşur kat’iyyen para vermezler!... – İkinci İnönü ve Karahisar-ı Sahib muharebelerindeki zayiatlarını telafi etmek üzere yeni kuvvetler cem’ine başlayan Yunanlıların savurduğu yalanlara insan kahkaha ile güler. Bu yalanlara en çok vasıta olanlar da gelen İzmir Ordu Erkan-ı Harb Kaymakamı İngiliz Limpus – İzmir’e İngiliz orduları da geldi! Anadolu’yu Konya’ya kadar işgal ettik! Ankara ordusunu dağıttık! Mustafa Kemal Paşa’yı –İzmir’in yolunu sorarken– yalınayak Ankara ovalarında yakaladık!! layarak Yunanlılara hediye ettiği Rum ve Ermeniler hep hammam dellakleri ile fırıncı çıraklarından ve boyacı güruhundan ibaretti. On beş on altı yaşlarında kopiller!.. Daha evvel eli silah tutan diğer hıristiyanlar da gitmişti. Bunlardan mühim bir kısmı cebhelerde gebermiştir. hatta otuz lira maaş vereceklerdi. Fakat Yahudiler: CİLD - ADED - SAYFA düşmez. Onun için o da müttefikleriyle beraber aynı nağmeyi terennüm etmeye başlamıştır. Şimdi İngiltere’nin gerek rical-i resmiyyesi gerek matbuatı Türklere karşı şiddet politikasının ta’dil edildiğini göstermek için propagandanın her türlüsüne müracaattan geri durmuyorlar. Avam Kamarası’nda Şark Mes’elesi müzakere edilirken Hazine Nazırı Çemberlayn Türk-Yunan harbinde bi-taraflığın muhafaza edileceğini resmen tebliğ ediyor. Harbiye Nazırı Çörçil İngiltere’nin Türklere karşı sulh siyaseti ta’kib etmesi lüzumunu ileri sürüyor. Diğer taraftan gazetesi bu hususta mühim bir makale neşrederek Türklerle hakiki ve devamlı bir sulh te’sisi mütalaasını serd ediyor. Yunan galebesinin gayr-i mümkin olduğunu söylüyor. Ankara daha açığa vuruyor İtalya ve Fransa’yı takliden bu hususta derhal bir i’tilaf akdine teşebbüs olunması lüzumunu dermiyan ediyor. Diğer taraftan İngiliz efkar-ı dar olduğu Türklerle sulh te’sisi lazım geldiği kanaatinde olduğunu da gazeteler muttasıl neşredip duruyorlar. Hurin Mans Mustafa Kemal Paşa hazretlerini Gazi sıfatıyla tebcil ediyor. Bazı müslüman cem’iyetlere Ankara ile nuyor. Bütün bu haberleri bize isal için Avrupa ajansları müsabaka edip duruyorlar. Vakıa İngilizler henüz müttefikleri derecesinde bize dostluk nağmelerini terennüme başlamamışlardır; fakat oraya doğru mühim hatveler atılmakta olduğu da sezilmez değildir. İngilizleri pek iyi bilen gazetesi Türklerin galibiyeti halinde lüyor ki çok doğrudur. Görülüyor ki bugün İ’tilaf Devletlerinin bize karşı siyasetleri başka bir mecraya dökülmüştür. Hadisatın inletleri böyle bir siyaset ta’kibine mecburiyet hissetmişlerdir. Avrupa ufuklarındaki siyah bulutlar henüz zail olmamıştır. Bilakis son günlerde daha ziyade kesafet peyda eylemeye başlamıştır. Diğer taraftan şarkta İslam aleminde de yeni yeni harekat ihmal edilemeyecek tertibat ve teşkilat vukua gelmektedir. Büsbütün başka şekle giren Amerika’nın vaz’iyeti ise bilhassa İngilizleri hayli düşündürmektedir. Avrupa her taraftan tehlikelerle muhattır. Yeni bir yangının zuhuru endişesi henüz ber-taraf edilmiş değildir. Bu kadar gavail ve hadisat karşısında kuva-yı İslamiyyenin merkezi olan Anadolu’dan cihad seslerinin mütemadiyen İslam alemine aksetmesi buradaki istiklal ateşinin etrafa kıvılcımlar saçması elbette ihmal olunacak bir mes’ele müzminleşmesine meydan verilecek bir hal değildir. Onun ten başka bir şey tanımayan Avrupalılar ordumuzun yeniden teşekkül ederek İnönü’nde iki meydan muharebesini kazandığını gördükten sonra derhal bize karşı nazarlarını değiştirerek dostluk nağmelerini terennüme başlamışlardır. Şimdi bu hususta her üç İ’tilaf devleti de müsabakadadır. Trablusgarb’ı hazm ile meşgul olan Fransızlardan farklı bir siyaset ta’kib etmiştir. Onun için bugün İtalya Hariciye Nazırı “Türklere karşı olan dostluk siyasetlerini hiçbir şeyin tağyir edemeyeceğini çünkü bu dostluk siyaseti Türk hukukunun meşruiyetini tanıyan man sözüne daha fazla inanıldığı kanaatini beslemekte kendini haklı görüyor. Memalik-i Osmaniyyenin Suriye gibi mühim bir parçasını gasb ile kanaat edemeyerek Adana’yı da yutmak açgözlülüğünde bulunan Fransa ise kendisini her taraftan ye kadar şövalye siyasetinde yürüdü. Müslümanlar için ebediyyen unutulması mümkün olmayan birçok mezalim ve şenayi’ irtikabından çekinmedi. Vakta ki vaz’iyet-i siyasiyye tahavvül ederek müttefikleri ile aralarındaki hararetli muhabbetler muntafi olmaya Anadolu’da da muntazam kuvvetler teşekkül etmeye başladı; hemen Avrupa nikab-ı siyasetini yüzüne takarak kanlı ellerine eldiven giyerek karşımıza çıktı. Şimdi o da eski dostlukları yad ile cilveler yapıyor. Başvekil Briyan Anadolu’da dökülecek bir damla Fransız kanı olmadığını söylüyor. gazetesi ise ne diller döküyor: “İsmet Paşa’nın kahir savleti Yunanlıları kahkari hezimete uğratmış Yunanlıların artık taarruz cür’etleri kırılmış Türklerin meşru’ olan amal-i milliyyelerini tanımak lazım gelmiş …” Bunun gibi hemen bütün Fransız matbuatı Fransızların Türklere karşı muhabbetlerinden hayır-hahlıklarından bahsediyorlar. Dün barbar olan Türkler bugün şarkın centilmeni oldular. Çünkü bir kuvvet vücuda getirdiler. Çünkü Fransızlar Türklerle anlaşmak mecburiyetini hissettiler. Türklere karşı biraz güleryüz birkaç cümle-i takdiriyye gönüllerini teshir etmeye kafidir. Fas Tunus Cezayir’den sonra şimdi Suriye’de yerleşmek ile meşgul olan Fransa için ta’kibi elzem ve nafi’ olan bu siyasetin şimdiye kadar gecikmesi badi-i hayrettir. hareketleri karşısında aykırı bir siyaset ta’kib ile bütün şarkın bütün İslam aleminin husumet ve muhacematını kendi üzerine celb edecek değil ya. Madem ki Türkler kuvvetlenmişler ordular teşkil etmişlerdir; madem ki Türkleri ezmek mümkün olmayacak bir vaz’iyet husule gelmiştir; o halde Türk dostluğunu yalnız müttefiklerine hasr etmek İngiliz desatir-i siyasiyyesine elbette muvafık CİLD - ADED - SAYFA Yunanın Vaz’iyeti: Kahraman ordumuzun savleti endişesiyle titreyen kalmadığı gerek Yunan rical-i askeriyyesince ve gerek bütün devletlerce tahakkuk eden Yunan ordusunun kırılmış ma’neviyatını takviye etmek üzere prensler veliahdler başvekiller ve nazırla birlikte kemal-i debdebe neşrederek ordusunu ittihada da’vet etmiştir. Fakat Venizelos tarafdarlarının mütemadiyen Kral aleyhinde propagandasından tertibat icrasından bir an geri kaldıkları yoktur. Hatta İzmir’de Kral’ın bombalarla su’-i kasda ma’ruz olduğu vahim surette yaralandığı hakkında haberler de geldi. Bu haberler henüz tahakkuk etmemekle beraber Kral’ın şiddetli bir hastalığa tutulduğu anlaşılmıştır. Kraliçe alelacele İzmir’e gelmiştir. Başvekil geriye dönmüştür. Yunan’ın talii artık nekbete münkalib oldu. Mezbuhane harekette bulundukça daha ziyade çamura batıyor. Yunan’ın müdhiş felaket günleri yakındır. Yunan Mezalimi: Yunanlılar Balat’ı işgal eder etmez ve Mayıs’ta hamiyetleriyle müştehir eşraftan Hacı Sa’dullah Efendizade Adil ve biraderi Bekir efendilerin hane dükkan ve kahvelerini hedm ve derunlarında bulunan zahire ve eşyayı kamilen ihrak [ve] yağma etmişlerdir. Mumaileyhimanın uğradıkları zarar ve ziyan on bin lirayı mütecavizdir. Bundan başka diğer beş zatın evlerine girilerek bütün eşya soyulmuştur. Cami’-i Kebir’e giren Yunan askerleri kıymetdar altı halıyı ve Belediye Dairesi’nden de biri büyük diğeri küçük iki halıyı gasb etmişler Hükumet Konağı’nın bilumum mobilyalarını ve toplayarak ahaliden aldıkları elli mekkareye tahmilen Kebsud’a götürmüşlerdir. Hükumet devairinde mevcud bütün evrak defatir dosya ve saire ihrak edilmiş gayr-i kabil-i nakl eşya kamilen tahrib ve de[v]air telvis olunmuş bütün camlar ve çerçeveler kırılmıştır. ni uzatmak mecburiyetini hissetmişlerdir. Belki de bu suretle onu atalete uğratmış fikrine kapılmışlardır. Hatta –eğer sahih ise– varid olan son bir habere göre müttefik devletler başvekilleri İzmir ve Trakya’yı derhal tahliye eylemesi lüzumunu ültimatom şeklinde Yunan’a tebliğ etmişlerdir. İhtimal ki bu haber henüz na be-mevsimdir. Fakat er geç bu olacaktır. Onlar Yunan’ın başına gelecek felaketi görüyorlar. Böyle bir tebliğde bulunmuşlarsa Yunan’a acıdıklarındandır. Yunan sürülerinin sağ salim Anadolu’dan çekilebilmeleri büyük bir muvaffakıyettir. Fakat inşaallah buna meydan kalmayacak Anadolu onlara mezar olacaktır. £³® ¹]£³À ’ ±À ª ­ —Á ¹¯ Suriye’deki müslümanlar ecnebi istilasına karşı müca-hedelerine devam ediyorlar. Hama ve Humus şimalinde Arab harekat-ı milliyyesi kesb-i şiddet etmiş Urban şimendüfer istasyonlarına mütemadiyen taarruzatta bulunmaktadır. Fransızların müslüman memleketlerinde yerleşmek hususundaki teşebbüsat ve harekatı müşkilata uğramıştır. Mısır’daki kararsızlık devam ediyor. Üç gün devam eden iğtişaşatta telef ve mecruhların mikdarı birkaç bine baliğ olmuştur. Halk Hidiv Fuad’ın şiddetle aleyhindedir. ler kafi görmüyor. Bunlar tatmin edilmedikçe iğtişaşatın reşal Alenbi Britanya hükumetinin Mısır hakkında muslihane ve müsalemet-perverane bir siyaset ta’kib eylediğine dair bir beyanname neşretmiştir. Trablusgarb müslümanları da memleketlerine müstevli olan İtalyanlara karşı kıyam etmişlerdir. İtalya asker sevk ederek kanlı müsademeler olmuştur. Arnavudluk ordusu kemal-i faaliyetle teşkil ve techiz olunmaktadır. Orduyu tanzim ve idare hususunda eski Türk zabitleri pek çok gayretler ve fedakarlıklar göstermektedir. ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul Mütefekkirleriniz anlamıyorlar sanırım Ki çemenzar-ı terakkide atılmış her adım Değişir büsbütün akvama cema’ate göre. Başka bir kavmin izinden yürümek çok kerre Adeta mühlik olur; sonra ne var her millet Gözetir seyr-i tekamülde birer ayrı cihet. Bir de hatırlamıyorlar ki umumen beşerin Daima koştuğu son maksada yükselmek için Tutacak silsile akvama değildir hep bir; Belki her millet için ancak o “mahiyyet”tir Ki kopar kendisinin ruh-i umumisinden. Şimdi bir kavmin içinden mütefekkir geçinen Zümre evvelce bu “mahiyyet”i takdir ederek Sonra kaç safhası mevcud ise tenvir ederek Çekecek oldu mu önden o İlahi feneri; Arkasından da cemaat yürür artık ileri. Ruhudur çünkü karanlıkta elinden yedecek Yolcu şaşkın mı ki dursun mütemadi gidecek. Mütefekkirleriniz dini de hiç anlamamış; Ruh-i İslam’ı telakkileri gayet yanlış. Sanıyorlar ki: Terakkiye tahammül edemez; Asrın asar-ı kemaliyle tekamül edemez. Bilmiyorlar ki: Ulumun ezeli dayesidir; Beşerin bir gün olup yükselecek payesidir. Mündemic sine-i pakinde bütün insanlık... Bunu teslim eder insafı olanlar azıcık. Müslüman unsuru gayet mütedenni doğru Şu kadar var ki değildir bu onun mahzuru. “Müslümanlık” denilen ruh-i İlahi arasak “Müslümanız!” diyen insan yığınından ne uzak! Dini tedkik edeceksek dönelim haydi geri; Alalım neş’et-i İslam’a yakın bir devri: O ne dehşetli terakki o ne müdhiş sür’at! Öyle bir harika gösterdi mi insaniyyet? Devr-i fetrette kalan hem de asırlarca kalan; Vahşetin gılzetin a’makına daldıkça dalan; Gömerek dipdiri evladını kum çöllerine Bunda bir neşve duyan hiss-i nedamet yerine! Önce dağdan getirip yonttuğu taş parçasını Sonra halik tanıyan bir sürü vahşi yığını; Nasıl olmuş da otuz yılda otuz bin senelik Bir terakki ile dünyaya kesilmiş malik? Nasıl olmuş da o fazıl medeniyyet o kemal Böyle bir kavmin içinden doğuvermiş derhal? Nasıl olmuş da zuhur eyleyebilmiş Sıddik! Nereden gelmiş o Haydar’daki irfan-ı amik? Önce dehşetli zıpırken nasıl olmuş da Ömer Sonra bir adle sarılmış ki: Değil kar-ı beşer? Hail olsaydı terakkiye eğer Şer’-i mübin Devr-i mes’ud-kudumuyle giren asr-ı güzin En büyük bir medeniyyetle mi eylerdi zuhur? Mündemic olmasa ruhunda onun na-mahsur CİLD - ADED - SAYFA bir derece-i izmihlale uğratılması için yapılan hainane olduğunu görüyoruz. Evet muhakkak çözülecek İslamiyeti elbette sıyrılacak kainatı tenvir eden şems-i İslamiyyet küsuftan kurtularak düşmanlarımızın gözlerini kamaştırmaya tekrar başlayacaktır. Müslümanların çok zamandır geçirmekte oldukları felaket günleri elbette büyük bir saadet devresi hazırlayacaktır. Biz Anadolu halkı bu kanaat ve imana şimdi malik olmuş değiliz. Müttefikler bizi silahlarımızdan tecrid ederek ellerimiz bağlı iken Yunan gibi bir kelb-i akur sürülerini üzerimize saldığı cebhelerde asker bulunmadığı zaman kanaat ve imanımız nasıl ise şimdi de ondan farklı değildir. Anadolu hükumeti bundan bir sene evvel ne süngüye ne topa tüfenge i’timad etmiyor; ancak kuvvetli azmine sarsılmaz imanına istinad ediyordu. muz inayet-i Hak ile düşmanı kolay kolay içinden çıkılamayacak bir hufre-i mağlubiyyet ve felakete düşürdü ve inşaallah bundan sonra böyle tamamıyla vazifesini yapacak milletimiz ebediyyen kurtulacaktır. Biz bunu biliyor ve görüyoruz. Fakat biz Anadolu müslümanları bu istikbali Avrupa siyaset mekteplerinin dürbünleriyle değil İslamiyet dürbünüyle gördük ve görmekteyiz. Cenab-ı Allah’ın Kur’an’da vaad eylediği zaferleri bekledik ve daha da bekliyoruz. Bizim dinimiz nasıl asr-ı saadette İslamın ilk ordularını en müşkil zamanlarında vahiyleri ile tatmin zafer vaadleriyle takviye ve te’min etti ise şimdi de on üç asır sonra emsali hiçbir milletin başına gelmemiş bir felaket hufresinde Avrupa’nın muazzam ve muzaffer devletlerine istinad eden Yunan sürülerinin Anadolu içerilerinde sellemehüsselam duğu bu sırada silah ve kuvvetten mahrumiyet bizi ye’se düşürecek yerde bilakis azme imana sevk ediyordu. Çünkü bu ve bunun emsali ayat-ı celilenin mübeşşirat-ı ma’neviyyesi kulub-ı muvahhidine nesim-i saba gibi fısıldıyor ve diyor ki: Ey müslümanlar sizi imhaya i’dama karar veren muazzam gördüğünüz düşmanlarınızı tam ma’nasıyla ittihad ve ittifak edebilmiş zannetmeyiniz. Her biri yekdiğerine müteakis efkar-ı siyasiyye ile müteferriktir. Yunan ve İtalyan menafi’-i siyasiyyesinin birleşmesi kabil olmadığı gibi İngiliz ve Fransızlar arasındaki nokta-i siyaset de kesb-i ittihad edemez. Her birerleri ayrı ayrı noktaları istihdaf etmektedir. Bugünkü takındıkları vaz’iyet çok geçmeksizin değişecektir. İmha-yı her zaman böyle cereyan edecektir. Her ne vakit İslamiBir tekamül o kadar harika nerden doğacak? Mütefekkirleriniz anlaşılan pek korkak Yahud ahmak... İkisinden bilemem hangisidir? Sanıyorlar ki: “Bugün Avrupa tekmil kafir; Mütedeyyin görünürsek diyecekler barbar; Libri pansörgeçinirsek değişir belki nazar.” Şark’ı baştan başa yıllarca dolaştım gezdim; Hem de oldukça görürdüm... Kafa gezdirmezdim. Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim. Küçük ademlerinin ruhunu tedkik ettim. Büyük ademlerinin fikrini ta’mik ettim. Nedir esbab-ı terakkisi? Yakından görmek. Bu uzun boylu mesai bu uzun boylu sefer Bir kanaat verecekmiş bana dünyada meğer. O kanaat de şudur: Sırr-ı terakkinizi siz Başka yerlerde taharriye heveslenmeyiniz. Onu kendinde bulur yükselecek bir millet; Çünkü her noktada taklid ile sökmez hareket. Alınız ilmini Garb’ın alınız san’atini; Veriniz hem de mesainize son sür’atini. Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyyeti yok san’atin ilmin; yalnız Bütün edvar-ı terakkiyi yarıp geçmek için Kendi “mahiyyet-i ruhiyye”niz olsun kılavuz; Çünkü pek saçmadır ümmid-i selamet onsuz. u— ª ­·³Á\ Y³Á ª £ ¹\·­ ‚ c ¯ Y—Á i ] · ­ j ¿ªY—b à Yi  ob ‹›] ª ¹À ª Yª£Á¯_ Dinsiz. Sen küffarı müttefik sanırsın. Halbuki öyle değildir. Her birinin kalbleri yekdiğerine zıd menviyyat ile müteferriktir. Yevm-i kıyamete kadar biz küffar arasına adavet ilka eyledik.” Anavatanın hainane bir surette çiğnenmesi parça parça edilerek bir daha İslama melce’ olamayacak CİLD - ADED - SAYFA ni tehdid eylemişti. Bu haber mücahidin-i ashabı pek büyük dehşetlere ilka edebilir kuvve-i ma’neviyyeyi bütün bütün kırabilirdi. Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Sa’d ibni Muaz ile Sa’d ibni Ubade radıyallahü anhüma hazretlerini maiyyetindeki bazı ashabla hakikat-i hali istikşaf için Beni Kureyza’ya gönderdi. Oraya gelecek haberin gayet mektum tutulması için emir verdi. Sa’deyn-i müşarunileyhima haberin sıhhatini hakikatin vahametini anladı. Resul-i Ekrem’in ta’yin buyurduğu parola ve işaretle –ki Arab lisanında o zamanki ıstılahta “lahn” ta’bir ederlerdi– gizlice ma’lumat verdiler. Müttefik müşrikin askeri bir taraftan sıkıştırmakta bir taraftan Beni Kureyza Yahudileri harim-i ismete doğru yürümekte. sallallahü aleyhi ve sellem: yƒ—®YÀy\ – “ ±Á¯¯ª zemzeme-i kudsiyyesiyle ashabı tebşir ediyordu: Bütün Yemen Kisra İran Kayser ve İstanbul hazaininin anahtarları bana verildi. Kayserin mavi Kisranın kırmızı köşklerini karşımda görüyorum. Sizler bu yerlere malik olacaksınız.” kelam-ı şerifi ile mücahidin-i ashaba sekinet-bahş oluyordu. Hemen bir-kaç gün sonra müşrikin ashabın gayr-i kabil-i nüfuz müdafaa hatlarının yarılmasındaki imkansızlığı anlayarak yerlerine döndüler. Ahzab vak’ası düşmanın hezimetiyle neticelendi. Derhal İslam ordusu Be-ni Kureyza üzerine yürüdü. Umumunu esir aldı. Oradaki vakit vakit feveran eden fesad ocağı imha edildi. Hatta Sa’d bin Muaz radıyallahü anh hazretleri Hendek harbin-de mecruh düşmüştü. Cerihası ağırdı. ¿³\ ±® ¿³Á–y£² ¿cn ¿³c¯bÊ ­·ª iyÀ‹_ Yarabbi bana Kureyza’dan İslamın intikam aldığı günleri göstermeden beni öldür bul olundu. Beni Kureyza ceza-yı sezasını gördüğünde Hazret-i müşarunileyhin yarası iltiyam-pezir olmakta idi. Tekrar dua etti: “Artık karirü’l-ayn oldum. Ey ulu Tanrım. Benim nasibim kesildiyse hemen bu aldığım cerihayı sebeb-i mevtim kıl ki bu mühim ve mukaddes cihadın şehidlerinden olayım.” diyerek yalvardı. Kazara cerihasının üzerine bir keçi uğramak neticesinde nezf-i demden Hazret-i müşarunileyh şehid oldu. Hülasa Avrupa devletleri pek yakın bir zamanda Anadolu ederek işin içinden sıyrılmaya başlayacak biz müslümanlar da an-karib harim-i ismetimize sokulan Yunan hainlerinin tamamıyla kahr u imha olunduğunu görmekle mübahi ve karirü’l-ayn olacağız. Tevfik ve imdad Allah’tan. yeti itfaya ittifak eder gibi görünürlerse siz korkmayınız. Metaneti azm ü imanı bırakmayınız. metinin bugünkü ahvalinin içyüzü ve hakiki amili ancak budur. Bugünkü hal on asır evvel parlayan bu dinin arkası kesilmeyen ve ilelebed kesilmeyecek olan mu’cizelerinden biridir. diyet varsa bizi sevdiklerinden ve bize karşı merhamet raya dökülmek mecburiyetinde kaldığını hissetmelerin- à Ÿ Y y Ž Y¶ ª Y² u i Y¯ nuz esrar-ı ilahinin yeni bir tecellisine atfetmek lazım gelir. Eğer İngiliz rical-i siyasiyyesi bugünkü sözlerinde samimiyetten mahrum iseler bu evvelki adetleri vechile bizi imha için müretteb bir hud’a siyaseti ise à y à r y¦Y¯ ª yÁ ±À ¯Ày ¯À ayet-i celilesinin esrarı zuhur edinceye kadar sabr u sebat edeceğiz. Pek yakın atide bizi düşürmek istedikleri tuzağa elbette kendileri düşecek pek samimi bir suretle sulh akdetmeyi arzuda gecikmeyeceklerdir. Bu kadar metin azm ü imana malik olan kesif bir makta gecikmeyecek millet-i İslamiyye ve Müslümanlık düşmanlara rağmen yaşayacak parlak bir devre-i hayatiyyeye girecektir. Anadolu’da ma’sum kanları döken hatır ve hayale gelmedik şenaatler irtikab eden o mel’un Yunan ordularının Anadolu ve Rumeli’de tamamen makhur olduğunu inşaallah pek yakın bir zamanda görmekle karirü’l-ayn olacağız. dördüncüsünde cereyan eden vak’aya hemen hemen benzemektedir. Bütün müşrikin İslamiyeti imhaya ittifak ederek bütün kabailden asker ve ordular toplayarak Medine-i Münevvere’ye hücum ettikleri bir sıra bir müddet olan Beni Kureyza halkı gördükleri mürüvvetlere rağmen müşrikin ile beraber olmuşlardı. İslam ordusunun tedarik ve hazırlığı ancak Mekke müşrikleriyle müttefikleri olan kabail-i askeriyyeye karşı bir müdafaa harbi yapabilecek bir halde idi. Beni Kureyza Yahudileri hiç hesabda yoğidi. Beni Kureyza pek müşkil bir zamanda İslamiyeti imha edenlere iltihak etmiş ve mevki’leri i’tibarıyla saff-ı harbde hendek gerilerinde harb etmekte olan muhariblerden ziyade Medine-i Münevvere’deki İslamın harim-i ismetişekl-i siyasiyi vermekten başka çare-i selamet olmadığı zehabına düştüler. Halbuki bizim bütün müessesatımız sırf İslami mebde’lerimizle İslami telakkilerimizden doğmuş olduğu için bunların yerine mebadi ve telakkıyat-ı garbiyye üzerine kurulmuş yeni birtakım müesseseler du. Zaten devleti terakkiden alıkoyan din olduğu fikri bazı zihinlere yerleşmişti. Ulum ve fünun-ı müsbetenin tekamülünü ta’kib etmediğimiz için garbdan geri kaldığımız unutuluyor tevakkuf ve inhitatımızdan bize rehberlik eden ulema ve ricalimiz itham olunmuyor da bütün seyyiat ve nakais pek haksız olarak dine atfolunuyordu. vet ü şevketle te’sis eylediğinden bahusus medeniyet-i garbiyyenin bile ona medyun-ı şükran bulunduğundan tegafül edilerek mani’-i terakki olduğuna hükmediliyordu. Binaenaleyh onlara göre Devlet-i Osmaniyye’nin tealisi için bütün teşkilat ve müessesatını kavanin ve nizamatını taht-ı te’sirinde bulunduran dinin nüfuz ve hakimiyetinden hükumeti tecrid etmek Fransa’da olduğu gibi sırf cismani bir şekle koymak iktiza ediyordu! Zaten Avrupa’nın Devlet-i Osmaniyye’ye karşı husumet göstermesi din-i İslam ile mütedeyyin olmasından dolayı değil miydi? Eğer Devlet-i Osmaniyye hükumeti dinin te’sirinden tecrid eder büsbütün cismani esaslara müstenid bir hükumet teşkil ederse o zaman tamamiyet-i mülkiyyemizi tekeffül! etmiş olan Düvel-i Muazzamanın müzaheret ve teveccühünü bizden esirgemesine hiçbir sebeb kalmamış olacaktı! mukadderatını ellerine geçiren bir kısım rical-i siyasiyyemiz bu suretle düşünürlerdi. Tabii onlarda bu halet-i ruhiyyeyi husule getiren garb irfanı garb tahsil ve terbiyesiydi. Muslihane bir surette uruk-ı hayatiyyesine hulul Avrupa daima bu fikri ilham etmekten geri durmaz her fırsattan istifade ile zehirlerini saçardı. Bu uğurda sarf ettikleri milyonlar ihtiyar eyledikleri zahmetler cidden şayan-ı hayrettir. Kim iddia edebilir ki Avrupalıların bize karşı ıslahatın lüzumundan bahsetmeleri Devlet-i Osmaniyye’nin hayrına hakikaten terakki ve tealisine ma’tuf idi? Hiç şübhe yok ki bütün maksadları devletin bünye-i ictimaiyyesinde bir sarsıntı husule getirmekti. Devlet-i Osmaniyye’yi en kaviyyü’ş-şekime hükumetler derecesine is’ad eden esasat-ı diniyyeden uzaklaştırmak Avrupalıların umde-i amali idi. Vezirlerimizin mahrem-i Bir asra karib zamandan beri münevver tabaka arasında salgın bir surette hüküm süren ıslahat illetine tutulmayan mütefekkirlerimiz pek azdır. Memleketimizde önceleri mahdud mikdarda bulunan bu ıslahatçı zümre ecnebi irfanı Frenk usul-i terbiyyesi üzerine kurulan maarif fabrikası mahsul vermeye başladıktan sonra hayli çoğaldı. Bunların umur-ı millette amil olmaya başladığı zamandan beridir ki memlekette mücadelat-ı ictimaiyye baş gösterdi ve bunun neticesi olmak üzere türlü türlü teceddüdler bid’atler ikilikler husule geldi. Bir taraftan örfi ve keyfi idarelerin husul ve istikrarı diğer taraftan devletin zimam-ı mukadderatını ellerinde tutan rical-i idare ve ilmiyyenin duçar olduğu atalet ve rehavetin te’siri ile inhitata yüz tutmaya başladıktan sonra Devlet-i Osmaniyye biri hulul-i cebri diğeri de hulul-i muslihane olmak üzere iki nevi’ tazyik-ı hariciye ma’ruz lihane bir surette devletin urukuna hulul ederek menafi’-i kib ediyordu. Vakıa bu hareket birincisi gibi şedid ve seri’ değildi. Avrupa’nın gayesine vasıl olması uzun zamana mütevakkıftı. Binaenaleyh zahiren tehlikesiz görünüyordu. Fakat milletin ma’neviyatına da icra-yı te’sir ederek onu temelinden ruhundan sarsmak i’tibarıyla tehlikesi ötekinden daha müdhiş idi. Rusya bir ayı gibi maddi hareket ediyordu. Avrupa ise –iktisadi siyasi ve harsi nüfuz ile– bir kurt gibi için için vücud-ı devleti kemiriyordu. Onun içindir ki Devlet-i Osmaniyye Rusya’ya karşı müdafaa vaz’iyetine geçtiği halde Avrupa’ya karşı kapılarını açmak gafletinde bulundu. Ya tehlikeyi sezemeyerek yahud tahakkuku uzun zamanlara mütevakkıf olduğuna aldanarak o hususta hakkıyla mücadeleye girişmedi. Bilakis Avrupa sermayesinin Avrupa harsinin Avrupa te’sisat ve nizamatının memlekete duhulünü teshil etti. Hatta zannetti ki memleketin duçar olduğu inhitatın sebebi o tanzimat ve teşkilattan mahrumiyetidir. Avrupa’ya gidip de oranın şa’şaasıyla gözleri kamaşan onların efkar ve ma’lumatıyla zihinleri dolan birtakım zevat vatanlarına avdet ettikten sonra artık her şeyi bozuk görmeye başladılar. Memleketi inhitattan kurtarmak larına Frenkleşmiş olan ictimai ve siyasi tasavvurlarına göre yeni bir hey’et-i ictimaiyye teşkilini elzem addettiler. Milletin mazisini an’anatını esasat-ı ictimaiyye ve desatir-i i’tikadiyyesini hiç nazar-ı ehemmiyyete almayarak ona tamamıyla garbda gördükleri nizam-ı ictimai ve CİLD - ADED - SAYFA netayic-i ictimaiyye ve siyasiyyesi! Zaten maksad da bu Fransa süferasından “Angelhard” unvanlı eserinde Tanzimatın esasını ve gayesini şu suretle ta’rif ediyor; diyor ki: “Tanzimattan maksad-ı umumi hey’et-i ictimaiyye-i ayrı yaşamış olduğu hey’et-i ictimaiyye-i Hıristiyaniyyeye yaklaştırmak yani İslamdan uzaklaştırmak idi. Böyle bir teşebbüsün mucib olduğu müşkilatın mahiyet-i mahsu-sası hakkında şübhe ve tereddüde mahal yoktur. Hiç şübhe yoktur ki Osmanlı İmparatorluğu’nu kurun-ı vüs-tanın zulmet-i kesifesi içinde günden güne daha ziyade batırarak nihayet günün birinde büsbütün nabud olmasını intac edecek gibi görünmüş olan müessir hükumet-i Osmaniyye’nin Avrupa hey’et-i düveliyyesi haricinde hal-i infiradda kalması idi. Bu infiradın sebeb-i hakikisi de din idi. Fil-hakika hükumeti te’sis etmiş olan İslamiyet nazım ve hakim-i mutlak olarak kalmıştır; teşkilat-ı milliyye surette karışmış olduğundan teşkilat-ı milliyye de akaid-i diniyye gibi la-yetegayyer ve kat’i idi. Türkiye’nin artık reddinde istiğna gösteremeyeceği tün izale yahud tahfif ve tesviye etmek yani hükumeti alem-i Hıristiyaniyyette olduğu gibi kavanin-i diniyyenin te’siratından az çok azade bir hale getirerek ruhaniyetten dünyeviyete yani laik – la-dini bir şekle tahvil eylemek yahud akaid-i esasiyyesini serbestçe tefsir etmek suretiyle yavaş yavaş tahdidat ve takyidat-ı diniyyeden kurtarmak icab ediyordu. Hükumet-i Osmaniyye her şeyden pek çabuk müteessir ve münfail olan cahil ve mutaassıb bir halkın mucib-i Angelhard Tanzimatın illetini gayesini desatir-i esasiyyesini pek açık bir surette izah ediyor: İlleti din gayesi devletin tahlis ve i’lası desatir-i esasiyyesi de: - Din-i İslamın büsbütün izalesi - Hükumetin dinden tefrikı ile laik bir hale ifrağı - Dinin serbest te’vilat ile tahrifi. Angelhard’a göre hükumet bunlardan ikinci veya üçüncüye karar vererek işe başlamış. Fil-hakika ıslahat nokta-i nazarından memleketimizde hüküm süren efkar-ı şetta içinde bu düsturların birisi arkasından olsun koşmayan pek az gibi idi. Hep taassuba karşı yürüdüğünü dermiyan edip duran ve bu kelime ile din-i İslamın hakikatine husumetini ibrazdan esrarı ricalimizin hayırhah müsteşarları çocuklarımızın emin mürebbileri olup mütemadiyen zihinlere bu fikirleri aşılıyorlardı. etmek ve ona göre ıslahı çaresine tevessül eylemek iktiza etmez miydi? Dinin hangi noktası hangi düsturu milleti terakkiden alıkoymuştu? Saltanat-ı Osmaniyye’nin asırlarca şevket ü azametini te’min etmiş olan şeriat kürsüleriyle medreseler yani adalet mahkemeleriyle ilim ve yorlardıysa onları ıslah edecek çareleri bulmak ve tatbik etmek lazım gelmez miydi? Tanzimatçılar niye onları elim bir vaz’iyet içinde bıraktılar da onların yanı başında Fransız mahkemeleriyle Fransız mekteplerinden basmakalıp alınmış olmasından dolayı muhit ile asla münasebeti olmayan memleketimizde bizzat Fransa kadar yabancı yepyeni tarzda mahkemeler mektepler vücuda getirdiler? Tanzimatçıların şeriat mahkemeleriyle medreseleri büsbütün kaldırmayarak o vaz’iyette bırakmalarına kendilerinden daha akıllı daha kadir-şinas olan halkın o müesseselere karşı merbutiyetlerinden çekinmelerinden başka acaba bir sebeb gösterilebilir mi? Mürur-ı zaman rı inkar olunamayacak bir hakikattir. hepsinin üzerinde bizim telakkıyatımıza bizim mebde’lerimize karşı derin bir husumet ruhunun bütün tezahüratı “Teceddüd” diye tavsif edilen bu yeniliklerden devlet ve millet acaba ne istifade etti? İstifade şöyle dursun asırlardan beri teessüs etmiş akaidi efkarı telakkıyatı an’anatı hissiyatı ahlakı harab etti; sözün kısası memleketi tam bir fevza-yı ma’neviye doğru sürükleyip götürdü. O devirdeki rical-i hükumetimiz sandılar ki: Müessesat-ı garbiyye taklidlerini ve beraberinde Avrupalıların telakkilerini mebde’lerini getirivermekle Avrupa hükumetlerinin muhabbetlerini celb edecekler de bu suretle eski husumetlerini tahfife eski hodkamlıklarını ta’dile muvaffak olacaklar. Bu batıl zan üzerine memleketi İslamdan uzaklaştırmak mecburiyet-i kat’iyyesinde bulunduklarına kani’ oldular. Fakat bu kadar fedakarlığa mukabil Avrupa ne husumetini tahfif etti ne de hodkamlığından zerre kadar ta’dilde bulundu. Bilakis devletimiz za’fa uğradıkça üzerine çullandı teşettüte düştükçe derisini yüzmeye şitab etti. CİLD - ADED - SAYFA kette vücuda getirdikleri asar işte meydandadır! Terakki şöyle dursun inhitat müdhiş surette artmış memleket baştan başa harabeye dönmüştür. Ardı arkası gelmeyen lerinin maaşlarına tahsisatlarına zevk u safalarına hasr edilmiş; beride halk mütemadiyen felaketten felakete sefaletten sefalete sürüklenip durmuştur. Büyük büyük asar-ı nafia ve medeniyye şöyle dursun adi şose yolları bile yapılamamış terakki namına memlekete garbın yalnız levsiyatı gelmiştir: İşret memleketin her tarafını kaplamış fuhşiyat kanunen mübahat sırasına geçmiş su’-i ahlak alabildiğine tevessü’ etmişti. Anasır arasında münaferat-ı mütekabile teessüs eylemiş; ictimai teşettütler siyasi ihtiraslar şahsi münaferetler memleketi müdhiş bir fetret-i ictimaiyye ve siyasiyyeye düşürmüştü. leri! Acaba Meşrutiyet Islahat ve Tanzimat devrinin cism-i devlette açtığı bu mühlik rahnelere çare-saz olabildi mi? Yoksa o devrin ricali de aynı illete tutularak aynı sakim düsturları ta’kib ederek devlet ve milleti daha müdhiş felaketlere mi sürükledi? Bu sualin cevabını idare-i istibdadiyyenin yıkılması ve Meşrutiyetin te’sisi hususunda büyük fedakarlıklarda bulunan ve bir hayli zaman Meşrutiyet-perverlerin reisi bulunan Sadr-ı esbak Prens Said Halim Paşa hazretlerinden dinleyelim: “Kanun-ı Esasinin idare-i Hamidiyyeye nihayet vereceği hakkındaki ümidler boşa çıkmadı. Fil-hakika Kanun-ı Esasinin i’lanıyla beraber idare-i mezkure de rehin-i Meclis-i Meb’usan-ı Osmani hakan-ı mahluun kendisinde temerküz ettirmiş olduğu bütün nüfuz ve iktidara tevarüs ettiğinden hakan-ı cedid ecdadının taht-ı saltanatına cülus ettiği zaman makam-ı saltanatı en esaslı ve en ziyade gayr-i kabil-i inkar hukuk ve imtiyazatından tecrid edilmiş buldu. Kuvve-i icraiyye müstebid bir padişahın boyunduruğundan nüfuz ve i’tibardan muarra tecrübeden mahrum kendisine suret-i hod-seranede bahş ve mahkum bir Meclisin boyunduruğu altına geçti. Şu vesayet-i müstebidde ve teşettütkarane altında kuvve-i icraiyye bir derekeye tenezzül ederek her tarafta intizamsızlık ve fetret-i küliyyeye sürükledi. Daha Meşrutiyetin üçüncü senesinde fenalık calib-i endişe olacak bir dereceye vahali kalmayan ve bununla devlete devlete olmadığı surette alemde taassuba yegane misal teşkil eden efkar hep bu düstur-ı teslis ile sapıtmıştır. Angelhard cenabları baladaki ifadeleriyle ıslahatın gayesi devleti yapmak mı yahud yıkmak mı olduğunu bir sefir ağzına yakışacak belagat ile pek güzel izah ediyorlar. Hiç şübhe yoktur ki bu düsturlarla başlayan tice vermesi ihtimali yoktu. Çünkü alemde hiçbir şey tebdil-i hüviyyetle ıslah edilemez ifna edilir. İyi olması arzu edilen bir hastanın kalbi kesilip atılamaz. Belki onun takviyesine i’tina edilir. ketin devlet ve milleti saadet ve selamete çıkarır bir yol olmadığını biraz düşünür kafası olanlar pek a’la anlayabilirdi. Salah ve selamet değil bilakis bu devleti tabiat-ı asliyyesi hilafına olarak daima istibdada doğru yürütmek efkar-ı umumiyye-i milliyyeyi hükümden ıskat ederek Nitekim devre-i ıslahat ve Tanzimattan beri devlet daima ziyade idare-i örfiyye tatbik eylemeye mecbur olmuştur ki en sonunda i’lan edilen meşrutiyet devrinde eski devirlerden ziyade istibdad hissedilmesi meşrutiyetin istibdad-ı münevverle tefsirine lüzum görünmesi hep bundan münbais olmuştur. Bundan dolayıdır ki devre-i ıslahatta yapılan kanunların hiçbirisi ciddi bir kanun olamamış hepsi birer tahavvül birer inkılab propagandası mahiyetinde kalmıştır. Kanun mümkün olduğu kadar sabit olmak ve ruh-ı millette yer bularak muntazam ve müstakar bir vaz’iyet-i dediği gibi kanunlarla tahavvül ve teceddüd yapmak Bizim kanunlarımız ise hep bu kabildendir. Onun içindir ki kalblerde asla nüfuzu yoktur. Tahavvül tabiat ve fıtrat-ı hayatta hasıl olur. Kanunlar bunu tesbit için ta’dil olunur. Felsefe-i hukuk bunu gösterdiği gibi fıkh-ı şu anlaşılıyor ki din-i aleyhine tevcih eden ve maatteessüf tatbikına başlanmış olan fikir ve mezheb hep hiss-i temessüle kuvvetli bir taassuba kapılarak devleti daima uçuruma sürüklemek rinde gah berikine gah öbürüsüne basmış ve hükumetin dinden tefrikı derdiyle her hatvesinde bir ikilik ihdas etmiştir. lerine rehber-i hareket ittihaz eyledikleri halde memlesıl olduğundan bu fenalığın ne gibi esbabdan tevellüd ettiği kemal-i dikkatle tedkik ve taharriye lüzum-ı mübrem hissedildi. Yapılan hatiatın mahiyet ve vüs’ati nihayetü’l-emr anlaşıldı. Bu fenalığın başlıca müsebbibi Meclis-i Meb’usan olduğu tahakkuk etti ve güçlükle dağıldı. Derhal ikinci Meclis-i Meb’usan intihabına başlanıldı ve netice-i intihabatta evvelkine faik bir meclis-i milli teşekkül etti. Meclis-i cedidin evvelki acı tecrübelerden kem esaslara bina eyleyeceği ve evvelki meclisin idrakine muvaffak olamadığı idare-i Meşrutiyyete bir hayat ve faaliyet-i cedide vermeye muvaffak olacağı ümid olunmuştu. Fakat bu biçare memleketi ta’kibden geri durmayan musibet memleketin bu defa da pek bahalıya mal olan bir tecrübeden istifade etmesine ve en meşru’ ümidlerinin husul-pezir olduğunu görmesine müsaade etmedi. İkinci Meclis-i Meb’usan ictima’ eder etmez bir darbe-i nagehani ile dağıldı ve bu bedbaht memleket en acı felaketlere düştü. Halbuki Kanun-ı Esasinin i’lanı ne kadar ümidler ve hayaller uyandırmıştı. İ’lanıyla herkes gaye-i hayalisinin husul-pezir olduğu zannında bulunmuştu. Hayatının otuz senesini en ziyade mahi-i ahlak bir hür insanlar faziletperver afif ve müstakim efrad zümresine dahil olacağımız zannında bulunduk. Kanun-ı Esasinin ahval-i ictimaiyye ve siyasiyye ve iktisadiyyemizi akşama sabaha tağyir etmek kudret-i i’caz-nümasını haiz olacağını zelilane olan ihtilafat-ı dahiliyyemizi bize unutturacağını ve cümlemizi yalnız vatan-ı Osmaninin şan ve azametini tahayyül eder büyük ve necib bir aile-i Osmaniyye halinde mezc ü tevhid eyleyeceğini ümid eylemiştik. Hayfa ki daha ilk seneden i’tibaren bu tatlı ümidler bu güzel tahayyüller uçup gitti. Kanun-ı Esasimizin bize bahş ve te’min ettiği hukuk ve serbesti idare-i Hamidiyyenin derece-i nihayede tevsi’ etmiş olduğu bütün su’-i i’tiyadatımızı bi-muhaba isti’mal etmekliğimizden başka bir semere vermedi. İctimai nokta-i nazardan bunların te’siri ancak usul ve adat sunuf ve tabakat-ı sulü suretinde tecelli etti. En müterakki ve mes’ud milletler derecesinde ihraz-ı hukuk etmek daiye-i tıflanesi bizi müddeayatımızda ileri götürdükçe götürdü ve hırs ve iştihamızı arttırmış olduğundan ahval-i iktisadiyyemiz bize her zamandan ziyade tahammül-fersa göründü. Herkes daha ziyade nail-i huzur ve selamet olabileceği ümidinde bulunmuşken bilakis umumun fıkdani-i huzuru tezayüd etmiş ve herkes kendisini eskisinden ziyade fenalığa ma’ruz kalmış buldu. Çünkü herkes cür’et ve tecavüzünü arttırmış oldu. Herkes yekdiğerini bi-muhaba ızrara kıyam eyledi. Milliyet mücadelatı kavmiyet istirkabatı gittikçe artarak Osmanlılar arasında müşterek bir gayenin vücudunu yetperver müceddid ve vatanperver kesildiler. İşsiz ve geveze adi bir avukat hukuk-ı avammın müdafi’-i şedidi oldu. Aciz mürtekib me’mur da hararetli politikacı kesildi. Guya ki bütün memleket üzerinden bir cinnet ruzgarı vezan oluyordu. İşte bu defa dahi garblılar tarzında nail-i teceddüd olmak hususundaki tecrübemiz mucib-i teellüm olacak bir surette heba oldu. Şimdiye kadar vuku’ bulan tecaribden daha ziyade haiz-i ehemmiyyet olan şu son teşebbüs diğer tecaribden ziyade badi-i mesaib oldu.” Bu kadar mesainin bu kadar ıslahat ve teceddüdatın hiçbir faydayı intac etmemesi bilakis musibet ve felaketlerimizi artırması devlet ve milletimizi daha elim bir vaz’iyete ilka etmesi acaba nedendir? Müşarunileyh hazretleri bunun da cevabını veriyorlar: “Bunca mesaimizin böyle aled-devam duçar-ı akamet olması memleketi tarik-ı teceddüd ve ıslahata etmiş olduğumuz usulün mahz-ı hata olduğunda şübhe bırakmıyor. Şu hata-yı meş’um memleketin husul-i saadet-i hali mesi ve bunların bizde kabul ve tatbikı bahanesiyle bazen tahrifi kafi olacağı hakkında bizde mevcud olan kanaatimizdir. Mesela adliyemizi ıslah için Fransa’nın yani bizim hey’et-i ictimaiyyemize asla makis olmayan asıl ve menşei ile halet-i ruhiyyesi adat ve teamülatı seviye-i irfan ve medeniyyeti pek mütehalif bulunan ve binaenaleyh ihtiyacatı pek kesir ve mütenevvi’ bir hey’et-i ictimaiyyenin usul-i adliyyesini kabul ettik. Fransa’nın usul-i adliyyesi halet ve mükemmeliyeti ile bizi cezb etti ve bu usulün bizce kabulü için kafi görüldü. Halbuki hiç kimse bu usulün Fransa’ya hiçbir suretle benzemeyen bizim gibi bir memleket için muvafık olup olmayacağını düşünmedi. Maarif-i umumiyyemizi ıslah tabi’ elde edilen netayic de daha muzır oldu. Akıbet kıymetdar bir vakit bir de birkaç nesiller zayi’ eyledikten sonra bunca fedakarlıkların ihtiyarıyla vücuda gelen şeyi bozmak mecburiyetinde bulunuyoruz. Bu kadar netayic-i ma’kuseden sonra yine garibi orasıdır ki tecarib ve akl-ı selime münafi olan bu usul yine i’tibardan düşmemiş görünüyor. CİLD - ADED - SAYFA Daha fazla i’tiraz edecek olursanız elinde müteaddid damgalar vardır: Şeriatçı mürteci’ müstebid… Bunlardan birini derhal yapıştırır. Artık o vakit mes’ele ilim kürsisinden zabıta odasına intikal eder. leriyle– yarattıkları müesseseler tanzim ettikleri kanunlar hep bu ilmi ve ictimai! tariklarla vücud buldu. Milletlerin ahval-i ictimaiyye ve ruhiyyelerini adat ve an’anelerini tefekkür ve tasavvuratlarını mebadi ve telakkıyat-ı hukukıyyelerini neresinde görülmüştür? Ellerindeki kitaplar: “Kanunlar halkın ahval-i ruhiyye ve ictimaiyyesine irade ve temayülatına uygun olmak zaruridir.” dediği halde onlar bütün halkı sırf kendi kafalarına kendi Frenkleşmiş tasavvurlarına göre yürütmek istediler. Adli olsun maarife müteallik bulunsun bütün icraatları yangından mal kaçırırcasına vuku’ buldu. Halbuki başka memleketlerde bir şeyi yerinden oynatmak için kıyametler kopar bütün erbab-ı ilim ve tefekkür nokta-i nazarlarını ortaya koyar gazeteler o mes’ele hakkında kemal-i serbesti ile beyan-ı mütalaatta bulunur halkın arzusu ihtiyacatı temayülat-ı ruhiyyesi kemal-i ehemmiyyetle nazar-ı dikkate alınır hatta bazı memleketlerde doğrudan doğruya halkın efkar u arasına müracaat olunur; ondan sonra milletin ahval-i ruhiyye ve ictimaiyyesine en uygun şekil hangisi kanun-ı mahsusla tesbit olunur. Bizim Meşrutiyetperver hukukçular ictimaiyatçılar ise kendi sakim tasavvurlarına göre bir “hal-i cedid yaratmak” istediler; akşam düşündüklerini ferdası kanun şeklinde millete tebliğ ettiler. Amma kanunlarla tahavvül ve teceddüd yapmak ¹·ª Y¦ ¹—ª olsun Halkın arzusunun iradesinin ne hükmü var? Onlar hukuk ve ictimaiyat mütehassıslarıdır! Bütün halk bir araya gelse onlar gibi düşünemez tasavvur edemez bir inkılab-ı ictimai vücuda getiremez yani “yeni hayat” yaratamaz! “İnkılab-ı ictimai yeni hayat” dedikleri de garbın hayat-ı ictimaiyyesinden başka bir şey değil. Bunların bir kısmı da Tanzimatçıların aleyhinde bulundu. Fakat şurasını ayırmak lazımdır ki bu aleyhdarlık garbın kavanin ve müessesatını taklid ettiklerinden dolayı değil idi. Cesaret-i medeniyye gösterip de kurun-ı vüsta yadigarı olan eski müessesatı def’aten ve tamamen kaldırmadıkları için Tanzimatçıları tenkid ediyorlardı: “Bin sene evvelki Arab hukuku felsefesinden bizzat Arab hukukundan mülhem olan şer’i teşkilat ve Bizim şimdiye kadar hiçbir ıslahat icrasına muvaffak olamayışımız daima bizce yapılması muzır olan veyahud yapılmasına imkan olmayan şeyleri yapmak istemiş olmaklığımızdan neş’et etmiştir. İşte asıl sebeb-i yegane budur. Bizim en mükemmel ve en muktedir anasırımızdan yenkatı’ memlekete idhal edilen bideat ve teceddüdat-ı eblehaneden istifadenin imkanı olmadığı halde en iyi unsurumuzu bunları tatbika mecbur ederek sa’y ü gayretlerinin miz insanların kavanin ve nizamat için değil belki kavanin ve nizamatın insanlar için vücuda getirilmiş olduğu hakikatini hiçbir zaman anlayamamışlardır. Bir Fransıza sorunuz ki: Eğer Fransa rical-i hükumeti komşuları bulunan cak olurlar ise Fransa’nın hali ne olur? Buna cevaben: Fransa’nın mucib-i mahvı olur diyeceğinde şübhe yok. Çünkü Fransa’nın mecra-yı tabii-i inkişafını bozmuş olurlar ve binaenaleyh onu bir mevt-i muhakkaka mahkum eylemiş olduklarını bila-tereddüd söylerler. İşte görülüyor ki bütün fenalıkların asıl menşei birdir: Yani kavanin ve müessesat-ı ecnebiyyenin kabul ve idhaliyle mazhar-ı teceddüd ve terakki olmaklığımız lüzumuna bizce kanaat hasıl eylemek hatasıdır.” Görülüyor ki Tanzimatta olsun İstibdadda olsun Meşrutiyette olsun hasılı hangi devirde olursa olsun bizde bir zümre-i müceddidin vardır ki bunlar memleketi garblılaştırmak için muhtelif şekillerde sahneden sahneye atlayıp durmaktadırlar. Bunlar elbise değiştirir gibi şekilden şekle girerler. Fakat ruhları asla değişmez. Vasf-ı mümeyyizleri sabittir: Garb-perest! Bazen açıktan açığa garblılaşmaktan bahsederler. Bunun izharında mahzur gördükleri zaman ona muarız görünürler modadaki sıfatı ediniz ruhlarında garb-perestliğin bütün zindeliğiyle yaşadığını anlarsınız. Çünkü bunların bütün sermaye-i müessesat ve nazariyatını hükümden ıskat edecek olursanız onların ilmi de sıfıra müncer olmak tehlikesi vardır. Halbuki o mesela ulema-yı hukuktan yahud maarif ve terbiye mütehassısı yahud dühat-ı ictimaiyyundandır. Amma hangi hukuk hangi maarif hangi ictimaiyat? Tabii ya Fransız ya İngiliz ya Alman. Kendisine bunlardan bahse kalkışacak olursanız işi derhal mugalataya boğar. İrfanın ictimaiyatın vatanı yoktur der. Ma’hud nazariyelerini serde başlar. Gerek hukukçu gerek terbiyeci gerek ictimaiyatçı birçok Frenk isimleri ezberlemiş Frenk nazariyeleri bellemiştir. Onları ortaya döker ve “Bu ilimdir. Bunun haricinde söz söylenemez.” der. CİLD - ADED - SAYFA Yani Tanzimatçıların eksik bıraktığı halkın infialinden çekindiği için yapamadığı icraatı bunlar ikmal ediyordu. Hele son zamanlarda o kadar çılgıncasına ictimai edebilselerdi din ile hükumetin tefrikını resmen i’lan edecekler şeyhülislamı hey’et-i vükeladan ihrac edecekler devletin dini din-i İslam olduğu kaydını bile Kanun-ı Esasiden kaldıracaklardı. Yani baladaki Angelhard’ın birinci düsturunu tatbik edeceklerdi ve bunları yapmak kafi idi. lardı. Tanzimatçılar cezri bir surette hareket etmemişti. Kurun-ı vüstanın müessesat ve telkinatını Arab hukuk ve kavaninini Arab ictimaiyatını yıkamamışlardı. Asri hukuku asri maarifi asri ictimaiyatı tamamıyla te’sis edememişlerdi. Islahat ve tanzimatı noksan yapmışlardı. Yalnız şurasını kaydetmek iktiza eder ki Meşrutiyeti te’sis eden hürriyetperverlerin bila-istisna hepsi bu fikirde değil idi. İçlerinde bütün milletle beraber memleketi felakete sürükleyen bu ahvalden müteessir olanlar pek çoktu. Onlar hususi bir zümre bir taife idi: Meşrutiyet yahud milliyetperverlik perdesine bürünmüş garb-perestler idi. Gitgide bütün nüfuz ve kudreti ellerine geçirerek şahsi düşüncelerini Frenkleşmiş tasavvurlarını mevki’-i fi’le koymaya teşebbüs etmişlerdi. Bu hareketleri hiç şübhe yok ki tamamıyla fuzuli idi. Aynı mezheb-i siyasinin hemen ekseri müntesibleri onların efkar ve tasavvuratına muarız idi. Halbuki onlar hey’et-i umumiyyenin şahsiyet-i ma’neviyyesi namına hareket ediyorlardı ve bu yüzden memlekete mütemadiyen siyasi ve ictimai münaferet tohumları saçıyorlardı. Bit-tabi’ bu bir tegallüb idi ve bu tegallüb yalnız siyasi değildi. Daha ziyade ictimai idi ki tegallübün bu nev’i dünyanın hiçbir yerinde görülmemişti. İdare-i örfiyye altında inkılab-ı de şimdi Bolşeviklerde görüyoruz. Bir milletin ahval-i mekten başka bir şey değildir. İşte hep o çılgınlıkların neticesidir ki milletin ahval-i maddiyye ve ma’neviyyesi pek elim ve feci’ bir şekle girmiş oldu. Vazıh bir surette görülüyor ki Meşrutiyet devri Tanzimat düsturlarını daha esaslı ve cezri surette tatbik eden Angelhard’ın dediği vechile mücadele aynı mücadele idi: “Hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyyeyi hey’et-i ictimaiyye-i Hıristiyaniyyeye yaklaştırmak yani İslamdan uzaklaştırmak! Ortadaki maniayı yani dini büsbütün izale ederek kanunların ilahi bir merbutiyet ve sadakatle tatbik edildikleri zamanlar çoktan geçmişti. Lüzumsuz ve kuru bir taassub halini alan cahilce i’tikadlarla “Gülhane Hatt-ı Hümayunu”nun neşr u i’lanına kadar muhafaza olunan bu şer’i teşkilat ve kanunları asri bir devlet kurmak isteyen; devletin teceddüde olan ihtiyacını tam bir kanaatle eden Tanzimatçılar hükümden ıskat ederek ilahi devre nihayet verdilerse de zamanımız hukuk felsefesinin hukuk tarihinin mu’taları mucebince yeni bir teşkilat vücuda getirememişlerdi. Yirminci asırda hala ruhani şer’i mahkemelerin vücudu afvolunamaz bir cürümdü. Bir memlekette iki mahkeme nasıl olurdu? Bir devlet ki hukukunu kendi doğurmaz kanununa “gökten inmiş değişemez” derdi; o asla bir devlet değildi. Asrın hukuki felsefesinde gaye zamanımızın hukuk zihniyetinden mülhem kanunların tatbikı idi. Böyle iken biz nasıl olur da bin sene evvelki “Rabbani hukuk” ile tevzi’-i adalet edebilirdik? Kezalik Tanzimat bir maarif müessesesi husule getirmiş tecrid edememişti. Bu hususta “cezri” harekette bulunmaya Medreselerin te’siratı memlekette hala baki idi. Yirminci asırda mekteplerimizin ruhani vezaifi ta’lim ile iştigal etmesi asrın terakkıyatı önünde müdhiş kebairden idi. Maarif bugün artık bir ilim mes’elesi olmuştu. Dini tahsil memleketin istihsalatında amil olamazdı. Münhasıran maddiyat üzerine mübteni asr-ı hazırda artık mektepleri tamamıyla “laik – la-dini” bir hale koymak icab ederdi. Memlekette iki maarif olmazdı. Medrese zihniyeti hala yaşıyordu. İşte Tanzimatçılar bu mes’eleyi de esaslı bir surette halledememişlerdi. Sonra milletin hayat-ı ictimaiyyesi de kurun-ı vüstai idi! Kadın hala erkeğin esaretinde idi! Hıristiyan adetinden başka bir şey olmayan tesettüre riayet ediyordu. Halbuki asr-ı hazırda kadın hayat-ı ictimaiyyeye omuz omuza çalışması iktiza ederdi. Sonra tiyatro yirminci asrın terbiye ocaklarıydı. Halkın zevk-ı bediisini böyle söylüyor ve bu [dü]sturlara göre icraatta bulunuyordu. Mahakim-i şer’iyyeyi Meşihat’tan alıyor Fetvahane’yi ehemmiyetten ıskat ediyordu. Terbiye-i diniyye esası üzere icra-yı tedrisatta bulunuyor diye Evkaf mekteplerini seddediyordu. Mekteplerden dinin nüfuzunu kaldırıyordu. Kadını sütre-i hicabdan tecrid ediyordu. Memlekette CİLD - ADED - SAYFA bir devlet-i İslamiyye te’sis ile İslam tarihinde bir sahife-i garra küşadına muvaffakıyeti Cenab-ı Hak’tan temenni olunur. Zira müslümanlar Allah’tan Peygamber’den sonra her şeylerini devlet ve hükumetlerinden beklerler. Müslümanlar gerek menfaat-i dünyeviyyelerinin gerek menfaat-i uhreviyyelerinin ancak devlet ve hükumetle kaim bulunduğunu bildikleri için onun uğurunda feda-yı can etmeyi en büyük fazilet ve sevab addederler. Müslümanlık hem i’tikadi ve ahlaki hem ictimai ve siyasi bir müessesedir. Din-i İslam insanların hem maddi hem ma’nevi bütün ihtiyacatını en ma’kul ve en mu’tedil bir surette te’min ve tatmin edecek esasat-ı muhkeme vaz’ etmiştir. Binaenaleyh Müslümanlık ahlakıyatını i’tikadatından ve bu evsafından dolayı öyle inkısam na-pezir bir küll-i tamdır ki insan te’min-i saadeti için o küllün hey’et-i mecmuasına riayet mecburiyetindedir. Bir müslümanın dinine karşı olan irtibatı lazımü’l-eda bir vazife-i vicdaniyyesi olduğu gibi o kuvvet ve ehemmiyette bir vazife-i yat-ı ma’neviyyelerine hem mevcudiyet-i milliyye ve ictimaiyyelerine kasdeylemiş olduğunu bildikleri için kendi esasat ve desatir-i İslamiyyelerine yabancı olan efkar ve nazariyata karşı pek tabii olarak bir hiss-i nefret beslerler. Hürriyet müsavat ve tesanüd İslamın secaya-yı mahsusasıdır. Beyne’l-İslam sunuf ve tabaka farkları rüchan ve tahakkümleri yoktur. İslam halkın hükumete hükumetin halka karşı vezaifini aralarındaki münasebatını ta’yin ve tahdid ederek muvazene-i siyasiyyenin husulünü te’min etmiştir. Hiçbir şekl-i hükumetle takyid eylemediği insanları hukuk ve vezaif-i mütekabilelerine hürmet ve riayet şartıyla ihtiyaclarına göre hareket-te hür ve serbest bırakmıştır. Vaz’ ettiği düsturlar fıtrat-ı dir zaman ile mukayyed değildir. Beşer yaşadıkça ondan ali bir düstur keşfetmesine ihtimal yoktur. Mesela kuvve-i icraiyye için vaz’ ettiği düsturlar –ki emaneti ehline tevdi’ beyne’n-nas adaletle icra-yı hükümden ibarettir– beşerin saadetini te’mine kafil en mühim hukuk-ı esasiyyedir. Bütün dünyanın hukuk-şinasları bir araya toplansa bu düsturlardan ali bir esas vaz’ına muvaffak olamazlar. İslamın bütün ahkamı mahz-ı hikmettir. İslamda hükumet: Kavaninin icrası vahdet-i ictimaiyye ve şevket-i siyasiyyenin intizam ve kemalinin muhafazası hukuk-ı diniyye ve medeniyyenin müdafaası ile mükellef bir hey’ettir. İslamda hakimiyet kanundadır. Ruh-ı İslam; hükumeti alem-i Hıristiyaniyyette olduğu gibi kavanin-i diniyyenin te’siratından azade laik bir hale getirmek!” Birinci devredeki Tanzimatçılar bir dereceye kadar halkın tamamıyla tatbika cesaret edemedikleri halde Meşrutiyet devrindeki Tanzimatçılar bu cesareti kendilerinde görmüşler ve cezri tatbikata başlamışlardı. Şu kadar ki zaman müsaade etmediği için tamamıyla tatbika muvaffak olamadılar. Vaz’iyette büyük bir tahavvül husule geldi. Anadolu’nun ortasında büsbütün başka mahiyette bir Millet Meclisi teşekkül etti ve inayet-i Hak’la milletin zimam-ı mukadderatını eline aldı. Şimdi Büyük Millet Meclisi gayet mühim bir mes’ele karşısındadır: Milletin bünye-i ictimaiyyesine ahval-i ruhiyyesine tamamıyla yabancı olan o müessesat ve kavanin huna hissiyatına temayülatına uygun bir hatt-ı hareket mi ihtiyar edecektir? Yani bu memleket ve millet Tanzimat düsturlarına tevfik-ı hareket ederek onu ikmale mi çalışacaktır; yoksa Tanzimatın vücuda getirdiği Frenk müessesatını Frenk kanunlarını ilga ederek tamamıyla ve hakiki bir surette İslami teşkilat ve mevzuatı mı te’sis edecektir? İşte esas mes’ele budur. Her şeyden evvel bu mes’elenin tesbiti iktiza eder. Çünkü bir kere bu takarrur ettikten sonra alt tarafı kolaydır. Hiçbir mes’elenin hallinde güçlük çekilmez. Mu’dıl görünen bütün mesail-i dahiliyye ve ictimaiyye pek sühuletle halledilir. Demek ki Büyük Millet Meclisi’nin karşısında bugün iki yol vardır: - Tanzimat yolu - Müslümanlık yolu. Vakıa bu Meclis ecnebi istilasına karşı memleketi müdafaa maksadıyla teşekkül etti; fakat hüsn-i tedbiri sayesinde memlekette te’sis-i vahdet ile devleti izmihlalden kurtardığı için milletin i’timadına mazhar olmuştur. Binaenaleyh bu Meclis-i alinin memleket için mahz-ı felaket olan Tanzimatçı düsturlarına nihayet verecek hakiki bir idare-i İslamiyye te’sis edeceğine milletin itmi’nan-ı tammı vardır. Zaten Meclisin ekseriyet-i uzma bir surette görülmektedir. Birçok İslami icraatı bunun delil-i bahiridir. Büyük Millet Meclisi vahdet-i siyasiyyeyi te’min ile memleketi izmihlal-i muhakkaktan kurtarması te’sisat ve nazariyatından da milleti tahlis ederek hakiki CİLD - ADED - SAYFA ahalinin mevlası sahibi mütehakkimi bir hükumet teşekkülüne kat’iyyen müsaade etmemiştir. Vezaif-i hükumeti hususi unvanlar imtiyazlar mevcud değildir. Bütün müluk ve ümera aynı efrad gibi kanun-ı külliye tebaiyetle mükelleftir. Hatta hükumetin bizzat hall ü akd iktidarı da yoktur. İslamda kavaninin hadisata tatbikı bile menafi’-i umumiyyeye tevfik edilir. Yoksa mülukün ümera ve hükkamın irade-i zatiyyeleri ve makasıd-ı hususiyyeleri tatbikatta müessir olamaz. siyi yahud müstesna bir imtiyaz ve salahiyeti haiz bir mevcudiyet-i ruhaniyye yoktur. Vezaif-i irşadiyyeyi ve ulum-ı diniyyeyi efrad-ı İslamiyye kendi aralarında tedavül ettirirler. Tedrisat-ı diniyyeyi ifa eden müderrisler mualliminden başka bir şey değildir. İslam ma’bud ile abid arasında vasıtaya ihtiyac ve lüzum göstermemiştir. Herkes ibadet de imamet de edebilir. de reddeylemiştir. Binaenaleyh İslamda Avrupa’da olduğu gibi zadegan namıyla bir sınıf-ı mümtaz yoktur. İslamın teşekkül-i ictimaisinde uhuvvet ile müsavat iki düstur-ı muazzamdır. Hayır ve takvada teavün hukuk-ı mütekabilelerini müdafaa felaket ve mesaibe karşı müzaheret yekdiğerinin mal ve canını vikaye ile mükelleftir. Hudud-ı İslamiyyeden herhangi bir kıt’ada ma’ruz-ı tecavüz olan müslümanların imdadına müsaraat aktar-ı sairedeki İslamlar üzerine bir farizadır. Uhuvvet-i hassa-i esaslar üzerine müessestir ki bu sayede intişar ve i’tila-yı münazaatı ortadan kalkmıştır. Ahkam-ı İslamiyye bütün müslümanları ahkam-ı umumiyyede mütesaviyen mükellef veya müstefid eder ve kimseyi tefrik etmez. İmtiyazlı ve müstesna hiçbir ferd veya cemaat yoktur. maiyye esası vardır. Ferdi vezaif farz-ı aynlarla ictimai vezaif farz-ı kifayelerle tesbit olunmuştur. İslamiyet müslümanların vahdet-i fikriyye ve siyasiyyelerini te’min edecek en metin ahkam-ı ictimaiyye vaz’ eylemiştir. Müslümanlık edyan-ı saire gibi bilhassa Hıristiyanlıkta olduğu gibi hayat-ı ma’neviyyeye inhisar etmez. Müslümanlığın [gayesi] tekamül-i ferdi ve bilhassa tekamül-i ictimai ve siyasi sayesinde ale’l-ıtlak beşeriyeti evvelen ve bizzat bu dünyada saniyen dar-ı ukbada mes’udiyete isal ve kemale mazhar etmektir. Din-i İslam bütün ahkamında akl-ı beşere hitab fıtrat-ı beşere istinad tekamül-i beşeri yasını teakkule kadir bir hey’et-i ictimaiyye husule getirmiştir. ya istinad etmesi ve münhasıran saadet-i ümmeti istihdaf etmesidir. Binaenaleyh hikmet ve ma’delet ile tesanüdü hilaf-ı akl ü tabiat olan temayülat ve ihtirasattan tebaudü zaruridir; sunuf-ı ictimaiyyenin tekamülünü mahiyet-i muazzam bir inkılab vücuda getirmiş; ilelebed beşerin nazım-ı mukadderatı olacak ahkam-ı aliyye vaz’ eylemiştir. asra muvafıktır. sinde fedakarlık siyaset-i hariciyyesinde isti’la siyaset-i dahiliyyesinde de inkıyaddır. İslam siyaset-i ferdiyyesinde hayat-ı efradı hayat-ı ictimaiyyeye menafi’-i eşhası daima menafi’-i umumiyyeye rabt eylemiş ve o yolda ta’lim ve terbiye eylemiştir. İslamda isti’la: İ’la-yı kelimetullah yani tevsi’-i hükumet tenfiz-i hakimiyyet suretlerinde tezahür etmiştir. İslam izzet ile i’tila ile amirdir. Ë~Ê µÁ–Ë—Àʹ—À en büyük ve en birinci düsturdur. İslamda atalet ve su’-i tevekkül yoktur. Siyaset-i dahiliyyesiny—¯ª ¿ž _–YªY¯² deki inkıyad ise hadis-i şerifi mucebince kanun-ı Hakk’a itaat kanun-ı Muhammedinin bila-mukavemet saltanat-ı azimesidir. kurulan İslam vahdet-i ictimaiyyesinin birinci tezahürü vahdet-i hakime ikincisi vahdet-i milliyyet üçüncüsü de vahdet-i riyasettir. Yüz milyonlarla müslüman Kur’an-ı Kerim’de birleşir. Hiçbir müslüman milliyet-i amme-i İslamiyyenin bedaheten zararına olarak kendi ferdiyetinin kendi kavminin ve milletinin diğer akvam-ı kalmasını isteyemez. Vahdet ve şevket-i İslamiyyeyi muhafaza için bu en büyük bir esastır. Vahdet-i riyaset Velhasıl İslam kuvvetli bir hükumet idaresinde kanuni bir cem’iyet te’sis ederek bu cem’iyetin efradına kavanin-i adilenin taht-ı kefaletinde hukuk-ı fıtriyye te’min eden; ferdin ve cem’iyetin inkişaf ve tealisi maddi ve ma’nevi terakkisi için her türlü vesaili irae eyleyen bir din-i ictimaidir ki bir vakitler tarih-i alemde kudret servet mükemmeliyet ve beyne’l-milel medeniyetçe naziri görülmeyen Hulefa-yı Raşidini Devlet-i Emeviyye Abbasiyye Gazneviyye Selçukıyye ve Osmaniyyeyi yaşatmış ve ümmet-i İslamiyyeyi her yerde bel’ olunmaktan sıyanet etmiştir. Binaenaleyh mütefekkirlerimizin; evliya-yı umurumuzun bu derecelerde ehemmiyet ve hususiyeti haiz CİLD - ADED - SAYFA lara dinlerini tecdid edecek bir müceddid göndereceği” hakkında varid olan hadis-i şerifleriyle tavazzuh ediyor. Binaenaleyh bu ayet-i kerimedeki va’d-i ilahide yalnız ma’neviyyesine de işaret vardır. El-hasıl müslümanlar içinde dini müceddidlerin emr-i zuhuru Kur’an-ı Kerim tarafından beyan olunmuş Resulullah efendimiz tarafından te’kid edilmiş bir keyfiyettir. Nitekim on üç asırdan beri her asırda zuhur eden müceddidin-i İslamiyyenin isimleri birer birer sayılıyor. Müceddidlerin vazifesi nedir? Din-i İslamın getirdiği hakaika da’vet asrın ihtiyaclarını tedkik müslümanların duçar oldukları hastalıkları teşhis ve tedavidir. Yeryüzünde her asırda bir müceddid-i dininin zuhur edeceğini te’kid buyuran Resulullah müslümanların azamet ve ikbal şahikalarından düşeceklerini desatir-i İslamiyyeyi bir gün ihmal ederek vahdet-i milliyyelerini gevşeteceklerini el-hasıl bugünkü kemal-i teellümle gördüğümüz sukutlara duçar olacaklarını elbette biliyorlardı. Fakat bu gibi tedennilerin muvakkat bir mahiyeti haiz olduğunu bu gibi tedenniyatın İslam saltanat-ı maddiyye ve ma’neviyyesini tehdid edecek bir şekil almasına zuhur edecek müceddidlerin mani’ olacaklarını ve müslümanların müceddid bir kudretle yine eski mevki’lerine i’tila edeceklerini tebşir ediyorlar. Şimdiye kadar hep gördük: İslam saltanat-ı maddiyyesine vurulan her darbe müslümanların faaliyetini tezyid etmek yeni saltanatlar kurmalarına saik olmak gibi neticeler vermiş ve bu suretle va’d-i ilahi tahakkuk edegelmiştir. asr-ı ahir zarfında ilim ve medeniyet i’tibarıyla geri kalmaklığımız ve bir asırdan beri devam eden mesai-i kasıranemizin müsbet bir netice vermemesi üzerine diyarımıza çöken zulmetin bir müceddid-i dininin zuhuruyla peyderpey zail olacağı da muhakkaktır. Şimdiye kadar Bundan böyle de eksik olmayacağına imanımız berkemaldir. Kitab-ı Kerimimizin vaad buyurduğu vechile payidar ve hakim kalacak müslümanların endişeleri emn ü itminana mübeddel olacaktır. olan İslam gayesini üssü’l-esas-ı siyaset ve ictimaiyat tanımaları bünye-i İslamdaki bu muazzam vahdete nazar-ı ve takviyeye çalışmaları en mütehattim vazifeleridir. Şu hakikat güneş gibi zahirdir ki müslümanlar için fevz ü felah ancak dinlerine sımsıkı sarılmaktadır. İslamdan uzaklaşmak ecnebi müessesat ve kavanini ile te’min-i mevcudiyyete çalışmak inkıraz-ı muhakkaktır mevt-i küllidir. byÀ ±– ¹ ž µ³À à ¿bYÀ oÀ ¹£\ ­·] oÀ µ²¹] ª _ ³® u ­ ±À ±® ¹³® ª Y·À YÀ _®¹ ª ¹žY ¥ª ­ Ê ª – {– kÀ à ©Á]~ ¿ž u¶Y Ê sÀ ±Á³®Q¯ ª – ±ÀyžY à © ±® µÁbQÀ à Y ƒÀ ~ • –Á­ ž ‹ Kuran-ı Kerim’in bize vaad ve tebşir ettiği vechile Hak teala ehl-i imanı yeryüzünde evvelce hükümran ettirdiği gibi hakim kılacak; onlar için intihab ettiği dini yeryüzünde te’sis ve onların endişelerini emn ü itmi’nana tahvil edecektir.Bu va’d-i ilahi yalnız yeryüzünde İslam devletinin teessüsünü değil; bekasını da Risalet-penah efendimize varis olacak haleflerin gönderileceğini de müslümanların yeryüzünde hakim bir millet olacaklarını da tebşir ediyor. Bu mevaid-i ilahiyyeyi tazammun eden ayet-i kerimede varid olan “evvelce yeryüzünde hükümran olan milletlerden” maksad bilhassa Beni İsrail’dir. Müslümanlar bu ayet-i kerimenin vahyolunduğu zamanda her taraftan düşmanlarla muhat idiler. Müslümanlar endişe içindelerdi. Arabistan müşriklerle dolu Nur suresinde tebşir olunan bu muzafferiyet-i uzma yukarıda mealen naklettiğimiz ayet-i kerime ile en vazıh ve en kat’i surette te’yid olunmaktadır. Bu ayet-i kerimedeki va’d-i ilahi İslam saltanatının teessüsünü ve müslümanların bir de arz-ı mev’udda Beni İsrail’e halef olacaklarını tebşir ediyor ve Beni İsrail’i ıslah etmek için peygamberler gönderildiği gibi müslümanlara da müceddidler gönderileceğine işaret ediyor. Bu işaret-i Sübhaniyye Resul-i Ekrem efendimizin “muhakkak Cenab-ı Hak her asrın başında müslümanSakın yıkılma haber vermeden demez miydim? Bu muydu senden a zalim bu muydu ümmidim? Hukùku ahdi gözetmek nedir sakın bilme! Yazık yazık sana sarf ettiğim emeklerime!..” O taş yığınları bir hatifi lisan olarak; Zavallı ademe der: “Haksız infiali bırak. Geçip de karşıma feryad eder misin şimdi? Haber mi vermedim amma kulak veren kimdi! Duvarlarımda yarık sandığın ağızlardan Birer zeban-ı tezallüm uzattım ey nadan! Fakat çamurla kapardın da her gün ağzımı sen Ziyade söyleyemezdim susardım artık ben.” Hikaye halimizin aynıdır değil mi? Evet! Şu farkı var yalınız: Bizde yok değil kuvvvet. Yığın yığın sakatatıyle geçmiş edvarın Yıkılmış olsa da bir hayli kısmı divarın Bina-yı milleti i’la eden temel sağlam. Demek ki kurtuluruz biz bugün olursak adam. Onun da çaresi elbirliğiyle gayrettir; Çalışmanın o kadar feyzi var ki: Hayrettir! Bu hale gelmeyecektik oturmasaydık eğer… Emin olun bizi me’yus eden felaketler Vazife hissine biganelik belası bütün; Küçük büyük “ne vazifem!” desin de iş yürütün! O hale geldi ki millet vazifesizlikten: Vazife hissi de kafi değil bugün cidden. Evet onun daha fevkinde ihtiyac artık... O ihtiyac ise: Milletçe bir fedakarlık. Şu fıkrasıyle hakikat Cenab-ı Mevlana Nigah-ı ibrete açmış cihan kadar ma’na: Delik deşik evinin bir zavallı hane-harab Görür de halini her gün eder şu yolda hitab: “Yıkılma ha! Beni evvelce etmeden agah; Çoluk çocuk biteriz sonra hep ma’azallah!” Bu hasbihal ile yıllar gelir geçer... Derken Gelir bakar ki bir akşam: O aşiyan dipten Yıkılmış altına almış zavallı aileyi. Görünce karşıdan ademceğiz bu haileyi Yığınla taş kesilen yurdunun harabesine Döner de der ki: “Meğer aldanırmışım desene! Ne oldu bunca niyazım ey aşina-yı kadim? Çocuklarım olacakken ben oldum işte yetim! CİLD - ADED - SAYFA bin Şihab Said bin Cübeyr İbni Abbas tarikıyle rivayet ettiği şu hadis o kabildendir. İbni Abbas diyor ki: “Yahudiler aleyhissalatü vesselam Efendimize gelerek Ya Ebe’l-Kasim. Sana beş şey soracağız dediler ve en son ra’d nedir? sualini irad ettiler. Peygamberimiz “O Cenab-ı Hakk’ın meleklerinden bulutlara müvekkel bir melektir. İki elinde ateşten bir kamçı vardır ki onunla bulutları Allah’ın emreylediği tarafa sevk eder.” cevabını verdi. “Ya işittiğimiz bu ses nedir?” dediler. “O da onun sesidir.” buyurdu. Bunun üzerine Yahudiler “Doğru söyledin.” dediler.” Şimdi biz bu hadisi tedkik ettiğimiz zaman raviler arasında Abdullah bin el-Velid el-İcli’yi görüyoruz ki ne kadar zaif olduğunu demin söyledik. Sonra hadisin ma’nasını teemmül ettiğimiz vakit müşahedat-ı ilmiyye bulutlardaki müsbet menfi iki kuvve-i elektirikıyyenin kezalik berkın da aynı kuvvetlerin birleşmesinden hasıl olmuş bir zıyadan ibaret bulunduğu fennen sabittir. Binaenaleyh ne ra’d bulutlara müvekkel bir melektir ne de berk o meleğin elindeki ateşten kamçıdır. Bu hakikatleri bugün mekteplerde medreselerde okumakta olan en küçük çocuklar bile biliyorlar. O halde envar-ı ilm ü irfan ile fikirleri açılmış müslümanlar üzerinde bu ve emsali ehadis ne gibi te’siri olmak icab eder? Papaslar din-i İslama karşı daimi bir harb içinde bulunan misyonerler buna muttali’ olurlarsa ne demezler? Sonra tedkik ve tetebbu’ iktidarında olmayan müslümanlar bu gibi ehadisi eimme-i hadisten Ahmed bin Hanbel gibi meşahir tarafından rivayet edildiğini ulema-yı tefsirin büyüklerinden Razi gibi İbni Kesir gibi yarlar ve görürlerse hasımlarına karşı ne diyebilirler? Şübhe yoktur ki mevzu’-ı bahs olan ehadis din-i İslamın esasatından hakaikından addolunarak neticesi bit-tabi’ gerek o din-i kavime gerek onun sahibi olan Cenab-ı Seyyidü’l-mürseline su’-i zanna müeddi olacaktır. Şeriat-ı ehadis bu gibi asar bir taraftan birçok münevverü’l-fikr müslümanların akidesini sarsarak zavallıları dinlerinden şübheye düşürdü; diğer taraftan da a’da-yı İslamın eline dinimize hücum için birçok vesileler birçok ser-rişteler vermiş oldu. Şayed Kitabullah’ın tefsirinde bu gibi asara yer verilmemiş olsaydı İslamın düşmanları o Kitab-ı Kerim’e hücum için hiçbir açık kapı hiçbir zaif nokta bulamazlardı. Bismillahirrahmanirrahim Yžy À± . ª Ê uª ­ r u–................... y ª a²Y¦ i © – – Şimdi ihtar edilmesi lazım gelen bir nokta daha kalıyor ki o da şudur: Müfessirler izah etmekte olduğumuz ayet-i kerimenin esbab-ı nüzulüne dair olmak üzere birçok asar ehadis rivayet etmişler ve rical-i hadis arasından za’file yahud kizbile ma’ruf olanlardan gelen rivayatı kezalik ma’nası sıhhatten baid ruh ve müeddası zevk-i selime münafi ehadisi nakletmek hususunda –Allah afvetsin– hiç ihtiyata riayet eylememişler; sonra kendilerinin bu mahiyetteki rivayetlerinden hasıl olacak netaic-i seyyieyi hiç düşünmemişler; bu gibi harekatın müslümanları dinlerinden şübheye düşüreceğini a’da-yı Sahib-i Risalet efendimiz hazretlerine hücuma cür’etyab edeceğini hatıra getirmemişler. gibi Fahr-i Razi gibi büyük tefsir kitaplarını tedkik ettiğiNasıl olabilir ki raviler arasında Yunus bin Bükeyr bin Vasıl eş-Şeybani vardır. Evet bu zat için Nesai: Zaifdir Ebu Davud ise: İhticaca salih değildir diyor. Kezalik ehadis-i mebhusenin ravileri içinde Hüseyin bin Muhammed bin el-Mervezi bulunuyor ki bu adam hakkında İbni Hacer: Mechuldür hükmünü veriyor. Aynı raviler miyanında bir de Muhammed bin İshak bin Yesar görülüyor ki rical-i hadisten bu adamın kesirü’ttedlis olduğu işitiliyor. Abdurrahman “Babam Muhammed bin İshak için bence hadiste kavi değildir bilakis zaiftir dedi.” diyor. Yine bu raviler sırasında Abdullah bin el-Velid el-İcli bulunuyor ki bunun hakkında da Ali bin el-Medini “Kim olduğunu bilmiyorum.” diyor. Şayed bu hadisler fezail ve mekarim-i ahlak vadisinde varid olaydı ravilerini tezkiyeye kalkışmamak işi sükut gibi ehadisi eserlerine şevahid makamında derc etmiş olmalarını ve ayat-ı kerimeyi ona göre şerh eylemelerini hoş görebilirdik. Lakin hadis olmak üzere rivayet edilen o sözler hakaik-ı sabite-i ilmiyyeye berahin-i mantıkıyyeye müşahedata külliyyen muhalif birtakım mebahisi tasavvur edilir? lar Ka’belerinden Ravza-i Mutahherelerinden mehcur edildi. Bu parçalar dahi yine kendi dairelerinde müstakıl bırakılmadı. Birer ecnebi müstemlekeleri haline konuldu. Şimdi o iftirak ve istiklal sevdasında bulunan biçare Arab kardeşlerimiz hakimiyet-i Osmaniyyeyi o ca-mia-i Ey İslamın ezeli ve ebedi hak ve vasfı olan istiklal uğurunda kan döken Anadolu müslümanları! Şimdi ancak siz çalışabilirsiniz. Çalışabilmek fırsatı şimdi ancak sizdedir. Daire küçüldükçe vazife artıyor. Eskiden bir ise şimdi bin derece çalışmak istiyor. Ta ki el-iyazü billah nur-ı İslam tamamıyla sönmesin. Biz çalışırsak Allah’ın Ey memalik-i sairede bulunan umum müslümanlar! Düşününüz düşününüz. Bu felaketleri bu kıyametleri başımıza koparan ayrılıkları başkalıkları bırakınız. Her biriniz bir çürük ipe adi bir politikaya hasis bir menfaate değil hepiniz birden habl-i metin-i İslama sarılınız. Korkmayınız. Emin olunuz ki o habl-i metin sizin cümlenizin ağırlığını götürür cümlenize birden bir kuvve-i dafia ve kahire ihsan eder. İçinizde hiçbir suretle ayrılık olmasın. Hep bir vücud-ı muazzezin a’zası olduğunuzu yınız. Milletinize acımıyorsanız dininize acıyınız. Ey rical ve vükela-yı millet! Lutfen şu hitabeleri siz de medeniyeti her heveslendiğimizi taklid ettik. Anladık ki bizi gayya-yı helake sürüklemekten her hatvemizde o hevl-nak çukura bir adım daha yaklaştırmaktan başka bir istifademiz olmuyor ve olmayacaktır. Artık insaf edelim her ma’nasıyla yorganımıza göre ayağımızı uzatalım. Her muamelemizi ahkam-ı Kur’aniyyeye tatbik edelim. Biz bize ve Kitab-ı Celilimize göre medeniyet-i sahihamızı rupa’nın nefis meta’ları yerine bizim yapabileceğimiz bezleri abaları giyelim. Ta ki yerli meta’larımızda revac ve terakki hasıl olsun. Ta ki paramızı ecanibe aşırmayıp kendi derdimizin ilacına verelim. O ilac ki bizi ölümden ancak o kurtaracaktır. Müdafaa-i memleket hakiki menabi’-i varidat bulmakla beraber masarifimizi teşkilat ve maaşat-ı sairece varidatımızdan az edelim. Artan paramızı müdafaa-i memlekete hasr edelim. Ey ulema-yı kiram! Sizler ki bir nush-ı şer’inin bir seyf-i kahriden daha müessir olduğu zamanların nasıh ve alimleri olan İbni Mes’udların İbni Abbasların İmam-ı A’zamların Ebussuudların İbni Kemallerin halefleri olacaksınız; hak sözü söylemekten sizleri bir zaman Bununla beraber mevzu’-ı bahs olan ehadisin sahih mertebesine vardığı farz olunsa bile umur-ı dünyayı tebyin ve kavanin-i tabiiyyeyi izah hususunda bunlara nasıl istinad ediliyor ve ayat-ı Kur’aniyye bunlarla nasıl tefsir olunuyor? Öyle ya! Resul-i Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz vazife-i risaletin ne olduğunu bizlere bildirmiştir: Talha’dan rivayet ettiği vechile Musa bin Talha babasından naklen diyor ki: Aleyhissalatü vesselam Efendimizle beraber gidiyorduk. Bir cemaat gördük ki hurma ağaçlarının tepesine çıkmışlardı. “Bunlar ne yapıyorlar?” diye sordu. “Telkih ediyorlar; erkeğini dişisi üzerine koyuyorlar. Bu suretle aşılanmış oluyor.” cevabını verdiler. Aleyhissalatü vesselam Efendimiz “Bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum.” buyurdular. Cemaat Efendimizin bu sözünü duyunca telkihı bıraktılar. Lakin Efendimiz cemaatin aşıyı terk ettiğini haber alınca “Eğer kendilerine menfaati oluyorsa yapsınlar; benimki bir zandan ibarettir. Binaenaleyh beni zannımdan dolayı muahaze etmeyiniz. Ancak Cenab-ı Hak’tan olmak üzere size bir şey söylersem o sözümü tutunuz. Zira Allah’tan naklen söylediğim sözde asla yalan söylemem. ” buyurdular. Müslim’in diğer bir rivayetine göre aleyhissalatü vesselam Efendimiz buyurmuş ki: “Ben ancak insanım. Size dininize dair bir şey emrettiğim zaman onu tutunuz; kendi re’yimden olmak üzere bir şey emredersem bilinizki ben beşerden başka bir şey değilim.” Yine Müslim’in diğer bir rivayetine göre şöyle buyurmuşlar: “Siz dünyanıza aid umuru benden daha iyi bilirsiniz.” Ey müslümanlar! Şimdiki tehlikeyi birkaç asırdır munkarız olan bazı hükumat-ı İslamiyyenin inkırazlarına kıyas etmeyiniz. Neuzü billah bu tehlike bütün alem-i İslamın de budur. Yalnız bizim yetiştiğimiz şu kırk elli senelik bir zamanda otuz kırk kadar hükumat ve akvam-ı İslamiyye söndü gitti. Son hükumet-i müstakılle-i İslam olan koca Osmanlı Şehinşahlığı parçalandı. Arnavudlar Boşnaklar Arablar Türklerden tefrik edildi. Hem de yine müslüman kanı döktürülerek tefrik edildi. O tefrikle de kalmadı; vaad olunan Arab hükumet-i müstakıllesi parlak bir hayalden ibaret olduğu meydana çıktı. Irak Suriye’den Suriye Tihame’den ayrıldı. Bütün müslü CİLD - ADED - SAYFA sen esirge. Ey sufi kardeşler! Umum turuk-ı aliyyenin büyük pir ü destgirleri Hazret-i Sıddik ve Hazret-i Ali radıyallahü anhüma değil mi? Müşarunileyhimanın o kadar mücahedatta o kadar gazavatta bizzat bulunduklarını bütün varlıklarını feda ettiklerini okumadık mı? Öyle ise siz de istiğna göstermeyiniz; bütün müslümanlarla beraber maddeten ne yapmak icab ediyorsa önlerine düşünüz bir taraftan da Bargah-ı Akdes-i mani’ oluyor? Halbuki hakiki varis-i enbiya olanlar bunların hiçbirinden korkmazlar. Rica ederim darılmayınız ben de beraber olarak i’tiraf edelim ki hubb-i dünya hırs-ı cah ve tul-i emel miyanemizde sair mü’mininden daha ziyade hüküm-ferma oluyor. Bu hallerimiz vezaif-i asliyyemizi bize unutturdu. Hele neşr-i ulum bütün bütün muattal oldu ki bu babda kimseyi bahane etmeyelim. O eazım-ı eslaftan size mevrus ve müntakıl olan o nefais-i ilmiyyeyi siz kime devrediyorsunuz? Köyler ve hatta kasabalar zulmet-i cehl ile dalalette kalmakta milel-i saire misyonerleri her türlü vesailden istifade ile adım attınız mı? Askerliğin hıfz-ı din ve vatanın fezail-i maddiyye ve ma’neviyyesine dair kaç risale neşrettiniz? Mecami’-i nas ve askeride kaç mev’iza kaç hitabe irad ettiniz? Kimleri bu yola irşad eylediniz? Ey suleha ey ubbad ü zühhad! Artık ağlayınız ağlayınız ki o ağlayışlarınız tekbir ü tezkirinizden daha müessir olacaktır. Farz edelim ki sizler hayatınızı bir huzur ve zevk-ı ma’nevi ile geçirdiniz. Fakat sizin hayatınızla beraber bu din-i mübinin sönüp gitmesine cami’lerin kilise olmasına minarelerde çan çalınmasına o saf kalbleriniz razi oluyor mu? İstiyor musunuz ki sizden sonra alemde Halık-ı Zülcelal’i tevhid edecek Resul-i Zi-şan’ı tasdik eyleyecek bir ferd bulunmasın. Ya Rabbü’r-Rauf gazetesinin Avrupa’da bulunan başmuharriri Ahmed Cevdet Bey oradan gazetesine gönderdiği makalelerinde daima mühim ve şayan-ı dikkat ma’lumat veriyor; dini ilmi ictimai mucib-i istifade fıkralar yazıyor. Avrupa’nın matbuatını muhtelif neşriyatını siyasi ve ictimai cereyanlarını ta’kib ve kendi mütalaalarını da hakikatleri enzar-ı kariine vaz’ ediyor. Biz de bazı mühim fıkralarını aynen naklediyoruz: İslamUnvanlı Mühim Bir Eserin İntişarı Cenevre Daru’l-fünunu erkan-ı ilmiyyesinden ve müsteşrikinden Mösyö Monteunvanı altında bir eser neşreylemiştir. Yüz altmış sahifeden mürekkeb olan bu eser İslamın mazisi hali istikbali hakkında hem şarki hem garbi bir alimin bir mütehassısın muhakematını havidir. Müellifi bir Avrupalı olduğu için ehl-i İslamı bir garb alimi zihniyetiyle muhakeme ede[re]k zümre-i İslam hakkında Avrupa’yı fazılane bir surette tenvir etmiştir. Bu kitabı bizim için mütalaadaki ehemmiyet İslamiyetin bir Avrupalı alimin önündeki görünüşündedir. dır. Avrupa ahalisinin bir kısmı İslamiyet hakkında zaten haiz-i ma’lumat değildir. Bir kısmı ise Ehl-i Salib muharebatına tahris için dini makamlardan sadır ] olan aleyhdarlığın hala te’siri altındadır. Bu iki zümrenin Maatteessüf Avrupa matbuatı hemen daima nadir istisnalardan sarf-ı nazar bu te’sir altındadırlar. Bizim hakkımızda bilir bilmez kalem oynatırlar bizi bilmiş anlamış gibi tenkid ederler. alemi birbirine düşman eden işte matbuatın bu gibi neşriyatıdır. CİLD - ADED - SAYFA tisab etmesi lazım geleceği mes’elesi idi. Konferansçı bir çocuk ana rahmine düştüğü andan i’tibaren terbiyenin başlaması lazım geldiğini beyan etti. Meşimede tekevvün eden bir ruşeym ve ceninin doğarak büyüyüp kamil bir insan olabilmesi için anasının daha hamil iken ne yolda hareket etmesi lazım geleceği ma’lum olan mes’elelerdendir. Buna dair olan bazı makalatı okuduğum zaman vatanımızın birkaç asırdan beri geçirmekte olduğu devirleri müşkilat felaket ve heyecan devirlerini gözümün önüne getiririm de efradımızın neden şimdiki gibi olduğunun sebeblerini istihrac ederim. Frank Toma Maarif nazırlarına hitaben öyle bir bağırış bağırdı ki Divanhane çınladı: “Ey nazırlar mektep yaptık daru’l-fünunlar te’sis ettik diye böbürlenmeyiniz. Şu okutup öğrettiğiniz gençlerin havass-ı ma’neviyyelerine bakınız. Eğer bunu te’min edemediniz ise o mektepleri te’sis etmekle vatana çok fenalık ettiniz. Bu havastan mahrum olan bilgiçler bulundukları vatan için atiyen bir felaket olacaklardır.” dedi. Frank Toma ahaliye yine bir müessir sada ile hitab ederek: “Bugünkü gençlikten ne beklemeye hakkımız vardır. Bunlar yalandan başka bir şey işitmiyorlar. Hele bu muharebe esnasında söylenen yalan hiçbir devirde söylenmiş değildir. Diplomasi lisanı ise hakayıkın hilafını etti.” cümlelerini ityan etti. Avrupa’da Dine Rücu’ Hareketleri Cem’iyet-i Akvam’a dahil olan ve hatta olmayan memleketlerde bu cem’iyete muavin olmak üzere arifin sınıfından hususi hey’etler teşekkül etmişti. Bu hey’etlerin murahhasları ahiren Cenevre’de ictima’ ettiler. oldular. Çin’den bile murahhas olan bu hey’etler içinde maatteessüf bir hey’et-i İslamiyye yoktu. Reis-i Cumhur olan Mösyö Şultes okudu. Reis-i Cumhurun nutku pek mühimdi. Cihanın alakadar olduğu mes’elelerden suret-i umumiyyede bahsedildi. Mösyö Şultes’in aynen tercümeye layık olan nutkundaki bir cümle suret-i mahsusada calib-i dikkattir. Müşarunileyh zaman-ı hazırın iki haletinden bahsetti ki biri ahlakta diğeri de iktisadda düşkünlüktür. Bu iki halet her memlekette görülüyor her memleketi te’siri altında bırakıyor. Kendini toplamak isteyen bir millet bir memleket bu iki hastalığın çaresini bulmaya çalışmalıdır eğer kendini sukuttan muhafaza etmek isNerede bulayım ben Mösyö Monte gibi Avrupalı zihin sahibini ki kitabına yazdığı mukaddimede şu sözleri “İslam evvela bir kuvve-i ruhaniyye ve buna binaen saniyen de siyasi ictimai birinci derecede bir kuvvet olarak tezahür ediyor. Mazisinde ve hal-i hazırında bu dini tedkik etmek cem’iyet-i beşeriyyenin intizam-ı harekatında alakadar olan her bi-taraf zihin için zaruridir. Tarihini inkişafını istikbalinden bi-hakkın beklediğimiz netayici muhtevi olmak üzere İslamiyete dair bir eserin neşri lüzumuna kailiz. Vereceğimiz izahat ile kariinimizin gözlerinde İslamiyetin hakiki bir münevveriyet ile aşikar olmasını ve onun bütün azamet ve kudreti [ile] idrak edilmesini temenni ederiz.” Bu sözleri ancak İslamiyeti bi-hakkın müdrik ve bitaraf bir fazıldan işitebiliriz. Buna yakın sözleri ne siyasiyyundan ne rehabinden ne de erbab-ı matbuattan başında bulunanlar fikirlerine yerleştirebilmiş olsalar idi nice nice müşkil mes’eleler kendiliğinden hallollunur biterdi. Müellif İslamın teessüs ve inkişafını Emeviye ve Abbasiye hilafetlerini akaidi fıkhı sufiyyunu ulema ve meşayihi fünunu edebiyatı sanayii mevzu’-ı bahs ettikten sonra ikinci kısma geçerek İslamiyetin yirminci asırdaki intişarını Avrupalı hükumetler idaresindeki müslümanlar ile müstakıllen yaşayan İslam memleketlerinin ahalisini İslamın tekamülünü izah ediyor. Bir yerinde diyor ki: “İslamın bir din olarak kendini tamamen muhafaza etmesi hiç gerilememesi; hiç sarsılmaması nev’ama el dokunmaktan masun kalması Kur’an’ın eskiden beri bahşettiği iman sayesindedir. Bu iman müslümanları alem-i diyanette büsbütün müstesna bir şahsiyet olarak muhafaza etmiştir.” Bu eserlerin bizzat bizim için de faydası büyüktür. Çünkü biz kendimiz yahud ulemamız İslamiyetten bahsettikleri zaman bu dinin zaman-ı hazır telakkisine göre kıymet-i siyasiyye ve ictimaiyyesini göze çarptırmıyorlar. Avrupalı ulemanın müellefatında ise bu cihetler apa-şikare meydana çıkıyor. Bizde bu yolda mevzu’lar yazan merhum Şehbender-zade Hilmi Bey idi ki vefatı memleket için zayiat-ı azimedendir. Ma’neviyattan Mahrum Gençler Memleket İçin Felakettir Geçen Pazar günü Cenevre’nin Viktorya Hol Divanhanesi’nde meşhur Frank Toma’nın bir konferansında hazır bulundum. Mes’ele şimdiki gençliğin bir hayırlı CİLD - ADED - SAYFA alakadar eden mevcudiyet-i siyasiyyemizle oynayan bunca mesail-i mühimme ile iştigal etmek üzere memleketimizin erbab-ı iktidarı tarafından burada böyle bir oda açılmak zahmeti ihtiyar edilmedi. Her milletin burada böyle büroları vardır. Yanlış bir şeyin neşrini gördükleri gibi gazeteler ile hemen tekzibine muvaffak olurlar. Maarifi Muzır ve Müstehlik Olmaktan Kurtarmalı Mekteb-i sultaniler ile iştigal edildiğini görüyorum. Kendime soruyorum: Bu mekteplerden çıkanlar ne olacaklardır? Bunların tarz-ı tahsillerinden gerek kendileri gerek memleket ne vechile istifade edecektir? Bana uzaktan öyle geliyor ki biz zaman-ı hazırın ve bilhassa uzak yakın istikbalin muktezıyatını layıkıyla ta’yin edemiyoruz. Türkler daha küçük yaşında iken ticari ve sınai mesleklere süluk edip de bir ameli bilgiye sahib olmuyorlar. Türkleri bu vaz’iyetten kurtarmak hükumetin borcu olduğu kadar kendilerinin de borcudur. Evvela hükumet elini şakağına dayayıp memlekete ne gibi adamlar ve ne gibi tahsil ve mektepler lazımdır diye düşünmelidir. Hükumetin bu ana kadar ettiği tecrübeler vardır. O te’sis ettiği mekteplerle bu memlekete me’mur yetiştirebildi Türk unsurunu bi-hakkın istiklale nail edecek şeyler vücuda getiremedi. Hele ufak tefek esnaf ve erbab-ı sanayii hiç yetiştiremedi. Şairler yetişti yazıcılar çoğaldı. Politikacılar karınca gibi kaynadı ictimaiyat müntesibleri peyda oldu. Fakat ne kendilerine ne millete vücudu elzem olan iktisadi zirai sınai ticari meslekler ashabından bir fırkacık peyda olamadı. Bundaki kabahat yetiştirmededir. Bu yetiştirmeyi te’min edeceklerin hiçbirinde hayat-ı ameliyye hakkında bir fikir olmadığından ne yaptılarsa ne kadar çalıştılarsa hep me’mur zihniyetiyle yaptılar. Doğrusu başka türlü de yapamazlardı. Ancak insan me’muriyette yetişmiş olsa bile artık zaman-ı hazırın icabatını takdir edebilir. Görülen köye kılağuz istemez. Maarifin bugün en ziyade düşüneceği mes’ele gençleri Proletariat intellectuel denilen düşkün ve yoksuz alimler zümresi kadar bir memleket için büyük felaket yoktur. Bunlar daru’l-fünunlarda okuyan ve fakat bir mertebeye ere meyen insanlardır ki bir yandan ellerinden bir iş gelmez diğer yandan da ashab-ı irfandan olmak tefahuruyla küçük kazançlara tenezzül etmezler. Hey’et-i tüne getirmek bunlar için bir zevk-ı intikamdır. Onun ter ise… Fakat Mösyö Şultes’in kavlince bunlara karşı çareler çabuk bulunacak değildir. İçinde yüzdüğümüz bu iki halet epeyce zamanlar devam edecektir. Milletler çare aramakta epeyce yorulacaklardır. Demek ki her millet evvelemirde kuva-yı ma’neviyyeye pek ziyade ehemmiyet vermek lazım geliyor. Onun için şimdi Avrupa’da diyanete pek ziyade i’tina ediliyor. Din hususunda mübalatsız olan yerlerde bile dinin ianesine müracaat ediliyor. Me’murin-i ruhaniyye ve hükumetler diyanetten feyz almaya ve işleri mu’tekıd adamlar ellerinde bulundurmaya gayret ediyorlar. Meb’usan meclislerinde bile hissiyat-ı diniyye sahibi olan fırkalar hakim ve amir oluyorlar. Hakikaten ictimai marazlara karşı dinden başka müessir bulunamıyor. Bir zamanlar Avrupa afakına yayılmış ve maatteessüf serpintisi bize kadar gelmiş olan diyanet mübalatsızlığını izale etmek Avrupaca artık bir vazife hükmüne girmiştir. Kudüs-i Şerif’te Mütefessih Garb Medeniyetinin Rezaletleri Cem’iyet-i Akvam’a şimdi yeni bir mes’ele daha geliyor ki o da Papalık makamının delaletiyle Kudüs-i Şerif’i ahlak-ı fazılaya mugayir olan ihdasattan vikaye etmektir. Kudüs yanında kahveler sinemalar ve sair eğlence yerleri ihdas edilmesi Papalık makamının pek gücüne gitmiştir. Ekabir-i Hıristiyaniyye Kudüs-i Şerif’in eski kudsiyetini yani idare-i Osmaniyye zamanındaki hayat ve hey’et-i diniyyesini muhafaza etmek tarafdarıdırlar. Fi’l-vaki’ Hilafet-i Osmaniyye nazarında Kudüs de mahall-i mukaddeseden bir harem-i mübarek addedildiği müsaade edilmezdi. Milel-i Hıristiyaniyye de hükumet-i Osmaniyye’nin vaz’ ettiği şekl-i idareden pek memnun Osmanlı hükumeti salim bir kaideye rabt etmiş ve bunun ziyaret saatleri ta’yin etmiş idi ve bir mezhebin diğerine tecavüzüne meydan bırakmamak üzere de asakir-i Osmaniyye tarafından muhafızlık vazifesi ifa olunurdu. Bismark bir kere demiş ki: “Eğer memalik-i Osmaniyye bir gün taksime uğrayacak olursa her halde en son gidecek yer Filistin’dir. Orayı Osmanlılar gibi bi-tarafane muhafaza edecek bir idare pek güç teessüs edebilir.” Bakalım Cem’iyet-i Akvam bu mes’eleyi nasıl hall ü hasm edecek. Kudüs müslüman ahalisinin menafiini muhafazaya çalışmak üzere Cenevre’ye ahiren bir zat geldi. Bu zat burada bir oda açarak iktiza eden teşebbüsatın icrasına gayret edecektir. Ben o ahaliye aferin dedim. Zira bizi CİLD - ADED - SAYFA sahibi edecek vech ile yetiştirmek lazımdır. Türkiye için bundan başka çare-i selamet yoktur. Terbiyenin nev’i iyi intihab olunursa bu sayede dini iyi öğrenenler için tabib ve ilac nadiren lazım olur. Binaenaleyh tabibi çoğaltacak yerde hıfz-ı sıhhat kavaidini ta’lim etmek iktiza eder. Vaktiyle ashab-ı kiram nezdine gelen bir tabibin tedavi edecek kimse bulamayarak avdet ettiği ma’lumdur. Çünkü o zamanlar herkes ahkam-ı diniyyeye mütemessik olduğundan hayatları tahribattan masun kalırdı. Burada okuyup işitirim ki milletin büyük işlerinde ameli mesleklerde teferrüd etmiş olanlar kullanılmak tercih olunuyor. Almanya’da buna başladılar. Politikacılardan her memleket bıktı usandı az söyleyen çok bilen maliyyun iktisadiyyun tüccar ashab-ı san’at gibi adamların re’ylerine müracaat tercih olunuyor. İstikbalde memleket idaresine me’murlar değil işte bu gibi adamlar karışacaklardır. Türkiye ve Bolşevizme dair bazı mütalaat serdine menfaatimize muvafık olmadığı gibi mevcudiyet-i maddiyye ve ma’neviyyemize de elverişli değildir. Türkler Bolşevizmi bir müessese-i ictimaiyye olarak kabule müstaid değildirler. Türkiye Rusya’ya benzemediği kadar Avrupa’ya da benzemez. Avrupa’da mer’i bazı şeyler vardır ki bunların Türkiye’ye tatbikı kabil olamaz. Kezalik Rusya’da yerleşmiş birtakım ahval ve şerait-ı ictimaiyye vardır ki Türkiye’de halkın nazar-ı Türklerin diyaneti Bolşevikliğe müsaid değildir. Diyanet-i lif etmek mümkün olamaz. şevizme geçmeye bir lüzum da yoktur. Memleketimizde Bolşevizmi icab edecek bir hayat cari değildir. Bizde halkın şikayetini mucib olan şeyler tedabir-i idariyyeyi hükumetlerimizin kema-hiye hakkuha ittihaz etmemesinden edememesinden neş’et etmiştir. Meşrutiyete halkın ibtidaları umumen meftuniyeti mesinden ileri gelmiş idi. Meşrutiyet esaslarının tatbikine liyakat gösterilmemesinden dolayı halk bilahare Meşrutiyetten de soğudu. Bu inkarı gayr-i kabil olan hakikatlerdendir. Kiliselerin Sosyalistliğe Karşı Hareketleri Sosyalistler din ve mezhebi kendi aleyhlerinde fa’al bir kuvvet addettikleri için kilisenin işe karışmasını asla Hele sosyalizmin müntehası olan Komünizm ve Bolşevizm dinin hasm-ı canıdırlar. Ahiren İsviçre’de dahi bilhassa Katolik kiliseleri sosyalistliğe karşı ciddi bir surette hareket etmeye başladılar. Kilisenin bu husustaki mesaisi pek büyüktür. En büyük kilise erkanı sosyalistliğe karşı icra-yı mevaız ediyorlar. Almanya’da bunu görüyoruz. Almanya’da da sosyalizm pek ileri gitmiş idi. Hatta bazı kitaplarda okuduk ki Almanya’nın mağlubiyetine sebeb sosyalistler olmuş geçmek için Katolik Kilisesi pek büyük gayret sarf ediyor. Musevilerin icra ettikleri nüfuz ve faaliyete de kilise karşı gelmek kasdındadır. Museviler masonluğu sosyalizmi matbuatı müessesat-ı maliyyeyi sanayii mühim bir derecede ele geçirdiklerinden ve bugün Musevilerin taht-ı te’sirinde olmayan bir memleket hemen yok gibidir. önüne geçmek istiyor. Hasıl-ı kelam yeni hayata giren memleketlerin bilerek veya bilmeyerek tabi’ oldukları nüfuzu kilise ta’dile pek ziyade uğraşıyor. “Referandum Re’y-i Amm” Ma’lum olduğu üzere bu usul bir kanunun vaz’ında ahalinin re’yine müracaat etmektir. Kanun bit-tabi’ evvelce meclis-i meb’usandan geçecek. Fakat bununla iktifa olunmayacak ahaliden meclis-i meb’usanın re’yinde olup olmadığı sorulacaktır. Her nerede olursa olsun meclis-i meb’usan teşkiliyle bir iş bitmiş olmuyor. Evvelemirde hükumetler nasıl isterler Zaten ekseriya kim çok para sarf eder ise ve yolunu bilir meclis-i meb’usanda toplananlar içinde erbab-ı ihtisas azdır. Bunlar hiç anlamadıkları işler hakkında re’y vermeye mecbur olurlar. Hele ihtisas haricinde nazırlık mevkiine çıkanların hal ve vaz’iyeti pek gülünçtür. Bu gibi insanların işe karışmasında bir faide-i ciddiyye hasıl olamadığı için usul-i intihabiyyeye öteden beri pek ziyade i’tiraz olunuyor. Bir meclis-i meb’usanın vaz’ ettiği kanunların hepsi ahalinin arzusuna tevafuk etmiş olmalıdır. Bu meclisler bazen halkın i’tibarına ahlakına arzusuna muvafık gelmeyecek şeyleri kanun diye çıkarıyorlar. Binaenaleyh CİLD - ADED - SAYFA nazaran onun Avrupa’da şu’besi a’zası Şimali Amerika’da şu’besi a’zası Asya’da şu’besi a’zası Cenubi Amerika’da şu’besi a’zası; Amerika’da [Afrikada] şu’besi a’zası Avustralya’da şu’besi a’zası vardır. Bütün bu şu’belerin mecmuu ; a’zanın mecmuu ve sermayesi dolardır. Geçenlerde Hindistan’da bir me’muriyet-i resmiyyeyi Dük Dö Konot? Gençler Cem’iyet-i Hıristiyaniyyesi’nin her yerde nazar-ı dikkate çarpan bir nüfuzu haiz olduğunu kemal-i takdir ile zikrediyordu. Beynelmilel bir cem’iyet olduğunu i’lan eden bu cem’iyet-i Hıristiyaniyye a’zası miyanına yalnız hıristiyanları kabul etmekle kalmayarak herhangi dine mensub insanları da kabul ediyor ve onları bel’ ve temsil etmekte[n] hali kalmıyor. Gençler Cem’iyet-i Hıristiyaniyyesi’nin mahiyet ve gayesini izah etmek üzere kabul ettiği müselles Times muharririnin yukarıdaki fıkrasında geçen salus-ı mukaddes kardeşliğinin remzinden başka bir şey olmasa gerektir. susunda göstermeleri melhuz olan inad ve taassub bertaraf edilmekle beraber edyan-ı saire ile mütedeyyin milletlere de hulul etmek gençlerinden bir kısmını temsil eylemek edyan-ı sairenin te’sis ettiği revabıt-ı vahdeti eritmek ve nihayet her faikıyet ve hakimiyeti Hıristiyanlığa bahşeden cihanşümul bir “Cem’iyet-i Hıristiyaniyye” vücuda getirmek gibi gayelerin tahakkuku yolunda da mühim adımlar atılıyor!.. Zannederiz ki Kitab-ı Mukaddes’in tasfiye ve tashihi yetini ihsas eden hareket-i diniyyenin gayeleri hakkında kari’lerimizce bir fikir hasıl olmuştur. Acaba biz buna bu harekat-ı diniyyesi bizi ziyadesiyle alakadar eder. Birkere bundan mukaddem de izah ettiğimiz vechile bizim dinimiz Kur’an-ı Kerim’den mukaddem taraf-ı ilahiden gönderilen enbiya-yı izam ile onlara vahyolunan kütüb-i semaviyyeyi hak tanımakla bütün edyan arasında bir esas-ı i’tilaf vaz’ etmiştir. Müslümanlık bu hakikati telkin etmekle kalmayarak peygamberlerin irsalinden sonra geçen uzun müddetler zarfında edyan-ı sabıkaya giren hataları tashih etmek doğruyu eğriden tefrik etmek bir cem’iyet-i beşeriyyenin şerait-i mahsusaya tabi’ olmasından yahud inkişafatının edvar-ı ibtidaiyyesinde bulunmasından dolayı o zaman telkin olunmayan hakikatleri telkin etmek ve bunların hepsinden daha mühim olmak üzere insanların irşadı için taraf-ı ilahiden herhangi ümmete gönderilen hakayıkın kaffesini bir kitab-ı mübinde toplamak nihayet her dem müterakki beşeribirtakım mehazirine mebni İsviçre milleti lede’l-hace re’y-i amma müracaat usulü demek olan referandum usulünü kabul etmiştir. “Mühim Bir Hareket-i Diniyye” musahabemizde dinin hayat-ı umumiyye üzerinde nüfuzunu takviye ve tarsin Kitab-ı Mukaddes’i tasfiye ile meşgul olduklarını ve bu suretle gerek avamm-ı nas gerek telakkıyat-ı asriyye ile meşbu’ münevverleri müessesat ve tealim-i diniyyeye rabt etmek yolunu bulduklarını izah etmiştik. Bu mühim hareket-i diniyyenin istihdaf ettiği gayelerden bir diğeri de ihtilaf-ı mezahib dolayısıyla eczası yekdiğerinden ayrılan parçalanan vahdet-i diniyyeyi te’sis etmek küre-i arzın her tarafındaki müessesat-ı Hıristiyaniyyeyi tevhid etmektir. Times gazetesinin muharrir-i dinisi bu ciheti atideki sözlerle izah ediyor: “Dinin kuvve-i hayatiyyesini tenkis eden sebeblerden biri kilisenin vahdeti mes’elesine dair vuku’ bulan münakaşatta mündemicdir. Lamiyet Kongresi’nin piskoposlara takdim olunan beyannamesinde deniliyor ki: “Hazret-i Mesih’e iman etmekte bize iştirak edenleri salus-ı mukaddesi namına vaftiz edilenleri biz cihanşümul kilisenin a’zasından addetmekteyiz.” Kilisenin bu suretle telakki olunması Hıristiyanlık tarihinde yeni bir şeydir. Rical-i diniyye bu mes’elenin ehemmiyetine lakayd kalamazlar. Bu telakki bir kilisenin başka kiliselere mensub hıristiyanlara karşı yeni bir hatt-ı hareket ta’kib etmesini muktezidir. Binaenaleyh hıristiyan kardeşliği nedir? Şeraiti nedir? Bunlar tedkik olunmalı ve bütün bu hususatın tedkikında yegane rehberimiz Hazret-i Mesih olmalıdır.” Kitab-ı Mukaddes’in asr-ı hazır hıristiyanları için müessir bir mürşid olabilmesi için sarf olunan faaliyetlerin yeryüzündeki bütün hıristiyanların dini ittihadını intac etmesi kat’iyyen müsteb’ad değildir. Çünkü muhtelif müessesat-ı diniyye birtakım eski telakki ve i’tikadata daha müessir daha cami’ teşkilatın bu vazifeyi ifa etmesine mani’ olmadığını görmekteyiz. “Gençler Cem’iyet-i Hıristiyaniyye”si bunun bir delilidir. Bugün bu cem’iyet cihanşümul teşkilatı haizdir. Mezheb ve milliyet ihtilafını nazar-ı dikkate almaksızın bu cem’iyet bütün hıristiyanları topluyor. On dokuzuncu asrın evasıtında teşekkül eden bu cem’iyetin bugün çar aktar-ı cihanda milyonlara baliğ a’zası milyarlara baliğ sermayesi vardır. Bu cem’iyet hakkında Dersaadet’teki merkezinin verdiği ma’lumata CİLD - ADED - SAYFA müracaat ederek bünye-i İslamı rahnedar etmek için muttasıl hücum edip duruyorlar. Bu muhacemelerin en müdhişi ve en mühliki şübhe yok ki ma’nevi olanlarıdır. Çünkü ma’neviyat bir kere sarsıldı mı artık kuva-yı maddiyyenin hiç hükmü te’siri kalmaz. Efrad ne kadar çok olursa olsun saman çöplerinden fazla kıymeti olmaz. Milletleri yaşatan onları cidal-i hayatta mahkumiyet zilletlerine düşmekten vikaye eden ancak ma’neviyattır. Ma’nevi temelleri sağlam olan fesaddan masun kalan milletler için mağlubiyet yoktur. Onun içindir ki düşmanlar bir taraftan İslamın kuva-yı maddiyyesini imha kuva-yı ma’neviyyesini sarsmak için insaniyet perdesine bürünerek ruh-ı İslama saldırıp duruyorlar. Pek a’la görülüyor ki bugün düşmanlar İslama karşı Birincisi görüldüğü için ona müdafaa daha kolaydır. Fakat ikincisi hiç hissolunmaksızın farkına varılmaksızın seyyal bir zehir gibi vücud-ı İslamı kaplamakta olduğundan ona mukavemet daha güçtür. Binaenaleyh bu hususta o nisbette azm ü metaneti artırmak icab eder. Misyonerlerin öteden beri İslamı yıkmak için memleketimizde etfal-i müslimini zehirlemek hususunda ecnebi mekteplerinin na-kabil-i inkar pek büyük mazarratları olmuştur. Kendi diyarımızda gözlerimizin önünde şeair-i yük felakettir ne elim musibettir! Gözlerimize ama mı tari olmuş? Kalblerimizi zulmet mi istila etmiş? Düşmanlar bulunurken bizim gaflet ve cehalet uykularında rü’yalar görmemiz Müslümanlığa karşı ne büyük ihanettir! Yazıklar olsun ki müslümanlar dünyanın en güzel memleketlerine cehaletten gafletten zilletten meskenetten mahkumiyetten bir türlü yakalarını sıyırıp da harekete faaliyete gelemiyorlar. Bugün artık uyunacak zaman değildir; alem geceyi gündüze katmış çalışıyor. Zillet çukurlarında miş uçuyor. Batıla karşı boyun eğecek zaman değildir; Kur’an’ın gözler kamaştıran nuru yeniden tulua başlıyor. Uyanınız ey büyük dinin küçük sahibleri! Müslümanları her gün yeniden nazil oluyor. Afak-ı İslamı ihata eden zulmet bulutlarını büsbütün izale edecek doğmak üzere bulunan Müslümanlık güneşinin önünden bütün mevanii kaldıracak ancak sizin azminiz sizin sebat ve gayretinizdir. ve mahkumiyet yoktur. Müslümanlar kendilerini ihata yetin bütün ihtiyacat-ı ahlakıyye ve ruhiyyesini tatmin etmek gibi vezaif-i aliyyeyi de ifa etmiştir. Demek ki bugün Kitab-ı Mukaddes’i ta’dil tasfiye ve tashih etmek insaniyyetin irşadını tekeffül etmek husususunda tab-ı Mukaddes’in musahhihi insaniyyetin mürşid-i hakikisi Kur’an-ı Kerim’dir. Binaenaleyh bizim böyle bir hareket-i diniyyeye karşı lakayd durmamıza imkan yoktur. Hakaik-ı Kur’aniyyeyi i’lan ederek bu faaliyete iştirak etmekliğimiz öyle bir vecibedir ki ihmal ettiğimiz takdirde maazallah dinimize milliyetimize karşı büyük bir hıyaneti irtikab etmiş oluruz. Salus-i Mukaddes kardeşliğini şimdiye kadar Hıristiyanlık tarihinin görmediği bir şekilde te’sis için en vasi’ mikyasta ibzal-i mesai olunuyorken İslam uhuvvetinin tarsininde İslam müessesatının müttehiden ibraz-ı fa’aliyyet etmesine çalışmamak pek vahim endişelerin tahakkukuna saik olur. Bahusus İslam uhuvveti sınıf farklarını ilga eden insanlığı bir aile-i vahide tanıyan bir cem’iyetin efradı hangi sınıfa hangi mesleğe salik olursa olsun hepsine aynı hukuk-ı mütesaviyyeyi bahşeden ve canlı bir kuvvet olarak yaşayan bir uhuvvettir. Bizim an’anemiz ihtilaf an’anesi değil uhuvvet an’anesidir. Yeniden teşkil ve te’sise değil yalnız çalışmaya muhtacız! Gaye-i uhuvvetimiz edyan-ı saireyi tenvir etmek hakikat ve insaniyyete rehber olmaktan başka bir şey değildir! Sebilürreşad Bu makaleye muhterem kari’lerimizin fevkalade nazar-ı dikkatlerini celb ediyoruz. Mes’ele gayet mühimdir. Harb-i Umumiden sonra Avrupa’da Amerika’da dini hareketler daha ziyade ehemmiyet kesb etti. İslam aleminin dimağı olan Devlet-i Osmaniyye’nin mağlubiyeti bütün Hıristiyanlık aleminde mühim te’sirler husule getirdi; bilhassa Nasraniyeti neşre çalışan muhtelif Hıristiyan cem’iyetlerini yeni yeni hülyalara düşürdü. Müslümanlığın dimağı parçalanıyor diye bir taraftan müsellah Salib orduları diğer taraftan siyah papas orduları nur-ı İslamı büsbütün söndürmek için akın ettiler. Müslümanlar maddi ma’nevi pek müdhiş bir muhaceme karşısında kaldılar. Hıristiyanlık aleminin İslama karşı bu kadar müdhiş savleti hiç görülmemiştir. Bugün müslümanları ve Müslümanlığı imha için çalışan yalnız cebhelerdeki müsellah ordular değildir. Bütün devletlerin rical-i siyasiyyesi bütün mezahib-i Hıristiyaniyyenin rehabini CİLD - ADED - SAYFA Müslümanlar için fevz ü felah yolu ancak bir yoldur. Mevcudiyet-i milliyyelerini muhafaza etmek düşmanların her nevi’ hücumlarına karşı koyabilmek için tam müslümanca harekette bulunmak her türlü menahiden vücuda getirmekten başka çare-i selamet yoktur. Böyle bir cem’iyete böyle bir cemaate karşı düşmanlar istedikleri kadar hücum etsinler; o muhkem kal’adan bir taş bile koparmaya muvaffak olamazlar. maya başladığı mübarek bir gündür. Bütün Anadolu müslümanları mallarıyla canlarıyla Allah yolunda mücahedeye girişmişlerdir. Hiç şübhe yoktur ki Cenab-ı Hak tevfik u zafer ihsan edecektir. Allah için çalışanları Cenab-ı Hak mutlaka nusretine mazhar eder. Fakat yukarıda arz ettiğimiz gibi düşman cebhesi bir değildir; ruhuna karşı olan muhacematına karşı da yeni bir cebhe te’sis etmek farzdır. Bunun için Sebilürreşad Genç Müslümanlar Cem’iyeti’nin hemen teşekkülünü elzem addeder ve bu hususta bütün İslam mütefekkirlerini fa’aliyyete da’vet eder. Genç Müslümanlar Cem’iyeti’nin programını hazırlamakla meşgul olan Sebilürreşad hey’etine aklı eren kafası düşünen bütün ihvan-ı dinin muavenet-i fikriyyede bulunmaları rica olunur. Tevfik ancak Allah’tandır. Müessesat-ı ilmiyyemiz arasında medreselerimizin aldığı şekil cümlenin ma’lumudur. Eslaf-ı izamımız tarafından ca-be-ca meydana getirilip asırlarca ihtiyacat-ı maddiyye ve ma’neviyyemize kafi gelen ve tarih-i irfanımıza şan u şerefler bahşeden o yerlerin şimdiki akıbetini görmek biz müslümanlar için cidden pek elimdir. Maazallah bu hal bir müddet daha devam etmiş olsa etfal-i müslimini ta’lim müslümanları tenvir edecek ulema bulmak şöyle dursun namaz kıldıracak cenaze yıkayacak kimse bulunamayacağı gibi sağdan soldan gelen cereyanlar arasında milletimiz büsbütün yolunu şaşıracaktır. Koskoca livamızda bile aranılsa ahkam-ı diniyyeyi müdrik ancak birkaç zata tesadüf edebiliriz. Allah göstermesin bunların da irtihalleri halinde müslümanlar mesail-i diniyyeyi soracak adam bulamayacaklardır. etmek isteyen mehalik ne kadar büyük olursa olsun asla yılmaz. Düşmanların her nevi’ hücumlarına aynıyle mukabeleden geri durmazlar. Düşmanın maddi hücumlarına kuva-yı maddiye ile ma’nevi hücumlarına da kuva-yı ma’neviyye [ile] mukabele ederler. Son sistem silahlarla müsellah Salib ordusuna karşı aynı esliha ile mücehhez bir ordu-yı İslam teşkil eden müslümanlar avn-i Hak’la misyoner ordularına karşı da aynı silahlarla mücehhez ma’nevi bir ordu te’sisine kadirdir. Nasara Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti diye alem-şümul bir cem’iyet vücuda getirdilerse biz de buna mukabil; bir Genç Müslümanlar Cem’iyeti teşkil edebiliriz ve bu sayede yıkmak istedikleri bünye-i gün duracak zaman değildir. Zamanın silahlarıyla mücehhez olmak müslümanlar için en büyük farizadır. Bugün milletlerin bünyan-ı mevcudiyyetlerini muhafaza ve müdafaa vazifesini yalnız askeri orduların omuzlarına yüklemek doğru değildir insafsızlıktır; onunla beraber milletin bütün efradı bir dakika hareket ve faaliyetten geri durmamalı; milletin hayat-ı ictimaiyyesini inhilalden muhafaza etmek iktisadiyatını irfanını yükseltmek için mütemadiyen çalışmakta kusur göstermemelidir. Bugün matbuat teşkilat mekatib İslamı yükseltecek en mühim vasıtalardır. Bunların herhangi birini ihmal eden müslüman hey’et-i ictimaiyyesi için hakk-ı beka yoktur. Müslümanlar maddi ma’nevi en kıymetli ilimleri tahsil etmeli en yüksek irfan sahibi olmalı. Sonra cihanın ahvalinden seyr u terakkisinden alemde her gün serzede-i zuhur olan hadisattan bigane kalmamalı. Sonra da şunu bilmeli ki bugün münferid mesainin hiç kıymeti kalmamıştır. Her şey ancak cemaatle cem’iyetle teşkilatla olmaktadır. Ferdi hareketler yerine bugün lar ferdi çalışmalarla mevcudiyet-i milliyye ve şeair-i diniyyeyi muhafaza ve müdafaa kabildi. Fakat bugün mutlaka çalışan kolları düşünen kafaları birleştirerek an-cemaatin çalışmak zaruret haline girmiştir. Bugün artık politika ile uğraşacak siyasi dedikodularla vakit geçirecek fırkacılıklarla teşettüte düşecek zamanda değiliz. Siyaseti rical-i aidesine bırakarak millet rehberlerinin daha ziyade vezaif-i ictimaiyye ile iştigal etmesi dünyasını dostunu düşmanını öğretmek; rezailden alıkoyarak fezaile sevk etmek; gerek bu alemde gerek öteki alemde saadetini te’min edecek yolları göstermek; hasılı maddiyatıyla ma’neviyatı birlikte yükselterek tam müslümancasına bir hayat-ı ictimaiyye tanzim etmek bu sayede medeniyet-i İslamiyyenin inkişafını te’min eylemek millet rehberlerinin en mütehattim vazifeleridir. CİLD - ADED - SAYFA bütün vilayetlerinde sancaklarında bütün kazalarında eski medreseleri ihya için pek mühim bir kanun neşreylemiş ve talebe-i ulumu askerlikten te’cil ile medreselere ehemmiyet-i mahsusa verdiğini göstermiştir. Fil-hakika milletlerin erkan-ı saadetinden biri satvet-i maddiyye ise diğer ikisi de mekarim-i ahlakıyye ve kudret-i fikriyyedir. Bunlardan herhangi birine tari olacak hastalık derhal diğerine sari olur ve yekdiğerinin sukutunu tesri’ ile o milleti bulunduğu evc-i saadetten en aciz bir derekeye düşürür. Binaenaleyh bünyan-ı mevcudiyyetini satvetlerini te’mine sarf edecekleri emek kadar kuva-yı fikriyye ve secaya-yı ahlakıyyelerini de tehzib ve tezyide çalışmaktan vareste olamazlar. Hayru’l-ümem olan ümmet-i celile-i İslamiyyenin şevket-i maddiyyesi aktar-ı cihanda şa’şaa-paş olduğu zamanlarda müessesat-ı ilmiyye ve diniyyesi fikirlere irfan ruhlara fazilet nurları saçmaktan bir an geri durmuyordu. Bu suretle müslümanlar hey’et-i ictimaiyye-i İslamiyyenin temellerini tarsin ederek cihanşümul bir medeniyet-i fazıla te’sisine muvaffak olmuşlardı. Vakta ki milletin fezail-i mevrusesi duçar-ı vehn oldu; derhal bu inhitat diğer rükünlere de icra-yı te’sirden geri kalmadı: Kudret-i fikriyyenin en feyyaz menba’ları olan medaris-i İslamiyye çökmeye yüz tuttu ve onu müteakıb milletin satvet-i maddiyyesi de sukuttan azade kalamayarak nekbet ve felaket teselsül etti. Uzun zamanların elim hadiselerin gunagun darabatıyla mütenebbih olarak artık tarik-ı felah u saadete girmek azmini temellerini yeniden tahkim ile meşgul olduğu şu devr-i cedidde millet vekillerinin bilhassa medaris-i İslamiyyeye karşı ibraz buyurdukları himmet ve i’tina cidden sezavar-ı şükrandır. İnşaallah milletimizin evc-i saadete vusulünü te’min hususunda medaris-i İslamiyyemiz şa’şaa-i sabıkasını Büyük Millet Meclisi ve hükumeti kendine düşen va-zifeyi yaptı. Şimdi artık bu hususta muvaffakıyeti te’min için taşradaki evliya-yı umurun ulemanın halkın elbirliğiyle çalışarak az zaman zarfında her tarafta kapanan medreseleri açmaya şitaban olmaları iktiza eder. Hatta hükumet bütçesine hiç bar olmaksızın doğrudan doğruya müslüman halk medreselerin idare ve fedakarlıktan geri kalmamalılardır. Zira medreselerin kapanmasıyla memleketin ne büyük felaketlere ma’ruz kaldığını bizzat gördüler. Medreseleri müslümanların bu yegane irfan mü-esseselerini zaman-ı hazırın icab ettirdiği mükemmel bir tarzda ihya ve idare etmek bugün en mühim bir farizadır. Bila-istisna bütün müslümanlar bu fariza ile mükelleftir. Bu hususta Lisan-ı şükranla yad edebiliriz ki Büyük Millet Meclisi Hükumeti bir zamanlar irfan ocakları olan medreselerimizin dar-ı irfana müdavim talebenin askerlikten te’cilleriyle beraber ta’limatname-i mahsusunda musarrah imtiyazata mazhariyetleri hükumet-i müşarune Liva Encümeni de beldemizin bu mübrem ihtiyacını nazar-ı rese-i ilmiyye küşadına karar vermiş ve bu maksad için muvazene-i hususiyye bütçesinde ufak bir tahsisat kabul etmiş ve erbab-ı hamiyyet tarafından muavenet edileceği vaad edilmiştir. Medaris-i İlmiyye Nizamnamesi’ne tevfikan medrese-i mezkurenin küşad ve hey’et-i ta’limiyyesinin intihab ve ta’yini şerait-i kayd ü kabulü ve hususat-ı sairesini tezekkür etmek üzere gayur ve dindar mutasarrıfımız İbrahim Beyefendi’nin tensibiyle Müfti Efendinin riyasetleri tahtında bir “Islah-ı Medaris Komisyonu” teşekkül etmiş ve Eylül ibtidasından i’tibaren tedrisata mübaşeret olunması ayrıca takarrur etmiştir. Fakat ihtiyaca göre teşekkül edecek sınıflar için mesken göre tedabir-i lazıme ittihazı zaruri olduğu cihetle kaydolunmak arzu eden talebenin şimdiden Fetvahane’ye müracaatla komisyon katibine isimlerini kaydettirmeleri muktezidir. Ahali-i muhterememizin dinin duçar-ı za’f olduğu şu nazik ve mühim bir zamanda nesl-i atiye pişva olacak ve onlara nur-ı iman telkin edecek hadim-i din ulema yetiştirmek üzere evladlarını bu müessese-i irfana göndermeye şitab edeceklerinde şübhemiz yoktur. Sebilürreşad Yogat’ta son zamanlarda büyük bir faaliyet-i terakkitakım teşebbüslerini gazeteler yazmıştı. Bugün de Anadolu’da yeni medreseleri te’sis hususunda birincilik şerefini samimi seven ve onlara ne suretle hizmet etmek kabil olduğunu idrak eden büyük ruhlu yüksek imanlı bazı zevat vardır. Gerek muhterem Mutasarrıf Beyefendinin gerek Müfti Efendi hazretlerinin bu mesai-i meşkureleri cidden millet-i İslamiyye için mahz-ı hayırdır. Allah kendilerinden razı olsun. Biz arzu ederiz ki her taraftaki rical ve ulema memleketin en ziyade muhtac olduğu medrese teşkilatını ihya hususunda müsabaka edercesine himmetlerini sarf etsinler. Zira bugün pek büyük bir fırsat zuhur etmiş Büyük Millet Meclisi Anadolu’nun CİLD - ADED - SAYFA mütalaa ve i’tiraz serdi de mahz-ı cehl ü dalalettir. İslamiyet aklın idrak edemeyeceği şeylerde müslümanlardan mutavaat bekler. Adem-i vukuf inkarı istilzam etmez. Bununla beraber bir kimse “Ben müslümanım.” demekle hakiki müslüman değildir. İslamiyetin amir bulunduğu a’mal-i saliha ile beraber din-i İslamın ve mülk ü milletin bekasını müstelzim olan eşyayı tahsilde sabit-kadem olmak lazımdır. El-hasıl milliyetimizin bais-i takviyyesi olan esbab-ı maddiyye ve ma’neviyyenin her vessül edilmezse Huda ne-kerde uª y r y ²  Ê YÁ r kalacağımızı muhakkak bilmeliyiz. Bu mektebi ziyaretimden bende pek çok ümidler hasıl oldu. Şark ve İslam aleminin mariz vücuduna bu müessesenin bir şifahane-i hakiki olmasını Cenab-ı Hak’tan tazarru’ ve niyaz eylerim. Sebilürreşad Afgan Sefiri Mirza Ahmed Han hazretlerinin Mekteb-i Sultani defterine şu yazmış oldukları pek kıymetdar mütalaa-i fazılanelerini risalemize derc etmekle şeref-yab oluyoruz. Sefir-i müşarunileyh şark ve İslam aleminin maraz-ı inhitatını tamamen teşhise muvaffak olmuş pek büyük bir racül-i siyasi olduğunu göstermiştir. Müşarunileyh hazretleri üç mühim nokta-i esasi üzerinde serd-i mütalaa buyuruyorlar: - Cihanın gözü kamaştırdığı söylenilen garb ilm ü irfanının şarktan tulu’ etmiş olması hakikattir. Avrupa’nın üstad-ı fenn ü ma’rifeti şarklılar iken mukaddema biz şarklılar muttasıf bulunduğumuz fenn ü irfanı beka-yı mülk ü milletin te’mini uğurunda sarf etmek lazım geliyorken bu hususta gösterdiğimiz gevşeklik bünyemize za’f iras eyledi. Bu sebeble akvam-ı garbiyye bizi taksime imhaya tama’ eyledi. Hülasa dört yüz milyonluk İslam alemi bu yüzden esaret zincirlerine boyun eğmek mecburiyetinde kaldı. Hürriyeti istiklali amir olan bir dinin saliklerine bit-tabi’ bu hal yakışmazdı. İşte fenn ü ma’rifetin terk ve ihmali böyle elim bir akıbete müncer oldu. Bu hakikati akvam-ı şarkıyyenin bilmesi ve ulum-ı diniyye ile ulum-ı dünyeviyi tevhid ederek her ikisine birden çalışması elbette hasımların tama’larını kesecektir. olmak üzere vaz’ olunan kavanin ve desatir-i mevzuanın run mevcud olmaması esbabını gayet veciz ve beliğ bir surette beyan buyurmalarıyla garbı ehemmiyetle alakadar eden Komünizm ve Kapitalizm cereyanlarının halka rehber olacak sene-i ted-risiyye ibtidasına kadar her tarafta kapanan medrese-lerin küşadını te’min edecek müftilerdir. En büyük vazife onlara müterettibdir. Bunu yapmaya muvaffak olamayan müftiler beceriksizlik ve liyakatsizliklerini anlayıp derhal çekilerek emaneti ehline tevdi’ etmektedirler [etmelidirler]. Bu emr-i ilahiye tav’an riayet etmeyenler olursa Cenab-ı Hakk’ın emrini yerine getirmek Şer’iye Vekaleti’ne aid olur. Artık uyuyacak atalet sedirlerinde çürüyecek zaman değildir. Bugün geceyi gündüze katarak çalışmak çabalamak lazımdır. Çalışanlar mutlaka muvaffak olur. Muvaffak olamayanlar her halde çalışmayanlardır. Y ~ Y® — Ê ² ª Ë }Á ª S bu mes’eleyi kemal-i ehemmiyyetle ta’kib etmektedir. Bu hususta herhangi mahalde vuku’ bulacak mesai ve faaliyetin lutfen Aşikar bir hakikattir ki mektep me’haz-i necat-ı mülk ü millet menba’-ı füyuzattır. İmtihanında bulunmakla mübahi olduğum işbu mekteb-i feyz Mekteb-i Sultaninin alem-i İslam için pek büyük fayda te’min etmesinden ümidvarım. Şark mukaddema envar-ı ma’rifetle ruşençeşm eylediği garbı şimdi karşısında hasm-ı canı bulmuş sa’y etmesi dolayısıyla etrafını ihata eden zulümatı barika-i hakikatle tekrar yırtarak kendisini tenvire başlaması ümidini kör dest-i tamaını kutah etmek tecelliyatını göstermeye başlamıştır. Şu cihet ma’lum olmalıdır ki alem-i insaniyyetin ıslahı vadisinde derpiş edilen nazariyat ve desatirin hiçbirisi kü desatir-i mezkure ukul-i beşer mahsulüdür. Kuvve-i akliyye ise pek mahdud bir dairede icra-yı hükm edebileceği tabii bulunduğundan akl-ı beşerin ihatası haricinde ve akıl ile vusul mümkün olmayan esbab-ı saadeti din ve nildiği ve işitildiği zaman hakikati idrak edilmezse butlanına hüküm caiz olamaz. Mesela bir çöpü ele alalım. Hikmet ve kimya kavaidine tatbikan onu tahlilden akdem bu çöp filan ve filan eczadan mürekkebdir demek nin de umur-ı diniyyede şöyle veya böyle olmalı diye CİLD - ADED - SAYFA da bazı mutaassıblarla Avrupa zihniyetine kör körüne kapılan gençlerimize bir ders-i intibah teşkil etmesini temenni ederiz. Hülasa on küsur milyon Afgan müslümanlarını Afgan hükumetini temsil eden Sefir-i müşarunileyh hazretlerine tam ma’nasıyla bir İslam sefiri olmak kudret ve liyakatini göstermiş olmalarından dolayı gayet har ve samimi tebriklerimizi takdim etmekle mübahi olduğumuzu arz ederiz. müsademeyi tevlid eden esbabdan İslam aleminin mahz-ı feyz-i İslamiyyet eseri olarak müberra kalabileceğine alem-i İslamda meşhud olan harekat-ı hasmanenin ancak hakk-ı meşru’ları olan beka ve istiklalleri amaline ma’tuf olduğuna pek haklı olarak hükmediyorlar. - Alem-i İslamın halas ve bekası esbabını hülasa ederken halasımızın esbab-ı maddiyyesi olan ulum-ı dünyeviyye esbab-ı ma’neviyyesi olan ulum-ı diniyyenin tev’em cud medreselerin fenden ve mekteplerin de dinden – Ey Ulu Tanrı! Senin hak dininin nurlarını kalbimizde taşıyan bizler emanet-i ilahiyyen olan İslamiyeti muhafaza vet alan bizim düşmanlarımız senin dininin düşmanlarıdır. Bizim ise senden başka istinadgahımız yoktur. Askerlerimize sabr u sebat sekinet ve nusret ihsan eyle. Senin tekbirlerini semalara yükselten minareleri milyonlarla müslümanların ancak senin azamet ve birliğinden başkasına eğilmeyen alınlarının secdegahı olan cevami’ u mesacidi bombalarla dinamitlerle yakıp yıkan silahsız biçare müslüman ahaliye erkek kadın büyük küçük demeyip zu’m-ı batıllarınca ancak müslüman olmaktan başka bir kabahatleri bulunmayan biçareganı enva’-ı zulüm ve işkencelerle şehid eden alçak Yunan ordusunu kahr u tenkil eyle… olan irtibatlarını takviye ederken À[ ±Á³®Q¯ ª y ‡² à ±® y ž cm i ƒ\ ayet-i celilesinin mübeşşerat ve nefehat-ı kudsisini istiş-mam etmekte bulunduklarını hissederek pek yakın bir atide Yunan sürülerinin dayak yemiş kelbler gibi arslan mücahidinimizin önünden kaçtığını Kral Kostantin’in tac u tahtının yıkıldığını ona istinadgah olan İngiliz haş-metinin mahv u na-bud olduğunu göreceğiz. Umum İslamiyetin reha ve istihlas bayramı pek yakındır. ¡Áž¹cª à ±® Karahisar-ı Sahib Meb’usu Yžy À± ª – Y²y ª ¹ i Y³\–– a] f y] ‡² Y³®u † Y³Á – y ž ƒ\ y ª ¯Q®³Á± À[ ‡²Ã ±® y yi mcž Birkaç günden beri cebhelerden yine barut kokusu pıyor. Ezmine-i kable’t-tarihiyyeden başlayarak şimdiye kadar teselsül eden ve önü ardı kesilmek bilmeyen küfür ve iman orduları yine müsademeye tutuşuyor. Hazret-i Davud aleyhisselamın zaman-ı saadetlerinde Talut ile Calut arasındaki harb nasıl küfür ile imanın müsademesinden kumandası altındaki mü’minin-i evvelin karşılarındaki küfür ordusundan nisbet kabul etmez derecede adeden az oldukları halde ²‡ y²Y i Y³\ a] f y] Y³®u ±À † Y³Á – y ª – ª ¹ yžY £duasıyla kalblerini Hazret-i Halik’a rabt ederek teala ve tekaddes hazretlerine olan iman ve şılarındaki pek kesif düşman ordusunu mahv etmiş başkumandanları olan Calut’a varınca hak-i helake sermiş kuvvet alan ordumuzun Yunan gibi küfür ve mel’anet saçan İslamlara karşı reva gördüğü emsali na-mesbuk şenaatlerle insaniyetin yüzünü karartan alçak düşmana Y³\ galebe ve onu kahr u tedmir eylemesi için ž ª – Y ²y ±À y ª ¹ yžY i a] f y] ‡² Y³®u † Y³Á – duasıyla tiğ-ı azm ü imanımızı abdar ederek ellerimiz ve yüzlerimiz sema’-i ulüvv ü rif’at-i ilahiye memdud ve ma’tuf bir halde Halık’ımıza yalvarırız deriz ki: - değildir. Esrar ve esatir ile muhat bir sicill-i hayata maliktir. Diğeri beşerin bir kısmı için mukteda olamayacak surette zahidane fakirane yaşamıştır. Fakat bizim Peygamber-i Zi-şanımız; beyan ettiğimiz kaffe-i şeraiti haiz bir numune-i kemal bir mefkure-i insaniyyedir. Hakkında dünyada hiçbir kimsenin şek ve şübhe edemeyeceği bir şahsiyet-i tarihiyyedir. Peygamberimiz hayatın her safhasını yaşamışlardır. Öksüzlük beşiğinden ikbal ve azametin en yüksek meratibine kadar tarik-ı hayatı ta’kib etmişlerdir. Bu i’tibar iledir ki Resulullah Efendimiz herkes için bir mefkuredirler. Peygamberimizin hedef-i bi’seti insanların hayatında kıymet-i ameliyyesi olmayan birtakım prensipler vaz’ etmek yahud yalnız şedaid ve mezahime göğüs germekle her musibete tahammül etmekle temayüz etmek değil bu dünyada yaşayan ve çalışan insanların fiilen irşadına yarayacak kavaidi takrir etmek ve bu kavaide bizzat riayetle bir misal-i imtisal olmaktır. Peygamberimiz ordular sevk etmemiş olsalar harb meydanlarında ordular sevk eden kumandanlara ve bizzat sell-i seyf ederek harb etmemiş olsalar hayatını hakikat adalet ve hürriyet uğurunda fedaya şitaban olan askerlere rehber olamazlardı. Resulullah Efendimiz kendilerine ittiba’ edenleri idare için kanunlar vaz’ etmese diler hakimlere kadılara rehber olamazlardı. Nitekim evlenmemiş olsaydılar sadık bir zevc müşfik bir peder olmak hususunda insanları mürşidsiz bırakmış olurlardı. Sonra ma’sumları ızrar eden mütecavizleri tecziye etmemiş kendilerine gadr eden düşmanları mağlub ederek afv etmemiş arkadaşlarının hatalarına nazar-ı safh mukteda olmazlardı. Elhasıl Fahr-i Kainat Efendimizin hayat-ı seniyyelerinde en büyük sıfat-ı kaşifesi kendilerinin hayatın her yolunda yürümek için insanları irşad ve fazla olarak takrir buyurdukları kavaid-i irşadı kendi hayatlarıyla fiilen izah etmeleridir. Peygamberimizi sair peygamberan-ı izamın ekabir-i mürşidinin fevkıne i’la eden cihet de budur. Onlar yalnız hayatın safahat-ı mahsusasında ulviyet-i ahlakıyyelerini Peygamberimiz ise hayatın her safhasında bu alameti sını yaşarsanız Resulullah Efendimiz sizin için bütün insanlar Risalet-penah Efendimiz insaniyetin en yüksek mefkuresidirler. Kur’an-ı Kerim Peygamberimizin bu sıfat-ı seniyyelerini faziletin en ulvi ve en şayan-ı iktida misali olduklarını nice ayat-ı kerime ile izah eder.’üncü sure-i celilenin’inci ayet-i kerimesi bunlardan biridir. Bu ayet-i kerimede Resulullah Efendimizin “ehl-i iman tadır. Bunu izah edelim: nız haiz olduğu kuvayı inkişaf ve tekemmüle mazhar etmek isti’dadında olduğundan ve insanlar fıtratlarında bulunmayan birtakım kuvayı ibda’ edemeyeceklerinden mefkurelerinin de bir mevcud-ı insani olması pek tabiidir. telifeden her biri ortaya bir mefkure koymuştur. Mesela Hıristiyanlığa nazaran Hazret-i Mesih insaniyetin mükemmel mefkuresidir ve Buda dinine göre insaniyetin yegane mefkuresi Buda’dır. Mefkurenin şerait-ı zaruriyyesini tedkik edelim: Madem ki insanlar ancak insaniyetlerinin müsaadesi derecesinde kuva-yı fıtriyyelerini aksa-yı kemale i’la edebilirler; o halde bir mevcud-ı ilahiyi mefkure ittihaz edemezler. Çünkü şehrah-ı tekamülde ancak hem-cinsleriyle müsabaka edebilirler. Bir mevcud-ı ilahiyi mefkure ki insanlar için bunun imkanı yoktur. Öyle ise insanlara her zaman ve zeminde bir misal-i öyle bir insan olmalıdır ki hayatın her safhasını yaşamış herhangi seviyede hayatın hangi şeraitine munkad olursa olsun her insan için gaye-i kemal bir numune-i seyab olanlar sefalet ve ıztırab içinde yaşayanlara.. ve bu hayat-ı faniyyenin idbar ve sefaletiyle haşr u neşr olanlar ikbal ve saadet içinde imrar-ı hayat edenlere bir numune-i imtisal olamazlar. Bundan başka insaniyetin mefkuresi mutlaka bir şahsiyet-i tarihiyye olmalıdır. Onun tarih-i hayatı baştan başa mazbut olmalıdır ki ahlaka [ahlafa] bir rehber-i hidayet olabilsin. Bir mefkurenin şerait-i zaruriyyesi bunlardır. Edyan-ı sairenin mefkurelerini bu nokta-i nazardan tedkik edersek görürsünüz ki mesela biri bir şahsiyet-i tarihiyye Muhterem efendim; Şa’ban fi Nisan tarihli ceride-i İslamiyyesinde maarife müteallik mesail-i muhtelife hakkındaki nokta-i nazarınızı tekrar tekrar okudum. Başlı başına mühim bir eser mahiyetinde olan o beyanınız milletin hayat ve mematıyla alakadar buluEvet din yalnız bir ibadet ve i’tikad mes’elesi olsaydı La ilahe illallah kelime-i tayyibesi imandan bir cüz’-i mühim olduğu gibi güzergah-ı nastan eziyet verecek bir şeyi kaldırıp atmak vatana karşı samimi bir muhabbet beslemek de imandan bir cüz’ olmazdı. Evet din yalnız bir ibadet ve i’tikad mes’elesi olsaydı ailesini infak etmek menfaat-i umumiyye uğurunda çalışmak kendisine tevdi’ olunan bir vazifeyi hüsn-isuretle zekat hac gibi birer vazife-i diniyye olmazdı. Bir saat adalet etmek altmış sene nafile namazdan hayırlı olduğunu bir gece hudud boyunda nöbet beklemek bin sene gece namaz kılmaktan gündüz oruç tutmaktan efdal olduğunu söyleyen Sahib-i Şeriat sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz değil midir? mücerred bir amel-i mihaniki tarzında ta’lim edilmesidir ki tedrisat-ı diniyyeden beklenilen gayeyi akim bırakmıştır. Bir din muallimi iyi bilmelidir ki: İ’tikad ve ibadat-ı kam-ı İslamiyyenin hedefi tekamül-i ferdi ve bilhassa tekamül-i ictimai sayesinde cem’iyeti evvela ve bizzat bu alemde saniyen dar-ı ukbada mes’udiyete isal ve nail-i kemal etmektir. Doğrudan doğruya ulum ve medeniyeti takrir eden yüzlerce ayat-ı kerimeden sarf-ı nazar yalnız gösteren ayetlerde nazar-ı im’an ile bakılırsa yine hakikatler pek açık olarak görülebilir. Bir ibadet-i mahza olan namaz ve oruçta bile ferdin ve cem’iyetin tekamülü gayesi açık olarak görülmektedir. Tedrisat-ı diniyyenin ancak tarih-i İslam ve tarih-i medeniyyet-i İslamiyye ile itmam edilebileceğinin bir hakikat olduğunu da Mekteb-i Bahriye’de altı senelik hayat-ı tedrisiyyem ile anladım. Öyle zamanlar olurdu ki: Saatlerce takrir etmekle anlaşılamayan talebenin zihnine girmeyen bir mes’ele; bir Farabi’nin bir Gazzali’nin tercüme-i halinden bahsetmek o mes’ele hakkındaki fikirlerini söylemekle talebenin nazarında basit bir hakikat gibi tecelli ederdi. İşte bunca tecrübem ile anladım ki din muallimleri için meşahir-i İslamın teracim-i ahvalini bilmek de lazımdır. Evet hiçbir müdekkıkın inkar edemeyeceği bir hakikattir ki: Öğretmek için bilmek duyurmak kın yol kalbden geçer. Binaenaleyh bir din muallimi için yalnızca dini iyi bilmek kafi değil aynı zamanda duymak da lazımdır. Bilmek başka duymak yine başkadır. Her ikisinin vasıtası ayrıdır. Halbuki bizde duyan şöyle dursun bilen muallim de azdır. Maamafih şurasını da nanları büyük ümidlere düşürdü. Son zamanlarda bazı avamil-i hariciyye ve bilhassa cahil ve kaltaban rehberlerin ahlakiyi ve bu hastalığın tedavisine nereden başlamak lazım geldiğini de ne kadar vakıfane bir surette izah buyuruyorsunuz. Doğrusu bu mes’eledeki nüfuz-ı nazarınız cidden şayan-ı takdirdir. Bu hayati mes’eleyi bu derece vakıfane bir surette teşrih eden bir Maarif Vekili’ni tebrik etmeyi her halde bir vazife-i vicdaniyye telakki ediyorum. Şimdiye kadar pek çok Maarif nazırları gördük; bunların Fakat hiçbirinin zamanında mes’elenin bu kadar vuzuh zannetmiyorum. Hiçbir Maarif nazırının zamanında bu mes’ele layık olduğu ehemmiyetle tedkik ve ona göre çareler taharri edilmiş değildir. Söylenen şeyler ruh-ı mes’eleden ziyade hatır için efkar-ı umumiyyeyi avutmak olan o mühim beyanatınızdır ki bu mes’ele hakkındaki düşüncelerimin bir kısmını zat-ı alilerine açık bir mektup Evet Hamdullah Bey! Buyurduğunuz gibi dini yalnız bir ibadet ve i’tikad mes’elesi suretinde telkin etmemeli; onun bir de medeniyet mes’elesi olduğunu anlatabilmeli duyurabilmelidir. Bunu duyurmadıkça i’tikad ve ibadet lır; mu’tekıd ve abidde ahlaki ve ictimai bir te’sir husule getiremez. Halbuki Müslümanlık yalnız bir i’tikad ve o i’tikadiyat üzerine müesses ibadeti olduğu gibi bunlardan mütevellid bir ahlakıyatı bir ictimaiyat ve medeniyeti ve bunlardan doğan bir siyaseti de vardır. lakı İslam ictimaiyatı İslam medeniyeti” anlatılmadıkça midir ki: Pek çok mu’tekıd ve abidlerin yalan söylemek emanete hıyanet etmek yekdiğerinin aleyhinde bulunmak her türlü münkeratı işlemek gibi dinen haram olan harekattan çekinmediklerini Müslümanlığın namaz ve oruç nisbetinde farz kıldığı birtakım vezaifi ifa etmediklerini görüp duruyoruz. Demek ki din yalnız bir i’tikad yalnız bir ibadet mes’elesi değil imiş. Kuru bir i’tikaddan mihaniki bir ibadetten bir şey çıkmaz. Hem ne hacet eğer bazılarının zan ve telkinleri gibi din yalnız bir i’tikad ve ibadet mes’elesi olsaydı Kur’an-ı Kerim’de i’tikad ve ibadet hakkında takriben ayet olduğu halde ilim ve medeniyet hakkında ahlak ve bir şey olmaz mı idi? CİLD - ADED - SAYFA ğım şeyleri ikinci bir makaleye bırakıyorum. Bilhassa: “Daru’l-muallimatımızda vazife-i tedrisatı deruhde edecek muallime ve muallimlerin intihabı mes’elesi iktidar ve ahlak ile olduğu kadar yaş ile de alakadardır. Bir muallime hanım şerait-ı mütesaviyyeyi haiz olduğu vakit bir muallime tercih edilmeli ve muallimler de hiç olmazsa yurmanız ne kadar mühim ve ne derece nazar-ı dikkate alınacak bir mes’eledir. Bu şeraite adem-i riayet yüzünden her gün tahaddüs eden ahval-i na-layıka gözümüzün önündedir. Maarife verilecek istikameti beyanatınızın şu satırları pek beliğ bir surette tasvir ediyor: “Bütün i’dadilerimizi memlekete işadamı yetiştirecek hale koymaya başlayacağız bu ma’nada çocuklarımızı başka milletleri taklid etmekten Frenklik özentisinden tecrid ederek kendi an’aneleri kendi milliyetleri dahilinde halkın sevdiğini sever halkın hürmet ettiğine hürmet eder; dinine toprağına ve milliyetine merbut insanlar olarak yetiştireceğiz.” Hamdullah Bey! Emin olunuz ki ancak şu satırlar bütün ma’nasıyla kurtulmuş hürriyet ve istiklaline nail olmuştur. Kör bir taklid ile Frenklik özentisinden kurtulmadıkça bu millet için kat’iyyen hayat ve istiklal yoktur. An’anatına yan bakan halkın sevdiğini sevmeyen –kim olursa olsun– hiçbir zaman bu millete nafi’ bir unsur olamaz. Onun ilminden irfanından –eğer varsa– bu millet gençlerinin kısm-ı küllisi halen bunu idrak etmekten çok uzak bulunuyorlar. Felaketlerimizin en büyük saikı körkörüne takliddir Frenklik özentisidir. Artık bu modaya nihayet verilmelidir. Yoksa emeklerimiz yine boşunadır. Şehir köy mektepleri ve halkın mekteplere rağbetsizliği mes’elelerindeki fikr-i alileri de tamamıyla doğrudur. Şimdiye kadar masarif-i mecburenin tevziinde vuku’ bulan adaletsizliklere bir de köyden toplanan paralar kasabalar için sarf edilerek nefs-i köye mektep açılmaması açılan mekteplere muallim gönderilmemesi mekteplerine neden rağbet etmedikleri kolayca anlaşılabilir zannederim. Zavallı köylüler Hazret-i Adem zamanından beri yol parası vereceğiz masarif-i mecbureyi te’diye edeceğiz diye sahanına tenceresine varıncaya kadar varını yoğunu sattığı halde; ne yollarda bir değişiklik var ne de mektep ve muallimlerde. Hatta mektep ve muallim mes’elesinde geriye doğru müdhiş bir tereddi olduğunu i’tiraf etmemek belki de bir haksızlık olur! Daire-i intihabiyyeniz dahilinde bulunan Akseki mek için lazım gelen evsaf ve şeraiti ne kadar cami’ olursa olsun tamami-i muvaffakıyyat için muhitten yardım görmesi de şart-ı a’zamdır. Din mualliminin telkinatı diğer muallimler tarafından fiilen veya –hiç olmazsa– kavlen te’yid edilmez ve bilakis onunla tezad teşkil edecek harekatta bulunulursa o zaman din mualliminin vazifesi daha ziyade müşkilleşmiş muvaffakıyet de azalmış demektir. Çünkü o zaman talebe arasında “Din muallimi vazifeten bu yolda telkinatta bulunuyor.” fikr-i sakimi ortaya çıkmak ihtimali kuvvetlidir. Binaenaleyh terbiye-i diniyyenin esaslı ve samimi bir surette lüzumuna kani’ olan maarifçilerimiz için bu mühim noktayı her halde nazar-ı dikkate almak lazımdır. Eğer dinin hakikatine terbiye-i diniyyenin lüzum-ı hakikisine –resmi değil– cidden ve samimi olarak kani’ bulunuyor isek hem ulum-ı diniyye tedrisatını söylediğiniz vechile ıslah etmek; hem de tedrisatın ciddiyetini ihlal edecek kıymetini düşürecek ef’al ve harekattan muhiti kurtarmak lazımdır. Başka türlü hareket müntic-i muvaffakıyyet olamaz. Talebe her gün muhitinin kendisini laübaliyaneye şahid olup durdukça kalbindeki buhranı “Mekteplerin terbiye-i diniyye i’tibarıyla gösterdiği ihmal ailelerden ve beldelerimizden sirayet eden umumi alakadardır.” demekle bu hakikate pek güzel tercüman oluyorsunuz. Elhasıl tedrisat ve terbiye-i diniyyede husule gelen za’f ve ihmalin gençliğin dine karşı almış olduğu laübaliyane vaz’iyetin başlıca iki sebebi var: - Maarifçilerin din hususunda lakayd kalmaları. - Tedrisat-ı diniyye ile meşgul olan zevatın her zaman ve mekana göre değişmesi kat’iyyen lazım olan tarik-ı tedrisin yalnız bir şeklinde mış olmaları kısa bir ta’bir ile mesalik-i irşada vakıf olmamalarıdır. Bendeniz ne kadar maarifçi bilirim ki: Sözlerini fiilleri tekzib edip duruyor. Bu adamlar mesela levazım-ı medeniyyetten olduğuna kani’ oldukları birtakım şeyleri talebeye telkin eder iken bizzat kendileri de fiilen numune-i yemek içmek kadar lazım olduğunu talebeye her vakit söyleyip durdukları din ve terbiye-i diniyyede fiilen numune-i imtisal olamıyorlar. Artık en ufak şeyleri bile gözünden kaçırmayan talebenin ruhu üzerinde bu gibi şeylerin ne müdhiş te’sirler bırakacağını bilmem ki söylemeye lüzum var mı?.. Muallimelerin şekli ve kıyafeti mes’elesindeki fikirleriniz çok şayan-ı dikkattir. Bu münasebetle yazacaBen çocuklarıma küçük yaşlarından beri o kadar yüz verdiğim halde –Cenab-ı Hakk’a tahdis-i ni’met olarak söylerim– kendilerinden şimdiye kadar hiçbir terbiyesizlik görmedim. Yalan söylemezler emsallerini çekememezlik etmezler bi-namazlık yapmazlar ötekini berikini çekiştirmezler hülasa: Tam müslümanca yaşarlar. Geçenki makalemi mahdumumla kızıma da okumuştum. Mahdumum dedi ki: – İyi amma efendi baba dışarıdan zinet eşyası getirilmezse yerli mallarımız ihtiyacımıza kafi gelir mi? – Gelir evladım dedim. Hem sen yazılarıma dikkat etmemişsin: Ben ne yazdım? Memleketimizde yalnız pek mühim ihtiyaclarımızdan olmayan şeyler yasak edilmiştir. Yoksa bizde yetişmeyen maddeler yine girecektir. Bunlara bir şey yok. kanunun adından da anlaşılacağı üzere yasak olan ancak zinet eşyasıdır. – Büyük Millet Meclisi maaşlılar için yerli kumaş giymesini mecbur etmiş. Bunlar nasıl olur? – Evet: Böyle bir kanunun çıkarılmakta olduğunu ben de gazetelerde okudum ve pek çok sevindim. Vakıa elbise ihtiyacı da mühim bir ihtiyacdır. Fakat memleketimizde bu ihtiyacı te’min imkanı yok değildir. Eskiden biz hep yerli kumaşları giyerdik. Avrupa’nın sülük kanlarıyla boyanmış çürük kumaşlarını giyenlere “fena adamlar” gözüyle bakardık. Fakat yazılarımdan da palıların bu pis kumaşlarına muhtac olmaya başladık. Çünkü: Yerli mallarımız para etmez oldu. Avrupalılar ucuz ucuz mallar getirdi. Bizimkiler hep sevindi! Eskiden her evde birer tezgah vardı. Validen merhume bile kumaş dokur döşemelik dokur gömleklik bezler iç donları peşkir sofra yaygıları gibi şeyleri yapardı. Şu tünde oturduğun halı da onun ma’rifeti idi. Ah eski insanlar! Siz onları şimdi beğenmezsiniz amma haksızsınız. Evlad cihana hüküm süren bütün dünyayı emrine ram eden insanlar sizin gibi çıtkırıldımlar değil kavuklu cübbeli şalvarlı iri idiri insanlardı. Böyle milli kıyafetler ları da milli kalbleri de milli idi. Sen ne zannediyorsun? Şekillerin ruhlar üzerinde mühim te’sirleri vardır. – İyi amma efendi baba şu zamanda bu kıyafetler yaraşır mı? – Ne demek? Bir milletin kıyafeti o millet için ayıb değil bir şereftir. Ya sizi ne yapayım evlad! Karşıdan görenler ne olduğunuzu hangi milletin evladı bulunduğunuzu anlayamazlar. Binbir çeşit kıyafet! Avrupalı mısınız Asyalı mısınız? Belli değil! kazasının Süllü nahiyesinden bir mektup aldım; buyurduğunuz vechile masarif-i mecburenin tevziinde vukua gelen adaletsizlik o kadar açık ki insan hayretinden şaşırıyor. Şübhe etmiyorum ki zat-ı alilerine de resmi şikayet gelmiştir. Her türlü servet ü samandan mahrum bütün ma’nasıyla fakir olan bir yere bu kadar masarif-i mecbure tevzi’ etmek her halde zat-ı alilerinin bahsettiği beceriksiz idare adamlarının köylüyü adi bir sınıf addeden bir kısım ahlak düşkünlerinin işidir. Bu haller devam ettikçe köylüye maarifi sevdirmek pek güç ve pek geç olacağında zerre kadar tereddüd olunmamalıdır. El-hasıl maarife müteallik mesail-i muhtelife hakkındaki düşünceleriniz pek ulvidir; hastalığı ve suret-i tedavisini pek vakıfane bir suretle teşrih ediyorsunuz; elverir ki şimdiye kadar pek çoklarında görüldüğü gibi yalnız fikirde gazete sütunlarında kalmasın! Azim ve hüsn-i niyyet olduktan sonra her şey olur; bilhassa böyle hayati bir mes’elede bir gün bile durmak muvafık değildir. Hüsn-i niyyetle işe başlayınca Allah mutlaka Y]– ÃY² zahiriniz olacaktır. “Allah’ın öyle azim sahibi kulları vardır ki onlar bir şeyin husulünü murad edince Cenab-ı Hak da irade buyurur.” ±® Y–Y® Geçenki makalemin sonlarında zinet eşyasının memlekete girmesini yasak eden kanun hakkındaki i’tiraz noktalarını da yazarak aklımın erdiği kadar cevablarını vereceğimi vaad etmiştim. Bana bu i’tiraz noktalarını hatırlatan mahdum bendenizle kızım oldu! Ne yalan söyleyeyim: Ben çocuklarımla ve torunumla evimde senli benli konuşuyorum. Öyle benim yaştaki ihtiyarlar gibi bir köşeye kurulup sorutup durmam. Onlarla yaptığım hasbihaller benim hayatımın en kıymetli dakikalarını körler ve dilsizler yerine koyup onlarla konuşmak istemeyiz. Bize bir şey sorsalar suratımızı ekşitir ters bir cevab veririz: Halbuki çocuk sormak öğrenmek için çocuktur. Sen onların sorgularına cevab vermezsen izzet-i nefisleri kırılır kalblerinde sana karşı nefretler uyanır. İş bununla da kalmaz: Çocuk cahil görgüsüz hatta yüzsüz olur. Tahsil yalnız mekteplerde gösterilmez; asıl aile ocaklarında gösterilir. Yalnız dikkat etmek lazımdır ki: Sualler de cevablar da edeb ve terbiye dairesinde olsun… CİLD - ADED - SAYFA meşgalelerimizi de alacağız. Oralarda da faaliyetler başlayacaktır. Hem uzun söze ne hacet? Geçenlerde İktisad Vekili Beyefendi: Korkmayınız memleketimizde çıkan ve çıkacak olan mensucat Türkiye’nin ihtiyacını tamamen te’min edecektir dememiş miydi? Bu resmi bir sözdür. Her halde doğrudur. Sonra işe maaşlılardan başlanması da büyük bir hikmete bağlıdır. Biliyorsun ki: Bizde en uyanık ve bilgiç tabaka maaşlı tabakadır ve maatteessüf en çok şıklığa heves edenler de bunlardır. Avrupa’nın çürük cicili bicili meta’larını sırtlarında taşıyanlar ekseriyetle halk değil me’murlardır. Büyük Millet Meclisi –Allahü a’lem– demek istiyor ki: “Siz de halk gibi olacaksınız. Onların hadimisiniz. Binaenaleyh onlara benzeyeceksiniz!” Fena mı? Bir de maaşlılar bir mecburiyet-i iktisaiyye altında kaldıkları ve belki elbise ihtiyacına da düşecekleri için bulundukları yerlerde mutlaka boş durmayarak dokumacılığı ileriye götürmeye çalışacak memleketin iktisadiyatına daha çok ehemmiyet verecektir. Çünkü: Vermese kendisi de belki çıplak kalacaktır!... – Peki ahali ne olacak? Onlar mecbur tutulmayacak mı? – Bu işte bir incelik vardır. Demin ne dedim: Avrupa kumaşlarına en çok heves eden sınıf maaşlı sınıftır. Ahalinin çoğu esasen yerli kumaşı giymektedir. Onların içinde Avrupa kumaşlarını da giyenler varsa uyanık tabaka milli olacağı için onlara benzemeye çalışacak büsbütün yerli malları hakim olacaktır. – Peki amma herkes yerli malına düşerse o kadar kumaşı nereden bulacağız? – Hele düşündüğün şeye bak! Tek herkes bu milli hevese düşsün de memlekette me’muru da ahalisi de hep bu uğurda ittifak ile çalışsın!... İnşaallah memleket bu mes’ud günleri de görür ve görecektir evladım. – İnşaallah inşaallah. Yalnız bir şey hatırıma geldi: Dışarıya mal getiren tüccarlarımız ne olacak? – Eğer maldan maksadın elbiselik kumaş ise bu men’ edilmemiştir. Yine celb edilebilecektir. Yok zinet eşyası him ihtiyaçlara tealluk eden şeyleri getirmek ve satmakla meşgul olacaklardır. – Ticaretleri bu suretle sekteye uğramış olmaz mı? – Hayır. Tüccar “taleb”e göre mal getirmekle mükelleftir. Memlekette hangi mal geçiyorsa onu getireceklerdir. Binaenaleyh ticaretlerinde bir sekte hasıl olmuş bulunmayacaktır. – Maksadımı arz edemedim. Bir kere maaşlılar için bir mecburiyet kabul edilmiş. Halk bundan müstesna tutulmuş. Bu ne demektir? Memlekette yerli kumaşları hakim olacak demektir. Şu halde tüccarlarımız Avrupa – Demek ki başımıza biz de birer kavuk geçirelim? vuk giyiniz demiyorum. Yerli mallarından ma’mul milli zevkımizi okşayan bir kıyafet bulunuz; bunu kabul ediniz artık maskaraca değiştirip durmayınız… – Ya fesler? – Dünyada en sevmediğim şey “fes”tir. Vakıa milli serpuş diye telakki edilmiş. Fakat bu milli değildir. Hem ne ayıbdır ki dünyada fes başlıca biz giydiğimiz halde Avrupa bu yüzden de her sene bizden milyonlarca çekiyor. – O halde ne giyeceğiz? – Başındaki kalpağı beğenemiyor musun? Maamafih mutlaka kalpak giyilmesini de iltizam edemem. Ümmet neyi beğenirse –fakat Avrupalılara benzememek şartıyla– onu giyersiniz. Mesela Bursa’nın güzel arakıyeleri vardır. Bazı yerlerde de yünden ma’mul keçe külahlar var… Bunlar umumun kabulüne mazhar olursa ne iyidir! Bu suretle daha ziyade ıslah da edilir; binaenaleyh tekemmül de eder. – Büyük Millet Meclisi fesi de yasak mı etti? – Maalesef hayır! Püskül gibi o da başımızda bela olup kaldı! İnşaallah milli bir serpuş bulunur da bu yüzden Avrupa’ya akan milyonlarımız da memleketimizde kalır. – Efendi baba memleketimizin kumaşları ihtiyacımıza kifayet edebilecek mi? – Ha onu anlatacaktım. Demin kafi gelir dedim; izah edeyim: Vakıa eskiden olduğu gibi şimdi her memlekette her evde dokuma tezgahlarımız yoktur: Fabrikalarımız da keza. Fakat bunları evvelce yaşatan ne idi: Rağbet! Öldüren? Avrupa’ya meclubiyet! Şimdi umum tarafından yine bir aşk ve rağbet gösterilirse eminim ki şurada burada hala yaşayan milli dokumalarımız hem çoğalacak hem de tekemmül edecektir. Terakkileri doğuran şey: İhtiyacdır. Bir kere bu ihtiyac herkes tarafından takdir edilsin; göreceksin ki: Bütün Türkiye yine eski san’atına avdet etmiş her yer baştan başa tezgahlarla dolmuştur. Hatta yeniden fabrikalar bile yapılacaktır. – O vakte kadar erbab-ı maaş çıplak kalırsa? – Kalmaz evladım kalmaz. Müzakere edilen kanunu gazetelerde okudum: Maaşlılar derhal elbiselerini atıp yerli kumaşı arayacak değildir. Bunları eskidikçe atacak yerine yerli kumaş alacaktır. Bu tedrici olacağı için hiç kimse –emin ol– bunalmayacaktır. Daha şimdiden dokuma Türkiye mensucat hususunda büsbütün boş da değildir. Birçok memleketlerimiz vardır ki oralarda elyvem dokumacılık devam etmektedir. İnşaallah yakında memalik-i CİLD - ADED - SAYFA kumaşı ticaretinden –memnu’ olmasa da– tabiatiyle mahrum kalacaktır. Sonra memlekete diğer zinet eşyası da girmeyeceği için tüccarlarımız buna aid ticaretlerden dahi mecburen vazgeçecekler yalnız mahdud ve muayyen şeylerle uğraşıp duracaklardır. Bu zannederim ki tüccar için mühim bir darbedir. – Maksadını anlıyorum evladım. Tüccar bir kısım eşya ticaretinden mahrum kalsalar da diğer aksam ile memnuiyetten hasıl olan boşluğu doldurmak mümkündür. Demin dediğim gibi tüccarlarımız esasen “taleb”e göre mal getirmekle mükelleftir. Ahali madem ancak muayyen ve gayr-i memnu’ eşyayı alacaktır tüccarlarımız da yalnız bunları getirebileceklerdir. Memlekete Avrupa’nın pis mallarını sokacaklarına Türkiye’nin muhtelif aksamında yetişen şeyleri toplasınlar mağazalarını dükkanlarını bunlarla doldursunlar ve bunları satsınlar. Tüccarlarımız içinde öteden beri hayırlı malları satmakla müştegıl zevat yok mudur? Karamürsel’in Hereke’nin Bursa’nın Suriye’nin Konya’nın Malatya’nın Burdur’un…. mallarıyla dolan daha karşıdan insana zevk-ı milli fahr-i milli saçan hamiyetli mağazaları şurada burada görmedin mi evlad? – Evet gördüm. Hatta sırtımdaki şu elbiseliği Eskişehir’de bir mağazadan almıştım. Hala yepyenidir. Birkaç sene de dayanacaktır. Fakat acaba memleketimizde bu gibi mağazaların mikdarı her halde çoğalacak der misiniz? Ben buna henüz kani’ değilim! – Mecburen çoğalacaktır oğlum. Evvelce böyle bir mecburiyet yok iken ve Avrupalıların iktisadi esaretleri altında yaşarken yine şurada burada milli mağazalar milli tezgahlar hatta milli fabrikalar icra-yı fa’aliyyet ediyorlardı. Şimdi bu esaretten kurtulmuşlardır ve bir mecburiyet-i kanuniyye de vaz’ edilmiştir. Şu halde milli sanayiimiz olanca azmiyle ilerleyecek korktuğun ihtiyac zail olacaktır. Mecburiyet-i İktisadiyye kanununun daha dahilinde dokumacılığa fazla ehemmiyet verilmeye başladığını numuneleri gönderiyormuş. Vekalet bunlardan güzel bir koleksiyon yapmış. Sizin gibi azmi gevşek olanlara gösteriyormuş! Farz edelim ki kumaşlarımız ihtiyaca gayr-i kafidir. Demin ticaretlerinde mühim bir boşluk hasıl olacağını söylediğin tüccar şirketler yapsınlar dokumacılığı terakki ettirsinler. Şimdiye kadar bu millet yüzünden kazandıkları parayı bu milletin hakiki ihtiyacında kullansınlar. Bu suretle hem bir hizmet hem de kendileri namına daha meşru’ bir ticaret etmiş olurlar. – Efendi baba oğlunuz azimsiz değildir ve bu kanunları bütün ruhuyla alkışlamıştır. Yalnız sizden istifade etmek hatıra gelen şübheleri izale eylemek istiyorum. – Bilirim oğlum bilirim. Ne düşünüyorsan kemal-i serbesti ile sorabilirsin. – Teşekkür ederim. Hatırıma bir şey daha geliyor: Tüccarlarımıza “Sen şunu satacaksın bunu satmayacaksın.” demek onların hürriyet-i ticariyyelerine karşı bir tecavüz mahiyetinde telakki edilemez mi? – Vakıa bu bir nevi’ takyiddir. Fakat size “hürriyet” bahsini izah ettiğim zaman söylediğim vech ile dünyada “mutlak bir hürriyet” yoktur. Bütün silsile-i kainat birtakım kavanine tabi’dir. İnsanlar da bu kanunlardan hariç kalamamıştır. Cenab-ı Hak ayet-i kerimesinde buyuruyor ki: Ê ² ~ yc À Y u oÀ İnsanlar kendilerinin başıboş salıverildiklerini mi zannediyorlar?” “Hürriyet” gayrin hukukuna tecavüz etmemekle mukayyeddir. Okuduğun ilk makalemde de izah etmiştim: Hayat ve memat mücadelesi içinde yaşayan bu milletin parasını hem de çürük meta’lar mukabilinde düşmanlarımızın eline geçirmeye kimsenin salahiyeti yoktur. Bu millete karşı mühim bir zarardır. Milletin hukuk-ı hayatiyyesine hukuk-ı iktisadiyyesine tecavüzdür. Binaenaleyh bu zararın bu tecavüzün önüne geçmek –bir nevi’ takyid de olsa– pek tabii ve zaruri bir vazifedir. Hesabını kitabını bilmeyerek parasını harice kaçıran milletler bir gün iflas eder gider. Biz senelerden beri hep bu tehlike karşısında kaldık. Eğer Büyük Millet Meclisi bu mühim kanunları çıkarmamış olsaydı iktisadi vaz’iyetimiz binaenaleyh hayati mevkiimiz pek ye’s-aver bir derekeye düşecekti. Bu muhakkaktı. Binaenaleyh gerek tüccar olsun gerek efrad olsun bu kanunlara behemehal mütabaata mecburdur. Etmezlerse indallah ve indennas mes’ul ve mücrim olacaklarında şübhe yoktur. Hem evlad ikide bir ihtiyacdan bahsediyorsunuz. İhtiyac nedir? Bütün bir cihan-ı küfr ü taassub ile karşı karşıya gelerek dinini vatanını istiklalini kurtarmaya çalışan milletimizin bi’lfarz ufak tefek ihtiyaclara ma’ruz kalması bizi bu derece düşündürmeli midir? Emin ol ki bu kanunlar dahi milli gayemize vusul için ta’kib ettiğimiz yolların en mühimlerindendir. – Zinet Eşyası kanununda “müsadere” ve ceza da var değil mi? – Tabii. – Fakat bu nasıl olur? – Demin söyledim: Bu kanuna mütabaat etmeyenler mücrimdir. Her cürüm mukabilinde ceza terettüb eder. Madem ki düşmana silah kaçıran herhangi bir şahıs ceona göre bila-ihtikar sattıracaktır. İhtikardan bahsedilince benim en hassas noktama dokundun! Bunu diğer bir hasbihale bırakalım da yine mevzuumuza devam edelim. Bu sırada torunum Akıl geliverdi. Dedi: – Yemek hazırlandı! – Ne yapalım evlad? – Devam edelim. Bu faydalı sözleriniz bizim için en mükemmel bir ziyafettir. – Yok yok. Hayatta intizam lazım. Bu kaideyi unutmayınız. Bahsimize inşaallah yine devam ederiz. Haydi kalkınız. zalandırılıyor para kaçıranların mevkii mücrimiyeti de bundan aşağı değildir hatta daha fazladır. Çünkü: O para ile düşman aleyhimizde daha çok fenalıklar icad edebilir. Binaenaleyh milleti maazallah iktisadi esarete sürüklemek isteyen tüccarın tecziesi de pek tabii bir şeydir. Bu kabil tüccarın hatta lede’l-icab İstiklal Mahkemelerine tevdiine bile raziyım! – Efendi baba izahatınız beni tamamıyla ikna’ etti. Yalnız müsaadenizle bir şey soracağım: Zinet eşyasından elinde malı bulunan tüccar ihtikar yapacak milletin parasını –malı bitinceye kadar– emip duracak. Buna karşı ne tedbir düşünülüyor? – Ha. Meclis bunu da düşünmüş: Elde mevcud zinet eşyasına damga vurduracak bunları kaça mal oldu ise Bu hafta Avrupa’dan bir arkadaşımız geldi. Avrupa’nın da bize mühim ma’lumat getirdi. Bir hayli zaman Avrupalıların muhterem arkadaşımızın izahatı bizim bir o kadar daha azmimizi artırdı imanımızı takviye eyledi. Bu ma’lumattan muazzam bir mücahadeye girişmiş olan Anadolu müslüman kardeşlerimizi de haberdar etmeyi en mütehattim bir vazife telakki ediyoruz. Avrupa’nın fettan siyasetini pek iyi bilen ve onların istilakar siyasetlerine karşı bütün ömrünü mücahede ile geçiren muhterem arkadaşımız diyor ki: – Bugün Avrupa’da mühim bir buhran vardır. Ma’lum olduğu vechile bu buhranı Harb-i Umumi tevlid etmiştir. Harb-i Umumi Avrupa’yı umumiyetle bi-tab bir hale koydu. Vakıa zahiren galib mağlub zümreler görülmektedir. Fakat hakikatte her iki taraf da bitkin bir haldedir. Avrupa’nın o eski şevket ve kudreti bugün kat’iyyen kalmamıştır. Mağlub devletler birçok felaketlere ma’ruz kaldıysa galib devletlerin felaketi de ondan aşağı değildir. Hatta bugün galib devletlerin mevkii daha tehlikeli daha hatar-naktir. Galib devletler bilhassa İngilizler o kadar çok ve karışık hadisat o kadar mu’dıl ve mühlik mesaile ma’ruz kalmıştır ki bunların altından kalkmanın tün mes’eleleri karşılayabilirdi; fakat bugün hadisat galib devletleri ihata etti. İ’tilaf Devletleri mes’elelere hakim olmak değil mes’eleler İ’tilaf Devletlerine hakim oldu. Bir taraftan da yeni yeni hadisat vukua geliyor gün geçtikçe vaz’iyetleri daha ziyade kesb-i vahamet ediyor. Zaferin mahmurluğu zail olup da hakikatle karşı karşıya gelince galibler harbin cism-i devlette açtığı elim rahneleri görmeye acı sızıları hissetmeye başladılar. Cehennemi harb senelerinde sarf edilen servet ve mesai müdhiş bir kesel ve fütura düşürdü. Sinirler yoruldu. Azimler gevşedi. Ahlak sarsıldı. Açılan yaraların sızıları değiştirdi. Senelerce boğuşmak can alıp vermek insan kasablığı ile vakit geçirmek vicdanları nasırlaştırdı. Bu hislerle avdet eden efradda artık nizamat-ı ictimaiyye ve siyasiyyeye karşı tabiatıyla bir lakaydi husule geldi. Yani cem’iyetiyle alakaları halele uğradı. Hey’et-i ictimaiyyenin menafiinden ziyade herkes nefsinin kaygusuna düştü. Cem’iyete olan irtibatlar kırıldı. Halbuki harbin açtığı yaraları tedavi için eskisinden ziyade hey’et-i ictimaiyyeye merbut olmak menafi’-i ferdiyyeyi hiç düşünmeyip meliyordu. Ancak bu suretle mafatı bir dereceye kadar olsun telafi mümkün olabilirdi. Lakin mes’ele tamamıyla bunun aksi surette tecelli etti. Cem’iyetin menafii tamamıyla şünmez oldu. Ne nizamat-i ictimaiyyenin sarsılması ne müessesat-ı siyasiyyenin inhidamı hiç kimseyi alakadar etmez oldu. Öyle müdhiş bir fütur-ı ictimai husule geldi ki hayretten başka insan diyecek söz bulamıyor. Harb-i Umumi bir taraftan ruhlar üzerinde böyle fütur-amiz te’sirat husule getirdiği gibi diğer taraftan muvazene-i rek mesaileriyle kronometre gibi işleyen o iktisadi makina durdu. Çünkü onun en mühim aletleri kırıldı ve bu ahvale en ziyade İngiltere sebebiyet verdi. İngiltere cihan sad sahasında kolunu kanadını kırmak istedi. Evet ona muvaffak oldu. Fakat kendinden de hayır kalmadı. BuO derecede ki mesela İngiltere ve Fransa’da hatta Amerika’da vergiler tahammül edilemeyecek derece ağırlaştı. Artık bunun üzerine fazla habbe ilavesine imkan yoktur. İngiltere hükumeti bir adamın kazandığının hemen üçte ikisini alıyor. Böyle iken yine bazı memleketlerde muvazene-i maliyyeyi te’min etmek kabil olmuyor. Devlet bütçelerinde büyük açıklar rical-i hükumeti düşündürüp duruyor. Bu açıkları istikraz ile kapamaya da bugün imkan yoktur. Çünkü bir kere Avrupa yekdiğerine birinden bedter. Sonra Amerika Avrupa’nın istikbali hakkında fevkalade bedbin bir fikir besliyor. Bundan dolayı o da ikraza yanaşmıyor. Binaenaleyh bu ahval böyle devam ettiği takdirde Avrupa için iflas-ı maliden başka akıbet yoktur. Şimdi ahval-i iktisadiyyesi bu halde bulunan Avrupa’nın vaz’iyet-i siyasiyyesi ne halde bulunacağı istidlal edilebilir. Zira ma’lumdur ki Avrupa’nın siyasiyatı iktisadiyat üzerine müessestir. Binaenaleyh bugün Avrupa’nın muvazene-i siyasiyyesi de zir ü zeber olmuştur. Avrupa muvazenesinin inhilali cihan-şümul bir mes’eledir. Bu yalnız Avrupa’ya münhasır kalmaz. Bütün cihanda te’siratını gösterir. Nitekim bugün cihan ahval-i siyasiyyesi hala keşmekeşten tezebzübden fetretten azade kalamamıştır ve bu fetret-i siyasiyye devam ederek mutlaka bir inkılab-ı azimi tevlid edecektir. Zira Avrupa’nın artık eski cihan hakimiyetini iktisab etmesine imkan kalmamıştır. Avrupa emperyalistliği artık hitama eriyor. Vakıa Avrupa emperyalistliğinin başında bulunan ve bu siyaset-i istilakaranenin en büyük mümessili olan İngiltere Harb-i Umumiden sonra bir aralık yeni yeni ümidlere düşmüştü ve rakiblerini mağlubiyete uğratmakla cihanda hakim-i mutlak kaldığı zehabına kapılmıştı. Almanya yere serilmiş Rusya kuvvet ve ehemmiyetini gaib etmiş Fransa ve İtalya bi-tab düşmüş Avusturya munkarız olmuş… Artık İngiltere cihanda yegane muazzam bir devlet olmak üzere kalmıştı. Belki de Harb-i Umuminin husule getirdiği fetret-i siyasiyye İngiltere’nin ekmeğine yağ sürecekti. Onu her türlü rekabetten azade bırakarak bütün dünyaya hükmünü yürütebilecek bir hale getirecekti. Bu sayede İngiltere ma’hud emperyalizm siyasetini serbesti-i tam dahilinde yürütecekti. İngiltere bu hülyalara düşmedi değil. Harb-i Umumiyi müteakıb rette göstermektedir. bu hülya ile o kadar sersemleşti ki ne yapacağını şaşırdı. Eski münafıkane siyasetini bile ta’kibe lüzum görmedi de açıktan açığa cihana meydan okumaya milletlerin efendisi olduğunu hissettirmeye başladı. Artık hiçbir şeyden çekinmeye lüzum kalmamıştı. Biraz sesi nunla beraber umumiyetle Avrupa’nın hayat-ı iktisadiyyesi tehlikeye düştü. Uzun zamanların mesaisiyle vücud bulan o makinayı çevirmek hususunda bütün devletlerin hisse-i mesaileri vardı. Hepsinin müşterek çalışmalarıyla o makina intizamını muhafaza ederek cihande hükmünü yürütebiliyordu. Vakıa aralarında rekabetler çekişmeler eksik olmazdı. Fakat ne yapıp yapıp yine bir çare-i i’tilaf bulur o müdhiş makinayı işletirlerdi. Avrupa devletlerinin vukua gelecek bir durgunluk mutlak diğer taraflarda da te’sirden hali kalmazdı. Avrupa piyasası o derece vahdet etmişti. Halbuki şimdi bu makinanın en mühim aletleri kırılmış olduğu için vazifelerini ifa edemez oldu. Bu sebeble makina esasından durdu. Bugün Almanya ihracatı tahdid edildiği için işleyemiyor. Avusturya tarümar olduğu bugün nan-pareye muhtac bir müstemleke haline düştü. Sonra Rusya Avrupa ile tamamıyla alakasını kat’ etti. Ne kendisi istihsalatta bulunabiliyor ne de Avrupa emtiasını Merkezi ve Şarki Avrupa’da takriben üç yüz elli milyon halk mübadeleden keff-i yed etmiş bulunuyorlar. Sonra Avrupa’nın en mühim mahrecleri olan Asya ve Afrika’da Avrupa’ya karşı hasıl olan nefretten dolayı Avrupa emtiası oralarda da revac bulamıyor. Bu suretle Avrupa dahili istihlakattan harici mahreclerden mahrum kalınca müdhiş bir buhran-ı iktisadiye düşmekten yakasını kurtaramadı. Zaten Harb-i Umumide sarf olunan mebaliğ Avrupa’nın servetini mahv etti. ne kadar para sarf etti biliyor musunuz? Tamam milyar frank. Yani milyar altın. Bu para hem havaya gitti hem de müdhiş tahribat husule getirdi. Avrupa’yı yıkıldıktan sonra artık Avrupa’da buhran-ı iktisadinin zuhuru gayr-i kabil-i ictinab bir hale geldi. altında kıvranıp duruyor. Bir taraftan işsiz kalan amelenin maişet derdi. Mesela bugün İngiltere’de sekiz milyon ameleden üç milyon iki yüz bin amele işsiz geziyor. Bunları hükumet iaşeye mecburdur. İngiltere hükumeti bunlara her ay takriben milyon İngiliz lirası veriyor. Sonra amelenin grevleri pek ziyade ehemmiyet kesb etti. Şimdiki grevler yalnız iktisadi bir sahada kalmıyor siyasi bir mahiyet de iktisab ediyor. Sonra kambiyo farkı Avrupa için pek müdhiş bir tehlike-i iktisadiyyedir. Hariçten mevadd-ı ibtidaiyye tedarikine mecbur olan Avrupa bu yüzden büyük zararlara uğradıktan başka fabrikalarını da işletemez. ması devletlerin umur-ı maliyyesini zir ü zeber etmiştir. CİLD - ADED - SAYFA Tabii İtalya bunu herkesten ziyade iyi takdir ediyor. Binaenaleyh İngiltere’yi ihata ve tehdid eden mesaile karşı İtalya gibi hodkam bir milletin muavenet ve müzaherette bulunmasına imkan olmadığı pek bedihi bir hakikat-i siyasiyyedir… ehemmiyyetle düşündürmekte ve halkı avutmak muzafferiyet hatıralarıyla teselli etmek için hileli tedbirler maiyyesi sarsıldı. Teşkilat-ı milliyyesine vehn tari oldu. Bakıyorsunuz her şey yerli yerinde duruyor. Fakat birer heykel gibi ve Fransa’yı tarik-ı hayatta yürüten ictimai ve siyasi sahada ona feyz veren müessesatı bugün artık bir şey ifade etmez oldu. Sanki Harb-i Umumi Fransa’nın ruhunu kabz etti. Fransız Devleti bugün ruhsuz bir cesedden ve-i ma’neviyyesi tamamıyla kırıldı. Maddi ma’nevi bütün müessesatına karşı halkta derin bir lakaydi husule geldi. Halk hiçbir şeyi benimsemez oldu. Mesela ortada bir Kanun-ı Esasi var. Fakat kimsenin kalbinde ona karşı bir muhabbet bir merbutiyet kalmadı. Bir zamanlar Kanun-ı Esasinin bir kelimesi için kıyametler koparan Fransa bugün hey’et-i umumiyyesi çiğnense hiç aldırmıyor. Çünkü artık bugünkü teşkilat-ı ictimaiyye ve siyasiyyeye karşı kalbinde büyük bürudet husule gelmiş. Daha mes’ud olmak için dört sene mebzulen kan döktü. Fakat neticesinde felaketten başka hiçbir şey eline geçmedi. Vakıa birtakım yerler alındı. Fakat ona ne? O artık bugün kendi nefsinden başkasını düşünmüyor. Halden memnun değil. İstikbale hiç itminanı yok. Onun yerindedir a’zaları da hadd-i nisabındadır. Fakat Fransızların ruhlarında kalblerinde yeri kalmamıştır. Bugün Fransa’da şahsiyet-i ma’neviyyenin hakimiyeti artık tamamıyla kalkmıştır. Fransa’nın mukadderatı şunun bunun elindedir. Bir “Guro” çıkıyor Suriye’de istediği-ni yapıyor. Zannetmeyiniz ki hükumet mesela Mareşal Foş’un re’yini almadan müstakıllen bir iş görebilir. Reis-i cumhurun hukuk ve salahiyet-i kanuniyyesi nez’ olunmadı. Fakat o mevadd-ı esasiyye keen-lemyekün hükmüne girdi. Halkın ahval-i ruhiyyesine müdhiş bir fütur çöktü. Ne yaptığını ne istediğini bilmiyor. Sanki bir sarsar-ı felaket o diyarı kastı kavurdu. Hiç şübhe yok ki bu bir fevza-yı ma’nevidir. Anarşiden başka bir şey değildir. Almanya’ya galib geldi. Fakat korkusu eskisinden ziyade arttı. Fazla olarak İngiltere’nin taht-ı vesayet ve tahakkümüne düştü. Derd bir iken iki oldu. Tehlike daha ziyade kendisini sardı. Mütefekkirleri istikbalin muzlim derinliklerini görüyorlar. Fakat öyle bir felaket ki yükselenleri açıktan açığa kırabilecek fikrinde idi. Halbuki mahkumiyetle ye’se düşmüş mağlubiyetle izzet-i nefisleri kırılmış insanlara karşı bu kadar haşin ve şedid muamelede bulunmak onları hayatlarından büsbütün nevmid edecek bir hale getirmek doğru değildi. Lakin mıydı? O kendisini cihanda hakim-i mutlak bir mevki’de sanmıştı. Avrupa’yı kabza-i teshirine geçirdikten sonra Asya ve Afrika’da tamamıyla serbest kalacak istediği gibi o zalim emperyalist siyasetini tevsi’ edip gidecekti. Fakat evdeki pazar çarşıya uymadı. Şarkın mahkum milletleri hiç beklenilmeyen hiç ümid edilmeyen bir hareket ve faaliyet gösterince İngiltere şaşaladı. Uzun zamanların mahkumiyet acılarıyla kalbleri sızlayan şarklılar ve bütün mahkum milletler İngiltere’nin bu huşunet ve şiddetini görünce artık ne olursa olsun dediler; İngiltere’ye karşı mücahede bayraklarını açtılar. İngiltere de mümaşat etmeyi azametine münafi gördüğü için aykırı davrandı. En nihayet bu şiddet ve tazyik müdhiş bir patlak verdi. İngiltere’nin tac u tahtı bugün gıcırdamaya başladı. Bu suretle eski devre-i tarihiyye kapanıp yeni bir devre-i tarihiyye açılıyor. Artık bugün İngiltere’nin cihan hakimiyeti azamet ve şevketi mevzu’-ı bahs değildir. Şimdiki mes’ele İngiltere kendisini ihata eden mesail ve hadisata karşı mevcudiyetini mümkün mertebe müdafaa edebilecek mi yoksa büsbütün munkarız olup gidecek mi? İşte İngiltere bugün böyle bir hayat memat mes’elesi karşısındadır. Amele mes’elesi İrlanda mes’elesi Kanada Avustralya Cenubi Afrika Mısır Hindistan başta Türkiye olmak üzere alem-i İslam mes’elelerinden başka bugün oldu: Bunlardan biri Bolşevik İnkılabı diğeri de Amerika rekabeti ve bütün bu mes’elelerde İngiltere yalnızdır. Kendisine müzahir olacak hiçbir devlet yoktur. Vakıa Fransa ve İtalya ile bir ittifakları vardır. Fakat bu ittifak daha çok devam edecek değildir. Bunun inhilal ve infisahı yakındır. Zira ma’lum olduğu vechile Avrupa’nın en kuvvetli ordusuna malik olan devlet aleyhinde bulunmak Avrupa’da nisbetle en kuvvetli orduya Fransa malik bulunuyor. Binaenaleyh Almanya ordusunun inhilalinden miştir. Avrupa tarih-i siyasisini iyi tedkik edenler bunun mahz-ı hakikat olduğuna kani’dirler. İtalya’ya gelince onun da Bahr-i Sefid’de en kuvvetli donanmaya malik olması İngiltere ile aralarında samimiyetin devamına mani’dir. Bahr-i Sefid’de İtalya’nın hakimiyet-i mutlakası bir rakib çıkarmak İngiltere’nin siyaset-i asliyyesidir. Bunun CİLD - ADED - SAYFA gördükleri bu vefasızlıklara mukabil acaba İtalya kendisine bir müzaherette bulunuyor mu? Hod kam İtalya kendi menafiinden başka hiçbir şey düşünür mü? O şimdi Almanya ile te’sis-i münasebat için Almanya’ya karşı mümaşatkar bir siyaset ta’kib ediyor. Fransa’nın buna da canı sıkılıyor. Avrupa’da bu kadar gavail-i siyasiyye feragat edemiyor. Suriye’de Cebel-i Lübnan’da şurada burada istila ve fütuhat peşinde koşuyor. Bu hareketler kısım rical-i askeriyye el-an eski kafayı terk edemiyorlar. Hülasa Fransa’nın bugünkü vaz’iyeti pek karışıktır rünüyor. Müttefikleri kadar zarara uğramadı. Düşmanı olan Avusturya inhilal etti. Oldukça münbit yerler eline geçti. Fakat istikbali yine tehlikeden azade kalamadı. Avusturya yerine bu defa Yugoslavya geçti. Adriyatik mes’elesi hallolunmadı. Bilakis daha ehemmiyetli bir şekle girdi. bundan başka yeni bir tehlike Yunan tehlikesi zuhur etti. İngiltere İtalya’ya karşı Yunan’ı büyütmek Amele mes’eleleri kesb-i ehemmiyyet etti. Komünist cereyanlarına karşı hükumet bir şey yapamayacak hale geldi de bir kısım ahali doğrudan doğruya müdafaa vazifesini üzerlerine aldılar. “Façiti” unvanını alan bu zümre fiilen Komünistlerle mücadeleye başladılar. Görülüyor ki İtalya’da da hükumet müessesesinin o kadar ehemmiyeti kalmamıştır. Tabii bu anarşiden başka bir şey değildir. Artık bundan sonra İtalya’nın da emperyalist siyaseti ta’kib etmesine imkan kalmamıştır. Bir aralık Arnavutluğa asker sevkine kalkıştı da asker isyan etti gitmedi. Bunun üzerine Arnavutluğu tahliyeye mecbur oldu. Eğer Trablusgarb’da da biraz şiddetli hareket etseydi orada da tutunamazdı. Bu hususta biraz akıllı davrandı da onlara muhtariyet verdi. Yani işi pamuk ipliğine bağladı. Böyle iken İtalya şarka karşı yine eskisi gibi dört başı ma’mur görünmek istiyor. Sanki kendini tehdid eden hiçbir tehlike yokmuş gibi davranıyor. Hani şark yor da guya bu suretle hareketi bir lutuf şeklinde göstermek bizi kendisine minnetdar bırakmak istiyor. Halbuki devirleri çoktan geçmiştir… Muhterem arkadaşımızın bize lutfettikleri izahat bundan ziyade alakası olan İngiltere siyasetine İngiltere’yi işgal eden mes’elelere dair de mühim ma’lumat verdiler. Onları da inşaallah gelecek hafta arz ederiz. ne ileri ne geri tahaffuzun imkanı kalmamış. Halkın o derin ye’s ü füturunu izale için çalışıyorlar. Çocuk aldatır gibi türlü türlü nümayişlerle halkı oyalamak isterler. Mesela hüviyeti gayr-i ma’lum bir asker ölüsünü ta’ziz yorlar. Bunun etrafında kıyametler koparmaya kalkışıyorlar. Böyle sun’i tedbirlerle Fransa’nın kabz olunan ruhunu iade etmek istiyorlar. Fakat hiçbir şey kar etmiyor. Gün geçtikçe bünye-i ictimaiyyesi sukut ediyor. Teşkilat-ı siyasiyyesi kudret ve nüfuzunu zayi’ ediyor. Hatta aile teşkilatı da bozuldu. Efrad-ı aile arasındaki rabıtalar bile kırıldı. Halkın bu ahval-i ruhiyyesi siyasi fırkalar üzerinde de te’sirden hali kalmıyor. Bit-tabi’ bir memleketin siyaseti ictimaiyatından doğmaktadır. Fransa’nın ahval-i siyasetine de te’sir etti. Onun içindir ki bugün Komünist Fırkası’ndan tutunuz kraliyet tarafdarlarına kadar sosyalist radikal sosyalist demokrat republiken Bonapart…. bütün fırkalar Fransız teşkilat-ı hazırasını yıkmak muhtelif fırkalar bir noktada müttehiddirler: Fransa’nın bugünkü teşkilatı kıymet ve ehemmiyetten sakıt olmuştur esaslı bir tebeddül ve inkılaba lüzum vardır! Dahilen bu halde bulunan Fransa’nın siyaset-i hariciyyesi de pek karışık ve muzlimdir. Almanya’dan ümid ettiği tazminatı henüz alamadı. Almanya’yı iktisaden ve siyaseten düşkün bir halde bulundurmak için çırpınıp duruyor. Silezya mes’elesinde o kadar asabileşti ki Almanya’ya i’lan-ı harbe kadar kalkıştı. Bir taraftan Lehistan’ı diğer taraftan Çekoslovakya’yı Almanya’ya karşı tutuyor. Çünkü Alman tehlikesi el-an bakidir. Bir harb zuhurunda Fransa o eski yardımcıları bulamayacaktır. Vakıa Almanya’nın tecavüzüne karşı İngiltere Amerika Fransa arasında muahede akdolundu. Fakat Amerika Senatosu onu tasdik etmedi. Düvel-i akıdeden herhangi birinin parlamentosu tarafından tasdik olunmazsa diğerleri hakkında muahedenin hükmü cari olamayacağı hakkında muşidi. Binaenaleyh bu ittifak bugün hükümsüzdür. Almanya’nın tecavüzü halinde İngiltere muavenetine mecbur değildir. Fransa’nın yalnız başına kalmak tehlikesi vardır. İngiltere’nin Fransa’ya karşı bugünkü vaz’iyeti asla bir müttefik bir dost muamelesi değildir. Bilakis birçok mes’elelerde ez-cümle Silezya mes’elesinde Fransa aleyhinde hareket etti. Sonra Bolşevik mes’elesi Fransa milyar alacağını Bolşevikler tanımıyor. Ondan başka bu fikir Fransa’da da tevessü’ ediyor. Günün birinde azim bir fırtınanın kopması istib’ad olunamaz. İngilizlerden CİLD - ADED - SAYFA müslüman ordularına teveccüh etmiş düşmanın bütün planları zir ü zeber olarak pek mühlik bir vaz’iyete düşmüştür. Şimalde Bilecik’te hatt-ı ric’atleri kesilen düşman fırkalarına karşı kahraman müslüman fırkaları taarruza geçmiştir. Kütahya cenubunda düşmanın kuva-yı asliyyesiyle cereyan eden büyük meydan muharebesi de lehü’l-hamd lehimize inkişaf etmiştir. Her taraftan hareket eden kuvvetlerimiz düşmana kat’i darbeyi vurmak üzere bulunuyor. İnşaallah birkaç güne kadar Salib ordusu tamamıyla mahv u perişan olacak başlarındaki Kral Kostantin’in tac u tahtı yıkılacak saltanat-ı İslamiyye şark kapılarına ebediyyen hakim olacaktır. ƒ\ ±Á³®Q¯ ª y ‡² ±® y à À[ i mc ž Kastamonu’da ilki intişar eden’üncü nüshadan abone olan zevatın aboneleri gelecek nüshada hitam buluyor. Devamını arzu eden kariin-i kiramın lutfen bu hafta zarfında abonelerini tecdid buyurmaları rica olunur. Salib ordusu İslamın en büyük düşmanı olan İngilizlerin maddi ma’nevi müzaheretine istinaden başlarında kralları papasları prensleri rical ve ümerası olduğu halde üçüncü defa olmak üzere İslam ordularına karşı yüz bin kişiyi mütecaviz bir kuvvetle saldırdı. Bu suretle bu hafta küfür ordularıyla iman orduları kat’i bir mübarezeye giriştiler. Bugün yalnız Anadolu değil bütün İslam alemi en mühim tarihi zamanlar yaşıyor. Zira bugün Anadolu kapılarında şark ile garb son harbini yapıyor. Her iki alemin mukadderatı da bu harbin neticesinde teayyün edecektir. Eskişehir-Kütahya-Karahisar havalisinde cereyan eden bu muharebenin bu kadar cihanşümul ehemmiyet ve azameti vardır. İslam ordusunun mağlubiyetini tasavvura bile zihinlerimizin tahammülü yoktur. Çünkü bu maazallah yalnız Anadolu için değil İslam alemi için hatta Müslümanlık için müdhiş bir felakettir. Düşman yıldırım da olsa yılmayan İslamın muhafazası için iman dolu göğüslerini siper eden kahraman müslüman askerleri avn-i Hak’la bugün yarın Salib ordularını tamamıyla tarmar eyleyecek İslam alemi için yeni bir şevket ve daha başlar başlamaz Cenab-ı Hakk’ın nusret ve inayeti dı. Bu ve bunun emsali ayat-ı celilenin esrarına henüz vakıf olamayan bazı ashab tarafından “Bu ordu hiçbir vakit mağlub olmaz.” yolunda kelamlar sarf edilmeye başladı. Zahiren ashab-ı güzin böyle söylemekte pek haklı gibi idiler. Çünkü ashab pek az kuvvetlerle kendisinden aded ve silah i’tibarıyla pek faik kuvvetlere karşı harb etmişler ve defaatle galebe çalmışlardı. Huneyn’de pek faik idiler. Ashabın kuvve-i ma’neviyyesi mütezelzil olmak tasavvur olunamazdı. Çünkü her ferd harb meydanında şehid olmayı kendisine en büyük şeref biliyordu. Bu kısım ashabda bir kabahat var ise esbab-ı galebeyi tefevvuk-ı adedide görmeleri idi. İşte böyle hayati dakikalarda mü’minlerin esbab-ı maddiyyeyi ihzarı müteakıb muzafferiyeti ancak Allah’tan beklemeleri lazımdı. Hikmet-i ilahiyye bunu iktiza ediyordu. Bunun için İslamiyete bir sergüzeşt olmak üzere bu vak’ada tarafeyn harbe giriştikleri sırada ilk hamlede muvaffakıyet tarafımıza yüz göstermeye başladığında bir tepenin ardından düşmanın çevirme harekatının muhtemel bulunmasına mebni mezkur dağı muhafazaya me’mur olan kuvvet vetiyle yüklenmesi İslam askeri arasında büyük bir karışıklığı mağlub oluyordu. Avn-i Bari ile tekrar vaz’iyet ıslah edildi; düşman bu harbde de mağlub oldu. ¹À n ³Á± c]byg¦ ­ ­ k– ayet-i celilesi ashabı tamamıyla ĤđÓĜ×Ù ĤĥĩÝĝŷ Á­ Ê y ±® à u³– {— ª {À ª ‡³ª Y® Nusret ancak aziz ve hakim olan Cenab-ı Allah’ın fazl u kereminden kullara milletlere ihsan buyurulur.” Ma’lumdur ki milletler varlıklarını muhafaza ve idame mecburiyetindedir. Bununla beraber istihsal edilen esbab-ı maddiyye temin-i mevcudiyyete nusret ve galebeye kafi gelmediği de pek çok görülmüştür. Şu halde hem de ma’nevi kuvvetlerle mücehhez olmaları lazımdır. Kuvve-i ma’neviyyeden mahrum elindeki son sistem silahlıların ma’neviyatı muhkem eli sopalılara mağlub olduğuna tesadüf olunmuyor değildir. Binaenaleyh hikmet-i İslamiyyenin vaz’ ettiği la-ye- à ¦¹c ž – a®{– Y nazm-ı celilinin ifade ettiği ma’na-yı celildir ki esbab-ı maddiyye ile esbab-ı ma’neviyyeyi tev’em olarak elde bulundurmak ta’bir-i aharla azim ile tevekkülün ikisini bir tutmak lazımdır. Bu hususta İslamiyet aleme yalnız bir yüksek nazariye bırakmakla iktifa etmiyor Hazret-i Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin geçirdiği hayatın bazı safahatı da canlı bir misal mukni’ bir ders-i Huneyn vak’asında aleyhissalatü vesselam efendimiz bir kitle-i mücahidinle bizzat gazaya teşrif buyuruyorlar­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul CİLD - ADED - SAYFA katen değil ebediyyen bir kanun-ı sa-adet olacak olan Kur’an-ı Kerimdir. Bu millet edvar-ı i’tila ve terakkisinde o kanun-ı kavimden başka kanun tanımamış ancak onun feyz ve tevfikı ile mansur ve muzaffer olmuştur. Sizler bugün yalnız Anadolu’nun değil dört yüz küsur milyon müslümanın istinadgahısınız. Bu müslümanlar size ne kanun-ı Efrenc ne de medeniyet-i cedide ile değil yalnız Kur’an ile alakadardır. O Kur’an ki beşeriyetin binlerce senelerde suud edemeyeceği şimdiki medeniyet müddeilerinin tasavvur ve tebcil edemediği mertebe-i a’le’l-alasının bütün zavabıt ve kavaidini vaz’ etmiş onun daire-i vesiasından bütün vahşetler sefahetler matrud bulunmuş olan Kitab-ı Celildir. Siz ne vakit o düstur-ı kavimden başkasını bilhassa garbın medeniyet-i gayr-i ma’kulesini mülkünüzden def’ u ref’ eder bütün envar-ı temeddün ve tekemmülü o nurdan iktibas ederseniz mutmain olunuz ki ferden ferda her müslümanı hükumetin birer uzvu birer müdafi’-i gazanferi olarak bulacak bütün dünyanın tehacümünden perva etmeyeceksiniz. Çünkü muharib veya muhalif olanlar Allah ve Resulü ile harb etmiş hükmünde olacak ve onların hasmı Allah ve Resulü bulunacaktır. Nitekim Men’-i Müskirat kanunu gibi bir hükm-i şer’iyi tervic ettiniz. Bütün Anadolu halkı bütün müslümanlar size bir merbutiyet-i samimiyye ile atf-ı nazar ettiler. Bu nazarın feyz-ı fütuhu da zuhur etti. İnşaallah nur-ı Kur’an’a takarrubunuz daha ziyadeleşecek ve o nisbette zafer-i kat’i ve istiklal-i tam ile kamyab olacaksınız. Dünyada da ahirette de her biriniz birer münci-i millet unvanını alacaksınız. Ümmet-i İslamiyyenin şu son cidal-i hayatında nusret-i ilahiyye her halde kemaliyle tecelli edecek Müslümanlık kendisine layık devre-i a’laya suud eyleyecektir. Bize de o nusret-i ilahiyyeyi celb eden a’mal-i saliha tedabir-i meşrua tevfik olunacaktır. Emin olalım mukallibü’l-kulub Allahü teala ve tekaddestir. Biz Allahü tealanın rızası hilafında ecanibe ne kadar taklid ve mümaşat etsek onlar yine bizden razı olmazlar. Kendilerinin ettiği mezalim ve vahşetleri yine bize isnad ederler. Yine biz vahşi kendileri medeni olur. Fakat biz Allah’ın rızası dairesinde hareket edersek Hak onların kalblerine bir havf ve heybet verir. Hem bizden korkarlar hem de bize mümaşat ederler. Tarih-i İslamı tedkik eder isek görürüz ki hep böyle olmuştur. Onların muhabbetleri dahi ancak bu dairede celb olunabilir. Çünkü mukallibü’l-kulub ancak Allah’tır. Bizim hükumetimiz tam bir İslam hükumeti ve efradımız tam birer müslüman olursa –ki inşaallah olacaktır– hariçteki müslümanlar dahi bize aşk-ı imanla müncezib olacak ve o incizab ise bizi maddeten ma’nen siyaseten ki şimdi milyonlarla müslüman menafiiyle hatta nusreti Allah’tan beklemek Allah’a mütevekkil olarak azim yollarına yürümek düsturunu takviye eyledi. Şimdi biz Anadolu müslümanları lazım gelen esbab-ı maddiyyeyi hazırlamakta kusur etmedik. Hatta vüs’umuzun fevkınde denecek derecede hukukumuzun müdafaa ve muhafazası esbabını hazırladık. Bu millet pek az bir zamanda büyük bir ordu çıkardı. Ordusunu son sistem silahlarla techiz eyledi. Ondan sonra mütevekkilennü’nde Salib ordusu bilhassa büyük İslam düşmanı olan İngiltere’nin yardımıyla techiz edildi onun teşvikıyla tekrar harekete geldi. Üçüncü defa olmak üzere İslam ordularına saldırdı. İşte şimdi on günden fazladır harbe devam ediyoruz. Gerçi düşmana bazı şehirler kasabalar terk olunduysa da askerlik icabatı ordu şimdiki fenn-i harbin iktiza eylediği ileri geri manevralar yapmakla meşguldür. Muzafferiyet-i kat’iyyenin bizde kalacağına zalim ve hunhar düşmanın büyük bir hezimetle deniz ötelerine atılacağı günlerin pek yakın olduğuna kanaat-i tamme ile iman ederek mücahedemizde devam edeceğiz. Akıtılan ma’sum kanların hetk edilen İslam namuslarının yıkılan maabid ve makabirin söndürülen hanümanların bar-ı mes’uliyyeti altında düşmanın ¦ ±À mahv u na-bud olduğunu göreceğiz. Ÿ ª y ª { ±À w– ¥ª j yžY Bu akıbet kafirlerin müstehak oldukları ceza-yı elimdir. Düşmanlar bu cezaya duçar olacaklardır. Nusret ve zafer azim ile tevekkülü düstur ittihaz eden mü’minlerindir. Mücahedemiz fi-se-bilillahtır. Kelimetullahı i’la için mallarımızı canlarımızı feda ediyoruz. Minarelere çan asılmamak ayat-ı ilahiyye yerlerde sürünmemek için harb ediyoruz. Nusret-i ila-hiyye şübhe yok ki bize teveccüh edecektir. y à À³‡ y¦ ­ ‡³b Kur’an-i Celilin düsturları la-yetegayyerdir. ĤđÓĜ× Ù Ĥĥĩ Ýĝŷ Á­ Ê y ±® à u³– {— ª {À ª ‡³ª Y® Karahisar-ı Sahib Meb’usu Ey rical-i ümmet! Ey ehl-i hall ü akd-i millet! Size aid hitabemi biraz daha tatvil edeceğim. Siz bütün ümmet-i Bu ümmetin yegane kanunu bütün dünyaya muvaktarik-ı taklidi vasıta-i halas telakki ettiler ve bir milletin asırlarla geçen zamanlar sayesinde malik olabileceği müessesatı yıkarak daha insaflı söylemek lazım gelirse geçtikten sonra tekamül eden müessesatını aynen kopya etmekten fayda ümid ettiler… Halbuki: İbtida hakiki Tanzimatçılar hakiki derdi görememişlerdi. Garbdan aldıkları fikirlerle kurdukları bazı müesseseler maalesef Tanzimatçı mukallidlerini yetiştirdi ve bu mukallidlerdir ki: Devlet ve milletin başına bela oldu… Evet… hakiki Tanzimatçılar hakiki derdi görememişlerdi. Çünkü mukalled bir Kanun-ı Esasi ve müşebbeh bir Meclis-i Milli umumi derde deva olamazdı ve nitekim olamadı da… Kanun-ı esasilerden millet meclislerinden ve neşredecekleri kanunlardan beklenen fayda birdir: Hey’et-i lardan mürekkeb bir hale koymak… Hükümdarından en küçük me’muruna ve en basit bir ferdine kadar herkese hak ve vazifeyi öğretmek… İşte Tanzimatın Kanun-ı Esasinin Millet Meclisi’nin vazifesi … Fakat Kanun-ı Esasi ve Millet Meclisi bu vazifeyi ifa yani hukuk ve vezaif-i mütekabileyi hüsn-i ta’lim için kalblerdeki ma’nevi te’siratın duçar-ı vehn ü inhitat olmamış bulunması Osmanlı Devleti’ni teşkil eden efraddan hükümdar da dahil olduğu halde hemen hiçbirisinde kalb ve binnetice ma’neviyat amir bulunmuyordu. Tanzimatçıların piri Selim-i Salis hazretlerinin hayat-ı hususiyyeleri Sultan Mahmud Mecid ve sair hakanlarla vezirlerinin hayat-ı hususiyye ve umumiyyeleri tedkik edilirse bu hakikat derhal tezahür eder… Cerime ve angaryanın ilgasına dair hatt-ı hümayunun neşrinden bil[me]m kaç gün sonra Defterdar Efendinin emvalini müsadere eyleyen zevatı buna benzer nice harekatıyla tarih kaydetmiştir… Bu tafsilattan şunu kasdediyorum ki; Tanzimatçılar hakiki hastalığı anlayamayarak yalnız samimiyetle hareket ettiler hüsn-i niyyetle çalıştılar. Fakat hakiki derdi asla göremediler. Çünkü kendileri de aynı hastalıkla ma’lul Böyle olmasaydı Tanzimatçılardan filan vezir mütereddid bir lisanla “Çok iyi idare eylediğimizi iddia etmem… Fakat hiç şübhe yok ki daha fena idareye mani’ oluyoruz.” diyerek şan ve şöhretiyle gayr-i mütenasib bir derekeye yuvarlanmazdı… Kuvvetini müessesat ve ma’neviyat-ı İslamiyyeden alacağı ulvi bir ruh ile na teslim ettirirlerdi…. Bir kitapta okudum: Dünyanın büyük bir kısmına hakim olan İngiliz Millet Meclisi bir dua ile her ictimaını açar ve yine bir dua ile kaparmış… müslüman kanı ile kendilerini galib gösteren o devletler bizim iltifatımıza muhtac olacaklardır. İ’tiraf edelim biz hakkıyla müslüman olursak; Müslümanlığın fezail ve maalisini fiiliyatımızla irae edersek; alemde her akıl ya Umde-i necat ancak ahkam ve evamir-i Kur’aniyyeye ferdi ve ictimai ittiba’dadır. İnsaf edelim işimize gelen ahkamını kabul işimize gelmeyenlere adat-ı Efrenciyye veya efkar-ı zatiyyemizi tercih etmekten fariğ olmalıyız. Ey ümera-yı askeriyye! Ey zabitan ey neferat-ı askeriyye! Son hitabım sizedir. Çünkü son çare-sazımız sizin süyuf-ı celadet kulub-ı metanetinizdir. Sizden fenn-i harbin en son tekemmülatının ameliyatını gözlüyoruz. Umum Anadolu halkı hatta ihtiyarları kadın ve çocukları sizin emrinize bakıyor ki lede’l-hace size iltihak ve müzaheret edecektir. Ey Müdafaa-i Milliyye amirleri! Siz hemen o milyonlara baliğ olan efrad-ı ümmeti fenn-i harb dairesinde ve lüzum ve vücub rütbesinde sevk ve idare ediniz. Ölümden korkan bir ferd-i İslam yok. Bir vilayet bir memleket değil karış toprak için umumumuz feda olmaya hazırız. Biz müslümanlara göre namus vakar-ı milli ile bir karış toprağa malikiyet istiklal ve namusa mukarin olmayan bütün dünyaya racihtir. Yalnız siz dünyada en mütefennin cengaver asker olunuz. Fakat o fütüvvetinize o kuvvetinize asla gurur ve i’timad etmeyip nusret ve muvaffakıyeti yalnız Allah’tan biliniz. Siz kalbinizde kuvvet-i iman ne kadar ise muvaffakıyeti de o nisbette gözleyiniz. Neferat-ı askeriyyeye a’mal ve feraiz-i diniyyede muvazabat telkin ediniz. Dindar kalblerden çıkan Kardeşim Eşref Edib!... Büyük Millet Meclisi’ne ithaf ettiğiniz “Tanzimatçılık Bu Memleket İçin Mahz-ı Felaket Olmuştur” ser-levhalı makalenizi kemal-i dikkat ve ihtiramla okudum… Hüsn-i niyyetinden asla şübhe caiz olmayan bir müslüman mütefekkiri olduğunuza kanaatimi peşin olarak arz eyledikten sonra aynı mütekabil kanaati isteyerek makalenize dair mütalaatımı ber-vech-i ati serd ederim: Kanaatimce hakiki Tanzimatçılar asla dinsiz değillerdi. Su’-i idare yüzünden a’sar-dide devletin yüzlerle küçük küçük İslam sultanlıkları arasında [makam-ı] mualla-yı Hilafeti de sinesinde taşıyan Osmanlı Devleti’nin tefessüh ve inkıraz-ı elimi karşısında çare-i necatını arayanlar CİLD - ADED - SAYFA murdurlar… Çünkü İslamda ecza-yı ibadet ondur; dokuzu taleb-i maişettir. Ne büyük ve ne ali din… Çocukları sai ibadet telakki olunuyor… Bütün garb bütün gayretini bütün husumetini ma’neviyatımızı yıkmaya sarf ediyor. Biz o ma’neviyatı kuvvetlendirmeye çalışmak mecburiyetindeyiz. Ma’neviyatı kuvvetli ve hakayık-ı İslamiyyeye vakıf bir müslüman kitlesi müstahsiller memleketi olan garbın esaret zincirini madame’d-devran boyunlarında elbette taşımayacaklardır. Garb pek a’la biliyor ki “La ilahe illallah” kelime-i tevhidi cins ve mezheb farkını kaldırarak büyük bir kitle-i beşeri düşman tahattisine karşı yekvücud yapmakta bir kudret-i harikuladeyi haizdir. Bilirler ki: Bu kitle-i muvahhidin düşman süngüsü karşısında gazilik şerefiyle mübahi olmak için göğüs gerer şehid olmak emeliyle ölür… nunu bu mutlak itaati ihdasa muvaffak olamamıştır ve olamayacaktır. Garb bu ruhu bu varlığı mahv etmek için bütün kuvvet ve nüfuzunu sarf etmekte saniye tereddüd ve teehhur göstermiyor… Misal mi istersiniz? Avrupa’nın payı galibiyyeti altında ezilmek üzere iken ümidler kadar sönük bir vaz’iyette necat-ı umumiyi te’mine çalışan bir sene ve hatta altı ay evvelki Türkiye Devleti’nin Çerkesler Abazalar ve hatta birtakım Türkler tarafından garb hesabına alem-i Hıristiyaniyyet lehine duçar olduğu tecavüzatı göz önüne getiriniz… Ankara’nın dört saatlik bütün muhiti ateş ve kan içinde müslümanlar birbirlerini parçalıyorlardı. Halbuki Hazret-i Muaviye ile Hazret-i Ali radıyallahü anhüma arasındaki muazzam ihtilaftan meşhurdur… Kardeşim Eşref Edib! Mevzu’ pek geniş. Fakat Sebil’in sahifeleri müsaid olmadığı için bu defa bu kadarla iktifa ediyorum. Esselamü aleyküm. Ma’neviyatımız o kadar çürüktür ki: Tanzimatçı mukallidlerinin yanında bunu söyleyecek bir adam gülünç mevkie düşer. Halbuki o mukallidlerin ilim ve müessemeclisi de ma’neviyattan istianeden vareste kalamıyor. Yine o mukallidlerin sırası düştükçe işhad ettikleri eazımdan mesela Spenser diyor ki: “Bir milletin müessesat-ı umumiyyesini kanunlarla değiştirmek imkanı yoktur.” Diğer bir hakim “milletlerin; hayalin vücuda getirebileceği kanunlarla değil mizac ve tabiatlarına tevafuk edebilecek düsturlarla kabil-i idare olduğunu” beyan eyliyor. Bu devleti dolayısıyla alem-i İslamiyyeti o uçurumdan kurtarmak isteyenler iki esası göz önünden asla ayırmamalıdırlar: - İslami esasata tevfikan kalblerde ma’nevi mahkemeleri te’sise son kuvvet ve a’zami sür’atle çalışmak… - İslam efradını asri ulum ve iktisad silahlarıyla teslih Dicle kenarında kuzunun kurt tarafından parçalanmasından ma’nen terettüb edecek hisse-i mes’uliyyeti düşünerek ağlayan i’la-yı kelimetullah için cihada gidenlerin geride bıraktıkları dullara öksüz ve yetimlere sırtından kırba ile su taşıyan eliyle çorba pişirip yediren Ömerlerin ashab-ı mesalihi kendi istirahati yüzünden birkaç dakika bekletmeyi zalimane bir hareket telakki eden Alilerin duçar-ı tecavüz olan bir ferd-i fakirin zulümden kurtulması için bir harbi terk eden Salahaddin-i Eyyubilerin ve daha bu gibi nice İslam eazımının kalblerinde yaşayan Allah korkusunu o muazzam ma’nevi mahkemeyi bütün kalblerde sür’atle te’sis edersek ve Avrupa’nın bize gülmesi ihtimal-i gayr-i varidiyle zihnen asla meşgul olmaya tenezzül etmeyerek ve fakat büyük bir vukuf ile çalışarak bu emre muvaffak olursak biz vazifemizi mevkiinde idiler.. Fakat yapmadılar. Çünkü hastalığı anlayamamışlardı… lerin teessüsünden doğacak kuvvetli bir ordunun lütufkar himayesi altından pek çabuk vücud bulur. Zira hakiki Geçen gün yevmi gazetelerde manzur-ı acizanem oldu: Muallimin Kongresi’nde İbtidai Mektepleri Programının münakaşası sırasında din derslerine tahsis olunan saatlerin pek az olduğuna dair bazı murahhaslar tarafından bendeniz de göz gezdirdim. Hakikaten din derslerine Kur’an-ı Kerim’e tahsis olunan saatleri pek az buldum. Birinci sınıfta ise ne Kur’an-ı Kerim ne de ulum-ı diniyye dersini hiç göremedim. Halbuki biz zat-ı alilerinizden tedrisat-ı diniyyeye büyük ehemmiyet atfettiğinize dair CİLD - ADED - SAYFA üç saat ecza-yı şerife üç saat de din dersleri gösteriliyordu. Sonra ikinci sınıfta diğer bazı derslere dörder beşer altışar saat tahsis olunduğu halde Kur’an-ı Kerim’e iki saat tahsis olunmuş. Kezalik ulum-ı diniyyeye de iki saat ayrılmış. Ma’lum-ı alileriniz şimdiye kadar ibtidai mekteplerinde din derslerine tahsis olunan saatlerin mikdarı altıdan aşağı değildir. Yani her gün din dersi Kur’an-ı Kerim eksik değildi. Ma’lum-ı alilerinizdir ki çocukların akaid temelleri ibtidailerde atılır. Bu temel ne kadar kuvvetli olursa çocuk ileride o kadar hey’et-i ictimaiyyesine mensub kalır; o derece kendi milliyetine sadakat gösterir; dalaletlere düşmekten nefsini vikaye eder. Çocuk hey’et-i ictimaiyye arasında nafi’ bir uzuv olabilmek için mutlaka onun kalbinde bir zabıta-i ma’neviyye te’sis etmek lazımdır. Çocuğa hemen her gün iyilik ve fazilet hisleri telkin olunmak icab eder. Din dersleri musahabe tarzında hikayelerle çocuğa telkin olunmalı. Ma’lum-ı alilerinizdir ki haftada kırk beş dakikadan bir buçuk saat kat’iyyen kafi değildir. Her gün her sabah birinci ders olmak üzere mutlaka musahabe-i diniyye olmalı çocuğa biraz da Kur’an-ı Kerim okutulmalıdır. Zira bugün sultanilerde bulunan efendiler bile Kur’an-ı Kerim’i dürüst okuyamıyorlar ve dini hisleri de pek gevşektir. Çünkü temel kuvvetli değildir. Sonra dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir garibe daha görüyoruz: Çocuk daha anadilini öğrenmeden Fransızcaya başlıyor. Hem de daha ilk senesinden nuyor. Avrupa’da mekatib-i ibtidaiyyesine ecnebi lisanını sokmuş bir millet var mıdır? Bir millet efradının hepsinin ecnebi lisanını öğrenmesi lazım mıdır? Böyle şey dünyanın neresinde görülmüştür? Yalnız müstemlekelerde Avrupa devletleri kendi lisanlarını ibtidai mekteplere cebren idhal etmiştir. Biz müstemleke halinde yaşamamak için mücahede edip duruyoruz. Bir millet efradının umumunun ecnebi lisanını bilmesi mümkün değil ya mümkün olsa bile mazarrattan başka bir netice vermez. Lisanın ruhlar üzerindeki te’siri gayr-i kabil-i arasında ecnebi lisanını bilenler mahdud olur. Yani kafi mikdarda olur. Bu ihtisas işidir ve mahdud mikdarda olması da zaruridir. Hadd-i nisabını tecavüz ettiği takdirde faydası mazarrata münkalib olur. Ecnebilerin gerek müstemlekatta gerek düşkün milletler arasında kendi lisanlarının neşr u ta’mimi için ihtiyar ettikleri fedakarlıklar lisanın ne müessir bir vasıta olduğunu ifhama kafidir. Binaenaleyh ibtidai mekteplerde Fransızca tahsilini külliyyen kaldırmalıdır. Buna kat’iyyen lüzum yoktur. Bu mazarrattan başka bir netice vermez. beyanat-ı aliyyenizin tahakkukunu görmek istiyorduk. Ma’lum-ı alilerinizdir ki halkın maarif mekteplerine muhabbeti matlub derecede değildir. Bunun muhtelif esbabından biri de mekteplerin çocuklarına dinlerini öğretmemesi terbiye-i diniyyenin ihmal edilmesidir. Anadolu halkının dinlerine ne kadar merbut oldukları ma’lum-ı alilerinizdir. Her şeyden evvel halkın mekteplere karşı rağbet ve kıymetini celb etmek zaruridir. Halk seve seve çocuğunu göndermeli. Mektebe giden çocuğunun dinini dünyasını öğrendiğini görmeli. Biz halkı cehaletten kurtarmak memleketimizde maarifi ta’mim edebilmek mak mecburiyetindeyiz. Halkı maarife ısındırmak için elimizden gelen her şeyi yapmak en mütehattim vazifemizdir. Bu hususta gösterilecek kusur veya hatalar memlekette cehaleti daha ziyade koyulaştırmaktan başka bir netice vermez. Biz eski maarifi beğenmiyorduk. Çünkü mekteplerde dini tedrisata dini terbiyeye ehemmiyet vermiyordu. Bilakis mektepleri “laik – la-dini” bir hale koymak istiyordu. O yolda hayli geniş adımlar atmıştı. Şimdi onları burada teşrihe hacet yoktur. Herkesçe ma’lum olan bu hakikatler nazar-ı ali-i kiyasilerinden elbette dur kalmamıştır. Binaenaleyh bugün Anadolu’nun göbeğinde kurulan maarif müessesesinin bütün bu eski dalaletlere nihayet vererek maarife halkın arzusunu hissiyatını tamamıyla tatmin edecek bir istikamet-i salime vermesi en birinci vazifesidir. Halbuki Muallimin Kongresi’nde her şeyden evvel din derslerinin azlığı nazar-ı dikkate çarptı. edemediği zat-ı alilerinin tedrisat ve terbiye-i diniyyeye atfettiğiniz ehemmiyeti iyice kavrayamadığı görülüyor. Rica ve temenni ederiz ki henüz programlar kesb-i kat’iyyet etmedi. İbtidai Müdiriyeti’nin bu hatasını zat-ı aliniz tashih etmek lutfunda bulunursunuz. Şimdilik nazar-ı dikkate çarpan bazı noktaları arz etmekle Bir kere ibtidai mekteplerin ilk senesinde ne Kur’an-ı Kerim dersi görünüyor ne de din dersleri. Vakıa çocukların seviyesini nazar-ı dikkate almak zaruridir. Fakat dini hisler hakkında çocuğun seviyesine göre bazı şeyler söylemek mümkündür. diğer derslerde ta’kib olunan yeni yeni usullerle dini mevzu’lar hakkında çocuklarla güzel güzel musahabeler yapılabilir. Sonra Kur’an-ı Kerim’den birkaç sure olsun bellettirilebilir. Zaten bu sınıfa gelen çocuk ihtiyatta biraz okumayı öğreniyor. İhtiyat sınıfında elifbayı bir parça okumayı öğrenmeyen çocukları hiçbir muallim birinci sınıfa kabul etmiyor. Binaenaleyh bu birinci sınıf hakikatte ikinci sınıf demektir. Nitekim eski beğenmediğimiz maarifte bile bu sınıfta CİLD - ADED - SAYFA –hususen devr-i istilayı müteakıb– girince yine aynı felaket başladı. Ara yere bir de Şiilik ayrılığı girdi. ha doğrusu Hıristiyanlık aleminin tecavüzlerinden iğfallerinden hilekar siyasetleriyle zalim silahlarından kurtulamadık. Çünkü zaif düştük çünkü selametimizi te’min eden Müslümanlığı kalbimizde tamamıyla saklamadık. Yoksa dünyada acaba ondan daha büyük izzet ve rif’at ve ondan daha sağlam kuvvet ve miknet var mıdır? Müslümanın kalbine kuvvet vicdanına parlaklık ve binaenaleyh ahlakına metanet verecek vesaite vahdete Susuz ekmeksiz maddi vücud nasıl yaşayamazsa ma’neviyet de öylece kendine mahsus zahiresiz hayat süremez. Halimiz ma’lum ve biribirimize hafi değildir. Düştüğümüz felaketlerden bizi kurtaracak tek çare ve yegane amil Müslümanlık irfanını elde etmektir. Müslümanlığın müşterek ahlakına ve müşterek vicdanına bir an evvel kavuşmaktır. Bu işi aman ihmal etmeyiniz. Zira ne vakittir tecrübe ettik: Ne aklımız ne ma’lumatımız seciye halini ve bilhassa müslüman şimesi mahiyetini bulmadıkça hiçbir şeye yaramıyor belki de bizi cahil bir maddi yaparak sahte şekillere koyuyor. Bunun önünü ancak mekarim-i Nebeviyyeye yaklaşmak ile alabileceğiz. Allah cümlemizi hayra muvaffak buyursun efendim. Şimdilik azizim şu birkaç noktayı nazargah-ı alilerine arz ediyorum. Daha çok söyleyecek sözlerim varsa da başka bir zamana ta’lik ediyorum. Baki samimi hürmetler… Sebilürreşad ğı vücuda getirilmesi için mütalaa sorduğunuzu son nüshanızda okudum. Mütalaa serdine ve olsun yahud olmasın demeye bu mes’elenin bence hiç ihtiyacı yoktur. Belki de şimdiye kadar niçin olmadı diye teessüflere hacalete lüzum vardır. Bütün cihana ma’lum olduğu üzere Müslümanlık eski kuvvetini eski azamet ve ulviyetini evvelki vahdet ve ma’neviyatını a’zami derecede zayi’ etmiştir. Müslümanlar aded ve mikdarca artmış olabilir fakat iman ve ahlak fezaili i’tibarıyla ma’nen azalmıştır yahud biribirinden ayrı düşerek tefrikaya ve infirada düşmüştür. Bu hal ta hulefa-yı Abbasiyye’nin devr-i ahirinden başlar. Onlar medeniyet-i İslamiyyenin kadr ü kıymetini bilemeyerek emr-i dinde mübalatsızlık ettiler. Sonra Osmanlı Devleti İstanbul’u feth ile mütefessih Bizans bakayasının ihtilatından dolayı basit ve ciddi hayat ve maişetten sarayların safa ve sefahet alemine da muhterem arkadaşımızın bize lutfettikleri izahat hayli uzundur. Bunu pek hülasa olarak bir makaleye sıkıştırmak mümkünse de iyice anlaşılmış olamayacaktır. Halbuki bu mes’ele mühimdir. Bilhassa müslümanların bu hususta esaslı ve toplu bir fikir edinmeleri pek lazımdır. Bu muazzam heyulayı olduğu gibi bilmek ve tanımak alem-i İslam için vacibdir. Onun için birkaç kısma ayırarak parça parça neşretmeyi daha muvafık bulduk. Bütün ömrünü İslamın en büyük düşmanı olan İngilizlerle mücahedeye hasr eden muhterem arkadaşımız diyor ki: Harb-i Umumi sayesinde derhal tahakkuk ettirebilecek bir vaz’iyet hasıl olduğu fikrine zahib oldu. Böyle bir fikre kapılmakta İngiltere bir dereceye kadar ma’zur idi. Çünkü Avrupa’nın bi-tab düştüğünü kendisine karşı hiç kimsenin i’tiraz edebilecek bir halde olmadığını görüyordu. Fakat İngiltere bu hususta yalnız Avrupalı milletleri ve devletleri nazar-ı dikkate aldı. Harb-i umumiden dolayı yeni bir zihniyet hasıl eden mahkum milletler ahval-i ruhiyyesini hiç hesaba katmadı. İşte İngiltere’nin vaz’iyetini karma karışık eden esbabın en mühimmi bu yanlış zehabıdır. Mütareke-i umumiyye akdedilip de Versay’da sulh müzakeratına başlar başlamaz İngiltere’nin öteden beri terennüm ettiği yeryüzünde adaletin te’sisi küçük milletlerin hiçbirisinin aslı olmadığı anlaşıldı. Harbin devamı müddetince Wilson Prensiplerinin en hararetli müdafii olan uğratmak için elinden geleni yapmaktan çekinmedi. CİLD - ADED - SAYFA bu mes’elenin mütarekeyi müteakıb zuhur etmesi baş nin mahkum milletler üzerinde husule getirdiği te’siri bil-fiil gösterdi. Yani nazari olarak kuvvede bulunan mevcudiyet-i milliyye istiklal mefhumları saha-i fi’le çıktı. Fil-hakika Mısır’dan sonra İran ona peyrev oldu. İngiltere’nin kat’i surette istila etmek istediği İran ma’hud muahedeyi reddetti. Onu müteakıb Afganlılar İngilizlere niden aldattıkları Filistin ve Irak ahalisi İngilizlerin desiselerini pek çabuk anlayarak onların elinden kurtulmak vasıtaya müracaattan geri kalmıyorlar. Sonra asıl Hindistan harb zamanında İngilizlere bu kadar yardım eden onların vaadlerine inanarak onların arkasından sürüklenen hatta dindaşlarına karşı muharebe eden Hindliler evvela protesto ettiler; onun bir netice vermediğini anlayınca derhal maddi vasıtalara müracaatta kusur etmediler. Diyebiliriz ki Hindistan bugün İngilizlere karşı hal-i kıyamdadır. Diğer taraftan Harb-i Umumide yardımlarını te’min için gerek ameleye gerek haiz-i muhtariyyet olan müstemlekatına karşı gösterdiği fevkalade müsaid tavır ve hareketleri harbden sonra değiştirmesi onların da infialini mucib oldu. Harb-i umumi fırsatıyla elde ettikleri daha ziyade birtakım mutalebata kalkıştılar. Eğer buna asırlardan beri İngiltere’ye fevkalade müşkilat ika’ eden de ilave edecek olursak İngiltere’nin gerek dahili gerek müstemlekat siyasetini hülasa etmiş oluruz. Ma’lumdur ki Büyük Britanya İmparatorluğu dünyada tarihin kaydettiği en büyük imparatorluktur. Irk nokta-i nazarından bu muazzam imparatorluğu ikiye ayırabiliriz: Birincisi Anglosaksonlar ile muhtelif Avrupa ırklarıyla meskun bulunan aksam; diğeri de Afrikalı ve Asyalı akvamın sakin bulundukları aksam. Mürur-ı zamanla bu fazla imtiyazat vererek ikinci kısmı kendi hesablarına işletmek mukadderatlarını takdir etmedikçe; hukuklarını vazifelerini hakkıyla idrak edip de ciddi surette düşünmedikçe gibi sevk ve idare eyleyebilirdi. Fakat bir taraftan Harb-i Umumiden mütevellid birtakım hadisat diğer taraftan yeni yeni zabt ettiği arazi müstemleke haline koymak istediği memleketler o büyük mütezad vaz’iyetler husule getirdi ki artık eski ahengi tık onların menafiini te’lif edemeyecek bir hal ihdas etti. Mesela bugün Hicaz’da ta’kib ettiği siyaset Necid’de ta’kib ettiği siyasetin tamamıyla zıddıdır. Hicaz’ı takviye etmekle İbnü’s-Suud’u zaiflatmış oluyor. İbnü’s-Suud’u takviye edince Hicaz’ı zaiflatmış oluyor. Binaenaleyh vaz’iyet öyle bir hal kesb etti ki artık uzun uzadıya esaslı bir siyaset ta’kibine imkan kalmadı. nüne tedbirler kullanmaya mecbur oldu. Fakat bit-tabi’ herkes teslim eder ki o muazzam imparatorluk böyle gelişigüzel siyasetlerle; yarım yamalak tedbirlerle idare edilemez. Nitekim ahval bunu göstermeye başladı. Şimdiye kadar Büyük Britanya’dan bir cüz’ olan İrlanda ederek müstakil yaşayacağını i’lan etti. İrlanda için bu kıyam-ı askeriden ibaret değildir. Bu hareket muazzam bir teşkilat neticesidir ve o teşkilat yalnız İrlanda’da değil Amerika’da bulunan on iki milyon İrlandalı da dahil olmak üzere tamamıyla bir hükumet teşkilatıdır. İngiliz kuvvetlerine karşı muharebe eden müsellah kuvvetlerden tutunuz postalara mahkemelere kadar mükemmel teşkilatı mevcuddur. Ve bütün bu müessesat-ı hükumet mantazaman işliyor. İrlanda bugün öyle bir hale geldi ki İngiltere’nin oradaki müessesatı mahkemesi jandarması postası hükumeti adeta işsiz kaldı. Böyle bir teşkilat yapmaya muktedir olan bir millet tabii re bahşedeceği imtiyazatı hiçbir zaman kabul edemez. den başka hiçbir şeye muvafakat etmeyeceklerini i’lan ettiler. Bunlar asırlardan beri İngilizlerle beraber yaşamış teşrik-i mesai eylemiş olduklarından İngilizlerin desaisini bu gibi ahvaldeki hatt-ı hareketlerini pek iyi biliyorlar. Bunun için İrlandalılar İngilizlere en müdhiş bir düşman addedilir. Haslet-i milliyyesi anudlukla ma’ruf olan İrlandalılar fikirlerini; gayelerini tamamıyla istihsal etmeden hiçbir zaman silahı elden bırakmayacaklarına şübhe yoktur. Şimdi İngilizler yalnız İrlanda’da değil İngiltere’de bile depolarına fabrikalarına resmi müesseselerine İrlandalıların suikasdları tevali edip duruyor. İş o hale geldi ki perde çekip süngülü nöbetçilerle muhafazaya mecbur oldu. İngiltere gibi muazzam mehib kudretli şevketli bir devletin payitahtında emniyet altında bulunmaması taarruzlara suikasdlara ma’ruz kalması ne halde olduğunu pek vazıh surette gösterir. tük tarafdarlar bulunuyor. Fakat açıktan açığa onların CİLD - ADED - SAYFA alamaz oldu. Amele arasında ıztırabat baş gösterdi. Bu buhran umum amelenin grevini intac etti. Hükumet ma’denlerin getirdiği karın yüzde altmış altmış beş kadarının amele miyanında taksimini teklif etti. Fakat amele bunu kabul etmedi. Bütün İngiltere’de bulunan kömür amelelerine aynı mikdar maaşın te’minini taleb ettiler. İngiltere’deki kömür ma’denlerinin muhtelif adamların malı olması ve muhtelif semereler vermesi nazar-ı i’tibara alınırsa bu talebin ne kadar inkılabkar bir mahiyette olduğu anlaşılır. İngiltere’nin gerek Almanya gerek Rusya ile münasebat-ı ticariyye te’sis etmesinden dolayı maişetin darlaştığına kani’ olan amelenin maişet bahalılığını ileri sürmesi pek ma’nidardır. Yani grevler bugün bir mahiyet-i siyasiyye de arz etmektedirler. Zaten amele fırkalarının Avam Kamarası’nda açıktan açığa gerek siyaset-i dahiliyye hakkında gerek siyaset-i hariciyye mes’elelerinde hükumete muhalif bir vaz’iyet takınarak doğrudan doğruya müstemlekat lehine davranmaları maksad-ı siyasilerini pek güzel izah eder. Rus sovyetlerinin bütün esasatını tamamıyla kabul etmemekle beraber aradaki ihtilafın vesaite aid olduğuna yoksa maksadda Bolşeviklerle tamamıyla müşterek olduklarına şübhe yoktur. Amelenin bu siyasi hareketleri te’siriyledir ki İngiltere Almanya’ya karşı siyasetini değiştirmeye mecbur oldu. Fransa’nın arzu ettiği kadar Almanya’nın gerek iktisaden gerek siyaseten ezilmesine rıza göstermemesi amelenin ne kadar kuvvetli olduğunu amildir. Hiç şübhesizdir ki müstakbelde hey’et-i beşeriyye budur. hareketlerini tasvib eden sosyalist ve amele fırkalarıdır. Tabii bu siyasi fırkaların programları miyanında milletlerin kendi mukadderatına hakim olmaları esası da vardır. Binaenaleyh İrlandalıların hukukunu müdafaa etmek amelenin hukukunu müdafaa demektir. Harb-i Umuminin husule getirdiği sosyalizm fikrini besleyen adamlar anladılar ki kapitalizm ve emperyalizm aynı zihniyetin muhtelif tezahürleridir. Arzu ettikleri kavanin-i edebilmek için yalnız kapitalizme karşı mücadele etmek kafi gelmez. Çünkü emperyalizm durdukça hükumet her istediği zaman hariçteki kuvvetine istinaden dahili ezebilir. Aksi de böyle. Emperyalizme karşı ciddi surette mücadele ve onu hedm etmek isteyenlerin kapitalizme karşı da mücadele etmeleri iktiza eder. Bu hakikat bilhassa dir. Çünkü derebeylik imtiyazatını haiz olan zadegan kısmı ile dünyaya iktisaden hakim olan sermayedaran Bunun için amele fırkalarının programları iktisadiyattan ziyade siyasi bir mahiyet iktisab etti. Nitekim umumi mütarekeden beri İngiltere’de kırkı mütecaviz olan grevler bahusus geçen sene demiryollar ve alel-umum nakliye amelesi grevlerinde Sovyet ordusuna karşı Lehistan’a mühimmat ve malzeme-i harbiyye gönderilmemesi hakkında mukarrerat ittihaz olunması üç ay mukaddem kömür amelesi grevinin aldığı şekil ve tavır arz ettiğimiz la-ekal bir buçuk milyar frank zarara uğratan kömür amelesi grevi büsbütün başka bir mahiyette tecelli etti. Ma’lumdur ki Harb-i Umumi zamanında ma’denlerin işletilmesini üzerine alan hükumet hadisat-ı fevkaladeden bi’l-istifade kömüre ihracat vergisi koymuştu. O sayede ameleye fazla fazla maaşat veriyordu. Şimdi ise ma’den sahibleri doğrudan doğruya işlettiklerinden dolayı piyasaya tabi’dir. Böyle olunca amele o eski bol bol maaşları Ey müslümanlar! Din ve vatanınıza taarruz eden ve sizi vatanlarınızdan çıkaran düşmanlarınızı nerede bulursanız katlediniz ve onları sizi çıkardıkları yerlerden çıkarınız ki onların sizi vatanınızdan çıkarmış olmaları bir fitne olup fitne ise katilden eşeddir.” Herhangi bir kavim size taarruz ve tecavüz ederse siz de onlara mukabele-i bi’lmisl suretiyle taarruz ve tecavüz ediniz…” Ey müslümanlar! Düşmanlarınıza karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayınız…” Düşmanlarınızla fi-sebilillah cihad için emvalinizi infak ediniz. Bu hususta buhl ve imsak ile kendinizi tehlike-i esarete ve mesaib-i zillete ilka etmeyiniz.” Ey ehl-i İslam! Size ne oldu ki düşmanlarınızın taht-ı kahr u esaretinde bulunan rical nisa ve sıbyan gibi zuafa ve mazlumini halas etmek için fi-sebilillah cihad etmiyorsunuz?..” Bismillahirrahmanirrahim Ey cemaat-i müslimin! Hepiniz bilirsiniz ki şu mübarek mahallin ismi cami’-i şeriftir. Camiin ma’nası cem’ edici toplayıcı demektir. Müslümanlar buraya toplanır hakkında görüşürler. Biliyorsunuz ki Müslümanlık bir külldür. yalnız namazla oruçtan ibaret değildir. Dinimizin emrettiği siyasi ictimai ahlaki birçok vezaif de vardır. Yalnız namaz kılınıp oruç tutulup da bunlar ihmal edilirse Müslümanlık ikmal edilmiş olmaz. Yani böyleleri tam müslüman olmaz. Nefsimizi terbiye ve tehzib için bu vezaifin her ikisiyle de Kur’an-ı Kerim müslümanları mükellef tutmaktadır. etmektir. Kur’an-ı Kerim’de Furkan-ı Hakim’de birçok ayat-ı kerime vardır ki müslümanları –zamanı gelince– cihada da’vet eder. Bu ayat-ı kerimeden birkaç tanesini okuyacağım. Estaizü billah: Ey müslümanlar! Sizinle mukateleye cür’et eden düşmanlar ile fi-sebilillah cihad ediniz…” “Biz Türkiye’yi payitahttan veyahud Asya-yı Suğra’nın ve Trakya’nın –ahalisi ekseriyet-i azimesi i’tibarıyla Türk olan– zengin ve meşhur [müsmir] topraklarından mahrum etmek için harb etmiyoruz.” diye kat’i bir taahhüdde bulunmuştu. benzeyen daha birçok kat’i beyanat ve taahhüdatı göz önüne getirmek suretiyle razı olmuştuk. Hatırlarsınız ki İngiltere Almanya aleyhine harbe iştirak ederken Almanya’nın Belçika bi-taraflığını ihlal ettiğini ve Belçika’nın bi-taraflığını te’min eden muahedenamede nu müdafaa için harbe girmeye mecbur olduğunu i’lan etmişti!. Kendi göre bir bir sözün muhafazası kalmasını ve kanlarının heder olmasını göze aldıran bir hükumetin başvekili ağzından bütün cihan-ı insaniyyet muvacehesinde yaptığı kat’i bir taahhüde sadık kalacağına en müvesvis tabiatlı insanların bile i’timad etmesi ma’zur görülmek lazım gelmez mi? İşte bu ümid ve miş iken düşmanlarımızla mütareke akdetmiştik. Mütarekenamenin imzasından sonra uhdemize düşen en birinci ve en mühim vazife düşmanların şerait-ı mütarekeye riayet edip etmediklerine dikkat etmek idi. Çünkü tarihin şehadetiyle pek ayan surette sabittir ki Avrupalılar hiçbir vakit bize karşı olan taahhüdlerine sadık kalmamışlardı. Gerçi bu seferki taahhüd umum cihan muvacehesinde açık ve kat’i bir taahhüd idi. Fakat yine emsal-i tarihiyyeyi nazar-ı i’tibara alarak bu hususta fevkalade müteyakkız davranmaklığımız icab ediyordu. Maatteessüf böyle olmadı. Düşmanlar ve bilhassa pek dessas İngiliz siyaseti tarafından yapılan ve körüklenen tertibat ve tezvirat üzerine İstanbul’da müdhiş ve pek vaz’iyetine nazaran değil belki hiçbir zaman hiçbir an hatta ihanet fırtınası; vatanın mecruh ve fevkalade dikkat ve ihtimama muhtac olan bünye-i nazikini sarsıyor hırpalıyordu. Bir taraftan Harb-i Umumiye iştirakimizin doğru olup olmadığı münakaşa ediliyor diğer taraftan milli müessesata hücum ediliyor. Fakat beride ortada yatan ve bünyesinin her tarafında açılan mühlik yaralardan fışkıran kan henüz dinmeyen mader-i vatanı kimse düşünmüyordu. Ben bu hali büyük bir fırtınaya tutulup batmak tehlikesine ma’ruz kalan bir gemideki insanların haline benzetiyorum. Gemi su ediyor. Herkes evvela tulumba başına koşup gemiyi dolduran suyu boşaltmak gemiyi du ki “Din ve vatanınıza suikasd eden düşmanlar ile cihada koşunuz.” denildiği zaman bu teklifi pek ağır görüyor cihada gitmeyip evlerinizde oturmaya meyl ü rağbet gösteriyorsunuz? Yoksa hayat-ı ebediyyeye bedel muvakkat ve mahdud olan hayata mı razı oldunuz?.” Ey müslümanlar! Genç ihtiyar zengin fakir hepiniz Allah yolunda malınızla canınızla cihada koşunuz.” ayetler vardır. Zamanı gelince cihad bütün müslümanlar üzerine farz olur. Bu İslamda en büyük esastır. Acaba bugün zamanı gelmiş midir? Bu anlaşıldıktan sonra ey müslümanlar şayed müslüman isek Kur’an-ı Kerim’e maktan çekinmememiz lazımdır. Yoksa Kur’an’a muhalif harekette bulunanlar müslüman değildir. zamanın ne olduğunu vaz’iyetimizin ne halde bulunduğunu yani yakın bir maziyi gözden geçirmek icab eder. Ey müslüman kardeşlerim! Hepiniz biliyorsunuz ki bundan yedi sekiz sene evvel zuhur eden Cihan Harbine biz de dahil olmuş ve maatteessüf bu muazzam müfişengimizi atmış son kuvvetimizi sarf etmiş değil belki silahımız elimizde mukaddes din ve vatanımızı sonuna kadar müdafaaya hazır bir halde düşmanlarımızla mütareke akdetmiştik. Akdettiğimiz mütarekenin esası herdar düşman memleketler rical-i siyasiyyesinin bütün cihan muvacehesinde vuku’ bulan beyanat ve taahhüdat-ı kat’iyyeleri idi. Harb-i Umumiye sırf insani prensipler adaletkar gayeler uğurunda girdiğini i’lan eden Amerika Reis-i Cumhuru Mister Wilson; on dört maddeden ibaret ve “Wilson Prensipleri” adıyla ma’ruf olan beyannamesinde her milletin istediği idareyi intihabda hür olduğunu ve tabii bir hakkı olan hakk-ı hayat ve istiklaline sahib bulunduğunu maddede: “Şimdiki Osmanlı İmparatorluğu’nun Türklerle meskun yerlerine kavi bir hakimiyet te’min edilmeli…. ilh.” diyordu. şinci günü bütün cihana bilhassa cihan-ı İslama karşı CİLD - ADED - SAYFA Birinci fikrin yani düşmana tamamıyla arz-ı teslimiyyet fikrinin sahibleri esasen müslüman ve Türk doğduklarına peşiman olan müfrit garb fikirliler ile vicdanlarını düşmana satmış olan rical-i siyasiyye ve düşmanlarda bize karşı hiç olmazsa ufak bir şemme-i insaniyyet ve merhamet mevcudiyetini zan ve ümid eden bazı gafillerden mürekkeb bir zümre-i kalileden ibaret idi. Hatta bu zümreye mensub ve o zamanki kabine erkanından bulunan biri hiç sıkılmadan zerre kadar azab-ı vicdani duymadan bütün cihana karşı Millet Meclisi kürsisinden: “Biz mağlub olduk sırtımız yere geldi. Artık düşmanlarımızın elindeyiz. Bizim hakkımızda istedikleri şeyi tatbikte hakları vardır. Bizim de; hakkımızda tatbik edilen her şeyi kemal-i mutavaatla kabulümüz bir emr-i tabiidir!.. diye bağırmıştı. Halbuki bu iz’ansız vicdansız mahluk düşünmüyordu ki o anda asırlardan beri istiklalini gaib etmiş nam u nişanı gaib olmuş birçok mahkum esir milletler birer birer hürriyetlerini iktisab ediyorlar istiklallerini kazanıyorlardı! Hal böyle iken nasıl olur da asırlardan beri müstakil yaşayan ve dünyanın üç büyük kıt’asında cihangirane lalini gaib ederdi?.. Nasıl tasavvur olunur ki varlığını tanıdığı günden beri hür yaşayan hasbelkader memleketleri düşman istilasına uğradığı zaman varını yoğunu feda edip her ne bahaya olursa olsun hürriyetini muhafaza için akın akın vatanın diğer aksamına hicret eden bir millet bilerek ve du?.. tımız vardır. Asırlardan beri hür ve müstakil yaşadık. Yine böyle yaşayacağız. Olmazsa öleceğiz!..” diyen hakiki müslümanlar merd insanlar ise milletin ekseriyet-i kahiresini teşkil ediyordu. bir fikrin ezelden sahibi iken maatteessüf uzun harb senelerinin verdiği yorgunluk ve takat-i beşer fevkınde bir fedakarlıkla idame ettikleri harbin intizar-ı umumi hilafına olarak birden bire ma’kus bir şekilde neticelenmesinin tevlid ettiği şaşkınlık yüzünden henüz bir hareket gösteremiyordu. Milletin bu hareketsizliğinden gittikçe yüz bulan ve vicdanlarını sattıkları kavi düşmanlara arkalarını veren o meş’um fie-i kalile maatteessüf payitahtta tamamıyla hakim bir vaz’iyet almışlardı. Bu yadigarlar bir taraftan halkı düşmanlara ısındırmak için büyük bir gayretle çalışıyorlar; diğer taraftan milletin varlığına istiklaline delalet eden her şeyi yıkıp söndürüyorlar; bir taraftan ve bin-netice kendi canlarını kurtarmak mecburiyet ve le bir havada denize çıkmanın muvafık olup olmadığını münakaşa ediyor; hareket emri verenleri mes’ul etmek kat bu vaz’iyet-i elime içinde bu işle iştigal ederek asıl vazifeyi yani gemiyi kurtarmak vazifesini ihmal etmenin geminin batmasını intac edeceği ve bin-netice mes’ul ve gayr-i mes’ul herkesin boğulacağı düşünülmüyor. İşte o günkü halimiz tıbkı böyle feci’ ve hatar-engiz bir levhayı tanzir ediyordu. Gerçi mütarekeyi imza eden kabine düşmanı mütareke şeraitine riayet ettirmek için çalışıyor ve muvaffak oluyordu. Mesela mütarekenamede mütareke hududumuzun mütarekenin hin-i imzasındaki hudud olacağı musarrah iken İngilizler fuzuli ve şerait-ı mütareke hilafına olarak Musul vilayetimizi işgal etmişlerdi. Fakat o zamanki kabine şiddetli teşebbüsatta bulunmuş ve Musul vilayetini tahliyeye İngilizleri mecbur etmişti. Bu kabine zamanında Sefarethane Muhafızları namı altında düşmanların İstanbul’a birer bölük asker çıkarmak için yaptıkları teşebbüs de akim kalmıştı. Bizim hakkımızda muayyen bir imha planları mevcud olduğu bilahare ayan bir surette meydana çıkmış olan düşmanlarımız menafi’-i memleketi oldukça düşünen ve kendilerini şerait-ı mütarekeye riayet ettirmek için elinden gelen her şeyi yapan bir kabine mevcud oldukça planlarını tatbik edemeyeceklerini anlar anlamaz derhal tezvirata başlamışlar ve Saray’a kadar hulul suretiyle dessas olduğu için evvela vicdanlarını satın aldıkları kendi adamlarını birden mevki’-i iktidara getirmediler. Menhus ve meş’um olan icraatlarında tedric kaidesine riayeten evvelemirde herkesçe iyi tanınmış fakat zaif seciyeli ihtiyarlardan mürekkeb bir kabineyi mevki’-i iktidara getirdiler. Bu kabine mevki’-i iktidara geçer geçmez rıldı Musul işgal edildi ve mütarekenamenin ahkam-ı sarihasına muhalif her şey yapılmaya başlanıldı. Memleketi her türlü vesait-ı müdafaadan tecrid ve milleti biribirine düşürüp zaiflatmak ve kolaylıkla ezmek bineyi istihlaf eden Ferid Paşa kabineleri zamanında hadd-i gayesine vasıl oldu. Tam ma’nasıyla bir devr-i fetret ve fezahat olan bu devrede gerek İstanbul’da ve gerek taşrada belli başlı iki fikir cereyanı göze çarpıyordu. Bu fikirlerden biri düşmanlara tamamıyla arz-ı teslimiyyet diğeri de müdafaa-i hayat ve istiklal: CİLD - ADED - SAYFA Şu okuduğum vesikanın tarihi nazar-ı i’tibara alınınca bu merasime iştirak eden efendilerin bizim hükümname-i i’damımız demek olan muahede-i sulhiyyeden haberdar olmadıkları söylenemez. Sevr Muahede-i Sulhiyyesi çoktan tebliğ edilmişti. Bu muahede hakkında sırası gelince icab eden teşrihatı yapacağım. Fakat şimdi şu kadarını söyleyeyim ki bu muahede ile elimizden memleketlerimiz istiklalimiz alındıktan başka bize hakk-ı hayat yani insanca yaşamak hakkı bile bırakılmıyordu. Bu muahedeyi konferansta İtalyan ve Fransız murahhaslarının liz murahhasları kabul ettirmişlerdi. Esasen tamamıyla eden Hariciye Nazırı Lord Kürzon’un namına izafeten “Kürzon Muahedesi” diyorlar. Fransızlar ve İtalyanlar da düşmanımız olduğu halde onlar bize acımaktan ziyade arslan payının bu muahede mucebince İngilizler tarafından kapılacağını görünce şiddetle i’tiraz etmişlerdi. Hatta İngilizler Fransızları o aralık zuhur eden kargaşalıktan istifade ederek Almanlarla tehdid etmişler ve bu vechile Fransızların sada-yı i’tirazlarını susturmuşlardı. Hadisatın bu söylediğim tarzdaki cereyanını o zaman bütün Avrupa gazeteleri yazmışlar ve bütün dünya duymuş anlamıştı. Binaenaleyh İstanbul’daki mutantan resm-i küşadda hazır bulunan “memleketin pek yüksek mahafil ve cem’iyat-ı siyasiyyesine mensub zevat-ı aliyye” ile “Dahiliye Nazır-ı esbakı ve Osmanlı Matbuat Cem’iyeti Reisi Mehmed Ali Beyefendi”nin bu işlerda düşmanlarımızdan fazla bir hırs ve gayretle milleti silah ve cebhanesinden tecride çalışıyorlar; düşmanların muahede-i sulhiyye namı altında tertib etmekte oldukları hükümname-i i’damımızı kolaylıkla ve çar u naçar millete kabul ettirmek için icab eden zemin-i müsaidi Biraz evvel “Bu meş’um zümre halkı düşmanlara tim. Evet bu ruhsuz izze-i nefisten tamamıyla mahrum hissiyat-ı milliyye ile zerre kadar alakaları olmayan insanlar henüz resmen düşmanımız olan İngilizlerle dostluk te’sisi için “İngiliz Muhibleri Cem’iyeti” namı altında taraf taraf cem’iyetler te’sis ediyorlar ve memleketin her tarafında bu meş’um cem’iyetin şu’belerini açmak derdiyle yanıp tutuşuyorlardı. Bütün bu teşebbüsatın başında “Fro” namında insan kıyafetinde bir şeytandan başka bir şey olmayan bir İngiliz papası bulunuyordu. Aziz dindaşlarım!.. Hıristiyanların umumiyet i’tibarıyla ma’lumdur. Tarih bu nokta-i nazarları tamamıyla teşrih eden birçok acı misallerle malidir. Alelade hıristiyanların nokta-i nazarları ma’lum olunca esasen vazifesi bütün dünyayı hıristiyan yapmaktan ibaret olan bir papasın teşvik ve teşebbüsatıyla meydana gelen ve o mutaassıb papas tarafından idare olunan bir cem’iyetten bu mülk ü millet için o mukaddes dinimiz için hiçbir hayır umulabilir miydi?!.. Fakat biraz evvel mahiyet-i habiselerini ta’rif ettiğim mahluklar maatteessüf hayır umuyorlar yahud belki kendileri inanmadıkları halde halka öyle göstermek halkı iğfal etmek istiyorlardı. Çünkü şahsi menfaatleri böyle emrediyordu! Bakınız sizi bu hususta bir misal si. Bu gazetenin ikinci sahifesinde münderic ve büyük harflerle “Pek Mühim Bir Resm-i Küşad” ser-levhasını taşıyan bir bendini müsaadenizle aynen okuyayım: CİLD - ADED - SAYFA Fakat diğer taraftan devletimizin işleriyle doğrudan doğruya alakadar olmayan hakiki müslümanlar bakınız nasıl düşünüyorlar neler yapıyorlar: Hindistan’daki din kardeşlerimiz İngiliz siyasetinin bize tatbik etmek istediği muahede-i sulhiyye metnine vakıf olunca derhal yer yer ictima’lar akdediyorlar. Bu müdhiş haksızlığı şiddetle protesto ediyorlar. Bu tarzdaki kalade heyecana gelen bir genç Hindli heyecanın şiddetine dayanamayarak “Allahü Ekber” diyor secdeye kapanıp teslim-i ruh ediyor. Şimdi okuyacağım telgrafnameyi gazetesinden tercüme ettim. Bu telgraf Times’a Hindistan muhabir-i mahsusu tarafından çekiliyor. Telgrafnamenin ser-levhası “Hindistan’da Hilafet Mücadelesi”dir: “Keri havalisi Komiseri yani Valisi Mister “Villonbi”nin suret-i feciada katledilmesi pek ziyade teessürü mucib olmuştur. Mumaileyh bütün me’murinin hürmetini kazanmıştı. Üç müslüman “Villonbi”nin ikametgahına girerek kendisini bıçakla müteaddid mahallerinden yaralamışlar ve öldüğüne hükmederek gitmişlerdir. Halbuki biraz sonra kendisine gelen mumaileyh katillerden birisinin ismini haber vermiş ve ölmüştür. Bilahare yakalanan katil “Villonbi”yi sırf İngiltere’nin Türkiye’ye ve makam-ı Hilafete karşı şedid davranmasının intikamını almak için öldürdüğünü i’tiraf etmiştir. Hükumet me’murin ve bilumum Avrupalılar aleyhinde söylenen şedid nutuklar ve acı makaleler dolayısıyla şimden sonra rastgele Avrupalıların katledileceği [ihtimali karşısında] çaresizdir. Bu hilafet mücadelesinin esaslı bir prensibidir. Bunlara karşı hükumetin şedid davranması lazımdır. Halkı alel-umum kafirleri öldürmeye vesait-i münakaleyi sene hapse mahkum edilen bir müslümanın iki gün sonra bit-tabi’ müslüman efkar-ı umumiyyesinin tazyikı karşısında tahliye edilmesi Hindistan İngiliz mahafilince pek ziyade münakaşa ve tenkidi mucib olmuştur.” Temmuz tarihiyle Karaçi’den çekilen diğer bir telgrafnamenin tercümesini de müsaadenizle okuyacağım: “Hindistan müslümanları pek haksız ve gayr-i adilane olan Türk şerait-i sulhiyyesini on üç asırlık bir müessese-i diniyye olan Hilafete doğrudan doğruya taarruz addediyorlar. Avrupa tasallutuna karşı İslamiyeti müdafaadan aciz bir vaz’iyette oldukları için halkın birçoğu Hindistan’ı darülharb i’lan ederek hicrete karar vermişlerdir. Şimdiden binlerce halk İngiltere’nin İslamiyete karşı olan mesleğine fiili bir protesto olmak üzere Afganistan’a müteveccihen “Sind”den hareket etti. “Sind” ve “Penden haberdar olmadıklarını zannetmek biraz fazla safderunluk olmaz mı? O halde nasıl oluyor da diğer iki düşmanımızın yani Fransızlarla İtalyanların bile birçok i’tiraza rağmen mecburi bir şekilde ve hatta kerhen kabul ettikleri bir muahede ortada dururken ve bu muahedenin mürettibi Ali Bey “İngiltere’nin esbab-ı azamet ve tefevvukunu teşkil eden sebeblerden en mühimmi adalet ve doğruluktur.” ve “İngiliz seciyesinin en mühim timsali herkese karşı müstakimane harekettir.” diyebiliyor? Yine nasıl oluyor da orada hazır bulunan “memleketin pek yüksek mahafil ve cem’iyat-ı siyasiyyesine mensub zevat-ı aliyye” de bu sözleri alkışlıyor?!.. Bu adamlar; bir Fransızın bir İtalyan’ın bile hazmedemeyeceği bu muahedeyi adalet ve doğruluk ve herkese karşı müstakimane hareket düsturlarıyla ne vechile ve nasıl bir vicdanla te’lif edebiliyorlar? Demek ki elimizden memleketlerimizi alan her türlü istiklalimizi hakk-ı avuç toprağı da menatık-ı nüfuza ayırarak bizi köleler gibi çalıştırmayı istihdaf eden bir muahede ahkamı bu vicdansızlarca doğru adaletkar ve müstakimane bir hareket olmak üzere telakki ve kabul ediliyor!.. Ey cemaat-i müslimin!.. Ey din kardeşlerim!.. Kur’an-ı Kerimimizden Furkan-ı Hakimimizden size şimdi bir ayet-i celile okuyacağım. Dinleyiniz. Bakınız Cenab-ı Kadir-i Mutlak hazretleri ne buyuruyor: Estaizü billah Meal-i kerimi: “Ey müslümanlar ey milletlerden dost mahrem-i esrar ittihaz etmeyiniz. Bunlar aranıza fitne ve fesad sokarlar sizlere karşı zarar duçar olmanızı isterler. Görmüyor musunuz hakkınızda besledikleri kin ve garaz ağızlarından taşıp dökülüyor; bununla beraber kalblerinde sakladıkları husumet ağızlarından kaçırmakta oldukları husumetten pek büyüktür. Bizler sizlere her biri mahz-ı hikmet olan ayetlerimizi böyle sarih bir surette bildirdik. Eğer sizler aklı başında adamlarsanız bu ibretlerin muktezasınca hareket ederek hem dünyada hem ahirette felahı bulursunuz.” kadar sarih iken biraz evvel bahsettiğim yadigarlar düşmanlarımız arzunun tahakkuku için her şeyi yapan bir milletle akd-i muhalesat ediyorlar ve milleti de iğfal edip tuzağa düşürmek esir etmek istiyorlar. tan elindeki vesaitin noksaniyetine bakmaksızın derhal silaha sarılmış ve İngilizlere i’lan-ı harb etmişti. İngilizler kendi kumandanlarının da i’tirafı üzere şimdiye kadar hiçbir müstemleke harbinde kullanmadıkları bini mütecaviz ve son sistem vesait ile mücehhez askerle mukatele ettikleri halde muvaffak olamamışlar ve en nihayet Afganistan’ın istiklalini tanımak suretiyle mütareke akdine mecbur olmuşlardı. O vakitten bugüne kadar devam eden sulh müzakeratı henüz neticelenmemiştir. Hatta aylardan beri devam ettiği halde bir türlü neticelenmeyen bu müzakerat üzerine İngiltere Avam Kamarası’nda a’zadan biri Hariciye Müsteşarı’ndan şayan-ı dikkattir. Müsteşar diyor ki: “Evet bu müzakere çok uzadı ve ihtimal daha çok uzayacaktır. Çünkü Afganlıların metalibi Türkiye ve Hilafet mes’elelerinden başlayıp ta Hind sahillerinde serbest bir limana malik olmak ve Hindistan şimendüferleriyle serbestçe silah ve cebhane nakletmek hakkına kadar dayanıyor. Bu kadar vasi’ ve şamil mutalebatın müzakeresi ve bir neticeye bağlanması elbette uzun sürer.” Beri taraftan istiklal-i siyasisine sahib olan Afganistan hepinizin gazetelerde metnini gördüğünüz vechile derhal bizimle bir ittifak muahedesi akdediyor. İşte Müslümanlığın uhuvvet-i İslamiyyenin mes’ud tecelliyatı!.. Şimdi tekrar esasa geliyorum: Düşmanlarımız içimizden tedarik ettikleri satın aldıkları adamlar vasıtasıyla bizi silahlarımızdan ve her türlü esbab-ı müdafaadan tecride çalıştılar. Maksadları bit-tabi’ insanlığını bilen hürriyetini tanıyan hiçbir ferdin kabul edemeyeceği şerait-i sulhiyyeyi bize tatbike kalkıştıkları zaman kimsede kımıldanmaya mecal mukavemete imkan bırakmamaktan zannettikleri zaman birer birer memleketlerimizi işgale başladılar: Adana Maraş Urfa Antep Musul birer birer man İstanbul’daki kabinenin ancak yirmi gün sonra o da yarım bir ağızla protesto ettiğini pek iyi hatırlıyorum. Bundan sonra İzmir işgal edildi. Evvelce demiştim ki milletin ekseriyet-i azimesi hakk-ı hayat ve istiklalimizi müdafaa fikrinde idi. İşte düşmanların birer birer memleketlerimizi mütareke şeraitine muhalif olarak işgal etmeleri ve işgal edilen menatıktaki kardeşlerimize reva gördükleri mezalim ve i’tisafata dair manının gelmiş olduğunu ihtar ediyordu. Her tarafta gizli gizli müzakereler müşavereler icra edilmeye başlanıldı. Evet yapılan ve yapılmak istenilen bütün işleri gizli yapmak mecburiyeti vardı. Çünkü etrafta bulunan İngiliz Fransız Yunan İtalyan ve hatta Rum hafiyelerinden başka müslüman namını Türk namını taşıyan birçok vicdansızlar da casusluk yapmakla meşgul idiler. cab”da amik bir heyecan hüküm-fermadır. Binlerce halk “Peşaver” yolu üstündeki istasyona koştular ve muhacicirini vicdanlarını dinlerini mallarının mülklerinin fevkınde tuttukları için tebrik ettiler. “Malyan” istasyonunda kişi muhacirleri tebrik etti. “Lahor”da kişi muhacirine para hediye etti. “Amritsar” tebrik telgrafı çekti. “Ravalpindi” ve “Peşaver”de aynı heyecan hüküm-fermadır. Yalnız “Sind”den’i mütecaviz halk hicrete hazırlanmıştır. Vaz’iyeti yalnız adalete ve müslüman hissiyat-ı diniyyesine riayet şartıyla muahede-i sulhiyye şeraitinde yapılacak esaslı ta’dilat kurtarabilir.” Nasıl din kardeşlerim?.. hakiki müslümanların hem de bizden binlerce mil uzakta yaşayan müslüman kardeşlerimizin Türkiye muahede-i sulhiyyesi namı verilen zulümname karşısında ne gibi hissiyat-ı necibe ile mütehassis olduklarını ne gibi fedakarlıklara kalkıştıklarını şimdi okuduğum ve hepsi İngiliz gazetelerinden alınan vesaik anlatmaya maa-ziyadetin kafidir değil mi? İngilizlerin kendi aleyhlerine olan bu harekatı ne kadar fazla saklamak ıztırarında bulunduklarını düşünecek olursak şiddetli bir sansür süzgecinden sızan bu havadis kırıntıları bile oradaki din kardeşlerimizin bizim muahede-i sulhiyyemizin şiddeti haksızlığı karşısında ne şedid heyecanlara düştükleri hakkında bize mümkün mertebe bir fikir verebilir zannederim. Halbuki biraz evvel bahsettiğim müslüman adını taşıyan ve bil-fiil bu milletin nan u ni’metiyle perverişyab olan hatta Dahiliye Nezareti’ne kadar irtika eden Mehmed Ali gibi yadigarlar bu muahede-i sulhiyye ahkamını “adalet doğruluk ve müstakimane hareket” düsturuyla tavsif ettikleri İngiliz seciyesinin bir eser-i adaletkarisi olmak üzere kabul etmişlerdir. Allah cümlemizi ıslah eyleye!. Kardeşlerim!.. Zannedilmesin ki biraz evvel izah ettiğim heyecan ve galeyan sırf Hind müslümanlarına raci’dir. mağrib-i aksadan aksa-yı şarka kadar her yerde sakin olan ihvan-ı dinimiz aynı vechile hal-i heyecan ve galeyandadırlar. Ne yapalım ki bu zavallılar yine bizim biz müslümanların kabahatimiz gafletimiz eseri olmak üzere hep mahkum bir vaz’iyette bulunuyorlar. Bunlardaki heyecanın fevkaladeliği şiddeti en kavi bir İslam devleti olan ve asırlardan beri rayet-i Cenab-ı Peygamberiyi kemal-i şan u şerefle omuzlarında taşıyan ve yine asırlarca devam eden ve el-yevm devam etmekte olan muhacemat-ı Salibiyyeye karşı din-i mübinimizi kanıyla malıyla canıyla müdafaa eden devletimizin yıkılmasına mahv olmasına tahammül edememeleridir. Çünkü onlar bizleri alemdar-ı İslam olmak üzere tanıyorlar. Mukaddesat-ı diniyyelerinin hıfz u hırasetini bizden bekliyorlar. Hatta kendi necatlarını bile! Mesela bir sene evveline gelinceye kadar İngiliz vesayeti altında nim-müstakil bir hayat yaşayan AfganisHer ne ise İzmir’in işgali ve bu işgali ta’kib eden feci’ cinayetler artık milletin sabrını tüketti ilk müdafaa silahı o mübarek topraklarda patladı. Bundan sonraki hadisat hepinizin ma’lumudur. Milletin hamiyetkar gayur evladı taraf taraf toplandı; Müdafaa-i Milliyye teşkilatı yapıldı. Harekat-ı milliyye başladı. Şu hikaye ettiğim şeyler de gösterir ki bizim bugünkü vaz’iyetimiz sırf müdafaa-i meşrua vaz’iyetidir. Peka’la!.. Şimdi bir sual varid olabilir ki Harb-i Umumide bizimle beraber harb eden ve mağlub olan birçok milletlerin hakk-ı hayatı ve istiklali tanındığı halde bizim hakkımızda tatbik edilmek istenilen imha siyasetindeki kasıd bilhassa İngiliz siyasetinin kasdı nedir? Evet İngiliz siyasetinin hedefi bizim imhamızdır. Gerçi bir millet imha edilemez. Fakat hürriyeti istiklali elinden alındıktan ve mevcudiyet-i milliyyesine nihayet verilip bir sürü esir haline getirildikten sonra artık o millete “mevcud”dur denilemez. Böyle bir hal-i elime düşen bir millet efradı belki kifaf-ı nefs suretiyle karnını doyurup hayatını idame edebilir. Fakat maddi ve bilhassa ma’nevi mahrum bir halde yaşayan sefil bir esir hayatına hayat namı verilebilir mi? siyaseti ta’rif ettiğim şekl-i zelilaneyi istihdaf etmektedir. Neden? Bu “Neden?” sualine cevab verebilmek için biraz izahata zir-i idaresinde yüz milyonlarca İslam ahali vardır İngiltere kat’iyyen kuvvet değil ancak birtakım hiyel ü desais kullanmak suretiyle –ki bu hilelerden bir kısmını biraz sonra anlatacağım– bir kere bu kadar azim bir kitle-i esaretleri esbabına tevessül etmişti. Bu esbabı bulmak maatteessüf müslümanlar arasında mevcud olan bazı mes’elesini ortaya atmak ve körüklemek suretiyle Müslümanlığın uçurumu derinleştirdi. Bundan başka erbabı hemen kalmamış gibi olan bazı mezhebleri yeni baştan te’sis ettirdi. Mesela Hindistan’da elde ettiği birtakım adamlar vasıtasıyla İsmailiye mezhebini yeni baştan meydana çıkardı. Hindularla Hind müslümanlarının arasını açmak bayramında müslümanların sığır kesmelerinden istifade ederek Hinduları “İslamlar sizin ma’budlarınızı kesiyor.” diye kışkırttı ve Hinduları teşvik ederek cevami’-i şerifeye hınzır bağlattırdı. Bu vechile uzun müddetlerden beri kardeş gibi yaşamış olan iki millet arasına müdhiş bir adavet ilka etti. Bu adavet ve husumet seyyiesiyle ara sıra zuhur eden müsademelerde müraiyane bir “hakim-i adil” vazifesi ifa ediyormuş gibi göründü. Bir taraftan milletler veya milletlerin muhtelif aksamı arasına daimi bir tohm-ı nifak u şikak ekerken diğer taraftan da milletleri tenvir edebilecek gözlerini açıp onlara benliklerini bildirecek varlıklarını tanıtacak kabiliyette olan münevveranı birer bahane ile tevkif hapis ve nefy etti. Ulum ve maarifin; bu zavallı esir milletler arasında teammüm ve intişarına olanca kuvvetiyle mani’ olmaya çalıştı. Hatta müslümanlar “Aligarh”ta bir müslüman daru’l-fünunu yapabilmek için rub’ asrı mütecaviz bir zaman uğraşmışlardı. En nihayet te’sis edebildikleri daru’l-fünunda bile serbestçe tedrisat icra edemediler. Ders programları İngilizler tarafından çiziliyor İngiliz maarif müfettişleri her gün icra-yı teftişat ediyorlardı. esareti altına almış olduğu bu zavallı milletlerin uyanmasına mani’ olmaya ma’tuf bulunuyordu. İngiltere’nin maarif gizli gizli fakat pek ağır surette yine teammüm ediyordu. Vakta ki Harb-i Umumi i’lan edildi ve İngiltere en son rakib-i ticarisinden yani Almanya’dan kurtulmak mayacağını anlayınca bütün dünyayı düvel-i merkeziyye aleyhine çevirmek için birçok yalanlar icad etti. Bunun da kafi olmadığını ve büyük bir ıztırara düştüğünü görünce bütün dünyanın ittifakını ve muavenetini kazanmaya çalıştı. Bunun için de ortaya gayet adilane ve insaniyetperverane düsturlar attı. İşte İngiltere’nin muztar kaldığı bir anda muavenet celb ederek harbi kazanmak “her milletin istediği idareyi intihabda serbest olması” kazıyyesi idi. İngiltere planının birinci kısmında muvaffak oldu. Yani arzu ettiği yardımları buldu ve harbi kazandı. İkinci kısmında ise foyayı meydana verdi! Sulh müzakeratı için ortaya koyduğu esasat evvelce bütün dünyanın muavenetini kazanmak istediği zaman dünyanın o günkü hal-i perişanisine ve kendi azametine güvenerek işin içinden kolaycacık çıkacağını zannediyordu. Fakat hadisat İngiltere’nin hesabatını altüst etti. Evvelce duklarını acı surette anladılar ve tedricen muhalefet ve mukavemet tarikine girdiler. ran bu hilekarlığın bu İngiliz hodkamlığının netice-i tabiiyyesidir. Yoksa İngiltere bütün milletleri iğfal yoluna CİLD - ADED - SAYFA tim. Evet İngilizlerin de takdir ettiği vechile tehlikesi pek aşikar olduğu halde İngiltere’nin yine bu planı tatbike kalkışması el-yevm düşmüş olduğu ıztırarın derecesini anlatmaya kafidir. Bu plan tehlikelidir ve tehlikeli olduğu da hamd olsun bugün bil-fiil anlaşılmıştır. Milletimizin azm-i istiklali ve kahramanlığı bunu yalnız İngiltere’ye değil bütün cihana anlatmıştır. son zamanlarda işittiğimiz Sevr Muahedesi’nin ta’dili sözleri ve sair alaim pek aşikar olan ric’at alametleridir. Bu plan yani bizi esir ve köle etmek planı nasıl tehlikeli olmasın ki İngiltere uzun zamanlardan beri esaret hayatına bir dereceye kadar alışık olan Mısır’a istiklal veriyor; mecburiyetine düşüyor. Fakat bu saydığım milletler İngiltere’nin verdiği eşkal-i idariyyeyi yine kabul etmeyerek mücadelat-ı kahrama[na]nelerine devam ediyorlar. Nasıl olur da öteden beri İngilizlerin taht-ı esaretinde yaşamış olan milletler istiklallerini kazanırken altı yüz seneden beri hür ve müstakil yaşayan bir millet yeniden herkesin boynundan zorla atmak istediği attığı esaret halkasını ister tav’an ister kerhen olsun kendi boynuna takmak zilletini irtikab edebilir? Haşa!.. Fakat İngiltere’nin bu tehlikeli oyuna girişmesinde kendisine cesaret-bahş olan ümid evvelce Hindistan’da ve Mısır’da kemal-i muvaffakıyyetle tatbik ettiği tarihi bir planı bir mefsedet planını yine tatbik edebilmek zan ve ümididir. Bakınız bunu da izah edeyim: Evvelce bi’lmünasibe demiştim ki İngiltere bugün taht-ı esaretinde bulunan milletleri kuvvetle değil belki kullandığı hiyel ü desais ile esir etmiştir. Şimdi bu ciheti müsaadenizle rine pek hilekar insanlardan mürekkeb bir ticaret şirketi gönderdi. Bu şirket saraylar mahafilinde yaptığı birçok tertibat çevirdiği dolablar sayesinde birçok imtiyazat ve arazi elde etti. İngiltere bu vechile elde edilen ve daima tevsi’ edilmekte olan araziye yerleşti. Bundan sonra bir yandan ufak muharebeler diğer taraftan da yine tezvirat ve dolablar sayesinde arazisini tevsi’ etmekte idi. Bir aralık yine aynı vechile Hindistan’a yerleşmek isteyen fakat muharebeye tutuştu. Bu fırsattan istifade edip evvela pek kurnaz ve haris olan İngilizleri sonra da Fransızları memleketten atmak için Hind padişahlarından “Tipu Sahib” Sultan Fransızlarla birleşti. İngilizler mağlub oldular ve fena halde sıkıştılar kuvvetle Hindistan’da barınamayacaklarını anlayan İngilizler derhal yine tezvir tarikıne saptılar. İstanbul’a müracaat edip o zamanın sapmayıp da muavenet taleb ettiği zaman i’lan ettiği esasat-ı adle sulh müzakeratında da sadık kalsaydı bugün dünyanın geçirmekte olduğu buhran hiçbir vakit zuhur etmeyecekti. İngiltere hodkamlığında hırsında o kadar lılar ile bile büyük ihtilaflara düştü. ki Hindistan’ın Avrupa ve Asya sahne-i harblerine iki milyonu mütecaviz asker göndermesine ve İngiliz masarif-i harbiyyesine pek azim mikdarda yardım etmesine saik olmuştur. Hindliler de; umum cihan muvacehesinde yapılan bu taahhüdata istinaden kendi mukadderatlarına sahib olacaklarını; istedikleri idareyi intihabda serbest kalacaklarını zan ve ümid ediyorlardı. Harb bittikten sonra İngiltere’nin taahhüdatına sadık kalmadığını gören Hindliler arasında bir kımıldanma hareketidir başladı; İngiltere bit-tabi’ ürktü ve eski usulüne müracaat etti. Fakat bu sefer İslam Mecusi umum Hindlileri müttehid buldu. Şimdi başka bir çare bulmak lazımdı. O da İslamları diğer suretlerle elde etmek. Halbuki gözleri tamamıyla açılmış olan İslamları Hindlilerden ayırmak ve hürriyetlerine sahib olmak arzusundan vazgeçirmek taht-ı esarette tutmak pek kolay değildi. Alel-husus ortada hür ve müstakil bir Türkiye bulundukça ve o Türkiye değil yalnız Hind İslamları hatta umum cihan-ı İslam için bir mesned vazifesini ifa ettikçe bunun kabil olamayacağını gördü. Bunun için de diğer bir tedbire hem de pek tehlikeli bir tedbire müracaatta muztar kaldı ki bu tedbir de Türkiye’yi Hilafet makamı Bir defa bunda muvaffak olduktan sonra Türkiye’yi ve makam-ı Hilafeti alet olarak kullanıp; değil yalnız Hind müslümanlarını belki umum cihan müslümanlarını istediği şekilde idare etmek kolaylaşacaktı. Çünkü harekete gelen ve istiklalini isteyen yalnız Hind müslümanları değil fikir ardında koşuyorlardı. Binaenaleyh umum İslamları teskin ve idare için biraz evvel söylediğim tehlikeli tedbire müracaatta muztar kalmıştı. İşte İngiliz siyasetinin bizi esir edip avucuna almak suretinde karar kılacağını tahayyül ettiği imha siyasetinin esbabı deminden beri anlattığım sebeble buna benzer daha başka sebeblerden tefessüh etmek üzeredir. Yine şarkta yani Rusya’da fiili bir şekil alan bir inkılab-ı azim-i ictimai İngilterenin de dahil olduğu bütün Avrupa’yı sarsmak üzeredir. Binaenaleyh bu büyük fırtına esnasında İngiltere Avrupa ve Asya’nın nokta-i telafisinde bulunan ve dünyanın en mühim sevku’l-ceyş bir mevkii olan İstanbul’un kendi elinde bulunmasını elzem addetmektedir. CİLD - ADED - SAYFA siyle bir mukavele-i askeriyye imza edilmesini ve bunda asakir-i Osmaniyye’nin hudud-ı harekatının tahdid olunmasını taleb etti. Hülasa uzun uzadıya müzakerattan sonra Bab-ı Ali A’rabi Paşa aleyhinde bir beyanname neşretti. Bu beyannameden nüsha tab’ ve tevzi’ edildi. Emirülmü’minin bu beyannamesinde bütün müslümanlara hitaben kendisine sadakati emrediyor ve taraf-ı Hilafetten A’rabi Paşa aleyhinde ittihaz olunacak tedabire iştiraklerini taleb ediyordu. İhtimal ki İngiltere’nin maksadı da bundan ibaret idi. Zira bu beyanname onun elinde A’rabi Paşa’ya karşı kuvvetli bir silah idi… ilh.” Tarih çok defa bir tekerrürden ibarettir derler ki pek doğrudur. Bir zamanlar evvelce anlattığım vechile Hindistan’da sonra Mısır’da cereyan eden hadisatın aynı şimdi de memleketimizde ihdas edilmek isteniliyordu. Fakat bu kadar mühim ve tehlikeli plan nasıl ve ne zaman tatbik edilecek? Bunun için evvelemirde payitahtın edeceği galeyan-ı fevkaladenin aksülamelinden kurtulmak bucağında nerede silah ve cebhane bulmuşlarsa almışlar ve imha etmişlerdi. Hatta İstanbul’un işgal-i fi’lisine Kütahya civarında mevcud külliyetli cebhanenin nakli hitam bulmadan evvel başlanmamıştır. Evet İstanbul’u halde memleketin dimağını avuçları içine alacaklar ve Maahaza İstanbul’un işgali için zahiri bahane bulmak lazım. Fakat İngiliz siyaseti bunu bulmakta bit-tabi’ müşkilata uğramaz ve uğramadı da. Bir gün ortada ta’bir-i mahsusile fol yok yumurta yok iken Londra’da “Maraş ve Antep katliamları!” diye bir havadis intişar ediyor!.. Havadisin menbaı o aralık Londra’da bulunan Ermeni Patriki Zaven!.. Bit-tabi’ Zaven Efendi kuvve-i kudsiyyesi? i’tibarıyla Maraş ve Antep havalisini işgalleri altında bulunan Fransızlardan daha evvel bu katliam havadisini alıyor!.. darını bin gösteriyor. Ertesi gün bu mikdar on beş bine çıkıyor üçüncü gün elli bine çıkıyor!.. Gazetelerin gürültüsü Avam Kamarası’na Lordlar Kamarası’na intikal ediyor!.. Sualler cevablar biri birini ta’kib ediyor. O halde Türklerin bu vahşetine nihayet vermek için hükumet-i Osmaniyyeyi tamamıyla avuç içine alıp yakın ret tahtına giriyor. Amma diğer taraftan Fransızlar feryad ediyor; gazeteleri bağırıyor ve diyorlar ki: “Yahu karşı sahildeki müttefiklerimize ne oldu? Maraş havalivükelasını ve onlar vasıtasıyla padişahı kandırdılar ve Tipu Sahib Sultan’a hitaben Halifeden bir beyanname Şeyhülislamdan bir fetva aldılar. Tipu Sahib Sultan Halifenin evamirine boyun eğerek Fransızlardan yüz çevirdi ve bu sefer İngilizlere yardım etti. Binnetice İngilizler Hindistan’da muhkemce yerleştiler. Bu hadise-i tarihiyye de gösterir ki Hindistan’ın başında bu İngiliz taununun yerleşmesinde bizim gafil vükelamızın ve padişahımızın da büyük bir hisse-i mes’uliyyeti vardır. bunda da muvaffak olup Mısır’a yerleşti. Müsaadenizle bunu da anlatayım. o zaman büyük bir tehlike addettiği cihetle fevkalade muhalefet etmişti. Bütün bu muhalefetlere rağmen kanalın açıldığını görünce kanalı kendi idare ve teftişi altına almak için Mısır’ın işgal ve istilasını düşünmeye başladı. Mısır’ı işgal için bir bahane bulmak lazımdı. Bunun için de Hidiv’in ahlakını ahlak-ı sefihanesini pek müsaid buldu. Hidiv’e istediği kadar para istikrazına müsaade etti para buldu verdi. Hidiv müdhiş bir sefahet uğurunda bu paraları israf ve tebzir etti. Bit-tabi’ Mısır’ın hamiyetli ve fedakar evladları Hidiv’in pek mühlik olan bu harekat-ı sefihanesini hoş görmüyor ve hazm edemiyorlardı. Bu adem-i memnuniyyet İngiltere’ye müdahale ve işgal fırsatını verecek bir karışıklığı tevlid edeceği için had bir şekle sokmak için evvela Mısır vatanperverlerine rehberlik eden A’rabi Bey’i iltizam etti. Mes’elenin tarz-ı cereyanını uzun uzadıya anlatmak için maatteessüf vaktimiz müsaid değildir. Hülasa i’tibarıyla Mısır vatanperverleri başlarında A’rabi Paşa olduğu halde Hidiv’e karşı isyan ettiler. Mısır karıştı ve İngiltere’nin arzusu hasıl oldu. Müsaade ederseniz bundan sonra cereyan eden ve asıl bize lazım olan vukuatı şu elimdeki kitaptan okuyayım. Bu kitap “Abdülhamid-i Sani ve Saltanatı” namıyla Miralay merhum Osman Nuri Bey namında bir zat tarafından yazılıp senesinde basılmıştır. Kitabın ’ncı sahifesinde muharrir şöyle diyor: “İngiliz Sefiri Lord Dö Kren birdenbire A’rabi Paşa’nın asi olduğuna dair taraf-ı Padişahiden Mısır ahalisine hitaben bir beyanname neşredilmedikçe İngiltere’nin Mısır’a asakir-i Osmaniyye ihracına müsaade etmeyeceğini tebliğ ve ifade eyledi. Bir ecnebinin böyle sahib-i meşruu tarafından Mısır’a asker ihracına mümanaata kalkışması o zaman Abdülhamid’e bile ağır geldi. Beyannameyi askerin azimetinden sonra neşredeceği cevabını verdi. İngiltere iddiasında ısrar ile fazla olarak asakir-i Osmaniyyenin karaya ihracından evvel kendiMü’telife komiserlerinin matbuat-ı milliyye ile neşrettikleri beyannamenin şekil ve mantıkına –tamamıyla aynı diyecek derecede– yakındır. Çoktan beri tezahür etmiştir ki müttefikler ancak meşruti usullere şiddetle merbut ve Damad Ferid Paşa gibi kuvvetli ve azimkar bir reise malik olan fırka ile vasi’ mikyasta teşrik-i mesai sayesinde Anadolu’daki müz’ic hükumete nihayet verebilirler ve yine ancak bu sayededir ki Sultanın hükumeti İ’tilafiyyunun sulh şeraitini ahz ve kabul edecek bir vaz’iyete girebilir. Eğer Damad Ferid medeniyetin kuvvetleri için bu zaferi kazanabilir ve muahedeyi kabul[e] müntehi olan yolu – Mustafa Kemal’in pek şedid olan azim ve imanı karşısında düzleyebilirse bu; bizim için en mes’ud bir muvaffakıyet teşkil eder. Çünkü bu muvaffakıyet müttefikleri; pek ciddi masraflı fevkalade mühlik ve netice i’tibarıyla da meşkuk olan diğer türlü tedabire müracaattan kurtarır.” Şimdi aziz kardeşlerim! Okuduğum telgrafın muhteviyatına dikkat ettiyseniz İngiliz siyasetinin hedefini vesaitini ve korkusunu layıkıyla anlamışsınızdır. Bununla beraber İngiliz siyasetinin hedefe vusul için atmak istediği adımlardan birincisini –bizim vicdansız ricalimiz sayesinde– pek kolaylıkla ve kemal-i muvaffakıyyetle atmış olduğunu da aynen görürsünüz. Herif Düvel-i Mü’telifenin yeni bir müttefik kazandığını ve yeni müttefikin kendi hesab ve menfaatlerine bir harb-i dahili açtıklarını kemal-i fahr u ümid ile anlatıyor!. Hükumetin neşrettiği beyannamenin İstanbul’un beyannameye şekil ve mantık i’tibarıyla tamamıyla tevafuk ettiğini söylüyor. Şeyhülislamın Anadolu evladlarını dünya müslümanlarını iğfal için evvelce Hindistan ve Mısır’da olduğu vechile fetva ısdar ettiğini i’lan ediyor. Müttefiklerin Anadolu’da milletin hakk-ı hayatını ve istiklalini namus ve imanını müdafaa eden müz’ic hükumete ancak ve ancak başlarında Ferid Paşa gibi bir hain bulunan meşruti bir fırka ile vasi’ mikyasta teşrik-i mesai sayesinde nihayet verebileceklerini açıkça i’tiraf ediyor ve eğer Damad Ferid medeniyetin kuvvetleri için –yani müslümanları temdine me’mur Ehl-i Salib orduları şısında bu zaferi kazanabilir ve muahedeyi –yani milletimizin hükümname-i i’damını– yine milletimiz tarafından kabule müntehi yolu düzleyebilirse; bu onlar için –yani Ehl-i Salib için– en mes’ud bir muvaffakıyet teşkil eder!. Pek tabii değil mi? Çünkü bu muvaffakıyet müttefikleri –yani Salibiyyunu– pek ciddi çok masraflı fevkalade tehlikeli –rica ederim dikkat ediniz– netice i’tibarıyla da “meşkuk” olan diğer türlü tedabire müracaattan kurtarırmış! sinde elli bin Ermeni katledilmiş!.. Halbuki Maraş havalisi bizim işgalimiz altında!.. Bizim böyle bir şeyden haberimiz yok. Gerçi aramızda ufak tefek müsademeler oluyor. Fakat böyle vasi’ mikyasta bir katliam vakı’ oluyor ve biz mahall-i vak’ada ve civarında bulunuyoruz da nasıl haberimiz olmuyor?...” Fakat İngiliz siyaseti için bu sözlerin ne kıymeti ne ehemmiyeti olabilir? Onlar için yalan dolan her haldehedeflerine vusul lazım!.. Esasen İstanbul’daki me’murlarından başka vicdanlarını satın almış oldukları esafil-i rical de işgal için vaktin pek münasib olduğunu bildirmiyorlar mı? Evet işgalin tam zamanı!. Çünkü İstanbul’daki Meclis-i Milli Ferid Paşa’yı sigaya çekmek istiyor!.. Bundan kurtulmak lazım!. Bu da nasıl olur? Bit-tabi’ İstanbul’un bir an evvel işgaliyle! lanede işgal ediliyor!.. İngiliz siyaseti işgalinin hiç olmazsa ufak bir kanla tes’id edilmesini istiyor. Fakat ümid ettiği mukavemeti hiçbir tarafta göremeyince gece yarısı yataklarında uyuyan gayr-i müsellah efraddan mürekkeb olan bir musikacı takımı uyurken boğazlanıyor!.. Ertesi gün gazetelerde görülen ve bir suretinin her tarafa telgrafla ta’mim edilmiş olduğu anlaşılan imzasız bir beyanname [ile] adeta hükumet tarafından yapılmış gibi gösteriliyor. Zavallı Salih Paşa kabinesinin bu beyannamenin kendi taraflarından değil İngilizler taraliyetten teberri etmek için gazetelere gönderdiği tavzihnameyi gazeteler İngiliz sansürünün mümanaatı karşısında yazamıyorlar!.. Hülasa İstanbul işgal ediliyor. Makam-ı Hilafet esir ediliyor Meclis-i Milli dağıtılıyor münevverler teb’id ediliyor ve İngiliz uşaklarından mürekkeb bir Ferid Paşa kabinesi tekrar işleri eline alıyor!.. Halkı iğfal etmek ve biribirine kırdırmak için beyannameler fetvalar yekdiğerlerini ta’kib ediyor. O tarihte gazetesinin İstanbul muhabirinin Londra’ya gazetesine çektiği bir telgraf vaz’iyet-i hakikıyyeyi tamamıyla gösterdiği cihetle müsaadenizle o telgrafın tercümesini okuyayım: “Geçen akşam Türkiye’de harb-i dahili başladı ve –aynı derecede ma’nidar bir mes’ele olmak üzere– mü’telife kuvvetleri maksadlarını istihsal için yeni bir müttefik kazandılar. Takriben saat’da Şeyhülislamın fetavayı ler ali komiserlerine takdim edildi. Yarım saat sonra hükumet tarafından matbuata bir beyanname tebliğ edildi ki fevkalade dikkate şayandır. Bu beyannamenin baş tarafı Mart’ta İstanbul’un işgali üzerine Düvel-i CİLD - ADED - SAYFA hıristiyanların tavsiye ve tazyiki neticesi olarak fuzulen o makam-ı aliyi işgal etmiştir. Böyle bir şeyhülislamın beyanatı hiçbir müslümanı hiçbir vazife ile bağlayamaz. Bu münasebetle şunu da i’lana mecburuz ki Mustafa Kemal Paşa’nın etrafına toplanan kuvvetler ahval-i hazıra tahtında yani Makam-ı Hilafetin müttefiklerin hakiki ve fiili esareti altında bulunduğu ve Türk Meclis-i Millisi’nin cebren dağıldığı bir zamanda ber-mukteza-yı şeriat hakiki ve kanuni kuvvetler kuva-yı İslamiyye olup dini vatanı müdafaaya ve makam-ı Hilafeti düşman muvaffakıyyetle tatbik ettiği plan bu defa milletimizin azim ve imanı ve alem-i İslamın intibahı karşısında muvaffak olamamıştır. Bu planla İngilizlerin istihdaf ettiği gayenin “Sevr Muahede-i Sulhiyyesi” adını taşıyan hükümname-i i’damın tatbikinden ibaret olduğu zannederim ki tamamıyla anlaşılmıştır. Muahede-i sulhiyye denilen zulüm-namenin muhtevi bulunduğu bütün mevaddı tahlil için maatteessüf vaktimiz müsaid değildir. Yalnız hülasa i’tibarıyla şu kadarını söyleyeyim ki bu muahedenin bir küll teşkil eden bütün ahkamı evvela elimizden birçok aksam-ı memleketimizi aldıktan sonra guya bize bırakılan ufacık bir parçayı da menatık-ı nüfuza ayırıyor. O ufak parçacıkta bile hür bir millet müstakil bir devlet sıfatıyla yaşamaktan kılmak istenilen ufak parçada müstakil bir İslam devleti vaz’iyetinden tamamıyla çıkarılıyoruz. Halbuki müstakil bir İslam hükumeti olmadıkça beka-yı İslam da mümkün değildir. Çünkü beka-yı İslamın şerait-ı zaruriyyesinden olan sedd-i sügur yani hududları kapamak techiz-i cüyuş yani din ve memleketi müdafaa için icab ettiği kadar asker toplamak ve tenfiz-i ahkam ve kazanın hepsini bu muahede ortadan kaldırıyor. Çünkü muahedenin bir maddesi silah altına alabileceğimiz askeri ihtiyacımıza göre değil nihayet nefer olmak üzere tahdid ediyor. Asayiş-i dahiliyi muhafaza edecek jandarma kıtaatı ecnebi zabitler idaresine veya teftiş altına veriliyor. Diğer madde adliyemizi ıslah ve kavanin tedvini hakkını yalnız bizim dahil olmadığımız beynelmilel bir komisyona veriyor. Yani mahkemelerimiz esasat-ı şer’iyyeye göre değil ancak beynelmilel bir komisyonun tedvin edeceği kavanine göre iş görecek! Neuzü billah!.. Diğer bir madde Makam-ı Hilafetin ehl-i İslam üzerindeki velayet-i ammesini nüfuz-ı ma’nevisini lağv ediyor!.. Bu şeraite göre beka-yı Hilafet ve beka-yı İslam imkanı var mıdır? Rica ederim söyleyiniz!.. Herif bizi imha için müracaat edilecek diğer tedabirin pek ciddi pek masraflı fevkalade tehlikeli olduğunu söyledikten başka neticesinin de meşkuk olacağını i’tiraf ediyor. O halde böyle mühlik ve aynı zamanda neticesi meşkuk bir işi yapmak için bit-tabi’ Halifeye Şeyhülislama ve namussuz rical-i hükumete istinaden işi bitirmek değil mi? Allah cümlesini ve cümlemizi ıslah eylesin. Hain-i din u vatan olanları kahretsin!.. mal-i muvaffakıyyetle tatbik eden İngiliz siyaseti muvaffakıyetini ta’kib ediyor ve tab’ edilen yüz binlerce beyannameyi ve fetvaları kendi torpidolarıyla motorbotlarıyla sevahilimizin her noktasına çuval çuval tevzi’ ediyor. Esasen bu fetvalar bu beyannameler daha evvel bütün alem-i İslamda tevzi’ ve neşr edilmiş bulunuyor. Fakat hamden sümme hamden ne Anadolu’da ne de alem-i İslamın aksam-ı sairesinde İngiliz siyasetinin arzusu husul bulmuyor. Gerçi Anadolu’da bidayeten bazı ufak tefek muvaffakıyetlere nail oluyor zannediyor yani külliyetli İngiliz altınlarıyla Anadolu’nun bazı taraflarına dahil olan hainler bazı gafil vatandaşlarımızı kandırarak yer yer isyan çıkartıyor!.. Fakat milletin intibahı azim ve bozulmak istenilen vahdet-i milliyyeyi te’min ediyor. Alem-i aksam-ı sairesinde bu beyannamelerin bu fetvaların icra ettiği te’sir bilakis mürettiblerinin aleyhine çıkıyor. Çünkü alem-i İslamda husule gelen intibah-ı ahir ve tarihin pek ayan bir surette gösterdiği tarafta kıyametler kopuyor protestolar yağdırılıyor. Bu tezahürat-ı mes’udeye bir misal olmak üzere Hind Cemaat-i İslamiyye Hey’et-i Merkeziyyesi’nin Nisan tarihli beyannamesinin suret-i mütercemesini okuyacağım: “Türkiye’ye karşı bütün adalet esaslarını ihmal eden müttefiklerin mütarekenamenin Türkiye’ye müsaid olan mevaddını kasdi olarak ihlal ettiklerini ve Şeyhülislamı her türlü kavanin-i insaniyye ahlakıyye ve beynelmileliyyeyi çiğnemek suretiyle cebren makamından uzaklaştırdıklarını öğrenen müslümanlar büyük bir hiss-i nefret ve istikrahla meşbu’durlar. Biz müttefiklerin İslamiyete karşı ittihaz ettikleri tarz-ı hareket-i hasmaneyi şiddetle protesto ederiz. Çünkü her bir müslim kavanin-i İslamiyye icabatından olmak üzere dinini müdafaaya mecburdur. Biz Abdullah Efendi adlı birinin “fetva” namı altında bazı şeyler neşrettiğini büyük bir hiddet ve nefret ile öğrendik. O Abdullah Efendi ki hakiki şeyhülislamın İslama fevkalade düşman olan bazı hıristiyanların tazyikiyle makam-ı alisinden cebren kaldırılması üzerine yine o rı ve Harb-i Umumiden sonra tahassül eden vaz’iyet üzerine zaman-ı tatbikı artık geldiği kanaatinde bulundukları muahede-nameyi tanımadık kabul etmedik. Nasıl tanır ve kabul edebilirdik ki biraz evvel izah ettiğim vechile bu muahede-name bir muahede değil ancak bizim maddi ve ma’nevi mevcudiyetimize hatime çekmek payitahtımızı işgal ve Makam-ı Hilafeti esir etmek sonra o makam-ı mukaddesi alet ittihaz ederek aramıza nifak u şikak tohumları ekmek bizi biribirimize boğdurmak ve bu vechile tamamıyla zaif düşürmek; bir yandan da yine bizim aramızdan para veya sair vesait ile elde edecekleri vicdansızların delaletiyle bizi her türlü vesait-i müdafaa ve mukavemetten mahrum etmek. Bundan sonrası kolay!.. Öyle ya!.. Dahili iğtişaşat ve nifak ile vahdeti parçalanmış elinden her türlü esbab-ı müdafaa ve mukavemeti alınmış bir millete istenilen şekilde bir muahedeyi kabul ettirmekten o milletin boynuna esaret zincirini takmaktan kolay dünyada daha ne olabilir?!. Fakat hamd olsun milletin uyanıklığı ve fedakarlığı; hepinizin bildiğiniz vechile düşmanın bu mehinane olan emel-i şeniini kırdı hesabat-ı iblisanesini altüst etti. Gösterdiğimiz mukavemetin ciddi surette ibraz ettiğimiz asar-ı azm ü fedakarinin mehabeti karşısında düşmanlarımızdan bazıları muahedenin ta’dili icab ettiğini iddiaya mecbur oldular. Fakat düşmanlarımız içinde anud ve şarkta en fazla menfaati olan İngilizler ikinci bir çareyi de tecrübe etmeden hakkı kabul cihetine yanaşmadılar. çare de esasen hayal-perest bir millet olan Yunanlıları vasıtasıyla muahedeyi bize cebren kabul ettirmek idi. Yunan ordusundan pek çok şeyler bekliyordu. Halbuki siz bu Yunan ordusunu pek iyi tanırsınız! Haniya bir zamanlar babanızın amucanızın veya büyük biraderlerinizin Milona Geçidi’nde Tesalya ve Dömeke ovalarında tilki koğalar gibi koğaladıkları bir Yunan sürüsü yok mu idi?. İşte o sürü bugün bizim ile harb eden ordudur!. Nasıl olur da koskoca bir millet böyle mahiyeti ma’lum bir ordu karşısında aciz ve şaşkın bir halde kalabilir? Nasıl olur da dünyanın en hür bir milleti böyle en deni insanlardan mürekkeb bir ordu tarafından esir edilebilir? Hayır dindaşlarım!.. Milletin birçok mahrumiyet man ordu mücahidin-i İslamiyye şu dakikada vazife-i Dahası var. Maliyemiz de ecnebilerin elinde. Biz köleler gibi çalışacağız. Semerat-ı mesaimizi onlar alacak ve istedikleri gibi sarf edecekler. Bundan başka kapitülasyon denilen ve bizim terakkimiz için şimdiye kadar başlıca ayakbağı olan uhud-i atikadan şimden sonra Yunanlılar ve saireden başka yeni teşekkül eden Ermeni hükumeti gibi hükumetlerin tebaası da istifade edecek!.. Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? Yani içimizde yaşayan Rumlar Yunan tabiiyetine Ermeniler Ermenistan hükumeti tabiiyetine Yahudiler diğer bir hükumet tabiiyetine muahede mucebince kolaylıkla girecekler. Sonra uhud-i atikadan istifade suretiyle ne vergi verecekler ne de bizim mahkemelerde muhakeme edilecekler!.. Yani biz çalışacağız. Onlar her türlü kayddan azade yaşayacaklar zengin olacaklar!.. Onlar efendi biz uşak olacağız!.. Allah göstermesin… Fakat sillenin en acı noktası böyle bir muahedeyi o zamanki İstanbul hükumetinin bila-tereddüd imzalamak denaetini irtikab etmesidir!.. ramananesi İngiliz siyasetinin Hilafet kuvvetiyle Anadolu dahilinde ve alem-i İslamda çevirmek istediği dolabların sına rağmen döndürülememesi düşmanlarımızı evvelce hiçbir noktasına dokunmanın imkanı olmadığını i’lan ettikleri Sevr Muahede-i Sulhiyyesi’nin ta’dili esbabını müzakere için murahhaslarımızı Londra’ya da’vete mecbur etti. İşte bu da’vet hakk-ı hayat ve istiklali uğurunda çalışan Anadolu evladları için ilk merhale-i muvaffakıyyet düşmanlarımız için de elim bir ric’at teşkil etmiştir. Esasen evvelce de söylediğimiz vechile bu muahede sırf İngiliz tertibi olup Fransız ve İtalyan murahhaslarına cebren kabul ettirilmiş olduğu için bu sefer İngilizlerin müttefikleri olan Fransızlar ve İtalyanlar bile hakkımızı teslim ediyor ve muahedenin ta’dilini musırran taleb ediyorlardı. Fakat İngiliz seciyesinde yine kendi iddialarınca mevcud olan “buldog” köylü inadı; bu sefer muahede-i sulhiyyenin tatbiki vazifesini Yunan ordusuna tahmil etti. Demek ki bugün Sakarya vadisinde asırlardan beri devam eden Ehl-i Salib muhacematının ma-ba’di olmak üzere devam eden mücadele yaşamak hakkımızı tamamıyla imhamızı istihdaf ediyor; o halde acaba bidayette naklettiğim ayat-ı kerimenin ahkam-ı celilesine Şimdi söylediklerimizi bir hülasa edelim: Biz düşmanlarımızın asırlardan beri bizim hakkımızda tasarladıkladeşlerimizi kurtarmak zamanı çoktan gelip geçmiştir!.. Binaenaleyh bugün hepimiz emr-i cihad ile mükellefiz!. Emr-i ilahi bu merkezdedir. Unutmayalım ki bizler asırlardan beri Hazret-i Peygamber’in mübarek bayrağını her türlü mehalike karşı omuzumuzda taşıdık. Din-i hülasa her şeyimizle müdafaa ettik. Pek haklı olarak “alemdar-ı İslam” namını aldık. Her halde bizler yine bu mübarek sancağı kemal-i şerefle omuzlarımızda taşımak ve mukaddes dinimizi müdafaa ve taht-ı esarette bulunan kardeşlerimizi kurtarmak hususunda evamir-i ilahiyyeye imtisalen son nefesimize kadar mücahedeye devam edeceğiz!.. Unutmayınız ve hiçbir dakika hatırınızdan çıkarmayınız ki maazallahi teala bu kere mağlub olacak olursak ne malınız bir para edecek ne de evladlarınıza sahib olabileceksiniz. Mal ve evlad ne demek? Allah göstermesin dininizi namusunuzu hülasa maddi ve ma’nevi bütün varlığınızı gaib etmiş olacaksınız. Daha açık bir ifade ile Petronun Hıristonun kölesi olacaksınız!.. Ey cemaat-i müslimin!.. Biliyorum ki tasvir ettiğim halden müteessir oldunuz fakat müteessir olmak ağlamak fayda vermez… Haydi cihada!” Kayseri’ye seyahat dolayısıyla’ın intişarı bir müddet teehhur etmiştir. Bir hatıra olmak üzere bu nüshayı Kayseri’de neşrediyoruz. Zaruri olarak birkaç hafta fasıladan sonra inşaallah yine Ankara’da neşrine devam edilecektir. Mektupların ve abone bedelatının doğrudan doğruya Ankara’da idarehanesine gönderilmesi rica olunur. ’a ilk nüshasından i’tibaren altı aylık abone olanların müddeti da hitam buluyor. Ma’lum olduğu üzere abone bedeli peşindir. İrsalatın devamını arzu eden zevatın şu birkaç hafta zarfında abone bedelatını göndermeleri icab eder. ’uncu nüsha kısmen tab’ edilmişse de burada mevcud olmadığından abonelere gönderilememiştir; bilahare gönderilecektir. mücahedesini hakiki bir İslam askeri vaz’iyetiyle ifa ediyor. Şu anda vatanın harim-i ismetini lekelemek isteyen mülevves ayaklarını ve o ayakları idare eden kafaları kırmakla meşgul bulunuyor.! Fakat arada maatteessüf mevcud olan bir farkı nazar-ı dikkatinize arz etmek isterim. Bu fark da bugün hemen bütün hıristiyan aleminin maddeten ve ma’nen Yunanlılara müzahir bulunması bizim de evvela Allah’tan sonra da kendi kuvvetimizden azmimizden başka zahirimiz olmamasıdır. Yunanlılar evvelce söylediğim gibi asırlardan beri devam eden muhacemat-ı Salibiyyeyi Hıristiyanlık lehine neticelendirmek istiyor. Biz de yine asırlardan beri devam eden müdafaa-i mukaddesemize yani müdafaa-i İslamiyyete devam ediyoruz. Bu müdafaa-i mukaddeseyi hüsn-i neticeye iktiran ettirmek ise hepimiz silah derci ve sair hususat için bazı emir-nameler gelmiştir. Bu emir-namelerin mukteziyatına tevfik-ı hareket etmek her müslümanın boynuna borçtur. Çünkü bu emir-namelerin istihdaf ettiği gayenin yani istihzaratın tamamıyla elde edilmesidir ki bizi Yunanlılara köle olmaktan kurtaracaktır. Şimdi asıl maksadımıza gelelim: Evvelce okuduğum ayat-ı kerimeden birinde Cenab-ı Hakk’ın “Düşmanların esareti altında bulunan erkek kadın ve çocukları kurtarmak Düşününüz bugün Yunanlıların pa-yı şenaati altında inleyen birçok mezalim ve i’tisafata duçar olan ne kadar çok dindaşımız mevcuddur. Maatteessüf bugün İzmirimiz Bursamız Balıkesirimiz Karahisar Kütahya hatta Eskişehirimiz Yunanlıların yerlerde sakin nice yüz bin hemşiremiz analarımız kardeşlerimiz boyunlarını bükmüş kendilerini Yunanlıların zincir-i esaretinden tahlis edecek pa-yı şenaatleri altından kaldırıp kurtaracak mücahidin kitlelerinin vüruduna Bu zavallılar emin olunuz ki ufukta beliren her bulut parçasını gördükçe kendilerini zulümden işkenceden esaretten kurtarmaya gelen mücahidin-i İslamiyyenin atları ayağı altından kalkan toz bulutları zannederek ne kadar seviniyorlar!.. Yüz binlerce hatta milyonlarca dindaşlarımız böyle bir vaz’-ı elim içinde inler kıvranırkan bu gibilerini kurtarmak üzere cihadı emreden Cenab-ı Hakk’ın evamir-i celilesini ifaya müsaraat zamanı acaba daha gelmedi mi? Ah dindaşlarım bu zaman geldi ve hatta geçti bile!.. Bizim için artık nefsimizle malımızla hülasa her şeyimizle cihad ederek düşmanı mübarek topraklarımızdan koğmak esaret altında inleyen karilim fen san’at namına kavmiyetlerinin enzar-ı aleme teşmil ile bedayi’-i deha ve kiyasetlerinden beşeriyeti müstefid etmeye muvaffak oldular. Bu mes’ele hakkında uzun uzadı söz söylemeyi zaid görüyoruz. Çünkü hemen hemen bedahet derecesine varmıştır ki camialardan herhangi birinin sahası ne derece vasi’ olursa olsun gerek ah[a]li gerek sairleri hakkında te’min edeceği fevaid o derece amm u şamil olur. Meğer ki alakadarları hukuk-ı gayra teaddi gibi bir gaye ta’kib etmekte bulunmuş olsun. O zaman şübhe yoktur ki böyle bir camia muhitinin genişliği nisbetinde hariçte kalanların zararına hizmet eder ve anasır-ı hariciyyeye ellerinden geldiği kadar böyle bir camianın tessüsünü akim bırakacak esbaba tevessül bir hak ve vazife hükmüne girer. Camia-i İslamiyyeye gelince; bunun esas ve mahiyetine bir nazar-ı tedkik atfedenler vehleten anlarlar ki onun ta’kib ettiği gaye anasır-ı İslamiyye arasında asabiyet cinsiyet memleket farklarından mütevellid Camia-i İslamiyye şark ve garb aleminde bulunan müslümanlar arasında uhuvvet ve teavün esaslarına müstenid bir rabıta bulunması kavanin-i ve şerait dairesinde bütün müslümanlar bir aheng-i vahdet te’sis ederek birinin duçar olduğu müşkilat ile mücadele hususunda diğerlerinin de kendine zahir ve mededkar olması demektir. gerek ferd gerek cemaat i’tibarıyla bütün müslümanlara başkalarının tecavüzüne hedef olacak her birine ki bir azm ü gayret göstermeyi vazife kılmış; bunda aralarındaki memleket cinsiyet farklarını asla nazar-ı evladı diğer vatandaşlarına karşı aynı his ve vazife ile mükelleftir. Şu hale nazaran camia-i İslamiyye ile camia-i vataniyye ve camia-i cinsiyye arasında olsa da gaye i’tibarıyla mümaselet-i telif kitlelerin biribirleriyle anlaşıp ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul birleşmeleri hususunda başlıca birer amil olan adab ve adat efkar ve temayülat gibi şeylerde vahdeti te’min eder. Diğerlerinden birinin esası vatan diğerlerinin esası ise cinsiyet Her halde bu mebhaste münakaşa olmayan bir hakikat vardır ki o da mevzu’-ı bahs olan camialardan herhangi birinin te’min edeceği fevaidin muhitinin vüs’atiyle mütenasib olmasıdır. Çünkü bir camianın muhitinde mevcud olan bir derece vüs’at tabiidir ki ebna-yı beşerin yekdiğere takarrubuna bir rütbe hail olacak bir fasıla ve maniayı izale eder. Bundan istihsal edilen neticeye nazaran mesela Cermanlık camiası bu kavmiyeti teşkil eden anasırın dağılmasından ve Prusya Bavyera Saksonya ve saire gibi birtakım cemaaatlere inkısam etmesinden elbette hayırlıdır. Evet bu anasır münazaat-ı dahiliyyeyi bertaraf ederek onun yerine seviye-i medeniyyelerini yükseltmek maarif ve kemalat-ı kavmiyyelerini aleme neşr u ifaza için elbirliğiyle çalışmak düsturunu ikame ettiler de o sayede hissiyat-ı mütehalifeyi ortadan kaldırarak alem-i İslamı bu gibi ihtilafatın miras-ı şeameti olan niza’ ve lakaydi felaketlerinden kurtarmaktır ve tafsilatı aşağıda geleceği vechile daire-i fevz ü felahına dahil olanları himaye ve müdafaadan başka beslediği bir emel yoktur. Arab kavmi havza-i İslama dahil oluncaya kadar yekdiğerine yan bakan aralarında meveddet ve samimiyet rabıtası bulunmayan bir takım kabailden ibaret idi. Gün geçmezdi ki bir kabile en adi bir vesile mesin. Aralarında zuhura gelen bir muharebe yıllarca sürer giderdi. Muharebat-ı dahiliyyenin böyle biribirini vely etmesinden sonra da her muharebenin senelerce temadisinden bizar olan kabail-i Arab senenin altı ayını eşhür-i hurum addetmeyi bir kanun-ı milli olarak kabule mecbur olmuşlardı. Çünkü böyle bir kuvve-i zacire olmadıkça kalblerini doldurup taşmış olan asabiyet hisleri harb u darb temayülatından feragat etmelerine asla imkan bırakmıyordu. Bu gibi şerait-ı ictimaiyye içerisinde tabiidir ki bu kavmin cahiliyet devri azim bir hercümerc içinde geçti beşeriyet bunların mevcudiyetlerinden hiçbir şey istifade edemedi. İslam gelince bütün insanları cins levn memleket farkı gözetmeksizin bir camia ile birleşmeye da’vet etti; bu da’vetin feyz-ı kudsiyyeti kalblerinin ta a’makına kadar sereyan etmiş olan Arab kavminde bir hal-i diger tecelli ediverdi. Kabail arasındaki lerdeki münaferet üns ü ülfete tahavvül etti. Dinin zülal-i feyzi zamairdeki levs-i hıkd ü kini yıkayıp temizledi. Yekdiğerinin giriban-ı hayatından el çekmiş olan o cemaatler artık müfekkirlere o eski alemden bütün bütün başka sahalarda cevelangah aramaya başladılar. Bu inkılab-ı ictimainin verdiği netice şu oldu ki aynı kimseler saltanat-ı İslamiyyenin kavaid-i haşmetini ebed-karin denecek bir surette teşyid medeniyet-i celile-i İslamiyyeyi kainata teşhir etmeye muvaffak oldular. O medeniyet ki mihr-i ikbali hıtta-i Arabiyye afakından tulu’ eder etmez bütün alemi nurlara boğmuş lemeat-ı kudsiyyeti Arabı gayr-i Arabı bütün ebna-yı beşere bir meş’al-i hidayet vazifesi görmüştür. maiyye yalnız hal-i ihtilafta bulunan cud olan esbab-ı niza’ ve husumeti larla akvam-ı saire arasında hatta hil-i daire-i İslam olan her kavmin kendi aralarında kadimen mevcud olan kin ve husumetleri de esasından söküp atmıştır. Eğer o zamanlar vesait-ı tefahüm bugün olduğu kadar mükemmel olsa bir de camia-i İslamiyyete da’vet vazifesini deruhde edenler enzar-ı halkta mes’eleyi başka bir şekl ü simada tecelli ettirecek derecede işi çığırından çıkarmak hatasına düşmese idi nasebat-ı beşeriyye bugünkünden çok fazla saf ve nezih bir mecra ta’kib eder idi. Ne fayda ki ümmetlerin bugünkü vaz’ u şekliyle temas ve fevkalade müşkil olması neşr-i efkar kazıyyesinin hemen hemen müteazzir bulunması camia-i İslamiyyeye da’vet vazifesinin ruhunu muğlak ve mübhem bırakmış kuva-yı muhayyilenin suret vermesi imkanını hazırlamıştır. Evet alem-i İslam haricinde buluların başlıca emelleri milliyetleri haricindekilere zorla kendi i’tikadlarını kabul ettirmek yekdiğerini ictimaa da’vetten maksadları bu sayede teşveti dindaşlarının gayrilere karşı garetgerlikte isti’mal etmektir. Hakikat-i halde ise İslama da’vetin hedefi bütün insanlar arasında mu’tekadatta mi bir uhuvvet te’sis etmek camia-i lümanları bilad ecnas ve elvan i’tibarıyla aralarında tehalüf mevcud olsa da tecavüzat-ı hariciyyeye karşı yekdiğere imdad ve muavenete müheyya bir hale getirmekten ibarettir. Kavanin-i İslamiyyenin gayra teaddiyi sarahaten tahrim etmiş olduğuna ayet-i kerimesinin baş tarafı İslamda mukatelenin yalnız müdafaa halinde meşruiyetini sarahaten bildiriyor sonu bu maksadla vüz-i vakıı def’ ve düşmandan gelebilecek tehlikeleri izale ile istihsal-i emniyyet gayesine hasr etmeyi tavsiye ediyor. Alt tarafında erbab-ı harb ü kıtale Cenab-ı Hakk’ın rıza ve hoşnudisini hedef-i hareket ittihaz etmek ve bu ümniyeye muhalif halata cür’et hususunda Ondan korkmaları lüzumu ihtar muvaffakıyet ve rıza-yı Bari’ye mazhariyetin bu iki vecibeye riayete vabeste olduğu beyan buyuruluyor. nun hükümran olması beşeriyetin ni’met-i müsalemetten müstefid olarak asude bir hayat geçirmesi gibi gayet ulvi bir gaye ta’kib etmektedir. Onun her zaman için müslümanlarla ümem-i saire arasındaki münasebatın vidad ü müsalemet esasına müstenid olmasını hedef-i siyaset ittihaz ettiğini şu ayet-i kerime pek güzel isbat eder: ta’lim ve telkin ettiği camia-i İslamiyyenin mahiyeti bundan ibaret olup buna sırf tedafüi bir maksadla tevessülün hikmet-i meşruiyyeti de anifen Ancak bu rabıtanın te’yid ve takviyesini derece-i vücuba isal edecek daha birtakım sebebler var ki menşe’lerini ümem-i İslamiyyenin bugünkü hal ve mevki’-i siyasilerinde aramak icab eder. Harita-i aleme umumi bir nazar atfedecek olursak küre-i arzın tam vasatında Bahr-i Muhit-ı Atlasiden Bahr-i Muhit-ı Hindiye kadar imtidad eden gayet vasi’ bir saha görürüz ki kısm-ı a’zamını mikdarları gayet kesif ümem-i İslamiyye işgal etmektedir. Servet-i tabiiyyeden derece-i nasiblerini tedkik edersek anlarız ki bu yerler nüfusunun kesreti maadinin mebzuliyeti i’tibarıyla hakikaten zengin oldukları gibi iktisad nokta-i nazarından da her türlü vesail-i tabiiyye-i serveti cami’dirler. Bununla beraber sekenesinin birçoğunun şerait-i siyasiyye calib-i hüzn ü esef olduğu gibi birçoğunun da çekmekte oldukları derd ve ihtiyac yürekleri parçalayacak bir merkezdedir. Ecnebi devletlerin kabza-i hakimiyye[ti]nde bulunan müslümanların hal-i perişanını gören bu insafsız emperyalistlerin alem-i İslam hakkında ne şeni’ fikirler beslemekte olduklarını düşünen her ferd müslümanların el-yevm bulundukları teşettütten kendilerini kurtaracak müttehid bir gaye ve maksad etrafında toplanmalarını te’min edecek bir rabıtaya şiddetle muhtac olduklarına bedaheten hükmeder. Ancak bu rabıtanın te’min edeceği ittihad sayesindedir ki onlar şahıslarını esir can ve mallarını mübah addetmeyi na-kabil-i etmiş olan bu düşmanlarla mücadele kuvvet ve kudretini nefislerinde hissedebilirler. O zalim emperyalistler milyonlarla müslümanları mikdarlarını hiç hesaba katmaksızın türlü türlü işkenceler altında ezip duruyor layık görmedikleri zillet ve hakaret kalmıyor. Fakat acaba o muazzam müslüman kitleleri bu hakaret ve zilletlere daha ne kadar tahammül edeceklerdir? Bir bir başlayan hareketler pek a’la göstermektedir ki müslümanların şehamet-i fıtriyyeleri hakaretle satılığa çıkarılan bir köle menzilesine bilmek derecesinden çok alidir. Hiç şübhe yoktur ki müslümanlar satvet-i ruzgarın bile bi’l-külliyye mahv u izale-i asarına kudretyab olamadığı kadim bir hamaset ve şehametin ulvi bir mecd ü şerefin hakiki varisleridir. Evet müslümanların asırlardan beri çekme[k]te oldukları felaketler giriftar oldukları siyasi ve iktisadi sefaletler kendilerine ahval-i ictimaiyyelerini yı beşerin haiz oldukları hukuk-ı mukaddeseden istifade edebilmek tesanüd husule getirmenin zaruri bir keyfiyet olduğu fikrini ilham etmiş lehü’l-hamd bu yolda hareketler de başlamıştır. maksud olan gaye bunlardan Beyanat-ı vakıadan anlaşılıyor ki camia-i İslamiyyeye da’vet sekene-i arzdan büyük bir kısmını ıslahat talebiyle aralarında bir tezamun husule getirmek beni-nev’lerinden bir kısmın terfih-i halleri için teavün ve tenasura da’vetten başka bir gaye Böyle saf ve ulvi bir maksada rılmamak şartıyla bütün alemin son derece hüsn-i telakki etmesi hayırlı neticeler vermesine elden geldiği kadar çalışarak alt tarafında bütün beşeriyetin bu cereyandan menafi’-i aliyye istihsal edeceğine kani’ olması sım halkın terakkisi diğerlerinin de ondan istifadelerini istilzam eder. Terakkıyat-ı ümemden kuşkulanan varsa halkı esaret-i siyasiyyeleri altında tutmak o biçarelerin gerek memleketlerinin mahsulat-ı tabiiyyesinden gerek mesai-i sınaiyyelerinden Müdir Beyefendi Cum’a günkü’de Yunus Nadi imzasıyla bir başmakale gördüm ki içinde şu fıkralar vardı: “Amme-i İslamın müdafaa-i hukuku yolundaki amiyane ve avampesendane sözlere gelince…. Bu türlü malihulyalar ve onlara müstenid sergüzeştlere nihayet vermek isteyen….. Türk İslamı müdafaa ve mübarek kanını lüzumundan fazla akıtarak tarihi vazifesini ifa etmiştir. Yalnız Osmanlılık devri yedi asır süren bin bu kadar senelik tarihi bir maceradan sonra Türk kendine geliyor…” Bendeniz yine Yunus Nadi imzasıyla gazetesinin numaralı nüshasında vaktiyle şu makaleyi görmüştüm: “İttihad-ı İslam Dün telaffuzu siyaseten mahzur sayılan bu İslam düsturu bugün harb ve sulh siyasetimizin üssü’l-esası olup çıkmıştır. Bugün hepimiz hançerelerimizin kuvveti yettiği kadar müslümanların arasında ne kadar azim tahavvül adeta bir inkılab! Bu ittihadı i’lan ve te’min etmek lışıp çabalamak vazifemizdir. Yani bütün İslam ümmeti bunu her şek ve tereddüdün fevkınde olarak amik CİLD - ADED - SAYFA mücahidlerin üzerine ateşler yağdırıyor ölümler saçıyorlar. Fakat mazlum milletlerin yüreklerinde tutuşan hürriyet ve istiklal ateşi onların saçtıkları ateşlerden daha müdhiş bir hale gelmiştir. Asırlardan beri mahkumiyetin her türlü acılarını tatan zilletlerini çeken esaret-zedeler artık hayatlarını istihkar etmekten bir iman ve i’tikad ile böyle biliyoruz. Zaten artık başka türlü düşünmeye zerre kadar ihtimal kalmış mıdır? müslümanların en esaslı ve belki yegane istinadgahıdır. Birleşin ey müslümanlar dininizin ve varlığınızın ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı birlikle karşı koyun. Onlara Allah’ın birliğinde birleşen kendi birliğinizle hücum edin. Ancak böyle yapabildi[ği]niz takdirdedir ki nusret sizin necat ve i’tila sizindir ve gözlerimizden sevinç yaşları aktığı halde görüyoruz ki siz bu hakikatleri hep anlamışsınız. Taraf taraf birlik bayrakları altında toplanarak Müslümanlığın ezeli ve ebedi düşmanlarına karşı saldırmaya başlamış bulunuyorsunuz. Böylece arş ileri.. Fevz ü felah sizindir.!.. Hakk’ın kelamı olan mukaddes kitabımız bize bu ulvi hakikati çoktan söylemiş idi. Fakat nasıl bilmiyoruz galiba zamanın idrak ve vicdanı tağlit eden dalalet-nüma te’sirleri ile biz o hakikatleri dilimizle söylesek de vicdanımızla his ve ihata edebilmekten uzak kalır olmuş idik. Bizim şu dalalet ve perişanımıza düşmanlarımızın tazyik ve ifna siyasetleri de dağıldıkça dağılmış idik. Yine zaman ile omuzlarımıza binen bu felaket yüklerinin ağırlığı altında ğimiz– ulvi esaslarını daha şeffaf ve nurani bir manzara halinde görüp anlamaya başlamış idik. Fakat felaket gittikçe belimizi büken mütezayid sikletlerin altında o nurani manzaralara doğru kalkınmak ve kavuşmak ne kadar güç olmuş idi. Aziz ve Zü’ntikam olan Allah hiç olmaz zannolunan şeylere vücud müze kendimizi kurtaracak şehrah açıldı: İşte bu şehrah her müslümanın cihad için koşacağı varını yoğunu feda etmek azmiyle varlığını tahlis ve i’la eyleyeceği sebil-i ilahidir. O büyük yolun gazileri İslamın haysiyet ve izzetinde kendi namus ve vakarlarını yükseltmiş merdlerdir. Şehidleri hazretlerinin ilahi tavsifi vechile ölü değil diridirler ebedi dirilikle mübeşşer saadet sahibleridir. Şübhe yok Halife hazretlerinin emr u işaretleri ile şu müstesna fırsattan larca müslümanlar peyderpey Hak teala ve tekaddes hazretlerinin emir buyurduğu cihad yolunda ittihad ederek İslamın selamet ve i’tilasını te’min eyleyeceklerdir. Şübhe yok gittiğimiz yolun ser-menzili İslamın cektir ki insaniyet aleminde yeni ve büyük bir inkılab ihdas eyleyecektir. Bu sebeble ali dinimizin arta kalmış mu’cizelerinden biri sayılsa beca olmaz mı? Gittiğimiz yol İslamın ittihadı ise bu ittihadın ila-nihaye imtidadını kafil olacak sebebleri şimdiden bir yandan ihzar etmek de dur-endişlik vazifesidir. Bin üç yüz bu kadar seneden beri bazı müslüman kavimler hatta bazı kavimlerin muhtelif zümreleri arasında lafzi niza’lar üzerine teessüflere şayan iftiraklar tahaddüs eylemiş idi. Şimdi şu büyük ittihad işine girişilmiş iken zaten pek mahdud olan o niza’ları munsıf ve hakiki alimlerin bir araya toplanmasıyla kökünden kesip atarak öylece i’lan eylemek de yarının ve öbür günün eyleyecek işlerdendir. layan huruşan ittihad seyli yukarıki tedbirlerle de tanzim kılınınca kariben küre-i arz üzerinde ilk feyyaz neş’eleri ile cilveger muvahhid ve müttehid bir İslam alemi ihtiram mevkii[ni] tutacaktır. Biz eminiz ki bu ulvi netice her hal ü karda tahakkuk edecektir. Onun içindir ki tekrar bağırıyoruz. – Yaşasın ittihad-ı İslam!” Yunus Nadi Rica ederim Müdir Beyefendi. Bu telif muharrirlerin midir. Lutfen beni tenvir buyurunuz. Evet efendim; iki makalenin muharriri de aynı zattır. Bugün aksa-yı şarktan ta mağrib-i aksaya kadar hemen her tarafta Bu harekatın bir kısmı siyasi şekilde bir kısmı da bil-fiil müsademat halindedir. Baştan başa Afrika ve Asya’yı taht-ı istilalarına alan garbın zalim emperyalist devletlerine karşı mahkum milletlerin birçoğunun hal-i feveran ve kıyamda oldukları görülüyor. Bilhassa müslüman milletler hürriyet ve istiklal için mebzul kanlar döküyor. Vakıa bu mücadeleler techizat-ı harbiyye ve teşkilat-ı askeriyyeden mahrum olan mahkum milletlere pek bahalıya mal oluyor. Zalim garb devletleri ellerindeki cehennemi vasıtalarla CİLD - ADED - SAYFA cihad meydanlarında ölmekten pek büyük zevk duyuyorlar. Mazlumların bu kıyam ve feveranı öyle muazzam bir harekettir ki bunu hiçbir kuvvetin durdurmasına imkan yoktur. Artık tün mazlumlar alemi için hürriyet ve rı takarrub ediyor. Garbın zalim ve hıyanet üzerine kurulan tac u tahtları gıcırdıyor. Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavarın son dişinin sökülmesi de uzak değildir. Şarkta garbda cereyan eden hadiseleri ta’kib etmeyen bazı zevat bu sözlerimizi bir hayal ve temenni olarak telakki ederlerse biz onları ma’zur görürüz. Bizim bu kanaatlerimiz hayalata değil hadisata müsteniddir. Biz çok rica ederiz ki Avrupa’yı yıkılmaz bir kal’a zannedenler onun temellerindeki gıcırtılara kulak versinler; Afrika ve Asya’da tutuşan yangınlara bir nazar atfetsinler. Bir defa bir millet harekete geldi mi artık onu hiçbir şeyler durduramaz. Zalim devletler bunu bildikleri için birtakım hilelerle zahiri müsaadekarlıklarla bu ateşi bir müddet olsun daha küllemeye çalışıyorlar. Fakat görülüyor ki ona da muvaffak olamıyorlar. Gün geçtikçe yangın tevessü’ ediyor; alevler etrafa sirayet ediyor. Biz çok arzu ediyoruz ki bütün bu hareketleri tafsilatıyla müslüman kardeşlerimizin enzar-ı atteessüf haftada bir defa intişar eden o da zaman zaman mütenevvi’ arızalara uğramaktan hali kalmayan beş altı yapraklı bir mecmua aleminde mazlumlar dünyasında cereyan eden bu fevkalade muazzam hadisatı ancak yevmi bir müslüman gazetesi bir dereceye kadar i’lam edebilir. İnşaalah kariin-i kiramın himmetleriyle ona da muvaffak oluruz. Biz şimdilik pek mücmel bir surette Asya ve Afrika’daki müslüman milletlerin hürriyet ve istiklal mücahedelerini arz etmek istiyoruz. Buna da Hindistan kıyam ve hareketlerinden başlıyoruz. Bu neşriyatımız temadi edecektir; ta ki kalbleri zaif olan müslümanların imanları kuvvet buluncaya kadar. Şimdilik bu hususta kendi mütalaatımızı ilave etmeyeceğiz. Hadisatı zalimlerle mazlumların amal ve efkarını yine kendi lisanlarından nakil ile iktifa edeceğiz. Ümid ederiz ki erbab-ı basiret büyük ibretler alacak şarkta başlayan muazzam inkılab hakkında bir fikir edinebileceklerdir. Hududdaki Kabail Tehlikesi: ’tan: Hindistan Ordu Başkumandanı bütçe müzakeresi esnasında Hindistan’ın dağlık arazisindeki kabileler hakkında şu ma’lumatı vermiştir: Kabileler hin-i hacette yüz elli bin kişilik muharib çıkarırlar. Son zamanlarda ahaliyi kamilen teslih etmişler aralarında askeri bir inzibat te’sis eylemişler ve bu suretle kabail-i mezkure gayet tehlikeli bir vaz’iyet almışlardır. Bunlara karşı yapılacak bir işgal-i askeri altında tutmak yahud tamamen tahliye etmek. Lord Kürzon yirmi sene evvel o civardan alaylar teşkil etmiş ve İngiliz zabitlerinin kumandasına vererek kabileleri kendi mıntıkalarını muhafaza etmeye me’mur etmiştir. Harb-i Umumi mütarekesine kadar bu ahvalden dolayısıyla bu tertibat bozulmuştur. Sadık aşaire müzaheret edemediğimizden milis efradı takım takım firar etmektedir. Hindistan Nazırı Lord Montagu bütün aşair arazisinin işgal ve idaresi tarafdarıdır. Demiryollar mikdarı tezyid edilecek motorlu vesait-ı nakliyye teksir olunacak eski milis kuvvetleri mümkün mertebe tekrar teşkil olunacaktır. Hind hududundaki vaz’iyetin selameti Afgan muahedesine mütevakkıftır. olan umumi bir ihtilalin vaktinden evvel yapılmış bir kısmı addolunuyor. Bu da Muhammed Ali ve Şevket Ali Biraderlerin “Yeni Hind Cumhuriyeti” hakkındaki galeyanamiz nutuklarından istidlal ediliyor. her tarafına yayılmış olan pek çok efradın isyanı teşvik ve ihtilalcilere müzaheret etmeleri bununla beraber Hilafet propagandasının orduda faaliyet kesb etmiş olması zannı da mevcuddur. nin teehhuru isyanı muahedeyi te’hir ması ihtimali vardır. Maamafih ne kadar bahalıya mal olursa olsun Afganistan’la muahede akdolunacaktır. Şu kadar ki muahedenin kat’i ve devamlı olacağı şübhelidir. Sovyetler ve İngiltere: gazetesinin Londra muhabirinden: dettikleri mukavele şeraitine rağmen Anadolu’da bilhassa Afganistan ve Hindistan’da İngiltere aleyhindeki propagandalarına devam etmektedir. Ez-cümle Hindistan’ın şimal-i garbi hududundaki yerlilerin teslimine sarf olunmak üzere on milyon rupi mikdarında bir kredi akdetmişlerdir. Moskova’da İngiliz Mümessil-i Ticarisi Hudson Lord Kürzon’un uzun bir notasını Sovyet hükumetine vermiştir. Notada Üçüncü Beynelmilel esasatının şarkta İngiltere aleyhine tatbikinden şikayet edildikten sonra ber-vech-i ati mevad zikredilerek Sovyetler itham olunmaktadır: - Sovyetler Avrupa’da bulunan Hind ihtilal rüesasıyla teşrik-i mesai CİLD - ADED - SAYFA etmektedir. Hindistan’da yapılacak rılmak üzere rüesa-yı mezkureden bazıları yirmi beş Mayıs’ta Moskova’ya da’vet edilmiştir. Berlin’de Sovyet Mümessil-i Resmisi Mösyö Kupe bazı Hindlilere para vermiş ve pasaportlarını vize etmiştir. - Viyana’da bomba i’malini öğrenmekte olan meşhur anarşist Hafız Afgan’a gitmek ve Hind hududunda bir bomba fabrikası inşa ederek bilahare Hindistan’a bomba idhal eylemek üzere teşvik edilmiş ve Sovyetlerin muavenetiyle mumaileyh Hafız Kabil’de de bir dumansız barut miştir. Hafız’ın ailesine Sovyetler tarafından masraf olarak on bin kron verilmiştir. - İran’da Sovyet Mümessili Ruts Helim İngiltere aleyhine en faal propaganda - Kuva-yı Milliyye’ye para ve silah vermek suretiyle yapılan müzaherat-ı fevkalade bilhassa mühimdir. Ankara hükumetinin İ’tilaf Devletleriyle sulhan mes’eleyi halletmesine mani’ olmak için Sovyet hükumeti bütün gayret ve kuvvetini sarf etmiştir…. - Mevadd-ı mezkurenin cümlesinden daha mühim ve daha mühlik olmak üzere Afganistan’da bulunan Rus konsoloshanelerinin her biri bir propaganda merkezidir. Bu konsoloslardan biri İngiliz kuvvetleriyle muharebe eden kabilelere on milyon rupilik esliha ve mühimmat vereceğini vaad etmiştir. Lahor’dan’a gelen hey’et-i zabıta Seyak kabailinden biri arasında rüesa-yı umuru katletmek ve hükumeti devirmek hususunda bir suikasd hey’etinin mevcudiyeti keşfedildiği bildiriliyor. Ormanlara Çekilmeleri: Kalküta’nın mil şarkında kain Tilampur mıntıkasında bulunan Moplahlar köylerini terk ederek ormanlara çekilmektedirler. Vellington’daki askeri karargah ile Malayuram arasında telgraf ittisalatının bu gece te’sis edileceği ümid ediliyor. - Mamaragat’tan hareket eden tamamıyla müsellah . kişilik bir asi kuvveti polis merkezine taarruz etmiştir. Polisler kaçmıştır. Nüfus Dairesi ve kuyudat ihrak edilmiştir. Tilampur’da orman müessesatına giderek gaz dökmek suretiyle yakmışlardır. - Eylül’den beri Moblaların harekatı tezayüd etmiştir. kişiden mürekkeb beş çete mevcuddur. Madras hükumeti Simla’ya şu raporu vermiştir: “Malabar’daki vaz’iyet ümid hilafına olarak daha ziyade ciddi ve vahimdir. Asiler sebük-bar olduğundan hey’et-i askeriyye muharebede pek büyük müşkilata ma’ruz bulunmaktadır.” Eylül tarihli Times’tan: Bombay vilayetinde bir İslam yerli devleti olan Balasinur Nüvvabı Bombay hükumetine atideki ma’lumatı i’ta eylemiştir: Ağustos akşamı Balasinur şehrinde bir isyan zuhura gelmiştir. Reis-i nuzzarın dairesi iki bin mikdarında asilerin hücumuna uğramıştır. Asiler tarafından daireye taş atılmış ve Reis-i nuzzar yaralanmıştır. Muhammed Ali ve Arkadaşlarının tevkifi: Ahiren akdedilen Umum Hilafet Konferansı’nda irad edilen galeyanamiz nutuklar hasebiyle Hindistan hükumeti Ali Biraderler ve sair kimseler aleyhinde ta’kibat-ı kanuniyyeye başlamıştır. Genç birader Muhammed Ali şimdiden tevkif edilmiştir. Hindistan Nezareti dün gece atideki tebliği neşretmiştir: “Muhammed Ali’nin Eylül’de Şimali Madras’ta Valter mevkiinde ve Doktor Kiçlev’in Eylül Simla’da tevkif edildikleri Hindistan hükumeti tarafından bildirilmiştir. Bu tevkifat Muhammed Ali ve sair kimseler tarafından Temmuz’da Karaçi’de akdedilen Umum Hindistan Hilafet Kongresi’nde irad edilen nutuklar ve kabul edilen mukarrerat hasebiyle mumaileyhim aleyhinde ta’kibat-ı kanuniyye icrasına başlamak için Hindistan hükumeti tarafından ittihaz edilen karara tevfikan icra edilmiştir. Bu Hilafet Kongresi’nde kabul edilen bir karar atideki şekilde veya ordu-yı mezkura kaydolmak ve yahud başkalarını kaydettirmek tamamıyla haramdır.” Bu muharrikler hakkındaki ithamatın cinai suikasd kıtaatı iğfal ve iğvaya teşebbüsat ve itale-i lisan olduğu anlaşlıyor. Diğer eşhas-ı mühimmeden biri Muhammed Ali’nin büyük biraderi Şevket Ali’dir. Bu ta’kibat-ı kanuniyye kararı Mopla isyanından evvel ittihaz edilmiştir. Fakat ta’kibatın fiilen icrası müttehemin tarafından hakkında delail istihsal etmek ve kanunun derece-i tahammülünü takdir ve tedkik etmek lüzumu hasebiyle te’hir edilmişti.” Royter Ajansı Simla’dan atideki telgrafı ahz etmiştir: Alınan haberlere göre Şevket Ali; Muhammed Ali Biraderler ile Doktor Kiçlev kıtaatın sadakatini ihlal lerdir. CİLD - ADED - SAYFA Ali Biraderlerin Tercüme-i Hali: Ali Biraderlerin tercüme-i hali şarkta doğmuş olan ve ırk nefreti fikriyle hareket eden insanlarda mevcud cinnet-i esasiyye ve dini taassubun tezayüdü hakkında pek mühim ve şayan-ı istifade tedkikat-ı ruhiyye te’min eder. Ali Biraderler Rampur yerli devletinde mukim bir küçük arazi sahibinin oğullarıdırlar. Büyük birader olan Şevket Ali mukaddema Afyon İdaresi’nde bir me’mur idi. Muhammed Ali Aligar Kolleji’nde tahsil ederek’de Allahabad Daru’l-fünun tahsilini ikmal ettikten sonra Hindistan idare-i mülkiyyesinde hizmet için staj görmek üzere muvaffak olamamış ve’de Hindistan’a avdet eylemiştir. Birkaç sene Baruda yerli devleti dahilinde hizmet etmiş ve umum Hindistan İslam Cem’iyeti’ni müdafaa ve iltizam hususunda meşhur bir muharrir ve hatib olmuştur. bidayetinde Kalküta’da gazetesini çıkarmasına başlamış ve ertesi sene mezkur gazeteyi Delhi’ye nakletmiştir. Mayıs’ında her iki birader “Vilayat-ı Müttehide” denilen vilayette hapsedilmiş ve bu hareket atideki sebebden neş’et eylediği resmen bildirilmiştir: “Ali Biraderler şedid siyasi tahrikatta bulunduktan başka harbde İngiltere Kralının düşmanlarıyla dost olduklarını ve bu dostluğu tervic ve eylemişlerdir. Ali Biraderlere Kralın düşmanlarına muavenet maksadını haiz herhangi bir şeyi yapmak yazmak veya söylemekten ictinab için bir taahhüdname imza ettikleri takdirde tamamıyla serbest olacakları teklif edilmişti. Fakat onlar atideki şu sözler ilave edilmediği takdirde bu taahhüdnameyi imza etmekten imtina’ edeceklerini söylemişler ve imtina’ etmişler: “İslamiyete tabiiyetimize zarar iras etmeksizin.” Haziran’ında onların hareketlerinin mahdud bir mıntıkaya hasrının kafi gelmediği görülmüştür. Onların Afgan harbi hususundaki hainane tavır ve hareketleri hasebiyle hapsedilmeleri icab etmiş ve hapsedilmişlerdir. senesi nihayetinde Hindistan Islahat Kanunnamesi’nin kabulü üzerine Kralın beyannamesinde siyasi mücrimler hakkında şefkat ve afv-ı umumi i’lan edilmesi hasebiyle Ali Biraderlerin tahliye-i sebilleri icra edilmişti. Bunların ilk hareketleri Amritsar’daki etmek ve Hindistan müslümanlarına “dinleri için ölmek” vesayasını şamil galeyanlı ve şedid nutuklar irad eylemek olmuştur. Muhammed Ali kendisini Hilafet Hey’et-i Murahhasası Reisi olarak intihab ettirmeye muvaffak olmuştur. Bu hey’et geçen sene ilkbaharında İngiltere’ye gelmiştir. Gerek kendisi ve gerek rufekası Hindistan Nazırı ve Başvekil Mehmed Ali Hindistan’a avdet ettiği zaman biraderiyle birleşerek Hilafet tahrikatının feci’ ciheti yani dindar müslümanların Hindistan’dan Afganistan’a hicretlerini teşvike başlamıştır. Sind ve hudud vilayetinden kişi vatanlarını terk ederek Afganistan’a hicret etmişler ve fakat Afganistan’da en şedid müşkilata ma’ruz kalarak kısa bir ikametten sonra vatanlarına dönmüşlerdir. Maamafih Hindistan’a dönerken mikdarları haylice azalmıştı. Çünkü Afganistan’da çekilen müşkilattan dolayı erkek kadın ve çocuklardan birçoğu terk-i hayat eylemişlerdi. Ali Biraderler Mister Gandi ile sıkı ve müşterek bir surette hareket ederek hükumet vezaif ve hidematına adem-i iştirak mesaisini ta’kib için memleketin her tarafında dolaşmışlar ve dindaşlarının galeyanını tahrik muşlardır. Kanlı netayici şamil olan Mopla isyanının bilhassa cahil mutaassıblar arasında çalışan Hilafet muharrikleri vasıtasıyla meydana çıkarıldığına hiç şübhe yoktur. Şarkta Zuhuru Muhakkak Tehlike: “Valatin Çeprul” imzasıyla “Ankara’dan Malabar’a Hindistan’da Hilafet Tedhişi” unvanıyla Eylül tarihli gazetesinde intişar eden mektuptan: Malabar sahilindeki İslamların harekatına bir numune olmak kezi Asya’dan gelen barbar Türkmen ve Tatar sürüleri tarafından Hindistan’ın ziyetini gözden geçirmelidir. Hindistan Meclis-i Teşriisindeki Hindu a’zaların nutukları Hindu cemaatinin son hadisat hakkındaki his-siyatını gösteriyor. Mopla isyanı Hindu cemaatinin fikirlerinde İslam hakimiyetinin en fena hatıralarını canlandırmıştır. Mister Hakim Emir Ali memleketin en yüksek mahkeme-i adliyyesinin bir a’zası ise de bütün menatıkı anarşi ve kan deryasına daldırmış olan fesad ocağı mürettibleri hakkında takbiha delalet eder bir kelime den bahsediyor. Ben aynı zamanda Yunanistan lehinde de değilim Yunanistan müttefikun tarafından Asya-yı Suğra’da kendisine verilen vekaletin salahiyet-i esasiyyesini tecavüz etmekle hem askeri ve hem siyasi nikat-ı nazardan şayan-ı esef acınacak bir hata yapmıştır. Fakat Yunanistan ordularının ma’ruz kaldıkları mağlubiyetin şark-ı karibdeki müşkilatımızı Hindistan’daki müşkilatımızdan daha ziyade azaltacağı tasavvur edilmemelidir. CİLD - ADED - SAYFA Denikin ve Vrangel ordularının mağlubiyeti Bolşeviklerin Rusya’deki miş Yunan ordularının mağlubiyeti de Mehmed Ali’nin Türk dostlarının ve yalnız Asya-yı Suğra’da değil Hindistan kapılarına kadar şark-ı karibin her tarafındaki Rus Bolşevik müttefiklerinin tahakkümünü takviye hususuna behemehal hizmet edecektir. Tedhiş Harekatı: Hindistan Nezareti’nin raporu: Madras’taki rüesa-yı askeriyye Moplaların mukavemet-i şedidesini ehemmiyetle nazar-ı dikkate almaktadırlar. Düşman mukavemeti yağma tedhiş ve açıkta muharebeden ictinab gibi çete müsadematı şeklindedir. Müsellah çeteler kuvvet peyda etmektedirler. Asilere iltihak edenlerin tezayüd etmekte bulunması ihtimali de mevcuddur. Melatur’daki vaz’iyet pek ciddi bir hal kesb etmektedir. Asiler ölüm veya İslamiyetten birinin kabulünü teklif ediyorlar. İstiklal-i tam i’lan edilmiştir. On Bin Müsellah ve Muharib İhtilalci: Simila’dan aynı tarihli a çekilen telgraf: Hindistan hükumeti Dahiliye Müdir-i Umumisi bugün Şura-yı Devlet’te irad edilen bir suale cevaben demiştir ki: Malabar’dan alınan en son haberler müsellah ve muharib Mopla çetelerinin mikdarında olduğunu gösteriyor. Moplaların çete muharebelerinin harekat-ı askeriyyeyi uzatması ihtimali mevcuddur. Bundan dolayı idare-i örfiyyenin ref’ edileceği zamanı tahmin etmek imkansızdır. Müslümanları Teskin İçin Yalanlar: Hindistan Vali-i Umumisi tarafından Sencab müslümanları hey’et-i murahhasasına irad edilen nutuktur: “Veliahdın ziyaretinde ihtilafat-ı siyasiyye muvakkaten te’hir edilmelidir. Hindistan inkişafat-ı siyasiyyesinde buhranlı safhadan geçmektedir…. Harekat-ı harbiyye henüz devam etmekte olduğundan Türkiye’nin edemem. Yalnız hem Türkiye ve hem Hindistan efkar-ı İslamiyyesi şeraite müstenid bir muahede-i sulhiyyenin pek yakında akdedilebileceği hakkındaki şedid ümidimi tekrar edebilirim. Yunanistan’a Türkiye ile harbde herhangi bir şekil ve suretle muavenet etmekte bulunduğuna dair ara sıra cereyan eden şayiatın asl u esası yoktur. Hilafet ve Hindistan’daki İslamların ne derece şiddetle müteezzi olduklarına tamamıyla vakıfım.. İngiltere hükumetinin Türkiye hakkındaki vaz’iyetinde husule gelen tebeddülün ehemmiyet-i azimesi? Hindistan veya sair yerlerdeki edilmeli ve unutulmamalıdır!” Muhtelif Çete Harekatı: Teşrinievvel tarihli’ta münteşir Hindistan Nezareti’nin tebliğinden: “Konhamad Hacı bir Hilafet reisi idaresi altında bulunan bir asi çetesi Eylül’de Mampad kurbünde görülmüştür. Kuvveti takriben kişidir. Sokloflulara mensub bir müfreze Manarkat’ın kurbünde asi bulunduğunu haber veriyor. Kamaraputur’dan asi bulunduğu bildiriliyor. Mister Gandi’nin Bir Makalesi: Teşrinievvel tarihli’a Bombay’dan çekilen telgraf: Mister Gandi “Genç Hindistan” gazetesine yazdığı bir makalede atideki iddiada bulunuyor: Ali Biraderlerin itham edildiği tecavüzat yeni bir şey değildir. Bu siyaset Hindistan Kongresi tarafından kabul edilmiştir. Benim niyyetim evvela bildirdiğim vech ile Hindistan ordusundaki Hindli efradın ve Hindli polislerin iş vasıtasıyla te’min-i maişetine muktedir olduklarına kani’ olur olmaz onları isti’faya hidemat ve vezaifine adem-i iştirak programı ictima’lar tertibiyle hükumete meydan okumaktır. Bu ictima’larda Ali Biraderler aleyhinde-ki edilecektir. Bununla beraber ictima’larda pek az nutuk irad edilmesi ve fakat ictima’da hazır bulunanların mümkün olduğu kadar azim bir ekseriyetinin karara müzaheretlerini beyan için ayağa kalkmaları hususuna ehemmiyet atfedilecektir. Bu gibi ictimaiyat şimdiden Kavnpur ve Nanpur’da akdedilmiştir. Müsaid Vaz’iyetleri: tarihli’a Allahabad’dan çekilen telgraf: Tamamıyla müsellah Mopla Edakulam’da Hindli hıristiyanlara hücum etmişlerdir. Arızalı ormanlı vesait-ı ittisaliyyeden mahrum olan arazi Moplaların çete harekatına müsaiddir. Bu müşkilatı iktiham için kuvvet gönderilmeyecektir. CİLD - ADED - SAYFA Varyankomad Konhamad Hacı: Hindistan’a gelen son gazeteler kendisine Tilampur Hükümdarı unvanını veren Varyankomad Konhamad Hacı hakkında mühim tafsilatı kişilik bir kuvveti bir araya toplamaya muvaffak olmuştur. Mumaileyhin yaşında pek cür’etkar ve meşhur bir ihtilalci olduğu söyleniyor. Doğrudan Doğruya Hilafete Tabi’ Bir Devlet: Teşrinievvel tarihli gazetesine Allahabad’dan çekilen telgraf Hilafet devleti hükümdarı Varyankomat Konhamad Hacı’nın hususat-ı atiyyeye karar vermiş olduğu bildiriliyor. Asi çetelerinin emri altında bulunan köylerdeki bütün Hindu İslamiyeti kabul etmedikleri takdirde katledileceklerdir. Konhamad Hacı Bey Merkezi Tuvolar’da da büyük bir muzafferiyet gayesini ta’kib ediyor. Ernad’da bir Mopla devleti te’sis edeceğine emin bulunmaktadır. Bir müddet zaruri fasıladan sonra bi-mennihi teala risalemiz yine Ankara’da intişara başlıyor. İnşaallah ba’dema muntazaman neşriyatımıza devam edilecektir. Aboneleri hitam bulan zevat irsalatın devamını arzu ettikleri takdirde lutfen abone bedellerinin rica olunur. air-i İslamiyye ile hiçbir zaman te’lif edilemeyecek birtakım hareketlerin meydan aldığını ve son zamanlarda o mübalatsızlıkların pek çirkin bir şekle girdiğini Büyük Millet Meclisi kemal-i esefle işitiyor. Müslüman namını taşıyan bazı kadınlar namus ve iffet namı altında takdis ettiğimiz iki muazzam vazifeye karşı tamamıyla lakayd kalarak fezahatlerini kendilerine yabancı erkeklerle hususi ve umumi yerlerde dans edecek derecelere kadar ileriye götürüyorlarmış. Büyük Millet Meclisi yakinen bilir ki bu şenaatleri bi-perva irtikab eden alçak fıtratlar pek küçük bir ekalliyetten memleketin ekseriyet-i kahiresi diyanetine; milliyetine has olan secaya-yı bergüzideyi tamamıyla muhafaza etmektedir ve ahlak-ı kerimesine an’anat-ı mukaddesesine vuku’ bulan bu tecavüzlerin daha yakından vakıfı olmak i’tibarıyla bizlerden ziyade müteessirdir. Fakat emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker farizasıyla bütün müslümanların mükellef bulundukları da hiçbir zaman hatırdan çıkmamalıdır. Bilhassa oradaki ahalimize mürşidlik vazifesini deruhde eden zevat tarafından umur-ı millete bu derecelerde müsamahakarlık gösterilmesi elbette ma’zur görülemez. Bütün Anadolu halkı çoluğuyla çocuğuyla kadınıyla erkeğiyle malıyla canıyla dişiyle tırnağıyla düşmanlara karşı mücahede ediyorken mukaddes cihada kalben iştirak etmesi tikbali olan gençler ve istikbali kurtarmak kızlar ve kadınlar düşünmelidir ki bugün kendilerinin Anadolu’daki dindaşları onların hayatını namusunu şerefini istiklalini kurtarmak azmiyle uğraşıyorlar; karların altında çamurların üstünde sarp dağların tepesinde engin ovaların ta içerisinde mübarek kanlarını döküyorlar bu mukaddes gaye uğurunda canlarını feda ediyorlar. Namusunu şerefini her şeyden üstün tutan; salabet-i imanına azamet-i vicdanına dünyaları hayran eden milletimiz arasında bu fezahatler ve bu fezahatleri irtikab edecek sefil fıtratlar acaba nasıl oluyor da ­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul yer buluyor? Hiç şübhe yoktur ki bu şenaatler bizim ruh-ı millimizden bizim terbiye-i millimizden doğmamış bunlarda yabancı bir ruh zehir-nak bir terbiye amil olmuştur. Bu yabancı ruhu bu zehir-nak terbiyeyi öldürmek büsbütün vücudunu kaldırmak millet matbuatının elbirliğiyle çalışmaları en mütehattim vazifeleridir. Zira ahlaksız bir millet için imkan-ı hayat tasavvur olunamaz. Ahlakın sukutu bünyan-ı millinin inhidamıdır. Milletler şahıslar gibi türlü türlü ıztırablar geçirir; türlü türlü akabelere uğrar. Lakin bütün bu ıztırabları bütün bu akabeleri muvaffakıyetle atlalatanlar ancak ahlakını sükuttan muhafaza edenlerdir. Binaenaleyh mekarim-i ahlakı muhafaza-i esasatını kendine umde bul’daki sukut-ı ahlakiden son derece müteessir bulunan Büyük Millet Meclisi bütün ruhuyla temenni eder ki: İnayet-i Hak’la İstanbul’u tahlis ettiği zaman orada velev pek küçük bir ekalliyet tarafından irtikab edilmiş olsun bütün bir ekseriyetin namusuCİLD - - cudiyet-i milliyyede elim rahneler açarak ceza-yı sezalarını dünyada hızlan ukbada ise sermedi bir hüsran suretinde görürler. nu lekeleyebilecek bu kabil fezahatleri görmesin; bilakis necabet-i milliyye ve İslamiyyemizin her türlü ilcaat ve muhacemata rağmen safvet-i ezeliyyesiyle payidar olduğunu yük Millet Meclisi İstanbul’un namuslu hamiyetli faziletli evladına hürmetlerini şunu da ilave eder ki: Kadın olsun erkek olsun milletin mukaddesatını hiçe sayan namusunu lekeleyen nefis ve hevasına esir birtakım erazil emin olsunlar yakında hareketlerinin hesabını vermekten kurtulamayacaklardır. ALEM-i İSLAM İÇİN PEK BÜYÜK BİR ZIYA’ Birkaç hafta evvel Ermeni olması melhuz mechul bir hain tarafından Sadr-ı esbak Prens Said Halim Paşa Roma’da şehid edildi. Bununla alem-i İslam en büyük en kıymetli en mütefekkir evladından birini gaib etmiş oldu. İslam düşmanlarını pek memnun eden bu elim hadise bütün müslümanları dilhun etti. Evet Müslümanlığa müslümanların ahval-i ictimaiyye ve siyasiyyelerine dair son zamanlarda ortaya koyduğu ulvi ve metin düsturlarla beyne’l-İslam büyük bir şöhret ihraz eden şehid-i mağfurdan daha pek çok hizmetler beklediğimiz bir zamanda bu facia pek elimdir. Ya hasreten ale’lmü’minin. Said Halim Paşa Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın en küçük mahdumu Halim Paşa’nın oğludur.’da Mısır’da doğmuştur. İsmail Paşa’nın hidiviyetinden sonra Halim Paşa ile ne Halim Paşa bütün ailesiyle birlikte mişti. Said Paşa o zaman sekiz dokuz yaşlarında idi; Baltalimanı’ndaki sahilhanede ikamet ediyorlardı. Said Paşa birkaç sene hususi muallimlerden okuduktan sonra küçük kardeşi Abbas Halim Paşa ile beraber İsviçre’ye gitti. Cenevre şehrinde hususi mekteplerin birisine devama başladı. ve medeniyet-i İslamiyye bütün zindeliğiyle yaşıyordu. Öte tarafta maddi ma’nevi her şey sukut ederken burada mazi-i mefahir bir yıldız gibi parlıyordu. Fakat memlekette o zaman hakim olan ahval-i ruhiyyeye göre böyle bir muhitten kuşkulanmak pek tabii olduğu cihetle akıbet merhumun o asude hayatı ihlal edilerek kendisi İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Avrupa’ye gider gitmez derhal memleketi istibdaddan kurtarmaya çalışanlarla teşrik-i mesai etti. Onlara gerek fikren gerek maddeten mebzul kıymetdar muavenetlerde bulundu. Meşrutiyet i’lanından sonra umur-ı devletle iştigale başladı. İlk vazifesi Yeniköy Belediye Riyaseti oldu. Bilahare A’yan A’zalığına geçti. Mahmud Şevket Paşa’nın Sadaretinde Hariciye Nezareti’ni deruhde etti. Müşarunileyhin şehadetini müteakib Sadaret Kaymakamlığını ifaya başladı. Bir müddet sonra asaleten Sadr-ı a’zam oldu. O zaman Bab-ı Ali’nin siyasetinde görülen merdane tavır hiç şübhe yoktur ki Said Halim Paşa’nın mahsul-i himmeti idi. Bab-ı Ali’nin Avrupa’ya karşı eski vaz’iyetiyle o zamanki vaz’iyetini tahattur ve mukayese edenler müşarunileyhin bu hususta ne kadar mühim Tali ali tahsilini Avrupa’da bitirdikten sonra İstanbul’a avdet etti ve Sultan Hamid tarafından kendisine fahri Şura-yı Devlet A’zalığı tevcih olundu. Fıtraten büyük bir zekaya malik olan müşarunileyh serbesti-i efkara sahib bir alemde büyüdüğü cak teveccüh-i şahaneye mazhar olamayacak idi. Nitekim çok geçmeden menkubin miyanına dahil oldu. Ondan sonra A’zalık vazifesine hiçbir alaka göstermedi. İzdivacı münasebetiyle kendi zevk-ı mahsusuna göre inşa ettirdiği Yeniköy’deki yalısına çekildi; fikrini zevk-ı bediisini tatmin edecek şeylerle iştigale başladı. Merhum bir taraftan mütalaa taraftan İslam Osmanlı asar-ı atikasını cem’ ile meşgul oluyordu. O güzel yalıyı en nefis en kıymetdar asar Musikiye de hakkıyla aşina olduğu kıymet verir onları bir araya toplamak rir en meşhur üstadlara himaye ve muavenetini bezl etmekten hiçbir zaman geri durmazdı. Bu suretle İstanbul’da tedenni ve inhitat alabildiğine tezayüd etmesine rağmen onun nefis kıymetdar eserlerle müzeyyen yalısında an’anat-ı Osmaniyye adab CİLD - ADED - SAYFA vaz’ ettiği düsturlar da beyne’l-İslam alem-şümul bir mahiyeti haizdi. Merhum hiçbir zaman başkasının ka-fasıyla düşünmezdi. Fikirlerinin isabetine son derecede mutmain idi ve bu itmi’nanın vermiş olduğu cesaretle daima muhitin hakimi olurdu. Bütün asarında mevzu’-ı bahs eylediği mesailin esasına ruhuna lübbüne tamamıyla müslüman olan hissiyatı mezaya ve kabiliyetlerinin inkişafı de büyük büyük mes’eleleri tahlilde muvaffakıyet göstermişti. Hayatının kısm-ı a’zamını Avrupa’da geçirerek garb medeniyeti denilen medeniyet-i hazırayı içinden hakkıyla görmüş onunla yakından temasta bulunmuş olmak dolayısıyla şark müessesatını garb müessesatıyla mukayese kudretini tamamıyla ihraz etmişti. Yine bundan dolayı idi ki alem-i yüzünden açılan rahneleri layıkıyla keşfeylemişti. Fil-hakika kendisinin ye kadar muzlim kalan bir noktayı tenvir etmekten ibaret olmuştu: Evet garb ile şark arasındaki derin husumetin kadar vazıh bir surette teşrih eden hiçbir eser yoktur. merhum garbın garazkar muharrirleri tarafından bi’lilti-zam tahrif edilerek başka şekillerde gösterilen bu husumetin avamil-i esasiyyesinin kıymet-i hakikıyyesini; müslümanlara isnad olunan taassub-ı dininin garblılar tarafından müslümanlar hakkında izhar olunan haksızlıklara karşı muhık bir kinden başka bir şey olmadığını göstermekle Müslümanlığa alem-i İslam’a pek büyük hizmette bulunmuştur. Müşarunileyh siyasi ilmi ictimai el-hasıl her nokta-i nazardan ma’ruz olduğumuz hastalıkları teşrih ederek nihayet bütün müslümanlar elim ve suziş-nak olan mevzua vasıl oldu: “Akvam-ı Fikrindeki bu derinlik mesaili tedte’siri olduğunu bilirler. Gerek Edirne’nin mes’elesinde gösterilmiş olan sebat ve merdliğin büyük bir kısmı hiç şübhe yoktur ki Said Halim Paşa’ya aiddir. Çünkü onun ahlakı tedkik edilecek olursa en büyük hasleti cesaret ve sebat olduğu pek güzel anlaşılır. Said Halim Paşa’nın siyaset-i devlete vermek istediği yeni cereyan ve sut ve tahakkümünden kurtarmak fikriyle atmak istediği hatve Adalar mes’elesi münasebetiyle husul-pezir oldu. Bu hususta Avrupa’nın tavassutunu ber-taraf edip doğrudan doğruya Yunan hükumetiyle o zamanki Başvekil Venizelos’la görüşmeyi taht-ı te’mine aldı. Ancak bu maksadla Avrupa’ya hareket edeceği sırada Bosna-Saray’da Avusturya Veliahdına karşı vuku’ bulan suikasd hadisesi azimetine mani’ oldu. O hadiseden az sonra bir müddetten beri beklenen Harb-i Umumi zuhur edince artık müstakil bir siyaset ta’kibine karar verdi ve o azimle bi-taraflığımızı ce Harb-i Umumi’nin sonuna kadar Devlet-i Osmaniyye bi-taraf kalamazdı; bununla beraber iki taraftan a’zami istifade te’min ettikten sonra memleketin menfaat-i siyasiyyesine en muvafık yolu ta’kib ile bilahare muharebeye iştirak etmek lazımdı. Fakat maatteessüf birtakım amiller şahsi ve keyfi cereyanlar o ma’kul siyaseti tatbik etmeye vakit bırakmadı. Ma’hud Karadeniz hadisesiyle bir emr-i vakı’ husule getirildi. Said Halim Paşa o hadise üzerine derhal rağmen bir müddet isti’fasında ısrar etti. Nihayet Rusya ile iade-i münasebat şartıyla isti’fasını geri aldı. Lakin Rusya tarzıye makamında teklif ettiğimiz şeraiti kabul etmediği cihetle harbin önüne geçilemedi. O sırada memlekette yeni tecelli eden müfrit cereyanların bir dereceye kadar olsun önüne geçebilmek fikriyle adeta kendisini kurban ederek makam-ı Sadaret’te kaldı. Bir müddet müfritane hareketlere karşı gelebildikten sonra maatteessüf anarşiyi ciye Nezareti’nden isti’faya mecbur oldu. Uhdesinde ancak Sadaret kaldı. daha sonra rufekası arasındaki rekabet had bir devreye geldiği bir sırada makamını Tal’at Paşa’ya terk ederek yine o güzel yalısına çekildi. Hiç şübhe yoktur ki merhum hayat-ı siyasiyyesinde milletin tealisinden refah ve saadetinden eski şevket ve azametin iadesinden başka hiçbir maksad beslememişti. eğer etrafındakiler da onun efkar ve tasavvuratına göre hareket etmiş olsaydılar belki devlet o ıztırabları çekmez o felaketlere uğramazdı. Vakıa Paşa kendi efkarını fındakileri kırıp dökecek bir fıtratta değildi. Lakin bir dimağ-ı mütefekkir olmak haysiyetiyle hakikaten nevadirden kıyla ihata eder uzağı görür avakıbı la inkar edilemez. El-hasıl onun şahsiyet-i siyasiyyesinin inkişafı için başka devir başka bir muhit lazımdı. Bir taraftan etrafındaki müfritlere meram anlatmak diğer taraftan gayr-i mes’ul merkezlerin te’siratına mukavemet ederek iş görebilmek ne kadar müşkil olduğu elbette takdir olunur. Böyle olmakla beraber yine merhumun hayat-ı siyasiyyesi bizce parlaktır. Lakin mütefekkir şahsiyeti şahsiyet-i siyasiyyesine nisbetle elbette daha mühimdir. Zaten merhumun en büyük vasf-ı mümeyyizi bir “re’s-i mütefekkir” olmasıdır. Onu hakkıyla anlamak için asarını efkarını tedkik eylemek lazımdır. Ortaya koyduğu her eser vaz’ eylediği her düstur kendisinin ne kadar nüfuz-ı nazar ne kadar fikr-i tahlil sahibi olduğunu pek vazıh surette gösterir. Kendisine mahsus bir tarz-ı tefekkürü olduğu gibi - - humun hayat-ı umumiyyesi hakkında ancak umumi birkaç söz söyledik. Hayatın her türlü cilvelerine karşı gösterdiği metanete kendisini tanıyanların cümlesi hayrandır. Herkes Bekir Ağa Bölüğü’nde endişeler içinde tavr-ı metanet ve necibanesi zerre kadar değişmemişti. Malta’da da böyle oldğunu müttefikan söylüyorlar. deri Abbas Halim Paşa’nın gösterdikleri tavr-ı merdane onların ne büyük ruhlu olduklarını herkese tanıtmıştır. Bu Anadolu mücahedesinin mutlaka muvaffakıyetle neticeleneceğine biraderi gibi onda da öyle sarsılmaz bir iman vardı ki en hatar-nak zamanlarda bile onun bu imanı zerre kadar tezelzüle uğramamıştı. Bilakis daima etrafındakileri sarsılmaktan muhafaza edecek sözlerle teşci’ etmiş bil-fiil onlara numune-i imtisal olmuştu. Malta’dan yazarak buradaki samimi aşinalarından birine gönderdiği mektubunun şu fıkrası onun halet-i ruhiyyesini ifhama kafidir; diyor ki: “Azizim… iki senedir çektiğimiz hakaret-amiz muameleleri bir gün gelir sana anlatırım. Fakat şimdi sana söyleyebileceğim bir şey varsa o da böyle bir muameleye ma’ruz olduğumdan dolayı duyduğum iftihardır. Çünkü ben bu hakaretlere her müslüman için mukaddes olan maksada elimden gelebildiği kadar hizmet ettiğimden dolayı ma’ruz kaldım. Ona atılan kurşun bir şahsa değil bütün bir millete bütün bir İslam aleminedir. Binaenaleyh müslümanlar bu intikamı alacaklardır. Fakat ne suretle? Asırlardan beri kendilerini ezmek öldürmek isteyen zalim ve mütehakkim devletlerin ellerinden eski istiklallerini eski şevketlerini istirdad etmekle… Musibetler milletler kikteki bu şahsiyet ve hususiyeti sayesinde bu mühim mes’eleyi ortaya koydu. Lakin şimdiye kadar olduğu vechile esbabile netayici birbirine karıştırmak gibi bir nakisadan kurtulamayan usullerde değil; belki en salim ve tamamıyla ilmi bir surette müslümanların halihazırdaki inhitat ve felakete düşmelerinin sebeb-i hakikisini meydana çıkardı. Paşa’nın ortaya koyduğu eserler hep küçük küçük risaleler daha doğrusu büyük büyük makalelerdir. Fakat her biri cildlerle hakayıkı cildlerle mebahisi ihtiva edecek kadar esaslı ve ruhludur. Zaten merhumun kudreti burada tecelli eder. Bütün fikirleri birer düstur mahiyetindedir ve her eserinde mutlaka bir yenilik vardır; her eseri başlı başına müstesna bir mümtaziyeti haizdir. Müşarunileyhin en büyük mahareti hadisatın ruhuna olan infaz-ı nazarı idi. Onun evvelce gördüğünü görmek onun vaktiyle keşfettiği hakikati idrak edebilmek seneler müruru lazımdı. Onun içindir ki merhumun fikirleri zaman geçtikçe daha ziyade kıymetlenerek birer düstur-ı ictimai ve siyasi mahiyetini ken o savabdan ayrılmamış efkarı şehrah-ı hakikate celb ve imaleye çalışmaktan geri durmamıştı. Avrupa müessesat-ı ictimaiyye ve siyasiyyesine olan fart-ı meclubiyyetimizin Mukallidliklerimiz in millet için ne rutiyet in te’sirat ve netayicini tercüme mahsulü bir Kanun-ı Esasi’nin ahval-i ictimaiyye ve siyasiyyemizle asla kaynaşamayacağını bu kanunun memlekette mazarrattan başka bir şey husule getiremeyeceğini i’lan-ı Meşrutiyyet’in daha ilk senelerinde söylemişti. Fakat bu hakikat anlaşılmak lazım geldi. Sonra gerek Buhran-ı Fikrimiz i onun kadar yüksek ve derin gören onun kadar ciddi ve esaslı teşrih eden bir mütefekkirimiz görülmedi. Onun bütün bu eserlerinde devletin Müslümanlık’tan nasıl uzaklaştığı uzaklaştıkça felaketten felakete nasıl düştüğü gözle görülecek kadar mahsustür. Merhum-ı müşarunileyh bu hakikatleri en muannidlerin bile inkara mecal bulamayacakları bir surette ortaya koyduktan sonra şaheserini ümmete ihda etti: İslamlaşmak . Müslümanlığın i’tikadiyat ahlakıyat küll olup bunların yekdiğerinden mütevellid bulunduğunu pek mükemmel bir surette izah eden bu eser-i nefis müslümanlar için düsturu’l-amel olacak kadar azim bir kıymet ve ehemmiyeti haizdir. Merhum umumi bir surette hakiki Müslümanlığın nasıl olacağını bu eserinde bize gösterdikten sonra Teşkilat-ı Siyasiyye yi tesbit eden gayet mühim bir eser vücuda getirdi. Malta’da te’lif ettikleri bu son risalenin müsveddeleri birkaç gün evvel elimize geçti. Diğer asarı gibi aslı Fransızca olan bu mühim eseri de inşaallah üstad-ı muhteremimiz Akif Beyefendi tarafından tercüme olunarak Sebilürreşad ile neşredilecektir. Bu eser yeni teşekkül eylemekte olan bütün müslüman devletleri ehemmiyet-i mahsusayı haizdir. Ümmet-i İslamiyyenin en büyük mütefekkirlerinden olan merhumun yüksek ve alem-şümul fikirlerinden en ziyade müstefid olacağımız bir zamanda böyle ebediyyen üfulünden mütevellid teessüratımız hiçbir şeye ta’dil olunamayacak kadar azimdir. Onun gerek hayat-ı hususiyye ve siyasiyyesini gerek şahsiyet-i mütefekkiresini şöyle birkaç sahife ile ta’rif ne mümkün! Onu anlamak için eserlerini kemal-i i’tina ile tedkik etmek anlatmak için de cildlerle yazı yazmak icab eder. Biz burada merTitreyen bir seste ba’zen gizlenir bin fırtına. Bin cehennem gizlenir tek bir nigahın altına! Ses çıkarmaz canlıdır zannettiğin bin nasıye Bir mezarın göğsü lakin çırpınır “hakkım!..” diye! Kal’alar taştan bedenler ahenin ma’mureler Yıldırım bazulu heykeller çelikten çehreler Kan saçar medfen saçarken muttasıl etrafına; Ser-füru eyler bakarsın bir şehidin tayfına! Korkarak bak kendi tevlid ettiğin bir mateme Bir mezarın hissi vardır bir avuç toprak deme! Bir avuç toprak ezersen bir çelik bir tunç olur Ağlayan bir milletin siması pek korkunç olur! Müntehi bir ebr-i istiğnaya mermer nasıyen Sormadın yerlerde yatmış böyle kimdir inleyen. Kim midir? Hicranlı bir avaredir aciz sakat! Ah bilmezsin ne müdhiştir ne engindir fakat Münfail bir yüzde ba’zen titreyen bir damla su: Çırpınır ka’rında arzın en muazzam ordusu! Ben ki hiçbir korku duymam haykırırken yıldırım Sonra bak sessiz sadasız bir cesedden korkarım. Sur-ı satvetten çekinmem sonra bak bilmem neden Korkarım göğsünde bir mazi yatan viraneden; Bir kıvılcımdır yakar dünyayı bir kabrin gülü; Burc u barular yıkar na’şıyla ba’zen bir ölü! Teşrinievvel tarihli Daily Telegraph gazetesine Bombay’dan çekilen telgraf: Bombay Chronical gazetesi hükumet hidemat ve vezaifine adem-i sını muhtevi bir beyanname neşrediyor. Mister Gandi Çosani Laç Pazey Motilal Ne[h]ru Ensari Amerikalı Stoks Mister Sarocini Naydu beyannameye imza vaz’ edenler miyanındadırlar. Bu beyanname Ali Biraderler kındadır. Beyannamenin nikat-ı mühimmesi ber-vech-i atidir: “Hükumete hizmet eden ahalinin hükumetle münasebeti hakkında herkes bila-tazyik beyan-ı efkar etmeye haklıdır. Hindistan’ın iktisad ma’neviyat ve siyasiyatını zelil bir hale vaz’ eden amal-i milliyyeyi imha tihdam eyleyen ve Hindistan’a zarar Türklerin hürriyetini ezmek hükumetin idaresi altında bilhassa asker olarak hizmet etmek bir Hindli ket olduğu fikrindeyiz. Biz aynı zamanda gerek sivil ve gerek asker olsun her Hindlinin hükumetle münasebetini kat’ etmek ve te’min-i maişet nun vazifesi icabatından olduğunu düşünüyoruz.” Mister Gandi Bombay Chronical’a gönderdiği bir mektupta ifadat-ı atiyyede bulunuyor: tevkifimin karib olduğu şiddetle şayi’ olmaktadır. Aldığım ma’lumat doğru ise hükumet sebatından dolayı şayan-ı tebriktir. Çünkü şimdiki mücadele hakiki veya sun’i tecavüzat aleyhine değil ancak hükumet vezaif ve hidematına adem-i iştirak düsturuna yani hükumet aleyhine adem-i memnuniyyet tevlidine karşı icra edilmektedir. Benim tevkifim halinde ahalinin tamamıyla sakin kalmasını ta’til-i eşgalden Bana olan teveccühlerini göstermek resi’nin istiklal programını ta’kib etmekte en büyük gayreti ibraz eylemektir. cak bu suretle ta’cil edilebilir.” Times gazetesinden: Mister Gandi kendi hakkında da ta’kibat-ı kanuniyyede bulunulmasını te’min için mesai-i azime sarf etmektedir. Ez-cümle kendi gazetesi olan Yeni Hindistan’da garib bir makale yazmıştır. Mister Gandi bu makalesiyle hükumet tarafından atideki keyfiyetin mülahaza ve tedkikı için bir zemin ve sebeb ihzar etmekte kusur etmiyor: “Gandi’yi şiddet ve tecavücavüze müstenid olmayan hükumet vezaif ve hidematına adem-i iştirak mücadelesine devam etmekte serbest bırakmak siyasetine riayet edilip edilememesi bundan başka Ali Biraderlerin Mister Gandi’nin bu makalesinde alınmışlardı. - - keri olmamalıdır. Bir asker maişetini arabacılık veya işçilikle te’min edebilir. “ Eylül’de istiklal te’minindeki adem-i muvaffakıyyetimiz sami’lerimin hataları hasebiyledir. Birçok şey yapılmış ise de ihtiyac görülen asgari bir şey henüz te’min edilememiştir.” Hindistan’da İngiliz nüfuzunun kesb-i za’fiyet ettiği hakkında Lord Sindenham’ın Avam Kamarası’ndaki mühim nutkunu Teşrinievvel tarihli Times gazetesi ber-vech-i ati neşrediyor: Lord Sindenham’ın beyanatı: Hindistan’daki vaz’iyete nazar-ı dikkatinizi celb ederim. Geçen beş sene zarfında Hindistan’da vukua gelen hadisatı ta’kib etmiş olan her bir şahıs iyice anlamış olmalıdır ki vaz’iyet mütemadiyen daha ziyade tehdid-amiz bir şekil kesb etmekte bulunmuştur. Benim fikrime göre bu vaz’iyetin esbabı aşikardır. Halihazırdaki Hindistan Nazırı vazife-i nezareti deruhde edeliden beri birçok hatalara sun’i ve sahte harekata nifak ve tefrikayı mucib ahval ve müsaedata meydan verilmiştir. Bu harekat Hindistan siyasetimizde meş’um ve sun’i bir vaz’iyetin tahaddüsünü ve nüfuzumuzun kesb-i za’fiyyet etmesini mucib olmuştur. Şübhesiz ki Harb-i Umumi sükunetsizliğin şekl-i umumisini tezyid etmiş ve bu ana kadar bu sükunetsizlik her türlü kontrol haricinde olarak vukua gelmiştir. Harb esnasında bahşedilen müsaedat ve imtiyazat-ı azimenin şayan-ı hayret bir ittihadı mucib olduğu söylenmektedir. Bu doğrudur. Hindistan’ın her tarafındaki ahali harb esnasında parlak ve şayan-ı takdir bir surette hareket etmiştir. Fakat siyasi muharrikler hükumeti müşkilata uğratmak için Mister Gandi bu garib makalesinde hususat-ı atiyyeyi irad ediyor: İslamiyet hakkında yalnız İslam uleması söz söyleyebilir. Fakat Hindu mezhebi ve milliyetperverlik hakkında söz söylemek mes’elesine gelince şunu söylemekte tereddüd etmem ki gerek asker ve gerek sivil herhangi bir şahıs için İslamlara karşı hain olduğunu ki mezalimle müttehem bulunan bu hükumete hizmet etmek günahtır. Ben sözümü birçok defalar Hindli askerler önünde söyledim. Ben hizmeti terk etmelerini her bir Hindli askere şahsen ve ayrı ayrı söyle[me] miş isem de bu hareketim arzumun fıkdanından dolayı değil ancak bu askerlere müzaheret kudretimin mefkudiyetinden neş’et etmiştir. Fakat Hindli askere hususat-ı atiyyeyi söylemekte tereddüd etmedim: Eğer Hindli asker hizmeti terk etmeye ve Hindistan Milli Kongresi’nin veya Hilafet Cem’iyeti’nin müzahereti olmaksızın te’min-i maişete muktedir Ben aynı zamanda şunu da vaad ediyorum: “Her Hindli evinde el veya makine ile yapılan iş bir mevki’ tutar tutmaz ve Hindliler el işinin günün birinde kendilerine şerefli bir medar-ı maişet te’min eylediğini hissetmeye başladıkları gün hatta kendimi atarak her Hindli askerden şahsen ayrı ayrı hizmet-i askeriyyeyi terk ederek bir işçi amele olmalarını taleb etmekte tereddüd etmeyeceğim. Çünkü Hindistan’ı taht-ı esaret ve tabiiyyetinde tutmak için Hindli asker cab’da ma’sum halkı katl için Hindli asker kullanılmamış mıdır? Pencab’da Şandipur mıntıkasında korkunç bir gece esnasında ma’sum erkek kadın ve çocukları uzak yerlere sürmek edilmemiş midir? Irak’taki vakur Arab ırkını taht-ı tabiiyyete almak mıdır? Mısırlıları ezmek için Hindli askerler istihdam edilmemiş midir? Ali Biraderlerin ta’kib ettikleri hareketten başka suretle hareket ederlerse bir Hindli kendisinde insanlığın bir zerresini bir İslam şeref-i dinisinin en zaif bir şu’lesini nasıl görebilir? Hatta Hindistan Vali-i Umumisi de bilmelidir ki isyan Umum Hindistan Kongresi’nin mesleği ve mezhebi olmuştur. Hükumet hidemat ve vezaifine adem-i iştirak tarafdarı kanunen müesses hükumet hakkında adem-i memnuniyyet tavsiyesine mecbur ise de hükumet vezaif ve hidematına adem-i iştirak dini ve tamamıyla ma’nevi bir hareket olmakla beraber kasden hükumetin ıskatı gayesini ta’kib etmektedir. Hindistan Ceza Kanunnamesi ahkamına göre meşru’ bir isyandır. Ali Biraderlerin Hindli askerler hakkındaki planlarını müteaddid yerlerde irad edilecek nutuklarla tekrar ve te’yid etmeliyiz. Hükumeti bizi tevkife icbar edinceye kadar hükumete karşı açıktan açığa bir usul-i muntazama tabi’ olarak adem-i memnuniyyet neşr ve tevlid eylemeliyiz. Bugün Mister Gandi fabrikalar mıntıkasında cesim bir miting hey’eti huzurunda ecnebi emtiasından müteşekkil cesim bir eşya yığınını ihrak eylemişlerdir. Bilahare irad eylediği nutukta beyanat-ı atiyyede bulunlunmuştur: “Memleketin i’timadını gaib etmiş olan hükumete yardım etmek husususunun hatalı olduğunu Hindli askere beyan etmek vazifemizdir. İslam veya Hindu olsun Hindli asker dinine ve i’tikadına sadık ise maişetini taş kırmakla te’mine mecbur olsa bile hizmet-i askeriyyeyi terk etmelidir. Hindistan askeri hükumetin asyerli Hindli rüesasının idaresi altına geçebilecektir. Hindistan ufak devletlerinin daha kuvvetli rüesası muharrikleri memleketlerine girmekten men’ etmişlerdir. Fakat daha küçük devletlerden bazıları çoktan beri isyan ve ihtilallere sahne olmuştur. Bu rüesa Cenubi İrlanda’nın sadık ahalisi gibi hükumet tarafından terk edilmekte olduklarını hissediyorlar. Bazı mahafildeki ümidlere göre yeni Hindistan mecalisi mes’uliyetlerini daha iyi takdir ederek asayişin idamesi zımnında hükumete yardım edeceklerdir. Bu ümidi haklı gösterecek bir sebeb göremiyorum. Hindistan mecalisinin ekserisi hükumete muhalif bir vaz’iyettedirler. Belediye mecalisinde ise İngiliz idare ve hakimiyetine karşı husumet mütemadiyen artmaktadır. Lahor’daki hemen Bolşevikleşmiş Belediye Meclisi ve eski bir İngiliz zabiti olan itfaiye livası kumandanına Gandi üniformasını giymesini emretmiştir. Hindistan’ın her tarafında tahsil ve ta’lim ve terbiye tamamıyla Gandi propagandasının te’siriyle husule gelmiştir. kanunu tatbik hususundaki müsaedat ve müsamahat şimdiye kadar asla görülmemiş bir ırk tefrikı tevlid eylemiştir. Hindistan’daki vaz’iyetin hey’et-i umumiyyesinin en elim hali Hindlilerin mütemadiyen ma’ruz kaldıkları pek yakında pek azim bir dereceye baliğ olacağından korkulmak icab eder. Hindistan’daki ilk vazifemiz kanun emniyet ve adaleti idame etmektir. Buna muvaffak olamadığımız takdirde Hindistan’da kalmak hususundaki yegane hakkımız zayi’ olacaktır. Hey’et-i hükumet hakikaten alet olarak isti’mal edilmekte bulunan ve sühuletle iğfal edilen saf ve cahil halkın selameti için nüfuz ve kuvvetini te’yid etmelidir. bu müsaedat ve imtiyazattan istifade eylemişlerdir. Hükumet hidemat ve vezaifine adem-i iştirak hareketinin adem-i muvaffakıyyete uğramak üzere bulunduğunu haber aldık. Her halde adem-i muvaffakıyyete uğrayacak Hindli me’murlar mevki’lerini terk edemeyeceklerdi. Fakat Gandi avam arasındaki vesayasına devam etti. Hindistan’ı tanıyan her bir şahıs bu vesaya ile yapılabilecek olan müdhiş zararı iyice takdir eder halihazırdaki hakimiyetinin zeval bulmuş olduğu söylenmişti. Fil-hakika bu halk buna bundan başka men’ edilmesi mümkün olabilen birçok insan zayiatı da vukua gelmiş bulunuyordu. Yegane parlak bir hal menatık me’muriniyle zabıta hey’etinin hüsn-i hareketi olmuştur. İdare-i mülkiyye kesb-i za’fiyyet ederken Hindistan mühimmat mes’elesi hakkındaki ta’kibat-ı kanuniyyenin terkiyle Hindistan’daki be indirilmiş oluyordu. Hindistan’da gerek Avrupalılar ve gerek Hindlilerin pek çoğu arasında hiçbir şey bu mes’eleden daha ziyade nefret tevlid edememiştir. Hindistan’daki vaz’iyet-i hazıra ne şekildedir? Yalnız şunu söyleyebilirim ki Hindistan’ın her tarafında kak surette kesb-i za’fiyyet etmiştir. Hatta hakimiyetimizin nihayet bulduğu veyahud pek yakında nihayet bulacağı Hindistan halkının ekseriyeti tarafından zannedilmektedir. Hindistan Meclis-i Teşriisi’nde en “Hindistan Hükumeti Kanunnamesi’ni” keen-lem-yekün kılmak derecesine varmıştır. Hindistan’ın bütün büyük merakiz-i sınaiyyesinde siyasi grevler mütemadiyen vukua gelmektedir. Hatta pek uzak köylerde tehdid ve tedhiş harekatı devam ediyor. Bizim kanun ve asayişi idame etmekteki adem-i muvaffakıyyetimiz en vahim netayici mucib olmaktadır. Şarkta bir hükumet bir defa kudretini gaib eylediğini zannederse bütün en iyi dostlarını da gaib eder. Şimdi Hindistan’da vukua gelen ahval tamamıyla ve hakikaten bu merkezdedir. Hindistan’da müsalemet ve asayişin idare-i merkeziyyenin nüfuzuna ve Hindistan’da İngiliz namına atfedilen şeref veya şerefsizliğe tabi’ olduğunu iyice anlamış bulunmamıza kadar Hindistan umurunu asla anlamış olmayacağız. Nüfuz ve şerefimi heden varestedir. Hindistan idare-i mülkiyyesi a’zaları İngiliz gençlerine Hindistan’a gitmekten ictinab etmeyi ihtar eylemek hususunun vazifeleri icabatından olduğunu hissediyorlar. Ahiren Londra’da Hindistan’a me’mur olmak üzere talib olanların imtihanlarında muvaffak olanların yalnız üçü İngiliz idi. Hindistan hidemat-ı sıhhiyye ve zabıtası kilat kesb etmektedir. Hindistan’da en büyük mevakii işgal edenlerin ümid ve cesareti kırılmaktadır. Daima mek emelindedirler. Hindistan’da bu gibi zevatın mevakiini işgal etmek hevesinde bulunan kimse yoktur. Vaz’iyet-i askeriyyeye gelince on sekiz süvari alayının imhasına acırım. Ne kadar piyade alayının mahv olacağını bilmiyorum. Kuva-yı askeriyyenin daha fazla tenkis edilmesi taleb edilmiştir. Fakat Vali-i Umuminin daha fazla tenkisata tarafdar olmayacağını anlıyorum. Bunu öğrenmekle mesrur ve minnetdarım. Hindistan yerli ordusunun sadakati muharrikler tarafından ihlal edilmektedir. Hindistan “hom rul”u muhtariyeti ahkamına göre biz orduyu ya tamamıyla kontrolümüz altında bulundurmalıyız yahud ordu dağılarak - - şarklıları günden güne sıklaşan sağlamlaşan bağlarla biribirine bağlamaktadır. “Her milletin kendi mukadderatını kendisi ta’yin edebilmek” hakkını yalnız nazariyatta değil fiiliyatta dahi tanıyan Rusya rical-i sayesinde bugün Rusya’nın müttefikı olan müstakil Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti’nin münasebat-ı hariciyye hakkını isti’mal ederek ilk hey’et-i kasıdasını Türkiye Halk Hükumeti nezdine gönderdiğinden dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Reisi sıfatıyla cumhuriyet-i müşarunileyhaya müftehirane arz-ı teşekkür ederim. Buhara ahalisinin Türkiye’deki Türk ve müslüman kardeşlerine hediye olarak gönderdiği Kur’an-ı Kerim takdir ve tebrik olarak irsal eylediği kılınç hakk-ı din ile hakka hadim kuvveti temsil eden fevkalade muazzam ve kıymetdar iki yadigardır. Bu emanetleri elinizden alır iken kalbim heyecan ile doldu. Halkımız ve ordumuz uzaklardaki kardeşlerimizden gelen teşciat ve tebrikat nişanelerinden şübhesiz çok mütehassis ve mesrur olacaklardır. Dindaş ve arkadaş Buhara halkının arzusunu yerine getirerek bu Kitab-ı Mukaddes’i millete seyf-i muazzezi de İzmir fatihine teslim edeceğim. Allah’ın inayeti ile kazanan milli ordumuz inşaallah pek yakında bu kılıncı da kazanmış olacaktır. Hey’et-i muhteremenize de Türkiye ahalisi ve ordusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükumeti namına teşekkür eylerim. Yeni yeni teşekkül eden İslam devletlerinin hey’et-i murahhasaları birbirini vely ederek Ankara’ya geliyor. Çanakkale’deki harikulade celadet ve fedakarlığıyla şarktaki muazzam Buhara Halk Şurası Cumhuriyeti’nin beş milyonluk ahalisi ve Halk Hükumetinin İcraiye Komitesi ve Nazırlar Şurası tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükumeti Reisi ve Başkumandanı’nı selamlamakla kesb-i şeref eylerim. Buharalılar şarklı oldukları gibi Türk milletindendir. Buhara İslam memleketi olduğu fızı olan Türklerle ma’nevi rabıtaları kavidir. İşte cinsen ve dinen bir olan kardeşlerin sair şen’i milletler gibi şimdiye kadar birbirlerine el uzatmadıklarına sebeb emperyalistlerin tuttukları siyaset-i ma’lumelerinden birinden ayırmak esir etmek ve şark akvamını ezmek istiyordu. Fakat bu olmadı. Garba dehşet veren Çanakkale harbinin imanlı kahramanane müdafaası şarkta inkılab güneşi doğurdu. Rusya inkılabcılarının halaskar ve metin kolları şark mazlumlarını birleştirdi. Asya-yı Vüsta akvamı için Çar hanedanının ma’lum siyasetine nihayet verdi. Nihayet elli dokuz yıl esaret devresini geçiren ve bütün harici siyaset ve münasebetten mahrum edilen Buhara da istiklalini aldı. On beş yirmi seneden beri dahil ve hariçte mütemadiyen çalışan Buhara münevver gençleri şark inkılabcılarının yardımıyla zalim ve müstebid hükumetini yıktı. tarihinde yerine halk cumhuriyeti esasını kurdu. Türkiye hükumetiyle resmen münasebete girişemeyen Buhara murahhasları bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi hükumet reisinin ziyaretiyle müşerref olmağla kesb-i fahr eylerim. Buhara halkı tarafından Türk ve bundan büyük bir şey bulunamadığı cihetle asar-ı atikadan şu arz ve takdim edeceğim Kitab-ı Mukaddes’i milletin istifadesine vaz’ buyurmalarını Kahramanlar gaziler silahtan başka bir şeyden hoşlanmadıkları ve yadigar olmak üzere arz ve takdim edeceğim şu kılıcı kabul buyurmalarını rica eylerim. Misak-ı Milli uğurunda sağlam bir imanla çalışarak gösterilen gayret sayesinde kazanılmış İnönü savletleri ve Sakarya muzafferiyetini Buhara Halk ve Şura Cumhuriyeti’nin beş milyon halkı tarafından tebrik etmekle beraber şu emanet kılıncı da arz ve takdim ediyorum. mandan ahz-i sar edip muzafferiyet-i kat’iyyeye sebebiyet veren veyahud da temevvüc ettiren kumandana şu emanet kılıncı teslim buyurmalarını bilhassa istirham eylerim. Buhara fevkalade siyasi kasıdları beyler Buhara Halk Şuralar Cumhuriyeti ahalisi ve Hükumetinin İcraiye Komitesi ve Nazırlar Şurası namına gelen hey’et-i muhteremenize Türkiye ahalisi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükumeti namına beyan-ı hoş-amedi eylerim. Buharalıların milletimizle ırki ve dini revabıt-ı kalbiyyesine rağmen işbu revabıtın şimdiye kadar saha-i fi’liyyatta gereği gibi tecellisine müstevli ve zalim kuvvetlerin vücudu mani’ olmuştu. Kahraman Türkiye ordularının da büyük bir hisse-i mefhareti olan şark inkılab-ı kebiri mazlum CİLD - ADED - SAYFA diyeler getirmişler: Yeryüzünde bütün müslümanlarca takdis edilen bir Kitab-ı Celil ile onun hamisi ve kuvve-i müebbedesi olan bir seyf-i ali! İşte yaşamak isteyen müslümanlar Müslümanlar bütün ahval ve harekatlarını o Kanun-ı Esasi-i Muhammediyyeye tevfik edecekler sonra da onu te’yid ve himaye için cihadı en mukaddes vazife bilecekler. Hiç şübhe yoktur ki Asya-yı Vüsta’dan gelen bu kılıç avn-i Hak’la yakında Akdeniz sahillerinde İzmir ve Çanakkale’de parıldayacaktır ve bunun karşılığını Asya kapılarının fedakar bekçileri oradan göndereceklerdir. müslüman mücahidlerinin karargahına toplanıyorlar. Dün hayal telakki edilen şeyler bugün hakikat oluyor. Buhara hey’et-i murahhasasını devletleri mümessillerinin yolda bulunduklarını Kırım müslümanlarının da istiklallerine sahib olduklarını haber alıyoruz. Çok geçmeksizin bütün akvam-ı İslamiyye mümessillerinden mürekkeb büyük İslam şurasının Anadolu’da in’ikadını Cenab-ı Hak lutf u keremiyle bize gösterecektir. Asya kapıları önünde zalim devletlerin müdhiş donanmalarını yüz binlerce askerlerini ka’r-ı deryaya gömen İslam ordusu hayatı bahasına olsa da dünyanın en muazzam hadisesini vücuda getirmiş; Asya ufuklarını kaplayan muzlim bulutları parçalamış halas ve istiklal güneşiyle bütün mazlumlar alemini nurlara gark eylemiştir. Artık İngiliz donanmasının İstanbul limanında lenger-endaz olmasının o kadar bir kıymet ve ehemmiyeti kalmamıştır. Asya uyandıktan taraf taraf mazlum milletlerin genç ve tüvana orduları silahlarını çattıktan sonra garbın donanmaları denizlerde istediği kadar çalkanıp dursun. Beyaz sarıklı ipek kürklü Buhara murahhasları Büyük Millet Meclisi’lamlarını tebliğ ettiği zaman İslam aleminin mes’ud istikbaline itmi’nanımız o kadar kuvvet buldu ki o şanlı şerefli günleri adeta seyreder gibi bir haz duyduk. Buharalı kardeşlerimiz bize ne muazzam ne kıymetdar hevukuunu ta’yin eden hiçbir hadisin sıhhatine ulema’-i muhakkıkin mu’tekıd değildirler. Zira bu nass-ı sarih-i Kur’aniye ehadis-i sahiha-i Peygamberiye muhaliftir. Böyle iken bazı safdil müslümanların hakaik-ı diniyyeye karşı olan gafletlerinden istifade etmek garazıyla birtakım adamlar hiçbir kıymet-i şer’iyyesi olmayan bu gibi mesaili zaman zaman maatteessüf ortaya atıp duruyorlar. Dinimize hayatımıza kasdeden düşmanlar da bunları bir vasıta-i nifak bir alet-i fesad olarak kullanmak hususunda bir fırsatı fevt etmiyorlar. Efrad-ı İslamiyyeyi sa’y ü amelden alıkoyan; azimsizliğe fütura sevk eden; zillet ve meskenete düşüren en fena bir maişet-i hayatiyyeye razi kılan bu gibi batıl telakkilerin İslam ile ne münasebeti vardır? İşte Kur’an-ı Kerim meydandadır ehadis-i sahiha gözümüzün önündedir. A’raf sure-i celilesinde Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Ya Muhammed! Sana kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Onlara de ki: Bunu bilmek ancak Allah’ın işidir. Kıyameti vaktinde zuhur ettirecek O’dur. Gökler yerler o azim hadisatın altında ezilir ve o size ansızın gelecektir. Guya sen kıyametin ne zaman kopacağını tekrar tekrar sorarak benden öğrenmişsin de onlar da Dinimize ve hayatımıza kasd eden hain düşmanlara karşı Anadolu müslümanlarının bi-avnihi teala girişmiş olduğu mukaddes mücahedeyi gevşetmek için düşmanların her türlü tesvilata teşebbüs etmekten geri durmayacakları pek tabiidir. Nitekim son zamanlarda bu maksadla hakaik-ı diniyyeden gafil bazı müslümanları tereddüd ve fütura düşürmek için din kisvesi altında birtakım yalan yanlış fikirlerin kıyametin yakında kopacağından bahis varakaların neşredilmiş olduğu görülmüştür. Müslümanları yeis ve atalete sevk için tertib edildiğinde hiç şübhe olmayan bu kabil tesvilat eskiden beri türlü türlü şekillerde icra edilip durmaktadır. Din ve vatan düşmanları tarafından bir maksad-ı mahsusla yapılan bu denler pek aldanmış olurlar. Zira müslümanlar şunu pek a’la bilirler ki kıyametin ne zaman kopacağını bilmek ancak Allah’a mahsustur. Cenab-ı Hak bu sırr-ı mektumu hiç kimseye hatta Peygamber-i Zi-şanı’na bile bildirmemiştir. Binaenaleyh “bin üç yüz şu kadar senesinde güneş mağribden doğacak filan sene kıyamet kopacak …” gibi sözler kat’iyyen gamber’e isnad ise küfürden başka bir şey olamaz. Çünkü kıyametin zaman-ı vukuunu soranlara karşı cevab vermekten Cenab-ı Hak Peygamber’ini kat’i surette men’ etmiştir. Bu hususta velev ki Hazret-i Peygamber’e madır; hiçbirisinin asl u esası yoktur. Kıyametin zaman-ı Sahib ve Müdir-i Mes’ul ları aleyhissalatü vesselam Efendimiz ... µª \¹i diye müjdeliyor. Onun içindir ki bütün müslümanlara düşen vazife İslamın izzet ve şevketini te’min için her zaman dan ziyade mücahedeye sarılmaktır. Ümmet-i İslamiyyenin en büyük mütefekkirlerinden şehid-i mağfur Said Halim Paşa’yı bilmeyen hiçbir müslüman yoktur. Bilhassa kari’leri müşarunileyhin sagat-ı bediasını şu sahifelerde ta’kib etmiş olduklarından kendisini daha yakından tanırlar. Binaenaleyh o Vezir-i hakimin mezaya-yı fazılası hakkında söze girişmekten dıkları en son ve en mühim eserlerini tercüme ile bir an evvel enzar-ı ümmete arz etmeyi daha muvafık görüyoruz. Ümid ederiz ki sevgili kari’lerimiz şehid-i müşarunileyhin evvelki asarına karşı gösterdikleri im’an ve dikkati bunun hakkında da diriğ buyurmayacaklardır. Mukaddime Akvam-ı İslamiyyenin şu son günlerde artık o eski meskenetlerinden silkinmekte ve ecnebi boyunduruğundan kurtulmaya kemal-i azim ile çalışmakta olduklarını müşahede ettikçe yüreklerimizde na-mütenahi sevinç hislerinin uyandığını görüyoruz. Demek müslümanlar nihayet anladılar ki: Bir müslümanın en kudsi vazifesi hür olmaktır ve insan için hürriyeti olmadıkça ne hakiki saadet ne de hakiki terakki mümkün değildir. Bununla beraber şunu da i’tiraf etmeliyim ki: Deminki sevinçlerimiz ne kadar büyük olursa olsun tamamıyla saf olamıyor. Zira diğer taraftan görüyoruz ki: Müslüman münevver sınıfının azim bir ekseriyeti memleketlerine garbdaki müessesat-ı siyasiyyenin mükemmel yahud nakıs şekillerini getirmekten başka bir iştiyak beslemiyorlar ve vatanın gerek ictimai gerek siyasi tekamülünü tahakkuk ettirebilmek için garbın bu husustaki telakkilerini ve mebde’lerini tatbik etmekten başka bir çare bulunmayacağı kanaatini ileri sürüyorlar. Zamanınımızdaki müslüman münevverlerinin bu halet-i vicdaniyyeleri pek elimdir. Zira kendilerinin şu noktayı layıkıyla düşünmediklerini gösteriyor ki: Müslümanlık bir taraftan bizi bir Allah’a tapmakla mükellef tutarken öbür taraftan öğrenmek için sana onu sorup duruyorlar. Onlara de ki: Bunu Allah’tan başka kimse bilmez. Lakin insanların çoğu bu hakikati bilmiyorlar.” En-Naziat sure-i celilesinde de bu mealde bir ayet-i kerime vardır: y Ya Muhammed! Senden kıyametin ne zaman kopacağını soruyorlar. Bunu düşünmekten sana ne? Onu bilmek ancak Tanrı’nındır. Sen yalnız ondan korkanlara tehlikeleri anlatmakla me’mursun.” Allah’tan başka hiç kimsenin bu sırrı bilemeyeceğini bunu düşünmekten Hazret-i Peygamber’in bile memnu’ olduğunu pek vazıh surette gösteriyor. Şu halde nasıl olur da aleyhissalatü vesselam Efendimiz şiddetle memnu’ olduğu bir şeyden hayat-ı seniyyelerinde bahsetmediği halde vefatından sonra bunu şer’an müslümanlarca hüccet olmayan “rü’ya” gibi bir vasıta ile ümmete tebliğ eder? Bu açıktan açığa hakayık-ı Kur’aniyyeye ruh-ı Artık müslümanlar gözlerini açsınlar hakayık-ı Kur’aniyyeye agah olsunlar. Gaybı Allah’tan başka kimsenin bilmesine imkan olmadığını kıyametin vukuundan haber verenlerin Kur’an-ı Kerim’e sünnet-i Resul’e muhalif fikirde bulunduklarını iyice bilsinler istikbalden haber almak isteyenler hakında aleyhissalatü vesselam Efendimiz “Onlar bizden değildir.” buyuruyor. Hem kıyametin kopacağı günü düşünmekten müslümanlara ne? Yarın kıyamet kopacak bile olsa ümmetini Peygamber değil midir? Böyle bir peygamberin ümmeti nasıl olur Kur’an’ı hadis-i sahihi terk eder de şunun bunun şer’a mugayir rü’yalarına hiçbir kıymet-i şer’iyyesi olmayan sözlerine kapılır? ber’in ehadis-i sahihası; bir tarafta da mugayir-i şeriat böyle düzme şeyler! Müslümanlar hangisine isterlerse da ona mugayir şeylere inananlar küfre dalmış olurlar hakiki müslümanlar böyle şeylerden Allah’a sığınırlar. Yarın kıyamet kopacak diye yeis ve atalete düşerek cihadı elden bırakan; ma’siyetleri fenalıkları men’ etmeye lüzum görmeyen milletler için fevz ü felah yoktur. Necat ve saadet ancak münkerata karşı koyan ma’ruf ile emreden din-i hakkı muhafaza ve müdafaa için Allah yolunda cihad edenlere mahsustur. Dine za’f geldiği dini ihya ile ümmeti salaha sevk ve irşad için uğraşan mevcud fark kadar büyüktür. Zaten evvelkiler ikincilerden doğarken bundan başka türlü olabilmek kabil midir? Öyle ise cihan-ı garbın sırf kendi ihtiyacatını nazar-ı dikkate alarak kabul etmiş olduğu gerek ictimai gerek siyasi müessesatın velev istenildiği kadar ta’dil edilsin bize muvafık geleceğini zannetmek pek açık bir hatadır. Fil-hakika bu iki alem arasında o kadar esaslı farklar vardır ki hiçbir ta’dil bu farkları ne izale ne de tahfif edebilir. Demin müslüman münevverlerinde mevcudiyetini tarafından nesillerden beri çekilmekte olan ve onların omuzlarına pek ağır basan ecnebi hakimiyetinin te’sirlerinden başka bir şeye atfedemiyorum. Binaenaleyh meydandaki hatayı izale ile beraber kendilerine göstermek isterim ki ictimai ve siyasi nikat-ı nazardan akvam-ı İslamiyyenin akvam-ı garbiyyeden beğenip alabilecekleri bir şey olmadıktan başka bilakis bu hususta berikilerin İslamiyetten istifade edecekleri birçok cihetler mevcuddur. Ehemmiyeti en yüksek mertebede bulunan bu mes’ele hakkında vicdanları tenvir için tutulacak yegane tarik her şeyden evvel İslam ictimaiyatının ne olduğunu en vazıh bir surette göstererek siyasi ve ictimai vazifelerimizin esasat-ı İslamiyyeyi daha iyi anlayıp daha tamamıyla ikna’ eylemekten başka bir şey değildir. ahlaki olduğu kadar ictimai birtakım telakkilere mebde’ principelere sahib kılmıştır; bunlar doğrudan doğruya vahdaniyet akidesinden doğuyor. Biz de ancak o akidenin sevkıyle onlara munkad oluyoruz. Müslümanların siyasi telakkıyat ve teşkilatı işte bu mebde’lerden doğmuş ve o sayede yaşamakta bulunmuştur. Binaenaleyh bize öyle geliyor ki bu münevver dediğimiz sınıf tam ve ciddi bir kanaatin vereceği itmi’nan Diyanet-i İslamiyye ihtiva ettiği en yüksek idrakat ve hakayıkıyla ve en mükemmel ruh ve ma’nasıyla alınan medeniyet-i dir. Binaenaleyh onun haricinde necat ve selamet bulmak hakikati hatırına getirmiyor: Garb alemi için “Her yol ke’ye gider. Yani bu iki alemden her biri başka bir yol başka bir istikamet başka bir tali’ ta’kibine ve insaniyyetin tekamül-i umumisinde her biri başka başka hareketler Hiç kimse inkar edemez ki garb aleminin gayesi telakkıyatı temayülatı ihtiyacatı ve bunları tatmin için müracaat ettiği vesaiti ile müslüman alemininkiler arasındaki fark diyanet-i Nasraniyyenin ahlaki ve ictimai telakkıyatı an’anatı ve esasatı ile İslamınkiler arasında Bütün müslümanların nazar-ı ibretlerine Zannederim ki İstanbul’da “Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti” namında bir cem’iyet teşekkül ettiğini herkes duymuş ve gazetelerde görmüştür. Kanunisani Cum’a günü Çarşıkapı’da Medrese Sokağı’nda numaralı binada merasim-i mahsusa ile İstanbul Şu’besi’ni de küşad eden ma’hud cem’iyetin memleketimizdeki faaliyetinden ne yapmak istediğinden uzun uzadıya bahsetmek sında bulunduklarını anlasınlar da ona göre ciddi tedabir Maksada girmezden evvel kısaca söyleyim: ve memalik-i İslamiyyede teşekkül eden “Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti”nin maksad-ı aslisi İslam ictimaiyatını rette hıristiyanlaştırmak her türlü cazib vasıtalarla Hıristiyan ruhunu telkin ve telkih etmektir. Görünüş ne olursa olsun maksad tamamıyla budur. Bunu kuru sözle değil delail-i yakiniyye ile isbat edeceğimden şimdilik bu ciheti bırakarak ma’hud cem’iyet hakkındaki tedkikatımı sırasıyla arz etmek istiyorum. m’i-yet-i İslamiyyesi’nin karşısında “Genç Hıristiyanlar Cem’iyetiY.M.C.A.” namıyla bir cem’iyet teessüs ettiğini gazetesine yazılan bir makaleden anlamıştım. Mehmed Ali Ayni Bey bu makalesiyle ma’hud cem’iyetin tehlikesini kapalı bir surette anlatıyordu. Evvela herkes CİLD - ADED - SAYFA namında bir İngilizin taht-ı riyasetinde teessüs etmiş ve bilahare tevessü’ ederek bütün dünyada şu’beler ihdas eylemiştir. - Elhaletü hazihi hemen bütün Avrupa’da Şimali ve Cenubi Amerika’da Hindistan’da Çin’de Japonya’da Kore’de Avustralya’da ve Yeni Zelanda’da Filistin’de Mısır’da Afrika’da pek büyük şu’beleri mevcuddur. - Cem’iyetin el-yevm muhtelif memlekette şu’besi a’zasıdolar varidatı vardır. A’zalar üç kısımdır: A’za-yı hamiyye a’za-yı faale talebe a’za. A’za-yı hamiyyeden senede on a’za-yı faaleden beş talebe a’zadan da iki lira alınır. Ders için vereceği para tabii başkadır. - Fil-hakika bu şu’be küşad edilir iken ve isimde haylice münakaşa oldu. Leh ve aleyhte sözler söylendi. Fakat maksad sizin hatırınıza geldiği gibi değildir. “Genç İnsanlar” yahud “Gençler” Cem’iyeti demekte de bir mahzur yoktu. Lakin bunun ilk müessisi hıristiyan olduğu cihetle ona hürmeten bu isim muhafaza olunmuştur. - Cem’iyetin “müselles” işaretini alamet-i farika olarak kabul etmesindeki maksad şudur: Bir insan üç ayak üzerine durabilir: İlim sıhhat ahlak. Bunun biri noksan olursa kat’iyyen o adam sağlam bir adam sayılmaz ve hayatta daima noksandır. Mesela: Ne kadar iyi bir gemi olursa olsun dümen makinesi mefkud veya bozuk olursa arzu ettiği yere varamaz. ki ömürlerinde asalet-i tabiata ermekten acizdirler; çünkü kuvve-i muharrike-i ma’neviyyeleri ve nuhbe-i amalleri mevcud veya muntazam değildir. İşte bunun içindir ki cem’iyet terbiye-i diniyye daireleri teşkil ederek gibi ben de o makaleyi okumuş fakat o kadar şayan-ı tedkik bir şey görmemiştim. Bilahare …….de pek çok sevdiğim …lerimden bazıları bizzat kendilerinin cem’iyete gidip reis ve katibi ile görüştüklerini ve orada cereyan eden ahvalin bir kısmına muttali’ olduklarını programlarını alıp okuduklarını söylediler; ve bu cem’iyetin Hıristiyanlığı propaganda gayesiyle teşekkül etmiş olduğunu da ilave ettiler. Cem’iyete girenlerin ekseriyetle olsaydım belki o kadar alakadar olmayacaktım. Halbuki bilahare arz edeceğim istatistiklerden de ma’lum olacağı üzere Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti’ne kaydolan a’zanın yüzde kırk altısı İslam ve Türk gençleri idi. Bunun içindir ki bu cem’iyet hakkında esaslı bir tedkikatta bulunmayı bir vazife-i diniyye bilerek doğruca cem’iyetin Divanyolu’ndaki merkezine gittim. İdare me’murunun delaletiyle reisin yanına çıktım. Cem’iyete a’za kaydolacağımı fakat evvela bazı sualler sormama müsaade etmesini söyledim. Suallerim şunlardı: - Cem’iyet nedir? - Ne maksadla ve ne zaman teşekkül etmiştir? - Dünyanın nerelerinde şu’beleri vardır? - A’zası ve parası ne kadardır? - Cem’iyet beynelmilel olduğu halde “Genç Hıristiyanlar” denilmesinin sebebi nedir? Bu isimden başka bir ma’na da anlaşılmaz mı? Mesela gayenin Hıristiyanlık olduğu hatıra gelmez mi? - Hıristiyanlığın mukaddes bir esası olan “müselles” Alamet-i farika olmak üzere bunu kabul etmekten maksadı nedir? - Şu’be küşad edileliden beri yazılan a’zalar en ziyade kimlerdendir? Reis suallerime şu suretle cevab veriyordu: “- Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti beynelmilel bir cem’iyettir. A’zası ıslahat-ı mütekabile ve terakkıyat-ı ma’neviyye uğurunda müttefiktirler. Gerçi bu cem’iyetin her millet ve mezhebe mensub bir delikanlı oraya a’za olabilir. - Cem’iyetin maksadı bedenen fikren ve ma’nen kuvvetli gençler yetiştirmeye ve onları gerek kendilerine gerek diğerlerine yardım etmeye teşvik etmekten da büyük gayelere vusul hevesini ikaz ve tenmiye eden gunagun eğlenceler ve vesait-ı terakki tedarik olunmuştur. Her a’za ondan istifade eder. Cem’iyet ilk defa olarak Londra’da sene-i miladiyyesi Haziran’ının altısında Mösyö Corc Vilyams CİLD - ADED - SAYFA ekseriyet-i azimesini Türkler teşkil ettiğini bunların içinde birçok muallimelerin de bulunduğunu hatta Evkaf Müsteşarı’nın kerimesinin de cem’iyetin katibeliğinde bulunarak misyonerlerin gayelerine bütün kuvvetiyle çalıştığını ne söyleyeceğini şaşırıyor. Evet biliyoruz ki İstanbul hükumeti acizdir cem’iyete karşı bir şey yapamıyor. Fakat gençlerin bilhassa kadınların yavrularımızı ellerine teslim edeceğimiz muallimlerin hıristiyan ruhunu neşr u ta’mime çalışan bir misyoner cem’iyetine a’za kaydolmalarına mani’ olamaz mı? Haydi diyelim ki hükumet bundan da acizdir acaba o gençlerde o kızlarda zerre kadar hamiyet yok mu? Anlaşılıyor ki hakimiyet ve istiklalini gaib eden bir muhit artık hissiyat-ı diniyye ve milliyyeden de tecerrüd ediyor. Bu babdaki tedkikatımı yazıp bitirdikten sonra müslüman gençlerini bu gibi muzır muhitlerden nasıl kurtarabileceğimiz hakkındaki fikr-i mahsusumu da ayrıca yazacağım. Şimdilik bundan sonraki makalelerimin mücmel bir fihristini takdim ederek bu makaleye nihayet vermek m’iyetin vasıta-i fa’aliyyetine aid izahat. - Cem’iyetin a’zalık şeraiti. - Programı. - Ta’lim ve terbiye daireleri. Çin’deki faaliyetleri. - İstanbul’daki a’zanın yekunu. ettikleri vazifeler. - Müslümanlar için açılan bu şu’benin masarifat ve varidatı. - Tanassur edenler. - Tanassura Amerikan mektepleri hakkında ma’lumat. Cem’iyet den kimlerle istişare etti? Cem’iyete bu hususta yol ve teshilat gösterenler kimler idi? Cem’iyette teksir-i a’za için sarf-ı mesai eden komite kimlerden mürekkebdir? Vazifesi nedir? Cem’iyetin hadim-i amali kimlerdir? ma’hud cem’iyet tezyid-i fa’aliyyet yolunda nasıl ve ne suretle sarf-ı mesai etti. Hangi müessesatımızla te’sis-i münasebat etmek istedi. Müessesat-ı mevcudeden hangileri cem’iyetin teşekkül ve taazzuvuna zahir oldular hangileri dirsek çevirdiler. - Cem’iyetin resm-i küşadı ne suretle icra edildi. cem’iyetin teessüs ve teşekkülünü alkışlayanlar kimlerdi. - Merkez matbuatında cem’iyetin leh ve aleyhinde yazılar yazanlar. - Amerika’da Genç Hıristiyanlar Cem’iyeti aleyhine çalışmak gençleri –ilmen ve sıhhaten olduğu kadar– ahlakan da yükseltmek istemiştir. Terbiye-i diniyye dairelerinde insanlara hayatın en yüksek kavanini ve en asil gayeleri de şariin ve kaidini beşeriyetin ahval ve şuununu ta’rif ve mesail-i hayatiyyeyi tedkik etmek üzere meccanive - Şimdiye kadar muhtelif milletlere mensub hayli a’za yazılmıştır. Bunların yüzde kırk altısı Türklerdir.” Reisten almış olduğum bu izahatı –o gün için– kafi gördüm ve müsaade taleb ederek ayrıldım. Asıl tedkikatıma ondan sonra başlayacaktım. Harb-i Umumi müddetince Antep ve Maraş Amerikan Kolleji’nde müdirlik yapmış olan “Reis” tamamıyla “misyoner” idi ve Ermeni şivesiyle konuşuyordu. Maksadı tamamıyla Hıristiyanlık ruhunu telkin etmek olduğu pek aşikar bir surette anlaşılıyordu. Artık İngilizce derslerine devam edeceğim için sık sık gelebilecek ictima’ları konferansları ta’kib edecektim. Aklı başında olan her ferd beş on gün ma’hud cem’iyete devam ederse mutlaka oradaki maksadı anlamakta gecikmez. Buna misal olmak üzere şu vak’ayı arz edeyim: “… Mektebi Fransızca Muallimi … gelip yazıldı ve Fransızca dersler vermeyi taahhüd etti. Fakat bilahare tiyle Paris’te iken İslamlar tarafından bir klüp açılmış ve kapısının üstüne “Burada her isteyen zata akaid-i olunmuştu. Ben klübe devam ettim ve okudum. Fakat Hıristiyanlığıma zerre kadar dokunacak bir şey görmedim. bunlar programlarında “Beynelmilel Gençler Cem’iyeti” dedikleri halde içeride akaid-i Hıristiyaniyyeyi telkin etmeye çalışıyorlar. Bütün maksadları budur. Zahirleri başka maksadları başka olduğu için isti’fa ettim.” lim– ifadesi! Fakat ne yazık ki birçok İslam ve Türk gençleri her gün cem’iyetin ma’hud binasına cem’iyetin li-maksadin tertib ettiği eğlence ve konferanslara akın ediyorlar. Bilhassa Cağaloğlu’nda açılan Kadınlar Şu’besi’nin daha faal olduğunu görünce hayret etmemek elden gelmiyor. Ağustos akşamına kadar Kadınlar Şu’besi’ne kaydolunan genç kız ve hanımların CİLD - ADED - SAYFA siyasetinin ve bilahare Mısır’la guya anlaşmak maksadıyla evvelemirde vaz’iyet-i umumiyyeyi tedkik etmek Milner’in bir hey’et-i mahsusa ile Mısır’a i’zamı ise mülayemet ve tahzir siyasetinin bir semeresi idi. Vakıa İngiltere Mısır’dan kopan feryadların karşısında Sa’d Zağlul’ü serbest bırakmaya mecbur kalmıştı. Fakat tarihinde Mısır aleyhinde bir eser te’lif etmiş olan Lord Milner’in Mısır milliyetperverlerince hüsn-i te’sir bırakmayan bu vazife-i tedkikıyyesi neticesinde tanzim ettiği rapordaki mevaddı dahi tatbik etmeyi muvafık görmeyerek Müstemlekat Nazırı’nı ıskat etmişti. Ne garib bir eser-i tesadüftür ki Milner bu projesinde hatiat-ı maziyyesini unutturmak isteyerek her İngiliz racülünden fazla Mısır’ın biraz nefes almasına tarafdar bulunuyordu. Maamafih İngiltere bu icraat ve teşebbüsatıyla asıl arzusuna nail oldu. Zira cihan vaz’iyet-i umumiyyesini tesbit etmek isteyen Versay Nöyyi; Sen Jermen ilh. muahedelerinin akdi esnasında olsun had bir Mısır mes’elesi muvacehesinde bulunmamıştı. Diğer taraftan da İngiltere alttan alta Mısır milliyetperverleri arasında tefrika ihdas ederek ve efkar-ı umumiyyeyi parçalayıp birbirine düşürerek kendisine müştereken tevcih edilmiş olan silahı kırmak istiyordu; esasen bu tarz-ı siyaset İngiliz kolonizasyon usulünün en mühim prensiplerinden birini teşkil etmektedir. Fil-hakika bundan da İngiltere Mısır’da yapacağı kadar yaptı. Sarf ettiği tefrika tohumları milleyetperverlerin bir kısmını Sa’d Zağlul ve bir kısmını Adli Yeken paşaların etrafında toplamak hülasa ikiye ayırmak suretiyle nihayet Mısır’da Sa’diler ve Adliler partilerinin vücud bulması gibi bir meyve verdi. Sa’d Zağlul tarafdaranı müfrit milliyetperverlerden müteşekkil idi ki hiçbir kayd ü şart altında olmayan Mısır’ın tam bir istiklale mazhar olmasını müdafi’dirler ve bit-tabi’ Mısır’da ekseriyette bulunuyorlardı. Buna mukabil Adliler ise mu’tedil milliyetperveran kitlesi olup diplomasi tarikıyle İngiltere ile anlaşmak uzlaşmak ve hülasa İngiltere ile Mısır’ın umur-ı hayatiyyesinde yapmak tarafdarı idiler. Bu iki parti senesinin evailinde o derecede birbirine hücum ve düşnamlarda bulundular ki her iki partinin hedef-i hakikisi olan İngiltere bile adeta ehemmiyetsiz bir mevki’de kalmıştı. mimeten esasen elinde bulundurduğu Mısır Sultanı Fuad’dan ve onun Kabine Reisi Mu’tediller Partisi’nin liüzere genç Amerikalılardan müteşekkil cem’iyet nedir maksadı nedir. - Cem’iyet son zamanlarda Daru’lfuz tanbul’da Amerikan Misyoner Cem’iyeti ve Kitab-ı Mukaddes Şirketi hakkında ma’lumat-ı esasiyye. - Cem’iyetin verdiği konferansların mahiyeti. Ümid ederim ki bu neşriyat müslümanlar üzerinde büyük bir intibah husule getirecek bu azim tehlikeye karşı onları tedabir-i lazıme ittihazına sevk edecektir. seneler çalıştıktan sonra nihayet Harb-i Umumi zamanını bir fırsat telakki ederek Kanunievvel’te Mısır üzerindeki himayesini i’lan etmişti. Buna mukabil ta İngiliz gayesi ile ve bilhassa milliyetperver Mustafa Kamil’in mücahedatıyla başlayan milli hareketler “Hizbü’l-Vatani”nin teşkilat ve teşebbüsüyle Mısır’da kuvvetli inkişaflar vücuda getirmişti. Harb-i Umumiye yakın zamanlarda tuğyankar heyecanlar ve tezahürler vücuda getiren milli hareketler ne çare ki Harb-i Umumi badiresi esnasında Hidiv’in yerine gelen Sultan idare-i zahiriyyesi ve fakat badirenin sonunu bekliyordu. Harb-i Umuminin alevli devrelerinde İngiliz rical-i hükumetinin mazlum milletlerin müdafaa-i hak ve istiklali manzume-i düveliyyesinin zafer-i nihaileri neticesinde milletlerin hak ve istiklallerine erişmeleri tabii bulunduğu şeklinde vakı’ olan resmi nutuk ve beyanatlarını daima bir sened ittihaz eden Mısır efkar-ı umumiyyesi şübhenak bir vaz’iyette bu uyuşturucu vaadlere bile bile kapılmaya ve aldanmış olmaya mecbur kalıyordu. Nihayet Harb-i Umumi bitince Mısır kolonisinden dahi bir feryad yükseldi. Milliyetperverler Mısır’ın en büyük mütefekkirlerinden Sa’d Zağlul Paşa’nın etrafında toplanarak on küsur milyon Mısırlı namına istiklal istiklal diye bağırıştılar. Mevkiinin kendisine nazaran muhatarasını takdir eden İngiltere gah şiddetle ve gah ikna’ ve mülayemetle bir müddet Mısır’ın milliyetperverleri ve Mısır’ın efkar-ı umumiyyesi ile oynayarak vakit kazanmak istemişti. Sa’d Zağlul’ün’da Mısır’dan Malta’ya teb’idi şiddet CİLD - ADED - SAYFA deri Adli Yeken Paşa’dan istifade yolunu düşünerek ve öne sürerek Adli Yeken Paşa’nın riyaseti altında bir hey’et-i mahsusayı beray-ı müzakere Londra’ya da’vet etti. Şübhesiz ki bu da’vetin evvelce Sa’d Zağlul Paşa’nın riyaseti altında Mısır efkar-ı umumiyyesini temsil etmek üzere Avrupa’ya azimet eden hey’et-i mahsusanın yapmaya muvaffak olamadığı ittifakı bu kere başarabilmek ma’nasını mutazammın olacağını ve bit-tabi’ muvaffakıyet takdirinde mevkiini tamamıyla tahkim edeceğini düşünen Adli Yeken Paşa kendisi ve partisi namına bu seraba doğru koştu. Sa’diler bu hey’et-i mahsusaya şiddetle hücum ediyorlardı. Adli Paşa hey’et-i mahsusası ise Temmuz’undan fında Londra’da İngiltere hükumeti ile Mısır’ın istiklal ve Pek vazıh anlaşılıyordu ki İngiltere mumatala ediyor yine vakit kazanmak istiyor aldatmak istiyor hülasa Mısır’a bir şey vermeye razi olsa bile bunun hükümsüz bir şey olmasını bir muahede akdetse bile bunun zahiri ve maddi şeklinden gayri bir kıymet-i ma’neviyye ve hakikıyyesi olmamasını istiyordu. Bu hakikati nihayet Adli Yeken Paşa dahi anlamıştı. Zira İngiltere Hariciye Nazırı Lord Kürzon tarafından tanzim ve Teşrinisani tarihinde Adli Paşa’ya tevdi’ edilen muahedename projesinde bu esasların en bariz delillerine tesadüf olunuyordu. Hiç şübhesiz ki maddeyi muhtevi bulunan bu proje Bu resmi vesikada İngiltere Mısır üzerinde evvelce i’lan etmiş olduğu himayeyi ilga etmeye ve Mısır’ın meşruti bir sultanın idaresinde istiklalini tanımaya muvafakat fakat buna birçok kuyud ve şurut-ı ihtiraziyye vaz’ ediyordu. Nitekim bir taraftan Mısır’da bir Hariciye Nezareti’nin teessüsüne ve hariçte sefirlerle Mısır’ın temsiline muvafakat etmekle beraber diğer taraftan ecnebi mükalade Komiseri bulunduracak ve İngiltere’nin muvafakati olmadıkça hiçbir muahede-i ecnebiyye akdedilemeyecekti. Mısır’da imtiyazat-ı ecnebiyyenin lağvı bilahare nazar-ı dikkate alınacaktı ve Büyük Britanya turuk-ı muvasalasının himayesi maksadıyla Mısır’ın herhangi bir yerinde ber-vech-i sabık İngiliz kuva-yı askeriyyesi bulundurulacak mebani ve levazım-ı harbiyye ve askeriyyeden muvafakati olmadıkça Mısır hükumeti ecnebi zabitan ve me’murin ta’yin edemeyecekti. Mısır’da İngiltere’nin kontrolör olarak mali ve adli birer komiseri bulunacaktı. Nihayet Mısır’ın aksamından bulunan Sudan’da bulunacak Bütün bu kayıdlardan maada Mısır düyununa ve Mısır’daki ekalliyetlerin hukukuna Mısır’da mevcud İngiliz me’murlarının tekaud ve tazminat usulüne Mısır tabiiyetine müteallik diğer mevadd-ı fer’iyye dahi bulunmaktadır. Lord Kürzon’un bu projesini Adli Yeken Paşa hey’eti kabul edemedi. Buna cevaben Teşrinisani tarihinde Adli Yeken Paşa tarafından Lord Kürzon’a verilen notada bu projedeki şeraitin adem-i kabulü esbabı birer birer tavzih ve işaret edilmektedir. Mısır mu’tedillerinin olsun fikr-i hakikisini göstermek beri İngiltere ile Mısır hey’eti arasında cereyan eden müzakeratın maalesef bu müddete rağmen ilerlemediği beyan edildikten sonra Mısır için tanılan istiklal şeklinin himaye ve vesayet şeklinden daha ağır olduğu tasrih edilmektedir. Adli Paşa bu notasında Mısır istiklalini baltalayan nikatın başlıcasının İngiliz Komiserliği’nin işgal-i askerinin mali ve adli kontrolörünün devamı olduğu ve imtiyazat-ı ecnebiyyenin ilgası keyfiyetinin te’cili ile Mısır’ın Sudan üzerindeki hukukundan mahrumiyeti külliyyen şayan-ı kabul olmadığını dermiyan ediyordu. Bu iki resmi vesikanın mazmununa münhasır kalan tabi’ inkıtaa uğrayarak Adli Paşa Mısır’a avdet edince vaz’iyet-i hakikıyyeden tamamıyla haberdar olmayan müfritler Adli Paşa’nın memleketi İngiltere ile yaptığı rak şiddetli hücumlarda bulundular. Adli Paşa ise bunun üzerine gerek Lord Kürzon’un muahede projesini ve gerek cevabi notayı Kanunievvel’de i’lanına mecbur kaldı ve bu şerait dahilinde ifa-yı vazifeye devam etti. Gerek vesikaların i’lanı ve gerek Adli Paşa kabinesinin ve hüsn-i niyyetlerini gösterdiği gibi İngiltere’nin Mısır’a karşı suikasdları[nı]n mahiyetini tamamıyla izhar etti. Hususile İngilizlere zahiren Mısır Fevkalade Komiseri ve hakikatte diktatörü bulunan Mareşal Lord Allenbi’nin Kanunievvel tarihinde İngiliz hükumeti namına Mısır Sultanına verdiği nota bu hakayıkı büsbütün Mısır efkar-ı umumiyyesinde tecsim eyledi ve vaz’iyet-i hakikıyyelerini bildirdi. Fil-hakika Lord Kürzon’un projesinde mevcud kuyud-ı ihtiraziyyenin tahfif-i ehemmiyyetine ma’tuf zabuyurmuşlardır. Elhaletü hazihi yurtta birçok eytam eramil ve muhacirin iaşe ve ilbas olunmakta küçükleri tedris ve terbiye büyüklerine de “dokumacılık” san’atı ta’lim edilmektedir. Müdiriyeti ulema-yı muhteremeden Hacı Emin Efendi uhdesinde olan mezkur yurtta el-yevm elbiselik kumaşlar dokunmaktadır. Ancak ibtidai bir halde ve fakat tekamüle pek müstaid bulunan yurdun tealisi ve idame-i hayatı için hamiyetli halkın pek mühim bir maksad-ı ulvi ile vücuda gelen bu müesseseye sanayi’-i dahiliyyemizin inkişaf ve terakkisini samimiyetle arzu eden Büyük Millet Meclisince de muvazene-i umumiyyeden yardım edilmesine lutuf buyurulması temenni olunur. Kadi-ı müşarunileyh Ali Himmet Efendi bununla da kalmayarak seferberlik ibtidasından beri inkıraza duçar olan medaris-i ilmiyyemizi ihya emeliyle bir de “Medrese-i müderrisin-i kiram tarafından fahriyyen ifa edilen mezkur medresede ulum-ı garbiyye ve şarkıyye ve fünun-ı mütenevvia okunmaktadır. Medresenin ve emsalinin beka-yı hayatı için her halde Umur-ı Şer’iyye Vekalet-i celilesinden muavenet-i mukteziyyenin ifasına bi-diriğ-ı atıfet buyurulması memleketimizin neşr u ta’mimine şiddetle muhtac bulunduğu ilm ü irfan namına rica olunur. Sebilürreşad Memleketin iktisadiyatına ilm ü irfanına müteallik bu kabil mesai-i hayriyyeye ulema-yı muhteremenin delalette bulunması cidden iftihara şayandır. Milletimiz Müslüman olduğu ve İslamiyete karşı la-yetezelzel rabıtalarla merbut bulunduğu cihetle ulemayı hakiki rehber tanıyor; ulemanın delaletiyle olan ilmi iktisadi medeni her nevi’ teşebbüsat-ı hayriyyeye emniyet ve samimiyetle sarılıyor. Bu i’tibarla halkın maddi ma’nevi terakki ve inhitatında ulemayı en mühim amil edenlere hak vermemek medeniyyede bulundukça halk yükselmiş kasr-ı himmet ettikçe veya beyhude münakaşalarla izaa’-i evkat eyledikçe müslümanlar da alabildiğine inhitata uğramışlardır. Binaenaleyh ulema-yı kiram o münevverlerine yüklenen bu fariza-i mühimmeyi takdir ederek ona göre halkın maddiyat ve ma’neviyatını yükseltecek her türlü tedabire tevessül etmeleri iktiza eder. Tokat’taki ulemayı muhteremenin mesai-i hayriyye ve medeniyyeleri diğer liva ve kazalardaki ulema-yı kiram için numune-i let için böyle cidden nafi’ sahalarda faaliyetlere başladığı gün hiç şübhe edilmesin ki felah ve saadet kapıları açılmış bulunacaktır. hiren Sultanı ikna’ ve hakikatte efkarı uyuşturmak için bu notada dermiyan edilen efkar o kadar vahi ve o derece tıflanedir ki bunun ne maksadla yapıldığı hakkında delail ve vesaik-ı tarihiyye ve ilmiyyeye ve istatistiklere müstenid bir surette milliyetperver gazetelerde yazılan makaleler ve tavzihat efkar-ı umumiyyeyi büsbütün tehyic ederek artık çarnaçar İngiliz tahakküm ve ceberutuna Mısır’da bir an evvel nihayet vermek zamanının hulul ettiğine kail oldular. Ve Mısır’ın her noktasında her Mısırlı bila-tefrik-ı cins ve mezheb istiklal için faal bir şekilde sarf-ı kuvvete başladı. Mısır gazetelerinin neşriyat-ı ahiresi Mısır’daki bir safhaya intikal ettiğini gösteriyor. Bu vaz’iyet karşısında hiçbir Mısırlı racül-i siyasisi kabine teşkiline artık muvafakat etmediği için Mısır’ın münhasır kalmıştır. Şiddet politikasının en büyük amili Lord Allenbi milliyetperver rüesasının ve bilhassa Sa’d Zağlul ve rufekasının Mısır’dan teb’idi ve milliyetperverlere karşı silah ve cebr ile mukabele suretiyle istiklal harekatının önüne geçileceğini tahmin ediyor. Halbuki bu tedabire dahi tevessül eden İngiltere günden güne bunun çıkar bir yol olmadığını ve milletleri zulüm ve tasallutla isti’bad etmek mümkün bulunmadığını acaba anlayabilecek midir? Hususile Mısır haricindeki milli istiklal mücadelelerinin alevlendiği ve emperyalizme karşı savletli hücumların fırtınalı akidelerin tuğyan ettiği bu sıralarda hadisat-ı kevniyyeye karşı yine İngiltere ber-mu’tad kulaklarını kapalı mı bulunduracaktır? Bunu zannetmiyoruz. Eğer bu zannı da hasıl edersek hiç şübhesiz İngiltere’nin kendi eliyle kendi kuyusunu kazdığını kabul etmek lazım gelecektir. Muavenet-i İslamiyye Cem’iyeti Medrese-i İlmiyye Fukara Yurdu Tokat’tan yazılıyor: Eazım-ı kuzat-ı muktedireden Tokat Livası Kadısı fazıl-ı muhterem Ali Himmet Efendi hazretleri Tokat’ta fakr u zaruret saikasıyla tese’ül eden bir hayli biçareganı züll-i sualden kurtarmak ve kudret-i bedeniyyesi müsaid olanlara iş bulmak üzere bu kere “Muavenet-i İslamiyye” namı altında bir cem’iyet teşkiline bunlara daru’l-mesai olmak üzere bir de “Fukara Yurdu” te’sisine delalet CİLD - ADED - SAYFA ra İngiltere siyasetine isabet eden ikinci darbedir. Nitekim gazetesi ahiren şöyle bir i’tirafta bulunmuştu: “Şark-ı Karib ahvali İ’tilaf hükumetlerinin saha-i siyasetinden çıkmıştır ve Sevr muahedesinin kıymeti de hükümden sakıt olan Kaynarca muahedesine benzemiştir. Binaenaleyh hakayık bu kadar elim bir surette tecelli ettikten sonra artık bu muahede üzerine bina edilen hayalat ile oyalanmamalıdır…. Biz Yunanlıları ne derecede teşci’ edersek edelim onların Anadolu’da kalmalarına rıza göstermek ne bizim kudretimiz dahilindedir ne de onlar böyle bir vaz’iyete tahammül edebilirler.” Zannetmeyiz ki Anadolu’da İngiltere siyasetinin iflasına bundan daha büyük i’tiraf olabilsin. Son günlerde Yunan ahval-i siyasiyyesine vukuf-ı tammı bulunan meşhur bir muharririn Atina’dan Avrupa gazetelerine gönderdiği bir makaleyi gördük. Diyor ki: “Mösyö Gonaris’in Londra’da Paris’teki mesaisi nihayetü’l-emr Yunanlıların Asya-yı Suğra’yı bila-kayd ü şart tahliyeyi kabul zaruretinden başka bir netice vermedi. Şübhe yoktur ki artık Yunan hayalatı yıkılmış ve Asya Devlet-i Yunaniyyesi unvanı ortadan kalkmıştır.” El-hasıl Anadolu İngiliz siyasetinin tahakkümünden kurtulmuş ve tek Yunan neferinin orada tutunabilmesi ya’da kalmasını istiyor. Trakya elhaletü hazihi Bulgarların tehdidi altında bulunuyor. Zira askerlerinin çoğunu Asya-yı Suğra’ya naklettiği için oradaki Yunan kuvveti zaiftir. Bazı siyasi mahafilden teraşşuh eden haberlere göre Londra mükalematı Yunanlıların Çatalca hattını muhafaza edebilmeleri için Şarki Trakya’da kalmaları vaadiyle neticelenmiş. Lakin İngilizler tarafından vuku’ bulan bu vaadin tahakkuku kolay bir şey değildir. muhabiri bu hususta şu sözleri söylüyor: “Mösyö Gonaris’in Trakya’yı muhafaza hususundaki temenniyatı Mustafa Kemal Paşa tarafından kabul edilmedikçe emr-i vakı’ halini alamaz. İşte mes’elenin müşkil noktası burasıdır. Şimdi bu işle alakadar olan üç devlet-i muazzamanın vaz’iyetine gelince bunlardan hiç olmazsa etmiş bulunuyorlar. Bu esasa göre İzmir mes’elesini halletmek icab edince tabiidir ki Türk hakimiyetinin o mıntıkada tamamıyla avdeti ve Mösyö Gonaris’in vaz’ etmek istediği şeraitin kamilen akamete mahkumiyeti Geçen sene Mısır’da cereyan eden hadiseler İngiliz siyaseti tarafından ta’kib olunan isti’mar gayesinin tahakkuk edemeyeceğini isbat etti. Bu mahrumiyetin en büyük delili de şiddetle tazyik politikasına müracaat edilmesidir. Bu son politika evvela hürriyet-i ictimaın men’iyle başladı; sonra Sa’d Paşa ile rufekasının hürriyet-i şahsiyyelerine tecavüz edilerek bunlar tevkif ve memleket haricine teb’id olundu daha sonra her taraftan protestoların yükselmesine sebeb olan diğer birçok mezalim ika’ edildi. Mısır’da yeniden idare-i örfiyye kuvveti hakim oldu. Buhran-ı vükelaya çare imkanı kalmayınca’daki nizamın tatbikına mecburiyet görüldü ki bu da vükelanın emr-i askeri mucebince cebren iş başına getirilmesinden Bütün bu müstesna tezahürat dünyaya göstermektedir ki İngiliz siyaseti ne hareket-i vataniyyeyi durdurmaya ne de milleti hukukundan hiçbirinden vazgeçirebilmeye muktedir olamamıştır ve Mısır istiklal-i tammını eline almadıkça ebediyyen sükun yüzü görmeyecektir. Binaenaleyh İngilizlerin bu müstesna vesaite müracaatları Mısır mes’elesinin mahiyetini en beliğ bir surette göstermektedir. Zaten bizzat kendileri Mısır’ı kuvve-i askeriyyeden başka bir şeyle idare edemeyeceklerini bütün aleme i’lan etmişlerdir. Geçen sene şarkta cereyan eden hadisatı der-hatır edecek olur isek İngiliz siyasetinin Mısır’da mahkum olduğu akıbet bilad-ı şarkın ekseriyetinde de kendini göstermiştir. Asya-yı Suğra’da İngiliz siyaseti Yunanlılara icabı kadar para ve mühimmat-ı harbiyye vererek Anadolu’daki harekat-ı milliyyeyi bastırmak ve Bahr-i Sefid’in şarkını tamamen kabza-i teshirine alarak Hindistan’la İngiltere arasında yeni bir yol açmak gayesini gözetiyordu. Lakin bu siyaset hiçbir muvaffakıyet yüzü görmedi. Bilakis o kadar azim muavenetlere rağmen Yunanlılar harbi tekrar edemeyecek bir surette perişan oldular. Şübhe yoktur ki Sakarya muharebelerinde mağlub olan hakikatte İngiltere ile onun şarktaki siyasetidir. Evet Sakarya hezimeti Yunan muzafferiyetine bağlanan ümidleri tamamıyla bitirdi. Anadolu bu harbden zaif olarak çıkmadı; bilakis maddi ma’nevi kuvvetleri arttı. Hatta Fransız hükumeti Anadolu ile i’tilaf akdeyledi ki bu azim hadise-i siyasiyye Yunan mağlubiyetinden sonMısır’da münteşir gazetesinin başmakalesi: Ancak Esaslı Tedabir İle İzale Edilebilir Bugün hayat-ı irfanımıza tealluk eden cidden mühim bir mes’ele karşısında bulunuyoruz. Gazetelerde okuduğumuz gibi Maarif idarelerine tebliğ buyurulan ta’mimlerde şimdiye kadar mekteplerimizde tatbik edilen usul-i maarifin ruh-ı millete ne kadar yabancı olduğunu maarifperver Vekil-i muhteremimiz şu cümlelerle anlatmak istiyor: “Memleketin geçirmekte olduğu buhran artık şimdiye kadar ta’kib olunan maarif siyasetimizin ve mektep programlarımızın tamamıyla icabının zıddı olduğunu gösterdi. Halk okuyamadı ilim ve irfan terakki edemedi. Bilakis inhitata duçar oldu. Terbiye-i diniyye ve hayat-ı milliyye za’fa uğradı…” kilat ve tedrisat programlarını ıslah ve müessese-i irfanımızı ruh-ı millete uygun bir şekle ifrağ için bil-cümle müntesibin-i maarif ve mektep idareleri hey’et-i ta’limiyyesiyle bi’l-müzakere netice-i mukarreratı ba-rapor müsta’celen Vekalet-i Celileye göndermeleri ehemmiyetle tavsiye olunuyor. Erbab-ı maarif de yeni yapılan programlar hakkında yine maarifimize milletin an’anatına ahval-i ruhiyye ve met-i salime verilmemek korkusu vicdan-ı umumi-i milleti tereddüd ve iştibaha düşürmektedir. Zira Maarif müntesiblerinden bazılarındaki tarz-ı terbiye ve şimdiye kadar milleti mühlik uçurumlara götüren her hususta garblılaşmak zihniyeti yine galebe edeceği efkar-ı umumiyyede yerleşmiştir. Bu zihniyeti halkın dimağından silmek bu tabakayı Maarifimize ısındırmak milletin Maarif ve kabiliyet-i hayatiyyesini çökmekten muhafaza etmek ahval-ı ruhiyye ve ictimaiyyesine uygun bir istikamet-i salime vermek elzemdir. Şurası da şayan-ı tezkardır ki bu mes’ele-i mühimme Vekaleti’yle anlaşması pek tabiidir. Zira medreseden yetişenlerin behemehal icabat-ı zamana göre mücehhez yeni bir ruh ateşin bir iman ile vazifelerini hakkıyla ifa edecek bir derecede ta’lim ve terbiye görmeleri taht-ı vücubdadır. Öyle ise bu yeni teşkilat programı tesbit olunmadan evvel behemehal Şer’iye Vekaleti’nden müntehab erbab-ı ihtisastan müteşekkil bir hey’etin de müzakerede bulunması zaruridir. Ta ki müsademe-i efkardan takaddüm eder. Trakya mes’elesine gelince hala hallolunmamıştır ve Yunanlıların lehinde hallolunacağı mevki’-i ma’nevisi cidden pek kavidir. Şarkta sulh ve müsalemetin hakim olması bu zatın elinde olduğu gibi bu memleketlerde harbin temadisi de yine onun elindedir. Yunan ordusu hezimete uğradıktan sonra neticeyi biyye mevcud olmadığı için şarkta sulh ve müsalemetin te’mini arzu edildiği takdirde Mustafa Kemal Paşa’nın şartlarını ister istemez kabulden başka çare yoktur.” mütalaatıdır ki şarktaki ahvalin tebeddülünü açıktan açığa göstermektedir. Evet dün Anadolu’da doğrudan doğruya hakim olmuş ve İngiltere siyasetinin Avrupa’da hiçbir te’siri kalmamıştır ve şark-ı karibde sulh ve müsalemet Türk vatanperveriyle Mustafa Kemal Paşa’nın iradesine muallak bulunmuştur. Hadisat-ı cariyye pek beliğ ibretleri ihtiva etmektedir. Bazıları İngiltere siyasetinin azametini göz önüne getirerek bunun hiçbir zaman muvaffakıyetsizliğe uğramayacağı kanaatiyle Türklere teslim ve mutavaat tavsiyesinde bulunuyorlardı. Lakin Türkler bir mutavaatı kabul etmeyerek sonuna kadar mukavemeti göze aldılar ve şeref ve istiklallerini tahlis hususunda her nevi’ yoksulluğa katlanarak memleketlerini müdafaaya azmettiler. Bugün görüyoruz ki maksadlarını istihsal etmek üzere bulunuyorlar. Bu netice şübhe yoktur ki İngiltere’nin şark siyaseti için bir iflastır. Hind haberlerini tedkik edecek olursak İngilizlerin orada da vaz’iyete hakim olamadıklarını görürüz. Mister Gandi’ye İngilizlerin ta’kibine başladıkları tedhiş siyaseti hakkındaki re’yini soruyorlar; cevaben: “Cebir şiddet siyaseti bütün halkın gözünü açacağı için Hind harekatı üzerinde pek güzel te’sirler icra edecektir.” diyor. Mister Gandi’nin bu cevabı pek doğrudur. Zira İngilizler bu kadar akvamı ancak onlara kendilerini hayırhah göstermekle hakimiyetleri altında tutabildiler. Mahkum millet kendi hürriyetini gasb edenler hakkında hüsn-i zan besleyecek olursa üzerindeki ribka-i esareti atmak hususunda o kadar büyük bir azim gösteremez. Lakin o tahakkümün acılıklarını duyarsa o vakit boynundaki boyunduruğu atmak için harekete gelir. İşte bu şiddet ve tedhiş siyaseti mahkum milletlerin gözlerindeki perdeyi kaldıracaktır. Bu siyaset bütün hakimiyetini gaib etmiş diyar için hürriyet ve istiklal devrinin mebdei olmuştur. CİLD - ADED - SAYFA yevm ma’ruz kaldıkları tazyik ve meşakkatler onların temayülat ve amalinin bir kat daha te’yidine ve mukaddes hedefimize doğru teveccühü temin edeceğine kaniim. Vakit vakit muhterem Türk zabitleri buraya kadar gelerek Afgan mülkünün muhtelif idarelerinde safvet ve samimiyetle çalışarak bu mülk ü devlete birçok istifadeler te’min ettilir. Bu yukarıda arz ettiğim efkarın vüsukuna en büyük delildir ve ümid ederim ki gitgide cümlemiz hablullah etrafında toplanarak meram-ı aslimize nail olalım. duahan olmakla hatm-i kelam eylerim.” kara Şu’besi’nin resm-i küşadı münasebetiyle Rus Sefiri olundu. Afganistan Buhara Azerbaycan sefirleriyle birçok meb’usan ve tüccarın hazır bulunduğu bu merasimde Rus Sefiriyle Hariciye Vekilinden başka Hamdullah Subhi Beyefendi de bir nutuk irad ettiler. Hülasası gazetelerde de nazar-ı dikkatimizi celb etmekten hali kalmadı. maksad-ı mahsusla değil ya hasbe’l-hitabe ya nezaket larda fesahat ve belagattan ziyade iki devlet arasındaki münasebat-ı siyasiyyeyi göz önünde tutmak ve o suretle Gerek karşısındaki devletin infialini mucib olacak gerek onu memnun etmek için kendi milletinin hissiyatını rencide edecek beyanattan tevakki etmek söz söyleyen zevatın en ziyade i’tina edeceği bir noktadır kanaatindeyiz. Bizim Ruslarla olan münasebat-ı siyasiyyemizi tarsin ve takviye için hiç şübhesiz gerek onların gerek bizim elden geldiği kadar çalışmamız vazifemizdir. Zira her bizimle değil Asya’daki bütün müslüman milletlerle de hoş geçinerek mütekabil menafi’-i siyasiyye te’min etmek gerek Ruslar için gerek İslam alemi için en muvafık ve en ma’kul siyaset olduğuna biz öteden beri kani’ olanlardanız. medreseye mektepte eksik olanları mektebe ilave ederek Tanzimat cereyanının Frenkleştirme modasına artık nihayet vermelidir. İşte ancak bu suretle memleketimizde yeknesak ve mütecanis aynı gayeye müteveccih olduğu takdirdedir ki irfan müesseseleri teşekkül ettiğine kani’ olabiliriz. le vererek aynı gayeye yürüdüğü gün mekteple medrese arasında açılan mühlik uçurum kapanmış ve şimdiye kadar milletin terakki ve tealisine engel olan bu olur. Yoksa garb ahlak ve adatıyla perverişyab olan ve Avrupa’da her gördüklerinin aynını muhit-i İslamda aynen tatbika kalkışan mukallidlerimiz her zamanda olduğu gibi yine bu muhitin kabiliyetini milletin secaya-yı asliyyesini nazar-ı i’tibara almayarak felaketten müstefid olmayarak fikirlerini tervicde ısrar ederlerse bu seferki teşkilatta da elde edecekleri netice hiç şübhe yok ki milletin ruhuna yabancı taklidden ibaret bir Maarif terakkiye arka çevirmiş bir medrese teşkilatını ihyadan Makalemin adem-i müsaadesine binaen yeni yapılan programlar hakkında ihtisasatımı ikinci bir makaleye terk ediyorum. Afgan Emiri Emanullah Han hazretleri Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine atideki name-i hükümdariyi göndermişlerdir: “Büyük Millet Meclisi Mümessili olan Cenab-ı celaletmeab Abdurrahman Bey buraya vasıl oldu ve bu suretle kardeş millet ve devlet olan Afganistan’ın uzun senelerden beri devam eden intizarına hüsn-i hatime çekildi. Alel-husus Afganistan millet ve devleti hakkında perverde ettiği efkar-ı münevveresi ve ihtisasat-ı fıtriyyesiyle mümtaz olan gayur mücahidin Afgan millet ve hükumeti hakkında ulvi ve samimi amalini izhar etmekle bizi bahtiyar ettiler. Türkiye ile Afganistan arasında CİLD - ADED - SAYFA malini ve muvaffakıyetle neticelenmesini Fransa’ya borçluyuz.” Bu “ıslahat”tan maksad ne olduğunu devlet ve milleti ne akabelere sürüklediğini burada izah edecek değiliz. Çünkü bu hakaik müşarunileyhce pek ra’na ma’lumdur. Maamafih irfanının vatanperverliğinin hürmetkarı bulunduğumuz Hamdullah Subhi Beyefendi’nin baladaki sözlerini biz bir kanaat-i mahsusa eseri olmaktan ziyade yukarıda arz ettiğimiz vechile hasbe’l-hitabe ve nezaket muktezası olarak söylenmiş addediyoruz. bunun için bu kabil nutuklarda başkalarının olduğu kadar milletimizin de hissiyatını rencide etmekten tevakkiye lutfen dikkat buyurmalarını rica maksadıyla şu satırları yazdık. Kanunisani tarihli gazetesine Bombay’dan bildiriliyor: Hindistan’da bulunan Lord Nortklif ber-vech-i ati beyanatta bulunmuştur: “Yirmi beş senelik gaybubetten sonra müslim ve gayr-i müslim Hindlilerin Avrupalılara karşı evza’ ve harekatından ziyadesiyle sarsıldım. Bilhassa evvelce bize pek dost olan müslümanların bu halinden çok müteessir oldum. Hindistan’ın tarihinde ilk defadırki gayr-i müslim Hindlilerle müslüman Hindliler müttehiden hareket etmektedirler. Her sınıfa her mezhebe mensub yüzlerce müslümanlarla görüştüm ve cümlesini müttehidü’lefkar gördüm. Felemenk-Hind adalarında Malay havalisinde Seylan adasında Madras ve Cenubi Hindistan’da Haydarabad ve Merkezi Hindistan’da “Vilayat-ı Müttehide”de Pencab’da “Rajubutana” ve Bombay’da müslümanlar gazubane bir sükut yahud aşikar bir adavet göstermektedirler. Oxford’da itmam-ı tahsil eden sadık bir müslüman hakim bana dedi ki: “En büyük tehlike bu fikrin kadınlarımıza sirayet etmesidir! Din-i İslamı tetebbu’ edenlerin kaffesi bunun ne demek olduğunu anlarlar.” Yollarda birçok müslümanların aleyhdarlık fikrini temsil eden beyaz feslerle dolaştıkları görülmektedir. Müslüman mes’elesi rü’yet olunmadan mukaddem sulh ve sekineti te’min etmek mümkün olamaz. Irak’ta müslümanları çarpıştırdıktan Yunanistan’a son istikraz için müsaadede bulunduktan sonra müslümanların bu vaz’iyetten pek çabuk müteessir olmaları tabiidir. Müslümanların metalibini suret-i atiyyede ifade edebilirim. Bütün İslam memleketleriyle muhaberatta buluYalnız bu hususta riayet edilecek nokta bu münasebata efkar ve akaid-i ictimaiyyeyi karıştırmamaktır. Her iki taraf beşerin esbab-ı saadetini istediği gibi telakki etsin; bu saadeti te’min için istediği gibi ictimai ve siyasi teşkilat vücuda getirsin. Bu hususta her iki taraf ne kadar serbest olur yekdiğerinin müdahale ve müzahamesinden ne kadar azade bulunursa aradaki münasebat-ı siyasiyye o derece kuvvet ve samimiyet kesb edeceğine şübhe yoktur. Hiç kimse iddia edemez ki: Bir millet için iyi olan bir şekil diğer millet için de faydalı olur. Milletlerin ahval-i olan şekl-i siyasileri de bir olamaz. Binaenaleyh her millet ancak kendi i’tikadiyat ve ahlakıyatından mütevellid mazhar olabilir. Başka milletlere benzemek isteyenlerin haybet ü hüsrandan başka bir nasibi yoktur. Binaenaleyh bizim bir şey olamaz. Başkaları gibi bizim de hayat-ı maziyyemiz vardır. Biz pek eski zamanlara kadar uzanan bu a’sar-ı maziyyede müteaddid devletler vücuda getirmiş hakiki medeniyetler kurmuş beşerin saadetini te’min için en yüksek ve en hürriyetperver fikirler ortaya koymuş halet-i tiz. Bizi meşime-i bedavetten alem-i hayata henüz gelen bir millet gibi telakki edip de başkalarının “fikir”lerine başkalarının irşadlarına muhtac bir halde görmek bilmeyiz ne dereceye kadar hakikate muvafık olur! Bu hakayıkı herkesten ziyade iyi bilmesi lazım gelen Hamdullah Subhi Beyefendi’nin hiç lüzumu olmadığı halde Rus Sefirine hitaben: “Siz bize bir şey vermek için geldiniz. Vereceğiniz şeyler fikirlerinizdir… Bize düşüncelerinizi anlatınız. Biz muhakeme etmek ve intihab eylemek için hazırız…” demelerini doğrusu biz şeref-i milli ile mütenasib bulmadık. Hamdullah Subhi Beyefendi gibi mensub olduğu kavmin bütün mümeyyizatına merbutiyetle müftehir olan bir zatı böyle başkalarının efkar ve müessesatını sir eden ahvaldendir. Garbı taklid eden Tanzimatçıların memlekete felaketten başka bir şey getirmediklerine bizim gibi kendisi de kani’ olan Hamdullah Subhi Beyefendi’ye’ta Reşid Paşa’nın bir Fransız diplomatına söylediği şu sözleri hatırlatırız: – “Biz daima Fransa’ya müracaat ederiz. Muhtac olduğumuz CİLD - ADED - SAYFA den daha fenadır. Bu beyanatımı neşretmeden mukaddim. bunlar teferruatı tasdika lüzum görmemekle beraber nan Hind müslümanları Türkiye’ye karşı ta’kib ettiğimiz siyasetten fevkalade müteessir bulunmakta ve makam-ı Hilafete karşı reva görülen riayetsizliği pek derinden hissetmektedirler…… Fikir dermiyan etmeyeceğim. Fakat burada müslümanların vaz’iyeti İngiltere matbuatının haber verdiğinictimaiyyeleri de öylece kavanin-i ictimaiyye-i tabiiyyeye münkaddır. bulunuyor: Hiçbir kuvvet-i insani ne ebna-yı nev’inden birinin ne de –kemiyeti ne olursa olsun– bir zümreye veya bir kitle-i beşerin keyif ve iradesine mecbur-i inkıyad edemez ve insan kainata kavanin-i ezeliyye-i tabiiyyesiyle tecelli eden Halik’ının irade-i mutlakasından başka hiçbir şeye muti’ u münkad olamaz. teşekkül ve tekamülünde büyük büyük işler çeviren ve sırf göreneğe yahud sırf akla istinad eden mesleklere kendi şahsi ihtiyaclarını tatmin için nefislerine fevka’lbeşer kudret istinad ederek bununla insanlar arasında siyasi ictimai ahlaki bir zabt u rabt te’min etmek El-hasıl hakimiyet mefhumu hakkındaki telakkilerin en sağlamını meydana koyan ona en hakiki ma’nasını en hakiki mahiyetini veren İslamiyet’tir. Evet İslamiyet riatin yani hakikat-i ahlakıyye ve adalet-i ictimaiyyenin nigehban-ı tabiisi olan bu ilahi kudretin ve binnetice ilmin akıl ve hikmetin hakimiyeti demektir. İşte Müslümanlık hakimiyetin cebir ve şiddetinden doğan ve gasıb yalan­Á£c® y† ª YƒÀ ±® u·À à Y‚yª ©Á]~ ­¦u¶ ¹—]b Başmuharrir Sahib ve Müdir-i Mes’ul kası esası üzerine istinad eder; hakiki cemaat-i İslamiyye ancak bu hakimiyete münkad olandır. Şeriate gelince o ahlaki ictimai birtakım hakayık-ı tabiiyyenin hey’et-i mecmuasıdır ki Peygamber tarafından bizlere Halık namına tebliğ edilen bu hakayık saadet-i beşeriyyenin mütevakkıfün-aleyhidir. O halde şeriatin hakimiyeti demek tabii ve la-yetegayyer olup beşerin keyif ve iradesine gayr-i münkad olan kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyyenin hakimiyeti demektir ki bu kanunların bütün kainatta hakim olan kavanin-i tabiiyyeden farkı yoktur. Bunların huzurunda bütün riyet-i mütesaviyye dahilinde mütena’im olurlar. Bu hürriyet yalnız o kanunlara karşı mecbur oldukları hürmet ve inkıyad ile tahdid olunmuştur. Müslümanlık şeriatin hakimiyetini te’sis etmek suretiyle kikisini te’sis etmiş ve bununla da hakiki istiklal ve hakiki teazud solidarité mebdeini vücuda getirerek beşer için en yüksek ve en hakiki bir gaye ibda’ eylemiştir. Şimdi yukarıki izahattan anlaşıldığı vech ile şeriatin hakimiyeti mebdei şu hakikat-i esasiyyenin en aşikar bir surette ikrarıdır ki: Tabiatı ne olursa olsun her mevcud kendisine has olan kavanin-i tabiiyyeye münkaddır. Binaenaleyh vanin-i hikemiyye-i tabiiyyeye münkad ise mevcudiyet-i - - esaslı bir fark görülüyor. Zira evvelkileri zi-ruh bi-ruh bütün mevcudatı ve bir mevcud olmak haysiyetiyle de kabiliyetini haiz bir mevcud olmak haysiyetiyle yalnız insana la “enfüsi”dir. lat-ı tabiiyyesiyle gerek seciyesinin noksan veya kemaliyle hiç alaka-i teessürü bulunmayan vekayi’ ve hadisatı hakeme kabiliyetindedir ve bundan birtakım hakayık hatta birtakım kavanin istihrac edebilir. Bu gayr-i kabil-i Lakin insanı ahlaki ve ictima’ kabiliyetini haiz bir mevcud haysiyetiyle tedkike bundan da kendisinin ihtirama mecbur olduğu kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyyeyi lirse edilsin bütün müşahedat ve muhakemat-ı insaniyye hakiki kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyyeyi keşfe asla müsaid olamaz. Zira bu müşahedat ve muhakemat onları şaibedar olmaktan ebediyyen kurtulamaz. bürhan aranırsa o da şudur: Garb akvam-ı medeniyyesi! Evet garblıların diğer kavanin-i tabiiyye hakkındaki vukuf ve ihataları bugün tarihin hiçbir devresinde görülemeyecek kadar yükselmiş iken aynı milletler kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyye-i tabiiyyeye karşı şayan-ı hayret bir cehl içinde bulunuyorlar ki –aşağıda görüleceği üzere– bu cehl kendilerine pek bahalıya mal oluyor. O halde Peygamber kendilerine haber vermiş olmasaydı hi bulunan kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyye-i tabiiyyeyi ebediyyen tanımaya muvaffak olamayacaklardı. layıdır ki Peygamber bizlere bu kavanini tebliğ ediyor ve kendi mücahedatımızla kendi vesaitimizle diğer kavanin-i tabiiyyeyi keşfetmek vazifesini bizzat bize bırakıyor. Bu hususta yalnız beşikten mezara kadar ilim talebinde bulunmamızı tavsiye ile iktifa ediyor. Bir de müslümanın en birinci vazifesi kudreti müsaid olduğu kadar iktisab-ı ilim etmekten ibaret olduğunu kezalik hikmet müslümanın mal-ı meşruu olmak hasebiyle nerede bulursa almakta tereddüd etmemesi ve tahsil-i ilim bildiriyor. Peygamber’in bütün bu vesaya ve evamirinden şu netice hiç tereddüde mahal olmayacak bir surette tebeyyün ediyor ki: Şeriat ulum-ı hikemiyyeye müstesna cı bir kudretin hodgam maksadlarına hizmet için icad edilen zulümkar bir kudretten ibaret olduğu hakkındaki Yukarıdan beri söylediklerimizden şu hakikat kemal-i vuzuh ile kendini gösteriyor ki: Şeriatin fevka’t-tabia hiçbir mahiyeti yoktur. Binaenaleyh o birçoklarının iddiaları vechile ne ruhani ne de ruhbani değildir; bilakis bütün diğer kavanin-i tabiiyye gibi tamamıyla fıtridir tabiidir. Eğer şeriat en mutlak ve en mükemmel bir hürmet-i değil kendisinin mahz-ı hakikat olarak beşerin saadet-i ahlakıyye ve ictimaiyyesinin ancak bu hakikatle kaim olmasından binaenaleyh nazirini tasavvura imkan olmayan bu en kıymetdar hakikatin Peygamber tarafından bize tebliğ edilmediği farz olunduğu takdirde insan için tanılması kat’iyyen mümkün bulunmamasından ileri geliyor. Bundan başka pek hodbin ve da’valı olup fikr-i insaniyi tekamül-i tabiisinden alıkoymak suretiyle mefluc bırakan akl-ı sırf mesleğinin evham ve dalalatından şeriat da da ahlak ve ictimaiyat sahalarında husule getirdiği kadar selamet-bahş ve kat’i bir inkılab uyandırdı. Evet İslamiyet’ten doğan yeni ruh ve yeni fikir sayesindedir ki beşer bütün ma’nevi melekelerini bütün müşahede ve muhakeme kabiliyetlerini kemal-i hürriyyetle yet onu tecrübe usulünü keşfetmeye ve alem-i İslam’dan bütün cihan-ı insaniyyetin ebediyyen medar-ı mübahatı olacak kadar yüksek birçok mütefekkirler birçok alimler zuhurunu te’min eden fünun-ı hazırayı meydana çıkarmaya sevk etti. Şeriatin fevka’t-tabia bir şey olduğuna ve ona bilakayd münkad olanların müfrit bir taassubla ma’lul bulunduğuna kail olmak hatası şundan ileri geliyor: Bizler şeriatin ihtiva ettiği hakayıkı diğer kavanin-i tabiiyyeyi müşahedat ve muhakematı olmayıp bize Cenab-ı Hak tarafından Peygamber vasıtasıyla bildirilmiştir. Evet bu hakikatler bizim müşahedat ve muhakematımızdan doğmuş değildir. Bununla beraber tecrübelerimiz tamamıyla onları te’yid eder ve o hakayıkın müsaade ettiği müşahedat ve muhakemat kendilerini tasdik ile neticelenir. Şimdi şöyle bir sual kendiliğinden hatıra geliyor. Acaba insana kavanin-i hikemiyye ve kimyeviyyeyi idrak ettiren müşahede ve muhakeme melekatı ona kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyyeyi de keşfettirebilecek kudrette midir? Öyle ya şu iki nevi’ ma’lumat-ı beşeriyye arasında CİLD - ADED - SAYFA tatbik eden ta’bir-i digerle irade-i ilahiyyeye en iyi bir surette itaat etmesini bilen cem’iyettir. Kezalik şunu da anlatıyor ki yalnız başka hakayık-ı ahlakıyye ve ictimaiyyenin te’min ettiği saadet-i beşeriyye hakiki ve sabit bile olsa cihet-i maddiyyesi eksik olmak vanin-i hikemiyyeye aid ulumun tevlid edeceği refah ve saadet-i maddiyye de hem refah ve saadet-i ictimaiyyeden hem de ezvak-ı ma’neviyyeden mahrumdur. bir ehemmiyet muhterem bir mevki’ vermiş ve bu ulumu saadet-i beşeriyyenin avamil-i esasiyyesinden olmak üzere telakki eylemiştir. El-hasıl İslam’ın verdiği ders-i ictimai bizlere tabii bir cem’iyet-i İslamiyyenin yani kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyye-i tabiiyyeye muvafık olan bir cem’iyetin hakimiyet-i mutlaka-i şeriat mebdeine istinad edip cem’iyetten başka bir şey olmadığını öğretmekten ibaret kalıyor. Bir de şunu bizlere öğretiyor ki cem’iyat-ı beşeriyyenin en mes’udu kavanin-i ahlakıyye ve ictimaiyyeyi ve kavanin-i hikemiyye-i tabiiyyeyi en iyi anlayıp en iyi maz; belki de inkisar-ı hayal ile elem-nak olur ye’s ü fütura düşerdi. Lakin Afganlılar kendilerini garbı taklid beliyyesinden kurtarmaya muvaffak oldukları için tabii memleketlerinde yaptıkları gibi halk ile temas için camii Fil-hakika Afganistan’ın büyük Emiri Emanullah Han hazretleri de İngilizlere karşı i’lan-ı cihad beyannamesini minberde okudular Afgan’ın hürriyet ve istiklalini de minberde halka tebliğ ettiler ve her ne vakit halka bir tebliğ-ı İslamide bulunmak isterlerse camie gelirler minbere çıkarlar o husustaki ahkam-ı ilahiyyeyi millete tebliğ ederler. İşte bu suretle halk ile hükumet orada birbirine kaynaşmış vazifeler kudsiyetini muhafaza etmiştir. Sefir hazretleri bize oradaki samimiyetin bir numunesini göstermek istediler istiklal bayramlarını halkın mukaddes ictima’gahında tebliğ ile bütün müslüman gönüllerini neşvelerle doldurdular. Samimi ve kalbi tebriklerimizi teşekkürlerle beraber kendilerine takdim ederiz. Ve inşaallah diğer İslam devletlerinin istiklal bayramlarını da böyle samimi ve kudsi bir surette yaparız. Perşembe günü Hacı Bayram-ı Veli Cami’-i şerifi kurbünde olan Sefarethane levhalarla donanmıştı. Sefarethane’nin pişgahında tak-ı zaferler de Afganistan’ın ve İslam’ın zafer-i istiklalini i’lan ediyordu. Siyah zemin üzerindeki beyaz mihrab ve minberin etrafında bir güneş resmini ihtiva eden bayrakları nın tabaşında ayet-i kerimesi yazılıdır. Afganlıların İslamiyet’e pek büyük hizmet etmekle müAfganistan’ın duran İngiltere’ye karşı Afgan hükumetinin i’lan-ı harb ederek kılıcıyla istihsal ettiği hürriyet ve istiklal-i tammının dördüncü sene-i devriyyesi leyle-i Regaib’e müsadif olan Receb-i şerifin üçüncü Perşembe günü gecesi ve ferdası Ankara’da pek mutantan merasim ve sürur ile man devletinin bilhassa salabet-i diniyyesi ve cengaverliğiyle şöhret-şiar olan Afgan millet-i necibesinin istiklal merasimi Anadolu müslümanlarını pek büyük sürurlara gark eyledi. Bütün İslam gönülleri heyecana geldi ümidlerle doldu azimler arttı imanlar kuvvet buldu İslam aleminin halası tamamıyla tahakkuk edeceğine bütün kalblerde itmi’nan-ı tam hasıl oldu. Şarktan yeniden tulua başlayan bu güneşin bu İslam güneşinin saçtığı nurlar her müslümanın kalbine taze hayat bahşetti. Nasibi mahkumiyetten hüsrandan ibaret olan müslüman efradın bugün istiklal bayramlarını yapmak ba’sü ba’de’l-mevt kadar bir hadise-i fevkaladedir. Binaenaleyh bu muazzam vakıayı müslümanların layık olduğu vechile takdir ve tebcil edecekleri pek tabiidir. Bilhassa Afganistan Sefaret-i aliyyesinin bu merasime bir şekl-i dini vermeleri müslüman halkın ruhunda derin te’sirler la-yezal intıba’lar husule getirdi. Ankara müslümanları hakikaten bir İslam devletinin vücudunu kalbleriyle duydular. Çünkü Sefir hazretleri Hacı Bayram-ı Veli Cami’-i şerifine geldiler cum’a namazından sonra minbere çıkarak Afgan Devleti’nin istiklalini Müslümanlığı yükseltmek için olan mücahedatını halka tebliğ ettiler. Eğer Sefir hazretleri bu muazzam hadiseyi halka tebliğ dılar elbette müslüman gönülleri bunun zevkını duya- ‡² à ±® y žcm iyÀ[ - - erkan-ı matbuat… En nihayet Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri teşrif ettikten sonra yemekler yendi nutuklar lerinin esaret ve mahkumiyetleri altında bulunan diğer mazlum milletlerin de halas bulmaları için temenniyatta bulunuldu. Hürriyet ve istiklal için şark milletlerinin girişmiş oldukları mücahedenin bütün Asya’da mes’ud semereler vereceği günün uzak olmadığı kanaati bir derece daha kuvvet buldu. Ferdası Cum’a günü daha erkenden halk camie dolmaya başladı. O gün Cum’a namazından sonra Afganistan’ın yevm-i istiklali münasebetiyle menkabe-i celile-i Risalet-penahi kıraat edileceği i’lan olunmuştu. Cami hıncahınç dolduktan başka gelen cemaat harime dahi sığmadı da sokaklara taştı. Bir cemaat-i kübra ile Cum’a namazı kılındıktan sonra Sefir hazretleri minberin yanına geldiler: – Ey cemaat-i müslimin! Birkaç söz söylemek için minbere çıkmama müsaade eder misiniz? der demez ahali derhal minber-i şerif kapısındaki perdeyi açtılar. Sefir Sultan Ahmed Han hazretleri merdivenlerden çıkmaya başlayarak hutbe okunan mahalde durdular. Cemaate teveccüh ederek lisan-ı Farisi ile atideki hutbeyi irad buyurdular: – Ey cemaat-i müslimin! Bugün Afganistan istiklalinin dördüncü sene-i devriyyesidir. Bugün biz müslü he etmeyiniz ki bugün biz Afganlılar ne kadar mesrur isek siz Türkiye müslümanları da o kadar sürurlar içinde bulunuyorsunuz. Müslümanların kederi de süruru da müşterektir. Ey cemaat-i müslimin! Afgan milletinin Türkiye’deki siz müslüman kardeşlerine olan muhabbet ve merbutiyetleri o derece ziyadedir ki onların dünyada en büyük emelleri ancak size kavuşmaktan ibarettir. Yalnız biz değil bütün İslam akvamı size bu nazar-ı hürmet ve muhabbetle bakarlar. Zira siz asırlardan beri liva-yı Hilafet-i pek büyük pek fedakarane mücahedelerde bulundunuz ve el-an bulunuyorsunuz. Sizin bu kahramanca fedakarlıklarınız sayesindedir ki İslamiyet bu topraklarda yaşadı sönmedi. Sizin gibi İslamiyet’i muhafaza için feda-yı hayat eden mücahid bir milleti elbette bütün akvam-ı en samimi rabıtalarla merbut olur. Muhterem dindaşlarımız! Kardeşiniz olan bir İslam devletinin istiklalini ihraz ettiği bu mübarek günde sizinle beşşer olduklarına i’tikad edenleri vardır. “İslam’ın za’fa uğradığı bir zamanda şarktan tulu’ edecek siyah bayraklı bir kavim İslam’ı yükseltecektir.” mealinde bir hadis-i şerif olduğunu ve bu kavimden maksud da kendileri bulunduğunu söylemekle pek büyük iftihar duyuyorlar. Hakikaten gönül ister ki İslamiyet’e hizmet hususunda bütün akvam-ı İslamiyye yekdiğerine müsabaka edercesine sarf-ı mesaide bulunsunlar. Biz Afganlıların Müslümanlığı yükseltmek hususundaki azm ü imanlarını bütün mevcudiyetimizle takdir ve tebcil ederiz. “Yaşasın bütün müslümanların ve şarkın ittihadı” levhası Afganistan Sefarethanesi’ne öyle zinet bahşediyor gönülleri öyle neşve ve ümidlerle dolduruyordu ki müslümanlar saatlerce bu levhanın karşısında medhuş kalıyorlardı. Sefarethane’den içeri girip de yukarı kata çıkar çıkmaz halılarla müzeyyen duvarlardaki ayat-ı kerime ve ehadis-i şerife yazılı levhalar derhal nazarınızı celb eder. altında ayet-i kerimeleri bir tarafta Anadolu haritası karşıda hadis-i şerifi onun altında berceste bir mısra’ –Yani hürriyet kılınçların kabzasına bağlıdır.– Bu mısra’ bir şaire tarafından söylenen kasidenin bir parçasıdır. Bu kasidenin tamamı Berlin’de intişar eden Azadi-i Şark gazetesinin son nüshasında vardır. Beri tarafta diğer bir odanın kapısı üzerinde Mısır’da azzam Şair Verdani’nin kelam-ı beliğı. Diğer bir tarafta pek sevimli olan Afgan Emiri Emanullah Han hazretlerinin bir tasvir-i alileri. O kadar celadetli o kadar cazibedar bir sima ki insan bakmakla doyamıyor. Onun yanı başında Afgan siyasetine pek büyük hizmetler ifa eden Hariciye Veziri Mahmud Tarzi hazretlerinin bir fotoğrafları. Müşarunileyhin simaları kendilerinin nasıl müdebbir bir vezir olduklarını pek vazıh surette gösteriyor. Beride bir levhada şayan-ı dikkat: Bir dağ arkasından güneş tulu’ ediyor. Altında: “Afgan istiklali” yazıyor. Dışarıda muzika çalıyor. Mektep çocukları ahali her sınıf halk ile sokaklar dolu. Akşam olunca med’uvvin birer ikişer gelmeye başladılar. Hey’et-i Vekile süfera Büyük Millet Meclisi rüesası ve a’zadan bazı zevat ile sair birtakım rical-i hükumet žcoY ®]Á³Y ² Y žco³Y ª à YÀ ±® YcÀ Ë£c~Ê _Àyoª u² a\ yÁƒ¯‚ µc~u\ ¿¦ ¹Áª ˒ aob _³kª ‡c– ©]o \ ¹¯ à ¯j Ê Y—Á ¹iyŸb CİLD - ADED - SAYFA Hiçbir kuvvet hiçbir satvet bizi bundan men’ edemez. Hem de yakın bir zamanda Cemaat hüngür hüngür ağlıyor hep bir ağızdan inşallah inşaallah diyor. İslam mücahidleri İslam orduları Türkiye’nin cebhelerde düşmana göğüs geren kahraman askerleri hürriyet ve istiklalini tamamıyla elde etmeyince İslam memleketlerini düşman istilasından kurtarmadıkça kılıcını tüfengini elinden bırakmayacaktır. Hakkımızı alıncaya kadar metin bir azim sarsılmaz bir iman ile bu uğurda çalışacağız. Bizim için lazım olan şey yalnız budur: Azim ve Biz müslümanlar eğer dünyada hayat istersek ancak şerefli bir hayat isteriz. Sefil muhakkar bir hayat istemeyiz. Ya şerefle yaşarız ya şerefle ölürüz. Zelilane hayata asla razi olmayız. Emin olunuz ki Allah’ın nusreti pek yakındır. Allah’ın azametine karşı diğer kuvvetler yoktur hiç yoktur. Sözüme müslümanların ittihad ve ittifakı hususundaki ayat-ı ilahiyyenin tecellisini temenni ile hitam veriyorum. Müsteşar Muhammed Gül Han hazretleri tarafından Türkçeye tercüme edilen bu hitabe-i garra bütün cemaat-i müslimini hüngür hüngür ağlattı. Müslümanların teessür ve heyecanı son dereceye varmıştı. Ta Asya ortalarından gelen bir İslam devletinin muhterem Sefiri cami’-i şerifte minber-i muallada müslümanlara hitab ediyor bize karşı kalblerindeki samimi hisleri samimi muhabbetleri izhar ediyordu. Asırlarca yekdiğerinden cüda düşen müslüman milletleri bugün kavuşuyor derdleşiyor hasretle iştiyakla geçen zamanları yad ediyorlar ve esarette bulunan diğer kardeş milletlerin istihlası için de konuşuyorlar çareler tedbirler düşünüyorlar. Elbette bu müslümanların vahdete doğru gittiğini gösteren muazzam bir hadisedir. Artık bu kadar iftirak bu kadar esaret yetişir. Müslüman milletler için birleşmek ve istiklallerine mazhar olmak günü gelmiştir. Bütün ufuklardan kara bulutlar çekiliyor o kesif o simsiyah bulutlar parçalandı. Hürriyet ve istiklal güneşi tulu’ etti. Mütemadiyen yükseliyor. Çok geçmeksizin inşaallah bütün o kara bulutlar zail olacak sema’-i hürriyyet büsbütün pak ü mücella olacaktır. Kalbi fikri bütün mevcudiyeti aşk-ı İslam ile meşhun olan Müsteşar Muhammed Gül Han hazretleri Sefir hazretlerinin beliğ hutbelerini tercüme ettikten sonra dediler ki: – Muhterem dindaşlar! Müsaadenizle bendeniz de birkaç söz arz etmek isterim. bir arada bulunmak konuşup görüşmek sarılıp sarmaşmak efkar etmek menkabe-i celile-i Risalet-penahiyi dinlemekle gönüllerimiz bi-payan feyz-ı ruhaniye mazhar olduktan başka aramızdaki muhabbet ve tearuf da artacaktır. Gerek Asya-yı Vüsta’nın yüksek yamaçlarında garbiyyuna karşı kan döken Afgan şühedasının gerek bu mübarek kıt’anın kapılarında Ehl-i Salib’e karşı göğüs geren feda-yı hayat eden kahraman Türk şehidlerinin ervahına fatihalar okumak dualar etmek en mütehattim vazifemizdir. Biliyorsunuz ki mensub olduğumuz bu din-i mübin bir din-i fıtridir bir din-i insanidir. Beşeriyet yalnız bu din vasıtasıyla necat bulabilir saadet kesb edebilir. Biz bu zamana kadar maatteessüf birçok telkinat-ı Nasraniyyeye kapılarak yanlış yollara saptık dalaletlere düştük lakin netice. Anladık ki hakikat yolunu ta’kib etmekten başka çare-i felah yoktur. Ecnebi milletlerin arkasından sürüklenirsek bizim için izmihlal muhakkaktır. Biz müslümanlar için habl-i metin-i Kur’an’a sarılmaktan başka çare-i necat yoktur. Evet bu kadar tecrübelerden sonra artık bu hakikati anlamalı hak yoluna salik olmalıyız. Mesela bugün ben adetin hilafına olarak bu minbere çıkıyorum. Lakin din-i İslam bu minberden neşrolunmuştur. Burası öyle bir yerdir ki buradan ancak Allah müslümanlara tebliğ olunur. Hiç kimsenin şahsına aid bir söz buradan söylenemez. Burası şahısların değil Müslümanlığın minber-i muallasıdır. Muhterem dindaşlar Afganistan bundan üç sene mukaddem maksadı yalnız ve yalnız İslamiyet’e hizmettir. Bundan büyük hiçbir emelimiz gayemiz yoktur. Afganistan yalnız bu yolu ta’kib eder yalnız bu maksad için mücahede eder. Binaenaleyh Afgan milleti kendi istiklalini nasıl isterse diğer milel-i İslamiyyenin istiklalini de öyle Sizin gayeniz bizim gayemiz hep birdir. Hepimiz Müslümanlığı yükseltmek için mücahede ediyoruz sizin dostunuz bizim dostumuzdur. Afganistan istiklali uğurunda bu kadar şehid verdi. Siz de asırlardan beri İslamiyet uğurunda hürriyet ve istiklal uğurunda hadsiz hesabsız şehidler verdiniz. Bugün burada okunan mevlid-i şerifin Kur’anların duaların ecr u mesubatını hem sizin hem bizim şühedamız ervahına ithaf ediyoruz. Muhterem dindaşlar! Emin olunuz ki maksad-ı mukaddesimize vasıl olacağız. İnşaallah bu muhakkaktır. - - cemaat-i müslimin huzurunda ahd etti. İngilizlere karşı başladığımız mücahedede Cenab-ı Hak bize nusret ve zafer ihsan buyurdu etrafımızdaki demir kal’aları kırdık tahakküm zincirlerini parçaladık. Afganistan’da İslam hakimiyetini İslam istiklalini te’sis ettik. Onun üzerine etrafa sefirler göndermeye asırlardan beri cüda düştüğümüz müslüman kardeşlerimizle bilhassa sizin gibi mücahid ve İslam’ın alemdarı olan bir millet-i muazzama sizin karşınızda bulunuyoruz sizinle konuşuyoruz. Bu bir emr-i vakı’dir ve bundan duyduğumuz haz ve saadeti hiçbir şey bize veremez. Cenab-ı Hakk’a binlerce hamd olsun bu büyük ni’mete mazhar olduk; bu muazzam şerefi Allah bize nasib etti. İnşaallah siz kardeşlerimiz de Afganistan’a gelerek oradaki kardeşlerinizle böyle konuşup derdleşeceksiniz. On küsur milyon bütün Afgan milletin kalbleri size teveccüh etmiş size muntazırdır. Ey müslüman kardeşler siz ki asırlardan beri Salib’in muhacematına karşı göğüs germiş kahraman bir milletsiniz mutlaka bu son düşman savletini de def’e muvaffak olacaksınız. Cenab-ı Hak size bu zaferi ihsan edecektir. Çünkü bu zafer sizin hakkınızdır. Düşmanların Türkiye’ye karşı bu kadar bi-eman hücumlarda bulunmaları Türkiye’nin pişva-yı İslam olmasından ileri geliyor. Vücud-ı İslam’ın dimağını kalbini ezmek; nur-ı manların rağmına bu nuru söndürmeyecek parlatacaktır. Evet müslüman kardeşlerim nur-ı hakikat asla muntafi olmayacaktır. Bugün siz bütün dünyaya karşı sahibi izzet sahibi olan siz mücahid müslümanları hangi kuvvet vardır ki esarete mahkum etsin? Lehü’l-hamd siz de bugün istiklalinize mazhar bulunuyorsunuz ve Maamafih vazifemiz henüz hitam bulmamıştır. Bugün esaret ve mahkumiyet altında inleyen birçok kardeş milletler daha vardır. Bunların da esbabına tevessül zaruridir. İnşaallah bütün alem-i İslam bu haklarını haklarıdır. Ah müslüman kardeşlerim ne oldu da İslam milletleri böyle bir felakete düştüler? Hiç şübhe yok ki biz bu cezaya müstahak olduk. Allah’ın evamirine arka çevirdik. Dalalet yollarına saptık. Hak ve hakikati terk ettik. Mücahedeyi bıraktık. Atalete daldık. Tenbelleştik. Nifak u şikaka düştük. Düşman da tepemize çullandı. Cenab-ı Hakk’a binlerce hamd olsun ki müslümanlar bugün hak yoluna girmiş bulunuyorlar. Her tarafta mücahedeye sarılıyorlar. Elele vererek harekete geliyorlar. Ataleti terk ederek cihad meydanlarına koşuyorlar. Biz müslümanların en samimi en kudsi ictima’gahımız burasıdır. Biliyorsunuz ki Müslümanlık bizim hayat-ı ve harekatımız bütün akvalimiz mahz-ı ibadettir. Bizi bir araya toplayan bu cami’-i şerifte biz Müslümanlığa müteallik mes’eleleri konuşacağız Müslümanlığın yükselmesine hadim tedbirleri kararlaştıracağız. Müslümanların geçirdikleri felaketlerden duydukları meserretlerden hepimiz haberdar olmalıyız. Zira bütün İslamlar bir ceseddir. Herhangi bir İslam kavmine hatta herhangi bir İslam ferdine gelecek musibetin acısını hepimiz hissederek meserret gelirse diğer biraderler de ondan mahzuz ve hissemend olmalıdır. Bunun için ise daima böyle bir araya gelmek tanışıp derdleşmek derdlerimize çareler bulmak lazımdır. Cenab-ı Hakk’a teveccühle mazhar olduğumuz feyz-ı ilahiyi Müslümanlığı i’la hususundaki mesaimizde de bulmayı bize ta’lim eden yine o din-i mübindir. Muhterem dindaşlar! Bugün bizim pek meserretli bir günümüzdür. Afganistan’da İslam hakimiyeti İslam istiklalini te’min için kılıçlarımızı çektiğimiz bir gündür. Bu sürurumuzu siz kardeşlerimize tebliğ için buraya geldik. Zira burası müslümanların en samimi en kudsi bir ictima’gahıdır. Biliyorsunuz ki hürriyet ve istiklal Allah’ın ni’metlerinden en büyük bir ni’mettir. Milletlerin hayatı Milletler için istiklal olmayınca hayat yoktur saadet yoktur. Resulullah Efendimiz’in ba’s buyurulmasındaki hikmetlerden biri de belki en mühimmi de insanlara hürriyet bahşeylemek insanları zulümden istibdaddan kurtarmaktı. Son zamanlarda her tarafta müslüman milletler üzerine çöken felaketten Afganistan da azade kalamamıştı. Zalimler bizim de istiklalimizi zabt ettiler. Şimalden cenubdan demir kal’a çevirdiler. İstibdad zincirleriyle bizi bağladılar. Etrafımızda desise örgülerini kurdular. Her millet gibi Afgan milleti de bir müddet bu elim bu ıztırablı hale düştü. Zalim devletlerin en azgın ve en kuvvetli zamanlarında Afganistan buna sükut etmek mecburiyetinde kaldı. Müslüman kardeşlerimizden cüda düşme bilhassa bizim ve bütün müslüman milletlerin pişvası olan Türkiye müslümanlarına kavuşamamak bizi o kadar müteessir ve o kadar dilhun ediyordu ki bunu size ta’rif mümkün değildir. Etrafımıza kuşatılan zulüm ve tahakküm zincirlerini kırmak parçalamak için bir fırsat bekliyorduk. Nihayet Cenab-ı Hak bize o fırsatı bahşetti. Emanullah Han hazretleri gibi bir emir-i adil bir padişah-ı müdebbir bir mücahid-i İslam seriri-i emanete calis olur olmaz kılıncını çekti ve “istiklali ihraz edinceye kadar bu kılıncı kınına koymayacağına” milyonlarca CİLD - ADED - SAYFA her tarafında mevcud olan müslüman milletlerinin her biri bir şahsiyet-i nev’iyyedir birer uzv-ı İslam’dır. Hepsi bir yere geldiği zaman vücud-ı İslam teşekkül eder binayı sellem efendimizin buyurdukları vechile mü’minler bir cesedin a’zaları gibidirler. Birisi ağırsa derhal diğerleri de onun acısını hissederler. Birisi kuvvetlenirse diğerleri de kuvvetlenirler. Binaenaleyh müslümanlar en hakiki ma’nasıyla kardeşten başka bir şey değildir. Lakin müslümanlar şimdiye kadar Müslümanlığın bu yüksek ahlak-ı ictimaiyyesini tecelliyat-ı fazılasını maalesef mühmel bıraktılar. İslam’ın vicdan-ı umumisini ona layık olan izzet-i zatiyyesini layıkıyla tecelli ettiremediler. Çok zamanlardan beri bu hakikatten gafil kaldılar. Bu kabil-i inkar değildir. Vakıa bazı müslüman milletleri bu hususta fedakarlıktan geri durmadılar. Fakat hey’et-i umumiyyesi i’tibarıyla alem-i İslam lazım gelen derecede fedakarlık göstermediler. Binaenaleyh bunu fırsat addeden düşmanlar her tarafta İslam’a savlet ettiler; her taraftaki İslamları esaret altına aldılar; bazılarını da almak üzere bulunuyorlar. Evet bugün bir saadet-i istikbaliyye beraat-i istihlali önünde bulunuyoruz. İstikbalde İslam’ın şanına layık bir mevcudiyet ihraz edeceğine şübhemiz yoktur. Bu husustaki olduğu gibi hadisat-ı kevniyye dahi bu hakikatin tecelli edeceğine göstermektedir. İslam ümmeti yağmur taneleri gibidir; önü mü hayırlıdır sonu mu belli değildir. İslam için bu felaket günleri hep böyle kalacak değildir. Elbette bunun bir saadeti olacaktır. Cenab-ı Hak İslamiyet’i Kur’an-ı Kerim’i bütün beşeriyete gönderdi. Bu din-i mübin bütün dinlere hatime çekerek yeryüzünde yalnız ve yalnız kendisi hükümran olacaktır. Bu hakikat mutlaka tecelli edecektir. Henüz daha bunun günü gelmedi. Azimlerimizi arttıralım. Kat’i surette Evet Kur’an ve hadis bize bunu müjdelediği gibi hadisat-ı cariyye de açıktan açığa bunu göstermektedir. Bir zamanlar yekdiğerinden cüda düşen müslümanlar bugün yekdiğerine kavuşmak fırsatına nail oluyor. Aradaki sedler yıkılıyor manialar kalkıyor bizi tazyikı altında ezen zulüm ve tahakküm zincirleri parçalanıyor. Birbirimize sarmaşıyoruz. li: Ta dünyanın öbür ucundan buraya gelen muhterem dindaşlarımızla beraber bulunuyoruz. Bu gözümüzün önünde cereyan eden bir hadisedir ki her şeyi anlatmaya kafidir. Müslümanlar birbirine kavuşmuştur ve kavuştukları gün de kurtulmuştur. Müslüman kardeşlerim artık bundan sonra İslam aleminin yegane şiarı hürriyet ve istiklaldir. Tam müslümanca hareket ettiğimiz takdirde mutlaka İslam kurtulacak ve yükselecektir. Her şeyden evvel ittihad ve riyete hakiki saadet bahşedecek yalnız İslam dinidir. Biz müslümanlar için bundan başka bir düstur olamaz. Mukaddema cihanda bize büyük bir mevki’ bahşeden Müslümanlığımız olduğu gibi atiyen de bizi i’la edecek ancak İslamiyet’tir. Allah müslümanların ittihadını arttırsın. Müslümanları hak ve hakikat yolundan ayırmasın. Bütün İslam milletleri hürriyet ve istiklal şerefine mazhar buyursun. Amin Hüngür hüngür ağlayan cemaat-i müsliminin yüreklerinden kopan Amin sadaları arasında Müsteşar Beyefendi minberden indiler. Müteakıben Büyük Millet Meclisi a’zasından Şeyh Servet efendi kalkarak ber-vech-i ati beyanatta bulundular: – Huzzar-ı kiram! Milletin bir mümessili ve camia-i İslamiyyenin bir ferdi sıfatıyla ben de birkaç söz söylemek lam’ın mahiyet-i hakikıyye ve sıfat-ı zatiyyesine muvafık bir hiss-i samimi ile beyanatta bulunan izhar ettikleri fazilet karşısında cümlemizi mes’ud ve hayran kılan bu muhterem kardeşlerimize cümlemizin namına arz-ı teşekkürü bir vecibe telakki ederim. Kendilerinin kuvvet-i gibi sözleri kalblerimizi son derecede galeyana getirdi. buna birkaç kelime ilave etmeme müsaadenizi rica ederim. müslüman milletlerinin iman ve akidesinde istiklal telakkisi nasıldır? Müslümanlığın icabat-ı hakikıyyesinden olan faziletli yaşayışla yaşamak için Allahü Zülcelal’in müyesser ettiği bizlerin İslam’ın fazilet-i hakikıyyesine düşman olanlara karşı yürüyebilecek vaz’iyet-i hayatiyyede bulunabilmek demektir. Ey cemaat-i müslimin! İslam’ın vatanı şeriat-i Muhammediyyenin hükümran olduğu yürüdüğü te’sir gösterterdiği her yerdir. Müslüman vatanı denildiği zaman biz şeriatin hakim olduğu her yeri anlarız. Binaenaleyh burası bizim vatanımız olduğu gibi Afganlıların da vatanıdır. Bütün müslüman milletleri için böyledir. Müslüman mevcud olan ve hakimiyet-i şer’iyye te’min olunan her yer vatanımızdır. Bütün akvam-ı İslamiyyenin vatanıdır. Bu i’tibarla şarkta garbda dünyanın - - Bu sualin cevabını Sefir hazretlerini tebrike gelen Lazistan Meb’us-ı muhteremi Necati Bey verdiler: – Sefir hazretleri dediler halkın hey’et-i muhteremelerinize karşı gösterdikleri bu fevkalade tezahürün esbabını bilir misiniz? Siz halkın hakiki ictima’gahı olan camie geldiniz büyük bir samimiyetle kardeşlerinin istiklal bayramını anlattınız bu tam müslümanca olan hareketiniz onlara büyük emniyet ve i’timad bahşetti. Onun için şimdi kendi evlerine girer gibi gelip sizi tebrik ediyorlar bundan duydukları hazzı zevkı bilseniz… – Evet hissediyorum. Şimdiye kadar görmediğim bu tezahüratın ulviyet ve samimiyetin farkındayım. Bizim halkımız da size karşı böyledir. Onları görseniz hayretiniz daha ziyade artar. Bütün Afgan milleti sizin memleketinizden bir kuş bile gelse onu takdis edecek kadar sizin hasretinizle sizin iştiyakınızla nalandır. Lazistan Meb’usu Doktor Abidin Bey ilave etti: – Sefir hazretleri biz şimdiye kadar sefir diye hep şapkalı Frenkler görüyorduk. İstanbul’da yalnız bir İran Sefarethanesi vardı ki onun da halk ile teması hiçbir defa vaki’ olmuş bir şey değildi. Siz ise tam ma’nasıyla hakiki bir müslüman devleti sefiri olduğunuzu gösterdiniz. Müslümanlar arasında elbette teklif ve tekellüf yoktur. Abidin Bey bunu söylüyorken halk mütemadiyen fevc fevc geliyor hediyeler getiriyor tebrik ediyor gidiyordu. Diğer tarafta mektep çocukları balkondan şiirler okuyor aşağıda muzika çalıyor Hacı Bayram Caddesi farethane’de biriken binlerce halka hitaben bir nutuk irad etti teşekkürler eyledi. Halkın gösterdiği bu samimane tezahüratın da’vamızın bir olduğunu isbata kafi delil olduğunu söyledi. El-hasıl çocuklara varıncaya kadar bütün halkımız bu kardeş İslam devletinin istiklalini tes’id ve tebcil etti. Allah bütün müslüman milletleri böyle hürriyet ve istiklal bayramlarıyla mes’ud eylesin amin. Sözüme şununla hitam veriyorum: Ayat-ı kevniyyenin büyük azametiyle tecelli edecek olan istiklal-i İslam’ı bütün müslümanlar namına tebrik ederim. Allah bil-cümle ümmet-i Muhammed’i zalimlerin elinden kurtarsın saadete kavuştursun. Müteakıben mevlid-i şerif-i nebevi kıraatına başlandı. Zaten galeyanda olan ruhları Hafız Hüseyin Efendi’nin müessir ve muhrık sesi büsbütün medhuş eyledi. Hep gönüller zevk-ı ruhani ile meşhun oldu. Camiden çıkılınca sokakları dolduran binlerce müslümanlar akın akın bölük bölük Sefarethane’ye şitaban oldular. Meb’usan me’murin ulema esnaf el-hasıl her sınıf halk geliyor Sefir hazretlerini tebrik ediyor kucaklaşıyorlar. Öyle bir teklifsizlik öyle bir samimiyet ki bu müslümanca tezahürat karşısında insanın gözleri yaşarır. Sefaret hey’eti de hiç misli görülmeyen bu samimi tezahürattan pek ziyade mütehassis olmuşlar; kendilerine karşı müslümanların kalblerinde meknuz olan muhabbet ve merbutiyetin ne kadar büyük ne kadar yüksek olduğunu aynen görmüşlerdir. Halkın böyle fevc fevc Sefir hazretlerini ziyaret ve tebrike şitaban olmalarının amil-i hakikisi ne idi? Neden halkımız şimdiye kadar hiç kimseye karşı göstermediği bu teklifsizliği bu samimi ve kalbi tezahürü Afganistan Sefareti’ne karşı izhar edebildi? O halk ki böyle sefirlere değil kendini idare edenlere karşı bile daima çekingen durmuş mesela bir valiyi yahud bir mutasarrıfı tebrik ve ziyaret daima eşrafa münhasır kalmıştır. Halbuki bugün başında hacı sarığı; belinde koca kuşağı ayağında eski mestiyle kendi evine girer gibi Sefarethane’ye geliyor Sefir hazretlerini tebrik ediyor. Bizim halkımızın halet-i ruhiyyesini bilenler için bu cidden şayan-ı hayret bir şeydi. Acaba halkı bu teklifsizliğe sevk eden ve ona bu cesareti bahşeden ne idi? Büyük Millet Meclisi’nin sene-i devriyye-i mesaisi münasebetiyle Ankara’da bulunan bütün sefaretler tarafından tebriknameler gönderildi. Bunlar arasında samimiyetle temayüz eden Afgan Sefiri hazretlerinin tebriknamesi Meclis’in hissiyat-ı İslamiyyesini pek ziyade galeyana getirerek şimdiye kadar hiçbir devlet hakkında gösterilmeyen fevkalade tezahürat-ı İslamiyyeye badi oldu Müteaddid hatibler söz alarak Anadolu müslümanlarının Afganistan’a karşı olan muhabbet ve merbutiyet-i diseyi hülasaten olsun bütün İslam aleminin enzar-ı dikkatine arz etmeyi en şerefli bir vazife addederiz. Reis-i muhterem Hüseyin Rauf Beyefendi tebriknamenin okunacağını şu suretle Meclis’e tebliğ buyurdular: – Efendim kardeş Afgan müstakil hükumetinin Ankara Sefiri muhterem Ahmed Han hazretleri tarafından dünkü tarihle gönderilen ve biraz teehhurla bugün Riyayakındır. İnşaallah bu sene mazlumların halas ve saadet senesidir. Size samimi hürmetlerimizi samimi muhabbetlerimizi göz yaşlarımızla beraber takdim ediyoruz.” Sefir: Sultan Ahmed Han. Tebriknamenin hemen her cümlesi medid alkışlarla karşılandı. Büyük bir müslüman kalbinden çıkan bu sözler Büyük Müslüman Meclisi’nde pek derin te’sirler husule getirdi. Hatta bazı zevat o derece müteessir oldular ki göz yaşlarını zabt edemediler. Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey derhal kürsiye koşarak gerek bizim gerek yüksek bir ruh ve medeniyete malik olan Afganistan hükumet-i İslamiyyesinin istiklal sene-i devriyyesini idrakimizden dolayı müslümanların ne kadar mes’ud olduklarını izah ettikten sonra bu şerefli günlerin tevalisini Cenab-ı Hak’tan temenni etti. Cebel-i Bereket Meb’usu İhsan Bey layık olduğu derecede samimi bir cevab yazılmasını Tunalı Hilmi Bey de iki arkadaş intihab edilerek Afganistan Sefarethanesi’ne gönderilmesini ve istiklal gününün tebrik edilmesini teklif ettiler. Müteakıben Kütahya Meb’usu Besim Atalay Bey kürsiye çıktılar: – Birisi Asya’nın ortasında diğeri Asya’nın garbında biri İslam’ın güneşi öbürü hilalini tutmuş iki hükumet bugün ancak istiklalini muhafaza ediyor. Bizim dostumuz onların dostu bizim düşmanımız onların düşmanıdır. Bundan bir asır evvel bugün bizim güzel memleketlerimizi çiğneten düşman onların güzel memleketlerini çiğnemiş Kandehar’ı Gazne’yi tahrib etmiş cevami’-i şerifeden yıktığı taşları Hindistan’a kadar göndermişti. Fakat Afganlılar merdliklerini İslamiyet’e layık olan şecaatlerini göstererek memleketlerini kurtarmışlardır. Arkadaşlar Afgan tarihi öyle haber veriyor ki kadınlar bile silaha sarılarak düşmana karşı yürümüştü. Yaşasın sesleri Düşman orduları bir ferd kalmasıya kadar Afganistan’da erimiş gitmiştir. Yoksa Afganistan’ı da Hind gibi Hind-i Çini gibi pençe-i tasallutuna almayı çoktan istiyordu. Afganlıları ittihadlarından ittifaklarından dolayı tebrik ederim. Onlar ancak habl-i metin-i şeriate ve habl-i metin-i ittihada sarıldıkları için kendi memleketlerini kurtarmışlardır. Bugün onlar Asya’nın ortasında Asya’yı ihya edecek harekete getirecek bir halde bulunuyorlar. Şu Receb-i şerifin başlangıcında onların kamer bir araya geliyor. Büşra size efendiler!... Ba’dehu Trabzon Meb’usu Ali Şükrü Bey kürsiye geldiler: – Efendiler. Bendenizden evvel söz söyleyen arkadaşlar Afganistan’ın vaz’iyet-i istiklali hakkında lazım set’e vakı’ olan üçüncü sene-i ictimaiyyemiz münasebetiyle Meclis-i alinizi tebrik eden bir tahriratı vardır. Müsaade ederseniz hey’et-i aliyyenize okunsun. Okunsun sesleri. Bunun üzerine Afgan Sefiri hazretlerinin samim-i ruhtan yazılan şu kıymetdar tebriknameleri okundu: Ecdadına layık bir surette Anadolu’nun gösterdiği büyüklükler ve hakk-ı istiklal için pek mukaddes ve şayan-ı tebcil mücadele ve mücahedeler içinde sene-i cedidenin ve hürriyet yolunda bezl-i mal ü can eden Anadolu’nun fedakar ve muhterem ahalisini en samimi ve kardeş hislerle Afgan hükumet-i İslamiyyesi ve şahsım namına tebrik ile kesb-i şeref eylerim. Afganistan hükumeti bütün Afganlıların İslamiyet’in kudsi ve la-yezal rabıtasıyla daima Türkiye’ye ve onun fedakar halkına pek derin muhabbetlerle alakadar oldukları vareste-i arz u beyandır. Zalim devletlerin ve onların pişdarları olan gaddar düşmanın Türkiye’ye karşı ta’kib ettikleri zalimane ve hunrizane hareket ve siyasetten Afganistan ahali-i İslamiyyesiyle hükumeti Türkler kadar müteessir ve müteellimdir. Paşa hazretleri sizin en samimi ve hakiki kardeşleriniz olan Afgan müslümanları daima sizin sürurlarınızla mesrur kederlerinizle elem-naktir. Sizin zaferleriniz bizim zaferimizdir sizin saadetiniz bizim saadetimizdir. Hakkın yükselmesi için cihad meydanlarında isar-ı hun eden İslam mücahidlerini Cenab-ı Hak mutlaka fevz ü zafere mazhar kılacaktır. Hakka nusret edenlerin en büyük zahiri Hallak-ı Kerim’dir. Siz Türkiye müslümanları ki bütün İslam aleminin kurretü’l-aynısınız sizler inşaallah mın merkez-i nevvarı olacaksınız. Siz nasıl isterseniz bakınız lakin bütün müslüman milletleri ve bilhassa Afgan milleti daima kurretü’l-aynı telakki ediyor ve pişva-yı İslam tanıyor. Siz kurtulacak zafer ve saadete nail olacaksınız ve sizinle beraber bütün müslüman milletleri bütün mazlum milletler halas bulacaktır. Da’vamız haktır. Binaenaleyh zafere vusul de hakkımızdır. Hürriyetlerini kılıçlarının kabzasına bağlayan milletler onu hiçbir zaman zayi’ etmezler. Hürriyet ve istiklal sizin ve bizim şiarımızdır ve bundan sonra bütün bu olacaktır. Ey büyük milletin büyük mümessilleri…! Kalblerimizi kalblerinize rabt eden Halik-ı Zülcelal’in azamet-i şanına kasem ederim ki İslam için mazlumlar için fevz ü zafer - - düferlerinden istifade edip kendi memleketlerine silah ve cebhane naklettirmeyi bile İngilizlere kabul ettirmişlerdir. Binaenaleyh azimkarane ve müttehid çalışmak suretiyle gayeye vasıl olmanın en son misali Afganlıların bugün tebcil ettiğimiz istiklallerini kazanmak hususundaki hareketleridir. Binaenaleyh inşaallah Asya’nın göbeğinde bulunan Afganlı kardeşlerimiz gibi biz de kemal-i ittihadla çalışarak gayemize vasıl olacağız. Bunda hiç şübhemiz yoktur. Tebrikata teşekkür ediyorum ve Afganlı kardeşleri bi’l-mukabele ben de tebrik ediyorum. Ba’dehu Edirne Meb’usu Şeref Bey söze başladılar: – Arkadaşlar bendeniz biraz evvel kürsi-i hitabetten tebcil eden arkadaşların sözlerine tamamıyla iştirak etmekle beraber iki kelime ilave etmek istiyorum. Tam hicretin otuzuncu senesinden beri din-i mübin-i Allah’ın mümtaz yarattığı bir millet varsa o da Türk’tür. Türk; Kur’an-ı Kerim’i eline almış ve bütün kanını onun duğu günden son demine kadar hiçbir dem; hiçbir vakit kendisine tevdi’ edilmiş olan bu kudsi ve ulvi vazifeyi gözünü kırpmadan ifa etmiş ve yürümüştür; elbette o Asya’nın en asil ve necib milletidir. İşte Türk milletinin tarih-i seyrini tedkik ederken onu biz Al-i Sebüktegin orada bir altın ordu vücuda getirerek Hindistan’a din-i mübin-i İslam’ı soktuğunu görürüz. Efendiler peygamberler diyarı olan iman ve tevhid ocağı olan Asya bir zamandan beri zalim Avrupa’nın eli altında kalmış birçok haris “kapitalizm” denilen “sermaye” denilen velhasıl ne söyleyeyim.. Hülasa “istismar” denilen ve yenip yutulan şeylerin biçare mazlumu olup kalmıştır. Kahrolsun sesleri Onlar düşünmüyorlardı ki Asya’daki milletler her halde bir gün tamamıyla hak ve hürriyete malik olacaklardır. Çünkü Asya hiçbir gün esareti kabul etmiş bir milleti bugüne kadar sinesinde yaşatmamıştır. alemi bugün varlığını isbat edecek sahaya çıkmıştır. Çünkü efendiler ben iman ediyorum ki Allah “Din-i mübin-i bir siyah kuvvet karşıma çıkacak bana Allah’ın bahşettiği dinimin imanımın emrettiği vatanımı müdafaa için kalbimden kopan azmimi kıracaktır? Hayır! miyye başlamıştır. O bir mecraya doğru gidiyor. Biz ki olan sözleri söylemiş bulunuyorlar. Müsaade buyurursanız bendeniz de birkaç kelime ilave edeceğim. Efendiler biz hariç olmak üzere alem-i İslam’da son zamana kadar istiklali muhafaza eden bir millet varsa o da Afganistan’dır; biliyorsunuz. Fakat son zamanlarda bütün dünyaya hükmetmek daiyesiyle çalışan bir hükumet Afganistan’ı nim-vesayet altına almıştı. Afganlılar ümmet-i İslamiyye içinde kuyud-ı diniyyesine en ziyade merbut bulunan bir kavimdir. Maatteessüf bazı İslam devletlerinin yapmış oldukları taklid beliyyesinden kendilerini kurtardıkları için yahud taklide heveskar olmadıkları rafından kendi istiklallerine hatime çekmek üzere yapılan entrikaların hepsini akim bırakmışlardır. Afganlılar son zamanda vakt-i merhunu gelmiş addederek istiklal-i tammı elde etmek için harekat-ı harbiyyeye kıyam etmişlerdir ve bugün İngiliz Meb’usanı’nda söylenilen sözlerle okunan raporlarla sabittir ki İngilizler şimdiye kadar hiçbir müstemleke harbinde kullanmadıkları azim bir orduyu Afganistan’da kullanmışlardır. Yani Afgan hududunda bin kişilik bir ordu kullanmışlardır. İngilizler yine mu’teriftirler ki karşılarında muntazam olarak yedi bin Afgan askeri ve gayr-i muntazam kabail olarak bin kişi vardı İngilizler bu kuvvet karşısında aciz kalmışlar ve mütareke taleb etmişlerdir. Bu bendenizin Afganlıları medh etmek için uydurduğum sözler değil İngiliz Meb’usanı’nda okunan raporlardır. Bunun üzerine Afganlılar İngilizlerin taleb ettiği mütarekeyi vermişlerdir. O zamandan beri musalaha müzakeratına başlamışlardır. Fakat bu müzakere bir sene sürmüştür. Çünkü Afganlılar en başa bizim mes’elemizi koymuşlardı. Diyorlardı ki: “Türkiye üzerinde İngilizlerin ta’kib etmek istedikleri zulüm ve i’tisafat siyasetinden vazgeçilmedikçe Türklerin istiklal-i tammı hakkında te’minat verilmedikçe biz sulh etmeyiz.” Taleb ettikleri şeyler tabii daha vardı. Birçok şeyler olmakla beraber en mühimmi ve ehemmiyet verdikleri bu idi. Binnetice onlar emellerine muvaffak oldular ve nitekim Afganlıların buraya göndermiş oldukları hey’et-i sefaretle yapmış olduğumuz ittifakname bunu gayet açık bir surette gösterir. Demin arz ettiğim şey müsbet bir madde olmak üzere bizim muahedeye konmuştur. Yani birimize hariçten taarruz vaki’ olunca silah be-dest olarak yekdiğerimizi müdafaa edeceğiz. Şu müsbet muahede Afganlıların bir sene süren müzakerat-ı sulhiyyede ne kadar sebatkar olduklarını göstermiştir. Efendiler Afganlılar vaz’iyetlerinden o kadar güzel rı sulhde Hind vaz’iyeti salah peyda edince Hind şimenOnun için Afganlıların Büyük Millet Meclisi’ne rayegan buyurdukları bu tebrike karşı ben bütün arkadaşları teşekküre da’vet eder ve yaşasın İslam alemi derim. Şeref Bey’den sonra Lazistan Meb’usu Necati Bey kürsiye geldiler: – Muhterem efendiler anlaşılıyor ki dünyada en büyük kuvvet kuvvet-i iman imiş. Öteden beri kendilerini ötekinin berikinin tesvilatına tezviratına ve adat-ı gayr-i meşruasına kaptırmak isteyenler bilahare haib ü hasir olduklarını görmüşlerdir ve görmektedirler. Bu hakikat anlaşıldıktan sonra müslüman milletleri içerisinde bunu en evvel anlayan Afganistan olmuştur. Bugün her taraftan kendisini tazyik altına alan muazzam kuvvetin taht-ı te’sirinde kalmayarak fırlayıp çıkmıştır. Ve el-an dahi herkese i’lan etmektedir ki: “Dinime sarılıyorum dinimi tanıyorum başka bir şey tanımıyorum.” Her kim herhangi bir millet din-i mübin-i Ahmedi’ye bi-hakkın sarılmıştır bunun için hüsran yoktur korku yoktur; daima muzaffer daima muvaffak olacaktır. Bizim için dahi daima tebşirat vardır. Çünkü din-i mübin-i Ahmedi’nin etrafında toplanmışız ve ona sımsıkı sarılmışız ve onu hiçbir vakit elimizden gaib etmeyeceğiz. Bundan dolayı hepimiz mübeşşeriz. Her halde istiklal-i milliyi ve Misak-ı Milli’yi biz dahi elde edeceğiz. Bundan dolayı her iki müslüman devletin birbirine gayet yakın olan istiklalimizi tebrik için vuku’ bulan Afganistan’ın tebrikatına mukabele etmek üzere biz de tebrik ederiz. Büyük Millet Meclisi tarafından aynı samimiyetle cevab yazılması takarrur etmiş ve Riyaset-i celile tarafından Afganistan istiklali tebrik olunmuştur. ____________________ Kari’lerimize Mühim İhtar Hitam bulan altı aylık abonelere bu nüshadan sonra gönderilemeyecektir. Evvelce ihtar edilmiş ve birkaç nüsha da fazla gönderilmiş olduğu için ma’zur görülmesi rica olunur. Devamını arzu edenlerin her halde abonelerini tecdid etmeleri iktiza eder. efendiler İslam’ın münevver kafaları hangi kavme mensub olursa olsun… İslamiyet kavmiyeti kabul etmez. İslamiyet vahdettir. İslamiyet sırf tevhiddir. Başka ma’nası yoktur. Başka bir esas yoktur. İslam tevhid üzerine teessüs etmiştir. Bütün Asya’da yaşayan kim olursa olsun Afgan İran Türk Kürd Arab Çerkes Arnavud … kaffesi yalnız ve yalnız din-i mübin-i İslam’ın tebşir ve Allah’ın daima vaad ettiği selamet ve vahdeti ve nihayet rine karşı koyarak maksad-ı umumi ve kudsiyi meydana getireceğiz. Bizimle beraber Afganlı kardeşlerimize İranlı kardeşlerimize müşterek olan düşmanımızın aldığı vaz’iyeti demin Trabzon Meb’us-ı muhteremi Ali Şükrü Beyefendi gibi yukarıdan aşağıya kanlı pençelerini uzatarak onu zebun etmek isteyen yalnız iki kuvvet vardı: O kuvvetin birini esasen parçalayıp attılar o da gitti. İkinci kuvvet yalnız Adalar’a kaplumbağa gibi çekilmiş bütün dünyayı eline alarak nefsine çalıştıran hür insanları hizmetkarlık mevkiinden yukarı çıkartmak istemeyen bir milletin …. Fakat efendiler yirminci asırda yaşıyoruz. Herkes yirminci asır diyor. Ben on dördüncü asır diyorum. İslamlar artık’üncü asırda hiçbir vakit Britanya adalarının sefil hizmetkar gibi çalıştırdıktan sonra ma-hasalını elinden alarak böyle karnını şişirmek isteyenlerin İslam alemi hizmetkarı olmayacaktır. İslam alemi yalnız Ka’be’sinin hizmetkarıdır. Başka hiç kimsenin hizmetkarı değildir. Salahaddin Bey – Elverir ki bütün gönüller oraya teveccüh etsin. Şeref Bey – Afganlılar işte İngilizlerle sulhu yaparken dikkat ediniz. Okuduğunuz zaman göreceksiniz ki: Onlar iman etti. Afganlılar kalblerini yalnız ve yalnız bugün bütün İslam aleminin mihrabı olan Türkiye’ye çevirerek onlarla anlaştılar. Fakat başta en başta inde’l-iktiza bütün İslam alemi kabardığı vakitte Afganlılar da onlarla beraberdir. Buna hiç şübhe yoktur. |/\|