|\/| _____ Tarih-i Cevdet Ahmet Cevdet Paşa 1884 2056 1147 188 _____ *Mukaddeme* Târîh-i Cevdet’in mebde’i olan bin iki yüz seksen sekiz sene-i hicriyyesi Devlet-i Aliyye’ce bir hadd-i fâsıl gibi olup andan sonra vukū‛âtın rengi tagayyür etmişdir. Bir asrın vukū‛âtı ise a‛sâr-ı sâbıkanın i‛dâd ve tehyi’e ettiği ilel ve esbâb-ı müteselsilenin netâyic ve müsebbebâtı idüğünden yazılacak vekāyi‛-i târîhiyye ne makūle esbâbın âsârı idüğü bilinmek lâzım gelür. Binâ’en-alâ zâlik, maksûda şürû‛dan mukaddem düvel-i sâlifenin ve ale’l-husûs Devlet-i Aliyye’nin vekāyi‛-i külliyye ve ahvâl-i umûmiyye-i mâziyesi ve Mısır ve Kırım gibi kıta‛ât-i mühimmesinin vekāyi‛-i meşhûresi ile târîh mutâla‛a idenlere lâzım olan ba‛z-ı ma‛lûmât-ı mühimme ber-vech-i âtî icmâlen fasıl fasıl beyân olunmak münâsib görülmüştür *Fasl-ı Evvel* *İlm-i Târîhin Lüzûm ve Fâ’idesi Beyânındadır* İlm-i târîh efrâd-ı nâsı vekāyi‛ ve me’âsir-i mâziyeye ve vükelâ vü havâssı hafâyâ ve serâ’ir-i mukteziyyeye muttali‛ idüp, nef‛i âmme-i âleme â’id ve râci‛ olduğundan âmme-i eşhâs mutâla‛asına mecbûl ve beyne’l-havâss makbûl ve mergūb bir fenn-i kesîrü’l-menâfi‛dir. Zîrâ insân medeniyyü’t-tab‛ olup ya‛nî behâyim gibi münferiden yaşayamayup, ma- hal be-mahal akd-i cem‛iyyet iderek yek-diğere mu‛âvenet itmeğe muhtâc olurlar. Ve bu cem‛iyyet-i beşeriyyenin derecât-ı mütefâvitesi olup ednâ derecesi hayme-nişîn olan kabâ’ilin cem‛iyyetidir ki, havâyic-i zarûriyye-i beşeriyyeyi tedârük ile şecere-i hayâtın se- meresi olan tenâsül maksadına vüsûl bulurlar. Lâkin, şekil ve hey’et-i medeniyyetin netîcesi olan me‛ârif ve ulûm-ı sınâ‛iyye ve sâ’ir hasâ’is-i kemâliyye-i insâniyyeden mahrûm olur- lar. Ve ehl-i kurâ medâ’in-i mu‛azzama ahâlîsine nisbetle âsâr ve netâyic-i sahîha-i mede- niyyetden mehcûr add olundukları gibi bunlar dahi kurâ ahâlîsine nisbetle medeniyyet- den dûr kalurlar. /../ Cem‛iyyet-i mezkûrenin a‛lâ derecesi dahi medeniyyet, ya‛nî devlet ve saltanat mertebesidir ki, bir devletin sâye-i hıfz u hirâsetinde yek-diğere gadr ve te‛addîden ve a‛dâ vü ağyârın endîşesinden âzâde olup bir tarafdan ihtiyâcât-ı beşeriyyelerini tahsîle ve bir tarafdan dahi kemâlât-ı insâniyyelerini tekmîle meşgūl ve âmâde olurlar. Şöyle ki, def‛-i mazarrat ve celb-i menfa‛at dâ‛iyesi insânda bir emr-i cibillî olup ba‛zan bir maksadda bir nice kimselerin emel ve arzuları müttehid ve müzâhim oldukda başlu başlarına kalsalar yek-diğere gadr itmek istediğinden ve ba‛zan dahi bir maslahat-ı umûmiyyede bir cem‛iyyet ile diğer cem‛iyyetin beyninde bi’t-tab‛ münâza‛ât ve muhârebât vâkı‛ olageldiğinden herkes hukūk-ı zâtiyye ve umûmiyyesini cânib-i hükûmete tevdî‛ ile anın hükm ve himmetine râzî olarak levâzım-ı kemâlât-ı insâniyye tahsîline meydân-ı ferâgat bulurlar. Ve ol millet sınıf sınıf ayrılup kimisi zirâ‛at ve ticâret ve kimisi umûr-ı mülkiyye ve askeriyyede hidmet ider. Ve ulûm ve sanâyi‛ kuvvetiyle yüz kişinin havâyic-i zarûriyyesini on kişi hâsıl itmeğe ve müddet-i medîde zarfında hâsıl olabilecek mevâdd az vakit zarfında husûle gelmeğe başlayup ol milletin evkātı havâyic-i zarûriyye tahsîlinden fazla kalarak ve işbu fazla vakitler dahi hasâ’is-i kemâliyye-i insâniyye tekmîline masrûf olarak levâzım-ı hazariyyet ve medeniyyet günden güne bu nisbet üzre müterakkī olup gider. Ancak ol milletde artık sâdelik ve sebük-bârlık kalmayup, tecemmülât ve tekellüfât artarak ihtiyâcât çoğalır. Ve ana göre menâfi‛-i zâtiyye ve ağrâz-ı şahsiyye dahi tezâyüd ve terakkī bulur. Ve gitdikçe ol milletin idâresine su‛ûbet gelerek hüsn-i idârenin husûl bulmasıyla devletin ilerülemesi ve milletin sa‛âdet-i hâl kesb idebilmesi mahâret ve vukūf ashâbının sarf-ı ihtimâm u dikkatine mevkūf olur. Böyle umûr-ı siyâsiyyede mahâret ise ancak tecribe ile hâsıl olabilüp her sûreti tecribeye dahi bir âdemin ömrü vâfî ve bir asrın tecribesi kâfî olmadığından ve ârif olanlar es- sa‛îdü men et‛aza bi-gayrihî hadîs-i şerîfi mü’eddâsınca herşey nefsinde tecribeye kalkışmayarak sâ’irinden ibret ve nasîhat alageldiklerinden vükelâ vü havâss ilm-i târîhden sâ’ir eşhâs gibi ahvâl-i zâtiyyelerince müntefi‛ olduklarından başka mesâlih-i düveliyyece dahi müstefîd ve mütemetti‛ olurlar. Binâ’en-aleyh, vatan ve memleketini seven ve devlet ve milletinin bekāsını isteyen eslâf-ı me‛ârif-ittisâf kendi asırlarının vekāyi‛ ve ahbârını zabt ile ahlâfa yad-gâr bırağarak kendüleri dahi mazhar-ı ed‛iyye-i hayriyye-i ahlâf olagelmişlerdir. Kaldı ki, mâzî ve müstakbel ahvâline vâkıf ve belki ezel ve ebed esrârını ârif olmağa insânda bir meyl-i /../ tabî‛î olduğundan ale’l-umûm nev‛-i beşerin bu fenne ihtiyâc-ı ma‛nevîsi der-kârdır. Ve hıfz-ı nizâmât-ı düveliyye, ilm-i târîh ile olup usûl-i sâlifenin vakt ü hâle tatbîkında ise fevâ’id-i kesîre mütehakkık olduğundan ba‛z-ı ulemâ ilm-i târîhin ta‛lîm ve ta‛allümü derece-i vücûbdadır dediler. Nakl olunur ki, hulefâ-yı Abbâsiyye’den Kā’im bi-Emrillâh zemânında ehl-i Hayber’den birkaç nefer müteayyinân yehûd, Dâru’l-hılâfe-i Bağdâd’a gelüp cizyeden mu‛âfiyetlerini müş‛ir sened sûretinde bir varak-pâre ibrâz ile zu‛mlarınca Hazret-i Ali‛nin hattı olmak üzere taraf-ı Risâlet-penâhî’den kendülerine virilmiş ve ashâb-ı kirâmdan birkaç zâtın şehâdetleri dahi tahrîr olunmuş olmağla senedleri nezd-i halîfede kabûl kılınarak cizyeden mu‛âfiyetleri bâbında ısdâr-ı menşûr olunmak üzre iken Re’îsü’r-rü’esâ bulunan Ebü’l- Kāsım b. Mesleme’ye şekk ârız olarak, “sened-i mezkûr sahte bir şey olmasun, hele bir kere müverrih-i ahd olan Hatîb-i Bağdâdî’ye gösterilmesi münâsib olur” deyü halîfeye ihtâr itmekle, Hatîb-i mûmâ-ileyhe arz olundukda, fenn-i târîhçe senedin sahte olduğunu isbât itmişdir. Şöyle ki: “Sened-i merkūmda muharrer olan şühûddan Hazret-i Mu‛âviye hicretin dokuzuncu senesi yevm-i feth-i Mekke’de şeref-i İslâm ile müşerref oldu. Hayber’in fethi ise hicretin yedinci sâlinde vukū‛ bulmuş idi. Kezâlik, şühûd-ı muharrereden birisi dahi Sa‛d b. Mu‛âz hazretleri olup muşârun-ileyh ise hicretin beşinci senesi, yevm-i Hendek’de cisr-ifenâdan güzâr itmekle Hayber fethinde bulunmadı.” dimekle mevzû‛iyyeti sübût bularak şakk olundu. Bu cihetle müverrih-i mûmâ-ileyh beytü’l-mâl-i müslimînin intifâ‛ına sebeb olmuşdur. *Fasl-ı Sânî* *Hükûmetlerin Atvâr ve Aksâmı Beyânındadır* Bu âlem-i dünyâya nazar olunsa teceddüdât-ı yevmiyyeden ibâret bir hengâme-i ibret ol- duğu rû-nümâ olur ve bu ma‛nâ-yı teceddüd cemî‛-i a‛yân ve a‛râzda bulunur. Bu kabîlden olmak üzre, şahs-ı vâhid, gerek vücûdca ve gerek hâlce bir zemân terakkīde ve bir zemân tenezzülde olduğu misillü, her devlet dahi bu minvâl üzre gâh kuvvet bulur ve gâh za‛f /../ ve fütûr hâline gelür. Ve her devlet, bidâyet-i zuhûrunda sâde ve sebük-bâr olup eğerçi günden güne kuvvetlenür ise de insân yaşlandıkça me’kel ve meşâribde ve mes- ken ve melâbisde ihtiyâcı artdığı gibi devlet dahi eskidikçe tekellüfâtı artıra geldiğinden evvelki sâdeliği kalmayup meşâğıl ve masârıfı ziyâdeleşür ve fevka’l-‛âde bir vak‛a hâdis oldukda ve masârıf-ı mu‛tâdesinden ziyâde bir masraf açıldıkda muzâyakaya dûçâr ve emr-i idârede ba‛z-ı gûne kusûr dahi sâdır olur ise ser-pençe-i za‛f ve fütûra giriftâr olur. Sünnetu’llâh fi’l-âlemîn. Velhâsıl, kangı devlet olur ise olsun, bir tavrdan tavr-ı âhara nakl idegeldiği cihetle her devrde bir tavr-ı mahsûsda bulunur. Ve her tavrda bir dürlü davranmak ve her devrin mizâcına göre çâre ve ilâc aranmak lâzım gelür. Şöyle ki: Her şahsda sinn-i nemâ ve sinn-i vukūf ve sinn-i inhitât olduğu gibi her devletde dahi bu merâtib-i selâse bulunup herkes hıfz-ı sıhhat husûsunda sinnine göre davrandığı misillü hey’et-i devlet dahi bir cism-i insânî mesâbesinde olduğundan her tavr ve mertebesinde hareket-i münâsibeye dikkat olunmak lâzım gelür. Ve tavr-ı inhitât ba‛zan hiss olunmayacak sûretde hafî olur. Ve ba‛zan dahi celî ve âşkâr olup ilâcı müşkil ve düşvâr olur. Ve ba‛zan bir devletde ziyâdesiyle inhitât ve fütûr emâreleri zuhûr itmişiken tedâbîr-i hakîmâne ile teceddüd idüp tâzelendiği vardır. Fakat ol hâlde devletin tehlikesi ziyâde olup fevka’l-âde ba‛z-ı ilel-i hâriciyye dahi zuhûr ider ise teceddüd idüp de halâs bulması pek düşvârdır. Ve vukū‛ı var ise de vukū‛ât-ı cesîme ve ınkılâbât-ı azîme ile hâsıl olabilmişdir. Ve nice devletler dahi sinn-i vukūfunu ikmâl itmeden kendü kusûruyla yahud bir kazâ zuhûruyla mahv ve münkarız olmuşlardır. Ma‛lum ola ki, düvel-i nasârânın ahkâm-ı siyâsiyyeleri ictimâ‛-ı ârâ-yı ukalâ ile tertîb olunmuş olan kavânîn-i hükmiyyeden ibâret olduğu hâlde hükûmetleri iki kısma mükasımdır. Biri, hükûmet-i rûhâniyye ya‛nî dîniyye, diğeri, hükûmet-i cismâniyye ya‛nî mâddiyyedir. Hükûmet-i rûhâniyye, Katolik mezhebinde Papanın hükûmetidir ki, bi’l-cümle katolik râhiblerinin âmiri ve kilîsâlarının re’îsi olup, anı Hazret-i Īsâ’nın vekîli olmak üzre i‛tikād iderler. Ve bi’l-cümle katolik devletlerinin memâlikinde anın hükûmet-i rûhâniyyesi cârîdir. Vaktiyle Avrupa içinde bu hükûmet-i rûhâniyyenin pek ziyâde te’sîr ve nüfûzu var idi. Lâkin hükümdârlar papaların elinden çok cevr ü cefâ çekdiklerinden refte refte papaların nüfûzlarını kesr u taklîl itdiler. Rum, ya‛nî Ortodoks mezhebinde bulunan /../ bi’l-cümle hıristiyanlar papayı tanımayup hükûmet-i rûhâniyyede İstanbul Patriki’ne tâbi‛dirler. Ermenilerin re’îs-i rûhânîlerine Katogıkos dinilür ki, üçdür. Birisi, Gürcistan’da vâkı‛ Eçmiyazin ve diğeri Kozan’da vâkı‛ Sis ve üçüncüsü Van tarafında kâ’in Ahtamar kilîsâlarının re’îs-i rûhânîleridir. Ammâ protestanların böyle bir re’îs-i umûmîleri yokdur. Hükûmet-i mâddiyye dahi üç kısımdır. Hükûmet-i mutlaka, hükûmet-i meşrûta, hükûmet-i cumhûriyyedir. Hükûmet-i mutlaka, inân-ı hükûmeti bütün bütün eline almış olan bir hükümdârın hükûmetidir. Rusya devleti gibi. Hükûmet-i meşrûta, millet meclisinin re’yine ittibâ‛ iden hükümdârın hükûmeti olup bu dahi iki kısımdır. Kısm-ı evvel, meşrûta-i umûmiyye olup âmme-i ahâlî müsâvât üzre bulunur. Almanya ve İtalya devletlerinden ba‛zıları gibi ki, vükelâ-yı devletden başka milletce intihâb olunan a‛zâdan mürekkeb bir millet meclisleri vardır. Kısm-ı sânî, meşrûta-i hasebiyyedir ki, zâdegân-ı millet bayağı ahâlîden vücûh ile mümtâz ve mütehayyiz olurlar. İngiltere devleti gibi ki, âmme-i ahâlîsi zâdegânın nâ’il oldukları rüteb ve imtiyâzâta nâ’il olamayup fakat her kazâdan intihâb ile pây-ı tahta gönderdikleri a‛zâdan mürekkeb meb‛ûsân-ı millet meclisi nâmıyla bir meclisleri vardır ki, bir maslahat anda tezekkür olundukdan sonra zâdegân-ı millet meclisinde karâr- gîr olur. Bu meclisler dâ’imâ açık olmayup belki senede üç dört ay kadar güşâd olunup parlament tesmiye olunur. Devletin vükelâsı kral tarafından nasb olunmuş me’mûrlar olup umûr-ı devleti bi’t-tezekkür krallarına imzâ itdirdikden sonra icrâ iderler. Lâkin, her husûsda parlament tarafından mes’ûl olurlar. Hükûmet-i cumhûriyye, bir hükümdâr-ı mahsûsu olmayup, belki ekseriyet-i ârâ ile biri intihâb olunarak kral makāmında olmak üzre muvakkaten millet re’îsi nasb olunur. Amerika cumhûru gibi. Fransa devleti, mukaddemleri hükûmet-i mutlaka iken millet içine ihtilâl düşerek mu’ahharan cumhûr olmuşlar idi. Ol vakit, cihân-gîrlikle hurûc iden Napolyon Bonaparte, İmparatorluk rütbesini hâ’iz olmağla, yine hükûmet-i mutlakaya münkalib olmuş idi. Vâkı‛â, şekl-i devlet hükûmet-i meşrûta üzre mü’esses idi. Lâkin Bonaparte, her istediğini icrâya muktedir olduğu cihetle hakīkat-i hâlde bir hükûmet-i mutlaka idi. Bonaparte’den sonra hükûmet-i meşrûta-i umûmiyye olup Luyi Filip’in eyyâm-ı /../ kraliyyetinde bu hâl üzre gitdi. Bin iki yüz altmış beş senesi hılâlinde vukū‛ bulan Fransa ihtilâlinde yine cumhûr olup Luyi Napolyon’u dört senelik olmak üzre re’îs-i cumhûr nasb itdiler. Lâkin, ahâlî beyninde ittifâk olmayup kimisi krallık tarafdârı ve kimisi teşkîl olunmuş olan âdî cumhûriyyet tarafdârı oldular. Bir takımı dahi böyle âdî cumhûriyyete kanâ‛at itmeyüp azıtdılar. Ve bütün bütün hadd-i ma‛rûfun öte tarafına gitdiler. Şöyle ki: Hukūk-ı mülkiyyet ve zevciyyeti inkâr idüp ve herkes kâffe-i husûsâtda müsâvât üzre olmalıdır deyüp bir çok edânî dahi bunu mizâclarına muvâfık görmeleriyle Fransa Cumhûriyyetini bu renge boyamağa teşebbüs itdiler. Fransa kibâr ve ukalâsının bundan gözü ürkmeğe, cumhûriyyetden ve belki hükûmet-i meşrûta serbestliğinden yüz çevirüp, Napolyon’un henüz dört sene müddet-i riyâseti hıtâm bulmazdan evvel imperatorluğunu bi’t-tasdîk hükûmet-i mutlakaya ser-fürû-bürde-i ınkıyâd oldular. İşbu Fransa ihtilâlâtı arasında Nemçe halkı dahi serbestlik sevdâsına düşerek ve pek çok kanlar dökerek hükûmetlerini hükûmet-i meşrûtaya kalb itmek istediler ise de hühûmet-i imperatoriyye gālib gelerek yine hükûmet-i mutlaka tahtında kaldılar. Bunların her birinde birer gûne fenâlık melhûz ve meşhûd olup, hele cumhûriyyetin zikr olunan fırka-i mütecâvizesi bütün bütün akıldan ve nevâmîs-i tabî‛iyyeden ba‛îd bir fikr-i bâtıldır. Ammâ hükûmet-i islâmiyye, hılâfet ve saltanatı câmi‛ olup, imâmü’l-müslimîn olan pâdişâh-ı islâm, hâmî-i şerî‛at ve muhyî-i saltanat olmağla, lillâhi’l-hamd bu gûne teferruk ve teşettütden berîdir. Ve eğerçi, zîrde beyân olunacağı vechile, Devlet-i Abbâsiyye’nin evâhırında memâlik-i islâmiyyede zuhûra gelen ihtilâlât-ı azîme hasebiyle, hılâfet ve saltanat ayrılarak, hılâfet bir riyâset-i dîniyye ve saltanat riyâset-i mâddiyye derecesine vardı ise de mu’ahharan Devlet-i aliyye-i Osmâniyye’nin zuhûruyla millet-i islâmiyye teceddüd iderek yine hâlet-i asliyyesini buldu. |/\|