|\/| _____ Tevfik Mehmed 1843 67459 20190 4852 _____ SELÂTÎN-İ CİHÂNIN SER-FİRÂZI ESÂS-I SALTANAT OSMÂN GÂZÎ Fâtiha-ârâ-yı şeh-nâme-i Osmânî ve pîrâye-bahşâ-yı ser-defter-i cihânbânî, şehriyâr-ı âlî-tebâr, Hazret-i Abdü’l-azîz-i Fârûkî-kirdâr Efendimiz Hazretlerinin cedd-i a’lâları cennet-mekân Osmân Hân-ı Gâzî ibn Ertuğrul Gâzî ibn Süleymân Şâh-ı Gâzî Hazretleridir. Hicret-i seniyye alâ-sâhibi’t-tahiyye efendimiz hazretlerinin senesi zîver-efzâ-yı mehd-i şevket ve senesinden ibtidâ’ sene müddet nevbet-zen-i kûs-ı saltanat ve senesinde semt-i bekâya kâfile-bend-i rıhlet olmuşlardır. Müddet-i ömrleri altmış dokuz senedir. Uzun boylu, ak benizli, kumral kaşlı, sâlih ü mütedeyyin ve şecî’ ü dil-âver bir şehriyâr-ı adâlet-perverdirler. Hattâ gençlikleri âleminde ve pederleri Ertuğrul Gâzî Hazretlerinin âlem-i hayâtında bir kimsenin hânesine misâfir olurlar. Dîvârda asılı bir kitâb görüp “Bu ne kitâbdır?” diye su’âl buyurduklarında sâhib-i hâne “Kelâm-ı Kadîm’dir.” deyince Mushaf-ı Şerîf’i ta’zîmen sabâha kadar kâ’im olurlar. Tabî’atları hîle vü hud’adan müberrâ idi. Hattâ tâ’ife-i Moğol’un galebesiyle devlet-i Selâcika’nın revnakı kalmadığı cihetle halîfe-i Selçukî Sultân Alâe’d-dîn’den bi’l-cümle ümerâ yüz çevirip semt-i tagallübe saparak nâmlarına hutbe okutmak, sikke urmak gibi hodrâyîde bulundukları hâlde Ertuğrul ve Sultân Osmân Hazretleri âdetâ Alâe’d-dîn’e şiddetle tarafdârlık gösterip pek çok fedâkârlık etmişler. Hattâ Sultân Alâe’d-dîn tarafından tabl ü alem gelmeksizin hod-behod ne nâmına hutbe okutmuş ve ne de i’lân-ı hükûmet etmişlerdir. Ashâb-ı kirâmândan Şeyh Edebâlî Hazretleriyle ekser müşâvere vü müzâkere ederek icrâ-yı adl ü dâd ederlermiş. Şeyh-i müşârün ileyhe dâmâd dahi olmuşlardır. Burusa’da Hisâr içinde türbe-i mahsûsalarında medfûn ve mazhar-ı inâyet-i Rabb-i zevi’lmenûndurlar. Karahisâr’ı, Bilecik’i, Yarhisârı’nı, İnegöl’ü, Yenişehr’i, Köprühisârı’nı, Kete’yi, Kestel’i, Urnushisârı’nı, Lefke’yi, Yenice’yi, Akçahisâr’ı, Geyve’yi, Tekfûr Pınarı’nı, Burusa Kal’ası’nı ve daha sâ’ir mahalleri feth buyurmuşlardır ve ibtidâ Söğüt nâhiyesinde darb-ı kûs-ı şâhî ve mu’ahharen Burusa feth olundukda orayı tahtgâh-ı Osmânî eylemişlerdir. Nazm-ı âtî firdevs-makar Hazret-i Sultân Osmân Gâziyy-i zafer-rehberindir: Gönül kerestesi ile Bir yeni şehr ü bâzâr yap Zulm eyleme rencberlere Her ne ister isen var yap Eski yeni şehri bâri İnegöl’e dek hep varı Kırup geçürdün agyârı Burusa’yı yık tekrâr yap Kurd olup gel gir sürüye Arslan ol bakma girüye Çâr idüp haydi çeriye Dil geçidini hisâr yap İznik şehrine hor bakma Sakarya suyı gib’akma İznikmid’i de al yakma Her burcında bir hisâr yap Osmân Ertugrul oglısın Oguz Kara Hân neslisin Hakk’un bir kemter kulısın İslâmbol’ı aç gülzâr yap SULTÂN MURÂD HÂN-I SÂNÎ İBN ÇELEBİ SULTÂN MEHMED HÂN-I EVVEL Mütetebbi’-i ahvâl-i şu’arâ Hasan Çelebi ve Riyâzî ve Safâyî ve emsâli tezkiretü’ş-şu’arâ sâhibleriyle ekser müverrihînin ittifâkına bakılır ise pâdişâhân-ı âl-i Osmân’dan ibtidâ inşâd-ı şi’r eden serîrârâ-yı saltanat-ı şehriyâr-ı Fârûkî-sîret Hazret-i Sultân Murâd-ı Sânî-i Süleymân-adâlet imişler. Lâkin nâm-ı nâmî-i hümâyûn ve terceme-i hâl-i adâlet-füzûnları zeyn-efzâ-yı ser-levha-yı Kâfile-i Şu’arâ olan pây-endâz-ı evvelîn-pâye-i süllem-i şevket ve vâzı’-ı bünyân-ı saltanat-ı Sultân Osmân-ı me’âlî-menkabet Hazretlerinin nazm-ı | Mehmed Tevfik selîsleri tevârîh-i meşhûre vü mevsûkanın mezkûr olmasıyla bu ittifâkı nazar-ı iltifâtdan mehcûr olmak lâzım gelir. Her ne ise pâdişâh-ı mağfûr senesi zînet-sâz-ı mehd-i şühûd ve senesi evvelâ taht-ı şehriyârîye ku’ûd ve yirmi iki sene yedi gün pâdişâhlık edip mu’ahharen istihzâr-ı esbâb-ı sa’âdet-bekâya tabî’atlarında hâsıl olan meyl ü teveccüh münâsebetiyle bir sene müddet ferzend-i ercümendi Ebu’l-feth ve’l-magâzî Sultân Mehmed Hân-ı Sânî Hazretlerine terk-i saltanat etmiş ise de her zemânda her devle-tin tabî’î mevcûd olmak lâzım gelen düşmen-i devleti gibi ol zemân dahi devlet-i Osmâniyye’nin mevcûd olan düşmen-i tabî’îleri Hazret-i Fâtih’in sıgar-ı sinn ve adem-i tecrübesinden istifâdeye kıyâm etmeleri üzerine ittifâk-ı ümerâ-yı be-nâmlarıyla def’a-i sâniyye olarak yedi sene müddet zimâm-ı idâre-i devleti yed-i iktidârına almış ve ’de âzim-i gülşen-serây-ı bekâ olmuşdur. Bu sûretle müddet-i saltanatları sene ay gün ve müddet-i ömrleri veya seneye müntehî olur. Çünki veya sinlerinde taht-ı şâhî vücûd-ı âlîleriyle mübâhî ve gençlikde ibtidâ Murâd-ı Sânî câlis-i serîr-i pâdişâhî olmuşdur. Uzun boylu, ak benizli, doğan burunlu, hasenü’l-vech, fasîh ü melîh, uzûbet-i lisâna mâlik ve kemâl derece semt-i zühd ü salâha sâlik bir pâdişâh-ı ârifdir. İsfendiyâroğlu Süleymân Beğ’in kerîmesi ve Laz kralı-nın duhteriyle akd-ı izdivâc etmişdir. Ulemâ vü üdebâ vü şu’arâya kemâl-i ri’âyet ve dâ’imâ akd-ı cem’iyyet-i ulûm ü fünûna himmet buyururlardı. Hattâ kendileri inşâd-ı şi’r buyurdukça Murâdî tahallus ederlermiş. Kerâmâtı bâhir ve fütûhâtı ve husûsen ulüvv-i tab’ ve kesret-i mahâmidi elsine-i erbâb-ı tevârîhde mütedâ’ir bir pâdişâh-ı irfân- mezâhir olup hademesinden vezîr etmek ve kuzâta müddet-i şer’iyye vaz’ eylemek zemân-ı saltanatlarında vâki’dir. Eşher-i âsâr-ı şi’riyyesinden birkaç beyt tahrîr olundu: Gerçi kim haddüm degüldür bûseni kılmak taleb Ârif olan çün bilür anı ne lâzım söylemek Sâkî getür getür yine dünki şarâbumı Söylet dile getür yine çeng ü rebâbumı İzmir, Akşehr, Kütahiyye, Alacahisâr, Güğercinlik, Cânovası, Selanik, Niğbolu, Kal’a-i Atina ve sâ’ir pek çok mahalleri zamîme-i memâlik-i şâhîleri buyurmuşlar ve Varna melhame-i kübrâsını fâtiha-i zafer-nâmeleri edip füshat-serây-ı bekâya rıhlet etmişlerdir. FÂTİH-İ İSTANBUL SULTÂN MEHMED HÂN-I SÂNÎ İBN SULTÂN MURÂD HÂN-I SÂNÎ Edirne’de senesi tevellüd buyurmuşlardır. Sıgar-ı sinninde Amasiyye sancağına çıkarılıp pederleri Sultân Murâd-ı Sânî daha hâl-i hayâtda iken on dört yaşlarında Fâtih Mehmed Hân Hazretlerini tahlîf etmişlerdi. Birinci hilâfetleri muktezâ-yı zemân bir sene kadar devâm edebilip pederleri Sultân Murâd Hân-ı Sânî Hazretlerinin terceme-i hâllerinde yazıldığı vechile ümerâ vü vükelâ-yı saltanatın vukû’-ı ibrâmları üzerine Fâtih Mehmed Hân’ın recâ vü talebi bi’ttav’ saltanatdan ferâgatiyle Murâd-ı Sânî Hazretlerinin ikinci def’a yedi sene müddet cülûsu Fâtih Hazretlerini tekrâr Amasiyye’ye rücû’a mecbûr etmişdir. senesi pederleri Murâd-ı Sânî Hazretleri müntakil-i civâr-ı Rahmânî oldukda Sultân Mehmed Hân-ı Sânî on dokuz yaşlarında bi’l-irs ve’l-istihkâk erîke-ârâ-yı şevket-i Osmânî olmuşdur. İkinci def’a müddet-i saltanatları ömrleri seneye müntehî olur. Âlim, hakîm, edîb, şâ’ir, cesûr, vakûr, âdil, vâkıf-ı mesâlih-i zemâne, hakîkaten bir pâdişâh-ı yegânedir. Rûmeli ve Anadolu’da birçok fütûhâtı vardır. Bosna’da dahi ekser kılâ’ı zamîme-i memâlik-i şâhîleri buyurmuşlardır. A’zam-ı fütûhâtı Rûm İmparatorluğu’nu zîr ü zeber ve İstanbul gibi bir şehr-i garrâyı serîr-i şevket-masîr-i Osmânîye makarr etmeleridir ki bu feth-i azîmin fâtihini makâm-ı medh ü tebşîrde güher-rîz-i le’âlî sudûr ü sünûh buyurulmuş olan hadîs-i şerîfin mâsadak-ı mazmûnu olmuşdur. Esnâyı fethde mâlik olduğu kudret ü kuvvetine istinâden ahâlîsinin dîn ü cân ü mâlları aleyhinde bir gûne mu’âmele-i cebriyyede bulunmadıkdan başka ahâlîden olan Hristiyânları te’mîn kasdıyla i’tâ vü ihsân buyurdukları imtiyâzât her millet arasında lisân-ı sitâyişle yâd olunur. Hîçbir pâdişâhın muvaffak olamadığı böyle bir feth-i azîm ile fâtih-i cihân olmak kadar şân ü şerefe mâlik olmuş Fâtih Sultân Mehmed Hân’dır ve bu feth ve bu gâlibiyyetle girîve-i kahr ü sitemden gâyet müctenib olarak | Mehmed Tevfik tarîk-ı sedâd-ı adl ü dâda sâlik olan Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleridir. İstanbul’un en güzel bir mahalline ki Fâtih ve Sultân Mehmed Semti denir bir câmi’-i şerîf ve medâris-i kebîr ile tetimmât binâ edip İstanbul’u dârü’l-ulûm etmişdir. Her tarafdan birçok mevâ’îd ü atâyâ vü ihtirâmât icrâ vü ihsânıyla celb etdiği ulemâ ma’ârif-i İslâmiyye’ye pek büyük hıdmetler eden fuzalâdandırlar. Hâceleri Monlâ Gürânî Hazretleridir. Arabî, İbrânî, Yunanî lisânlarına âşinâ imişler. Alî Kûşî hakkındaki hürmeti ma’ârifperverliğinin en büyük alâmetidir. Avnî mahlasıyla şi’r söylerlermiş. Letâ’ife dahi meylleri olup mahal-gû olan nüdemâsına ihsânları mevfûr ve husûsen vezîr ü nedîmleri Ahmed Paşa ile olan letâ’ifi ba’zı târîhlerde mezkûrdur. Bunlardan ba’zıları Ahmed Paşanın tercemelerinde yazıldı. Bir iki beyt âsâr-ı şi’riyyelerindendir: Cigerüm pâreledi hancer-i cevr ü sitemün Sabrumun câmesini togradı mıkrâz-ı gamun Secdegâh eyler idi Ka’be-i mihrâb gibi Kûyun içinde melek görse nişân-ı kademün Ey gözüm gün yüzine karşu niçe bir dökesin Ruhları tâbı ile kurıdı kalmadı demün Sâkiyâ mey sun ki bir dem lâlezâr elden gider İrişür fasl-ı hazân vakt-i bahâr elden gider Bizümle saltanat lâfın ururmış ol Karamanî Hudâ fursat virürse ger kara yire karam anı SULTÂN BÂYEZÎD HÂN-I SÂNÎ İBN SULTÂN MEHMED HÂN-I SÂNÎ Mevlidi senesidir. Vaktâ ki Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretlerinin senesi Anadolu tarafına sarf-ı çâbük-rân-ı teveccüh buyurduklarında Gekbüze civârında vefâtı vukû’ bulur. Fâtih’in ol vakt vezîr-i a’zamları olan Karamanlı Mehmed sû’-i tedbîriyle Hazret-i Fâtih’in vefâtı şâyi’ olarak yeniçeri tâ’ifesi gerden-firâz ve gazab-ı mâl ü emvâle dehen-bâz-ı hırs ü âz olarak İstanbul’a azîmet ve her ne kadar Üsküdar yakasından Anadolu Hisârı’na değin iskelelere kayık yanaşıp kimseyi İstanbul’a geçirmesi men’ olunmuş ise de yeniçeri tâ’ifesi Pendik ve Kartal taraflarında bulunan gemilerle İstanbul’a girerler. Ba’zı tevârîhin beyânına göre hattâ bi’l-fi’l nehb ü gâret-i emvâl-i ahâlîye cesâret ve Karamanî Mehmed Paşayı dahi katlederler. Hey’et-i vükelâ muztarr olup çâr-nâ-çâr Fâtih’in hîn-i vefâtında nezdinde bulunan Bâyezîd merhûmun oğlu Sultân Korkud’u sükûneti fitne vü fesâd ümmîdiyle muvakkaten ve pederi Sultân Bâyezîd’e niyâbet-i iclâs etmişler idi. Bu tedbîr ile âteş-i fiten ü fesâd bir mikdâr sükûnet-pezîr-i zîr-i tedbîr-i remâd olur ise de keyfiyyet-i iclâs Amasiyye’de cenâb-ı südde-i devlet-me’âb-ı Bâyezîd Hânî ile Karaman’da bulunan Sultân Cem’e tahrîr ve Sultân Bâyezîd ve Sultân Cem hangisi evvel gelir ise taht-ı saltanat anın olması karar-gîr olmuş idi. İşte bu araz üzerine senesi Bâyezîd-i Velî Hazretleri Sultân Cem’den evvel gelerek şeref-efzâ-yı taht-ı Osmânî olmuşlardır. Sultân Bâyezîd-i Sânî serîr-i saltanatda istiklâl bulunca Akkirman, Toros, Ruha kal’alarını ve İnebahtı, Moton, Goron, Avarin, sâ’ir kılâ’ ü bıkâ’ı ve Mora, Lofca ve Darac’ı zamîme-i memâlik-i şehriyârîleri edip bu misilli birçok fütûhâtı kazanmışlar ise de güzerân-ı sinn cihetiyle dizlerine ârız olan illet-i nikrîsden ferâğ-ı saltanata kasd ve atâ-yı nâ-be-câ olmak üzere oğlu Sultân Ahmed’i veliyy-i ahd etmiş idi. Sultân Ahmed Üsküdar’da Mâltepe’de müterakkıb-ı beşîr-i saltanat iken yeniçeri tâ’ifesi müdmin-i şarâbdan diyerek sûret-i tahallüf göstermeleri üzerine Yavuz Sultân Selîm Hân-ı Gâzî zînet- Karamanî Mehmed Paşa Nişânî tahallus eder bir edîb-i vakûr ve şâ’ir-i meşhûrdur ki harf-i nûnda Nişânî diye terceme-i hâli tafsîlen yazılacakdır. | Mehmed Tevfik tırâz-ı cihân-gîrî olmuşdur. Sultân Bâyezîd taht-ı saltanatın zemân-ı şeyhûhata iktirânından dolayı hâl-i hayâtında taht ü tâcı Sultân Selîm’e i’tâ edip kendileri Dimetoka nâm mahalle azîmet üzere iken esnâ-yı râhda müteveccih-i âlem-i bekâ oldular. Sultân Bâyezîd-i Velî asrında zuhûr eden şu’arâ her asrdan ziyâde idi diye tezkirelerin ittifâkı vardır. Çünki şu’arâya cevâ’iz ü ihsân ü atâyâsı vâfir imiş. Hattâ Celâl-i Devânî ve Câmî’yi müstağrak-ı envâ’- ı lutf ü ihsân-ı bî-kerânî buyurdukları mütevâtirdir. Kendileri dahi Adlî tahallus ederlermiş. Âsâr-ı şi’riyyesinden birkaç beyt teberrüken yazıldı: Ey süvâr-ı esb-i nâz olan rikâb-ı câna bas Hüsn meydânı senündür ayagun merdâne bas Birâderi Sultân Cem kendisine taht-ı pâdişâhî nasîb olmadığından magmûm olup bu beyti Sultân Bâyezîd’e gönderir: Sen pister-i gülde yatasın şevk ile handân Ben kül döşenem külhen-i mihnetde sebeb ne Pâdişâh-ı Bistâmî-sîret dahi bu yolda cevâb-ı nasîhat vermişlerdir: Çün rûz-ı ezel kısmet olınmış bize devlet Takdîre rızâ virmeyesin buna sebeb ne Haccü’l-haremeynem diyü da’vâlar idersin Yâ saltanat-ı dünye içün bunca taleb ne SULTÂN SELÎM HÂN-I EVVEL İBN SULTÂN BÂYEZÎD HÂN-I SÂNÎ Sultân Bâyezîd-i Velî Hazretlerinin ferâğ-ı saltanat ârzûsu ve şeh- zâdelerden Sultân Ahmed ve Sultân Korkud’dan tercîh ile mücerred Hazret-i Yavuz Sultân Selîm’in makâm-ı hilâfete gelmesi hakkında terakkî-cûyân ü hamiyyetmendân-ı asrın ilhâh ü ısrârları üzerine Rûmeli kıt’asının müntehâsında bulunan Sultân Selîm Hân Hazretlerine da’vet-nâme irsâl olundu ve Cenâb-ı Selîm Hân dahi pâbe-rikâb-ı isti’câl ile senesi Saferi’nde İstanbul’a gelerek evvelâ pederi Bâyezîd-i Velî Hazretlerine mülâkî ve sâniyyen pederinin bi’zzât delâletiyle nâ’il-i taht-ı husrevânî olmuşdur. Hattâ vükelâ ve ulemâyı huzûruna celb ile daha resm-i bey’ati icrâ etmeden evvel beyân-ı meslek tarzında emîrâne ve cihân-gîrâne şöyle bir nutk îrâd buyurmuşdur: “Ben pâdişâh olursam niyyetim Arabistân’ı Çerkeslerden bilâd-ı Acem’i şî’adan tathîrdir. Mücerred İslâm’ı bir noktaya cem’ etmek içün Hind ve Tûrân’a gideceğim. Şark ü garbda i’lâ-yı kelimeye çalışacağım. Zalemeye evlâdım olsa merhamet etmeyeceğim. Zemânımda râhata varmak ve ahâlîye tasallut etmek mümkin olamaz. İşte benim hâlim budur. Seferden korkmaz iseniz beni ihtiyâr ediniz ve illâ Sultân Ahmed’i kabûl eyleyiniz.” Bu nutk üzerine bahâdırân-ı İslâm kendilerine fevka’l-âde alkışlar edip emr-i bey’ati itmâm eylediler. Fi’l-vâki’ sekiz sene dokuz ay müddet-i saltanatında Sultân Selîm’i şu meslek-i cihângîrâneden tesâdüf etdiği müşkilâtın hîçbiri rû-gerdân edemedi. Ba’zı entrîkalara mebnî veche-i azîmetine sedd-i mümâna’at çeken ümerâ vü vüzerâyı derhâl hıdmetinden def’ eder ve muhârebede geri dönmek isteyen yeniçerilere “Siz dönün ben harbe yalnız giderim.” derlermiş. İşte Yavuz Sultân Selîm Hân Hazretleri böyle bir niyyet-i âlî ile cülûsunu müte’âkıb hüdûs eden birâderleri Sultân Ahmed ve Sultân Korkud fitneleri gibi fecî’ fecî’ vak’aları teskînden sonra hemân bir meclis akdiyle Îrân üzerine hücûm ve Tebrîz’de Şâh İsmâ’îl’in zevcesi Tâclı Hânım’ı esîr etdi. Belki nutkunda “Niyyetim bilâd-ı Acem’i şî’adan tathîrdir.” mücmelini tafsîl ü tefsîr etdi. Îrân seferini müte’âkıb ordusunu Mısr hükûmeti üzerine sevk ile hulefâ-yı Abbâsiyye şu’besini Mısr’dan kaldırmış ve emânât-ı celîle-i müteberrikenin makâm-ı hilâfete nakliyle mülûk-i Osmâniyye’yi halîfe-i enâm etmişdir. Diyâr-ı şeref-i Gürcistân, Bayburd, Harput, Mûsul, Diyârbekr, Kürdistân, Haleb, Kılâ’-ı Şâm a’zam-ı fütûhâtındandır. Azm-i cihângîrânesi şol mertebe imiş ki “Avrupa kıt’ası iki pâdişâha makarr olamaz.” dermiş. senesi şîr-pençe-i ecelden rehâ mümkin olamayıp nesr-i tâ’ir-i rûhu âşiyân-tırâz-ı devha-i bekâ olmuşdur. Ekser müverrihler vefâtını şu sûretle yazarlar: “Yavuz Sultân | Mehmed Tevfik Selîm bir gün bâğçede temâşâ-yı ezhâr eder iken sırtında çıban veca’ı hiss ederler. Nedîmi Hasan-cân Efendiye emr edip eyüce sıkdırırlar. Silülce çıban olur. Va’de tekmîl olmuş vaktsiz tedbîrden dolayı pâdişâh-ı mağfûr vâsıl-ı gülşen-serây-ı cinân olur.” Bu hâlde müddet-i ömrü elli bir sene olmuş olur. Saltanatı sekiz senedir. Cezâ’irli Gâzî Hayre’d-dîn Paşaya birkaç kıt’a sefîne ile i’âne eylemişken Cezâ’ir’in zabtıyla memâlik-i şâhâneye iltihâkı ancak Hayre’d-dîn Paşanın korsanlıkda mahâretine ve saltanat-ı Selîm Hânî zemânına mahsûs olan büyük büyük muvaffakıyyetlerin teyessür-i husûlüne delâlet eder. Yavuz Sultân Selîm meşâgilden hâlî bulunduğu zemânları kitâb mütâla’asıyla geçirirlermiş. Meşâhîr-i erbâb-ı kalem-i A’câm’dan Fazlu’llâh’ın Târîh-i Vassâf’ını elden bırakmazlarmış. Şi’rde mahlasları Selîmî olup dîvânı meşhûr-ı âlemdir. În sefer kerden u în bî-ser u sâmânî-i mâ Behr-i cem’iyyet-i dil-hâst perîşânî-i mâ Îrân seferine giderken söyledikleri mütevâtirdir: Ben yatam lâyık mı ol karşumda ayagun tura Serv-i nâzum ben öldükde namâzum kılmasun Sâ’ir eş’ârından eşherdir. İbn Kemâl, Yavuz Sultân Selîm’in vefâtına gâyet sûzişli bir mersiyye söylemişdir. KÂNÛNÎ SULTÂN SÜLEYMÂN HÂN İBN YAVUZ SULTÂN SELÎM HÂN senesi pederleri Yavuz Sultân Selîm İstanbul’dan Edirne’ye esnâ-yı azîmetinde te’sîr-i şîr-pençeden nevbet-zen-i kûs-ı rıhlet-i âhıret olması üzerine Kânûnî Sultân Süleymân sene-i mezkûrede evreng-ârâ-yı şevket-i Osmâniyyân olmuşdur. Ömrü uzun, fütûhâtı nâzum din: nâzumdan hadd ü adedden bîrûn, vâzı’-ı kânûn, bir pâdişâh-ı adâlet-nümûn idiler. Zemân-ı saltanatında seyf ü kalem pek çok büyük büyük eserler bırakmış ve sâye-i satvet ve zîr-i cenâh-ı adl ü re’fetinde dükel mülûki İslâmiyye birkaç Avrupa kralı âsûde-nişîn-i emân olmuşdur. Fransa’yı kırk sene himâye eyledi. Şarken ve cenûben etdiği muhârebelerin her birinde bir feth-i azîme nâ’il olurdu. İmtidâd-ı saltanatça pâdişâhân-ı Osmâniyyân’ın en bahtiyârıdır. Lâkin müddet-i saltanatında vukû’a gelen fütûhât-ı kesîre yine tûl-i müddet-i saltanatına nisbeten az değildir. Avusturya üzerine açdığı muhârebâtında ve Îrân üstüne etdiği muhâcemâtında memâlik-i Osmâniyye’yi iki misli tevsî’ eylemişdir. Macaristân’ın Temeşvar, Erdel, Budin gibi eyâlât-ı cesîmesinde iki yüz seneye gelinceye kadar Devlet-i Aliyye vüzerâsının vâlîlikleri Kânûnî Sultân Süleymân’ın berekât-ı muzafferiyyetidir. Boğdan, Estoni, Belgrad, Peçuy, Estergon, Van, Nahcuvan fethi karadaki muvaffakıyyeti ve İtalya ve Venedik ve Cezâ’ir adalarının gâreti denizdeki eser-i salâbetidir. Sigetvar’ın muhâsara vü fethinde ve senesinde vefât etdi. Ömrü ve müddet-i saltanatı sene beş aydır. Evâ’il-i hâlinde mâ’il-i safâ ve tâbi’-i hevâ olmuşlarsa da az müddet zarfında nedâmet ve tahsîl-i ulûma rağbetle tekmîl-i nesh buyurmuşlardır. Hele ulûm-ı fıkha intisâbları ziyâde imiş. Esnâ-yı vefâtında kabrine konulmasını tavsiyye etdiği sandukçe ittifâk-ı ekâbir-i devlet ile açıldıkda müddeti saltanatında harekât-ı siyâsiyyesinin ahkâm-ı şer’-i şerîfe tatbîki içün Ebu’s-su’ûd’dan aldığı fetvâlar imiş. Hattâ Ebu’s-su’ûd Efendinin bu hâl üzerine “Eyvâh Sultân Süleymân dîvân hakkında mı beni mes’ûl etdin?” dediği mervîdir. İdâre-i devletin her şu’besine bir kânûn vaz’ etdiği ci-hetle Sultân Süleymân-ı Kânûnî diye elsine-ârâ-yı ihtirâmdır. Ümerâ-yı bahriyyesinden makâm-ı kapudanîye gelen Cezâ’irli Gâzî Hayre’d-dîn Paşa ma’iyyetindeki donanma İtalya ve Venedik cumhûru elindeki Cezâ’irli gâret-zede-i fenâ ve Devlet-i Aliyye’de en evvel deryâ umûruna müte’allik harîta te’lîf eden Seydî Re’îs Portekiz donanmasıyla Hind denizlerinde âheng-i ceng ü vegâ etmişdir. Vaktâ ki senesi Sigetvar muhâsarasının otuz birinci günü mizâc-ı şerîflerine za’f ârız olarak günden güne iştidâd ile sene-i mezbûre Saferi’nin üçüncü gecesi tâ’ir-i rûh-ı pür-fütûhu âşiyân-sâz-ı cinân olmuşdur. Vefâtının ertesi günü idi ki darben ve kahren Sigetvar’ın iç kal’ası dahi feth olunup Sigetvar bânı olan Nesfi’nin | Mehmed Tevfik başı kesilerek sandûka-ı na’ş-ı mağfiret-nakşları tahtında galtân edilmişdir. Sigetvar’da keyfiyyet-i vefâtını Vezîr-i a’zam Sokollu Mehmed Paşa ketm ile pâdişâh-ı cedîd Sultân Selîm-i Sânî Hazretlerine irsâl-i nüvîd olunup ve Sultân Süleymân-ı Kânûnî Hazretlerinin cesedi arabaya vaz’ edilip Belgrad’a avdet ve Sultân Selîm-i Sânî Hazretleri makarr-ı hükûmetleri olan Magnisa’dan nehzat ile İstanbul’a mu’âvedetle emr-i bey’at bi’l-icrâ Sultân Selîm-i Sânî şeref-efzâ-yı taht-ı Süleymânî olarak İstanbul’dan tekrâr hareket ve Belgrad’a muvâsalat buyurmayınca ifşâ edilmemişdir. Hayrâtından pederi Sultân Selîm Hân Hazretleri ve oğulları Şeh- zâde Sultân Mehmed ve Cihân-gîr içün birer câmi’-i şerîf ve medâris ve hücerât ve imârât binâ buyurmuşlardır ve bunlardan mâ’adâ nâm-ı sâmîlerine müntemî olan Süleymâniyye Câmi’-i Şerîfi ve medrese-i münîfî ve kânûn üzere ilm-i tıbbın tederrüsü içün inşâ buyurduğu hücerâtı ve dârü’ş-şifâsı ilâ-yevmi’t-tenâd rûh-ı şerîfini hayr ile yâd etdirir hayrât-ı celîledendir. Müretteb dîvânı vardır. Muhibbî tahallus etmişdir. Cümle-i eş’ârındandır: Câna kanmaz bûse-i la’l-i leb-i yâr isteyen Baş virür bu yolda bir zülf-i siyehkâr isteyen Bî-vefâ yârün Muhibbî cevrini ma’zûr tut Yârsüz kalur cihânda aybsuz yâr isteyen Saltanat didükleri ancak cihân gavgâsıdur Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi Tâc ü taht-ı saltanat berbâd olur çün âkıbet Kendüyi âlem serîrinde Süleymân oldı tut Kaldırursın çün ayagı bezm-i dünyâdan gönül İçdügün câm-ı şarâbı Âb-ı hayvân oldı tut Jeng-i gamdan diler isen ola gönlün sâfî Koma elden koma bir lahza şarâb-ı sâfı SULTÂN SELÎM HÂN-I SÂNÎ İBN SULTÂN SÜLEYMÂN HÂN senesi kımât-ârâ-yı mehd-i şevket olmuşdur. Otuz beş yaşında ve Magnisa hükûmetinde iken pederleri Sultân Süleymân-ı Kânûnî Hazretlerinin vefâtı haberi vâsıl olunca Magnisa’dan hareket ve Dersa’âdet’de cülûs-ı taht-ı saltanat buyurmuşlardır. Cülûslarını müte’âkıb İstanbul’dan nehzatla Belgrad’da ordu-yı hümâyûna muvâsalat edip i’lân-ı cülûs-ı hümâyûna müsâra’at ve na’ş-ı magfiret-nakş-ı Hazret-i Sultân Süleymân Hânî’yi istishâb ile İstanbul’a avdet eylemişdir. Umûr-ı devleti vezîr-i a’zamları Sokollu Mehmed Paşaya tefvîz buyurup kendileri gûşe-i safâ vü istirâhata çekilmiş ve hattâ nedîm-i hâssı Ahmed Şemsî Paşa musâhabetiyle Edirne’de vakt geçirmişdir. Sokollu Mehmed Paşa bir tarafdan tertîb-i dîvân ile umûr-ı ibâdı bi-hakkın rü’yet eder ve diğer tarafdan dahi muktedir vüzerâyı serdâr nasbıyla taraf taraf ordular sevk eylerdi. Serdâr Lâlâ Mustafâ Paşa ve mu’ahharen Kapudan-ı deryâ Kılıç Alî Paşa ma’iyyetinde olan mükemmel donanma ile Kıbrıs ve Sakız bi-temâmihâ alındı ve Serdâr Sinân Paşa ordusuyla iklîm-i Yemen dâhil-i havza-i memâlik-i Osmâniyye edildi. Tunus feth olundu. Zemân-ı saltanatında kâffe-i umûr-ı devlet ehline tefvîz olunduğu ve husûsen Sultân Selîm-i Sânî’nin kadrdânlığı cihetle meşgûl-i istirâhat ve mâ’il-i safâ vü sohbet olması mahall-i ta’rîz olamaz. Çünki der-kâr olan kifâyeti münâsebetiyle mesned-i sadâreti bi’l-istiklâl uhde-i istîhâline verdiği Vezîr-i a’zam Sokollu Mehmed Paşa devletin kemâl-i ikbâlini pek güzel muhâfaza etmişdir. Hattâ Sokollu Mehmed Paşa kendisi içün bir türbe inşâ etdirirken Sultân Selîm-i Sânî Hazretleri nedîmi Şemsî Paşa ile türbenin önünden geçer ve “Şemsî Paşa bu kimin türbesidir?” diye su’âl buyururlar. Şemsî Paşa dahi “Mehmed Paşanındır.” deyince “Acabâ ne vakt yatacakdır?” demesi üzerine Şemsî Paşa “Pâdişâhım emr et şimdi yatsın.” dedikde “Hatâ etdik bana ve devletime lâzım bir | Mehmed Tevfik vezîrdir.” deyip kadrdânlığını izhâr etmişdir. Şemsî Paşa ile letâ’ifi çokdur. Âhır-ı ömründe tarîk-ı ıyş ü safâdan inân-tâb-ı semt-i nedâmet ve kâffe-i lezâ’izden ferâgatini müte’âkıb bir gün hammâmda ayağı kayıp düşerler ve haylî ıztırâb çekerler. Bu ıztırâb ile hummâya ve za’f-ı mi’deye mübtelâ olup iki ay haste yatdıkdan sonra senesi Şa’bânı’nın yirmi sekizinci günü âzim-i dârü’n-na’îm oldular. Oğlu Sultân Murâd-ı Sâlis Hazretleri Magnisa hükûmetlerinden avdetle murabba’-nişîn-i saltanat oluncaya kadar on gün vefâtı şâyi’ olmamışdır. Müddet-i saltanatı sene beş ay ve ömrü senedir. Sarışın ve mehîb olmağla Sarı Sultân Selîm dahi denir. Esnâ-yı safâ ve mahabbetde inşâ vü eş’âra dahi meyl buyururlar ve Tâlib tahallus ederlermiş. Teberrüken birkaç beyt yazıldı: Nevâ-yı neyde rûh-efzâ olur uşşâka bir dem var Dilâ ney gibi nâlân olmada bir özge âlem var Tâlibâ sa’y-ı belîg it kûy-ı yâre varıgör Cânı cânâna virüp terk eyle yogı varı gör Âşık-ı sâdıkda dil birdür olamaz yâr iki Hîç bir taht üzre mümkin mi ola hünkâr iki SULTÂN MURÂD HÂN-I SÂLİS İBN SULTÂN SELÎM HÂN-I SÂNÎ Vilâdeti ’dedir. Pederleri mağfûr Sultân Selîm-i Sânî Hazretlerinin senesi vefâtı haberini Magnisa’da meşgûl-i şikâr iken almasıyla bi’l-isti’câl İstanbul’a gelip yaşında olduğu hâlde Metinde yanlışlıkla yazılmıştır. sene-i mezbûre Ramazân-ı Şerîfi’nin sekizinci günü câlis-i evreng-i pâdişâhî olmuşdur. Vezîr-i a’zam Sokollu Mehmed Paşayı ibkâ eyledi. Bu esnâda Acem şâhı Tahmâs’ın vefâtı ve Şâh İsma’îl-i Sânî’nin cülûsu vukû’uyla memâlik-i Îrân âdetâ mütegallibe elinde perîşân ve müsta’idd-i iltihâk-ı memâlik-i Osmâniyyân olduğu Bağdâd ve Erzurûm vâlîliklerinden inhâ olmağın şark seferi i’lân ve ordular sevkiyle leşker-i Acem berbâd edilerek tâ Tebrîz Kal’ası güşâd ve pek çok kılâ’ ü bıkâ’-ı Îrân-zemîn adâlet-i Sultân Murâd ile yeniden ma’mûr ü âbâd edildi. Tiflis feth ve vilâyet-i Engerus üzerine asker sevk edilip mazhar-ı galebe olunmuşdur. Tağıstân Çerkezistân’da pek çok mahal zabt olundu. Şark seferinde Osmân Paşa ve Engerus muhârebâtında Sinân Paşa serdâr idiler. Sultân Süleymân-ı Kânûnî Hazretleriyle Sultân Selîm-i Sânî Hazretlerinin ve kendilerinin vezîr-i a’zamlığında dîn ü devlet uğrunda ibrâz-ı me’âsir-i kârdânî imiş ve elsine-i enâmda nâmı Tavîl Mehmed Paşa diye şöhret almış ve hâlâ Avusturya ve Macaristân eyâlât-ı cesîmesi müzehâneleriyle Viyana müzehânesinde ve seraskerân-ı şecâ’at-unvân sırasında diye heykel-i mücessemesi mahfûz-ı mevki’-i ihtirâm bulunmuş olan Mehmed Paşa-yı Tavîl eyyâm-ı saltanat-ı Sultân Murâd-ı Sâlis’de yevm-i mahsûsunda tertîb-i dîvân ederek rü’yet-i mesâlih-i enâm ederken dîvân yerinde bulunan bir bî-şu’ûrun hancer-i gadriyle şehîd olmuşdur. İşte Mehmed Paşanın vukû’-ı şehâdeti üzerine Murâd-ı Sâlis Hazretleri mühr-i vezâreti vüzerâdan her kime erzânî buyurmuş ise Mehmed Paşadaki lezzeti alamamışdır. senesi Cemâziyyü’l-evveli’n sekizinci günü Dârü’s-saltanat- ı Aliyye’de rûh-ı şerîfleri müte’âzim-i kurbgâh-ı Mevlâ olmuşdur. senesinde ve yaşında cülûs buyurduklarından müddet-i saltanatları seneye ve ömrleri seneye müntehî olur. Orta boylu, kumral ve uzun sakallı, hûb-sûret, melek-sîret bir pâdişâh-ı sâhib-i cûd ü sehâvet imişler. Zemân-ı devletlerinde eşher-i şu’arâ Nev’î Efendinin ulûfelerine elli akçe terakkî ihsân ederler. İttifâk ol esnâda bir ru’yâda görüp ta’bîrini Nev’î Efendiye havâle buyurduklarında Nev’î Efendi kûşiş-i pâdişâhîde fi’l-cümle taksîr ve tedbîr-i şehenşâhîde tedennî ile ta’bîr eder. Mesmû’-ı Murâd Hânî olunca “Siz terakkî bulasız bizde tedennî n’eyler. Nev’iyâ biz hele bu kısmete râzî değiliz.” diye tanz-âmîz cevâb vermişlerdir. Ulemâya fart-ı ihtirâmları meşhûrdur. Kâdî-askerlerin | Mehmed Tevfik gönderdikleri telhîsleri: Kazâyâ oldı manzûr ola tevcîh Arûzun oldı makbûl ola tevcîh nazmlarıyla buyururlarmış. Magnisa’da güzel bir câmi’-i şerîf ve medrese-i münîfleri vardır. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir gazel tahrîr olundu: Nice tâkat getürsin cism-i âşık rûy-ı dildâra Getürmez tâb çün bir lahza tâb-ı berk envâra Mukîm-i hânkâh-ı ışk olaldan bu dil-i pür-derd Olup abdâl-ı mihnet bagrı yara cismi sad-pâre Tefekkür eylemez bir dem gönül efkâr-ı gayriden Bu dil yârün serîridür virilemez yol agyâra Ne çâre çâre idüpdür dil-i bî-çâreye her dem Çü yara iden oldı yine andan merhem ü çâre Murâd’un sözlerinün gösterür her harfi bir hikmet Ne hikmet belki ibretdür devâdur cümle bîmâra SULTÂN MURÂD HÂN-I RÂBİ’ İBN SULTÂN AHMED HÂN-I EVVEL senesi tırâzende-i gehvâre-i şevket ve senesi Kemân-keş Alî Paşa sadâretinde ve Yahyâ Efendi meşîhatinde ittifâk-ı ekâbir-i devlet ile Sultân Mustafâ Hân-ı Evvel İbn Sultân Mehmed Hân-ı Sâlis hall edilerek murabba’-nişîn-i saltanat olmuşdur. Vaktâ ki senesi Şâh Abbâs’ın Bağdâd’ı istîlâsı üzerine Hüseyn Paşa Bağdâd’a gönderilmiş ise de müşârün ileyh şehîd olarak asâkir-i Îrân Mûsul ve Kerkük’ü dahi zabt ü teshîr eylemişdir. Sultân Murâd Kırım hânları serdârlığıyla bir tarafdan Rusya üzerine muhârebe açmış ve diğer tarafdan Nemse ser-haddâtı dahi karışmış iken Serdâr-ı ekrem Çerkes Hasan Paşa vefât edip yerine geçen Hâfız Paşa ma’iyyetiyle Gürcistân üzerine ve Murâd Paşa serdârlığıyla Bağdâd’a mikdâr-ı kâfî ordular sevk etmiş idi. Şâh Abbâs ile Hâfız Paşa beyninde birçok muhârebelerden sonra Bağdâd’dan Erzurûm’a kadar Îrân eline geçen memâlik-i Osmâniyye istirdâd olundukdan başka Hemedân ve Nahcuvân tarafları dahi istîlâ olunup hudûd-ı şarkiyye şirzime-i mütesallitînden te’mîn edilmişdir. Pâdişâh her ne tarafa sefer açdıysa galebe çalarak ser-haddât-ı devlet-i Osmâniyye’yi te’mîn etdikden başka ibtâl-i duhân ü kahve ve sedd-i ebvâb-ı meykede ile bunlardan ibâret ihdâs-ı fitne içün ittihâz edilen dârü’n-nedveleri mesdûd ederek fiten-i dâhiliyyeyi dahi ref’ ü ilgâ eylemiş idi. Egerçi şiddet-i ıyş ü hevâya ibtilâsı ve kesret-i tebeddül ve katl-i vüzerâya inhimâki olmasa idi zemân-ı saltanatında Yavuz Sultân Selîm-i Sânî ikbâlinin i’âdesi celâdet ü mahâret-i fevka’l-âdesinden me’mûl olunurdu. Şâ’ir-i meşhûr Nef’î Efendiyi katl etmişdir. Sultân Murâd-ı Râbi’ Hazretlerinin vekâyi’-i hâriciyye vü dâhiliyyesi pek mufassal olduğundan uzun uzadı tahrîri mevzû’un hilâfında görülmüşdür. Bağdâd seferinden avdetinde münkesirü’l-mizâc olduğundan birkaç aylar sahbâ-yı zevk ü neşât nazar-ı iltifâtdan dûr olmuş idi. senesi bayramında bir mikdâr tashîh-i mizâc etmekle tebrîk-i îd-i sa’îd-i resmî temâm oldukdan sonra Murâd-ı Râbi’ Hazretleri, Sinân Paşa Köşkü’nde meşgûl-i temâşâ-yı melâ’ib iken At Meydânı’nda Silâhdâr Paşa Serâyı Köşkü’ne azîmet ve teferrückünân etrâfa nigerân olduğu hâlde Silâhdâr Paşa ve ba’zı mahremân-ı meclis medâr-ı def’-i metâ’ibdir bahânesiyle pâdişâhı âyîne-i câm-ı gülfâma nigâh-endâz buyurmak üzere tergîb ederler. Ol gün mezkûr serâyda mülûkâne bir zevk etdikden sonra ertesi gün mizâc-ı şâhî tekeddür-pezîr olarak sene-i mezbûre Şevvâli’nin on altıncı günü pâdişâh-ı gazâ-i’tiyâd vâsıl-ı rahmet-i Rabbü’l-ibâd olmuşdur. Müddet-i saltanatı sene ve ömrü sene olmuş olur. Şi’re rağbeti olup Murâdî tahallus ederlermiş. Serdâr-ı Bağdâd Hâfız Paşanın: Aldı etrâfı adû imdâda asker yok mıdur unvânlı yazdığı manzûm mektûbuna : | Mehmed Tevfik Hâfızâ Bagdâd’a imdâd itmege er yok mıdur Bizden istimdâd idersin sende asker yok mıdur Şimdi hâlî mi kıyâs eylersin âyâ âlemi Ey Murâdî pâdişâh-ı heft-kişver yok mıdur makta’lı ve manzûm cevâb-ı redd-âmîz göndermiş ve Alî Paşayı Bağdâd’a serdâr eylemişdir. SULTÂN MUSTAF HÂN-I SÂNÎ İBN SULTÂN MEHMED HÂN-I RÂBİ’ senesi Edirne’de tevellüd ve sinn-i şerîfleri otuz bir sene yedi aya vâsıl olduğu hâlde senesi amm-ı mükerremleri sultân-ı cennet-mekân Sultân Ahmed Hân-ı Sânî’den irsen müntakil olan serîr-i saltanata cülûs buyurmuşlardır. Cülûslarından beş ay mukaddem pençe-i istîlâ-yı a’dâya giriftâr olan Sakız Cezîresi meymenet-i kudûm-ı cülûslarıyla düşmenden istirdâd ve berren ü bahren nice def’alar a’dâ-yı devlet ile mutâraha-i gazâ vü cihâd olunup bi’n-nefs Avusturya üzerine vukû’ bulan sefer-i hümâyûnlarında ve Şebeş ve Logoş ve Na’lkıran muhârebelerinde muzaffer ü mansûr olmuşlardır. Cülûs-ı hümâyûnlarının dördüncü senesi Sinte cenginde bi-hikmeti’llâhi te’âlâ ordu-yı hümâyûnda sûret-i inhizâm nümâyân olmağın milel-i müteferrika-i a’dâ ile vakt-i hâle göre akd-i müsâlaha ve sedd-i ebvâb mutâraha edildi. İşte senesi tûfân-ı harb ü kıtâl bir mikdâr sükûnet-i hâl kesb etmesiyle herkes ferâğ-ı bâle düşüp zevk ü safâsıyla meşgûl iken Sultân Mustafâ Hân Hazretleri dahi pek pây-ı taht-ı kadîm olan Edirne’ye azîmet ve şehr-i mezkûrda sayd ü şikâr ve envâ’-ı ıyş ü safâ ile evkât-güzâr olarak Dersa’âdet’i hâtırlarından çıkarmışlardır. İstanbul halkı böyle tûl müddet ya’nî beş sene pâdişâhın Edirne’de ikâmetle Dersa’âdet’e adem-i meyl ü rağbetini gördükçe ser-rişte-i kîl ü kâli ellerinde dolamaya başlamışlardı. Bu hâl ile Sultân Mustafâ Hân Hazretlerinin üç dâne kerîme-i muhteremelerinin birini Köprülü- zâde Nu’mân Paşaya ve birini Vezîr-i mükerrem Maktûl-zâde Alî Paşaya ve diğerini dahi Çorlulu Alî Paşaya akd ü tezvîc niyyetiyle Edirne’de her birine ayrı ayrı tarh-ı bünyân-ı beytü’ş-şeref buyrulduğundan artık Sultân Mustafâ Hân Hazretlerinin Âsitâne-i Aliyye’den bütün bütün insırâf-ı meyl ü rağbet buyurdukları anlaşılmasıyla ve husûsen hâce-i şehriyârî Şeyhü’l-islâm Feyzu’llâh Efendinin târîhlerde mufassalan beyân olunduğu vech ile mansıbında kesb-i istiklâl ederek umûr-ı devleti yed-i ta’arruzuna mahsûr ve ecl-i menâsıb-ı ilmiyyeyi ancak a’vân ü ensârına maksûr etmek gibi evzâ’-ı nâ-be-câsı bâlâ-gîr olmasıyla bu sebeblerden dolayı Râmî Paşa sadâretinde ve Sultân Mustafâ Hân Hazretlerinin eyyâm-ı saltanatı nihâyetinde evvelâ şerâre-i fitne İstanbul’da cebeci ocağından cehîde ve gide gide seyl-âbe-i tedbîr ile itfâsı mümkin olamayacak dereceye resîde olarak cem’iyyet-i tuğyân yüz bin kişiden mütecâviz Edirne semtine pûyân olmuşlardı. Cem’iyyet Havsa menziline vardıkda evvelce nusret-i pâdişâh-ı İslâm içün Edirne’de akd-peyvend-i ittifâk edenler dahi menzil-i mezkûrda cem’iyyet-i erbâb-ı ihtilâle iltihâk eylediklerinden Sultân Mustafâ Hân-ı Sânî Hazretleri senesi Edirne’de hal’ olunmuş ve cülûs-ı Sultân Ahmed-i Sâlis Hazretlerinin vukû’undan sonra Sultân Mustafâ mahlû’en İstanbul’a gelip mehcûr-ı saltanatdan mütekeddirü’l-hâtır olarak yüz dört gün içinde âzim-i gülzâr-ı na’îm olmuşlardır. Bu sûretçe müddet-i saltanatları sene ay ve ömrleri sene olmuş olur. Vukû’ât-ı âlemi müdrik bir pâdişâh-ı zî-şân imişler. Hattâ “Ecdâd-ı izâmımızdan Bâyezîd-i Velî Hazretleri vakf etmedik bir karış toprak bırakmamış ki bir adım atayım ve Kânûnî Sultân Süleymân Hazretleri yeniçeri etmedik bir ferd bırakmamış ki yeniçeri belâsının def’ini müzâkere edeyim.” dedikleri mervîdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden teberrüken bir beyt yazıldı: Başumuzdan hîç hevâ-yı zülf-i yâr eksük degül Mürtefi’ yirdür anunçün rûzgâr eksük degül | Mehmed Tevfik SULTÂN AHMED HÂN-I SÂLİS İBN SULTÂN MEHMED HÂN-I RÂBİ’ Müşârün ileyh senesi tevellüd edip senesi birâderi Sultân Mustafâ Hân-ı Sânî aleyhine kıyâm eden fiten ü fesâd üzerine Sultân Mustafâ’nın hal’iyle Edirne’de câlis-i taht-ı saltanat olmuşdur. Esbâb-ı zuhûr-ı fitneden biri dahi Sultân Mustafâ Hân-ı Sânî Hazretlerinin Edirne’de ikâmete meyl etmesi kaziyyesi olduğundan Sultân Ahmed-i Sâlis Hazretleri cülûsunu müte’âkıb erkân ü ma’iyyetini ve mahlû’ birâderi Sultân Mustafâ Hân Hazretlerini istishâb edip hemân İstanbul’a gelmişdir. Cülûs-ı Hazret-i Sultân Ahmed Hânî’de ısrâr ü ilhâh-ı ehl-i fesâd ile bir takım nâ-ehllere tevcîh olunan menâsıb İstanbul’da gün-be-gün istirdâd ile ehline tefvîz ve ser-defter-i fiten ü şekâ olanlar birer birer nefy ü tagrîb olunarak gülzâr-ı devlet has ü hâşâk-i mazarratdan tathîr edildi. İşte riyâz-ı devlet sebze-i bî-gâneden tathîr olunmakda ve diğer tarafdan bünyân-ı devlet tarsîn edilmekde iken Rusya devletinin tevsî’-i mülk efkârıyla İsveç devleti üzerine açdığı muhârebede İsveç askerini ta’kîb içün Rusya askeri hudûd-ı hâkâniyyeye tecâvüz eyledikden ve zâten Rusyalının efkârı Devlet-i Aliyye hakkında dahi muzır göründüğünden Ahmed Hân-ı Sâlis Hazretleri Rusya üzerine i’lân-ı harb ile Vezîr-i a’zâm ve Serdâr-ı ekrem Baltacı Mehmed Paşa ma’iyyetiyle Besarabya kıt’asına mükemmel bir ordu sevk etmiş idi. İşte Baltacı Mehmed Paşa Prut’u geçip Rusya çarı meşhûr Petro’yu fenâ hâlde münhezim etmiş ve esîr etmek derecesine getirmiş iken Rusya tarafından her ne teklîf edilir ise kabûl edilmek şartıyla taleb-i müsâlaha edilmekle Baltacı Mehmed Paşa dahi Leh’e müdâhale etmemek ve Azak Kal’ası’nı terk edip İstanbul’da elçisi kabûl olunmamak ve unvânı sâ’ir devletler unvân-ı resmîsinden dûni’tibâr olunmak üzere akd-ı müsâlaha olunmuş idi. Petro’yu bu kadar sıkışdırmış iken Baltacı Mehmed Paşanın müsâlahaya rûy-ı rızâ göstermesi İstanbulca Mehmed Paşanın rehâvetine ve hattâ irtişâsına haml olunup azl ü nefy etdirilmişdir. Bundan sonra sık sık tebeddül-i sadâretle hîç bir işe muvaffak olunamadığı hâlde nihâyet Dâmâd Alî Paşa makâm-ı sadârete getirilip devlete hüsn-i nizâm verildikden sonra Karadağ eşkıyâsı te’dîb olunmuşdur. Bunu müte’âkıb Venedik muhârebesi zuhûr ederek Dâmâd Alî Paşa bi’z-zât ordu-yı hümâyûnla gidip İstendil ve Gördüs ve Anapoli ve Kestel gibi nice kılâ’ı feth ile avdet eyledi. Sene-i âtiyyede Venedik’i bütün bütün imhâ kasdıyla Dersa’âdet’den hareket etmiş ise de Avusturya devleti Venedik körfezinin Devlet-i Aliyye yedine geçmesi kendi hakkında bir büyük tehlike olduğunu teyakkun etmesiyle Venedik muhârebesinden kifâyed olunmasını ve olunduğu takdîrde i’lân-ı harb edeceğini bildirmiş idi. Bu vaz’ serdâr-ı müşârün ileyhe girân gelerek Venedik’den insırâf edip Nemse üzerine hareket eyledi. Lâkin takdîr-i Hudâ ordu-yı hümâyûn münhezim ve serdâr-ı müşârün ileyh alnından kurşunla urulup şehîd oldu. Temaşvar da elden gitdi. Mu’ahharen gelen serdârların adem-i muvaffakıyyetle ordu-yı hümâyûnda gün-be-gün sûret-i mağlûbiyyet mütezâyid olduğundan ol vaktler rikâb-ı hümâyûn kâ’im-makâmı ve Dâmâd-ı şehriyârî İbrâhîm Paşa sulh tarafını tercîh etmiş iken askerî tâ’ifesi sulhu kabûl etmediklerinden Temaşvar istirdâd olunmadıkdan başka Belgrad da verildi. Andan sonra müsâlahaya rızâ gösterildi. Vaktâ ki İbrâhîm Paşa makâm-ı sadârete geldi, “Hânya kâ’im- makâmlığında sulh olsun da askere nizâm verilsin.” derken sadâretde bir sefâhatedir düşüp askere nizâm vermek değil nizâm-ı âlemi bütün bütün ihlâle sebeb oldu. Kâğıdhâne’de kasırlar, lâlezârlar, eğlencelerle on iki seneden mütecâviz makâm-ı sadâretde müstakil olmuşdur. İşte bu sefâhatin eser-i semâhati olmak üzere Baltacı’nın ağır bahâlarla aldığı kâlâ-yı muzafferiyyet yok bahâsına değil bir sözle müfte satıldı. Bir tarafdan dahi Nâdir Şâh’a birçok yerler terk edildi. İşte bu hâlât üzerine İbrâhîm Paşa aleyhine gün-be-gün kîl ü kâl artarak nihâyet zuhûr-ı fitne ile erbâb-ı ihtilâle karşı sancağ-ı şerîf çıkarılmış ve Sultân Ahmed-i Sâlis Hazretleri fevka’l-gâye sa’y ü gayret etmiş iken müsmir olmayarak senesi Dâmâd İbrâhîm Paşayı erbâb-ı ihtilâle fedâ ve kendileri dahi meşgale-i saltanatı birâder-zâdesi Sultân Mahmûd-ı Evvel Hazretlerine i’tâ eylediler. GÜRÛH-I SA’ÂDET-ŞÜKÛH-I ŞÜHEDÂYA MÜLHAK VÂSIL-I RAHMETKEDE-İ CENÂB-I FEYYÂZ-I MUTLAK HUDÂVENDİGÂR SULTÂN SELÎM HÂN-I SÂLİS İBN SULTÂN AHMED HÂN-I SÂNÎ senesi ârâyiş-i şevket-serây-ı vücûd ve senesi evreng-i felek-revâk-ı şâhîye ku’ûd ile hükm-rân-ı âfâk olmuşlardur. Cülûs-ı hümâyûnları Rusya muhârebâtına tesâdüf eylediğinden hasbe’l-kader | Mehmed Tevfik vukû’a gelen hezîmetlerin böyle gayr-i muntazam yeniçeri ve kapıkulu gibi haşerât-ı mütehaşşide ile cebr-i mâfâtı kâbil olamayacağı Sultân Selîm-i selîmetü’l-kalb Hazretleri indinde müsellem olmağın derhâl Moskovlu ile esâse-i sulha nizâm verip esbâb-ı zâhire-i galebe vü nusretin itmâmına teşebbüs buyurmuşlar idi. Çünki o zemân Avrupa devletleri kâffeten muntazam asker yetişdirdikleri gibi bir tarafdan dahi askerin ve fenn-i harbin terakkî-i intizâmına fevka’l-gâye ihtimâm etmekde olduklarından işte Sultân Selîm Hân Hazretleri dahi mukâbeleten mütefennin topçu ve humbaracı ve asker tedârükiçün nâ-çâr ba’zı teşebbüsât ü muhtere’âta ibtidâr etmiş idi. Mu’allem-i asker içün Levend Çiftliği ve Üsküdar’da vâki’ Harem İskele’sinde ve topçu ve arabacı içün Tophâne ve Beyoğlu’nda ve lağamcı ve humbaracı içün Hâsköy’de cesîm kışlalar inşâ ve bunlara müteferri’ levâzımâtın itmâmına sa’y-ı evfâ buyurmuşlardı. Devlet-i Aliyye’lerinin asâkir-i beriyyesi hakkında ıslâhât-ı ibtidâ’iyyenin mümkin mertebe mir’ât-i husûlde cilve-nümâ olması cihetle kuvve-i bahriyyesinin dahi rütbe-i vücûba îsâlini murâd buyurarak havzlar inşâsı ve ocaklar ihdâsıyla mâ’il-i inhitât olan umûr-ı tersâneyi ez-ser-i nev ihyâ buyurmuşlardır. Bu teşebbüsât arasında Pâsbânoğlu fetreti ve Dağlu eşkiyâsı mefsedeti gibi bir takım ufak tefek gâ’ileler zuhûr etmiş ise de az bir himmetle def’ edilmişdir. Bunlardan kat’u’n-nazar Fransalı gibi bir devlet-i kavî-miknet def’aten nakz-ı ahd edip hıtta-i Mısriyye’yi istîlâ ve Akke’ye kadar nice memâlike medd-i yed-i tûlâ etmiş iken Yûsuf Ziyâ Paşa serdârlığıyla berren sevk etdiği mükemmel ordu-yı zafer-peymâ ve Kûçek Hüseyn Paşa kapudanlığıyla bahren irsâl eylediği donanma-yı fevz-intimâ hıtta-i Mısriyye’yi Fransalıdan nez’ ederek nâm-ı nâmî-i hümâyûnlarını lafz-ı bedî’-i gâzî ile menâbir-ârâ buyurdular. Birkaç sene sonra Rusya devleti dahi fesh-i ahd ederek hudûd-ı hâkânîye tecâvüz ve belki ba’zı mahalleri zabt ve İngiltere devleti dahi Rusyalının rişte-i mütâba’atına vesîka-i ittifâkı rabt etmesiyle saltanat-ı seniyye tarafından dahi berren mükemmel bir ordu tanzîmiyle livâ-yı sa’âdet-iltivâ-yı cenâb-ı risâlet-penâhî ve bahren dahi müretteb donanma-yı pâdişâhî irsâl kılınmış idi. Sevk olunan asâkir-i İslâmiyye henûz düşmenle mukâbele edecek mevki’e varmadan ve târîh okuyanlara tafsîli ma’lûm olan âteş-i fitne-sûzân ve mevce-hîz-i feverân olarak Sultân Selîm-i Sâlis Hazretleri: Eger hâhî selâmet der-kenârest hükmünün zemân-ı zuhûrunu derk ile senesi dâmen-i saltanatdan dest-efşân ve zuhûr-ı âkıbete nigerân olmuşlardır. Sene-i mezbûre Rebî’ü’l-âhırı’nda Sultân Mustafâ Hân-ı Râbi’ cülûs edip bir sene müddet eyyâm-ı cülûsunda şîrâze-i nizâm-ı devletin enâmil-ârâ-yı müşevveşe ile ihtilâl-pezîr olduğu ma’lûm olarak orduda bulunan Sadr-ı a’zam Çelebi Mustafâ Paşa ile serdâr-ı nâmdâr meşhûr Alemdâr Mustafâ Paşa orduyu istishâb edip İstanbul’a gelmiş ve Sultân Selîm’in cülûsu esbâbının istihsâli tedârüküne düşmüş ise de: Takdîr-i Hudâ kuvvet-i bâzû ile dönmez tedbîrinde acele edip bin iki yüz yirmi üç senesi Sultân Selîm-i Sâlis Hazretlerinin şehâdeti vukû’a gelmişdir. Keyfiyyet-i şehâdetleri Halîfe Necîb Efendinin Vak’a-i Selîmiyye’sinde mufassal yazılmış gâyet sûzişli bir fecî’a olduğundan burada tekrâra lüzûm görülmedi. Binâ eylediği kışlalarda cevâmi’-i şerîfe ve ba’zı tekâyâ vü zevâyâ ve Üsküdar’da nâm-ı Selîmîlerine olarak Hammâm İskelesi’nde iki minâreli câmi’-i şerîf ve hammâm- ı latîfleri âsâr-ı hayriyyesindendir ve ibtidâ-yı cülûslarında Eyûb’de Hâlid bin Zeyd râdiya’llâhu anh Hazretlerinin türbe-i münevverelerini termîm ve âvânı sîm ile tezyîn buyurmuşlardır. Yine Hâsköy’de hendesehâne inşâsıyla mükemmel hâceler celb edip ulûm-ı hendeseye büyük himmet buyurmuşlardır. Bârûthâneyi ıslâh eyledi. Metâ’-ı Efrenciyye’nin kesâdı maksadıyla Selîmiyye’de kumâş destgâhları ihdâs etmişlerdir. El-hâsıl zemân-ı saltanatlarındaki icrââtine insâf ile bakılır ise Devlet-i Aliyye’de el-ân meşhûd olan intizâmât-ı hâliyyenin esâsı Sultân Selîm-i Sâlis Hazretlerinin eser-i himmetleridir. Zât-ı şâhâneleri gâyetle ashâb-ı tabî’atden bulundukları münâsebetle inşâd-ı şi’r buyururlar. İlhâmî tahallus ederlermiş. Âsâr-ı şi’riyyesinden dest-res olunan iki gazelin ba’zı ebyâtı derc edildi: Bir gazelinden müfrez Te’âla’llâh nasîb etdi bu bir taht-ı Süleymân’dır Uyan kim hâb-ı gafletden ki çün kişver perîşândır | Mehmed Tevfik Havâle eyledim cümle umûrum Hazret-i Hakk’a Bana bu mülkü veren ol Cenâb-ı Hakk-ı Sübhân’dır Bu dünyâya dayanıp olma sen gâfil ki İlhâmî Sana da bâkî kalmaz hem döner bu çarh-ı devrândır Gazel-i diğerinden müfrez Rûz ü şeb derdin ile dîdelerim kan aglar Vâkıf olan benim esrârıma her ân aglar Makta’ beyti Derd ile rûyuna bakdıkça senin İlhâmî Gerçi handân olur ammâ cigeri kan Bu gazel Fatîn Efendi merhûmun matbû’ tezkiresinde muharrerdir. Müddet-i saltanatı sene ay gün ve ömrü senedir. ŞEH-ZÂDE SULTÂN CEM Ebu’l-feth Sultân Mehmed Hân Hazretlerinin oğlu ve Sultân Bâyezîd-i Velî’nin birâderidir. Sultân Cem senesinde dünyâya gelmiş on yaşında Kastamonu vâlîsi ve on beş yaşında Karaman hükümdârı olmuşdur. Vefât-ı Fâtih Mehmed Hânî’de beyân olunmuş idi ki yeniçerilerin isyânıyla Bâyezîd’in oğlu Sultân Korkud niyâbeten iclâs olunup keyfiyyet Sultân Bâyezîd ile Sultân Cem’e yazılmış ve hangisi evvel gelir ise taht-ı Osmânî’ye cülûsun mukarrer olduğu bildirilmiş idi. Sultân Bâyezîd-i Velî evvelce gelip cülûs eyledi. Akîben Sultân Cem’in birçok askerle Burusa’ya geldiği ma’rûz olmağla Vezîr Ayas Paşa iki bin yeniçeri ile mukâbelesine gönderilir ve Sultân Bâyezîd-i Velî dahi vâfir asker ile Üsküdar tarafına geçer. Burusa yakınında Ayas Paşa ve Sultân Cem’in ser-askeri Nasûh Beğ mukâbele ederler. Cem tarafdârânı galebe edip Ayas Paşa ve askerini esîr ederler. Üçüncü gün Cem Sultân Burusa’ya gelip on sekiz gün ârâmdan sonra hareket edip Yenişehr sahrâsında Bâyezîd-i Velî ile etdikleri mukâbelede vezîr ve lâlâsı olan Ya’kûb Beğ bi’l-cümle askerle ammâ: emân Bâyezîd-i Velî mevkibine mülhak olması üzerine Sultân Cem vâlide ve haremiyle tevâbi’ât-ı havâssını alıp Haleb üzerinden Mısr’a gider. Mısr’da Sultân Karıtbay-ı Çerkes tarafından aşırı iltifât görür. Sultân Bâyezîd-i Velî Sultân Cem arkasından ılgar edip Konya’ya dâhil oldukda Cem’in diyâr-ı Arab’a teveccühünü haber almasıyla eyâlet-i Karaman’ı oğlu Sultân Abdu’llâh’a teslîm edip avdet buyururlar. Sultân Cem Mısr’a varıp sultân-ı Mısr’dan iltifât görüp hac mevsimi gelmekle Hicâz’a azîmet ve ruh-sây-ı Beytu’llâh edip yine Mısr’a avdet eder. Bu arada Karamanoğlu Kâsım Beğ ki Fâtih vukû’âtında Acem’e firâr edip Sultân Ya’kûb yanında imrâr-ı vakt ederdi. Sultân Cem fetretinden istifâde kasdıyla Karaman’a gelerek Sultân Abdu’llâh’ı muhâsara eylediği haber alınıp derhâl Gedik Ahmed Paşa Karaman’a irsâl kılındı. Kâsım mukâbeleden izhâr-ı acz ile Tarsus tarafına firâr eylemiş idi. Sultân Cem’in Hicâz’dan avdetini haber alınca Kâsım Beğ ve ba’zı ümerâsı Sultân Cem’e da’vet-nâmeler gönderip silsile-i sevdâ-yı saltanatı tahrîk eylediklerinden sultân-ı Mısr izniyle Sultân Cem vâlide ve haremini Mısr’da bırakıp Haleb’e gelir. Kâsım Beğ’le mülâkât ederler. Sultân Bâyezîd-i Velî bunu duyup hemân Üsküdar’a geçerek bilâ-tevakkuf Seyyid Gâzî Boğazı’na erişir. Gedik Ahmed Paşa dahi Şeh-zâde Sultân Abdu’llâh ile Konya’dan hareket eylemiş olmağla bu mahalde müsûl şerefine nâ’il ve öte tarafdan Sultân Cem ve Kâsım Beğ Konya’ya andan Engûrî’ye dâhil olurlar. Râyet-i Bâyezîd Hânî’nin pek karîb olduğunu ve kendilerinin mukâbeleye iktidârsızlıklarını anlayınca firâr ile Akşehr’e gelip tahassun ederler. Sultân Cem Hersek-zâde Ahmed Paşanın üzerine me’mûr olduğunu anladığı gibi Anadolu’dan Rûmeli’ne geçmek fikrine düşüp Rodos kavalyirinden sefîne ister. İşte bu vâsıta ile Rodos’a girer. Cem’in müddet-i ömründe işte şu Avrupa azîmetinden başka bir vukû’âtı olmadığından terceme-i hâli olmak üzere sûret-i azîmet ve Napoli’de vefâtı biraz tafsîl olunacakdır. Rodos beyi Devlet-i Aliyye’ye vesîle-i minnet olmak üzere Sultân Cem’e aşırı ri’âyetle Rodos’da alıkoymak fikrine düşerse de Sultân Cem buralara yanaşmayıp Mısr’a gönderilmesini ister. Rodos beyi | Mehmed Tevfik Şeh-zâde Sultân Cem’i “Fransa’dan Almaniyyân içine ve oradan Macaristân’a gidip Bosna üzerinden birden bire memâlik-i Osmâniyye’ye görünmek kolaydır.” gibi sözlerle iğfâl ve Sultân Cem’i Fransa’ya irsâl ediyor işâ’asıyla elli kadar zâdegânı ve üç yüz müsellah adamıyla gemiye bindirip terfîk etdiği adamlara Cem’in Cenova cumhûru dâhilinde bir cezîreye habs ü nefyini tenbîh eyler. Muhâlefet-i hevâ münâsebetiyle çalkana çalkana İstanköy cezîresine ve oradan Siçilya Adası’na varılıp Mesina’nın pîşgâhında biraz tevakkufla hareket vesîlesiyle Siçilya Boğazı’ndan ve Napoli açıklarından geçerek ve pek çok furtınalar yiyerek bin belâ ile Nis şehrine vâsıl olurlar. Şehrde tâ’ûn olduğundan durulmayıp Şamberi şehrine gelirler ki burası Sadova dükasının makarrı olduğundan ve dükası Fransa kralı Sekizinci Şarli ile görüşmek içün Paris’e gitmiş bulunduğundan orada oturulmayıp Rosilon eyâleti tarafına gidilir. Esnâ-yı râhda Sadova dükasıyla görüşmüş ve Şâm’da elli düka altununa aldığı zer-nişân topuzu vâki’ olan talebi üzerine Sadova dükasına vermişdir. Yollarda Fransızların kimi Türk pâdişâhının birâderi ve kimi İstanbul fâtihinin oğlu gelmiş diye kemâl-i hücûm ile ziyâretine çıkarlarmış. Yine bu esnâda Sultân Bâyezîd-i Velî tarafından Hüseyn Beğ nâmında bir zât gelip Sultân Cem’le mülâkât istemiş ise de men’ olup Rosilon tarafına gidilmekden dahi sarf-ı nazar edilip sekiz yüz kadar askerle muhâfazasına ikdâm edilmişdir. Hattâ Sultân Cem’in hıdmetine beğ-zâdeler ta’yîn olunmuşdur. Şeh-zâde Fransa’da mevki’den mevki’e kaldırılıp en sonra nâmında bir kal’aya konup ihtilâtdan men’ edildi. Sultân Cem bunun üzerine Sûfî Hüseyn Beğ isminde lisân-âşinâ bir adamını Burbon hânedânına gönderip halâs iltimâs eylemişdir. Bu hâl ile yedi sene İsviçre ve Fransa’nın mevâki’-i muhtelifesinde gezdirilip ba’zı entrikaya mebnî Papa’nın taleb ü iltimâsı üzerine Tolon tersânesinden Çivitavikiya limanına ve oradan Roma’ya gönderildi. Papa İstanbul fethinden sonra etrâfa dağılan beğ-zâdelere işte Fâtih’in oğlu zîr-i hükmümdedir gibi evzâ’-ı ibrâz ile azametini tanıtdırmak içün tertîb-i dîvân ve beğ-zâdeleri dahi hâzır edip Sultân Cem’i da’vet etmiş ise de Sultân Cem bu dakîkaları ârif olduğundan muntazır oldukları rüsûmun birisini icrâ etmemişdir. Papa, Sultân Cem’e kendisini Macar kralına göndereceğini ve oradan mikdâr-ı kâfî asker alarak da’vâ-yı istihkâk etmesini teklîf etmişken Cem oralara dahi kat’â tenezzül etmemişdir. Bu aralık tekrâr Sultân Bâyezîd-i Velî Buklimi: Bukalimi tarafından Mustafâ Beğ sefâretle gelip Sultân Cem’le görüşmüş ve hüsn-i himâyetini Papa’ya tavsiye eylemişdir. Fransalı tekrâr Cem’in Fransa’ya i’âdesini taleb eder. Papa kabûl etmez. Fransa Papa hükûmeti üzerine asker gönderip Sultân Cem’i Roma’dan Napoli’ye getirir. Fakat Papa Fransa’yı kurduğu dolabdan men’ içün Sultân Cem’i tesmîm etdirir. Sultân Cem mâddesinden dolayı Papa ile Fransa beyninde cereyân eden entrika ve politikaya dâ’ir ziyâde tafsîl isteyenler târîhlere mürâca’at etmelidirler. Sultân Cem’in Napoli’de mesmûmen vefâtı müttefik ise de sûret-i tesmîmiyle na’şının İstanbul’a nakli muhtelifdir. Nâmına Burusa’da bir türbe-i şerîfe olup “Orada medfûndur.” derler. Otuz yaşında şehîd olmuş on beş sene ömrü felâket içinde geçmişdir. Âlim, fâzıl, şâ’ir, zarîf, devlet-i dünyânın fenâsını ârif bir şeh-zâde-i pür-ma’ârifdir. Fransa’da mahbesde iken söylediği kasîdesi meşhûr olup: Câm-ı Cem nûş eyle ey Cem bu Frengistân’dur Her kulun başına yazılan gelür devrândur beyti ol kasîdesindendir. Sâkiyâ devr-i Süleymân’dur el ur câm-ı Cem’e Bize mey sun içelüm çâre budur def’-i gama Seni maksûd idinüp ışk ile yanarsa Yiridür yanmak oda her ki taparsa Gidemez kaldı girü Cem yolı baglandı gibi Bir yüzi gül saçı sünbül lebi mül gonçe-feme ve bundan başka: Çâre yok irmege ey Cem deheni çâhına hîç Kan yutup derd ile nâ-çâr içelüm bârî kadeh makta’lı “kadeh gazeli” eşher-i eş’ârındandır. ışk ile: ışkunla ki: kim | Mehmed Tevfik ŞEH-ZÂDE SULTÂN KORKUD Sultân Bâyezîd-i Velî’nin oğlu ve Yavuz Sultân Selîm’in büyük birâderidir. Sultân Korkud’un keyfiyyet-i vefâtı vukû’ât-ı mü’ellimeden olduğundan terceme-i hâli sırasında beyân olunmayıp yalnız müşârün ileyhin ahlâk ü etvâr ve ilm ü fazîletle vakt geçirdiği mahaller ve âsâr-ı ilmiyye vü edebiyyesi yazılacakdır. Keyfiyyet-i vefâtına ıttılâ’ isteyenler Hâce Târîhi’ne mürâca’at etsinler. Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretlerinin vefâtıyla Sultân Bâyezîd-i Velî’nin cülûsu sırasında beyân olunduğu üzere Şeh-zâde Sultân Korkud on beş gün kadar serîr-i saltanatda pederine niyâbet etmiş ve pederinin ferâgat-i saltanatla Yavuz Sultân Selîm Hân’ın cülûsunda tâlib-i saltanat olmadığını birâderi Sultân Selîm’e beyân edip böylece ahd ü mîsâk ederek Magnisa ve Saruhan sancaklarında nedîm-i hâssı Piyâle Beğ ve birçok ulemâ vü üdebâ ile mücâleseyi ihtiyâr eylemiş idi. Ne çâre ki ba’zı ashâb-ı agrâzın ihtiyâl ü nifâklarıyla kazâya uğradı. Hükm-i zemân. Zîrâ târîhlerin beyânına göre Sultân Korkud ibtidâ Magnisa’da sonra Isparta’da sâniyyen yine Magnisa hükûmetinde bulunup bir müddet dahi pederine niyâbeten serîr-i saltanata ku’ûd eylediğinden devlet-i dünyâ lezzetini bir müddetcik tatmış idi. Tasavvuf kitâblarına ve ilm-i ahlâka şiddet-i intisâbı münâsebetle âlâyiş-i dünyâdan nefsini bi’l-külliyye tecrîd edip kendi efkârına muvâfık nüdemâ ve fuzelâ ile imrâr-ı vakt etmeği elezz-i lezâ’iz bilmiş idi. Âlemi nazarından mahv etmiş halîm, müstecmi’-i ahlâk-ı hamîde, âlim ü fâzıl bir şâh-zâdedir. Şerh-i Mevâkıf-ı Cürcânî mütâla’asına aşırı meyli olup mütâla’a etdiği nüshanın kenârına ba’zı vâridât tahrîr etmişdir. Ulemâdan görenler derhâl şeh-zâdenin fazlını teslîm etmişlerdir. Husûsen fenn-i mûsîkîde reşk-i Fârâbî olduğu müttefikdir. Nedîmi meşhûr Piyâle Beğ bir cübbe ve bir destâr-ı sûfiyâne ihtiyârıyla ömrünün nihâyetine değin Sultân Korkud’un türbedârlığı hıdmetinde bulunmuşdur. Sultân Korkud Burusa’da medfûndur. Pederi Sultân Bâyezîd-i Velî zemânında mutasarrıf olduğu sancağının diğer bir sancağa tebdîli hakkında takdîm etdiği istid’âsı redd olunduğundan bundan dolayı pederine infi’âl edip Mısr’a azîmet ve bir müddet Mısr’da ikâmetle yine Âsitâne-i Aliyye’ye avdet eylemişdir. Müretteb dîvânı vardır. Bu beyt âsâr-ı şi’riyyesindendir: Tûtyâ-yı hâk-i pâyundan iden kat’-ı nazar İki gözümse gerekmez çıksun ey nûr-ı basar ŞEH-ZÂDE SULTÂN MUSTAF Cennet-mekân Kânûnî Sultân Süleymân Hazretlerinin oğludur. Pederi Sultân Süleymân henûz câlis-i evreng-i şâhî olmadan evvel Magnisa hükûmetinde iken orada tevellüd etmişdir. Mu’ahharen pederi serîr-ârâ-yı hükm-rânî oldukda kâ’ide-i mer’iyye üzere sancağa çıkarıldı. Diğer şeh-zâdelerin vâlidesi hâsekî sultân şâyed Sultân Mustafâ pâdişâh olur hûlyâsına sapıp izâle-i vücûdu tedbîrine teşebbüs ve Vezîr-i a’zam Rüstem Paşa ile pâdişâha gamz etdiler. Pâdişâhın gazabı şeh-zâde hakkında gün-be-gün müştedd olmakda idi. Şeh-zâde bu hâllerden gâfil olup Sultân Süleymân’ın sefer-i Irâk’a azîmeti esnâda şefkat-i pederîye igtirâren Erikli nâm mahalde rikâb-ı pâdişâha yüz sürmek üzere gelmiş iken kazâ-zede-i fenâ oldu. “Mekr-i Rüstem” terkîbi târîh-i vefâtıdır. Âsitânı melce’-i ulemâ ve zurefâ idi. Hâceleri Sürûrî Efendidir. Rif’at istersen eger mihr-i cihân-ârâ gibi Sür yüzün her gün yire eyle tenezzül mâ gibi Hoş kabâ’ildür degül bâkî bu nakş-ı rûzgâr Fi’l-mesel dünyâ misâl-i âlem-i ru’yâ gibi Sûzen-i müjgânlarından geçmedi dil riştesi Yolda kaldum ey Mesîhâ Hazret-i Îsâ gibi Pehlevân-ı âlem olmış kalb-i istignâ ile Top-ı çarhı dehr elinde oynadur elma gibi Katreden kemdür vücûdun Mustafâ ammâ aceb Nazm idüp dürler döker tab’un senün deryâ gibi | Mehmed Tevfik ŞEH-ZÂDE SULTÂN MEHMED Bu dahi Sultân Süleymân-ı Kânûnî’nin ferzend-i ercemendidir. Genç yaşında iken Magnisa hükûmetine gönderilmiş idi. Orada çiçek çıkarıp bu illetden gül-i şâdâb-ı vücûdu berg-rîz-i hazân-ı fenâ olmuşdur. Pederi Sultân Süleymân’ın kendiye mahabbeti ferâvân olmağın na’şı İstanbul’a celb olunup rûhu içün bir câmi’-i şerîf ve bir medrese ve imâret binâ buyurmuşlardır ki Şeh-zâde Câmi’-i Şerîfi demekle ma’rûf olan câmi’-i şerîf budur. Ol saçı Leylî umardum bana Mecnûn’um diye Gezmesün gelsün belâ dagına mahzûnum Yolına cân virmegi anunçün ikrâr eyledüm Habs idüp çâh-ı zenahdânında medyûnum diye Umarum şi’r-i güher-bârum işitdükde nigâr Kandadur gelsün berü ol dürr-i meknûnum diye Dâl-i devlet ol bana yetmez mi bu dünyâda kim Nâz ile ol çeşmi nergis bana meftûnum diye Dilber oldur ey Mehemmed hışm idince âşıka Boynuna bend eyledüm zülf-i hümâyûnum diye ŞEH-ZÂDE SULTÂN BÂYEZÎD Sultân Selîm Hân-ı Sânî Hazretlerinin birâder-i kihteridir. Evâ’il-i hâlinde fezâ’il-i ilm ü kemâl ile pîrâste ve hasâ’il-i mekârim-i ahlâk ile ârâste iken şeh-zâdeyi bir alay bahâdır nâmına nemek-be-harâm, ârzû-yı saltanata düşürerek birâderi aleyhine kıyâm etdirdikleri Sultân Selîm’in ma’lûmu oldukda üzerine asker sevk edip belâ dağına mahzûnum: bükâ tagında Mecnûn’um . Metin “Mustafa İsen - A. Fuat Bilkan . Sultan Şairler. Ankara: Akçağ Yay. ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. şeh-zâde bi’l-âhıre Şâh Tahmâs’a ilticâ zu’mıyla Îrân’a firâr etmişdi. Tahmâsb evvelâ şeh-zâde hakkında hüsn-i kabûl göstermiş ise de sonraları zindân-bend ve senesi evlâd ü ıyâliyle silsile-i şühedâya peyvend eyledi. Muhibb-i erbâb-ı kemâl sâhib-i ilm ü efdâl bir şeh-zâde-i huceste-hâl imişler. Zemânında eşher-i şu’arâ olup Şâhî tahallus ederlermiş. Eş’ârından bir nebze tahrîr kılındı: Derd-i hecrünle şehâ hâl diger-gûn olıyor Dil perîşân ü gözüm kâsesi pür-hûn olıyor Vuslat elden gidiyor dil nice handân olsun Dem-i fürkat geliyor ney gibi nâlân olsun Bulınmadı bir destüm alur dünyede hayfâ Tutdum yüzümi tapuna ey Hazret-i Mevlâ Nâm ile n’ola Şâhî isem lîk kapunda Bir bende-i hârem ki bulınmaz bana hem-tâ Ben nice zâyi’ idem tûl-i emelle nefesi Kalmadı zerre kadar dilde bu dünyâ hevesi gazeli eşher-i eş’ârındandır. | Mehmed Tevfik HARF-İ ELİF İsmi İbrâhîm olmağla Âzerî tahallus etmişdir. Meşâhîr-i ulemâdan Mu’allim-zâde’nin mahdûmu olup tarîk-ı ilme sülûk eylediğinden üstâdü’l-efâzıl ve’l-a’lâm Şeyhü’l-islâm-ı meşhûr Ebu’s-su’ûd Efendiden mülâzım olmuşdur. Hiddet-i fehm ü zekâya mâlik olduğundan gençliğinde akrânının efsah ü eş’eri idi ve nev-sâl iken asrı ashâb-ı belâgatinin eşheri idi. Otuz bin akçe tîmâr ile dergâh-ı âlî müteferrikalarından iken senesi âlem-i cevânîde terk-i cihân-ı fânî eylemişdir. Edebiyyâtdan meşhûr Nakş-ı Hayâl nâm manzûme merhûmun mü’ellefâtındandır. Âsâr-ı şi’riyyesinden birkaç beyt yazıldı: Gönline gayrün girüp cevr ile gönlüm yıkmadun Var ol ey rûh-ı revânum hâtırumdan çıkmadun Nümâyân pâygâh-ı işret ammâ pây-ı himmet yok Şarâb-ı ışka ruhsat var velî tâlibde ragbet yok Tek ü pû pek aceb bîhûdedür bâzâr-ı ışk içre Metâ’-ı vasl hâzır mâye-i nakd-i mahabbet yok Niye dirsin ki sakın sevme cefâkâr olanı Sini mi ey yüzi gül gonçe-i ra’nâ sini mi Mûmâ ileyh Süleymân Âsaf Beğ’dir. Meşâhîr-i vüzerâ vü şu’arâdan esbak Bağdâd vâlîsi Alî Paşanın hafîdi Hudâvendigâr vilâyeti vâlîsi esbak Hâcî İzzet Paşa Hazretlerinin mahdûmudur. senesi Şevvâli’nde Bağdâd’da tevellüd etmiş ve târîhinde pederi müşârün ileyh hazretleriyle Dersa’âdet’e gelmişdir. târîhinde Bâb-ı Âlî mektûbî odasına me’mûr ve çerâğ buyurulup ve sonraları pederleri müşârün ileyh hazretlerinin vâlîliklerinde pek çok me’mûriyyetlerde bulunup şimdilerde Üsküdar’da Sultân Tepesi’nde vâki’ konaklarında ferâgat-i me’mûriyyetle meşgûl-i tahsîl-i ilm ü ma’rifetdir. Sadr-ı esbak übbehetli devletli Midhat Paşa Hazretlerinin Bağdâd vâlîliklerinde Bağdâd’ı tekrâr geşt ü seyâhat ve az müddet içinde Dersa’âdet’e mu’âvedet eylemişdir. Mîr-i mûmâ ileyh fatîn ü âkil ve nâzük-tab’ ü kâmil olup eş’ârı tab’-ı pâki gibi nekâ’is-i kelâmdan müberrâ tâze-edâ bir şâ’ir-i sühan-ârâdır. Mûmâ ileyh milletimizin hakîkaten zâdegânından olup ecdâdı devlet ü millete büyük büyük hıdmet eden ekâbir-i olduğu târîhlerde görülmüşdür. Ecdâdından Hakkî Paşa ve Ahmed Kâmil Paşa gibi meşâhîrin idâre-i devletde gösterdikleri fatânet Cevdet Târîhi’yle tevârîh-i sâ’ire-i matbû’ada muharrerdir. Mîr-i mûmâ ileyhin bir gazeli: Kand-ı lebinle bir mi mükerrer şeker şeker Gül ârızın o gerden-i sîmîn-ber şeker Etmezdi tab’-ı âkili aslâ gınâ-pezîr La’l-i terinden olsa eger behrever şeker La’lin emer emer de öperdim dehânını Pek hoş degil mi bâdeye nukl olsa ger şeker Pîrâmen-i ruhunda kıyâs etme hatt-ı nev Kanda sızarsa elbet üşer mûrlar şeker vüzerâdan: vüzerâya | Mehmed Tevfik Şîrîn edâsı tâ seher etdi beni kelîm Tûtîye bahş-ı şevk-ı tekellüm eder şeker Âsaf mizâc-ı asra halâvet verir bu nazm Söz müşterîsi kalmadı tab’ım satar şeker Büyük pederi meşhûr Alî Rızâ Paşa ki: Devr-i la’linde baş eğmem bâde-i gülfâma ben gazelinin münşididir. Terceme-i hâli harf-i râda mîr-i mûmâ ileyhin himmet-i kalemiyle yazılacakdır. Mevlidi Amasiyye’dir. Meşâhîr-i şu’arâdan olup müretteb dîvânı vardır. Cennet-mekân Sultân Bâyezîd Magnisa’da hükümdâr iken Âfitâbî kemâl-i şöhretine binâ’en silk-i nüdemâ-yı Cenâb-ı Bâyezîd Hân’a dâhil olmuş ve Sultân Bâyezîd merkûmun musâhabetinden gâyet hazz edip karîn-i şâhîleri buyurmuşlardı. Merhûm Âfitâbî hakkında Sultân Bâyezîd’in iltifâtı gün-be-gün mütezâyid olduğunu kurenâ-yı sâ’ire çekemeyerek merhûmu nazar-ı âtıfet-i Bâyezîd Hânî’den dûr eylemişlerdir. Bu dûrî vü mehcûrî Âfitâbî’nin hengâm-ı pîrî vü heremine musâdif olmağın derhâl bir kıt’a tanzîm ederek hâl-i aczini dergâh-ı Bâyezîd’e takdîm etmişdir ki matla’ı budur: Müjen tîrîne cân itmek hedef devlet nişânıdur Velî benüm gibi hâkînün ol devlet ne şânıdur Yeter düşdüm ırag ok gibi kurbân oldugum rahm it Ham-ı ebrûlarundan kim yed-i kudret kemânıdur Bu beyt dahi infi’âlini müş’ir o kasîdedendir: Zemânında bu çarhun çek tasarrufdan elün ey çarh Yıkarlar pîrsen gönlün yigitlik unfuvânıdur Mevlidi Yenice-i Vardar ve ilm ü kemâl ile Mekke-i Müşerrefe kazâsından mütekâ’id Mehmed Çelebinin mülâzımı olup hakkâ ki ma’ârif-i külliyye vü cüz’iyyede mâhir ve ulûm-ı akliyye vü nakliyyede melekesi zâhirdir. İstanbul’da senesi vefât etmişdir. Her ne kadar dîvânı matbû’ ve şöhret-gîr değilse de ekser mütâla’a eylediğim müntahabât-ı eş’âr mecmû’alarında merhûmun eş’ârını şu’arâ-yı meşhûre sırasında gördüm. Mütâla’a etdiğim eş’âr mecmû’alarından iltifât olunan âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebzesi tahrîr olundu. Egerçi Âgehî’nin müretteb dîvânı mevcûd olup da tab’ olunsa idi hakîkaten eşher-i şu’arâ-yı Osmâniyye’den ma’dûd olurdu. Ayırdı beni gâr-ı reh-i kûy-ı yârden Çokdur bizüm şikâyetümüz rûzgârdan Haber-i vuslat-ı dildârı idermiş ifşâ Bize âhır göresin söz getürür bâd-ı sabâ Bahs-i visâlün oldı niçe sebzezârda Alınma sevdügüm çok olur söz kenârda Müzeyyen ideliden hancer ol miyân-bendi Kıyâmet oldı yine ortalık güzellendi Bir gemici güzeline alâka etdiğinde ol tâ’ifenin ıstılâhı üzerine | Mehmed Tevfik güzel bir gazel söylemişdir ki bu beyt andandır: Çekdürüp fürkatini oldun alarga bizden Bahr-i fürkatde niçe furtınalar çekdüm ben “Fürkatini” “fırkateyni” de okunabilir. Âl-i Hasan-cân’dan Fâtıma Hânım demekle meşhûrdur. Şâ’ire-i müşârün ileyhâ Emîr Ağa nâmında bir zâtın bânû-yı harem-serây-ı izdivâcı olup andan bir püser-i necâbet-efseri dünyâya gelmişdir. Silsile-i âl-i Hasan-cân’dan olmak münâsebetiyle Emîr Ağa-zâde şeref-i mülâzemete kabûl buyurulup müderris ve sonraları kat’-ı merâtib-i mu’tâde ile Yenişehr kazâsı hükûmetine nâ’il oldukda vâlidesi şâ’ire-i müşârün ileyhâ Fâtıma Hânım’ı birlikde Yenişehr’e götürdüğünden târîhinde Fâtıma Hânım orada vefât eylemişdir. Müretteb dîvânı vardır. Hayâl-i ârızunla dîde sahn-ı gülsitânumdur Açılmış şerhalar sînemde nahl-i erguvânumdur Ümîd-i vuslatun ey kaşları yâ sîneden geçmez Hayâl-i tîr-i gamzen Âniyâ hâtır-nişânumdur Asrında Benli Hasan demekle meşhûr olup Rûmeli’nde vâki’ Niğbolu’da tevellüd etmişdir. Pederine Seyyidî Hâce derler sâhib-i yesâr bir tâcir-i mâldâr imiş. Pederinin vefâtını müte’âkıb İstanbul’a gelerek tahsîl-i ma’ârif ü kemâle müdâvim ve tarîk-ı ilme sülûk ile mülâzım olmuşdur. Firdevs-âşiyân Yavuz Sultân Selîm Hân Âhî merhûmun mü’ellefâtından olan Husrev ü Şîrîn nâmındaki manzûmesinden bir iki varak mütâla’a buyurup asr-ı şehenşâhîlerinde kâdî-asker olan Zeyrek-zâde ve Kemâl Paşa-zâde’ye Âhî’nin sinn ü sâl ve derece-i fazl ü kemâlinden su’âl buyururlar. Müşârün ileyhimâ dahi “Âhî henûz mansıb almamış belki mansıba duhûl etmemiş, mülâzımînden kırk yaşında sâhib-i kemâl bir dâ’înizdir.” dediklerinde pâdişâh-ı mağfûr dâ’imâ ehl-i hüneri taltîf ü tatyîb buyurmak gibi bir seciyye-i cemîle ile maktûr olduklarından “Sakınınız ki bu gonçe-i nev-şüküfte henûz güşâyiş-yâb-ı kemâl olmadan noksân-ı sa’âdet-i bâl veyâ adem-i nebl-i âmâl ve tünd-bâd-ı ye’s-i hâl berg-rîzî-i zevâli olmasın ri’âyet edin.” buyurmaları üzerine Anadolu kâdî-askeri bulunan Kemâl Paşa-zâde derhâl yirmi akçe ile Burusa’da Bâyezîd Paşa Medresesi’ni arz eder. Lâkin Rûmeli kâdî-askeri Zeyrek-zâde “Âhî yardan bir azîmü’l-kadr pâdişâh sana ri’âyet edin diye irâde buyursun da sen de böyle nâ-çîz bir şey’e kanâ’at et. Bu âlî-himmetliğe yakışmaz.” demesiyle Âhî kabûl-i medreseden teneffür eder. Adem-i kabûl huzûr-ı pâdişâha arz edilince “Henûz bu züll-i mülâzemetden ferâgat etmemiş. Hakkında bir daha birşey arz etmeyin.” diye sûret-i infi’âl gösterirler. Biraz sonra Ahmed Paşanın “egri” redifli gazeline söylediği nazîresindeki şu: O kad bâlâ vü zülf egri diyâr-ı hüsn pür-âşûb Memâlik fitne şeh zâlim alem ser-keş sipâh egri beyti sevk-i bed-hâh ile manzûr-ı pâdişâhî oldukda şehenşâh-ı Cem-câh Yavuz Sultân Selîm Hân’ın bâdî-i şiddet-i gazabı ve Âhî’nin bâ’is-i ademi olacak iken yine afv buyurulmuş ise de ebvâb-ı lutf-ı cihânbânî hakkında büsbütün münsedd olmuşdur. Nice zemânlar mülâzemet ve hezâr zillet ü felâketden sonra Rûmeli’de Karaferye Medresesi’ni verirler. O münâsebetle Manastır’da te’ehhül ve Hâverî’nin hemşîresiyle tezevvüc eder. Manastır’da vefât etmişdir. İki eseri vardır ki ikisi de nâ-temâmdır. Biri Fettâhî-i Nîşâbûrî’nin Hüsn ü Dil nâm eserini yine bu ism ile terceme edip pek çok tasarrufât icrâ eylemişdir. Doğrusu Hüsn ü Dil hakâ’ik-ı kinâyâtında nice âsâr-ı mu’ciz-nümâ peydâ bir eser-i bî-hem-tâdır. Bu kitâbın adem-i itmâmı terceme esnâsında vefâtı vukû’ bulduğundandır. “yardan uçurup” ifadesi “Kınalızâde Hasan Çelebi. Tezkiretü’ş-şu’arâ. C. . hzl. Aysun Sungurhan-Eyduran. . http://ekitap.kulturturizm.gov.tr ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. | Mehmed Tevfik Bu kitâbı tâ evâ’il-i hâlimde bir şevk-ı vicdânî ile kesret üzere mütâla’a eder ve hattâ tab’ ü neşrini aşırı ârzû eylerdim. Ne çâre ki o vaktler buna bulunduğum hâl-i müzâyaka müsâ’id olmadığı hâlde mu’ahharen tab’ ü neşr etdiğim Asr Gazetesi’ne tefrika ve bu münâsebetle ayrıca kitâb olarak dahi tab’ ü neşr edip ârzûma muvaffak oldum. Diğeri şeyhü’ş-şu’arâ Mevlânâ Şeyhî’nin Husrev ü Şîrîn adlı kitâbına nazîre tarzında yazdığı Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz ve Rivâyet-i Gül-gûn ü Şebdîz ismindeki manzûmesidir. Dekâ’ik-ı ibârâtında i’câz-ı sühan-ârâyı hüveydâ bir manzûme-i mu’ciz-nümâdır. Fakat bu da nâ-temâmdır. Ba’zı tahkîkâta göre temâm etmemesinin sebebi bu imiş. Mezkûr kitâbdan bir parçasını Emîr Buhârî Hazretlerinin dâmâdı Şeyh Mahmûd Efendi Hazretlerine gösterdiklerinde “Ol husrev-i hasâret-encâm ki nâme-i hümâyûn-ı sa’âdet-meşhûn-ı cenâb-ı risâlet-penâhî şıkkına ikdâm eylemişdür. Nâmına te’lîf-i kitâb sezâvâr olamaz.” diye etdikleri nush ü pend üzerine kitâbı itmâmdan sarf-ı nazar eylemişlerdir. Hüsn ü Dil matbû’ âsâr-ı şâyi’adan olduğu münâsebetle andan bahs edilmeyip yalnız Şîrîn ü Pervîz ile sâ’ir eş’ârından birer parça tahrîr kılındı: Bir hasîrüm yog iken külbe-i ahzânumda Bûriyâ nakşı görinür ten-i uryânumda Gâyet-i fakr ü zilletini müş’ir bir gazelinden müfrezdir: Hey ne fitne başıdur turre-i tarf-ı külehün Zâlimün öte ucıdur ser-i zülf-i siyehün Hikâyet-i Şîrîn ü Pervîz’indendir: Meger bir subh-dem bu Zâl-i gerdûn Sipihrün dâmenin kılmışdı pür-hûn Meger kim vaz’-ı haml itmişdi nâhîd Anunçün kan içinde togdı hurşîd Togurdı subh-dem bânû-yı devrân Bir altun başlı sırma saçlı oglan Çü devlet matla’ından togdı ol mâh Melekler didi gökde zâde-Allâh On on beş günde Husrev bedre döndi Saçı bir yılda Leyl-i Kadr’e döndi Ayagun turmaga başladı servi Terennüm kıldı bâgınun tezervi Dehânı gonçesine düşdi jâle Ruhınun dâgdârı oldı lâle EBU’L-VEF Kıdve-i ehl-i tecrîd ü bekâ Cenâb-ı Şeyh Ebu’l-vefâ Hazretleridir. Aslı Konyalı ve tarîkati Zeynî’dir. Şeyh Abdu’llâh kuddise sırruhu Haz-retlerinin hulefâsından olup ulûm-ı zâhire vü bâtınayı cem’ eylemişdir. Asrında ve hâlâ envâ’-ı kerâmât ile müte’ârif ve esrâr-ı kulûba vâkıf bir pîr-i kesîrü’l-ma’ârif olduğu gibi ba’zen inşâd-ı şi’re dahi meyl ü heves buyurmuşlardır ki bu iki beyt âsârındandır: Yak beni ışk âteşiyle yâ Vedûd Kül olınca cümle eczâ-yı vücûd Yazdugın çünki ezelde dost tagyîr eylemez Her ki ârifdür bu sırrı bildi tedbîr eylemez | Mehmed Tevfik Türbe-i şerîfleri İstanbul’da Zeyrek Yokuşı başındadır ki oraya hâlâ Vefâ derler. Türbeleri derûnunda gâyet mükemmel bir kütübhâne vardır. EBU’S-SU’ÛD Merhûm-ı müşârün ileyhin ismi Mehmed olup Şeyh Yavsî Hazretlerinin mahdûm-ı mükerremleridir ki senesi tevellüd etmişdir. Mü’eyyed-zâde Abdu’r-rahmân Efendiden mülâzemetle kâm-revâ ve dârü’s-saltanat-ı Kostantiniyye’de seccâde-ârâ-yı şerî’at-i garrâ olmuş idi. Biraz sonra Rûmeli sadrı ile kâr-fermâ iken evâhır-ı saltanat-ı Kânûnî Sultân Süleymânî’de ya’nî senesinde eser-i hâme-i müşk-efşânı olan Tefsîr-i Şerîf’i dergâh-ı Cenâb-ı Süleymân Hânî’ye ref’ etdikde şân-ı fezâ’il-unvânını tebcîlen çâr-bâliş-i mesned-i iftâya getirilmişdir. Cumâde’l-ûlâ’nın beşinci günü vefât eyledi. Eyûb’da ihyâsına muvaffak olduğu mekteb yanında medfûndur. Temâm otuz sene ârâyiş-i mesned-i fetvâ olmuşdur. Cennet-mekân Sultân Süleymân Hân-ı Kânûnî imtidâd-ı câh-ı saltanat ile nasıl müteferrid iseler Ebu’s-su’ûd dahi tûl-i zemân mansıb-ı riyâset-i fetvâ ile teferrüd etmişdir. Kemâl Paşa-zâde ile Ebu’s-su’ûd merhûm kavânîni şer’-i şerîfe tatbîk edip umûr-ı mülkiyye ve menâsıb-ı ilmiyyeyi intizâm tahtına almışlardır. Âsâr-ı ilmiyyesi kesîr bir fâzıl-ı şehîr olup Fetvâ-yı Ebu’s-su’ûd ile Tefsîr-i Şerîf’i eşher-i mü’ellefâtındandır. Arabî vü Fârsî vü Türkî lisânlarında inşâd-ı şi’re kâdir idi. Eş’âr-ı Türkiyye’sinden birkaç beyt yazıldı: Yine sevdâ-zede-i zülf-i siyehkâr oldum Yine bir olmayacak derde giriftâr oldum Gûşe-i râhat idi kabrün azâbı olmasa Hoş temâşâgâh idi mahşer hisâbı olmasa Mahv olup gitmez mürûr-ı dehr ile bâkî kalur Hâme ile safha-i evrâkda mestûr olan ŞEM’-İ CEM’-ÂRÂ-YI BEZM-İ RÛŞENÎ HAZRET-İ ŞEYH İBRÂHÎM-İ GÜLŞENÎ Hâlen genc-i nihân ve kâlen pehlevân-ı cihândır. Hulefâ vü ehibbâsının cümle-i müdde’âlarındandır ki Hazret-i Celâle’d-dîn-i Rûmî Kitâb-ı Mesnevî’sinde müşârün ileyh İbrâhîm-i Gülşenî hakkında nice işârât ü rumûz ve birçok nikât ü künûz îrâd etmişdir. Meşâyih-i müte’ahhirînin kümmelinden ve hulefâ-yı Halvetiyân’ın ekmelindendir. Âsârından Hazret-i Monlâ-yı Rûm’un Mesnevî-i Şerîf’ine cevâb-gûne kırk bin beyt söylemişdir. Bu ebyâtdan teberrüken iki beyt yazıldı: Behr-i în bîneş şinev kavl-i Hodâ Mâ kezebe ayne’l-fu’âdu ve mâ re’ Sırr-ı nâr u nâr ez-eymen-i fu’âd Bînem u dânem zi-rûy-i ittihâd Merhûm-ı müşârün ileyh Dâmâd İbrâhîm Paşa diye meşhûrdur. Mu’şkara ya’nî zemânımızda Nevşehr denilen mahaldendir ki Niğde sancağında Ürgüb kazâsına tâbi’dir. Orada tevellüd etmiştir. Sadâretinde Mu’şkara’yı envâ’-ı hayrât ü müberrât ihyâsıyla ma’mûr ve dest-yârî-i mi’mâr-ı himmetiyle öyle bir küçük kasabayı bir şehr-i Buradaki ayetin aslı “Mâ kezebe’l-fu’âdu mâ re’â” şeklindedir . Mısraın vezni bozuktur. | Mehmed Tevfik cesîm ü meşhûr etmişdir. İzdin voyvadası Alî Ağanın oğlu olup târîhinde ahbâblarını ziyâret kasdıyla İstanbul’a gelir. Akrabâsından Mustafâ Efendi Serây-ı Atîk mutasarrıfı bulunmak takrîbiyle ibtidâ Serây-ı Atîk helvâcıyân zümresine ve sâniyyen Teberdârân Ocağı’na dâhil olarak hıdmet-i lâzimesiyle meşgûl iken isti’dâdı hasebiyle Serây-ı Atîk evkâf kitâbeti ve birkaç gün sonra yazıcı halîfeliği ile mültefet olmuşdur. Ol zemânlar Sultân Ahmed Hân-ı Sâlis Hazretleri Edirne’de peygûle-güzîn-i vahdet ve müterakkıb-ı nevbet-i saltanat iken Sultân Ahmed Hân’a kesb-i ihtisâs ederek târîhinde vukû’-ı cülûs-ı Ahmed Hânî’yi müte’âkıb bâ-hatt-ı hümâyûn Dârü’s-sa’âdeti’ş-şerîfe Ağası Abdu’r-rahmân Ağanın sûretde kitâbet hıdmetine me’mûr ve ma’nîde pâdişâhın mahrem-i esrârı ve mu’temed-i kâr-güzârı olarak haylîden haylî manzûr olmuş idi. Hattâ daha ol zemânlar pâdişâh-ı mağfûr tarâfından birkaç kerreler rütbe-i vezâret teklîf olunduğu hâlde kendisi, akrânı birdenbire bu rütbeyi istiksâr ederler mütâla’âtıyla hüsn-i müdâfa’aya muvâfık olmuşdur. O esnâda Abdu’r-rahmân Ağanın Dârü’s-sa’aâde ağalığından afvları iktizâ edip merhûm Süleymân Ağa nasb olundukda yine bir mikdâr kitâbeti hıdmetinde bulunmuş ise de Çorlulu Alî Paşa sadâretinde Haremeyn-i Muhteremeyn muhâsebeciliği ile ibtidâ nazar-ı pâdişâhîden ve mu’ahharen bi’l-müsâdere Edirne’ye nefy ile İstanbul’dan teb’îd edildi. Nice müddet Edirne’de menfiyyen ikâmetden sonra Dâmâd Alî Paşa merhûm ’de Mora’nın teshîrine râyet-keş-i nehzat olduklarını müte’âkıb mevkûfâtcılıkla istishâb ve ba’de’l-feth tahrîr-i emrine intihâb eylemişdir. ’de yine mansıbı üzerinde olduğu hâlde biraz vakt Niş defterdârlığı edip o me’mûriyetde iken ordu-yı hümâyunun Niş’e vürûduyla birlikte Varadin seferine azîmet ve bi-hikmeti’llâh vukû’a gelen hezîmetler hakkında yazılan mahzarı bir ân evvel takdîme müsâra’et edip Edirne’ye avdet ve ruh-sûde-i pây-ı veliyyü’n-ni’met-i kadîm ile merreten rûz-nâmeci ve ba’dehu mîr-âhûr-ı evvel ve iki üç gün geçmeden rikâb-ı hümâyûn kâ’im-makâmlığıyla hâ’iz-i nisâb-ı ni’met veliyyü’n-ni’met-i bî-minnet oldukdan mâ’adâ Sadr-ı Şehîd Alî Paşayı sa’îdin halîle-i muhteremeleri Fâtıma Sultân Hazretlerinin izdivâclarıyla nâ’il-i şeref-i sıhriyyet olur. Bunu müte’âkıb Avusturya devleti tarafından harbi müntic birtakım alâ’im ü ahbârın zuhûru münâsebetle bir vezîr-i dirâyet-semîrin sadr-ı devlete ısdârı derece-i vücûbda olduğu rû-nümâ olması üzerine Dâmâd İbrâhîm Paşa senesi mihr-i sadâretle kâm-revâ olur. Geçen seneden ziyâde asker tedârüküyle orduyu mükemmel ü müheccez sûretde Sofya sahrâsına getirdikde Avusturya’dan vukû’ bulan teklîf üzerine ber-vefk-i merâm emr-i müsâlahaya hitâm verir. Oradan Edirne’ye gelip umûm orduyu alır. İstanbul’a avdet eyler. İşbu hıdmeti nezd-i pâdişâhî ve vükelâ-yı şehriyârî ile umûm millet nazarında memnûniyyet-i vefîreyi mûcib olmuşdur ve ’de açılan şark seferlerinde dokuz sene mikdârı sa’y ü gayreti görülüp kol kol ordular sevkiyle Îrân’ın pek çok mahallerine duhûl edip zamîme-i memâlik-i Osmâniyye eylemişlerdir. senesi ser-zede-i vukû’ olan fitne vü fesâdın kabağı âkıbet sadr-ı müşârün ileyhin başına patlayıp yeniçerilerin taleb ve ısrârları üzerine Sultân Ahmed merhûmun dahi artık İbrâhîm Paşayı istishâb etmeğe iktidârı kalmayarak fedâ eylediğinden yeniçeriler vücûdunu pâre pâre ve murg-ı rûhunu a’lâ-yı illiyyine itâre eylemişlerdir. Eczâ-yı vücûdu hayrâtından olan Şeh-zâdebaşı’nda kütübhâne yanındaki türbesinde medfûndur. Târîhler müşârün ileyhi ehl-i sefâhatden addederler. Evâhır-ı sadâretinde harb lakırdısı kelime-i küfr gibi kâle alınmaz olup herkes sefâhate ve ten-perverliğe alışmış. Kâğıdhâne ricâl ü kibâra taksîm olunup birçok kusûr ü kâşâne yapılmış. Pâdişâh-ı asr Sultân Ahmed Hân merhûm da’vet olunup yazın lâlezârlar kışın helvâ sohbetleri olurmuş. Hâsılı birçok sefâhatlerle devletin bünye-i vücûduna za’f ü halel târî olmasına müşârün ileyh sebeb olmuşdur derler. Bu muhâkemeler sahîhan ehl-i târîh indinde mu’teber olup müşârün ileyh bu şeylerden dolayı târîhlerde her ne rütbe müttehem sûretiyle yazılsa bile bizim mecmû’anın mevzû’una nazaran müşârün ileyh memdûhdur. Çünki Dâmâd İbrâhîm Paşa hem âlim hem edîb hem şâ’ir hem hüner-perver bir vezîrdir. Bu hâlde bizim böyle zevâtın hâ’iz oldukları ilm ü edebî cihetlerinden dolayı elbet terceme-i hâllerini yazıp medhinde bulunmaklığımız mevzû’umuza muvâfık olacakdır. İbrâhîm Paşa ashâb-ı hayrâtdan olup hayrât ü müberrâtıyla ma’mûr etdiği şehri meşhûrdur. Ehl-i ilm ü edebe rağbeti şundan anlaşılıyor ki zemânında zuhûr eden âlim, edîb, şâ’ir kadar bir zemânda zuhûr etmemişdir. Ma’ârif-i Osmâniyye’ye en çok hıdmet edenlerin biri de Dâmâd İbrâhîm Paşadır diyebiliriz. Nâmına pek çok kitâblar te’lîf olunmuş ve Sâmî, Sâbit, Kiçeci-zâde Vehbî, Nâbî, Nedîm ve daha pek çok şâ’ir-i meşhûrun dîvânlarında medâ’ih-i celîlesi mezkûr bulunmuşdur. Müşârün ileyhin Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrer bir kıt’asıdır: | Mehmed Tevfik Nigâh-ı iltifâtın mâyedâr-ı izz ü şân oldu Hitâb-ı müstetâbın rûh-bahş-ı cism ü cân oldu Aceb mi kılsan ihyâ makdem-i lutfunla hünkârım Kulun bir zerreyim zâtın bana mihr-i cihân oldu AHMED PAŞA Burusalıdır. Vüzerânın ulemâsından olup zemânında Veliyyü’d-dîn oğlu demekle şöhret-gîr idi. Âbâ’ ü ecdâdı fazl ü reşâd ve salâh ü sedâd ile mevsûfdur. Pederi cennet-mekân Murâd-ı Sânî Hazretlerine kâdî-asker olduğu gibi şehenşâh-ı mü’eyyed Fâtih Sultân Mehmed Hân Ahmed Paşanın kemâl-i kâbiliyyetini görüp kendilerine üstâd ve gün-be-gün hakkında hüsn-i nazar ve teveccüh-i şâhânelerini müzdâd ederek nihâyet vezîr-i a’zam etmişlerdir. Ahmed Paşa gerçi evâ’il-i hâlinde süllem-i fazl ü kemâlin birinci pâyesine kadar irtikâ eden ulemâdan ma’dûd olabilirdiyse de şi’ri tarz-ı kadîm-i Türkî üzere letâfet ü melâhat-i elfâzdan sâde kabataslak bir üslûbda iken sonraları üstâd-ı kâmil merhûm Alî Şîr Nevâyî Ahmed Paşaya otuz üç dâne gazel göndermesiyle Ahmed Paşa anlara iktidâ eylediğinden üslûb-ı şi’ri hûb ve eş’ârı mergûb olmuşdur. Merhûm-ı müşârün ileyh cemî’-i devâvîn-i Fürs’i mütetebbi’ olup ekser eş’âr-ı Fârsî’yi üslûb-ı Türkî’de terceme etdiğiçün asrı şu’arâsı arasında mütercimlik ile müttehem olmuşdur. Zemânımızca âsârından istidlâl etdiğimiz hâlde müşârün ileyhi hem âlim ve hem de şâ’ir buluruz. Müşârün ileyh bânû-perestlikden teneffürle meftûr ve mahbûb-dostlukla meşhûr olmasına binâ’en bu hâli Sultân Mehmed Hân Hazretlerine gamz olunmuş iken bir gün hâkân-ı mebrûr, gulâmân-ı hâssından birini li-ecli’t-terbiye kayd ü bend etdikde, meğer Ahmed Paşanın gulâm-ı merkûma alâkası varmış, gulâmı kayd ü bendde görünce bi’l-irticâl: Cihân yansun ki ol şem’-i şeker-hand Yatur giryân ayagında demür bend Lebi Şîrâzî helvâdur satarsa Deger Mısr ü Buhârâ vü Semerkand der. Fâtih Sultân Mehmed’in mesmû’-ı hümâyûnları olunca tecrübeten mahbûb-ı merkûmun saçını tıraş edip Ahmed Paşa ile birlikte hammâmda buluşdurur. Ahmet Paşaya bir iki kadeh şarâb dahi verirler. Ahmed Paşa keyf-i sahbâ ve temâşâ-yı mahbûb-ı hurşîd-likâ ile ser-be-hevâ: Zülfin gidermiş ol sanem kâfirligin koymaz Zünnârını kesmiş velî dahi Müselmân olmamış bedîhesini inşâd eder. Pâdişâhın âteş-i gazabı bütün bütün iştidâd ederek Ahmed Paşayı terbiye kasdıyla kapıcılar odasında habs eyler. Ahmed Paşa istirhâm ü isti’tâf kasdıyla “kerem kasîdesi”ni nazm ve takdîm edip mazhar-ı afv-ı şâhî ve otuz akçe tevliyet-i Orhan Hânî ihsânıyla nâ’il-i ihsân-ı pâdişâhî olur. Yine bir gün Fâtih’in gulâmân-ı hâssından biri zülfü pîçîde-i zîr-i külâh olduğu hâlde Ahmed Paşanın karşısına çıkınca: As zülf-i dil-âvîzi çıkar habs-i külehden Kim zulm elini tutdı katı fitneleri var der. Bu makûle letâ’ifi pek çokdur. Sonraları Hazret-i Emîr Efendimizin evkâfına mütevellî oldukda rûhâniyyet-i Cenâb-ı Emîr’den istimdâd kasdıyla bu tercî’i söylemişdir: Matla’-ı tercî’ Ey âlem-i vilâyete sultân olan Emîr V’ey mülk-i Rûm’a rahmet-i Rahmân olan Emîr Bu tercî’i inşâdından sonra Sultânönü sancağıyla be-kâm ve müte’âkıben vukû’-ı cülûs-ı Bâyezîd-i Sânî’de Burusa sancağı ihsân buyurularak mukzi’l-merâm olmuşdur. İrtihâli senesi olup Burusa’da Murâdiyye Câmi’-i Şerîfi hizâsında bir medresesi vardır. Türbesi dahi oradadır. ol sanem: sanem ol | Mehmed Tevfik Eş’ârından bir nebze Çîn-i zülfün miske benzetdüm hatâsın bilmedüm Key perîşân söyledüm bu yüz karasın bilmedüm Hüsn içinde sen garîb ü şehr içinde ben garîb Gel ikimüz bir olalum sen garîb ü ben garîb Câna kanmaz bûse-i la’l-i leb-i yâr isteyen Baş virür bûy-ı ser-i zülf-i siyehkâr isteyen Kûyını görmekle dilde sâkin olmaz nâr-ı şevk Kâni’ olmaz cennet-i firdevse dîdâr isteyen Müşkil budur ki her kime kim hâlüm aglasam Işkun yolında ol dahi benden beter çıkar Ahmed aceb mi cennet-i kûyundan olsa dûr Bilmezlik ile âdem elinden neler çıkar Yine Ahmed Paşanın bedîhiyyâtındandır ki bir gün Fâtih Sultân Mehmed Hân’ın meclisinde Hâce Hâfız’ı medh ve ıtrâ ederler ve dîvânından tefe’ül eylerler. İttifâken bu beyt çıkar: Ânân ki hâk-râ be-nazar kîmyâ konend Âyâ buved ki gûşe-i çeşmî be-mâ konend Ahmed Paşa bi’l-bedâhe: Ânân ki hâk-râ be-nazar kîmyâ konend Hâk-i cevâhir-i kademet tûtyâ konend beytini okur. Hazret-i pâdişâh gâyet pesend eder. AHMED ÇELEBİ Müşârün ileyh Kemâl Paşa-zâde diye şöhret-şi’âr olmuşdur. İbn Kemâl dahi derler. Hâlbuki Kemâl Paşa-zâde Süleymân Çelebinin oğludur. Ebu’l-kemâl’dir. Her bir ulûm ü fünûna nisbeti ve her müntesib olduğu ilm ü fenn üzerine birkaç âsâr-ı ber-güzîdesi vardır. Mecmû’-ı âsârı ta’dâd ü tasrîh olunmak lâzım gelse bir büyük kitâb olur. Asrının müstesnâsı ve ulemâ-yı Rûm’un İbn Sînâ’sıdır. Mevlidi Tokat ve mahall-i tahsîli Edirne’dir. Rivâyete göre merhûm-ı müşârün ileyh kiber-i sinninde tahsîle iştigâl etmişdir. Monlâ Lutfî’den ekser ulûmu tahsîl ettikden sonra Edirne’de Alî Beğ Medresesi’ne ve ba’dehu Üsküb Medresesi’ne müderris olur. El-hâc Hasan-zâde Rûmeli ve Mü’eyyed-zâde Anadolu kâdî-askeri iken Edirne’de Taşlık Medresesi mahlûl olup Kemâl Paşa-zâde tâlib olıcak Hasan-zâde’nin monlâya adâveti varmış, monlâ tâlib oldukça Hasan-zâde reddeder ve monlâyı nâ’il-i merâm etmeyip me’yûsen âzim-i tarîk-ı kazâ olmasına cehd eyler. İbn Kemâl tîr-i recâ ve sihâm-ı taleb ü istid’ânın hedef-i husûle adem-i isâbeti ye’siyle semt-i kazâya rızâ sûreti gösterir. Sadr-ı sâlifü’z-zikr İbn Kemâl içün mansıb-ı kazâyı arz etmek üzere iken Mü’eyyed-zâde huzûr-ı Bâyezîd Hân-ı Sânî’de monlânın her fende ve husûsen fenn-i celîl-i târîhde yed-i tûlâsından bahs edip ve “Efendim İbn Kemâl bir âlim ü fâzıl ve yegâne-i efâzıl bir dâ’înizdir. İderse kat’-ı menâzil n’ola dil-i âgâh Semend-tab’a olur tâziyâne himmet-i şâh Mazhar-ı iltifât-ı şehriyârî buyurulur ise müşârün bi’l-benân ola- cağı mukarrerdir.” deyip medrese-i mahlûlü alır ve yine bu bahâne ile “Efendim ecdâd-ı izâmınızın fütûhât-ı celîlesi henûz mazbût değildir. İbn Kemâl dâ’îniz bir mikdâr mazhar-ı inâyet ü ihsân buyurulup fakr-ı hâli izâle edilir ise bu hizmetin uhdesinden gelir.” demesiyle ol vakt Sultân Bâyezîd-i Velî Hazretleri tarafından otuz bin akçe ihsân ile şâh-nâmecilik tevcîh buyurulur. Kaleme aldığı Târîh-i Osmânî tevârîh-i mevsûkadan ise de elfâzı o kadar selîs değildir. Fakat sâ’ir âsâr-ı edebiyyesi pek melîhdir. Hele Yûsuf ü Zelîhâ’sı Gülistân’a nazîre Nigâristân’ı İbn Yemîn tarzında mukatta’âtı makbûl-i cihândır. Yavuz Sultân Selîm Hân Hazretleri asrında kâdî-asker iken Mısr’da Cemâle’d-dîn’in Nücûm-ı Zâhire’sini bâ-irâde-i Selîm Hânî tercemeye başlayıp sefer ü hazarda her gece bir cüz’ terceme edip arz edermiş. | Mehmed Tevfik Bir günde bin fetvâ verdiği mütevâtirdir. senesi vefât eylemişdir. Şu’arâdan Zâtî, merkadine “hâzâ makâmu Ahmed” terkîbini söylemiştir. Yavuz Sultân Selîm Hân Hazretlerinin vefâtına söylediği mersiyesi Nice toyınca görem sen gül-i nâzük-bedeni Kendü kirpügüm olupdur bana gözüm dikeni gibi eş’âr-ı mergûbesi meşhûr olmağla tahrîre hâcet görülemedi. Ahmed Çelebidir. İstanbullu ve binâemîni Hüseyn Çelebinin oğludur. Tarîk-ı ilmiyyeden ve zemânının ehl-i fazîletinden iken galebe-i aşk ü hevâ ile ihtiyâr-ı sefer ederek Mısr’a azîmet ve ol zemân Mısr vâlîsi olan İskender Paşanın oğlu Dervîş Beğ ile Kuds’e gidip orada dâr-ı âhırete rıhlet eylemişdir. Mûsîkîde Fârâbî-i Sânî ve Fârsî vü Türkî şi’r inşâdında şâ’ir-i bî-müdânî imiş. senesi vefât eylemişdir. Dime oglum cigerüm kanumdur Senün oglunsa benüm cânumdur Kaytâs-zâde demekle ma’rûf ü meşhûrdur. İbtidâ yayabaşı sonra arpaemîni ve şehremîni ve Rûmeli tîmâr defterdârı ve Diyârbekr mâl defterdârı olup tahsîl-i mâl-i mîrîde sa’y ü gayreti meşhûd olmağın sancak beğliği verilmiş idi. Lâkin kendisi meşâgilden dest-keş-i ferâgat ve ihtiyâr-ı uzlet edip Ortaköy’de binâ eylediği kâşâne-i furhat-âşiyânelerinde sohbet ü ülfet-i sâhib-i fazîlet ile imrâr-ı vakt ederek senesi müteveccih-i semt-i âhıret olmuşdur. Âsâr-ı şi’riyyesinden birkaç beyt yazıldı: Kul oldı kaddüne gülşende şimşâd Anunçün oldı şâhum gamdan âzâd Komazsın öpmege bir dem elüni Elünden pâdişâhum dâd ü feryâd Cefâ taşını bana atmayınca Benüm vîrâne gönlüm olmaz âbâd Hezârân dâg yakdum sîneye ben Bana bir tag ile benzer mi Ferhâd Hırmen-i dünyâyı geşt itdüm ser-â-ser hâsılı Arayup bir dâne mahlas bulamadum kendüme Edâyî Beğ demekle meşhûr olup Amasiyye’de tevellüd etmişdir. Cennet-mekân Sultân Süleymân Hân-ı Gâzî’nin ferzend-i necîbi Şeh-zâde Sultân Mustafâ’nın nüdemâsından olup ilm-i mûsîkîde bî-nazîr imiş. Şeh-zâde-i mağfûrun kurenâsından Gonçe Keyvân hakkında nazm etdiği murabba’-gûne gazeli Şeh-zâde Sultân Mustafâ’nın hoşuna gidip kendisine derece-i nihâyede i’tibâr etmiş idi. Şeh-zâde-i müşârün ileyh kazâ-zede-i fenâ oldukda İstanbul’a gelip hazîne-i sultânî kâtibleri zümresine dâhil ve Kapudan Piyâle Paşanın dâ’ire-i istishâbına vâsıl olur. Piyâle Paşa himmetiyle tîmâr defterdârı iken senesi intikâl etmişdir. Ber-vech-i âtî ebyât âsâr-ı şi’riyyesindendir: Âsumân-ı hüsnün ey ebrû hilâli sen misin Yoksa gözler görmedük bir tâk-ı âlî sen misin | Mehmed Tevfik Tîgden niçün geçürdiler i hatt-ı nev Rûm’da baş kalduran yoksa Celâlî sen misin Mevlevî Esrâr Dede demekle meşhûrdur. Dersa’âdet’de tevellüd edip tarîk-ı feyz-refîk-i Mevlevî’ye intisâb ile Galata Mevlevîhânesi’nde mukîm ve ol vaktler Mevlevîhâne’de post-nişîn-i irşâd olan ârif ve kâmil-i füyûzât-ı Mevlânâ’yı tâlib Cenâb-ı Şeyh Gâlib’e nedîm olmuşdur. Zâtını hilye-i ma’ârif ve hüsn-i ahlâk ile tezyîn edip senesi tennûre-tırâz-ı semâ’hâne-i bekâ olmuşdur. Dîvânı müretteb ve matbû’dur. Bir gazelinden müfrez birkaç ebyât âsâr-ı şi’riyyesinden olmak üzere yazıldı: Ebyât-ı müfreze Zehr urup sînedeki zahmıma merhem yerine Kâse kâse içerim hûn-ı dili dem yerine Iyş-ı yek-rûzesi sad-sâle humâr-âverdir Koyalım kim bu fenâ bezmini âlem yerine Duramaz haylî pesendîdedir ammâ Esrâr Komadı gitdi o âfet bizi âdem yerine Sahâflar Şeyhi-zâde Vak’a-nüvîs Mehmed Es’ad Efendidir. târîhinde İstanbul’da zîver-i gehvâre-i vücûd ve ba’de’t-tahsîl menâsıb-ı aliyyeye su’ûd etmişdir. senesi vak’a-nüvîslik hıdmeti ve senesi Üsküdar mevleviyyeti ihsân buyurulmuş ve mu’ahharen Takvîmhâne-i Âmire Nezâreti’ne ve senesi İstanbul kâdîliğine me’mûriyyeti icrâ edilmiş iken biraz sonra hasbe’l-îcâb i:eyâ sefâretle Îrân’a azîmet eylemişdir. Dersa’âdet’e avdetini müte’âkıb tahaffuzhâne nezâretine ve a’zâdan olmak üzere meclis-i vâlâ-yı ahkâm-ı adliyyeye ve senesi nekâbet makâm-ı âlîsine ve senesi Rûmeli sadâretine ve senesi Mekâtib-i Umûmiyye Nezâreti’ne gelmişdir. En sonraki me’mûriyyetini müte’âkıb vefâtı vukû’ bulmuşdur. Ayasofya civârında vâki’ Yerebatan’da inşâ eylediği kütübhâne ittisâlinde medfûndur. Âsârından kütüb-i nefîse vü nâdire ile memlû mezkûr kütübhânedir ki ehl-i mürâca’at istifâde-i feyz-i ma’rifet edip merhûmun rûhuna rahmet okurlar. Devlet-i Aliyye’nin birkaç senelik vukû’âtını şâmil târîhi vardır. Yeniçerilerin esbâb-ı ilgâsını şâmil Üss-i Zafer adlı diğer bir târîhçesi ve müretteb bir kıt’a dîvânı meşhûrdur. Meşhûr olan Müstatraf Tercemesi Takvîmhâne Nezâreti’nde sahâbet-i kalemiyyesiyle tab’ ü neşr olunmuşdur. Eş’ârından bir şemme yazıldı: Şemme-hâh oldum riyâz-ı ârız-ı cânândan Itr-bahş-ı hâtır oldu dedi yâ bir iş mi bu Bir içim su cüst-cûsudur seni seyyâh eden Es’adâ deryâ-yı gurbet içre böyle sû-be-sû Üskübî İshâk Efendidir. Cennet-mekân firdevs-âşiyân Sultân Süleymân Hân-ı Gâzî Hazretleri zemânında zuhûr eden ulemânın şu’arâsından ve şu’arânın fuzelâsındandır. Pederi Kılıc İbrâhîm demekle ma’rûf ehl-i hirfetden iken kendileri kesb-i kemâl ile birçok medreselere müderris ve Mevlâna Kara Bâlî’den mülâzım olur. Pâdişâh-ı mağfûr asrında kâdî-i Şâm iken neyyir-i ömrü resîde-i ufk-ı magrib-i Şâm ve alâ’ik-i dünyâdan dâmen-keş-i âlâm olmuşdur. Kâdî-i Şâm oldukda tefe’ülen söylediği târîhdir: Şehr-i zi’l-hiccede azmüm sefer-i Şâm oldı Başladum yazmaga târîhini akşâm oldı | Mehmed Tevfik Sâlihiyye nâm mevzi’e geldiği vakt bu beyti söylemişdir: Cennet kokusı gelmege başladı meşâma İrişe gibi kâfilemüz menzil-i Şâm’a Fi’l-vâki’ vefâtı senesindedir. Fezâ’il-i sâ’iresinden başka fenn-i şi’rde kemâli olmağın asrının meşâhîr-i şu’arâsından ma’dûd olmuşdur. Zâde-i tab’-ı latîfinden birkaç beyt yazıldı: Bu çeşmüm çeşmesârınun aceb hûnîn akar yaşı Meger var ise ol aynun ciger dâgındadur başı Zâdumuz gussa vü gamdur dü belâ râhilemüz Çekilüp Ka’be-i kûyuna gider kâfilemüz Bâde kim nûş iderüm ayru düşüp yârümden Katre katre dökilür dîde-i hûn-bârumdan Merhûm gâyetle şûr ü şevki gâlib ve musâhabet-i mahâbîbe tâlib imiş. Ömründe te’ehhül etmeyip tecerrüd âleminde yaşamışdır ve nihâyetde şûh-mizâc ü mizâh-gûy ve güşâde-tab’ ü güşâde-rûy imiş. Edirne’de Işık Kâsım demekle meşhûr ü müte’ârif olan Monlâ Kâsım’a bu birkaç beyti latîfe olarak bi’t-tahrîr göndermişdir: Ey serîr-i mülk-i ışka hân olan server dede Cümle esrâr-ı rumûza menba’ ü mazhar dede Mülk-i istignâda mislün yok erenler cânıçün Âlem-i ıtlâkdan gerçi dem urur her dede Bu yalancı pîre-zen dehrün yüzine bakmayan Tekyegâh-ı vahdet-i âlemde gerçek er dede Fünûnun her birinde âlim ü râsih olduğu gibi pek güzel müverrih imiş. Edirne’de Dârü’l-hadîs kendilerine tevcîh kılındığı vakt her bir fıkrası bir târîh olmak üzere müfâhareten bu matla’ı inşâd eylemişdir: Matla’-ı târîh Âlim-i ehl-i tefsîr rûşen-fakîh-i âfâk Allâh ne müstehakdur Dârü’l-hadîs’e İshâk İzmirli Mansûrî-zâde demekle ma’rûf olup müsteşâr-ı sadr-ı âlî sâbık utûfetli Mustafâ Efendinin birâder-i muhteremleridir. Tarîk-ı ilmîye sülûk ile hâlen iftihârü’l-mevâlî ve zeynü’l-ahâlîdir. Gâh-be-gâh meclis-i memleket a’zâlığı ve evkâf muhâsebeciliği gibi hıdmet ve me’mûriyyetlerde bulunur. Şi’ri metîn bir fâzıl-ı sihr-âferîn olup bir gazeli teberrüken yazılmışdır: Açıl güller gibi gel bâga seyr et verd ü sûsen sen Olur ey dil-rübâ feyz-i kudûmun ile gülşen şen Çıkarsın şimdi her gün seyre aylarca görünmezdin Der-i vâlâ-cenâbın bana ey meh-pâre meskenken Surâhîdir gözünde câma ragbet eylemez mahmûr Lebinden mu’teberdir mest-i aşka bûse gerdenden Göz aglar sîne gürler her gece başımda bir kış var Uyutmaz sarsar-ı âhım olur tâ subh revzen-zen Bozukdur âlem erbâb-ı alâ’ik düzmedir şimdi Taharrî etdim Es’ad bulmadım bir pâk-dâmen men | Mehmed Tevfik Ferîkân-ı kirâmdan ve Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî a’zâsından sa’âdetli Eşref Paşa Hazretleridir. Burusalı olup senesi İstanbul’a gelerek Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne sınfına dâhil ve ihrâz-ı kemâlât ü fezâ’il edip alay kitâbetiyle Rûmeli’ye gitmiş idi. Nâ’il-i rüteb-i askeriyye ile Bağdâd vilâyeti fırka riyâsetine ve andan Tahrân sefâretine me’mûr olmuşdur. Îrân’dan avdetle Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî a’zâsından iken Îrân şâhının Dersa’âdet’e teşrîflerinde Berendîzî’den şâhı istikbâle ve avdetinde yine Botı’ya kadar teşyî’e me’mûr olmuşdur ve hâlâ Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî a’zâsındandır. Kasîde ve mersiyye tanzîminde asrın meşâhîrindendir. Hele şu kıt’a nüsha-i cândır: Zât-ı Hak san’atıdır nüsha-i imkân ammâ Ana şîrâze-i tertîb-i nebî bir de velî Biri ma’nâ-yı Ehad’dir biri Mevlâ-yı Samed Yek vücûd âlem-i vahdetde Muhammed’le Alî İsmi Mehmed ve mevlidi İstanbul’dur. Sultân Ahmed Hân-ı Sânî asrında İstanbul kâdîsi olan şârih-i Mültekâ Seyyid Mehmed Efendinin mahdûmu olup tahsîl-i kemâl ve ikrâm-ı mahâdîm olan mülâzemeti istihsâl edip mûsile-i sahna gelmiş iken müftî-i meşhûr Feyzu’llâh Efendi merhûmu tarîk-ı tedrîsden hacr ile zecr eder. Bi’l-âhıre tarîk-ı kazâya sülûk edip Mostar ve Üştüb ve Usturumca niyâbetlerinde bulunmuşdur. senesi vefât edip Emîr Buhârî zâviyesi kurbunda medfûndur. Ma’ârif-i külliyye vü cüz’iyyede mâhir gerçekden şâ’irdir. Fenn-i tıbda teşhîs-i emrâza kâdir ve ilm-i nücûmda dahi tasarrufu zâhir imiş. Mahlası Şeref iken melikü’ş-şu’arâ Nâbî Efendinin “bozuntısı gazeli”nde “Şeref’in bozuntısı ferş olur.” dediklerini işitdikde İkbâl tahallus etmeğe başlar. Bir gün encümen-i zurefâda merhûm Nâbî Efendiye “Hünerün var ise İkbâl’i de boz.” dedikde Nâbî Efendi “Mümkin değil mi .” deyince fenâ hâlde bozulmuşdur. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Recâ-yı mihr-i felek ayn-ı âfitâbdan âb Hemân eylemedür cüst ü cû serâbdan âb Hevâ-yı ışk ile ser germ dîde pür-nemdür Cüdâ olur mı habâb âbdan habâbdan âb Visâle teşne-lebem bûs-ı la’lin itmem ümîd Dem-i humârda hoşdur bana şarâbdan âb Sirişk-i dîde-i giryân ile döner gerdûn Hiç eksük olmaz o nüh çarh-ı âsiyâbdan âb Ricâl-i Devlet-i Aliyye’den ve meşâhîr-i fazl ü kemâlden Bosna kapı kethudâsı sa’âdetli Recâyî Efendi Hazretlerinin mahdûmu şûrâ-yı devlet mu’âvinlerinden izzetli Ekrem Beğ Efendidir. Sinn-i sıgar ve sâye-i pederde tahsîl-i ilm ü hüner ile Bâb-ı Âlî hâriciyye mektûbî odasına devâm etmekde iken şûrâ-yı devlet teşkîl olunup der-kâr olan isti’dâd ü liyâkatı münâsebetle meclis-i mezkûra tahvîl-i me’mûriyyet etmiş ve hâlâ şûrâ-yı devlet mu’âvinliğinde istihdâm olunmakda bulunmuşdur. Fransızcayı dahi tahsîl edip esnâ-yı tahsîlinde âzmâyiş-i kalem yo- lunda Fransa meşâhîr-i üdebâsından ba’zılarının âsârını bi’t-terceme istifâde me’mûl olanları ba’zı gazetelerle neşr etmişdir. Mîr-i mûmâ ileyhin hikâye ve tiyatro tarzında Afîfe Anjelik ve Atala nâmında iki eseriyle dîvânçe şeklinde ve Nağme-i Seher isminde ba’zı âsâr-ı edebiyyesini câmi’ bir mecmû’ası vardır ve matbû’dur. Âsârında muharrer imzâsı Mahmûd Ekrem’dir. Mîr-i mûmâ ileyhin bir gazelidir: | Mehmed Tevfik Dil ismet-i sevdâ ile me’nûs görünsün Cibrîl ile hem-rütbe-i nâmûs görünsün Bir âh-ı ciger-sûz çek ey dil yine gerdûn Pür-velvele-i nâle-i efsûs görünsün Arz et felege ârız-ı pür-tâbını bir kez Hurşîd pes-i perdede mahbûs görünsün Sen mesned-i himmetde sebât eyle kim eflâk İbrâz-ı tabasbusla zemîn-bûs görünsün Bir cevher-i cânsın diler Ekrem senin Her bed-nigehin gözleri matmûs görünsün Şeyh Elvân-ı Şîrâzî Hazretleri diye meşhûrdur. Cedd-i a’lâsı Şîrâz’dan ise de kendileri Türk’dür. Sultân Orhan Hân Hazretleri eyyâm-ı saltanatında zuhûr eden meşâyih-i kirâmdan olup ba’zıları Şeyh Elvân Hazretlerini “Hâcî Bayram-ı Velî Hazretlerinin hulefâsından” ve ba’zıları dahi “ehibbâsındandır” derler. Hazret-i Şeyh kitâb-ı Gülşen-i Râz’ı Fârsî’den Türkçeye terceme edip ilm-i tasavvufun sırr-ı mektûmunu ibârât-ı sarîha ile tefsîr eylemişdir. Istalâhât-ı meşâyihde şarâb ü şem’ ü şâhid neye işâret ve zülf ü hatt ü had neden ibâret olduğunu bu kitâbda pek güzel beyân buyurmuşdur ki tahrîr kılındı: İşârât-ı Şarâb ü Şem’ ü Şâhid Şarâb ü şem’ ü şâhid nûr-ı ma’nâ Görinmez görinür çün aks-i Mevlâ Ekrem: Ekrem ki Şarâb esrâr ü şem’ envâra benzer Bakun şâhid yüzi dîdâra benzer Şarâb ü şem’ ü şâhid cümle hâsıl Dirîgâ sen niçün sen böyle gâfil Şarâb ü şem’ ü şâhid sırrına bak Ki tâ ma’lûm ola sırr-ı ene’l-Hak Şarâb ü şem’e bak kim sırr-ı mektûm Sana şâhid yüzinden ola ma’lûm İşârât Be-hadd ü Hat Had ü hatt oldı sun’-ı pâdişâhî Kim andan zâhir olur sırr-ı şâhî Hem ol menşûr-ı Rabbânî bu haddür Hem ol mektûb-ı Sübhânî bu hattur Bulardan nûr ü zulmetdür ibâret Hadi Âb-ı hayât ü hattı zulmet İşâret Be-zülf Sevâd-ı a’zam ol zülf-i siyeh-târ Ki her târında bir Mansûr berdâr Olursa zülf-i müşkîn anber-efşân Cihânda kalmaya aslâ Müselmân Ki ve’l-leyli İsrâ Hudâvend Duhâ bunca lakabla kıldı sevgend “... Geceye and olsun.” | Mehmed Tevfik Nükte-i kenzin âgâhı ve sırr-ı arefin ârif-i pür-intihâbı Hazret-i Şeyh İlâhî Hazretleridir. Kütahiyye sancağında Simav kazâsındandır. İsm-i şerîfleri Abdu’llâh olup Nakşbendî’nin şeyh-i kebîri ve Hazret-i Emîr Buhârî’nin pîrîdir. Müşârün ileyh eyyâm-ı cevânîde İstanbul’da meşgûl-i tahsîl iken seyr-i vilâyet-i Acem sevdâsı rübûde-i süveydâ-yı zamîrî olarak doğru Horâsân’a azîmet ve Mevlânâ Tûsî’den ulûm-ı zâhire ahz ü telakkîsine mübâşeret etmiş iken cezebât-ı aşk-ı İlâhî istilâsıyla kendisini Hâce Bahâe’d-dîn-i Nakşbendî Hazretlerinin mezâr-ı şerîfi üzerine atar. İmdâd-ı rûhâniyyetleriyle müstefîz-i kemâl-i bâtınî olmuşdur. Meşâyihden nice pîr-i kirâmî ve husûsen Hazret-i Câmî ile birleşip musâhabet etmişlerdir. Acem seyâhatinden ferâgatle İstanbul’a avdetlerinde Emîr Buhârî Hazretlerini hilâfete kâ’im-makâm nasb edip kendileri Rûmeli tarafına geçmişlerdir. Mezâr-ı şerîfleri Yenice-i Vardar nâm kasabada ziyâretgâh-ı umûmîdir. sene-i hicriyyesinde vefâtı vukû’ bulmuşdur. Âsârından biri Zâdü’l-müştâkîn nâm te’lîfidir ki âdâb-ı sülûke müte’allikdir. Biri dahi Necâtü’l-ervâh nâm risâlesidir. Bu matla’ âsâr-ı şi’riyyesinden olup teberrüken tahrîr kılındı: Yef’alu’llâhu mâ yeşâ’ yahkümu’llâhu mâ İNSÂN-I KÂMİL Turfe-gûyân-ı şu’arâdandır. Mezâyâ-yı hande-fezâ-yı kelimâtı müzîl-i gussa vü gam ve letâ’if-i eş’âr-ı turfe-nikâtı reşk-endâz-ı hezâr-terzîkî-i Acem’dir. Hakkâ ki vâdî-i ter-zebânîde hüsn-i edâsı der-kâr bir şâ’ir-i sâhib-i iştihâr ise de mevlidi ve müddet-i ömrü ve İlâhî:Allâhî . Kelime “Halûk İpekten vd. . Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. “Allah istediği şeyi yapar. Dilediğine hükm eder.” . Mısrada vezin bozuktur. kangı sınfdan olduğu ve’l-hâsıl terceme-i tafsîl-i hâline dest-rest olunamamışdır. Yalnız senesi İstanbul’da vefât eylediği me’hazımız olan tezâkir-i şu’arâdan Tezkire-i Latîfî’de görüldü. Şi’rinden bir şemme tahrîr edilmişdir: Seng-i ferah-resânun çakmak çakanumuzdur Nâr-ı duhân-ı âhum âteş yakanumuzdur Togmadı tıfl-ı ümîdüm mâder-i eyyâmdan Kime feryâd eyleyem bu çarh-ı nâ-fercâmdan Selaniklidir. Bir müddet hıdmet-i kitâbetle Selanik’de vakt geçirdikden sonra Prizrin vilâyet-i celîlesinin teşkîlinde mektûbî mu’âvinliğiyle oraya azîmet ve tekrâr meclis-i idâre-i vilâyet başkitâbetiyle Selanik’e avdet edip el-hâletihi hâzihi reşehât-ı kalem-i mu’ciz-âsârıyla kalem-rev-i Rûmeli sîrâb ü reyyân ve öyle bir edîb-i erîb-i lebîbin vücûdu ol diyâr-ı feyz-medâr içün büyük şeref ü şândır. Mûmâ ileyhin şi’r ü inşâda hazz ü nasîbi vâfir ve mekârim-i ahlâkda zât-ı adîmü’l-misâli beyne’l-urefâ misl-i sâ’irdir. La’lin egerçi haste-i aşka ilâc olur Ammâ görünce haste gözün lâ-ilâc olur Ben agladıkça ol gül-i ter igbirâr eder Ebr-i sirişkden nem alır ter-mizâc olur Bikr-i me’ânî zâde-i tab’ımla her zemân Zînet-fezâ-yı haclegeh-i izdivâc olur Bâzâr-ı aşka ben ki tutuşdum o gül-tenin Kâlâ-yı hüsnü şimdi rehîn-i revâc olur | Mehmed Tevfik Gönder Enîs tanzîre İzzet Efendiye Da’vâ-yı sıdk-ı hubbuna kim ihticâc olur Gün dogar ba’zı gece âşık-ı tâli’-siyehe Giymiş o mâh-ı münevver yine aksâde bu şeb EMETU’LLÂH Şâ’ire-i meşhûredir. İstanbul kazâsından ma’zûl iken azm-i nüzhetgâh-ı bekâ eden Kâmetî-zâde’nin kerîme-i necâbet-vesîmesi hacle-ârâ-yı kemâl bir bânû-yı harem-serây-ı ma’ârif ü efdâl olup mükemmel dîvân tertîb eylemişdir. Sultân Ahmed-i Sâlis asrında envâ’-ı kerâmât ile meşhûr olan Himmet Efendiden ahz-ı yed-i irâdet ve sâlike-i tarîk-ı Bayramî kuddise sırruhu’l-islâmî olmuşdur. Vefâtı târîhinde vukû’ bulmuşdur. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir kıt’a tahrîr kılındı: Hafta geçmez kûyuna mihmân iden sensin beni Bil ki her şeb subha dek nâlân iden sensin beni Dest-i tedbîr ile çâk olsun mı dâmân-ı firâk Âfitâb-ı hüsnüne hayrân iden sensin beni Şu’arâ-yı Osmâniyye’den mahlaslarının evvelleri harf-i elif olup da Kâfile-i Şu’arâ’nın birinci cüz’ü tab’ olundukdan sonra terceme-i hâllerine dest-res olunanlar nâ-çâr ikinci cüz’ün evveline ilâve edildi. İsmi Hüseyn’dir. Mevlidi Edirne ve kendisi dergâh-ı âlî müteferrikalarından olup asrının meşâhîr-i şu’arâsından idi. Fenn-i inşâda mahâreti olmağla müdevven münşe’âtı ve müretteb dîvân-ı belâgat-unvânı vardır. Ale’l-husûs âferîniş-i âlemden zemânına kadar gâyet selîs Türkî bir târîh yazmışdır. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir beyt yazıldı: Ne bilsün çekdügüm peymâne-i hûn-ı ciger zevkin Elinden her ki yârün sâgar-ı zehr-i sitem çekmez İsmi Mehmed’dir. Edirne’de tevellüd edip genç iken tahsîl-i ma’rifet ve tertîb-i dîvân ile asrında kesb-i şöhret etmişdir. târîhinde vefât eylemişdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir beyt tahrîr kılındı: Ol dem gubâr-ı gamla felek göz mü açdurur Seyr-i cemâl-i yâre eger ruhsat istesem İsmi Mehmed’dir. Burusalı olup evâ’il-i hâlinde İstanbul’a gelerek Karaçelebi-zâde Mehmed Efendiden tahsîl-i ma’rifet ve nâ’il-i mülâzemet olmuşdur. Kat’-ı merâtib ü medâris ederek Sofya kazâsına müftî ve andan Kıbrıs ve Ankara kâdîsi olmuş idi. Ankara’dan Bağdâd kazâsına ve ba’de’l-azl Belgrad ve Filibe kazâlarına nâ’il oldukdan sonra Mekke pâyesiyle Eyûb kazâsına vâsıl olup andan dahi azl ile Anadolu Hisârı’nda yalısında oturmakda iken târîhinde vefât etmişdir. Kanlıca’da İskender Paşa Câmi’-i Şerîfi havlısında medfûndur. | Mehmed Tevfik Mevlânâ-yı müşârün ileyh asrında fünûn ü ma’ârifle kesb-i şöhret ve ba’zı meşâyih-i Bayramiyye’den tekmîl-i âdâb-ı tarîkat eylemişdir. Şi’r ü inşâda yed-i tûlâsı olmağla asrı meşâhîr-i şu’arâsından ma’dûd idi. Bu beyt âsâr-ı şi’riyyesindendir: Sür sâkiyâ kümeyt-i sebük-seyr-i sâgarı Gezdirmedür ilâcı su inmiş ayagına İsmi Abdü’l-latîf’dir. Kütahiyyelidir. Genç iken İstanbul’a gelip tahsîl-i ma’rifet ve Şeyhü’l-islâm Bahâyî Mehmed Efendiden nâ’il-i şeref-i mülâzemet olmuşdur. Tayy-ı medâris-i mu’tâde ederek Trablus-şâm, Kütahiyye, Mar’aş, Üsküdar, İzmir kâdîsi olmuş ve târîhinde Uyvar seferinde ordu-yı hümâyûn kâdîsi andan sonra Şâm kâdîsi olup sene-i mezbûrede vefât eylemişdir. Ola cennetde kudsîlerle Ünsî vefâtına târîhdir. Ünsî bir şeyh-i şûh-tabî’at ve bir pîr-i cevân-sûret genc-i hüner bir merd-i nükte-perver idi. Müddet-i ömrü hâl-i teng-destî ile geçip borcdan halâs olmamış idi. Hattâ dâ’ini tarafından mübâşir gönderildikde mübâşirin bâr-gîrini at bâzârına gönderip fürûht ile mübâşire ücret-i kademiyye verdiği meşhûrdur. Şâm kâdîsi iken a’yân-ı Şâm’dan biri seksen yaşında bir câriyesini huzûruna getirip âzâd ile ıtk-nâmesinin tahrîrini recâ etdikde Ünsî ıtk-nâme tahrîr ve zîrini: Salıvirsen gidebilmez kaçmaga yok tâkati Kendin âzâd eylemiş âzâda yokdur hâceti diye imzâ etmişdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden birkaç beyt yazıldı: Geh tahammül diyerek gâh tecemmül diyerek Düşe sürçe güc ile irmiş iken bu asra Şükr kim hissemüze düşdi hele devletden Va’d-i Bagdâd o dahi ba’de harâbi’l- Ünsî’nin Köprülü-zâde Fâzıl Ahmed Paşaya birçok medhiyyeleri Diyârbekrli Burnaz Mehmed Ağa demekle meşhûrdur. Gençliğinde tahsîl-i ilm ü ma’rifetle ba’zı vüzerâ hıdmetlerinde bulundukdan sonra târîhinde Bağdâd vâlîsi Ahmed Paşanın kethudâsı iken Arab muhârebesinde şehîd olmuşdur. Birkaç beyt âsâr-i şi’riyyesindendir: Münkesir didiler ahbâb bize zühhâdı Hürmet-i bâdede âyâ ne kusûr eylemişüz Rindân neşât-ı câmı ider ârzû müdâm Zühhâd ise tekeddür-i rindâna mübtelâ Aydın vilâyetinde Menteşe nâm mahalden zuhûr etmişdir. Tahsîl-i ma’rifet ârzûsıyla bir haylî müddet Îrân taraflarında seyâhat etdiğinden asrında Acem Ahmed ve kibâr-ı asrından İshâk Efendiye hâce olduğundan İshâk Hâcesi Ahmed Efendi derlermiş ve biraz vaktler Burusa’da ekser ulemâ kendisinden istifâde-i ma’rifet eylemişdir. Köprülüler Mustafâ Paşa vezîr-i a’zam olunca Mevlânâ Ahmed’i da’vet edip hâce-i dîvân etmiş ve sonra Anadolu “Basra harabolduktan sonra” manasında bir deyimdir. | Mehmed Tevfik muhâsebeciliği ile sefere götürmüşdür. târîhinde yine Burusa’da Muradiyye müderrisi iken vefât etmişdir. Gâyet fâzıl ü kâmil idi. Akde’l-ireb isminde lugât-ı kesîreyi câmi’ bir kitâbı vardır. Şerh-i Şemâ’il-i Şerîf’i elli cüz’ mikdârıdır. Vahdet-nâme nâmıyla kısas-ı enbiyâyı nazm etmişdir. Sandûkatü’l-ma’ârif unvânlı bir risâle yazmışdır. Bunlardan başka birçok te’lîfâtı olduğu dahi mütevâtir ise de tahkîkine zemân ve imkân müsâ’id olamadı. Beyt-i âtî eş’ârındandır: Rez duhterine mug-beçenin müşterî hezâr Çok kimse vardı meykedeye anı görmege Mîr-i mûmâ ileyh Prizrin vilâyet-i celîlesi alay beği izzetli Âgâh Beğ’dir. Nefs-i Trabzon’da Mustafâ Kavâs nâmında bir zâtın sulbünden tevellüd edip tahsîl-i ilm ü ma’rifetle senesinde zümre-i küttâba dâhil olmuş ise de mu’ahharen kendi isteğiyle silk-i celîl-i asâkir-i bahriyyeye dahâlet ve bir müddet gemi hâceliği ve kalyon başkitâbeti hıdmetlerinde bulunup mu’ahharen tabur ağalığıyla fırka-i zabtiyye a’zâlığına tahvîl-i me’mûriyyet etmiş ve târîhinde Hudâvendigâr ve Hicâz ve târîhinde Prizrin vilâyet-i celîlesi alay beği olmuş ve bir haylî eş’ârı olduğu rivâyet edilmişdir. Mîr-i mûmâ ileyhin âsârından bir gazelinin matla’ı tahrîr kılındı: Sehâb-ı şerme kor mihr-i cihân-ârâyı ruhsârın Şafak-pûş-ı hicâb eyler meh-i garrâyı ruhsârın İsmi Receb’dir. Edirne’de tennûre-bend-i tekyegâh-ı şühûd olup gençliğinde vatanından hicret ve tahsîl-i ulûm ü ma’rifet içün ihtiyâr-ı gurbetle İstanbul’a gelmiş ve Yenikapı hâricinde âsitân-ı feyz-âşiyân-ı Cenâb-ı Mevlevî’ye arz-ı irâdet etmişdir. Dergâh-ı şerîf-i mezkûrda kırk sene mikdârı takrîr-i Mesnevî-i Şerîf ile envâ’-ı kerâmâtı meşhûr olan Ahmed Dede Efendinin nazar-ı feyz-eserinden müstefîd-i fazl ü irfân olmuş enîs-i ilm ü kemâl ve mürşid-i ehl-i hâl idi. Edirne’de Murâdiyye Câmi’-i Şerîfi ittisâlinde vâki’ dergâh-ı Mevlevî’de elli sene kadar post-nişîn-i irşâd olmuşdur. senesi vefât eylediği Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrerdir. Fatîn Efendi merhûm “Şeyh Enîs Kâsım Paşa Mevlevîhânesinde çile-güzâr olmuşdur.” diye tezkiresinde yazmış ise de merhûm zikr olunduğu vech ile Yenikapı Mevlevîhânesi’nde ve Ahmed Dede merhûmun zîr-i terbiyetinde bulunmuşdur. Her ne ise merhûm-ı müşârün ileyh ma’ârif-i İlâhiyye’den âgâh bir şeyh-i sâhib-i intibâh olduğu meşhûr ve zâhir ü bâtını ma’mûrdur. Eş’ârından teberrüken bir kaç beyt yazıldı: Güli bâg-ı dilün dâg-ı cigerdür Figân-ı bülbüli âh-ı seherdür Enîs olmaz hıred erbâb-ı ışka Bu bezmün neş’esi nev’-i digerdür Tokınsun tek hemân la’l-i nemek-rîzün leb-i câma Katarsan bâde-i nâba nemek kat kat helâl olsun Tâb-ı nigâh-ı âşıka yokdur tahammülün Eyle havâle rûyuna ey mâh kâkülün İsmi Mehmed’dir. Amasiyye sancağında vâki’ Ladik nâm kasabada tevellüd etmişdir. Sâdâtdan olup evâ’il-i hâlinde tahsîl-i ma’rifetle nâ’il-i mülâzemet olmağla Rûmeli’nde ba’zı mahallerde kâdîlik etdikden sonra Şeyhü’l-islâm İmâm Mehmed Efendinin mektûbculuk | Mehmed Tevfik hıdmetinde bulunmuşdur. Bu gazel âsâr-ı şi’riyyesindendir: Aç sîneni âyîne-i billûr görünsün Nahl-i cebel-i Tûr’daki nûr görünsün Bir âyine-i hüsne mukâbil olagör kim Mâtemkede-i dehr-i denî sûr görünsün Bir dilber-i bî-misle yer et kâh-ı dilinde Ne sûret-i vildân ü ne hod hûr görünsün Sâkî bizi ki sâgar ile mest edemezsin Hurşîd-sıfat kâse-i fagfûr görünsün Ol rütbede nûş et mey-i nâbı ki Edîbâ Şîrân-ı kavî-kalb-i cihân mûr görünsün İsmiyle tahallus etmişdir. Fuhûl-i izâmdan menşûr-ı sa’âdetleri tuğrâ-yı izzet-pîrâ-yı fetvâ ile mu’anven olan Ebû İshâk İsmâ’îl Efendinin mahdûmudur. İstanbul’da tevellüd ve kat’-ı merâtib-i mu’tâde ederek bi’l-istîhâl mûsile-i Süleymâniyye pâyesiyle Sultân Ahmed Medresesi’nde talebe-i ulûma ta’lîm-i âdâb-ı kemâl ve mukarrir-i rahle-i nasîr ü celâl iken Mekke pâyesiyle İzmir kazâsı mevleviyyetine ve ba’dehu İstanbul kazâsına gelmişdir. senesi Anadolu sadâretine gelmiş iken hasbe’l-kader sadâret- i mezkûreden alâ-tarîki’n-nefy ibtidâ Kütahiyye ve andan İzmid’e nakl olunmuşlar idi. senesi Rûmeli sadâreti pâyesi ve bir mâh mürûrunda makâm-ı vâlâ-yı meşîhat-i kübrâ ile kâm-revâ buyurulmuşdur. Merhûm-ı müşârün ileyh hakîkaten Ebû İshâk-ı Mûsulî rütbesinde âlim ü kâmil bir zât-ı bî-mu’âdildir ve şeref-i zâtına pederi gibi bir fâzıl-ı yegânenin Ebû İshâk künyesiyle mükennâ olması şâhid-i âdildir. Ebu’l-leys’in Bostânü’l-ârifîn nâm kitâbını terceme edip sadr-ı a’zam-ı asrı olan İbrâhîm Paşaya vermişdir. Ebyât-ı muharrere cümlei âsâr-ı şi’riyyesindendir: Gönülde pertev-i sîmîn-ber midür görinen Derûn-ı lüccede aks-i kamer midür görinen Beyâz-ı gerden-i kâfûrfâm mı yoksa Tulû’-ı fecr-i melâhat-eser midür görinen İsmi Mehmed ve Şeyhü’l-islâm Ebû İshâk İsmâ’îl Efendinin mahdûmu ve Şeyhü’l-islâm İshâk birâderidir. târîhinde hâric rütbesiyle silk-i müderrisîne dâhil ve sonraları teftîşlik ve fetvâ emînliği hıdmetlerine nâ’il olup andan Selanik mevleviyyetine ve az müddet içinde Mekke-i Mükerreme mevleviyyeti pâye-i aliyyesiyle Rûmeli’de bulunan ordu-yı hümâyûn kâdîliği câh-ı mefharet-iktinâhına gelmiş, târîhinde evvelen ve târîhinde sâniyyen Rûmeli sadâretine ve senesi makâm-ı vâlâ-yı meşîhate revnak-efzâ buyurulup senesi azl ile Gelibolu’ya nefy olunmuşdur. Bir müddet ikâmetden sonra İstanbul’a gelip senesinde irtihâl eylemişdir. Dâhil-i Sûr’da Âşık Paşa Mahallesi’nde pederi merhûmun ihyâ-kerdesi olan câmi’-i şerîf hazîresinde medfûndur. Fenn-i mûsîkîde aşırı mahâreti olduğundan fenn-i mezkûreden birkaç eseri ve tefâsîr-i şerîfeye dâ’ir nice âsâr-ı mu’teberesi vardır. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Reng-i haclet güle şermî-i cemâlindendir Cebhe-çînî-i hased ârız-ı alındandır Geceler şu’le-fürûkârlıgı ol mâh-ı nevin Cünbiş-âmûzî-i ebrû-yı hilâlindendir Efendi’nin: Efendi’nindir | Mehmed Tevfik İsmi Abdu’r-rahmân’dır. Mevlidi Merzifon ve sâdâtdandır. Cedd ü pederleri mevâlîden olmağla tahsîl-i ma’ârife âzim ve Şeyhü’l-islâm Mehmed Efendiden mülâzım olur. Tâlib-i ma’rifet bir zât-ı ulüvvü’lhimmet olmak münâsebetle nice zemân seyr ü seyâhat ve birçok efâzılın meclis-i feyz ü kemâline dahâletle iktibâs-ı envâr-ı ulûm ü ma’rifet etdikden sonra tarîk-ı kazâya dâhil olmuş iken tab’ına muvâfık gelmeyip ihtiyâr-ı inzivâ eylemişdir. Ulûm- cüz’iyye vü külliyyede mâhir ve ulûm-ı garîbe vü fünûn-ı acîbede mahâreti zâhir imiş. Yüz elli kadar ulûmu müştemil Uyûnü’lulûm isminde bir kitâbı ve Mir’âtü’s-safâ nâmında diğer bir te’lîfi ve Mollâ Câmî’nin Mu’ammâ-yı Sagîre’sine şerhi ve birkaç hikâye-i nefîseden ibâret diğer bir risâlesi vardır. Nazm-ı âtî cümle-i eş’ârındandır: Ne dest-âvîzini gördük bu dehrin bâgbânından Bahârından ne memnûnuz ne efsürde hazânından Hadeng-i nâvek-i âzârı lutf et der-kemân etme Meded dil murgunu eyler remîde âşiyânından İsmi Hâcî Bulak’dır. Buhârâlı olup gençliğinde tahsîl-i ma’ârifden sonra tarîkat-i aliyye-i Nakşbendî’ye intisâb ve birçok seyr ü seyâhat edip âhır-ı ömründe Diyârbekr’de bast-ı bûriyâ-pâre-i ikâmet ve Diyârbekr’de câmi’-i kebîrde ihtiyâr eylediği hücresi melce’-i ashâb-ı tabî’at iken senesi dâr-ı âhırete rıhlet eylemişdir. Müretteb dîvânı olup nazm-ı âtî cümle-i eş’ârındandır: Ulûm-ı: Ulûm ü Aks-i ruhun âteş-zen-i gülzâr-ı çemendür Çeşm-i siyehün âhû-yı sayyâd-fikendür Her dem nice mir’ât-i dili itmede meksûr La’lün ne aceb tûtî-i âyîne-şikendür | Mehmed Tevfik HARFÜ’L-B Şu’arâ haylini defter idicek dest-i kazâ Mahv ü isbât ile pür kıldı nice evrâkı Kazıdı niceyi yanlış diyü bu defterden Bâkî’ye idüp işâret didi sahhe’l-bâkî Mevlânâ Bâkî, asrının melikü’ş-şu’arâsı idi. Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Bâkî Ögrendi gazel tarzını Rûm’un şu’arâsı fahriyyesi fâtiha-tırâz-ı mecmû’a-i âsârı olan sühan-serâyân-ı Rûm’un seyyidi, nâzım-ı mu’ciz-edâ vü rüsûm, sultân-ı şu’arâ-yı Rûm Bâkî Efendi senesi İstanbul’da zîver-i gehvâre-i şühûd ve ismi Mahmûd olduğu meşhûr ise de lâkin imzâları Abdü’l-bâkî olarak ba’zı evrâkda meşhûrdur. Pederleri Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleri Câmi’-i Şerîfi mü’ezzini iken senesi Zi’l-hiccesi’nde hacc-ı şerîfde çâr-tekbîr-zede-i terk ü tecrîd ile tahrîme-bend-i bekâ olmuş idi. Gençliğinde serrâclık san’atına verilmiş ise de ulüvv-i tab’ı sâ’ikasıyla tahsîl-i ulûm ü kemâlâta sârif olarak mahâdîm-i Sıtanbul’un müdde’â-yı mübâhâtine revâc olmak derecesine kadar su’ûd eyledi. Evâ’il-i tahsîlinde Karamânî-zâde Mehmed Efendi ve Kâdî-zâde cem’iyyet-i tedrîsiyyesinden istifâde ve o zemânlar meşhûr olan “sünbül kasîdesi”ni nazm ile manzûme-i iştihârını istizâde eylemişdir. İbtidâ-yı tahsîlinde bir hâl-i müzâyakaya dûçâr olmuş ise de târîhinde Nahcuvan seferinde avdet olunduğunu tebrîk ü tehniyyet vâdîsinde rikâb-ı Süleymânî’ye takdîm eylediği kasîdesi makbûl-i şehenşâhî olarak mazhar-ı eltâf-ı pâdişâhî olmuşdur. senesi Haleb kâdîsine nâ’ib-i menâb olarak Halebü’ş-şehbâ’ya şitâb ve ol târîhde Haleb Beğlerbeği Kubâd Paşaya “kasîde-i lâmiyye” ve Haleb monlâsına “kasîde-i râ’iyye”lerini takdîm ile bir haylî mükâfât görmüş iken sâ’ik-i takdîr vatan-ı me’lûflarına i’âdelerine mecbûr etmesiyle esnâ-yı râhda Konya’da Şâm kâdîsi olan Ebu’ssu’ûd Efendi-zâde Mehmed Çelebi ile mülâkât eylemişdi. Hâsıl etdiği ülfetden mahdûm-ı mollâ memnûn olmağla Bâkî Efendiye verdiği tavsiye-nâme üzerine Bâkî Efendi işte ol vakt Ebu’s-su’ûd merhûma dânişmend olmuşdur ki bu münâsebetle ekser tezkireler Bâkî Efendiyi Ebu’s-su’ûd merhûmdan mülâzım olmuşdur derler. senesi Ramazânı’nda def’aten yirmi beş akçe medrese verilmek üzere taraf-ı saltanat-ı aliyyeden fermân buyurulmuş ise de Rûmeli kâdî-askeri olan Hâmid Efendi “Muvâfık-ı kânûn değildir.” diye medrese tevcîhinde tereddüd etmeğin mükerreren hatt-ı hümâyûn-ı kat’iyyü’lmüfâd ile manzûme-i iltifât-ı şehriyârî müstezâd buyuruldu. Sonra otuz akçe ile Silivri’de Pîrî Paşa Medresesi ihsân olundu. senesi misli ile İstanbul’da Murâd Paşa Medresesi’ne nakl edildi. senesinde on akçe terakkî ile pâye-i erba’îne vâsıl olup teşrîfât-ı aliyye ile mümtâzü’l-emâsil olmuşdur. senesi infisâl ve senesi Medrese-i Mahmûd Paşaya ittisâl ve senesinde Eyûb mollâlığını teşrîf-sâz-ı iclâl eylemişdir. Muharremi’nde Sahn-ı Semâniyye ve senesinde Süleymâniyye Medresesi’yle kadri terfî’ kılındı. Sene-i mezkûre Şa’bânı ki evâ’il-i cülûs-ı Murâd Hânî’dir, Nâmî’nin bir gazeli az bir şey tağyîr edilip ve gazelin hâvî olduğu mezâmîn cennet-mekân Sultân Selîm-i Sânî Hazretlerinin bâde-nûşluğunu “Zemm ü kadhdır.” diye pâdişâh-ı nev-câh hazretlerinin hâtırları muğber kılınıp Bâkî Efendiye azv ile nefy edildi. Nefylerine sebeb olan gazelin makta’ beyti budur: Hümâ-yı evc-i izzet gibi gayretsüzden ey Bâkî Mahabbet şem’ine şeh-per yakar pervânemüz yegdür Mu’ahharen bu gazel Nâmî nâmına ba’zı mecmû’alarda görülmeğin afv olunmuşdur. senesinde Edirne’de Selîmiyye Medresesi’ne ta’yîn olunmuş iken tağyîr ile Hemşîre-zâde-i Selîm-i Kadîm Medresesi ve Muharremi’nde Mekke-i Mükerreme kazâsı ile ikrâm edildi. Bir ay sonra yine mansıbı tağyîr olunup bin altun terakkî ile Medîne-i Münevvere kazâsına tebdîl olunmuşdur. Ramazânı’nda evvelen ve Recebi’nde sâniyyen İstanbul kadîsi oldular ve sene-i mezbûre Zi’l-ka’desi’nde Anadolu sadrı ile be-kâm kılındılar. Mükerreren re’îsü’l-ulemâ gelmiş ise de makâm-ı sadrına: ve sadrına | Mehmed Tevfik meşîhat nasîb olmamışdır. Şeyhü’l-islâm Bostân-zâde Efendi ile münâkaşaları Târîh-i Na’îmâ’da muharrerdir. senesi Ramazânı’nın yirmi üçüncü cum’a günü irtihâl eylemişdir. İrtihâlinin ertesi günü cenâzeleri Sultân Mehmed Câmi’-i Şerîfi’ne getirilip: Kadrüni seng-i musallâda bilüp ey Bâkî Turup el baglayalar karşuna yârân saf saf Sun’u’llâh Efendi imâmetiyle namâzı edâ ve Edirnekapısı hâricinde ve Eyûb’a giden yol üzerinde defn edilmişdir. Vefâtına Hâdî-i Bağdâdî: Bâkî Efendi getdi ukbâya bin sekizde târîh bulmuşdur. Bâkî Efendinin şi’rde şöhretini tavsîf âfitâbı ta’rîf kabîlindendir. Bir şâ’ir ki en evvel söylediği söz bu ola ana hakîkaten “Seyyid-i Şu’arâ-yı Rûm” ıtlâk olunur ve “İmrü’l-kays-ı Türk” unvân olabilir. İşte o da Bâkî Efendidir. Bâkî Efendinin en evvel söyledikleri gazelleri: Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer Gûyiyâ mir’âte aks-i pertev-i hâver düşer Ger ölürsem hasret-i kaddiyle ol servün beni Bir yire defn eyleyün kim sâye-i ar’ar düşer Anun içün varmazam ben kûyuna giryân olup Hâk-i râha korkaram cânâ gözümden ter düşer İşte en evvel böyle bir gazel inşâdına tab’ında kudret olan Bâkî gibi bir şâ’ir: Bu devr içinde benem pâdişâh-ı mülk-i sühan Bana sunıldı kasîde bana virildi gazel diye her ne rütbe garrâlansa sezâdır. Dîvânı matbû’ ve bu cihetle âsâr-ı şi’riyyesi meşhûr olmağla uzun uzadı gazel ve kasâ’idi tahrîrine hâcet görülmedi. Âsâr-ı ilmiyyesinden Mevâhib-i Ledünniyye’yi terceme edip Me’âlimü’l-yakîn tesmiye etmişdir ve Fezâ’il-i Cihâd’ı dahi terceme eylemişdir ve Kutb-ı Mekkî’nin El-i’lâm Fî-ahvâli Beledi’llâhi’l-harâm nâmıyla mu’allem kitâbını dahi zebân-ı Türkîye nakl eyleyip Hicâz’dan avdetinde huzûr-ı Murâd-ı Sânî’ye terfî’ kılmışdır. Eyûb Medresesi’nde iken Hazret-i Hâlid’den menkûl ehâdîs-i şerîfeyi cem’ ü şerh eylemişdir. Hâlâ türbe-i mutahharada rahle-ârâ-yı ta’zîmdir. Mukîm-i riyâzethâne-i tecrîd, Hazret-i Şeyh Bâyezîd kaddesa’llâhu esrârehu Edirnelidirler. Tarîk-ı takvâda Bâyezîd-i Sânî ve cevâhir-i ma’ârif-i İlâhiyye’nin kânı vü ummânı idi. Ulûm-ı zâhire vü bâtına ile ma’mûr bir vücûd-ı ma’ârif-mevfûr olduğundan Şeyhü’l-ekber Muhyi’d-dîn-i Arabî Hazretlerinin ilm-i tasavvufdan Füsûs nâm kitâbına Sırr-ı Câm isminde manzûm hâşiye yazmış ve Füsûs’u mensûr olarak şerh eylemişdir ve ıstılâh-ı meşâyihde âşık mümkinden ibâret ve ma’şûk vâcibden kinâyet ve Hazret-i Hak celle şânehu hüve’n-nâzır ve’lmanzûr mefhûmunca zâhir ü mazhar ve nâzır ü manzûr olup inna’llâhe halake’l-insâne alâ- muktezâsınca nev’-i âdem mazhar-ı tâm ve hüsn-i hûbân mir’ât-i cemâl-i Rabbü’l-enâm olduğuna bu matla’ ile îmâ vü işâret bu-yurmuşlardır: Kendi hüsnün hûblar şeklinde peydâ eyledün Çeşm-i âşıkdan dönüp anı temâşâ eyledün “Allah, insanı kendi suretinde yarattı.” | Mehmed Tevfik Rûmeli ahâlîsinden ve erbâb-ı tîmârdan olup ashâb-ı nazm ü eş’ârdan olduğu cihetle tetebbu’ olunan tezkirelerde terceme-i hâli bir satırdan ibâret olarak görülmüş ve tafsîl-i ahvâline dest-res olunamamışdır. Şu kadar ki Hasan Çelebi ile Riyâzî mûmâ ileyhin Sultân Selîm asrında vefât eylediğini yazmışlarsa da Sultân Selîm-i Evvel mi yoksa Sânî mi hattâ burasını bile tasrîh etmemişlerdir. Mûmâ ileyhin bu kadarcık olsun terceme-i hâlini bi’l-cümle tezkirelerin tahrîri kendisinin asrı şu’arâ-yı meşhûresinden olduğunu tasrîh eylediğinden biz dahi terceme-i hâlini bu kadarca mecmû’aya nakl eyledik. Ne lutf itdün bana kahr ile garrâlanmadan gayri Güzeller şâhı nen gördük temâşâlanmadan gayri Sadr-ı a’zam Mustafâ Bâhir Paşadır. Sadr-ı a’zam Çorlulu Alî Paşanın sadâreti hengâmında kethudâları iken rütbe-i vezâretle tes’îd buyurulan Sûfî Abdur’rrahmân Paşanın oğludur. İbtidâ silahşor ba’dehu dergâh-ı âlî kapıcıbaşıları zümresine iltihâk edüp senesinde emîr-i âhûr-ı sânî ve senesinde emîr-i âhûr-ı evvel olmuş idi. Şa’bânı’nda Maktûl Ağaya intisâb ile def’aten devr-i Mahmûd Hân-ı Evvel’de sadr-ı a’zam olup Saferi’nin yirmi sekizinci günü cülûs-ı Sultân Osmân Hânî’de tecdîd-i mühr-i hümâyûn ile müceddeden ihtirâm olunmuşdur. Sene-i mezbûre Rebî’ü’l-evveli’nin beşinci günü azl ve Midilli’ye nefy olunmuş iken senesi Ramazân-ı Şerîfi’nde Mora eyâleti tevcîhiyle yine taltîf buyurulmuşdur. Recebi gurresinde sâniyyen mesned-i sadârete gelip merhûm Sultân Osmân Hân Hazretlerinin her ne kadar muvâfık-ı re’y-i şâhâneleri üzere hıdmet eylemiş ise de makbûl olmadığından senesi Rebî’ü’l-âhırı’nın yirminci günü ba’de’d-dîvân arz odasında ruh-sûde-i hâk-i pây-ı hümâyûn buyurduklarında dârü’s-sa’âde ağası mühr-i hümâyûnu ahz eyleyüp Balıkhâneye gönderilmiş idi. Mü’ezzinler uyur mu bu şebin yok mu sehergâhı intizârıyla ol geceyi imrâr eylemiş ve ertesi gün Rodos’a nefy olunup Haleb’de Râgıb Paşa merhûma müjde-i sadâret tesyâr edilmişdir. Sene-i mezbûre Zi’l-hiccesi’nde Karlı ili inzimâmıyla Eğribos muhâfazası tevcîh ve Şevvâli’nde Mısr vâlîliğiyle kadri âlî, Zi’l-ka’desi’nde Mısr’dan azl olunup Cidde’ye ve andan Haleb’e vâlî olmuş idi. se-nesi Tevkî’i Hâmid Hamza Paşa sadâretden azl ile üçüncü def’a sâhib-i terceme makâm-ı sadârete gelmişdir. Sene-i mezbûre Şa’bânı’nda Şâh Sultân Hazretlerine nâm-zed-i izdivâc ve bu sûretle dahi karîn-i ibtihâc buyurulmuş idi. Kendisi gâyet mütelevvin ü hasûd ve def’a-i sâniyyedeki sadâretinde vukû’ bulan fitnede hıyâneti rû-nümûd olmağla senesi Şevvâli’nin yedinci günü azl ve iki gün ba’zı su’âl ü cevâbdan sonra Midilli’ye nefy olunup anda i’dâm edilmişdir. Merhûm Sultân Mahmûd Hân-ı Evvel ve Sultân Osmân ve Sultân Mustafâ Hân-ı Sâlis’de üç pâdişâha dört sene dokuz mâh yirmi yedi gün sadâret etmişdir. Hayrâtından Eyûb’da Mehmed Paşa Mahallesi’nde Hazret-i Nakşbendî fukarâsına zâviyesi ve bir câmi’-i şerîfi vardır ki ser-i maktû’ı anda medfûndur. Müşârün ileyh her hâliyle berâber âlim ü şâ’ir bir vezîr-i irfân-mezâhir olup telhîs-gûne arz etdiği ber-vech-i âtî kıt’asından selîkası ma’lûmdur: Sipihre gönderelim nâle-i bülendimizi Cihâna bildirelim bârî kendi kendimizi Bu nazm ile varalım hâk-i pây-i devletine Çok oldu görmeyeli Bâhirâ efendimizi İsmi Mehmed ise de o dürr-i girân-mâye Çanak Kal’ası’nda Kilîdü’l-bahr nâm mahalde sâhil-ârâ-yı şühûd olmağla Bahrî tahallus eylemişdir. Evâ’il-i âlem-i cevânisinde devlet-serây-ı sultânîye çerâğ buyurulmağla nice müddet hıdmet-i tâcdârîde bulunup Sultân | Mehmed Tevfik Mehmed Hân-ı Râbi’ asrında hasoda ağalarından iken bi-hasebi’l-isti’dâd kâtib-i esrâr-ı hazret-i şehriyârî olmuş idi. İşte o zemân zamîr-i münîrine ihyâ-yı hasenât ârzûsu düşmekle Üsküdar’da bir çeşme binâ edip lâkin suyunu getirmeğe muvaffak olamamak veyâhud himmet edememekden nâşî asrı nükte-perdâzânından biri latîfe-gûne mezkûr çeşme-i bî-âb içün bu târîh-i âbdârı nazm ü takdîm etmişdir: Târîh Bâreka’llah çeşme-i ayn-ı serâb Teşne diller itmesün ümmîd-i âb Nâmın ihyâ itdi kurı çeşmenün Sâhibü’l-hayrât olan hâne-harâb Bahrî mîzâna çıkarsan delv ile Teknesine damlamaz bir katre âb Fi’l-mesel aksa suyı ter eylemez Parmagın safha-şümârân-ı kitâb Çeşme sanman tıfl-ı sengîn-dildür ol Gûş-mâl ile gözinden gelmez âb Çeşme sanman ol teyemmüm câyıdur Eylemişler anı leb-rîz-i türâb Çeşme sanman yolda durmış cerr içün Kâse-i zencîr ile bir bî-hicâb Suyı gibi bulmadı târîhini Hâtif-i mu’ciz-dem-i hâzır-cevâb În ne çeşmest u ne aynest u ne âb Siyyemâ vallâhu a’lem bi’s-savâb Sonraları harem-i hümâyûndan beğlerbeğilik unvânıyla ser-firâz olup birçok vaktler taşra mansıblarında imrâr-ı vakt ederek bi’l-âhıra tuğrâ-keşlik mansıbına dahi nâ’il olmuşdur. En sonra rızâsıyla dîvân hâceliğini istediğinden dîvân-ı sultânî cizye kalemi muhâsebecisi iken târîhinde ol dürr-i bihâr-ı ma’rifet yine aslına ric’atle resîde-i nâ-ka’r-yâb-ı ummân-ı rahmet olur. Meşhûr olan “dost” redîfli gazelinden iki beyt yazıldı: Şâneveş sad pâre olmışdur gam-ı ışkunla Olmamışken dahi zülf-i anberînün şâne-dost Yârün ümmîd eyleme gamhânene teşrîfini Olmaz ey Bahrî bilürsin şâhlar vîrâna dost İsmi Mehmed ve mevlidi Ayntâb’dır. Genç iken İstanbul’a gelip Kara Çelebi-zâde Abdü’l-azîz Efendiye intisâb ile mülâzım olmuş idi. Abdü’l-azîz Efendi kâdî-asker oldukda tezkirecisi olup kat’-ı merâtib-i tedrîs ederek Kılıc Alî Paşa Medresesi müderrisi iken senesinde vefât eylemişdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebze tahrîr kılındı: Şerer-feşân görinen sanma âh-ı hasretdür Fetîl-i şu’le-i dâg-ı siyâh-ı hasretdür Açılsa sînede yir yir aceb mi lâle-i dâg Zemîn-i dilde biten hep giyâh-ı hasretdür Nâmı Mustafâ’dır. Vücûd-ı saffet-nümûdı İstanbul’da neşv ü nemâ bulmuşdur. Yenikapı Mevlevihânesi bânîsi Mehmed Efendi nâm sâhib ü’l-hayrın ahfâdından olup gençliğinde tahsîl-i ma’ârif Mısradaki “olmışdur” kelimesi “İsmail Beliğ . Nuhbetü’l-âsâr liZeyli Zübdeti’l-Eş’âr. hzl. Abdul-kerim Abdulkadiroğlu. Ankara: AKM Yay. ” künyeli eser esas alınarak eklenmiştir. | Mehmed Tevfik eylemişdir. Asrının meşâhîr-i şu’arâsından olmuş idi. Kitâbete sülûk eyle-diğinden ba’zı vüzerâ dîvân kitâbetinde bulunmuş ve sonraları ihtiyâr-ı ferâğ eylemiş ise de Tekfûrdağlı Mustafâ Paşa yeniçeri ağası iken nedîmi ve hem-nişîni olmağın târîhinde vâki’ olan Bec seferine birlikte azîmet etmiş idi. Viyana muhâsarasında ayağına humbara isâbet etmekle şehîden semt-i ukbâya rıhlet eylemişdir. Vefâtına söylenen târîhler ber-vech-i âtî yazıldı: Târîh-i Himmet-zâde Aldı ayakdan mey-i câm-ı şehâdet Bezmî’yi Târîh-i Şeyh Nakşî Efendi Rûh-ı Bezmî meclis-i câm-ı ecelden oldı mest Târîh-i Kâdî Lutfî Efendi Du’â idüp didi târîh Lutfî Şehîden azm-i ukbâ itdi Bezmî Bezmî’nin müretteb dîvân-ı belâgat-unvânı vardır. Âsâr-ı eş’ ârından birkaç beyt yazıldı: Bâ’is figân ü nâleme ol mâh-rû mıdur Yoksa visâle bende olan ârzû mıdur Her bir nigâhun olmada zahm-âver-i derûn Şemşîr-i tîzün ey şeh-i hûbân dü-rû mıdur Gûş eylemez mi ol meh-i nâ-mihribân aceb Te’sîri yok mı nâlelerüm güft-gû mıdur Seyl-i sirişk-i dîde-i hûn-bârdan garaz Âyâ sevâd-ı dâg-ı dili şüst ü şû mıdur Devr eyler imiş tut ki felek tâ-be-kıyâmet Ol mâha mu’âdil bu nüh etbâka gelür mi Cevr eyleme gel Bezmî-i dil-dâdene ey şûh Kadrin bil anun bir dahi âfâka gelür mi Merhûmun mevlidi ba’zı tezkirelerde Bağdâd ve ba’zısında Horâsân ve Ser-hadd-i Acem diye yazılmışdır. Basîrî meşâhîr-i şu’arâdan olup hattâ Ali Şîr Nevâyî merhûm Basîrî’nin ba’zı letâ’ifini Mecâlis-i Nefâ’is nâm kitâbında zikr etmişdir. Mollâ Câmî ve Nevâyî merhûmların tavsiye-nâmeleriyle Sultân Bâyezîd-i Sânî dergâhına yüz sürüp Bâyezîd-i Velî merhûmun kerîme-zâdesi Sultân Ahmed’in musâhibi olup kalmışdır. Mürebbî-i erbâb-ı hüner İskender Çelebinin dahi mültefiti olmuş idi. Mü’eyyed-zâde kâdî-asker iken bir mansıb recâ etdikde Mü’eyyed-zâde vermediğinden ve Mü’eyyed-zâde’nin “Şefkat ü merhamet bir marazdır. Ol maraz el-hamd bize ârız olmaz.” dediğini işitdiğinden Mü’eyyed-zâde hakkında bu beyti söylemişdir: Mansıb-ı vaslun dirîg eyler bu ben üftâdeden Dilberüm bî-rahmter olmış Mü’eyyed-zâde’den Basîrî merhûm inşâd-ı letâ’ife mâ’il hoş-gû vü hafîf-hû olmağın asrında bulunan ekâbirden ekserîsinin meclisine dâhil olurdu. Cümle-i letâ’ifindendir ki mu’âsırı bulunan ehl-i menâsıbın lakabına münâsib mansıb-ı tevcîh ü latîfe olmak üzere ba’zı erbâb-ı mezâka takdîm eylemişdir. Takdîm eylediği defter-i mansıb ber-vech-i âtî yazıldı: “Müselmân Hasan’a Îmân Hisârı, Uzun Muslihü’d-dîn’e Boyabad, Haşerî Hasan’a Çıbık Ovası, Köpek Bâlî’ye Yalak Ova, Sarıgürz’ “Sarıgürz” kelimesi, “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. s. ” esas alınarak düzeltilmiştir. | Mehmed Tevfik Kızılağaç, Süpürge Hasan’a Akserây, Kartal’a Kuzulu Medresesi, Âhî’ye Göynük kazâsı.” İşte birçok zevâta tarz-ı letâ’ifde olarak mansıb tevcîhiyle vüzerâdan birine verir. Takdîm etdiği paşa dahi “Bize bir mansıb vermemişsiniz.” dedikde “Size de Sultânönü.” demişdir. Bu makûle letâ’ifi kesîrdir. senesi vefâtı vukû’ bulmuşdur. Yine merhûm Basîrî’nin cümle-i letâ’ifindendir ki bir gün ehibbâsından birkaç zât ile şu’arâdan Revânî merhûmun hânesine giderler. Aç kaldıklarında bu kıt’ayı Revânî hakkında derhâl inşâd ider: Revânî’le meger Pinti Hamîd’ün Bir aradan yaradılmış revânı Birinün vasf-ı nânı lâ- Birinün na’t-ı âbı len Birkaç beyt âsâr-ı şi’riyyesindendir: Âşıklarını âh o Mesîhâ-dem öldürür Bu âdem öldürür ki Mesîh âdem oldurur Gerçi kim dirler cihânda ârife bir gül yeter Ârife bir gül yeterse bana yârüm gül yeter İki sûret hûbdur Hak’dan bana olsa nasîb Ol mehün yüzini görmek görmemek rûy-ı rakîb “...tatmazlar.” “Beni göremezsin.” İzniklidir. Cimri Çingâne diye asrında hissetle şöhret-şi’âr olmuş bir ma’cûncunun oğlu olup ulüvv-i tab’ı sâ’ikasıyla tarîk-ı tahsîle sülûk etmişdir. Bekâyî Hâce-zâde Kurd Efendiden tahsîl üzere iken Kurd Efendi vefât etmekle mahzûn ü mağmûm olup ve Sultân Murâd Hân-ı Sâlis Hazretlerinin hâceleri İbrâhîm Çelebi dersine devâm edip andan mülâzım olmuşdur. Sultân Murâd Hân Hazretleri pâdişâh-ı cihân oldukda hâcelerinin himmetiyle az vaktde menâsıb-ı mu’tâdeyi devr eylemiş ise de menâsıbı cebr ü kerhe mevsûl olduğundan devâm edememişdir. Bu beyt âsâr-ı şi’riyyesinden olmak menkûldür: Âşıkân kûy-ı yâre cem’ olsun Hâcî hâcîyi Mekke’de bulsun Meşâhîr-i şu’arâdan Belîğ Efendidir. İsmi İsmâ’îl ve mevlidi Burusa’dır. Asrında meşâhîrden Emîr-zâde demekle arîf imiş. Ma’îşet-i dünyâ husûsunda gerdiş-i eyyâm müsâ’id-i merâmları olamaması cihetle kendileri dahi dest-keş-i rişte-i âmâl-i mûrisü’l-âlâm olduklarından vekâyi’-i ömrü zâde-i tabî’at ve âsâr-ı fazîletleri zikrinden ibâret gibidir. Çünki ömrü ufak kitâbet hıdmetlerinde o da gâyet tengî-i hâl ile geçip de yine birçok âsâr-ı ilmiyye ve edebiyye bırakmak kadar gınâ-yı kalbe mâlik olan bir edîbin vekâyi’-i ömrü ancak tahsîl-i kemâl ve neşr-i efdâle münkasım olabilir. İşte biz de Belîğ’in derece-i fazlını vukû’ât-ı hayâtiyyesinden olmak üzere ta’rîf-i belîğ-i nâtıkı olan âsâr-ı edebiyyesinin ta’dâd ü ta’rîfiyle beyân edeceğiz. Belîğ’in birinci eseri Sergüzeşt-nâme’sidir ki âlem-i cevânîde geçirdiği hâlât-ı aşk ü mahabbeti bir edâ-yı sûziş-fezâ ile nigâriş-i sahîfe-i beyân eylemişdir. İkinci eseri Gül-i Sad-berg nâmındaki risâle-i ilmiyyesidir ki işbu risâlede yüz aded hadîs-i şerîfin mezâmîn-i hikmet-karînini birer | Mehmed Tevfik beyt-i latîf ile tefsîr etmişdir. Üçüncü eseri Şehr-engîz nâmında üç cildden ibâret manzûmesidir ki bu manzûmede hadîka-i hüsn ü behcetden feyz-yâb-ı letâfet olan tâze nihâlân-ı Burusa’yı medh ü tavsîf eylemişdir. Hattâ Kazzâz Dede nâm mahbûb-ı nermîn-edâ hakkında medâ’ihi hâvî söylediği nazmdan bir iki beyt bunlardır: Eylese çeşm-i siyâhıyla nigâh Diyeler tekyede Allâh Allâh Halka-i zikre girip leyl ü nehâr Âşık-ı zârı dolandırsa ne var Kim ki ser-rişte vere ol yâre Çıkarır ipligini bâzâra Dördüncü eseri Gül-deste-i Riyâz-ı İrfân ve Vefeyât-ı Dânişverân-ı Nâdiredân tevsîm eylediği kitâbdır ki hitâm-ı tahrîrine değin Burusa’da zuhûr iden ulemâ vü üdebânın terceme-i hâlleriyle âsâr-ı ilmiyye vü edebiyyelerini mu’arrif ü nâtıkdır. Sahîhan bu bir kitâb-ı bedî’ü’n-nizâm ve bir te’lîf-i makbûl-i havâss ü avâmdır. Beşinci eseri Seb’a-i Seyyâre nâmıyla sımt-ı beyâna keşîde eylediği dürriyyü’n-nizâm yedi aded nu’ût-ı şerîfe-i cenâb-ı seyyidü’l-enâmdır ki el-hak her mısra’ı gayret-i tab’-ı Hassân ve şemme-i ezâhîr-i mezâmîni şâme-pîrâ-yı sâkinân-ı gülistân-ı cinândır. Altıncı eseri matbû’ ve meşhûr olan Dîvân’ıdır. Kasâ’id ü gazeliyyâtı ve Hammâm-nâme ve Kefşger-nâme ve Berber-nâme’si meşhûr olduğundan âsâr-ı şi’riyyesi tahrîrinden sarf-ı nazar kılındı. Hammâm-nâme’sinden bir beyt: Sarınıp fûta-i müşkîn beline vefk-i merâm Münhasif oldu yine nısfına dek mâh-ı temâm Bahâr-ı vücudu gülzâr-ı Tırhala’da nemâ-yâfte-i zuhûr olmuşdur. İsmi dahi Alî’dir. Kâdî-askerlikden mütekâ’id Seydî Çelebiden mülâzım oldukdan sonra Edirne’de müderris ve sonraları kazâya rızâ vermişdir. Dülbend-zâde Kâsım Paşanın oğullarına hâce olduğu zemân Kâsım Paşadan akçe isteyip “harclık” lafzını târîh düşürmüş ve Kâsım Paşa dahi yüz akçe gönderip “mâ’e-i kâmile” terkîbini târîh bulmuşdur. Âsâr-ı şi’riyyesinden iki beyt yazıldı: Dimek olmaz bir sipâhî dilberin sevdüm yine Anun içün beklerüm her subh dîvân yolların Zülf-i dilber kim kemendin gösterür Günde yüz bin dürlü bendin gösterür Meşâhîrden Şeyhü’l-islâm Bahâyî Efendidir. Şehriyyü’l-asl ve âl-i Hasan-cân’dan olup vâlid-i mâcidleri meşâhîrden Azîz Efendidir ki firdevs-âşiyân Sultân Murâd Hân-ı Sâlis Hazretlerinin mu’allimleri Sa’de’d-dîn-i Sânî Hazretlerinin dördüncü mahdûmu olmağla bu vâsıta ile nesilleri Hasan-cân’a vâbeste olmuş olur. Mâder-i nâhîd-ahterleri cihetinden dahi Ebu’s-su’ûd merhûma müntehîdirler. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i kemâlât edip şeref-i mülâzemete nâ’il ve silsile-i erbâb-ı tedrîse dâhil olmuşlardı. Gide gide Şeh-zâde Medresesi’nden Selanik kazâsı mansıbına bast-ı bisât-ı hükûmet ve ba’dehu Halebü’ş-şehbâ’ya şehbâl-güşâ-yı azîmet edip andan dahi hükûmet-i Dârü’s-selâm ile mazhar-ı ikrâm olmuşlar ve andan Edirne ve İstanbul kazâsı hükûmetlerinde icrâ-yı zülâl-i ahkâm eylemişlerdir. İstanbul kazâsı hükûmetine tezkiretü’ş-şu’arâ sâhibi Seyyid Alî Rızâ bu târîhi söylemişdir: | Mehmed Tevfik Şod Bahâyî hâkim-i şer’-i resûl Anadolu sadrında murabba’-nişîn-i temkîn oldukdan dört ay sonra Rûmeli sadâretine nakl buyurmuşlardır ki Şeyh Nazmî bu târîhi söylemişdir: Bin elli altıda geçdi Bahâyî adl ile sadra Andan makâm-ı meşîhat-i İslâmiyye’ye su’ûd ve erbâb-ı rüsûma bezl-i cûd etdiklerinde şu’arâdan Mehmed Şâmî bu mısra’-ı Arabî’yi târîh düşürmüşdür: Fetûbâ li-fetve’r-Rûmî bi-ibni azîzin Bir sene on bir ay meşîhatden sonra azl ile arpalıkları olan Midilli cezîresine nefy ve az müddet içinde İstanbul’a da’vet olunup Anadolu Hisârı kurbunda Körfez’deki yalılarında ikâmet üzere iken ikinci def’a senesinde ferve-i beyzâ-yı meşîhat ârâyiş-i dûş-ı müfâharetleri olmuş Şeyh Hasan Feyzî bu mısra’ı târîh düşürmüşdür: İzz ile sadrı geçüp oldı Bahâyî müftî İkinci def’aki meşîhatleri iki sene altı aydır. Altmış yaşında ve senesinde vefât eyledi. Bu sûretçe ’de tevellüd eylemiş demekdir. Bahâyî Efendi hakîkaten mahzen-i ulûm ü fezâ’il bir vücûd-ı kâmildir. Fünûn-ı şettâya dâ’ir bir haylî eseri ve müdevven fetvâsıyla müretteb dîvânı vardır. Hânesi kurbunda medfûn olup seng-i mezârında bu târîh menkûşdur: : Menzilün firdevs ola el-Fâtihâ Dîvânı matbû’ değilse de eş’ârı meşhûrdur. Merhûm-ı müşârün ileyhin bir nebze âsâr-ı şi’riyyesi tahrîr kılındı: Tagıtdun hâb-ı nâz-ı yâri ey feryâd n’eylersin İdüp fitneyle dünyâyı harâb-âbâd n’eylersin Dil-i mecrûhuma rahm eyle kalsun dâm-ı Şikeste-bâl olan murgı idüp âzâd n’eylersin Güzel tasvîr idersin hâl ü hatt-ı dilberi ammâ Füsûn ü fitneye geldükde ey Bihzâd n’eylersin Dünyâyı harâb itdi o mestâne bakışlar Ol çeşm süzişler o gazâlâne bakışlar Tâkat mı kor âdemde yirinden o kopışlar Ol rahş sürişler o levendâne bakışlar İtâb-ı la’l-i nâbundan gönül pür-pîç ü tâb olmaz Bilür kim kân-ı âteşden çıkan hancerde âb olmaz Yıkılmaz dil pey-ender-pey çekerken câm-ı âzârı Bu bezmün bâde-nûşı mest olur ammâ harâb olmaz Geh bana geh ol hancer-i bürrâna bakarsın Maksûdun eger cân ise cânâ ne bakarsın Her va’di idersin nice bin ahd ile muhkem Ammâ yine ne ahde ne peymâna bakarsın eyle: itme . Kelime, “Harun Tolasa . Şeyhülislâm Bahâyî Efendi Dîvânı’ndan Seçmeler. İstanbul: Tercüman Temel Eser Serisi. ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. | Mehmed Tevfik İsmi Mehmed’dir. Magnisa’da tevellüd eylemişdir. “El-kâsibu habîbu’llâh” neş’esinden iktisâb-ı neşât-ı intibâh ederek Magnisa’da bir attâr dükkânı güşâd ve hitâm-ı dünyâdan bi’l-külliyye ferâğ ile sohbete mâ’il ve kendi âleminde bir merd-i mütevekkil hoş ü nâzük-sohbet ve latîf-meşreb imiş. Sâhib-i terceme Magnisa’da Sultân Câmi’-i Şerîfi’nin dârü’ş-şifâsı tabîbi Ahmed Efendiden bir mikdâr ulûm-ı nâfi’a ta’lîm edip asrının melikü’ş-şu’arâsı olan meşhûr şâ’ir Nâbî Efendiyle kesb-i âşinâlık ederek yek-diğerine irsâl-i nâme ederlermiş ve meşâhîrden Seyyid Vehbî Efendiyle dahi birçok müşâ’areleri vardır. senesi vefât eylemişdir. Vehbî merhûmla nazîre-gûne etdikleri müşâ’arede söyleşdikleri gazellerin matla’ beytleri tahrîr kılındı: El-hakk o meh-i evc-i kemâle yetişilmez Ol şem’-i şebistân-ı hayâle yetişilmez Bu fikret ile ma’nî-i hâle yetişilmez Bu gaflet ile seyr-i cemâle yetişilmez Visâli ile telâfî-i fürkat olmaz mı Bu mihnetin akabi bir meserret olmaz mı O yâre hâlümüzi arza ruhsat olmaz mı Safâ-yı vuslata bir vakt-i fursat olmaz mı Âsâr-ı edebiyyesinden olan Bülbül-i Gülzâr-ı Vecd nâm kitâbı pek makbûl olup ekser asrı şu’arâsı takrîzler yazmışlardır. Nâbî merhûmla olan mahabbetini tasrîh içün dokuz bendi şâmil “Allah çalışıp kazananı sever.” “medhiyye-i Haleb” diye bir terkîb-bend tanzîm ve Cenâb-ı Nâbî’ye takdîm eylemişdir ki matla’ı tahrîr kılındı: Olsam aceb mi şevk ile midhatger-i Haleb Âşüfte eyledi beni bir server-i Haleb Vizeli Abdü’l-muhsin Efendinin oğlu olup ismi dahi Ramazân’dır ve Vize’de tevellüd eylemişdir. Efâzıl-ı asrından Merhabâ Efendi âsitâne-i fazlına istinâd ve sonraları Müftî Sa’dî Efendi hıdmetlerinde sa’y ü ictihâd üzere iken dünyâ-yı denîden bi’l-külliyye ferâgat ve kutb-ı dâ’ire-i tevhîd Hazret-i Merkez Efendi hıdmetlerine müsâra’et ve kesb-i füyûzân ederek kasaba-i Çorlu’da ferş-i kilîm-i ikâmet buyurmuşlardı. Hânesi civârında birkaç hücre binâ edip sâkin olan talebe-i ilme ta’lîm-i ulûm-ı nâfi’a ile imrâr-ı vakt etmekde oldukları hâlde senesi âzim-i bihişt olmuşdur. Bihiştî merhûm mecma’ü’l-bahreyn-i mecâz ü hakîkat ve mevr ve’n-nehreyn-i ilm ü ma’rifetdir. Âsâr-ı celîlesinden Şerh-i Akâ’id-i Hayâlî’ hâşiyesi ve âdâb bahsinden Mes’ûd-ı Rûmî’ye yine hâşiyesi ve Şürûh-ı Miftâh’a ta’lîkâtı ve Câmî kenârında ba’zı kelimâtı muharrerdir. Âsâr-ı edebiyye vü şi’riyyesinden bahr-i serî’den Cem Şâh ü Alem Şâh nâmında bir manzûmesi ve müretteb dîvânı vardır. Şi’rinden birkaç beyt yazıldı: Halk-ı âlemden Bihiştî uzlet it Mecnûn-misâl Kendü başunı sokacak âşiyânun var ise Az mıdur yoksa bahâ-yı leb-i la’lün çok mı Behey âfet biricik söyle ya agzun yok mı Hayâlî’ye: Hayâlî’sine | Mehmed Tevfik Bezme gel bu gice ey âlem-i hüsnün mâhı Yoksa yirden göge dek incinürüz vallâhî Ölem haste oldum ey sabâ ben Hele bir pâre sen benden dirisin Görünmezsin ser-i kûyında yârün Yiler onmazlarun sen de birisin Hekîmbaşı Mustafâ Behcet Efendidir. Sudûrdan ser-etibbâ-yı şehriyârî Hayru’llâh Efendinin hafîdi ve Nişâncı Mustafâ Paşanın dîvân kâtibi hâcegândan Mehmed Emîn Şükûhî mahdûmudur. Efendi-i müşârün ileyh senesinde tevellüd ve senesinde tarîk-ı tedrîse duhûl ederek ulûm-ı âliyye vü âliyede mümârese-i kâmile hâsıl etdiği gibi dîvân-ı hümâyûn tercemânı iken vefât itmiş olan Yahyâ Nâcî Efendiden Latin ve İtalyan lisânları üzere fenn-i tıbbı tahsîl etmekle senesinde serây-ı hümâyûn tabâbeti silkine dâhil olarak senesinde Sultân Selîm-i Sâlis Hazretlerine hekîmbaşı ve senesinde İzmir mollâsı olmuş iken Sultân Mustafâ devrinde Sultân Selîm tarafdârlığı töhmetiyle azl olunmuşdur. senesi hasbe’t-tarîk Mısr mevleyiyyetini ihrâz eylemiş ve hitâm-ı müddetinde Mehmed Alî Paşa merhûm ile cânib-i Hicâz’a azîmet ve bir sene kadar müşârün ileyhe refâkat eyleyip ba’dehu İstanbul’a gelmişdir. senesinde sâniyyen hekîmbaşı olmuş ve senesinde Anadolu kâdî-askeri iken meşhûr Hâlet Efendinin nefsâniyyetine mebnî hıdmet ve mansıbından dûr olarak Keşân’a nefy olunmuş ve on bir ay sonra hasmının menkûbiyyetiyle ıtlâk Ölem mi: Ölmeli Efendi’nin: Efendi’nindir olunmuşdur. senesi Rûmeli sadâreti pâyesini ihrâz etmiş ve senesinde üçüncü def’a olarak hekîmbaşı ve senesi bi’l-fi’l Rûmeli kâdî-askeri ve senesinde def’a-i sâniyye olarak Rûmeli sadâretini hâ’iz olmuş ve senesi Zi’l-hiccesi’nde altmış üç yaşında iken terk-i hayât-ı müste’âr etmişdir. Hekîmbaşı idi Behcet Efendi gitdi ukbâya mısra’ı vefâtına târîhdir. Na’şı Üsküdar’da Nasûhî Hazretleri Dergâh-ı Şerîfi’nde medfûndur. Müşârün ileyh hayâtında kesb-i nüfûz etmekle mükâlemât-ı düveliyyede hâriciye nâzırlarıyla hâzır bulunur ve mecâlis-i vükelâda re’yi makbûl olurdu. Yeniçerilerin ilgâsı husûsundaki hıdmeti makbûl-i pâdişâhî olup kendisine bir hafta zarfında kîrât bir kıt’a pırlanta ve kîrât bîrûze yüzük ihsân olunmuş ve vefâtından sonra hazîne-i saltanata i’âde kılınmışdır. Mekteb-i Tıbbiyye’nin Tıbhâne nâmıyla vaz’ ü te’sîsi merhûm-ı müşarün ileyhin eser-i himmetidir. Müşarün ileyh ma’ârif-i şarkiyyenin tevsî’ine haylî hıdmet etmişdir. Ez-cümle Buffon nâm hekîmin Târîh-i Tabî’iyye’sini ve Tıbdan Fizyoloji kitâbını ve Yukan nâm hekîmin Ameliyyât-ı Tıbbiyye’sini ve Burne nâm İngilizli bir feylesofun Hikmet-i Tabî’iyye’sini İtalyanca’dan terceme . Bunlardan başka birinci Napolyon’un Mısr’a gelip gitdiğine dâ’ir Arabiyyü’l-ibâre bir kıt’a Mısr târîhini Sultân Süleymân emriyle lisân-ı Türkî’ye nakletmişdir. Kolera illeti hakkında bir risâlesi ve Hezâr Esrâr nâmıyla diğer bir risâlesi vardır. Her ne kadar dîvânı matbû’ değilse de eş’ârı hakîmâne olduğundan makbûldür. Merhûmun âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebze tahrîr edildi: Rûhu bırakıp terk-i diyâr etmege gelmez Bir hânede meskûn Bir vartaya düşdük ki firâr etmege gelmez Tâ vaktine merhûn Yukan: Bufan . Hekim isimleri için bkz. “Mustafa Behçet Efendi”. http://www.bizimsahife.org/Kutuphane/Osmanli_Tarihi_Ans/Osmanli_Tarihi _M/.html . | Mehmed Tevfik Erkâm biter safha-ı eyyâm yetişmez Cebr ile bulunmaz Çekdiklerimi add ü şümâr etmege gelmez Bilyon ü trilyon Ta’mîr edemez rahne-i bünyâd-ı derûnu Arşmides-i mi’mâr Pehnâsını tahrîr ü güzâr etmege gelmez Cümlesi heyûbûn Behcet ne aceb kayda düşürmüş seni gaflet Aklın mı perîşân Akvâline ef’âlin ayâr etmege gelmez Hep cümlesi vârûn Döşeyim dayayayım hâneleri Düşeyim kaydına lâyık mı anın Yatagım hâk ola bâlînim seng Nesine dayanayım dünyânın Eylesen desti leb-i çâh-ı dehâna îsâl Bâtın-ı kefde olur neşf ü rutûbet peydâ Âmed ü reft-i nefes n’oldugun idrâk eyle İki delv ile eder mâ-i hayâtı ifnâ Asrında Behlûl-i Seb’a-hân diye meşhûr idi. Mevlidi İstanbul’dur. Pek güzel mücevvid-i Kur’ân ve Seb’a-hân-ı hoş-elhân olduğunu ve tâlib-i ma’rifet olup manzûm ve mensûr birkaç parça te’lîfâtı bulunduğunu ba’zı tezkireler yazmış ise de te’lîfâtı neye dâ’irdir ve isimleri nedir ve hangi fendendir ve Behlûl hangi asrda zuhûr etmişdir. Buraları kat’â almadıklarından ve diğer mecmû’alarda Behlûl’ün ahvâline dâ’ir bir gûne ma’lûmâta dest-res olunamadığından bu kadarla iktifâ edildi. Eş’âr-ı şi’riyyesinden dest-res olunan bir beyt yazıldı: Göz yaşlu gönül zülf-i perîşânlar içinde Kaldum karanu gicede bârânlar içinde Vilâyet-i Acem’den Dergüzînlidir. Meşâhîr-i şu’arâdan Sehâbî merhûmun birâderi idi. Ehl-i hirfetden sayrefî-san’at ve sarrâf-ı cevâhir-i zevâhir-i ma’rifetdir. Bâ-husûs ki şu’arâ vü üdebâ-yı A’câm’dan ekseri edâ-yı Türkî’de râcil iken Bîdârî şîve-i Türkî’de edâ-yı nefîs ve kelimât-ı selîs sâhibi idi. Cümle-i âsâr-ı şi’riyyesinden tahrîr kılınan birkaç beyt Bîdârî’nin selâsetine delîldir: Sûret-i yâr ile dil hânesini deyr eyle Yâri her gûşede bir sûret ile seyr eyle Kaddüm hilâle döndi tenüm bir hayâldür Ya’nî ecel gelüp beni bulmak muhâldür Çeşm-i nergis-i Bîdârî gülzâr-ı âlemde henûz uyanmadan senesi irtihâl-i dâr-ı bekâ etmiş ve gâyet mey-hor imiş. Edirneli Sipâhî Mehmed Beğ’dir. Terceme-i hâline dest-res olunamadı. Eğerçi bundan sonra ele geçerse harf-i bâya zeyl edilir. Bu beyt âsâr-ı şi’riyyesindendir: | Mehmed Tevfik Yola düşmüş ser-i kûyun hevâsıyla meh ü hurşîd Birisi subhdan gitmiş biri akşâmdan çıkmış Niğbolulu Câru’llâh-zâde Mustafâ Çelebidir. Ebu’s-su’ûd Efendi- zâde Mehmed Efendiden iktisâb-ı feyz ü ma’rifet ve müderris ve kâdî oldukdan sonra menâsıb-ı dünyeviyyeden ferâgat ve mesned-nişîn-i meşîhat olmuşdur. senesi irtihâl edip dâhil-i sûr-ı İstanbul’da mutasarrıf olduğu Ekmel Tekyesi’nde defn edilmişdir. Aldılar aklum perî-rûlar perîşân itdiler Bir yire gelmez meger cem’iyyet-i hûbân ola Eş’ârı şu’arâ-yı asrı beyninde derece-i kabûldedir. Muvakkit-zâde Vak’a-nüvîs Mehmed Pertev Efendidir. İstanbulludur. Menşe’i Anadolu muhâsebesi kalemi olup andan âmedî odasına nakl-i me’mûriyyet eylemişdir. Bir müddet vak’a-nüvîslik hıdmetinde bi’l-istihdâm imrâr-ı subh ü şâm etmekde iken uhdesine âmedî-i dîvân-ı hümâyûn hıdmeti ihâle buyurulmuşdur. Ordu-yı hümâyûn ile senesi Edirne’de iken: Şâ’irânın şem’-i ümmîdinde pertev kalmadı târîh-i menkûtu mantûkunca neyyir-i hayâtı münkesif-i ebr-i memât olmuşdur. Kendisi meşâhîrden Hâce Neş’et Efendi merhûmun şâkirdânından olup bir kıt’a matbû’ dîvân ve andan belâgat-unvân ile ibkâ-yı nâm eylemişdir. Pertev Dîvânı meşhûrdur. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir gazel yazıldı: Bî-nikâb ü bâ-nikâb arz-ı cemâl eylerdi yâr Geh hilâli bedr ü geh bedri hilâl eylerdi yâr Geh tecâhül geh tegâfül geh cefâ gâhî itâb Etdigi cevri gehî benden su’âl eylerdi yâr Gâh güstâhâne harf-endâz-ı vasl oldukça ben Dest-i nâzın perde-i ruhsâr-ı al eylerdi yâr Gâh teşvîk-i visâl ü gâh tenbîh-i firâk Geh ferâg-ı aşk ile emr-i muhâl eylerdi yâr Gelmez idim geh vefâ-mânend Pertev yâdına Geh niçün gayri ile ceng ü cidâl eylerdi yâr | Mehmed Tevfik Müşârün ileyh cennet-mekân Mahmûd Hân-ı Sânî vükelâsından mülkiyye nâzırı meşhûr Pertev Paşadır. İzmid körfezinde leb-i deryâda vâki’ Darıca nâm köyde zînet-efzâ-yı şühûd olduğu Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrerdir. Lâkin müşârün ileyhi Âkif Paşa ma’lûm olan Çörçil münâkaşaları üzerine kaleme aldığı Tabsıra’da Tatar diye tanz-âmîz kelimât ile tahkîr eder. Böyle olunca Tatariyyü’l-asl olmuş olurlar. Gençliğinde tahsîl-i ma’ârifle ibtidâ rü’ûs kalemine ve mu’ahharen âmedî odasına me’mûr bir kaç sene mürûrunda beğlikçi ve senesi re’îsü’l-küttâb olmuşdur. senesi azl ve bir müddet hânesinde ikâmetden sonra Mısr’a azîmet ve îfâ-yı me’mûriyyetle Dersa’âdet’e avdet eyleyip sadâret-i uzmâ kethudâlığı makâm-ı vâlâsına su’ûd eylemişdir. senesi bâ-rütbe-i müşîri mülkiyye nezâret-i celîlesine gelip dâmâdı meşhûr Vassâf Efendi münâsebetle mâbeyn-i hümâyûna kesb-i şiddet ittisâl ederek gâyet parlak olduğu hâlde iki sene müddet nezâret-i mezkûrede bulunmuş ise de senesi azl ve Edirne’ye nefy olunup orada i’dâm edilmişdir. Âsârından bir kıt’a matbû’ dîvânçesi vardır. Müşârün ileyh şi’r ü inşâ ile meşhûr olan vüzerâdandır. İ’dâmına karîb söylediği: Uzandı leyle-i hasret yetiş yâ Şems-i Tebrîzî makta’lı fîgân-nâme-gûne tercî’i pek sûzişlidir. Meşhûr olan “bahâr gazeli”nin matla’ı budur: Akın akın n’ola erbâb-ı ârzû-yı bahâr Olursa sâhile mâ’il misâl-i cûy-ı bahâr Huzûr-ı Şems’ eger baş egerse Pertevveş Külâh-ı lâle eder sanma ser-fürû-yı bahâr Kelime “şemse” şeklinde de yazılabilir. Meşâhîr-i asrdan Kastamonu vilâyeti mutasarrıfı iken geçen senesi vefât eden Pertev Paşa merhûmdur. Merhûm-ı müşârün ileyh Dâmâd Halîl Paşa merhûmun dîvân kâtibi Erzurûmlu Tîmûr Efendinin mahdûmudur. senesi Erzurûm’da tevellüd eylemişdir. Pertev Paşa merhûmun târîh-i tevellüdü Fatîn Efendi merhûmun tezkiresinde senesi olmak üzere muharrer ise de müşârün ileyhin târîh-i vefâtı senesi olduğu ma’lûm olup hâlbuki elli beş yaşında irtihâl eylediği akrabâsından mesmû’-ı âcizi olmuş ve bu hâlde seksen sekizden müddet-i ömrü olan elli beş tarh edilince târîh-i şühûdu senesi olmak lâzım geleceği yâhud Fatîn Efendi merhûmun yazdığı sahîh ise merhûm-ı müşârün ileyhin kırk yedi yaşında vefât etmiş olacağı der-kâr bulunmuşdur. Gençliğinde Trabzon’a gelip tahsîl-i ilm ü ma’rifetle vâlî konağında bir müddet hıdmet-i kitâbetde bulundukdan sonra İstanbul’a gelerek mektûbî-i sadr-ı âlî hulefâsı sınfına dâhil olmuş ve o zemânlar pederi merhûmun sâ’ikasıyla Halîl Paşa merhûmun dîvân kitâbeti hıdmetini ihrâz eylemişdir. Biraz vakt bu hıdmetle vakt geçirdikden sonra âmedî odasına nakl-i me’mûriyyet ve oda-i mezkûrdan Berlin sefâret-i seniyyesi ser-kitâbetine ta’yîn buyurulduğundan Berlin’e azîmet ve ba’de’l-avde terfî’-i rütbe ile Siroz mutasarrıfı ve oradan dahi Girid vilâyeti merkez mutasarrıfı olmuşdur. Sadr-ı esbak müteveffâ Âlî Paşa esnâ-yı ihtilâlde Girid’e azîmet eylediğinde sâhib-i terceme orada merkez mutasarrıfı bulunmağın hitâm-ı maslahatla İstanbul’a gelirken Âlî Paşa merhûm Pertev Paşayı birlikde İstanbul’a getirip evvelâ sınf-ı ûlâ ile meclis-i rüsûmât riyâsetine ta’yîn etmişdir. Oradan dahi bâ-rütbe-i bâlâ hâriciyye mektûbcusu olarak me’mûriyyet-i mezkûrede iken Âlî Paşa vefât eyleyip sâhib-i terceme dahi ser-asker müsteşârı olmuş iken biraz müddet sonra rütbesi bâlâlıkdan Rûmeli beğlerbeğliği pâyesine tenzîl ile Kastamonu vilâyeti mutasarrıfı edilip gönderilmişdir. İşte mahall-i mezkûrda ve elli beş yaşında senesi vefât eylemişdir. Merhûm-ı müşârün ileyh ulûm-ı Arabiyye’den me’zûn ve lisân-âşinâ bir zât-ı zû-fünûn idi. Kitâbetden behresi vâfir bir şâ’ir-i irfân-mezâhir olup haylîce âsâr ü eş’ârı vardır. Cümle-i âsârından ta’addüd-i zevcât aleyhinde bulunan efkâr-ı sahîfeyi reddeder | Mehmed Tevfik Itlâkü’l-efkâr isminde bir kitâbı vardır. İkincisi bir vaktler İstanbul’dan köpeklerin kaldırılması içün gazetelerin etdikleri mebâhisi ta’dîl zemîninde Av’av-nâme diye bir köpek ile bir hakîme etdirdiği muhâveredir. Komünlerin efkâr-ı bâtılını tezyîf yolunda yazılmış ve Kızıl Bayrak unvânıyla akdemleri Hakâ’iku’l-vekâyi’ nâm gazetede neşr olunmuş olan reddiyye müşârün ileyhindir diye mütevâtirdir. Bir de Mason denilen fırkanın zehâbını red maksadıyla kaleme alınıp geçenlerde neşr edilen Hâb-nâme nâm risâle merhûm-ı müşârün ileyhin eseridir deniyor. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir parça yazıldı: Tanîn-endâz-ı tâs-ı çarh olan feryâd ü zârımdır Zemîni garka-i tûfân eden hep eşk-bârımdır Ayagım elde destim zîr-i serde mest-i lâ-ya’kıl Der-i meyhânede üftâdelik eski şi’ârımdır Fransa meşâhîr-i şu’arâsından Jan Jak Ruso’nun bir kıt’asını yine manzûm olarak terceme etmişdir ki tahrîr kılınmışdır: Hâb-ı pür-ıztırâbdır bu hayât Dogmuşuz ölmek üzre vâ-hayfâ Var ise zerre zerre zevkiyyât Anı da kahr-ı dehr eder ifnâ Gideriz böyle cehl ü gafletle Ka’r-ı gird-âb-ı mevte hasretle Dürlü mihnetle bin meşakkatle Mahv ü güm-nâm eder bizi dünyâ Bizse seyr eyleyip bu bünyâdı Ararız tarhına nedir bâdî Hâlık’ı halkı sırr-ı îcâdı Cümleyi bilmek isteriz hâlâ Lîk bu sırr-ı mübhemin halli Akla teysîr olunmamış belli Âdeme acz ü gaflet ü cehli Etdirirler hatâ içinde hatâ Sıyrılıp rûh zulmet-i tenden Süzülüp eyledikde azm-i vatan Ol zemân hall olur bu şübhe vü zann Bilinir hâsılı nedir ma’nâ İsmi İbrâhîm Edhem mahlası Pertev’dir. İsmi Mehmed’dir. İstanbul’da Yeni Câmi’ kâtibi hâcegân-ı dîvân-ı hümâyûndan Abdu’llâh Efendinin oğlu olup terbiyet-i peder-i püserperver ile iktisâb-ı fazl ü hüner ederek tarîk-ı tedrîse sülûk etmişdir. Medrese-i hâricle dâhil-i müderrisîn-i kirâm ve sonraları Kuds-i Şerîf kazâsıyla mukzi’l-merâm ve andan hâkim-i belde-i Şâm olup za’f-ı pîrîden nâşî nevbetinde Mekke-i Mükerreme pâyesiyle tatyîb ü ikrâm kılınmışdır. senesi Zi’l-ka’desi’nde İstanbul ve sonra Üsküdar mollâsı olup senesi ma’zûl ve Anadolu sadâretine vusûl içün dîde-dûz olduğu hâlde senesi vefât eylemişdir. İdrîs Köşkü reh-güzârında medfûndur. Asrında ma’ârif ü fünûnla şöhret-şi’âr ve hüsn-i hatda selîkası bedîdâr bir mollâ-yı sâhib-i i’tibâr imiş. Âsâr-ı şi’riyyesinden dest-res olunan bir beyti tahrîr kılındı: Nigâh-endâz olup âyîne-i ruhsâr-ı cânâna Derûnumda olan râz-ı nihânı yâre gösterdüm | Mehmed Tevfik İstanbulludur. Bir yayabaşının oğlu olup tarîk-ı ilme sülûk ederek tahsîl-i ma’ârifle asrında meşhûr olmuşdur. Sultân Murâd-ı Sâlis Hazretleri asrı ulemâsından olduğu tahkîk kılındıysa da tafsîl-i ahvâli tahsîl edilemedi. Bu ebyât âsâr-ı şi’riyyesindendir: Reh-i ışkunda kaşunla müjedür yoldaşum Korkulı yola kişi tîr ü kemân ile gider Olur mı ârız-ı yâre toyınca nezzâre Cihânda âşık-ı bî-dil toyar mı dîdâra Peyâmî münkesir olmakda hâtır seng-i cevrinden Yine ol istemez ol şûha arz-ı inkisâr itmek Şehriyyü’l-asldır. İsmi Mehmed ve hâcegân-ı dîvân-ı hümâyûndan mâliyye tezkirecisi Osmân Efendinin nev-bâve-i nihâl-i vücûdu olmağla asrında Osmân-zâde diye şöhret-gîr-i âfâk olmuşdur. Fevka’l-âde isti’dâda mâlik olmağın daha genç iken tahsîl-i dest-mâye-i irfân ederek ibtidâ pâye-i mülâzemetle mümtâzü’l-akrân ve gide gide Haleb ve Mısr mevleviyyetiyle nâ’il-i âmâl-i cenân olur. Evâ’il-i hâlinde Hamdî mahlasıyla vâdî-i hicve pûyân ve hezliyyâtı nigâşte-i sahâ’if-i dîvân-ı devrân olmuş ise de mu’ahharen ol vâdîden bi’l-külliyye dâmen-keş-i ferâğ ve mükeffer-i seyyi’ât olan mesâlik-i Hakk’a sâlik-i hidâyet-sürâg olup Tâ’ib tahallus eylemişdir. Ulûm-ı nâfi’aya iştigâl ile tehdîb-i ahlâk ü ef’âl eylediğine ve tahsîl-i fazl ü kemâl ile mümtâzü’l-emsâl olduğuna âsâr-ı kalemi dâldir. Cümle-i âsârından Terceme-i Meşârıku’l-envâr ve Hadîkatü’lvüzerâ ve Tuhfe gibi eserleri meşhûr ü mu’teberdir. Evvel bakışda çehre-i kâm oldı cilveger Âyîne dinse ârızına vechi vardur eş’âr-ı pür-nikâtındandır. Cennet-mekân Sultân Ahmed-i Sâlis Hazretlerinin Yalı Köşkü denilen kasrlarının inşâ vü itmâmında târîhli bir kasîde-i garrâ” inşâd eylemişdir ki mısra’-ı târîhi budur: Hümâyûn ola Sultân Ahmed’e bu kasr-ı şâhâne Şâ’ir-i mûmâ ileyhin âsâr-ı hezlinden dahi bir kaç fıkra ve beyt | Mehmed Tevfik Olalı kahve-i Rûmî nümâyân Nohûdî-meşreb oldı cümle yârân Sultân Ahmed Hân Hazretleri Mora fethinde iken târîhinde İstanbul’da vukû’ bulan harîk-i kebîrde ol vakt sekbânbaşı olan Nemçeli Hüseyn Ağanın teşebbüs-i esbâb-ı itfâ-yı harîkde görülen rehâvetinden iştikâyı müş’ir manzûm ve târîhli olarak yazıp bârgâh-ı Dârâ-câygâh-ı Sultân Ahmed Hânî’ye takdîm eylediği arz-ı hâlin sûretidir: Kumkapı Harîki Pâdişâhum meded âteşlere yandurdı bizi Nemçe sekbânbaşınun meş’emet-i ef’âli Dâd ol hâ’in-i bed-kîş-i sitem-perverden Ki ta’addîsi ile yandı cihânun mâlı Vak’a-i Beç’de meger yanmış imiş varoşda Bir tomuz damı içinde bir iki partalı İntikâm aldı henûz âteşi teskîn oldı Mehd-i nâr içre görüp girye eden etfâli Böyle ma’mûreyi sad hayf ki vîrân itdi Ola vîrâne hıyânetkede-i âmâli Nice câmi’ nice mescid nice mekteb yandı Görmedük dâ’iresinde bir eli kancalı Lîk kurtardı kilîsâyı yedi kîse alup Öyle çalışdı ki ışk eyledi Dülger Bâlî Dir gören şimdi Sıtanbul’ı belî böyle olur Zâbiti Nemçe olan memleketin ahvâli Gerçi takdîr-i Hudâ böyle imiş lîk gerek Def’e imkânı kadar sa’y ide zâbit vâlî Yanarak yoksa revâ mı diyeler târîhin Yakdı İstanbul’ı vâlîlerinin ihmâli Nâm-ı nâmîsi cerîde-i irfân şâ’ir-i meşhûr Nâbî-i nükte-feşân başmuhâsebeci iken mahdûmu Hayru’llâh Ali Çelebi on dört on beş ya-şında bir cevân olup başmuhâsebe kaleminde hulefâdan Kubûrî-zâde ile hüsn-i ülfet ü mu’âşereti şüyû’ bulması üzerine bu beyti söylemişdir: Egerçi aldı Nâbî mansıb Velî hayrı Kubûrî-zâde gördi târîhinde Mısr kâdîsi iken merhûm olmuşdur. Mevlidi İstanbul’dur. Makbûl-i dergâh-ı Bârî Cenâb-ı Emîr Buhârî Hazretlerinin mürîdânından birinin oğludur. Tarîk-ı ilme sülûk edip ba’zı bilâda kâdî oldukdan sonra Şeyh Abdü’l-latîf merhûmla azm-i Hicâz ederken esnâ-yı râhda vefât etmişdir. Hüsn-i hatt ü hüsn-i tabî’at sâhibi imiş. Eş’ârı makbûldür. Âhum ki âsumâna atar her gice hadeng Kasdı budur ki kevkeb-i bahtumla ide ceng Dil âsitân-ı yârde âhumdan incinür Ebr-i sipihr ile sanasın ceng ider peleng aldı: oldı | Mehmed Tevfik Aslı Acem ve ismi Abbâs idi. Gençliğinde tahsîl-i ma’ârifle Rûm’a azîmet ve firdevs-âşiyân Sultân Mehmed Hân-ı Râbi’ zemânında İstanbul’a muvâsalat etmekle kendisi hadd-i zâtında bir mîr-i sühandân olmağın beğlerbeğilik unvânıyla ser-firâz ve ol vakt Acem Paşa diye mümtâz olmış idi. Ba’zı menâsıba mutasarrıf oldukdan sonra ma’zûlen Edirne’ye gelip Sadr-ı a’zam Fâzıl Ahmed Paşanın huzûruna girer. Fâzıl Paşa esnâ-yı musâhabetde Acem Paşanın mahall-i nüzûlünü su’âl eder. Paşa dahi “Â’işe Kadın Hânı’na indik.” der. Fâzıl Paşa da “Ol hâna nasıl sığdınız?” deyince Acem Paşa “Asr-ı devletinizde benim gibi dört paşa sığar.” demesiyle Fâzıl Paşa bu güstâhâne cevâbdan münfa’il olup ve müddet-i vezâretinde mansıb vermeyip nefy sûretiyle ba’zı adalar muhâfazasında bulundurur. senesi vefât etmişdir. Asrı meşâhîr-i şu’arâsından olup eş’ârı hakîkaten nâzük ve hayâli bârîkdir. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Nihânî gamzeler kim cevr ile bî-dâda başlarlar Şikâyet-senc olup üftâdeler feryâda başlarlar Zuhûrın kim görürler fitnenün zîr-i tegâfülde O çeşm-i mest-i nâza âşıkân isnâda başlarlar Edirnelidir. Gençliğinde bir mikdâr tahsîl-i ma’rifet ve mâlik-i hüsn-i hatt olmak münâsebetle dâhil-i silk-i kitâbet olmuşdur. Sonra merhûm Cenâbî Paşa bendegânı zümresine munzamm olup terfîh-i hâl etdiğinde meşâhîr-i şu’arâdan Mesîhî merhûmun Şehrengîz’ine bir nazîre-i muntazam inşâd eylemişdir ki sâ’ir nazîrelerin cümlesinden makbûldür. Âtîdeki eş’âr âsâr-ı şi’riyyesindendir: Altun kalem-misâl bu âh-ı şerer-feşân Yazdı felek sahîfesine sûre-i Duhân Acıyup bagrına basdı dürr-i eşküm bahr-i gam Didi merdüm düşkinidür bir yetîm üftâdedür Terceme-i hâlleri harf-i cim ve harf-i sinde tahrîr kılınan meşâhîr-i ulemâ vü şu’arâdan Ca’fer ve Sa’dî Çelebinin peder-i vâlâ-güheri meşâhîrden Tâcî Çelebidir. Ehl-i kemâlin ser-tâcı vü serdârı olduğuna iki büyük delîl vardır ki o da sâhib-i tercemenin merhûm Sultân Bâyezîd-i Velî şeh-zâde iken defterdârlığı nâmıyla musâhabet ve nedîmliğe kabûl buyurulmasıdır. Sultân Bâyezîd-i Velî’nin ise ehl-i ilm ü kemâle derece-i ri’âyeti dahi meşhûrdur. Biri dahi zikr olunan iki mahdûm-ı me’âlî-mevsûmun sulbünden zuhûrudur. Âsâr-ı şi’riyyesinden ancak bu matla’a dest-res olunabildi: Zerreveş ser-geşteyüz mihründür ey meh kâmumuz Yirde gökde gün yüzün şevkıyla yok ârâmumuz İsmi Mustafâ ve mevlidi Erikli’dir. Gençliğinde iktisâb-ı ilm ü ma’rifetle hıdmet-i ketebet-i haremeyn-i muhteremeyn ile şeref-yâb olmuşdur. Mine’l-mehdi ile’l- tahsîl-i ma’ârif ü kemâlâta dâmen-der-miyân edip bütün ömrünü ashâb-ı ma’ârif ü hünerverân-ı asrından tekmîl-i irfân etmekle geçirmişdir. Makbûl ü müsellem “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz.” | Mehmed Tevfik târîhleri ve matbû’ eş’ârı vardır. Meşâhîrden Bâkî Efendi merhûm kâdî-asker olduğunda bu târîhi söylemişdir: Bâkî olsun sana bu izz ü bu devlet Bâkî Zekeriyyâ Efendi Rûmeli kâdî-askeri oldukda bu mısra’-ı mergûbu târîh bulmuşdur: Oldı rükn-i ulemâya Zekeriyye’l- Meşâhîrden Tîgî Beğ’dir. Mevlidi Üsküb ve ismi Mehmed’dir. Sipâhî gürûhunun nâmdârlarından olup harem-serây-ı sultânîde neşv ü nemâ ve serv-misâl gülistân-ı Sultân Murâd Hân-ı Sâlis’de keşîde-bâlâ olmuşdur. Âyîne-i sînesi miskal-i ma’ârifle mücellâ ve gerden-i dil ü cânı kalâ’id-i ferâ’id-i letâ’ifle muvaşşah ü muhallâdır. Eş’ârı lâyık-ı kabûl ve zâde-i tab’ı ser-beste-i tahsîn ü makbûl bir şâ’ir olduğundan dest-res olunan âsârından ba’zıları tahrîr kılındı: Yıkar bir ayag ile âlemi bilmem ne hikmetdür Şarâb-ı nâb ile sâkîde zâhir acı kuvvet var Nakd-i eşk ile fakîr olmış idüm haylî ganî Yakdı câm-ı mey ile sâkî-i gül-çihre “…Zekeriyya, ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulur-du…” sâkî-i gül-çihre: sâkî güliçelere Âhuma meyl eyledi ol serv itdüm der-kenâr Âlem içre görmedüm böyle muvâfık rûzgâr Sanma câna gamzen ucından iren peykân çıkar Hâsılı ey kaşları yayum o çıkmaz cân çıkar İsmi Zü’l-fikâr’dır. Rûmeli’nde vâki’ Prizrin’de tevellüd eylemişdir. Evâ’il-i hâlinde bir mikdâr tahsîl-i ma’rifetle dîvân-ı sultânî kâtibleri silkine dâhil olmuşdur. Şi’re hevesi ve usûl-i târîhe olan dest-resi münâsebetle ve kendisi dahi hoş-sohbet olmağla ba’zı vüzerânın mazhar-ı iltifâtı ve husûsen ahd-ı Sultân Süleymân Hân-ı Sânî’de vezîr-i a’zam olan Tekfûrdağlı Mustafâ Paşanın hem-dem ü celîsi olarak dîvân-ı sultânî piyâde mukâbeleciliği mansıbıyla ser-efrâz olmuşdur. senesi ordu-yı hümâyûn Sofya sahrâsında iken orada irtihâl eylemişdir. Asrında şi’r ile şöhret-gîr olduğu gibi dîvânı müretteb ise de asrımızda henûz tab’ ü neşr olunamadığından pek o kadar meşhûr değildir. Merhûmun âsâr-ı şi’riyyesindendir: Gamunla ceyş-i dil kim nâ-tevân olmış bölinmişler Saf-ı müjgân-ı çeşmân hûn-feşân olmış bölinmişler Şeref buldukça gülşen tâze teşrîf-i kudûmunla Geçenler ferş-i çetr-i erguvân olmış bölinmişler Tecellîveş nice çâbük-süvârân-ı sabâ-reftâr Varup kec-rev felekle hem-inân olmış bölinmişler | Mehmed Tevfik İsmi Mustafâ’dır. Şehrî olup Çıkrık lakabıyla âgâze-gîr-i iştihâr olan Hânende Mehmed Ağanın birâderi olmağla sâhib-i terceme dahi asrında Çıkrık Birâderi demekle şöhret almışdır. Evâ’il-i hâlinde enderûn-ı hümâyûna çerâğ ve biraz müddet edâ-yı hıdmet ya’nî tahsîl-i ilm ü ma’rifet etdikden sonra kadar-ı kifâye tîmâr ihsânıyla ihrâc buyurulmuşdur. Hâl-i tekâ’üd ile vakt geçirmekde iken senesi irtihâli vukû’ bulur. Merhûm meşâyih-i Nakşbendiyye’den Tokadî Şeyh Mehmed Emîn Efendiye irâdet getirip tarîkat-i aliyyeden feyzmend olmuş idi. Asrı şu’arâsı arasında bir şâ’ir-i nâmdâr-ı pesendîde-güftârdır. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebze yazıldı: Bu tâbiş-i ruha mâni’ hat-ı izâr olamaz Fürûg-ı mihrde zerrât perdedâr olamaz Ko kayd-ı dâmı ruhun üzre dökme gîsûnu Ki vech-i eshel ile gönlümüz şikâr olamaz Egerçi yâr-i muvâfık bulunmaz ey Tevfîk Felekde âşıka da gamdan özge yâr olamaz Şeyhü’l-islâm Tevfîk Yahyâ Efendidir. Fatîn Efendi Tezkiresi’nde dahi terceme-i hâli tahrîr kılındığı vech ile müderrisînden Eyûb Efendinin oğlu olup senesi dünyâya gelmişdir. senesi bâimtihân nâ’il-i rü’ûs-i hümâyûn ve devr-i medâris-i mu’tâde ederek senesi Selanik ve senesi Şâm mevleviyyetleri ile memnûn olmuş ve Şâm’a azîmetlerinde bu kıt’ayı inşâd eylemişlerdir: Subh-ı vuslat olup eser nâ-bûd Şeb-i hicret cihânı târ etdi Heves-i zülf-i yâr ile Tevfîk Şâm-ı cennet-meşâma dek gitdi Şâm’dan avdetinde ba’zı mahalle hediyye takdîm etdiğinde kıt’a-i âtîyi nazm etmişdir: Lutf ü ihsân ü kerem seyyid-i mün’âm işidir Cürm ü taksîr ü güneh bende-i nâ-kâm işidir Yok tefârîk-i Haleb kim anı kılsın ithâf Kâdî-yi Şâm hedâyâsı dahi Şâm işidir senesi Muharremi’nde Mekke-i Mükerreme mevleviyyetini ve Ramazânı’nda İstanbul kâdîliği pâye-i refî’asını ve senesi Anadolu sadâreti pâye-i mu’teberesini ve bir sene mürûrunda Rûmeli sadâreti mesned-i celîlesini hâ’iz ve senesi Rebî’ü’l-evveli’nde bi’l-fi’l Rûmeli sadâretiyle mütemâyiz olmuşdur. Bir müddet sonra sadâretden ma’zûl ve senesi sâniyyen sadâret-i merkûmeye menkûl ve altı ay sonra yine ma’zûl olup senesi nekâbet hıdmet-i aliyyesine gelmişdir. senesi Receb-i Şerîfi’nde revnak-fürûz-ı mesned-i fetvâ olmuş iken on üç gün sonra âzim-i kurb-ı Mevlâ olur. Na’şı Fâtih civârında Küçükkaraman’da inşâsına muvaffak olduğu medreseleri hazîresinde medfûndur. Âsâr-ı şi’riyyesinden nazm-ı âtî yazıldı: Etse ne denli sûde-i hâkister-i gumûm Mir’ât-i tab’a vermededir incilâ Hudâ Her demde bâd-ı şurta-i tevfîk olur vezân Fülk-i tevekküle olıcak nâhudâ Hudâ Merhûm Vecîhî Paşa-zâde sa’âdetli Kemâl Paşa Hazretlerinin | Mehmed Tevfik mahdûmu Tevfîk Beğ’dir. târîhinde tevellüd ve tarîk-ı ilme sülûk ile kibâr-ı müderrisîn-i Dersa’âdet rütbesini ihrâz etmişdir. Peder ve büyük pederleri nezdinde ulûm-ı âliyye ve âliyeyi tahsîl ve mu’allimhâne-i nevvâba müdâvemetle tarîkınca iktizâ eden ma’lûmâtı istihzâr ü tekmîl ederek bir müddet dahi mektûbî-i meşîhat-penâhî refâkatinde istihdâm buyurulmuşdur. Gazel-i âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Dîde-i mesti ki cellâd-ı cihâna benzer Gamzesi cân alıcı tîr ü kemâna benzer Şeb-i zulmetde fürûzân olan nûr-ı çerâg Dil-i gam-dîdedeki dâg-ı nihâna benzer Mevc uran merdüm-i çeşmimdeki hûn-âbe-i dil Şühedânın ten-i pâkindeki kana benzer Rindi mey meclisine da’vet eden nâle-i ney Pâk-dil mü’min içün savt-ı ezâna benzer Müstakil olmasa bir dilde mahabbet Tevfîk Bir misâfir yatagı gûşe-i hâna benzer Meşâhîr-i şu’arâ-yı Osmâniyye’den Sâbit merhûmdur. İsmi Alâe’d-dîn ve mevlidi Bosna’da Öziçe nâm kasabadır. Vuslatî mahlasıyla meşhûr olan şâ’ir Alî Beğ’in akrabâsından olduğu cihetle mûmâ ileyhin sevkiyle tahsîl-i fezâ’il ü kemâlât ederek tarîk-ı kazâya rağbetle Rûmeli’de ba’zı bilâd-ı celîlede seccâde-nişîn-i mesned-i hükûmet olmuşdur. Ba’dehu Tekfûrdağı niyâbet-i şer’iyyesi gümâşte-i uhde-i kifâyetleri olarak bir müddet icrâ-yı ahkâm-ı şerî’at etdikden sonra isti’dâd-ı zâtiyyesini ikrâm olmak üzere mevleviyyet ihsâniyle be-kâm buyurulmuşdur. Konya ve Diyârbekr mevleviyyetlerini ihrâz etdikden sonra târîhinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eylemişdir. Cümle-i âsârından: Birincisi Edhem ü Hümâ nâmında ve ser-güzeşt vâdîsinde bir hikâye-i garîbesidir. İkincisi Hamse-i Atâyî üslûbunda belki ana nazîre tarzında gâyet latîf olarak nazmına şürû’ etdiği hamsesidir ki adem-i müsâ’ade-i ömr ile itmâm edememişdir. Eğer itmâm etmiş olsa idi Hamse-i Atâyî fütâde-i semt-i nisyân olacağı müttefikdir. Üçüncüsü Kırım hânlarından mu’âsırı bulunduğu Hâcî Selîm Giray Hân’a nâme yazıp gönderdiği Gazâ-nâme’sidir ki hân-ı müşârün ileyhin mazhar-ı ihsân ü istihsânı olmuşdur. Şu’arâdan Nâdirî merhûmun aleyhi’s-salât efendimiz hazretlerinin medâ’ih ü nu’ût-ı cemîlelerini câmi’ olan Mi’râciyye’lerini tanzîr etmişdir. Hakîkaten Mi’râciyye-yi Sâbit diye reşk-i kavâfil-i şu’arâ-yı Rûm olmuşdur: Mi’râciyye Hoşâ ferhunde ahter leyle-i mümtâz ü müstesnâ Ki unvân-ı berât-ı kadridür ser-sûre-i İsrâ İrişdi bir yire kim şeş cihetle çâr unsur yok Zemîn ü âsumân nâ-bûd arş ü ferş nâ-peydâ | Mehmed Tevfik Ne evvel var ne âhır bir garîb âlemdür ol âlem Lisân-ı sem’ ü nutk ü akl ü fehmün nâmı yok aslâ İşbu Mi’râciyye yirmi beyt kadar vardır. Sâbit’in sözleri pek sehl ü yesîr görünür ammâ sehl-i mümteni’ kabîlinden olup tanzîri asîrdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebze tahrîr kılındı. Dîvânı müretteb ise de henûz tab’ olunmamışdır. Mey-fürûşa yine bir tezkire tahrîr idelüm Vech-i tahrîr ile bir âlem-i şeb-gîr idelüm Yâri agyâr-ı füsûn-sâzı getirdüp O perî-tal’atı şeytân ile teshîr idelüm Sîm-i sefîd-i hâlise benzer çeh-i zekan Ayniyle şehr-i Edrine’nün Akpınar’ıdur Her târ-ı nahl-i gülşeni pîr-i sefîd iden Berd-i acûz mevsiminün koca karıdur Zâtında televvün var idi meftûnun Leylî’de de tutmazdı dil-i Geh nâkaya meyl itdi gehî Evzâ’ı şütür-gürbe idi Mecnûn’un Zîr-i zeylinde nihân maşraba-i vişn-âbı Vâ’izün bâde-i gülfâma da vardur kabı sâzı: -sâza dil-i: dili nâkaya: nâkıyeye Dil-i âhen-sıfatı âteş-i ışka bedel it Alagör lâzım olur eski demirle kibrît târîhinde vukû’-ı cülûs-ı Sultân Mustafâ Hân-ı Sânî’ye: Müjdeler âfâka Sultân Mustafâ kıldı cülûs mısra’ını târîh bulmuşdur. Sâbit Bosna kâdîsi iken ol vakt Bosna vâlîsi bulunan bir vezîrden bir sâ’at ricâsıyla bu kıt’ayı takdîm eder: Kalduk derûn-ı mahkeme-i teng ü tîrede Leyl ü nehârı seçmege bir âlet isterüz İmsâk derdümüz de var ammâ fatûr içün Vakt-ı gurûbı bilmege bir sâ’at isterüz Sâ’at geldikde bu beyti takdîm etmişdir: Vakt-i iftârda şimden sonra Şekkümüz kalmadı sâ’at geldi Vüzerâ-yı izâmdan bir vezîr-i Âsaf-nazîr Sâbit merhûma bir boy semmûr kürk ilbâs etdikde bu beyti söylemişdir: Siyeh semmûr bir boy kürki geydüm bezm-i lutfında Boyumca Âsaf-ı dehrün bu gün ihsânını gördüm İsmi Mustafâ ve mevlidi İstanbul’dur. Pederi re’îsü’l-küttâb kaleminde bir kâtib-i bî-nazîr olmağın kitâbet kendiye mevrûs-ı peder olup şu’arâdan meşhûr Rüşdî Efendi terbiyesiyle kalem-i mezbûrun dekâ’ik-ı mu’âmelâtına kesb-i ıttılâ’ etmişdir. Şi’rde dahi üstâdı merhûm Rüşdî Efendidir. Ba’zı vüzerâya dîvân kitâbeti etmekde iken târîhinde vefât etmişdir. | Mehmed Tevfik Fenn-i inşâ ve ilm-i hatda mahâreti pek ziyâde imiş. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir nebze yazıldı: Pâyâna irmedi gam-ı hicrân tükenmedi Ömrüm tükendi fürkat-i cânân tükenmedi Sâkıb tükendi germî-i ülfet o şûh ile Ammâ zebân-dırâzî-i yârân tükenmedi İsmi Mustafâ ve mevlidi İzmir’dir. Köprülü-zâde Şehîd Sa’îd Mustafâ Paşa Hazretlerinin harem-serây-ı terbiyelerinde nemâ-yâfte-i kemâl oldukdan sonra dûr-bîn-i hakîkat-i hâl olan dîde-i ceyyidü’l-istidlâl ile hakîkat-i dünyâya nazar ve tefekkür-i me’âl-i eyyâm-güzer eyleyip bu semâ’hâne-i dünyâya gelip de ber-vefk-i dil-hâh cevelân eyleyen tâvûsân-ı zînet-firîbânın müddet-i ömr-i azîzi ba’de’l-irtihâl bir sâ’at müddet kadar hayâl olunduğunu intikâl ile zîver-i hayât olan mâyetü’l-ihtiyâc-ı kâ’inâtdan bir hırka ile bir külâha kanâ’at ve âsitâne-i Hazret-i Mevlânâ’dan ahz-ı inâbet edip nice müddet seyr ü seyâhatden sonra Kütahiyye Mevlevîhânesi’nde post-nişîn-i irşâd olmuşdur. Kasîde-gûne bir gazeli âsâr-ı şi’riyyesinden olmak üzere tahrîr Taht-ı cefâya kim o şeh-i bî-vefâ çıkar Cânum dem-i nezâre içün rû-nümâ çıkar Gîsûları o beyt-i mu’ammâdır olsa hal Nâm-ı dil-i fütâde-i dâm-ı belâ çıkar Âgûşa alsa cevher-i âyîne aksini Âh ü füsûs her bün-i mûdan dü-tâ çıkar İtsün şikest seng-i sitem kalbümüz dürüst Her pâre çünki kâbil-i feyz-i likâ çıkar Kalmaz ayakda pâyına bir kerre yüz süren Dîhîm ile çıkarsa başa hâk-i pâ çıkar Âmâc-ı tîr-i gamze iken çeşm-i dil yine Her gördügine âyineveş âşinâ çıkar Dâmân-ı hazm çıkmaz idi dest-i hûşdan Lîk ol perî çıkınca yine hûş-rübâ çıkar Gûyâ kemân-ı ebrû-yı dil-keş kemîndür Andan hemîşe asker-i tîr-i kazâ çıkar Ruhsat bulursa merdüm-i dîde açılmaga Mâbeynümüzde yâr ile çok mâcerâ çıkar Âyîne iddi’â-yı safâ itmesün tehî Zîrâ görince nakşunı pür-müdde’â çıkar Bühtân-ı huşkdur sana zâhid bu hırkadan Her kim dimiş ise yine reng-i riyâ çıkar Te’sîr-i reng-i sohbetümüz bundan it kıyâs Kârûn girerse halkamuza bî-nevâ çıkar Dîvâr-ı şeş-cihâtı ider reşk-i âyine Ol mâh-pâre seyre ki burka’-güşâ çıkar Sâkıb bilür ne çekdügini kûy-ı yârde Gûyâ garîb hissesine hep cefâ çıkar târîhinde vefât eylemişdir. Bir kıt’a müretteb dîvânı ve menâkıb-ı urefâ-yı Mevleviyye’yi câmi’ diğer bir te’lîfi vardır. | Mehmed Tevfik İsmi Mustafâ ve mevlidi Engûrî’dir. Küçüklüğünde Dersa’âdet’e gelip târîhinde enderûn-ı hümâyûn ağavâtı zümresine iltihâk ederek serây-ı hümâyûnda yirmi sene mikdârı istihdâm olundukdan sonra bir mikdâr ma’âş tahsîs ü ihsânıyla çerâğ buyurulmuş ve târîhinde irtihâl eylemişdir. Hûrde-sâl şâ’ir-i şîrîn-makâl imiş. Ba’zı gazelleri ve latîf şarkıları vardır. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Ey dil bu kadar nâle vü feryâd nedendir Etmek emeli kendiye mu’tâd nedendir Gün görmedi devrinde o mâhın dahi Sâkıb İster yine dil devrini müzdâd nedendir Meşâhîrden Hekîm Sâkıb Efendidir. Terceme-i hâli Fatîn Efendi merhûm tezkiresinde muharrer olduğu üzere efendi-i mûmâ ileyh Ahısha’ya iki sâ’at mesâfede Vifor nâm karyede tevellüd eylemişdir. Çocukluğunda pederiyle İstanbul’a gelip Irgad Bâzârı’nda Mustafâ Paşa Medresesi’nde ikâmet ve tahsîl-i ilm ü ma’rifetle bir kıt’a rü’ûs-ı hümâyûna nâ’il olmuşdur. Fenn-i tıbda olan mahâret ü ma’lûmâtı cihetle Süleymâniyye’de Tiryâkî Çârşusı’nda metrûk tıbhâne hâceliğinde dahi bulunup bir müddet fenn-i tıb ta’lîminden sonra ihtiyâr-i tekâ’üdî ile hânesinde peygûle-nişîn-i istirâhat iken târîhinde irtihâl eylemişdir. Mûmâ ileyhin sinni yüz yirmi seneye bâliğ olduğu mesmû’dur. Hekîm Sâkıb Efendi merhûm hakîkaten ilişiksiz bir zât imiş. Hattâ ol rütbede ki ârâyiş-i endâm ve nezâfet-i esvâba bile ol kadar i’tinâsı ve dünyâ-yı denînin hiçbir şey’ine i’tibârı yokmuş. Letâ’ifden olmak üzere rivâyet ederler ki hükemâ-yı asrından bir kaç zât ve Behcet ve Abdü’l-hak Efendiler vâlîd-i mâcid cenâb-ı pâdişâh-ı cennet-mekân Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî Hazretlerinin huzûr-ı hümâyûnlarında mebâhis-i tıbbiyye ve fünûn-ı hikemiyye sırasında bahsi fârenin tevellüdî veyâ ta’affünî olmasına intikâl etdirirler. Abdü’l-hak Efendi veyâhud Behcet Efendi “Fâre tevellüdîdir.” diye ısrâr eder. “Delîlin nedir?” diye su’âl eylediklerinde “Eğer fâre kokudan husûle gelse idi, Sâkıb Efendinin koynunda günde yirmi otuz fâre husûle gelirdi.” diye kahkaha-bahşâ-yı meclis olmuşdur. Her ne ise mûmâ ileyh ömrünü mümkin mertebe üzüntüsüz ve ilişiksiz geçirmiş ya aşk olsun. Âsâr-ı şi’riyyesinden nazm-ı âtî yazıldı: Deşt-i istignâya darb eyle hıyâm-ı himmetin Bûm-ı lâ-yenfa’ günahkârânı ebkem gösterir Sâkıbâ nûr-ı İlâhî’ye yüzün tut her seher Beste-i zencîr-i hûbân olma pür-gam gösterir İsmi İbrâhîm ve mevlidi Magnisa’dır. Evâ’il-i hâlinde İstanbul’a gelip tahsîl-i ma’rifet ü tarîk-ı tedrîse dahâletle kat’-ı merâtib-i mutâde ederek şeh-zâde müderrisi iken Magnisa kazâsı hükûmeti tefvîz-i uhde-i rü’yeti olup ba’de’l-azl târîhinde azm-i riyâz-ı cinân ve vâsıl-ı ravza-i rıdvân olmuşdur. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesinden olmağla tahrîr edildi: Âşık hemîşe şîven ile mâtem-âşinâ Zahm-ı derûnı ola mı hîç merhem-âşinâ Sânî ne mümkin eyleye bir âşinâ nigâh Olsa şu’â’-ı mihr-sıfat âlem-âşinâ | Mehmed Tevfik Karamanlıdır. “El-kâsibü habîbu’llâh” hadîs-i şerîfiyle âmil olup bir dükkânçe güşâd ile envâ’-ı ma’âcîn ü üşrübe i’mâl ederek kifâf-ı nefs edermiş. Asrında dükkânı mecma’-ı ehl-i irfân ve mahfil-i hünerverân-ı zemân imiş. Nitekim o zemânda zurefâdan biri söylemişdir: Zurefâ mecma’ı gazel kânı Karaman’da Sübûtî dükkânı Tertîb-i dîvân eylemiş ise de meşhûr ve ebyâtı dahi ol kadar rengîn ü makbûl değildir. Lâkin ba’zı tezkirelerin yazışına bakılır ise Sübûtî zu’mınca kendiyi şâ’ir-i mâhir-i bî-mu’âdil tutarmış. Bu iki beyt âsâr-ı şi’riyyesindendir. Meclisde yegdür ölmek ben zâr ü nâ-murâda Göz göre la’l-i yâri öpmekden ise bâde Zulmet-i gamda gönül kasrın münevver kılmaga Mâ-hasal besdür Sübûtî ârız-ı cânâna şem’ Magnisalıdır. Asrında bir şâ’ir-i pür-iştihâr olduğunu ekser tezkireler yazıyorlar. Gençliğinde tarîk-ı ilme sâlik olup merhûm Şeh-zâde Sultân Mustafâ Magnisa’da iken hıdmet-i âsitân-ı devlet-âşiyânına müdâvim olmağla mülâzım olup semt-i kazâya âzim oldukdan sonra yine hıdmet-i şeh-zâdeden dûr ü mehcûr olmayıp “Allah çalışıp kazananı sever.” ma’iyyetde Amasiyye’ye gelmiş idi. Maksûd’a bir şerhi vardır. Eş’âr-ı âtî cümle-i âsârındandır: Görinmez nokta-i hâl-i lebün cânâ ne hâl oldı Perîşân hâtırum zülfün gibi âşüfte-hâl oldı Görüp târ-ı ruhın zünnâr-ı zülfin bir gün âh itdüm Yirüm od oldı san küfre berâber bir günâh itdüm İstanbulludur. İsmi Hasan’dır. Devr-i Bâyezîd Hânî’de mahâbîb-i İstanbul içinde gâyet güzel ve Yûsuf-misâl bî-misl ü bî-bedel olup kendiye Yûsuf-ı Sânî dediklerinden Sânî tahallus etmişdir. Uşşâkından biri ol şûh-ı dil-firîbi mukârin-i rakîbi görmekle tâb-âver olamayıp cânına kasd eylemişdir. Târîh-i şehâdeti ’dir. Edirnekapısı hâricinde medfûndur. Âsâr-ı şi’riyyesinden nazm-ı âtî tahrîr edildi: Dil-rübâlar dilâ benüm nemdür Nûr-ı dîdem sürûr-ı sînemdür Âlemün âhırı elemdür bil Âdemün âhırı da bir demdür Dâne dâne müjemde katre-i eşk Sebzeler üzre sanki şeb-nemdür İstanbullu ve kuloğullarından Cân Memi demekle asrında meşhûr | Mehmed Tevfik imiş. Evâ’il-i hâlinde ya’nî hadâset-i sinn ü sâlinde ıyş ü nûşa meşgûl ü meşgûf ve yârân ü akrânı miyânında rindî vü kallâşî ile ma’rûf olduğu hâlde sonraları tâ’ib ü râci’ ve bir mikdâr akçe-i tekâ’üdîye kânî olmuşdur. Vâdî-i hicv ü hezlde sânî-i Ubeyd-i Zâkânî ve fenn-i şi’rde bî-misl ü sânî imiş. Eş’âr-ı Fârsiyye ve ale’l-husûs Alî Şîr Nevâyî eş’ârını tetebbu’la haylî iktidâr hâsıl eylemişdir. Âsârından bir kaç beyt yazıldı: Merhabâ itmez isen bir nice eyyâma degin Çekeyüm rûze-i hicrânunı bayrama degin Yokdur bahâne hüsnüne bir nâzenînsin Aybun hemân budur ki erâzil-nişînsin Gamunla aglamak ellerle handân olmadan yegdür Gedâ-yı kûyun olmak bana sultân olmadan yegdür Kilâb-ı kûyun ile her gice cânâ hırıldaşmak Varup bezminde Tahmâs’un gazel-hân olmadan yegdür İsmi Mehmed’dir. Balıkesir’de tevellüd edip tarîk-ı tedrîse sülûk ile mülâzım ve ba’zı bilâda kâdî ve hâkim olmuşdur. Ahlâk-ı hasene ve kemâlen müstahsene ile mevsûf ve emsâl ü akrânı miyânında fezâ’il ü irfân ile ma’rûf imiş. Mükemmel dîvânı ve Ravzatü’l-ebrâr isminde manzûm bir kitabı vardır. Âsâr-ı şi’riyyesinden âtîde muharrer nazmından başkasına dest-res olunamadı: Belâ-yı dehri Hudâ çekdürürse gam yimezüz Visâl-i yâri nasîb eyleye bize Bârî Merzîfonludur. San’atı terzî olmağla Siyâbî tahallus etmişdir. Eğerçi ehl-i hirefden ümmî ise de lâkin hıl’at-i kelâmı kâmet-i insicâma biçip sûzen-i belâgat-ı nezâketle diken bülegâdan ma’dûd olmuşdur. Matla’-ı âtî anındır: Elifler serv rengîn gül gibi sînemde dâgum Mahabbet sebzezârında yine bir tâze bâgum var “gül” kelimesi “Latîfî . Tezkiretü’ş-şu’arâ Tabsıratü’n-nuzamâ. hzl. Rıdvan Canım. Ankara: AKM Yay. ” künyeli eser esas alınarak tamamlanmıştır. | Mehmed Tevfik HARF-İ CÎM İsmi Mehmed olup asrında Hâcî Hasan-zâde diye şöhret-gîr-i âfâk olmuş idi. Eğerçi Şakâ’ik’de mevlânâ-yı müşârün ileyh Vahîdî tahallus eder diye muharrer ise de ekser tezkirelerde Câmî olduğu müttefik olmağın terceme-i hâli harf-i cîmde tahrîr kılındı. Karesi’de Balıkesir nâm mahalde tevellüd etmişdir. Gençliğinde asrı ulemâsından mebânî-i ulûmu ahz eyledikden sonra Mevlânâ Yegânî Hazretlerinin hıdmetlerine ittisâl ederek tekmîl-i melekât-ı âliyye ve tahsîl-i kemâlât-ı insâniyye eylemişdir. Şîve-i kadîm-i ulemâ üzere Dimetoka Medresesi’ne müderris oldukdan sonra Adl sâ’aten hayr min ibâdeten sittîn diyerek semt-i kazâyı ihtiyâr eylemiş ve evvelâ Gelibolu kazâsıyla kâmkâr olmuşdur. Fâtih Sultân Mehmed Hân-ı Gâzî Hazretleri huzûrunda Vezîr-i a’zam Mahmûd Paşa, fâzıl-ı merhûmun derece-i fazl ü ilminden bahs ile bir haylî medh ü senâlarında bulunup Burusa’da Murâdiyye Medresesi’ni almışdır. Merhûm-ı müşârün ileyh medrese-i mezkûrda bir müddet ta’lîm ü tedrîsden sonra Burusa kâdîsi olup andan dahi ferâgatle tekrâr medâris-i semân-ı cinân-nişâna geldikden sonra yine tağyîr-i meslekle İstanbul kâdîsi olur. Fâtih Sultân Mehmed Hân Hazretleri henûz irtihâl buyur-mazdan mukadddem senesi sâhib-i tercemeyi Anadolu kâdî-askeri eylemişdir. Sultân Mehmed Hân Hazretleri vefât ve Sultân Bâyezîd-i Velî cülûs etdikde müşârün ileyhi mesnedinde ibkâ eylemiş ve nice müddet mesned-i mezbûrda kaldıkdan sonra senesi Rûmeli semtine kâdî-asker eylemişdir. Mevlânâ Hâcî Hasan-zâde merhûm işbu mansıba vusûlünden vefâtına değin yirmi sene müddet azl olunmamışdır. senesi sinni doksandan mütecâviz olduğu hâlde vefât eylemişdir. Ulûm-ı âliyye vü şer’iyyede bahri zâhir ve evliyâ-yı kirâm ü meşâyih-i izâma mahabbeti vâfir bir zât-ı kesîrü’l-müzâhir imiş. Cümle-i âsârından allâme Beyzâvî’nin Tefsîr’inde sûre-i En’âm’a yazdığı hâşiyesidir. Biri dahi Tavzîh nâm kitâbın mukaddimât-ı erba’asına hâşiyesidir. Diğeri de Mîzân-ı Tasrîf nâm bir kitâb-ı “Bir saat adalet altmış sene ibadetten hayırlıdır.” fevâ’id-nisâbıdır. Şi’rde ise Tâcî-zâde Ca’fer Çelebi merhûmun Heves-nâme’sinde medh eylediği dört aded şâ’irin biridir ki her biri mahallerinde zikr olunur. Âsâr-ı şi’rinden iki matla’ tahrîr kılındı: Bir seher şevk ile azm-i kûy-i yâr itsem gerek Mihrüm ol nâ-mihribâna âşikâr itsem gerek Râh-ı gamunda olalı gönlüm revân sana Terk eyledi alâkasını getdi cân sana Asrında Câmî-i Mısrî demekle şöhret-şi’âr imiş. Âlî merhûm Gül-i Sad-berg nâm kitâbı dîbâcesinde ve Hasan Çelebi, tezkiresinde İstanbulludur derler. Lâkin meşâhîrden Riyâzî merhûm, tezkiresinde Câmî’nin vatan-ı aslîsi Gelibolu ve naklîsi Mısr olduğu içün Câmî-i Mısrî diye şöhret-gîr idi demişdir. Hasan Çelebi gidişince Câmî İstanbul’da Dâvûd Paşa Mahallesi’nde tevellüd etmiştir. Kendisi kuloğullarından olmak cihetle cennet-mekân Sultân Selîm-i Hazretleri şeh-zâde iken âsitâne-i devlet-âşiyânelerine intisâb edip nedîm-i hâsü’l-hâsları olmuş idi. Sonraları pâdişâh-ı adâlet-me’nûs serîr-i saltanata cülûs buyurduklarında ba’zı ağalığa mutasarrıf olup atmacacıbaşı iken sancağa çıkarılıp Mısr beğlerbeğliği verilmişdir. Cümle-i âsârından Hüseyn Vâ’iz-i Kâşifî’nin Ravzatü’ş- şühedâ’sını tercemesidir. Hakkâ ki bir eser-i sûziş-fezâdır. Meşhûr olan Şem’iyye’sinden bir kaç beyt yazıldı: Sânî: Sâlis | Mehmed Tevfik Arz ider her şeb turup bin şevk ile envâr şem’ Gûyiyâ oldı menâr-ı Ahmed-i Muhtâr şem’ Sanuram zencîr-i dûd ile çekilür göklere Her ne dem kim ola ejder gibi âteş-bâr şem’ Bezm-i hüsnünde ko yaksun ol iki ruhsâr şem’ Meclis-ârâdur efendi olıcak tekrâr şem’ Şîşe-i fânûs anun sırça serâyıdur meger Taht-ı zer üzre olupdur şâh-ı Cem-mikdâr şem’ Sultân Bâyezîd asrı şu’arâsındandır. Kul cinsi olduğundan Çâkerî tahallus etmişdir. Bi’l-âhıre Sultân Bâyezîd ümerâsından olmuşdur. Çâker Beğ’in cümle-i letâ’ifindendir ki beğin eyyâm-ı cevânîsinde sakalı ağarır. Bî-vakt sakalının beyâzlaşmasından Çâker Beğ dil-rîş olup sakalını boyar. Sultân Bâyezîd merhûm bir gün “Çâker Beğ niçün bu nûru zulmete tebdîl edersin ve ak sakalına kara urup kendini mücrimler gibi teşhîr eylersin?” dedikde Çâker Beğ “Pâdişâhım kulun sinnini bilirim. Sakalım yalan söyler. İşte yalancılığını meydâna koymak içün yüzünü karalayıp tahkîr ve ahz-ı intikâm ediyorum.” diye cevâb vermiş ve bu nükte pâdişâhın kemâl derece zevkine gidip birçok ihsân ile taltîf buyurmuşlardır. Ekser tezkirelerin beyânına göre sâhib-i terceme beyne’l-ümerâ ehl-i fazl ü nüktedân ve dâ’imâ Şeh-nâme ve Hamse tetebbu’ eder sâhib-i kitâb ü dîvân imiş. Lâkin eş’ârı mutavassıtdır. Dest-res olunan bir matla’ı tahrîr kılındı: Sâkî piyâle sun ki felek bî-emân imiş Ol dahi dilberüm gibi nâ-mihribân imiş Derûn-ı dilden ider derd ile nây Cihân bizden tehî kalsa gerek vây Şu’arâ-yı asrdan Câzim Efendi merhûmdur. İstanbulludur. Metrûk başmuhâsebe kaleminden senesi dîvân-ı hümâyûn kalemine çerâğ buyurulup oradan mühimme odasına ve mu’ahharen mektûbî-i mâliyyeye nakl etmişdir. senesi rütbe-i sâlise ile Ankara mâl müdîri ve senesi Erzurûm defterdârı ve sonra İzmir duhân gümrüğü nâzırı olup bir kaç mahalde dahi defterdârlık ederek beş altı sene mukaddem vefât etmişdir. Merhûmun şi’r ile tevaggulu vardır. Kandîlli’de vâki’ sâhilhânesinde ma’zûlen oturduğu hâlde ekser evkâtını âsâr-ı şi’riyye tetebbu’uyla imrâr eylediği görülürdü. Zât-ı hazret-i hilâfet-penâhînin akdemce vukû’ bulan Mısr seyâhat-i hümâyûnlarına târîh-gûne pek güzel kasîdeleri vardır. Tertîb-i dîvân edip edemediği tahkîk kılınamadı. Fatîn Efendi merhûmun tezkiresinde terceme-i hâli bâlâsında: Aceb kimlerle sâkî tarh-ı bezm-i ülfet etmişdir Arak-rîz oldugundan belli zannım sür’at etmişdir Olup yâkût-reng elde ayag ünsiyyet etmişdir Leb-i mey-gûnu yârin nûş-ı câm-ı işret etmişdir Soruldukça anınçün keşf-i râz-ı haclet etmişdir matla’lı ve: | Mehmed Tevfik Neler zâhir olur günden güne bu rub’-ı meskûnda Ne sırdır kimse bilmez Câzimâ âciz Felâtûn da Ne sûretler nümâyândır bakılsa tâli’-i dûnda Temâsîl-i havâdis safha-i mir’ât-i gerdûnda Nice hikmet-şinâsı mübtelâ-yı hayret etmişdir makta’lı bir tahmîsi ve ekser gazetelerde dahi yazılmış ve i’lân olunmuş kasîdeli güzel târîhleri ve rengîn kıt’a ve gazelleri vardır. Meşâhîr-i şu’arâdan Câvîd Beğ’dir ki Mısr’da tab’ olunmuş olan Müntehabât-ı Mîr Nazîf’de Fâzıl merhûmun şehîd-i sa’îd Sultân Selîm-i Sâlis merhûm hakkında söylediği kasîde-gûne mersiyesini etdiği tahmîsi muharrerdir. İstanbul’da tevellüd edip gençliğinde tahsîl-i ma’rifetle mektûbî-i sadr-ı âlî odasına devâm ve hâcelik rütbesiyle şîrîn-kâm olmuş ve sonraları Kasâbbaşı Şâtır-zâde Şâkir Efendi dîvân kâtibi iken târîhinde vefât etmişdir. Bî-misl ü akrân bir şâ’ir-i mu’ciz-beyândır. Fatîn merhûm tezkiresinde muharrer bir gazelinden alınmışdır: Ebyât-ı müfreze Şeb-i meh-tâb olur peydâ şerâr-ı dûd-ı âhımdan Şihâb-ı lem’a-i hasret uçar burc-ı nigâhımdan Fezâ-yı âteşîn-i aşka düşdüm germ-cevlânım Şu’â’-ı şu’le-i cevvâle kalkar gerd-i râhımdan Meşâhîr-i ulemâ vü üdebâ-yı Rûm’dan Tâcîbeğ-zâde Ca’fer Çelebidir. Harf-i tâda pederlerinin bir mikdâr terceme-i hâli yazılmış idi. Pederi Tâcî Beğ Sultân Bâyezîd-i Velî Amasiyye sancağında iken defterdârı ve müdîr-i umûru idi. Ca’fer Çelebi mebâdî-i şürû’unda makâtı’-ı fünûna vusûl içün meşâhîr-i ulemâdan Hâcî Hasan-zâde ve Mevlânâ Kesteli ve Hatîb-zâde ve Hâce-zâde’nin mecâlis-i ilmiyyelerine dahâlet eylemişdir. Celâ’il-i fezâ’ili âfâk-gîr-i iştihâr oldukda li-ecli’t-taltîf taraf-ı Bâyezîd Hânî’den ibtidâ Mahmûd Paşa Medresesi ihsân olunmuşdur. Mahmûd Paşa Medresesi’nde ta’lîm-i ulûm etmekde iken Sultân Bâyezîd merhûm nişâncılık mansıbıyla kadrini terfî’ eylemişlerdir. Mevlânâ-yı müşârün ileyh işbu eltâf-ı pâdişâhîden vâye-gîr-i kâm-rânî olduğu ve encümengâh-ı ıyş ü işretde şâhid-i dil-firîb-i metâlib ü me’ârib ile âsûde bulunduğu hâlde tasârîf-i muhtelife-i edvâr ile semt-i idbâra atılıp mâl ü menâli müsâdere edilmişdir. Sultân Bâyezîd-i Velî’nin evâhır-ı saltanatında yüz akçe yevmî ile tekâ’üd edilmiş iken azınsayıp kabûl eylemezler. Mu’ahharen Yavuz Sultân Selîm şeref-efrûz-ı serîr ü dîhîm oldukda vazîfe-i merkûmeye ba’zı bilâdın kâdîliğini zamm ile kabûl etdirirler. Aradan biraz müddet mürûrunda Yavuz Sultân Selîm sâniyyen Ca’fer Çelebiyi nişâncı etmişdir. İkinci def’a nişâncılıkdan Anadolu kâdî-askeri olmuş iken senesi Amasiyye’de zuhûr eden Yeniçeri tâ’ifesi tuğyânının muharriki zannıyla Yavuz Sultân Selîm’in mazhar-ı tîg-i gazabı olmuşdur. Mezârı Balat’da binâ eylediği câmi’-i şerîf havlısındadır. Lisân-ı Türkî’de bî-nihâye manzûmeleri olup tertîb-i dîvân eylemişdir. Nişâncılığında yazılan fermân-ı âlî-şânları tarz-ı cedîd ve usûl-i bedî’aya tebdîl eyleyen Ca’fer Çelebidir. Âsâr-ı şi’riyyesinden dest-res olunanları tahrîr kılındı: Sebz hat kim sâye salmış zülf-i müşk-efşân ana Hızr’dur k’olmış müyesser ömr-i bî-pâyân ana Lebüne gonçe-i ter Sabâ hışm eyleyüp agzını yırtar “Öykünelden Türkçe olacak ammâ ne demekdir bilinemedi.” | Mehmed Tevfik Mervîdir ki merhûm Ca’fer Çelebiye gelinceye kadar nişâncılar defterdârların altında otururlarmış. Merhûmun celâlet-i ilm ü kadrine hürmeten huzûr-ı hümâyûnda vüzerânın sol tarafına oturdulmuş ve nişâncıbaşı unvânı verilmişdir. Katlinden evvelce beyt-i âtîyi inşâd eylemişdir ki katlini sürûş-ı gayb, lisânına getirmişdir: Ben şehîd-i tîg-i ışk oldukda râh-ı yârde Yumadan defn eyleyün tenden gubârı gitmesün İstanbul’da bir mescid bir medrese ve Burusa’da bir mescid ve Simav nâm kasabada bir mescid binâ eylemişdir. Âsârından Heves-nâme’si meşhûr ü mu’teberdir. Ca’fer Çelebinin oğludur. İsmi Bâlî’dir. Şûh-tab’ mâlik-i hüsn ü ân asrında müstesnâ bir cevân imiş. Hânesi melce’-i muhibbân-ı ekâbir ü a’yân bir mahbûbun meftûn-ı cemâli olmuşdur, fakat gâyet ayyâş olduğundan afyonla şarâbı birlikde isti’mâl edermiş. Hattâ günde afyonda gıdâsı yirmi yedi dirheme resîde olduğu mütevâtirdir. Âkıbet kendisini zehr-i afyon tesmîm eylemişdir. Hikâyet ederler ki mollâ bir gün Kemâlpaşa-zâde’nin meclisinde meşâhîr-i şu’arâdan Zâtî’nin şu: Meyhâne-i ışk içre ben bir tolu kaldurdum Bir çengî güzel sevdüm sermâyeyi çaldurdum beytini kendisinin olmak üzere okudukda Kemâlpaşa-zâde gülüp “Çelebi sermâyeyi çaldırmanız iyi değildir.” diye latîfe etmişdir. “Sermâyeyi çaldım.” deseydi daha münâsib olurdu. Bu matla’ Ca’ferî’nindir: Matla’ Dirligümden ölmek ey sîmîn-beden yegdür bana Câme-i zer-beft ü dîbâdan kefen yegdür bana Terceme-i hâli harf-i bâda müzeyyen-sâz-ı sutûr olan Şeyhü’l-islâm-ı meşhûr Bahâyî Efendinin birâderi Azîz Efendi-zâde Yahyâ Efendinin mahdûmu Mehmed Abdü’l-kerîm Efendidir. senesi Recebi’nde Bahâyî Efendi merhûmun def’a-i sâniyye olarak Rûmeli sadâretini teşrîflerinde mülâzım olup kırkdan munfasıl oldukdan sonra senesi Recebi’nde Bâlî-zâde Efendiden Anbargâzî müderrisi olmuş idi. Sonraları Bâlî-zâde merhûmun rü’ûsu ile müderris olanlara i’tibâr olunmadığından telhîde-kâm olmaları muktezâ-yı zemân mültezem olmağın sâhib-i terceme dahi medrese-i mezkûrda on iki sene mikdârı kalmışdır. senesi Rebî’ü’l-evveli’nde dimâğ-ı tâli’i bûy-âver- kâm ve Şeyhü’l-islâm Minkârî-zâde Yahyâ Efendiden Magnisa’da Halebî Medresesi’yle mukzi’l-merâm olarak tashîh-i tarîk eylemişlerdir. Andan sonra Minkârî-zâde’nin âhır müddetlerinde Kâsım Paşa Medresesi’yle dâhil-i dâ’ire-i merâm ve Ramazânı’nda Şeyhü’l-islâm Alî Efendiden Etmekçioğlu Medresesi’yle nâ’il-i ikrâm ve yine müşârün ileyhden senesi Ramazânı’nda Sinân Paşa Medresesi’yle şâd-kâm olmuşdur. Sene-i mezbûrede Bosna mevleviy-yetiyle dâhil-i zümre-i mevâlî-i kirâm olup andan senesi Belgrad kâdîsi ve Recebi’nde Diyârbekr pâyesiyle Kayseriyye ve senesi bi’l-fi’l Diyârbekr kâdîsi olarak Diyârbekr’de hükm-rân-ı kazâ iken nesr-i tâ’ir-i rûhu cevelân-sâz-ı fezâ-yı lâ-mekânî olmuşdur. Ma’ârifden behredâr bir fâzıl-ı celîlü’l-i’tibâr imişler. Eş’ârından dest-res olunan nazm-ı âtî tahrîr kılındı: Bahâr irişdi yine bâga yâr gelmez mi Murâdum üzre benüm bir bahâr gelmez mi âver-i: -âvâr-ı | Mehmed Tevfik Hemîşe beste olup çîn-i zülf-i yâre gönül Kalur gider o garîbü’d-diyâr gelmez mi Ey bâd-ı sabâ gönline gir lutf ile yârün Gel sonra dil-i Cezmî-i hayrâna haber vir Filibelidir. Asrında Bôstancıoğlu demekle meşhûr imiş. Tezkireler bunun da târîh-i tevellüd ve vefâtını yazmıyorlar. Şu kadar ki Hasan Çelebi vekâyi’-i ömrünü bir mikdâr beyân ediyor. Biz de oradan aldık. Ma’ârif-i cüz’iyye ve aksâm-ı hatda ve ilm-i inşâ vü hisâbda yed-i tûlâsı varmış. Sa’dî Çelebi İstanbul kâdîsi oldukda niyâbet ü kitâbeti hıdmetinde bulunmuş ve kâdî-asker merhûm Muhyi’d-dîn Çelebi dahi sâhib-i tercemeyi birçok zemânlar istihdâm eylemişdir. Edirne’de seray hâceliğinden mülâzım oldukdan sonra tarîk-ı kazâya âzim olup Rûmeli’nde birçok memâlike kâdî olmuşdur. Lâkin “Müdmin-i şarâbdır.” diye azl-i mü’ebbed ile azl olunduğundan bu ye’s ü melâmet ve kemâl-i zilletle azm-i âhıret eylemişdir. Eş’ârı güzeldir. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Âyîne ne yüzden ola cânâna berâber Olur görelüm yüz yüze ol câna berâber Gül-gûn-ı sirişküm hat-ı Şebdîz ile koşdum Geldi tutışup ikisi meydâna berâber Manastırlı Celâl Çelebidir. İsmi Hüseyn olup evâ’il-i hâlinde erbâb-ı tîmârdan olduğu hâlde İstanbul’a gelmiş ve bir mikdâr temekkün ü karârdan sonra terk-i mansıbla Şâm ve Haleb ve ekserî diyâr-ı Arab’ı kalenderâne seyr ü seyâhat eylemişdir. İşte bu yolda seyâhat etmekde iken Soma’ya vusûlünde Hama Beği Ca’fer Paşa ile musâhabet ederler. Ca’fer Paşa Celâl Çelebiden be-gâyet memnûn olarak dâ’imâ musâhabetde bulunmasını ârzû eder ve dâ’iresinde alıkor. Bi’l-âhıre kızını dahi verip dâmâd eder. Ca’fer Paşa ol zemânlar Sultân Selîm Hân Hazretleri henûz şeh-zâde iken lâlâ oldukda dâmâdı Celâl Çelebi ile birlikde âsitâne-i hazret-i şeh-zâdeye gelirler. Celâl Çelebi dahi ashâb-ı ma’ârifden gâyet hoş-nüvîs olmağla şeh-zâdenin hıdmet-i kitâbetlerinde bulunur. Sonraları şeh-zâdenin musâhibi olur. Anadolu tîmâr defterdârlığı ile şeh-zâdenin musâhabetlerinde iken Şeh-zâde Sultân Selîm cülûs etdikde sancak beği olmuşdur. Lâkin vükelâ-yı devletden ba’zılarıyla hüsn-i âmîziş ü ülfet edemediğinden aleyhdârları pâdişâha celâlî’dir diye gamz ederler. Hıdmet-i şehriyârîden dûr ve tekâ’üd ile Manastır’da ikâmete mecbûr olur. Hâl-i hecrîde bu matla’ı âsitân-ı Cenâb-ı Selîm Hânî’ye takdîm eylemişdir: Bunca feryâdum işitdün dimedün dâd ideyüm Sen ki dâd itmeyesin ben kime feryâd ideyüm Evâhır-ı devr-i Selîm Hânî’de Manastır’da vefât eylemişdir. Eş’ârı makbûl ve dîvânı mürettebdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir iki beyt yazıldı: Hallâk-ı cihân âleme kıldukda tecellî Her şey’i birer hâl ile itmiş mütesellî Virme gîsû-yı dil-âvîzine dil cânânun Göz göre agzına atılma bir ejderhânun | Mehmed Tevfik İsimlerinin harf-i evveli râ ile başlayan şu’arâ sırasında nâm-ı nâmî ve terceme-i hâl-i kirâmîleri mezkûr ü mestûr olan kudemâ-yı ma’ârifmendân-ı asrdan Bosna kapı kethudâsı sa’âdetli Recâyî Efendi Hazretlerinin ferzend-i erşed ü ekberi ve elif harfinde bir nebze terceme-i hâli keşîde-i silk-i imlâ olan Ekrem Beğ’in büyük birâderi Mehmed Celâl Beğ’dir. senesi Recebi’nde tevellüd eylemişdir. Gençliğinde mekâtib-i rüşdiyyeden birine devâm ve pederinden tahsîl-i dest-mâye-i hüner ü kemâle sa’y ü ikdâm ile senesi Bâb-ı Âlî terceme odasına ve üç sene sonra mektûbî-i hâriciyye kalemine me’mûr ve kalem-i mezkûrda bi’t-temeyyüz sâlise ve sâniyye rütbelerine nâ’il olarak mesrûr olmuşdur. senesi Petersburg sefâret-i seniyyesi ser-kitâbetine ta’yîn buyurulduğu hâlde ma’ârif nâzırı devletli Cevdet Paşa Hazretlerinin Bosna ve Hersek cihetleri teftîşine me’mûriyyetleri vukû’ bularak bu ise muvakkat bir şey olduğundan hitâm-ı umûr-ı teftîşiyyeden sonra yine Petersburg’a gitmek kaydıyla müşârün ileyh hazretlerinin hıdmet-i kitâbetlerine ta’yîn edilmiş ve hâlbuki oralarda geşt ü güzârı bir seneyi tecâvüz etdiği misilli cânib-i sefâret-i seniyyeden ser-kâtibinin a’zâmı isti’câl olunduğundan me’mûriyet-i mezkûre bi’z-zarûre uhdesinden sarf kılınmışdır. senesi müşârün ileyh Cevdet Paşa Hazretlerinin Haleb vilâyeti vâlîlikleri esnâda Haleb vilâyeti mektûbî mu’âvinliğine bi’t-ta’yîn altı sene kadar îfâ-yı me’mûriyyet ve târîhinde vilâyât mektûbî mu’âvinlerinin umûmen ilgâsı sırada sâhib-i terceme dahi me’mûriyyet-i mezkûreden infisâl etmişdir. Me’mûriyet-i mezkûrede iken sâniyyen mütemâyizî dahi olmuşdur. O zemândan beri Dersa’âdet’de mütâla’a-i kütüb ü âsâr ve inşâ vü eş’âr ile meşgûldür. Âsâr-ı mevcûdesi: Şimdilik nazmından biri vâdî-i âdîde ve diğeri tarz-ı hevâyîde iki müretteb dîvânçe-i eş’ârıyla nesrden kaleme aldıkları ba’zı hikâye ve daha sâ’ir müteferrika-i âsârdan ibâret olup, fakat henûz tab’ etdirmemişdir. Lisân-ı Fârsî’de olan mahâret-i mahsûsası münâsebetiyle mizâc-âmîz olan eş’ârından bir haylîsi bu lisândadır. Mîr-i mûmâ ileyhin bu günlerde “gül mül” ve “sefer mefer” gibi lugât-ı müterâdife-i mühimme-i ma’nîdârı cem’ etmekde oldukları sâmi’a-res-i memnûniyyetimiz olmuşdur. Gazel-i âtî andelîb-i hoş-elhân-ı tab’ının bir nağme-i hazîn-i dil-efrûzudur: Susdu hezâr geçdi dem-i nev-bahâr hayf Uşşâka kaldı hasret ile âh ü zâr hayf Nakş-ı hayâli kaldı gönülde misâl-i dâg Oldu harâbezârî-i gam lâlezâr hayf Seyr et ne geldi başıma bu rûzgârda Oldum hevâ-yı zülfün ile târumâr hayf Âyîne-i dil oldu suver-bend-i gerd-i gam Seng-i sitemle ârız olup inkisâr hayf Geh neyl-i şevk-ı merg ü gehî vasl-i yâr ile Olmaz emel-nişeste dil-i bî-karâr hayf Binlerle derde uğrayup aşkınla âkıbet Oldu Celâl-i zâra hezârân hezâr hayf Burusalı olup Sultân Murâd-ı Sâlis asrı şu’arâsındandır. Hâmidî-zâde Celîlî diye asrında meşâhîrden imiş. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i kemâle iştigâl edip dânişmend oldukdan sonra aklına ihtilâl geldiğinden terk-i câh ü celâl ederek Burusa’da sâkin olmuşdur. Halkdan tevaşşuh ü in’izâl edip hiçbir ferd ile kîl ü kâl etmezmiş ve “Niçün söylemezsin?” denirse “Yemînim vardır.” dermiş. Âsârından gazeliyyâtda Gül-i Sad-berg’i ve mesneviyyâtda Husrev ü Şîrîn ve Leylî vü Mecnûn’u vardır. “Şeh-nâme’yi terceme etmişdir.” derler. Lâkin Hasan Çelebi, tezkiresinde “İşbu tercemeden bir beyt bile görülemedi.” demişdir. Nazm-ı âtî eş’ârındandır: | Mehmed Tevfik Çıksun ol göz ki şeb-i hecrde hûn-bâr degül Meded ey hûn-ı ciger eşk bana yâr degül Gör ne mihnet bezmini kurdı felek Mecnûn’a kim Bâdesin gözyaşı sâzın savt-ı zencîr eyledi Hayme-i Leylî ki bir zer-şemsedür mehtâb ana Rişte-i cân ü dil-i Mecnûn’dur ıtnâb ana Işk câmın Husrev’e sun ey felek Ferhâd’ı koy Kim yeter hûn-ı ciger gül-gûn şarâb-ı nâb ana Bu birkaç beyt mesneviyyâtındandır: Bir gün ki harâret-i temûzî Ya’nî ki nesîm-i nîm-rûzî Kılmışdı kebâb murg-ı âbı Koyup oda sîh-i âfitâbı Her berg-i dıraht-ı sâye-perver Olmış sanasın ki bir Derd ile mükedder ki seher Alup gam-ı mihrden eser subh Kesb eylemege seher hevâsın Subh açdı kabâsınun yakasın Birkaç beyt-i pür-füsûn dahi Leylî vü Mecnûn’undandır: bir: birer Mısraın vezni bozuktur. Sünbülleri sâyebânı lâle Bir gonçesi perdedârı jâle Zülfin zencîr idermiş ol San sâye-i Yûsuf ü leb-i çâh Yâ ârızıdur letâfet âbı Gûyâ zekanı anun habâbı Edirnelidir. San’atı penbe-dûz ve kendisi erbâb-ı hirfetden ise de şi’ri âşıkâne ve pür-. Sultân Selîm Hân asrında vefât eylemişdir. Âtîde muharrer âsârından başkasına dest-res olunamadı: Âh kim gurbetde kaldum bir nigâr egler beni Çokdan eylerdüm sefer ol şîvekâr egler beni Düşeli dil zevrakı gird-âb-ı ışkun bahrine Hâ bugün yarın diyü bu rûzgâr egler beni Fâtih asrı şu’arâsından olup Sultân Bâyezîd-i Velî’nin evâhır-ı saltanatlarında vefât etmişdir. Sultân Bâyezîd-i Velî nâmına bir Hümâyûn-nâme nazm edip takdîm eylemişdir. Nazm-ı âtî eş’ârındandır: Zülfin: Zülfini pür-sûzdur: pür-zûrdur | Mehmed Tevfik Lebün itmedi devâ itdi gözün haste beni Bi’llah iy Îsî-nefes yâ seven ölsün mi seni Mâ’il olsa gönlüne n’ola Cemâlî ışk-ı yâr Meyl ider âdet budur ki su yirün alçagına Asrında Defterdâr-zâde demekle meşhûr ve ma’ârif-i garîbe vü letâ’if-i acîbesi nâ-mahsûr imiş. Vâdî­i hezl ü mutâyebede eş’ârı makbûl ve söylediği letâ’if ve emsâli mergûb-ı erbâb-ı kabûl olmuşdur. Hattâ vâdî-i nazmda dahi emsâl-gûne metâli’i kesîr ve gazeliyyâtı kalîldir. Âtîde muharrer matla’lar âsârındandır: Hâb-ı gafletde olan uzlet-i vasla iremez Yaslanan yâr eşigine yaramaz düş göremez Rûmeli’ye azîmet edip beş akçe ulûfesi kesildikde demişdir: Penc deh akçe ile Rûmili’ne reh düşdi Beşini kesdi felek tâli’üme deh düşdi Bu yirden kopmadur derme degüldür Dilâ ol gonçe devşürme degüldür Şâhid-i pîr-i mugân gerçi hilâl-ebrûdur Hak bu kim duhter-i rez dahi bir içim sudur Şâ’ir-i mûmâ ileyh be-gâyet afyona mübtelâ imiş. Bir meclis-i şi’rde asrı şu’arâsı letâ’ifle eğlenirler iken içlerinden “Şimdi içimizden biri bir sâlih işde bulunsa da ind-i Bârî’de makbûl olsa ve hâtif-i gaybîden her ne isterseniz kabûle mevsûldür diye bir nidâ gelse dil-hâhınız nedir?” der. Ehl-i meclis her biri dil-hâhını söyler. Nevbet Cemâlî’ye gelince “Eğerçi ben bu makûle lutfa mazhar olsam ömrümün dâ’imâ afyonun ol neş’esiyle güzârını temennî ederim.” demişdir. Vefâtı senesidir. Burusalı Hâşimî fevtine: Nihân oldı Cemâlî yüz tutup sıdk ile Allâh’a mısra’ını târîh bulmuşdur. Boğaziçi’nde İstinye’de medfûndur. İsmi Mehmed ve mevlidi İstanbul’dur. Evân-ı cevânîde tahsîl-i ilm ü ma’rifetle tarîk-ı tedrîse duhûl edip mülâzım ve andan tarîk-ı kazâya âzim olmağla birçok bilâd-ı celîleye hâkim olmuşdur. Fazl ü kemâl ile meşhûr bir şâ’ir-i ma’ârif-mevfûr olup mükemmel ü müretteb dîvânı vardır. târîhinde vefât eylemişdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden olmak üzere nazm eylediği na’t-ı şerîf-i cenâb-ı seyyidü’l-enbiyâ aleyhi efdali’t-tehâya efendimiz hazretlerinden bir kaç beyt-i latîf tahrîr kılındı: Kalem kim tûtî-i mu’ciz-edâdur Anun âyînesi levh-i kazâdur Ne tûtî reng-rîz-i çeng-i zühre Ne levha reşk-i mihr-i pür-ziyâdur Bilür mâfi’z-zamîr-i levh-i çarhı Yâhud bir gaybdân-ı nükte-zâdur biri: biri der ki | Mehmed Tevfik Yâhud bir turfe-i Bagdâd’dur kim Zebân-ı dil-keşi lüknet-nümâdur Ser-âmed dilber-i garbî-şemâ’il Sehî-kad âfet-i şarkî-edâdur Gehî bir vâ’iz-i kürsî-nişîndür Gehî bir şeyh-i Abbâsî-livâdur Gehî miftâh-ı kufl-i genc-i ma’nâ Gehî meddâh-ı memdûh-ı Hudâ’dur O serv-i sâye-perver kim mekânı Firâz-ı kulle-i kûh-ı Hirâ’dur O mâh-ı burc-ı izzet kim vücûdı Medâr-ı hestî-i arz ü semâdur Burâk-engîz-i nüh-meydân-ı eflâk Tezelzül-efgen-i tahte’s-serâdur O genc-i ser-be-mihr-i Beyt-i Ma’mûr O dürr-i kurta-i Ümmü’l-kurâ’dur Cihânı kapladı envâr-ı zâtı Anunçün zıllı dâ’im ber-hevâdur İşbu na’t-ı şerîf elli beytden mütecâvizdir. Bu dahi şâ’ir-i mûmâ Cisr-i seyl-âb-ı gamı câm-ı musaffâ ile geç Öyle cây-ı hatarı esb-i sebük-pâ ile geç Mevc-hîz olmadan ey dil dahi deryâ-yı melâl Anı bir himmet idüp zevrak-ı sahbâ ile geç Hâne-i cân-ı adû reşk ile sûzân olsun Dergehinden o yalın yüzli dil-ârâ ile geç Cem’ idüp yanuna yârân-ı gam ü endûhı Der-i cânâneden ey dil yüri âlâ ile geç Cem’iyâ kûçe-i hammâra yolun ugrarsa Pîş-i mestâneden âdâb ü müdârâ ile geç Bu iki beyt dahi cümle-i eş’ârındandır: Cilveler eylerse zîr-i ebrû-yı pür-tâbda Vechi var çeşm-i bütânun arkası mihrâbda Açılsun şerha-i dil zahm-bend-i cânumuz geldi Sürilsün merhem-i mey sâkiyâ cânânemüz geldi Semendireli sipâhî-zâde zümresinden dervîş-sîret ve ehl-i hâl-i ma’rifet imiş. Eş’ârı letâfetden hâlî değildir. Beyt-i âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Cân ü dil hancerüni her gice pehlûya çeker Bir zemân oldı begüm her kişi kendüye çeker Peyâm-ı hâl ü ruhundan belürmedi eserün Yâ kanlu gömlegün ey lâle yâ kara haberün | Mehmed Tevfik Burusa’dan zuhûr ve Cinânî mahlas-ı şi’r ile meşhûr olmuşdur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i fazl ü kemâle sa’y ü verziş ve meşâhîr-i ulemâdan Mu’allim-zâde’nin dershâne-i terbiyetinde kûşiş ederek mülâzım olup kırk akçe medresesinden ma’zûl iken senesi Muharremi’nde Mevlânâ Muhyî yerine Burusa’da İvaz Paşa müderrisi olmuşdur. senesi Muharremi’nde Cinânî merhûm nâ-kâm ü nâ-ümmîd olduğu hâlde azm-i cinân-ı câvîd edip mahlûl olan medresesi İpekçi Acem’e verilmişdir. Şâ’ir-i mezbûr fezâ’il-i kesîre ile meşhûr elsine-i selâsede nazm ü nesre kâdir gâyet güzel bir şâ’ir-i sâfî-fu’âd, dervîş-nihâd imiş. Manzûm ve mensûr birkaç kitâbı vardır. Cümleden biri Mahzen bahrinde Riyâzü’l-cinân adlı kitâbıdır ki Âzerî merhûmun Nakş-ı Hayâl’i revişinde mesnevî-gûnedir. Cinânî merhûm gâyet bezle-gû ve envâ’-ı bedâyi’-i hikâyât ü rivâyât îcâd ü ibdâ’ına kâdir bir zarîf-i hande-rû imiş. Hattâ cennet-mekân Sultân Murâd-ı Sâlis Hazretleri dergâhına birçok âsâr-ı bedî’a takdîmiyle gâhî hâne-i vîrânından şikâyâtını ihsâna bahâne ve gâhî fıkdân-ı zahîre hikâyâtını recâ-yı bahâ-yı tarhana ve gâhî uşağıyla olan muhâverâtını beyân yolunda tahrîk-i câme-i letâ’if-perdâz edermiş. Cinânî za’f-ı basara mübtelâ imiş. Bir gün meşâhîr-i nüdemâdan Kefeli Hüseyn Çelebi ki meclis-i irfânın zeyni ve za’f-ı basarda Cinânî’nin aynı imiş. Cinânî ile bir meclisde sohbet ederler iken Hüseyn Çelebinin gözüne bir çöp kaçar. Cinânî’den bi’t-tahassüs ihrâcını recâ etdikde Cinânî birçok zemânlar tefakkuddan sonra “Görüyorsunuz ya tefahhusda dakîka fevt etmedim. Lâkin ne yapayım ne çöp var ne göz.” diye cevâb vermişdir. Bu makûle letâ’ifi çokdur. Nümûne-i eş’ârı olarak birkaç beyt yazıldı: Ni’met-i vaslına agyârı toyurmış dilber Gönül ey haste-i hicrân nenün aşın ister Var mı bir ruhsâre kim hatt-ı siyehfâm olmaya Devr içinde kangı gün gördük ki akşâm olmaya Ne azm-i terk-i diyâr itmege mecâlüm var Ne kâdirem ki turam bir garîb hâlüm var senesi vefât edip Burusa’da Murâdiyye’de Hamza Beğ Mescidi hazîresinde medfûndur. Sâdât-ı kirâmdan Edirne kâdîsi Emîr Hasan Kânî Efendinin mahdûmudur. İsmi dahi Mustafâ’dır. Tahsîl-i celâ’il-i fezâ’il ile sultân-ı bi’l-ulemâ ve burhânü’l-fuzelâ Mevlânâ Ebu’s-su’ûd’dan mülâzım olmuşdur. Devr-i medâris-i âliyye ederek Sultân Süleymân-ı Kânûnî asrında pâdişâh-ı mağfûrun ihyâsına muvaffak olduğu medârisden birine müderris olup çok vaktler tedrîs-i ulûm-ı âliyye ve âliye etmişdir. Levme-i lâ’imden bî-pervâ olduğu hâlde bununla berâber yine ricâl-i asr ile ihtilât edermiş. Tab’ı Arabî muhâzarât ve tevârîh tetebbu’una mâ’il olmağın ibtidâ-yı âferînişden asrına değin vekâyi’-i âlemi yazmışdır. El-hak bir güzel târîh bırakmışdır. Arabî kasâ’id ve mu’ammeyâtı vardır. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Şem’veş ışk eri şevkünle göyinsün yürüsün Başına âteşîn efserler urınsun yürüsün Bilmedi kadrini hayfâ o dür-i nâ-yâbun Dest-i emvâc ile deryâ ko döginsün yürüsün | Mehmed Tevfik Cenâbî Paşa diye tezkirelerde mezkûr ü meşhûrdur. Cennet-mekân Kânûnî Sultân Süleymân Hazretlerinin cûybâr-ı zülâl-i himmet ü inâyetleriyle neşv ü nemâ ve çemenistân-ı âmâlleri âbyârî-i iltifât-ı hâkânî ile tarâvet-yâb-ı behcet ü bahâ olan ümerâdandırlar. İbtidâ harem-i hâs-ı Süleymâniyye’den çâşnî-gîrbaşılıkla çıkıp sonra emîr-i âhûr olmuşdur. Sonraları iltifât-ı şehriyârî hakkında izdiyâd ederek Anadolu vilâyetine emîrü’l-ümerâ olmuşdur. Bu mansıbda iken senesi irtihâl etmişdir. Bu matla’ eşher-i eş’ârındandır: Olsa peydâ dûd-ı âhum gözlerüm giryân olur Ebr-i zulmet zâhir olsa lâ-cerem bârân olur Tetebbu’ olunan tezâkir-i şu’arâda şu’arâ-yı kadîmden zuhûr etmiş henûz böyle bir matla’-ı ma’nîdâr görülememişdir. Tezkire sahibi Hasan Çelebi işbu matla’ı bu yolda tanzîr etmişdir. Lâkin ma’nâ başkadır. Eylesen azm-i sefer cânâ gözüm giryân olur Pâdişehler bir yana azm eylese bârân olur İsmi Mahmûd’dur. Tophânelidir. Gençliğinde Üsküdarî Şeyh Mahmûd Hüdâyî Hazretlerinin âşiyân-ı feyz-nişân-ı muhteremlerine inâbet ü irâdetle on yedi sene kadar hüsn-i hıdmet ve tahsîl-i rızâ-yı şeyhe sa’y ü gayret edip asâdârlık rütbesini ihrâz etmişdir. Nazar-ı feyz-eser-i hazret-i pîr ile tahsîl-i ilm ü kemâl ve tekmîl-i ma’ârif ü merâtib-i ehl-i hâl ederek âsitâne-i mezkûrda seccâde-nişîn-i irşâd olmuşdur. Ömr-i azîzi yetmişe yetmiş olduğu hâlde bin yetmiş beş senesi cennât-ı ulyâya gitmişdir. Vefâtına şu’arâdan Üsküdarlı Nâlî Efendi bu mısra’ı târih bulmuşdur: Ehl-i cennet aldı bûyın cennetün Azîz-i mûmâ ileyhin eş’ârından teberrüken bir beyt yazıldı: Işk atınun süvârı irişdi menziline Lâgar har ile zâhid bekler kapuda nevbet Sülâle-i âl-i Hasan-cân’dan Şeyhü’l-islâm Bahâyî Efendi merhûmun birâder-zâdesidir. Evâ’il-i hâlinde tarîk-ı kesb-i ulûma âzim ü mülâzım olup silsile-i erbâb-ı tedrîse dâhil olmuşdur. Gide gide tayy-ı medâris-i mu’tâde ile Diyârbekr mevleviyyeti verilip orada hâkimü’ş-şer’ ile senesi vefât eylemişdir. İlm ü fazl ile ma’mûr ve şi’r ü inşâda müsellem ü meşhûr olup müretteb dîvânı ve muhayyel eş’ârı vardır. Nazm-ı âtî zâde-i tab’ıdır: Bir nice demdür dilün zülf-i perîşândur yiri Mihre hem-serdür gehî geh tarf-ı dâmândur yiri Ârzûmend olma ey sayyâd düşmez dâmuna Ol tezerv-i işvenün serv-i hırâmândur yiri Gülşen-i kûyında yârün âşiyân-sâz oldı dil Bülbül-i âşüftenün Cezmî gülistândur yiri Bu beyti hasb-ı hâlini îhâm yolunda söylemişdir: Meyhâne bizüm hâne-i bî-minnetümüzdür Ol pîr-i mugân ise velî-nîmetümüzdür | Mehmed Tevfik Velî nâmında bir mahbûbun âlüfte-i aşkı oldukda bu kıt’ayı nazm Feyz-hâhâna geşt idüp Cezmî Taleb-i Hak ümîdi olmışdur Soyınup tekyegâh-ı ışk içre Bir velînün mürîdi olmışdur Vükelâ-yı saltanat-ı seniyyeden hâlâ şûrâ-yı devlet re’îsi mu’âvini devletli Cevdet Paşa Hazretleridir. Müşârün ileyh senesi Rûmeli’de vâki’ Lofca nâm kasabada zînet-efzâ-yı bezm-i şühûd olup senesi Dersa’âdet’e bi’l-vâsıla tahsîl-i ulûm-ı âliyye ve tekmîl-i nesh-i ilmiyye ederek senesi tarîk-ı tedrîse dâhil olmuşdur. senesi ibtidâ meclis-i ma’ârif ve ba’dehu kat’-ı merâtible meclis-i vâlâ a’zâlıklarında bulunmuşlardır. senesi vilâyât-ı şâhâne teftîş-i ahvâli içün kıt’a-be-kıt’a ecille-i ricâl-i Devlet-i Aliyye’den bir kaç zevâtın me’mûr ü ta’yîn buyuruldukları sırada müşârün ileyh hazretleri dahi Bosna kıt’asının teftîş-i ahvâline me’mûr buyurulmuş ve az vakt içinde rızâ-yı âlî-cenâb-ı pâdişâhîye tatbîken tahkîk ü teftîş-i ahvâl-i bilâd ü ibâd ile isticlâl-i da’vât-ı hayriyye-i hazret-i mülkdârîye muvaffak olmuşdur. senesi ma’hûd vak’a üzerine Kozan Dağı’nın ıslâhına me’mûr ve oraca dahi tedâbir-i sâ’ibe ve re’y-i rezîn-i müstahseneleri meşhûd olmasıyla senesi bâ-rütbe-i vezâret ü müşîrî Haleb vilâyet-i celîlesi vâlîsi olup vilâyet-i mezkûrda dört beş seneye karîb vâlîliklerinden sonra İstanbul’a da’vet olunup ahkâm-ı adliyye nezâret-i celîlesi muhavvel-i uhde-i kifâyetleri buyurulmuşdur. Mu’ahharen evkât-ı hümâyûn nezâretine ve şûrâ-yı devlet a’zâlığı sınf-ı celîlesine me’mûr olmuş iken bir aralık ya’nî senesi Mar’aş eyâleti mutasarrıflığına ta’yîn olunup azîmet etmiş ise de az vakt içinde İstanbul’a avdet edip evkât-ı hümâyûn nezâret-i celîlesi ve andan ma’ârif nezâret-i celîlesi ve geçenlerde şûrâ-yı devlet mu’âvinliği uhde-i istîhâllerine tevcîh buyurulmuşdur. Müşârün ileyh hazretleri âlim ü şâ’ir ü âkil bir vezîr-i ma’ârif-semîr olup haylîce her bir âsâr-ı ilmiyye vü nâfi’ası misl-i sâ’ir gibi eyâdî-i erbâb-ı mütâla’ada dâ’ir birer kitâb-ı hikmet-nisâb-ı kitâbhâne-i mefâhirdir. Ez-cümle senesinden senesine kadar vukû’ât-ı Devlet-i Aliyye’nin tahrîrine me’mûr olup buna dâ’ir sekizinci cilde kadar yazmış oldukları târîh-i Devlet-i Aliyye’nin vukû’ât-ı dâhiliyye vü hâriciyyelerini şâmil kaleme alınan târîhlerin kâffesine bi-hakkın müreccah ü mükemmel bir mecelledir. Mukaddime-i İbn-i Haldûn’un beşinci cildini terceme etmişdir ki mukaddimenin fünûn ciheti demek olduğundan en ziyâde san’atlı yeri ve terceme olunmağa değeri cild-i mezkûrdur. Sadr-ı esbak müteveffâ Fu’âd Paşa merhûmla müştereken Kavâ’id-i Osmâniyye nâmıyla lisânı Türkî’nin kavâ’idini ve imlânın sıhhat ü selâmetini mübeyyen bir risâle tanzîm etmişdir ki ehl-i kitâbete bir büyük yâdigâr-ı fevâ’id-nisâr ihdâ buyurmuşlardır. Bunlardan başka bir haylî âsârı ve hele ahkâm-ı adliyye dâ’iresinde müteşekkil mecelle hey’etine riyâset ü nezâreti münâsebetle ilm-i fıkhın mu’âmelât kısmının Türkçeye bi’t-terceme bâb bâb ve kitâb kitâb neşrine vukû’-ı himmetleri dîn ü devlete en büyük hıdmet demekdir. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir gazel tahrîr kılındı: Safâ verir bize yâr etse pür-itâb hitâb Ki telh olunca eder tab’ı neş’e-yâb şarâb Hevâ-yı nefs ile magrûr olan tenük-magzın Yakın vakitde olur hâli çün habâb harâb Safâ-yı bâde-i gül-gûnu istemez zühhâd Olur mu neş’e-ber-âverde-i gül-âb kilâb Vatan cefâsın sorar isen sâkî Nevâ-yı nâle-i çînî verir cevâb çü âb Leb-i nigârda ben niçe bin neşât verir Ki nokta nakşıla Cevdet olur serâb şarâb cüdâsı: cilâsı | Mehmed Tevfik İsmi Ahmed’dir. İstanbul’da tevellüd edip gençliğinde iktisâb-ı zevâhir-i ma’ârifle Bâb-ı Âlî’de dâhiliyye kalemi hulefâsı sınfına dâhil olmuş iken senesi vefât eylemişdir. Nevâdirü’l-âsâr nâmında ve Zînetü’l-mecâlis adlı iki eser-i makbûlü ve müretteb dîvânçesi vardır. Merhûm şu’arâ-yı asrının ehl-i ilm ü kemâlinden imiş. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Mâcerâ-yı eşkimi pek ter geçer mâdâm su Edemez bahr-i muhîtin şerhini itmâm su Çeşm-i giryânım gibi hor hor akar kim etmede Akserâylı bir perînin vaslına ikdâm su Her beg oglun eylemez sîr-âb taksîm-i Nûş eder bu çeşmeden ölçüyle hâs ü âm su Der-kenâr etmek içün evvel-bahâr-ı işveyi Semt-i Sa’d-âbâd’a yaydı bir yeşil ihrâm su Zabt edip tûfândan târîh-i devr-i âlemi Mâverâü’n-nehr’e dek sorsan eder i’lâm su Aşk ile Ferhâdveş daglar başın cây eyleyip Dögünür taşlarla Cevdet şimdi subh ü şâm su Burusalı Cevdet Efendidir. Mısr’a azîmetle Mısr vâlîsi esbak Abbâs Paşa merhûmun zemânında Mısr tab’hânesi müdîri olmuşdur. Mûmâ ileyhin eş’ârı ol kadar şerî’a değildir. Bir mecmû’ada beg oglun: beg oglını Cevdet nâmına görülen müstezâddan birkaç beyt yazıldı: Aldı dil-i nâlânımı bir mug-beçe dülger Cüz’îce hat-âver İşler keser uşşâk-ı dil-efgârına ekser Pek kâfire benzer Cân burgusunu sîne-i mecrûhuma dikdi Pek tahta mı s.kdi Bârân-ı gamı sakf-ı tene çok güzer eyler Almaz kiremidler Rûmelilidir. Asrında Müzellef Ahmed Efendi diye şöhret-şi’âr imiş. Evâ’il-i hâlinde tarîk-ı ilme sülûk edip tahsîl-i kemâl etdikden sonra Burusa’da müderris olmuşdur. senesi İznik’de Şa’bân-zâde Medresesi müderrisi iken hidâyet-i Samedânî karîn-i hâli olup Medîne-i Münevvere’de mücâveret ârzûsuyla âzim-i râh-ı Hicâz iken Kâhire’ye vusûlünde Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk radiya’llâhu te’âlâ anh Efendimizin hânedân-ı celîlü’l-unvânına intisâb ile şeref-yâb olmuş ve oradan savb-ı maksûda şitâb edip birçok müddet Medîne-i Münevvere’de mücâveretle târîhinde âzim-i dâr-ı na’îm olmuşdur. Âsâr-ı şi’riyyesinden bir kaç beyt yazıldı: Matlabumdur bûse-i şîrîn-dehân Tıfl-ı dil yok bilmez ey rûh-ı revân Ol şem’-i şebistâna ko pervâne dokunsun Pervâne dokunmasın ana yâ ne dokunsun | Mehmed Tevfik Arz eyleyemez Cûdî-i hüşyâr merâmın Aklı var ise bir dahi mestâne dokunsun İsmi İbrâhîm kendisi şehrîdir. Ashâb-ı kemâlden ve meşâhîr-i şu’arâdandır. Hoş-nüvîs olmak münâsebetle kitâb yazmakla geçinirmiş. Hattâ Cevrî hattıyla Mesnevî-i Şerîf-i meşhûr ü makbûl kitâbhâne-i kadrdânân-ı üdebâda cevher-i cân gibi kıymetdâr ü mahfûzdur. Bir günde bin beyt yazıp bin akçeye füruht etdiği mervîdir. Pek çok kitâb yazmışdır. senesi vefât eylemişdir. Cümle-i âsârından birincisi Mesnevî-i Şerîf’in altmış bin beytinin her bir beytini Cezîre-i Mesnevî nâmıyla şerh etmişdir. İkincisi manzûm Melhame’sidir ki pek makbûldür. Geçen senesi Fransa ve Prusya muhârebesi başlamazdan bir kaç ay mukaddem bir husûf olmuş idi. Ehibbâdan bir zâtın konağında bulundum. İstihrâc-ı ahkâm içün Melhame-i Cevrî getirilip usûl ü kâ’idesi vechile husûfun vukû’u gecesini bulup ahkâmını okurlarken şu beyt hâtırımda kaldı: Pâris’in pâdişeh-i Cem-câhı Ola a’dâsı elinde güm-râh İki üç ay sonra muhârebe zuhûra gelip Prusya’nın galebesi ve Napolyon’un esâreti hakîkaten fikrime hayret verdi. Çünki efkâr ü fünûn-ı cedîde karşısında mültefit olmadığından bu makûle tefe’ül ü istihrâcâta i’tikâd gün-be-gün azalmakda ve eğerçi ekser istihrâcât zuhûr etmiş ise de bu makûle garîbeler dahi zuhûr etmekde olduğundan muhâkemesinden kat’ yalnız meşhûdum olan ber-minvâl-i bâlâ vak’anın tahrîriyle iktifâ kılındı. Üçüncü Hilye-i Hâkânî’ye nazîre olmak üzere resûl-i ekrem nebî-i muhterem salla’llâhu te’âlâ aleyhi ve sellem efendimiz hazretlerinin medâ’ih-i seniyyelerini câmi’ bir kasîde nazm etmişdir. Hele terkîb-bendi bî-nazîrdir. Eş’ârından bir kaç beyt yazıldı: Bir sînede mestûr olamaz râz-ı mahabbet Her perdede bin nagme ider sâz-ı mahabbet Dil cânı degül dilberi de ışka degişdi Cevrî gibi olsa n’ola mümtâz-ı mahabbet Hat-ı şi’rüm bahâr-ı ma’nîdür Sühanum cûybâr-ı ma’nîdür Hüsn-i ta’bîr ü lafz-ı rengînüm Yûsuf-ı gül-izâr-ı ma’nîdür Cennet-mekân Sultân Murâd-ı Râbi’ merhûmun nüdemâsından Mûsâ Çelebinin vefâtına bu târîhi söylemişdir: Mûsâ’ya cemâl ile tecellî kıla Bârî Sultân Mehmed Hân-ı Râbi’ merhûmun vilâdetine söylediği Ola Sultân Mehemmed âfitâb-ı matla’-ı ikbâl Na’îmâ merhûm târîhinde Cevrî merhûmun terceme-i hâlini yazarken ba’zı ef’âl ü harekât-ı mahsûsasını beyân etdiği sırada “Cevrî merhûm gâyet merâkî-meşreb olmak münâsebetle denizden korkar ve kayığa binemez imiş. Kâsımpaşa ve Beşiktaş Mevlevîhânelerine dahi bi-hasbi’l-mahabbe devâma mecbûr olduğundan her hafta İstanbul’dan kalkar Kâğıdhâne’den dolaşarak Kâsımpaşa ve Beşiktaş Mevlevîhânelerine karadan gidermiş.” diye yazmışdır. | Mehmed Tevfik Edirnelidir. Asrında Harrât-zâde demekle şehîr imiş. Babası zurefâ-yı A’câmdan olup Yavuz Sultân Selîm Hân ile Rûm’a gelerek Edirne’de ikâmet etmişdir. İsmi dahi İbrâhîm’dir. Tarîk-ı tahsîle sülûk edip birçok vaktler Bostân Efendi merhûmun gülistân-ı ders ü kemâlinden hûşe-çîn-i semâr-ı irfân olmuş ise de ebvâb-ı recâ vü âmâli o yolda müsned olmağla mahzûn ü nâ-şâd Abdü’l-kerîm-zâde merhûmun südde-i felek-nihâdına isnâd edip tarîk-ı kazâya âzim olmuşdur. Andan mülâzım oldukdan sonra Rûmeli’de ba’zı bilâda kâdî olmuşdur. Kâdîliğinde bile mübâhase vü mütâla’asına fütûr getirmeyip ömrünü tahsîlde geçirmişdir. Şi’rde murabba’-gûyluk tarafını tercîh eylediğinden o yolda olan âsârından tahrîr kılındı: Gelmekse müyesser degül ol serv kinâra Sendeyse tahammül göremem sabr ü karâra Kâdir de degülem bilürem terk-i diyâra Âvâre gönül n’eyleyeyüm sana ne çâre Karaferye nâm mahalde tevellüd etmişdir. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i celâ’il-i fazl ü kemâl ve tarîk-ı ilme sülûk edip meşâhîrden Pervîz Efendiden mülâzım olmuşdur. Elli akçe ile müdârese-i ulûma müdâvim iken semt-i kazâya âzim Dimetoka’da hâkim olup senesi cevher-i gîrân-mâye-i vücûdu mütevârî-i mahfaza-i zemîn olmuşdur. Mahsûl-i kân-ı tab’ı misâl-i yâkût-ı seyyâl zînet-fürûz-ı iklîl-i ashâb-ı ma’ ü kemâldir. Bir gazel âsâr-ı şi’riyyesinden olarak tahrîr kılındı: ma’ârif: masârif Çü diş dökildi saç agardı göz yaşa düşdi Sefer tedârükini gör ki iş başa Bu bir su’âl-i mukadder durur Te’emmül olsa ne allâmeler şaşadüşdi Ecel ukâbı gelüp nahl-i ömrüne kondı Miyân-ı murg-ı dil ü câna kargaşa düşdi Dem-â-dem akdugı bu yaşum ey büt-i sengîn Tolu bu şîşe-i dil nâ-gehân taşa düşdi Ecelden ön o mehe virdi Cevherî varın Gedâ-yı hâk-i deri oldı pâdişâ düşdi Mecdî ismine bu mu’ammâ anındır: İderken ârızun devrini seyrân Pey-â-pey zülfi görürdüm perîşân Gevher-i kân-ı şeref dürr-i deryâ-yı men kutb-ı felek-i kerâmet merkez-i dâ’ire-i vilâyet kân-ı ma’ârif sarrâf-ı bâzâr-ı şerâ’if ü letâ’if Bâlî Çelebidir. Rahîk-i -ı Sübhânî ile serhoş ve bâdei aşk-ı İlâhî’den mest ü medhûş olmağla asrında Serhoş Bâlî diye müştehir imiş. Tahsîl-i ma’ârif ü ulûm ile tarîk-ı ilme sâlik olarak tayy-ı merâhil ü mesâlik-i ilmiyyeden sonra cennet-mekân Sultân Süleymân Hân-ı Kânûnî Hazretlerinin hâcelerinden mülâzım olup otuz akçe ile Kepenkçi Medresesi’nde meşgûl-i tedrîs iken aşk-ı İlâhî ve cezebât-ı nâ-mütenâhî galebesiyle terk-i dağdağa-i fenâ etmiş ve ki: kişi Bu: Bir “Nefsini bilen Rabb’ini bilir.” cezebât: cezebân | Mehmed Tevfik Şeyh Ramazân Efen-di merhûmun âsitânını cây-ı sa’âdet bilip âkıbet şeyh-i mûmâ ileyhin nazar-ı feyz-eserlerinden müstefîd olmuşdur. Bir pîr-i kâmil ve aksâ-yı makâmât-ı erbâb-ı riyâzâta vâsıl oldukdan sonra zâviye-nişîn ve pîr-i tarîk-ı selef-i sâlihîn olmuşdur. senesi târik-i diyâr-ı fenâ ve âzim-i âlem-i bekâ olup câm-ı visâl-i melik-i müte’âl ile mest-i mütemâ’il ve ârzû-yı bâli olan humhâne-i vahdete vâsıl ü nâ’il olur. Merhûmun cümle-i kerâmâtından olmak üzere telkîn etdiği meyyitin sadâsı işidildiğini mevcûd cenâze halkı şâyi’ eylemiş diye mütevâtirdir. Pîrûze Alî Bâlî demekle asrında meşhûr olan bir cevânın şîfte-i hüsnü olmağla Cevherî etmişdir. Şeyh-i merhûmun enîsi Mevlânâ Selîkî rivâyet etmişdir ki şeyh-i giriftâr-ı aşkı içün mahbûbu vefât eder. Aradan bir eyyâm mürûrunda şeyh mahbûbunu ru’yâda görür ve Zelîhâ-misâl dâmen-i visâle el urup “Bunca zemândır çeşm-i giryân ile tâlib-i iksîr-i ekber ve râgıb-ı kibrît-i ahmerim. Hâk-i pâyından ve gerd-i -sâyından bir avuç toprak ihsân eyle ki çeşm-i cânıma tûtiyâ ve dîde-i gam-dîdeye kuhl-i rûşenâ edeyim.” diye niyâzmend olması üzerine mahbûbu bir kâğıd içine azıcık toprak koyup şeyhe verir şeyh uyanır. İhvânıyla musâhabet ve hâlet-i menâmı hikâyet ederken ahvâl-i hünerverân gibi perîşân olan sarığını sarmak üzere açdıklarında içinde bir parça dürülmüş kâğıd görülür. Kâğıd açılıp bi-aynihi ru’yâda verilen toprak müşâhede kılınır. Merhûm-ı müşârün ileyh karâ’ih-i müstakîme ve azimme-i tabâyi’-i selîmesini hazret-i melik-i kadîrin sun’-ı sanî’in ve hâni’-i habîrin emr-i bedî’in bilmek semtine ma’tûf eden tâ’ife-i şerîfe-i meşâyihden bir zât-ı âlî-kadr imiş. Nazm-ı âtî ol müşerref-i envâr-ı İlâhî mahzen-i esrâr-ı nâ-mütenâhî kurre- ayn-ı evliyâ gurre-i rûy-ı asfiyâ sûhte-i sübhân-ı celâl âmuhte-i tecelliyât-ı cemâl server-i ehl-i vilâyet sultân-ı serîr-i hidâyet hazretlerinindir: İlm-i ahfâ ögredür âşıklarına ol dehân Anuniçündür seni seven olur gözden nihân tahallus: tahallusdur mezkûrun: mahbûb-ı mezkûrun kabr: gabr kurre-i: gurre-i Âfet-i devrân ruhundur ârız-ı dil-cûyun âb Sen bu yüzden mâh-rûlar içre oldun âfitâb Hattun ol âfet durur kim âfitâb üstindedür Zülfün altında izârundur sehâb altında âb | Mehmed Tevfik Mevlidi Erzurûm ve ismi Mehmed’dir. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i kemâl edip biraz müddet Dersa’âdet’de ârâmdan sonra sevdâ-yı vatan müstevlî-i hâtır-ı pür-miheni olmağla Erzurûm müftîliğini bi’l-istihsâl şedd-i ricâl ile şâhid-i dil-ârâ-yı merâmı der-âgûş-ı merâm etmişdir. Asrının müftî-i müşkil-güşâsı imişler. Vatanlarında müddet-i medîde umûr-ı fetvâ ile meşgûl oldukları gibi tedrîs ü tahkîk ile edâ-yı resm-i fuhûl ederlermiş. Vefâtları senesinde vukû’ bulmuşdur. Müretteb dîvânları olup kendileri dahi Hâzık mahlasıyla elsine-ârâ-yı iştihârdırlar. Cümle-i âsârından bir gazel ve bir matla’ tahrîr kılındı: Yetmez mi çîn-i kâkülü nâfe-şiken bana Fikr-i hatâ degil mi hevâ-yı Hoten bana Bir kec-külâh ocaklıya oldu esîr kim Etmez ihâta kıstına mâl-i reşen bana Verdim gönül o gül-ruhun âline aldanıp Etmedi kimse eyledigim rengi ben bana Bilmem ne oldu söz mi işitdin rakîbden Evvel bu denli etmez idin cevri sen bana Tasdîk olunsa kavli isâbet degil midir Hâzık sühanda Nâbî-i sânî de sen bana Reg-i fass-ı nigîn bir nâm içün bin zahm-ı nîşter yer Düşenler kayd-ı nâma çarh elinden haylî hancer yer İsmi İbrâhîm maskat-ı re’si Diyârbekr’dir. Gençliğinde tahsîl-i ma’ârif-i mevfûre ile şehr-i bî-misâl İstanbul’a gelip Şeyhü’l-islâm Abdu’llâh Efendi âsitâne-i feyz-âşiyânesine intisâb etmiş ve şeref-i mülâzemetle kırk akçe medreseden ma’zûl iken senesi Rüşdî Mustafâ Efendi yerine İzmir fetvâsıyla mesrûr olmuşlardır. İki sene İzmir’de seccâde-pîrâ-yı fetvâ oldukdan sonra İstanbul’a avdet etmiş ve bi’l-imtihân dâhil-i sınf-ı müderrisîn-i kirâm olup devr-i medâris-i mu’tâde etmekde iken âzim-i medrese-i âhıret olmuşdur. Ulûm-ı Arabiyye’de fâ’ikü’l-akrân ve fünûn-ı sâ’irede müşârün bi’l-benân ve şi’r ü inşâda nâdire-i asrı oldukları ba’zı tabakâtda görülmüşdür. Gazel-i âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Şeb-zindedâr iden beni ol mâh-rû mıdur Yoksa o hâl gâliye-i fitne-cû mıdur Ahvâlümüzi itmededür cüst ü cû yine Kasdı rakîb-i rû-siyehün güft ü gû mıdur Vardur miyân-ı ceyş ü rahtda müşâvere Şâh-ı gama netîcesi bilmem gulû mıdur Te’sîr-i gamzesine birin itmege hedef Dilber o denlü âşık-ı zâra adû mıdur Hâsim o denlü mest-i mey oldum ki bilmezem Der-kef olan piyâle mi yoksa sebû mıdur Mir’ât-i hâtırında görinmem adem miyüm Ey mâh-pâre yoksa gubâr-ı elem miyüm Geh çeşm ü gâh pâya düşürdi beni nesîm Bilmem gubâr-ı sürme-i hâk-i kadem miyim Eş’âruma perestiş ider Hâsimâ bütân Rengîn nukûş-ı ma’nîye beytü’s-sanem miyüm | Mehmed Tevfik Meşâhîr-i vüzerâdan Köprülü-zâde Fâzıl Paşa merhûmun mahdûmu Es’ad Beğ’dir. Evân-ı şebâbında tahsîl-i ma’ârif-i bî-hisâb ile şi’r ü inşâya heves ve gül-bün-i hoş-bûy-ı eş’âra dest-resden sonra fenn-i silahşorîde dahi kesb-i meleke etmişdir. Bir zât-ı güzîde-hısâl ve şâyeste-i izz ü ikbâl olmağın târîhinde menşûr-ı sa’âdetleri tuğrâ-yı garrâ-yı vezâretle memnûn kılınmışdır. Evâ’il-i hâlinde Vezîr-i a’zam Alî Paşaya takdîm etdiği bir kasîdesine dest-res olunmağla iki beyti bi’l-ifrâz tahrîr kılındı: Ebyât-ı müfreze Bestedür zencîr-i adle dest-i cevr-i zâlimân Oldun adl itmekde sen Nûşîrevân’a câ-nişîn Safha-i âlem mutarrâ oldı çirk-i fitneden Sadme-i kahrunla hasf olup yire a’dâ-yı dîn İsmi Mehmed mevlidi Kastamonu’dur. Gençliğinde meşâhîr-i şu’arâdan Hüseyn Ferdî Efendi terbiyesiyle iktisâb-ı ma’ârif edip dîvân-ı sultânî kâtibleri silkine dâhil ve sonraları Mısr mukâbeleciliği mansıbıyla Mısr’a âzim olmuşdur. Mervîdir ki Vezîr-i a’zam Alî Paşa târîhinde Avusturya üzerine müteheyyî-i hareket ü azîmet iken sâhib-i terceme Mısr’dan henûz gelmiş imiş. Bir zâyiçe takdîmiyle bu seferde Alî Paşanın şehâdetini ve asâkir-i İslâm’ın hezîmetini beyân eylediğinden umûr-ı âtiyyeden haber vermek töhmetiyle magzûb-ı âsafî olarak Bozcaada’ya nefy ve kal’a-bend edilir. Arası çok geçmez Alî Paşa esnâ-yı muhârebede şehîd ve asker-i İslâm münhezim olur. Müte’âkıben sâhib-i terceme ıtlâk edilmekle İstanbul’a gelip ba’zı menâsıba ba’de’t-tasarruf Mora defterdârı iken orada senesi tayy-ı tûmâr-ı hayât eder. Nazm-ı âtî kal’a-bend iken hasb-ı hâl-gûne söylediği âsârından müfrezdir: Münşî-i takdîrin idrâk olsa ger inşâları Lafz-ı tedbîre muzâf eyler idüm ma’nâları Şârih-i dîbâce-i takdîr olan âriflerün Harf-i teslîm ü rızâ terkîbdür imlâları Nâmı Mehmed aslı Acem’dir. Karındaşı Kukla Acem’le İstanbul’a gelmişdir. Ekser ulûm ü fünûnu câmi’ ve mahzûzât ü ma’lûmâtı kesîr bir zât-ı irfân-semîr imişler. Zâde-i tab’ı lugât-i garîbe ve mezâmîn-i acîbe ile memlû olduğundan pek çoğunun ma’nâsı anlaşılmaz. Eş’ârı içinde ma’nîdâr ve rasâneti âşikâr birçok ebyâtı dahi bulunmağın birkaç beyt yazıldı: Bâde hallinde acâ’ib hîle buldum gûş idün Mest olan teklîf-i sâkıt olsun ol dem nûş idün Hoşâ ki meykede küncinde bir yatagum ola Elüm ayagum ola kâseden ferâgum ola Felek altun benekdür kim zemîni âsumânîdür Şeh-i mi’râca lâyıkdur o hıl’at husrevânîdür Hâfız’ın garâbet-i elfâz ü mezâmîn-âgîn olan ebyâtındandır ki birâderi Kukla Acem hakkında mersiye-gûne demişdir: | Mehmed Tevfik Beyt Cenâyizler cenâzâtı katârın gördünüz mi vâh Cenâyizler cemâd ayakları âdem ma’âza’ El-ma’nâ fî-batni’ş-şâ’ir. Hâfız Merzifon’da müderris iken Sultân Selîm Hân o sene Amasiyye’de kışlayıp li-ecli’s-sayd Merzifon’a gelirler. Sâhib-i terceme dahi istikbâle gidip edâ-yı Türkî-i kadîmde bir gazel takdîm eylemişdir ki matla’ı budur: Dilâ tâ irmesün kimse mühîmga nâleler yanglıg Hisâr it âteşîn âhı sin ana hâleler Sultân Selîm Hân dahi câ’ize vü ihsân olmak üzere İstanbul’da Alî Paşa Medresesi’ni vermişlerdir. Te’lif etdiği kitâbların isimleri bunlardır ki mahdûmu Ebu’l-me’ânî’ye bırakmışlardır, fakat hangi fendendir bilinemedi. Birinci, Ma’ârikü’l-ketâ’ib İkinci, Fihristü’l-ulûm Üçüncü, İrcâ’ü’l-ulûmi Fî-noktatin Vâhidetin Dördüncü, Nefsetü’l-masdûr bu kitâbda bir mahbûba alâkası zemânında ahvâl-i aşk ü mahabbetden bahs etmişdir. Artık bu makûle esmâ-yı garîbe ile müsemmâ kitâbların münderecâtı nasıl olmak lâzım gelir kıyâs olunmalıdır. Sirozlu olmağla asrında Hâfız-ı Sirozî diye kesb-i iştihâr eylemişdir. Sultân Süleymân-ı Kânûnî asrı şu’arâsından olduğu ancak Mısra “Âşık Çelebi . Meşâ’irü’ş-Şu’arâ . C. . hzl. Filiz Kılıç. İstanbul: İstanbul Araştırmaları Enstitüsü. ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. Mısra “Âşık Çelebi . Meşâ’irü’ş-Şu’arâ . ” künyeli eser esas alınarak düzeltilmiştir. tahkîk edilebilip tafsîl-i ahvâline dest-res olunamadı. Şu kadar ki evâ’il-i hâlinde talebe-i ulûmdan iken terk-i tahsîl ve tekyeden tekyeye devr ederek enfâs-ı ma’dûdesini tekmîl eylemişdir. Eş’ârı güzeldir. Bu iki matla’ âsâr-ı şi’riyyesindendir: Âşıklaruz belâ-zedeler mübtelâlaruz Âlemde bir mahabbete kâni’ gedâlaruz Dilde safâ-yı ışkun dîde gamunla pür-nem Bir evde ıyş ü şâdî bir evde ye’s ü mâtem Maskat-ı re’si Konya olduğundan bu dahi asrında Hâfız-ı Konevî diye şöhret-şi’âr olmuşdur. Sultân Selîm asrı şu’arâsından ise de tafsîl-i terceme-i hâline imkân müsâ’id olamadı. Hattâ sâhib-i tercemeyi Hasan Çelebi ve Latîfî merhûmlar tezkirelerinde yalnız Fârsîdân ve mesnevî-hân bir zât-ı sâhib-i irfân deyip geçiverdiklerinden şârih-i dîvân-ı Hâfız olmak hâtırasıyla pek çok terâcim-i ahvâl mecmû’alarına mürâca’at olunduysa da bundan ziyâde tafsîl-i hâline muvaffak olunamadı. Her ne ise eş’ârından bir beyt tahrîr kılındı: Zülf-i müşkîn kim sabâdan çin seher kalkar kopar Her taraf cân illerinde fitneler kalkar kopar Meşâhîr-i vüzerâdan Kapudan-ı deryâ Hâfız Ahmed Paşadır. Sultân Ahmed Hân-ı Sâlis asrı şu’arâsından olup dâhil-i serây-ı | Mehmed Tevfik sa’âdet-pîrâ-yı cihânbânî ağayân-ı âlî-şânından iken târîhinde kapudan-ı deryâ Abdî Paşaya halef olmuş ve az müddet içinde azl edilip Şâm beğlerbeğliği ile mahall-i mezkûra gönderilmişdir. Müşârün ileyhin terceme-i hâline tezkirelerle Sefîne-i Kapudan-ı Deryâ nâm terâcim-i ahvâl mecmû’asından bu kadarcık dest-res olunabildi. Beyt-i âtî âsârındandır: hokka-bâz olmuş durur bu çarh-ı lu’bet-bâz Nücûmu erzenâsâ geh ıyân ü geh nihân eyler İsmi Mustafâ’dır. Burusalı Haylî nâm şâ’irin terbiyet-kerdesi olmağla asrında Haylî Hâfız demekle şöhret olmuşdur. senesi vefât etmiş ve tertîb-i dîvân eylemişdir. Nazm-ı âtî eş’ârından nümûnedir: Ol serv-i sehî nâz ile geşt-i çemen eyler Ferşini sabâ berg-i gül ü yâsemen eyler Hâfız ser-i zülfeyni düşüpdür zekan üzre Diller ki çeh-i gamdadır ana resen eyler Şarâb-ı neşve-i la’liyle bâde nûş olalım Dilâ bilip hat-ı esrârını hamûş olalım Füsûnger: Füsûnlar İstanbulludur. Asrında Südci-zâde Alî Çelebi demekle meşhûr imiş. Evâ’il-i hâlinde kibâr-ı meşâyih-i Halvetiyye’den Ümmî Sinân-zâde Şeyh Hasan Efendinin hıdmet-i bâ’isü’l-bereketlerinde bulunmağla kendilerine mu’âsırları Ümmî Sinân Hâfızı derlermiş. Tahsîl-i kemâl-i ma’rifet ve tekmîl-i âdâb tarîkıyla tenvîr-i zât etmişdir. Ale’l-husûs ilm-i edvârda akrânı nâdir ve fünûn-ı kesîrede yed-i tûlâsı zâhir bir şâ’ir-i mâhir olup senesi ziyâret-i Beytü’l-harâm ve mücâveret-i Ravza-i Mutahhara-i hazret-i seyyidü’l-enâm maksadıyla âzim-i Hicâz iken Mısr’da müteveccih-i bâdiye-i bekâ olmuşlardır. İnşâd eylediği “na’t-ı nebevî”sinden bir beyt tahrîr kılındı: Na’t-ı Şerîf Karîn-i bezm-i erbâb-ı hevâyam yâ Resûla’llâh Harîm-i kûy-ı kurbundan cüdâyam yâ Resûla’llâh Bu na’tı kendileri ilâhî-gûne bestelemişlerdir. Beyt-i âtî dahi âsârındandır: Hasret-i ebrû ile ham-der-ham oldı kâmetüm İnhinâ-yı mâh-ı nev şekl-i hilâl olmaz bana HÂFIZ POST İsmi Mehmed mevlidi İstanbul’dur. E’immeden bir zâtın oğlu olduğu içün Hâfız Post diye şöhret-gîr-i âfâk olmuşdur. Nâm-ı sâmîsi mesbût-ı cerîde-i irfân meşâhîr-i şu’arâ-yı Rûm’dan Nâ’ilî-i mu’ciz-beyânın terbiyet-kerdesi ve hoş-gû ve sâhib-i tab’-ı dil-cû olmak münâsebetiyle mu’âsırı ekâbirinin nedîm-i hâsı imiş. Hem âlim hem şâ’ir hem hoş-nevâ ve Fârâbî-edâ bir zât-ı bî-hem-tâ elbet nezd-i kadrdânânda makbûl ü mümtâz olur. Evâhır-ı hâlinde dîvân-ı hümâyûn hâceliği sınf-ı celîline ilhâk edip kâğıd-bîrûn emâneti mansıbıyla şîrîn-mezâk iken senesi murg-ı | Mehmed Tevfik rûhu nağme-tırâz-ı tâk-ı kudsî-nitâk-ı heşt-berîn olmuşdur. Beyt-i âtîden mâ’adâ âsârına her ne rütbe sa’y edildiyse de dest-res olunamadı: Firâkunla günüm şeb gice kârum cümle âh oldı Yetiş gel ey tabîb-i cân ü dil hâlüm tebâh oldı İstanbulludur. Gümrükde meyve-i huşk kitâbetinde müstahdem olmağla asrında Gümrük Hâfızı diye şöhret bulmuşdur. Sultân Ahmed-i Sâlis asrı şu’arâsından olduğu tahkîk kılınmış ise de târîh-i tevellüd ü vefâtı ve tafsîl-i ahvâli bulunamadı. Şu kadar ki sunûf-ı ma’ârif ü ulûm ile şöhret-gîr olan üdebâdan olup hoş-sohbet, şûh-tabî’at bir şâ’ir-i pür-ma’rifet olduğunu ba’zı tezkireler işâret eylemişlerdir. Âsârından bir gazel tahrîr kılındı: Dem-i hatt-ı visâl-i yâr ile dil oldı şenlikde Bahâr oldukda hoşdur yâr ile işret çemenlikde Sürüp hatt-ı sepîdüm sîne-i sîmîn-i dildâra Görüşdüm ol semen-sîmâ güzelle yâsemenlikde Hat-ı cânâneden ruhsâr-ı ala bir keder gelmez Olur üşküfte vü handân gül-i ra’nâ dikenlikde Virürmiş duhter-i rez eskidükçe neşve-i tâze Arûs olur görince şevheri zen pîrezenlikde Dem-i fürkat esenleşdükde sıhhatle dimiş Hâfız Hemîşe lutfı var olsun ola yârüm lutfı: lafzı Ayntâblıdır. Şu’arâ-yı asrdan hâlâ Ayntâbî Hasırcı-zâde Mehmed Ağa diye meşhûrdur. Ayntâb hânedân-zâdelerinden bir zâtdır. Gâyet edîb ü latîf olduğundan bundan yedi sekiz sene mukaddem İstanbul’a gelmiş ve zînetü’l-mecâlis-i ekâbir olmuş idi. Mûmâ ileyhin letâ’ifindendir ki Kiçeci-zâde sadr-ı esbak merhûm Fu’âd Paşa esnâ-yı musâhabetde Hasırcı-zâde’ye “Bizim seninle cümleden ziyâde münâsebetimiz der-kârdır. Zîrâ sen Hasırcı-zâde ben Kiçeci-zâde.” demesiyle mûmâ ileyh dahi “Evet şu kadar var ki efendimiz kiçeyi sudan çıkardınız.” demişdir. Mûmâ ileyh İstanbul’da epey müddet kalmış idi. İstanbul’da tûl-i müddet ikâmeti latîfe-gûne kendisine ismâ’ içün şu’arâ-yı asrdan biri bu beyti söylemişdir: Girdigi hânelere kim serilip yatmakda Hasr olup kaldı Sıtanbul’da Hasırcı- Kendisiyle ittifâkî olarak Göksu nâm mesîrede görüşüldü. Hakîkaten meclisine doyulmaz zurefâdan idi. Edebiyyât-ı Arab ü Fürs ü Türk’ün Hâfız’ı idi. Hâk-i pây-ı şâhâneye takdîm olunmuş birçok kasâ’id ü târîhleri vardır. Gazel-i âtî âsârındandır: Hayret-efzâ-yı ukûl olsa da mînâ-yı vatan Pek de mest eyleyemez âkili sahbâ-yı vatan Bir hevâ ile atar sâhil-i gurbetkedeye Keştî-i cismimizi cûşiş-i deryâ-yı vatan Kays-ı dil silsile-i gurbete pâ-bend olmaz Eline girse eger dâmen-i sahrâ-yı vatan Dehr-i süflîde garîb olduguma çok acırım Hâtıra geldigi dem âlem-i bâlâ-yı vatan Sıtanbul’da: İstanbul’da | Mehmed Tevfik Hasan ü Râşid ü Fâzıl ile Hâfız şimdi Ayn-ı ibret görünür dîdeme me’vâ-yı vatan Mûmâ ileyhin işbu gazelinden bâlâter birçok gazeliyyât ü kasâ’idi varsa da ne çâre ki dest-res olunup da derc edilemedi. İsimleri Seyyid Mehmed kendileri şehriyyü’l-asldır. Az zemânda tahsîl-i ulûm ü fünûn ve ikmâl-i kavâ’id-i hüsn-i hatt ile beyne’l-emsâl meşhûr olup tarîk-ı kitâbete sülûk etmiş ve rütbe-i hâcegânîyi bi’l-ihrâz birçok menâsıba nâ’iliyyetle reşk-i emsâl ü akrân olmuşdur. senesi vak’a-nüvîslik hıdmeti tevcîh olunmağla sene-i mezbûreden senesine değin vekâyi’-i Devlet-i Aliyye’yi edâ-yı dil-pezîr ile tahrîr edip sene-i mezbûrede vukû’-ı isti’fâları üzerine ma’zûl ve silâhdâr kitâbeti ve ona mümâsil ba’zı menâsıb ile nâ’il-i me’mûl olmuş-lardır. Vefâtı senesidir. Âsârından bir gazel tahrîr kılındı: Kalem tasvîr-i aşkı şu’le-i bî-reng yazmışdır Velî ol şu’leden âyîneyi pür-jeng yazmışdır Nigâh et safha-i ruhsârım üzre kilk-i müjgânım Hurûf-ı mâcerâ-yı aşkı reng-â-reng yazmışdır Teh-i gevherde âham hem reg-i âteşde yâkûtam Benim ressâm-ı kudret gevherim yek-reng yazmışdır Şeh-i mülk-i cünûn kim sikkeyi mermerde kazmışdır Ser-i jûlîde-mûy-ı Kays’a Leylî seng yazmışdır Dü-tâ-kâmet görünsem çok mu Hâkim istikâmetden Ki nahl-i kaddimi nevk-i tahammül çeng yazmışdır Cennet-mekân Sultân Osmân-ı Sâlis Hazretlerinin imâret ü sebîl ve câmi’-i şerîfine güzel târîhleri vardır. Sultân Mahmûd Hân-ı Sânî ricâlinden olup asr-ı hâkân-ı sa’îdde menfiyyen Konya’ya i’zâmını müte’âkıb gerden-dâde-i tîg-i kazâ olan meşhûr Hâlet Efendidir. Kuzâtdan Kırımî Hüseyn Efendinin mahdûmu olup senesi evvelen ve senesi sâniyyen mesned-ârâ-yı fetvâ olan Es’ad-zâde Mehmed Şerîf Efendi merhûmun dâ’iresine intisâb ve dâ’ire-i müşârün ileyhde hem hıdmet hem de tahsîl-i ma’ârif-i bî-hisâb edip müşârün ileyhin vefâtından sonra oğlu Atâu’llâh Efendi dâ’iresinde dahi bir müddet bulunmuş ise de ulemâ dâ’iresi feyzinin gâyeti bir sene mansıba mütehassır olduğundan ve sâhib-i tercemenin himmet-i âliyyesi ise buna kanâ’at etmediğinden az vaktde Atâu’llâh Efendi dâ’iresinden müfârekatla Mehmed Râşid Efendinin rikâb-ı hümâyûn-ı riyâsetinde mühürdâr yamaklığı hıdmetini tahsîl edebilmiş ve hıdmet-i mezkûrede meşhûd olan kâbiliyyeti ve geceleri mu’akkadü’l-ibâre kırâ’at ve efendinin zâde-i tab’ı olan gazellerini tanzîr ve tahmîs etmekde gösterdiği mahâret-i tabî’iyyesi münâsebetle müşârün ileyhin meclûbu olmuş iken ba’zı esbâba mebnî dâ’ire-i müşârün ileyhden cüdâ ve ol asrda Rûmeli vâlîsi olan Ebûbekir Sâmî Paşa dâ’iresine intisâb içün Manastır’a şitâb eylemiş ise de me’mûlü derece mültefit olamadığından sarf-ı nazarla mîr-i mîrândan Ohrili Ahmed Paşa dâ’iresinde bir müddet hıdmetle İstanbul’a avdet eder etmez Yenişehr-i Fenar nâ’ibine kethudâ olup mahall-i mezkûra azîmet etmişdir. İşte o zemânlar mansıbının takarrübü münâsebetle lihye irsâl ve İstanbul’a şedd-i rihâl edip Galata Mevlevîhânesi şeyhi şâ’ir ü ârif-i meşhûr Gâlib Dede Efendi hâk-i pâyına rû-mâl ve zâde-i tab’ı olan eş’ârından ba’zısıyla asrı şu’arâsına tefevvuk-nümâ-yı kemâl olmuş ve o aralık zahîre nâzırı olan Râsih Mustafâ Efendinin hıdmet-i kitâbetini istihsâl eylemişdir. tarihi metinde yanlışlıkla yazılmıştır. | Mehmed Tevfik Bir müddet sonra terk-i hıdmetle Kasâbbaşı Hâcî Mehmed Ağanın ve ağa-yı mûmâ ileyhin vefâtında deryâ tercemânî kalemliği oğlunun kitâbet-i hıdmetini ihtiyâr eylemiş idi. O esnâda rikâb-ı hümâyûn re’îsi bulunan Çelebi Mustafâ Reşîd Efendi sâhib-i tercemenin hattıyla tercemânın takrîrleri Bâb-ı Âlî’ye geldikçe sebk-i ibâre ve hüsn-i hattını ba’zı zevâtın ihtârlarıyla istihsân ederek beğlikçi kîsedârı ma’iyyetinde istihdâm olunmak üzere def’aten silk-i hâcegânîye idhâl edilmiş ve çok geçmeden baş muhâsebe pâyesiyle Fransa ikâmet elçiliğine ta’yîn olunup kadem-nih-i evvelîn-pâye-i süllem-i ikbâl olmuşdur. Paris’de itmâm-ı müddet-i ikâmetle Dersa’âdet’e avdetinde senesi beğlikçi ve iki ay sonra Hakkî Efendi yerine rikâb-ı hümâyûn re’îsi olduğu hâlde vak’a-i ma’lûmenin zuhûrunda ya’nî senesi evâ’ilinde Tayyâr Paşa si’âyeti ve Fransa’ya ba’zı mevâd ve entrikalar üzerine Sebastiyan’ın ibrâmıyla Kütahiyye’ye nefy edilmiş ve bir sene mürûrunda mazhar-ı afv olup İstanbul’a gelmişdir. Cezâ-yı nefyden afvının üçüncü ayında bedel-i muhlifât tahsîli ve mümkin olur ise sûret-i isyânda görünen Vâlî Süleymân Paşanın i’dâmı ve rütbe-i vezâretle Sa’îd Beğ’in vâlî nasb olunması me’mûriyyetiyle Bağdâd’a azîmet eylemiş ve evvel-i emrde îfâ-yı me’mûriyyete adem-i muvaffakiyyetle tehî-dest avdet üzere iken Mûsul’da Abdü’l-celîl-zâde ile Bâbân hâkimi Abdu’r-rahmân Paşayı ittifâk etdirerek müşârün ileyhimâ askeriyle Bağdâd üzerine yürümüş ve esnâ-yı muhârebede Vâlî Süleymân Paşayı i’dâm edip muktezâ-yı hâl Sa’îd Beğ’in vâlîliği uyamayacağından pederinin kethudâsı Abdu’llâh Ağayı vezâretle vâlî-i Bağdâd etmiş ve me’mûr olduğu bedel-i muhlifâtı tahsîl ve nâmûs-ı Devlet-i Aliyye’yi tekmîl ederek meşkûrü’l-mesâ’î İstanbul’a avdet ve senesi evâhırında hıdmetine mukâbeleten münhall olan rikâb-ı hümâyûn kethudâlığıyla tahsîl-i feyz ü mefharet eylemişdir. Bu hıdmetle üç seneye karîb dâ’ire-i mahremiyyete takrîb edilip senesi Şevvâli’nde tevkî’î-i dîvân-ı hümâyûn ve ba’de’l-azl otuz yedi evâsıtında tekrâr nişâncılık ile memnûn olmağla senesinden ... senesine kadar efendilik unvânıyla ma’nevî vezîr ve hall ü akd-ı umûr-ı devlet ve redd ü kabûl-i mehâmm-ı saltanat yed-i iktidârında olmak üzere şöhret ü i’tibârı ma’lûm-ı sagîr ü kebîr olmış idi. Hudûs-ı envâ’-ı ilel ü esbâb ile esâ’it-i ef’âl ü ahvâli şöhret-yâb Metinde, üç nokta koyduğumuz yerde yazılı olması gereken tarih unutulmuştur. olmağın senesi Saferi evâhırında ve Kapudan-ı deryâ Abdu’llâh Paşanın sadârete ku’ûdu gününde evvelâ İzmid’e ve sonra Konya’ya nefy ü iclâ ve orada iken hakkında gazab-ı Mahmûd Hânî tezâyüd ederek tîg-i âteş-bâr-ı kahr-ı cihândâriyle hayl-i metîn-i vücûdu güsiste-i târ-ı fenâ olmuşdur. Cesedi civâr-ı Mevlânâ’da ve ser-i maktû’u İstanbul’da Galata Mevlevîhânesi’nde inşâsına muvaffak olduğu sebîl ve kütübhânesi civârında i’dâd eylediği medfende ihticâb-ı türâb olmuş iken tahaddüs eden uzun bir hikâye üzerine ser-i maktû’u oradan ihrâc ve Yahyâ Efendi Türbesi hâricine idrâc edilmişdir. Fakat mezkûr Mevlevîhânesi kapısı yanındaki türbede merkûz seng-i mezârı hâlâ mevcûd ve üzerinde Kiçeci-zâde İzzet Mollâ’nın: Hâlet Sa’îd Efendi pîrâna hem-dem olsun târîhi menkûşdur. Elli yaşından mütecâviz olduğu beşeresinden zâhir darb-ı kâdir bir zât imiş. Sâhib-i tercemenin hâlâ ma’lûm olduğu üzere asrının sâhib-i nüfûzu olduğundan memleketin voyvodalıkları ve dîvân-ı hümâyûn tercemânlığı azl ü nasbında münâsebetsiz müdâhalâtı ve Tepedelenli Alî Paşanın i’dâm ü ifnâsındaki isti’câli târîhçe ma’reke-ârâ bir bahs olabilir. Hattâ senesi ser-nümâ-yı zuhûr olan memleketin ihtilâlinde ve Rûm vak’a-i ma’lûmesinde Şeyhü’l-islâm Halîl Efendi ile müşâcereleri ma’lûmdur. Memleketin voyvodalıklarının erkân-ı ma’lûmeye tahsîsi ve Tepedelenli Alî Paşanın ta’cîl-i fenâsına dâ’iresi a’vânından Dede Mustafâ Ağanın me’mûriyyeti ve ağanın mâl-i Kârûn’la avdeti epeyce muhâkeme götürür. Lâkin bu dürlü vukû’ât-ı siyâsiyyenin tafsîl ü tahrîriyle muhâkemesine girişmek sadedin hârici olduğundan sâhib-i tercemeye güzel bir şâ’irdir demekden başka hasbe’l-meslek bize bir söz yokdur. Hâlet Efendi mu’âsırı ricâl-i Devlet-i Aliyye’den meşhûr Cânib Efendi ile bir mahalle giderlerken yolda dilencinin biri Hâlet Efendiye darb-ı nutka: darb-ı nukata | Mehmed Tevfik “Allâh seni pâdişâha şîrîn göstersin.” du’âsıyla tese’ül etdikde Hâlet Efendi “Al şu parayı da o du’âyı Cânib Efendiye eyle.” demiş. Meğer Cânib Efendi aşırı çirkinmiş. Sâhib-i tercemenin matbû’ dîvânçesi ve dîvânçede bir mikdâr müntehabâtı meşhûrdur. Âsârında hem Hâlet hem de Sa’îd tahallus etdiği içün iki gazel tahrîr kılındı: Bulunmaz bir gühersin hîç bahâ vü kıymetin yokdur Velîkin teşne-dillerde şarâb-ı vuslatın yokdur Perîsin bî-bedelsin tarz ü tavrın hep müsellemdir Ne çâre bî-vefâsın âh insâniyyetin yokdur Sen ey tîg-i tegâfül gamzeden gaddâr kâfirsin Niçün pek zulm ü bî-dâd ile bilmem şöhretin yokdur Tabîb-i cân ü dilsin mihribânsın n’eyleyim ammâ Mürüvvetsiz dil-i bî-çâre aslâ şefkatin yokdur Niçün terk eyleyip zâr ü perîşân eyledin böyle Senin Hâlet’le ey bîgâne-hû az ülfetin yokdur Dagıdıp zülfün gehî arz-ı cemâl eylerdi yâr Âşık-ı hayret-keşi âşüfte-hâl eylerdi yâr Gâh nâz ü geh niyâz ü gâh va’d-i bûs-ı leb Teşnesin gâhîce sîrâb-ı zülâl eylerdi yâr Geh der-âgûş ederek arz-ı niyâz etdikçe ben Tarf-ı dûşum perde-i ruhsâr-ı al eylerdi yâr Bir nigâh-ı nâz ile hıkd etse uşşâkın gehî Sîne pür-sûz ü girîbân-çâk ü lâl eylerdi yâr Geh ciger-hûn eyleyip bin dürlü cevr eyler Sa’îd Geh tegâfül-gûne hâlimden su’âl eylerdi yâr Cennet-mekân Abdü’l-hamîd Hân ricâlinden Hakkî Beğ’in söyledikleri târîhdir: Verdi üç tug-ı şehenşâh dedim târîhin Fark eder bâtıl ile hakkı Mehemmed Paşa Meşâhîr-i vüzerâdan Hurşîd Paşa ile sâhib-i tercemenin arası bir mikdâr şeker-reng imiş. Paşa ile bir meclisde otururken paşanın parmağındaki pırlanta yüzüğün şu’â’-ı şems ile pertev-efrûz olduğuna ta’rîz-gûne bu beyti söylemişdir: Aldı gözümü pertev-i elmâs-ı nigînin Ey pençe-i hurşîd senin yandım elinden Müşârün ileyh ahkâm-ı adliyye nezâret-i celîlesi başkâtib-i esbakı sa’âdetli İbrâhîm Hâlet Beğ Efendi Hazretleridir. Sultân Abdü’l-kâdir-i Geylânî kuddise sırruhu es-Samedânî Hazretleri evlâdından ve ashâb-ı hayrâtdan mâliye nâzırı esbak merhûm es-Seyyid Mehmed Hâlid Efendinin mahdûm-ı sagîri olup senesinde medîne-i Üsküdâr’da ıkd-ı pervîn-i vücûdu evc-ârâ-yı âsumân-ı şühûd olarak pederlerinin zıll-ı âsâyiş-i müstazıllında tahsîl-i ma’ârifle müştagil iken senesinde ol vakt âmedî-i dîvân-ı hümâyûn mesnedinde bulunarak târîhinde makâm-ı celîl-i sadâret-i uzmâyı teşrîf buyuran ve şemse-i terceme-i hâlleri harf-i nûnda sahîfe-tırâz-ı beyân olan übbehetli devletli Mahmûd Nedîm Paşa Hazretlerinin delâletleriyle bâ-irâde-i seniyye hâriciyye nezâret-i celîlesi mektûbî kalemine çerâğ buyurulmuş ise de yine terk-i tahsîl etmeyip ilm ü irfânı müsellem-i cihân olan mesnevî-hân merhûm Hüsâme’d-dîn Efendi Hazretlerinin tertîb-i feyyâzânesi âsâr-ı mukaddesesinden müstefîd olmuşlardır. Rüsûmât emânetinin hîn-i teşkîlinde fenn-i inşâda ma’lûm olan melâhat-ı edâsı münâsebetle tuz cem’iyyeti başkitâbetine ve sonra vezâretine: vüzerâtına | Mehmed Tevfik rüsûmât kitâbetine ve Dersa’âdet rüsûmât müsveddeliğine ve orada dahi Haleb vilâyet-i celîlesi mektûbculuğu mu’âvinliğine ve aradan çok geçmeksizin bâ-rütbe-i sâniyye vilâyet mektûbculuğuna tahvîl-i me’mûriyyet ederek dîvân-ı ahkâm-ı adliyyenin ibtidâ-yı teşkîlinde dîvân-ı mezkûr a’zâlığı inzimâmıyla ve rütbe-i ûlâ sınf-ı sâniyyesiyle başkitâbete ta’yîn ve çok geçmeden rütbesi sınf-ı ûlâya terfî’ edildiği hâlde senesi hasbe’l-kader infisâli vukû’ bulmuşdur. Müşârün ileyh kuvve-i kalemiyye ve hüsn-i tabî’at-ı şi’riyye ashâbındandırlar. Nazmen ve nesren bir haylî âsârı ve el-ân tetebbu’ât-ı edebiyye ile iştigâli vardır. Kendileri âsâr-ı şi’riyyelerini üç kısma taksîm edip zemân-ı şebâbetlerinde söylediklerini Hâletü’şşebâb nâmını vererek tedvîn eyledikleri mecelle der-dest-i tab’dır. Müşârün ileyhin ba’zı gazetelerle dolâb-ı fünûn olan risâlelerde ve husûsıyla Cerîde-i Havâdis ile Fırât’da ve Gadîrü’l-fırât’da neşr etdirdiği âsârında intihâb eylediklerini cem’ edip Âsâr-ı Târumâr nâmıyla bir risâle tertîb eyledikleri misilli Enmûzec nâmıyla e’imme-i isnâ aşer hazerâtı ve Mevlânâ Hâce Hüsâme’d-dîn ve Mevlânâ Lutfu’llâh Efendilerle Fu’âd Paşanın terâcim-i ahvâlini mütezammın kaleme aldıkları risâle oldukça münşiyânedir. Cümle-i âsâr-ı celîlesinden biri de Âl-i Osmân nâmıyla vekâyi’-i dâhiliyye-i Devlet-i Aliyye’ye ve o vekâyi’e ta’allukı olan vukû’ât-ı hâriciyyeye mahsûs yazdıkları târîhdir ki zuhûr-ı âl-i Osmân ile cennet-mekân Osmân Gâzî Hazretlerinin vekâyi’ini hâvî olan cild-i evveli resîde-i hitâm olmuşdur. Âsâr-ı ma’lûmesi kuvve-i kalemiyye ve tabî’at-ı şi’riyyesinin ta’yîn-i derecesini kâfîdir. Eş’ârından dest-res olunan bir iki gazel ile birkaç beyt tahrîr kılındı: Aklı nâ-çâr eylemiş âlemde imkân gösteren Der-peyi düşvâr kılmış kârı âsân gösteren Bin avârız eylemiş a’yân-ı ayn-ı kâ’inât Tende sûrı gevher-i ervâhı pinhân gösteren Herkesi hâlince etmiş mübtelâ-yı dil-hırâş Eyledi pür-hâr tahtın verd-i handân gösteren Nef’-i her eşyâyı azdâd ile tebyîn etmege Dâ’ îcâd eyledi bin dürlü dermân gösteren Sabr ü sâmân eylemiş ihsân Hâlet dillere Ol bütü sabr-efgen ü tannâz ü fettân gösteren Nâle-i pür-sûz sanma ıztırâb-ı yaradan Berk urur nûr-ı tecellî sîne-i sad-pâreden Cân fedâ olsun yolunda çekme Allâh aşkına Ey perî tîr-i nigâhın bu dil-i bî-çâreden Aks-i tâb-ı ârızınla eşk-i çeşmim seyr eden Şu’le-i seyyâledir cârî sanır fevvâreden Behremend-i lutf-ı çarh-ı bî-direng-i dûndur Kim ki temyîz eylemezse şimdi agı karadan Bâdî-i vahşet nedir Allâh içün söyle bana Ey gazâl-i deşt-i nâzım Hâlet-i âvâreden Ne gam ruhsârı olsa niyâzımdan mükedder Düşer rahmet türâba semâ magmûm olursa Kanlı kefenle koydular ammâ mezârına Zâhir olur haşirde yeşil câmeler haşirde: haşre de | Mehmed Tevfik Dem-i vâhidde sad hâle muhavvel Degildir muttarid ahvâl-i âlem Şevk-ı lebiyle olmuş uşşâk-ı kibriyâ mest Yâ Rab ne neş’edir bu dünyâ degil semâ mest Bîhûde sanma dökdügü kanları yaşları Çeşmim hayâl-i yâr ile meh-tâb hûn eder Meşâhîrden Azmî-zâde Mustafâ Efendidir. senesi Şa’bânı’nın on beşinci Pazarertesi gecesi tevellüd eylemişdir. Fünûn-ı râ’ikayı lâyıkıyla tahsîl etdikden sonra meşhûr târîh sâhibi Hâce Sa’de’d-dîn merhûm hıdmetlerine vâsıl ve onlardan şeref-i mülâzemete nâ’il olurlar. Evvelâ kırk akçe ile Hâce Hatun Medresesi’ne ve senesi Mehmed Ağa hâricine ve senesi Eyûb pâyesine senesinde Sahn-ı Semâniyye’ye, ’de Sultân Selîm-i Kadîm Medresesi’ne, ’da Hâkâniyye-i Vefâ’ya nâ’il oldukdan sonra senesinde Dımışk-ı Şâm hükûmetiyle karîn-i izz ü ihtişâm olup senesinde Mısr-ı Kâhire kazâsına nakl edilmişdir. O esnâda mîrü’l-ümerâ-yı Mısr Hâcî İbrâhîm Paşanın şehâdeti vukû’a geldiğinden sâhib-i terceme kâ’im-makâm olmuş iken biraz sonra isnâd-ı cünha vü taksîr ile mübtelâ-yı azl-i bî-hengâm olur. senesi yine Burusa hükûmetiyle şîrîn-kâm edilmiş ise de senesinde mansıbından ferâgat eylemişdir. senesi Şa’bânı’nda Ahyolı kazâsı arpalık ta’yîn senesi Edirne hükûmetiyle karîrü’l-ayn buyrulmuş ve bir kâdîye gafletle ta’rîzi bahânesiyle hengâme-gîrân-ı nifâk azli içün ittifâk eylediklerinden o sene mansıbı Şâm’a tebdîl edilmişdir. senesi munfasıl ’de hâkim-i dârü’s-saltana ve nısf-ı Ramazân’da azl olmuş ’de Gümülcine kazâsı arpalık verilmişdir. ’de Mısr hükûmeti ’de azl ile mahalle hükûmeti verilmiş ise de az vakt içinde bu dahi elinden alındığından İstanbul’a gelmişdir. senesi Uzuncaova kazâsı zamîme-i rütbe-i aliyyeleri kılınır ve kâdî-askerlik pâyesi i’tibâr olunur. senesi Anadolu sadrı ve se-nesinde azl ve Rodos arpalığıyla tekâ’üd olur. senesinde Rûmeli sadâretine i’tilâ ve ’de infisâl eder ve Silistre arpalığı ile tekâ’üd edi-lir. Recebi’nde hasmı Şeyhü’l-islâm Yahyâ Efendi mahlûlinden dârü’l-hadîs-i Süleymâniyye ilâve-i rütbeleri buyurulduğu hâlde sene-i mezbûre Şa’bânı’nın yirmi altıncı günü âzim-i dâr-ı na’îm olmuşdur. Kesret-i îhâta, hüsn-i takrîr ve sür’at-i hâme ile beyne’l-akrân temeyyüz etmiş imiş. Melek’in Menâr’ ve Dürer ü Gurer’e hâşiyyeleri ve Mugni’l-lebîb Şerhi eşher-i âsâr-ı ilmiyyesindendir. Tefsîr-i şerîfe müte’allık kelimâtı ve Hidâye ve Miftâh şürûhuna ta’lîkâtı müstakil kitâb olmağa münhamildir. Ganî-zâde merhûm dîvânını nazm-ı âtiyle takrîz etmişdir: Dîvân-ı Hâletî yaraşur medh olınsa ger Miftâh ile açar bize bâb-ı belâgati Vasf-ı makâlin itse n’ola anlar iktizâ Her safhasında var nice mahsûs hâleti Şu’arâ-yı Acem vâdîsine iltifât ve tertîb-i dîvân ü rubâ’iyyât etmişdir. Âtîde muharrer rubâ’ merhûmundur: Erbâb-ı ışk öninde rubâ’îlerüm benüm Bezm-i safâya Hâletiyâ çâr-pâredür Kimdür anunla kıt’a-i elmâsı bir tutan Noksânı hod yanında inen âşikâredür Mesnevî ve Şâh-nâme bahrinde Sâkî-nâmesi vardır. Pederlerinin Melek’in Menâr’ına: Menâr’ın Melek’ine Hem müellif hem de şair, rubâ’î vezniyle kaleme alınmamış bu manzume için rubâ’î terimini kullanmışlardır. | Mehmed Tevfik Mihr ü Müşterî tercemesini itmâm maksadıyla bir ikiyüz beyt söylemişlerse de tekmîl edememişlerdir. Münşâ’atları meşhûrdur. Ekser eş’ârı şikâyet-gûnedir. Çünki pek çok felâket geçirmişdir. Hattâ “İlm ü hünerin zarardan gayri eseri ve şeb-i yeldâ-yı emelin seherden başka bîdâr seheri görülmüyor.” derlermiş. Eş’âr-ı âtî andelîb-i tab’ının bir nagme-i hüzn-efzûnudur: Haylî geç virdi bu yıl hükmini eyyâm-ı bahâr Dinlene dinlene gelmekle nesîm-i eshâr Hengâm-ı hecr-i yârde hem-demlük itmedi Yanumda şimdi dâglarun yüzi karadur Ebrûlarunla ruhlarun ey şûh-ı şîvekâr Mecnûn-ı ışka biri meh-i nev biri bahâr Âh idersem bile âh itmege başlar kuhsâr Âh ider âh işidür şimdi muhassal dil-i zâr Şakâ’ik’in beyânına göre vefâtından sonra kalemiyle muvaşşah ü muhaşşî dört bin cild kitâb ve letâ’if ü eş’âr ve nahb-i âsâr ile memlû yine kendi hattıyla yüzden ziyâde mecmû’aları zuhûr etmiş. Bu da bedâyi’-i tabî’atın âsâr-ı fevka’l-âdesindendir. Sanavber kâdînin nihâl-i dıraht-ı vücûdu olup Rûmeli’de vâki’ Köstendil Ilıcası’nda tevellüd eylemişdir. Asrında Abdu’llâh Çelebi diye meşhûr imiş. Kadrî Efendi tezkireciliğinde mülâzım oldukdan sonra ba’zı bilâd-ı cesîmede mesned-nişîn-i kazâ olmuşdur. bîdâr ü: bîdârı Şâ’ir-i meşhûr Hayâlî Çelebi “Eğer Hâletî fenn-i şi’rde bir mikdâr mümâreset edeydi niçe üstâd-ı hünerveri nat’-ı belâgatde mansûbe-i fikr ü hayâl ile mât etmek mukarrer idi.” demişdir. Nazm-ı âtî âsâr-ı şi’riyyesindendir: Koymasun yoldan tutup her hâr dâmânum diyü Deşt ü sahrâlarda Mecnûn Leylî’sin uryân arar senesi Filibe’de kâdî iken vefât etmişdir. İsmi Mehmed ve asrında Dervîş Hâletî diye şöhret-şi’âr imiş. Mevlevî iken sipâhî zümresine dahâlet ve senesi rıhlet etmişdir. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Destârun ile ruhlarun ey gül-bün-i ümîd Üç dâne güldür ikisi sürh birisi sefîd İsmi Mehmed ve şehriyyü’l-asldır. Sadr-ı esbak Hekîmoğlu Alî Paşanın hemşîre-zâdesi Nûh Beğ’in oğludur. târîhinde serây-ı hümâyûna çerâğ buyurulup tahsîl-i ilm ü kemâl ederek bir müddet sır kitâbeti hıdmetinde bulundukdan sonra munfasılan tarîk-ı tedrîse dâhil ve târîhinde Haleb mevleviyyetine nâ’il olmuş ve senesinde Dersa’âdet’de irtihâl eylemişdir. İşbu gazel âsâr-ı şi’riyyesindendir: Dil-i sevdâ-zede gîsûlarına beste midir Yok hemân bir başı boş âşık-ı vâreste midir | Mehmed Tevfik Tîr-i tîz-i nigehin kârına yokdur ârâm Zahmın ey kaşı kemân sîneme peyveste midir Âh-ı serd-i dil-i uşşâka dayanmaz dediler Serv-i nâzım o kadar tâze vü nev-reste midir Her zemân yâda gelir kâmeti bilmem ki aceb Beyt-i endîşeme bir mısra’-ı berceste midir Sür’at etmez reh-i eş’ârda tab’-ı Hâmid Yoksa de’b-i şu’arâ cünbiş-i âheste midir Ahmed Hâmid Efendi şehrî ve hâcegândan Nazîf Efendinin oğlu olduğundan asrında Nazîf-zâde diye şöhret-gîr olmuşdur. İbtidâ kethudâ kalemine müdâvemet ve rütbe-i hâcegânîyi ihrâz ile niçe menâsıba nâ’il oldukdan sonra cennet-mekân Sultân Selîm-i Sâlîs asrında Galata Mevlevîhânesi şeyhi meşâhîr-i ashâb-ı ilm ü irfândan Gâlib Efendi merhûmun delâlet-i himem-i mürşidâneleriyle tarîkat-i aliyye-i Mevleviyye’ye intisâb ve bulunduğu mansıbdan gerden-tâb ile Yeniköy’de vâki’ sâhilhânelerinde uzlet-güzîn olduğu hâlde senesi seksen yaşında vefât eylemişdir. Yeniköy’de medfûn olup müretteb dîvânı ve hatt-ı ta’lîk ve mûsikîde şöhret ü şânı vardır. Gazel-i âtî âsârından bir şemmedir: Hâb-ı nâzın nükhet-i gîsû şeb-i yeldâsıdır Fikr-i hattın fitne-i hâbîdenin ru’yâsıdır Gamze-i pür-fitnenin şâkirdidir sihr-i helâl Hikmetü’l-işrâk berk-i çeşminin îmâsıdır Bir hevâ-yı sünbülîdir zülfüne tûl-i emel Rûz-ı mahşer kâmet-i bâlâsının ferdâsıdır Âteşîn zencîr olur hasretle mevc-i eşkimiz Dîde-i hûn-bâr gûyâ kim cünûn deryâsıdır Nokta-i mevhûm derlerse yine vermem vücûd Cevher-i ferd ol dehânın sûret-i ma’nâsıdır N’ola mazmûnlar ra’iyyet etse şâh-ı tab’ına Hâmid’in ser-hadd-i iklîm-i sühan ilkâsıdır Mehmed Hâmid Beğ şehrîdir. Ferîkân-ı kirâmdan Abdu’llâh Paşanın sulbünden târîhinde çerâğ buyurulmuşdur. Tahsîl-i ma’ârife sarf-ı nakd-i vakt ve her fende ve husûsan mûsikîde kesb-i mahâret ve akrânına sebkat etmiş iken senesi rıhlet etmişdir. Âsârından nazm-ı âtî tahrîr kılındı: Bûs-ı leb-i la’line kandır beni Şol keremi et ki uyandır beni Cem’ ola etrâfıma pervânegân Ol kadar aşkın ile yandır beni Mütercim-i Kâmûs-ı meşhûr Âsım Efendinin oğludur. Gençliğinde tahsîl-i kemâl ederek İstanbul’a gelmiş ve Bâb-ı Âlî civârında Beşir Ağa Câmi’-i Şerîfi’nde ba’zı ketebeye tedrîs-i fünûn-ı Fârsiyye etmek üzere iken ra’şe illetine mübtelâ ve senesi âzim-i bekâ olmuşdur. Meclisde nice cûş ü hurûş eylemesin dil Şevk-âver olur kulkul-i mînâ-yı mahabbet | Mehmed Tevfik Şevk-ı gül-i sad-berg-i izârın ile Hâmid Olmuş hele bir bülbül-i gûyâ-yı mahabbet İsmi Ahmed’dir. Eyûb ahâlîsinden Mustafâ Efendinin mahdûmu olup ceddi Ekserci-zâde Şeyh İsmâ’îl Efendi civâr-ı Eyûb’da Ebu’l-feth Sultân Mehmed Hân Câmi’­i Şerîfi ser-mü’ezzinân ve ta’rîf-gûyânından iken senesi rıhlet eylemişdir. Âvân-ı cevânîde tahsîl-i ilm ü ma’rifete bezl-i makderetle Alî Cânib Efendinin sefâretlerinde Avusturya ve memâlik-i sâ’ire-yi Efrenciyye’yi seyâhat ve İstanbul’a avdetle Râkım Paşaya evvelâ mühürdâr ve sâniyyen kethudâ olarak imrâr-ı eyyâm etmekde iken senesi Zi’l-hiccesi’nde târik-i âlem-i fenâ ve âzim-i çemenistân-ı bekâ olmuşdur. İdrîs Köşkü reh-güzârında medfûndur. Şâ’ir-i bî-nazîr olup mükemmel bir dîvân tertîb eylemişdir. Âsârından bir gazel yazıldı: Sorunca la’lini dilber verir cevâb-ı ferah Eder bu haste-i hicrânı neş’e-yâb-ı ferah Gelir bu çeşm-i tere hûn-ı dil akar Safâ-yı hâtır ile gör begim şarâb-ı ferah Yakışdı bâde-i gül-gûna sâgar-ı sîmîn Uruldu esb-i neşâta yine rikâb-ı ferah Durur mu derd-i elem kûçe-i gam içre dahi Ki şehr-i dilde kula bindi ihtisâb-ı ferah Tefe’ül eyleyicek ol kitâb-ı Göründü sînesi Hâmid açıldı bâb-ı ferah dil: dil olur eyleyicek: eyleyecek İsmi Ahmed’dir. Meşâhîr-i vüzerâdan sadr-ı esbak Muhsin-zâde Abdu’llâh Paşanın himâye-i müşîrânelerinde bi’t-terbiye dîvân-ı sultânî zümresine muvâsalat edip rütbe-i hâcegânîyi ihrâz etmiş iken evâsıt-ı devr-i Sultân Mahmûd Hân-ı Evvel’de intikâl etmişdir. Şi’rde edâsı şâ’irânedir. Âsârından bir nebze tahrîr kılındı: Çînde sâhib-gedik midür zülfün Yüzbaşı ser-bölük midür zülfün O da Hâmî gibi perîşândur Yoksa yüzden düşük midür zülfün El kiri yüz karasıdur Hâmiyâ tahsîlümüz Olmışuz farzâ ki sâhib-nâm mânend-i nigîn Selaniklidir. Heves-i meslek-i kitâbetle ba’zı vüzerâ dîvân kitâbetlerinde imrâr-ı vakt ü sâ’at etmekde olduğu hâlde senesi dâr-ı bekâya rıhlet eylemişdir. Gazel-i âtî sâhib-i tercemenindir: Firâkınla gönül bir dem mi var kim zâr zâr olmaz Döküp seyl-i sirişki dîdeden gevher-nisâr olmaz Safâ-yı âlemi pek bilmeyen bilmez gam-ı dehri Belî âsâr-ı neş’e olmayan serde humâr olmaz Bulanmaz pâk-tıynet ta’ne-i erbâb-ı sûretden Bu zâhirdir ki mir’ât-i mücellâda gubâr olmaz | Mehmed Tevfik Bilir mi rûz-ı nev-rûz-ı visâlin kadrini cânâ Firâkınla o kim mânend-i lâle dâgdâr olmaz Hayâl-i hatt-ı ruhsârıyla Hâmî dîde-i Aceb bir dem mi var kim reşk-i ebr-i nev-bahâr olmaz İsmi Hüseyn’dir. Budin emîrü’l-ümerâsı Güzelce Rüstem Paşanın mahdûmu olup gençliğinde tahsîl-i ulûm- fezâ’il ve tekmîl-i fünûnı celâ’ile nâ’il olmuşdur. Tarîk-ı ilme âzim ve üstâdı merhûm Ebû Su’ûd el-İmâdî Hazretlerinden mülâzım oldukdan sonra Zâl Paşa Medresesi’yle kadri terfî’ kılınır. Devr-i medâris ve ihrâz-ı pâyeden sonra Medîne-i Münevvere pâyesiyle mütekâ’id ve târîhinde Mısr’da âzim-i dâr-ı âhıret olmuşdur. Mısr’dan Gazâlî tarzında İstanbul’a manzûm bir mektûb göndermişlerdir. Fenn-i mu’ammâda akrânı nâdir ve şi’r ü inşâda îcâda kâdir bir şâ’ir ü edîb-i celîlü’l-me’âsir imişler. Ehl-i kemâle nümûne olmak üzere mu’ammâ ve eş’ârından bir kaçı intihâb olunmuşdur: Mahzen-i gevher-i ışk oldı derûnum cânâ Ne sanursın dil-i şûrîdeyi deryâ deryâ Lâyık degül ol dâmen-i pâke ola vâsıl Kûteh gerek el-kıssa begüm dest-i erâzil Zinde eylersin olur bir dem ile mevtâyı Sensin ihyâ idecek kâ’ide-i Îsâ’yı Metinde “Hâmî” yerine “Hassân” yazılmıştır. Şairin divanına ulaşamadığımız için bunun nede-nini belirlemek mümkün olamamıştır. ulûm-ı: ulûm u Harâb oldı yeter seng-i melâmetden dil-i âşık İmâret kıl esirge kalmasın şâhum bozuk yazık Şâhîn ismine bu mu’ammâ sâhib-i tercemenindir: Görince rûyını oldı gönül sana mâ’il Şehâ tehî ten ile kaldı âşık-ı bî-dil Nâmı Ahmed ve mevlidi şehr-i şehîr Âmid’dir. Tab’ı zarîf ve musâhabeti latîf meclis-ârâ ve mülâ’abe vü mülâtafada ve husûsan nerd ü şatrancda sâhib-i yed-i tûlâ olduğundan başka mûsikîde Fisagoras’a sânî ve târîhde bî-müdânî imişler. Silk-i celîl-i sûfiyyeye sâlik olarak birçok mü’essir tevhîdler ve musanna’ ü bî-bedel murabba’lar inşâd etmiş ve bestelemişlerdir. El-hak her ciheti ma’mûr ve eş’ârı hulk ü meşrebi gibi makbûl-i tebâyi’­i cumhûr imiş. Hâccü’l-haremeyn olmağla ibtidâ-yı hâlinde Hâcî tahallus etmiş ise de mu’ahharen ulemâ-yı müte’ahhirînin es’ad ü ercemendi Mevlânâ İmâde’d-dîn-i Semerkandî Hazretlerinin emriyle Hicâzî tahallus eylemişlerdir. Hattâ en evvel bu mahlas ile müşârün ileyh hazretlerinin medhallerinde ber-vech-i âtî gazeli inşâd ederler: Ey la’l-i lebün mazhar-ı enfâs-ı Mesîhâ Mazmûn-ı kelâmunda ıyân mu’ciz-i Îsâ Hâk-i kademün sürme-i erbâb-ı basîret Gerd-i siyehün merdümek-i dîde-i bînâ Bir lem’a durur pertev-i envâr-ı ruhundan Kim mihr ile meh oldı sipihr üzre hüveydâ | Mehmed Tevfik Bir dürr-i girân-mâyesisin bahr-i ulûmun Kim iki cihân içre bulınmaz sana hem-tâ Yüz sürmek içün Ka’be-i kûyuna Hicâzî Sa’y eyleyerek geldi kabûl it anı şâhâ Menâsıb-ı aliyyeye lâyık ve merâtib-i celiyyeye müstahak iken ekser evkâtı ser-hadlerde güzâr etmekle akrânı rütbesine nâ’il olamamış ve ser-hadd-i Nahcuvan’da vefât eylemişdir. Metrûkâtından müsveddâtı içinde Şâh Abbâs’ın hicviyyâtı zuhûr etmekle bir takım eclâf elinde perîşân olmağın anınçün müretteb dîvânı yokdur. Ve illâ müntehab eş’ârı mükemmel dîvân olmağa kâbildir. Ber-vech-i âtî birkaç matla’ ufk-ı ma’ârif ü letâ’ifinden tâli’ ü lâmi’ olan şümûs-ı metâli’dendir: Matla’ Açılmış gonçe kanzil-meste dönmiş bî-bedellenmiş Kızarmış gül gibi gûyâ şarâb içmiş güzellenmiş Matla’-ı musanna’ Gözler kamaşur mihr-i ruh-ı yâre bakılmaz Gün gibi güzellenmiş o meh-pâre bakılmaz Matla’-ı musanna’ İki kaşun arasında hâlüni ey serv-i nâz Rûm’a çıkmış dir gören bir Hindû-yı şemşîr-bâz Geduslu meşhûr Keşfî’nin karındaşıdır. Fesâd içinde bulunmak töhmetiyle İbrâhîm Paşa, vezâretinde habs eyleyip zulmen on sene habsde kalmışdır. Paşaya her kim recâ etmiş ise kabûl etmemiş, nihâyet habsden halâsı paşanın katli gününe tesâdüf eylemişdir. Gâyet pür-gû vü zebân-dırâz imiş. Habsde kendisine subaşı eziyyet ederken bu beyti inşâd etmesiyle subaşı insâf edip ezâdan ferâgat eylemişdir: Derd ü dâg-ı ışk kim itmez tahammül Kâf ana Hoş tuyar bu nâ-tevân gönlüm benüm insâf ana Burusalı Hayre’d-dîn Halîfe nâmında bir pîrin mahdûmudur. Tahsîl-i sermâye-i irfân ve tekmîl-i pîrâye-i dânîş ü iz’ân edip Hâce Sa’de’d-dîn Efendi merhûmdan mülâzım olmuşdur. Bin on dokuz senesi Ramazânı’nda Bahâe’d-dîn-zâde Bekrî yerine Sekbân Alî müderrisi oldukdan sonra Topkapı’da Ahmed Paşa Medresesi’ne tahrîk ü nakl edilmiş ise de kabûl etmediğinden azl edilmiş ve akîben Sinân Paşa Medresesi verilmişdir. Bin yirmi beş senesi Cemâziye’l-ûlâ’sında mat’ûnen vefât etmişdir. Nazm-ı âtî güftârından şemmedir: Nâmun agyâr ile yâd olsa şehâ dûr olmaz Sifleye mâ’il olan hayr ile mezkûr olmaz Heves-i mûy-miyânunla olup zâr ü nizâr Katı inceldi revâdur üzilürse agyâr Hâneme gel diyü tutdun dâmen-i yâri hele Ey dil-i bî-çâre sa’y it tutdugun âsân gele Acem’dir, fakat cihânı geşt ü seyâhat etmiş ve Sultân Bâyezîd-i | Mehmed Tevfik Velî asrında Rûm’a gelmiş bir pîr-i sâhib-i ilm ü ma’rifetdir. Yavuz Sultân Selîm asrında târik-i âlem-i fânî ve âzim-i semt-i câvidânî olmuşdur. Şi’rde edâsı Acemâne ise de tavr-ı mahsûsu yegânedir. Bu müseddes-i meşhûr ki matla’ı tahrîr kılındı bütün tezkirelerde ana isnâd olunur: Matla’-ı müseddes Dün gördüm ol nigârı tarabnâk ü Bakdum şikenc-i turresine zâr ü müstmend Kâfûr eliyle destelemiş anberîn kemend Bir şahs-ı nâ-tevân oturur gerdeninde bend Kimdür bu şahs ol ne resendür didüm didi Zülfüm kemendi tutdugı cânun durur senün Meşâhîr-i nisâdan Â’işe Hânım’dır. Şeyh Yahyâ merhûmun nebîresi ve Sultân Selîm Hân-ı Sânî şeh-zâde iken hâceleri olan Şemsî Çelebinin halîlesidir. Bu münâsebetle harem-serây-ı sultânîde bulunmağın Selîm-i Sânî Hazretlerinin ahd-i saltanatlarında her recâsı makbûl olduğundan kadri celâlet kesb etmiş ve ba’zı tezkirelerin gidişince merci’­i sıgâr ü kibâr olmuşdur. Meşâhîr-i nisânın evvel ü ercahı emsâlinin eş’ar ü efsahıdır. Kelimâtı kız nakşı olmayıp haylî merdâne ve’l-hâsıl akrânı içinde yegânedir. Bir-çok kasâ’id ü gazeliyyât ü mesneviyyâtı vardır. Ez-cümle on bin beytden mütecâviz Hurşîd ü Cemşîd isminde bir eseri vardır ki mü’ellefât-ı edebiyye içinde bî-nazîrdir. Nazm-ı âtî ol eserindendir: Sen oldun şimdi hem ol zen misâli Kaçan arz eyledi Yûsuf cemâli nigârı: figârı Getürüp nice rişte ana bir zen Harîdâr oldı ana cân ü dilden Çü şâh-ı subh irüp kondı cihâna Kurıldı çetr-i zerrîn âsumâna Edirne havâlîsinde Ferecik nâm kasabada tevellüd eylemişdir. Babası demirci olmağla Hadîdî tahallus etmişdir. Tarîk-ı tedrîse sülûk ile müderris olmuş iken rü’esâ-yı zemâneden istihkâk ü liyâkat ile mansıb almak hûlyâsına düşmek soğuk demir döğmek kabîlinden olduğunu derk ve tarîkını terk edip kedd-i yemîne kanâ’at eyler. Babası gibi o da demircilikle ta’ayyüş eder. Târîh-i Osmânî’yi Şeh-nâme bahrinde nazm etmiş ise de müstefîd olamamışdır. Bu kitâbda Sultân Süleymân-ı Kânûnî asrına değin vekâyi’-i Devlet-i Aliyye mestûrdur. Gazel-i âtî eş’ârındandır Gazel-i Nâ-temâm Kaşlarundan gördi mâhum gurre garrâlanmagı Saçlarundan ögrenür sünbül mutarrâlanmagı Sen dil-ârâlık yolın âlemde bünyâd itmesen Âlemün Leylî’si bilmezdi dil-ârâlanmagı Leylî-i zülfün beni zencîre her dem çekmese Gösterürdüm şevk ile Mecnûn’a şeydâlanmagı Burusa şu’ârasından ve şâ’ir-i meşhûr Ahmed Paşa ve Resmî mu’âsırlarındandır. Bâyi’-i harîr olduğundan Harîrî tahallus etmişdir. Cümle-i âsârından olan beyt-i âtî misl-i sâ’irdir: | Mehmed Tevfik Ey murâdum aksine devr eyleyen kec-rev felek Şimdi n’eylersin ki gönlüm nâ-murâd olmak diler Kastamonu ahâlîsindendir. Pek güzel münşî ve müverrih oldukdan başka mu’ammâ ve ebyât-ı muhayyele hallinde mahâreti varmış. Sultân Süleymân-ı Kânûnî’nin fütûhâtını edâ-yı rengîn ile inşâ ve birçok muhayyel kasîde vü ebyât mezc ederek tezyîn etmişdir. Matla’-ı âtî âsârındandır: Gamzenün deşneleri teşne geçer cânumuza İşi kan eylemedür girse n’ola kanumuza Burusa’dan ve ümenâ tâ’ifesindendir. Hâccü’l-haremeyn olmağla Harîmî tahallus eylemişdir. Yavuz Sultân Selîm asrında terk-i harîm-i cihân etmişdir. Nazm-ı âtî âsârındandır: İşüm altun eyledi sâkî gümiş peymâneler Kîmyâdur var ise hâk-i der-i meyhâneler Germ olup öykündügiçün ârız-ı gül-nâruna Şem’ ile muhkem tutışdı bu gice pervâneler Nâmı Abdu’llâh ve maskat-ı re’si Merzifon’dur. Tahsîl-i ma’ârif ve tertîb-i dîvân etmişdir. Bin altmış altıda âzim-i gülşen-i cinân olmuşdur. Nazm-ı âtî âsârındandır: Mihnet-i ışka esîr itdi beni devr-i felek Düşeyüm râh-ı belâya der-i dilber diyerek Mekâtib-i askeriyye nâzır-ı sânîsi mîr-livâ sa’âdetli Süleymân Paşadır. Pederleri tomruk kitâbetinde müstahdem Hâlid Efendi olup senesi Ramazân-ı Şerîfi’nde Der-i Aliyye’de Süleymâniyye semtinde arz-ı veche-i şühûd eylemişdir. Hengâm-ı tufûliyyetinde mekâtib-i sıbyânîye ve rüşdîye hasbe’l-âde devâm etdiği gibi Bâyezîd Câmi’-i Şerîfi’nde Mudurnılı İsmâ’îl Efendi merhûmdan telemmüz etmiş ve mu’ahharen Mekteb-i Fünûn-ı Askeriyye sınf-ı celîline dahâletle tekmîl-i tahsîl edip bâ-şehâdet-nâme piyâde mülâzımlığıyla ikinci ordu-yı hümâyûna nakl olunmuşdur. Sonraları mensûb olduğu tabur ile Karadağ ihtilâl mündefi’asına me’mûr olarak mahall-i mezkûrda vukû’ bulan muhârebâtın kâffesinde bulunmuş ve yüzbaşılık rütbesini ihrâz ederek hitâm-ı ihtilâlde Dersa’âdet’e avdet ve bir tarafdan hıdmet-i askeriyyesine ve diğer tarafdan dahi tahsîle sa’y ü gayretle Eyûb mahkemesi re’îsi fazîletli Ahmed Nüzhet Efendiden ahz-ı icâzet eylemişdir. Hasbe’l-usûl kolağalık ve binbaşılık rütbelerine nâ’il oldukdan sonra taburuyla Girid’e ta’yîn kılınmış ve Girid hâdisesinde eşkiyâ ile vukû’ bulan muhârebâtda sarf-ı yârâ vü kudret eyledikleri tahkîk kılınmışdır. Girid’den avdetinde Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye edebiyyât mu’allimliğine ta’yîn buyurulup meslek-i mahsûsu üzere bir müddet neşr-i ulûm etdikden sonra kâ’im-makâm olmuş ve o aralık asâkir-i şâhânenin hıtta-i Yemâniyye’ye bidâyet-i azîmeti olmağla me’mûren ol tarafa gitmiş ve gâ’ile-i asîriyyenin muhâberât vâkı’asında bulunarak ibrâz etdiği me’âsir-i kâr-güzârîye mükâfât mîr-alaylık rütbesi verilmişdir. Devletli Redîf Paşa Hazretleriyle İstanbul’a | Mehmed Tevfik mu’âvedet ve me’mûriyyet-i sâbıkasına devâm ü mübâşeret etdiğinden biraz sonra mîr-livâlık rütbe-i refî’asıyla mekteb-i mezkûra nâzır-ı sânî ve bir kat daha kadri âlî olmuşdur. Paşa-yı müşârün ileyh askerlik şânını i’lâ ve hakk-ı kalemi îfâ eden hamiyyet-şi’ârân-ı ümerâ-yı askeriyyeden olup hele mekâtib-i fünûn-ı askeriyyenin usûl-i tahsiliyyesinin tecdîden ikmâli hakkında der-kâr olan himmet ü gayretleri kadrdânân-ı ma’ârif indinde lisân-ı sitâyişle yâd olunmakda olduğu gibi bu def’a dahi mekâtib-i rüşdiyye-i askeriyyenin ihyâsına masrûf olan mesâ’îleri etfâl-i vatanın bir kat daha behredâr-ı ni’am-ı ma’ârifle mezlaka-i cehlden kurtulmasına bâdî olduğundan bütün ma’ârif tarafdârlarını bu sûretle dahi hüsn-i himmetlerinden dil-şâd eylemişlerdir. Müşârün ileyhin ilmî ve edebî ve fennî mevcûd olan âsârı ber-vech-i âtî ta’dâd edilmişdir: . Piyâde alay ta’lîm-nâmesine dâ’ir Fransızcadan mütercem risâlesidir. . Akkirmanî merhûmun İrâde-i Cüz’iyye Risâlesi’ne matbû’ telhîsidir. . Biri mufassal diğeri muhtasar olmak üzere bilinmesi uhde-i İslâmiyyet’e müterettib olan birtakım mesâ’il-i dîniyyeyi câmi’ iki kıt’a ilm-i hâlidir. . Şark ve garbın lisân-ı Türkçeye tatbîki kâbil kavâ’id ü sanâyi’-i edebiyyesinden bâhis Mebânî-i İnşâ nâmıyla iki cild matbû’ te’lîfidir. . Şark ve garbın tevârîh ü rivâyâtından mülahhas atlasıyla birlikde üç cild olarak der-dest-i tab’ olan târîh-i umûmiyyesidir. . Devlet-i Osmâniyye’nin zuhûrundan bed’ ile muhârebât-ı mütekevvineyi bâhis musavver ve harîtalı târîh-i askeriyyesidir. Bunlardan başka der-dest-i ikmâl bir Lugat-ı Osmânî ile bir de Mecmû’a-i Harbiyye’si olup mekâtib-i rüşdiyyede tedrîs içün ufak tefek risâleleri dahi var ise de ta’dâd olunmadı. Her ne kadar müretteb dîvânı yok ise de birçok kasâ’id ü tevârîh ü gazeliyyâtı vardır. Gazel-i âtî cümle-i eş’ârındandır: Kayd edinmez hâdisât-ı dehri sâfî-bâller Sûret-i mir’âti takbîh edemez timsâller Hırs ü âz ashâbına vermez kesel şugl-i cihân Bârı artdıkça beşâşet gösterir hammâller Şahne-i idbâra geçmezse girîbânı eger Na’ra-i hestî urur mest-i mey-i ikbâller İnhisâr etdi nizâ’-ı Zeyd ü Amr’a ma’rifet Mebhas-ı ilm oldu ibnü’d-dehre kîl ü kâller Kalma hırmân-ı vatandan Hüsniyâ âzürde-dil Lâne-pervâz olamaz murg-ı şikeste-bâller Meşâhîrden Tezkiretü’ş-şu’arâ sâhibi Hasan Çelebidir. Hümâyûn-nâme mütercimi sudûr-ı devr-i Selîm Hân-ı Sânî’den Kınâlı-zâde Alî Efendinin mahdûmu olup pederleri Burusa’da Hamza Beğ müderrisi iken târîhinde mahrûsa-i mezkûrede hıl’at-i hilkat-i mes’ûdla şeref-yâb olmuşlardır. Evvelâ pederinden tahsîl-i dest-mâye-i ilm ü irfân ve sonra Yeni Alî Paşa Medresesi Nâzırî-zâde Efendi ile Kâdî-zâde Efendi hıdmetlerinde feth-i bâb-ı münâzara ve tahsîl-i fünûn-ı muhâkeme vü muhâvereye şitâbân olmuş ve andan Ebu’s-su’ûd Efendi merhûma bi’l-ittisâl iktisâb-ı mertebe-i âlü’l-âl-i kemâl edip senesi Abdu’r-rahmân Efendiden mülâzım olarak ’de otuz akçe ile Burusa’da Ahmed Paşa Medresesi ’da misli ile Edirne’de Çuhacı Hâcî Medresesi senesi İstanbul’da kırk akçe ile Eski İbrâhîm Paşa Medresesi ile be-kâm kılınmışdır. ’de Kâsım Paşa hâricine âric oldukdan sonra ’de Yeni Alî Paşada tecdîd-i resm-i ifâde eylemişlerdir. ’de Cenâbî Efendi yerine Burusa Sultâniyyesi’ne terfî’ olunup ’da selefi yerine Sahn’a gelmişdir. Doksan dört senesi Sultân Selîm-i Kadîm Medresesi’ne ’de Süleymâniyye medârisinin birine gelip ’da Haleb-i Şehbâ kâdîsi olmuşlardır. ’de Mısr-ı Kâhire hükûmetiyle necm-i ikbâli zâhir kılınıp o sene bî-hengâm azl edilmiş ise de derhâl Edirne kazâsıyla mesrûr edilmişdir. senesi tekrâr Mısr kâdîsi ’de Burusa hâkimi olarak ’de Edincik kazâsı arpalık ta’yîn kılınmışdır. | Mehmed Tevfik ’da Gelibolu kazâsı verilip sene-i mezbûrede Eyûb mevleviyyetine nakl olunmuş Saferi’nde Eski Zağra’ya tebdîl edilmiş ise de emrâz-ı balgamiyyeye mübtelâ olmağın kayd-ı hayât şartıyla Reşîd kazâsını taleb eylediğinden ihsân buyurulmuş ve Şevvâli’nde kazâ-yı mezkûr hâkimi iken âlem-i fânîyi terk eylemişdir. Mevlânâ-yı müşârün ileyh her bir ulûmda reşk-i efâzıl ve be-tahsîs inşâda mânend-i Kâdî Fâzıl’dır. Âsâr-ı hasenesinden Dürer ü Gurer Hâşiyesi ve Mevâzi’-i Adîde’ye hâşiyesi müsellem-i âm ve Tezkiretü’ş-şu’arâ’sı meşhûr-ı enâmdır. Eş’ârından dest-res olunan bir gazel tahrîr kılındı: Olaldan yâr dest-i düşmen-i bed-gevher altında Kalupdur ellerüm Ferhâdveş ol taşlar altında Hudâ virsün sana ömr-i dırâzı ey boyı servüm Gamunla hâk olan uşşâk yatdukça yir altında Gerek seng-i siyâh olsun gerekse atlas-ı dîbâ Garaz bir bâliş-i râhat bulınmakdur ser altında Olupdur gülşen-i bezmünde gûyâ nergis-i şehlâ Ser-i engüşt-i sîmînün o zerrîn sâgar altında Hasan sanma miyânıdur görinen zîr-i hancerde Misâl-i gencdür yatur dem-â-dem ejder altında Aşçı-zâde Hasan Çelebi demekle meşhûr olup Gelibolu’da tevellüd etmişdir. Eğerçi Gürz Seydî’den mülâzım olmuş ise de Kemâl Paşa-zâde’ye şiddet-i intisâbı varmış. Hattâ Mısr seferine İbn Kemâl ile birlikde gitmişdir. Gelibolu ve İznik ve Tokat ve Edirne ve Sahn Medreseleri’nde müderris oldukdan sonra Burusa kâdîsi olup Lâmi’î Çelebinin gamzıyla azl edilmiştir. Mu’ahharen yevmî seksen akçe ile medâris-i Heşt Bihişt’in birinde tekrâr müderris olmuş ise de nikrîse dûçâr olduğundan yevmî yüz akçe ulûfe ile tekâ’üd ve senesi Burusa’da vefât eylediğinden Zeynîler Tekyesi’ne defn edilmişdir. Tekellüfden berî âzâdedür gamdan o server kim Arûs-ı kâm-ı dehre olmamış dâmâd ayak basmış kavline i’tibâr eden zümre-i serverân-ı tecerrüdden olarak ömrünü kemâl-i âzâdegîle imrâr eylemiş ve hürriyyetini bir takım nâzenîn ü şîvekâr nâmına esîr-i zen-i mekkâr etmemişdir. Burusa kazâsından hîn-i infisâlinde bir yandan nikrîs illetinden şikeste-pâ ve diğer tarafdan illet-i azle mübtelâ olmak münâsebetle kemâl-i ye’s içinde bu hâle sebeb olanlarla cidâle niyyet ve arabasüvâr ve bu niyyetle İstanbul’a rû-be-râh-ı azîmet iken arabası şikest olmağla hareketden âciz kaldıkda bu kıt’ayı söylemişdir: Tevsen-i dehrün itdügini bana Hergiz itmeye kişi kanlusına Cevr-i gerdûna sabr idegörelüm Yâ öküz öle veya kanlu Âtîde muharrer beyt ü matla’ ü tevârîh âsârındandır: Geldükçe tîri sîneme dil murgı şâd olur Şâd olmasun mı bir birine göz kanad olur Vücûdum dehr bâgında dikilmiş gam nihâlidür Ham olmış bâd-ı mihnetden sanasın derd dalıdur Sirozî Kâdî-zâde Hasan Çelebidir. Tarîk-ı sa’âdet-refîk-i ilme sâlik veya: diye | Mehmed Tevfik olup Lutfî Beğ-zâde Efendinin Sahn’da mu’îdi ve meclis-i fazl ü dânişinin müstefîdi olduğu hâlde İstanbul’da müderris olmuş iken tedrîsin fakr ü anâsına tâkat getiremediğinden meslek-i kazâya sâlik olmuşdur. Târîh-i tevellüd ü intikâline dest-res olunamadı. Sandûk-ı derûnı cevâhir-i ma’ârif ve manzûme-i güftârı zevâhir-i mezâmîn ile pürdür. Âsârından dest-res olunan ebyât zîrde tahrîr kılındı: Döndi za’f-ı rûzeden mûya meh-i tâbânumuz Gelse şol îd-i mübârek kılca kaldı cânumuz Gelür gider diyü rencîde itme bendelerün Du’âsın alıgör âyende vü revendelerün Şükûfe kalmadı gülşende yok çemenden eser Hazân irişdi bahârun yirinde yiller eser Güm-geşte idi dil der-i cânânda bulındı Kimün sözi var hıdmet-i sultânda bulındı Bend itse n’ola tîgini ol gamzesi cellâd Âşıkların öldürdi nice kanda bulındı Gamzen kimi öldürse şehîd olur imiş ol Bu mes’ele aynıyla Tatar Hân’da bulındı Tahrîk ider âhum yem-i ışkı n’ola yâ Rab Dil zevrakınun hâli ki ummânda bulındı Bir gice o meh gelmiş idi tâli’ini gör Bî-çâre Hasan o gice yâbânda bulındı Ashâb-ı ifâdeden Âhî-zâde Efendinin mahdûmu Hasan Çelebidir. Dokuz yüz yetmiş altı senesi tevellüd eylemişdir. Tahsîl-i kemâle sa’y-ı tâm ile meşâhîrden hâce-i sultânî Şeyhü’l-islâm Sa’de’d-dîn Efendi Hazretlerinden mülâzım olarak nâ’il-i merâm olmuşlardır. İbtidâ kırk akçe ile Üsküdar’da Mehmed Paşa Medresesi’ne müderris ve târîhinde on akçe terakkî ile vâsıl-ı hamsîn olmuş ise de Zi’l-hiccesi’nde ömrü temâm olmuşdur. El-veledü sırri ebîh. Sâhib-i terceme dahi pederleri Âhî-zâde Mehmed Efendi gibi âlim- nebîh şâ’ir-i bî-nazîr edîb-i ma’âlî-mesîrdirler. Eş’ârından bir nebze tahrîr kılındı: Tîr-i müjene sîne dem-â-dem siper olsun Tek âşık-ı bî-çârene gâhî nazar olsun Oldum hele ben vâsıl-ı ebkâr-ı me’ânî Bir bencileyin var ise ol dahi er olsun Uşşâkına baş egmez gûş itmez âh ü zârı Ol serv-i nâz bilmez ahvâl-i rûzgârı Cemâlün ayına âyîne nice ola şebîh Bak ana kim görinür bir nefesde nice halel Karesi muzâfâtından Kızılca Tuzla ahâlîsinden Sultân Murâd Hân-ı Sâlis Hazretlerinin mu’allim-i evveli İbrâhîm Efendinin “Çocuk babanın sırrıdır.” âlim-i: âlim ü | Mehmed Tevfik zâdesidir. Mu’allim-i Sultân Selîm Hân-ı Sânî Atâu’llâh Efendiden mülâzım olup senesi Hayre’d-dîn Paşa Medresesi’ne ’de Zâl Paşa Medresesi’ne Rebî’ü’l-evveli’nde Sahn-ı Semâniyye’ye hırâm eylemiş ve ’de kâdî-i Trablus-şâm olmuş ve Recebi’nde Kuds-i Şerîf kazâsına tahvîl kılınmışdır. Trablusşâm’dan Kuds’e giderken havâlî-i Şâm’da Dürzî eşkiyâsından biri kat’-ı tarîk ile merhûmu şehîd eder. “Şem’iyye kasîdesi”nden iki beyt yazıldı: Ser-keşlik itme âh-ı derûnumdan it hazer Ser-keşlik ile kaldı mı gör rûzgâra şem’ Berbâd oldugın ser-i husrev külâh gibi Söyler zebân-ı hâl ile her tâcdâra şem’ Tahsîl-i kemâle müdâvim ve bi’l-âhıre mülâzım olup senesi Sinân Paşa hâricine âric olmuş ve ’de Dâvûd Paşa Medresesi’ne tahrîk olunmuşdur. Bin iki yüz yirmi altı senesi yaylakıyye-i İznik pâyesine tebdîl-i hevâ-yı ders ü tahkîk eylemiş iken eyyâm-ı ömrü müsâ’id olmamağın Saferi’nde bu rûzgâr-ı fânîden güzer ve cânib-i âhırete sefer eylemişdir. Eş’ârından dest-res olunan bir beyt tahrîr kılındı: Bulmadık hîç ucunu ortasını âlemde Gerçi tutduk emelin târ-ı ferâvânı ucun Mûmâ ileyh Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye ilm-i hey’et ü târîh-i umûmî ve Mekteb-i İ’dâdî kozmografya ya’nî ilm-i ahvâl-i semâ mu’allimi erkân-ı harbiyye kolağalarından rif’atli Hasan Bedre’d-dîn Efendidir. Kütahiyye sancağına tâbi’ Simav kazâsında senesi tevellüd etmiş ve pederi asâkir-i şâhâne ümerâsından Vasfî Efendinin Arabistân ordusuna nakl-i me’mûriyyeti münâsebetle mûmâ ileyh dahi birlikde Şâm’a azîmet eylemişdir. Ulûm-ı Arabiyye’yi câmi’ umûriyyede Attâr-zâde Ömer Efendiden tahsîl ve fünûn-ı Fârsiyye’yi Şeyh Abdu’r-resûl Efendiden tekmîl etdikden sonra bi’l-imtihân Şâm Mekteb-i İ’dâdiyye-i Askeriyyesi silkine dâhil olmuşdur. Şâm Mekteb-i İ’dâdiyyesi’nde ve mu’ahharen Dersa’âdet’de Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye’de ikmâl-i tahsîl ve erkân-ı harb sınfına nakl ile hasbe’l-isti’dâd sınf-ı mezkûrda birincilik şerefini hâ’iz olduğu hâlde yüzbaşılık ile ihrâc olunmuşdur. Sekiz ay kadar hâssa ordu-yı hümâyûnu dördüncü taburunda nizâmî vech ile îfâ-yı me’mûriyyet etmiş ve süvârîlik hıdmetini edâ içün beşinci ordu-yı hümâyûn süvârî üçüncü alayına nakl olunmuşdur. O esnâda Dragon alayının teftîşine me’mûr olduğu hâlde mekteb içün Belçika’dan celb olunan mu’allimlerin tertîb etdikleri kitâbların terceme vü tedrîsi me’mûriyyetiyle Mekteb-i Harbiyye-i Şâhâne mu’allimliğine me’mûr olmuşdur. Me’mûriyyet-i mezkûreye ta’yîninin üçüncü ya’nî senesi kolağalık rütbesini ihrâz eylemişdir. Mûmâ ileyh Mekteb-i Harbiyye’de tahsîl-i fünûn eden zâbıtân-ı askeriyyenin zekâ vü dirâyet ve kudret ü fazîletçe güzîde ve erbâb-ı ma’ârifin merdümek-i dîdelerinden olup âsâr-ı fenniyyesinden ikmâl-i tercemesine muvaffak olduğu İlm-i Hey’et-i Riyâziyye’den dolayı nâ’il-i mükâfât olmuşdur. İlm-i ahvâl-i semâ ve fenn-i remye dâ’ir iki eser-i nâfi’anın tercemesiyle meşgûl olduğu tahkîk kılındı. Âsâr-ı edebiyyesinden Iskât-ı Cenîn isminde ibret-âmîz bir fâci’a-nâmesi ve Bir Günlük İkbâl nâmında operası matbû’dur. Bundan başka Jirofla Jirofla ve Madam Larşidof ismindeki operaları terceme etmişdir. Âti’t-terceme erkân-ı harb kolağalarından ve Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye mu’allimlerinden Rif’at Efendi ile Temâşâ nâmıyla müştereken bir tiyatro külliyâtı tertîb etmekdedirler ki bu mecmû’anın şimdiye kadar millî ve terceme olarak altı cüz’ini tab’ ü neşr etmişlerdir. Mûmâ ileyh inşâd-ı şi’rde gâyet serî’ü’t-tab’ olduğundan âtîde tercemesi muharrer Kırım hânlarından ve ashâb-ı rezm ü vegâdan Gazâyî’nin gazelini bi’l-bedâhe tahmîs etmişdir: | Mehmed Tevfik Koklarız bâd-ı gazâ sûsen ü şeb-bû yerine Seyfi tercîh ederiz zînet-i bâzû yerine Dâ’imâ kan içeriz bâde-i mînû yerine Râyete meyl ederiz kâmet-i dil-cû yerine Tuga dil baglamışız kâkül-i hoş-bû yerine Gerçi sa’y etdi dili bende o şûh-ı ra’nâ Lîk kâr eylemedi eyledigi istignâ Biz ki sâbit-kademiz merdligimizde hâlâ Heves-i tîr ü kemân çıkmadı dilden aslâ Nâvek-i gamze-i dil-dûz ile ebrû yerine Bezm-i dilber ne kadar olsa dahi dâfi’-i gam Neş’e-bahş eylemede ceng ile olmaz tev’em Pek hatâ neş’e-i sahbâ ile olmak sersem Süreriz tîgimizin zevk ü safâsın her dem Sîm-tenlerle olan lezzet-i pehlû yerine Ko çalışsın o sanem gönlümüzü etmege bend Ederek zülf-i girih-gîrini çapraz peyvend Bu teşebbüsde o âfet olamaz fâ’idemend Gerden-i tevsen-i zîbâda kutâs-ı dil-bend Bagladı gönlümüzü zülf ile gîsû yerine Dilberânın biri iskât edemez güftârı Bozamaz işve-i cân-sûzları efkârı Merdlerin harb ü cihâd etmedir ancak kârı Süreriz esb-i hünermend-i sabâ-reftârı Bir perî-şekl sanem bir gözü âhû yerine Fikr-i ümmîd-i gazâ gönlümüze yer edeli Nefse duş oldu kesel cümlemizi etdi deli Hâsılı sa’y ederiz etmege der-dest emeli Seferin cevri çok ümmîd-i vefâ ile velî Olduk âşüftesi bir şûh-ı cefâ-cû -cû: cevr Levha-i dilde olan nakş-ı sevâdı sildik Varımız terk ederek bâb-ı gazâya girdik Cân-ı şîrînimizi dîn yoluna hasr etdik Gönlümüz şâhid-i zîbâ-yı cihâda verdik Dilber-i mâh-ruh ü yâr-ı perî-rû yerine Bedriyâ dîn yoluna sıdk ile cân bahş edene Âb-ı Kevser’den olur gerçi atâ-yı hasene Lezzet-i hûn-ı adû lîk elezdir bilene Olmuşuz cân ile bi’llâh Gazâyî teşne İçeriz düşmen-i dînin kanını su yerine Mûmâ ileyhin bir gazeli dahi nümûne-i âsâr-ı tab’ı olmak üzere tahrîr kılındı: Buyur serv-i revânım sâye-endâz ol çemen üzre Salın feyz-i güşâyiş sal dil-i ehl-i mihen üzre Münevver tal’atından anberîn-bû gîsuvânınla Seni tercîh eder dil Yûsuf-ı zerrîn-resen üzre Bahâr-ı ni’met-i hüsnündür üstâd-ı ezel döksün O kara hâller kim vardır ol çâh-ı zekan üzre Hemîşe muttasıldır cism-i billûruna ey fettân Sezâ reşk-âver olsa âşıkân ol pîrehen üzre Yine hakkıyla tavsîf edemezsin hüsn-i ruhsârı Sakın lâf açma Bedrî medhini şîrîn dehen üzre Mûmâ ileyh şi’rde Bedrî tahallus eder. Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrer olduğu üzere ricâl-i Devlet-i Aliyye’den Recâyî-zâde Süleymân Hâdî Efendinin mahdûmudur. Bir müddet mektûbî-i sadr-ı âlîye devâm eylemiş ise de sonradan terk-i | Mehmed Tevfik me’mûriyyet ve târîhinde Hicâz’a azîmet ve ba’de’l-avdet senesi aşr-ı Muharremi’nde dâhil-i halka-i şühedâ-yı âlî-rütbet olmuşdur. Tezkire-i mezkûrda muharrer gazelinden başka âsâr-ı tab’ına dest-res olunamadığından matla’ ü makta’ beytleri tahrîr kılındı: Matla’-ı gazel Andelîb-i dil-i şeydâ ki hevâdârındır Ârzûmend-i gül-i ârız-ı bî-hârındır Sakın aldırma elinden gamı zinhâr Hasan Nice demdir ki senin yâr-i vefâdârındır Fâzıl-ı müşârün ileyh meşâhîrden el-Mevlâ Hüseyn-i Kefevîdir. Hâk-i müşkîn-i Tâtâr’dan Kefe nâm şehr-i pür-iştihârda mânend-i nâfe-i âhû üftâde-i sahrâ-yı vücûd olmuşdur. İçegör lâle-sıfat câm-ı şarâbın Kefe’nün Andan öndin ki çemenler bitüre hâk-i tenün Satuban pîreheni sâgara sarf eyle yüri Ölicek il dahi mi sarmaya dirsin kefenün mazmûnu üzere idâre-i kü’ûs-ı fazl ü beyân ve icâle-i kemiyyet-i tahkîk ü îkân etmekle cevher-i zâtı bâzâr-ı i’tibârda dâ’ir ve keffe-i iştihârda hem-seng-i cevâhir ve fazl-ı kemâlâtı misl-i sâ’ir olmuşdur. Medîne-i Münevvere kâdîsi Dâvûd-zâde Efendiden mülâzım ve tarîk-ı tedrîse âzim olup târîhinde İstanbul’da Fâtıma Sultân Medresesi kırka tenzîl ve sâhib-i tercemeye ihsân olunur. Dokuz yüz doksan üçde Şâh-ı Hûbân Medresesi’ne vâsıl Ramazânı’nda Sahn-ı Semâniyye’ye nâ’il olur. ’de Sultân Selîm-i Kadîm Medresesi’yle tekrîm ve ’de Süleymâniyye’den birine takdîm olundu. ’de Kuds-i Şerîf kazâsıyla teşrîf ’de Mekke-i Müşerrefe kazâsına nakl olundular. O esnâda ifnâ-yı vücûd-ı fânî ve itmâm-ı eyyâm-ı zindegânî etmişdir. Mevlânâ-yı merhûm, nahl-bend-i fezâ’il ü ma’ârif ve lü’lü’-nisâr-ı letâ’if ü zarâ’if, bezle-gû, handân-rû, letâ’ifi zebân-zed-i zurefâ ve manzûm ü mensûr âsârı hâtır-nişân-ı şu’arâ vü urefâdır. Şürûh-ı Buhârî ve Müslim’e ta’lîkâtı ve Şeyh Sa’dî merhûmun Gülistân’ına Türkî şerhi ve Sürûrî ve Şem’î’ye hoş-tab’âne dahli âsâr-ı celîlesindendir. Dîvân-ı Hâfız’dan tefe’ül-i hâl ve gayriden istihrâc-ı me’âle sarf-ı zihn edenlerin garâ’ib-i vâkı’ât ve acâ’ib-i hikâyâtın tahrîr edip Fâl-nâme tesmiye eylemişdir. Niksârî-zâde merhûmla ta’n ü tanzı şâmil risâleleri meşhûrdur. Mûsikîde tasnîfe kâdir üstâd-ı mâhir imişler. Âtîde muharrer nazm-ı âbdâr nuhbe-i güftârıdır: Şerhalarla ideyüm cismi ser-â-pâ mecrûh Arz-ı hâl eyleyeyüm yâre mufassal meşrûh Mezâk ehli lebün yâd itse tûtî kandı vasf eyler Acebdür hâl-i âlem bilmeyen söyler bilen söyler Dimiş dilber bana cân viren olur vasluma mahrem İşiden gerçek anlar anı nice ölmesün âdem Olamadun semend-i vasla süvâr Kaldun ayakda ey gönül yüri var Edirne’de helvâcı ve gâyet güzel bir mahbûb imiş. Merhûm Âşık Çelebi bu şi’ri tezkiresinde ana isnâd etmişdir: | Mehmed Tevfik Girdüm muhît-i ışkına ben sandum anı sıg Başumdan aşdı mevc-i belâ nâ-gehân dirîg Hasan Çelebi sâhib-i tercemenin şi’rden behresi olmayıp kendisine isnâd olunan gazellerin her biri bir şâ’irin dîvânında mestûr olduğunu tezkiresinde yazıyor. HASAN HÜSNÎ Tezkire-i Fatîn’de muharrer olduğu üzere sâhib-i terceme İstanbul’da tevellüd ve serây-ı hümâyûnda kesb-i tahsîl ü telemmüz ile dîvân kalemine çerâğ buyurulup âti’t-terceme müteveffâ Dâniş Beğ ile ülfetleri uhuvvet derecesine vardığından mîr-i mûmâ ileyhin vukû’-ı vefâtı üzerine mûmâ ileyh dahi Sivas’da me’mûriyyetde olduğu hâlde mat’ûnen irtihâl eylemişdir. Nazm-ı âtîyi meşâhîr-i hânendegândan Suyolcu-zâde hakkında inşâd etmişdir: Ne zemân eylese taksîm Suyolcı-zâde Sû-be-sû su akıdur lûle misâli çeşmüm Meşâhîr-i şu’arâdan Râgıb Paşa nedîmi Haşmet Efendidir. Müşârün ileyh sudûrdan Abbâs Efendinin mahdûmu olup tarîk-ı tedrîse duhûl ile devr-i medâris-i mu’tâde etmekde iken bin yüz yetmiş beş sene-si hilâlinde zebân-dırâzlık töhmetiyle ve Kerkûkî Nevres Efendiyle Burusa’ya nefy olunup birçok vaktler ikâmetden sonra menfâsı Rodos’a tahvîl olunduğundan oraya götürülmüş ve senesi târik-i teng-nây-ı fenâ olmuşdur. Müşârün ileyh âlim, edîb, hoş-gûy bir zât olup hele letâ’ifi elsine-ârâ-yı üdebâdır. Terceme-i hâli harf-i fâda ve râda zikr olunacak vüzerâdan Râgıb Paşa ile şâ’ir Fıtnat’ın ve sâhib-i tercemenin birçok letâ’ifi meşhûrdur. Sâhib-i tercemenin Râgıb Paşa ile olan letâ’ifindendir: Rivâyet ederler ki Haşmet merhûm niyâbetle her nereye gitse ba’de’l-infisâl arkası sıra İstanbul’a pek çok şikâyetçi gelirmiş. Râgıb Paşa sâhib-i tercemeyi Ayntâb kâdîsi eder ve mansıbına giderken buradan dahi şikâyetçi getirmemesini kat’iyyen tenbîh eyler. Sâhib-i terceme bu me’mûriyyetinin hitâmıyla İstanbul’a gelir. Avdetinin sekiz onuncu günü sabâhleyin Râgıb Paşa, konağında yatarken selâmlıkda bir gürültü hissiyle haremden dışarı fırlar. Selâmlık havâlisinde Haşmet’den şikâyetçi birçok Arab görür. Derhâl Haşmet’i çağırıp “Ben sana şikâyetçi getirme diye te’kîd etmedim mi?” itâbı üzerine Haşmet irticâlen “Efendim bunlar Ayntâblı değildir. Lutf ediniz de Ayntâb’dan bir âdem kaç guruşa gelebilir hisâb ediniz.” demesiyle Râgıb Paşa lâ-ekall “Yüz guruşa gelir.” deyince Haşmet “Ben Ayntâb’da yüz paraya mâlik âdem bırakmadım ki İstanbul’a gelsin.” demişdir. Râgıb Paşa sadâretinde şu’arâya ziyâdece iltifât etmekle ulemâ beyninde hâsıl olan kîl ü kâl üzerine şi’rin kadrini bildirmek içün birçok edille-i târîhiyye derc ederek bir risâle kaleme almış ve nâmını Senedü’ş-şu’arâ tesmiye etmişdir. Mezkûr risâleyi Asr nâm gazeteyi neşr etdiğim zemân tefrika olarak derc etmiş ve sonra kitâb olarak ayrıca tab’ eylemiş idim. Sâhib-i tercemenin dîvânı meşhûrdur. Hele asrında hamrın yasağı Humlar şikeste câm tehî yok vücûd-ı mey Etdin esîr-i kahve bizi hey zemâne hey tercî’i ve âtîdeki gazeli dîvânında görülmüşdür: Ruhsat bulunur dâmen-i cânân ele girmez Cânân bulunur gûşe-i imkân ele girmez Ruhsârını âzürde-i dest-i taleb etme Efsürde olur ol gül-i handân ele girmez Her dânesin ârâyiş-i târ-ı nazar eyler Eşkim gibi bir sübha-i mercân ele girmez | Mehmed Tevfik Arz etme abes çâk-i girîbân-ı niyâzı Feryâd ile ser-rişte-i ihsân ele girmez Koynundan ayırma bil anın kadrini ey şûh Haşmet gibi bir nüsha-i irfân ele girmez Gelibolu tarafından ve sûfiyyûn tâ’ifesindendir. Yavuz Sultân Selîm asrında târik-i fenâ ve âzim-i tekyegâh-ı bekâ olmuşdur. Hayâtında ihtiyâr-ı fakr ü fenâ eylemiş müteveccih ü mütevekkil ve kahr-ı dehre sâbir ü mütehammil bir pîr-i rûşen-zamîr imiş. Eş’âr-ı âtî güftâr-ı fenâ-şi’ârındandır: Biz kim bu cihân gülşenini hâra degişdük Varını yoga yârini agyâra degişdük Bu şi’r-i şeker-bâra igen düşme Biz defterümüz Mahzen-i Esrâr’a degişdük Bu cihân dâr-ı fenâdur bu fenâ dârına yuf Bu fenâ dârı nedür belki bekâ dârına yuf Bize ol zât gerek gayri vücûdı n’idelüm Sûfî ger gayri dilerse çürük efkârına yuf -bâra: -pâre Edirnelidir. Asrında Sarı Memi demekle şöhret-şi’âr olmuşdur. Hâfız-ı Kur’ân olmağla eş’ârında Hıfzî tahallusı ihtiyâr etmişdir. Tarîk-ı ilme âzim ü mülâzım olup Âhî’den sonra Karaferye’ye müderris olmuş ve orada vefât etmişdir. Âşık Çelebi merhûm tezkiresinde beyt-i âtîyi sâhib-i tercemenin olmak üzere tahrîr eylemişdir: Sînende tügme-i zer ey dilber-i semen-ber Ay ışıgına karşu tan yıldızına benzer İstanbulludur. Kuloğullarından olup hâfız-ı kelâm-ı mu’ciz-nizâm-ı cenâb-ı melikü’l-allâm ve müderris-i âm imişler. Bu matla’ anındır: Âlemün mertebesi gör ne kadar berterdür Başdan bezm-i safâ bir ayag altı yirdür Müfessirînden Rûhü’l-beyân sâhibi İsmâ’îl Hakkî Efendi Hazretleridir. Aydos nâm kasabada senesi tevellüd eylemişdir. Evân-ı tufûliyyetinde Edirne’ye gelip tarîkat-i aliyye-i Halvetiyye meşâyihinden Abdü’l-bâki Efendinin bir müddet zîr-i terbiyetinde bulundukdan sonra Der-i Aliyye’ye muvâsalat ve tarîk-ı mezkûr meşâyihinden Şeyh Osmân Efendi hıdmetine muvâzabetle bi’l-âhıre Burusa’ya nakl ü rıhlet ve orada mesned-güzîn-i meşîhat olmuşdur. târîhinde Şâm’a gidip üç sene ikâmetle tekrâr Dersa’âdet’e avdet ve biraz müddet Üsküdar’da gûşe-gîr-i inzivâ vü uzletle andan | Mehmed Tevfik Burusa’ya azîmet ve makâm-ı kadîmine bast-ı bisât-ı kerâmet eylemişlerdir ve bin yüz otuz beş târîhinde mahrûsa-i mezkûrede vâki’ Tuz Bâzârı’nda Câmi’-i Muhammediyye isminde mücedded bir câmi’-i şerîf binâsına muvaffak olmuşlardur. Câmi’ ve zâviye-i şerîf-i mezkûrda meşgûl-i irşâd oldukları hâlde senesi târik-i zâviye-i fenâ ve âzim-i kurbgâh-ı Cenâb-ı Mevlâ ve zâviye-i mezkûrda defn-i hâk olarak muntazır-ı rahmet-i Hazret-i Hak te’âlâ olmuşlardır. Fatîn merhûm tezkiresinde dahi muharrer olduğu üzere müşârün ileyh hazretlerinin âsâr-ı ilmiyye-i adîdesi zîver-i eyâdî-i kabûl ve kendileri fâtiha-i şeref-nâme-i fuhûldür. Eşher-i âsârı Rûhü’l-beyân ismindeki tefsîr-i şerîfiyle Şerh-i Hadîs- i Erba’în, Şerh-i Âdâb, Şerh-i Muhammediyye, Şerh-i Mesnevî-i Şerîf, Şerhü’l-kübrâ, Şerh-i Pend-nâme-i Şeyh Attâr, Şerh-i Tefsîr-i Fâtiha-i Şerîfe, Kitâb-ı Kebîr, Kitâbü’n-netîce, Kitâbü’l-hitâb, Kitâbü’n-necât, Kitâbü’l-hak, Tasrîh ve’l-Keşfü’t-tashîh, Hâşiye-i Tuhfetü’l-fikr, Tuhfe-i Hâsekiyye, Tuhfe-i İsmâ’îliyye, Fıkhü’l-hâl, Vâridât-ı Kübrâ, Temâmü’l-feyz, Kitâbü’z-zikr ve’ş-Şeref, Vesîletü’l-merâm mecelleleridir. Müretteb dîvân-ı belâgat-unvânları dahi vardır. Âsârından bir gazel tahrîr kılındı: Gazel Nûr-ı zâta irmege mahv-ı sıfât itmek gerek Mâsivâya cümle terk-i iltifât itmek gerek Cümle ef’âl ü sıfâtı sâlikün bulsa fenâ Zât-ı Hak’da âkıbet ifnâ-yı zât itmek gerek Bunda fetvânun esâsı münhedimdür ey gönül Bunda takvâdan libâsı kat kat itmek gerek Görmege Hakk’un cemâlin âlem-i sır içre sen Göz yumup bu cism ü cânundan vefât itmek gerek Hakkıyâ câna gerekse hikmet-i Hak’dan gıdâ Dâ’imâ perhîz ü terk-i tayyibât itmek gerek Müşârün ileyh meşâhîrden Erzurûmî İbrâhîm Hakkî Efendidir. Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrer olduğu üzere mevlidi Erzurûm’da Hasan Kal’ası’dır. târîhinde tevellüd etmiş ve “hâdim-i aşk” terkîbi vilâdetine târîh düşmüşdür. Ba’de’t-tahsîl Diyârbekr eyâletine tâbi’ Si’ird nâm kazâda vâki’ Tillo ismindeki karyeye azîmet ile tarîkat-i aliyye-i Kâdiriyye meşâyihinden İsmâ’îl-i Tillovî Hazretlerinden lâbis-i tâc-ı hilâfet olmuş iken senesi hânkâh-ı bekâya rıhlet eylemişdir. Karye-i mezbûrda post-nişîn-i irşâd olduğu zâviye hazîresinde medfûndur. Ma’rifet-nâme isminde bir aded kitâbı zîver-i eyâdî-i iştihâr ve bir kıt’a matbû’ dîvânı vardır. Dostum zerreler âyîne-i dîdârındır Nefsini bilmiş o ârif ki haberdârındır Kalbimin derdine kimden taleb etsem dermân Ki etibbâ-yı cihân cümlesi bîmârındır Mahv olur nûr-ı mahabbetle enâniyyetler Söyle Mansûr’a ki bu aşk neden kârındır Dil ü dildârın arasında bu cân hâ’il imiş Aşka cân ver ki diyâr-ı dil o dildârındır Cân ü cânân ü dil ü dilber ü dîn ey Hakkî Aşkdır aşk ki o menba’-i güftârındır Meşâhîr-i şu’arâ-yı asrdan İsmâ’îl Paşa-zâde İbrâhîm Hakkî Beğ’ dir. Ricâl-i saltanat-ı seniyyeden bin iki yüz otuz altı târîhinde humbaracıbaşı bulunarak müsevveri muhâfazası şartıyla Bolu ve Kastamonu ve Vîrânşehr sancakları bâ-rütbe-i vezâret uhdelerine | Mehmed Tevfik tevcîh buyurulan ve beyne’l-enâm Boğaz nâzırı denmekle meşhûr olan İsmâ’îl Paşanın mahdûmu olup târîhinde ser-zede-i mevkı’-i şühûd olmuşdur. Bir buçuk yaşında iken pederi müşârün ileyhin Gelibolu’da ikâmete me’mûriyyetleri cilveger-i minassa-i takdîr olarak mahall-i mezkûrda on dört sene pederiyle ikâmet ve ba’dehu pederi menzûl olmasıyla mazhar-ı afv ve âtıfet-i seniyye olarak İstanbul’a avdet eylemiş olduğundan sâhib-i terceme ol vakt Bâb-ı Defterî denilen dâ’irede haremeyn muhâsebesi kalemine bir haylî müddet müdâvemet ve sonra evkâf-ı hümâyûn mektûbî kalemine tahvîl-i me’mûriyyet etmiş ve oda-i mezkûrda yetmiş târîhine kadar îfâ-yı hıdmet edebilip o târîhde illet-i hâ’ile-i sevdâya mübtelâ olarak seksen iki târîhine kadar illet-zede ve bî-dimâğ hâlinde bulunmuş ise de bi-lutfihi te’âlâ hâl-i sahva rücû’ etmişdir. Mîr-i mûmâ ileyh kemâl-i âfiyetle ber-hayât olup, fakat me’mûriyyet gâ’ile vü külfetinden âzâde bir hâlde zâtına mahsûs inâyet ve ihsân-ı cenâb-ı cihândârî olan bin guruş ma’âşla Üsküdar’da vâki’ hânesinde du’â-yı devâm-ı ömr-i pâdişâhîye muvâzabetle meşgûldür. Mûmâ ileyh Nef’î-i zemân vasfına şâyân bir şâir-i sâhib-dîvândır. Nef’î’ye nazîre-gûne inşâd eylediği kasîdeler ulüvv-i tab’ına burhândır. Nümûne-i âsâr-ı tab’ı olmak üzere dest-res olduğum kasâ’idinden bir tanesi tahrîr kılındı. Dîvânı mükemmel ve musavver olarak bu def’a tab’ olundu. Kasîde-i Garrâ Der-Na’t-ı Seyyidü’l-enbiyâ Salla’llâhu Te’âlâ Aleyhi ve Sellem Merhabâ ey hıtta-i vahyin şeh-i dâd-âveri Ey bihîn mesned-tırâz-ı dûde-i peygamberî Merhabâ ey şâhid-i ismet-serây-ı mâ- Kim cemâlin kurb-ı ev verdi zîveri Merhabâ ey nûr-ı Rabbânî ki dest-i fıtratın Asdı tâk-ı kubbe-i çarha çerâg-ı hâveri Sensin ol iksîr-i a’zam kim hakîm-i lâ-yezâl Cevherinden verdi mâhiyyâta feyz-i cevheri Tarih metinde yanlışlıkla olarak verilmiştir. “Azmadı.” “Daha da yakın oldu.” Sensin ol ser-çeşme-i rahmet ki feyz-i vuslatın Âdem ü Havvâ’ya terk etdirdi havz-ı Kevser’i Müntehâ-yı sırr-ı sun’-ı Kibriyâ’sın kim kazâ Derk-i künh-i fıtrat-ı zâtında oldı serserî Pâdişâh-ı ıstıfâ-taht ü mu’allâ-câhsın Kim harîm-i lî ma’-Allâhî’ giydin efseri Oldun ol gülzârda gül-çîn-i rü’yet kim anın Hîre etdi dîde-i Mûsâ’yı nûr-ı manzarı Olmasaydı nokta-i ilm-i şerîfin tâ ezel Mebde’-i ilme’l-yakîn ü menşe’-i dânişverî Müntic olmazlar idi eşkâl-i fenn-i mantıkî Cevher-i küll etse tertîbinde sûret-güsterî Etmeseydi akd-peyvend-i vücûda vâsıta Zâtını a’yân-ı eşyânın müfîz ü masdarı Hacle-i imkânda görmez idi çeşm-i akl-ı küll İzdivâc-i nüh-pederle çâr-rükn-i mâderi Böyle yazmışdır ezel levhinde elkâbın senin Dest-i münşî-i kazânın hâme-i çâbükteri Hâce-i kudsî-sebak vahy-âver-i Rabbü’l- Şâri’-i yek-tâ-nesak dâd-âver-i ins ü perî Hâtem-i peygamberân muhtâr-ı Rabb-ı müste’ân Nûr-ı çeşm-i kün medlûl-i lafz-ı serverî Ahmed-i mürsel habîb-i Kibriyâ kim zâtıdır Enbiyâ-yı sâhibü’l-azmin medâr-ı mefharı “Benim Rabb’im ile bir vaktim olur...” “Sabahın Rabb’i.” “Ol, hemen oldu.” | Mehmed Tevfik Pâdişâh-ı pür-şükûh-ı ve’d- kim zâtının Oldu ervâh-ı mücerred bende-i fermânberi Şehriyâr-ı mülk-i İsrâ kim der-i eyvânının Olamaz gülmîhi çarhın âfitâb-ı enveri Zîver-i eyvân-ı hatmü’l-enbiyâyî kim eder Çeşm-i Rûhu’llâh’ı rûşen sûde-i hâk-i deri Şâh-ı levlâk-efser-i ferhunde-mevkib kim Rûh-ı kudsî oldu pîş-âheng-i saff-ı leşkeri Tahtgâh-ı gayb-ı kudsî-âsitândır mesnedi Mâverâ-yı hadd-i deşt-i lâ-mekândır kişveri Feyz-i zâtından mu’allel kârgâh-ı unsurî Fer’-i hükmünden müselsel devr-i çarh-ı çenberî Sûret-i fermânının me’mûru aklâm-ı ukûl Cezbe-i ihsânının mecbûru mihr ü müşterî Olsa kemter reşha-i ebr-i bahâr-ı lutfu ger Çâr-bâg-ı unsurînin mâye-i zîb ü feri Gösterirdi rûzgâra bâgbân-ı nâmiye Reşk-i nahl-i Tûr-ı Sînâ şâhsâr-ı ar’arı Dest-i kahrı verse ger eczâ-yı çarha tefrika Bir dem içre mahv olup aktâr ü kutb ü mihveri Sâbit ü seyyâr edüp tahte’s-serâyı câygâh Mihr ü mâh eylerdi sath-ı hâkde cevlângerî Vasf-ı hüsn-i şâhid-i hulkuyla bir sâhib-sühan Nazm-ı pâkin eylese ârâyiş-i ser-defteri Kûçe-i mısra’da ser-gerdân olurlardı bütün Pâre pâre eyleyip ebkâr-ı ma’nî mi’ceri “Kuşluk vaktine andolsun.” “Sen olmasaydın.” Ger mürîd-i hânkâh-ı ismeti olsa olur Tîre-kalb-i ma’siyet nûr-ı sevâbın mazharı İstese imkânını hükmü muhâlâtın ider Cevher-i hurşîde ma’den zerre-i hâkisteri Feyz-i i’câzı sirâyet etmiş olsa âleme Lûle-i Âb-ı hayât eyler dehân-ı ahkeri Etse tâb-ı saykal-ı nûr-ı zamîr-i pâki ger Mazhar-ı feyzi bu sath-ı arsa-i pehnâveri Aks edip rûy-ı zemîne sûret-i levh-i kader Rûzgâra fâş olur eşkâl-i râz-ı muzmeri Mahv eder bir darbe-i muştuyla bir demde kazâ Hasm-ı dîn ü şer’inin fûlâddan olsa seri Anlasa mâhiyyet-i kadr-i gubâr-ı ravzasın Mahv ederdi rûzgâr envâ’-ı müşk ü anberi Nüsha-i irfânına ol dem ki dânâ-yı kazâ Kıldı hasr-ı nazra-i tahkîk dâniş-perveri Noktasından künh-i envâ’-ı ulûmu fehm edip Gördü harfinde nihân esrâr-ı levh-i ekberi Pâdişâh-ı ıstıfâ-tahtâ mu’allâ-mesnedâ Ey dü kevnin şehriyâr-ı âdil ü dâd-âveri Na’t-ı zâtında zebânım yine deng ü lâl olur Tab’ımın feyz-i dem-i kudsî olursa yâveri Katre-i bahr-i kemâlin edemem şerh ü beyân Mevce-i i’câza gark etsem sutûr-ı mıstarı Yaraşır dersem be-kavl-i Nef’î-i mu’ciz-beyân Eylemiş Hak vasfını kayd-ı tasavvurdan berî | Mehmed Tevfik Şükrüm oldur ki edip endîşe-i evsâfını Tab’ım etdim lücce-i pür-gevher-i dânişverî İrtikâb-ı lâf-ı güstâhî eder isem n’ola Gönlümü şevk-ı hayâl-i na’tın etdi serserî Na’t-ı pâkin verdi bir şevk-ı diger endîşeme Kim anı âciz kalır takdîrden akl-ı cerî Ruhsatınla sevk edersem vâdî-i fahra n’ola Esb-i tab’ım gibi bir rahş-ı harûn ü lâgarı Ben o Hâkânî-i devrânım serîr-i ma’rifet Buldu yek-tâ husrev-i tab’ımla zîb ü zîveri Hâmem ol sûretger-i tasvîr-i ma’nîdir k’eder Deyr-i pür-nakş-ı beyân-ı sihre tarh-ı Âzerî Tab’ım ol meyhâne-i esrâr-ı kudsîdir k’eder Mest-i medhûş-ı ebed Cibrîl’i reşh-i sâgarı Her sözüm bir cevher-i vâlâ-yı ulvîdir k’anın Olsa lâyık akl-ı kül bin cân ile sevdâgeri Hâver-i imkânda olmaz idi bir dem cilve-sâz Pertev-i mihr-i zuhûrum bilse rûh-ı Enverî Zihn-i vekkâdım çerâg-ı dûdmân-efrûz-ı kuds Tab’-ı pâkim mihr-i evc-ârâ-yı çarh-ı şâ’irî Cünbiş-i bâli eder şehbâz-ı evc-i nazmımın Lâne-i gerdûndan âvâre nesr-i tâ’iri Zerre gerd-i rahş-ı tab’ım bulsa eylerdi ıyân Sûret-i i’câzda nîreng-i sihri Sâmirî Tâlibi olurdu nakd-i mihr ü encümle kazâ Dürr-i nazmım olsa ger zîb-i külâh-ı Kayserî N’eyleyem bu lutf-ı tab’ ü hüsn-i isti’dâd ile Edemem bir vech ile mülzem hasûd-ı kaşmeri Sen dururken yaraşır mı böyle tab’-ı pâk ile İrtikâb edem felekde nazm-ı vasf-ı efseri Etme muhtâc-ı edânî yâ Resûla’llah beni Bâb-ı gayra dökdürüp âb-ı ruh ü eşk-i teri Hâk-i pây-ı sahb-ı itbâ’-ı kirâm-ı pâkinem Cân-fedâ-yı hânedânem Hayderî’yem Hayderî Ol zemân kim ola lafz-ı ümmetî vâ Şâmil-i ahvâl-i rencûrâna rûz-ı mahşerî Eyleme rüsvây-ı mahşer bu za’îf ü kemterin Olmayam lutfunla vakf-ı teng-nây-ı ebterî Gayri ey hâme yeter ıtnâb ü iksâr-ı sühan Sâkit ol kim zâhir olmuşdur salâtın demleri Tâ ki Hallâk-ı avâlim kudretin izhâr edip Ber-karâr ede felekde mihr ü mâh ü ahteri Sad salât ile selâm olsun revân-ı pâkine Hem dahi elbette k’anlardır dü kevnin serveri Müşârün ileyh şeyhü’l-harem-i hazret-i nebevî esbak şeyhü’l-vüzerâ İşkodralı Şerîfî Mustafâ Paşa merhûmun mahdûmu sa’âdetli Hasan Hakkî Beğ Efendi Hazretleridir. Evân-ı tufûliyyetinde der-bâr-ı şevket-karâr-ı mülûkâneye bi’l-muvâsala iktisâb-ı ulûm ü ma’ârif ve istikmâl-i fenn-i kitâbet eyledikden sonra sabâvetinde hâ’iz olduğu mîr-i mîrânlık rütbesini bi’l-iltimâs rütbe-i sâniyyeye tahvîl etdirerek hâriciyye tahrîrât odası hulefâsı sınfına iltihâk eylemiş ve müddet-i medîde Bâb-ı Âlî’ye “Ümmetim ümmetim!” | Mehmed Tevfik devâm ile kat’-ı merâtib edip rütbe-i ûlâ sınf-ı evveliyle be-kâm olmuş ve mu’ahharen dışarılarda istihdâm olunarak Bosna vilâyeti dâhilinde Hersek sancağı mutasarrıfı iken şu günlerde infisâli vukû’ bulduğundan İstanbul’a gelmişdir. Müşarün ileyh hazretlerinin dîvânçe olacak mikdâr eş’ârı vardır. Dest-res olunan bir gazel tahrîr kılındı: Demlenir her dem hevâ-yı aşk ile dîvâne ney N’eyle seyr et arz eder sûz-ı dilin cânâna ney Bülbül-i nâlişgeri hâmûş eder gülzârda Başlayınca nagme-i dil-sûz ile efgâna ney Dem urur her dem makâm-ı âlem-i lâhûtdan Râz-ı aşkın perdesin keşf eylemez nâ-dâna ney Sînesi sûzân dili pür-dâg muhrik nâlesi Gûyiyâ aşkıyla yandı âteş-i hicrâna ney Nâvek-i dil-dûz-ı çeşm-i ney-zen-i mahbûbdan Şerhalar çekmiş ser-â-pâ sîne-i sûzâna ney Başka bir hâlet verir ser-mest-i bezm-i vahdete Neş’e-bahşâ-yı safâdır meclis-i rindâna ney Bende-i Monlâ-yı Rûm’am çok mudur Hakkî eger Her nefes dem-sâz olursa bu dil-i nâlâna ney Mîr-i mîrândan sa’adetli İshâk Hakkî Paşadır. Terceme-i hâli Tezkire-i Fatîn Efendide muharrer olduğu üzere Kâmûs mütercimi vak’a-nüvîs Âsım Efendinin birâderi Ayntâb nakîbü’l-eşrâfı kâ’im-makâmı Emîn Efendinin mahdûmudur. senesi tevellüd ve gençliğinde medîne-i mezkûr ulemâsından Kûçek Hâfız Efendi merhûmdan tederrüs ile tahsîl-i kemâl ederek târîhinde Konya vâlîsi Hâfız Paşanın hazînedârı olduğu hâlde dergâh-ı âlî kapıcıbaşılığı rütbesini ve senesi ıstabl-ı âmire müdîrliği pâyesini hâ’iz olmuş ve sene-i mezbûrede uhdesine mîr-i mîrânlık rütbesi ihsân buyurulmuşdur. O esnâda Arabistân ordu-yı hümâyûnu müşîri ta’yîn buyurulan sadr-ı esbak Kıbrıslı Mehmed Paşa merhûmun kethudâlığı me’mûriyyetiyle Şâm’a azîmet ve senesi evâhırında Şâm vâlîsi bulunan devletli Hâcî İzzet Paşanın Cidde-i Mu’azzama eyâletine naklinde dört buçuk mâh kadar îfâ-yı vekâlet etmişdir. Fatîn Efendi Tezkiresi’nde sâhib-i tercemenin kâ’im-makâmlıkla mu’ahharen bu senede İzvornik sancağına me’mûr olduğu yazılı ise de bundan ilerisi beyân olunmamışdır. Dîvân olacak mikdâr âsârı ve Fatîn merhûm tezkiresinde muharrer sadr-ı esbak Reşîd Paşanın terceme-i hâli müşârün ileyhin âsâr-ı kalemiyyesinden olduğundan fenn-i inşâda iktidârı ma’lûm ü müsellemdir. İşbu gazeli âsârındandır: Bâg-ı hüsünde serv-i revân söylerim sana Gülzâr-ı nâza tâze fidan söylerim sana İkbâl-i dehr kesret-i derd ü mihenledir Nefsimde tecrübemle inan söylerim sana Vaslın zemânı fasl-ı bahâr ile bir degil Zevk-ı visâli ıyş-ı cinân söylerim sana Bu gece ben ne çekdim elinden rakîbin âh Zahm-ı derûn ü cânı nihân söylerim sana Zîver Efendi Hazretinin nazm-ı Hakkî misâl-i rûh-ı revân söylerim sana Tarîkat-i aliyye-i Mısriyye meşâyihinden Burusevî müteveffâ Şeyh hazretinin: hazerâtının | Mehmed Tevfik Zâ’ik Efendi-zâde’dir. Bin iki yüz kırk sekiz senesi Burusa’da tevellüd ve altmış iki târîhinde Dersa’âdet’e azîmet edip bâb-ı ser-askerî masraf nezâreti tahrîrât odası silkine dâhil olmuşdur. Mûmâ ileyh nükte-perdâz bir şâ’ir-i mümtâzdır. Her nigâh-ı cân-sitânından ki dil me’yûs olur Rûh-ı kudsî ser-be-ceyb-i gûşe-i efsûs olur Etmem ol nahvet-perest-i nâza arz-ı iştikâ Çâk-i sînem korkarım âyîne-i nâmûs olur Dil ki bezm-i gamda ser-germ-i hayâlindir o dem Dûd-ı âhım şem’- i­ dâg-ı sîneme fânûs olur Râhib-i deyr-i mecâzam kim be-feyz-i aşk-ı pâk Vecd ü hâl-i tab’ıma bâdî dem-i nâkûs olur Âlem-i ma’nâda Hakkî eylesem bast-ı kelâm Feyz-i enfâs-ı Mesîh endîşeme me’nûs olur Memleketi Gelibolu ve ismi Mehmed’dir. Hasan Çelebi Tezkiresi’nde sâhib-i tercemenin Efendiden mülâzım ve tarîkı kazâya âzim olduğu muharrer ise de ahvâl-i sâ’iresine dâ’ir ne mezkûr tezkirede ve ne diğer tezâkirde bir gûne kayd ü işârete dest-res olunamadı. Beyt-i âtî âsâr-ı nazmındandır: Na’l kesdüm kolumda hem-çü kamer Tâbaka’n-na’lü bi’n-na’li HÜKMÎ HAKÎMÎ Bilâd-ı Acem’den Kazvîn’e muzâfa nâm kasabadandır. Şâh İsmâ’îl’in havâlî-i mezkûreyi istîlâsında mûmâ ileyh vatanından hicret ve meşâhîr-i bilâd-i Osmâniyye’den Diyârbekr’e muvâsalatında mevlânâ-yı a’zâm câmi’ü’l-fünûn ve’l-hikem Muslihü’d-dîn-i Lârî aleyhi rahmeti’l-meliki’l-Bârî Hazretlerinin âsitân-ı feyz-âşiyânlarına muvâzabet etmişlerdir. Âsitân-ı mevlânâ-yı müşârün ileyhde tahsîl-i kemâl ile mülâzım ve müşârün ileyhin o aralık vukû’-ı irtihâlleri üzerine İstanbul’a âzim olmuşdur. Sultân Murâd Hân-ı Sâlis Magnisa’da iken hâceleri olan İbrâhîm Çelebi ile kesb-i ülfet ve o münâsebetle dâ’ire-i fâhire-i şeh-zâdeye tahsîl-i münâsebet etmeğin cülûs-ı Murâd Hân-ı Sâlis’de Rûmeli Beğlerbeğisi Mehmed Paşaya hâce olmuşdur. Sâhib-i tercemenin ber-vech-i âtî Fârsî ebyâtından başka diğer âsârına dest-res olamadığımdan iki beytini tahrîr eyledim: Ber-vücûd-ı men eger her mûyî cânî dâştî Ez-gamet her yek codâ dâg-ı nihânî dâştî Ger tevânistî şod ez-zârî dilem yek-dem hamûş Ber-ser-i kûyet codâ dâ’im figânî dâştî Müşârün ileyh hazretleri Şeyhü’l-islâm-ı esbak El-hâc Ahmed Ârif Hikmet Beğ Efendi merhûmdur. Nâ’ilî Abdu’llâh Paşa-zâde sudûr-ı Şairin adı Kınalızâde Hasan Çelebi Tezkiresi’nde “Hakîmî” şeklinde kayıtlıdır. Şu Farsça mısrada da vezin mahlasın Hakîmî olması gerektiğini işaret etmekte: “Ne’şnâht hîç kes çü Hakîmî be-hak to-râ / Û-râ zi-der merân ki gulâmîst hak-şinâs”. Bkz. Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. , . Ebher: Behr . Kelime “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. ” esas alınarak düzeltilmiştir. | Mehmed Tevfik izâmdan nakîbü’l-eşrâf iken vefât eden ve pek çok mükâlemât-ı düveliyyede bulunmuş olan İsmet Beğ merhûmun mahdûmudur. Bin iki yüz bir senesi tevellüd etmiş ve târîhinde nâm-ı nâmîsi defter-i müderrisîne kayd olunmuşdur. Medâris-i mu’tenâyı sırasıyla devrden sonra senesi Kuds-i Şerîf, senesi Mısr-ı Kâhire, senesi Medîne-i Münevvere monlâsı olmuşdur. Bin ’de Dârü’l-hilâfetü’l-aliyye kâdîsi olup andan senesi nakîbü’l-eşrâf hıdmet-i müstevcibü’l-mefharetiyle i’zâz ve ’da Anadolu iki yüz elli dörtde Rûmeli sadâretleri pâyesiyle mümtâz buyurulmuşdur. Müte’âkıben meclis-i vâlâ-yı ahkâm-ı adliyyeye ve sonra dâr-ı şûrâ-yı askerîye a’zâ ve bi’l-istihkâk senesi şehr-i Zi’l-hiccesi’nde vâsıl-ı makâm-ı ve kadri a’lâ olmuşdur. Üç dört sene mikdârı revnak-dih-i mesned-i fetvâ oldukları hâlde sonraları ile bir vaktler dahi sâhilhânelerinde ârâyiş-i mesned-i inzivâ olarak senesi âzim-i kurbgâh-ı Mevlâ olmuşdur. Medîne-i Münevvere’de bir dârü’l-kütüb inşâsına muvaffakıyyetleri bâdî-i zikr-i hayrlarıdır. Müşârün ileyh asrında beyne’l-vükelâ erbâb-ı nüfûzdan bir zât-ı âlî-kadr oldukları hâlâ zebân-zed-i asâgir ü ekâbirdir. Âsârından bir gazel tahrîr kılındı: Gülşen ki feyz-i nûr ile sîr-âbdır bu şeb Her gonçe bir külîçe-i meh-tâbdır bu şeb Bîdâr eder mi bâng-i niyâzım sepîde-dem Baht-ı siyâh-rûz girân-hâbdır bu şeb Mest etdi hûşu bezm-i çerâgân-ı mâh-tâb Kim zîb-i dûşu ferve-i sincâbdır bu şeb Âyîne-i cemâl-i hüner baht-ı tîredir Zulmet-medâr-ı tâbiş-i şeb-tâbdır bu şeb Hikmet bu âteşîn-sühan-ı dil-firûz ile Rûşen-çerâg-ı meclis-i ahbâbdır bu şeb : ve iftâ: âfeti azl: gazel târîhinde müceddeden Hersek vâliliğine ta’yîn buyurulan İstolçalı müteveffâ Alî Paşa-zâde Zülfikâr Nâfiz Paşanın mahdûmu meşâhîr-i şu’arâ ve üdebâ-yı asrdan dîvân-ı ahkâm-ı adliyye nezâret-i celîlesine merbût mahkeme-i istînâfiyye mümeyyizi Hersekli Ârif Hikmet Beğ Efendidir. Eyâlet-i merkûmede vâki’ Mostar kasabasında senesi şehr-i Rebî’ü’l-evveli’nde kadem-nihâde-i sâha-i vücûd olmuşdur. Unfuvân-ı tufûliyyetinde hânedânlarına mensûb esâtize-i be-nâmdan tahsîl-i ilm ü kemâle sa’y ü gayretle sinni henûz on bire resîde oldukda vâlî-i müşârün ileyhin inhâ vü iltimâsıyla uhdelerine tîmârlı süvârî mîrü’l-eblağı bi’t-tevcîh silk-i askerîye idhâl buyurulmuşdur, fakat çok geçmeksizin pederleri irtihâl-i dâr-ı bekâ ve beş altı mâh sonra cedd-i emcedleri dahi azm-i gülşen-serây-ı ukbâ eylemiş olmasıyla her nasılsa ol vakt görülen lüzûm üzerine familyaca Serâybosna’ya ve ba’dehu mahrûse-i Burusa’ya nakl ü hicret etdirilmişdir. Bir müddet mahâl-i mezkûrede ârâm ü ikâmetle elem-keşîde-i gurbet ü felâket ve bin iki yüz yetmiş senesi evâ’ilinde der-bâr-ı şevket-karâra bi’l-muvâsala nakdîne-i evkât ü ezmânını iktisâb-ı kemâlâta harc ü sarf ile behredâr-ı ilm ü ma’rifet oldukları hâlde iki yüz yetmiş iki senesi şehr-i Recebi’nde ecille-i ricâl-i Devlet-i Aliyye’den Mısr kapı kethudâsı Muhtâr Beğ merhûmun delâlet ve himmet-i mahsûsalarıyla kadîmi hâ’iz oldukları mîr-alaylık rütbesini sâliseye tahvîl ile mektûbî-i sadr-ı âlî odasına me’mûren vâyemend-i meserret ve yedi sekiz sene oda-i mezbûra ba’de’l-müdâveme ihtiyâr-ı ferâgatle bir müddet kendi âleminde imrâr-ı vakt ü sâ’at ve bir aralık vatan-ı aslîleri olan Hersek ve Bosna taraflarına azîmetle beş altı mâh oralarda seyr ü seyâhat eyledikden sonra Der-i Aliyye’ye avdet etmişdir. senesi şehr-i Muharremi’nde hâlâ adliyye nâzırı devletli Cevdet Paşa Hazretlerinin sâ’ika-i ehl-perverâneleriyle müceddeden teşkîl olunan dîvân-ı ahkâm-ı adliyye muhâkemât-ı cezâ’iyye ve temyîz-i hukûk dâ’ireleri zabt kitâbetine ve ba’dehu Dersa’âdet merkez bidâyet mahkemesi birinci hukûk dâ’iresi mümeyyizliğine ve | Mehmed Tevfik bi’l-âhıre mahkeme-i istînâfiyye mümeyyizliğine nasb ü ta’yîn buyurulmuşdur. Mîr-i mûmâ ileyh necâbet-i asliyyesini fezâ’il-i edebiyye ile tezyîn eden zâdegândan olup her dürlü iktidâr ve husûsâ şi’r ü inşâ ile şöhret-şi’ârdırlar. Gazel-i âtî cümle-i eş’ârındandır: Nüsha-i aşkın gönül şerh-i mezâyâsın bilir Harf harf esrâr-ı te’sîr ü tevellâsın bilir Aldanır mı reng-i nîreng-i hudûs-i âleme Dil bu sûrethânenin nakş-ı heyûlâsın bilir Nükte-i ser-beste-i sırr-ı ulûhiyyet midir Var mı lafz-ı vahdetin bilmem ki ma’nâsın bilir Bî-haberdir sanma râz-ı mekr-i hüsn ü aşkdan Öyle Mecnûn’dur ki dil Leylâ vü Mevlâ’sın bilir Bahs-ı edyân eyleme ey hâce kim ehl-i nazar Kudretin âsâr-ı takdîr ü tecellâsın bilir Eylemişdir âlemin bûd ü ne-bûdundan ferâg Dil ne ukbâsın hayâl eyler ne dünyâsın bilir Neş’e-i idrâki var olsun nigâh-ı şûhunun Mest-i hâb-ı nâz iken uşşâk şeydâsın bilir Eylemez Hikmet tenezzül yoksa kim erbâb-ı aşk Celb ü teshîr-i visâlin vefk-i a’lâsın bilir Âtîde muharrer manzûme dahi müntehabât-ı âsârındandır: Fürûg-ı sâgarı âyîne-i âlem-nümâ buldum Cihânda gûşe-i meyhâneyi cây-ı safâ buldum Cihân gerçi tecellîgâh-ı takdîrâtdır ammâ Harâbât âleminde başka bir feyz-i Hudâ buldum Berîdir çirk-i teşvîşât ü şirk-i hod-nümâyîden Melâmet ehlini âzâde-i zerk ü riyâ buldum İbâdetle diler kim cenneti teshîr ede zâhid Anınçün zümre-i zühhâdı ben ehl-i hevâ buldum Belâ-yı akl ile âzürde-i çûn ü çerâ olmaz Cünûn erbâbını âlemde bî-havf ü recâ buldum Araşdırdım hezârân kerre tab’-ı ehl-i dünyâyı Hele yârân ile hûbânı gâyet bî-vefâ buldum Yazıklar kim cihân olmuş firîb-âlûd-ı Ricâlin hâlini hem-şîve-i tavr-ı nisâ buldum Sevâd-ı mâsivâ vicdânın etmiş hırs ile telvîs Tama’kârân-ı mâl ü câhı hem-çün hûnfesâ buldum Edânîye temelluk âriyet bir ömr içün degmez Bu sûretle ta’ayyüş fikrini pek nâ-be-câ buldum Degildir âlem-i âzâdegî hengâme-i âlem Cihânda herkesi bir gûne derde mübtelâ buldum Sorarsan n’eydigin kayd-ı ta’assub müdde’î benden Muhakkak bilmiş ol kim mâhasalsiz müdde’â buldum Dilersen anlamak ger hâsıl-ı ma’nâ-yı edyânı Anı ben mâverâ-yı derk-i erbâb-ı nühâ buldum Şu’ûnât-ı tabî’atda bidâyet yok nihâyet yok Vukû’ât-ı zemânı bir müselsel mâcerâ buldum Nücûm ehli ne bilsin cilve-i ahkâm-ı eflâki Hisâbâtın anın ez-cümle-i sehv ü hatâ buldum Tabîbin aczini gördüm ilâc-ı derd-i sevdâdan Belâ-yı aşka düşdüm renciş-i gamdan devâ buldum firîb: karîb | Mehmed Tevfik Nice dikkatler etdim bulmadım âsâr-ı İmrân’ı Ne buldumsa cihânda bî-esâs ü bî-bekâ buldum Tasavvur eyledim ahvâlini çok kerre dünyânın Nihâyet sûret-i da’mâ keder huzmâ safâ Nedir cürm-i fazîlet kim anın erbâbını yâ Rab Perîşân-hâl ü mahzûn ü hakîr ü bî-nevâ buldum Ne gafletdir İlâhî kendini derk edemez insân Hakîkat âleminden bî-haber ser-der-hevâ buldum Tabî’at sevk eder hükm-i siyâset men’ ü zecr eyler Musîbetdir şu hilkat kim belâ-ender-belâ buldum Degildir ihtiyârî fi’linün mecbûrudur herkes Cihâna ta’n eden eşhâsı bî-fehm ü zekâ buldum Su’ûd etsen de ser-tâk-ı revâk-ı arş-ı a’lâya Sakın zann etme kim dest-i meşiyyetden rehâ buldum Eger maksûd ise Hikmet nizâm-ı âlem-i dünyâ Buna kâfî vü kâfil şer’-i pâk-i Mustafâ buldum Şeyhü’l-islâm Kâdî-zâde’nin mahdûmu olup ismi Mustafâ’dır. Dokuz yüz elli iki târîhinde pederi Burusa’da Kaplıca müderrisi iken tevellüd etmişdir. Ta’lîmine ihtimâm ve terbiyetine ikdâm olunup Abdü’l-kerîm-zâde Efendiden tahsîl-i kemâl ile vâsıl-ı merâtib-i efdâl olarak müşârün ileyhden mülâzım ve hilâlinde birâderi Abdu’r-rahmân Çelebi yerine İstanbul’da Şâh-ı Hûbân Medresesi müderrisliğine nâ’il olup tefhîm-i ulûm etmekde iken dershâne-i bekâya âzim olmuşdur. Beyt-i âtîden mâ’adâ âsârına dest-res olunamadı: “Kederi bırak, safayı al”. Arz itdi gerçi ârızın ol meh nikâbdan Gün yüzine bakılmadı ammâ hicâbdan Bekâyî- Burusalı Bostân Efendidir. Bahâe’d-dîn-zâde Abdu’ llâh Efendiden mülâzım olmuşdur. Kırk akçe ile Üsküdar’da Mehmed Paşa Medresesi’nden ma’zûl iken bir akçe râtibe-i tekâ’üd ile kanâ’at ve Şâm-ı Şerîf’de bir müddet ikâmetden sonra ’te azm-i âhıret eylemişdir. Nazm-ı âtî âsârındandır: Allâme-i zemâne olup bir kişi eger Eylerse kâdî-askere bin yıl mülâzemet Mansıb açılmaz ana çözilmeyicek Hâsıl budur ki bî-kese müşkil mülâzemet Bir belâdur mülâzemet Hilmî Mübtelâ olmayan kişi bilmez İgneden iplige kimi sorılur Kimi görür mesâlihin Kelime, “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. ” künyeli eserde “Bakkâlzâde” şeklinde geçmektedir. açılmaz ana çözilmeyicek kese: virilmez ana kim çözilmeyince kîse . Mısra, “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. ” esas alınarak düzeltilmiştir. Başına “Rubâ’î” yazılmakla birlikte veznine bakılınca manzumenin rubâ’î olmadığı görül-mektedir. Son mısradaki “mesâlihin” kelimesi kafiyeyi bozmaktadır. Manzume, “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. ”de iki ayrı beyittir ve mısra “Bitürür kimisi işin eylemez” şeklindedir. Bu şekliyle de vezin ve kafiye bakımından birinci beyitin ikinci mısraına uymadığı görülmektedir. | Mehmed Tevfik Moralı Abdü’l-halîm Efendidir. Tarîk-ı ilme âzim ve allâme-i Rûm Kâdî-zâde merhûmdan mülâzım olmuşdur. Rûmeli’nin bilâd-ı meşhûresinde kâdî oldukdan sonra dâ’in-i ecel mütekâzî olarak cevher-i cânını kîse-i vücûdundan almışdır. Zâtı gibi eş’ârı zarâfetden ârî değilse de beyt-i âtîden mâ’adâ âsârına dest-res olunamadı: Beyt Cânum çıkar yirinden eger eylesen kıyâm Lâyık mıdur efendicigüm kendüme kıyam Şeyhü’l-kurrâ Yûsuf Efendi-zâde Mehmed Efendinin mahdûmu olup târîhinde tevellüd etmiş ve tahsîl-i ulûma sa’y ile serây hâcesi olmuşdur. Altmış yedi sene neşr-i ulûmdan sonra nakl-i kasr-ı cennet eylemişdir. Âsârından Buhârî-i Şerîfe mufassal bir şerhi ve ba’zı kütüb-i mu’tebereye hâşiyyesi ve tefâsir-i şerîfe ve fünûn-ı sâ’ireye dâ’ir kırk yedi aded risâlesi meşhûrdur. Ber-vech-i âtî na’t-gûne matla’-ı gazelinden mâ’adâ âsâr-ı şi’riyyesi bir yerde manzûr olamadı: Fezâ-yı dergehün kân-ı atâdur yâ Resûla’llâh Cenâbun melce’-i ehl-i recâdur yâ Resûla’llâh Tarîkat-i aliyye-i Mevleviyye mensûbâtından Kâsımpaşalı Abdu’llâh Hilmî Dede’dir. Evâ’il-i hâlinde kâdî iken mu’ahharen tarîkat-i aliyye-i Mevleviyye’ye intisâb ile tahsîl-i irfân-ı bî-hisâb iderek bin yüz seksen târîhinde seyâhat tarîkıyla Arabistân cânibine azîmet ve sene-i mezbûre hilâlinde Rûm’a avdet üzere iken râkib olduğu sefîne gark olarak gavta-hâr-ı bahr-i rahmet olmuşdur. Matla’ ve beyt-i âtî âsârındandır: Kurulur üstüne uşşâk o gözü bâdâmın Zer-i mahbûb ile Fındıklı’ya çek al kâmın Bir hicâz eylesek uşşâka o şeh nâz eyler Uymaz âhengine erbâb-ı tarab yâ n’eyler Kıbrıs müftîsi Hasan Hilmî Efendidir. Bin yüz doksan yedi senesi Kıbrıs’da tevellüd edip tahsîl-i ulûma sa’y ü verziş ile tekmîl-i ulûm-ı âliyye eyledikden sonra cezîre-i mezbûre müftîliğine ta’yîn olunmuş iken bin iki yüz altmış dört senesi âzim-i huld-ı berîn olmuşdur. Âsârından gazel-i âtî rengîn olmağla tahrîr kılındı: Usandık Akdeniz’den keştî-i ârâmı kaldırsak Açıp yelkenleri Bahr-i Siyâh’a dogru saldırsak Muvâfık rûzgâr ile kıç üstünde edip ârâm Gehî nây üflesek gâhîce ol tanbûru çaldırsak Çanaklık semtini zabt eyleyip de zevke gark olsak Safâ deryâsına fülk-i dil-i nâ-kâmı daldırsak | Mehmed Tevfik Bulurduk lâ-cerem orsa poca bir cây-ı âsâyiş Usûlüyle re’îse yanaşıp da lenger aldırsak Baba Amr’un dagarcıgı gibi şeyler zuhûr eyler Eger sandûka-i endîşeyi Hilmî boşaldırsak Mustafâ Hilmî Efendidir. Mahrûsa-i Burusa’da tevellüd edip tahsîl- i ulûm-ı âliye ve âliyyeden sonra bin iki yüz elli dokuz senesi İstanbul’a gelmiş ve evvelen mâliye mektûbî ve sâniyyen ya’nî bin ikiyüz altmış altı senesi meclis-i muhâsebe-i mâliyye mazbata odası ketebesi sınfına dâhil olmuşdur. Bir mikdâr eş’ârı olup gazel-i âtî o cümledendir: Şem’-i dil âteş-i aşk ile fetîl aldı çü mûm Göricek semt-i Fener’de bu gece bir büt-i Rûm Hancer-i gamze-i kâfir-nigehi câna geçer Bu bakışla aceb îmâna gelir mi mersûm Nâr-ı nûr-ı ruhu âteşkede-i sîne-fürûz Bûy-ı zülfünden olur nükhet-i Meryem meşmûm Kîl ü kâl olsa da ger mebhas-ı zülfünde dırâz Harf sıgmaz o mehin sanki dehânı ma’dûm Hilmiyâ eylemiş evreng-i sitignâya cülûs Mülk-i dil zabtına ol pâdişeh-i kişver-i Rûm Trabzon vilâyeti mektûbî mümeyyizi ve vilâyet-i müşârün ileyhâ nâmına neşr olunan gazetenin muharriri Mehmed Hilmî Efendidir. Trabzonî El-hâc Ârif Efendinin mahdûmu olup bin iki yüz kırk dokuz senesi mahall-i mezkûrda tevellüd eylemişdir. Tahsîl-i ilm ü kemâle verzişle meslek-i kitâbete sülûk eylediğinden vilâyet-i müşârün ileyhâda birçok me’mûriyyetlerde ve sandık emînliğinde bulunmuş ve te’lîf eylediği Muhâkeme-i Ye’s ü Emel nâmındaki risâlesini İstanbul’a götürüp mahâll-i âliyyeye takdîm eylediğinden mükâfâten uhdesine rütbe-i sâniyye tevcîh buyurulmuşdur. Bir aralık me’mûriyyetinden azl ile ta’n-ı hasûda mübtelâ olmuş iken çok geçmeden erbâb-ı si’âyetin mağdûru olduğu bilinerek yine me’mûriyyetine getirilmişdir. Derece-i inşâsı neşr etdiği gazetelerin mündericâtıyla mezkûr risâlesinden ma’lûm olur. Müretteb dîvânı ve mükemmel münşe’âtı vardır. Gazeliyyât ve ebyâtından bir şemme tahrîr kılındı: Ferîkân-ı kirâmdan İşkodra vâlîsi sâbık Eşref Paşanın gazellerine nazîredir Ne devlet ü ne hey’et ü ne în ü ân bozar İşi bozarsa bil kader-i âsumân bozar Mânend-i bûm meskeni vîrâneler olur Her kim ki dest-i gadr ile bir âşiyân bozar Magrûr olup güşâyiş-i ikbâle alma âh Zîbendegî-i gülşeni bâd-ı hazân bozar Bünyâd-ı kasr-ı ülfeti bozmak ise garaz Ahbâba eyle anı havâle hemân bozar Tercîh-i kâra medhali yok deme rüşvetin Da’vâyı reng-i âhere kor armagan bozar Nazm-ı Cenâb-ı Eşref’e verdim nazîredir Hilmî ne çâre zihnimi acz-i beyân bozar | Mehmed Tevfik Fülk-i ümîde bir gün olur bâd-ı feyz eser Sabr eyle mevc-i mihnete dâ’in dümendedir Hattı gelince öp leb-i mey-gûn-ı yârden Bir neş’esi de nûş-ı şarâbın çemendedir Va’d-i bî-hâsılı terk etse kibâr-ı devlet Hâcet ashâbına bundan büyük ihsân olmaz Hâl-i ikbâlde muhlis geçinen çok ammâ Vakt-i idbârda hâtır sorar ihvân olmaz Her ne matlûb olunur ise husûlü me’mûl Zamm ü tevsî’-i ma’âşa fakat imkân olmaz Asâkir-i şâhâne kolağalarından Kâsım Paşa Mekteb-i Rüşdiyye-i Askeriyye’si müdîri Mustafâ Hilmî Efendidir. Kayser kasabâtından Tonsun kasabası hânedânından merhûm Âteşî Hâfız Efendi-zâde Hâfız Mehmed Efendinin mahdûmu olup kasaba-i mezkûrda tevellüd eylemişdir. Pederi Dersa’âdet’de taşçı esnâfı mu’teberânından olmağla on yaşında İstanbul’a gelip Sultân Bâyezîd Rüşdiyyesi’ne üç sene devâm ile bâ-şehâdet-nâme i’dâdiyye ve iki sene sonra Mekteb-i Fünûn-ı Harbiyye-i hazret-i mülûkâneye nakl olunarak seksen bir senesi bâ-şehâdet-nâme mülâzımlıkla ikinci ordu-yı hümâyûnu piyâde birinci alayının ikinci taburuna me’mûr olmuşdur. Sûriye ve Cebel-i Lübnân cihetlerinde tabur-ı mezkûrla haylî muhârebede bulunarak iki sene zarfında yüzbaşılığı ihrâz eder. Seksen beş senesi bâ-irâde-i ser-askerî Mekteb-i İ’dâdî kitâbet hâceliği ve mu’ânetine ta’yîn ve seksen sekiz senesi rütbesi kolağalığına terfî’ edilmişdir. Bir müddet sonra Hâsköy’de bulunan mahrec-i mekâtib-i askeriyyenin münşe’ât ve hisâb hâceliğine ta’yîn olunmuş iken bu def’a mekâtib-i rüşdiyye-i askeriyyelerden Kâsım Paşa Mektebi müdîrliğine me’mûr olmuşdur. Fıkarât-ı Cihâd nâmıyla nâfi’ bir mecmû’asından mâ’adâ Fuzûlî merhûmun Kays-nâme’sini tiyatro usûlüne tahvîl etmiş ve birinci olarak bir fâci’a-nâme meydâna koymuşdur ki el-ân Osmânlı tiyatrosunda oynanmakdadır. Hakîkaten dil-sûzdur. Ber-vech-i âtî müstezâd sâhib-i tercemenin âsârındandır: Ey kâmet-i Tûbâ çıkagör nâz ile bâga Sûret göre ar’ar Cûlar gibi her yerde sakın düşme ayaga Yüksel çü sanavber Ya’kûb-ı zemânam çekerim mihnet-i fürkat Bir haylî zemândır Kan aglayarak döndü gözüm iki bulaga Ey Yûsufî-peyker Yagmâya giderdi eger olsaydı Hülagû Devrinde senin âh Dünyâyı kırar gamzelerin baksa bıçaga Alsa ele hancer Gönlüm göricek zülfün ile hâl-i siyâhı Artırdı hevâyı Kuşdur ki düşüp dâne içün böyle tuzaga Olmakda musahhar Meyve bitiren dallar ider meyl zemîne Bu bâgda âdet Ashâb-ı kemâlâtın olur başı aşaga Mahzûn ü mükedder Ferhâd olup Hilmî bu kühsâr-ı emelde Bir derd kazandın Daglar ki dayanmaz göre sînendeki dâga Derd ehline göster | Mehmed Tevfik Fazlî bana ta’lîm edip böyle zemîni Râzî ola Mevlâ Bârân-ı afüv merkadinin üstüne yaga Kabri ola enver HALÎM GİRÂY Selâtîn-i Cengiziyye sülâlesinden ve meşâhîr-i erbâb-ı fazl ü edebden Şâhbâz Giray-zâde Halîm Giray Sultân’dır. Kırım’ın istîlâsından sonra bir müddet Dersa’âdet’de ve biraz müddet de Çatalca’da ikâmetle imrâr-ı vakt etmiş ve bin iki yüz otuz dokuz senesi âzim-i âhıret olmuşdur. Kazâ-yı mezbûrda vâki’ Ferhâd Paşa Câmi’­i Şerîfi hazîresinde medfûndur. Müşârün ileyh asrının münşî’-i yegâne ve şâ’ir-i ferdânesi olup mükemmel münşe’âtı ve müretteb ü matbû’ dîvân-ı belâgat-beyânı vardır. Sultân Mahmûd-ı Sânî asrı şu’arâsındandır. Çeşm-i alîli hasret ile pür-nem eyledim El îd-i ekber eyledi ben mâtem eyledim tercî’ i hakîkaten dil-sûzdur. Gazel-i âtî dîvânında görülmüşdür: Çeşm-i Hak-bînde agyâr ile yâr ikisi bir Bâg-ı tevhîdde zîrâ gül ü hâr ikisi bir Gâh ruhsâra vü geh zülfe bakar nev-hevesân Ehl-i tahkîke göre leyl ü nehâr ikisi bir Şâhlar hâk-i siyâh içre fakîrâne yatar Dergeh-i Hak’da sıgâr ile kibâr ikisi bir Ehl-i tevhîdde yokdur ikilik Allah bir Nazarımda gül-i firdevs ile nâr ikisi bir Verdiler vâsıl olup bezm-i Selâmî’ye selâm Bu sene geldi Halîm îd ü bahâr ikisi bir Selâtîn-i Cengiziyye’nin terâcim-i ahvâllerine dâ’ir Gülbün-i Hânân isminde bir târîhçesi vardır. Sadrü’l-ifâde meşhûr Ahî-zâde Efendidir. Anadolu sadâretinden mütekâ’id iken murg-ı rûhu mütesâ’id-i devha-i hulûd olan Mehmed Efendinin mahdûmudur. Cedd-i vâlâları dahi allâme-i Rûm Sa’dî Efendi merhûmdur. Dokuz yüz altmış üç senesi tevellüd ve evâ’il-i hâlinde meşgûl-i ders ü tahkîk olarak mebânî-i ulûmda âlim oldukdan sonra azm-i tarîk ve devr-i menâzil-i tedrîs edip vâlid-i mâcidi Edirne kazâsına mutasarrıf iken İstanbul’a âzim ve meşâhîr-i esâtize-i kirâmın tekârîr-i feyyâzânelerinden ba’de’l-istifâde Şeyhü’l-islâm Ebu’s-su’ûd Efendi Hazretlerinin âsitâne-i ifâdelerinden mülâzım olmuşlardır. Dokuz yüz seksen ikiden başlayıp İbrâhîm Paşa ve Kâsım Paşa ve Yeni Alî Paşa ve Şâh Sultân ve Sahn-ı Semâniyye ve Şeh-zâde ve Haseki ve Üsküdar’da Vâlide Sultân Medreseleri’ni devr etdikden sonra bin târîhinde Burusa kâdîsi olduğu mervîdir. Üsküdar’da Vâlide Sultân Medresesi’ni zabt içün in’ikâd eden meclis-i imtihânda fâzıl-ı müşârün ileyhin ibrâz etdiği me’âsir-i ilm ü îkân hayret-res-i erbâb-ı dâniş ü irfân olmuşdur. Bin bir târîhinde Edirne bin dörtde İstanbul kâdîsi oldukdan sonra bin beşde Anadolu sadâreti ile kadri bülend kılınmışdır. Bin dokuz Ramazânı’nda mütekâ’id olmuş iken bin onda kâdi’l-kuzât-ı Rûm bin on birde yine tekâ’üd olup bi’l-âhıre bin on üçde mansıb-ı hayâtdan dûr ve muntazır-ı rahmet-i Rabb-i gafûr olmuşdur. Monlâ-yı merhûm fünûn-ı nakliyyenin muhît-i bî-kerânı ve ulûm-ı akliyyenin çâbük-süvâr-ı meydânı olup sür’at-i intikâlde yegâne ve vüs’at-i ihâtada münferid-i zemâne oldukları tabakât-ı ulemâda mestûrdur. Âsâr-ı celîlelerinden Hidâye’ye şerhleri makbûl-i efâzıl ve Şürûh-ı Miftâh’a olan ta’lîkleri tedvîne kâbil ve mebâhis-i mufassalayı şâmildir. Câmi’ü’l-fusûlîn ve Dürer ü Gurer ve Eşbâh ü Nezâ’ir’in | Mehmed Tevfik hâmişinde olan kelimâtları birer hâşiye-i rengîn olacak mertebededir. Tefsîrde imtihân mahalline risâleleri ve mevâzi’-ı kesîrede makâleleri olup mütâla’a buyurdukları kütüb-i kesîre kenârında olan ta’lîkâtları hâric dâ’ire-i tahdîd ü ihsâ ve mesâ’il-i gâmızada hall-i şübühât ve cem’­i mühimmâtları lâ-yuhsâdır. Bir de tesvîd buyurdukları vakf-nâmeler ve hücec-i şer’iyye vü temessükât düstûrü’l-amel olmuşdur. Şevâhidü’n-nübüvve’yi terceme etmişlerdir ki rüsûh-ı kalem-i mu’ciz-beyânlarına a’zam-ı şevâhiddir. El-hâsıl merhûm-ı müşârün ileyh hâdimü’l-ulûm allâme-i Rûm vasfının ehlidir. Mahlasları Halîmî olup eş’âr-ı âtî yâdigâr-ı tab’-ı güzînleridir: Câm-ı mey-i nâbumuz itdi şikest Meclisümüz basdı ayak nâ’ibi Hâlümi görmek içün gelmege itdün ikrâr Gel gör imdi nice hazz itdi efendi dil-i zâr Biricik söylemedi yâr niyâz itdüm çok Katı sengîn-dil imiş hak bu ki aslâ söz yok Kastamonuludur. Memleketinde biraz tahsîlden sonra li-ecli’t-tekmîl Mevlânâ Alâe’d-dîn-i Arabî âsitânına vâsıl ve mevlânâ-yı müşârün ileyhin vefâtı üzerine evvelâ diyâr-ı Arab’a ve biraz sonra Acem’e râcil olup pek çok ulemâ ile zânû-zen-i bahs-i münâzara olmuşdur. Acem’de sûfiyyeden Şeyh Mahdûmî Hazretlerine ve tasfiye-i kalb ile vatan-ı aslîsine avdet etmeğin Yavuz Sultân Selîm Hân-ı Gâzî Hazretleri Trabzon’da vâlî iken sâhib-i tercemeyi imâm eylemişdir. Ba’dehu pâdişâh-ı İskender-sîret Selîm Hân-ı Gazanfer-heybet mehâbet-efzâ-yı saltanat ve revnak-fürûz-ı serîr-i hilâfet olduklarında sâhib-i terceme hâce-i şehriyârî ve fevka’l-gâye manzûr ü mültefît-i cihandârî olmuş idi. Hâkân-ı huld-âşiyân ile Mısr seferinden gânimen avdet ederken senesi Dımışk’da âzim-i cinân olmuşdur. Hâvî-i kemâlât-ı ilmiyye vü ameliyye ve müstecmi’-i fezâ’il-i dîniyye ve dünyeviyye halîm-i kerîmü’t-tab’ gâyet sahî fukarâ-perver bir zât-ı âlî-kadr imişler. Pâdişâh-ı kadr-şinâs hasteliğinde ıyâdetine gitdikleri misilli cenâze namâzlarında hâzır bulunmuşlardır. Ber-vech-i âtî iki matla’ kendilerinindir: Elüme girmişidi dün gice ol zülf-i dü-tâ Sanki düşümde idi memleket-i Çîn ü Hıtâ Ol mihr-ruh ki halkı yakan hüsni tâbıdur Germ olmasun mı yiryüzinün âfitâbıdur Ârif-i bi’llâh vâsıl-ı illa’llâh el-Mevlâ Akşemse’d-dîn Hazretlerinin asgar-ı evlâdı Mevlânâ Hamdu’llâh Hazretleridir. Ulüvv-i haseb ve sümüvv-i neseb ile ekâbirin a’zamı ve tekaddüm-i zâtı ile müte’ahhirînin mukaddemidir. El-veledü sırri muktezâsınca peder-i âlî-güherleri gibi âlim, âbid, zâhid, mütevâzı’ ve kesret-i ihtilâtdan münkatı’, müte-verri’ bir zât-ı nâdirü’s-sıfât imişler. Halkdan inkıtâ’ları ba’de’t-tahsîldir. Mesneviyyâtda asrının ferîdi olduğundan kıssa-i pür-hisse-i Cenâb-ı Yûsuf ü Zelîhâ’yı salavatu’llâhi alâ-nebiyyinâ ve aleyhim ecma’în edâ-yı selîs ve nazm-ı nefîs ile tekmîl ederek Sultân Bâyezid Hân-ı Sânî nâmına yâdigâr etmek istemiş ise de me’mûlü kadar rağbet ü iltifât görmediğinden ferâgat etmişdir. Makta’-ı manzûme-i risâlet ve hâtime-i kıbâle-i nübüvvet aleyhi efdali’t-tahiyyat efendimiz “Çocuk, babanın sırrıdır.” | Mehmed Tevfik hazretlerinin menkabe-i celîle-i vilâdet-i seniyyelerini tanzîm eylemişlerdir ve kıssa-i aşk-ı Leylî vü Mecnûn’u dahi nazm edip yine o bahrde mesnevî olarak nazm ettiği Muhammediyye ve Tuhfetü’luşşâk ile hamsesini ikmâl eylemişlerdir. Bundan başka Yûsuf ü Zelîhâ’sı bahrinde bir de Kıyâfet-nâme’leri vardır. Dokuz yüz on dört senesinde merhûm Necâtî Beğ’le vefat eylediler. Kabr-i şerîfi Göynük’de pederleri yanındadır. Kıyafet-nâmesi’nden nazm-ı âtî tahrîr kılındı: Reng-i ahmer delîl-i hûn-ı Reng-i esmer delîl-i fikr-i savâb Olur ahvel mu’ânid ü cebbâr Biri birdür disen ider inkâr Bulmayasın ili ararsan eger Agzı egri olanda togrı haber Rîş-i merdüm tavîl olursa eger Bil ki olur ser-i tavîle-i har Şimdiki demde getdi hîre-nişân Şer bulınur cihân içinde hemân Meşâhîr-i fuzalâ-yı asrdan ve mecelle-i ma’ârif a’zâsından Şirvânî Hamdî Efendi Hazretleridir. Şirvân ulemâ-yı be-nâmından Hadravî El-hâc Ahmed Efendi-zâde El-hâc Abdu’llâh Efendi merhûmun ferzend-i ma’ârifmendidir. Bin iki yüz kırk altı senesi Şirvân’da pâ-nihâde-i sâha-i şühûd olmuşdur. Unfuvân-ı sabâvetinde Dağıstân ulemâ-yı meşhûresinden Abdü’l-ganî Efendi ve sâ’ir fuzalâdan tahsîl-i ma’ârif ü kemâl eylediğinden yirmi iki yaşında birçok fünûna kesb-i vukûf eylemesiyle hûn-ı: hûn ü üstâdı müşarün ileyh Abdü’l-ganî Efendiden ahz-ı icâzet eylemişdir. Bir iki sene memleketinde tedrîs ile meşgûl olduğu hâlde Kafkasiyye ahâlî-i müslimesinin tagallüb-i Rus ile âsâyişden me’yûs olmaları üzerine senesi Rusya mes’elesi evâhırında Der-i Aliyye’ye nakl ü hicret edip isti’dâd-ı kâfiyesi münâsebetle ba’zı me’mûriyyetlerde bulunarak nâ’il-i emel ve ihtilâs-ı vakt etdikçe ba’zı âsâr-ı nâfi’a te’lîfine dahi muvaffak olmuşdur ki ber-vech-i âtî ta’dâd olunur: . Makâletü’l-irfânî Fî-mesâ’ili’l-hükemâ ismindeki risâle-i müfideleridir. . Kurtiz nâm coğrafînin bir kitâbını terceme ve îcâb eden devâ’ir ü harâ’itini âhırına zamîme etmişdir. . Matbû’ Makâmât-ı Harîrî Tercemesi’dir. Bu tercemenin aslı bülegâ-yı Arab nezdinde meşhûr olduğu gibi tercemesi dahi üdebâ-yı Osmâniyye indinde hakîkaten makbûl olarak pek çok ekâbirin mazhar-ı takrîzi olmuşdur. . Harîta-i semâviyyesiyle berâber Suverü’l-kevâkib’idir. . Usûl-i Coğrafya nâm risâlesidir. . Teshîlü’l-arûz ve İlm-i Kavâfî ve Sınâyi’-i Şi’riyye ve Bedâyi’-i Kelâmiyye nâm risâleleridir. . Gâyet mufassal olarak Nüzhetü’l-büldân isminde te’lîfine muvaffak oldukları coğrafya kitâbıdır ki mugnî ve nâfi’ bir eserdir. . Kavâ’id-i ilm-i hisâbı ve ferâ’izi hâvî risâlesidir. Elsine-i selâsede nazma kâdir bir şâir-i mâhirdirler. Mevlânâ Câmî Hazretlerinin na’t-ı nebevî salla’llâhu aleyhi ve sellemi hâvî olan gazel-i meşhûrunu tahmîs eylemişdir ki ber-vech-i âtî aynen tahrîr kılındı: Der-ezel dâd merâ yâr be-gam perverişî Âşık-ı gam-zedeem hest çunînem revişî Şod ez-înem ferah u şâdî dil-i derd-keşî Li-habîb-i Arabî vu medenî vu Kureşî Ki buved derd u gameş mâye-i şâdî vu hoşî | Mehmed Tevfik Men ki yek âsî vu bî-çâreem û muhteremî Çe tevânem ki zenem der-reh-i aşkeş kademî Âcizem çun suhaneş Tâzî vu remzeş hikemî Fehm-i râzeş ne-konem û Arabî men Acemî Lâf-ı mihreş çe zenem û Kureşî men Habeşî Ömrhâ şod ki menem der-talebeş ser-gerdân Be-hevâdârî-i û kerde be-her sûdverân Mahv şod cism-i nizârem ki ne-mând hîç nişân Zerrevârem be-hevâdârî-i û rakskunân Çun şod u şöhre-i âfâk be-hurşîdveşî Mest u medhûşem ez-ân nîst zi-âlem haberem Ne-koned cilve cuz ez-vey çu be-her-câ nigerem Hest nezdîk be-men ez-ten u cân bîşterem Gerçi sad merhale dûrest zi-pîş-i nazarem Vechuhû fî-nazarî kulle gazâtin ve aşiyy Teşne-leb ger be-konem geşt u guzâr-ı felevât Be-men-i teb-zede-râ nîst cuz în ayn-ı necât Dem-be-dem cur’a-i aşkeş be-keşem tâ-be-memât Maslahat nîst merâ sîrî ez-ân Âb-ı hayât Zâ’afe’llâhu bihî kulle zemânîn atşî Hestem ez-rûz-ı ezel derd-keş u bâde-perest Neş’emendem be-lebeş kerde çu der-bezm-i Elest Gerçi ser şod be-der-i meykedeem câm be-dest Sıfat-ı bâde-i aşkeş to me-pors ez-men-i mest Zevk-ı în mey ne-şinâsî be-Hodâ tâ ne-çeşî Hamdî ânân ki der-în bâdiye merdân-ı rehend Tâ ebed pây ez-în dâ’ire bîrûn ne-nehend Enderîn ma’nî ber-âmed be-men în beyt-i pesend Câmî erbâb-ı vefâ cuz reh-i aşkeş ne-revend To me-bâdâ ki ez-în râh kadem bâz-keşî Kastamonulu ve meşâhîrden tezkiretü’ş-şu’arâ sâhibi Monlâ Latî fî’nin ceddidir. Ulemâ zümresinden olup evâhır-ı asr-ı Fâtih Mehmed Hânî’de irtihâl etmişdir. Müretteb dîvânı vardır. Sâhib-i terceme tezkire sâhibi Monla Latîfî’nin ceddi olduğu hâlde tezkiresinde terceme-i hâline dâ’ir bundan ziyâde tafsîlât görülemedi. Sâ’ir tezkireler dahi sâhib-i tercemeyi “Mehmed Hân asrı şu’arâsındandır.” deyip geçmişlerdir. Dest-res olunan ba’zı âsârı ber-vech-i âtî tahrîr kılındı: Ruhlarun reşki gülün yirini hâr eylediler Külehin gonçelerün başına tar eylediler Sînemi tîg-i gam ile şerha şerha yarayum Yaralarla yâre hâlüm şerh idüben varayum Kârgâh-ı âlemde akçenin sebeb-i fütûh olduğuna dâ’ir ber-vech-i âtî birkaç beyt sâhib-i tercemenindir: Nice hûrı azîz-i vakt Ol azîz-i cihân olan akçe Niceler terk-i ser idüp yolına İtdürür nice şahsa kan akçe Monlâ Lutfî’nin nazîresidir: Akçesüz kimse murg-ı bî-perdür Kişiye kol kanad hemân akçe Didiler akçe rûh-ı sânîdür Ehl-i dünyâ katında cân akçe Lehcesi yok anun ki akçesi yok Âdem iden eri hemân akçe vakt: vaktler | Mehmed Tevfik Düşmene kalsa gam yime dime tek Bana vir lutf it ey fülân akçe Akçesi olmayan abâ bulamaz Geydürür kelbe perniyân akçe Elde bir şâhinî şikârı var Neye salsan olur revân akçe Kudemâ-yı şu’arâdandır. Meşâhîr-i hükemâ-yı Acem’den Gülistân sâhibi sâhib-i fazl ü irfân Sa’dî-i Şirâzî Hazretlerine da’vâ-yı intisâb eylermiş. Asrında Ayasofya Câmi’-i Şerîfi’nde devr-hânlıkla meşhûr-ı şeyh ü şâb olmuşdur. Şi’rde kuvveti ve hıfz-ı kasâ’id ü gazeliyyâtda kudreti varmış. Beyt-i âtî tezkirelerde sâhib-i tercemeye nisbet olarak tahrîr kılınmışdır: Taylesânına dolaşma zâhidün ey rind olan Kıl hazer kejdüm-sıfatdur zehri kuyrugındadur İstanbulludur. Gençliğinde tahsîl-i kemâle müdâvim ve bi’l-âhıre tarîk-ı kazâya âzim olup Rûmeli’nin ba’zı mahallerinde seccâde-nişîn-i hükûmet olduğu hâlde bin doksan beş târîhinde irtihâl etmişdir. Nazm-ı âtî âsârından nümûnedir: Evvel âbâdı aceb var mı idi gerdûnun Biz fenâsına yetişdük hele çarh-ı dûnun Yirine merdümek-i çeşmi koruz da içerüz Rûzgâr alsa habâbını mey-i gül-gûnun Fitne-i çeşmi ile gamze-i câdûsından Korkarum dil kaçarak çâh-ı zenahdâna düşer Hamdî açmazsa nikâbın sana Leylâ-yı murâd Dil-i Mecnûn-sıfat deşt ü beyâbâna düşer İstanbulludur. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i sermâye-i dânişle zümre-i küttâba dâhil ve mâliye hulefâlığına nâ’il olabilmişdir. Çorlulu Alî Paşa merhûmun medresesine ve Mora fethine, Sur ve Ayamavra fetihlerine güzel târîhleri vardır. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Âşık hayâl-i dilber ile vasl-cû gerek Mir’ât-i dilde aks dahi rû-be-rû gerek Yâd-ı ruhunla pâyuna eşküm revân olur Dâ’im nihâl-i gülşene elbette su gerek Mektûbî-i hâriciyye hulefâsından Hamdî Beğ’dir. Gurebâ Hastehânesi etibbâ-yı hâzıkasından Doktor İsmâ’îl Beğ’in mahdûmu olup senesi tevellüd eylemişdir. Dârü’l-ma’ârif ve mahrec-i aklâma devâm ile oralarda mebâdî-i | Mehmed Tevfik fünûnu tahsîle ikdâm etmiş ve bir mikdâr dahi Fransızca öğrenmiş olduğu hâlde senesi bir kıt’a şehâdet-nâme alıp kalem-i mezkûra me’mûr olmuş ve geçende bi’l-imtihân Mekteb-i İ’dâdî kitâbet hâceliğine intihâb kılınmışdır. Ulûm-ı Arabiyye’yi müderrisîn-i kirâmdan ve Fâtih ders-i âmından meşhûr Şâkir Efendiden ta’allüm etmekde ve fünûn-ı edebiyyenin tahsîliçün ulemâ-yı Arab’dan Şeyh Ahmed-i Şetvân Efendinin meclisine devâm eylemekdedir. Mîr-i mûmâ ileyh ezkiyâdan ve îcâd-ı mezâmîne kâdir şu’arâdandır. Geçende Dersa’âdet’e gelmiş olan Kaşgar sefîri Ya’kûb Hân Hazretlerinin medâ’ihini şâmil güzel bir kasîdesi vardır. Kâfile’ye derc olunmak üzere irsâl eylediği bir gazeli ber-vech-i âtî tahrîr kılındı: Sehâb-ı zülfünü ref’ et görünsün mâh ruhsârın N’olur sâyende çeşmi rûşen olsun âşık-ı zârın Degilsin cins-i ebnâ-yı beşerden ey perî-çehre Ki gılmân-ı bihişti andırır etvâr ü mişvârın Hacîl etdi nihâl-i tâze vü serv-i hırâmânı Senin gülşende cânâ dünki gün mestâne reftârın Aceb Şîrîn’in eyler miydi nâmın yâd âlemde Egerçi Kûh-ken bilseydi şîrînî-i güftârın Beni geh gark-ı nûr ü geh eder müstagrak-ı zulmet Hayâl-i ârız ü endîşe-i gîsû-yı tarrârın Edersen azm-i Bâbil ögredir Hârût ü Mârût’a Rumûz-ı fenn-i sihri çeşm-i şehlâ-yı füsûnkârın Yanında mu’teberdir şâ’irân-ı asrın ey Hamdî Misâl-i kâgıd-ı zer nüsha-i rengîn-i eş’ârın dahi: dahi dahi Sudûr-ı izâmdan meşhûr Kethudâ-zâde Ârif Efendi merhûmun birâderi Ahmed Muhtâr Hamdî Efendidir. Evâ’il-i hâlinde tahsîl-i kemâl ile müderris olmuş ise de dünyâya rağbeti olmadığından ömrünü tekye ve hânkâhlarda istilzâz-ı vecd ü hâl ederek geçirmişdir. Gazel-i âtî sâhib-i tercemenindir: O şûh-ı nâz-perver mâh-ı tâbân oldu gitdikçe Gönülde şevk-ı mihri âteş-efşân oldu gitdikçe Silâhşor olmuş ebrû gamzeler cellâd-ı hûn-rîzî Güzellik kişverinde mîr-i mîrân oldu gitdikçe Firâk-ı la’li etdi rîze-i elmâsveş te’sîr Cigerde dâglar kân-ı Bedahşân oldu gitdikçe Açınca bâdbân-ı hasreti ummân-ı eşkimden Nazardan keştî-i ümmîd pinhân oldu gitdikçe N’ola pey-revlik etse Ârif-i mazmûn-perdâza Bu vâdîlerde Hamdî pek sühandân oldu gitdikçe İbrahim Efendidir. Hâcegân-ı dîvân-ı hümayûndan olduğu hâlde târîhinde vefât etmişdir. Siyer-i hazret-i nebevîye müte’allık üç cild manzûmesi vardır. Nazm-ı âtî manzûme-i mezkûredendir: Seyyidü’l-kevneyn habîb-i Kibriyâ Sadr-ı a’lâ-yı sudûr-ı asfiyâ Nûr-ı pâk-i cebhe-i Âdem Safî Cevher-i asliyye-i kenz-i hafî | Mehmed Tevfik Nûr-ı akdem hatm-i Kur’ân-ı rüsül Mübtedâ vü müntehâ-yı her sübül Cân-ı âlem âlem-i cân-ı visâl Cânlar olsun yolunda pây-mâl Sultân Selîm Câmi’-i Şerîfi imâmı ve Fârsî Muslihü’d-dîn Halîfe’nin mahdûmu Mehmed Efendidir. Asrında ba’zı zurefâ birâderine Memâtî Çelebi derlermiş. Şâm ve Haleb’de ve ekser diyâr-ı Arab’da birçok me’mûriyyetlerde bulunarak oldukça tahsîl-i yesâr ile İstanbul’a gelmiş ve Eyûb semtinde bir hâne iştirâ edip ikâmet etmekde bulunmuş iken alâka belâsı olarak az vakt içinde varını elden aldırmışdır. Sabrum tükendi lâzım olupdur bana sefer neşîdesince eyne’l-mefer deyip birâderi Memâtî, Cidde emîni olmağla birkaç akçe havâle ile Mekke-i Müşerrefe’ye azîmet ve orada mücâveret üzere iken irtihâl-i âhıret eylemişdir. Sâhib-i terceme Postî nâmında bir şâ’irle hengâm-ı mülâtafada “Hınzîr postı dibâgat kabûl eder mi?” diye etdiği su’âle Postî dahi “Hayâtı da murdâr memâtı da.” diye cevâp verdiği ba’zı tezkirelerde görülmüşdür. Mûmâ ileyh sâhib-i şöhret, hoş-sohbet, hûb-sîret bir zât imiş. Beyt-i âtî âsârındandır: Yâr eger arz-ı izâr eyleye gülzâra gele Çâk ide gonçe yakasını vü gül zâra gele İstanbul’da Cemâl Halîfe Mahallesi’nde tevellüd etmişdir. Zümre-i sipâhiyândan ve asrının ma’ârifmendânından imiş. Sultân Süleymân asrı şu’arâsındandır. Ber-vech-i âtî iki matla’ âsâr-ı şi’riyyesindendir: Peyker-i ebrû-yı dilber dîde-i pür-hûnda İki mâhîdür yüzerler sanasın Ceyhûn’da Tatlu geldi bana cânumdan lebün Cân çıkar çıkmaz dehânumdan lebün Sünbül-zâde Vehbî Efendi merhûmun Tuhfe’sini şerh etmiş olan meşhûr El-hâc Ahmed Hayâtî Efendi merhûmdur. Müteveffâ, Mar’aş sancağı dâhilinde kâ’in Elbistân kasabası müftîsi Ahmed Efendi merhûmun ferzend-i edîbi olup târîhinde tevellüd eylemiş ve ale’t-tedrîc tekmîl-i nesh-i ilmiyye ile pederinin vefâtında seccâde-nişîn-i fetvâ olmuşdur. Bir müddet geçdikden sonra Dersa’âdet’e gelip Ayasofya Câmi’-i Şerîfi’nde tedrîs ile meşgûl iken nâ’il-i rü’ûs olmuş ve sadr-ı esbak Yûsuf Ziyâ Paşa merhûmun hâceliğine dahi mevsûl olup iki yüz yirmi dört târîhlerinde Serâybosna mevleviyyetine ve iki sene mürûrunda Irâk-ı Arab mevleviyyetine mazhar ve iki sene kadar cânib-i Bağdâd’da mesned-güzîn-i şer’-i enver oldukdan sonra Dersa’âdet’e bi’l-muvâsala hânesinde biraz zemân dahi gûşe-güzîn-i ferâgat olduğu hâlde senesi târik-i metâ’-ı müste’âr-ı hayât ve ten-dâde-i gûşe-i menzil-i necât olmuşdur. Merhûm-ı müşârün ileyh fâzıl ü âlim bir zât-ı kâmil olup birçok te’lîfe dahi muvaffakdır: . İs’âfi’l-minne Fî-şerh-i İthâfi’l-cinne nâmında ma’-metn bir kıt’a şerhidir. . İlm-i âdâb ve mantık ve vâfiyyeye müte’allık ma’-şerh bir aded manzûmesidir. . Tercemesi âtîde muharrer Sünbül-zâde Vehbî merhûmun Tuhfe’sinin şerhidir. . Kezalik meşâhîrden Şâhidî merhûmun Fârsî lugat-nâmesine bir kıt’a şerhidir. . Alâ’im-i kıyâmete dâ’ir ma’-şerh bir aded risâle-i | Mehmed Tevfik Arabiyye’sidir. . Bir dâ’ireyi müştemil ma’-terceme Arabiyyü’l-ibâre bir aded kasîdesidir. Sünbül-zâde’nin meşhûr olan Nuhbe’sini dahi şerhe başlamış ise de ömrü vefâ etmediğinden terceme-i hâli âtîde muharrer Halîl Şeref Efendi itmâm etmişdir. Gazel-i âtî sâhib-i tercemenindir: Hakîkat gülşeninde gül de bülbül gibi der hû hû Kamunun maksadı Hak’dır gerek lâ lâ gerek lû lû Gülistân-ı hüviyyetde ötüp hû hû diyen murgân Ne hû hû der ne yû yû der ne bû bû der ne hem cû cû Ma’ârif bagçesinde bülbülem diyen hezâr ammâ Kimi ak’ak kimi kimi şakrak kimi kûkû Bu kesret âleminde sırr-ı vahdet bilmesi müşkil Bilir ancak ekâlîm-i hakâ’ikda gezen sû sû Hayâtî bahr-i hayyın sâhil-i pâyânı var sanma Bütün cûcûya gûgûveş de etsen sû-be-sû nû nû Seferîhisâr ahâlîsindendir. Sultân Cem’in defterdârı ve zemân-ı şedâ’id ü mihnetde enîs ü gam-güsârı imişler. Sultân Cem Frengistân’da vefât etdiğinde haber-i vefât ve bi’l-cümle metrûkât ü muhallefâtını İstanbul’a sâhib-i terceme getirmişdir. Meşhûrdur ki Sultân Cem’in bir tûtîsi varmış. Rengi süt beyâz olduğu gibi lisânı dahi epeyce fasîh imiş. Mevlânâ Haydar, Cem merhûmun muhallefâtın getirirken mezkûr tûtîyi siyâha boyar ve laklak: taslak . Kelime, “Fatîn Davud. Hâtimetü’l-eş’âr . hzl. Ömer Çiftçi. . http://ekitap.kulturturizm.gov.tr ” künyeli eser esas alınarak dü-zeltilmiştir. makâm-ı ta’ziyyede “el-hükmü li’ pâyende bâd ömr-i pâdişâh” ibâresini ta’lîm eder. Tûtî, Sultân Bâyezîd’e bu ibâreyi söyler ise de pâdişâhın hoşuna gelmeyip Haydar’ı Germiyân kullesine habs ve sonra afv ile güzel bir ze’âmet ihsân eyler. Beyt-i âtî sâhib-i tercemenindir: Haydarâ ârif isen tevbe-i câm itme sakın Şol işi işleme kim sonra peşîmân olasın Aydın vilâyet-i celîlesi merkez nâ’ibi fazîletli Seyyid Alî Haydar Efendi Hazretleridir. Vekâyi’ kâtibi meşhûr İbrâhîm Efendinin hafîdi ve kısmet-i askeriyye mahkemesi mütehayyizân hulefâsından Nu’mân Efendi merhûmun necl-i necîbi olup bin iki yüz elli üç târîhinde İstanbul’da tevellüd eylemiş ve isti’dâd-ı fıtrîsi icâbınca sinn-i tufûliyyetde mebâdî-i ulûm ü fünûnu ikmâl ve bu yolda olan şevk ü hâhişi muktezâsınca cevâmi’ ü medârisde ale’t-tertîb tahsîl ile unfuvân-ı şebâbında İbn Hâcib gibi müşârün bi’l-benân-ı fazl ü kemâl olmuşdur. târîhinde mu’allimhâne-i nevvâba duhûl ile Şeyhü’l-islâm-ı esbak Ârif Efendi merhûmun zemânında bi’l-imtihân zâhir olan kemâlât-ı fevka’l-âdesi cümlenin nazar-ı takdîr ü tahsînini câlib ve fakat hadâset-i sinni taşra hükûmet-i şer’iyyelerine gönderilmesine mâni’ olarak mu’âvinlik sûretiyle mu’allimhâneye me’mûr buyurulmuşdur. Şeyhü’l-islâm-ı esbak Hüsâme’d-dîn Efendi merhûmun evân-ı meşîhatlerine kadar hıdmet-i mezkûrede bulunarak merhûm-ı müşarün ileyh sâhib-i tercemenin fart-ı zekâ vü kabiliyyetini bildiğinden mu’allimhâne-i mezkûra hâce ta’yîn buyurmalarıyla seksen altı târîhine gelinceye değin Mültekâ ve Dürer ve Ferâ’iz derslerinin tedrîsiyle meşgûl olmuşlardır. Biraz sonra rütbece tedrîsde mertebe-i mevleviyyete vâsıl olduğu misilli me’mûriyyetçe dahi bi’t-terakkî Bosna vilâyet-i celîlesi “Hüküm Allah’ındır.” | Mehmed Tevfik müfettiş hükkâmlığına ta’yîn kılınmışdır. Efendi mûmâ ileyh ile ülfetimiz oradadır. Fazl ü edebi yâr ü ağyârının musaddakı olup ef’âl ü harekâtında mütemekkin ü vakûr bir zât-ı fezâ’il-i mevfûrdur. Bosna’da üç sene müddet içinde birkaç def’a vâlî kâ’im-makâmlığı dahi etmişdir. İşbu me’mûriyyetinden avdet ve az müddet İstanbul’da istirâhatden sonra Ruscuk niyâbet-i şer’iyyesiyle âzim ve icrâ-yı ahkâm-ı şer’iyye ile umûr-ı mehâmm-ı saltanat-ı seniyyede ibrâz-ı mahâret-i kâr-güzârîye müdâvim olmuşdur. Şeyhü’l-islâm merhûm Turşîci-zâde Ahmed Muhtâr Efendinin sâ’ika-i ehl-perverîleriyle efendi-i mûmâ ileyhin me’mûriyyeti Tuna dîvân-ı temyîz riyâsetine ve bir müddet sonra Aydın vilâyeti dîvân-ı temyîz riyâsetine tahvîl kılınmışdır. Mûmâ ileyh bir zât-ı kâmil ü ârif oldukları gibi dekâ’ik-ı şi’re dahi hakkıyla vâkıfdırlar. Gazel-i âtî âsâr-ı dil-pezîrlerinden bir şemmedir: Tezâhüm etse de esbâb-ı te’sîri hederdir hep Umûr-ı halk-ı âlem beste-i hükm-i kaderdir hep Bisât-ı kâ’inâtı öyle gördüm ki cihân-der-hâb Hemîşe güft ü gû efsâne-i bî-pâ vü serdir hep Halâ’ik terk eder bir gün olur kim hâne-i dehri Anınçün her tehezzüz dâ’î-i şevk ü seferdir hep Mutavveldir me’ânî-i bedî’-i hâl-i dil şerhi Beyân-ı sırr-ı kevneyn ana nisbet muhtasardır hep Kitâb-ı sun’a Haydar çeşm-i dikkatle nazar eyle Ki her satr-ı varak zîbende-i nakş-ı iberdir hep Mîr-i mîrândan merhûm Haydar Paşadır. Rûmeli’de vâki’ Drama nâm kasabada tevellüd etmişdir. Sadr-ı esbak Hurşîd Paşanın Tırhala vâlîliği hengâmında müşârün ileyhin iltimâsına mebnî sâhib-i tercemeye silahşorluk rütbesi i’tâ olunmuşdur. Mu’ahharen Mısr’a azîmet eyleyip müddet-i medîde hudemât-ı Mısriyye’de istihdâm olundukdan sonra Mısr vâlîsi Abbâs Paşa merhûmun iltimâsıyla uhdesine rütbe-i mîr-i mîrânî tevcîh buyurulmuş ve senesi İstanbul’a gelip altmış sekiz senesi Biga mutasarrıfı olmuş ve altmış dokuz senesi vefât eylemişdir. Gazel-i âtî sâhib-i tercemenindir: Şem’-i vahdetden yanıp bu şeb çerâg oldu gönül Kurb ü bud’un sûzişinden pek ırag oldu gönül Âlem içre himmet-i agyâra muhtâc olmayıp Mû-miyân-ı dilbere bir özge bâg oldu gönül Tâ sabâh-ı haşre dek tenvîr eyler âlemi Şâm-ı vahdetde yanan kandîle yag oldu gönül Fahr edip Îsî desem n’ola efendi pîrime Ölmiş iken sâye-i monlâda sag oldu gönül Haydarâ Gâlib Efendi dahi nutk etmiş idi Râhberler kesretinden güm-sürâg oldu gönül Mısr vâlîsi esbak merhûm Mehmed Alî Paşanın dîvân kâtibi iken Mısr’da vefât eden münşî ve şâir-i meşhûr Hayret Efendidir. Anadolu’da Darende nâm kasabada mehd-ârâ-yı şühûd olmuşdur. Gençliğinde ulûm-ı cüz’iyye vü külliyyeyi tahsîl ü tekmîl ile Dersa’âdet’e gelip biraz zemân dîvân kalemine müdâvemet ve rütbe-i hâcegânîyi ihrâz ederek sadr-ı esbak Yûsuf Ziyâ Paşa ve Celâl Paşa ve kâ’im-makâm-ı esbak Ahmed Şâkir Paşa ve sadr-ı esbak Mehmed Gâlib Paşaların dîvân kitâbeti hıdmetlerinde bulunduğu hâlde bin iki yüz otuz dört târîhinde Mısr’a azîmet ve beş altı sene mikdârı Mehmed Alî Paşa merhûmun dîvân kitâbetinde bulundukdan sonra iki yüz kırk iki târîhlerinde o Yûsuf-ı Mısr-ı ma’rifet, dâmen-keş-i Zelîhâ-yı zemân olarak semt-i bekâya rıhlet eylemişdir. . Mutavvel bir aded münşe’âtı olup Mısr’da tab’ olunmuşdur. . Bir aded müfîd ve manzûm lugat-nâmesidir. | Mehmed Tevfik . Nahvden Elfiyye’ye bir kıt’a şerh-i rengîn makâlesidir. Eş’ârı dîvân olacak mertebe kesîrdir. Şevk-ı la’linle yanar nûr-ı çerâg-ı yâkût Reng alır âteş-i rûyundan ayag-ı yâkût Lâledir sanma anı şâh-ı bahâr-ı hüsnün Hükm edip şa’şa’adan kurdu otag-ı yâkût Fikr-i gül-bûse-i rûyun ile gûyân olsam Tarh olur safha-i nezzâreye bâg-ı yâkût Döndü bir sübha-i lü’lü’ye sirişkim Hayret Katre-i hûn arasında sürâg-ı yâkût Yenice-i Vardar’dandır. Şu’arâ-yı nâmdârân-ı Rûm’dan olup müretteb dîvânı vardır. Evâ’il-i hâlinde Vezîr İbrâhîm Paşaya verdiği kasîdesi ol vaktler şu’arâ beyninde mazhar-ı pesend ü kabûl olmuş idi. Sultân Süleymân Hayretî’ye lutf ü inâyet kasdıyla şâ’ir-i meşhûr Hayâlî’ye “Hem-şehrin nasıldır?” diye su’âl buyurmaları üzerine tabî’at-ı beşerde mevcûd olan rekâbet muktezâsı Hayâlî dahi “Efendim bî-nazîr şâ’irdir, fakat pek müstağnîdir.” demekle ve Hayretî’nin: Ne Süleymân’a esîrüz ne Selîm’ün kulıyuz Kimse bilmez bizi biz şâh-ı kerîmün kulıyuz beytiyle te’yîd-i müdde’â eylemesiyle pâdişâh az bir tîmâr ihsân eder. Hayretî dahi “Bîmârına böyle tîmâr olmaz.” deyip kabûl etmez ve ol Mennân-ı kerîm’in ihsânı olan kût ile kanâ’at eyler. Bi’l-âhıre gözleri a’mâ ve ’de târik-i âlem-i fenâ olmuşdur. Nazm-ı âtî âsârındandır: Bundan artuk dahi vuslat nic’olur âlemde Bir gök altındayuz ol mâh ile dâ’im ikimüz Yok sanurdum bâliş-i râhat bu mihnethânede Şimdi bildüm dilberün işigi taşı var imiş | Mehmed Tevfik ZEYL-İ HARF-İ H Meşâhîrden Hasan-cân Efendidir. Mevlidi Burusa’dır. Gençliğinde fünûna intisâb ile biraz müddet mevkûfât kalemine devâm etmiş ise de sonraları ıyş ü işrete mübtelâ olarak cihânın var ü yoğundan geçmişdir. A’cûbe-hey’et hoş sohbet bir zât imiş. Bin yüz yetmiş senesi vefât etmişdir. Osmân Paşa-zâde Sarı Beğ’in kâtibi iken beğin hediyye olarak sâhib-i tercemeye verdiği köhne bir top kemhâya dâ’ir inşâd eylediği manzûmedir: Ehl-i tevârîhden aldım haber Hârenin aslı da bu imiş meger Gâv-ı Drefşî gibi ol bezleke Girmedigi kalmadı hîç ma’ Nice zemân oldu o ibret-nümâ Gerden-i ûc üzre kebûdî ridâ Bânî-i bâg-ı İrem-i pür- Etmiş idi askî-i kasr-ı İmâd Hâre degil nâdire-i kevn idi Zîb-i serâ-perde-i fir’avn idi Sâhib-i tercemenin üç gözlü bir devâtı olup her bir gözünde siyâh, kırmızı, mâ’î reng mürekkeb bulunurmuş. Biri su’âl etdikde beyt-i âtî ile cevâb verirmiş: kalmadı: kalmamış bâg: kâh Üç hokka devâtında ne var derse o şâhım Hûn-ı cigerim dûd-ı dilim baht-ı siyâhım | Mehmed Tevfik Sâhib-i tercemenin hâli pek mü’essir pek garîbdir. Mûmâ ileyh Hâsköy ahâlîsinden ve evâ’il-i hâlinde Yahûdî hahamlarından ve fakat Tevrât’ın dekâ’ikına vâsıl olmak ve hakâ’ik-ı Arabiyye’yi dahi tahsîl etmek gibi meziyyetleri hâ’iz imiş. Şi’re dahi heves eylediğinden az vakt içinde asrının meşâhîr-i şu’arâsıyla müşâ’are edecek dereceye gelmişdir. Merhûmun asrı Sultân Murâd-ı Râbi’ ahdidir. Ol zemânlar müfti’l-enâm olan sâlifü’t-terceme şâ’ir-i meşhûr Bahâyî Efendiyle eksiksiz birleşirler ve dâ’imâ müşâ’are ederler imiş. Yine bir gün sâhib-i terceme müftî-i müşârün ileyhin meclisine duhûl ârzûsuyla konağına gider, fakat kapıcının şerrinden duhûl-i meclis-i mahdûma imkân müsâ’id olamamasıyla kendisine kapıda istiskâl olduğunu müş’ir bir gazel inşâd edip gönderir. Gazelde istiskâli işrâb eden beyt ber-vech-âtî tahrîr kılındı: Varınca südde-i devlet-me’âb-ı yâre derbânı İlâhî mübtelâ-yı südde olsun sedd-i bâb eyler Meğer hidâyet-i Samedânî sâhib-i tercemenin karîn-i hâli olmuş imiş. Hâdî-i sübül ve kâfile-sâlâr-ı rüsül efendimiz hazretlerinin medâ’ih-i cemîlelerini şâmil terkîb-bend üslûbunda lisânından bir na’t-ı Muhammedî sâdır olmağla derhâl İslâm ile teşerrüf eylemişdir. Na’t-ı şerîfi müftî-i müşârün ileyhe vermekle o vâsıta ile taraf-ı şehenşâhîden mazhar-ı iltifât-ı tâm olmuş ve ismi Mehmed ve mahlası Hâkî tesmiye kılınmışdır. İstanbul gümrüğünden be-her yevm yüz elli akçe ulûfe ve mikdâr-ı kâfî ta’yînât ile in’âm olunduğundan Hâsköy’den İstanbul’a nakl ile HâcePaşada bir hâne tedârük ve orada ölünceye kadar ikâmet etmişdir. Sâhib-i terceme dekâ’ik-ı Arabiyye’ye zâten vâkıf olmağla biraz müddet daha hakâ’ik-ı İslâmiyye’yi tahsîlden sonra ahz-ı icâzet ve müderris-i âm sınfına dahâletle asrında ders-i âm Mehmed Hâkî Efendi nâmıyla tahsîl-i şöhret etmişdir. Hattâ meşâhîr-i hükemâ-yı İslâmiyye’den Kâtib Çelebi merhûm Mîzânü’l-hakk’ında sâhib-i tercemenin bir nebze hâlini zikr etmişdir. Na’t-ı şerîf teyemmünen ve aynen ber-vech-i zîr tahrîr kılındı: Na’t-ı Seyyidü’l-mürselîn Şâh-ı iklîm-i risâletdür mu’azzam pâdişâh Nâzenîn-i Rabb-i izzet bende-i hâs-ı İlâh Hâk-i pâyı olmayan bulmaz Cenâb-ı Hakk’a râh Anun içün halk olındı nüh felekle şems ü mâh Sellimû sallû alâ-bedri’d-dücâ şemsi’l- Nûr-ı Hak’dur Mustafâ mahbûb-ı dergâh-ı Hudâ Mültecâ-yı halk-ı âlem kim anun dergâhıdur Sadr-ı dîvân-ı risâlet enbiyânun şâhıdur Kevkeb-i evc-i sa’âdet burc-ı hüsnün mâhıdur Evvelîn ü âhırîn anun şefâ’at-hâhıdur Sellimû sallû alâ-bedri’d-dücâ şemsi’l-hüdâ Nûr-ı Hak’dur Mustafâ mahbûb-ı dergâh-ı Hudâ Hâk-i dergâhına anun itmeyince intisâb Ref’ olup perde gönülden câna olmaz feth-i bâb Ayagı topragınun her zerresi bir âfitâb Yolına cân oynayan âşık bulur hüsnü’l-me’âb Sellimû sallû alâ-bedri’d-dücâ şemsi’l-hüdâ Nûr-ı Hak’dur Mustafâ mahbûb-ı dergâh-ı Hudâ “Karanlık geceyi aydınlatan mehtap ve insanları doğru yola götüren güneş salat edin!” Bu ifade, bazı küçük farklılıklarla Salâtı Kemâliyye’de yer almaktadır. Bkz. “Salât”. April . | Mehmed Tevfik Ravzasıdur gülşen-i cân-bahş-ı firdevs-i berîn Âsitânın bekleyüp eyler nidâ Rûhü’l-emîn Hâzihi cennâtü adnin fedhulûhâ Rahmeten li’l-âlemîn oldur şefî’ü’l-müznibîn Sellimû sallû alâ-bedri’d-dücâ şemsi’l-hüdâ Nûr-ı Hak’dur Mustafâ mahbûb-ı dergâh-ı Hudâ Yâd iden ism-i şerîfin şevk ile pür-nûr olur Mu’cizâtın gûş iden mahzûn gönül mesrûr olur Her kim anı sevdi cürmi afv olup magfûr olur Ey Yahûdî âşık-ı mahbûb-ı Hak manzûr olur Sellimû sallû alâ-bedri’d-dücâ şemsi’l-hüdâ Nûr-ı Hak’dur Mustafa mahbûb-ı dergâh-ı Hudâ Şeyhü’l-islâm Bahâyî Efendiye bâ-takdîm nâ’il-i ihsân-ı mevfûru olduğu gazelidir: Piyâle bezm-i yâre kesb içün nûr intisâb eyler Güherveş kim fürûg-ı mihrden tâb iktisâb eyler Degül benden nihân olmagla her gün kâni’ ol sehhâr Mülâkî olmayam seyrinde kim mahrûm-ı hâb eyler Varınca südde-i devlet-me’âb-ı yâre derbânı İlâhî ibtilâ-yı südde olsun sedd-i bâb eyler Şehâ mi’mâr-ı vaslunla vücûdum kişverin yap yap Firâkun korkarum âheste âheste harâb eyler Şeref besdür bu Hâkî bendene pâ-bûsun itdükçe Ki zîn-i kevkeb-i na’lün dü ebrûsın rikâb eyler Ber-vech-i âtî “kadeh gazeli” dahi meşhûrdur: Def’-i Dahhâk-ı gama ma’nîde âhenger kadeh Sedd-i Ye’cûc-ı melâle sedd-i İskender kadeh “Bunlar Adn cennetleridir, ebedî kalmak üzere girin buraya.” Bûs-ı la’lün bî-tekellüf itse her dem gam degül Aldı agzın ölçisin evvelden ey dilber kadeh Münkalib sanman hevâya dem-be-dem tâc-ı habâb Işkun ile göklere atar külâh-ı ser kadeh Tevbe itdi bâdeye Hâkî talâka şart idüp Boş olur şimden girü agzına alsa ger kadeh Kastamonuludur. Candarîlerden İsmâ’îl Beğ asrı şu’arâsındandır. Sultân Mehmed Hân-ı Sânî ol diyârı İsfendiyârlu elinden almışdır. Zemânında şi’r ile müştehir ve dîvânı eyâdî-i kadrdânânda mütedâvil ü mu’teber imiş. Beyt-i âtî sâhib-i tercemenin olmak üzere Tezkire-i Latîfî’ de muharrerdir: Ey murâd-ı mü’min ü tersâ mu’în-i merd ü zen Kudretündür taşı geh mercân ü geh mermer düzen Sâhib-i terceme bir kasîde tanzîm edip câ’ize ümmîdiyle bir vezîre i’tâ eder. Câ’izede igmâz olunmasıyla ta’rîzi mütezammın bu kıt’ayı inşâd eylemişdir: Kerem ehli makâmıdur bu sadır Bu ululukla bu sehâ nic’olur Gel begüm sen vezâreti bana vir Beni medh eyle gör atâ nic’olur Üsküblüdür. Sultân Bâyezîd Hân-ı Sânî zemânında terk-i serây-ı cihân eylemişdir. Beyt-i âtîden derece-i tab’ı nümâyân olur: | Mehmed Tevfik Melâlet çekmezem hergiz ki hicrân ber-kemâl oldı Ki bir nesne kemâl bulsa felek ana zevâl eyler Gelibolu ahâlîsinden ve Mevlânâ Sun’î’nin ehibbâsındandır. Eş’ârı letâfetden hâlî değildir: Kaşlarun üstinde dir hâlün gören ey meh-cebîn Bâl açup pervâz ider san Sidre’de Rûhü’l-emîn Meşâhîr-i şu’arâdan tezkire sâhibi Âşık Çelebinin küçük birâderi ve kâdî-asker Muhyi’d-dîn Efendinin mu’îdi imişler. Merhûm ma’zûl olduğu esnâda sâhib-i tercemenin dahi kevkeb-i hayâtı rehîn-i ufûl olmuşdur. Hattâ birâderi Âşık Çelebi Tezkire’sinde bu şi’ri yazmışdır: Göz kızardup girmişem bir çeşm-i âhû ışkına Çeşm-i hûn-bârum görüp sanman beni sâhib-remed Beriyyetü’ş-şâm cânibinde Kilis nâm kasabadandır. Dersa’âdet’e bi’l-vusûl sınf-ı hâcegâna duhûl ile mütevâzı’âne hareket ve bi’l-âhıre defterdâr mektûbculuğu me’mûriyyetine nâ’il olup dâhil-i sınf-ı ricâl-i devlet olmuş iken senesi rûh-ı pâki âzim-i sûy-ı eflâk ve cesed-i derdnâki güm-şude-i zîr-i hâk olmuşdur. Fatîn Efendi sâhib-i tercemeyi asrında “Kıt’a-gûlukla meşhûr bir şâirdir.” deyip kıt’a-i âtîyi tezkiresine derc eylemişdir: Kıt’a Kerem mukâta’ası tâ zemân-ı Hâtem’den Kalıp mezâdda bir kimse olmayıp tâlib Kimin nukûd-ı atâyâsı var anı alıcak Meger cenâb-ı sadâret-penâh ola râgıb Ulemâ-yı Rûm’un a’zamı ve nigîn-i ulûm ü fünûnun hâtemi asrının ferîdi ve dehrinin vahîdi Mevlânâ Mü’eyyed-zâde Efendidir. Nâmı Abdu’r-rahmân ve meşâhîr-i müverrihînden Mollâ İdrîs’in tahkîkâtına göre meşhûr-ı âfâk Şeyh Ebû İshâk-ı Kazrûnî neslinden olup mevlidi dahi Amasiyye şehridir. Bâyezîd Hân-ı Sânî şeh-zâdeliklerinde Amasiyye’de iken Hâcî Mahmûd isminde bir hâsekîsi ile Mü’eyyed-zâde, şeh-zâde ile dâ’imâ hem-bezm-i ülfet ve neş’edâr-ı encümen-i mahabbet olduklarından şeh-zâde ile hâsekî ve Mü’eyyed-zâde’nin bu derece germî-i musâhabetlerini çekemeyenler peder-i büzürgvârları Hazret-i Fâtih’e ülfeti sefâhet sûretinde arz ü îmâ etdikleri cihetle Hazret-i Fâtih muktezâ-yı cibillet muttasıf oldukları fart-ı gayretlerinden bu makûle sefâhatden kemâl derece ibrâz-ı nefretle mûmâ ileyhimânın i’dâmlarını şeh-zâdeye sûret-i katî’ada emr ü fermân buyurması üzerine şeh-zâde hükmün mazmûnunu mûmâ ileyhimâya işârât-ı münâsibe ile îmâ eylediğinden Mü’eyyed-zâde ihtiyâr-ı seferle bir mahalde ittihâz-ı makarr etmeyip memâlik-i Osmâniyye hudûdundan hurûc ve Arabistân toprağına vülûca muvaffak olmuşdur. Haleb’e vusûlünde mâldâr bir tâcirle ülfet eylediklerinden tâcir-i merkûm mevlânânın fart-ı zekâ vü kabiliyyetlerini fehm ü derk eylemesiyle mikdâr-ı kâfî akçe i’tâ ederek Mü’eyyed-zâde’yi li-ecli’t-tahsîl Şîrâz’da Monlâ Celâl’in ders-i ifâdesine göndermişdir. Mü’eyyed-zâde bir müddet hıdmet-i monlâda tahsîl ve ilm-i kemâle iştigâl ile fâ’ikü’l-akrân olur. O aralık Bâyezîd-i Sânî câlis-i evreng-i cihanbânî olmağla Mü’eyyed-zâde Rûm’a avdet içün Monlâ Celâl’den tahsîl-i icâzet etmekle Celâl merhûm Aşeriyye nâm risâleyi yazıp | Mehmed Tevfik sâhib-i tercemenin medh ü senâsında ıtrâ eylemişdir. Mü’eyyed-zâde Rûm’a vâsıl olmasıyla Sultân Bâyezîd Hân-ı Sânî ta-rafından evvelâ kırk akçe ile Kalenderhâne Medresesi’ni ve sonra kırk beş akçe ile medâris-i sahndan birini ihsân buyurup biraz sonra akçesini elliye iblâğ ederek Edirne kâdîsi ve andan kâdî-asker etmişdir. Fi’l-hakîka Mü’eyyed-zâde şiyem-i mahmûde ile şöhre-i dâr ü diyâr ve yegâne-i ulemâ-yı sipihr-i devvâr oldukları gibi erbâb-ı ma’ârife meyl-i tâmı ve in’âm ü incizâb-ı mâlâ-kelâmı olmağın merhûm Necâtî Beğ dîvânını sâhib-i terceme nâmına tedvîn eylemişdir. Sultân Bâyezîd’in evâhır-ı saltanatında zuhûr eden Yeniçeri fetretinde sâ’ir erkân-ı devlet ile sâhib-i tercemenin dahi hânesi erbâb-ı ihtilâl tarafından yağmâ olunmasıyla Mü’eyyed-zâde mansıbından ferâgat ve ihtiyâr-ı uzlet etmişdir. Ba’dehu Yavuz Sultân Selîm Dârâ-yı heft-iklîm olunca sâhib-i tercemeyi mansıbına i’âde ve halvet-serây-ı hâslarına da’vetle musâhabelerinden istifâde etmişdir. Mevlânâ-yı müşârün ileyhin zemânında aleydârları pek çok olmağla haklarında zuhûr-yâfte olan iltifât-ı Selîm Hânî’yi çekemediklerinden Sultân Ahmed taraflılığı ile monlâyı pâdişâha gamz ve iki kıt’a mektûb dahi tasnî’ ederler. Meğer bu mektûbları Sarı Gürz mülâzımlarımdan Kezzâb ü Kallâb isminde iki rû-siyâh tertîb etmiş imiş. Pâdişâh mektûbların keyfiyyetini cânib-i monlâdan istifsâr etmesi üzerine monlâ beyt-i âtiyle arz-ı cevâba müsâra’at etmişdir: Sen bu mektûbun eger bilmek dilersen kâtibin Gâfil olma husrevâ Kallâb ile Kezzâb’dan Bunun üzerine işbu Arab’ın hânesi basılıp taharrî olundukda mektûbların müsveddesi zuhûr ile sâhte olduğu ve merkûmlar dahi Sarı Gürz’ün tahrîkiyle tasaddîlerini ikrâr eylediklerinden Sarı Gürz mansıbından dûr ve iki Arab lezâ’iz-i zindegânîden mechûr edildi ve Sarı Gürz’ün mansıbı Mü’eyyed-zâde’ye verildi. Ba’dehu monlânın dahi kuvâsına halel gelmekle azl edilmiş ve senesi leyle-i Berât’ında tayy-ı tûmâr-ı hayât eylemişdir. Elsîne-i selâsede nazm ü nesre kâdir bir fâzıl-ı celîlü’l-me’âsir olup buna: buna da nazm-ı âtî reşehât-ı kilk-i sehhârı ve nümûne-i tab’-ı pür-iktidârıdır: Çâk olan dest-i cefâyıla girîbânumdur İlişen hâr-ı gam-ı mihnete dâmânumdur İçelüm içelüm şarâb içelüm Nice bir sûfî âb-ı nâb içelüm Âhıretde olur şarâba hisâb Biz anı bunda bî-hisâb içelüm Sultân Ahmed’e gönderdiği cevâb-nâmede beyt-i âtî muharrerdir: Gözlerüm oldı münevver ol sevâd-ı nâmeden Toz yirine tûtiyâ saçmış meger cânân ana Burgus’da câmi’-i şerîfi olan sâhib-i hayrât Mehmed Beğ nâm sancak beğinin evlâdından Za’îm Dîvâne Çelebinin oğlu olup zümre-i sipâhdan dervîş-meşreb bir zât imiş. Sultân Selîm-i Sânî şeh-zâde iken meşâhîrden Turak Çelebinin âsitânına vâsıl ve mazhar-ı lutf-ı kâmili olmağla mahlası Mâtemî iken çelebinin işâretiyle Hâtemî’ye tahvîl etmişdir. Eş’ârından dest-res olunan bir beyt tahrîr kılındı: Şîvesinden turamaz bir dem ayag üstine yâr Tâze şâhun yine kendüye olur meyvesi bâr | Mehmed Tevfik Yenişehr-i Fenâr ahâlîsinden Akovalı-zâde Ahmed Hâtem Efendidir. Mûmâ meşâhîr-i şu’arâdan olup tertîb-i dîvân dahi etmiş ve sunûf-ı sühanverân arasında nâm almış iken terceme-i hâline dest-res olunamaması te’essüfü mûcib olmuşdur. Her ne hâl ile sâhib-i tercemenin senesi şehr-i mezkûrda vefât etdiğine dâ’ir ufak bir ma’lûmâta Fatîn Efendi merhûmun tezkiresinde dest-res olunabildi. Hâtem Dîvânı meşhûr olup hattâ geçende tab’ olunmuşdur. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Gönüller her biri bir vech ile meftûnun olmuşdur Dil-i zârım çerâg-ı tarz-ı gûn-â-gûnun olmuşdur Tekellüf ber-taraf ma’lûmun olsun ey saçı Leylâ Senin bin cân ile Hâtem kulun Mecnûn’un olmuşdur Silivri’de mekteb hâcesi İbiş Efendinin mahdûmu olup senesi tevellüd etmiş ve Ahıshalı Osmân Efendiyle Hâce Kerîmî’den ulûm-ı Arabiyye ve fünûn-ı Fârsiyye’yi tahsîl ederek semt-i kitâbete sâlik olmuşdur. Dem-i aşkın cefâsın çekdigimden öyle âh etdim Tahammül etmeyip ruhsârına yârin nigâh etdim Giriftâr oldum ey Hâlid belâ-yı hecr-i dildâra Dü çeşmüm kan döker bilmem aceb ben ne günâh etdim ileyh: ileyhe Şeyh Hâlis Efendidir. Sâlifü’t-terceme Sâkıb Efendi merhûmun oğludur. El-veledü sırri sırrı sâhib-i tercemede dahi rû-nümâ ve pederleri misilli tarîk-ı feyz-refîk-i Mevleviyye’den behremend-i feyz-i Mevlânâ ve pederleri irtihâlinde Kütahiyye’de Erganûniyye hânkâhı meşîhatine revnak-pîrâ olmuşlardır. Kırk beş sene hânkâh-ı mezkûrda post-nişîn-i irşâd olup senesi târik-i semâ’hâne-i fenâ olduğu ba’zı tezkirelerde görüldü. Şi’rde hüsn-i edâsı müsellem bir şâir-i mu’ciz-demdir. Gazel-i âtî sâhib-i tercemenindir: Gören kûyunda cûş-ı mevc-i giryem yem kıyâs eyler O gül-ruhsâr ise mânend-i şeb-nem nem kıyâs eyler Eger zehr olsa nûş eyler rakîbin sundugu câmı Ben ana Âb-ı hayvân dahi versem sem kıyâs eyler Dil istib’âd eder ol denli neyl-i devlet-i vaslı Eger râm olsa ol âhû-yı mahrem rem kıyâs eyler Gam-ı la’li ile hûn-âbe-pâş-ı mihnet oldukça Sirişk-i çeşmimi seyr eden âdem dem kıyâs eyler Senin her bir sözün bir gevher-i sencîdedir Hâlis Velî kec-tab’ olan yârân-ı ebkem kem kıyâs eyler Şu’arâ-yı asrdan meşhûr Hâlis Efendidir. Nâmı Yûsuf olup bin iki yüz yirmi senesi Dersa’âdet’de çehre-nümâ-yı âlem-i şühûd olmuşdur. Mûmâ ileyh âti’t-terceme şu’arâdan Fâzıl Beğ merhûmun akrabâsından ve devr-i Mahmûd Hân-ı Sânî asrında isyân eden Tâhir “Çocuk, babanın sırrıdır.” | Mehmed Tevfik Ömer familyasındandır. senesi dîvân kalemine ve üç sene sonra terceme odasına me’mûr olup senesi ser-kitâbetle Londra’ya ve senesi yine kitâbetle Trablus-şâm’a azîmet ve hitâm-ı me’mûriyyetle avdet eylemiş ve lisân-ı Arabî’ye olan intisâbı münâsebetle bâ-rütbe-i sâniyye terceme odası Arabî mütercimliğine ta’yîn kılınmış ve geçenlerde der-kâr olan kıdemi cihetiyle ma’âşıyla tekâ’üd edilmişdir. Re’îsü’l-küttâb Âkif Paşa merhûm Tabsıra’sında “Terceme odası hulefâsından Hâlis Efendi yanımda idi.” diye zikr eder. Bu hâlde mûmâ ileyh hulefânın en kıdemlisi demek olur. Her ne ise sâhib-i terceme şu’arâ-yı asrın nâmdârıdır. sene-i hicriyyesinde zuhûr eden Moskov muhârebesi esnâsında Şâh-nâme-i Osmânî nâmıyla inşâd eylediği manzûmesinde tahrîk-i urûk-ı hamiyyet ve teşcî’-i erbâb-ı gayretde kuvvetçe kelâm-ı Tûsî derecesine varabilmişdir. Müretteb dîvânı ve birçok tevârîh ü mesneviyyâtı vardır. Gazel-i âtî mûmâ ileyhin zâde-i tab’ıdır: Bülbül-misâl gül yüzünü andım Mânend-i gonçe kanlara boyandım agladım Bir şem’-i meclis oldum o cânâna dün gece Tâ subh olunca hâlimi hep yandım agladım Göz kana kana aglamaga teşne-dil idi Hûn-ı sirişk-i hasret ile kandım agladım Zevk-ı visâle almış idim yâri koynuma Ru’yâ görürmüşüm meger uyandım agladım Düşdü gözümden eşk dür-i i’tibârveş Hâlis o şûhu rahm edecek sandım agladım Nâmı Abdü’l-hay ve cennet-mekân Sultân Selîm Hân-ı Sânî’nin andım: andan hâcesi Atau’llâh Efendinin hayrü’l-halefidir. Hengâm-ı tahsîlini bîhûde telef ve eyyâm-ı şebâbını yok yere sarf etmeyip iktisâb-ı kemâl eylemişdir. Akrânı miyânında fazl ile ma’rûf olduğu gibi şi’r ile dahi şöhret bulmuşdur. İbtidâ pederleri tarîkına sülûk eylemiş ise de tarîk-ı ilmin şedâ’id ü metâ’ibin te’emmül edip âlâm-ı bî-encâmına tahammül edemeyeceğini hiss ile tarîk-ı ehl-i seyfe sülûk ve ulûfesi bedeli müteferrikalığı ile pâdişâha abd-ı Memlûk olmuş idi. Mu’ahharen Tamışvar defterdârı oldukdan sonra vefâtı vukû’ bulmuşdur. Fındıklı sahâsında Abdü’l-hay Efendi nâmına bir mezâr var ise de gâlibâ sâhib-i tercemenin olmayıp ulemâdan Galatalı Abdü’l-hay Efendi merhûmun olmak gerekdir. Beyt-i âtî sâhib-i tercemenindir: Dirdüm ki bir bahâne ile seyr idem yüzin Hîç bulmadum bahâne o gonçe-dehâna ben Meşâhîr-i şu’arâdandır. İsmi Alî ve mevlidi Manastır’dır. Gençliğinde tarîk-ı ilme âzim ve Zeyrek-zâde’den mülâzım olmuşdur. Çivi-zâde Efendinin himmeti ve Defterdâr Bayram Alî Çelebinin sahâbeti ile Üsküb ve Selanik’e kâdî olmuşdur. Evvel mansıbı Karaferye tedrîsi ve âhır mansıbı yine Karaferye kazâsı olup Karaferye’de mansıb-ı hayâtdan ma’zûl olmağla oraya defn edilmişdir. Evâ’il-i hâlinde Alî tahallus eder ve şi’re ibtidâ-yı hevesinde söylediklerinden beğenmedikleri nazma “Gençlik zemânında söylediğim sözler.” der imiş. Âsumân-ı belâgatin şems-i hâveri ve nüh-tıbâk-ı fesâhatin mihr-i enveridir. Gençliğinde ziyâde bâde-nûş olmağla ba’de zemân Eyûb ve Galata kâdîsi olduğunda zemân-ı ayyâşîde devâm etdiği meykedelerin ba’zısına ahyânen gidip pîr-i sahbâ-fürûşun hâtırını istifsâr ederek “Zemân-ı iflâsımızdaki hırsımız şimdi olsaydı doyunca şarâb içer ve subaşı korkusu çekmeyip Galata meykedelerinde kendimizden | Mehmed Tevfik geçerdik.” der imiş. Nazm-ı âtî âsârındandır: Seni gözler bu çeşm-i hûn-feşânum nice demlerdür Gel ey nûr-ı basar merdümlük it demler kademlerle Anladum çeşmi ne fettân idügin kaşından Bilinür reh-zen olan nite ki yoldaşından Ayun on dördi gibi bir güzele vir gönlün Hâverî sev güzeli iki yedi yaşından Sultân Selîm Hân-ı Sânî’nin lâlâsı Ca’fer Paşanın mahdûmu Mustafâ Beğ’dir. Pederi gibi hilye-i ma’ârif ü kemâlât ile ârâste ve letâ’if ü zarâ’if-i nâ-ma’dûde ile pîrâste idi. Merhûm Sultân Selîm Hân Hazretlerinin rebîb-i lutf ü ni’meti ve perverde-i mekârim ü şefkati olmağın livâ-yı kadrinin ser-alemi hilâl-i âsumân olmuş ve birçok sancaklarda hâkim ve vâlîlik eylemişdir. Nazm-ı âbdârındaki hâlet mâsadak rahîk-i mahtûm ve asrında hızâne-i belâgat nâm-ı nâmîsiyle mahtûm imiş. Meşhûr “âfitâb gazeli”nden bir beyt ber-vech-i zîr tahrîr kılındı: Mihr-i hüsnünden senün yüz almasa ger âfitâb Âlemi başdan başa itmezdi enver âfitâb Okçu-zâde demekle asrında şöhret bulmuşdur. Gençliğinde latîfü’l-manzar ve perî-peyker nev-cevân imiş. Yeniçeri olmağla bir müddet ocakda usûl üzere terbiye gördükden sonra yayabaşı olmuş ve ba’dehu Budin’e gönderilmesi îcâb eden bir fırka yeniçerinin kitâbeti sâhib-i tercemeye verilmişdir. Budin’de ârâm edemeyip tekrâr İstanbul’a avdet ve bir müddet dergâh-ı felek-bârgâh-ı husrevânîde hıdmetden sonra âzim-i sûy-ı âhıret ve muntazır-ı rahmet-i Rabb-i izzet olmuşdur. Eş’ârı edâsı gibi nukl-i meclis-i ahbâb imiş. Nazm-ı âtî metâli’-i âşıkânesindendir: Agyâr-ı kîne-hâh ile seyrâna gitme hîç Gel gör ne oldı Yûsuf’a yâbâna gitme hîç Mey-i telh içdüm idi çâre sanup def’-i gama Yârsuz oldugıçün acısı çıkdı tepeme Degdün ol zülf-i anber-efşâna Erre-i ömr imişsin ey şâne Sensin murâd kûyun anılmadan ey güzel Zikr-i mahal irâde-i hâl oldı fi’l-mesel Her dilber içün sînede bir yara mı olsun N’itsün dil-i sevdâ-zede bin pâre mi olsun Sigetvar’da Sultân Süleymân merhûmun atının ayağı kayıp şerâreler çıkdıkda derhâl bir manzûme inşâd eylemişdir ki birkaç beyti tahrîr kılındı: bir: bu | Mehmed Tevfik Şeh-i devrân oldukda süvâre Sabâ-reftâr esb-i râhvâra Şikâyet eyleyüp bu seng-dilden Başına od mı yakdı yoksa hâre Ya mâh-ı nev midür kim gökden indi Yolında şâhun oldı pâre pâre Düşen yıldız mıdur kim yüzin urdı Ser-i sümm-i semend-i şehriyâra O dem kim dest-i lutf-ı merhametle Elin ala ele çıkara Meşâhîr-i fuhûlden Dürer ü Gurer sâhibi Monlâ Husrev’in sıbt-ı reşîdidir. Dokuz yüz kırk senesi pederleri İpek kâdîsi iken orada tevellüd etmişdir. Unfuvân-ı şebâbında kesb-i sermâye-i isti’dâd ve levâzım-ı tarîkı i’dâd edip ulemâ-yı asrından Kâdî-zâde Efendi dârü’l-ifâdesinde iştigâl ve sonra İstanbul kâdîsi Saçlı Emîr Efendiye ittisâl ederek senesi Ebu’s-su’ûd Efendiden mülâzım olmuşdur. senesi hilâlinde yirmi akçe ile Burusa’da Bâyezîd Paşa Medresesi’ne sonra yirmi beş akçe ile ceddi Monlâ Husrev Medresesi’ne ba’dehu otuz akçe ile Çekmece’de Abdü’s-selâm Medresesi’ne andan kırkla İstanbul’da Efdal-zâde Medresesi’ne müderris olmuş ve ba’de’l-infisâl kâdî-i kâfile-i huccâc-ı Şâm olarak ziyâret-i Beytü’l-harâm etmişdir. ’de Eski Alî Paşa hâricine doksanda pâyesine nâ’il olmuş ise de ’de maraz-ı müzmine mübtelâ olduğundan tekâ’üd edilmişdir. Doksan sekizde ifâkat geldiğinden Trablus-şâm kazâsı inâyet olunmuş ve binde azl güne: göge Kelime “nun” yerine “te” ile yazılmıştır. edilip selefi i’âde kılınmışdır. Sene-i mezbûrda vilâyet-i Karaman’da Akşehr’de maraz-ı su’âlden vefat eylemişdir. Mevlânâ-yı mûmâ ileyh vufûr-ı ilm ü ma’rifetle meşhûr tekellüf ü tasallufdan mütecânib bir zât-ı me’âlî-mevfûr imişler. Galatât-ı avâmı cem’ ve Kutb-ı Mekkî’nin târîhini terceme eylemişdir. Eş’âr-ı âtî nuhbe-i güftârıdır: Garazum mülk-i bekâ idi adem râhından Ugrayup şehr-i vücûda oyalandum kaldum Yanuna alup rakîbi eyledün seyr-i çemen Yanuna kalur mı ey serv-i sehî seyr eylesen Geçdi müjemün hanceri dirsen dil ü câna Tîrüni de ey kaşı kemân atma yabâna Sofyalıdır. Tarîk-ı ilme âzim İmâm-zâde ve Kara Çelebi dârü’l-ifâdelerine müdâvim olup, fakat mülâzım olamadığından İmâm-zâde’ye Sultân Selîm-i Evvel Medresesi’nde mu’îd olmuşdur. Dokuz yüz elli dokuz târîhinde İmâm-zâde’den mülâzım ve evvelâ İpek Medresesi’ne sonra Gelibolu’da Balaban Medresesi’ne daha sonra Hezargrad’da maktûl İbrâhîm Paşa Medresesi’ne müderris olup andan pâye-i erba’îne vâsıl ve elli akçe ile Yenice-i Vardar’da Evrenos Gâzî Medresesi’ne müderris olmuş iken senesi: İrdi hazânı ömrümün veh ki dahi bahârı yok Subh-ı ümîde irmedüm gam şebinün nehârı yok me’âli zebân-zed-i lisân-ı hâli olmuşdur. Hazânî mahlasıyla eş’ârı ve ulûm ü fünûnla şi’ârı vardır: | Mehmed Tevfik Çeşmi hışm itse lebin emdükçe hâlet-bahş olur Def’ ider gerçi meyün keyfiyyetin bâdâm-ı telh Bu misâfirhâneden göçsek gerek lîkin henûz Nahsdur eyyâmumuz bir sa’d sâ’at beklerüz Meşhûr Nasre’d-dîn Hoca’nın nebîridir. Gençlikde mebânî-i ulûmu tahsîl eyledikden sonra Mevlânâ Yegân Hazretlerine intisâb ve ulûm-ı akliyye vü nakliyyeyi anlardan iktisâb eylemişdir. Evvelâ Sivrihisâr’da müderris oldu. Ma’lûmât-ı garîbesi Mevlânâ Fenârî’ye mütekârib idi. Sonra Mevlânâ Yegân’ın kerîmesini tezevvüc eyledi. Ebu’l-feth ve’l-magâzî Sultân Mehmed Hân-ı Gâzî Hazretlerinin evâ’il-i saltanatında bilâd-ı Arab’dan bir âlim gelip Sultân Mehmed’in meclis-i şerîfinde ulemâ-yı Rûm ile mübâhase ve îrâd eylediği es’ile-i gâmızaya cevâb-ı kâfî verilemediğinden meydân-ı mübâreze-i ilmiyyeyi kendiye hasr eyledi. Fâtih merhûm bu hâlden aşırı dil-teng ve fâzıl-ı mûmâ ileyh ise meydân-ı bahs ü cedelde merd-i ceng olmağın ulemâ bi’l-ittifâk pâdişâha Hızr Beğ’i tavsiye eylediler. Pâdişâh derhâl Hızr Beğ’i Sivrihisâr’dan getirtdi. Fâzıl-ı müşârün ileyh zî-sipâhîde ve otuz dört yaşında bir genç olmağla meclis-i hümâyûnda Arab’dan gelen fâzıl Hızr Beğ’i hîçe saydı. Bahse girişdiler. Arab’ın su’âllerine birer birer cevâb-ı şâfî i’tâsından sonra fünûn-ı garîbeden Arab’a on dört su’âl îrâd eyledi. Arab hîç birinin cevâbına muktedir olamayup mebhût olmasıyla pâdişâh kemâl-i hazzından yerinden kalkıp kalkıp oturdu ve Hızr Beğ’i Burusa’da Sultân Medresesi’ne müderris eyledi. Medrese-i mezbûrda Mevlânâ Kestelli ve Mevlânâ Aliyy-i Arabî gibi efâzıl Hızr Beğ’in dânişmendi ve Mevlânâ Hayâlî ve Mevlânâ Hâce-zâde misilli nevâdir mu’îdî idi. Zemân-ı şerîfini ibâdet ü ilme sarf ü hasr eylemişdir. İhâta-i kâmilesi gâyetde ve havsıla-i dahi: dâ’î ilmiyyesinin vüs’ati nihâyetde idi. Fâtih İstanbul’u aldığı gibi ibtidâ Hızr Beğ’i kâdî nasb eyledi. İstanbul’da kâdî iken senesi kâdî-i ecel hükmünü icrâ ve sicill-i ömrünün hâtimesini imzâ etdi. Mezâr-ı şerîfi Şeyh Vefâ kurbunda Necâtî merhûmun yatdığı tekyededir. Elsîne-i selâsede zihâf-ı noksândan ârî eş’âr-ı i’câz-şi’ârı vardır. Akâ’id-i İslâmiyye’ye dâ’ir manzûm bir “kasîde-i nûniyye” inşâd eyleyip Mevlânâ Hayâlî şerh eyledi. El-hak metn ü şerh yek-diğere muvâfık ve mutâbıktır. Hızr Beğ bu “kasîde-i nûniyye”yi nazm eyleyip nâmını İcâletü’l-leyleteyn bi’t-tesmiye Sultân Mehmed Hân merhûma îsâl eyledi. Pâdişâh-ı ma’ârif-iktinâh dahi kasîdeyi Mevlânâ Gürânî’ye irsâl etdi. Gürânî Hazretleri dahi: Lekad zâde’l-hevâ fi’l-bu’di beynun Ve beyne’l-beyni bu’du’l-maşrıkeynun matla’ına i’tirâz edip “Zâd lâzım isti’mâl olunmak lâzım iken Hızr Beğ müte’addî îrâd eyleyip kâ’ideden ta’addî eyledi.” demesiyle pâdişâhın emri üzerine i’tirâz kasîdenin zahrına tesvîd olunup Hızr Beğ’e gönderi ldi. Hızr Beğ cevâbında “Zâd müte’addî isti’mâl olunur. Sâ’il bundan gâfil.” deyip makâm-ı istidlâlde fî-kulûbihim maradun fe zâdehumullâhu âyet-i şifâ-bahşını tahrîr eyledi. Tilâmizinden Mevlânâ Mehmed İbn El-hâc Hasan ve izâ tüliyet aleyhim ayâtuhu zâdethum âyet-i kerîmesi yazılıp anınla cevâb verilse daha güzel olurdu.” demesiyle telakkî bi’l-kuvve edip bu cevâbını rükn-i kıyâsdan ziyâde istihsân eylemişdir. Kasîde-i mezkûrenin âhırında: El-eyyâm eyyuha’s-sultân nazmî İcâletün leyleten ev leyleteyn Ma’a’l-iştigâlî fî-eyyâmi dersî Vemâ fâret şugli sâ’ “Onların kalplerinde hastalık vardır. Allâh da hastalığı arttırdı.” “Müminler ancak o kimselerdir ki; ancak zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah’ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını kat kat artırır. Ve sadece Rablerine güvenirler.” Manzumenin vezni tespit edilememiştir. | Mehmed Tevfik İcâletü’l-leyleteyn olduğunu zikr ve bu nâm ile tesmiye eylemişdir. Beyt-i âtî Hızr Beğ’in ezhâr-ı âsârından bir şemmedir: Gül leşkeri haberlerini lâleden işit Kim şimdi geldi tozı ayagındadur dahi Virmiş sabâ benefşeye peygâm-ı zülf-i yâr Ol izzetün hevâsı dimâgındadur dahi Edirnelidir. Asrında Depegöz demekle meşhur imiş. Ulemâdan Merhabâ Efendiden mülâzemetle dil-şâd ve sonra mûmâ ileyhe dâmâd olmuşdur. Edirne’de Ebniye Medresesi’ne ve Gelibolu’da Sarıca Paşa Medresesi’ ne ve Burusa’da Yıldırım Bâyezîd Medresesi’ne müderris olmuşdur. Dokuz yüz altmış yedide ma’zûl olmasıyla tarîkdan ferâgat ve otuz akçe tekâ’üdlüğe kanâ’at etmişdir. Vazîfe-i tâ’ât ile güzârende-i evkât iken târîhinde Edirne’de vefât eyledi. Sermâye-i ulûm-ı nazariyyeden sâhib-i vâye ve nazar-ı himmeti, âlem-i bâlâya iken tâli’den yârî ve felekden cânibdârî görmemesiyle gubâr-ı idbâr içinde âlem-i fânîden güzâr eylemişdir. Hızrî mahlasıyla eş’ârı meşhûrdur: Kasd-ı dil ol zülf-i anberfâmadur Bir kalenderdür ki azmi Şâm’adur Kirpügüm dil mâcerâsın yazmaga Kâtib-i çeşmüm elinde hâmedür Rûy-ı zerdüm eşk-i hûn-âlûd ile Yazılup kan ile fürkat-nâmedür Devletünde bu yetîm-i eşkümün Geydügi gül-gûnî atlas câmedür MEVLÂN HUSREV Pederinin ismi Ferâmerz ve kendisinin nâmı Mehmed’dir. Şakâ’ik’in beyânına göre Ferâmerz, ümerâ-yı Françadan olup sonra Müslümân olmuşdur. Ferâmerz İslâm ile teşerrüfden sonra Varsak vilâyetinde Sivas ile Tokad ortasında bir zâviye binâ edip orada tavattun eyledi. Ferâmerz kerîmesini ümerâ-yı Osmâniyye’den Husrev nâm bir emîre verdi. Sonra Ferâmerz vefât edip oğlu Mehmed hâl-i sıgarında Emîr Husrev’in hücre-i terbiyetinde kaldı. Bu takrîble Emîr Husrev kayını diye şöhret bulmuş iken kesret-i isti’mâlle kuyûd-ı muhtelife-i müteferrika terhîm olunup elsîne-i nâsda yalnız Husrev diye nâmı kaldı. Fâzıl-ı müşârün ileyh evâ’il-i tekmîlinde cümle-i fünûnu ekâbir-i ulemâ-yı mütekaddimînden bilâd-ı Rûmiyye’de müftî olan Burhâne’d-dîn Haydar-ı Herevî Hazretlerinden ahz eyledi. Bu makûle üstâd-ı ilm hakkında sarf-ı nukûd-ı iclâl e’âzım-ı selâtîne mesâbe-i dîn olmağla Mevlânâ Husrev’e Edirne’de Şâh Melik Medresesi verildi. İşte Mevlânâ Husrev Edirne’de Şâh Melik Medresesi’nde esnâ-yı iştigâlde Sa’de’d-dîn-i Taftazânî’nin Mutavvel’ine havâşî yazdı. O esnâda Rûm’a gelip de Edirne’ye uğramış olan ulemâdan Seyyid Ahmed-i Kırımî’ye havâşîyi irsâl etdi. Ahmed-i Kırımî birçok i’tirâz tesvîd eylediğinden Husrev umûm Edirne ulemâsına bir ziyâfet tertîb ve Kırımî’yi ziyâfete da’vetle huzzâra karşı mübâhase kapısını açıp Kırımî’yi hebt ve i’tirâzâtını tezyîf eyledi. Hattâ Kırımî dahi hatâsını i’tirâf etmişdir. Sonra birâderi mahlûlünden Edirne’de Çelebi Medresesi Mevlânâ Husrev’e verildi. İşte o medresede meşgûl-i ifâde iken kâdî-asker nasb olunup askerin umûr-ı şer’iyyesinin faslı yed-i iktidârına tefvîz olundu. Murâd Hân-ı Sânî saltanatından ferâgatle oğlu Fâtih def’a-i ûlâda câlis-i taht-ı Osmânî oldukda Husrev’i bütün ulemâya tasdîr eyledi. Sonra a’dâ Fâtih’in sıgar-ı sinninden ve tecrübesizliğinden istifâdeye kalkışmasıyla Murâd Hân-ı Sânî tekrâr erkân-ı devletin da’veti üzerine cülûs edince Monlâ Husrev Hazret-i Fâtih’le birlikte Magnisa’ya gitdi ki monlâdan başka ulemâdan hîçbiri terk-i mansıbla Fâtih’le gitmek istememiş idi. Monlânın bu vaz’ı Fâtih’in hoşuna gelip nevbet-i sânî saltanatında ihyâ-yı sünnet-i şer’-i mübîn | Mehmed Tevfik içün monlâya yevmî akçe vazîfe ta’yîn eyledi. İstanbul’un fethinde evvelâ Hızr Beğ’i kâdî edip sonra monlâyı ana hayrü’l-halef eyledi. Hattâ İstanbul kâdîliğiyle havâs ve Galata ve Üsküdar kâdîliklerini ve Ayasofya Medresesi’ni birleştirip fâzıl-ı müşârün ileyhe tefvîz etdi. Kâdî-i müşârün ileyh sâhib-i sükût ü vakâr bir zât-ı büzürgvâr olduğundan bütün talebesi her gün atı önünde revân olarak hânesinden medreseye ve medreseden hânesine götürürlerdi. Bütün ömründe elbise-i fâhireden ictinâb eylemişdir. İmâm-ı a’zam tâcı üzere imâme-i sagîre sarınırdı. Salât-ı cum’ayı Ayasofya’da mihrâb önünde edâ mu’tâdı olduğundan pâdişâh-ı zemân Fâtih Mehmed Hân Hazretleri mahfilde vüzerâya ile Ebû Hanîfe-i zemân diyerek vücûduyla iftihâr eylerdi. Cevârîsi kesîr olduğu hâlde mütâla’ahânesini kendi süpürmek ve köle istihdâm etmemek âdeti idi. Meşâgil-i tedrîsi içinde dahi kütüb-i eslâfdan birini istinsâh ve her gün iki varak yazmak mültezemi olduğundan vefâtlarında hatt-ı destiyle birçok kütüb-i nefîse ve iki nüsha Şerh-i Mevâkıf zuhûr eylemişdir. Ba’zı ulemâ teberrüken Şerh-i Mevakıf’ları altı bin akçeye iştirâ eylediler. Avrupa’da erbâb-ı fünûnun metrûkât-ı ilmiyyesini hazîneler mukâbilinde iştirâ edenleri işitdikçe ma’ârif-perverliklerini tahsîn etmemek elimizden gelmiyor. Hâlbuki garbiyyûnun bu makûle kıymet-şinâslıkda dahi mukallid-i eslâf-ı izâmımız olduğunu bilip de mütenebbih olamıyoruz. Hazret-i Fâtih bir velîme tertîb edip Monlâ Gürânî’ye “Bu cem’iyyetde keyfiyyet-i ku’ûd nasıl olacakdır?” diye su’âl eylemesi üzerine Gürânî “Ku’ûda lüzûm yok, cem’iyyet bizimdir.” deyince padişah aşırı mahzûz olmuş ve meclis-i hümâyûnun sağ tarafı Güranî’ye sol tarafı Monlâ Husrev’e tahsîs buyurulmuş idi. Monlâ Husrev gayret-i ilmiyyesi münâsebetle sol tarafda ku’ûdu kabûl etmemiş ve meclise gitmeyip keyfiyyeti bâ-varaka ulemâya ve erkân-ı devlete i’lâm ile Burusa’ya gidip anda bir medrese binâ eyledi. Hazret-i Fâtih bu hâle nedâmetle monlâyı İstanbul’a da’vet etdi. on: ve o Mevlânâ emre icâbet edip İstanbul’a gelince mansıb-ı fetvâ uhde-i istîhâline verildi. Mahrûsa-i Kostantiniyye’de mahâll-i münâsebede müte’addid mesâcid binâ eylemişdir. senesi Şa’bânı’nda cum’a günü vefât etmekle cesed-i latîfi Burusa’ ya gönderilip medresesine defn eylediler. Mevlânâ-yı müşârün ileyh Şerh-i Mutavvel’e hâşiye Telvîh’e hâşiye tasnîf etdi. Kâdî Beyzâvî Tefsîr-i Şerîfi’nin evâ’iline havâşî ta’lîk eyledi. İlm-i fıkhda Dürer nâm bir metin ve Gurer isminde bir şerh tanzîm etdi. Ve ilm-i usûlde Mirkâtü’l-vusûl nâm metni ve Mir’âtü’l-usûl nâm şerh-i yazdı ve ma’reke-ârâ olan mes’ele-i vilâye ve tefsîr-i sûre-i En’âma müte’allık bir risâle tesvîd eyledi. Telhîs nâm kitâba şerhi ve Fahrü’l-islâm Pezdevî’nin Usûl’üne hâşiyesi ve Hâşiye-i Akd’e hâşiyesi ve Seyyid Şerîf’in Şerh-i Miftâh’ının evâ’iline hâşiyesi ve Mevlânâ Alî Rûmî’nin Es’ile’sine Ecvibe’si vardır. Mevlânâ Husrev bu kadar kemâlât-ı âliyyesiyle berâber şi’re dahi tenezzül etmişdir. Matla’-ı âtî âsâr-ı tab’ındandır: Başuma bezm-i gam-ı ışkunda câm efser yeter Zahmun ile kanlu pîrâhen kabâ-yı zer yeter Bu çeşmüm çeşmesârınun aceb turmaz akar yaşı Meger var ise ol aynun belâ tagındadur başı Şehrîdir. Karagöz Beğ demekle ma’rûf bir sancakbeğinin mahdûmudur. Yeniçeri bölüğüne dâhil olmuş ise de galebe-i vecd ü hâl ile terk-i âmâl eylemiş ve Serhoş Bâlî Çelebiye medîd-i irâdetle germ-ülfet olmuş idi. Humhâne-i vahdetde mest-i lâ-ya’kıl iken gide gide bu hâl dahi kendiden zâ’il olmuşdur. Zî-tarîkat-i nâzenînde hoş-etvâr, nâzük-güftâr bir zât imiş. Eş’ârı bârîk değil ise de hâli gibi latîf ü nâzükdür. rezîni: zerrîni | Mehmed Tevfik Bir âşıkun ki sevdügi ol kâse-bâz ola Bin kâse zehr içerse eger ana az ola Zindân olursa tan mı benüm başuma cihân Bâzâra çıkmadı bu gün ol Yûsuf-ı zemân Merhûm Müftî Ahmed Paşanın oğludur. İsmi Hızr Beğ olmağla Hızrî mahlasını ihtiyâr eylemişdir. Sultân Selîm-i kadîm asrında Kaplıca müderrisi iken hâlinde galebe-i aşk-ı Sübhânî âsârı nümâyân olmağla Şeyh Emîr Buhârî Hazretlerinin âsitânına kesb-i intisâb ve enfâs-ı müteberrikelerinden sa’âdet-i câvidânî iktisâb eylemişdir. Fârsî ve Türkî eş’ârı vardır. Gazel-i Nâ-temâm Ger hicâb olur ise tal’at-ı cânâna tenüm Bir avuç hâk nedür kim kala gözümde benüm Nice sabr eyleyem ey dost cefâ tîgına kim Taş degüldür yüregüm burc degüldür bedenüm Dil yana şem’ gibi sîne tolu nakş ü nigâr Sanki fânûs-ı hayâl ortasıdur pîrehenüm Toldı kan ile ciger lâle-sıfat döne döne Yüzüme bir kere bakmadı o gonçe-dehenüm Nâmı Mustafâ ve maskat-ı re’si Burusa’dır. Bin yetmiş sekiz târîhinde tevellüd ile zemânını tahsîle sarf ederek kitâbet hıdmetiyle Burusa hükûmeti muhâsebe kalemine müdâvemet üzere iken târîhinde âzim-i âhıret olmuşdur. Ber-vech-i âtî kıt’a sâhib-i tercemenindir: Gönlüm yine bir serv-kade yâr olayum dir Âzâde iken derde giriftâr olayum dir Şimdi yeni başdan yine dîvânelik ister Âşüfte-ser-i turre-i tarrâr olayum dir Tarîkat-i aliyye-i Mevleviyye müntesibânından İsma’îl Hulûs Dede’dir. Dersa’âdet’de tevellüd ile sinni temyîze resîde olunca rızâ-yı Cenâb-ı Mevlâ’yı tâlib ve meşâyih-i Mevleviyye’den ashâb-ı fazl ü edebden Şeyh Gâlib Efendi merhûmun zîr-i hücre-i terbiyetine vâsıl ve Galata Dergâh-ı Şerîfi’nin aşçıbaşılığı hıdmetine nâ’il olmuşdur. Bu hıdmetle çâşnî-senc-i mahabbet iken tekyegâh-ı bekâda hân-ı âlâ-yı nâ-mütenâhî Cenâb-ı Mevlâ’ya zânû--i icâbet olarak bin iki yüz yirmi târîhinde zâviye-i fenâdan rıhlet eylemişdir. Eş’ârı muvâfık-ı mezâk-ı irfân ve kendisi puhte bir cân imiş. Gazel-i nâ-temâm sâhib-i tercemenindir: Bulunca arz-ı hâle ol şeh-i bî-dâdı bir yerde Beni bir yerde bulmuşlar dil-i şeydâyı bir yerde Yıkılsa gitse de âşık ser-i kûyundan ayrılmaz Bilir tutmaz temel kalb-i harâb-âbâdı bir yerde Neden bî-hâlet olmuş kârgâh-ı Bîsütûn âyâ Şikeste tîşesi başka yatur Ferhâd’ı bir yerde zânû: zânûn | Mehmed Tevfik Gehî zülfünde geh çâh-ı zenahdânında âh eyler Rehâ bulmaz Hulûs’un hîç dil-i âzâdı bir yerde Sûretde hakîr ü alîl Burusalı Sarı Halîl’dir. Za’îf ü nahîf acîb-sûret garîb-hey’et şu’ârânın zurefâsından olduğu gibi gâyetde mahbûb-dost imiş. Vech-i ma’âşı bâb-ı kerîm-i Vehhâb’a münhasır ve bi-hasebi’z-zâhir cevâ’iz-i ekâbir imiş. Sonraları ihtiyâr-ı uzlet ve harîm-i Beytu’llâh’da bir müddet mücâveret etmişdir. El-hâsıl o da bu cihâtdan gitmişdir. Eş’ârı latîfdir. Âşıka dil-rübâ mı eksük olur Yâr ile mâcerâ mı eksük olur Ben ölürsem belâ ile ey dil Yâre bir mübtelâ mı eksük olur Gülşen-i hüsnine o gonçe-lebün Bülbül-i hoş-nevâ mı eksük olur N’ola yâr olmaz ise ol yüzi gül Bana bir meh-likâ mı eksük olur Ne sorarsın Halîlî agladugum Ehl-i derde belâ mı eksük olur Merhûm Lâmi’î’nün Pertevî mahlas İbrâhîm isminde bir oğlu varmış. Gâyet güzelmiş. Sâhib-i terceme çocuğa alâka etmiş. Harâret-i aşkını Pertev-i Şems Meyhânesi demekle meşhûr mahalle gidip söndürürmüş. Bir gün ittifâken mahbûbu mahall-i mezkûrda görünce sâhib-i terceme bi’l-bedâhe beyt-i âtîyi inşâd eylemişdir: Pertev-i mihr-i ruhun bezmümüze virdi ziyâ Şems Meyhânesi’nün yine güni togdı şehâ Diyârbekrlidir. Fâtih asrında İznik’e gelip li-ecli’t-tahsîl bir medreseye dâhil olmuş ise de bir mahbûba alâka edip Mecnûn gibi reh-rev-i beyâbân-ı în ü ân olup ve hâlini dâstân edip âleme duyurmuş ve bu bâbda keşîde-i sımt-ı sutûr olan dâstânı Fürkat-nâme-i Halîlî diye şöhret almışdır. Mezkûr dâstânından birkaç beyt tahrîr kılındı: Didüm ey nâme-i ferhunde-ahter Çü sensin bir hümâ-yı anberîn-fer Rusçukludur. Gençliğinde tahsîl iştigâl üzere iken târîhinde irtihâl etmişdir. Âsârından bir beyt yazıldı: Tohm-ı vücûdu mezra’a-i hâke ekmeden Dihkân-ı rûzgâra ne hâsıl ne fâ’ide Kıbrıs’da Lefkoşa’da tevellüd eylemiş ve Dersa’âdet’e bi’l-muvâsala tarîk-ı Mevleviyye’ye intisâbı olmağın bir müddet Galata Mevlevîhânesi’nde ikâmetden sonra cezîre-i mezbûrede kâ’in hânkâh-ı Mevlânâ’da post-nişîn-i irşâd olarak bin yüz kırk târîhinde işbu teng-nây-ı fenâda tekmîl-i çile-i hayât etmişdir. Koyma ayagı bir dem elünden reviş budur Nûş-ı şarâb-ı nâb idegör hem meniş budur | Mehmed Tevfik Cevre tahammül eyle meded vasl-ı yârde Handî rakîbe âfet-i cân gösteriş budur Re’îsü’l-küttâb Hayrî Efendidir. Bolu sancağında Vîrânşehr’de Ömerli karyesi ahâlisinden Kastamonu mütesellimi Yahyâ Ağanın sulbünden târîhinde zîver-i gehvâre-i şühûd olmuşdur. Gençliğinde İstanbul’a gelip kethudâ kalemine devâm ederek biraz sonra kalem-i mezkûra ser-halîfe ve târîhinde ordu-yı hümâyûn dâhilinde olarak kethudâ kâtibi ve târîhinde beğlikçi olmuş ve mu’ahharen vukû’-ı infisâliyle Samakoy’a nefy edilmiş ise de mahall-i mezkûra ba’de’l-muvâsala ıtlâk olunarak İstanbul’a avdet etmişdir. Sâniyyen beğlikçi ve yedi sene sonra re’îsü’l-küttâb ve târîhinde kethudâ-yı sadr-ı âlî ’da çavuşbaşı ve tersâne emîni oldukdan sonra ikinci def’a re’îsü’l-küttâb ve târîhinde tekrar kethudâ-yı sadr-ı âlî ve çok geçmeden nişâncı ve müte’âkıben re’îs olmuşdur. Makâm-ı riyâsetde sefer üzere olduğu hâlde senesi nehrini geçerken hayvânı sürçüp nehre galtân ve sâhib-i terceme gavta-hor-ı gufrân olur. Müşârün ileyhin müretteb dîvânı ve şi’r ü inşâda şöhret-i ferâvânı vardır. Gazel-i âtî dîvânında görülmüşdür: Sırr-ı vahdet cilve-engîz-i mezâhirdir bütün Nokta-i merkez celî-sâz-ı mezâhirdür bütün Mevc-i deryâ pençesinden dâmen-i sâhil çıkar Matlabından dest-i ehl-i feyz kâsırdır bütün Lafz-ı nâzükdür veren ma’nîye hüsn-i iştihâr Gösteren a’râzın enzâr-ı cevâhirdir bütün Mora: Moza . Kelime, “Fatîn Davud. a.g.e. ” esas alınarak düzeltilmiştir. Müntehâ-yı ahd-i hüsnünde kıyâmetler kopar Fitne-i devr-i kamer hattında zâhirdir bütün Çeşm ü ebrû hâl ü gîsû ser-be-ser cevr ü sitem Rûy-ı cânân levh-i âyât-ı zevâcirdir bütün Keşf-i esrâr-ı sevâd-ı dîdesinde Hikmetü’l-ayn-ı fünûn-ı nâza nâzırdır bütün İhtilâfât-ı şu’ûnun gâyeti tevhîddir Gösteren ecsâmı ezdâd-ı anâsırdır bütün Şerha şerha kıldı Hayrî dilleri tîg-i Tîşe-i çeşm-i bütân keşf-i zamâ’irdir bütün Sünbül-zâde Vehbî Efendi Tuhfe’sinde Ömrümün hâsılı Hay-ru’ llâh’ım dediği hâsıl-ı ömrüdür. Bin yüz doksan beş târîhinde Dersa’âdet’de tevellüd eylemişdir. Meslek-i kazâya dâhil ve epeyce büyücek kâdîliklere nâ’il olmuş ise de âhır-ı ömründe ashâb-ı menâsıba câ-be-câ kasîde ve târîh takdîm ederek zuhûr iden câ’izesiyle ta’ayyüş edip müzâyaka-i hâl içinde irtihâl etmişdir. O Yûsuf-kıymetin bir dürlü kaçmazdım bahâsından Harîdârân elin çekseydi zeyl-i ibtilâsından İsâbet etdim ammâ hâline ta’bîr-i anberde Hatın müşke müşâbihdir dedim tevbe hatâsından Tasavvur eyledikçe sînesin âgûş-ı vuslatda Dil-i âşık döner mir’ât-i hurşîde safâsından sevâd: sevdâ kıldı: kılaydı senesi: senesini | Mehmed Tevfik Varıp meyhâneye ferş-i hasîr-i ıyş ü nûş etsek Usandık zâhid-i mescid-nişînin Ruh-ı sâkî ne mihr-i âlem-ârâdır ki aks etse Döner câm-ı hilâli bedre te’sîr-i ziyâsından Bu gülşende açılmaz gonçe-i ümmîd-i ehl-i dil Gelirse nefha-i Îsî dahi bâd-ı sabâsından Veren bu âb ü tâbı eşk ü âh-ı âşıkân sanma Sıtanbul dilberi nâzük olur âb ü hevâsından Bu rûy-ı tâbnâk ile ne bâga cilve-rîz olsa Gül-i hurşîd olur üşküfte zerrât-ı fezâsından Bana pîrân-ı devrân ile ülfet hoş gelir Hayrî Cihânın nev-cevânân-ı atâsız bî- Sefâret-i seniyye ile Îrân’a azîmet ve Tahrân’da tâ’ir-i rûh-ı pür-fütûhu çâr-bâğ-ı bekâya pervâz etmiş olan südûr-ı izâmdan ser-etibbâ-yı esbak Abdü’l-hak Efendi merhûmun necl-i necîbi Hayru’llâh Efendidir. Gençliğinde bir müddet Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’ye müdâvemetle ulûm-ı hikemiyyede kesb-i mahâret eyleyerek zâdelik münasebetiyle zaten tarîk-ı ilmiyyeye sâlik ve hasbe’l-usûl çocukluğunda bir kıt’a rü’ûsa dahi mâlik olduğundan iki yüz elli sekiz senesi İzmir mevleviyyetine nâ’il ve bir sene mürûrunda Mekke-i Mükerreme pâyesine mütevâsıl olmuş ise de mu’ahharen rütbe-i ilmiyyesi mülkiyyeye bi’t-tahvîl uhde-sine rütbe-i sâniyye tevcîh buyurulmuşdur. Anın üzerine evvelâ zirâ’at meclisine a’zâ ve sonra rütbe-i ûlâ ile meclis-i ma’ârife a’zâ ve encümen-i dânişe re’îs ve bi’l-âhıre meclis-i vâlâya a’zâ ve mekâtib-i rüşdiyye nâzırı olarak Mısrada geçen “bûriyâ” kelimesi “bu riyâ” şeklinde de okunabilir. nev-cevânân-ı: nev-cevânân ü bu gibi me’mûriyyetlerde iken Tahrân’a sefîr nasb olunmuş ve ber-minvâl-i muharrer Tahrân’da vefât etmişdir. En birinci eseri muhâkemeli olarak yazdığı Târîh-i Osmânî’sidir. İşbu târîh her bir pâdişâhın asrında vukû’a gelen havâdis-i mühimme ile Avrupa ve düvel-i ecnebiyye-i sâ’ire vukû’âtını dahi câmi’dir. Zirâ’ate dâ’ir bir eseri dahi olduğu Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrerdir. Merhûmun Tahrân’da cenâze alayı taraf-ı şâhîden pek tantanalı icrâ olduğu mervîdir. Ne husrev gördü bu derdi ne buldu çâresin Ferhâd Kıyâs etme benim çekdiklerim Kays’a misâl oldu Ehibbâda vefâ yok âşinâ bîgânedür Hayrî Bu âlem bildigim âlem velî bilmem ne hâl oldu Şu’arâ-yı asrdan karintina baş-kitâbetinden mütekâ’id Ayaşlı Hayrî Efendi el-ân menzûl olup terceme-i hâline dest-res olunamadığından ve kendileri dahi himmet buyurmadıklarından mechûl kaldı. Nâmı Ahmed ve mahlası Şemse’d-dîn ve pederleri ismi Mûsâ’dır. Ba’zı tezkire hâşiyelerinde mevlidi Burusa ve pederi Mevlânâ Fenârî olduğu muharrerdir. Pederi kâdî iken ulûmu anlardan ta’allüm ü telemmüz edip sonra Burusa’da Mevlânâ Hızr Beğ’e Sultân Medresesi’nde mu’îd oldu. Ba’zı medârisde bast-ı bisât-ı ifâde üzere iken yevmî otuz akçe ile Filibe müderrisi olmuşdur. O esnâda Mahmûd Paşa-yı Velî Burusa’da | Mehmed Tevfik Murâdiye Medresesi’ni Sultân Mehmed Hân Hazretlerinden Gelibolu kâdîsi Hâcî Hasan-zâde’ye tevcîh etdirdiğinden Hayâlî Paşa merhûma tanz-âmîz bir mektûb tahrîr eder. Mektûbu Mahmûd Paşa okur. İ’tirâza kesb-i vukûf edince bir cevâb tahrîr edip Hâcî Hasan-zâde’nin liyâkat ve istihkâkını tasdîk eyler. Arası çok geçmez. Hatîb-zâde Mevlânâ Tâce’d-dîn Hazretleri ki Fâtih’in mu’allimi dahi olmuşdur. İznik Medresesi’nde vefât eder. Mahmûd Paşa hâcenin vefâtını arz edince pâdişâh aşırı müte’essif ü müte’essir olur. Mahmûd Paşa pâdişâhın aşırı te’essürünü görünce o gün hiçbir şey arz etmez. Ertesi gün pâdişâh hâcenin vefâtından dolayı bu zâyi’ât-ı ilmiyyenin telâfîsiçün mezkûr medreseye bir genç fâzılın gönderilmesini Mahmûd Paşaya emr eder. Paşa dahi Hayâlî’nin mahâmid-i memdûhasını zikr ile medrese-i mezkûre ana verilmek münâsibdir diye arz eyler. Pâdişâh-ı mağfûr paşaya hitâben “Arz etdiğin Şerh-i Akâ’id’e havâşî tahrîr edip dîbâ-yı dîbâce-i mahmidet-şi’ârını senin ismine ilbâs eden değil midir?” deyince Mahmûd Paşa “Evet pâdişâhım odur.” diye tasdîk eyler. Pâdişâh dahi “Vâkı’a bir fâzıl zâtdır ve medrese dahi ana münâsibdir. Yevmî yüz akçe ile verilsin.” diye irâde buyurur. Mevlânâ Hayâlî ise evvelce hacc-ı şerîfe niyyet etmekle medreseyi kabûl etmez. Mahmûd Paşa aşırı ilhâh ü ibrâm eyler fâ’ide vermez. Nihayet Hayâlî Mahmûd Paşaya “Hıdmetiniz olan vezâreti bana verseniz azmimden dönmem.” diye cevâb-ı kat’î verir. Mahmûd Paşa keyfiyyeti ber-tafsîl pâdişâha arz eyler. Pâdişâh-ı kadrdân “Monlâ azminden rücû’ etmesin hacdan avdetine kadar mu’îdi talebesine ders versin.” deyip medreseyi yine tevcîh ederler. Hayâlî ba’de edâ-yı farîza-i hac medrese-i mezkûrda bir vaktler ifâde-i ders eyledikden sonra vefât eder. Hayâlî Kâf-ı kanâ’atin hümâ-yı evc-ârâsı olduğundan günde bir kerre ta’âm eder ve onda dahi az bir şeyle kanâ’at eylermiş. Bu sebeble za’f-ı kuvveti hayâle ve her bir üstühânı hilâle dönmüşdür. Mevlânâ Gıyâse’d-dîn’den mervîdir ki Mevlânâ Hayâlî lâg ü latîfeden ve bîhûde handeden müctenib olup yâ mübâhase-i ilmiyye veyâ sükût edermiş. Bir gün Hâce-zâde ile câmi’-i şerîfde bir mübâhase edip Hâce-zâde’ye galebe eyler. Hayâlî hânesine geldikde ehibbâsından biri “Bu gün Hâce-zâde’ye güzel galebe etdiniz.” dedikde “El-hamdüli’llâh tabançe-i fazîletle Sâlih-i Bahîl’in oğlunun başına urdum.” diye kemâl-i sürûrundan güler. Gıyâse’d-dîn Hayâlî’nin güldüğünü o gün görür. Mervîdir ki Hayâlî vefât etmeden Hâce-zâde korkusundan döşek serip yatmamışdır. Hattâ vefâtında Hâce-zâde “Şimden sonra pister-i emân üzere istirâhat ederim.” demişdir. Eslâf-ı meşâyih-i izâmdan Şeyh Zeyne’d-dîn-i Hâfi Hazretlerinin hulefâsından Şeyh Abdu’r-rahîm-i Merzifonî Hazretleri zikr ü tevhîdi Mevlânâ Hayâlî’ye Edirne’de Yeni Câmi’de telkîn eylemişdir. Hayâlî, Şerh-i Akâ’id-i Nesefiyye’ye bir hâşiye tasnîf eylemişdir ki şimdiye kadar nazîri vücûda gelmemişdir. Bundan başka ilm-i kelâmdan Hâşiye-i Tecrîd’in evâ’iline havâşî ta’lîk etmişdir. Mevlânâ Hızr Beğ’in Akâ’id manzûmesini şerh eyledi. Hâşiye-i Adud’a hâşiyesi ve Şerh-i Makâsıd’a ta’lîkâtı ve Vikâye Şerhi ve Sadrü’şşerî’a’ya havâşîsi vardır. İznik’de vefât eylediğinden orada medfûndur. Elsine-i selâsede şi’ri meşhûrdur. Sultân Murâd Hân-ı Sânî Hazretlerinin vefâtına bu târîhi bulmuşdur: Şeh-i gâzî Murâd İbni Mehemmed Acem’le Rûm ü Şâm olmışdı râmı Güzer kıldı cihândan ana târîh Melek ashâbı cennet de makâmı Devr-i ruhında silsile-i zülfi dir gören Cem’ oldı gör teselsül ile devri cümleten Fâzıl-ı meşhûr Mevlânâ Abdü’l-kerîm’in oğlu Abdü’l-vehhâb Efendi dir. Evâ’il-i hâlinde tarîk-ı tedrîse sâlik olup “Kırk akçe ile medrese kabûl etmem.” diye yemîn etmekle Edirne’de Câmi’ardı Medresesi kırk bir akçe ile verilmişdir. Çok geçmeden semt-i kazâyı bi’l-ihtiyâr Magnisa ve Selanik ve Tire’ye kâdî oldukdan sonra Yavuz Sultân Selîm’in evâ’il-i ahdinde defterdârlık verilmişdir. Talâkat-ı lisânı ve uzûbet-i beyânı münâsebetiyle pâdişâha nedîm ve hem-nişîn olmuşdur. Manzûme-i Leylâ vü Mecnûn’u meşhûrdur. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir, lâkin ekserî tezkireler âti’t-terceme meşhûr Hayâlî | Mehmed Tevfik nâmına yazarlar. Galatdır. Nazm Hayret alur aklumı baksam gözine kaşına Sad hezârân âferîn ol sûretün nakkâşına Meşhedi taşını Mecnûn’un alâmet sanmayun Seng-i mihnetdür ki yagdurdı zemâne başına HAYÂLÎ-İ MEŞHÛR Rûm’un fahrü’ş-şu’arâsı ve asrının mümtâz ü müstesnâsı Hayâlî Beğ’dir. Nâmı Mehmed ve mevlidi Yenice-i Vardar’dır. Asrında ser-halka-i Kalenderân olan Baba Alî Mest ile evâ’il-i hâlinde hem-bezm-i sohbet olup babası mûmâ ileyhin meclis-i ma’ârif-enîsinden iktisâb-ı feyz ü dâniş ederek henûz kendisi nev-demîde iken ezâhîr-i tab’ı tarâvet-yâb-ı kemâl ve vâdî-i şi’rde gayret-i emsâl olmuşdur. Hâsıl olan iştihârı üzerine zahîr-i erbâb-ı ma’ârif ü hüner merhûm İskender Çelebi sâhib-i tercemeyi sahâbet ü âbyârî-i inâyet ü eltâfıyla terbiyet eyleyerek vezîr-i a’zam müşîr-i efham der-i ihsânı mihmânhâne-i dil-teşne-i lutf ü kerem düstûr-ı Hâtem-şiyem Âsaf-ı Süleymân-ı âlem İbrâhîm Paşaya medh ü ıtrâ ile intisâb-ı bâb-ı ihsânme’âbına vesâtet eylediğinden vezîr-i ma’ârif-semîrîn kerem-sîr-i i’tibârı olmuş ve bu vesîle ile sâhib-kırân Sultân Süleymân-ı adâletunvânın âsitân-ı keyvân-dâstânı bendegânına iltihâk eylemişdir. Pâdişâh-ı mağfûr sâhib-i ter-cemeye erzânî-i lutf-ı mevfûr ile dîvânını mütâla’aya izhâr-ı kemâl-i rağbet buyurduğundan ve Hayâlî Beğ’i ekser mahrem-i sohbet-i hâs etdiğinden kadri bâlâ olmuş idi. Kaldı nümûne dehre cihân-ı harâbdan Genc-i hazân hazâ’in-i Efrâsiyâb’dan Bir bezm-i hâsa mahrem olupdur Hayâlî kim Açılmaz anda gonçe-i cennet hicâbdan Gerek İskender Çelebinin ve gerek İbrâhîm Paşanın vefâtından sonra dahi Hayâlî pâdişâhın iltifât-ı mevfûrundan dûr olmamışdır. Hayâlî ise bu derece ulüvv-i şân ve kurbet-i sultân ile mümtâz iken yine meslek-i dervîşândan ayrılmamışdır. Gâ’ile-i evlâd ü ıyâl ve dâ’iyye-i mülk ü mâl ile mukayyed olmayıp tecerrüd-i hâl ve kemâl-i ferâğ-ı bâl ile vakt geçirmişdir. Hattâ kendisine birkaç kerre menâsıb-ı celîle dahi teklîf olunmuş iken kabûl etmemişdir. Dokuz yüz altmış dört senesi vedâ’-ı âlem-i hayâl ve âlem-i kudse irtihâl eylemişdir. Vefâtına söylenen târîhler: Sözi dilde hayâli gözde kaldı Âlem-i hisden Hayâlî getdi âh Hayâlî öldi hayf el-hükmü li’ Hayâlî’nin fahriyesidir: Gördi mahsûs oldugın meydân-ı istignâ bana Şeh-perin gönderdi sorguc Kâf’dan Ankâ bana Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenin nuhbe-i tab’-ı bârîkidir: Rûz-ı rûşenden n’ola enver olursa şâmumuz Mihr-i âlem-tâbdan yakar çerâgı cânumuz Ârızun meyden arak-rîz olsa ey hûr-ı cemîl Sanuram cennetde tugyân eylemişdür Selsebîl “Hüküm Allah’ındır.” | Mehmed Tevfik Ruh-ı gerdûnda her subh ey şafak kim cilvegersin sen Bana kan agladı hayl-i melek hûn-ı cigersin Âyine her gün koyar dildârı tenhâ Nâz ile Yûsuf girer gûyâ Zelîhâ koynına Garîbündür anı hoş tut efendi işte biz getdük Gönül dirler ser-i kûyunda bir dîvânemüz kaldı Râh-ı gamda ten gubârın hâkden kaldurmayan Rûzgâr eksüklügidür rûzgâr eksüklügi Merhûm Bağdâd’a mülhak Süleymâniyye sancağında ulemâ-yı mütebahhirînden Monlâ Hâmid merhûmun gevher-i girân-mâye-i vücûdu ya’nî mahdûm-ı mes’ûdudur. Bin iki yüz otuz beş târîhinde kadem-nihâde-i bezm-i şühûd olarak ceddi nâmı olan “Sıbgatu’llâh” tesmiye olunmuş ise de şi’rde Hayâlî tahallus eylediğinden bu mahlas ile şöhret bulmuş idi. Sinni otuzu tecâvüz etmeden el-hâletihi hâzihi Bağdâd müftîsi olan ulemâ-yı a’ fazîletli Mehmed Zehâvî Efendi Hazretlerinden ulûm-ı Arabiyye’yi tekmîl ve ahz-ı icâzât ederek Bağdâd dâhilinde agladı: agladan . Kelime, “Kınalızâde Hasan Çelebi. a.g.e. ” esas alınarak düzeltilmiştir. Âyine: Âyineyi a’lemden: a’lâmdan Kerkük’e bi’l-azîme tarîkat-i aliyye-i Kâdiriyye meşâyihinden Şeyh Abdu’r-rahmân-ı Hâlisî dergâhında on sene kadar neşr-i ulûm-ı âliye ve âliyyeye himmet eyledikden sonra târîhinde Dersa’âdet’e rıhlet etmiş ve lisân-ı Fârsî üzere Bîdil-i Buhârî Dîvânı’na yazdığı şerhi meclis-i ma’ârife bi’t-takdîm on bin guruş atiyyeye ve yüz elli guruş ma’âşa nâ’il ve diğer sûretlerle dahi kadrdânân-ı fazl ü ma’ârif taraflarından mazhar-ı âtıfet olmuşdur. târîhinde merhûm Mustafâ Fâzıl Paşanın mahdûmu izzetli Osmân Beğ’e hâce ta’yîn buyurulduğundan mîr-i mûmâ ileyhin li-ecli’t-tahsîl Paris’e azîmetinde berâberce gidip orada yedi sene kadar ikâmetle Dersa’âdet’e avdet eyledikden bir müddet sonra ba’zı ârıza-i vücûdiyyeye mebnî ser-nihâde-i bâlîn-i nâ-tevânî ve üç dört mâh kadar yatıp elli yaşında âzim-i mülk-i câvidânî olmuşdur. Na’ş-ı ma’ârif-nakşı Edirnekapısı hâricinde defîn-i hâk-i ıtr-nâkdir. Var ile yok yanında yeksân cevân-merd ü âlî-cenâb mütevâzı’ hoş-meşreb el-hâsıl câmi’­i mehâsin-i ahlâk bir insân idi. Hele kemâle intisâbı cihetle vukû’-ı vefâtı edebiyâtça zâyi’âtdan ma’dûddur. İstanbul’da bulundukça ketebeden vesâ’ireden ârzû-yı tahsîlde bulu-nanlara tedrîs-i ilm ü edeble Hâce Hayâlî şöhretini almış ve hattâ âcize dahi Şeh-zâde Câmi’-i Şerîfi’nde biraz müddet Hamse-i Nizâmî takrîr etmiş idi. Paris’de bulundukları hengâmda el-ân Bâb-ı Âlî terceme odası müsta’iddân hulefâsından âti’t-terceme izzetli Mehmed Mihrî Efendiye hitâben inşâd eyledikleri tahmîs-i irfan-pesendleridir: Heves-i bendegî-i pîr-i mugânest merâ Nevbet-i hâcegî-i kevn u mekânest merâ Kabza-i tîg u kalem hükm-i revânest merâ Mesned-i sadr-ı fikir ma’den u kânest merâ Sâye-i kuds-ı ebed emn u emânest merâ Men ki ser-geşte-i Mevlâyam u mevlâdârem Pâdişâhân-ı cihân-râ be-cevî neş’mârem Ber-zemîn ez-ser-i kîn pây eger beg’zârem Kâse-i Kayser u Dârâ zi-miyân berdârem Kuvvet u havl-i ezel zûr u tevânest merâ | Mehmed Tevfik Bulbul-i şûr-dil-i şâh-ı gul-i kuddûsam Nefh-i sûrest belî zemzeme-i nâkûsam İsmet ez-arş-ı hayâ mî-koned ez-nâmûsam Ne çu în bu’l-hevesân ez-do cihân me’yûsam Himmetem pâdişeh-i her do cihânest merâ Mihriyâ Hakk Hodâyî ki kerîmest u vedûd Mihr-i men ber-ser-i cûdest u durûdest u sücûd Ver ne ger men bedî hâhem ez-cebr u În zemân mî-şikenem pençe-i bed-hâh-ı hasûd Gofte-i mu’ciz-i men sihr-i beyânest merâ Ger sûy-ı Mısr nehed rûy-ı dil-i pür-hikemem Nîlrâ gark koned lücce-i bahr-i himemem Gerçi imrûz be-kef bî-zer u sîm u diremem Levh-i cûdem bedel-i arş-ı azîm-i keremem Hâsıl-ı kevn u mekân ber-ser-i hânest merâ Cân dehem cây-ı zer u sîm be-Zeyd u Hâlid Yek nazar-râ nigerem fâsık u fâcir âbid Der-huzûr-ı ... kâ’im u râki’ sâcid Çun heme ûst çe merci’ çe zamîr- âbid În kerem nîst ki nâmeş be-zebânest merâ Râz-ı û der-dil-i men çun guher ez-kâm-ı sadef Çun birûn şod guher ez-yâd reved nâm-ı sadef Ne-şode hîç be-râh-ı keremeş kâm-ı sadef Kedret u safvet-i garkest tehî câm-ı sadef Mî-ne-gûyed ki hemân gevher-i kânest merâ Âreş âyed ki be-gûyed eger ehl-i keremest Dîde-i ehl-i kerem ber-kerem-i hîş kemest Ger be-gûyed heme cûd u keremeş derd u gamest Âdem er hânî û-râ eşhedü bi’llâh semest İns-i ân gûne harân bâr-ı girânest merâ Mısraın vezni hatalıdır. zamîr: zamîr ü Küfr u dîn mahv-ı yem-i rahmet-i hallâkî-i men Nîk u bed gark-ı kef-i ni’met-i rezzâkî-i men Nev-hat-ı gülşen-i kudsest kunûn sâkî-i men Gûş-ı cân mî-şineved bang-ı hüve’l-bâkî-i men Çe konem gofte-i Hak vird-i zebânest merâ Aşk-ı uşşâk-ı Hakem ne heves-i bü’l-hevesem Merd-i râzende konem ez-dem-i Îsâ-nefesem Bâl-i Ankâ şode bâz ez-tehî perr-i megesem Sâlikân menzil-i vahdet talebend ez-ceresem Hûn-ı Hak ez-şereyânem cereyânest merâ Heme câ bezm-i menest ez-kerem-i Rabb-ı vedûd Mî-konem tâ-be-ezel seyr u terakkî vu su’ûd Gerçi zâhir ne namâzest u ne savmest u durûd Cebhe-i cân ber-i Mevlâ heme dem ser-be-sucûd Çun be-her sû nigerem Hak nigerânest merâ cevher-i bahşet u hudûsem kıdemest În araz-râ ki to bînî be-nazar yek do demest Ver ne hâkest u hemân hâk der-âgûş be-mest Hilkat ez-Hâlık u mahlûk zi-hilkat bed-mest Kevn u tekvîn u be-kon kâ’in-i kânest merâ Kevn u tekvîn u be-kon kân çü şeved der-nazaret Ser-be-ser mahv şeved perde zi-rûy-ı basaret Leb-be-leb mî-şeved ân-dem siyeret bâ-sûret Dil be-gûş-ı to resâned zi-revân în haberet Gû heme ûst ez-ânîst der-ânest merâ Men eger hûbem eger zişt u ger nîk u bedem Âdemem âdemem ez-sâye-i Mevlâ ne-dedem Rûy-ı himmet ne-hored ber-der-i kes dest-i redem Men çunînem ki çenân refte hemân ced-be-cedem Haseb-i bî-neseb âfât-ı zemânest merâ Arazem: Garazem | Mehmed Tevfik Men ki hurrem zi-ezel bendegiyem ez-çe sebeb Tâlib-i Hakkem u ez-bâtılihâyem çe taleb Do cihân şâd u sürûrem zi-çe în derd ü ta’ab Heme câ der-nazarem ıyş u safâyest tarab Ki be-her sû heme rû işve vu ânest merâ Yek veliyyü’n-ni’amem hest pes ez- ne-dû Ne-keşem minnet-i her merdî-i bî-gusl u vuzû Mustafâyest merâ âmir-i her hûb u nigû Ser ez-û cânem ez-û mâlem ez-û mülk ez-û Fâzıl-ı âdil-i men şâh-ı cihânest merâ Şeh u sadrest zi-Hak ber-men u vâlîst zi-Hak Vâlî-i mülk-i dil u cân hayâlest zi-Hak Dileş ez-buhl u sitem hâlî vu hâlest zi-Hak İzzet u rif’at u kadreş bî-zevâlest zi-Hak Sâyeeş mâhasal-ı kevn u mekânest merâ Hamdî-i hamd-i veyem z’ân be-kemâl u hikemem Vâsıf-ı vasf-ı veyem z’ân be-celâl u haşemem Gâlib ez-ûst be-her âlî vu sâfil keremem Ez-sürûr-ı nazar u cevher-i lutfeş be-demem Dem-i men ez-nefeseş Îsî-i cânest merâ Umar-ı fâtih-i aşkem zi-felek tâ-be-zemîn Mî-konem hükm-revâ rû be-mekân u be-mekîn Emr-i men cümle zi-adl u zi-emân u zi-emîn Nâm-ı mihrem zede z’ân tantana ber-arş-ı berîn Rif’at-i kâmil-i men izzet u şânest merâ Ne zer u sîm u ne esbâb u ne sâmân hâhem Ne külâh u kemer u taht-ı zer-efşân hâhem Ne mey u sâgar u sâkî vu gulistân hâhem Ne cinân dârem u hûrîş ne gılmân hâhem Mihriyâ yârî-i men hûr-ı cinânest merâ ez-Hakk: ez-cak Hâcib-i bârgeheş ez-kerr u fer-i pâdişehem Tûde-i hâk-i reheş tâc-ı mücevher-külehem Mûy-ı zülf-i siyeheş ceyş-i muzaffer-sipehem Ârız-ı bî-güneheş mihr-i münevver çu mehem Ebrû vu muje-i û seyf u sinânest merâ Hokka-i la’l-i lebeş genc-i dur u gevher-i men Hâdim-i û puser u câriyeeş duhter-i men Mâdereş sâhibe-i men peder-i mihter-i men Seng-i zîr-i kademeş ber-ser-i men efser-i men Sîne-i sîm-bereş taht-ı revânest merâ Çeşm-i û nergis-i men turre-i û sunbul-i men Leb-i û sâgar-ı men âb-ı dehâneş mul-i men Handeeş bulbul-i men ârız-ı sâfeş gul-i men Hâl-i devr-i ruh-ı û merdum-ı çeşm-i dil-i men Kâmet-i cilvegereş serv-i çemânest merâ Deyr-i û secdegehî cebhe-i men her mûyeş Nâme-i âb-ı rûyem ez-nem-i ıtr-ı hoyeş Zülfekâr-ı kef-i men sûz-ı dum-i ebrûyeş Düldül-i şeb-rev-i men fikr-i visâl-i kûyeş Girye-i tabl-ı bereş şîr-i jiyânest merâ Ey Hayâlî zi-çe rû în heme gû ârî lâf Kes keşî vu turuşî vu hiyel u kibr u guzâf Merd-i teslîm u huzû’î ne-zen-i ceng u masâf Rû diger hîç meger ber-ser-i hod pûş-ı lihâf Gofte-i hîş nihân kon ki ıyânest merâ Çun besî hest hikem-râ ne to dânî vu ne men Ser-i ân yâr-i kıdem-râ ne to dânî vu ne men Zahm-ı ân gonçe-i fem-râ ne to dânî vu ne men Hışm-ı ân nergis-i çum-râ ne to dânî vu ne men În rumûzât ayâ kon ki nihânest merâ Hâ ne-mîrîm kunûn tâ heme efkâr şevîm Merd-i dâmâd hemîn hamle-i ebkâr şevîm Çun şu’ûn-ı mey u beng âyet-i esrâr şevîm Katre-râ mahv konîm u heme ebhâr şevîm Bahr-i der-katreem ân-dem cevelânest merâ | Mehmed Tevfik Katar-ı der-katar-ı kîş çu hodî hîş gezîd Çeşm-i û ez-dem-i bâdî şeved ez-durd-ı sefîd Ger be-ân hâl der-âhır bedel-i bahr-i hazîd Bâz-ı kûrest der-ân-câ ki ez-în-câ hod dîd Heme âyât bedîn gûne beyânest merâ Dîdem ârî heme tefsîr-i Celâl u Keşşâf Çe sagîr u çe kebîreş zi-ser-â-pây benâf Zi-ser-i vâv be-nâs u zi-elif lâm be-kâf Dîdem elfâz-ı heme bî-dil u magz ez-ser-i lâf Kavl-i Şeyh-i Arabî cümle ma’ânest merâ Hâ şodem mest-i diger tâb u tevân reft zi-dest Jâj-hâyest kunûn gûyed eger sîr-i kecest Çe gamest er şodeem ez-leked-i harhâ pest Çun ber-i yâr belâ gofteem ez-rûz-ı Elest Dil-i sad-sâle-i men bâz-ı cevânest merâ Gam-ı do kevn zi-aşk-ı to ey nigâr be-zîrem Ki her çe cilve-pezîred toyî be-çeşm u zamîrem Beyân-ı ukde-i ebrû-yı to ne-geşt yakînem Be-müşkilât-ı hatet gerçi mû-be-mûy habîrem Hadeng z’âhem u sehm ez-nigâh-ı men ne-mî-hîzed Zened nigâr-ı kemân-ebrûem zi-bes ki tebîrem Resâ’î-i ser-i zülfet girifte rûz-ı kıyâmet Ne-mî-resed be-miyânet çesân zi-gussa ne-mîrem Guzeşte ömr zi-aşket velî cevânem ez-în rû Be-bâzem u be-nuvâzî bedîn bahâne ki pîrem Zi-hüsn gerçi to ferdî vu vâhidî be-hakîkat Zi-aşk-ı men hem ez-ân gûne bî-şerîk u nazîrem Hayâlî gerçi esîrem be-kûy-ı ân şeh-i hûbân Çu hem-serest merâ bâ-sükân-ı û çu emîrem Mîr-i mûmâ ileyh şu’arâ-yı asrdan geçende bâ-irâde-i Abdü’l-azîz Hânî rüsûmât emânet-i celîlesi mu’âvinliği refâkatine ta’yîn buyurulan Hayrî Beğ’dir. Kendileri Sultân Ahmed Hân-ı Sâlis merhûmun sadr-ı a’zamları olan Nevşehrli meşhûr Dâmâd İbrâhîm Paşa ahfâdından olup senesi Muharremi’nin üçüncü Cum’a gecesi zîver-i mehd-i şühûd olmuşdur. On iki yaşında iken sadr-ı esbak Reşîd Paşa merhûmun delâletiyle enderûn-ı hümâyûna çerâğ buyurularak el-ân dâ’ire-i müşârün ileyhâ hâcesi olan meclis-i ma’ârif a’zâsından fazîletli Mustafâ Efendi Hazretlerinden tahsîl-i ma’ârif eylemişdir. On altı sene kadar enderûn-ı hümâyûn hademeliğinde bulunarak medâ’ih-i celîle-i Sultân Abdü’l-azîz Hân merhûmu mütazammın birçok kasâ’id inşâdına hasr-ı vakt etmiş ve geçende tab’ etdirdiği Güvâh-ı Dil ismindeki eserine bakılırsa merhûm Sultân Abdü’l-azîz Hân Hazretlerinden başka hîç kimse hakkında bir kasîde söylememişdir. Enderûn-ı hümâyûnda bulunduğu esnâda ara sıra takdîm eylediği kasâ’idiyle müstağrak-ı envâ’-ı eltâf olarak mu’ahharen dâ’ire-i müşârün ileyhâ mektebi inşâ hâceliğine ta’yîn kılınmış ve on altıncı seneki takdîm eylediği kasîdesinin üzerine rüsûmât emânet-i celîlesine ta’yîn buyurulmuş ve bir sene sonra takdîm eylediği bir kasîdesinden dolayı ma’âşının bir mislinin zammına ve tekrâr takdîm etdiği diğer bir kasîdesine mükâfât olmak üzere yine ma’âşının bir mislinin zammına irâde-i cenâb-ı fermân-fermâyî şeref-sânih olmasıyla sâhib-i terceme bu yüzden dahi magbût-ı akrân ü emsâl olmuşlardır. Dîvân olacak kadar âsârı ve Güvâh-ı Dil ismindeki matbû’ dîvânçesi vardır. Bundan başka kavâ’id-i Fârsiyye’yi câmi’ Levhatü’lkavâ’id ismindeki eseri tab’ ü neşr edilmişdir. Hayrü’l-lugât nâmıyla devletli necâbetli Yûsuf İzze’d-dîn Efendi Hazretlerinin nâmlarına mensûb bir eseri dahi varsa da tab’ ü neşr edilmemişdir ve Âdâbü’l-mülûk isminde siyâsiyyâta dâ’ir bir mecellesi dahi vardır. Lâkin o da matbû’ değildir. İşbu dört kıt’a âsâr-ı kalemiyyesinden başka sekiz beytten ibâret evsâf-ı Abdü’l-azîz Hânî’de bir kasîde-i muhteri’ânesi vardır ki be-her beyti sekiz kelimeden ibâret olduğu hâlde herhangi kelimenin yeri değişdirilse ne vezne ne de ma’nâya | Mehmed Tevfik halel gelir. Vedî’a-i rûzgâr olmak üzere yakında tab’ ü neşr olunacakdır. Âtîdeki gazelle birkaç beyt cümle-i âsârındandır: Esâs-ı hestî-i âlem bilinmedi gitdi Nedir vezâ’if-i âdem bilinmedi gitdi Kitâb-ı mekteb-i tekvîn okunmadı kaldı Bu sırr-ı hikmet-i mübhem bilinmedi gitdi Seçilmedi dahi âlemde nîk ü bed hâlâ Hulâsa kâmil ile kem bilinmedi gitdi Savâb-ı mihr ü meveddet ne yerdedir âyâ Hatâ-yı mâh-ı Muharrem bilinmedi gitdi Kulûb-ı ehl-i dili kim tavâf eder Hayrî Safâ-yı beyt-i mükerrem bilinmedi gitdi Felekden kâm alan âlemde her gün ber-kemâl olmaz Gurûb etmez güneş ger öyle olsa ay hilâl olmaz Abesdir âsumâna çıkmaga tâli’le ugraşmak Bütün mümkinler olur belki ammâ kim muhâl olmaz Mihendir hikmeti seyl-âb önünde yoksa ev yapmak Kılardım sâhil- çeşmânımı sâhil-serâ yâre Tasvîr-i Abdü’l-azîz Hânî hakkında söyledikleri bir beytdir: Bakanlar dîde-i ibretle tasvîr-i hümâyûna Kasem eyler nazîri yok diye Hallâk-ı bî-çûna Beyt-i âtî gazellerinden müfrezdir: sâhil-i: sâhile-i Ana el etmedin gülşende de hûn-âb-ı eşk ile Neden pîrâhenin ey gonçe bülbül al al etdi Tersânede tevsî’ olunan havza bulduğu târîhdir ki Abdü’l-azîz Hân merhûma takdîm olunmuşdur: Çü cevher lafzen ü ma’nen dedi Hayrî kulu târîh Bu havzı doksan üçde şâh-ı Cem-câh eyledi âbâd İsmi Ahmed ve mevlidi Kırkkilîsâ’dır. Tahsîl-i ma’ârifle dâhil-i zümre-i küttâb-ı dîvânî ve bi’l-âhıre Mısr vâlîsi İbrâhîm Paşaya dîvân efendisi olmuşdur. Mu’ahharen Sultân Mehmed Hân-ı Râbi’ vüzerâsından vezîr-i a’zam ve hidîv-i kişver-i seyf ü kalem meşhûr-ı âlem Köprülü-zâde Fâzıl Ahmed Paşaya intisâb edip biraz vakt tezkirecilik hıdmetinde istihdâm ve sonra dîvân-ı sultânîde mansıb-ı mevkûfâtî ile be-kâm buyurulmuşdur. Bin doksan sekiz senesi Belgrad’da vefât etmişdir. Eş’ârı muhayyel ve tevârîhi gâyet selîs ü bî-bedeldir. Aldı Uyvar’ı adûdan mu’cizât-ı Ahmedî Fâzıl Ahmed Paşa Uyvar Kal’ası’nı feth eylediğinde bi’l-bedâhe bul-muşdur. senesi Beç seferine giderken gazel-i âtîyi esnâ-yı tarîkda söylemişdir. Âyâ taraf-ı yâre gider kâfile yok mı Şâyeste-i rıhlet bize bir râhile yok mı | Mehmed Tevfik Hîç eylemedük meyl-i ferâgat tek ü pûdan Ey pây-ı taleb sende gam-ı âbile yok mı Şîvenkede itdün çemeni aglama bülbül Bu nâle-i şeb-gîre aceb fâsıla yok mı Söylenmedi nev-tarh gazeller bu gazâda Bâ’is ne aceb Haylî-i şeydâ bile yok mı Hîç zenândan vefâ ümîd itme Cevrdür ol gürûha kâr-ı kadîm Mekr-i zenden hazer gerek zîrâ Didi Hak inne keyde hünne Burusalı olduğu ba’zı mecmû’alarda mukayyed ise de terceme-i hâline dest-res olunamadı. Şi’rdeki iktidârına âtîde muharrer iki beyt iki şâhid-i müzekkîdir: Gözlerün gönlüm alup yir komadı tedbîre İki âhû bes imiş pâdişehüm bir şîre Seyr-i cemâle kâkülinün mâni’ olması Şâhid degül mi oldugına bahtumun siyâh “Kadının kocası, Yusuf’un gömleğinin arkadan yırtıldığını görünce, karısına: ‘Bu, siz kadınların tuzağından başka bir şey değildir. Doğrusu sizin tuzağınız büyük olur.’ dedi.” Burusalıdır. Tahsîl-i ulûma sarf-ı yârâ ile teshîr-i kalem-rev-i irfân ve birçok kasâ’id ü gazeliyyât inşâd ederek tezyîn-i dîvân etmişdir. Burusa’da Sultân Orhan imâreti meşîhati ile kanâ’at üzere iken hudûdunda âzim-i huld-ı berîn olmuşdur. Şâ’ir-i sâhib-sühan ve nükte-senc ü nâdire-fen bir zât imiş. İder encâm-ı kârın terceme hâb-ı perîşânı Siyeh-rûz-ı mahabbet gamla kalkar câme-hâbından Harîf-i bâde erbâb-ı riyâya cür’a-efşândur Sipihr-i bezm-i rindânun sakın zâhid şarâbından | Mehmed Tevfik HARF-İ DÂL Mevlidi Kastamonu’dur. Şehr-i mezkûr câmi’inin birinde ta’rîf-hân ve mü’ezzin-i hoş-elhân imiş. Fâtih asrı şu’arâsından olup kudemâ edâsında şi’r ile meşhûr olmuşdur. Şehr-i mezkûra da’vet-i cin ve ihrâc-ı defâ’in da’vâsıyla Dâ’î ahdinde bir Mağribî gelir ve orada Zühre nâmında bir kızı hibâle-i izdivâcına kâvişger-i tîşe-i ihtimâm ile genc-i visâline nâ’il olur. Dâ’î dahi dâ’iyye-i gıbta vü hasedle nazm-ı âtî-i tanz-âmîzi Mağribî hakkında inşâd eyler: Magribî imiş inanduk erüne Zühre kadın Ele bir genc getürdi yine bir kân deldi Meşâhîr-i vüzerâdan Ayâz Paşanın oğlu Ahmed Beğ’in dâye- zâdesidir. Vezîr-i müşârün ileyhin dâ’î-i devâm-ı devleti olduğundan Dâ’î tahallus etmişdir. Tahsîl-i ma’ârife mücidd ü sâ’î ve hele hüsn-i hat ile meşhûr-ı e’âlî imiş. Dervîş-sîret hoş-sohbet olduğu ba’zı tezkirelerde muharrerdir. Efendi-zâdesi Ahmed Beğ rıhlet etdikde vefâtına âtîde muharrer târîhi bulmuşdur: Dirîg ol nev-cevânı bu cihândan Ecel peyki irişüp kıldı da’vet Du’âlar idüp ana cân ü dilden Didüm târîh ola rûhına rahmet alıp: olup İsmi Mehmed ve mevlidi İstanbul’da Boğaziçi’nde Beğkoz’dur. Karye-i mezkûrda kırk seneden ziyâde imâmet ve hitâbet ve mekteb hâceliği edip salâh-ı hâli ma’lûm ve meşgûliyyeti sıbyâna ta’lîm-i ulûm iken bir gün şâkirdânından sâhib-i hüsn ü ân ve mâh-pâre-i âsumân-ı letâfetin silsile-i müşkîn-i zülf-i anberînine mukayyed olur. Müddet-i ta’alluk temâm bin güne resîde oldukda o hurşîd-i felek-cemâl karîn-i zevâl-i mevt olmasıyla sâhib-i terceme o bin gün içindeki hâlât-ı aşk ü zevki bin beyt ile beyân ve Nevhatü’l-uşşâk tesmiye ile mecmû’a-i nâz ü niyâzı vedî’a-i devrân etmişdir. Mezkûr kitâb musavver olarak matbû’ ve eyâdî-i aşk-bâzânda mütedâvildir. Hakîkaten ârif-i yegâne ve fâzıl-ı zemâne imiş. Eş’ârı metîn ü muhayyel ü rengîndir. Bin yetmiş senesi âzim-i bekâ olmuşdur. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Hârlarla salınur diyü dem-â-dem şeb-nem Gice ter düşdi çemende gül-i handâna yine Süleymân-zâde Pîrî Çelebidir. Ahd-i cevânîde iktisâb-ı dâniş ü kemâl ederek semt-i tedrîse âzim ve merhûm Hasan Beğ İstanbul’da Hâsekî Medresesi müderrisi iken hıdmet-i i’âdesinden mülâzım olmuşdur. Evvelâ Edirne’de Câmi’ardı Medresesi müderrisi olup andan sonra nevâhî-i Mısr’da seksen akçe ile bir müddet kâdîlik etmek içün o esnâda Mısr kâdîsi olan Monlâ Arab-zâde Efendiyle eyyâm-ı şitâda keştî-süvâr olduğu hâlde giderken dûçâr oldukları furtınadan fülk-i felek-i irfân olan vücûdları garîk-i ummân-ı memât olmuşlardır. Esnâ-yı varta-i furtınada bu beyti inşâ eylemişdir: Tek devlet-i visâli ele girsün ol şehün Mansıb olursa Dânişî olsun kenârda | Mehmed Tevfik Eğerçi eş’ârı azdır lâkin cümlesi makbûl ü mümtâzdır. Ba’zı âsârı tastîr kılındı: Arz idüp n’eylersin ey dil tâze dâgun dilbere Geçmez ol sîmîn-berün yanında füls-i ahmere Her kaçan çâk-i tenümden yâr peykânın alur Koparur ben haste-hüsnün yüregin cânın alur Kâmeti halka teni zerd olanı unutma Kulagunda küpe olsun sözüm ister tutma Meşhûr Dâniş Beğ’dir ki Âlî ve eski Fehîm ve Hâfız Müşfik ve Refîk ve Subhî ve Gülşen muharriri Şâkir merhûmlar gibi meftûn-ı ma’ârif olanlar indinde sûret-i vefâtları zâyi’ât-ı edebiyyeden add olunan gençlerdendir. Bin iki yüz yirmi târîhinde nüsha-i kemâlât-ı vücûdu Dersa’âdet’de şîrâze-bend-i şühûd olup o edîb-i dâniş-karîn sinn ü kemâlinin müsâ’id olduğu senelerde evvelâ dîvân-ı hümâyûn kalemine ve sonra mühimme odasına me’mûr ve ta’yîn buyurulmuşdur. Umûr-ı mehâmm-ı seniyyede bi’l-istihdâm izhâr-ı ehliyyet ü iktidâr etmekde iken denî rûzgâr o mecmû’a-i irfânı târumâr ve düşmeni olduğu müntesibân-ı edebden böyle bir nâdire-i vücûdun fenâsıyla ahz-ı sâr eylemişdir. Vefâtı bin iki yüz kırk beş senesi içinde vukû’ bulmağla mihmânhâne-i âlemin yirmi beş sene kadar mezâk-ı âlâ-yı ni’amı olmuş olur. Gazel-i âtî müretteb dîvânından alınmışdır: Sebz-i hat Âb-ı hayât-ı la’linin ihyâsıdır Mevt-i ahmer gamze-i hûn-rîzinin îmâsıdır Tîg-i cevre eşk-i bülbülden o gül-ruh vermiş âb Kim dehân-ı zahmımız pür-nâle-i şekvâsıdır Degme şûrişden ayılmaz mest-i seyr-i kâmetin Kim beyâz-ı subh-ı mahşer penbe-i mînâsıdır Şu’le-i âhım urur çün nâle-i zencîr-i şevk Sanki gönlüm âteş-i şevk-ı cünûn deryâsıdır Aşk ile cân vermedikçe vasla Dâniş ermez el Âlem-i hüsnün o kâmet âlem-i bâlâsıdır Garîk-i efkâr-ı hakîmânesiyle şarkın âsâr-ı edîbânesini mezce uğraşan üdebâ-yı asrdan ve efkâr-ı cedîde ashâbından “sebz hat” ve “hatt-ı sebz” gibi ve emsâli mecâz ü isti’ârâtı farz-ı muhâl olmak üzere tezyîf edenler bulunduğu işidiliyor. Lâkin böyle bir isnâd ise tabî’atde mevdû’ olan hiss ü fikr-i insânîyi kabûl edenlere göre cem’-i ezdâd hükmünde kalır. Zîrâ tabî’atde o kadar huşûnet olamaz ki hilâf-ı hilkatde tasavvur-ı letâfetle “yeşil sakal” tahayyül etsin. Üdebâ-yı eslâfın “hatt-ı sebz”den maksadları “yeşil sakal” ve “âyîne-i ruhsâr-ı al”dan murâdları “kırmızı âyîne” olsa idi tabî’atde mevcûd olan hüsn-i tenâsübdeki letâfetden mahrûm-ı zevk olmak derecede bir tabî’ate mâlik ve bu münâsebetsizlikle tabî’atsızlıkla ta’rîze sâlih oldukları i’tirâf olunurdu. El-hâsıl kadrdânân-ı hüsn ü ân olan üdebâ lisânınca “hatt-ı sebz” “hatt-ı nev-demîde” ve bu sûretle mezkûr terkîb dahi şâ’ibe-i ta’rîzden masûn ü vâreste kalır i’tikâdında bulunuruz. Mûmâ ileyh Fatîn Efendi Tezkiresi’nde muharrer olduğu üzere Tophâne meclisi re’îsi şehîd-i sa’îd Selanikli Mûsâ Paşa-zâde’dir. Bin ikiyüz kırk dokuz senesi tevellüd etmiş ve altmış iki senesi Tophâne | Mehmed Tevfik ketebesi silkine dâhil olmuşdur. Mezkûr tezkirede muharrer gazelinin matla’ ve makta’ beytleridir: Bülbül aglar gül olur hande-güşâ-yı gülşen Nice muhrik geliyor gûşa sadâ-yı gülşen Sana bir hâr kadar bâr degildir Dâniş Ey nihâl-i gülüm etsin ko safâ-yı gülşen Kölemenler’den Bağdâd Vâlîsi Süleymân Paşanın köle ve dâmâdı ve Süleymân Paşa-zâde Sa’îd Paşanın ya’nî efendi-zâdesinin vâlîlikde halefi ve meşâhîr-i şu’arâdan Bağdâd vâlîsi esbak Alî Rızâ Paşanın selefi Gürcî kölelerinden iken on beş sene tagallüben Bağdâd’da vâlîlik eden Dâvûd Paşadır. Sa’îd Paşanın halefi Abdu’llâh Paşanın ba’zı aşâ’ir elinde vukû’-ı şehâdetinden sonra Bağdâd hükûmeti bâ-rütbe-i sâmiye-i vezâret müşârün ileyh Sa’îd Paşaya ihâle vü tefvîz olunup bu münâsebetle Sa’îd Paşa Dâvûd Paşayı kethudâ nasb etmiş ise de Dâvûd Paşanın Sa’îd Paşa vâlîdesiyle beynlerinde olan münâferete mebnî alay-gûnu bî-sebeb vâlidesi tarafından Sa’îd Paşaya edilip kethudâlıkdan azl etdirilmiş ve bu hâl Dâvûd Paşa hakkında aşırı hicâbı mûcib olmak şöyle dursun sonraları dahi Sa’îd Paşa meclisinde ba’zı müdâhinlerin Dâvûd Paşanın ahvâl ü harekâtını taklîdleri Dâvûd Paşanın aşırı gücüne giderek Bağdâd’dan celb edebildiği âdemlerle sayd ü şikârı bahâne edip çıkmışdı. Geriden fırsat gözetmekde iken Sa’îd Paşanın sefâhati ve işlerin havâtîn eline düşmesi Bağdâdça zevâl-i nüfûzunu ve halkın kendisinden hoşnûdsuzluğunu ve ol zemân görülen lüzûm üzerine Bağdâd’da darb olunan sikkeye her nasılsa ba’zı bed-hâhânın bin dürlü entrikalarına mebnî Sa’îd isminin hakki Dersa’âdetçe hükûmetden iskâtını ve vücûdunun izâlesini mûcib olmağla Dâvûd Paşa ise bir sûretle çâresini bulup Bağdâd vâlîliğini istihsâl etmekle Bağdâd’a duhûl ve veliyy-i ni’met-zâdesi Sa’îd Paşayı anası kucağından alıp veliyyü’n-ni’metzâdeliğine hürmeten isti’fâ-yı kusûru çâresine düşmeyerek i’dâm haber: cebr etmişdir. Bu işlerde meşhûr Hâlet Efendinin dahl-i küllîsi vardır. İşte bu vech ile Dâvûd Paşa senesi vâlî-i Bağdâd ve meşgûl-i adl ü dâd olarak on beş sene vâlîliğinde Îrânlılarla bir haylî muhârebe etmiş ve sonraları müşârün ileyhin ba’zı harekâtı isyân rengini göstermekle târîhçe ma’lûm olan birçok vak’alar üzerine ber-minvâl-i bâlâ meşhûr Alî Rızâ Paşa Bağdâd’a girip Dâvûd Paşanın i’dâm cezâsından afvını bir sûret-i hakîmânede devletden niyâz ü istirhâm ile paşayı İstanbul’a i’zâm eylemişdir. senesi Dâvûd Paşa hükûmetden ferâgatle Dersa’âdet’e muvâsalatında biraz istirâhatden sonra elli dört senesi müceddeden Bâb-ı Âlî’de teşkîl olunan dâr-ı şûrâ riyâsetine ve sonra Bosna eyâletine nasb buyurulmuş ve bir müddet ma’zûliyyet çekdikden sonra senesi şeyhü’l-harem-i cenâb-ı nebevî ve hıdmet-i âsitâne-i Mustafâ ile şeref-yâb olmuş ve hilâlinde âlem-i ukbâya rıhlet eylemişdir. Sâhib-i tercemenin ilm ü sinnine taraf-ı saltanat-ı seniyyeden hürmetden başka bir mu’âmele vukû’ bulmamışdır. Altmış ikide vukû’ bulan sûr-ı hümâyûnda balonla ber-hevâ vü nâ-peydâ olan Komiski hakkındaki târîh sâhib-i tercemeye isnâd olunur: Matbah-ı ıyşını işgâl emeliyle yerden Göklere uçdu o müflis sakarı etdi makar Söyledi murg-ı kazâ cevv-i hevâda târîh Kürre-i nâra çıkıp yandı Komiski bu sefer İzniklidir. Evâ’il-i hâlinde terzîlik eder ümmî bir zât iken mu’ahharen tahsîl-i ulûma sâ’î olarak kazâ-yı Mısr’dan mütekâ’id Leysî-zâde’ye intisâb etmişdir. Lâkin kesret-i afyûna mübtelâ olmağın iki kat ve hayât ile memât arasında bir hâle gelmişdir. Bu hâl ile berâber tab’ı rasîn ve eş’ârı metîndir. | Mehmed Tevfik Her kaçan aks-i ruhun âyine-i câma düşer Meclis-i ehl-i safâ bâde-i gülfâma düşer N’ola gencîne-i ışkında kesilse nice baş İki şemşîr-i tılısm olmış ana ol iki kaş Şu’arâdan Kadrî Efendinin: Sâf-dil olup sebük-rûh ol mey-i rûşen gibi Tîre-tab’ olup girân-cân olma dürd-i den gibi matla’lı kasîdesine nazîre-gûne gazel-i âtîyi inşâd eylemişdir: Kût idinmişdür bizi mûr-ı ecel erzen gibi Kim döşer zîr-i zemîne dâne-i hırmen gibi Rûşen istersen vücûdun hânesin vîrâne kıl Kim açılsun rahneler her cânibe revzen gibi Gel girîbân gibi sûfî sadr-ı âlî gözleme İzzet istersen yüz ur topraga var dâmen gibi Yenice-i Vardar’dandır. Muhâsib kâtib imiş. Bir gün bir beyt-i Fârsî inşâdına cür’et ve Kemâl Paşazâde’nin Dekâ’iku’l-hakâ’ik’ redde cesâret etmekle bundan dolayı her gün bir gûne savt-ı hasâret ızhâr ederdi. Beyt-i âtî sahib-i tercemenindir: Şâm-ı zülfin ruhı Bagdâd’ına hâ’il göricek Gözümün birisi Dicle birisi âb-ı Furât Sultân Murâd-ı Sâlis ahdinde vefât etmişdir. Dekâ’iku’l-hakâ’ik’ını: Hakâ’ik-ı Vekâ’ik’ını Magnisalıdır. Derûnu bîrûnuna muvâfık ve akvâli ahvâline mutâbık dervîş bir zât imiş. İlm-i mûsikîde mümtâz ü hoş-âvâz ve gâyet güzel tanbûr-nevâz olup tasnîf etdiği murabba’lar şöhre-i halk-ı cihân ve ehl-i edvâr usûlüne revân olmuşdur. Sultân Selîm-i Sânî şeh-zâde iken sâhib-i terceme dâhil-i meclis-i hâs olurlarmış. Bir gün bir muhammes besteleyip şeh-zâdenin ni’metine ızhâr-ı küfrân etmekle şeh-zâde pür-gazab olup hattâ i’dâm etmek bile isterdi. Muhammes budur: Ol dem ki fenâ buldı şehr-i dil-i âbâdum Hîç nesneye meyl itmez bu hâtır-ı nâ-şâdum Şimdi garazum bu kim anlamaya hîç âdem Ey bü’l-heves-i devlet mahmûr-ı mey-i gaflet Şimden girü dünyâyı al sana bagışladum İlâhî’ye nazîre olarak nazm etdiği “bahâriyye”dendir: Kıbleden döndi esüp bâd-ı nesîm-i kudret Başladı itdi temevvüc yine deryâ-yı çemen Câ-be-câ yelken açup çıkdı açıldı ezhâr Sanki deryâ-yı sefîd oldı fezâ-yı gülşen Serv bir hûb direk dikdi turup anda revân Yâsemenler anun etrâfına bagladı resen Keştî-i tâli’ümüz gel salalum engine Be diye n’olsa gerek tente fora sök yelken İstanbul’da Âşık Paşa Mahallesi’nde tevellüd etmişdir. Eşref-i | Mehmed Tevfik evkât ve es’ad-ı sâ’atini tahsîle sarf eylediğinden beyne’l-akrân dâniş ü kemâl ile müşârün bi’l-benân olmuşdur. Otuz akçe ile müderris iken erbâb-ı zekânın merci’i ve ashâb-ı şi’r ü inşânın melce’i olan meşhûr Dâmâd Alî Paşaya intisâb paşa dahi iltifât ile mücerred re’îs-i küttâb-ı dîvânî mesnedine getirmek içün dîvân kitâbeti hıdmetiyle sahib-i tercemeyi mahsûd-ı itrâb etmiş idi. Ne çâre ki çok geçmeden Alî Paşa vefât eylemiş ve sâhib-i terceme bî-kes kalmış ise de Sultân Murâd-ı Sâlis asrında küttâb-ı dîvânî silkine alınmışdır. İstiğnâya mâlik ve silk-i dervîşâna sâlik şi’r ü inşâda kuvveti âsârıyla zâhir ve mu’ammâ ve târîhde dahi rüsûhu bâhir bir zât-ı celîlü’l-me’ âsirdir. Nâzım-ı kitâb-ı Mesnevî ve âzim-i makâmât-ı ma’nevî Celâle’d-dîn-i Rûmî Hazretlerinin Ka’betü’l-uşşâk olan türbe-i şerîflerini ziyâret ve iktisâb-ı sermâye-i sa’âdet esnâsında gazel-i âtîyi inşâd eylemişdir: Kurı efsâne sanur sûfî sadâ-yı nâyı Ney ile sâlik idi görsene Mevlânâ’yı Tutdı âfâkı sadâ-yı ney ile şevk-ı semâ’ Şöyle kim raksa getürdi felek-i mînâyı Kutb-ı âfâk-ı cihân ol per-i pergâr-sıfat Dâ’iren gözle ki Dervîş olasın Mevlâyî Bezm-i cihânda itmez iken nûş-ı câm-ı Cem Sâgar sunardı destüme ber-müstedâm dem Emvâc-ı bahr-i kulzüm-i eşkümden itdi havf Yüz yire sürdi eyledi çok iltiyâm Sen gayrilerle demde safâda revâ mıdur Dervîşin aka böyle gözinden müdâm dem yem: dem Yâr ser-keş sîne pür-âteş gönül sevdâ-perest Baht nâ-hemvâr tâli’ ser-nigûn hâtır şikest Konyalıdır. Şi’rde kudreti ve kitâb-ı Mesnevî’ye şiddetle nisbeti meşhûrdur. Birçok zemân âsitân-ı Cenâb-ı Monlâ’ya rûy-mâl ve nakl-i kitâb-ı Mesnevî ile tahsîl-i hâl ü kemâlden sonra Vezîr Kâsım Paşanın kâtibi ve hem-dem ü musâhibi olmuşdur. Paşanın vefâtında fâtih-i cezîre-i Kıbrıs Lâlâ Mustafâ Paşaya intisâb etmişdir, fakat kisve-i dervîşâneyi kat’â tebdîl etmediği ba’zı tabakât-ı üdebâda görülmüşdür. Mustafâ Paşa Şâm Beğlerbeğisi oldukda sâhib-i terceme dahi Şâm’a gitmiş ve orada bir sâhib-i hüsn ü ânın esîri olarak belâ-yı aşkla meşhûr olmuşdur. Şâm’da Gökmeydân denilen mahalde zevk-ı semâ’ı mezâk-ı erbâb-ı iştiyâka izâka içün bir Mevlevîhâne inşâ eylemiş ve senesi terk-i semâ’hâne-i âlem etmişdir. Yavuz Sultân Selîm Hân ile pederleri Bâyezîd-i Velî’nin vekâyi’ini yazmışdır. Nazm-ı âtî sâhib-i tercemenindir: Tutdı cihânı hayme-i gerdûn-tınâblar Sahrâyı zeyn eyledi çâder Germ olup gögsin gererse tan degül pîr-i Kim yatur mihr ile meh koynında uryân her gice Giceler dâ’im gamun bu sîne-i vîrânede Eksük olmaz hâne-i dervîşe mihmân her gice zeyn eyledi: eyledi zeyn gögsin: gögsini | Mehmed Tevfik Hersek’de Mostar nâm kasabada tevellüd etmişdir. Tıfl-ı nev-sâl ile pîş-keş-i sultânî olmak üzere İstanbul’a getirilip At Meydânı serâyına vâsıl ve silk-i huddâm-ı sa’âdet-nişân-ı sultâna dâhil olmuşdur. Serây-ı şevket-ihtivâda tahsîl-i ma’ârife müdâvim ve tekmîl-i envâ’-ı fünûn ü âdâba mülâzım olup az vakt içinde câmi’-i esnâf-ı ma’ârif ve zâtında mevdû’ olan cevâhir-i isti’dâd hasebiyle dâhil-i harem-serây-ı sultânî olmuşdur. Nice zemân doğancılık hıdmetinde bulundukdan sonra Sultân Murâd-ı Sâlis Hazretlerinin emriyle Mevlânâ Bennânî’ Sehâ-nâme’sini terceme etmişdir. Bunun üzerine Sultân Murâd sâhib-i tercemeyi hâs odaya almış ve her vakt mazhar-ı iltifât etmekle beyne’l-akrân kadri hem-rütbe-i keyvân olmuşdur. Âsârından dest-res olunanlar ber-vech-i zîr tahrîr kılındı: Bennânî’nin: Bennâyî’nin |/\|