poet
stringlengths 3
47
| title
stringlengths 1
168
| poem
stringlengths 3
159k
|
---|---|---|
Bekir Özcan | 107- Ramazan'ın Her Bir Gününe Üç Dörtlük-7 |
Keyfiyetli sayı Ramazan'ın bu gün yedisi
İtaatkâr çıkıyor zalim o kör nefsin sesi
Alındı bakıma bütün müminlerin midesi
Misk-i amber kokuyor oruçlunun nefesi
Ramazan’ın bir haftası işte bitti
Şükür Allah’a yedi günü bak gitti
Zalim nefis nasılda aczini hissetti
Şeytanilerin sesini soluğunu kesti
Mübarek Şehr-i Ramazan oldu yedi
Sevaplar ise kat kat katlanıyor şimdi
Ahiret pazarına bereketli günler indi
Kadrini bilenler bu bahçeye işte girdi
Borborunbekir
|
Metin Dalkürek | 1071 Şandır bayrağım |
1071 ŞANDIR BAYRAĞIM
Bin yetmiş bir dendir demi devranım
Alpaslanım ile şandır bayrağım
Orta asya Anadolu seyranım
Serhat boylarında ündür bayrağım
Danişment Çakabey vardı söyledi
Artuklu saltuklu gördü söyledi
Mühürlü eseri ördü söyledi
Edirne'den Kars'a handır bayrağım
Tabusu Selçuklu kervansarayı
İkinci beylikler yaktı çırayı
Türkmenem Oğuzum aldı karayı
İlimde irfanda fendir bayrağım
Şeyh Edeb Alimle Osman Öğütte
Geç başa korkma neslim yiğit'te
Bin iki yüz doksan dokuz söğütte
Kurulan devlet'e candır bayrağım
Orhan gazimdir murat'ın babası
Yıldırım Beyazıt hatun abası
Mehmet çelebinin birlik çabası
Toyumda töremde şendir bayrağım
İkinci Murat Hacı bayramdan dersli
Garip metin bunlar bizansa hersli
Akşemsettin Fatih Hocası ersli
Fatih sultan Mehmet handır bayrağım
YAZAN:METİN DALKÜREK(GARİP METİNİ)
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Ufuksuz |
Yok yapamıyorum
Kendime söylediğim yalanlarda bitti
Ufuk çizgileri kayıp bir manzarada yitirdim seni
Tüm zorlamalara kendimi ikna ederek direndim
Saatlerde seni vuruyor artık
Ve bu şehrin caddeleri seni özlüyor
Sen şimdi kim bilir neler düşünüyorsun
Ama ben yüzüne sevdiğimi söyleyemedim
13 Kasım 2013
Çarşamba
|
İhsan Hasan Kaya | 1071 Den 1922 ye… |
Yirmi altı Ağustos bin yetmiş bir tarihinde,
Komutanın Anadolu’ya girişi olur zihninde.
Hiç gurur yok ki, boynu sanki yerin dibinde.
Alparslan atıyla Anadolu’ya giriyor en önde.
Malazgirt ile Anadolu’nun kapısı bize açıldı.
Bu Türkler sayesinde barış tohumları saçıldı.
Gururdan,bencillikten,kötülüklerden kaçıldı.
Alparslan Anadolu’nun kapısını güzelce çaldı.
Bizde; vurma,öldürme,kötülük,işkence yok.
Gururlanma, büyüklenme, dilde bence yok.
Komutan olsa bile, hiçbir kimseye önce yok.
Alparslan Anadolu’ya giriyor,hiiiç gurur yok.
Türk milletinin büyükleri her zaman zihinde.
Otuz ağustos bin dokuz yirmi iki tarihinde,
Yine büyük bir komutan var milletin önünde.
Mustafa Kemal Atatürk yetişti bu zor günde.
Bağımsız yaşamaya alışkın milletin önünde,
Büyük bir komutan vardı bu savaş gününde.
Türk milleti boyun eğmez düşman önünde.
Mustafa Kemal Atatürk yetişti bu zor günde.
Cepheden cepheye koşup,millete lider oldu.
Türk milleti bu güzel vatan için seferber oldu.
Düşman korktu,ardına bakmadan gider oldu.
Mustafa Kemal Atatürk’ü karşılarında buldu.
Türklerin üzerine kayıtlı Anadolu’nun tapuları.
Düşman tabi geçemez imandan olan yapıları.
Düşmanlara ardına kadar kapattı tüm kapıları.
Mustafa Kemal Atatürk’ün boşa değil çabaları.
Malazgirt Alparslan’ı ardına kadar kapıları açtı.
Anadolu toprağına Türkün hoşgörüsünü saçtı.
Mustafa Kemal Atatürk’ü gören düşman kaçtı.
Anadolu’nun tüm kapılarını düşmana kapattı.
Zalim düşman Türk milleti dendiğinde kork,ürk.
Başta Alparslan,sonda Mustafa Kemal Atatürk.
Büyük komutanlardan gurur duyuyor her Türk.
Hepimiz Alparslan, Hepimiz ulu Önder Atatürk.
30.08.2014
Hasan Kaya
Eğitimci-Şair-Yazar
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Umutluyum |
Bu gün çok mutluyum
Her zamanki gibi umutluyum
İstemediğim her şeyi yapsan da
Senin yanında çok huzurluyum
Evet seni seviyorum
Ama sevilmediğimi de biliyorum
Üzülüyorum yinede boş veriyorum
Çünkü senin yanında hep mutluyum
31 Ekim 2015
Cumartesi
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Umutlu |
Fotoğrafına baktım
Biraz dalgın biraz umutlu
Gözlerindeki bakışlara baktım
Biraz buruk biraz umutlu
Montunun yakaları saklayamamış
Yüzündeki ifadeyi
Dalmış gitmişsin uzaklara belli
Biraz dalgın, biraz buruk, biraz mutlu ama umutlu
04 Mart 2013
Pazartesi
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Unutmuşsun |
Hep aşklarıma ağladım
Ben bu dünyada
Hep sevdalarıma yandım
Hep zalimlere aldandım
Sevilmeyecek insanları sevdim belki de
Bazen yalnızlığıma
Bazen kaderime
Bazen de sensizliğime ağladım
04 Mart 2013
Pazartesi
|
İhsan Hasan Kaya | 11.Ayda… |
Kasım ayı gelince hüzünlenir her yer,
Her hüznün elbette ki bir nedeni var.
Gökler mavi, yerler sarı elbiseyi giyer.
Canlıları ayakta tutan bir bedeni var.
Atatürk 10 Kasımda dünyadan ayrıldı,
Türk milleti unutur mu Atasına sarıldı.
Kasım ayında değil her zaman dua saldı.
Yurdumuz bu ayda atasından ayrı kaldı.
Sizlerin de gideceği yer orası, son durak.
Baksana ağaçlarda da sararmış yaprak.
Ulu önder ayrıldı her yer ne kadar kurak.
Aramızdan ayrılsa da bizlere olamaz ırak.
Irak değil ki her zaman gönlümüzde yaşar,
Yolunu takip edenler tüm zorlukları aşar.
Atanın gösterdiği yolda git güçlükleri başar.
Halen dünya Ulu Önderin başarısına şaşar…
20.11.2016
Hasan Kaya
Eğitimci-Şair-Yazar
|
Necdet Erem | 109 Lütfen Beni İkaz Ediniz. |
Futbolcu ile,
Futbol sever aynı manaya gelmediğine göre!
İslam’ı yaşayan ile
sadece Müslüman’ım demekle yetinen bir olurmu?
Hele İslam’a ve Müslüman’a ihanet sayılabilecek,
onu basit menfaatlerine alet edenler ayrı konulmalı.
Hayatım boyunca merak ettiğim
ve bir türlü anlayıp anlamlandıramadığım üç tür insan var.
Birisi:
Allah’a ve Ahirete inanamadığını iddia ettiği halde;
Yaşama fırsatı bulsa da, sonunda sevimsiz bir yaşlılık ve korkunç ölüm olduğunu görmesine ve bilmesine rağmen;
SONU DEĞİŞMEYECEK VE DEĞİŞTİRİLEMEYECEK
IZDIRAPLI hayatı bin bir zahmetine katlanarak sürdüren ATEİSTLER;
Diğeri;
Allah’a, Peygambere ahirete, cennete, cehenneme inandığı halde,
Allah’ın emrine itaat, Peygamberin sünnetine riayet etmeyen, cennet istemesine rağmen kazanma adına gayret, cehennemden korktuğunu söylemesine bedel, korunma adına bir tedbir düşünmeyen samimiyetsiz BENİM gibi sözde Müslüman veya sair dinlerin mensupları;
Bir diğeri ise;
Her şeyi gören, bilen, her şeyi yaratan ve yaşatan, hücreleri hayatlı kılan, küreleri bir düzen dahilinde döndüren kendisine hiç bir şeyin gizli kalmadığı, ağır gelmediği bir Allah’a inandığını söylediği halde; O’nu aldattığını zan ederek dünya ve ahiret saadet vesilesi olan İslam’ı basit menfaatlerine alet eden KASABA KURNAZLARI, ile AT HIRSIZI münafıklardır.
Acaba İfrat edip yanılıyormuyum?
Yanılıyor isem LÜTFEN BENİ İKAZ EDİNİZ.
|
Hasan Sancak | 11.Bölüm Samsun İller Sultanı Şiiri |
Birçok hayır kurumu-yurtları pansiyonu
Hizmete açmışlardır-artar yoktur hiç sonu
Eğitim hizmetleri-örgün yaygın eğitim
Biliniz uygulanır-verilmekte öğretim
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
1975-evet 1 Nisan Günü
Şu Bafra Karayolu-hatırlatıyor dünü
Canım üniversite-bu tarihte kuruldu
6 bin dönüm toprak-iş üstünde duruldu
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
İktisadi yönünü-sizlere anlatalım
Kalp vücut ve ruhları-şiirle çınlatalım
Fırsat ve imkânları-hepten zorlamaktadır
Belki 19 Mayıs-Atatürk'ten kalan sır
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
1970'ten- sonra müesseseler
Kurulmaya başlandı-hep bellidir hisseler
Sanayi ve zirai-ticaret kaynakları
Verimi artırmakta-işi bırakmaz yarı
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Yerel el sanatları-yok olmak üzeredir
Teknolojik gelişme-ili kaplıyor bir bir
Halı kilim ve zembil-çömlekçilik ve hasır
Taş işçiliği çorap-kumaş oya ve bakır
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Bez dokumacılığı-abacılık saraçlık
Heybecilik su kabı-boduç ve tahta beşik
Hepsi de yaşasınlar-kaybolmasınlar sakın
Devletim işadamı-o farları siz yakın
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Şu doğum âdetleri-bebeğin çeyizleri
Zıbın tulum giyecek-kalplerde vardır yeri
Örülür kıyafetler-kazak şapka ve patik
Bebek battaniyesi-beşikler bir de yelek
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Hamilelik dönemi-onun âdeti vardır
Makas ile bıçağı-bütün canlara kârdır
O bıçak kasaplığı-makassa terziliği
Simgelemektedir bil-gerçektir bu dileği
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Doğumda ebelere-vazifeler düşmekte
Sancı olduğu zaman-gidilir hemen öte
Bebek doğar kordonu-makas ile kesilir
Yıkanır ve sarılır-suyla akıtılır kir
'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u
Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
|
Yıldırım Ziya Hatunoğlu | 11 Eylül |
Karadan kara
İçim doldu yara
Akşam 8.45 kala
Gönül döndü hüsrana
38 gün oldu
Kah güldü kah üzüldü
Son noktada görüldü
Karşıyaka ya gömüldü
5Ağustosta doğdun
Sevinemedim
Yıkıldım
Yandım
Ağlayamadım
Ölümü sana yakıştıramadım.
Sordular HATUNOĞLU kim diye
Yüreğim yerinden oynadı yine
Vardı bunda bir kinaye
Gidip sordum ne var diye
Kızın hasta,çok hasta
Belki bırakır sizi yasta
Bizimle olasın devamlı temasta
Hayatının yüzde doksanı hasta
olsun; yüzde onada kabul
Yeterki dünyayı görsün sabi
Kabüldüm sakat kalmasına dahi
Ama olmadı sonu iyi
|
Aytekin Arik | 11. Şubat |
biriken ürperti koyulaştı
çalkala incelsin salkım salkım
saydam fikir dünyaya ulaştı
ayakbağı olma değişime
zaten istesen de durdurulmaz
uslan çıkma karşı sevişime
seven yürek bil ki caydırılmaz
kum gibi coğalmakta bilimci
kör edilecek elbet kötülük
kirkitinle kirkitle kilimci
|
Aliseydi Taşdemir | **11 Eylül ve Militarist Milliyetçilik(M) |
11 Eylül öncesinde Amerika’nın durumunu incelediğimizde ekonomik ve siyasal-sosyal açıdan bu ükenin geleceğine yön veren egemenlerin yönetmede büyük zorluklar ve engellerle karşılaştıklarını görmemek için at gözlüklü olmak gerekiyor.
11 Eylüle gelmeden önce ülkedeki ekonomik büyüme yavaşlamış ve adeta dibe vurmaya yakın bir duruma gelmiştir. Buna bağlı olarak işsizlik adeta tavan yapmış, bir biri ardına ekonomiye istidam yaratan şirketler ya iflas etmiş yada iflasla karşı karşıya kalmıştır. İş gücü oranında kısıtlamalara gidilmiş ve işten çıkarmalar yüksek boyutlara ulaşmıştır.
Bunun karşısında giderek yükselen sosyal muhalefet daha fazla sömürü ve kardan başka birşey görmeyen büyük sermayedarların ve onların piyonu olan siyasetçilerin uykularını kaçırmaya başlamıştır. Bu yükselen muhalefet özellikle yüksek öğrenimde taban bulmuş, herkese iş, yaşanabilir bir ücret, genel sağlık sigortası, evsizlik sorununa çözüm ve idamlara son verilmesi gibi konular dar çerçeveden çıkarak daha geniş kesimlerin gündemini oluşturmaya başlamıştır.
ABD yi yönetenler oldum olası büyük sermayedarlarla tarihi boyunca hep iç içedir. Büyük sermayedarların onayını almayan hiçbir siyasetçinin seçilme şansı nerdeyse yok gibidir. Kısaca ABD tarihine baktığınızda yüzde doksan oranında seçim kampanyalarında daha fazla para harcıyanların seçildiğini görmek mümkündür. (Obama da bunlara dahildir) Bundan dolayıda seçilen siyasetçiler büyük sermayenin emrinde olmak zorundadır.
Yukarda değinmeye çalıştığım ekonomik ve sosyal kiriz derinleşirken, yönetenlerin giderek yönetememe sorunuyla karşılaşmaya yüz tuttuğu bir dönemdir. Bunun etkilerini ve aynı durumu bizdeki 2001 krizinde görmekte mümkündür. İşte bu bağlamda 11 Eylül adeta uluslar arası kapitalizme can simidi olmuştur. TV ekranlarında adeta naklen yayın yaparak görüntüler insanların beynine kazınarak toplumsal bir paranoya oluşmasına büyük önem verilmiştir. Özgürlüklerin korunması için var olan özgürlüklerin kısıtlanması gerektiği kitlelerin beynine kazınmıştır. Militarizim,ulusalcılık ve milliyetçilik pompalanarak kutsallaştırılmıştır.Uzun bir savaş sürecinden sürekli dem vurularak Militarizme destek en üst boyutlara çıkarılmıştır. Askeri harcamaların bütçenin büyük bir bölümünü oluşturması bu sayede sağlanmıştır. (tıpkı bizde güney doğu sorununda olduğu gibi) . Tüm bu olanlar uluslar arası küresel kapitalizme bir nebze olsun nefes aldırmıştır. Fakat görünen odur ki bu nefes alış ve kitleleri nefessiz bırakma politikası iflasa doğru sürüklenmeninde işaretlerini vermeye başlamıştır.
Emperyalizmin dünya çapında son dönemlerlerde körükleyerek yükselttiği şövenist -militarist politika ve milliyetçi -ulusalcı dalga halkları dahada köleleştirmekten başka bir şeye yaramamıştır. Özellikle ülkemizdede bu ulusalcı -Milliyetçi dalga 11 Eylül olayından sonra adeta körüklenerek geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dalga sayesinde çıkarılan anti-demokratik yasalar gizlenerek ve 2001 krizinin yüküde halkın sırtına yıkılmıştır. Bu dalga sayesinde militarizm adeta kutsanmıştır. Bu bağlamda Milliyetçiliğe ve onun bir uzantısı olan ulusalcılıuğa kısaca değinmekte yarar var.
Aslında günümüzde ve daha doğrusu tarih boyunca milliyetçilik incelendiğinde tüm milliyetçilikler kendi varlıklarını başka milliyetçiliklerin ve ulusalcılıklarının varlığına borçludur. Bu kendi varlığının adeta meşruiyetini oluşturur. Onlara göre milliyetçilik son derece mahsum iyi bir şeydir. Çünkü mensubu olduğu milliyetin ve ulusun iyiliğini istemektetir.Bunlara göre başka milliyetçilikler tu kakadır. Örneğin Araba göre yahudi milliyetçiliği kötüdür, Yahudiye göre ise arap milliyetçiliği. Türk milliyetçiliğine göre Ermeni milliyetçiliği tu kaka,Ermeniye görede türk milliyetçiliği. Yani kısacası hepsi aynı çanaktan beslenir.
Fakat bu mahsum duruşu irdelediğinizde karşınıza çıkan tablo bambaşkadır. Bunda propagandanın esas amacı ve gayesi militarizme yapılan harcamanın halktan gizlenmesidir. Milliyetçiliğin zemin bularak gelişebilmesi halklar arasında suni sınırların varlığına bağlıdır. Çünkü parçalanmış toplumlarda milliyetçilik -ulusalcılık ancak boy verip beslenebilir. Militarizmin yüzünü halktan gizleyebilmek ancak çok iyi porogramlanmış bir milliyetçilik sistemi ile mümkündür.
Militarizim zıhrının arkasına saklanan milliyetçilik en büyük propagandalarından biri asker toplum yaratma gayesidir. Bu amaçla küçücük beyinler sürekli küçük yaşlarda ulusalcılık poropagandası adı altında askeri vesayetin gövde gösterisi yaptığı tanklı, toplu gösterilere götürülüp bolca gurur duyup alkışlanması istenir. Anıları bu tür olaylarla dolu olan bir cocuğun büyüdüğünde nasıl bir vatandaş olacağını bilmek zor değildir. Askerdende aldığı eğitimle boyun bükmek, sadık bir makineye dönüşmek, ülkenin koruyucusu, milletinin gurur kaynağı olmak artık dahada bağımlılaşan bir beyinle kolaylaşmıştır. Artık insanı aşağılayıp üniformayı kutsayan militarist kültür, milliyetçiliğin vazgeçemediği bir olguya dünüşmüştür. Artık böyle bir ortamda yetişen nesil şavaş olmadığı zaman teslimiyet ve bağımlılık ruhuyla yetişmiştir. Şavaş zamanlarında kahraman sayılacağından sürekli savaş piskolojisiyle yaşamaktır tek dileği.
Egemen çevreler ve emperyalistler askerliği ve milliyetçiliği yücelttikçe biz sivil toplumu ve ezilen halkları öne çıkarmalı, milliyetçiliğin ve ulusalcılığın insanoğluna faturasını hatırlatmalıyız.
Egemenler ölme ve öldürmeyi kutsarken biz yaşama dört elle sarılmayı ve yaşam hakkını herşeyden üstün tutmayı savunmalıyız.
Onlar diğer ezilen halkları düşman olarak görmemizi isterken ve aramıza suni sınırlar koymaya çalışırken biz tüm ezilen halklarla kucaklaşmalıyız.
Bizler bunları savunurken yani dünya halklarının ve ezilenlerin kardeşliğini savunurken, Militarizm ve milliyetçilikle yoğrulmuş kafalar bizleri vatana ihanetle ve hainlikle suçlayacaklardır. Çünkü şimdiye kadar hep böyle karalamışlardır. Bunlara vereceğimiz tek yanıt artık egemenlerin çıkarı için bir piyon olarak ölmeyi istemiyorum olacaktır.
Vereceğiniz paye ne olursa olsun savaş tarlasında derilmek istemiyorum olacaktır.
Bizi ölüme göndermeye hazırlananlara “Artık yeter! Sizin savaşınızı savaşmayacağız. Gidin ve kendi savaşınızı kendiniz savaşın” diyebilmeliyiz.
23 Kasım 2008
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Uzun Zaman Oldu |
Ne sen sordun, ne de ben söyleyebildim
Anlamadın anlatamadıklarımı
Ben de bilmiyordum ya başlarda
İçimi derin korkular sardığında buldum onu
Oysa o itirazlara aldırmadan
Her zaman vardı aramızda
Ben yarattım farkında olmadan
Sen sadece seyrettin
13 Nisan 2013
Cumartesi
|
Gürkal Gençay | 11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 1 |
(benim burada da, başka başka yerlerde de önemsediğim ve üstünde durduğum şey; insanın (böbürlenerek iddia ettiği) o zekâsının, “kötücül” bir zekâ olmasıdır…/ bu zekâdır ki; / kullanıcısı, (tüm hayvanat név’i’ne dâhil) ölü kedi, köpek, kuş, börtü-böcek (ve dahi, insan) “koleksiyon”u yapmaktan âr etmez…/ asıl “edep” / -“edeb yâ HÛ! ..” dedirtmemektir; / amma ve de lâkin; bunu bilmez! ..)
Her sabah, (işinize giderken) çoğunun yüzünü bile görmediğiniz sokak hayvanlarına yiyecek taşır durursunuz...
Biraz yiyecek; ağaç diplerine, yetişkin köpeklere/
biraz yiyecek; bulabildiğinizce kuytu köşelere, kedilere/
biraz yiyecek; (insan ayağından uzak) bir sahipsiz arsaya, yavrulu annelere dağıtır durursunuz...
Akşam dönüşü; dağıttığınız yiyeceklerin hepsinin yendiğini görür, yüzünü bile görmediğiniz bu zavallı, sahipsiz sokak hayvanlarının hesabına mutlu olursunuz...
Yiyeceklerin yenmiş olması onların o günü tok geçirmiş olmalarının yanı sıra, hâlâ hayatta olduklarının da bir işaretidir zira...
Ve fakat;
bir gün, sabahtan bıraktığınız yiyeceklerin yenmediğini görürsünüz.
Aklınıza kötü şeyler gelir; çaresizce yiyecek torbalarına bakar durursunuz.
(Başımıza bir felaket geldiğinde, işte o an yetim gibiyizdir! ..)
Ve bir yetim çocuk misali; orada öylece, hareketsizce durursunuz...
Beyninizin içinde kopan fırtınalardan ve yüreğinizde başlayan yangınlardan bir senaryo yaratmaya çalışırsınız.
Ucunda iki sıkılı yumrukla kollarınız iki yanınıza düşer; tükenmektedir umudunuz...
Yüzünü dahi görmediğiniz bu canlılar adeta kaybolmuşlardır...
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede bir çığ gibi kalabalıklaşarak kaybolan insanlar ve onların ardında şıvanlar içre “Cumartesi Anaları”nın dramı vardır;
yutkunursunuz...
!
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
*****************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 63)
|
Gürkal Gençay | 11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 1 |
(benim burada da, başka başka yerlerde de önemsediğim ve üstünde durduğum şey; insanın (böbürlenerek iddia ettiği) o zekâsının, “kötücül” bir zekâ olmasıdır…/ bu zekâdır ki; / kullanıcısı, (tüm hayvanat név’i’ne dâhil) ölü kedi, köpek, kuş, börtü-böcek (ve dahi, insan) “koleksiyon”u yapmaktan âr etmez…/ asıl “edep” / -“edeb yâ HÛ! ..” dedirtmemektir; / amma ve de lâkin; bunu bilmez! ..)
Her sabah, (işinize giderken) çoğunun yüzünü bile görmediğiniz sokak hayvanlarına yiyecek taşır durursunuz...
Biraz yiyecek; ağaç diplerine, yetişkin köpeklere/
biraz yiyecek; bulabildiğinizce kuytu köşelere, kedilere/
biraz yiyecek; (insan ayağından uzak) bir sahipsiz arsaya, yavrulu annelere dağıtır durursunuz...
Akşam dönüşü; dağıttığınız yiyeceklerin hepsinin yendiğini görür, yüzünü bile görmediğiniz bu zavallı, sahipsiz sokak hayvanlarının hesabına mutlu olursunuz...
Yiyeceklerin yenmiş olması onların o günü tok geçirmiş olmalarının yanı sıra, hâlâ hayatta olduklarının da bir işaretidir zira...
Ve fakat;
bir gün, sabahtan bıraktığınız yiyeceklerin yenmediğini görürsünüz.
Aklınıza kötü şeyler gelir; çaresizce yiyecek torbalarına bakar durursunuz.
(Başımıza bir felaket geldiğinde, işte o an yetim gibiyizdir! ..)
Ve bir yetim çocuk misali; orada öylece, hareketsizce durursunuz...
Beyninizin içinde kopan fırtınalardan ve yüreğinizde başlayan yangınlardan bir senaryo yaratmaya çalışırsınız.
Ucunda iki sıkılı yumrukla kollarınız iki yanınıza düşer; tükenmektedir umudunuz...
Yüzünü dahi görmediğiniz bu canlılar adeta kaybolmuşlardır...
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede bir çığ gibi kalabalıklaşarak kaybolan insanlar ve onların ardında şıvanlar içre “Cumartesi Anaları”nın dramı vardır;
yutkunursunuz...
!
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
*****************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 63)
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Ümitsizlik |
Fark etmez yaşamak
Ben aşk sarhoşuyum
Dertler bana hayat vermiş
Dertler benim, hayat benim
Hayat senin olsun
Yalnızlık bana kalsın
Bir günüm daha geçti sensiz
Ümidim seninle olsun
14 Kasım 2013
Perşembe
|
Leyla İnan | 11 Yaşındaki Kızımın Öğretmeni İçin Yazdığı Şiir // Sensin Öğretmenim |
Kırlarda çiçek gibi açan sensin
Ufkumuza ışıkları saçan sensin
Gönlümüzden sevgiyi içen sensin
Bizlere güneş gibi doğdun sen.
Sen bir lambasın hiç sönmeyecek
Sen yandıkça başlar eğilmeyecek
Çocuklar asla yolundan dönmeyecek
Bizlere güneş gibi doğdun sen.
Kalbindeki sevgiyi bize sundun sen
Başarılı olmamızı bizden umdun sen
Atatürk gibi kalbimize doldun sen
Bizlere güneş gibi doğdun sen.
Hülya İnan
|
Işık German Ersoy | 111. Genel Kültür Yarışması...01 - 07.2016 |
- 2015 sonu (TÜİK) araştırmasına göre ülkemizdeki Bayan Vatandaşlarımızın
en fazla oldukları kentimiz hangisidir...?
1. Aydın
2. Rize
3. Antalya
4. İzmir
5. Bartın
6. İstanbul
|
Taha Mehmet Telli | Sus |
İnsan en iyi sözünü susarak söyler..
Ocak 2016
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Vardın |
Uzun zaman oldu
Ne sen sordun
Ne de ben söyleyebildim
Anlamadın, anlatamadıklarımı
Ben de bilmiyordum ya başlarda
İçimi derin korkular sardığında
Hoş anımda buldum seni
Oysa o aymazlığına da aldırmadan
Her zaman vardın aramızda
Ben yarattım imkânı belki de
Hiç farkında olmadan
Sen sadece seyrettin olanları
29 Ekim 2013
Salı
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Vazgeçilen Umutlar |
Ey hayal kolik kabuğunda çürüyorsun
Divane olmuş aklın duvarlara şiddetle çarpıyor
Niçin, yalnız yaşadığından hep şaşkın mısın?
Kalbin daha soğuk olurken ve nihayet taşa dönüşürken
Hayal kurduğun için seni cezalandırdım mı?
Kalbini kırdım mı ve ağlayarak senden ayrıldım mı?
Kalbini kilitlemeden önce nasıl hatırlıyordun
Acıklı unutuluş vazgeçilen umutlar senin ruhunun ıssız mezarında
15 Şubat 2016
Pazartesi
|
Cemalettin Güzbey | 112 Acil Ambulans |
Soğuk kış günleri ve aylarından sonra,baharın kokusu ve renkleri arasında yaza girdiğimizin haziran ayının ortalarında,sıcaklara merhaba demek için bir gezinti yapmak istedim.Belediye otobüsleri(halk otobüsü) bir yerden bir yere gereksinim sırasında ulaşım aracında yaşadıklarımı şöyle anlatmak,sizlerle paylaşmak isterim.
Sıcakların baskın olduğu zaman içinde,bir belediye otobüsünde yolculuk yaptığım sırada,otobüslerin içi dolu olmasına rağmen iler ki otobüs durağından iki arkadaş genç kız binmişti.Hoş sohbet ederek ayakta yolculuk yapıyorlardı.Yaşları tahminime göre onbeş,yirmi olmalı sanıyorum.Bir kaç durak geçmiştik ki otobüsün ortasındaki boşluğa kadar gelmişlerdi.Oturduğum yerden bir tanesinin sıkıntı içinde olduğunu sezinledim,dahada dikkat kesildim,genç kızın bir tanesi orta kapıdaki merdiven basamağına oturdu,yine sohbete daldılar ama yüz rengi sararmış solmuş,her şey fazla ağırlık yapıyor olmalı ki ilk önce arkadaşına çok sevdiği gözlük ve cep telefonunu,şapkası,el çantası derken belediye otobüsünün içinde halsiz ve bitkin bir şekilde kendisini bıraktı,görenler yardım etmek için koşuştu..! !
-Su varmı! ! ? ?
-Şeker,tatlı,çukulata,sakız
Seslendiler,çantalara bakıldı ve yetiştirdiler.
Fakat hiçbir şey fayda etmiyordu,eline koluna kafasına su döküldü,camlar açıldı,lakin bir türlü kendisine gelemiyor,başını dik tutamıyordu.Bir kaç durak geçtik,inen binen oldu belki ilerdeki Terminal otobüs durağı vardı orada belki ilk yardım yapılır diye hop oturup hop kalktım.Lakin terminal içine girmesine rağmen genç kıza müdahale yapılmayıp devam edildi.
Artık dayanamadım ve sesimi yükseltdim.
-112 Acil Ambulans arandımı ! ! diye sordum.. ses yok..! !
Hemen Cep telefonumu cebimden çıkardım. 112 aradım.
Kayda alınıyorsunuz,buyrun diye bir ses..
Belediye halk otobüsünde olduğumu,genç bir kızın bayıldığını, uğraşılmasına rağmen ayılamadığını,yer ve mekan belirtilerek yüksek sesle telefonda konuştum.Avizeden gelen ses bizlere yani otobüs yolcularına mümkünse hastanın arabanın dışına alınmasını temiz hava gereksimi olduğunu,genç mi,yaşlımı sorusu ardından hemen gönderileceğini söyledi.Hemen aynı anda otobüsün durması için düğmeye,butona bastım.Arabanın durması ve ambulansın geleceğini söyledim.
Fakat çok ilginçtir ki seksen civarındaki yolcuların herbiri farklı sitem için de bu olayı farklı ilk olarak görüyorlardı.Kimisi için randevu veya başka bir şekilde ulaşımları sekteye uğramıştı.
Şöför otobüsü durdurdu.Birkaç yolcu hastanın başında yardım etmeye çalışarak dışarı allındı,tekrar tekrar ıslatıldı.Şöföre seslendim kusura bakma dayanamadım genç kızı bu şekilde görmek beni çok üzdü,112 Ambulansı ben aradım diye söyledim,O da bu şekilde gidilmez zorunlu olarak beklemem lazım dedi.
Ben tekrar 112 aradım,bekliyoruz ambulans gelmedi diye,henüz 7 dakika oldu telefon yapılalı dedi,sanki biz yaşayanlar için otuz dakika olmuş gibiydi.112 Acil Ambulans geldi,hasta ve arkadaşını Ambulansa bindirdik,görevlilerden izin aldıktan sonra belediye otobüsü kendi yolun,güzergahına devam etti.Kimisi vicdanen memnun kimisi sitemkar ama en önemli şey insan olduğumuzu bir kere daha hatırlayıp,seksene yakın insanın olaya canlı olarak şahit olması,şahsen beni mutlu etti.112 ACİL AMBULANS a TEŞEKKÜR EDERİM..
|
Tahsin Emek | Alevilik Nedir diye soranlara 111111111111111111111111111 |
ALEVİLİK NEDİR DİYE SORANLAR
Alevilik nedir diye soranlar!
Ali sevmek, Alevilik değil mi?
İslâm! Dini seven tüm inananlar
İslam’ın her şeyi Ali değil mi?
Alevilik Hakka giden bir yoldur.
Ali Hak ile, Hak Ali'y le değil mi?
Kur-an’da Ali'nin üstünlüğü var
Kur-an’ı Hâtm eden Ali değimli?
Muhammed Ali’ye bendendir derdi!
Onu canı kadar sayar severdi
Fatima-yı ona ihsan eyledi
İlk Alevi Resul'ümüz değil mi?
Ali’nin manası yüce, uludur.
İslam’ın menşei özü Ali’dir.
İslam seven herkes bir Alevi'dir.
Ali Ehlibeyt’in PİR^' i değil mi?
Alevilik Ali yolu demektir!
Ali aşkı; İslam Dini sevmektir
Din yürekte olur Tanrı'da,, tektir
Bunları öğreten Ali değil mi?
Asıl Alevilik İslam’dır İslam!
İslam’a olunur gerçek Müslüman.
Ali yolu doğruluktur her zaman.
Doğru yollar Hakka gider değil mi?
Alevilik esas İslam yoludur.
Ali ile bütün yollar doğrudur.
Kitapların tümü bizde son bulur.
Kur-an Alevi’nin gözü değil mi?
Alevilik büyük ışık mümin'e!
Alevilik temel İslam Dini'ne!
Bir yuvadır Kitap'ların dördüne.
Hak bunu emreder doğru değil mi?
Her kitapta vardır on iki İmam.
Bunları yazıyor bizlere Kur-an.
İslam dini seven olur Müslüman.
Laiklik Kur-an’da vardır değil mi?
|
Halil Şakir Taşçıoğlu | 111 Hayalimdeki Türkiye |
Bir Türkiye düşlüyorum, harcı borcuna yeten
Bir Türkiye düşlüyorum, İnadına üreten...
Ay em efe el açmadan ayakta durabilen,
Milli menfaatlerinde, masaya vurabilen.
Kendi yağıyla kavrulup, namerde el açmayan
Milletin öz varlığını vurguncuya saçmayan...
Bir Türkiye düşlüyorum, tüm alemle barışmış!
Lâz, Çerkez,Kürt ü, Türk ü birbiriyle karışmış.
Güneydoğu ve Kıbrıs ta sorunları halletmiş
Barış nasıl sağlanırmış tüm dünyaya belletmiş.
Ne Alevî, ne de Sünnî, mezhep farkı gütmeyen
Kolkola giripte gezen, birbirini itmeyen...
Bir Türkiye düşlüyorum, temeli oyulmayan!
Arsız, yüzsüz hırsızlarla kasası soyulmayan...
Hortumcunun hortumunu, çekip atan musluktan
İsrafın önüne geçip, kurtulan yoksulluktan.
Kökten istikrar sağlanıp, her şey kazık olmayan
Zam üstüne zam yaparak, halka yazık olmayan...
Bir Türkiye düşlüyorum, ağam, paşam diyen yok!
Herkes işini yapıyor, haram, maram yiyen yok.
Trafik saç yoldurmuyor, yollarda taş yok, su yok,
Halkı yakalamak için, radarlarla pusu yok...
Becerikli yönetimler, taş üstüne taş koymuş
Benim insanım da artık doğduğu yerde doymuş!
Ülkemin refahı artmış hep basamak basamak!
Elbet benim emelim de bu ülkede yaşamak...
Antalya-2002
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Were Evindaramın Were Gel Sevdiğim Gel |
Were evindaramın were baya berbangam
Ez kuweki bayazıryan bin hatım
Tu hetane hinate bıtım xwoşewista mın
Nema taqetamın ez rawestınê teme
Were evindaramın were êdi nema fırşamın
Wekê sûlawêdı herı kım wekiçemım
Berbayidı şopım weki pelanım
Hışk dıbım weki axê dıterıkım
Were evindaramın were bırina dılêmın
Çawe mın dırıyan daye te dıgerım
Dışewıtê dılêmın xwin tê bırinamın
Ev dılêmınê din rave gotın napeyvım
Were evindaramın were keskesora mın
Rojnahılat bu vi dınyamın
Nema mana wibête buniya heyatamın
Tune êdi çejni û xwey bête buniya lıvanderan
Were evindaramın were ezaba wıjdanamın
Hesretamın tuyi mirazamın
Tu nehi ewê her tım perçıqandın bıminê yek kêleka mın
Werekû her kes çavnebari bın sıltanamın
Gel sevdiğim gel seher yelim
Ben ise deli poyraz gibi esmekteyim
Gelmeyinceye kadar dinmem sevgilim
Kalmadı mecalim seni beklemekteyim
Gel sevdiğim gel artık kalmadı sabrım
Çağlayan gibi akan ırmak gibiyim
Akıntıya kapılmış yaprak gibiyim
Kuruyup çatlamış toprak gibiyim
Gel sevdiğim gel gönül yaram
Gözlerim yollarda seni arıyam
Yanıyor yüreğim kanıyor yaram
Şu deli gönlüme laf anlatamıyam
Gel sevdiğim gel gökkuşağım
Güneşi doğmaz oldu dünyamın
Bir anlamı kalmadı sensiz hayatımın
Tadı tuzu yok artık sensiz buraların
Gel sevdiğim gel vicdan azabım
Hasretim sensin benim muradım
Gelmezsen hep ezik kalır bir yanım
Gel ki herkes kıskansın bizi sultanım
30 Ağustos 2012
Perşembe
|
Akın Akça | 113766 araştırmacısı 2; kaynakçaLar, bilgiler |
Kurt delikleri hk. Kısaca:
Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
KURT DELİKLERİ
‘‘Yıldızların kararıp, düştükleri dev kuyular gördüm’’
HORUS (Mısır Tanrısı)
Profesör Stephen W.Hawking, The Physics of Star Trek (Uzay Yolculuğunun Fiziği) adlı yeni bir kitaba yazdığı ön sözde zamanda yolculuğun mümkün olabileceğini öne sürdü. Zamanın iki ya da tek yönlü bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Augustin’in ‘‘zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur? ’’ sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor.
Bundan 100 yıl önce H.G. Wells, The Time Machine (Zaman Makinası) adlı romanında bu konunun fizikçilerce araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman ya da uzay-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi problemi teorik fizikçilerin zihnini kurcalıyor. Cambridge Üniversitesi’ndeki Isaac Newton kürsüsü profesörü Stephen Hawking, daha önce, eğer evrenin genişlemesi sona erer ve küçülmeye başlarsa, zamanın geriye doğru işleyebileceği fikrini ortaya atmıştı. Ama bu nasıl bilinebilirdi? Çünkü, bu takdirde, düşünce de geriye doğru işleyecekti. Fakat 1980’lerin sonunda, Hawking Zamanın Kısa Tarihi adlı, yalnızca ciltli baskısı 6 milyon satan kitabın ilk yayınlandığı sırada, tartışmalar kızışmaya başladı. Hawking yalın ve katı kabullerle zamanda yolculuğa izin vermiyordu. Uzayda evrenin çeşitli parçalarını birbirine bağlayan ‘‘solucan delikleri’’ vardı. Kafaları karıştıran da bu Worm Hole’lardı zaten. Hawking California Institute of Technology’deki dostu Kip Thorne 1994’te yayınlanan Kara Delikler ve Zaman Boşlukları adlı kitabında, genel relativiteye ilişkin öndeneyimlerin, uzaydaki bir solucan deliğinden zamanda seyahat etmeyi mümkün kıldığını öne sürdü. Ancak bunun için deliklerden birini açık tutmak ve buradan bir insanı geçirmek gerekeceğini yazdı.
‘‘Solucan Delikleri’’, Einstein’ın varlığını öngördüğü, varsayımsal uzay boşluklarıdır. Eğer uzayda boşluklar varsa, zamanda da boşluklar olmalıydı. Ne var ki bu boşluklar atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile varoluyor. Dolayısıyla, bu boşluklardan birini yakalamak, açık tutmak ve insanın geçeceği kadar genişletmek hayli güç olabilir. Başka bir bilim adamı, Princeton Üniversitesi’nden Richard Gott’a göre de, evrenin başlangıcı olan patlamadan, Big Bang’den arda kalan, sonsuz uzunlukta ve hayli gizemli şeyler olan ‘‘kozmik ipliklerden’’ ikisi alınıp aynı hızla birbirlerinin yanından geçmeleri sağlanırsa, teorik bir zaman makinesi yapmak mümkün olabilir. Kurt delikleri ‘‘sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10E-33 cm’lik hortumlardır ve her an heryerdedirler. Salınımlarıyla maddeye can verirler. Worm Hole’larda zaman olmadığı için dün ve yarın, en uzak ve en yakın, en büyük ve en küçük beraberdir. Zamanın ve mekanın ötesindedirler. Tünellerin kurgusu Geometrik-Dinamik denen iki yasayla yönetilir. Kıpır kıpır kaynayan bu geometrik biçim, dinamiktir. Tıpkı Windows’taki eğriler ve renkler adlı ekran koruyucu gibi. Döner, sallanır, uzar, kısalır, zamansızdır, dinamiktir. Philedelphia Deneyi’nde bu bölgeyi görmeleri muhtemel tayfaların gözlerindeki dehşete ve şaşkınlığa şaşırmamak gerekir. Bu tüneller zaten imkansızı temsil ettikleri için her türlü garabete neden olabilirler. Telepati’den rüyalara, ilhamdan ışınlanmaya kadar çözemediğimiz herşeyin sebebi olabilirler.
Plazma
Maddenin üç hali vardır bunlar sıvı katı ve gazdır. Bunu hepimiz ilkokulda öğrenmiştik.Peki o zaman maddenin 4. hali olduğu söylenen ve son on yılda gündeme gelen plazma nedir? Eğer 'ben plazmaya daha yakından bakmak istiyorum' diyorsanız, yapmanız gereken çok basit. Kibriti elinize alın ve çakın. İşte pırıl pırıl alevi ile plazma karşınızda duruyor. Evet alev de bir plazma hâlidir.
Alevin kibritteki sıcaklığı kibritin elinizle söndürebileceğiniz kadar düşük olabileceği gibi Güneşin çekirdeğindeki gibi milyonlarca santigrad kadar yüksek de olabilir. Plazma hâli sadece elektrik gerilim altında oluşmaz. Gaz hâline gelen bir maddeyi çok yüksek sıcaklıklara ısıtırsanız; enerji alanı elektronlar çekirdeklerinden kurtulur ve gaz plazma hâline geçer. Sıcaklık güneş çekirdeğindeki gibi çok yüksek ise; atomlar tüm elektronlarını kaybetmiş hâlde bulunabilirler.
Bizim günlük hayatımızda kullandığımız alev nispeten düşük sıcaklıktadır. Ancak burada düşük sıcaklıktaki alevin enerjisi ile ısınma ve yemek pişirme gibi ihtiyaçlarımızı giderdiğimizi unutmayalım. Bu arada çaktığınız kibrit bitmek üzere. En iyisi siz onunla bir mumu tutuşturup plazmayı öyle seyredin. Mumun alevi de düşük sıcaklıkta bir plazma hâlidir. Ancak 'bu sıcaklık bana yetmez' demeyin.
Plazma, Her yerde Plazma
Maddenin plazma hâline dünya üzerinde çok az rastlamamıza rağmen kâinatta plazma hâli fazlalık bakımından maddenin diğer hâllerine karşı ezici bir üstünlüğe sahiptir. Şöyle ki; kâinattaki toplam madde miktarının % 99'unun plazma hâlinde olduğu sanılmaktadır. Örnek verecek olursak tüm yıldızlar, nebulalar ve yıldızlararası uzay plazma hâlindeki maddeden oluşur.
Bunların sıcaklığı ve partikül yoğunluğu şekil üzerinde gösterilmiştir. Birim hacimdeki partikül yoğunluğu da plazmanın bilinmesi gereken bir özelliğidir. Sıcaklığı yüksek olsa da, yoğunluğu düşük bir plazma fazla enerji yaymaz. Kâinatın boşluk diyebileceğimiz madde yoğunluğu çok düşük olan bölgelerinde ise; sıcaklık 3 K yani -270 C derece kadardır. Bir yanda hiç bir canlının hattâ cansızların bile mukavemet edemeyeceği kadar yüksek bir sıcaklık, diğer yanda atomları bile donduracak derecede bir soğuk.
Hayat Kaynağı Plazma Küresi
Işık ve ısı kaynağı olarak dünyamızda hayatın devamını sağlayan Güneş dev bir plazma küresidir. Bu dev plazma küresinin çekirdeğindeki 15 milyon K'lik sıcaklık ve kurşundan 11 kat daha fazla olan yoğunluk, termonükleer reaksiyonların gerçekleşmesini sağlar. Bu reaksiyonlarda özetle hidrojen çekirdekleri birleşerek helyum çekirdeklerine dönüşür ve muazzam bir enerji açığa çıkar. Ancak dünyamıza ısı göndererek hayatın devamını sağlayan ışıkkürenin sıcaklığı ancak 6.000 K'dir.
Bu tabakanın üzerinde yer alan ve korona adı verilen güneş tacının 2 milyon K'lik sıcaklığının sebebi ise tam anlaşılamamıştır. Bu tabaka dünyanın da ötesine uzanır ancak çok düşük yoğunlukta olduğu için sıcaklık tesiri fazla değildir. Bu tabakanın yoğunluğu ışıkküre gibi yüksek olsaydı dünya üzerinde hayat mümkün olmazdı. Yine güneşten kopup gelen elektrik yüklü parçacıkların, dünya atmosferine yapabileceği muhtemel etkiler dünyanın manyetik alanı tarafından önlenmiştir. Bu manyetik alana manyetosfer adı verilir.
Güneş'in oluşturduğu yüklü parçacık, akımı bu manyetik alan tarafından saptırılarak kutup bölgelerine doğru itilir. Bunun sonucunda kutup bölgelerinde atmosferin oksijen ve azot atomları ile etkileşime girerek ışımalara sebep olurlar ki bunlara aurora adı verilir. Auroralar yaklaşık ikiyüz km yüksekte oluşurlar ve sıcaklıkları bir kaç yüz derecedir. Güneş etkinliğinin yüksek olduğu günlerde telsiz ve radyo haberleşmelerinin olumsuz etkilendiğini hatırlarsak manyetosferin önemi daha iyi anlaşılır.bunlarda henüz ders kitaplarında okutulmayan maddenin 4. halinin hayatımızdaki yerini ve önemini anlatabiliyor zannederim.
http://www.bilgilik.com/makale/bilim/genel/plazma_odev.html
Flatliners (Ölüme yakın deneyimler, GÜNEŞİN TAM İÇİNDE)
Adamın nabzı durmuştu. Arkadan nabzını gösteren makinenin telaşlı düdükleri duyuluyordu. Tıp öğrencileri panik içinde koşturuyorlardı. Adam uçuyordu. Yeşil çayırların ve ağaçların üstünde. Çizgiyi aşmıştı.
1990 yılında izlediğimde içime işlemişti Flatliners. Etkisi tamamen konuyu bilmeden izlememden ve şaşırtıcı senaryosundan geliyordu.
Bir grup tıp öğrencisinin ölüm ötesine yolculuk etme meraklarıyla başlıyor her şey. İçlerinden biri ısrarla tıbbi olarak ölümden dönen insanların gördüğü hayalleri test etmek istediğini söylüyor. Gerçekten ışıklı koridoru var mı? İnsan ölünce ne oluyor? Her şey gözlerinin önünden geçiyor mu? Hayatın ötesinde ne var?
Bu çılgın merak istemeden de olsa grubu adım adım deneyi yapmaya itiyor. Başarılı tıp öğrencileri genci öldürüp geri getiriyor. İşte olay da orada başlıyor.
Konuyu anlatmamı beklemeyin Böyle vurucu bir senaryoyu dünyada anlatmam. Oyuncular arasında kimler var derseniz: Julia Roberts, Kiefer Sutherland, Kevin Bacon, William Baldwin ve Oliver Platt derim kadro süper değil mi?
Önemli Not: Filme inanıp da lütfen denemek için kendinizi öldürtmeyin (!) , böyle aptalca bir şey için sorumluluk kabul etmiyorum. Sadece izleyin, Film o. Tamam mı?
Süleyman Sönmez
Kaynakça:
http://www.imdb.com/title/tt0099582/
http://en.wikipedia.org/wiki/Flatliners
http://www.amazon.com/exec/obidos/ASIN/0800177789/kiefersutherl-20%20
-
- Vücut ý sý sý 78 dereceye.
- Potasyum kullanmý þ !
Joe, elektrotlar!
300. Tamam.
1:39:12
- Cevap yok.
- Tekrar denemeliyiz.
1:39:27
360'a çý k!
1:39:30
- Birþ ey duyamý yorum.
- Dokuz dakika oldu artý k.
1:39:36
oru sokalý m.
1:39:42
Sokamý yorum.
Nefes borusu çok dar.
1:39:51
Dur, Billy!
- Cevap vermiyor.
- 4 mg. atropin hazý rlayý n.
1:40:20
- David...
- Atropin boð aza.
1:40:24
- Bu çok fazla miktar, Dave.
- Bu iþ e yaramalý . Çabuk.
1:40:36
- Haydi, Nelson.
- 10 dakikadý r ölü.
1:40:39
- Olmuyor.
- Kalbe eppy uygulayý n.
1:40:44
Yap haydi!
1:40:50
Hayý r!
1:40:53
Yapma, Billy!
1:40:56
Üzgünüm!
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Xewnamıni Rüyamsın |
Xewnamıni, tui heri zehf ditın daxwaziyamın
Nigaşamıni, her tım noqinan neqedanamın
Jiyanamıni, sedema wi tui mayina jinamın
Dermanêwini, jandana ev bırinê dılêmın
Padişahi, fermanê gohdarina kaasê ya ev dılêmın
Westiyawini, dıxazê ku bıgehiştê te çokêmın
Sedema wini, jı hesreta wira xew nakevê çavêmın
Bêrini, hêstırêmınê ku dıkşinım hûndurêmın
Kewajeni, durbuna jı yinê kışandına êşêmın
Dılşahini, rojêku bıter ader basbuina lıbermın
Barani, dawi kırına ğelayanaxamın
Adani, asman şinzavi zer şax keşke welatêmın
Agıri, natefê dıqış qıjê dı şewıtinê eşqamın
Şewqini, tariyê wida ronahi dıdar éş buna sewdamın
Şevê mıni, kuder dê mın nepenidatê veşartın
Raketınê mıni, ku ez têda heri kurda dıbinım xewnêmın
Rüyamsın, sensin en çok görmek istediğim
Hülyamsın,her zaman dalmakla bitiremediğim
Yaşamımsın, nedeni sensin hayatta kalmamın
Dermanısın, sızlayan şu gönül yaralarımın
Padişahısın, ferman dinlemeyen bu asi yüreğimin
Yorgunluğusun, sana varmak isteyen dizlerimin
Sebebisin, hasretinden uyuyamayan gözlerimin
Özlemisin, içime akıttığım gözyaşlarımın
Kaynağısın, uzağı yaşarken çektiğim acılarımın
Sevincisin, yanımdayken seninle geçen günlerimin
Yağmurusun, kıtlıkları sona erdiren toprağımın
Bereketisin, gök mavi tarla sarı dalı yeşilolan memleketimin
Ateşisin, sönmeden cayır cayır yaktığın aşkımın
Işığısın, karanlığında aydınlattığın kara sevdamın
Gecelerimsin, dertlerimi gizeminde sakladığımın
Uykularımsın, en derinliğinde gördüğüm rüyalarımın
30 Ağustos 2012
Perşembe
|
Akın Akça | 113766 araştırmacısı, Bilgisel kaynakçalar |
KAYNAKÇALAR
ASTRONOT:
ASTRONOT Alm. Weltraumfahrer (m) , Fr. Astronaute, İng. Astronaut. Uzaya gönderilen araçları kullanmak ve gerektiğinde uzayda ve dünya dışı gökcisimlerinde yürümekle görevlendirilen insan, uzay adamı. Astronot deyimi bilimsel literatüre 1959 yılında başlayan uzay çalışmalarıyla girmiştir. Ruslar ise astronot karşılığı olarak kozmonot kelimesini kullanırlar. Uzaya fırlatılan ilk araçlarda insan bulunmuyordu. Bu insansız uzay araçları yeryüzündeki üslerden i...
Alm. Weltraumfahrer (m) , Fr. Astronaute, İng. Astronaut. Uzaya gönderilen araçları kullanmak ve gerektiğinde uzayda ve dünya dışı gökcisimlerinde yürümekle görevlendirilen insan, uzay adamı. Astronot deyimi bilimsel literatüre 1959 yılında başlayan uzay çalışmalarıyla girmiştir. Ruslar ise astronot karşılığı olarak kozmonot kelimesini kullanırlar. Uzaya fırlatılan ilk araçlarda insan bulunmuyordu. Bu insansız uzay araçları yeryüzündeki üslerden idare ediliyor ve hareketleri tamamen elektronik haberleşme sistemleriyle ayarlanıyordu. Dünyamızın etrafında yörüngeye oturtulan uydulardan Venüs ve Mars gibi uzak gök cisimlerine gönderilen araştırma sondalarına kadar bir çok uzay aracı bu sınıfa girer.
Altmışlı yılların başında insanlı uzay uçuşları başlatılınca, Yuri Gagarin ve Alan Shepard uzaya giden tarihin ilk astronotları oldular. Yuri Gagarin 'Vostok', Alan Shepard Freedom-7 adı verilen ve günümüzde pek ilkel kabul edilen uzay araçlarıyla, yüzlerce kilometre yükseklikte dünya çevresinde dönmüşlerdi. Önceleri uzaya sadece bir astronot gönderilirken, 'Gemini' projesiyle iki ve hatta üç uzay adamı birden uzaya fırlatıldı. Altmışlı yılların sonunda bütün bu çalışmalar Apollo programıyla zirveye çıktı ve dünya tarihinin en büyük olaylarından biri gerçekleşti. Ay'a insan göndermeyi hedefleyen bu proğram, Apollo 11 projesiyle başarıya ulaşınca, Astronot Neil Armstrong, Ay'a ilk defa ayak basan insan ünvanını kazandı. Armstrong'u Edwin Aldrin takip etti. Günümüzde astronotlar uzay mekikleriyle birçok defa uzaya gidip gelebilmekte ve dünya çevresinde dönen uzay laboratuvarlarında her çeşit deney yapabilmektedir. Rusu kozmonotu Romanenko, uzayda 326 gün kalarak ulaşılması güç bir rekor kırmıştır. Ancak Rus uzay adamı dünyaya dönen uzay kapsülünden sedye ile çıkarılmıştı. Kozmonot kalsiyum eksikliği ve kas erimesi yüzünden ayakta duramayacak hale gelmişti.
Astronotlar bir hayli uzun süren tecrübe ve testler sonucu seçilmektedirler. Çeşitli tıbbi testlerden geçen tecrübeli pilotlar, havasız ve ağırlıksız ortamlara uyum gösterebilmekten, sessizlik odalarına, psikolojik testlerden özel uçuş denemelerine kadar sayısız imtihana tabi tutulmakta ve başarılı olanlar astronot olmaya hak kazanmaktadır. Apollo projesi gibi çok önemli uzay uçuşlarında görev alacak astronotlar ise daha önce dünya çevresine kadar uzanan uzay uçuş tecrübesinden de geçirilmektedir. Mesela Apollo 11'in astronotları Armstrong, Aldrin ve Collins, Ay yolculuğuna çıkmadan yıllarca önce Gemini roketleriyle uzaya fırlatılmışlardı.
Son yıllarda bilim adamları, öğretmenler ve hatta sade vatandaşlar arasından da astronot yetiştirilmektedir.
Astronotların her şeyden önce, beden ve özellikle ruhi bakımdan da son derece sağlıklı olmaları gerekir. Çünkü zaman zaman kendi ağırlığının 15 katına eşit basınçlara dayanabilecek, dünyadan binlerce kilometre uzaktayken içinde bulundukları araçta meydana gelebilecek tehlikeli bir arıza karşısında bile paniğe kapılmayıp, soğukkanlılığını korumasını bilecektir.
Uzaya giden bir astronot için giydiği özel elbise, onu uzaya taşıyan roket kadar büyük bir önem taşır. Çünkü bu özel elbise olmadan astronotların ne uzayda ne de ay üzerinde veya herhangi bir gezegende yürümeleri ve bir araçtan ötekine geçebilmeleri mümkün değildir. Çünkü uzayda atmosfer olmadığından, başka türlü nefes alamazlar ve basınçsızlıktan kanlarının dışarı fırlamasını engelleyemezler. Ayrıca bu elbiseler onları şiddetli sıcak ve soğuklardan muhafaza ettiği gibi, tehlikeli radyasyonlardan ve minik göktaşlarından da korur.
Bu çok özel uzay elbisesi iç içe tam 15 kattan meydana gelmiştir. Bu katlar içinde yer alan bazı cihazları sayacak olursak yeterli bir fikir vermiş oluruz:Oksijen tüpü, soğuk su dolu tüp ve su pompası, telsiz, sağlık araçları kontrol cihazı, uzay iç çamaşırı, çevresinde dolaşan incecik soğuksu boruları ve basınç ayar tertibatı.
İnsanoğlu Mars gibi uzak gezegenlere ulaştığında, uzay elbiseleri daha da gelişecek, yeni şartlara göre daha da mükemmelleşecektir. Milyonlarca kilometre uzaklıktaki bu gezegene yapılacak yolculuk aylarca sürebilecek ve bu yolculuğa çıkan astronotların ilk olarak çok sıkı psikolojik testlerden geçmesi gerekecektir.
Bir uzay bilimcinin deyimiyle, Mars yolcusuyla ölüm arasında uzay aracının duvar kalınlığı kadar mesafe vardır. En yakınındaki tam teşekküllü hastane, milyonlarca kilometre uzaklıktadır. Uzay gemisinin pencerelerinden dışarıya baktığında dünya simsiyah uzayda bir nokta gibi görünmektedir.
Fakat her şeye rağmen güneş sistemini keşfe çıkan astronotların karşılaştığı zorluklar, Arabistan sıcaklarına alışmış ilk Müslümanların Anadolu ve Kafkasları fethederken karşılaştıklarından fazla olmayacaktır.
Kaynak: Rehber Ansiklopedisi
http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Astronot
-
Bilimadamlarının son araştırması, uzayla ilgili bildiklerimizi tammen sarsacak nitelikte.
Uzayda yeni tespit edilen bir oluşum tıpkı dünya gibi...
Amerkalı astronomlar tarafından uzayın derinliklerinde tespit edildiği bildirilen yeni 'DÜNYA', NASA tarafından teleskopla tespit edildi. Ergenlik çağını yaşayan oluşumun Mars büyüklüğünde olduğu bildiriliyor.
Bilim adamlarının yeni dünya hakkındaki bildirdikleri şunlar:
• Ergenlik çağını yaşayan bir gezegen olduğu tahmin ediliyor.
• Halka şeklindeki toz bulutunun Mars büyüklüğünde bir gezegene dönüşebilecek materyale sahip
• Henüz adı konulamadı.
• İçerdiği Materyaller dünyamıza benzeyen bir gezegen oluşturacak nitelikte...
• Dünyamıza 424 ışık yılı uzaklıkta.
• 'HD 113766' koduna sahip yıldızın yörüngesinde bulunuyor.
• İnternethaber kaynaklı haberin ayrıntıları için buraya bakabilirsiniz.
http://selmanaslan.blogspot.com/2007/10/uzayda-yeni-bir-dnya-bulundu_06.html
-
Uzayda ikinci bir dünya!
05 Ekim 2007 Cuma 15:10
Bilim dünyası büyük heyecan yaşıyor. Uzayda yeni bir 'oluşum' tespit edildi. Tıpkı dünya gibi...
Amerikalı astronomlar, uzayın derinliklerinde yeni bir 'Dünya' oluşumunu tespit ettiklerini duyurdular.
Dünyadan 424 ışık yılı uzaklıktaki 'HD 113766' kodlu yıldızın yörüngesinde, dünyanın oluşumuna benzer şekilde yoğunlaşmaya başlayan bir toz yoğunluğu keşfedildi.
Amerikan Uzay Dairesi'ne (NASA) ait Spitzer Uzay Teleskobuyla keşfedilen oluşumun, 'ergenlik çağını yaşayan' bir gezegen olduğu sanılıyor. Astronomlar, halka şeklindeki toz bulutunun, Mars büyüklüğünde bir gezegene dönüşecek kadar materyale sahip olduğunu kaydediyorlar.
Bilim adamları 10 milyon yaşında olduğunu tahmin ettikleri oluşumun, kayaların oluşmasına imkân verecek olgunlukta olduğunu ifade ediyorlar. Henüz adı konulmayan oluşumun içerdiği materyaller, yerküre benzeri bir gezegene dönüşmesine yol açacak yapıda.
'Gezegen avcısı' olarak nitelendirilen bilim adamı grubu, bugüne kadar Güneş sistemi dışında 250'den fazla gezegen keşfetti. Yeni oluşumla ilgili tespit edilen detaylar, Astrophysical Journal dergisinin gelecek sayısında yayınlanacak.
http://www.internethaber.com/news_detail.php? id=107296&uniq_id=1192262616
-
Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli
KURT DELİKLERİ
‘‘Yıldızların kararıp, düştükleri dev kuyular gördüm’’
HORUS (Mısır Tanrısı)
Profesör Stephen W.Hawking, The Physics of Star Trek (Uzay Yolculuğunun Fiziği) adlı yeni bir kitaba yazdığı ön sözde zamanda yolculuğun mümkün olabileceğini öne sürdü. Zamanın iki ya da tek yönlü bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Augustin’in ‘‘zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur? ’’ sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor.
Bundan 100 yıl önce H.G. Wells, The Time Machine (Zaman Makinası) adlı romanında bu konunun fizikçilerce araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman ya da uzay-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi problemi teorik fizikçilerin zihnini kurcalıyor. Cambridge Üniversitesi’ndeki Isaac Newton kürsüsü profesörü Stephen Hawking, daha önce, eğer evrenin genişlemesi sona erer ve küçülmeye başlarsa, zamanın geriye doğru işleyebileceği fikrini ortaya atmıştı. Ama bu nasıl bilinebilirdi? Çünkü, bu takdirde, düşünce de geriye doğru işleyecekti. Fakat 1980’lerin sonunda, Hawking Zamanın Kısa Tarihi adlı, yalnızca ciltli baskısı 6 milyon satan kitabın ilk yayınlandığı sırada, tartışmalar kızışmaya başladı. Hawking yalın ve katı kabullerle zamanda yolculuğa izin vermiyordu. Uzayda evrenin çeşitli parçalarını birbirine bağlayan ‘‘solucan delikleri’’ vardı. Kafaları karıştıran da bu Worm Hole’lardı zaten. Hawking California Institute of Technology’deki dostu Kip Thorne 1994’te yayınlanan Kara Delikler ve Zaman Boşlukları adlı kitabında, genel relativiteye ilişkin öndeneyimlerin, uzaydaki bir solucan deliğinden zamanda seyahat etmeyi mümkün kıldığını öne sürdü. Ancak bunun için deliklerden birini açık tutmak ve buradan bir insanı geçirmek gerekeceğini yazdı.
‘‘Solucan Delikleri’’, Einstein’ın varlığını öngördüğü, varsayımsal uzay boşluklarıdır. Eğer uzayda boşluklar varsa, zamanda da boşluklar olmalıydı. Ne var ki bu boşluklar atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile varoluyor. Dolayısıyla, bu boşluklardan birini yakalamak, açık tutmak ve insanın geçeceği kadar genişletmek hayli güç olabilir. Başka bir bilim adamı, Princeton Üniversitesi’nden Richard Gott’a göre de, evrenin başlangıcı olan patlamadan, Big Bang’den arda kalan, sonsuz uzunlukta ve hayli gizemli şeyler olan ‘‘kozmik ipliklerden’’ ikisi alınıp aynı hızla birbirlerinin yanından geçmeleri sağlanırsa, teorik bir zaman makinesi yapmak mümkün olabilir. Kurt delikleri ‘‘sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10E-33 cm’lik hortumlardır ve her an heryerdedirler. Salınımlarıyla maddeye can verirler. Worm Hole’larda zaman olmadığı için dün ve yarın, en uzak ve en yakın, en büyük ve en küçük beraberdir. Zamanın ve mekanın ötesindedirler. Tünellerin kurgusu Geometrik-Dinamik denen iki yasayla yönetilir. Kıpır kıpır kaynayan bu geometrik biçim, dinamiktir. Tıpkı Windows’taki eğriler ve renkler adlı ekran koruyucu gibi. Döner, sallanır, uzar, kısalır, zamansızdır, dinamiktir. Philedelphia Deneyi’nde bu bölgeyi görmeleri muhtemel tayfaların gözlerindeki dehşete ve şaşkınlığa şaşırmamak gerekir. Bu tüneller zaten imkansızı temsil ettikleri için her türlü garabete neden olabilirler. Telepati’den rüyalara, ilhamdan ışınlanmaya kadar çözemediğimiz herşeyin sebebi olabilirler. Kurt delikleri hakkında bu yazılanlardan sonra bir de şunu okuyun; Mısır Piramitlerinde bulunmuş bir yazı:
‘‘Ey İnsanoğlu, bu parşomende yazılı olanları iyi oku. Oku; burada varolmadığın günleri bulacaksın. Eğer Tanrıların bahşettiği bilgeliğe sahipsen… Oku çocuğum; çok uzaklardan sana henüz ulaşan geçmiş ve geleceğin sırlarını oku… İnsanoğlu ebediyetten bugüne kadar sadece burada yaşamadı. Bir çok kere, zamanda, dünyada yaşadı. Herbirinin arasında karanlık perdesi var. Ve şimdi kapılar açılacak ve başlangıçtan beri varolan tüm karanlık tüneller aydınlanıp görünecekler. İnancımız bize sonsuz yaşamı öğretti; şimdi ebediyeti sonun sonun ve başlangıcın olmadığını anladık.Bu bir sonsuz daire… Çember yasasına göre; eğer bir şey doğruysa herşey doğrudur. Yaratıcı, çeşitli şekillerde yüzünü gösterdi. Aslında o birdir. İstedi ki; tek bir tanrı olarak bilinsin. Henüz herşey yanlış. Görünmeyen zamanların kudreti ruhların tümünü bağlayacak dünya öldüğünde; sona geldiğinde ve bu arada bütün ayrı geçmişler onlara açıklanmış olacak.’’
Kaynak:www.cafeturco.com
Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz! ! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir.
The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli
Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi Defteri / E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2
Time Travel Technology / Kuantum Teleportation / Duyuru / UFO Technology /
Roket bilimi / CetinBAL
http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/KURTDELIKLERIZAMANTU.HTM
-
Bu konularda meraklı ve yazmak isteyen arkadaşlar için:
BİLİM-KURGU TERİM ve TANIMLARI
Bilimsel Fantezi:
(İty. Fanta-scienza) (Kıs. B-F) Bilim-kurgu sözcüğü yerine kullanılmıştır. Ancak, kuramsal konuları içine alması bakımından, bilim-kurgunun alt başlıklarını oluşturması daha doğrudur. Uzay maceraları, fantastik gerçekçilik, efsaneler / mitoloji, dünyanın sonu / kıyamet, gelecek / ütopyalar, parapsikoloji.. konularında yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserlerdir.
Bilim-Kurgu:
(İng. Science-Fiction, Alm. Anticipation)
(Kıs. B-K) Geçmişte, günümüzde veya gelecekte, teknolojinin ve bilimsel gerçeklerin, araştırma, buluş ve kuramların ışığında yazılan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler; bunları bütünleyen desenler, resimler, besteler, kostümler, dekorlar, araçlar / aygıtlar / uzay gemileri / yaratık / kent / ülke / dünya formları ile başlı başına bir sanayi oluşturmuştur. Her hangi bir yapıtın kurgusunda veya bir bölümde bilimsel bir açıklama/dayanak varsa, bilim-kurgu eseridir; eğer herhangi bir kurama (teoriye) dayanıyorsa, bilimsel fantezi' dir; hiçbir bilimsel dayanağı ve kuramı yoksa, fantezi' dir.
Bilim-kurgu' da ana konular ve alt başlıklar:
* Bilgisayarlar ve sibernetik yapılar, (B-K)
* Buluşlar ve topluma etkisi, (B-K)
* Cinsellik ve tabular, (B-K)
* Çevrecilik, iklimbilim ve biyolojik çeşitlilik, (B-K)
* Dünyanın sonu, felâketler, kıyamet günü,(B-F)
* Efsaneler ve mitoloji, (B-F)
* Galaktik imparatorluklar (Space Opera = Uzay Maceraları) , (B-F)
* Gelecek ve alternatif tarihler, (B-F)
* İç uzay (innerspace) ve ruhbilimsel olgular, (B-K)
* Kayıp ve paralel evrenler, (B-F)
* Kentler ve değişik kültürler, (B-K)
* Robotlar ve insansılar, (B-K)
* Sapkınlar (mutanlar) ve ortak-yaşamlar (symbiotes) ,(B-K)
* Teknoloji ve buluşlar, (B-K)
* Telepati, telekinezi, parapsikoloji, ESP,(B-F)
* Uzay keşifleri ve kolonileşme, (B-F)
* Ütopyalar ve geleceğin toplumları, (B-F)
* Yıldız gemileri ve uzay yolculukları (Space Opera = Uzay Maceraları) , (B-F)
* Zaman ve sonsuz boyutları, (B-F)
Fantezi Edebiyatı:
(Fantasia) Genelde büyü, sihir, cin, peri öyküleri tarzında, masalsı bir anlatımda sunulan metafizik öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, fantezi edebiyatını oluşturur. (Yüzüklerin Efendisi, Herry Potter, vb...)
Fantastik Gerçekçilik:
(Fr. Realisme Fantastique) Dünya uygarlığının, dünya dışı bir kaynaktan geldiği konusuna eğilen ve geçmişten gelen kaynakları, kutsal metinleri ve arkeolojik bulguları inceleyerek, bu savı ispatlamaya çalışan yazın türü. (Erich von Daniken' in eserleri, vb..) . Bu konuda yazılan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer.
Metafizik:
(İng. Metaphysics) Fizikötesi. Beş duyu ile algılanamayan ve henüz laboratuvarlarda incelenemeyen, deneysel hâle gelmemiş her tür fizikötesi, fantastik ve spritüel konu. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, fantezi edebiyatını oluşturur.
Paralel Evrenler:
(İng. Paralel Universes) Koşut evrenler. Birbirinden küçük zaman ve mekân farklarıyla ayrılan; temelde birbirinin benzeri, sonsuz evrenler. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar,senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer.
Para-psikoloji:
(İng. Parapsychology) (Yunanca) Para: Ötesinde; Psyce: Ruh, nefes; Logos: Söz, bilgi, bilim; sözcüklerinden türetilmiş bir birleşik kelime olup, 'Ruhbilim ötesi, Nefes bilgisi ötesi' anlamına gelir. Fizikötesinin laboratuvarda yapılan deneysel bölümünü oluşturur. Telepati (duru-görü, duru-işiti) ,telekinezi (uzaktan hareket ettirme) , hipnoz, ekminezi (uyutarak geçmiş yaşamları irdeleme) , levitasyon (yerçekimine karşı koyma) , tayy-i mekân (farklı yerlerde görünme) , ESP (zihinsel yolculuk) , re-enkarnasyon (yeniden doğum) ,.. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer.
Psikoloji:
(İng. Psychology) (Yunanca) Psyce: Ruh, nefes; Logos: Söz, bilgi, bilim; sözcüklerinden türetilmiş bir birleşik kelime olup, 'Ruh Bilgisi, Ruhbilim, Nefes bilgisi' anlamına gelir. Bilimsel çalışmaların ve öğretinin dalıdır. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının konuları arasındadır.
Spritüalizm:
(İng. Spiritualism) (Latince) Spiro: Nefes, ruh; sözcüğünden türetilmiştir. 19.yy.dan itibaren, akıl yoluyla değil de, deneysel yolla ruhun etkilerinin araştırılmasınaPsikoloji (Psyco-logos: Ruhbilim) denilince; ruh, öz ve cevher üzerinde çalışan grupların tercih ettikleri bir kelime olmuştur. Bütün evrenin, Yüce/Tanrısal bir soluk olduğu kabul edilir; yaşam bu müthiş kudretin soluması/işlevidir.
Ütopya:
(İng. Utopia) (Yunanca) İyi ülke veyaOlmayan ülke anlamında bir birleşik sözcüktür. Olağanüstü bir toplumun gerçekdışı kurgusunu anlatan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer.
http://www.x-bilinmeyen.org/index2.htm
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Yağmur Sonrası Akşamlar |
Toprak kokan
Yağmur sonrası akşamlardı
Yüreğime ağırından bir sevda binmişti
Dört tarafım kilitli kapı
Bir gökyüzü, bir sen kalmıştın aydınlık
Hayatın gerisi endişe, tasa ve karanlık
Ağaçlardan sular damlardı yüzüme
O an bulutların adını andığı andı
Sokaklar sensiz ve çamur
Çocukluğumun yüzüme vurduğu zamandı
Kendime ihanetlerimi yaşıyordum sensiz
Gözlerim umarsız, yüreğimde bulandı
Yağmur seni getiren heyecandı
Uzaklığını yaşamaktı beni ıslatan
Şimşeklerde, yüzünü aydınlatırdı ufuklar
Gizem dolu kutsal bir zamandı
Bütün dualarımın yönü sanaydı
Karanlıklar seni fısıldıyordu ıslaklıklarda
Bir sabah güneş doğdu, gerçekler uyandı
Ve her şey bir kâğıt gibi sessizce yandı
27 Mayıs 2013
Pazartesi
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Yalnızlığın Tanımı |
Yalnızlık
Yalnız kalmak değildir
Yalnızlık
Onca insanın içinde kendini yalnız hissetmektir
Yalnızlık
Seni kimsenin anlamaması
Ya da umurlarında olmaman
Kimsenin senin gibi hissetmemesidir
Yalnızlık
Senin başkalarını
Başkalarının da seni
Yokmuş gibi görmesidir
Ne sen onlardansın
Nede onlar senden
Ve işin kötüsü
Onların içinde senin yerin olmadığı
Onlar senin yanında olduğunu söylerler
Oysaki çok uzağındadırlar
Senin için onlar olsa da olmasa da yalnızsındır
Yalnız olan kim mi? Ben kimi anlatıyorum sizce?
15 Aralık 2013
Pazar
|
Mehmet Yunus Aytek 2 | Yaşadığımız Unutulmaz |
Zamanla her söz
Bir acı söz olur
Kimi yaralar kelimelerle sarılır
Kimileri de yanıtlanırsa hep sorulur
Aynıdır zamanla her bir söz
Bir acı sözden önceki son söz olur
Kimi yaralar kelimelerde saklanır
Kimileri de zamanla kalan hep aynılarıdır
15 Ağustos 2015
Cumartesi
|
Mehmet Turan Yarar | 119 |
Köle ol, kendini vakfeyle de şer bilmeyene
Padişah ....................
|
Necdet Erem | 118 Çay ve Şeker. |
Evet,
Hayatı çaya ve şekere benzetenler;
Hayat çaya, ömür şekere benzese de,
insana yaşam için verilenlerin sadece çay içinde eriyecek,
ancak çay bitince acı sonu fark edilecek cinsten şeylerle sınırlı olmadığının farkına varanlar,
çayı da şekeri de,
tabağı, çaydanlığı da,
ebedi âlemi kazanmanın malzemesi haline getirip,
hayatı sonu sıfır olan dramatik bir sahne olmaktan kurtarıp,
yaratıldıkları ebedi âlemin standart geliştirme eğitim alanına çevirebilirler.
Ne mutlu yaratılış gayesinin farkında olup,
ebedi saadeti kazanmak adına verilmiş olan dâhili ve harici emanet ömür sermayelerini, yaratılış amacı doğrultusunda sarf edip, karşılığında vadedilen ebedi nimetleri kazanma adına değerlendirenlere.
|
Cafer İşler | 12 Eylül |
Vuruyordu kardeş kardeşi
Sokaklardaydı insanların kalleşi
Her zaman bulunuyordu insan leşi
Kesmedimi Maraşta kardeş kardeşi
Babam hep derdi nerede bu ordu
Hep kesiyorlardı insan bacağı kolu
Dur diyen cıkmazdı bir allahın kulu
12 EYLÜL darbesi kurtardı TÜRKULUSU nu
|
Hasan Sancak | 12.Bölüm Alternatif Isıtıcı Reklâm Senaryosu |
12.Bölüm Alternatif Isıtıcı Reklâm Senaryosu
REKLÂM YAZARI HASAN SANCAK’IN ALTERNATİF REKLÂM SENARYOLARI
ÖNEMLİ NOT: AŞAĞIDA YAZILAN REKLÂM SENARYOLARI; ALAÇAMLI HALK ŞAİRİ-REKLÂM YAZARI -EĞİTİMCİ-GAZETECİ HASAN SANCAK'IN KENDİ AKLINDAN BULMUŞ VE YAZMIŞ OLDUĞU DÜŞÜNCE ÜRÜNLERİDİR. HER REKLAM SENARYOSUNUN KONULARININ TAMAMI YA DA KÜÇÜK BİR BÖLÜMÜ TÜRKİYE VE DÜNYADAKİ ULUSAL, YEREL, TELEVİZYON, RADYO, BİLGİSAYAR, GAZETE, DERGİ, ŞAHIS, FİRMA, ŞİRKET, REKLÂM AJANSI VB … TARAFINDAN KULLANILAMAZ.. SESLİ, GÖRÜNTÜLÜ, YAZILI ŞEKİLDE TELEVİZYON, SİNEMA, TİYATRODA OYNATILAMAZ, KOPYALANAMAZ, SESLENDİRİLEMEZ. KASET VE CD YE ÇEKİMİ YAPILARAK, GÖSTERİLEMEZ REKLÂM SENARYOLARI FARKLI BİR ÜRÜN İÇİN DE ASLA KULLANILAMAZ. KONUYA BAĞLI KALARAK, ANCAK SAHİBİNDEN İZİN ALINARAK, DEĞİŞİKLİK YAPILABİLİR. ÖBÜR TÜRLÜ HER HANGİ BİR ÜRÜN İÇİN KESİNLİKLE KULLANILMASI YASAKTIR. AKSİNE HAREKET EDENLER HAKKINDA 'TELİF HAKLARI YASASI' UYARINCA KANUNÎ İŞLEM YAPILIR.
KONU: Kış ayına girilmiştir. Yerler karlarla kaplanmıştır. İnsanlar evlerinden dışarı çıkmaktadırlar. Bahçede bulunan arabalarını çalıştırırlar. Herkes kendi işine yetişecektir. Araçların kaloriferleri yandığı halde insanlar üşümektedirler. Arabaları ile yolda gitmektedirler. Bir caddeye girerler. Caddede kırmızı ışık yanmıştır. Kar bu caddede etkisini göstermemektedir. Arabalarına binenlerin üşümeleri yavaş yavaş sona ermeye başlar. Çünkü karşı tarafta yanan sarı renkli trafik ikaz ışığı araç sahiplerinin üşümelerini engellemiştir. Bu yere yaklaştıkları zaman bunun sarı ışık değil, ünlü bir markanın ısıtıcısı olduğu görülür.
|
Gülşen Şenderin | 12 Aralık 2012 Çarşamba |
12-12-2012 – Çarşamba
Dünya gizem yüklü bir olası merakında
Bu tarihle eşleşen onca doğum, evlilik!
Ne söylenceler yok ki; üç on iki hakkında
Enerjide azalma, ısıda değişiklik…
Birçok cevapsız soru, kehanetin terkinde.
Ne; kıyametin habercisi Maya takvimi
Ne dünya ekseni; kim durdurur devinimi?
Tabiat için kimse yapmazken ödevini
Tükenişe terk ettik doğanın dümenini
Bu gidişle kaynaklar zora düşer yakında.
Bizler ki zenginlikle kutsandık; ya çocuklar?
Temiz çevre mi kaldı; verimli toprak mı var?
Kültür ne, organik ne; eski tatlara kadar…
Çılgınca ye iç, tüket; düşünce dar, görüş dar.
Süre gelen olgular, küresellik şokunda.
Bilinç, beyin gücünü daha iyi kullanma
Savaşsız, açlıksız bir dünya için donanma
Hür bir biçimde çevre haklarını savunma.
Sevgi elçisi olsak; kalmaz hiçbir muamma,
Yeter ki, beşeriyet olsun bunun farkında.
Saat tam on ikide, dört on iki yan yana
Bin yılda bir ayni şey, gelebilir meydana
Kimi yorumlar şerden, kimi hayırdan yana
Fiziksel ve ruhsal arınma gerek insana
Altın çağımız olsun, dönen zaman çarkında
Gülşen Şenderin
|
Recep Uslu | 12 Eylül 1980 Cuma Günü |
12 Eylül Cuma günü kapım hızlı hızlı çalındı,açtım Hayri dayı ' Hoca çabuk televizyonu aç darbe oldu' dedi ' genemi bu adamları kurtardılar' dedim.Kimdi kurtulan bu adamlar, Demirel ve Ecevitti elbette.Açtık televizyonu 'omuzu kalabalık beş paşa oturmuş sakın sokağa çıkmayın demektelerdi.' ama benim çıkmam lazım.Yıllarca köylerde ebelik yapan hanımım, şehirde çalışabilmesi için vilayette kurs görmekteydi.Köylerdeki canlar can değil, nasıl olsa doğuruyor, ama şehirli kadınlar öylemi, onların doğurması için köy ebelerine kurs vererek doğumu öğretmek lazım dı...Eşimi Cuma günleri alır, pazartesi sabahı vilayetteki hastaneye bırakırdım.İki küçük çocukla biz hafta içi beraber dururduk.O günde hanımı almam lazımdı.Hayri abi ' gitme hoca ne olur ne olmaz ' dedi.Ama mutlaka gitmeliydim yıkanacak çamaşırlar vardı. Çocuklar annelerini özlemişlerdi. Çıktım yola biraz gittim yolda iki asker el etti durdum.' abi nereye gidiyorsun' dediler.' vilayete gidiyorum dedim.' Bizide al ' dediler.Aldım arabaya düştüm yola..yollarda barikatlar var ama beni arabada askerler olunca durduran olmadı. Vilayete gelince askerler indi, ben eşimi hastaneden alıp geri yola çıktım.Bir fırının önünde durdum ekmek alacağım arkadan bir ses ' durma devam et' ' ekmek alacağım' ' ne ekmeği durma yürü hadii..' tabii biz ekmek alamadan devam ettik. Biraz önce geçtiğimiz yoldan geriye gittmekteydik.İlk barikata geldik, dur işareti durduk, üzerimize birkaç asker silahları doğrultu ' inin aşağıya' indik. 'Aç arabanın kaputunu, bagacını, kapılarını, torpidosunu' açtık,' nereye gidiyorsunuz, sokağa çıkma yasağını bilmiyor musunuz' biz sessiz durduk.Hanıma o akşam hastaneden görevli kağıdı verilmiş.Onu gösterdik 'geçin' dediler.Yola devam ettik..biraz aşağıda yine yol bağı var.'inin aşağıya, açın arabanın her kapısını,bu arada üslerimizde yoklanıyor tabii.'Nereye gidiyorsunuz, neden sokağa çıktınız' ve benzeri sorular ve silahlar üzerimize doğrultulmuş vaziyette..görev kağıdına bakma ve yola devam izni...biraz aşağıda yine yol bağı..bizim gibi bir kaç araba..yol sessiz..yine inin arabadan, siz kimsiniz, neden dışarıdasınız,en ufak bir hata yada kıpırdanma yapsak öyle sanıyorum bizi vuracaklar.Oldum olası silahtan korkarım, dahası yanımda hanım var...serde erkeklik var...korkmamaya çalışıyorum...neyse yarım saatlik yolu birkaç saatte gelebildik.Çocuklarım biri sekiz, bir beş yaşında evde bizi endişeyle beklerlerken bulduk.Teselli ettik.
Bu bir günlük aklımda kalan olay.Ama genede 'DARBECİLER YARGILANSIN' Derken düşünüyorum..sanki ordumuza hakaret ediyormuşum gibi geliyor.Ben her yerde her zaman bizi koruyan ordumuza hakaret etmek istemiyorum. Birde geriye değilde hep ileriye baksak daha iyi olmaz mı arkadaşlar...
Neyse şimdilik bu kadar.
Herkese saygılar.
|
Gürsel Çolak | 12 Eylül |
vatan vazifesi ister istemez yapmak istemediğimiz seyleri yapmak zorunda bırakıyor...
12 Eylül 1980
Çaldı alarm gece yarısı
Tüm asker ocaklarında
Kalktık gece karanlıkta
Ne olduğunu anlamadan
Kuşandık tam techizat
Vurduk silahları sırtımıza
İhtilal oldu dediler.
Köylere nöbete gönderdiler
Karşı gelen olursa eğer
Vur emri verdiler.
Şırnaktayım iki dağ arası
Bir tarafta Namaz
Bir tarafta Cudi Dağı
Vuracağımız insan ise
Bir ANA bir VATAN EVLADI
Nasıl vururuz, nasıl kıyarız?
Nasıl söndürürüz bir ocağı?
Kurulmuş yada kurulacağı
Yerin dibine batsın bu asker ocağı
Emir kulu etti bizi öğretmedi acımayı......
|
Midayet Kara | Canı Özledim |
Gün geçtikçe, ben cananımı özledim
Hasretini, kalbim içinde közledim
Kâh ağladım, gözüm yaşını gizledim
Canı gönülden özlemişim, ben onu
Evime ateş düştü, yanıyor hanem
Etme bu kadar sitem, delinir Sinem
Sen yoksan yanımda, iyileşmez yarem
Canı gönülden özlemişim, ben onu
Felek yolumu kesmese, gitsem yâre
Çektiğim bu dertlere, olacak çare
İçinde yarim yoksa, yıkılsın hane
Canı gönülden özlemişim, ben onu
Bunca sevgimiz vardır, gider mi boşa
Yazılanlar gelirmiş, bu garip başa
Midayet’im ağlarsın, doymadın yaşa
Canı gönülden özlemişim, ben onu
(0796) Eylül 2009
|
İlhami Arslantaş | 12 eylül marazı (Coptan kaçan) |
Coptan kaçan topa, popa sarıldı,
Deha çoluk çocuk kıl oldu abi.
Diskotekler doldu morfin verildi,
Eve geldiğinde dul oldu abi.
Kültür sayılıyor ohalar çüşler,
Kültür dersi verir esrarcı keşler,
AB. ye kurulur saatler düşler,
Evet ahlakımız çil oldu abi.
Piyango eksenli sömürü yerken,
Spor loto, toto velhasıl derken,
Doluya tutulur yağmurdan ürken,
A ‘dan z’ye her şey zül oldu abi,
Kahve, kafeterya facia evi,
Yutmakta, yutuyor sermaye devi,
Teslimiyet işte bu da bir nevi,
Gözlere çekilen mil oldu abi.
Ahrazlık tutunca koca milleti,
Başlara taç oldu yokluk illeti,
Halk ezerdi ama hain zilleti,
Her an üstümüzde dil oldu abi,
Susturucu taktık dilimiz sustu,
On iki eylülde dövülen pustu,
Ağır darbe alanlar hep kan kustu,
yüreğimiz yandı çöl oldu abi.
Suya indir diye corc bush babalar,
Emretmişti çünkü indi dubalar,
Duba kaldı, boğulmuştu çabalar,
Bütün hayalimiz kül oldu abi.
Der ilhami her gerçeği biliriz,
Bir gün olur zaptı ele alırız,
Sazımızla gümbür, gümbür geliriz,
Susmadım kırılan tel oldu abi,
|
Yavuz Bülent Bakiler | 12 Eylül'e Sitem |
Kolum, kanadım diyordum.
Sevdalanıp gidiyordum
Yurdum diye seviyordum
Yurdum, felaketim oldu.
Türküm! dedim, Türk'ü sevdim
Öğünen bir koca devdim
Volkandım, alev-alevdim
Kor'dum... felaketim oldu.
Kimisi Rus, kimisi Çin...
Uşağıydı; dedim niçin?
Bayrağıma selam için
Durdum... felaketim oldu.
Vatan millet idi tasam
Çiğnenmişti ana-yasam
Vuracaklardı vurmasam
Vurdum... felaketim oldu.
Neyim varsa birer birer
Tutup çarmıha gerdiler
Bozkurt'uma 'it' dediler
Kurdum... felaketim oldu.
Bu ahlaksız dubaraya,
Tarih 'mim' koysun buraya
Eylül darbesini hayra
Yordum... felaketim oldu.
Gönlümün yiğit beğiydi
Gözlerimin bebeğiydi...
Ona da mı nazar değdi
Merdim... felaketim oldu.
Tarafsızlık diye diye
Şu en soysuz haramiye
Başımızı vermek niye
Sordum... felaketim oldu.
Ben değildim esip-tozan
Kanlı kuyuları kazan
Bütün tuzakları bozan
Zordum... felaketim oldu.
Kolum, kanadım diyordum.
Sevdalanıp gidiyordum
Yurdum diye seviyordum
Yurdum, felaketim oldu.
|
Ferhan Demiral | 12 Eylül Olmasın.. |
12 EYLÜL OLMASIN
Hatırlamak istemem ki,
Hüzün dolu o günleri.
Kalem biter yazamam ki,
Çile dolu o günleri.
On iki Eylül olmasın.
Kimse ateş te yanmasın.
Bir sağdan bir soldan asın,
Çıkmasın hiç ayaz sesin,
İşkenceden geçer kesin,
On iki Eylül olmasın,
Kimse ateş te yanmasın.
Okuyan nesil yok oldu,
Birbirine düşman oldu,
Baba oğula pusu kurdu,
On İki Eylül olmasın,
Kimse ateş te yanmasın.
Zemin hazır darbe oldu,
Millet meclisi fes oldu,
Ağıza kilit vuruldu,
On iki Eylül olmasın,
Kimse ateş te yanmasın.
Ferhan DEMİRAL
12 eylül 2014 İSTANBUL
|
Muhlis Şutanrıkulu | 12 Eylül sabahı |
Sokakları inletti tank bot sesleri
Darbeyle uyandık 12 eylül sabahı
Radyolarda hasan mutlucan eserleri
Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı
Demokırasi diğe faşizim geldi başa
Korku saldılar insanlara dağa taşa
Güvendesiniz dedi kenan paşa
Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı
Ne buldularsa yakıp yok edip yıktılar
Kimi buldularsa cezaevlerine tıktılar
Yaşı küçükleri büyütüpte astılar
Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı
Doğmamış bebeleri yetim koydular
Genç kızları işkencehanelerde soydular
kimini öldürüp kimini sakat koydular
Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı
|
Mehmet Tevfik Temiztürk | 12 Haziran Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü Şiiri |
Bencil tavrın niyetli zulümle davranmaya,
Tenezzül mü edersin çocuktan kâr almaya?
O, daha küçük çocuk işçi gibi çalışır,
Ruhlar zorba olursa önlem almak zorlaşır…
Bir çocuğun sırtından para pul kazanılır,
Kâr edinme hırsıyla yoksulluk kullanılır…
Ciddi destek gerekli gönüllü kurumlarca,
Medya ya da sendika, gibi oluşumlarca…
Çocukluk, denilen çağ mutlaka yaşanmalı,
Ruhsal ya da bedensel destekler sağlanmalı…
Her çocuk işçiliği suiistimal, demektir,
Rab rızasından uzak vicdani eksikliktir…
(2011)
|
Murat Gevrek | 12.Haziran.05 |
12.Haziran.2005
Evet, yaşandı bu olay
Umuma müşkülât vermeyen bir alan
Üzerinde yok üniforma
Bozyaka’lı bir komisermiş
Zincirlerini koparmış bir köpek gibi sarıyor
Öyle bir şaşırmış ki ısırmaya çalışıyor
Dilin ne der arkadaş
Ben vatan haini değilim
Sende vatan değilsin vatan benim
Ben halkım arkadaş
Ben milletim
Senin yediğin ekmekte payı olan benim
Ne diye bana ürürsün
Ne diye beni ısırmaya çalışırsın
Yediğin ekmek helal mi şimdi sana
Dolacağım taşacağım yapışacağım bir gün yakana
Ne mıntıka senin
Ne bu senin bu senin görevin
İt gibi salyalarını akıtırsın
Nedir sebebin
Ben milletim arkadaş
Ben halkım
Ben senin vazifene tecelli eden kutsal unsurum
Kendine gel…
Bozyaka cinayet masasından bir komiser
Tanrıya rakip olma ukalalığında
Zincirlerini koparmış köpek misali
Sağa sola saldırmakta
Dün yaşandı bu olay
Bir köşe başında
Ben vatanım
Vatanı bunlara emanet edenler utansın…
Dilin ne der arkadaş
Ben vatan haini değilim…
Murat Gevrek
|
Arif Altunbaş | 12 Eylül |
Oniki eylül bindokuzyüz seksen
Gece dört sularında korkular kolgeziyordu
Issızdı Ankara sokakları gibi ülkem
Gölgeler ürkek ürkek yürüyordu
Taşları bağlasalar bile
Kaldırımlarda aç köpekler uluyordu
Kuşluk vakti doğacak güneşimize
Meydan işgalcileri ve yarasalar
İçlerinden sinsi sinsi gülüyordu
Nice gece baskınlarından sonra
Vurgunlar,soygunlar,işgaller ve idamlar gördüm
Bilirim hepsi alın yazımın coğrafyasıdır
Anladım şimdi kimlermiş zulmün taşaronları
inkarın virüslerini taşıyan kanlarında
Her yerde gölgeler yürüyordu
Sessiz kalabalıkların damarlarında
Öfkem ve sevdam direniyordu
İşgence operası filistin askısı
Zindanlarda nice çiçeklerim soldu
İtiraf tiyatrosu dibçik baskısı
Dörtyol ve kavşaklarda çörekleniyordu
Milleti kurtarmak istiyenlerden
Millet de kurtulmak istiyordu
Gençliğimi katlettiler aşikar
Katiller ülkemde kahraman oldu
Ankara,12.09.1990
|
Ahmet Emer | 12 Haziran’ da Ne Yapacaksın? ! . |
Elime geçen AKP’ li çakma İzmir adaylarının propaganda kağıdında “Partiye mi İcraate mi Oy Vereceksin” diyor? ! . Bir kere Türkçe’ yi bilmiyor daha bunlar bir de bakanlık falan yapıyorlar; doğru yazılış “icraata mı” olacak.
Seçenekler sıralanmış, Ne istiyoruz diyorlar?
*İstikrar…………..Gördük istikrarı, kim için, ne için; halkın mı, Recep’ le Bilal’ in mi AKP ve yandaşlarının mı, Tarikatların mı? “Her alanda planların yapılabileceği ortam istiyoruz” diyorlar! 9 Yıldır tek başına iktidar olan kendileri değil miydi? Demek ortam bulamamışlar!
*Demokrasi…….Hangi demokrasiden söz ediyorlar anlaşılmıyor? Olmayan “ileri demokrasiden mi”, Orta Çağ demokrasisinden mi? Daha basılmamış kitaba bomba diyen başbakan zihniyetinde demokrasiden mi? Padişahlık demokrasisinden mi?
*Sivil Anayasa..”Herkesin haklarını koruyan, demokratik sivil bir anayasa istiyorlarmış! ” Sivil Darbe Anayasasından söz ediyorlar sanırım! . Ama ne olduğunu bir türlü söylemiyorlar? Ücretsiz öğrenim hakkı isteyen iki çocuk 2 yıla yakın hapis cezası hükmü ile yatıyorlar. Yıllardır içeride yatıyor, “suçum ne diyor” suç yok ortada! İsviçre’ de 8 gizli hesabın var dediği için içeri atılıyor biri. Ayağa kalkmadı diye içeri atılıyor öteki. “Tarikatlar her yanı sardı, Fetullahçılar işgali hüküm sürüyor” dediği için içeri atılıyor beriki….
*Eşitlik…………..”Zümre, etnik kimlik, din-mezhep ve cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin Eşit Vatandaşlık Hakkı” istiyorlarmış! Güleyim bari, Allah aşkına bunlar muhalefetteler mi? Bir AKP’ li ile olmayan bir mi? Kürt, Türk, Alevi, Sünni ayırımı yapan; kadını 3 çocuk doğurması gereken kuluçka makinesi gören kim? Sürekli belden aşağı vuruşlarla yatak odalarına kadar girenler, kaset üretenler ve şantaj yapanlar kimler? Sanki hak sahibi olmayanlar kendileri de! İstemekte haklılar, kendileri bunları yok ettiler, muhalefetten istiyorlar gel yap diye.
*AB Üyeliği…….”AB’ ye üyelik ve hak ve özgürlüklerin yaşandığı bir ülke istiyoruz” diyorlar. Haklılar, kendileri istemediler, girmek için uğraşmayı boş verin baltaladılar! Muhalefete uyarı, iktidara geçince ilk işleri AKP’ lilere ”hak ve özgürlük nasıl yaşatılırmış göstersinler!
*Onurlu Dış Politika…Kendileri ABD ve AB’ nin güdümünde politikalarla “durmak yok yola devam dediler”. Kıbrıs’ ı peşkeş çekemediler, Denktaş’ ı uzaklaştırmalarına karşın! 12 Mil yok oldu, Yunan burnumuzun dibine kadar geldi. Irak / ABD sınırımızda PKK belası musallat! İsrail’ e Suriye sınırındaki mayınlı araziyi temizletip 49 yıllığına vermediler. Hele bir gitsinler, Onurlu Dış Politika nasıl olurmuş öğrenecekler.
*Ekonomik Kalkınma…”Kişi başına 25 000 Dolar! ..gelir”diyorlar. Allah aşkına dalga mı geçiyor bizlerle bunlar? Hangi iş sahasında, hangi işle, kim bu kadar kazanabilecek? Halkım evinden dışarı çıkamıyor, ekmeği bile fırınlanmış bayat ekmekten alıyor. Köylüden süt 500.-kuruşa alınıyor, bir bardak çay 1,00.-TL, bir simit/gevrek 600.- kuruş; bir sabah çay simit yese karşılığında 3 kilodan daha çok süt satması gerekecek. Mazot 3,5.-TL, benzin 4,5.-TL. Küfür ettikleri Atatürk ve İnönü zamanında yapılan yatırımları yok pahasına, haraç mezat, bir yıllık karına peşkeş çektiler. Babalar gibi satmakla övündüler. Çalışacak iş yeri kalmadı. Köylü aç, perişan, yokluk ve sıkıntı içinde. Geç anam babam geç!
*Sosyal Devlet…. “Herkese eşit sağlık, eğitim, emeklilik istiyorlarmış” Güleyim mi ağlayayım mı? Sınavlarda tarikat / yandaş çocuklarına şifre ile eğitim eşitliği; tedavi için gerekli ve zorunlu ilaç verilmeyen hasta; kalkınmışlık düzeyinden pay alamayan sefil baykuş misali dolanan emekli ile şimdiye kadar bizleri terbiye ettiler! Demek kendileri de bundan memnun değillermiş! Bir an önce defolup gidin de görün bakalım Sosyal Devlet nasıl olurmuş? ! .
*Medeniyet ile Gerçekçi Politikalara gelince inanın dayanamayacağım. “Oto yol, liman, kanal, tüp geçit, ray, tramvay…ayağı yere basan projeler” istiyorlarmış. Yuh yani! Halk açlık, yokluk, yoksunluk, yolsuzluk altında inim inim inlerken, VERİLEN SADAKA İLE YETİNİRKEN, küfür eder gibi ayağı yere basan proje diye Lafonten’ den Masallar anlatmazlar mı?
Ey halkım, KOYUN MUSUN değil misin? Aklın fikrin var mı? İdrakin yerinde mi? Kul musun, köle misin? NE OLDUĞUNU BİR GÖSTER ALLAH AŞKINA! ! !
|
Ahmet Terzioğlu | 12 Heceli DÖRTLÜKLER |
Hisarönü'ndeyim bir cuma vaktinde,
Hatıralar ile dolup taşıyorum;
O müthiş an canlanıyor gözlerimde:
"Allah'ım sana havale ediyorum..! ! "
|
İsa Tekin | 12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi Uygulamaları |
Evet yine bir 12 Eylül geldi 1980 darbesinden bu yana tam 29 yıl geçti fakat 12 Eylül darbesini yapanlar Türkiye de halen yargılanamadılar, kendi ürettikleri anayasa tarafından yönetiliyoruz.
Ülkemizde 12 Eylül vahşetini yaşayan binlerce insan adli sicillerinde halen o darbenin ve ana yasasının kurallarına göre ceza alanların cezaları silinmemiştir gerek bu cezalar kâğıt üzerinde silinse de yüreklerinde ve beyinlerinde ölene dek silinmeyecektir.
Bende bir 12 Eylül mağduru olarak o süreci asla unutmadım ve de unutmayacağım unutulmaması için önüme gelen her insana o insanlık dışı vahşeti anlatmaya devam edeceğim.
Beni dinleyen insan çıkmazsa dağa taşa ağaca kuşa haykırarak anlatmaya devam edeceğim.
Şimdi kısaca dönemin vahşetini cehaletini insanlık dışı tüm pisliklerini anlatmaya çalışacağım; 12 Eylül cuntacıları General ve darbecileri Milli güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral KENAN EVREN Orgeneral NURETTİN ERSİN Orgeneral TAHSİN ŞAHİNKAYA Orgeneral NEJAT TÜMER Orgeneral SEDAT CELASUN 12 Eylül 1980 tarihinde tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koyarak günün Türkiye’sinde siyah beyaz olan TRT Televizyon ve Radyolarında yönetime el koyduklarını ve TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) i fethettiklerini tüm parti sendika ve derneklerin faaliyetlerine son verdiklerini MGK’lı 1 no lu 2 no lu 3 no lu bildirileri yayınlayarak MGK lı başkanı KENAN EVREN’in Onun içindirki netekim::::::: diyerek Türk demokrasisini askıya aldıklarını böbürlenerek anlatıyordu. 1982 de yeni düzenlediği anayasaların Adalet bakanlığı 12 Eylül ile ilgili yayınladıkları verilere bakılacak olursak 650 bin kişiyi gözaltına aldılar 650bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar 650bin kişinin iradesini kırmaya kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye ihanete zorlamaya dönük işkence baskı ve yaptırım politikalarını askeri ceza evlerinde 10 yıldan fazla devam etti. Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar işkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.7000 kişi hakkında idam istediler 517 kişiye idam cezası verdiler 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı 50 kişiyi idam sehpalarında astılar. 29bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar 388bin kişiye pasaport vermediler 1milyon 863bin kişiyi fişlediler sadece fişlenenlerin değil çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
Bu süre zarfında 14 kişiyi ceza evlerindeki açlık grevlerinde 16 kişiyi kaçarken 17 kişiyi de çatışmalarda öldürdüler 1974-1980 döneminde 5000 kişinin öldüğünü binlerce kişinin yaralandığını yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlarının 78 kuşağının verdiği kaybın ödediği bedelin yaşadığı linçin boyutları hakkında her halde kaba bir fikir edinmiş olursunuz 12 Eylül askeri faşist darbe Türkiye’yi toz duman etmiştir ülkenin her tarafı yeniden işgal edilmiş tüm dernek sendika dernek ve tüm sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verilmiş başkan ve yöneticileri ya tutuklanmış ya firar etmiş veya yurt dışına kaçmışlardı: kahraman basın: bu faşist generallerin borazanlığı için adeta yarışır hale gelmişlerdi sol basın ve sol susturulmuştur adeta bedenlerinin üzerinden panzerler geçmiştir. Türkiye baştanbaşa susturulmuş adeta ülke cezaevine dönüştürülmüştür yazan çizen okuyan aydın yazar öğrenci öğretmen işçi çiftçi hepsi bu cehennemden beter olan ceza evlerine konmuştur. Tüm bu insanlık dışı vahşet: vatan millet Sakarya: adı altında yapılıyordu MAMAK METRİS BUCA ERZURUM ELAZIĞ ve DİYARBAKIR 5nolu cezaevleri dolup taşmaktaydı bir yatakta 4kişi yatıyordu bu insanlık dışı ceza evlerinde her türlü baskı işkence ve kişiliksizleştirme çalışmaları emir komuta zinciri içerisinde yapılıyordu bende bu süreçte DİYARBAKIR 5nolu ceza evinde uzun süre yattım yattığım süre içerisinde yaşadıklarımı gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım DİYARBAKIR cezaevinde insan haysiyeti ve kişiliğiyle oynandığı kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar insan haysiyeti ve kişiliği ile oynanmamıştır O yüzden cehennem tanımlaması da yetmez çünkü cehennem insan imajının yarattığı en kötü yer olarak tanımlanır DİYARBAKIR 5nolu cehennemi o imajında ötesinde insan havsalasının bile yetmediği bir olgu üstelik cehennem imajında verilen ceza neyse infazı yapılırmış insanları 24 saat şiddet altında tutan insani olan her refleksini uyurken bile esas duruşunu bozmak büyük bir suçtu her duygunun her istemin birer işkence bahanesi haline getirildiği ve bu işkencenin yıllarca sürdüğü dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiştir uygulanan şiddet insan aklını mantığını ve her türlü bilimin sınırlarını aşan boyuttaydı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlara COP sokularak BOK yedirilerek insanlardan milliyetlerini ve dinlerini değiştirmeleri istenmemiştir. Kürde araba türke zor ile bütün ırkçı ve faşist ve askeri marş zor ile öğretilmiş ve gün boyu yerinde saydırılarak okutulmuştur DİYARBAKIR ceza evinde uygulanan bu program Dünyada uygulanan ırkçı programların tümünden daha farklı vahşettir. Şimdi Diyarbakır cezaevindeki resmi işkencecilerdir....
MGK
Or. Kenan Evren
Or. Nurettin Ersin
Or. Tahsin Sahinkaya
Or. Nejat Tümer
Or. Sedat Celasu
MGK'ya bagli Generaller
Necdet Ürug
Bedrettin Demirel
Selahattin Demircioglu
Süreyya Yüksel
Nejat sevim
Sikiyönetim komutanlari
Hüsnü Celenkler
Recep O. Ergun
Nevzat bölüggiray
Kemal Yamak
Tevfik Alpaslan
Selahattin Yirmibesoglu
7. Kolordu Komutanlari (Diyarbakir)
M. Cemalletin Altinok
M. Kemal Yamak
1971-1974’te Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan, Kıbrıs harekâtının gizli planlarını yürüten emekli general Kemal Yamak vefat etti. Yamak’ın hatıratında yer alan “Meclis’te CHP dahil her partiden Özel Harpçi milletvekili var. Bu vekiller genç yaşta örgüte girerler” sözleri çok tartışılmıştı
Adını son olarak üç yıl önce, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabıyla duyurmuştu. İsmi belki gölgede kalmıştı ama görevli olduğu kurumların perde arkasından yönettiği gizli operasyonlar, katliam ve işkence merkezleri Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vurmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın gazetelere verdiği başsağlığı ilanıyla önceki gün vefat ettiği duyurulan emekli Orgeneral Kemal Yamak, 1967-1971’de Özel Harp Dairesi’nde kurmay başkanı ve 1971-1974’te başkan olarak görev yaptı. Kıbrıs harekâtı öncesi ve sonrası gizli operasyonları yönetti. 12 Eylül’de Diyarbakır’da Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. Yamak, 1989’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlik makamında oturdu.
Soğuk Savaş başlayınca yıldızı parladı
Türkiye’nin son yarım asrına damgasını vuran kurumlarda, etkin konumlarda görev alan Kemal Yamak’ın babası İstiklal Madalyalı namı diğer “Arpacı Ahmet Ağa”. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda askerken Ruslara esir düşmüş, Kazım Karabekir’in Doğu Harekâtı sırasında kaçıp kurtulmuş. Çiftçi ve zahire tüccarı olarak çevrede ün yapan baba Ahmet Ağa, oğluna Mustafa Kemal’in adından esinlenerek Kemal ismini vermiş. Askerî liseye gitmesine karşı çıksa da Kemal Yamak babasını ikna etmeyi başarmış. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harp Okulu öğrencisi olan Yamak’ın hayatındaki en önemli dönemeç belki de Soğuk Savaş döneminin başlaması oldu. NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği’ne karşı gizli ordular kuruldu. İtalya’da kurulan gizli ordunun adı GLADİO idi. NATO’nun koordine ettiği bu orduların ortak adı ise “Gölge ordular”dı. 1952’de Türkiye’de de özel bir kararnameyle “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kuruldu. 1960’lı yıllarda Özel Harp Dairesi adını aldı ve Amerikan Yardım Kurulu (Jusmat) ile aynı binada iç içe faaliyet gösterdi. Kemal Yamak, kitabında, Özel Harp Dairesi’ni, “Özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülü harekât konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekât ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve faydalı hale getiriyordu” sözleriyle anlatıyordu.
ABD subaylarıyla çalıştı
Yamak’ın, Türk ordusunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, Soğuk Savaş dönemine göre, Amerika tarafından yeniden yapılandırıldığı merkezde göreve başlaması, onun kariyer basamaklarını hızla tırmanmasını da sağladı. 1957’de Malatya 59’uncu Er Eğitim Alayı, ordunun, Amerikan subaylarının gözetiminde NATO ve ABD ordusu standartlarına göre yeniden yapılandırıldığı bir merkezdi. Yamak, burada Yüzbaşı rütbesiyle, Servis Bölük Komutanlığı yapıyordu.
Örtülü baskınların mimarı
Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi adını alan Türk Gladio’sunda 1967’den itibaren Kurmay Başkanı olarak çalışmaya başladı. 1971’de Özel Harp Dairesi’nin başkanı olan Yamak, Kıbrıs Harekâtı öncesinde ve sonrasında gizli operasyonlara imzasını attı. Öyle ki, örtülü, ansızın yapılan baskınların adını aldığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganının yaratıcısı da Kemal Yamak. Kıbrıs’lı Rumlara karşı nasıl uygulandığını kitabında Yamak, şöyle anlatmıştı: “1974 Barış Harekâtı’nda ve hemen öncesinde çok faydalı çalışmalar yapılmıştı. Çok basit ve etkili bir örnek vermek gerekirse, Rum radyo ve televizyonlarının Türklere senelerce dinlettiği ve toplumun hep üzüntülerini dile getirerek şikâyetçi olduğu ‘Bekledim de gelmedin’ şarkısına karşılık, önce ‘Bir gece ansızın gelebilirim’i, harekâttan hemen sonra da ‘Kendim ettim kendim buldum” şarkısını dinleterek, Rumlara verilen karşılık yerini bulmuştur.”
Siyasetçiler, Özel Harp Dairesi’nin varlığından, 1974’te ABD’nin her yıl düzenli ödediği 1 milyon doları kesmesi üzerine haberdar oldular. O güne kadar, daireden sadece Genelkurmay Başkanı ve ikinci Başkanlar haberdar. Siyasi otoritenin örtülü ödenekten para aktarması için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e brifing veriliyor. Bu sırada kurumun başında Kemal Yamak bulunuyor. Ecevit daha sonra, kamuoyuna Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’nin varlığını şaşkınlıkla öğrendiğini, bir siyasi parti ilçe başkanının, MHP üyesinin bu daireye üye olduğunu açıkladı. Yamak ise kitabında Ecevit’e şu yanıtı vermişti: “Sadece MHP’den değil, CHP içinde ve TBMM’deki değişik partilerden birçok milletvekili, Özel Harp Dairesi’ne çalışıyor.”
12 Eylül’de Diyarbakır’da ün yaptı
12 Eylül Darbesi’nin ardından Diyarbakır Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Kemal Yamak, üzerinden 30 yıl geçmesine karşın hâlâ mahkûmlara uygulanan işkencelerle akıllarda kalan Diyarbakır Cezaevi’nden de sorumludur. Kemal Yamak’ın Kıbrıs’ta birlikte görev yaptığı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, cezaevinin sorumlu komutanıdır. Cezaevindeki işkenceler emir komuta zincirine bağlı olarak uygulanmaktadır. Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevindeki mahkûmlarla ilk tanışmasını bir mahkum Aktüel dergisine şu sözlerle anlatmış: “Esat Oktay Yıldıran’ın 24 Şubat 1981 günü 35. Koğuş’ta direnişçi mahkûmların konulduğu hücrelerde yaptığı ilk konuşmasının giriş bölümünü çok iyi hatırlıyorum. Şöyle demişti: ‘Beni dinle! Ben direkmen Genelkurmay’ın emriyle buraya atandım. Benim adım Esat Oktay Yıldıran’dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım.”
Kemal Yamak, yıllar sonra yazdığı kitabında Diyarbakır’da mahkûmlara uygulanan işkencelerden haberdar olmadığını yazmakla yetinmişti.
Özal’ın ölümünden sonra geriye çekildi
Kemal Yamak, öldürüldüğü iddiaları bugüne kadar gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Genel Sekreterliği’ni yaptı. Özal’ın GATA’ya sevki ve cenaze hazırlıklarından sonra istifasını veren Yamak, sessizliğini 2006’da yayınladığı Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabını yazana dek korudu. O günden bu yana yine “gölge”de kalmayı tercih etti.
Özel Harp Dairesi’nden Köşk’e
Orgeneral Kemal Yamak, 1924 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1943 yılında Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nden, 1945 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1947 yılında Topçu Sınıf Okulu’ndan, 1958 yılında Harp Akademisi’nden mezun oldu.
1971 yılında tuğgeneralliğe terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Genelkurmay Özel Harp Dairesi başkanlığı, 4. Zırhlı Tugay komutanlığı yaptı. 1975’de tümgeneralliğe terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile 28. Piyade Tümen Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı, Doğu Yurtiçi Bölge Komutanlığı yaptı. 1979’da Korgeneralliğe terfi etti. Korgeneral rütbesi ile Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1984’da Orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Ege Ordusu Komutanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Aynı tarihte Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atandı. Başbakan Turgut Özal’ın Kasım 1989’da Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevine getirildi. 17 Nisan 1993’te ise görevinden istifa etti taraf gazetesinden alınmıştır.Kıbrısta Esat Oktay Yıldıran ile birlikte çalışmıştır.Esat Oktay Yıldıran her zaman şunu söylerdi.ben Kıbrıs savaşında bir rum çocuğunun kafasını kestim kanını babasının gözleri önünde içtim.der ve bununla övünürdü.bu bir insanın yapacağı şeyler olamaz ancak bir vampir bunu yapabilirdi bu vampirde Esat Oktay dan başkası olamaz
Suat Ilhan
7. Kolordu Adli Müsvirleri
Hakim binbasi Ahmet beyazit
Yüzbasi Turgut Adli Müsavir Yardimcisi
Hakim ve savcilar
Binbasi Emrullaha Kaya. Kayserili
Basri Özgemnc, Ask savci, Menemenli
Bülent Cahit Aydogan, Ask savci, Samsunlu
Turgay Çaglar. Hakim yüzbasi
Oktay Yüksel, hakim yüzbasi Mardinli
Niyazi Erdogan, Sivil hakim
Kemal Kavi, mahkeme baskani binbasi
Nihat Beyhan Özyurt
Celalettin Celik, yüzbasi
Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran:
1.75 boyunda, zayıf kumral, 40 yaşlarında ama yüz kırışıkları fazla, gözlerinin altındaki halkalar morarmış, daima komando elbiseleriyle ve Co isimli köpeği ile dolaşır. Diyarbakır zindanındaki işkencelerin mimarı dır. Katillerin başı, soğukkanlı, acımasız, güzel vaadler verip çirkin uygulamalar yapan, burnu havada, kendini Nemrud sanan biriydi. 1974 Kıbrıs isgalinde görev yaptığı için, orada ki zindanlarda yapılan işkencelerle deneyim sahibi olmus, 7. Kolordu Komutanı Kontragerilla Şefi Kemal Yamak'ın verdiği yetkiyle donanmış tam olarak bir işkence ve cinayet makinasıydı. 24 Şubat 1981 tarinden Eylül 1992 sonuna kadar Diyarbakır zindanında işkenceci başı olarak görev yaptı. Eylül ayında sonuçlanan, M. Hayri Durmuş; Kemal Pir ve arkadaşlarının yaşamlarını yitirdikleri ölüm orucundan sonra İstanbul`a tayini çıktı. Burada rütbesı yükseltilerek binbaşı oldu. 22 Ekim 1988 tarinde İstanbul Kısıklı'da bir otobüsün içinde bir Kürt militan tarafinda silahla başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Şimdi bu vampir ve kan içicinin Diyarbakır Cezaevindeki bazı uygulamalarını bizim kaldığımız 32. koğuştaki işkencelerinin bir gününü sizlerle paylaşmak istiyorum
32. koğuşun bir günü
Sabah saat 04.45’te koğuş nöbetçilerinin koğuş kalk komutu ile uyandırıldık koğuşun 3-5 nöbetini tutan nöbetçiler saat 04.45’te koğuşu uyandırmakla görevliydiler saat tam 04.45 olunca nöbetçiler yüksek sesle bağırarak koğuş kalk komutunu vermek zorundaydılar bu komuttan birkaç dakika sonra koğuş kapısının mazgalı açılır nöbetçi gardiyan komutan nöbetçileri çağırırdı nöbetçi onbaşı kapıya doğru koşar yanındaki nöbetçide on başının yanına geçer ikisi birden ayaklarını sertçe yere vurarak esas duruşa geçer başta nöbetçi on başı kısa künyesini okumaya başlar İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş nöbetçi onbaşısıyım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der sonra yanındaki nöbetçiye gelir nöbetçide aynı künyeyi tekrarlardı nöbetçi gardiyan nöbetçilere sorardı vukuatınız var mı lan nöbetçi onbaşı yoktur komutanım der nöbetçi gardiyan komutana sorar koğuş herkes uyandı mı uyuyan var mı derdi koğuş nöbetçi on başı yoktur komutanım derdi kalkar kalkmaz ilk işimiz yatağımızı yapmak zorundaydık çünkü yatağı bozuk yapanlar dayak yerdiler koğuş gardiyanımız Kayseri’li kara bela kontrolde kimin yatağını bozuk görse dayak ile cezalandırırdı ve yatağın düzgün güzel yapıldığının testini şöyle yapardı yatağın üzerine 25 kuruş demir para atardı eğer para yatağın üzerinde zıplıyorsa demek ki yatak düzgün ve güzel yapılmıştır eğer para zıplamıyorsa yatak düzgün yapılmamış yani iyi çekilmemiş demektir öyleyse dayak hak edilmiştir ben ve Mehmet Kansu aynı yatakta yattığımız için kalkar kalkmaz nevresimin dört kenarından bağlar sıkıca döşeğin üzerine geçirirdik bunu her sabah tekrarladığımız için bu işlem en fazla bir dakikamızı alırdı çünkü zaman ve dakikalar bu dönemde çok önemliydi yatak işi bittikten sonra tuvalete ihtiyacı olanlar için sıraya girmek gerekiyordu tuvalet işi b,ittikten sonra sıra günlük traşa gelecekti toplam dört lavabo taşı olduğu için lavaboda traş olmak yasaktı plastik bardağa biraz su alırdık o su ile traş olmaya çalışırdık her arkadaş samimi olduğu arkadaşla birbirini traş ederdi traş jiletlerimiz permatikti idare bu permatikleri sayılı olarak verirdi ve tekrar sayılı olarak alırdı jiletlerin karışmaması için kartondan bir kutu yapmıştık ve numaralandırmıştık kaç numaralı jilet kime aitse belliydi jiletlerin dağıtılması çok seri şekilde yapılırdı ve Mehmet’le birbirimizi karşılıklı tıraş ederdik böylece ayna sorununu da çözmüş oluyorduk sonra birbirimizin yüzüne pamuk sürüyorduk eğer pamuk yüze yapışıyorsa traş iyi olmamış pamuğun yapıştığı yerleri yeniden traş ediyorduk çünkü sabah komutan traş kontrolünde aynı şeyi deneyecekti kimin yüzüne pamuk yapışmışsa demek ki güzel ve düzgün traş olmamıştır onunda suçu çok ağır oluyordu 5’e 10 kalasla dayak atıyorlardı bu jiletleri her hafta pazardan pazara kullanıyorduk son iki gün kalınca jiletler köreldiği için yüzümü parçalıyordu bazı arkadaşların sakalı sert olduğu için jilet kesmediği için yüzlerini kesiyorlardı yüzleri cildi kan içinde kalıyordu Pazar günleri öğleden sonra koltuk altı ve etek altı traşlarında bu jiletleri kullandıktan sonra değiştiriyorlardı aynı gün saçlarımızda sıfır numara ile kesiliyordu bazen saçlarımız makineye sıkışıyor kesen yeni berberimiz kesmesini bilmediği için adeta saçlarımızı yoluyordu buda ayrı bir işkence türüydü evet acele ediyoruz daha gün yeni başlayacak koğuş gardiyanı koğuş mazgalını açıyor nöbetçi koşup tekmil veriyor gardiyan komutan emir veriyor karavana çıkar sabah kahvaltısı için üç karavanayı nöbetçi koşar adım kapının önüne çıkarıyor var gücü ile kısa künye yapıyor İsa tekin Diyarbakır emret komutanım koğuş gardiyanı emrediyor karavanayı bırak içeri gir nöbetçi tekrar kısa künyesini yüksek sesle tekrarlayıp koğuşa dönüyor gardiyan kapıyı kapatıyor kapının mazgalını açıyor lan sorumlu mahkemeye gidecekler hazırlansın koğuşta bu gece vukuat var mıydı? Koğuş sorumlu emredersin komutanım der ve kısa künyesini yapardı hatip çelik Mardin emret komutanım koğuş vukuatı yoktur komutanım derdi veya koğuşta o gece bir hasta olmuşsa veya ayakta gezerken başka bir nöbetçi gardiyana yakalanmışsa bunlar çok büyük vukuatlar demekti cezası da tabi ki ağır olurdu yoksa gardiyan mazgalı kapatır karavanaları yanında gelen çömez askere taşıtırdı böylece çömez asker geleceğin büyük komutanlığına hazırlanırdı koğuş sorumlusu koğuşa döner eğer gardiyan mahkemeye gidenlerin listesini vermişse o listeyi yüksek sele okur ve hemen hazırlanmasını isterdi liste verilmişse o gün mahkemesinin olduğunu bilenler kendilerinin mahkemelerinin olduğunu söyler ve hazır bir şekilde beklerdi aradan 10 -15 dakika sonra karavana kapıyı gelir ve kapıya bırakırdı karavananın yere bırakıldığının sesini hepimiz duyardık ondan sonra kapı mazgalı açılır komutan karavana al ve kapıyı açardı kapı açılana kadar üç kişi kapının önünde hazır olur her üçü de hızlı şekilde kısa künye yapar bina karavanalarını koşar adım içeri alırlardı hep karavanaların dolu gelmesini beklerdik bazen bu üç karavanada bir tanesinin altında toplam 10 tas kadar çorba olurdu buda en başta mahkemesi olanlara verilir koğuşa sonra dağıtılırdı bu kadar az kahvaltı ve yemeği eşit dağıtmak bayağı çaba gerektiriyordu dağıtan arkadaşlar adil olmak için çok çalışıyordu Ondan dolayı yemek dağıtıcılar belliydi sürekli aynı arkadaşlar bu görevleri yapıyorlardı elleri bu işe alışmış ve bayağı pratik dağıtıyorlardı yemekleri servis kaplarından yiyorduk çatal kaşık cam bardak yasaktı sadece tahta kaşık veriyorlardı onlarda zamanla çatlıyordu ve de koku yapıyordu su bardaklarımız plastik bardaklardı çorba ve yemekler çok az veriliyordu bazı günlerde kişi başı üç kaşığa düştüğü de oluyordu kahvaltı işi de çok acele yapılıyordu bazen kahvaltı bitmeden mahkemeye gideceklerin çıkması için gardiyan kapı mazgalını açıp mahkemeye gidenler çıksın diye emir veriyordu mahkemeye gidenler acil bir şekilde 1234 diye sayarak dışarı alındıktan sonra koğuş kahvaltısına devam ediyordu kahvaltı bittikten sonra eğer koğuş cezalı değilse birer sigara içebiliyorduk sigara yasaksa koğuş sorumlusu bizi sayıma kaldırıyordu sabah sayımı çok önemliydi dayakların büyük bir kısmı sabah sayımında atılıyordu bizlerde sayınları daha az zayiatla atlatmak için her sabah koğuş sorumlusu nezaretinde ön sayım yapıyorduk Türkçe bilmeyenleri yaşlıları ve hastaları arkamıza alıyorduk sağlam gür seslileri öne diziyorduk sayım ikişerli şekilde sayılıyordu öndeki ve
Arkadaki şekilde dolayısıyla öndeki iki yanındaki dört diye devam ediyordu bu ikişerli sayımı 45 saniye en fazla 50 saniyede bitirmek zorundaydık bu seriyi yakalamak için bugün iki diyen arkadaş yarında aynı yerde oluyordu onun görevi ne olursa olsun sayım anında iki diyecek veya otuzuncu sıradaki kişi otuz diyecek yani böylelikle biri karıştırsa bile yanındaki sabit olduğu için sayım karışmayacaktı bu sayım işi bazen saat 9 a kadar devam ediyordu koğuş sorumlusu hatip çelik her sayım öncesi hep prova yaptırıyordu koğuş sıra halinde dizilir hatip çelik bağırır ve şöyle derdi herkes çok iyi dinlesin kimse numarasını unutmasın çok seri şekilde okusun ve bağırsın kendisi en başta sayımı başlatırdı ve şöyle derdi dikkat hatip çelik Mardin emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım iki dört altı sekiz… diğer arkadaşlar hatip çelik’i takip ederdi hatip çelik bu provayı idare sayımı gelene kadar yüzlerce kez tekrar ederdi eğer koğuşa yeni gelenler olursa kurallara uymalarını ve bizim gibi yaptığımız gibi yapmaları gerektiği yönünde ikazlarda bulunurdu bu yeni gelenler muhabbeti hap devam ederdi taki idarenin ast üst subayları çavuşları ve gardiyanları sayıma gelene kadar aniden kapı mazgalı açılır kara bela komutan yüksek sesle bağırır 32.koğuş sayıma hazır olur ve koğuş kapısı açılırdı koğuş sorumlusu hatip çelik var gücü ile bağırır dikkat hatip çelik Mardin 32.koğuş 106 mevcudu ile sabah sayımında emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der ve devam ederdi iki dört ……gardiyanlar bağırarak sayan her arkadasın göğsüne cop kalas vurarak sayımı takip etmeye çalışırlardı biz öndeki arkadaşlar ne olursa olsun bu cop ve kalası yemek zorunda kalırdık bazen bu cop ve kalasları göğsümüze öyle sert vuruyorlardı ki nefesimiz kesiliyordu ve bağıramıyorduk bazı arkadaşlar ayakta duramıyordu tabi bu cehennem zebanileri için bir mazeret teşkil ediyordu dayak atmanın mazeretiydi sayıma eğer yüzbaşı Esat Oktay yıldıran veya minik asteğmen gelmiş ve yanında kalabalık asker varsa o sabah büyük işkence var demektir yüzbaşı Esat Oktay yıldıran koğuşu baştan aşağı inceler koğuş sorumlusuna sorular sormaya başlar sorularıda yataklar iyi düzeltilmemiş yemekler nasıl şikayetiniz var mı koğuş sorumlusu hatip çelik kısa künyesini bağırarak yapar sizin sayenizde hiçbir ihtiyacımız yoktur komutanım der Yüz başı Esat Oktay konuşmasını sürdürürken co komutan (co köpeği) tutukluların apuç aralarını koklar veya kapardı diğer subaylar ve askerler bizlere bakar dayak atmak için şöyle sorarlardı u lan ibne neden karşı duvara bakmıyorsun bana bakıyorsun veya niye güldün esas duruşun niye bozuk niye kaşındın gibi mazeretler Esat Oktay yıldıranın yanında bizleri döverlerdi Esat Oktay konuşmasına devam ederdi devlet size şefkatli ana kucağını açmıştır devlet sizi yedirip içiriyor kıymetini bilin koğuşunuzda bölücülük ve komünistlik yapmayın yapan varsa aranızda barındırmayın bana bildirin gerekli mükafatı alacaksınız Esat Oktay konuşmasını uzunca sürdürür tehditlerini savurur çıkıp giderdi sayım faslı biter koğuş beş on dakika su ve ihtiyaç molası verir dayak yiyenler kanlarını yıkar kanlı üstünü değiştirir koğuş gardiyanı9nın emirlerini beklerdi eğer Esat Oktay yıldıran ceza var demişse koğuş gardiyanı mazgalı açar yüksek sesle koğuş sorumlusu hatip çelik’i çağırır koğuşun cezalı olduğunu herkesin ranza altı olmasını emir ederdi eğer o gün normal bir gün ise sorumluya koğuşun Atatürk ilke ve inkılaplarını okumasını isterdi bu kitap okuma işi tam bir işkenceydi şöyle ki sorumlu kitap okutmak için birini görevlendirir o kitabı açar başlar yüksek sesle okumaya Atatürk 1881 yılında Selanik’te 2 katlı pembe bir evde doğdu ve devam ederdi bizde hep tekrarlardık bu kitabı sil baştan binlerce kez bizlere okuttular bu kitap okuma faslı 1 saat devam eder koğuş sorumlusu bir saat sonra 10 dakika ihtiyaç molası verir sonra tekrar devam ederdik saat 12 ye çeyrek kala kapı mazgalı açılır koğuş gardiyanı karavanları ister karavanalar kapıya bırakılır 15 dakika yemek gelene kadar ihtiyaç molası veya sigara içmek serbest komutu verilirdi
Koğuş yemek düzenine geçer herkes sıraya girer yemek almaya çalışır 15-20 dakika sonra mahkemeye gidenler gelir eğer davada savunma yapılmışsa eğer cezaevi ile ilgili mahkemede konuşulmuşsa mahkemeden gelenler toplu dayaktan geçirilir çok işkence görürlerdi bir gün Suruç grubundan arkadaşlar mahkemeye gidip gelmişlerdi o gün karar günüydü hepimiz hepimiz çok merak ediyorduk arkadaşlar geldi koğuş sorumlusu sordu ne oldu diye arkadaşların biri şu cevabı verdi önemli değil hele önce ben bir tuvalete gideyim yemekte ne var dört kez idam verdiler dedi baskı ve işkence öyle bir boyuttaydı ki tuvalete gitme ve yemekte ne var dört idamdan daha değerliydi bunu gırgır ve espri konusu yapmıştık önemli değil dört kez idam kuru fasulye kadar değerli değil yeter ki kuru bol kepçe olsun hele arkasında büyük su bidonu içinde sıcak çay gelmişse ve plastik bardakta içiliyorsa en büyük keyif bu olsa gerek dört idamın ne önemi var canım yemek faslı bittikten sonra üzerine bir sigara çok güzel oluyordu mahkemeye gidenler tekrar hazır şekilde kapı önünde bekleyerek komutan gelip onları götürecek ve komutunu verecek lan sorumlu koğuşa marş söylet
Saat 12 de karavan kapıya gelir kapı mazgalı açılır yine aynı ses karavana al üç kişi koşarak karavana üç arkadaş koşarak kıza künye yaptıktan sonra hızlı ve seri bir şekilde karavanaları içeriye alırdı sabah verilen kahvaltıda kinse doymadığı için umudumuz öğle karavanının dolu gelmesiydi ama umutlarımız hep boşa çıkıyordu karavanalar çok az geliyordu ortalama 20 kişilik yemek 100 kişiye veriliyordu gelen yemeklerin içinde tükürükten tutunda böcek kadar her türlü haşere olurdu bazen tıraş oldukları saçlarını bile yemeklerin içine atıyorlardı iki üç günde bir isal yaptıran haplarda yemeğe katılıyordu insanlar açtı ne olsa yemek zorundaydık onu bile yeteri kadar vermiyorlardı 10 kişiye bir ekmek veriyorlardı hepimizin gözleri içine girmiş kemiklerimiz sayıla bilirdi yüzümüzde renk kalmamış sapsarı olmuştu hayallerimiz de annelerimizin dışarıda yaptığı o güzel lezzetli yemekler vardı sohbetler yemek çeşitleri üzerinde yapılırdı bazı arkadaşların koku alma duyusu çok gelişmişti kokuya göre karavanada hangi yemeklerin çıktığını çok iyi tahmin ediyorlardı bazı arkadaşlar cezaevinden çıktıktan sonra lokanta açacaklarını söylüyorlardı karavanada yemekler az geldiği gibi birde koğuş sorumlusu yardımcı ve ispiyoncusu maruf şahin vardı yemek gelir gelmez ilk maruf şahin kalite kontrol yapardı eğer yemekte iki üç tane et parçası çıkarsa maruf şahin elleri ile yemeğin içine dalar kısmetimde bugünde et çıktı hele bir tadına bakayım derdi hepimiz deri kemik kalmışken bazı arkadaşlar marut şahin’in kalçalarını göstererek bu ibne karı gibi kalça büyütüyor diye alay ederdi ama bunu kimse maruf şahin’in yüzüne söyleyemezdi çünkü maruf şahin idarenin koğuştaki anteni ve temsilcisiydi kimi kafaya taksa idareye gammazlardı doğal olarak etler maruf şahin’in hakkıydı tabi idarenin adamı maruf şahin yalnız değildi 106 kişilik koğuşta 5 kişi tespit etmiştik kantinden eşya siparişi verilirken bu ortaklarımızı da rüşvet olarak da bizi gammazlamamaları için hepimiz bir şeyler almak zorundaydık Vedat aydın’la bazen yan yana geldiğimizde maruf şahin ve ekibine bakarak şöyle derdi hale İsa hele şu şerefsize bak bu şerefsiz güneşin düşmanı ayın düşmanı insanlığın düşmanı ve bu şerefsiz umudun düşmanı diye künye sayardı bir defasında maruf şahin Vedat aydın’a sordu neye gülüyorsun Vedat kalçan zayıflamış ona gülüyorum dedi aradan iki gün geçtikten sonra soğuk bir kış günüydü koğuş gardiyanı Vedat aydın’ı çağırdı önce dayak attı sonra yemekhane kısmına 40 bidon su döktürüp Vedat arkadaşı saatlerce sırt üstü yüz üstü süründürdü bunu ispiyoncu maruf şahin’in yaptığını biliyorduk ama gücümüz o günün koşullarında maruf şahine yetmiyordu yemekler doğal olarak maruf şahin’in malıydı o da yedikçe malını büyütüyordu bizlerde maruftan geriye kalan artıklar kalıyordu onu da arkadaşlar elinden geldikçe adaletli bir şekilde dağıtmaya çalışıyorlardı ayda yılda yanmış küf tutmuş bulgur pilavı nohut veya kuru fasulye’yi bol veriyorlardı biz bazı arkadaşlar fazla yemeye korkuyorduk çünkü yemekler bozuk olduğu için ve mide az yemeğe alışık olduğu için hep aynı yemeğe tercih ediyorduk bazı arkadaşlarımız yemeğe dayanmadıkları için çok yiyorlardı buda bozuk olan mideleri rahatsız ediyordu saatlerce ayakta 6o tene ırkçı ve şoven marşı söylerdik arada koğuş gardiyanı kapı mazgalını acar lan sorumlu koğuş niye bu kadar cansız marş söylüyor diye azarlardı koğuş sorumlusu hatip çelik emredersin komutanım dedikten sonra 32,koğuş daha yüksek sesle yürüyüş kararı sayılacak say biz yerimizde var gücümüzle yere vurarak bir iki üç dört diye sayarak hatip’in komutlarını tekrarlardık sonrasında sırayla askeri marşları söylemeye devam ederdik bazı günlerde ise genellikle yaz ise çok sıcak olduğu zamanlarda havalandırmaya çıkardık havalandırma hava almak için değil işkence görmek için çıkardık
Havalandırma için hazırlan dediğinde ayaklarımızda spor ayakkabıları olmak zorundaydı herkes ayakkabılarının bağlarını kontrol eder ve çok sık bağlardı süründürme dayak atma anında ayaktan çıkmasın diye sıkı bağlardı üstümüz çıplak alt kısımda eşofman altı giymek zorunluydu tabi hazırlığını bitiren hemen tuvalete koşardı bir anda tuvalete büyük kuyruklar oluşurdu bunun iki nedeni vardı birincisi havalandırmaya çok uzun süre kalmak ve dayak yerken altına kaçırmamak için ikinci nedeni ise ben babamdan öğrenmiştim babam diyordu ki oğlum eğer biri ile arkadaşlık yapıyorsan onunla bir eyleme katılacak isen eğer yanında arkadaşın sık sık küçük su dökme ihtiyaç duyuyorsa onunla o işe eyleme gitme bu korkunun işaretidir bunu arkadaşım Mehmet de anlatmıştım onun için havalandırmaya çık sözünden sonra hemen tuvalete koşanlara gülüyorduk onları takip ediyorduk hep aynı şahıslardı bunlar sıra havalandırmaya çık komutu ve koğuş kapısı acılıyor 3, katta olduğu için 3,katın havalandırma kapısına kadar tüm merdiven başlarında sağlı sollu ellerinde kalaslar gardiyanlar vardı kapıdan çıkan her arkadaş yüksek sesle sayarak çıkmak zorundaydı ve merdivenlerden koşar adım inmek zorundaydı 3, kattan havalandırmaya kadar önünden koştuğumuz her asker gardiyan elindeki kalaslarla vücudumuzun neresine rast gelirse oraya vuruyorlardı zaten koğuşun hepsi havalandırmaya çıkana kadar kafası gözü yüzü çenesi sırtı kan revan içinde kalıyordu havalandırmaya çıkan arkadaş içeride provasını yaptığımız şekilde yerine geçiyordu bu sıra uzun boydan kısa boylulara doğru bir sıraydı yani boyu uzun olanlar en önde dörtlü şekilde bekliyordu herkes önündeki ve yanındakini çok iyi tanıyordu ne olursa olsun herkes önündekinin arkasında durmak zorundaydı yanlışıkla biri senin yerine geçerse onu geriye itmek zorundasın yoksa sen yerini kaybedersin o zaman dayak yiyen sen olursun koğuşun sıraya geçmesi 1 dakikalık bir süreydi sonra istiklal marşı okunur yürüyüş yapmaya başlatılır yürüyüşler marş eşliğinde yapılırdı bazen bir marşın yarısı okutulmadan koğuş gardiyanı bağırır 32.koğuş neden ses çıkmıyor lan ibneler yürüyüş niye canlı değil diyerek havalandırmadaki işkenceler başlardı işkenceler
FALAKA: En yaygın ve devamlı uygulanan bir işkence yön¬temidir. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir çubuk, v.b. vurularak gerçekleştirilir. Bu yöntem, ayak tabanlarını, el ayalarını
patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları söker. El-ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat eder.
KÖPEK SALDIRIMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtır. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arasıdır.
ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır. Tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla koşuşturulur. Zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşer.
AYAKTAN ASMA: Tutuklunun tek ayağına zincir bağlanır. Bu zincir yüksek bir yere asılır. Tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalır.
GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven tırabzanına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanır. Kapı kapatılır. Tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öylece kalır.
TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınır. Gardiyan 'tepe ol' komutu vererek, tüm tutuklular üst üste binerler. Bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın 10 kıtası okutulur.
KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular 6 kişilik daire oluştururlar. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarılır. Gardiyanın 'yıkıl' komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır. Tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme, çıkık olur.
.
KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılır. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır. Tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenir. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam eder.
KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir. Her
tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir; bacakları, al¬tındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenir. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlarlar. Bu işleme tutuklular ayakta duramayacak duruma geldiğinde son verilir.
COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokar.
ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılır. Gardiyan ipin açıkta kalan ucunu alıp hızla koşar. Tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.
LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilir.
ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilir. Gardiyanın 'öl' komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülür. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanır.
.
LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır. İki kişi çırılçıplak soyundurulur. Bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklar. Gardiyanın 'uygun adım marş' demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar. Diğer tutuklular da bunları izlemek zorundadırlar.
PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardır. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanır. Bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenir.
İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir. Diğer tutuklularda, yerde yatan tutuklunun yüzüne işetilir.
TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederler. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz et¬meleri için zorlanırlar.
Havalandırma dönüşü en az 20 – 30 zayiat verirdik bayılanlar ayak ve kolu kırılanlar bunları sırtlayarak koğuşa getirirken çıkıştaki gibi yine aynı işkencelere maruz kalırdık koğuşa geliş bittikten sonra sayım durumuna geçerdik gardiyanlar toplu olarak koğuşa gelir sayım yapar sayım bahanesi ile yine dayak atar ve koğuşu cezalandırırlardı bu cezalar gün ve zamana göre değişirdi eğer sabah havalandırmaya çıkmazsak öğle yemeği vermeme cezası verilirdi öğleden sorma çıkmazsak akşam yemeği vermeme cezası bazen su içmeme ve sigara içmeme cezası bazen de hiç mola vermeden akşama kadar yerinde sayarak marş söyleme cezası bazen betonda sırt üstü yatma cezası bazen ranza altı cezası bazen de tuvalete çıkmama cezası gibi uygulamalar yapılırdı bu uygulamalara sürekli yenileri eklenirdi tüm bu işkencelerden sonra koğuş olarak rahatlardık çünkü bugün de ölmemiştik ve yaşıyorduk ve o gün havalandırmaya çık korkusu kalmamıştı hayat devam ediyordu kan şiş kırık çıkık o kadar önemli sayılmazdı sonra herkes elini yüzünü yıkar …….işlere devam ederdi akşam olur akşam yemeği gelir ve yine biz hüsran yaşardık çünkü yine 10 kişilik yemek 100 kişiye dağıtılır ve aç yatardık mahkemedekiler mahkemeden getirilir kapı arkasında dayaktan geçirilir kapı mazgalı açılır kara ela gardiyan sorumluyu çağırır lan sorumlu bu ibneleri içeriye alın cezalıdırlar yolda ve mahkemede konuşmuşlar akşam yemeği verilmeyecek derdi kapı önündekiler hemen dışarı koşar yada baygınlık geçiren arkadaşları omzundan tutup sürüyerek koğuşa getirirler bu mahkemeden gelen arkadaşlar daha çok yıpranırlardı çünkü mahkeme salonlarında sabahtan akşama kadar elleri dizlerinin üstünde sağa sola bakmadan esas duruşta beklemek ve mahkeme heyetini dinlemek zorundaydılar bunun üzerine dayak tuzu biberi oluyordu evet bazen zaman bitmek nedir bilmiyordu bazen bir gün bir yıl gibi uzuyordu sıra akşam sayımına geliyordu akşam sayımı da tıpkı diğer sayımlar gibi 45 saniyede yapılmak zorundaydı hepimiz esas duruş da put gibi durmak zorundaydık yine gardiyanlar dayak atmak için bahaneler buluyorlardı lan ibne niye esas duruşun bozul lan göt niye bana baktın lan yavşak bana güldün gibi bahanelerle bazen dayak vaziyeti al komutu veriyorlardı dayak vaziyeti komutunu alır almaz ellerimizi öne uzatır hangi elimize dayak atmalarını istiyorsak başta o elimizi yani ya sağ ya da sol elimizi uzatır diğer eli ona Altan destek ederdik dayak atıldıkça inen her darbeden sonra ellerin yerini değiştirirdik bu böyle saatlerce devam ederdi bazen beş on ikisi ile bu Faslıda geçerdik akşam sayımından sonra yat komutu verilir koğuş yatmak durumunda kalırdı yat komutunu veren gardiyan koğuş sorumlusuna şöyle seslenirdi lan sorumlu herkes esas duruşta yatacak kimse esas duruşunu bozmayacak kimse rüya görmeyecek kimse ağlamayacak kimse horlamayacak koğuş nöbetçisinin izni olmadan dolaşmayacak ve tuvalete gitmeyecek tuvalete gidecekler nöbetçiden izin alacaklar anlaşıldı mı derdi bizlerde hep bir ağızdan emredersin komutanım bazen de akşam sayımından sonra cezalandırıldık koğuş yatmak için ranza altı olun emri verildi ranza altı demek beton üstünde tahtadan yapılan ranzaların beton ile arasında ki kısımdı bu alan çok dardı 25 ve 30 cm arasındaydı biz zayıf olanlar rahat alta girerdik iri ve kilolu olan arkadaşlar yalnız kafalarını zorla iç tarafa sokuyorlardı gövdeleri dışarıda kaldığı için çok dayak yerlerdi bazen de koğuşa kişi başı onar sigara yaktırıp içen içmeyen herkes bu on sigarayı bir defada yakıp ve içmek zorundaydı düşünün yüz kişi aynı anda onar sigara içince bin sigara yapar bu bin sigaranın dumanında camlar kapalı olduğu için koğuşun içinde kalır ve bu sigara içimi üzerine koğuş yat komutu verirdi bu kadar sigara dumanına hangi ciğer dayanabilir sonuçta yüzlerce insan vereme (tiberkoloza) yakalandı tabi koğuş yat komutu bunlarla bitmiyordu bazen akşamları komutan co (köpek co) yu koğuşa gönderirlerdi komutan co akşam yemeklerimizde ki etlerin ortağı olurdu yemeklerde ne kadar et veya kıyma varsa ayıklanır komutan co ya verilirdi sonra güzel kokulu sabunlarla komutan co yıkanır bizlerin yüz havluları ile durulanır ve kurulanırdı en güzel battaniye bulunur dış kapının yakınına kapı mazgalının dan görülecek bir yere yatırılırdı komutan co dışardan bir ses gelince veya arkadaşlardan biri tuvalete kalkınca havlardı co havlayınca nöbetçi gardiyanlar kapı mazgalını açar nöbetçilere hakaretler yağdırırlardı co niye havladı co’ya niye iyi davranmıyorsunuz co komutanı niye aç bıraktınız gibi bahanelerle ya koğuş cezalandırılır ya veya uykusuz bırakılırdı veya koğuş nöbetçileri dövülür ve küfür ve mazeretlere maruz bırakılırdı koğuşta 24 saat ikişer kişi nöbet tutmak zorundaydı nöbetçilerden biri onbaşı biri er olurdu gece nöbetleri 7.9 9.11 11.1 1.3 3.5 5.7 şeklinde değişirdi gece nöbetleri çok zor ve sıkıcı oluyordu bizde tam uykuya dalarken nöbetçi gardiyan mazgalı açar koğuşa bakar nöbetçi er ve on başı koşar kapı önüne topuğunu sert yere vurarak yüksek sesle nöbetçi asker gardiyana İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak yatak istirahatına çekilmiştir komutanım derdi nöbetçi er’de aynı künyeyi yaptıktan sonra nöbetçi gardiyan asker sorar vukuatın var mı? Ayakta gezen var mı? Uyumayan var mı? Nöbetçi onbaşı yoktur komutanım derdi tabi nöbetçiler bu işi yüksek sesle yaptıkları için bizler uykudan fırlar nöbetçi ve gardiyan nöbetçi askerin arasındaki diyaloğu gözlerimiz kapalı olarak esas duruşta yatmak suretiyle dinler sonucu merak ederdik
Kış geceleri ayrı bir işkence uygulanıyordu kaloriferler zaten hiçbir zaman yakılmadı koğuşlar zaten çok soğuktu hele 1983’ün kışı bir felaketti o soğuk kış günlerinde 30-40 bidon su koğuşa dökülür ve soyunmamız emredilirdi hepimiz soyunurduk sadece kilot üstümüzde kalıyordu ve koğuşa bir emir veriliyordu ‘’koğuş yere yat ve kaybol ranza altı ol’’ saatlerce bazen sabaha kadar kımıldamadan o suyun içinde bekletiliyorduk vücudumuzdan buhar çıkıyordu bazen de günlerce yatak yasaklanıyordu beton üstünde yatmamız emredilirdi bazen meşhur co köpeği koğuşa bırakılıyordu.sabaha kadar co havlıyordu hiç birimiz bu havlama sesinden yatamazdık bazı geceler operasyon düzenleniyor bu operasyonların başında genellikle minik asteğmen oluyordu rasgele döverlerdi bazen de yaz kış demeden battaniyenin altına gir ne başınız ne de ayaklarınız görünecek kışın insan yine dayana biliyor fakat yazın çok kötü oluyordu fakat yazın çok kötü oluyordu baygınlık geçiren hastalanan çok oluyordu geceler ayrı bir kabustu bitmiyordu gündüzün yorgunluğu marşlar,işkenceler,gece uykusuzluğu bizleri bir deri bir kemik yapmıştı uygulamalar Nazi subaylarını aratmıyordu.bu uygulamalar sadece bir günlük uygulamalardı.ve bizim koguşta olanlardı diğer koğuşta olanları göremiyorduk.sadece dayak sesleri bağırma ve marş sesleri duyuyurduk.son dönemlerde Diyarbakır cezaevinin yıkılıp yerine okul yapılacağı söyleniyor.bu cezaevi yıkılmamalı.Müslüm Üzülmez hocanın dediği gibi müze olmalı ve 12 Eylül cuntacıları yargılanmalıdır.
|
Hülya Çötreli | 12.Katın Penceresinden... |
12.katın penceresinde ne filmler dönüyor!
Görünenler alabildiğine bakınca
2 kırmızı kule...
Sanki 2 sevgili vakit geçiriyor...
Biri lider gibi hakim tüm çevreye...
Aslında güçlü ama yalnız...
Tüm M.köy görünen yakın çevre
Ayakta! ...
Yazılacak çizileceklerin arasında bir başımayım.
Ay'ın guzel yuzu mu sadece...
Ayakta tutan bu deli gecede...
Ruhumun kanatlarında oyunlar oynanıyor sadece...
Sebepsiz bir eğlence değil...
Sormanın, neden olmanın bile...
Bir duruşu var.
En güzeli ne hala!
Ben Ay Hanım!
Mutluyum Deli gibi...
Sebep aramadan...
Gecenin bir yarısı, ruhla yüzleşme...
Herşeye değer bir bilmece...
|
Ümmügülsüm Yıldırım | 12 Mart |
On iki mart bir istiklal
Kabul edilecek bugün
Bir bayrak dikilecek
İşte ogün bugün
Yurtta bir heyecan
Bir çok kalp attı
Mehmet Akif Ersoy
Büyük bir ün saldı
İstiklal marşının kabülüne
İşte bir saat kaldı
Mehmet Akif Ersoy
Artık bir ünvan aldı
Mehmet Akif Ersoy
Çıktı,kürsiye
Anlattı birçok kişiye
Bağımsızlık ne diye
Halk duyarsız kaldı
Özgürüz deyince
Büyük bir bayrak diktiler
Üstünde ay ve yıldız niye
Millet dedi;
Ayımız ve yıldızımız.
İşte dediler;
Bu bizim bayrağımız.
12 MART 2010
|
Zennehar Yılmaz | 12 Mart |
Nice savaş verdi kana bulandı toprak
Sevgiye aç kalmadı yürek hep tok
Açınca gamzeler gülüşler çok
12 Mart dizeler sancak dalgalanır al bayrak
Dumanı tüter köhne uğraksızlarda
Devasız derdi sarmaz mı kahraman yurda
Serilir üzerine dökülen damla kanda
12 Mart donar kalem akıttığı sevgiyi kanda
Vatanı sulh cihanı sultan ebedi var olan
Kapıyı güvenle açan mehmet Akife gönlünü veren
Saygıya şahlan dilimdir yaşadıkça ömrünce öven
12 Mart sesimi kalemsiz çizendi istiklal marşını
Saygıya kalkıyor toprakta şehit
Ömrüme nağmedir yazılan beyit
Mehmet Akife söylerim yiğit
Toprağı inleten 12 Mart yazılan şiir
Zennehar Yılmaz
13.03.2012 16:15:40
|
Mehmed Sarı | 12 Mart |
12 MART
42 yaşında bir urganım ben
lanetle sallanan darın ucunda,
Ruhunu satmış bir generalim
erini kurşunlatan kendi yurdunda!
42 yaşında bir kuduzum ben
ışıklar söndürmüş kara gecelerde,
Ve ekmeklerini tepelemiş kimsesizlerin
boğazı tasmalı onursuzum ben!
42 yaşında işkence eviyim
zevkle çalışan yabancılar adına,
Ağzı kan köpüklü milliyetçiyim
hırlayıp saldıran yoksul yığınlara!
12 Mart ‘13
|
Gürbüz Papağan | 12 Mart Erzurumun Kurtuluşuna |
Bir oniki mart sabahıydı müjdeci oldu her can,
Dalga dalga yayıldı, karış karış an be an,
Dedi budur senin bu yurda ancak son ahde vefan,
Ya şehit ol ya gazi sona ersin bu şivan,
Karıştı şehadetler tekbirler ezanlara,
Binlerce selam olsun destanlar yazanlara,
|
Sebahattin Kömürlü | 12 Mart Türkiye |
Ayaklar
Prangalı
Bilekte kelepçe
Ziverbey’de işkence
12 mart
Türkiye
|
İsmail Alay | 12 Mart Erzurum |
12 MART ERZURUM
Vatanın mihenk taşı,diktir onunla,Türk'ün dik başı
Her milli davada çeker başı,o Erzurum'un dadaşı
Soykırımlar,neler neler gördün,yılmadın,yıkılmadın!
Hep yâr oldun bu güzel vatana,eğilmez Türk'ün başı.
Kahpe düşman yaktı,yıktı kahpece, nice can aldı
Korkudan kaçtı ama,toprağında bıraktığı kan kaldı
Aşkale,Cinis,Alaca'n da topluca yakılan can kaldı
Yanık dere tutuştu,gözünden gitmeyen o an kaldı.
Topyekun bir ruh,bir vatan,yıkılmaz kale Erzurum
Ezelden ebede huzurum,taşıdığım güzel gururum
Her zaman ayakta,barında,sözünde,dadaş Erzurum
Kadını,erkeği,doğanı,öleni er dir,dadaş can Erzurum
Çifte Minare,Üç Kümbetlerle Selçukludur Erzurum
Lalapaşa,Mecidiye,Aziziye ile Osmanlıdır Erzurum
Tebriz,Gürcü,Kavak,Erzincan,Harput ve İstanbul
Vatana bu güzel kapılarla açılan kapıdır Erzurum.
Marifet diliyle konuşan,İbrahim Hakkı'dır Erzurum
Mevladan al mevlaya ver ruhlu,Alvarlı efedir Erzurum
Kellesi koltuğunda,sancağı elinde Abdurrahman Gazi
Sultan Murat'ın saygı duyduğu,Habip Baba'dır Erzurum
Bin bir hatimle,vatanı koruyan Pir Ali Baba'dır Erzurum
Sultan Melik,Mumcu,Murat Paşa,Mirza Mehmet,Caferiye
Derviş Ağa,Mehdi Efendi,Kuloğlu,Karaköse,Kazan Bilge
İskender Paşa,Hasan-i Basri,Gürcükapı,Gez,Erzincankapı
Ali Paşa,Hacı İlyas,Hacı Cuma,Cedit,Camii Kebir,Ayas Paşa
Taş Mescit,Veyis Efendi,Emin Kurbu,Kadana mahallelerin.
Her biri seninle var,sen her biriyle varsın,hep var ol can Erzurum.
Kilidi mülki İslamın, Mevlaya emanet olmuş dadaş Erzurum.
Her kurtuluş gününde,her türkünde sevgin kıpırdar içimde
Sanki gurbet benim içimde,her türkün demlenir gönlümde
Dağında duman,duman başımda yüce bir sevda,güzel Erzurum
Sanki ben koca bir Erzurum,Erzurum tek tek benim gönlümde.
Huma kuşu gibi,yükseklerden uçar benim aşık gönlüm
Erzurum bir sevda.Erzurum'da coşar benim şen gönlüm
İçim sıkılsa,ruhum daralsa,ilaçtır gönlüme,can Erzurum.
Ey Palandöken! Gelsin senden bir yel,huzur bulsun gönlüm.
12.03.2015/İUzman Eğitimci.Şair.Yazar/İsmail Alay
|
Remzi Ece | 12 Mart Muhtırası 41 Kere MAAŞALLAH |
12 Mart Muhtırası 41 Kere MAAŞALLAH
Lügate merak sardım şu günlerde; yani günümüz diliyle sözlüğe. Eskiden de uzak değildim zaten.
Bugünlerde öğrendiğim kelime ise muhtıra…
Sözlükte hatırlatma, anlamına gelen bu kelime diplomaside ise uyarı yani nota anlamı taşımaktadır. Bir şeyin hatırlatılabilmesi için önceden var, ve belleklere işlenmiş olması gerekmektedir.
12 Mart Muhtırası yakın siyasi tarihimizde önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle 12 Mart deyince çoğunluğun aklına, 71 senesinde askerin hükumete verdiği nota gelmektedir. Ama bu olay benim konum ve amacım değildir.
Henüz başaramamış olsam da, kişi ve olaylardan ziyade fikir okuma ve fikir yazma sevdasındayım.
12 Mart deyince benim aklıma 1921 senesi gelmektedir.
12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, ittifakla kabul ettiği İSTİKLAL MARŞI, yedi düvele verilmiş bir muhtıradır. 41 kere MAAŞALLAH.
|
Habibe Merih Atalay | 12. Şarkı |
Üzülme bebeğim
Bu cangıldan bir
Has bahçe yaratacağız
Üzülme bebeğim
Bataklığı kurutup
Bereketli topraklar
Yapacağız
Üzülme bebeğim
Her ezginin kaynağı
İnsan kalbidir
Üzülme Bebeğim!
Bu yangında bile
H a s i n s a n ı
D i r i l t e c e ğ i z.
Sensin içimde toprak
Sensin içimde yaprak
|
Vecdi Hatunoğlu | 12 Temmuz |
Sabahın ilk ışıklarında
Bir ses uyan diyordu
Gözümü açtım Annem
Askere gideceksin
Bugün 12 Temmuz
Askere gidiyorum
Annem yanımda
Kardeşlerim uyuyorlardı
Uyandırmadım onları
Elinde bir yumurta
Soymaya başladı annem
Hava yağmurluydu
Bende yağmurluydum
Dokunsalar ağlayacaktım
Dayandım
Yumurtamı yedim
Bir tane çok güzeldi
12 Temmuzdu
Ben Asker oluyorum
Ankaraya
Elinde bir maşraba su
Başında atkısı
Beni uğurluyor annem
Askere
Ardımdan su döktü
Otobüsten gördüm
Ağlıyordu
Bir tek annem vardı
Beni askere uğurlayan
Ağladım Ankaraya kadar
12 Temmuzda asker oldum
Muhabere okulunda
Dönüşüm olmadı o memlekete
Annemde ayrılmıştı oradan
14.02.2008 Ankara
|
Gürkal Gençay | 12-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 2 |
(Zeki insanların mutlu olmaları, hayatta görülen nadir şeylerdendir... ''Hemingway'')
Bir akşam...
Ya da bir öğlen sonrası.
Kulağınıza bir tokat misali çarpan çığlıklar ve feryatlar ile oturduğunuz yerden sıçrarsınız.
Pencerenizin dışındaki, yaşamın gerçek ritminin attığı sokağa başınızı uzatırsınız.
Ölümle yaşam arasındaki kısacık fasılada koşuşturan sokak hayvanlarının, ağızlarındaki direngen gülüşlerle, bir ölüm tarlasındaki gelincikler gibi (onların) al kan içindeki ölü vücutlarını görürsünüz...
Gözünüze belediyenin itlafçıları takılır bir an.
Ellerindeki dumanı tüten tüfeklere ve iğrenç dudaklarının kıvrımlarındaki histerik gülümseme çizgilerine...
(Oysa orada kimse şaka yapmıyordur! ..) Bunun şahidi olursunuz...
Ağızlarındaki inadına gülüşlerle ölenler ve dudaklarının kenarlarına ilişik gülüşlü katillerin buluştuğu noktayı donuk bakışlarla yorumsuz yargılarsınız.
{ Hayat böyle bir şeydir işte... Böyle “dank” diye yakalar bir yerde ve böylesine çıkıverir karşınıza bir yerde...}
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede yargısız infaz ile katledilen binlerce insanın; Hasan Ocak’ların, Metin Göktepe’lerin, Süleyman Yeter’lerin fotoğrafı vardır. Burnunuz sızlar, içinizde bir şeyler katılır, gözyaşlarınızı dökemeden ağlarsınız...
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 67)
|
Gürkal Gençay | 12-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 2 |
(Zeki insanların mutlu olmaları, hayatta görülen nadir şeylerdendir... ''Hemingway'')
Bir akşam...
Ya da bir öğlen sonrası.
Kulağınıza bir tokat misali çarpan çığlıklar ve feryatlar ile oturduğunuz yerden sıçrarsınız.
Pencerenizin dışındaki, yaşamın gerçek ritminin attığı sokağa başınızı uzatırsınız.
Ölümle yaşam arasındaki kısacık fasılada koşuşturan sokak hayvanlarının, ağızlarındaki direngen gülüşlerle, bir ölüm tarlasındaki gelincikler gibi (onların) al kan içindeki ölü vücutlarını görürsünüz...
Gözünüze belediyenin itlafçıları takılır bir an.
Ellerindeki dumanı tüten tüfeklere ve iğrenç dudaklarının kıvrımlarındaki histerik gülümseme çizgilerine...
(Oysa orada kimse şaka yapmıyordur! ..) Bunun şahidi olursunuz...
Ağızlarındaki inadına gülüşlerle ölenler ve dudaklarının kenarlarına ilişik gülüşlü katillerin buluştuğu noktayı donuk bakışlarla yorumsuz yargılarsınız.
{ Hayat böyle bir şeydir işte... Böyle “dank” diye yakalar bir yerde ve böylesine çıkıverir karşınıza bir yerde...}
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede yargısız infaz ile katledilen binlerce insanın; Hasan Ocak’ların, Metin Göktepe’lerin, Süleyman Yeter’lerin fotoğrafı vardır. Burnunuz sızlar, içinizde bir şeyler katılır, gözyaşlarınızı dökemeden ağlarsınız...
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 67)
|
Atila Işık | 12 Yaşında İntihar Eden Mariannet Amper İçin |
12 YAŞINDA İNTİHAR EDEN MARIANNET AMPER İÇİN
“Yeni ayakkabılar,
bir çanta ve annemle babama iş isterdim” yazmış, Mariannet Amper
intihar etmeden önce
Gizli kanatlarıyla meleklere benzeyen
çocuklar doğar dört bir yanda her sabah, her akşam ve her an
çocuklar doğar dört bir yanda birbirine benzemeyen
Ve sen Mariannet
“Babamın işi yok, annem sadece çamaşır yıkama işi buluyor.” derken,
Daha da bir batıyordu görünmez kanatların
ama bunu sen bilmiyordun
Sen doğduğunda komşu evlerde açlık vardı, yoksulluk ve sefalet
tıpkı, sizin eve benzeyen
Ve bir aşağı sokakta
açlığın, yoksulluğun ve sefaletin rüzgarı dolaşıyordu odalarda
Görünmez kanatlarınla uçmaya hazırlanırken
bunu da bilmiyordun
“Okulumu bitirebilmek ve en çok da
yeni bir bisiklet satın almak isterdim.” diye, yazdığında
inşaat işçisi baban, çoktan dayamıştı işsizler duvarının nemli tuğlalarına sırtını
Ve senin hayallerinden habersizdi
Yoksulluk, salgın bir hastalık gibi sararken kenti, mutluluktan değil
ölümün o sıcak nefesi tenine değdiğinde
görünür olacaktı kanatların
Ve sen işte o zaman gökyüzüne yükseleceksin
ayaklarında yeni pabuçların ve bisiklete binmişken
Sırtında çantan
|
Işık German Ersoy | 124. Genel Kültür Yarışması...02 - 08.05. 2016 |
- 2015 yılı (TÜİK) araştırma raporuna göre ülkemizde bebek ölümlerinin
en fazla olduğu ilimiz hangisidir...?
1. İstanbul
2. Kilis
3. Diyarbakır
4. Antalya
5. Konya
6. Ağrı
|
Işık German Ersoy | 126 Genel Kültür Yarışması...16 - 22.05. 2016 |
- Avrupa tarihinde ilk yabancı kökenli bayan Parlamento Başkanı hangi
ülkeden seçilmiştir...?
1. Almanya
2. İsviçre
3. Fransa
4. İtalya
5. Hollanda
6. Belçika
|
Necdet Erem | 123 GÖZYAŞI. i |
Gözyaşı,
Aşk ve sevda fırtınasının gönül denizinde meydana getirdiği dalgalardan şehadet âlemine sıçrayan inci damlalarının adı olsa gerektir.
Gözyaşı,
Rahmet denizinin bencillik toprağını merhamet ile sulayıp bereketli kıldığı pınardır.
Gözyaşı,
Yanlış, hata ve kusurlarının farkına varan,
onurlu ve akıllı insanların, cezayı büyük güne bırakmama endişesinden kaynaklanan arınma hadisesinin sonucu olarak günah kirlerinin dünyada temizlenmesi için akıttıkları Havzı kevser mai zülalidir.
Gözyaşı,
Büyük talep ve beklenti içinde olanların,
hacetlerinin kabulü için ortaya koydukları samimiyet sermayesi, arz mektubunun talebi red edilmeyen acz ve fakrı ilan eden naz makamında yazılan dilekçenin solmayan ve silinmeyen mübarek mürekkebidir.
Evet,
Gözyaşı,
Rahmet pınarının aşkı ilan, aczi izhar, hatadan nedamet, acıyı ifade, derde deva, cihan paha, gönül defterine ruh kalemi ile yazılacak mualla manalarının su damlalarına dönüşmüş çölleri gülzara, çemenzara çeviren mübarek damlalarıdır.
|
Necdet Erem | 126 EY GÖZ i |
Göz;
Hilkatin güzelliklerini seyretmek için
akıl dünyasından kainat bahçesine açılan esrarlı bir pencere.
Kalp;
Ruh arısının göz penceresinden
hayal kanatları ile uçarak sanat ve marifet çiçekleri üzerinde gezip
toplamış olduğu hakikat polenlerinden imal edilen iman balının yapıldığı bir muhabbet peteğidir.
Ey göz,
iyi bak ve güzel gör!
Nefsin insan onuruna yakışmayan,
basit ve hayvani hazların esiri olan duyguları doğrultusunda
hareket edip âli his ve duyguları tahrip etmek nerede,
Kudret eserlerinin kâinat sergi salonunda,
ilmi ilahinin kütüphanesinde, seyir ve istifadene sunulmuş olan marifet mesajlarını,
seyrine doyum olmayan
sanat eserlerini seyredip melekleri kıskandıracak bir yükseliş rampası olmak nerede?
|
Necdet Erem | 125 Sudan Sebepler. |
Mahrukatçılık yapan Nazmi Taşkın’a ait odun deposunda çalışan Ferit Şaylan, kestiği odunun üzerinde insana benzer bir siluet görünce şaşırdı. İlçeye bağlı Yayla köyündeki orman sahasında kesilen kayın ağacının maktaındaki şekli görünce donup kaldığını söyleyen Şaylan, ilk kez böyle bir şey ile karşılaştığını belirtti.
Kayın ağacının dalını keserken gördüğü şekil için ’derviş’ görüntüsü yorumunu getiren Ferit Şaylan, bunu çevredekilere gösterdiğini onların da şaşkınlıklarını gizleyemediklerini anlattı. Orman Mühendisi Necdet Baran ise dalın kesici bir aletle yıllar önce zedelenip, enzim salgılamasından dolayı bu şeklin oluşmuş olabileceğini söyledi. (BİR DOST PAYLAŞIMI)
Bu değerli paylaşımınızdan dolayı teşekkür ederim.
Allah sizin gibi gayretli ve değerli dostlardan razı olsun.
Bu örnekte, kör gözlere sokulan;
Kudreti sonsuzun hikmet ve sanat eserlerinden bir pırıltı.
Her yerde ve her şeyde, sonsuz sanat ve kudret eserleri görülen; Allahın hikmetlerinden çarpıcı bir örnek.
Bir zamanlar Rahmetli Barış Manço tarafından buna benzer bir olay gündeme getirilmişti. Okume ağacı hızardan geçince ortasında bariz bir şekilde Besmele-i şerifenin yazılı olduğu görülmüştü.
Gerçi Yaratılmış olan her şey zaten taklidi mümkün olmayan bir sanat eseridir. Yaratıcının tanıtımına yol açan tevhid delilleridir.
Ağacın maktaından kesilmesinde ortaya çıkan Besmele veya Derviş silueti; ağacın, odunsu yapısından, yaprak, çiçek, meyve vermesinde tezahür eden akılları hayret ve hayranlık ile yaratıcıyı görmeye davet eden sanattan daha önemli daha çarpıcı değildir.
Ne var ki ALIŞILMIŞ OLANLARIN ANLAŞILMIŞ OLMA YANILGISI cazip görüp şaşkınlığımıza sebebiyet veriyor.
Bütün bunların yanında takdir edilecek olan Mühendisimiz Sn. Necdet BARAN beyin olaya bilimsel bir kulp takışı bizim bağnaz bilim adamlarımız ille de her şeyi bilmek zorunda olduğu anlayışının tipik bir örneğini oluşturmaktadır.
’ Dal, kesici bir aletle yıllar önce zedelenip, enzim salgılamasından dolayı bu şekil oluşmuş’
Allah bunu da böyle yaratmış dese Bilime ihanet mi etmiş olur?
Yoksa diplomasını mı elinden alırlar?
Allah ayetinde bu bağnazları tarif ederken ne güzel söylemiş.
Gökten bir mucize göndersek elleri ile dokunsalar, katılaşmış bulut diyecekler ve yine inkâr edecekler.
Allahın varlığına yarattığı mahlûkat adedince delil var iken!
Allah’ın, Akıl, ilim, irade, imkan verdiği ve bunları doğru kullanma adına teste tabi tutmuş olduğu insan için inkarını bina edecek akıl dışı sudan sebepler yok değil.
Nede olsa dünya imtihan dünyası.
Kazananlar olduğu gibi kaybedenler de olacak.
Allah akıl, feraset ve merhamet versin.
|
Tahir Ehad Ozar | 13-4 |
rotasız
bilinç altı yolculuğunda
çok kişilik olup
tek başına oynadığı
rıhtımsız bir yaşam sığınağıydı
yüreğinin şemsiyesiz yağmurlarında
cama yaslanıp da
yansıtılan
köpek tarafındaki altın dişin
yansımasıydı
ve amacın tersine aktığında damlalar
ölü kelebekler
uçmaya devam ediyordu
|
Mesut Atasoy | 13 Kaplumbağalar |
Amansızca döker bağ yaprağını
Kahraman savaşçı canım sonbahar
Sessizce terk eder boş yatağını
Ağırbaşlı nazlı kaplumbağalar
İlkbahar yaz, mevsim şaşmaz düzenek
Kışı haber veren sonbahar mı tek
İbret almaz mı hiç onu görerek
Bir kaplumbağadan nankör insanlar.
(06.08.1990 Ş.koçhisar)
|
Gündüz Şirin | 13 Gül |
Bir ekim günü kızardı şırnak’ın dağları,
Bir ekim günü pusu kurdu kalleşlik,hayallere
Bir ekim günü yer-gök çınladı; hedefine varamadan düşen hayallerin çığlıklarıyla
Bir ekim gün 13 tane gül açtı; soğuk şırnak dğları.
Kalleş bir kurşun hakkı olmadan kopardı ansızın köklerini
Ekimin kızıllığıyla boyandı bedenleri
Gözlerinde inceden birkaç damla yaş
Bir de...geride kalanlara son bir bakış
13 tane gülüm soldu şu şırnağın dağlarında
Sevinmeyin kalleşler,kökünüz kurur sonunda
Bu ateş dinmeyecek,yakacak şerefsizleri
13 tane güle selam,peygamberim sancağında…
|
Ümit Işıkdağ | 13 Kasım |
Şimdi gül,
Doğduğum şehir bende esir
Hasret zifir,ve karanfil solmada
Sende buram buram terk ediş nağmeleri
Ve gönlümde bir akşam daha olmada
Sen şimdi gül...
Şimdi gül,
Ben yalnızlığımın tek esiri
Kalpte paydası büyük
Sensiz bir sevda kesiri
Ve ayrılık buram buram sen kokmada
Sen şimdi gül...
Şimdi gül,
Bıraktığın gün bir yıl olmada
Kasvet odamda misafir
Yalnızlık şahit,ruhum sefil,
Senin sevdan kimbilir hangi kalpte misafir
Sen şimdi gül...
Şimdi gül,
Taşıma hüznü,ağır gelir ruhuna
Sen gez,eğlen hayat kısa günler dolmada
Zaten unutun ya,daha da unut beni
Göm kalbine,sana tertemiz bakan gözlerimi
Sen şimdi gül
Şimdi gül
Kutla hadi doğum günümü
Unutmazdın hiç Kasım'ın 13'ünü
Bayramın olsun senin bensiz geçen tüm günler
Hasret yaram kanarken kalpsizler ancak güler
Hadi
Sen şimdi gül...
|
Ahmet Konukoğlu | 13 Şubat |
21 Haziran 1985 tarihli
Bir kanuna göre
13 Şubat'ta bitecek artık yıllar
Ve yılbaşı gecesi olacak
Her 13 Şubat akşamı.
Yine bu kanuna göre
Hiç doğum günüm olmayacak benim
Olsun ben de hep çocuk kalırım
Ve her 13 Şubat akşamı
Bir gemi yapıp denize salarım aşkımı
|
Türkay Gürlek | 13 Şubat |
Bugün on üç şubat sevginin arifesi.
Aradım köşe bucak sevgimin ifadesini
Yarın on dört şubat sevgililer günü
Sevginin sevgiliye ifade edildiği gün
Aradım,arandım sevgimi sevgiliye
Anlatacak bir şey
Takıldı gözlerim sarraf sergisine
Daldım düşündüm altın nere sevgim nere
Buldum kendimi karanfil menekşe gül dolu çiçekçide
Uzattım takılı verdi dikeni elime.
Sevgili gerçek çiçekti,soluk kalırdı menekşe.
Buldum,buldum sevgimi sevgiliye anlatacak
Ruhumun derininde
Anlatırdı sevgimi,alnındaki busem.
O dudaklarımda kaldı,sevgi yüreğimde
.
Türkay GÜRLEK
13/02/1999
|
Ozan Arif | 13 Nisan |
Onüç nisan bugün, dağlar ve taşlar.
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Yerde karıncalar, gökteki kuşlar.
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Allah`sız Bulgar`ın zulmüne karşı,
Allah... Allah diye inlettik arşı.
Sema`yı patlattı 'İstiklâl Marşı',
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Vallahi var bize kanat gerenler,
Bizimleydi gönül gözü görenler,
Evliyalar, enbiyalar, erenler,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Kırklar ve Yediler açtı kucağı,
Alevlendi bugün iman ocağı,
Resul-ü Ekrem`in 'Tevhit sancağı',
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Canlı, cansız, yer, gök, buna şahitler,
Vatan diye vatan olan yiğitler,
İsimli, isimsiz cümle şehitler,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Kapı gibi, çağlar açıp kapatan,
Cennet Mekân Fatih Sultan Mehmet Han,
Yeniden kükredi bugün Alparslan,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Hangisini saysam atan, ecdadın,
Genç, ihtiyar, çocuk, bebekli kadın,
Tarihin, namusun, şerefin, sütün
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Ay-Yıldızlı bayrakların selini,
Gördükçe 'İstanbul' sandım 'Kölün'`ü.
Baba tutmuş, evlâdının elini,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Sırf babalar eğil, karısı, kızı,
Bir ülkü ummanı, iman denizi,
Bugün kenetlendi sevinçle, sızı,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Azerbeycan, Kerkük, Kırım, Türkistan,
Gardaş 'Afganistan...' Can 'Afganistan'
'Filipin`de' çile çeken müslüman,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Son günlerde derdim döndü vereme,
Ehl-i İslâm derman olsun yarama,
Sarışaban, Bosna, Hersek, Drama,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Batı Trakya`nın dertli bağları,
Kap-kara yas şimdi Balkan dağları.
Özleyip özleyip eski çağları,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Yer yer söyleyeyim, sayayım ismen;
'Dobruca`lı Ayşe', 'Varnalı Hüsmen',
'Plevne`de öksüz Yadigâr Osman',
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Ne kadar dolaşsak, bitmez yolumuz.
Gövdemiz hür, lâkin esir kolumuz!
Ta... Kars`dan Muğla`ya Anadolumuz,
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Dilde ve gönülde oldukça Kur`an,
Olmaz Arif olmaz Türk yurdu viran.
Yaşasın Türkoğlu, yaşasın Turan
Bizimle yürüdü, bizimle gardaş.
Not: Şair bu şiiri 13.04.1985'te yapılan bulgar zulmünü protesto etmek için yazmıştır.
|
Gürkal Gençay | 13-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 3 |
(öyle vakt û zaman olur ki, -bazen- kendimin bile kendime kalabalık geldiğini hissederim./ melâmi dervişi gibi. / yalnızlık isterim, kapanıp da çilé-î merdan hanumana./ belki de, ikinci, üçüncü kişiler mutluluk için sadece sebeb./ belki de gözbağcılık yaratıyoruz kendimize./ bir illüzyon./ bilemiyorum./ ki, eğer öyle ise; bizler mutsuz olacağız./ ve mutsuzluğumuzun kaynağı da, aslında kendimize ait bir hayatımızın olmaması olacak! ..)
İliği emilmemiş, üzeri bol etli kemikler/ başı-kuyruğu, sırtı-derisi yenmemiş balıklar/ budundan ve göğsünden artakalanlar ile tavuklar/ ve hatta beğenilmeyerek olduğu gibi atılan parça etli enginar, kıymalı kereviz ve daha niceleri...
Zengin mahallelerinin, zengin sofralarından ağzı kapaklı çöp bidonlarına hapsedilirler.
Sokağın hayvanları bilirler...
Zengin mahallelerinin çöp bidonlarındaki çöp poşetlerinin içindekileri.
Ama sokağın hayvanları bilirler; çöp bidonlarının kapaklarının ne kadar ağır ve açılmaz olduklarını...
Ümit bile etmezler...
Şehrin banliyölerinin ve varoşlarının yoksul sofralarından artan çöp torbalarının başında görürsünüz onları.
Kasıkları içine çökük, kuyrukları apış aralarında ve gözlerindeki uçsuz bucaksız bir hüznü görürsünüz...
İçinden çıkamadığınız keskin ve tiz bir korkuyu onlarla beraber yaşarsınız sanki kesif...
Bir odun sobasının küllerinin sarmaladığı yoksul sofra artığı bir poşetten doyururlar karınlarını.
Eski bir çorap, içi bitik bir kalem, çocuk bezi, kâğıt kırpıntıları ve sigara izmaritleri iştahlarını kaçırmaz.
Kavgaları katık olur açlıklarına...
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede çöplükten karnını doyuran insanların trajedisi yaşanmaktadır.
Muş’ta çöplükten karnını doyuran çocuklar, Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da insanlar çamurlara batarak, ezilerek, dövülerek bir parasız somunun kavgasını vermektedirler.
Ve bu tragedya değişik versiyonları ile İstanbul’un orta yerindeki Urfa’larda, İzmir’deki Mardin’lerde ve büyük şehirlerin ortasında, tam da gözlerimizin önündeki gettolarda alabildiğine yaşanmaktadır...
“Bir sıcak somun...”
K a t ı k s ı z...
Tokluğunuzdan mideniz bulanır, kusarsınız...
Tokluğunuzdan utanırsınız...
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 69 / 70)
|
Işık German Ersoy | 131 Genel Kültür Yarışması...20. - 26.06. 2016 |
- Babalar Günü ilk kez Dünya ülkelerine ait olan bu kentlerden hangisinde
kutlanmıştır...?
1. Ramsen
2. Toulon
3. Modena
4. Spokane
5. Nice
6. Liverpool
|
Gürkal Gençay | 13-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 3 |
(öyle vakt û zaman olur ki, -bazen- kendimin bile kendime kalabalık geldiğini hissederim./ melâmi dervişi gibi. / yalnızlık isterim, kapanıp da çilé-î merdan hanumana./ belki de, ikinci, üçüncü kişiler mutluluk için sadece sebeb./ belki de gözbağcılık yaratıyoruz kendimize./ bir illüzyon./ bilemiyorum./ ki, eğer öyle ise; bizler mutsuz olacağız./ ve mutsuzluğumuzun kaynağı da, aslında kendimize ait bir hayatımızın olmaması olacak! ..)
İliği emilmemiş, üzeri bol etli kemikler/ başı-kuyruğu, sırtı-derisi yenmemiş balıklar/ budundan ve göğsünden artakalanlar ile tavuklar/ ve hatta beğenilmeyerek olduğu gibi atılan parça etli enginar, kıymalı kereviz ve daha niceleri...
Zengin mahallelerinin, zengin sofralarından ağzı kapaklı çöp bidonlarına hapsedilirler.
Sokağın hayvanları bilirler...
Zengin mahallelerinin çöp bidonlarındaki çöp poşetlerinin içindekileri.
Ama sokağın hayvanları bilirler; çöp bidonlarının kapaklarının ne kadar ağır ve açılmaz olduklarını...
Ümit bile etmezler...
Şehrin banliyölerinin ve varoşlarının yoksul sofralarından artan çöp torbalarının başında görürsünüz onları.
Kasıkları içine çökük, kuyrukları apış aralarında ve gözlerindeki uçsuz bucaksız bir hüznü görürsünüz...
İçinden çıkamadığınız keskin ve tiz bir korkuyu onlarla beraber yaşarsınız sanki kesif...
Bir odun sobasının küllerinin sarmaladığı yoksul sofra artığı bir poşetten doyururlar karınlarını.
Eski bir çorap, içi bitik bir kalem, çocuk bezi, kâğıt kırpıntıları ve sigara izmaritleri iştahlarını kaçırmaz.
Kavgaları katık olur açlıklarına...
/ v e _ b i l i r s i n i z _ k i /
Bu ülkede çöplükten karnını doyuran insanların trajedisi yaşanmaktadır.
Muş’ta çöplükten karnını doyuran çocuklar, Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da insanlar çamurlara batarak, ezilerek, dövülerek bir parasız somunun kavgasını vermektedirler.
Ve bu tragedya değişik versiyonları ile İstanbul’un orta yerindeki Urfa’larda, İzmir’deki Mardin’lerde ve büyük şehirlerin ortasında, tam da gözlerimizin önündeki gettolarda alabildiğine yaşanmaktadır...
“Bir sıcak somun...”
K a t ı k s ı z...
Tokluğunuzdan mideniz bulanır, kusarsınız...
Tokluğunuzdan utanırsınız...
Gürkal Gençay
23.Nisan.1997
Deniz Köşkleri / İstanbul
(* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999)
******************************************************************************
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek...
http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html
(Sayfa: 69 / 70)
|
Işık German Ersoy | 134. Genel Kültür Yarışması...11 - 17.07.2016 |
- EURO 2016 Futbol Şampiyonasında hangi ülkenin taraftarlarının
taşıdıkları panoramik bayrak Guinness Rekorlar Kitabına seçilmiştir...?
1. Fransa
2. İzlanda
3. Arnavutluk
4. Galler
5. İsviçre
6. Ukranya
|
Necdet Erem | 131 YALAN i |
Ey Dost!
Yalandan çok sakın!
Çünkü dilini bozup dinini zarara uğratır.
İtibarını sarsıp insanlar arasında saygınlığını azaltır.
Ahiret adına uğrayacağın,
tarif edilemez zararları bir tarafa bıraksak bile;
Yalan ile,
Yalancı bir rahatlık,
Geçici bir kurtuluşa ulaşabilme ihtimaline bedel;
İnsani değerlerini,
Utanma duygularını ve çok düşkün olduğun dostlarını,
Dostlarının sana olan sevgi ve saygılarını kaybedersin.
Yalanın kazandıracağını zan ettiğin
basit şeylere bedel bunca zarar ve sıkıntıya değermi?
|
Halil Şakir Taşçıoğlu | 134 Sen Aşk Şiirleri Yaz |
________________Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
________________Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
________________Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;
......................................................................Mehmet Emin Yurdakul
Dinle; ey şâir sakın ona buna lâf atma!
Fakir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Mütefekkir görünüp pişmiş aşa su katma!
Fikir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Sana mı kaldı yurdun özlenen istikbâli?
Zülfikâr la işin ne, neyine senin Ali?
Neye yeter ki söyle kaleminin mecâli?
Zikir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Nereden çıktı şimdi milletine ses olmak?
Üstüne vazife mi, dertlere nefes olmak?
Sorgucu musun ki sen, nedir bu ases olmak?
Münkir, Nekir neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Bir kaldı kahramanlık, sevsinler yüreğini!
Saldır değirmenlere yapıştır küreğini...
Biçâre halk derdinden satarken böbreğini,
Şükür senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Geçmişsin de kendinden, diyorsun kendine gel!
Gözlerinden akanlar olmuş boz bulanık sel...
Diyorsun ki açlara; git fırın duvarı del!
Hakir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Bakın şu sitelere kim seçiyor fikiri?
Kalmış aşk ile para, o da elinin kiri...
Peki kim dinleyecek bunca mâsum fakiri?
Efkâr senin neyine, sen aşk şiirleri yaz...
Tamam da; yazmaya gör, imamlar elde kalem!
Cehennemde yakarlar hemen Allahuâlem!
İstemiyorsan gülsün peşinden cümle âlem...
ŞAKİR hiciv neyine, sen aşk şiirleri yaz(!)
Antalya-2012/06
TDK:
Zülfikar: Hz.Ali nin çatal ağızlı kılıcı
Zikir: anma, bildirme, söyleme...
Allahualem: Tanrı iyisini bilir.
Münkir, Nekir: sorgucu melekleri.
ŞAİR ELBET YAZACAK:
Haa...Aşk şiirleri mi? Elbette yazılacak...
Hem ne güzel aşklar var kalplere kazılacak!
Yar, vatan, İlahi aşk, ne var ki kızılacak?
Şakir, aşktan bol ne var, gel aşk şiirleri yaz................Halil Şakir Taşçıoğlu
|
Işık German Ersoy | 138. Genel Kültür Yarışması...08 - 14.08.2016 |
- Ordusunun öncü birliklerine - Gidin ve bana Dünyadaki Cenneti bulun...
emrini veren tarihteki ünlü kimdi...?
1. Hannibal Barca
2. II. Attalos
3. Ertuğrul Gazi
4. Napolyon Bonapart
5. Attila
6. Jül Sezar
|
Necdet Erem | 135 Ev Hanımlığı mektup |
Slm.
Sevgili Arkadaşım.
Öncelikle iyi günler diler 'BENİ ÖYLE BİR YALANA İNANDIR Kİ ÖMRÜMCE SÜRSÜN DOĞRULUĞU' bu sloganınızın ömrünüzce sürmesini dilerim.
Siz ev hanımı olduğunuzu söylemişsiniz, Ev hanımları işsiz mi?
Ev hanımlarının işi en zor, en kutsal, en takdir edilmesi gereken bir iştir.
İstersen biraz açmaya çalışalım.
Ev Hanımlarının işi!
Aileyi ayakta tutmak,
Eşini ve çocuklarını mutlu etmek,
Onları hayata hazırlamak,
Ailenin ve toplumun akrabalık ve komşuluk ilişkilerini kurmak ve korumak,
Her şeyden önemlisi!
Topluma İnsan gibi İnsan üretmek ve takdim etmek.
Onun için herkes işini bir seviyor ve sevmesi gerekiyor ise,
Ev hanımları işlerini yüz kat daha fazla sevmeli.
Dikkat eder iseniz,
Toplumun dengelerinin bozulmasının en temel sebeplerinden biri;
Ev hanımlığı iş olarak görülmeyerek bu önemli işe gereği kadar dikkat edilmeyişi ve sevilerek yapılmayışıdır.
Sevilmeden yapılan işte başarılı olmanın imkânı olmaz.
İşte bu günkü insaniyetini kaybetmiş olan nesiller Ev Hanımlığı işinin (annelik-eşlik) iş olarak görülüp dikkate alınmamasından kaynaklandığını düşünüyorum.
Sevgilerimle.
|
Mehmet Tevfik Temiztürk | 14 Asır Evvelinde Hayvan Hakları |
Ta o ilk devirlerde haklar bilinmiyordu,
Merhamet denilen şey uygulanamıyordu…
Ne bir insanlık vardı ne de hayvan hakları,
İnanç, din bile yoktu can, çekerdi zararı…
İslam, egemen oldu Dünya’yı aydınlattı,
İnsanlık huzur buldu, sevdi tüm kâinatı…
(2012)
|
Necdet Erem | 139 Akıl İle Bilindin. |
Hocam;
Evet ben Allah’ı ÖNCE inkar ediyorum; SONRA da varlığını kabul ederek O’na diyorum ki, ya bana göster kendini ya da hesap isteme benden; o ki, akılla bilindin, akılla da inkar edilebiliyorsun...
Bu soruyu soran bir dostuma yazdığım cevabi bir yazıdır.
Soru geneli ilgilendirdiğinden dolayı o dostumun adını da saklı tutarak cevabımı tüm dostlarla paylaşma ihtiyacı his ettim.
O dostum bundan alınmasın. Hatalıysam dostumdan da özür dilerim.
Söylediklerinin bir kısmı doğrudur.
Evet, Allah akıl ile bilinir,
Zaten Efali mükellefinin ilk şartı Akıl sonrası imandır.
Allah aklı olmayanı İmandan mesul tutmaz.
Allah akıl ile bilinir!
Ama akıl ile inkâr edilemez.
Allah ancak NEFİS ile inkâr edilir.
Dikkat ederseniz sorunuzun cevabı yazınızın içinde HESAP İSTEME BENDEN bu inkar değil ancak İSYANDIR.
Bana kendini göster diye ortaya koyduğun talep ise muhali taleptir.
Ya Allah görünüyor da sen göremiyorsan.
Ki İslam Büyüklerinden bir zat EY ŞİDDETİ ZUHURUNDAN İHTİFA ETMİŞ ZATİ ZÜLCELAL diyor.
Yani her yerde her şeyde okadar çok görünüyorsun ki artık görülürlükten görünmez olmuşsun.
Sonra bence gördüklerimiz görülmesi isteneni gösteren delillerdir.
Görmemizin ne kadar sınırlı olduğunu anlatmaya gerek yok sanıyorum.
Detaya inmeyeceğim çünkü bunlar kabak tadı verdi.
Bir ayna yardımcılığı olmadan ensemizi göremeyecek kadar sınırlı bir görüşe sahip olan bizler.
Mikro ve Makro alem adına her şeyi yaratanı görmek isteme talebimiz!
Bence bir sivilcemizin içinde veya çürük diş kovuğumuzda kendi hacimlerine göre bir dünya bulan mikrop veya bakterilerden bir tanesinin bizi, içimiz ve dışımızla görmek isteme talebi ile aynı kategoriden bir istekten başka bir şey değildir.
Onu görmek için sanıyorum GÖZ DEĞİL GÖNÜL LAZIM.
İnsan sadece görme ve dokunma duyusundan ibaret değil ki!
Fiziki âlem bile sadece görülebilme ve tutulabilme ile sınırlandırılmamıştır.
Beş duyu boşuna değil.
Hatta Allahın en mükemmel sanat eseri olan insanın algı ve değerlendirme materyalleri akıl, kalp ve beş duyu ile de sınırlı değildir.
Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum.
Ruhun her insanda bulunmasına rağmen müstesna şahsiyetler ve işin hakkını verenlerdeki tezahürüne temas edip kapatacağım.
Bir barometrenin sıfır altı ve üstünü düşünürsek,
sıfır vasat beş duyulu insan.
Sıfır üstü maneviyatta gelişerek aklını midesine, kalbini şehvetine, ruhunu cesedine hakim kılarak fiziği aşıp zaman, mekan ve hacim sınırlarını aşarak harika hallere mazhar olan kamiller.
Sıfırın altına bakacak olsak;
yine işin ilimi yapan veya herhangi şok bir hadise sonucu fizik duvarını aşan Yogacı, Toracı, İllizyonist, Sihirbaz, Falcı, biyoenerjisini kullananlar insanın his ve duygularının nasıl sınır tanımadığını fiziğin, ruh ve yetenekleri karşısında ne kadar dar ve sınırlı olduğunu gösteriyor.
BİRAZ DİKKAT EDERSEK ÇOK ŞEY GÖRECEĞİZ.
İNKÂR KAZANIM DEĞİL KAZANMA KUŞAĞINDA YARATILMIŞ OLAN İNSANIN KAYBETMİŞ OLDUĞU KÖR NOKTADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR.
Sevgi ve saygılarımla.
________________________________________
|
Taha Mehmet Telli | Anlayana tabi ki |
Benim suskunluğum; Tehlikelidir, muhatabına tehdit olur...
mart 2014
Lüleburgaz
|
Volkan Yoruç | 14 Aylık |
Siyahla beyaz bakar bu gözler
Ve içinden sessizce geçer bu düşler
Bir resimki benden yana eski
Maziden hatıra kalmış bu günler
Yaş belki 14 aylık
Gözler belki aynı ama yürek hiç yaşamamış ayrılık
Saf bir melek gibi
Dili çözülmemiş hayalleri büyümemiş
Yaşadığı günleri hiçte düşünmemiş
14 aylık ömründe en fazla 2 semt görmüş
Misal ki bir bahçede tomurcuk gülmüş
|
Şair Doktor | 14 Ben |
Yeniden geçsen elime
tuzlanmış dudaklarım
boynunda alır son nefesi
Yeniden ....................
|
Mehmet Tevfik Temiztürk | 14 Asır Evvelinde Hayvan Hakları 17 |
Ahmed ve Ebû Dâvûd, Abdullah b. Ca'fer'den,
Naklettiği hadis ki Rab’bin merhametinden…
Ensar’ın bahçesinde ağlayan deve varmış,
Resulü çağırmışlar, manzara acıklıymış…
Resulü gören deve ağlamaya başlamış,
Resul okşayınca da deve rahatlamış…
Resul sahip kim diye olayı araştırmış,
Ensar’dan bir genç gelmiş, devesi şahsınınmış…
Resul demiş: Allah'tan korkmuyor musun?
Hem zulüm ediyor hem aç bırakıyormuşsun…
Üstelik de yoruyor onu üzüyormuşsun,
Deven şikâyetçidir Rab’den korkmuyor musun?
Genç nasibini alır merhamet yaygınlaşır,
Günümüze kadar da vicdansızlık azalır…
(2012)
|
Bekir Özcan | 139-Bu Gün Pazartesi |
Doğum günüdür, Peygamberimiz’in pazartesi
Bu gün vefat eder, kainatın o güzelim sevgilisi
Peygamberimiz koyar, Kabe’ye Hacer-i Esved'i
Ey Allah’ım! nedir hikmet? günlerden Pazartesi!
Allah indirir ilk vahyi, bu gün bildirir resulünü
Cennet’in bütün kapıları açılır pazartesi günü
Mekke’den, Medine ye bu gün etti hicret
Ulaşır pazartesi günü Medine’ye nihayet
Mekke’yi Peygamberimiz işte bu gün fetheder
Kuran’ın en son ayeti işte pazartesi günü iner
Pazartesi, Perşembe sunulur ameller Allah’a
İnsanlık bu gün uğrar ahirette, rahmetle affa
Borborunbekir
|
Hasan Sancak | 14.Bölüm 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre |
Alaçam turizmini-sizlere tanıtalım
Mavi deniz yeşili-benciliği yırtalım
Bizim Öğretmen evi-bekler turizmcileri
Ora sanki bir Cennet-bekleriz bütün eri
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Geyikkoşan havadar-doksan tane küçük ev
Proje hazırlayıp-tamamlanmalı ödev
Geyikbaba Dedemiz-yüzyıldan kalma değer
Görmek ister iseniz-kır vitesi önem ver
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Ulu çınar ağacı- hepsi birer asırlık
Rüzgâr esintilerini-bize getirir ılık
Onların altlarında-güreşir çocuk genci
Akıllı başarılı-bilin vardır direnci
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Alaçam'a turistler-çevre il ve ilçeden
Samsun Sinop ve Bafra-Çorum Gerze davran sen
Yerli yabancı turist-ilçemizde durmalı
Saygı sevgi hürmeti-hepimizden görmeli
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Sıkıntı dertler için-tedbiri almak gerek
Sonra ah vah kâr etmez-toplu çarpmalı yürek
Yerleşmeler giderek-ovalara kaymakta
Yukarısı ölmesin-sonra öldürür hata
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Yurt dışına ilçeden -insanımız gitmekte
Yol su kanalizasyon-gitmeli epey öte
Merkezde derelerin-ıslahı yapılmalı
Çöp ve kanalizasyon-kaldırılmalı çalı
'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
|
Yusuf Sinan Berber | 14 Ekim 1987 |
Ben bir ağaç iken;
Paltolar var
Dik yakalı amcalar
Gacırtılı kapıları evlerin
Sokaklar, sokak daha...
Ve sen beş aylıksın henüz
Tam beş ay sekiz günlük
bense henüz doğmadım
Doğmadım ve,
Bir ağaç olarak seni düşünüyorum!
|
Abdullah Bedeloğlu | 14 Eylül İlköğretim Haftası Şiiri-Yükselmenin Yolu |
İNSANLIĞA UYGARLIK GETİR
İnsanlığa uygarlık getiren
Ulusa düşmanlık besleyen
Sayılır insanlığa düşman.
Sarılır etrafı ateş ve kanlan.
Hak ve adaletin olmadığı yerden,
Hürriyet ve demokrasi gider
Adaleti çiğneyen bayrağını çiğner.
Yıkılır mülkü, gök kubbe başına iner.
İstiyorsan barış huzur içinde yaşama,
Kardeş, eş öldürerek ikbal arama
Baskı ve açlık yerine, bak imara
Adalet ve iş ver tüm insanlara.
Bak, uçurumun kenarındaki yıkık ülke gitti.
Yüz türlü düşmanla sürekli dövüşmece bitti.
Önce 23 Nisan 1920’de bir yenilikle yeni bir devlet geldi.
Sonra insanlığa şeref veren yeniliklerle yeni bir vatan.
İşte Ata’n işte vatan.
Sana düşman olan
Sayılır insanlığa düşman
Yok olur zulmü ganimet sayan.
İlim ve fenden kaçarsa millet,
Bir köşe başında yakalar illet.
Çullanınca üstüne amansız zillet,
Derler, şu imanlı millete reva mı eziyet.
Bir okul kapatan millet,
Bin hapishane açar, hazırlar kıyamet.
Güzel öğretim alana alem dost olur.
Yükselir, durdurulamaz bir güç olur.
Abdullah Bedeloğlu
|
Tarık Şahin | 14.Gün |
Her ayda bir gün,
Her kalp de bir sızı,
Buram buram sen olmalısın
Her ondördüncü günde.
Ama Şubat olmalı,
Sensizliğine koyup başımı,
Ağlamalı,
Ağlamalı dizlerinde,
Dizelerinde
Sana yazılmış en güzel aşk şiirlerinin
Yanıbaşımda sevdan,
Ardında seni bekleyen
Bir çift göz,
Vede tüm ayrılıklarına inat.
Yıllardan 2006,
Aylardan Şubat,
Sen yoksun ya,
Saatler küskün,takvimler bitab.
Nerdesin? Ey Sevgili!
Sıradan günlerin hatırına!
Yıllardan 2006
Aylardan Şubat
(14 Şubat 2006)
|
Mustafa Ersoy | 14 Mayıs |
Bugün 14 Mayıs
Benim güzel annemin günü
Anneciğim sen olmasan bana kim bakar?
Kim bana yemek yedirir.
Sen olmasaydın ben yaşar mıydım?
Sen bana baktın sıra bende
Yaşlanınca SÖZ ben sana bakçam.
Benim şefkat yürekli
İyi kalpli
Bana bakan
Annem
İşte senin günün
Dur!
Bugün sen hiçbir şey yapma
Tüm işini ben yapayım
Benim canım annem
İyi kalpli
Şefkat dolu annem
14 Mayıs anneler günün kutlu olsun
|
Ali Sandıkçıoğlu | 14 Mayıs Anneler Günü İçin |
Senede bir gün vardır:
Adı:” anneler günü.”
Bir çiçek, bir çorapla,
Al annenin gönlünü(!)
O kadar kolaymıdır,
Anne hakkı ödemek?
Bir günle olurmu hiç,
Anne gönlü kazanmak?
Dokuz ay taşımıştı;
Seni karnında annen.
Hiç hakkı ödenirmi.
Kolayca kestirmeden?
Bir zamanlar bebektin,
Ayakta duramazdın.
Yemeğin şöyle dursun:
Su bile içemezdin...
İşte o annen senin,
Üzerinde titrerdi.
Yavrum büyüsün diye,
Ne ğayretler gösterdi.? ! ..
Bazen kış gecesinde,
Cıyak, cıyak ağlardın.
Senin sağlığın için,
Annen tuttu nöbetin..
Şimdi büyüdün artık,
Bey ile hanım oldun.
Evlenince eşinle:
Anneni fazla gördün..
Tiksinmeden o annen,
Altını temizlerdi.
Yavrum büyüsün diye:
Tırıl, tırıl titrerdi...
Yemezdi yedirirdi.
Giymezdi giydirirdi.
Yaşlandı annen, baban;
Evlerinden kovuldu.? ! ...
Kapitalist oyunu:
Anneler günü diye.
Onların tek hedefi;
Mal satmak müşteriye..
Nutuklar atılacak,
Yine ondört mayısta.
Bir çok anne ağlıyor:
Varmı gelen bakıpta.
ALLAH kur’anda diyor:
Sakın ha “öf” demeyin.
Anne baba hakkını,
Kesinlikle ödeyin...
Türklerde aile bağı,
Çok,çok kuvvetli idi.
Bazı evlatlar bügün:
Modaya esir oldu.
Hele bir gidin bakın,
Darulacezede kim var?
Terk edilmiş analar,
Ah! Çekerekten ağlar.
Kimi bekler evladı,
Kimi özler torunu.
Bu zamanın evladı:
Düşünmez hiç yarını.
Ne yaptıysan annene,
Sana o yapılacak.
Unutma sakın yavrum:
HAK intikam alacak.
Ey evlatlar koşunuz:
Anne ve babanıza.
Dualar almak için:
İş bırakman yarına.
Anadır çok mübarek,
O dur canların, canı.
İster isen cenneti.
Memnun eyle ananı.
Düşün sende ey Ali:
Sen nasıl davranmıştın?
Hiç bir noksan olmadan,
Aynını göreceksin.
|
Cem İmdat | 14 Şubat |
14 Şubat
Sevgililerin
Sevenlerin
Aşıkların bayramı…
Bazılarının yüzünde bir ilk heyecanı
Kimilerinin hediye telaşı…
Tek başına özleyenlerin
Bekleneni bekleyenlerin
Yapayalnız bu gece koynunda
Beyninde eski bir fotoğraf
Anılan küçük vakitler
Yan yana olunan
Değeri bilinemeyen
Sevinç dolu günler…
Bir yıl öncesi gözlerimde
İlk kez olan bayramda
Bizim bayramımızda…
Aradığındaki korku
Sevinç,heyecanla…
|
Hekim Coşkun | 14 Nisan darbe mitingidir. |
14 Nisan mitingine yüzde 90 bir katılım olacagını varsayarak diyorum ki; Türkiye insanı 12 Eylül anayasasına yüzde 90 EVET oyu vererek bu günlere geriletildi.
! 4 Nisan mitingiyle 12 Eylül darbesi arasındaki benzerliğe dikkatleri çekmekte yarar var.
Öncelikle; 14 Nisan mitingine HAYIR dediğimiz için bizi anlamak istemiyen veya bu miting için POLİTİZE OLMUŞ yığınlar dışında DÜŞÜNEN insanlara sesleniyorum ve soruyorum?
1-Derin devlet destekli bir sözde cumhurriyet mitingiyle Türkiye ne kazanacak,Türkiye insanının kazanımı ne olarak?
2-AKP nin iktidar olması bu halkın seçenekleri arasında KÖTÜNÜN EN YİYİSİ DEĞİLMİYDİ.?
3-AKP nin tüm icraatlerine ortak olan muhalefet,ASKERİN ardına saklanarak KEMALİZME sıgınınarak mı CUMHURİYETCİ oluyor.
4-Türkiyenin demokratikleşmesi yönünde ALTERNATİF TEK BİR ÖNERMELERİ OLDUMU?
5-ADD nin başındaki GENERALİN eğer başarmış olsaydı DARBECİLİĞİNE onay verirmiydiniz? Darbecilikten yanamısınız?
6-Birde CHP ve diğer DARBECİ PARTİLER AÇISINDAN DEĞERLENDİREREK SORUYORUM::::
Akıllarınca TAYYİBİ gaza getirip Cumhurbaşkanı olmasına çalışmıyorlarmı?
Tayyip Cumhurbaşkanı olunca DARBECİ PARTİLERİN AKP ye karşı Güçlü Muhalefet yürütebillecegini hesap etmiş olmasınlar?
7-Siz 12 Eylül ANAYASASINA yüzde 90 oy vermiş bir halk olarak DARBELERE DAVETİYE ÇIKARDIĞIMIZIN VARKINA VARMAK İÇİN NE YAPTINIZ?
8-AZİZ NESİN' i her defasında haklı çıkarmak zorundamıyız?
Son söz:::
Size saygımı,ancak kendi düşüncelerinizle demokratik haklarınızı korumak ve kollamakla saglarsınız.
Birilerinin BİZİM yerimize düşünmesine izin vermeyerek ve de GEVAŞTAKİ KOYUN sürülerine benzetilmemek adına, DARBECİLERİ BOŞA ÇIKARMANIZI VE 14 NİSAN MİTİNGİNDE SOKAKTA YALNIZ BIRAKMANIZI DİLİYOR VE İSTİYORUM.
Selam ve sevgiler
Hekim Coşkun
|
Taha Karakoç | 14 Şubat |
Bir 14 şubat günü
Bir çocuk doğuyordu
Gülmeyen yüzlerde tebesüm doğuyordu
Umutsuz dünyanın umut ikliminde doğmuştu
Oda herkes gibi umutla bakıyordu yarınlara
Çocuk masumluğuyla gülüyordu
O ağladığında sanki şehir yaslara bürünüyordu
O masum çocuk daha küçük yaşında
Adını bile bilmediği
Adına ihanet hançeri dedikleri
Hançerle vurulmuştu
Ve yalanlarla tekrar avutukmuştu
Onun dünyasında yalan yoktu
Nerden bilecekti yalanı
Belki çoçukta anlamıştı
Ömrünün kısalığını
Ama hep umutla bakıyordu yarınlara
Umudunu yitirmeden büyüyecekti
Yine birgün
Umutla koşarken yarınlara
Nerden bilecekti
Yalanlarla süslenmiş ihanet hançerinin yüreğine saplanacağını
Artık çocuk yoktu
Yenik düşmüştü
Gözlerini kapatırken daha
O çocuk masumluğuyla gülümsüyordu
Gözlerini açmamak üzere
Veda etmeden gidiyordu
Bu günde 14 şubat
Herkesin hayatına
Mutluluk gözyaşlarıyla doğan çocuk
Bugün sadece benim gözümdeki
Hüzün yaşlarıyla yad ediliyoru
Ben ağladıkça gökyüzüde benimle ağlıyordu
Benimle yas tutyordu
Büyütmediler o masum çocuğu
O hep içimde büyüyeck
Nerdesin be çocuk
Seni çok özldim
|
Yusuf Ter | 14 Şubart Sevgililer Günü |
Nasıl bir sevgililer günü bu?
hangi hediyeyle,
Karşılama,
kırmızı güllerle mi olacak?
Gözlerden uzak
bir yerlerde akşam yemeği şart.
Masa, önceden hazırlanmış
çiçeklerle donatılacak.
İki tane yanan mum
dudağımdan dökülen kelimeler,
bir de kemancı geceye anlam katacak.
Romantik gecemde
şampanya patlayacak.
Dans edileceğiz,
gecenin geç saatlerine kadar
Nasıl bir sevgililer günü bu?
Öfkelere bile tuz basıp
barış içinde sevgiliye söylenecek
özenle seçilmiş sözcüklerim olacak.
Mutfakta o gün sen ne yapacaksın.
Bir sürpriz yapmalı!
Sinemaya mı götürmeli,
ormanda, ağaçlar arasında mı dolaşmalıyız
Yoksa, çok uzaklara gitmeliyiz.
Evde oturup bu günün dünden
farklı olmadığını mı düşüneceğiz.
Mac seyredip çığlık mı atacağız,
çay demletip yanında kırıntılar
Nasıl bir sevgililer günü bu?
Her fırsatta çiçekler getirsem de
ayda bir sinemaya, tiyatroya gitsek
bir hediye ile mutlu etmek.
Ama yinede gün aynı gün,
Senede bir gün gelen sevgililer günü müydü,
Senden bir kırmızı gül
dudaklardan dökülecek.
‘Seni çok seviyorum’u bekler işitmeyi
sevginin ifadesine kulak vermeli, sevgililer gününde
Her gün çiçek olan kadınlar,
değerlerine kıymet biçilmez,
onlardan vaz geçilmez.
Onları kimse incitemez, ezemez.
Sevgililer gününde devamlı sevginin, aşkın adı olunur.
Elimde hediyemle, sevgimi sunacağım sevgilime,
bir bayram yaşamak, sevgiliyle
14 şubat sevgililer günün
kutlu olsun, kutlu olsun sevgilim…..
Yusuf Ter
|