id
int64
1
9.2k
answers
list
title
stringlengths
4
104
question
stringlengths
2
257
context
stringlengths
31
11.1k
1,613
[ { "answer_start": "71", "text": "Formula-G" } ]
SOCRAT
SOCRAT'ın kurulma sebebi olmasıyla bilinen Tübitak'ın düzenlediği yarışların adı nedir?
SOCRAT (söyleyiş:) 2009 yılında, her yıl Tübitak tarafından düzenlenen Formula-G yarışlarında, İstanbul Üniversitesi Elektrik - Elektronik Mühendisliği Bölümü'nü temsil etmek amacıyla kurulan ekibin adıdır. SOCRAT'ın açılımı Solar Car Racing Team'dir.SOCRAT’ın amacı, alternatif enerjiler konusunda toplumda farkındalık yaratmak ve yüksek verimlilikte elektrikli araçlar üretmektir.Projenin amacı, enerji kaynaklarının tükenmekte olduğu dünyamızda, varoluşundan beri kuvvetli enerji ve ışık kaynağına sahip güneş enerjisini kullanarak dünyamıza çevre dostu enerjiyi sunmak ve kullanımına teşvik etmektir.
1,614
[ { "answer_start": "684", "text": "Venüs ve Merkür" } ]
Türklerin Bilim Tarihine Katkıları-Giriş
Türkler yön tayini için hangi gezegenlerden yararlanmışlardır?
Çoğu toplum bulunduğu coğrafi konumla ilişkili olarak mevcut sorunlara çözümler ararken, fen ve sosyal bilimler olarak sınıflandırabileceğimiz iki bilim alanına da katkıda bulunmuşlardır. Sosyal bir olay olan göç eylemini örnek verirsek, göçebelik terimi Türklerle özdeşleşmiş olsa da M.Ö. 1.000’lerde Türkler yerleşik olarak yaşamaktaydılar.Mevsimsel değişimlerle birlikte mevcut konumun yaşam şartlarının ağırlaşması sonucunda Türkler göç etme gereği duymuşlardır. Bu durumun yıllarca süregelmesi Türkleri göçebe bir toplum haline getirmiştir. “Göç edecekler ama nereye?” sorusunun cevabını ise gökte arayan Türkler yön tayini için astronomi bilimi üzerine çalışmalarda bulunmuş ve Venüs ve Merkür’den yararlanmışlardır. Yer değiştirmenin sonucunda geçilen dönemsel de olsa bu yerleşik hayatın gerekliliklerinden biri ise tarımsal faaliyetler olmuştur. Nasıl bir yıl geçeceği konusunda bilgi vermesi amacıyla günümüzde Orta Asya’da yaygın olarak kullanılan “On iki Hayvanlı Türk Takvimi” ilk olarak Türkler tarafından oluşturulmuş ve kullanılmıştır.
1,615
[ { "answer_start": "12", "text": "1946" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar kaç yılında doğmuştur?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,616
[ { "answer_start": "155", "text": "Ankara" } ]
Aziz Sancar
İlkokul ve ortaokul öğrenimini hangi şehirde tamamlamıştır?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,617
[ { "answer_start": "20", "text": "Mardin" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar lise öğrenimini hangi şehirde tamamlamıştır?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,618
[ { "answer_start": "259", "text": "İstanbul Üniversitesi" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar hangi üniversiteden mezun olmuştur?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,619
[ { "answer_start": "1107", "text": "Nobel Kimya Ödülü" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar sayesinde hangi ödüle layık görülmüştür?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,620
[ { "answer_start": "300", "text": "birincilik" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini kaçıncı olarak bitirmiştir?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,621
[ { "answer_start": "281", "text": "Tıp Fakültesi" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar İstanbul Üniversitesinde hangi fakülteden mezun olmuştur?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,622
[ { "answer_start": "586", "text": "Teksas Üniversitesi" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar moleküler kimya alanında doktorasını hangi üniversitede tamamlamıştır?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,623
[ { "answer_start": "689", "text": "Yale Üniversitesi" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar doktora sonrası yaptığı araştırmaları devam ettirdiği ve orada çok önemli buluşlara imza attığı üniversitenin adı nedir?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,624
[ { "answer_start": "805", "text": "Chapel Hill North Carolina Üniversitesi" } ]
Aziz Sancar
Yale Üniversitesinde çok önemli buluşlara imza atan Aziz Sancar bu buluşlar sayesinde ABD'de bulunan hangi üniversiteden teklif almıştır?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,625
[ { "answer_start": "1040", "text": "DNA onarım mekanizmaları" } ]
Aziz Sancar
Aziz Sancar Nobel Kimya Ödülünü hangi önemli buluşları sayesinde kazanmıştır?
Aziz Sancar 1946’da Mardin’in Savur kasabasında, çiftçilikle uğraşan orta gelirli bir ailenin yedinci çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini, Ankara’da okuduğu ilkokul ikinci sınıf hariç Savur’da tamamladı. Liseyi ise Mardin’de okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. TÜBİTAK bursuyla gittiği ABD’de birkaç yıl biyokimya eğitimi aldı, fakat bazı sosyal uyum sorunları nedeniyle yurda döndü ve memleketi olan Savur’da bir süre hekimlik yaptı. Ancak gönlü hâlâ bilimsel çalışmalardaydı. Bu yüzden tekrar ABD’ye giderek Dallas’taki Teksas Üniversitesi’nde moleküler biyoloji alanında doktoraya başladı. Doktora sonrası araştırmalarına Yale Üniversitesi’nde devam eden Aziz Sancar burada çok önemli buluşlar yaptı. Bu başarılarından dolayı da ABD’deki Chapel Hill North Carolina Üniversitesi’nden teklif aldı. Çalışmalarına orada da aynı hızla ve özenle devam etti ve yine önemli buluşlara imza attı. Yaklaşık kırk yıllık araştırma kariyeri boyunca pek çok ödül alan Aziz Sancar sonunda DNA onarım mekanizmaları konusunda yaptığı buluşlar nedeniyle 2015 Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü (BilTek, 2015).
1,626
[ { "answer_start": "13", "text": "Selanik" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf nerede doğmuştur?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,627
[ { "answer_start": "383", "text": "St. Louis Lisesinde" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf'in Paris'te okuduğu lisenin adı nedir?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,628
[ { "answer_start": "758", "text": "École Normale Supérieure’e" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf yüksek öğrenim görmek için girdiği sınavı kazanarak hangi okulda okumaya hak kazanmıştır?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,629
[ { "answer_start": "1289", "text": "non-commutative Class Field" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf'in doktora konusu nedir?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,630
[ { "answer_start": "1461", "text": "1938" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf doktorasını kaç yılında tamamlamıştır?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,631
[ { "answer_start": "1577", "text": "Arf Invaryantı" } ]
Cahit Arf
Cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan araştırmanın adı nedir?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,632
[ { "answer_start": "1748", "text": "1943" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf kaç yılında profesör ünvanını almıştır?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,633
[ { "answer_start": "1766", "text": "1955" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf kaç yılında ordinaryüs profesör ünvanını almıştır?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,634
[ { "answer_start": "2005", "text": "1960" } ]
Cahit Arf
Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere Cahit Arf kaç yılında görevlendirilmiştir?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,635
[ { "answer_start": "2835", "text": "1993" } ]
Cahit Arf
Cahit Arf,Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine kaç yılında seçilmiştir?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,636
[ { "answer_start": "2917", "text": "1994" } ]
Cahit Arf
Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne kaç yılında layık görülmüştür?
1910 yılında Selanik’te doğan Cahit Arf, ilkokulu o yıllarda sultani adı verilen liselerin ilk kısmında okumuş, daha beşinci sınıftayken tanıştığı genç bir öğretmen onun matematikle ilgilenmesini sağlamıştır. Lisenin orta kısmına geldiğinde artık okul arkadaşlarının çözemediği matematik sorularını çözen Cahit Arf’ın bu yeteneği ailesi ve hocalarının dikkatini çekmiş ve Paris’teki St. Louis Lisesinde okumak üzere ailesi tarafından Fransa’ya gönderilmiştir. Üç yıllık lise tahsilini iki yılda bitirip Türkiye’ye geri dönen Cahit Arf o sıralarda Türk hükümeti tarafından yüksek öğrenim görmek üzere sınavla Avrupa’ya gönderilecek aday öğrenciler arasına alınmıştır. Bu sınavı kazanan Cahit Arf Fransa’ya geri dönüp birçok bilim adamının yetiştiği okul olan École Normale Supérieure’e kaydolmuştur. Yükseköğreniminden sonra Türkiye’ye geri dönen Arf, bir süre Galatasaray Lisesinde hocalık yapmış ve sonra doçent adayı olarak İstanbul Üniversitesi Matematik Kürsüsü’ne geçmiştir. 1937 yılında doktorasını yapmak üzere Göttingen Üniversitesi Matematik Bölümü’ne giden Cahit Arf’ın bu üniversitede yaptığı doktora çalışması onun dünya çapında tanınmasına yol açmıştır. Cahit Arf matematik dehalarının bile çok zor dediği bir konu üzerinde tek başına çalışmış ve bir buçuk yıl içinde konusu “non-commutative Class Field” olan doktorasını tamamlamıştır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçların bir kısmı literatüre “Hasse-Arf” teoremi olarak geçmiştir. Doktora tezini 1938 yılında bitiren Cahit Arf bir yıl daha Göttingen’de çalışmalarını sürdürmüş, bu dönemde de dünya literatürüne “Arf Invaryantı” adıyla geçen, cebirsel ve diferansiyel topolojide büyük önem taşıyan bir çalışmaya imza atmıştır. 1938’in sonunda Türkiye’ye üniversitesine geri dönen Arf 1943’te profesör, 1955’te ordinaryüs profesör olmuştur. 1962 yılına kadar üniversitede çalışmalarını sürdüren Cahit Arf o yıllarda bir yıllığına misafir profesör olarak Maryland Üniversitesine gitmiş ve ayrıca Mainz Akademisi muhabir üyeliğine seçilmiştir. 1960 yılında Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ni kurmak üzere görevlendirilen Cahit Arf 1962’de üniversitedeki görevinden ayrılmış ve bir yıl kadar Robert Kolej’de ders vermiştir. TÜBİTAK’ın kuruluş ve gelişmesinde büyük emekleri olan Cahit Arf 1963-1967 ve 1967-1971 yıllarında TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu başkanlığını yapmıştır. Cahit Arf matematiğe yapmış olduğu köklü katkılarından dolayı 1974’te de TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görülmüştür. 1964-1966 yıllarında Princeton’da Institute for Advanced Study’de çalışmalarını sürdüren; daha sonra California Üniversitesinde misafir öğretim üyeliği yapan Cahit Arf 1967’de Türkiye’ye dönüp ODTÜ Matematik Bölümünde çalışmaya başlamış ve 1980 yılında bu üniversiteden emekli olmuştur. 1980 yılında İTÜ ve Karadeniz Teknik Üniversitesinin, 1981 yılındaODTÜ’nün onur doktoralarını alan, 1993 yılında Türkiye Bilimler Akademisi Şeref Üyeliğine seçilen Cahit Arf 4 Şubat 1994’te de Fransa’da Commandeur des Palmes Académiques Ödülü’ne layık bulunmuştur. Ülkemizde matematiğin simgesi haline gelen Ord. Prof. Dr. Cahit Arf 26 Aralık 1997’de vefat etmiştir (Tübitak, 2015).
1,637
[ { "answer_start": "20", "text": "1894" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim kaç yılında doğmuştur?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,638
[ { "answer_start": "28", "text": "İstanbul" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim nerede doğmuştur?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,639
[ { "answer_start": "84", "text": "Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim'in babasının adı nedir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,640
[ { "answer_start": "209", "text": "Naciye Hanım" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim annesinin adı nedir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,641
[ { "answer_start": "563", "text": "Berlin Üniversitesi" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim matematik eğitimi almaya hangi üniversiteye gitmiştir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,642
[ { "answer_start": "804", "text": "Prof.Dr. Ernst Fischer" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim'in doktora tez danışmanın adı nedir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,643
[ { "answer_start": "686", "text": "Über die Trägheitsformen eines Modulsystems" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim'in doktora tezinin adı nedir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,644
[ { "answer_start": "670", "text": "1919" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim Über die Trägheitsformen eines Modulsystems adlı doktora tezinin sözlü savunmasını kaç yılında yapmıştır?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,645
[ { "answer_start": "1254", "text": "Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim hangi iki önemli Türk derneklerinin kurucu üyesidir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,646
[ { "answer_start": "1611", "text": "1952" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim kaç yılında vefat etmiştir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,647
[ { "answer_start": "60", "text": "Abdülkerim" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim'in gerçek adı nedir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,648
[ { "answer_start": "251", "text": "Halep" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim ilköğrenimini hangi şehirde tamamlamıştır?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,649
[ { "answer_start": "388", "text": "1914" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim kaç yılında yüksek mühendislik mektebinden mezun olmuştur?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,650
[ { "answer_start": "1138", "text": "1939" } ]
Kerim Erim
Kerim Erim kaç yılından itibaren İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörlüğü görevini üstlenmiştir?
Kerim Erim, 1 Şubat 1894’te İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Abdülkerim’dir. Babası, Buharalı Molla Ahmed Zade Mirliva Arif Paşa; annesi, Kazan Şeyhül Müderrisi Kerim Hazretzade Ferik Abdürrahman Paşa’nın kızı Naciye Hanım’dır. K. Erim, ilk öğrenimini Halep’te, orta öğrenimini ise kısmen özel olarak evde, kısmen de İstanbul’daki Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk sınıflarında yapmıştır. 1914’de Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun olmuştur. Bazı kaynaklara göre mezun olduktan sonra 1914’te, diğer kaynaklara göre ise 1917 yılının sonunda matematik öğrenimi için Berlin Üniversitesi’ne gitmiştir. Friedrich-Alexander-Universität Erlangen’in kayıtlarına göre, 22 Ağustos 1919 tarihinde “Über die Trägheitsformen eines Modulsystems” adlı doktora tezinin sözlü savunmasını yapmış olan Erim’in tez danışmanı Prof.Dr. Ernst Fischer (1875-1954) dir. Türkiye’ye döndükten sonra Yüksek Mühendis Mektebi’nde matematik, analitik geometri, mekanik, kozmoğrafya dersleri vermiştir. 1933 üniversite reformunda görevlendirilmiş ve ardından da, Fen Fakültesi Dekanlığına getirilmiştir. Ancak bu görevden kısa bir süre sonra kendi isteğiyle ayrılmıştır. 1939 yılından ölümüne kadar İstanbul Üniversitesi Matematik Enstitüsü Direktörü olarak görev yapmıştır. Kerim Erim, Türk Matematik Derneği’nin ve Türk Fizik Derneği’nin kurucu üyesidir. Ayrıca, Uluslararası Teorik ve Uygulamalı Mekanik Cemiyeti’nin (International Union of Theoretical and Applied Mechanics/ IUTAM) 1926’da Zürih (İsviçre), 1930’da Stockholm (İsveç), 1938 yılında Cambridge (ABD) ve 1946’da Paris’te (Fransa) yapılan kongrelerine katılmıştır. 20-28 Ağustos 1952’de İstanbul’da yapılan kongrenin yürütücülüğü görevi Kerim Erim’e verilmiş, ancak geçirdiği kalp rahatsızlığı nedeniyle bu görevi yerine getirememiş, 28 Aralık 1952’de vefat etmiştir. Mezarı Edirnekapı Şehitliğindedir (Akbaş, 2003).
1,651
[ { "answer_start": "15", "text": "1703" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı kaç yılında doğmuştur?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,652
[ { "answer_start": "313", "text": "Tillo" } ]
İbrahim Hakkı
Eğitimini uzun sürelerde nerede tamamlamıştır?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,653
[ { "answer_start": "415", "text": "Firdevs Hanım" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı'nın evlendiği kişini ismi nedir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,654
[ { "answer_start": "441", "text": "1740" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı kaç yılında İstanbul'a gelmiştir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,655
[ { "answer_start": "1071", "text": "1780" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı kaç yılında vefat etmiştir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,656
[ { "answer_start": "28", "text": "Erzurum" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı hangi ilde doğmuştur?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,657
[ { "answer_start": "39", "text": "Hasankale" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı Erzurum'un hangi ilçesinde doğmuştur?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,658
[ { "answer_start": "73", "text": "Hanife Hanım" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı'nın annesinin adı nedir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,659
[ { "answer_start": "99", "text": "Osman Efendi" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı'nın babasının adı nedir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,660
[ { "answer_start": "387", "text": "İsmail Fakirullah" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı'nın torunuyla evlendiği hocasının adı nedir?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,661
[ { "answer_start": "512", "text": "İstanbul" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı Marifname adlı eserini nerede kaleme almıştır?
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,662
[ { "answer_start": "636", "text": "600" } ]
İbrahim Hakkı
İbrahim Hakkı'nın ünlü eseri Merifname kaç sayfadır=
İbrahim Hakkı, 1703 yılında Erzurum’un Hasankale ilçesinde doğdu. Annesi Hanife Hanım, babası ise, Osman Efendi’dir. Dört-beş yaşlarında okumaya başlayan İbrahim Hakkı, varlıklı bir aileden geldiği için yedi yaşına geldiğinde çevresinin en ünlü bilginlerinden özel derler aldı. Eğitimini tamamlamak üzere gittiği Tillo’da uzun süre öğrenim gördükten sonra 34 yaşlarına geldiğinde hocası İsmail Fakirullah’ın torunu Firdevs Hanım’la evlendi. 1740 yılında bilim ve kültürün merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’a geldi. Buradaki kütüphanelerde bilimsel çalışmalarda bulundu ve bu gün kıymetli bir ansiklopedi hüviyetinde olan 600 sayfalık “Marifetnâme” adlı eserini de burada kaleme aldı. Kaliteli insan yetiştirmenin kaliteli yazılar sayesinde gerçekleşebildiği gibi, kaliteli çalışmaların kaybolmasının da yine bu türden yazılara bağlı olduğuna inanan İbrahim Hakkı, hayatı boyunca yaptığı bütün bilimsel çalışmaların “Marifetnâme” adlı eserinde, çağından hemen her kesimin rahatlıkla anlayabileceği sade bir üslupla açıklayıp, kaybolma tehlikesinden korudu. 1780’de Tillo’da vefat edern İbrahim Hakkı, vasiyeti üzerine hocası İsmail Fakirullah’ın ayak ucuna gömüldü (Koçin, 1990).
1,663
[ { "answer_start": "213", "text": "1760" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim kaç yılında vefat etmiştir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,664
[ { "answer_start": "456", "text": "hikmet ve Farsça" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim Efendi Yanyalı Es'ad Efendiden hangi eğitimi almıştır?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,665
[ { "answer_start": "490", "text": "astronomi ve astroloji" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim,Ahmed Mısri'den hangi eğitimi almıştır?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,666
[ { "answer_start": "1035", "text": "tasavvuf" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim Efendi Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden hangi bilgiyi öğrenmiştir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,667
[ { "answer_start": "1281", "text": "verem" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim Efendi'nin özellikle hangi hastalık hakkında araştırmaları vardır?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,668
[ { "answer_start": "1464", "text": "Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi" } ]
Kambur Vesim
Kimya hakkında yazdığı eserin adı nedir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,669
[ { "answer_start": "1941", "text": "2083" } ]
Kambur Vesim
Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim eseri kaç sayfadan oluşur?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,670
[ { "answer_start": "2177", "text": "1748" } ]
Kambur Vesim
Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim eserini kaç yılında tamamlamıştır?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,671
[ { "answer_start": "2872", "text": "Risale-i Rü'yet-i Hilal" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim Efendi'nin astronomi ile ilgili yazdığı eserin adı nedir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,672
[ { "answer_start": "2933", "text": "Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk" } ]
Kambur Vesim
Kambur Vesim Efendi'nin şiirlerini topladığı eserin adı nedir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,673
[ { "answer_start": "2979", "text": "Macar Georgios" } ]
Kambur Vesim
Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib eserini kimden tercüme etmiştir?
Osmanlılar zamanında on sekizinci asırda yetişen, hekim, hattat ve astronomi alimlerinden. Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbas Tabib isimleriyle de bilinen Abbas Vesim Efendi, onyedinci yüzyılın sonlarında doğdu. 1760 (H. 1174) senesinde İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı dışındaki kabristandadır.Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbas Vesim Efendi, Bursalı Tabib-i Sultani Ali Efendi ile babası Ömer Şifai Efendiden tıp, Yanyalı Es'ad Efendiden hikmet ve Farsça, Ahmed Mısri'den astronomi ve astroloji, Katibzade Mehmed Refi Efendiden tıp ve ta'lik yazı, ayrıca Latince ve Fransızca öğrendi. Bazı İtalyanca tıp metinlerini Türkçeye tercüme ettirerek, Avrupa'daki gelişmeleri takib etti. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır'a gitti. Bir çok ilmi araştırmalarda bulunup tıb alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul'a dönüşünde Sultan Selim Camii civarında eczahane ve muayenehane açtı. İstanbul'da kırk sene müddetle doktorluk yapıp, hem insanlara hizmet etti hem de tıb alanındaki bilgisini arttırdı. Aynı zamanda tasavvufa yönelip Nakşibendiyye yolu büyüklerinden Mehmed Emin Tokadi hazretlerinden tasavvuf bilgilerini öğrendi ve tatbik etti.Osmanlı tababetini (doktorluğunu) olgunluğa götürmekte büyük hizmeti olan Abbas Vesim Efendinin şahsi tecrübeleri ve verem hakkında en son keşiflere yakın araştırma ve incelemeleri vardır. Tıbbı iyice anlayabilmek için fizik, mekanik ve tecrübi kimyayı bilmenin gerekli olduğunu savunurdu. Bu konuda Tıbb-ı Cedid-i Kimyevi adlı bir eser yazdı. Ayrıca deontolojinin (tıp tarihi ve tıp ahlakı) gelişmesine ve uygulama şekline yön verdi. İbn-i Sina gibi eski tabiplerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiği bilgilerle, İstanbul'a gelen bazı batılı tabiplerin eserlerinden istifade ederek Düstur-ül-Vesim fi Tıbb-il-Cedid vel-Kadim adlı eserini yazdı. Doğu ve batı tıbbını karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser tıb tarihimiz bakımından önemlidir. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu eserin birinci bölümünde baştan sona kadar organ hastalıkları, ikinci bölümünde kadın ve çocuk hastalıkları, üçüncü bölümünde şişler ve ülserler, dördüncü bölümünde basit ve bileşik ilaçlar anlatılmaktadır. 1748 yılında yazdığı bu eserin üç nüshasından biri Bayezid, ikisi de Ragıp Paşa Kütüphanesindedir.Abbas Vesim Efendinin ikinci önemli eseri Uluğ Bey Zici'nin Türkçe şerhi olan Nehc-ül-Büluğ fi Şerh-i Zic-i Uluğ'dur. Açık Türkçe ile yazılmış olan bu eser, bütün tatbikata ait misalleri, İstanbul arz (enlem) ve tulüne (boylam) göre tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrani ve Rumi takvimlerini ilave etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta, Uluğ Beyin tarif ettiği Gıyasüddin Cemşid'e ait usulü çok güzel izah etmiştir. Bu eserin yazma nüshaları Bayezid Kütüphanesi 4646 ve Kandilli Rasathanesi Kütüphanesi 247/1 numarada kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili Risale-i Rü'yet-i Hilal adlı eseriyle şiirlerinin toplandığı Divan'ı ve Risalet-ül-Vefk adlı eseri yanında Macar Georgios'tan tercüme ettiği Vesilet-ül-Metalib fi İlm-it-Terakib adlı bir farmakoloji kitabı vardır (Karal, 1995)
1,674
[ { "answer_start": "62", "text": "Seyahatname" } ]
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler hangi eserden elde edilmiştir?
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmed Efendiye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur; diğer bir görüşe göre ise Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatnamenin üslubundan anlaşılan Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Senelerce at üzerinde seyâhat etmiş olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.Çelebi, gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ve değerlendirmesi ile eserine almıştır. Evliya, eserinde Türk halk yaşam tarzında önemli yer tutan hamamlardan da özellikle bahsetmiş ve o dönem İstanbul’da bulunan hamamları birer birer saymıştır.Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin köklü ve tarihi bir dil olduğu üzerinde durur ve 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi’nin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler verir. Bugün Seyahatname bu yönü ile birçok dil çalışmasına kaynaklık etmiştir. Çelebi, gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verirken kullandığı sözcükleri de o yörenin sözcüklerinden seçmesi ile dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuş ve söz varlığı, ses ve biçimbilgisi çalışmalarına katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, içerdiği topluluk ve kültürlerin dilleri için de önemli veriler saklamaktadır. Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.Evliya Çelebi’nin ne zaman öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü; bir kısım araştırmacı ise 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir (Şavk, 2011).
1,675
[ { "answer_start": "506", "text": "1611" } ]
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi kaç yılında doğmuştur?
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmed Efendiye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur; diğer bir görüşe göre ise Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatnamenin üslubundan anlaşılan Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Senelerce at üzerinde seyâhat etmiş olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.Çelebi, gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ve değerlendirmesi ile eserine almıştır. Evliya, eserinde Türk halk yaşam tarzında önemli yer tutan hamamlardan da özellikle bahsetmiş ve o dönem İstanbul’da bulunan hamamları birer birer saymıştır.Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin köklü ve tarihi bir dil olduğu üzerinde durur ve 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi’nin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler verir. Bugün Seyahatname bu yönü ile birçok dil çalışmasına kaynaklık etmiştir. Çelebi, gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verirken kullandığı sözcükleri de o yörenin sözcüklerinden seçmesi ile dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuş ve söz varlığı, ses ve biçimbilgisi çalışmalarına katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, içerdiği topluluk ve kültürlerin dilleri için de önemli veriler saklamaktadır. Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.Evliya Çelebi’nin ne zaman öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü; bir kısım araştırmacı ise 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir (Şavk, 2011).
1,676
[ { "answer_start": "532", "text": "Unkapanı" } ]
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi nerede doğmuştur?
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmed Efendiye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur; diğer bir görüşe göre ise Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatnamenin üslubundan anlaşılan Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Senelerce at üzerinde seyâhat etmiş olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.Çelebi, gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ve değerlendirmesi ile eserine almıştır. Evliya, eserinde Türk halk yaşam tarzında önemli yer tutan hamamlardan da özellikle bahsetmiş ve o dönem İstanbul’da bulunan hamamları birer birer saymıştır.Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin köklü ve tarihi bir dil olduğu üzerinde durur ve 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi’nin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler verir. Bugün Seyahatname bu yönü ile birçok dil çalışmasına kaynaklık etmiştir. Çelebi, gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verirken kullandığı sözcükleri de o yörenin sözcüklerinden seçmesi ile dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuş ve söz varlığı, ses ve biçimbilgisi çalışmalarına katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, içerdiği topluluk ve kültürlerin dilleri için de önemli veriler saklamaktadır. Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.Evliya Çelebi’nin ne zaman öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü; bir kısım araştırmacı ise 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir (Şavk, 2011).
1,677
[ { "answer_start": "0", "text": "Evliya" } ]
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi oğlunun adını ne koymuştur?
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmed Efendiye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur; diğer bir görüşe göre ise Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatnamenin üslubundan anlaşılan Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Senelerce at üzerinde seyâhat etmiş olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.Çelebi, gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ve değerlendirmesi ile eserine almıştır. Evliya, eserinde Türk halk yaşam tarzında önemli yer tutan hamamlardan da özellikle bahsetmiş ve o dönem İstanbul’da bulunan hamamları birer birer saymıştır.Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin köklü ve tarihi bir dil olduğu üzerinde durur ve 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi’nin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler verir. Bugün Seyahatname bu yönü ile birçok dil çalışmasına kaynaklık etmiştir. Çelebi, gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verirken kullandığı sözcükleri de o yörenin sözcüklerinden seçmesi ile dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuş ve söz varlığı, ses ve biçimbilgisi çalışmalarına katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, içerdiği topluluk ve kültürlerin dilleri için de önemli veriler saklamaktadır. Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.Evliya Çelebi’nin ne zaman öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü; bir kısım araştırmacı ise 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir (Şavk, 2011).
1,678
[ { "answer_start": "252", "text": "Evliya Mehmed Efendi" } ]
Evliya Çelebi
Evliya Çelebi'nin oğluna da ismini verdiği devrin büyük imamlarından olan kişi kimdir?
Evliya Çelebi ile ilgili bilgiler çoğunlukla kendi eseri olan Seyahatname’den elde edilmiştir ve bu eserde de adı Evliya Çelebi olarak geçtiği için, bunun dışında bir adı olup olmadığı bilinmemektedir. Bir görüşe göre babası, devrin büyük imamlarından Evliya Mehmed Efendiye çok saygı duyduğu için oğlunun ismini Evliya koymuştur; diğer bir görüşe göre ise Evliya kendisi hocasına saygısından bu ismi almıştır. Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25 Mart 1611 tarihinde, İstanbul, Unkapanı’nda doğmuştur. Zengin bir hayal gücüne sahip olduğu, Seyahatnamenin üslubundan anlaşılan Evliya Çelebi, serüvenci ruhunu da seyahatlerle beslemiştir. Senelerce at üzerinde seyâhat etmiş olması, cirit oynadığını ve iyi silâh kullandığını belirtmesi, Evliya Çelebi’nin çevik ve sağlıklı bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.Çelebi, gittiği ülkelerde yaşayan halkların gündelik hayat bilgilerine, geleneklerine, özel gün ve bayramları ile ilgili ritüellere, kılık kıyafetlerine, kullandıkları alet ve eşyalara kadar birçok kültürel unsuru; atasözleri, deyimler, mani, efsane, fıkra vb. halk edebiyatı ürünlerini bir halkbilimci bakışı ve değerlendirmesi ile eserine almıştır. Evliya, eserinde Türk halk yaşam tarzında önemli yer tutan hamamlardan da özellikle bahsetmiş ve o dönem İstanbul’da bulunan hamamları birer birer saymıştır.Eğitimini dilbilim üzerine odaklamamış olmasına rağmen Evliya, hem dili kullanmadaki yetkinliği hem de Türkçe ve yaklaşık değişik 30 dil ile ilgili aktardığı bilgilere bakınca amatör bir dilbilimci olarak da değerlendirilmektedir. Eserinde Türk dilinin köklü ve tarihi bir dil olduğu üzerinde durur ve 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi’nin bölgesel farklılıkları ile ilgili temel bilgiler verir. Bugün Seyahatname bu yönü ile birçok dil çalışmasına kaynaklık etmiştir. Çelebi, gezdiği yerlerle ilgili bilgiler verirken kullandığı sözcükleri de o yörenin sözcüklerinden seçmesi ile dil araştırmalarında, kelimelerin kullanım ve yayılma alanını belirleme bakımından yararlı olmuş ve söz varlığı, ses ve biçimbilgisi çalışmalarına katkı sağlayan bir eser ortaya koymuştur. Seyahatname yalnız Türkçe için değil, içerdiği topluluk ve kültürlerin dilleri için de önemli veriler saklamaktadır. Türk dili dışında Abhaza dili, Kaytak dili, Gürcü dili, Mingrel dili, Arap dili, Türkmen dili, Dobruca Tatarlarının dili, Nogay dili, Rus dili, Sırp dili, Boşnak dili, Hırvat dili, Arnavut dili, Venedik İtalyancası, Macar dili, Alman dili, Kırım Tatarlarının dili, Nogay dili, Kalmık dili, İtalyan dili vb. ile ilgili bilgiler yer almaktadır.Babasının zanaatkâr olmasının Evliya’nın el sanatlarına ve zanaatkârlara ilgi duymasını güçlendirdiği ve estetik yönünü geliştirdiği görüşü hâkimdir. Seyahatname’de değinilen tarihî eserlerin tasvirindeki güçlü betimlemeler ve kullandığı terminoloji uzmanlara göre onun nitelikli bir mimarî bilgiye sahip olduğunu göstermektedir.Evliya Çelebi’nin ne zaman öldüğü ve mezarının nerede olduğu bilinmemektedir. Bir kısım araştırmacı onun 71 yaşlarında, 1682 yıllarına doğru İstanbul’da öldüğünü; bir kısım araştırmacı ise 1682’de Mısır’dan dönerken yolda ya da İstanbul’da öldüğünü belirtmektedir (Şavk, 2011).
1,679
[ { "answer_start": "12", "text": "Mehmet" } ]
Akşemseddin
Akşemseddin'in gerçek adı nedir?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,680
[ { "answer_start": "108", "text": "Şam" } ]
Akşemseddin
Akşemseddin nerede doğmuştur?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,681
[ { "answer_start": "1401", "text": "mikrop" } ]
Akşemseddin
Akşamseddin tıp alanında hangi ilki bulmuştur?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,682
[ { "answer_start": "474", "text": "Osmancık" } ]
Akşemseddin
Akşemsettin'in hangi medresesede müderris olduğu belirtilmektedir?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,683
[ { "answer_start": "660", "text": "Hacı Bayram-ı Veli" } ]
Akşemseddin
Akşemsettin 25 yaşlarındayken nereye intisab etmiştir?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,684
[ { "answer_start": "968", "text": "Beypazarı" } ]
Akşemseddin
Akşemsettin Ankara'nın hangi ilçesine mescit ve değirmen yaptırmıştır?
Asıl adının Mehmet olduğu söylenen ve Ak Şeyh olarak da anılan Akşemseddin’in h.792 / m.1389–1390 tarihinde Şam’da doğduğu kaydedilmektedir. Akşemseddin’in yaptığı riyazetin fazlalığından yüzü ve sakalı beyazladığı için kendisine “Akşemseddin” veya “Akşeyh” lakabının verildiğini söylenmektedir. Akşemseddin’in daha yedi yaşlarında babasıyla birlikte Anadolu'ya gelmeden önce Kuran-ı Kerimi ezberlediği bilinmektedir. Diğer ilimleri ise Anadolu'ya geldikten sonra Amasya ve Osmancık çevresinde tahsil ettiği ve Osmancık medresesinde müderris olduğu belirtilmektedir. Akşemseddin’in tasavvufa ilgi ve alakası bu medresede başlamıştır. Yirmi beş yaşlarında iken Hacı Bayram-ı Veli’ye intisab etmiştir. Sıkı bir riyazet ve mücahede ve tasavvuf yoluna olan muhabbet ve mücahedesi sebebiyle kısa zamada halifelik almıştır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretlerinin mânevi eğitiminden geçtikten sonra irşad makamına yükselen Akşemseddin ilk olarak Ankara'nın şu anda bir ilçesi olan Beypazarı’na yerleşir ve orada bir mescit ve değirmen yaptırır. Daha sonra Beypazarı’ndan ayrılarak Çorum’un İskilip ilçesine bağlı Evlek Köyü’ne yerleşir ve bir müddette burada yaşar. Hacı Bayram’ın vefatından sonra da Evlek köyünden de ayrılıp, Göynük kasabasına yerleşir.Akşemseddin hekimlik yönü de dikkate değerdir. Tıb ilmine dair bir risalesinin olduğu ve hekimliğini pek çok yerde uyguladığı; hasta tedavi ettiği ve ilk defa mikrop meselesini ortaya atarak batıda mikrobun bulunmasından yüzyıllar önce, tıp tarihinde ilk defa mikrop meselesine temas eden ilk kişi olarak da bilinmektedir. Akşemseddin h.863/m.1459 tarihinde vefat etmişri. Kabri de Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin yanı başındadır. Türbesi vefatından 5 yıl kadar sonra yapılmış ve sandukası üzerindeki yazı oğlu Mehmet Sadullah’a aittir. Oğullarından Mehmed Sadullah ve Nurullah’da bu türbede medfundur (Göktaş, 2014)
1,685
[ { "answer_start": "109", "text": "Mehmet Çelebi" } ]
Bursalı Kadızade Rumi
Bursalı Kadızade Rumi'nin babası kimdir?
Bursalı Kadızâde Rumi, soyca ilim sahibi bir aileden gelmiş olup, çağının bilim otoritelerinden Bursa kadısı Mehmet Çelebi’nin oğludur. Bursa ve çevresinde daha çok "Kadızade" olarak tanındı. Doğumu Bursa'da olup doğum tarihi muhtemelen 1364'dur. Ölümü ise Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medrese'sinde çalışmakta olduğu için Semerkantta 1436 ya da 1437 olduğu sanılmaktadır.İlk öğrenimini Molla Fenari gibi değerli bilimadamlarının eğitim verdiği medresede tamamladı. Daha sonra matematik ve astronomi bilgilerine yenilerini katmak için, Horosan ve Maveraünnehir bölgelerine gitti. Burada uzun yıllar bölgenin ve çağının ünlü bilgini Seyyid Şerif Cucani’den din derslerini aldı. Hocasının “Mevakif (duraklar)” adlı eserini inceleyip, eserde birtakım eksiklik ve yanlışlıklar tespit etmesi üzerine, hocası Seyyid Şerif Curcani ile arası açıldı. Bu sebeple Curcan’dan ayrılarak Bursa’da okuduğu yıllarda kendisinden dersaldığı hocası Molla Fenari’den şöhretini duyduğu Maveraünnehir Bölgesinin Semerkant şehrine geldi ve Semerkant Rasathanesi olarak bilinen gözlemevinde çalışmaya başladı. Yine bu şehirde kesin bilemediğimiz bir tarihte evlenip, Şemseddin Mehmet Adında bir oğlu oldu.Adına "Anadolu" anlamında “Rûmi” sözcüğünün eklendiği Semerkant’ta, çağının ünlü astronomi ve matematik bilginleri ile temasa geçip, kendini tamamıyla bilimsel çalışma ve araştırmalara verdi. Kısa bir sürede çevresinde en çok sevilen ve sayılan bir bilgin olarak tanındı.Uluğ Bey tarafından önemli bir astronomi kitabı olan “Zic-i İlhani” de gerekli düzeltmeleri yapmakla görevlendirilen Kadızâde Rûmi, birlikte çalıştığı Gıyaseddin Cemşid’in ölümünden sonra Semerkant şehrindeki Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medresesi (bugünkü anlamıyla üniversite) yöneticiliklerine getirildi ve ölümüne dek bu görevlerini sürdürdü (Anonim, 2015).
1,686
[ { "answer_start": "327", "text": "Semerkant" } ]
Bursalı Kadızade Rumi
Bursalı Kadızade Rumi'nin hocası ile arası açılınca hangi şehire gitmiştir?
Bursalı Kadızâde Rumi, soyca ilim sahibi bir aileden gelmiş olup, çağının bilim otoritelerinden Bursa kadısı Mehmet Çelebi’nin oğludur. Bursa ve çevresinde daha çok "Kadızade" olarak tanındı. Doğumu Bursa'da olup doğum tarihi muhtemelen 1364'dur. Ölümü ise Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medrese'sinde çalışmakta olduğu için Semerkantta 1436 ya da 1437 olduğu sanılmaktadır.İlk öğrenimini Molla Fenari gibi değerli bilimadamlarının eğitim verdiği medresede tamamladı. Daha sonra matematik ve astronomi bilgilerine yenilerini katmak için, Horosan ve Maveraünnehir bölgelerine gitti. Burada uzun yıllar bölgenin ve çağının ünlü bilgini Seyyid Şerif Cucani’den din derslerini aldı. Hocasının “Mevakif (duraklar)” adlı eserini inceleyip, eserde birtakım eksiklik ve yanlışlıklar tespit etmesi üzerine, hocası Seyyid Şerif Curcani ile arası açıldı. Bu sebeple Curcan’dan ayrılarak Bursa’da okuduğu yıllarda kendisinden dersaldığı hocası Molla Fenari’den şöhretini duyduğu Maveraünnehir Bölgesinin Semerkant şehrine geldi ve Semerkant Rasathanesi olarak bilinen gözlemevinde çalışmaya başladı. Yine bu şehirde kesin bilemediğimiz bir tarihte evlenip, Şemseddin Mehmet Adında bir oğlu oldu.Adına "Anadolu" anlamında “Rûmi” sözcüğünün eklendiği Semerkant’ta, çağının ünlü astronomi ve matematik bilginleri ile temasa geçip, kendini tamamıyla bilimsel çalışma ve araştırmalara verdi. Kısa bir sürede çevresinde en çok sevilen ve sayılan bir bilgin olarak tanındı.Uluğ Bey tarafından önemli bir astronomi kitabı olan “Zic-i İlhani” de gerekli düzeltmeleri yapmakla görevlendirilen Kadızâde Rûmi, birlikte çalıştığı Gıyaseddin Cemşid’in ölümünden sonra Semerkant şehrindeki Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medresesi (bugünkü anlamıyla üniversite) yöneticiliklerine getirildi ve ölümüne dek bu görevlerini sürdürdü (Anonim, 2015).
1,687
[ { "answer_start": "1510", "text": "Zic-i İlhani" } ]
Bursalı Kadızade Rumi
Bursalı Kadızade'nin düzeltmelerini yaptığı astronomi hakkında olan kitabın adı nedir?
Bursalı Kadızâde Rumi, soyca ilim sahibi bir aileden gelmiş olup, çağının bilim otoritelerinden Bursa kadısı Mehmet Çelebi’nin oğludur. Bursa ve çevresinde daha çok "Kadızade" olarak tanındı. Doğumu Bursa'da olup doğum tarihi muhtemelen 1364'dur. Ölümü ise Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medrese'sinde çalışmakta olduğu için Semerkantta 1436 ya da 1437 olduğu sanılmaktadır.İlk öğrenimini Molla Fenari gibi değerli bilimadamlarının eğitim verdiği medresede tamamladı. Daha sonra matematik ve astronomi bilgilerine yenilerini katmak için, Horosan ve Maveraünnehir bölgelerine gitti. Burada uzun yıllar bölgenin ve çağının ünlü bilgini Seyyid Şerif Cucani’den din derslerini aldı. Hocasının “Mevakif (duraklar)” adlı eserini inceleyip, eserde birtakım eksiklik ve yanlışlıklar tespit etmesi üzerine, hocası Seyyid Şerif Curcani ile arası açıldı. Bu sebeple Curcan’dan ayrılarak Bursa’da okuduğu yıllarda kendisinden dersaldığı hocası Molla Fenari’den şöhretini duyduğu Maveraünnehir Bölgesinin Semerkant şehrine geldi ve Semerkant Rasathanesi olarak bilinen gözlemevinde çalışmaya başladı. Yine bu şehirde kesin bilemediğimiz bir tarihte evlenip, Şemseddin Mehmet Adında bir oğlu oldu.Adına "Anadolu" anlamında “Rûmi” sözcüğünün eklendiği Semerkant’ta, çağının ünlü astronomi ve matematik bilginleri ile temasa geçip, kendini tamamıyla bilimsel çalışma ve araştırmalara verdi. Kısa bir sürede çevresinde en çok sevilen ve sayılan bir bilgin olarak tanındı.Uluğ Bey tarafından önemli bir astronomi kitabı olan “Zic-i İlhani” de gerekli düzeltmeleri yapmakla görevlendirilen Kadızâde Rûmi, birlikte çalıştığı Gıyaseddin Cemşid’in ölümünden sonra Semerkant şehrindeki Uluğ Bey Rasathanesi ve Uluğ Bey Medresesi (bugünkü anlamıyla üniversite) yöneticiliklerine getirildi ve ölümüne dek bu görevlerini sürdürdü (Anonim, 2015).
1,688
[ { "answer_start": "176", "text": "çeşitlilik" } ]
Bilim Tarihi Ders Notları-Bilimin Gücü
Bilimin bilgi üretme sürecindeki niteliklerinden birisi olan ''bilim herkese açıktır'' olarak tanımlanan niteliğin adı nedir?
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma. Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım.Çeşitlilik: Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz.Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta, bu konularsayılamaz, sınıflandırılamaz.Süreklilik: Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar, imparatorlar ve hatta dinleryasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır. Yenilik: Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır.Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.Ayıklanma: Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir.Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.Bilimsel Bilginin Özellikleri Bilim olgusaldır. Olgusal olmak demek bilimin gözlenebilir olgulara dayanması demektir. Bilimmantıksaldır. Araştırma sonuçlarının kendi içerisinde tutarlı olması gerekir. Bilim genelleyicidir.Bilim tek tek olgularla değil olgu türleriyle uğraşır. Bilim nesneldir (Objektif). Bilimsel bilgi, bireyinkişisel görüşünden bağımsızdır. Bilim eleştiricidir
1,689
[ { "answer_start": "596", "text": "Süreklilik" } ]
Bilim Tarihi Ders Notları-Bilimin Gücü
Bilgi üretme süreci olarak tanımlanan nitelik nedir?
Bilim, yüzyıllar süren bilimsel bilgi üretme sürecinde kendi niteliğini, geleneklerini ve standartlarını koymuştur. Bu süreçte, çağdaş bilimin dört önemli niteliği oluşmuştur: çeşitlilik, süreklilik, yenilik ve ayıklanma. Şimdi bunları kısaca açıklamaya çalışalım.Çeşitlilik: Bilimsel çalışma hiç kimsenin tekelinde değildir, hiç kimsenin iznine bağlı değildir. Bilim herkese açıktır. İsteyen her kişi ya da kurum bilimsel çalışma yapabilir. Dil, din, ırk, ülke tanımaz.Böyle olduğu için, ilgilendiği konular çeşitlidir; bu konulara sınır konulamaz. Hatta, bu konularsayılamaz, sınıflandırılamaz.Süreklilik: Bilimsel bilgi üretme süreci hiçbir zaman durmaz. Krallar, imparatorlar ve hatta dinleryasaklamış olsalar bile, bilgi üretimi hiç durmamıştır; bundan sonra da durmayacaktır. Yenilik: Bir evrim süreci içinde her gün yeni bilimsel bilgiler, yeni bilim alanları ortaya çıkmaktadır.Dolayısıyla, bilime, herhangi bir anda tekniğin verdiği en iyi imkânlarla gözlenebilen, denenebilen ya da var olan bilgilere dayalı olarak usavurma kurallarıyla geçerliği kanıtlanan yeni bilgiler eklenir.Ayıklanma: Bilimsel bilginin geçerliği ve kesinliği her an, isteyen herkes tarafından denetlenebilir.Bu denetim sürecinde, yanlış olduğu anlaşılan bilgiler kendiliğinden ayıklanır; yerine yenisi konulur.Bilimsel Bilginin Özellikleri Bilim olgusaldır. Olgusal olmak demek bilimin gözlenebilir olgulara dayanması demektir. Bilimmantıksaldır. Araştırma sonuçlarının kendi içerisinde tutarlı olması gerekir. Bilim genelleyicidir.Bilim tek tek olgularla değil olgu türleriyle uğraşır. Bilim nesneldir (Objektif). Bilimsel bilgi, bireyinkişisel görüşünden bağımsızdır. Bilim eleştiricidir
1,690
[ { "answer_start": "316", "text": "kapalı bir uygarlık" } ]
Çin'de bilim
Çin Uygarlığı nasıl nitelendirilmiştir?
Çin Uygarlığında bilimsel faaliyetin başlangıcı M.Ö. 2500’lere kadar götürülebilir. Zaman zamansınırları Hindiçini de içine alan, zaman zaman ise sadece Sarı Irmak civarında ufak bir devletşeklinde görülen Çin, ilk insan kalıntılarının (Sinantropus Pekinensis) bulunduğu yerlerden biridir.Çin uygarlığı, genellikle, kapalı bir uygarlık olarak nitelendirilmiştir. Ancak Türklerle ve Hintlilerleyakın ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Bu etkileşim sonucunda Türklerin kullandıkları On İkiHayvanlı Türk Takvimi’ni benimsemişlerdir. Hint uygarlığından ise, özellikle matematik konusundaetkilendikleri bilinmektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren yapılan seyahatler sonucunda, matbaa vebarut gibi teknik buluşlar, Avrupa’ya Çin’den götürülmüştür.Çin’de kullanılan sayı sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını kolaylaştıran, abaküs veçarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin’dedaha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri problemleri bile bu ikidisiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.Çin astronomisi, diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir; takvim hesaplamalarında, diğeruygarlıkların Güneş veya Ay’ı esas almalarına karşın, Çin uygarlığında yıldızlar esas alınmıştır vediğer sistemlerde yıllık hesaplamalar kullanılırken, burada günlük hesaplamalar kullanılmıştır.Ayrıca Çinlilerin, temel koordinat düzlemi olarak ekliptik düzlemi yerine ekvator düzleminibenimsedikleri görülmektedir. Çin astronomisi, bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bir yıldızastronomisidir ve gözle görülebilen yıldızların yanında, kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkındaayrıntılı bilgiler içermektedir. Teknik açıdan da devrine nispetle oldukça gelişmiş bir düzeydebulunan Çin astronomisinde, Galilei’den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiğigörülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova vesüpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.Çin tıbbı, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanır. Çinlidüşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde olduğuna inanırlar; onlara göre, bu sürekli devinimdaima bir başlangıca dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan insan, ikilem gösteren yin veyang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi) etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbınıntedavi şekillerinden olan masaj ve akupunktur yöntemleri günümüzde de kullanılmaktadır.
1,691
[ { "answer_start": "452", "text": "on" } ]
Çin'de bilim
Çin'de kullanılan sayı sistemi kaç tabanlıdır?
Çin Uygarlığında bilimsel faaliyetin başlangıcı M.Ö. 2500’lere kadar götürülebilir. Zaman zamansınırları Hindiçini de içine alan, zaman zaman ise sadece Sarı Irmak civarında ufak bir devletşeklinde görülen Çin, ilk insan kalıntılarının (Sinantropus Pekinensis) bulunduğu yerlerden biridir.Çin uygarlığı, genellikle, kapalı bir uygarlık olarak nitelendirilmiştir. Ancak Türklerle ve Hintlilerleyakın ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Bu etkileşim sonucunda Türklerin kullandıkları On İkiHayvanlı Türk Takvimi’ni benimsemişlerdir. Hint uygarlığından ise, özellikle matematik konusundaetkilendikleri bilinmektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren yapılan seyahatler sonucunda, matbaa vebarut gibi teknik buluşlar, Avrupa’ya Çin’den götürülmüştür.Çin’de kullanılan sayı sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını kolaylaştıran, abaküs veçarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin’dedaha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri problemleri bile bu ikidisiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.Çin astronomisi, diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir; takvim hesaplamalarında, diğeruygarlıkların Güneş veya Ay’ı esas almalarına karşın, Çin uygarlığında yıldızlar esas alınmıştır vediğer sistemlerde yıllık hesaplamalar kullanılırken, burada günlük hesaplamalar kullanılmıştır.Ayrıca Çinlilerin, temel koordinat düzlemi olarak ekliptik düzlemi yerine ekvator düzleminibenimsedikleri görülmektedir. Çin astronomisi, bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bir yıldızastronomisidir ve gözle görülebilen yıldızların yanında, kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkındaayrıntılı bilgiler içermektedir. Teknik açıdan da devrine nispetle oldukça gelişmiş bir düzeydebulunan Çin astronomisinde, Galilei’den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiğigörülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova vesüpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.Çin tıbbı, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanır. Çinlidüşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde olduğuna inanırlar; onlara göre, bu sürekli devinimdaima bir başlangıca dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan insan, ikilem gösteren yin veyang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi) etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbınıntedavi şekillerinden olan masaj ve akupunktur yöntemleri günümüzde de kullanılmaktadır.
1,692
[ { "answer_start": "1459", "text": "ekvator" } ]
Çin'de bilim
Çinliler temel koordinat düzlemi olarak neyi benimsemektedir?
Çin Uygarlığında bilimsel faaliyetin başlangıcı M.Ö. 2500’lere kadar götürülebilir. Zaman zamansınırları Hindiçini de içine alan, zaman zaman ise sadece Sarı Irmak civarında ufak bir devletşeklinde görülen Çin, ilk insan kalıntılarının (Sinantropus Pekinensis) bulunduğu yerlerden biridir.Çin uygarlığı, genellikle, kapalı bir uygarlık olarak nitelendirilmiştir. Ancak Türklerle ve Hintlilerleyakın ilişki içinde oldukları bilinmektedir. Bu etkileşim sonucunda Türklerin kullandıkları On İkiHayvanlı Türk Takvimi’ni benimsemişlerdir. Hint uygarlığından ise, özellikle matematik konusundaetkilendikleri bilinmektedir. On ikinci yüzyıldan itibaren yapılan seyahatler sonucunda, matbaa vebarut gibi teknik buluşlar, Avrupa’ya Çin’den götürülmüştür.Çin’de kullanılan sayı sistemi on tabanlıdır. Ayrıca, işlem yapmalarını kolaylaştıran, abaküs veçarpım cetveli gibi bazı basit aletler de kullanmışlardır. Diğer uygarlıklardan farklı olarak Çin’dedaha çok aritmetik ve cebir bilimleri gelişme göstermiş ve hatta geometri problemleri bile bu ikidisiplinden yararlanılarak çözülmeye çalışılmıştır.Çin astronomisi, diğer uygarlıklardan bazı temel farklılıklar gösterir; takvim hesaplamalarında, diğeruygarlıkların Güneş veya Ay’ı esas almalarına karşın, Çin uygarlığında yıldızlar esas alınmıştır vediğer sistemlerde yıllık hesaplamalar kullanılırken, burada günlük hesaplamalar kullanılmıştır.Ayrıca Çinlilerin, temel koordinat düzlemi olarak ekliptik düzlemi yerine ekvator düzleminibenimsedikleri görülmektedir. Çin astronomisi, bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi, bir yıldızastronomisidir ve gözle görülebilen yıldızların yanında, kuyruklu yıldızlar ve kutup yıldızı hakkındaayrıntılı bilgiler içermektedir. Teknik açıdan da devrine nispetle oldukça gelişmiş bir düzeydebulunan Çin astronomisinde, Galilei’den önce Güneş lekeleri konusunda bilgi verildiğigörülmektedir (M.Ö. I. yüzyıl). Ayrıca astronomi metinlerinde, meteor ve meteoritler ile nova vesüpernovalar hakkında kayıtlara da rastlanmaktadır.Çin tıbbı, evren, doğa ve insan arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu anlayışına dayanır. Çinlidüşünürler, evrenin sürekli bir oluşum içinde olduğuna inanırlar; onlara göre, bu sürekli devinimdaima bir başlangıca dönüşü içerir. Evrensel sistemin bir parçası olan insan, ikilem gösteren yin veyang ilkesinin (iyilik ve kötülük, hastalık ve sağlık gibi) etkisi altındadır. Geleneksel Çin tıbbınıntedavi şekillerinden olan masaj ve akupunktur yöntemleri günümüzde de kullanılmaktadır.
1,693
[ { "answer_start": "499", "text": "Hintli matematikçiler" } ]
Hindistan'da Bilim
Sıfırı ilk kullanan uygarlık kimdir?
Hindistan’daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000’lere kadar geriye götürmek mümkündür;ancak bilim gibi düzenli bir bilgi topluluğunun oluşumu için yaklaşık M.Ö. 2500’leri beklemekgerekmiştir. Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik metinlerden ve nispeten daha geç tarihli olanSiddhantalardan edinmek olanaklıdır. Hindistan’da kullanılan sayı sistemi, on tabanlı (yani desimal)olup, erken tarihlerden itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin benimsendiği görülmektedir.Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. Sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme,aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra Pythagorasçılara mal edilecek olanPythagoras Teoremi’nin çözümü ile ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik metinlerinderastlamak mümkündür. Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle ilgilenmişlerve trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs fonksiyonlarını kullanmışlardır. Daha sonra Hintlilerinaritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit dilinden Arapça’ya yapılan çevirileryoluyla İslâm Dünyası’na aktarılacak ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol oynayacaktır; onikinci yüzyıldan itibaren Arapça’dan Latince’ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyasıbu bilgilerle tanışacaktır. Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde Ayve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketleri,Yer ve Güneş’in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. M. S. beşinci ve on ikinciyüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkatealmak suretiyle, Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını vedolanım periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserlerbırakmışlardır. Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer’in kendi etrafındakihareketinden söz etmiştir. Hint tıbbı, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç içegelişmiştir. Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir modelidir ve doğadaki diğer varlıklar gibi,toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan itibaren gelişen tıplailgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan Yoga Okulu, sağlıklı olabilmek içinbeden disiplinin yanı sıra, zihin disiplinini de şart koşarken, yine aynı dönemlerde ortaya atılan birbaşka görüş, beden yapısının temelde kimyasal esaslara dayandığını, dolayısıyla tedavinin de aynıesaslara dayanması gerektiği tezini savunmuştur. Hint uygarlığındaki bilimsel uğraşlar, bilimingelişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu etki ilk dönemlerde tacirlerin, seyyahların ve askerlerinyardımlarıyla gerçekleşirken, daha sonraki dönemlerde, doğrudan doğruya bilginler ve çevirmenleryoluyla gerçekleşmiştir.
1,694
[ { "answer_start": "51", "text": "M.Ö. 5000" } ]
Hindistan'da Bilim
Hindistan'daki bilimsel etkinliklerin başlangıç tarihi nedir?
Hindistan’daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000’lere kadar geriye götürmek mümkündür;ancak bilim gibi düzenli bir bilgi topluluğunun oluşumu için yaklaşık M.Ö. 2500’leri beklemekgerekmiştir. Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik metinlerden ve nispeten daha geç tarihli olanSiddhantalardan edinmek olanaklıdır. Hindistan’da kullanılan sayı sistemi, on tabanlı (yani desimal)olup, erken tarihlerden itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin benimsendiği görülmektedir.Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. Sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme,aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra Pythagorasçılara mal edilecek olanPythagoras Teoremi’nin çözümü ile ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik metinlerinderastlamak mümkündür. Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle ilgilenmişlerve trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs fonksiyonlarını kullanmışlardır. Daha sonra Hintlilerinaritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit dilinden Arapça’ya yapılan çevirileryoluyla İslâm Dünyası’na aktarılacak ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol oynayacaktır; onikinci yüzyıldan itibaren Arapça’dan Latince’ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyasıbu bilgilerle tanışacaktır. Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde Ayve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketleri,Yer ve Güneş’in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. M. S. beşinci ve on ikinciyüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkatealmak suretiyle, Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını vedolanım periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserlerbırakmışlardır. Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer’in kendi etrafındakihareketinden söz etmiştir. Hint tıbbı, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç içegelişmiştir. Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir modelidir ve doğadaki diğer varlıklar gibi,toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan itibaren gelişen tıplailgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan Yoga Okulu, sağlıklı olabilmek içinbeden disiplinin yanı sıra, zihin disiplinini de şart koşarken, yine aynı dönemlerde ortaya atılan birbaşka görüş, beden yapısının temelde kimyasal esaslara dayandığını, dolayısıyla tedavinin de aynıesaslara dayanması gerektiği tezini savunmuştur. Hint uygarlığındaki bilimsel uğraşlar, bilimingelişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu etki ilk dönemlerde tacirlerin, seyyahların ve askerlerinyardımlarıyla gerçekleşirken, daha sonraki dönemlerde, doğrudan doğruya bilginler ve çevirmenleryoluyla gerçekleşmiştir.
1,695
[ { "answer_start": "289", "text": "Siddhantalardan" } ]
Hindistan'da Bilim
Hindistan'da bilim adına geç tarihli olan hangi kaynaktan bilgi edinmektedir?
Hindistan’daki bilimsel etkinliklerin başlangıcını M.Ö. 5000’lere kadar geriye götürmek mümkündür;ancak bilim gibi düzenli bir bilgi topluluğunun oluşumu için yaklaşık M.Ö. 2500’leri beklemekgerekmiştir. Erken dönemlere ilişkin bilgileri Vedik metinlerden ve nispeten daha geç tarihli olanSiddhantalardan edinmek olanaklıdır. Hindistan’da kullanılan sayı sistemi, on tabanlı (yani desimal)olup, erken tarihlerden itibaren konumsal rakamlandırma yönteminin benimsendiği görülmektedir.Sıfırı ilk defa Hintli matematikçiler kullanmıştır. Sayı sistemindeki bu erken tarihli gelişme,aritmetiğin gelişim hızını büyük ölçüde etkilemiştir. Daha sonra Pythagorasçılara mal edilecek olanPythagoras Teoremi’nin çözümü ile ilgili erken çözüm örneklerine Hintlilerin geometrik metinlerinderastlamak mümkündür. Cebir alanında birinci ve ikinci derece denklem çözümleriyle ilgilenmişlerve trigonometri alanında ise, sinüs ve kosinüs fonksiyonlarını kullanmışlardır. Daha sonra Hintlilerinaritmetik, cebir ve trigonometri konusundaki bilgileri Sanskrit dilinden Arapça’ya yapılan çevirileryoluyla İslâm Dünyası’na aktarılacak ve buradaki bilimsel uyanışta önemli bir rol oynayacaktır; onikinci yüzyıldan itibaren Arapça’dan Latince’ye yapılan çeviriler sonucunda ise, Hıristiyan Dünyasıbu bilgilerle tanışacaktır. Hintlilerin evreni Yer merkezlidir ve astronomiden söz eden metinlerde Ayve Güneş’in hareketleri ve tutulmaları, Yer, Merkür, Venüs, Mars, Jüpiter ve Satürn’ün hareketleri,Yer ve Güneş’in birbirlerine uzaklıkları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir. M. S. beşinci ve on ikinciyüzyıllar arasında konuyla ilgili yapmış oldukları çalışmalarda ise, trigonometrik oranları da dikkatealmak suretiyle, Güneş-Yer, Ay-Yer uzaklıklarını, Güneş, Ay ve diğer gezegenlerin konumlarını vedolanım periyotlarını hesaplamaya çalışmışlar ve bunlarla ilgili sayısal değerleri içeren eserlerbırakmışlardır. Bunlardan Aryabhata adındaki bir astronom ilk defa Yer’in kendi etrafındakihareketinden söz etmiştir. Hint tıbbı, başlangıcından itibaren Hint felsefesi ve kozmolojisiyle iç içegelişmiştir. Onlara göre, canlı varlıklar evrenin küçük bir modelidir ve doğadaki diğer varlıklar gibi,toprak, su, hava, ateş ve eterden meydana gelmiştir. M.Ö. üçüncü yüzyıldan itibaren gelişen tıplailgili sistemler konuya yeni bakış açıları getirmiştir. Bunlardan Yoga Okulu, sağlıklı olabilmek içinbeden disiplinin yanı sıra, zihin disiplinini de şart koşarken, yine aynı dönemlerde ortaya atılan birbaşka görüş, beden yapısının temelde kimyasal esaslara dayandığını, dolayısıyla tedavinin de aynıesaslara dayanması gerektiği tezini savunmuştur. Hint uygarlığındaki bilimsel uğraşlar, bilimingelişimi üzerinde oldukça etkili olmuştur. Bu etki ilk dönemlerde tacirlerin, seyyahların ve askerlerinyardımlarıyla gerçekleşirken, daha sonraki dönemlerde, doğrudan doğruya bilginler ve çevirmenleryoluyla gerçekleşmiştir.
1,696
[ { "answer_start": "479", "text": "bronz" } ]
Orta Asya’da Bilim
İlk defa alaşım olarak kullandıkları şey nedir?
Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000’lere ve hattâ çok daha eskilere kadar götürülmektedir. Arkeologlartarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, taş devrinden kalma çanak ve çömleklere,çakmak taşından ve taştan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpayetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş, bakır vekurşundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan TürklerdirDemir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle, Türklerin güneye doğru göç ettiklerigörülmektedir. Orta Asya’da atı evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icatetmişlerdir.Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe, altın veya demirden birkazık, yani Kutup Yıldızı çevresinde, muntazam bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülenekliptik çarkı ise buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü’ne de yansımıştı. KutupYıldızı’nın tam altında, Yeryüzü’nün yöneticisi olan hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adıverilen bu kentin plânı da göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasılgök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde döner.Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden kalma Orhun Yazıtları’dır.Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanın adıverilmiştir. Bunlar sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek vedomuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre başlar. Devreyiteşkil eden hayvanlar devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir gün on iki eşitkısma ayrılır ve her birine “çağ” denirdi. Yani bir çağ iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yineon iki hayvanın adı veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile başlardı. Dört mevsimvardı. Yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncüyüzyılda da kullanılmıştır.
1,697
[ { "answer_start": "815", "text": "Kutup Yıldızı" } ]
Orta Asya’da Bilim
Türklere göre evren neyin etrafında dönüyordu?
Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000’lere ve hattâ çok daha eskilere kadar götürülmektedir. Arkeologlartarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, taş devrinden kalma çanak ve çömleklere,çakmak taşından ve taştan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpayetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş, bakır vekurşundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan TürklerdirDemir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle, Türklerin güneye doğru göç ettiklerigörülmektedir. Orta Asya’da atı evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icatetmişlerdir.Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe, altın veya demirden birkazık, yani Kutup Yıldızı çevresinde, muntazam bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülenekliptik çarkı ise buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü’ne de yansımıştı. KutupYıldızı’nın tam altında, Yeryüzü’nün yöneticisi olan hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adıverilen bu kentin plânı da göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasılgök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde döner.Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden kalma Orhun Yazıtları’dır.Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanın adıverilmiştir. Bunlar sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek vedomuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre başlar. Devreyiteşkil eden hayvanlar devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir gün on iki eşitkısma ayrılır ve her birine “çağ” denirdi. Yani bir çağ iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yineon iki hayvanın adı veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile başlardı. Dört mevsimvardı. Yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncüyüzyılda da kullanılmıştır.
1,698
[ { "answer_start": "1088", "text": "Ordug" } ]
Orta Asya’da Bilim
Yeryüzü'nün yönetici olan hakanın oturduğu kentin adı nedir?
Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000’lere ve hattâ çok daha eskilere kadar götürülmektedir. Arkeologlartarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, taş devrinden kalma çanak ve çömleklere,çakmak taşından ve taştan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpayetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş, bakır vekurşundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan TürklerdirDemir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle, Türklerin güneye doğru göç ettiklerigörülmektedir. Orta Asya’da atı evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icatetmişlerdir.Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe, altın veya demirden birkazık, yani Kutup Yıldızı çevresinde, muntazam bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülenekliptik çarkı ise buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü’ne de yansımıştı. KutupYıldızı’nın tam altında, Yeryüzü’nün yöneticisi olan hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adıverilen bu kentin plânı da göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasılgök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde döner.Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden kalma Orhun Yazıtları’dır.Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanın adıverilmiştir. Bunlar sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek vedomuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre başlar. Devreyiteşkil eden hayvanlar devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir gün on iki eşitkısma ayrılır ve her birine “çağ” denirdi. Yani bir çağ iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yineon iki hayvanın adı veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile başlardı. Dört mevsimvardı. Yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncüyüzyılda da kullanılmıştır.
1,699
[ { "answer_start": "1764", "text": "on iki" } ]
Orta Asya’da Bilim
Bir gün kaç eşit parçaya ayrılırdı?
Orta Asya bilim tarihi M.Ö. 8000’lere ve hattâ çok daha eskilere kadar götürülmektedir. Arkeologlartarafından bugün de sürdürülmekte olan kazılarda, taş devrinden kalma çanak ve çömleklere,çakmak taşından ve taştan yapılmış topuz veya kargı biçimindeki silahlara, buğday ve arpayetiştirildiğine ilişkin izlere rastlanmıştır.Daha sonra, demir kullanılıncaya kadar geçen süre içinde hayvanlar evcilleştirilmiş, bakır vekurşundan çeşitli eşyalar yapılmıştır. İlk defa alaşım olarak bronzu kullanan TürklerdirDemir devrinden sonra, iklim koşullarının bozulması nedeniyle, Türklerin güneye doğru göç ettiklerigörülmektedir. Orta Asya’da atı evcilleştirmişler ve M.Ö. 2800 yılı sıralarında arabayı icatetmişlerdir.Türkler, evrenin bir kubbe biçiminde olduğunu düşünüyorlardı. Bu kubbe, altın veya demirden birkazık, yani Kutup Yıldızı çevresinde, muntazam bir hızla dönüyordu. Burçları taşıdığı düşünülenekliptik çarkı ise buna dik olarak yerleştirilmişti. Gökteki bu düzen, Yeryüzü’ne de yansımıştı. KutupYıldızı’nın tam altında, Yeryüzü’nün yöneticisi olan hakanın oturduğu kent bulunuyor ve Ordug adıverilen bu kentin plânı da göksel düzeni yansıtıyordu. Merkezde kesişen iki ana yol vardır. Nasılgök, kutup yıldızının çevresinde dönüyorsa, toplumdaki işler de hükümdarın çevresinde döner.Bilinen ilk Türk yazılı anıtı Göktürk devleti (552-745) döneminden kalma Orhun Yazıtları’dır.Göktürkler On İki Hayvanlı Türk Takvimi’ni kullanmışlardır. Takvimde her yıla bir hayvanın adıverilmiştir. Bunlar sıçan, öküz, kaplan, tavşan, ejder, yılan, at, koyun, maymun, tavuk, köpek vedomuzdur. On iki yıl süren her devreden sonra aynı adları taşıyan ikinci bir devre başlar. Devreyiteşkil eden hayvanlar devrederken ait oldukları yılların özelliklerini de belirliyordu. Bir gün on iki eşitkısma ayrılır ve her birine “çağ” denirdi. Yani bir çağ iki saate karşılık geliyordu. Bu çağlara da yineon iki hayvanın adı veriliyordu. Gün gece yarısı, yıl da ilkbahar başlangıcı ile başlardı. Dört mevsimvardı. Yıl, altmış günlük altı haftaya ayrılmıştı. Bu on iki hayvanlı takvim daha sonra, on üçüncüyüzyılda da kullanılmıştır.
1,700
[ { "answer_start": "49", "text": "2700" } ]
Mısır'da Bilim
Matematik,astronomi ve tıp konularındaki etkinlikleri hangi yıllardan itibaren ortaya çıkmıştır?
Nil nehri civarında gelişen Mısır uygarlığı M.Ö. 2700 yıllarından itibaren matematik, astronomi vetıp konularındaki etkinliklerle parlamıştır. Mısırlılar matematiklerinde, kullandıkları on tabanlıhiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembollerle ifade etme safhasına ulaşmışlardır. Bu rakamlarlaçeşitli matematik işlemlerini yapabilmişler ve cebir işlemlerine çok benzeyen ve diğer uygarlıklardada görülen “aha hesabı” adlı bir hesaplama yöntemi geliştirmişlerdir. Bu hesaplamada “yanlışyoluyla çözüm” tekniği kullanılmıştır. Geometrilerinde ise alan ve hacim hesapları yapıyorlardı.Mimari alanında Mısırlılardan kalan eserler arasında en önemli yeri piramitler tutar; onlar birermimari harikasıdır. Mısırlılar gökyüzü olaylarını dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrıolarak kabul etmişler ve gökyüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardı; yaniastronomileri dinî öğelerle iç içe idi. Takvimleri Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarakkabul ediliyordu. Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün 24 saatebölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz.
1,701
[ { "answer_start": "929", "text": "Güneş takvimi" } ]
Mısır'da Bilim
Mısırlılar hangi takvimi kullanmışlardır?
Nil nehri civarında gelişen Mısır uygarlığı M.Ö. 2700 yıllarından itibaren matematik, astronomi vetıp konularındaki etkinliklerle parlamıştır. Mısırlılar matematiklerinde, kullandıkları on tabanlıhiyeroglif rakamlarıyla, sayıları sembollerle ifade etme safhasına ulaşmışlardır. Bu rakamlarlaçeşitli matematik işlemlerini yapabilmişler ve cebir işlemlerine çok benzeyen ve diğer uygarlıklardada görülen “aha hesabı” adlı bir hesaplama yöntemi geliştirmişlerdir. Bu hesaplamada “yanlışyoluyla çözüm” tekniği kullanılmıştır. Geometrilerinde ise alan ve hacim hesapları yapıyorlardı.Mimari alanında Mısırlılardan kalan eserler arasında en önemli yeri piramitler tutar; onlar birermimari harikasıdır. Mısırlılar gökyüzü olaylarını dinî açıdan yorumlamışlardı. Gök cisimlerini tanrıolarak kabul etmişler ve gökyüzündeki olayların da tanrıların faaliyetleri olduğuna inanmışlardı; yaniastronomileri dinî öğelerle iç içe idi. Takvimleri Güneş takvimi idi ve yıl uzunluğu 365 gün olarakkabul ediliyordu. Günümüzde kullanılan takvimin temelinde Mısır takvimi yer alır. Günün 24 saatebölünme geleneğini de Mısırlılara borçluyuz.
1,702
[ { "answer_start": "1402", "text": "cebir" } ]
Mezopotamya’da Bilim
Mezopoyamyalılar neyin kurucusudur?
Dicle ve Fırat deltası, Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören bir kavşak bölge olarakbüyük bir uygarlığın gelişmesine çok elverişli bir yerdi. Burada gelişen Mezopotamya uygarlığınınbaşlangıcı M.Ö. 3000 yıllarından öncesine gider. Bu uygarlığı Sümerliler, Akadlılar ve Babillilerortaya koymuştur. Bilimsel faaliyetler olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama, sulamakanallarını organize etme, değiş-tokuş gibi günlük yaşamın gereklerine uygulanan astronomi vematematik bilgileri ile karşılaşılır.Modern astronominin temelinde Mezopotamya astronomisi bulunur. Onlar mitolojiye ve dinîinançlara dayanan astronomiden laik ve matematiksel astronomiye geçmeyi başarabilmişlerdir.Evrenin, Yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluştuğuna inanıyorlardı. Merkür, Venüs,Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini ve on iki takımyıldızını tanıyorlardı. Söz konusu beşgezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı. Ay yılına dayanan takvimleri dahasonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki hicrî takvime temel oluşturmuştur. Günü 12 saate,saati 60 dakikaya, dakikayı da 60 saniyeye bölmüşlerdi. Güneş, Ay ve beş gezegene bağlı olarakbir hafta 7 gün olarak kabul edilmiş ve bu 7 günlük hafta Romalılar vasıtasıyla Avrupa’ya geçmişve oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Ay ve Güneş tutulması tahminlerini yapabilecek düzeydeastronomi bilgisine sahiptiler.Mezopotamyalılar cebirin kurucusudurlar. Gelişmiş bir rakam sistemine sahip olmaları cebirkonusunu da ilerletmelerine yol açmıştır. Birinci ve ikinci derece denklemlerini belirli gruplar halindesınıflamışlar ve her grup için ayrı çözüm formülleri vermişlerdir. Geometrileri analitik idi. Yani,geometri problemlerinin çözümü genellikle cebir yoluyla ele alınmaktaydı. Thales Teoremi’ni diküçgenler için bulmuş, ve kullanmışlardır. Pythagoras Teoremi’ni de biliyor ve kullanıyorlardı. Daireyi360 dereceye bölen de Mezopotamyalılardır.
1,703
[ { "answer_start": "1752", "text": "Thales Teoremi" } ]
Mezopotamya’da Bilim
Geometri için buldukları teoremin adı nedir?
Dicle ve Fırat deltası, Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören bir kavşak bölge olarakbüyük bir uygarlığın gelişmesine çok elverişli bir yerdi. Burada gelişen Mezopotamya uygarlığınınbaşlangıcı M.Ö. 3000 yıllarından öncesine gider. Bu uygarlığı Sümerliler, Akadlılar ve Babillilerortaya koymuştur. Bilimsel faaliyetler olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama, sulamakanallarını organize etme, değiş-tokuş gibi günlük yaşamın gereklerine uygulanan astronomi vematematik bilgileri ile karşılaşılır.Modern astronominin temelinde Mezopotamya astronomisi bulunur. Onlar mitolojiye ve dinîinançlara dayanan astronomiden laik ve matematiksel astronomiye geçmeyi başarabilmişlerdir.Evrenin, Yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluştuğuna inanıyorlardı. Merkür, Venüs,Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini ve on iki takımyıldızını tanıyorlardı. Söz konusu beşgezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı. Ay yılına dayanan takvimleri dahasonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki hicrî takvime temel oluşturmuştur. Günü 12 saate,saati 60 dakikaya, dakikayı da 60 saniyeye bölmüşlerdi. Güneş, Ay ve beş gezegene bağlı olarakbir hafta 7 gün olarak kabul edilmiş ve bu 7 günlük hafta Romalılar vasıtasıyla Avrupa’ya geçmişve oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Ay ve Güneş tutulması tahminlerini yapabilecek düzeydeastronomi bilgisine sahiptiler.Mezopotamyalılar cebirin kurucusudurlar. Gelişmiş bir rakam sistemine sahip olmaları cebirkonusunu da ilerletmelerine yol açmıştır. Birinci ve ikinci derece denklemlerini belirli gruplar halindesınıflamışlar ve her grup için ayrı çözüm formülleri vermişlerdir. Geometrileri analitik idi. Yani,geometri problemlerinin çözümü genellikle cebir yoluyla ele alınmaktaydı. Thales Teoremi’ni diküçgenler için bulmuş, ve kullanmışlardır. Pythagoras Teoremi’ni de biliyor ve kullanıyorlardı. Daireyi360 dereceye bölen de Mezopotamyalılardır.
1,704
[ { "answer_start": "1875", "text": "360" } ]
Mezopotamya’da Bilim
Daireyi derece olarak kaça bölmüşlerdir?
Dicle ve Fırat deltası, Asya, Afrika ve Avrupa arasında köprü vazifesi gören bir kavşak bölge olarakbüyük bir uygarlığın gelişmesine çok elverişli bir yerdi. Burada gelişen Mezopotamya uygarlığınınbaşlangıcı M.Ö. 3000 yıllarından öncesine gider. Bu uygarlığı Sümerliler, Akadlılar ve Babillilerortaya koymuştur. Bilimsel faaliyetler olarak daha çok zaman ölçme, alan hesaplama, sulamakanallarını organize etme, değiş-tokuş gibi günlük yaşamın gereklerine uygulanan astronomi vematematik bilgileri ile karşılaşılır.Modern astronominin temelinde Mezopotamya astronomisi bulunur. Onlar mitolojiye ve dinîinançlara dayanan astronomiden laik ve matematiksel astronomiye geçmeyi başarabilmişlerdir.Evrenin, Yer, gök ve ikisi arasında bulunan okyanustan oluştuğuna inanıyorlardı. Merkür, Venüs,Mars, Jüpiter ve Satürn gezegenlerini ve on iki takımyıldızını tanıyorlardı. Söz konusu beşgezegenin tutulma düzlemi yakınında dolaştığını saptamışlardı. Ay yılına dayanan takvimleri dahasonraki dinî takvimlere ve İslâm Dünyası’ndaki hicrî takvime temel oluşturmuştur. Günü 12 saate,saati 60 dakikaya, dakikayı da 60 saniyeye bölmüşlerdi. Güneş, Ay ve beş gezegene bağlı olarakbir hafta 7 gün olarak kabul edilmiş ve bu 7 günlük hafta Romalılar vasıtasıyla Avrupa’ya geçmişve oradan da bütün dünyaya yayılmıştır. Ay ve Güneş tutulması tahminlerini yapabilecek düzeydeastronomi bilgisine sahiptiler.Mezopotamyalılar cebirin kurucusudurlar. Gelişmiş bir rakam sistemine sahip olmaları cebirkonusunu da ilerletmelerine yol açmıştır. Birinci ve ikinci derece denklemlerini belirli gruplar halindesınıflamışlar ve her grup için ayrı çözüm formülleri vermişlerdir. Geometrileri analitik idi. Yani,geometri problemlerinin çözümü genellikle cebir yoluyla ele alınmaktaydı. Thales Teoremi’ni diküçgenler için bulmuş, ve kullanmışlardır. Pythagoras Teoremi’ni de biliyor ve kullanıyorlardı. Daireyi360 dereceye bölen de Mezopotamyalılardır.
1,707
[ { "answer_start": "231", "text": "Stageria’da" } ]
Aristoteles
Aristoteles nerede doğmuştur?
Aristoteles döneminde politik yapı değişmiş ve Yunan Dünyası yavaş yavaş Makedonyalılarınhakimiyetine girmeye başlamıştır. Makedonya Krallığı’nın güçlenmeye başladığı bu dönemdeyaşayan Aristoteles, Ege Denizi’nin kuzeyinde bulunan Stageria’da doğmuştur (M.Ö. 384-322).
1,708
[ { "answer_start": "124", "text": "İlyada ve Odysseia" } ]
Homeros
Homeros'un derleyicisi olduğu destanın adı nedir?
M.Ö. 8. yüzyılda İzmir yöresinde veya Sakız adasında yaşadığı sanılan Homeros, Yunan duygu vedüşüncesinin ilk ürünleri olan İlyada ve Odysseia adlı destanların derleyicisidir. Troya savaşınailişkin söylenceleri toplayan İlyada’da eski Yunanlıların gelenek ve görenekleri, dinî ve felsefîinançları ve Çanakkale yöresinin tarihî coğrafyası hakkında önemli bilgiler vardır. Konusu, kuruluşuve anlatım yöntemleri bakımından İlyada’dan farklı olan Odysseia’da ise Troya’nın yıkılışındansonra, yurdu İthake’ye dönmek üzere yola çıkan Akha önderlerinden Odysseus’un on yıl sürenyolculuğu sırasında başından geçen olaylar anlatılır. Bu destanda da aynı türden bilgilere rastlamakmümkündür.MÖ. 4. yüzyılda Atina’da yazıya aktarılan Homeros destanlarındaki dinî anlayış Atinalılar tarafındanaynen benimsenmiş ve İlyada ve Odysseia Yunan eğitiminin temeline yerleştirilmiştir. BunlarınYunan toplumundaki işlevi, M.Ö. 4. yüzyılda Platon’un Devlet’inde eleştirilinceye değin hiçsorgulanmamıştır.
1,709
[ { "answer_start": "54", "text": "Atina" } ]
Platon
Platon nerde doğmuştur?
Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür.20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399)sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmişama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilyave Güney İtalya’ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra,kırk yaşlarında Atina’ya dönmüştür. Atina’da Akademi’yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon,M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.
1,710
[ { "answer_start": "109", "text": "Sokrates" } ]
Platon
Platon 20'li yaşlarında hangi düşünür ile karşılaşmıştır?
Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür.20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399)sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmişama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilyave Güney İtalya’ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra,kırk yaşlarında Atina’ya dönmüştür. Atina’da Akademi’yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon,M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.
1,711
[ { "answer_start": "595", "text": "81" } ]
Platon
Platon kaç yaşında ölmüştür?
Soylu bir aileye mensup olan Platon, M.Ö. 428 yılında Atina’da doğmuş ve iyi bir eğitim görmüştür.20 yaşında Sokrates’le karşılaşınca felsefeye yönelmiş ve hocasının ölümüne kadar (M.Ö. 399)sekiz yıl boyunca öğrencisi olmuştur; hocası ölünce, diğer öğrencilerle birlikte Megara’ya gitmişama burada uzun süre kalmayarak önce Mısır’a, oradan da Pythagorasçıların etkili oldukları Sicilyave Güney İtalya’ya geçmiştir. Bir ara korsanların eline düşmüş, fidye vererek kurtulduktan sonra,kırk yaşlarında Atina’ya dönmüştür. Atina’da Akademi’yi kurarak dersler vermeye başlayan Platon,M.Ö. 347 yılında 81 yaşındayken ölmüştür.
1,712
[ { "answer_start": "18", "text": "624" } ]
Thales
Thales kaç yılında doğmuştur?
ThalesThales M.Ö. 624 yılında doğmuş ve M.Ö. 548 yılında ölmüştür. Varlıklı bir tacirdi. Yunanlı yedibilgeden birisi olarak kabul edilmekteydi. İlk Yunan matematikçisi Thales’tir. Thales’le birliktegeometri ilk defa dedüktif (yani tümdengelimsel) bir bilim dalı haline geldi.
1,713
[ { "answer_start": "45", "text": "548" } ]
Thales
Thales kaç yılında ölmüştür?
ThalesThales M.Ö. 624 yılında doğmuş ve M.Ö. 548 yılında ölmüştür. Varlıklı bir tacirdi. Yunanlı yedibilgeden birisi olarak kabul edilmekteydi. İlk Yunan matematikçisi Thales’tir. Thales’le birliktegeometri ilk defa dedüktif (yani tümdengelimsel) bir bilim dalı haline geldi.
1,714
[ { "answer_start": "80", "text": "tacir" } ]
Thales
Thales'in görevi nedir?
ThalesThales M.Ö. 624 yılında doğmuş ve M.Ö. 548 yılında ölmüştür. Varlıklı bir tacirdi. Yunanlı yedibilgeden birisi olarak kabul edilmekteydi. İlk Yunan matematikçisi Thales’tir. Thales’le birliktegeometri ilk defa dedüktif (yani tümdengelimsel) bir bilim dalı haline geldi.