poet
stringlengths
3
47
title
stringlengths
1
168
poem
stringlengths
3
159k
Bekir Özcan
107- Ramazan'ın Her Bir Gününe Üç Dörtlük-7
Keyfiyetli sayı Ramazan'ın bu gün yedisi İtaatkâr çıkıyor zalim o kör nefsin sesi Alındı bakıma bütün müminlerin midesi Misk-i amber kokuyor oruçlunun nefesi Ramazan’ın bir haftası işte bitti Şükür Allah’a yedi günü bak gitti Zalim nefis nasılda aczini hissetti Şeytanilerin sesini soluğunu kesti Mübarek Şehr-i Ramazan oldu yedi Sevaplar ise kat kat katlanıyor şimdi Ahiret pazarına bereketli günler indi Kadrini bilenler bu bahçeye işte girdi Borborunbekir
Metin Dalkürek
1071 Şandır bayrağım
1071 ŞANDIR BAYRAĞIM Bin yetmiş bir dendir demi devranım Alpaslanım ile şandır bayrağım Orta asya Anadolu seyranım Serhat boylarında ündür bayrağım Danişment Çakabey vardı söyledi Artuklu saltuklu gördü söyledi Mühürlü eseri ördü söyledi Edirne'den Kars'a handır bayrağım Tabusu Selçuklu kervansarayı İkinci beylikler yaktı çırayı Türkmenem Oğuzum aldı karayı İlimde irfanda fendir bayrağım Şeyh Edeb Alimle Osman Öğütte Geç başa korkma neslim yiğit'te Bin iki yüz doksan dokuz söğütte Kurulan devlet'e candır bayrağım Orhan gazimdir murat'ın babası Yıldırım Beyazıt hatun abası Mehmet çelebinin birlik çabası Toyumda töremde şendir bayrağım İkinci Murat Hacı bayramdan dersli Garip metin bunlar bizansa hersli Akşemsettin Fatih Hocası ersli Fatih sultan Mehmet handır bayrağım YAZAN:METİN DALKÜREK(GARİP METİNİ)
Mehmet Yunus Aytek 2
Ufuksuz
Yok yapamıyorum Kendime söylediğim yalanlarda bitti Ufuk çizgileri kayıp bir manzarada yitirdim seni Tüm zorlamalara kendimi ikna ederek direndim Saatlerde seni vuruyor artık Ve bu şehrin caddeleri seni özlüyor Sen şimdi kim bilir neler düşünüyorsun Ama ben yüzüne sevdiğimi söyleyemedim 13 Kasım 2013 Çarşamba
İhsan Hasan Kaya
1071 Den 1922 ye…
Yirmi altı Ağustos bin yetmiş bir tarihinde, Komutanın Anadolu’ya girişi olur zihninde. Hiç gurur yok ki, boynu sanki yerin dibinde. Alparslan atıyla Anadolu’ya giriyor en önde. Malazgirt ile Anadolu’nun kapısı bize açıldı. Bu Türkler sayesinde barış tohumları saçıldı. Gururdan,bencillikten,kötülüklerden kaçıldı. Alparslan Anadolu’nun kapısını güzelce çaldı. Bizde; vurma,öldürme,kötülük,işkence yok. Gururlanma, büyüklenme, dilde bence yok. Komutan olsa bile, hiçbir kimseye önce yok. Alparslan Anadolu’ya giriyor,hiiiç gurur yok. Türk milletinin büyükleri her zaman zihinde. Otuz ağustos bin dokuz yirmi iki tarihinde, Yine büyük bir komutan var milletin önünde. Mustafa Kemal Atatürk yetişti bu zor günde. Bağımsız yaşamaya alışkın milletin önünde, Büyük bir komutan vardı bu savaş gününde. Türk milleti boyun eğmez düşman önünde. Mustafa Kemal Atatürk yetişti bu zor günde. Cepheden cepheye koşup,millete lider oldu. Türk milleti bu güzel vatan için seferber oldu. Düşman korktu,ardına bakmadan gider oldu. Mustafa Kemal Atatürk’ü karşılarında buldu. Türklerin üzerine kayıtlı Anadolu’nun tapuları. Düşman tabi geçemez imandan olan yapıları. Düşmanlara ardına kadar kapattı tüm kapıları. Mustafa Kemal Atatürk’ün boşa değil çabaları. Malazgirt Alparslan’ı ardına kadar kapıları açtı. Anadolu toprağına Türkün hoşgörüsünü saçtı. Mustafa Kemal Atatürk’ü gören düşman kaçtı. Anadolu’nun tüm kapılarını düşmana kapattı. Zalim düşman Türk milleti dendiğinde kork,ürk. Başta Alparslan,sonda Mustafa Kemal Atatürk. Büyük komutanlardan gurur duyuyor her Türk. Hepimiz Alparslan, Hepimiz ulu Önder Atatürk. 30.08.2014 Hasan Kaya Eğitimci-Şair-Yazar
Mehmet Yunus Aytek 2
Umutluyum
Bu gün çok mutluyum Her zamanki gibi umutluyum İstemediğim her şeyi yapsan da Senin yanında çok huzurluyum Evet seni seviyorum Ama sevilmediğimi de biliyorum Üzülüyorum yinede boş veriyorum Çünkü senin yanında hep mutluyum 31 Ekim 2015 Cumartesi
Mehmet Yunus Aytek 2
Umutlu
Fotoğrafına baktım Biraz dalgın biraz umutlu Gözlerindeki bakışlara baktım Biraz buruk biraz umutlu Montunun yakaları saklayamamış Yüzündeki ifadeyi Dalmış gitmişsin uzaklara belli Biraz dalgın, biraz buruk, biraz mutlu ama umutlu 04 Mart 2013 Pazartesi
Mehmet Yunus Aytek 2
Unutmuşsun
Hep aşklarıma ağladım Ben bu dünyada Hep sevdalarıma yandım Hep zalimlere aldandım Sevilmeyecek insanları sevdim belki de Bazen yalnızlığıma Bazen kaderime Bazen de sensizliğime ağladım 04 Mart 2013 Pazartesi
İhsan Hasan Kaya
11.Ayda…
Kasım ayı gelince hüzünlenir her yer, Her hüznün elbette ki bir nedeni var. Gökler mavi, yerler sarı elbiseyi giyer. Canlıları ayakta tutan bir bedeni var. Atatürk 10 Kasımda dünyadan ayrıldı, Türk milleti unutur mu Atasına sarıldı. Kasım ayında değil her zaman dua saldı. Yurdumuz bu ayda atasından ayrı kaldı. Sizlerin de gideceği yer orası, son durak. Baksana ağaçlarda da sararmış yaprak. Ulu önder ayrıldı her yer ne kadar kurak. Aramızdan ayrılsa da bizlere olamaz ırak. Irak değil ki her zaman gönlümüzde yaşar, Yolunu takip edenler tüm zorlukları aşar. Atanın gösterdiği yolda git güçlükleri başar. Halen dünya Ulu Önderin başarısına şaşar… 20.11.2016 Hasan Kaya Eğitimci-Şair-Yazar
Necdet Erem
109 Lütfen Beni İkaz Ediniz.
Futbolcu ile, Futbol sever aynı manaya gelmediğine göre! İslam’ı yaşayan ile sadece Müslüman’ım demekle yetinen bir olurmu? Hele İslam’a ve Müslüman’a ihanet sayılabilecek, onu basit menfaatlerine alet edenler ayrı konulmalı. Hayatım boyunca merak ettiğim ve bir türlü anlayıp anlamlandıramadığım üç tür insan var. Birisi: Allah’a ve Ahirete inanamadığını iddia ettiği halde; Yaşama fırsatı bulsa da, sonunda sevimsiz bir yaşlılık ve korkunç ölüm olduğunu görmesine ve bilmesine rağmen; SONU DEĞİŞMEYECEK VE DEĞİŞTİRİLEMEYECEK IZDIRAPLI hayatı bin bir zahmetine katlanarak sürdüren ATEİSTLER; Diğeri; Allah’a, Peygambere ahirete, cennete, cehenneme inandığı halde, Allah’ın emrine itaat, Peygamberin sünnetine riayet etmeyen, cennet istemesine rağmen kazanma adına gayret, cehennemden korktuğunu söylemesine bedel, korunma adına bir tedbir düşünmeyen samimiyetsiz BENİM gibi sözde Müslüman veya sair dinlerin mensupları; Bir diğeri ise; Her şeyi gören, bilen, her şeyi yaratan ve yaşatan, hücreleri hayatlı kılan, küreleri bir düzen dahilinde döndüren kendisine hiç bir şeyin gizli kalmadığı, ağır gelmediği bir Allah’a inandığını söylediği halde; O’nu aldattığını zan ederek dünya ve ahiret saadet vesilesi olan İslam’ı basit menfaatlerine alet eden KASABA KURNAZLARI, ile AT HIRSIZI münafıklardır. Acaba İfrat edip yanılıyormuyum? Yanılıyor isem LÜTFEN BENİ İKAZ EDİNİZ.
Hasan Sancak
11.Bölüm Samsun İller Sultanı Şiiri
Birçok hayır kurumu-yurtları pansiyonu Hizmete açmışlardır-artar yoktur hiç sonu Eğitim hizmetleri-örgün yaygın eğitim Biliniz uygulanır-verilmekte öğretim 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu 1975-evet 1 Nisan Günü Şu Bafra Karayolu-hatırlatıyor dünü Canım üniversite-bu tarihte kuruldu 6 bin dönüm toprak-iş üstünde duruldu 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu İktisadi yönünü-sizlere anlatalım Kalp vücut ve ruhları-şiirle çınlatalım Fırsat ve imkânları-hepten zorlamaktadır Belki 19 Mayıs-Atatürk'ten kalan sır 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu 1970'ten- sonra müesseseler Kurulmaya başlandı-hep bellidir hisseler Sanayi ve zirai-ticaret kaynakları Verimi artırmakta-işi bırakmaz yarı 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu Yerel el sanatları-yok olmak üzeredir Teknolojik gelişme-ili kaplıyor bir bir Halı kilim ve zembil-çömlekçilik ve hasır Taş işçiliği çorap-kumaş oya ve bakır 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu Bez dokumacılığı-abacılık saraçlık Heybecilik su kabı-boduç ve tahta beşik Hepsi de yaşasınlar-kaybolmasınlar sakın Devletim işadamı-o farları siz yakın 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu Şu doğum âdetleri-bebeğin çeyizleri Zıbın tulum giyecek-kalplerde vardır yeri Örülür kıyafetler-kazak şapka ve patik Bebek battaniyesi-beşikler bir de yelek 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu Hamilelik dönemi-onun âdeti vardır Makas ile bıçağı-bütün canlara kârdır O bıçak kasaplığı-makassa terziliği Simgelemektedir bil-gerçektir bu dileği 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu Doğumda ebelere-vazifeler düşmekte Sancı olduğu zaman-gidilir hemen öte Bebek doğar kordonu-makas ile kesilir Yıkanır ve sarılır-suyla akıtılır kir 'Samsun İller Sultanı'-sev ve koru Samsun'u Ruhlarda yüreklerde- yaşatmalıyız onu
Yıldırım Ziya Hatunoğlu
11 Eylül
Karadan kara İçim doldu yara Akşam 8.45 kala Gönül döndü hüsrana 38 gün oldu Kah güldü kah üzüldü Son noktada görüldü Karşıyaka ya gömüldü 5Ağustosta doğdun Sevinemedim Yıkıldım Yandım Ağlayamadım Ölümü sana yakıştıramadım. Sordular HATUNOĞLU kim diye Yüreğim yerinden oynadı yine Vardı bunda bir kinaye Gidip sordum ne var diye Kızın hasta,çok hasta Belki bırakır sizi yasta Bizimle olasın devamlı temasta Hayatının yüzde doksanı hasta olsun; yüzde onada kabul Yeterki dünyayı görsün sabi Kabüldüm sakat kalmasına dahi Ama olmadı sonu iyi
Aytekin Arik
11. Şubat
biriken ürperti koyulaştı çalkala incelsin salkım salkım saydam fikir dünyaya ulaştı ayakbağı olma değişime zaten istesen de durdurulmaz uslan çıkma karşı sevişime seven yürek bil ki caydırılmaz kum gibi coğalmakta bilimci kör edilecek elbet kötülük kirkitinle kirkitle kilimci
Aliseydi Taşdemir
**11 Eylül ve Militarist Milliyetçilik(M)
11 Eylül öncesinde Amerika’nın durumunu incelediğimizde ekonomik ve siyasal-sosyal açıdan bu ükenin geleceğine yön veren egemenlerin yönetmede büyük zorluklar ve engellerle karşılaştıklarını görmemek için at gözlüklü olmak gerekiyor. 11 Eylüle gelmeden önce ülkedeki ekonomik büyüme yavaşlamış ve adeta dibe vurmaya yakın bir duruma gelmiştir. Buna bağlı olarak işsizlik adeta tavan yapmış, bir biri ardına ekonomiye istidam yaratan şirketler ya iflas etmiş yada iflasla karşı karşıya kalmıştır. İş gücü oranında kısıtlamalara gidilmiş ve işten çıkarmalar yüksek boyutlara ulaşmıştır. Bunun karşısında giderek yükselen sosyal muhalefet daha fazla sömürü ve kardan başka birşey görmeyen büyük sermayedarların ve onların piyonu olan siyasetçilerin uykularını kaçırmaya başlamıştır. Bu yükselen muhalefet özellikle yüksek öğrenimde taban bulmuş, herkese iş, yaşanabilir bir ücret, genel sağlık sigortası, evsizlik sorununa çözüm ve idamlara son verilmesi gibi konular dar çerçeveden çıkarak daha geniş kesimlerin gündemini oluşturmaya başlamıştır. ABD yi yönetenler oldum olası büyük sermayedarlarla tarihi boyunca hep iç içedir. Büyük sermayedarların onayını almayan hiçbir siyasetçinin seçilme şansı nerdeyse yok gibidir. Kısaca ABD tarihine baktığınızda yüzde doksan oranında seçim kampanyalarında daha fazla para harcıyanların seçildiğini görmek mümkündür. (Obama da bunlara dahildir) Bundan dolayıda seçilen siyasetçiler büyük sermayenin emrinde olmak zorundadır. Yukarda değinmeye çalıştığım ekonomik ve sosyal kiriz derinleşirken, yönetenlerin giderek yönetememe sorunuyla karşılaşmaya yüz tuttuğu bir dönemdir. Bunun etkilerini ve aynı durumu bizdeki 2001 krizinde görmekte mümkündür. İşte bu bağlamda 11 Eylül adeta uluslar arası kapitalizme can simidi olmuştur. TV ekranlarında adeta naklen yayın yaparak görüntüler insanların beynine kazınarak toplumsal bir paranoya oluşmasına büyük önem verilmiştir. Özgürlüklerin korunması için var olan özgürlüklerin kısıtlanması gerektiği kitlelerin beynine kazınmıştır. Militarizim,ulusalcılık ve milliyetçilik pompalanarak kutsallaştırılmıştır.Uzun bir savaş sürecinden sürekli dem vurularak Militarizme destek en üst boyutlara çıkarılmıştır. Askeri harcamaların bütçenin büyük bir bölümünü oluşturması bu sayede sağlanmıştır. (tıpkı bizde güney doğu sorununda olduğu gibi) . Tüm bu olanlar uluslar arası küresel kapitalizme bir nebze olsun nefes aldırmıştır. Fakat görünen odur ki bu nefes alış ve kitleleri nefessiz bırakma politikası iflasa doğru sürüklenmeninde işaretlerini vermeye başlamıştır. Emperyalizmin dünya çapında son dönemlerlerde körükleyerek yükselttiği şövenist -militarist politika ve milliyetçi -ulusalcı dalga halkları dahada köleleştirmekten başka bir şeye yaramamıştır. Özellikle ülkemizdede bu ulusalcı -Milliyetçi dalga 11 Eylül olayından sonra adeta körüklenerek geliştirilmeye çalışılmıştır. Bu dalga sayesinde çıkarılan anti-demokratik yasalar gizlenerek ve 2001 krizinin yüküde halkın sırtına yıkılmıştır. Bu dalga sayesinde militarizm adeta kutsanmıştır. Bu bağlamda Milliyetçiliğe ve onun bir uzantısı olan ulusalcılıuğa kısaca değinmekte yarar var. Aslında günümüzde ve daha doğrusu tarih boyunca milliyetçilik incelendiğinde tüm milliyetçilikler kendi varlıklarını başka milliyetçiliklerin ve ulusalcılıklarının varlığına borçludur. Bu kendi varlığının adeta meşruiyetini oluşturur. Onlara göre milliyetçilik son derece mahsum iyi bir şeydir. Çünkü mensubu olduğu milliyetin ve ulusun iyiliğini istemektetir.Bunlara göre başka milliyetçilikler tu kakadır. Örneğin Araba göre yahudi milliyetçiliği kötüdür, Yahudiye göre ise arap milliyetçiliği. Türk milliyetçiliğine göre Ermeni milliyetçiliği tu kaka,Ermeniye görede türk milliyetçiliği. Yani kısacası hepsi aynı çanaktan beslenir. Fakat bu mahsum duruşu irdelediğinizde karşınıza çıkan tablo bambaşkadır. Bunda propagandanın esas amacı ve gayesi militarizme yapılan harcamanın halktan gizlenmesidir. Milliyetçiliğin zemin bularak gelişebilmesi halklar arasında suni sınırların varlığına bağlıdır. Çünkü parçalanmış toplumlarda milliyetçilik -ulusalcılık ancak boy verip beslenebilir. Militarizmin yüzünü halktan gizleyebilmek ancak çok iyi porogramlanmış bir milliyetçilik sistemi ile mümkündür. Militarizim zıhrının arkasına saklanan milliyetçilik en büyük propagandalarından biri asker toplum yaratma gayesidir. Bu amaçla küçücük beyinler sürekli küçük yaşlarda ulusalcılık poropagandası adı altında askeri vesayetin gövde gösterisi yaptığı tanklı, toplu gösterilere götürülüp bolca gurur duyup alkışlanması istenir. Anıları bu tür olaylarla dolu olan bir cocuğun büyüdüğünde nasıl bir vatandaş olacağını bilmek zor değildir. Askerdende aldığı eğitimle boyun bükmek, sadık bir makineye dönüşmek, ülkenin koruyucusu, milletinin gurur kaynağı olmak artık dahada bağımlılaşan bir beyinle kolaylaşmıştır. Artık insanı aşağılayıp üniformayı kutsayan militarist kültür, milliyetçiliğin vazgeçemediği bir olguya dünüşmüştür. Artık böyle bir ortamda yetişen nesil şavaş olmadığı zaman teslimiyet ve bağımlılık ruhuyla yetişmiştir. Şavaş zamanlarında kahraman sayılacağından sürekli savaş piskolojisiyle yaşamaktır tek dileği. Egemen çevreler ve emperyalistler askerliği ve milliyetçiliği yücelttikçe biz sivil toplumu ve ezilen halkları öne çıkarmalı, milliyetçiliğin ve ulusalcılığın insanoğluna faturasını hatırlatmalıyız. Egemenler ölme ve öldürmeyi kutsarken biz yaşama dört elle sarılmayı ve yaşam hakkını herşeyden üstün tutmayı savunmalıyız. Onlar diğer ezilen halkları düşman olarak görmemizi isterken ve aramıza suni sınırlar koymaya çalışırken biz tüm ezilen halklarla kucaklaşmalıyız. Bizler bunları savunurken yani dünya halklarının ve ezilenlerin kardeşliğini savunurken, Militarizm ve milliyetçilikle yoğrulmuş kafalar bizleri vatana ihanetle ve hainlikle suçlayacaklardır. Çünkü şimdiye kadar hep böyle karalamışlardır. Bunlara vereceğimiz tek yanıt artık egemenlerin çıkarı için bir piyon olarak ölmeyi istemiyorum olacaktır. Vereceğiniz paye ne olursa olsun savaş tarlasında derilmek istemiyorum olacaktır. Bizi ölüme göndermeye hazırlananlara “Artık yeter! Sizin savaşınızı savaşmayacağız. Gidin ve kendi savaşınızı kendiniz savaşın” diyebilmeliyiz. 23 Kasım 2008
Mehmet Yunus Aytek 2
Uzun Zaman Oldu
Ne sen sordun, ne de ben söyleyebildim Anlamadın anlatamadıklarımı Ben de bilmiyordum ya başlarda İçimi derin korkular sardığında buldum onu Oysa o itirazlara aldırmadan Her zaman vardı aramızda Ben yarattım farkında olmadan Sen sadece seyrettin 13 Nisan 2013 Cumartesi
Gürkal Gençay
11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 1
(benim burada da, başka başka yerlerde de önemsediğim ve üstünde durduğum şey; insanın (böbürlenerek iddia ettiği) o zekâsının, “kötücül” bir zekâ olmasıdır…/ bu zekâdır ki; / kullanıcısı, (tüm hayvanat név’i’ne dâhil) ölü kedi, köpek, kuş, börtü-böcek (ve dahi, insan) “koleksiyon”u yapmaktan âr etmez…/ asıl “edep” / -“edeb yâ HÛ! ..” dedirtmemektir; / amma ve de lâkin; bunu bilmez! ..) Her sabah, (işinize giderken) çoğunun yüzünü bile görmediğiniz sokak hayvanlarına yiyecek taşır durursunuz... Biraz yiyecek; ağaç diplerine, yetişkin köpeklere/ biraz yiyecek; bulabildiğinizce kuytu köşelere, kedilere/ biraz yiyecek; (insan ayağından uzak) bir sahipsiz arsaya, yavrulu annelere dağıtır durursunuz... Akşam dönüşü; dağıttığınız yiyeceklerin hepsinin yendiğini görür, yüzünü bile görmediğiniz bu zavallı, sahipsiz sokak hayvanlarının hesabına mutlu olursunuz... Yiyeceklerin yenmiş olması onların o günü tok geçirmiş olmalarının yanı sıra, hâlâ hayatta olduklarının da bir işaretidir zira... Ve fakat; bir gün, sabahtan bıraktığınız yiyeceklerin yenmediğini görürsünüz. Aklınıza kötü şeyler gelir; çaresizce yiyecek torbalarına bakar durursunuz. (Başımıza bir felaket geldiğinde, işte o an yetim gibiyizdir! ..) Ve bir yetim çocuk misali; orada öylece, hareketsizce durursunuz... Beyninizin içinde kopan fırtınalardan ve yüreğinizde başlayan yangınlardan bir senaryo yaratmaya çalışırsınız. Ucunda iki sıkılı yumrukla kollarınız iki yanınıza düşer; tükenmektedir umudunuz... Yüzünü dahi görmediğiniz bu canlılar adeta kaybolmuşlardır... / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede bir çığ gibi kalabalıklaşarak kaybolan insanlar ve onların ardında şıvanlar içre “Cumartesi Anaları”nın dramı vardır; yutkunursunuz... ! Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ***************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 63)
Gürkal Gençay
11-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 1
(benim burada da, başka başka yerlerde de önemsediğim ve üstünde durduğum şey; insanın (böbürlenerek iddia ettiği) o zekâsının, “kötücül” bir zekâ olmasıdır…/ bu zekâdır ki; / kullanıcısı, (tüm hayvanat név’i’ne dâhil) ölü kedi, köpek, kuş, börtü-böcek (ve dahi, insan) “koleksiyon”u yapmaktan âr etmez…/ asıl “edep” / -“edeb yâ HÛ! ..” dedirtmemektir; / amma ve de lâkin; bunu bilmez! ..) Her sabah, (işinize giderken) çoğunun yüzünü bile görmediğiniz sokak hayvanlarına yiyecek taşır durursunuz... Biraz yiyecek; ağaç diplerine, yetişkin köpeklere/ biraz yiyecek; bulabildiğinizce kuytu köşelere, kedilere/ biraz yiyecek; (insan ayağından uzak) bir sahipsiz arsaya, yavrulu annelere dağıtır durursunuz... Akşam dönüşü; dağıttığınız yiyeceklerin hepsinin yendiğini görür, yüzünü bile görmediğiniz bu zavallı, sahipsiz sokak hayvanlarının hesabına mutlu olursunuz... Yiyeceklerin yenmiş olması onların o günü tok geçirmiş olmalarının yanı sıra, hâlâ hayatta olduklarının da bir işaretidir zira... Ve fakat; bir gün, sabahtan bıraktığınız yiyeceklerin yenmediğini görürsünüz. Aklınıza kötü şeyler gelir; çaresizce yiyecek torbalarına bakar durursunuz. (Başımıza bir felaket geldiğinde, işte o an yetim gibiyizdir! ..) Ve bir yetim çocuk misali; orada öylece, hareketsizce durursunuz... Beyninizin içinde kopan fırtınalardan ve yüreğinizde başlayan yangınlardan bir senaryo yaratmaya çalışırsınız. Ucunda iki sıkılı yumrukla kollarınız iki yanınıza düşer; tükenmektedir umudunuz... Yüzünü dahi görmediğiniz bu canlılar adeta kaybolmuşlardır... / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede bir çığ gibi kalabalıklaşarak kaybolan insanlar ve onların ardında şıvanlar içre “Cumartesi Anaları”nın dramı vardır; yutkunursunuz... ! Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ***************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 63)
Mehmet Yunus Aytek 2
Ümitsizlik
Fark etmez yaşamak Ben aşk sarhoşuyum Dertler bana hayat vermiş Dertler benim, hayat benim Hayat senin olsun Yalnızlık bana kalsın Bir günüm daha geçti sensiz Ümidim seninle olsun 14 Kasım 2013 Perşembe
Leyla İnan
11 Yaşındaki Kızımın Öğretmeni İçin Yazdığı Şiir // Sensin Öğretmenim
Kırlarda çiçek gibi açan sensin Ufkumuza ışıkları saçan sensin Gönlümüzden sevgiyi içen sensin Bizlere güneş gibi doğdun sen. Sen bir lambasın hiç sönmeyecek Sen yandıkça başlar eğilmeyecek Çocuklar asla yolundan dönmeyecek Bizlere güneş gibi doğdun sen. Kalbindeki sevgiyi bize sundun sen Başarılı olmamızı bizden umdun sen Atatürk gibi kalbimize doldun sen Bizlere güneş gibi doğdun sen. Hülya İnan
Işık German Ersoy
111. Genel Kültür Yarışması...01 - 07.2016
- 2015 sonu (TÜİK) araştırmasına göre ülkemizdeki Bayan Vatandaşlarımızın en fazla oldukları kentimiz hangisidir...? 1. Aydın 2. Rize 3. Antalya 4. İzmir 5. Bartın 6. İstanbul
Taha Mehmet Telli
Sus
İnsan en iyi sözünü susarak söyler.. Ocak 2016
Mehmet Yunus Aytek 2
Vardın
Uzun zaman oldu Ne sen sordun Ne de ben söyleyebildim Anlamadın, anlatamadıklarımı Ben de bilmiyordum ya başlarda İçimi derin korkular sardığında Hoş anımda buldum seni Oysa o aymazlığına da aldırmadan Her zaman vardın aramızda Ben yarattım imkânı belki de Hiç farkında olmadan Sen sadece seyrettin olanları 29 Ekim 2013 Salı
Mehmet Yunus Aytek 2
Vazgeçilen Umutlar
Ey hayal kolik kabuğunda çürüyorsun Divane olmuş aklın duvarlara şiddetle çarpıyor Niçin, yalnız yaşadığından hep şaşkın mısın? Kalbin daha soğuk olurken ve nihayet taşa dönüşürken Hayal kurduğun için seni cezalandırdım mı? Kalbini kırdım mı ve ağlayarak senden ayrıldım mı? Kalbini kilitlemeden önce nasıl hatırlıyordun Acıklı unutuluş vazgeçilen umutlar senin ruhunun ıssız mezarında 15 Şubat 2016 Pazartesi
Cemalettin Güzbey
112 Acil Ambulans
Soğuk kış günleri ve aylarından sonra,baharın kokusu ve renkleri arasında yaza girdiğimizin haziran ayının ortalarında,sıcaklara merhaba demek için bir gezinti yapmak istedim.Belediye otobüsleri(halk otobüsü) bir yerden bir yere gereksinim sırasında ulaşım aracında yaşadıklarımı şöyle anlatmak,sizlerle paylaşmak isterim. Sıcakların baskın olduğu zaman içinde,bir belediye otobüsünde yolculuk yaptığım sırada,otobüslerin içi dolu olmasına rağmen iler ki otobüs durağından iki arkadaş genç kız binmişti.Hoş sohbet ederek ayakta yolculuk yapıyorlardı.Yaşları tahminime göre onbeş,yirmi olmalı sanıyorum.Bir kaç durak geçmiştik ki otobüsün ortasındaki boşluğa kadar gelmişlerdi.Oturduğum yerden bir tanesinin sıkıntı içinde olduğunu sezinledim,dahada dikkat kesildim,genç kızın bir tanesi orta kapıdaki merdiven basamağına oturdu,yine sohbete daldılar ama yüz rengi sararmış solmuş,her şey fazla ağırlık yapıyor olmalı ki ilk önce arkadaşına çok sevdiği gözlük ve cep telefonunu,şapkası,el çantası derken belediye otobüsünün içinde halsiz ve bitkin bir şekilde kendisini bıraktı,görenler yardım etmek için koşuştu..! ! -Su varmı! ! ? ? -Şeker,tatlı,çukulata,sakız Seslendiler,çantalara bakıldı ve yetiştirdiler. Fakat hiçbir şey fayda etmiyordu,eline koluna kafasına su döküldü,camlar açıldı,lakin bir türlü kendisine gelemiyor,başını dik tutamıyordu.Bir kaç durak geçtik,inen binen oldu belki ilerdeki Terminal otobüs durağı vardı orada belki ilk yardım yapılır diye hop oturup hop kalktım.Lakin terminal içine girmesine rağmen genç kıza müdahale yapılmayıp devam edildi. Artık dayanamadım ve sesimi yükseltdim. -112 Acil Ambulans arandımı ! ! diye sordum.. ses yok..! ! Hemen Cep telefonumu cebimden çıkardım. 112 aradım. Kayda alınıyorsunuz,buyrun diye bir ses.. Belediye halk otobüsünde olduğumu,genç bir kızın bayıldığını, uğraşılmasına rağmen ayılamadığını,yer ve mekan belirtilerek yüksek sesle telefonda konuştum.Avizeden gelen ses bizlere yani otobüs yolcularına mümkünse hastanın arabanın dışına alınmasını temiz hava gereksimi olduğunu,genç mi,yaşlımı sorusu ardından hemen gönderileceğini söyledi.Hemen aynı anda otobüsün durması için düğmeye,butona bastım.Arabanın durması ve ambulansın geleceğini söyledim. Fakat çok ilginçtir ki seksen civarındaki yolcuların herbiri farklı sitem için de bu olayı farklı ilk olarak görüyorlardı.Kimisi için randevu veya başka bir şekilde ulaşımları sekteye uğramıştı. Şöför otobüsü durdurdu.Birkaç yolcu hastanın başında yardım etmeye çalışarak dışarı allındı,tekrar tekrar ıslatıldı.Şöföre seslendim kusura bakma dayanamadım genç kızı bu şekilde görmek beni çok üzdü,112 Ambulansı ben aradım diye söyledim,O da bu şekilde gidilmez zorunlu olarak beklemem lazım dedi. Ben tekrar 112 aradım,bekliyoruz ambulans gelmedi diye,henüz 7 dakika oldu telefon yapılalı dedi,sanki biz yaşayanlar için otuz dakika olmuş gibiydi.112 Acil Ambulans geldi,hasta ve arkadaşını Ambulansa bindirdik,görevlilerden izin aldıktan sonra belediye otobüsü kendi yolun,güzergahına devam etti.Kimisi vicdanen memnun kimisi sitemkar ama en önemli şey insan olduğumuzu bir kere daha hatırlayıp,seksene yakın insanın olaya canlı olarak şahit olması,şahsen beni mutlu etti.112 ACİL AMBULANS a TEŞEKKÜR EDERİM..
Tahsin Emek
Alevilik Nedir diye soranlara 111111111111111111111111111
ALEVİLİK NEDİR DİYE SORANLAR Alevilik nedir diye soranlar! Ali sevmek, Alevilik değil mi? İslâm! Dini seven tüm inananlar İslam’ın her şeyi Ali değil mi? Alevilik Hakka giden bir yoldur. Ali Hak ile, Hak Ali'y le değil mi? Kur-an’da Ali'nin üstünlüğü var Kur-an’ı Hâtm eden Ali değimli? Muhammed Ali’ye bendendir derdi! Onu canı kadar sayar severdi Fatima-yı ona ihsan eyledi İlk Alevi Resul'ümüz değil mi? Ali’nin manası yüce, uludur. İslam’ın menşei özü Ali’dir. İslam seven herkes bir Alevi'dir. Ali Ehlibeyt’in PİR^' i değil mi? Alevilik Ali yolu demektir! Ali aşkı; İslam Dini sevmektir Din yürekte olur Tanrı'da,, tektir Bunları öğreten Ali değil mi? Asıl Alevilik İslam’dır İslam! İslam’a olunur gerçek Müslüman. Ali yolu doğruluktur her zaman. Doğru yollar Hakka gider değil mi? Alevilik esas İslam yoludur. Ali ile bütün yollar doğrudur. Kitapların tümü bizde son bulur. Kur-an Alevi’nin gözü değil mi? Alevilik büyük ışık mümin'e! Alevilik temel İslam Dini'ne! Bir yuvadır Kitap'ların dördüne. Hak bunu emreder doğru değil mi? Her kitapta vardır on iki İmam. Bunları yazıyor bizlere Kur-an. İslam dini seven olur Müslüman. Laiklik Kur-an’da vardır değil mi?
Halil Şakir Taşçıoğlu
111 Hayalimdeki Türkiye
Bir Türkiye düşlüyorum, harcı borcuna yeten Bir Türkiye düşlüyorum, İnadına üreten... Ay em efe el açmadan ayakta durabilen, Milli menfaatlerinde, masaya vurabilen. Kendi yağıyla kavrulup, namerde el açmayan Milletin öz varlığını vurguncuya saçmayan... Bir Türkiye düşlüyorum, tüm alemle barışmış! Lâz, Çerkez,Kürt ü, Türk ü birbiriyle karışmış. Güneydoğu ve Kıbrıs ta sorunları halletmiş Barış nasıl sağlanırmış tüm dünyaya belletmiş. Ne Alevî, ne de Sünnî, mezhep farkı gütmeyen Kolkola giripte gezen, birbirini itmeyen... Bir Türkiye düşlüyorum, temeli oyulmayan! Arsız, yüzsüz hırsızlarla kasası soyulmayan... Hortumcunun hortumunu, çekip atan musluktan İsrafın önüne geçip, kurtulan yoksulluktan. Kökten istikrar sağlanıp, her şey kazık olmayan Zam üstüne zam yaparak, halka yazık olmayan... Bir Türkiye düşlüyorum, ağam, paşam diyen yok! Herkes işini yapıyor, haram, maram yiyen yok. Trafik saç yoldurmuyor, yollarda taş yok, su yok, Halkı yakalamak için, radarlarla pusu yok... Becerikli yönetimler, taş üstüne taş koymuş Benim insanım da artık doğduğu yerde doymuş! Ülkemin refahı artmış hep basamak basamak! Elbet benim emelim de bu ülkede yaşamak... Antalya-2002
Mehmet Yunus Aytek 2
Were Evindaramın Were Gel Sevdiğim Gel
Were evindaramın were baya berbangam Ez kuweki bayazıryan bin hatım Tu hetane hinate bıtım xwoşewista mın Nema taqetamın ez rawestınê teme Were evindaramın were êdi nema fırşamın Wekê sûlawêdı herı kım wekiçemım Berbayidı şopım weki pelanım Hışk dıbım weki axê dıterıkım Were evindaramın were bırina dılêmın Çawe mın dırıyan daye te dıgerım Dışewıtê dılêmın xwin tê bırinamın Ev dılêmınê din rave gotın napeyvım Were evindaramın were keskesora mın Rojnahılat bu vi dınyamın Nema mana wibête buniya heyatamın Tune êdi çejni û xwey bête buniya lıvanderan Were evindaramın were ezaba wıjdanamın Hesretamın tuyi mirazamın Tu nehi ewê her tım perçıqandın bıminê yek kêleka mın Werekû her kes çavnebari bın sıltanamın Gel sevdiğim gel seher yelim Ben ise deli poyraz gibi esmekteyim Gelmeyinceye kadar dinmem sevgilim Kalmadı mecalim seni beklemekteyim Gel sevdiğim gel artık kalmadı sabrım Çağlayan gibi akan ırmak gibiyim Akıntıya kapılmış yaprak gibiyim Kuruyup çatlamış toprak gibiyim Gel sevdiğim gel gönül yaram Gözlerim yollarda seni arıyam Yanıyor yüreğim kanıyor yaram Şu deli gönlüme laf anlatamıyam Gel sevdiğim gel gökkuşağım Güneşi doğmaz oldu dünyamın Bir anlamı kalmadı sensiz hayatımın Tadı tuzu yok artık sensiz buraların Gel sevdiğim gel vicdan azabım Hasretim sensin benim muradım Gelmezsen hep ezik kalır bir yanım Gel ki herkes kıskansın bizi sultanım 30 Ağustos 2012 Perşembe
Akın Akça
113766 araştırmacısı 2; kaynakçaLar, bilgiler
Kurt delikleri hk. Kısaca: Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli KURT DELİKLERİ ‘‘Yıldızların kararıp, düştükleri dev kuyular gördüm’’ HORUS (Mısır Tanrısı) Profesör Stephen W.Hawking, The Physics of Star Trek (Uzay Yolculuğunun Fiziği) adlı yeni bir kitaba yazdığı ön sözde zamanda yolculuğun mümkün olabileceğini öne sürdü. Zamanın iki ya da tek yönlü bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Augustin’in ‘‘zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur? ’’ sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor. Bundan 100 yıl önce H.G. Wells, The Time Machine (Zaman Makinası) adlı romanında bu konunun fizikçilerce araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman ya da uzay-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi problemi teorik fizikçilerin zihnini kurcalıyor. Cambridge Üniversitesi’ndeki Isaac Newton kürsüsü profesörü Stephen Hawking, daha önce, eğer evrenin genişlemesi sona erer ve küçülmeye başlarsa, zamanın geriye doğru işleyebileceği fikrini ortaya atmıştı. Ama bu nasıl bilinebilirdi? Çünkü, bu takdirde, düşünce de geriye doğru işleyecekti. Fakat 1980’lerin sonunda, Hawking Zamanın Kısa Tarihi adlı, yalnızca ciltli baskısı 6 milyon satan kitabın ilk yayınlandığı sırada, tartışmalar kızışmaya başladı. Hawking yalın ve katı kabullerle zamanda yolculuğa izin vermiyordu. Uzayda evrenin çeşitli parçalarını birbirine bağlayan ‘‘solucan delikleri’’ vardı. Kafaları karıştıran da bu Worm Hole’lardı zaten. Hawking California Institute of Technology’deki dostu Kip Thorne 1994’te yayınlanan Kara Delikler ve Zaman Boşlukları adlı kitabında, genel relativiteye ilişkin öndeneyimlerin, uzaydaki bir solucan deliğinden zamanda seyahat etmeyi mümkün kıldığını öne sürdü. Ancak bunun için deliklerden birini açık tutmak ve buradan bir insanı geçirmek gerekeceğini yazdı. ‘‘Solucan Delikleri’’, Einstein’ın varlığını öngördüğü, varsayımsal uzay boşluklarıdır. Eğer uzayda boşluklar varsa, zamanda da boşluklar olmalıydı. Ne var ki bu boşluklar atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile varoluyor. Dolayısıyla, bu boşluklardan birini yakalamak, açık tutmak ve insanın geçeceği kadar genişletmek hayli güç olabilir. Başka bir bilim adamı, Princeton Üniversitesi’nden Richard Gott’a göre de, evrenin başlangıcı olan patlamadan, Big Bang’den arda kalan, sonsuz uzunlukta ve hayli gizemli şeyler olan ‘‘kozmik ipliklerden’’ ikisi alınıp aynı hızla birbirlerinin yanından geçmeleri sağlanırsa, teorik bir zaman makinesi yapmak mümkün olabilir. Kurt delikleri ‘‘sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10E-33 cm’lik hortumlardır ve her an heryerdedirler. Salınımlarıyla maddeye can verirler. Worm Hole’larda zaman olmadığı için dün ve yarın, en uzak ve en yakın, en büyük ve en küçük beraberdir. Zamanın ve mekanın ötesindedirler. Tünellerin kurgusu Geometrik-Dinamik denen iki yasayla yönetilir. Kıpır kıpır kaynayan bu geometrik biçim, dinamiktir. Tıpkı Windows’taki eğriler ve renkler adlı ekran koruyucu gibi. Döner, sallanır, uzar, kısalır, zamansızdır, dinamiktir. Philedelphia Deneyi’nde bu bölgeyi görmeleri muhtemel tayfaların gözlerindeki dehşete ve şaşkınlığa şaşırmamak gerekir. Bu tüneller zaten imkansızı temsil ettikleri için her türlü garabete neden olabilirler. Telepati’den rüyalara, ilhamdan ışınlanmaya kadar çözemediğimiz herşeyin sebebi olabilirler. Plazma Maddenin üç hali vardır bunlar sıvı katı ve gazdır. Bunu hepimiz ilkokulda öğrenmiştik.Peki o zaman maddenin 4. hali olduğu söylenen ve son on yılda gündeme gelen plazma nedir? Eğer 'ben plazmaya daha yakından bakmak istiyorum' diyorsanız, yapmanız gereken çok basit. Kibriti elinize alın ve çakın. İşte pırıl pırıl alevi ile plazma karşınızda duruyor. Evet alev de bir plazma hâlidir. Alevin kibritteki sıcaklığı kibritin elinizle söndürebileceğiniz kadar düşük olabileceği gibi Güneşin çekirdeğindeki gibi milyonlarca santigrad kadar yüksek de olabilir. Plazma hâli sadece elektrik gerilim altında oluşmaz. Gaz hâline gelen bir maddeyi çok yüksek sıcaklıklara ısıtırsanız; enerji alanı elektronlar çekirdeklerinden kurtulur ve gaz plazma hâline geçer. Sıcaklık güneş çekirdeğindeki gibi çok yüksek ise; atomlar tüm elektronlarını kaybetmiş hâlde bulunabilirler. Bizim günlük hayatımızda kullandığımız alev nispeten düşük sıcaklıktadır. Ancak burada düşük sıcaklıktaki alevin enerjisi ile ısınma ve yemek pişirme gibi ihtiyaçlarımızı giderdiğimizi unutmayalım. Bu arada çaktığınız kibrit bitmek üzere. En iyisi siz onunla bir mumu tutuşturup plazmayı öyle seyredin. Mumun alevi de düşük sıcaklıkta bir plazma hâlidir. Ancak 'bu sıcaklık bana yetmez' demeyin. Plazma, Her yerde Plazma Maddenin plazma hâline dünya üzerinde çok az rastlamamıza rağmen kâinatta plazma hâli fazlalık bakımından maddenin diğer hâllerine karşı ezici bir üstünlüğe sahiptir. Şöyle ki; kâinattaki toplam madde miktarının % 99'unun plazma hâlinde olduğu sanılmaktadır. Örnek verecek olursak tüm yıldızlar, nebulalar ve yıldızlararası uzay plazma hâlindeki maddeden oluşur. Bunların sıcaklığı ve partikül yoğunluğu şekil üzerinde gösterilmiştir. Birim hacimdeki partikül yoğunluğu da plazmanın bilinmesi gereken bir özelliğidir. Sıcaklığı yüksek olsa da, yoğunluğu düşük bir plazma fazla enerji yaymaz. Kâinatın boşluk diyebileceğimiz madde yoğunluğu çok düşük olan bölgelerinde ise; sıcaklık 3 K yani -270 C derece kadardır. Bir yanda hiç bir canlının hattâ cansızların bile mukavemet edemeyeceği kadar yüksek bir sıcaklık, diğer yanda atomları bile donduracak derecede bir soğuk. Hayat Kaynağı Plazma Küresi Işık ve ısı kaynağı olarak dünyamızda hayatın devamını sağlayan Güneş dev bir plazma küresidir. Bu dev plazma küresinin çekirdeğindeki 15 milyon K'lik sıcaklık ve kurşundan 11 kat daha fazla olan yoğunluk, termonükleer reaksiyonların gerçekleşmesini sağlar. Bu reaksiyonlarda özetle hidrojen çekirdekleri birleşerek helyum çekirdeklerine dönüşür ve muazzam bir enerji açığa çıkar. Ancak dünyamıza ısı göndererek hayatın devamını sağlayan ışıkkürenin sıcaklığı ancak 6.000 K'dir. Bu tabakanın üzerinde yer alan ve korona adı verilen güneş tacının 2 milyon K'lik sıcaklığının sebebi ise tam anlaşılamamıştır. Bu tabaka dünyanın da ötesine uzanır ancak çok düşük yoğunlukta olduğu için sıcaklık tesiri fazla değildir. Bu tabakanın yoğunluğu ışıkküre gibi yüksek olsaydı dünya üzerinde hayat mümkün olmazdı. Yine güneşten kopup gelen elektrik yüklü parçacıkların, dünya atmosferine yapabileceği muhtemel etkiler dünyanın manyetik alanı tarafından önlenmiştir. Bu manyetik alana manyetosfer adı verilir. Güneş'in oluşturduğu yüklü parçacık, akımı bu manyetik alan tarafından saptırılarak kutup bölgelerine doğru itilir. Bunun sonucunda kutup bölgelerinde atmosferin oksijen ve azot atomları ile etkileşime girerek ışımalara sebep olurlar ki bunlara aurora adı verilir. Auroralar yaklaşık ikiyüz km yüksekte oluşurlar ve sıcaklıkları bir kaç yüz derecedir. Güneş etkinliğinin yüksek olduğu günlerde telsiz ve radyo haberleşmelerinin olumsuz etkilendiğini hatırlarsak manyetosferin önemi daha iyi anlaşılır.bunlarda henüz ders kitaplarında okutulmayan maddenin 4. halinin hayatımızdaki yerini ve önemini anlatabiliyor zannederim. http://www.bilgilik.com/makale/bilim/genel/plazma_odev.html Flatliners (Ölüme yakın deneyimler, GÜNEŞİN TAM İÇİNDE) Adamın nabzı durmuştu. Arkadan nabzını gösteren makinenin telaşlı düdükleri duyuluyordu. Tıp öğrencileri panik içinde koşturuyorlardı. Adam uçuyordu. Yeşil çayırların ve ağaçların üstünde. Çizgiyi aşmıştı. 1990 yılında izlediğimde içime işlemişti Flatliners. Etkisi tamamen konuyu bilmeden izlememden ve şaşırtıcı senaryosundan geliyordu. Bir grup tıp öğrencisinin ölüm ötesine yolculuk etme meraklarıyla başlıyor her şey. İçlerinden biri ısrarla tıbbi olarak ölümden dönen insanların gördüğü hayalleri test etmek istediğini söylüyor. Gerçekten ışıklı koridoru var mı? İnsan ölünce ne oluyor? Her şey gözlerinin önünden geçiyor mu? Hayatın ötesinde ne var? Bu çılgın merak istemeden de olsa grubu adım adım deneyi yapmaya itiyor. Başarılı tıp öğrencileri genci öldürüp geri getiriyor. İşte olay da orada başlıyor. Konuyu anlatmamı beklemeyin Böyle vurucu bir senaryoyu dünyada anlatmam. Oyuncular arasında kimler var derseniz: Julia Roberts, Kiefer Sutherland, Kevin Bacon, William Baldwin ve Oliver Platt derim kadro süper değil mi? Önemli Not: Filme inanıp da lütfen denemek için kendinizi öldürtmeyin (!) , böyle aptalca bir şey için sorumluluk kabul etmiyorum. Sadece izleyin, Film o. Tamam mı? Süleyman Sönmez Kaynakça: http://www.imdb.com/title/tt0099582/ http://en.wikipedia.org/wiki/Flatliners http://www.amazon.com/exec/obidos/ASIN/0800177789/kiefersutherl-20%20 - - Vücut ý sý sý 78 dereceye. - Potasyum kullanmý þ ! Joe, elektrotlar! 300. Tamam. 1:39:12 - Cevap yok. - Tekrar denemeliyiz. 1:39:27 360'a çý k! 1:39:30 - Birþ ey duyamý yorum. - Dokuz dakika oldu artý k. 1:39:36 oru sokalý m. 1:39:42 Sokamý yorum. Nefes borusu çok dar. 1:39:51 Dur, Billy! - Cevap vermiyor. - 4 mg. atropin hazý rlayý n. 1:40:20 - David... - Atropin boð aza. 1:40:24 - Bu çok fazla miktar, Dave. - Bu iþ e yaramalý . Çabuk. 1:40:36 - Haydi, Nelson. - 10 dakikadý r ölü. 1:40:39 - Olmuyor. - Kalbe eppy uygulayý n. 1:40:44 Yap haydi! 1:40:50 Hayý r! 1:40:53 Yapma, Billy! 1:40:56 Üzgünüm!
Mehmet Yunus Aytek 2
Xewnamıni Rüyamsın
Xewnamıni, tui heri zehf ditın daxwaziyamın Nigaşamıni, her tım noqinan neqedanamın Jiyanamıni, sedema wi tui mayina jinamın Dermanêwini, jandana ev bırinê dılêmın Padişahi, fermanê gohdarina kaasê ya ev dılêmın Westiyawini, dıxazê ku bıgehiştê te çokêmın Sedema wini, jı hesreta wira xew nakevê çavêmın Bêrini, hêstırêmınê ku dıkşinım hûndurêmın Kewajeni, durbuna jı yinê kışandına êşêmın Dılşahini, rojêku bıter ader basbuina lıbermın Barani, dawi kırına ğelayanaxamın Adani, asman şinzavi zer şax keşke welatêmın Agıri, natefê dıqış qıjê dı şewıtinê eşqamın Şewqini, tariyê wida ronahi dıdar éş buna sewdamın Şevê mıni, kuder dê mın nepenidatê veşartın Raketınê mıni, ku ez têda heri kurda dıbinım xewnêmın Rüyamsın, sensin en çok görmek istediğim Hülyamsın,her zaman dalmakla bitiremediğim Yaşamımsın, nedeni sensin hayatta kalmamın Dermanısın, sızlayan şu gönül yaralarımın Padişahısın, ferman dinlemeyen bu asi yüreğimin Yorgunluğusun, sana varmak isteyen dizlerimin Sebebisin, hasretinden uyuyamayan gözlerimin Özlemisin, içime akıttığım gözyaşlarımın Kaynağısın, uzağı yaşarken çektiğim acılarımın Sevincisin, yanımdayken seninle geçen günlerimin Yağmurusun, kıtlıkları sona erdiren toprağımın Bereketisin, gök mavi tarla sarı dalı yeşilolan memleketimin Ateşisin, sönmeden cayır cayır yaktığın aşkımın Işığısın, karanlığında aydınlattığın kara sevdamın Gecelerimsin, dertlerimi gizeminde sakladığımın Uykularımsın, en derinliğinde gördüğüm rüyalarımın 30 Ağustos 2012 Perşembe
Akın Akça
113766 araştırmacısı, Bilgisel kaynakçalar
KAYNAKÇALAR ASTRONOT: ASTRONOT Alm. Weltraumfahrer (m) , Fr. Astronaute, İng. Astronaut. Uzaya gönderilen araçları kullanmak ve gerektiğinde uzayda ve dünya dışı gökcisimlerinde yürümekle görevlendirilen insan, uzay adamı. Astronot deyimi bilimsel literatüre 1959 yılında başlayan uzay çalışmalarıyla girmiştir. Ruslar ise astronot karşılığı olarak kozmonot kelimesini kullanırlar. Uzaya fırlatılan ilk araçlarda insan bulunmuyordu. Bu insansız uzay araçları yeryüzündeki üslerden i... Alm. Weltraumfahrer (m) , Fr. Astronaute, İng. Astronaut. Uzaya gönderilen araçları kullanmak ve gerektiğinde uzayda ve dünya dışı gökcisimlerinde yürümekle görevlendirilen insan, uzay adamı. Astronot deyimi bilimsel literatüre 1959 yılında başlayan uzay çalışmalarıyla girmiştir. Ruslar ise astronot karşılığı olarak kozmonot kelimesini kullanırlar. Uzaya fırlatılan ilk araçlarda insan bulunmuyordu. Bu insansız uzay araçları yeryüzündeki üslerden idare ediliyor ve hareketleri tamamen elektronik haberleşme sistemleriyle ayarlanıyordu. Dünyamızın etrafında yörüngeye oturtulan uydulardan Venüs ve Mars gibi uzak gök cisimlerine gönderilen araştırma sondalarına kadar bir çok uzay aracı bu sınıfa girer. Altmışlı yılların başında insanlı uzay uçuşları başlatılınca, Yuri Gagarin ve Alan Shepard uzaya giden tarihin ilk astronotları oldular. Yuri Gagarin 'Vostok', Alan Shepard Freedom-7 adı verilen ve günümüzde pek ilkel kabul edilen uzay araçlarıyla, yüzlerce kilometre yükseklikte dünya çevresinde dönmüşlerdi. Önceleri uzaya sadece bir astronot gönderilirken, 'Gemini' projesiyle iki ve hatta üç uzay adamı birden uzaya fırlatıldı. Altmışlı yılların sonunda bütün bu çalışmalar Apollo programıyla zirveye çıktı ve dünya tarihinin en büyük olaylarından biri gerçekleşti. Ay'a insan göndermeyi hedefleyen bu proğram, Apollo 11 projesiyle başarıya ulaşınca, Astronot Neil Armstrong, Ay'a ilk defa ayak basan insan ünvanını kazandı. Armstrong'u Edwin Aldrin takip etti. Günümüzde astronotlar uzay mekikleriyle birçok defa uzaya gidip gelebilmekte ve dünya çevresinde dönen uzay laboratuvarlarında her çeşit deney yapabilmektedir. Rusu kozmonotu Romanenko, uzayda 326 gün kalarak ulaşılması güç bir rekor kırmıştır. Ancak Rus uzay adamı dünyaya dönen uzay kapsülünden sedye ile çıkarılmıştı. Kozmonot kalsiyum eksikliği ve kas erimesi yüzünden ayakta duramayacak hale gelmişti. Astronotlar bir hayli uzun süren tecrübe ve testler sonucu seçilmektedirler. Çeşitli tıbbi testlerden geçen tecrübeli pilotlar, havasız ve ağırlıksız ortamlara uyum gösterebilmekten, sessizlik odalarına, psikolojik testlerden özel uçuş denemelerine kadar sayısız imtihana tabi tutulmakta ve başarılı olanlar astronot olmaya hak kazanmaktadır. Apollo projesi gibi çok önemli uzay uçuşlarında görev alacak astronotlar ise daha önce dünya çevresine kadar uzanan uzay uçuş tecrübesinden de geçirilmektedir. Mesela Apollo 11'in astronotları Armstrong, Aldrin ve Collins, Ay yolculuğuna çıkmadan yıllarca önce Gemini roketleriyle uzaya fırlatılmışlardı. Son yıllarda bilim adamları, öğretmenler ve hatta sade vatandaşlar arasından da astronot yetiştirilmektedir. Astronotların her şeyden önce, beden ve özellikle ruhi bakımdan da son derece sağlıklı olmaları gerekir. Çünkü zaman zaman kendi ağırlığının 15 katına eşit basınçlara dayanabilecek, dünyadan binlerce kilometre uzaktayken içinde bulundukları araçta meydana gelebilecek tehlikeli bir arıza karşısında bile paniğe kapılmayıp, soğukkanlılığını korumasını bilecektir. Uzaya giden bir astronot için giydiği özel elbise, onu uzaya taşıyan roket kadar büyük bir önem taşır. Çünkü bu özel elbise olmadan astronotların ne uzayda ne de ay üzerinde veya herhangi bir gezegende yürümeleri ve bir araçtan ötekine geçebilmeleri mümkün değildir. Çünkü uzayda atmosfer olmadığından, başka türlü nefes alamazlar ve basınçsızlıktan kanlarının dışarı fırlamasını engelleyemezler. Ayrıca bu elbiseler onları şiddetli sıcak ve soğuklardan muhafaza ettiği gibi, tehlikeli radyasyonlardan ve minik göktaşlarından da korur. Bu çok özel uzay elbisesi iç içe tam 15 kattan meydana gelmiştir. Bu katlar içinde yer alan bazı cihazları sayacak olursak yeterli bir fikir vermiş oluruz:Oksijen tüpü, soğuk su dolu tüp ve su pompası, telsiz, sağlık araçları kontrol cihazı, uzay iç çamaşırı, çevresinde dolaşan incecik soğuksu boruları ve basınç ayar tertibatı. İnsanoğlu Mars gibi uzak gezegenlere ulaştığında, uzay elbiseleri daha da gelişecek, yeni şartlara göre daha da mükemmelleşecektir. Milyonlarca kilometre uzaklıktaki bu gezegene yapılacak yolculuk aylarca sürebilecek ve bu yolculuğa çıkan astronotların ilk olarak çok sıkı psikolojik testlerden geçmesi gerekecektir. Bir uzay bilimcinin deyimiyle, Mars yolcusuyla ölüm arasında uzay aracının duvar kalınlığı kadar mesafe vardır. En yakınındaki tam teşekküllü hastane, milyonlarca kilometre uzaklıktadır. Uzay gemisinin pencerelerinden dışarıya baktığında dünya simsiyah uzayda bir nokta gibi görünmektedir. Fakat her şeye rağmen güneş sistemini keşfe çıkan astronotların karşılaştığı zorluklar, Arabistan sıcaklarına alışmış ilk Müslümanların Anadolu ve Kafkasları fethederken karşılaştıklarından fazla olmayacaktır. Kaynak: Rehber Ansiklopedisi http://ansiklopedi.turkcebilgi.com/Astronot - Bilimadamlarının son araştırması, uzayla ilgili bildiklerimizi tammen sarsacak nitelikte. Uzayda yeni tespit edilen bir oluşum tıpkı dünya gibi... Amerkalı astronomlar tarafından uzayın derinliklerinde tespit edildiği bildirilen yeni 'DÜNYA', NASA tarafından teleskopla tespit edildi. Ergenlik çağını yaşayan oluşumun Mars büyüklüğünde olduğu bildiriliyor. Bilim adamlarının yeni dünya hakkındaki bildirdikleri şunlar: • Ergenlik çağını yaşayan bir gezegen olduğu tahmin ediliyor. • Halka şeklindeki toz bulutunun Mars büyüklüğünde bir gezegene dönüşebilecek materyale sahip • Henüz adı konulamadı. • İçerdiği Materyaller dünyamıza benzeyen bir gezegen oluşturacak nitelikte... • Dünyamıza 424 ışık yılı uzaklıkta. • 'HD 113766' koduna sahip yıldızın yörüngesinde bulunuyor. • İnternethaber kaynaklı haberin ayrıntıları için buraya bakabilirsiniz. http://selmanaslan.blogspot.com/2007/10/uzayda-yeni-bir-dnya-bulundu_06.html - Uzayda ikinci bir dünya! 05 Ekim 2007 Cuma 15:10 Bilim dünyası büyük heyecan yaşıyor. Uzayda yeni bir 'oluşum' tespit edildi. Tıpkı dünya gibi... Amerikalı astronomlar, uzayın derinliklerinde yeni bir 'Dünya' oluşumunu tespit ettiklerini duyurdular. Dünyadan 424 ışık yılı uzaklıktaki 'HD 113766' kodlu yıldızın yörüngesinde, dünyanın oluşumuna benzer şekilde yoğunlaşmaya başlayan bir toz yoğunluğu keşfedildi. Amerikan Uzay Dairesi'ne (NASA) ait Spitzer Uzay Teleskobuyla keşfedilen oluşumun, 'ergenlik çağını yaşayan' bir gezegen olduğu sanılıyor. Astronomlar, halka şeklindeki toz bulutunun, Mars büyüklüğünde bir gezegene dönüşecek kadar materyale sahip olduğunu kaydediyorlar. Bilim adamları 10 milyon yaşında olduğunu tahmin ettikleri oluşumun, kayaların oluşmasına imkân verecek olgunlukta olduğunu ifade ediyorlar. Henüz adı konulmayan oluşumun içerdiği materyaller, yerküre benzeri bir gezegene dönüşmesine yol açacak yapıda. 'Gezegen avcısı' olarak nitelendirilen bilim adamı grubu, bugüne kadar Güneş sistemi dışında 250'den fazla gezegen keşfetti. Yeni oluşumla ilgili tespit edilen detaylar, Astrophysical Journal dergisinin gelecek sayısında yayınlanacak. http://www.internethaber.com/news_detail.php? id=107296&uniq_id=1192262616 - Zaman Yolculuğunu Araştırma Merkezi © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkey/Denizli KURT DELİKLERİ ‘‘Yıldızların kararıp, düştükleri dev kuyular gördüm’’ HORUS (Mısır Tanrısı) Profesör Stephen W.Hawking, The Physics of Star Trek (Uzay Yolculuğunun Fiziği) adlı yeni bir kitaba yazdığı ön sözde zamanda yolculuğun mümkün olabileceğini öne sürdü. Zamanın iki ya da tek yönlü bir yolculuk olup olmadığı konusu, Aziz Augustin’in ‘‘zaman geçici bir şey midir, yoksa her zaman mevcut olmuş mudur? ’’ sorusunu ortaya atmasından bu yana 1500 yıldır insanların kafasını kurcalamayı sürdürüyor. Bundan 100 yıl önce H.G. Wells, The Time Machine (Zaman Makinası) adlı romanında bu konunun fizikçilerce araştırılmasını önermişti. Mekanda (gerçekte mekan-zaman ya da uzay-zaman) istenen yönde yolculuk yapılabildiğine göre, acaba zaman içinde de istenen yönde seyahat edilebilir mi problemi teorik fizikçilerin zihnini kurcalıyor. Cambridge Üniversitesi’ndeki Isaac Newton kürsüsü profesörü Stephen Hawking, daha önce, eğer evrenin genişlemesi sona erer ve küçülmeye başlarsa, zamanın geriye doğru işleyebileceği fikrini ortaya atmıştı. Ama bu nasıl bilinebilirdi? Çünkü, bu takdirde, düşünce de geriye doğru işleyecekti. Fakat 1980’lerin sonunda, Hawking Zamanın Kısa Tarihi adlı, yalnızca ciltli baskısı 6 milyon satan kitabın ilk yayınlandığı sırada, tartışmalar kızışmaya başladı. Hawking yalın ve katı kabullerle zamanda yolculuğa izin vermiyordu. Uzayda evrenin çeşitli parçalarını birbirine bağlayan ‘‘solucan delikleri’’ vardı. Kafaları karıştıran da bu Worm Hole’lardı zaten. Hawking California Institute of Technology’deki dostu Kip Thorne 1994’te yayınlanan Kara Delikler ve Zaman Boşlukları adlı kitabında, genel relativiteye ilişkin öndeneyimlerin, uzaydaki bir solucan deliğinden zamanda seyahat etmeyi mümkün kıldığını öne sürdü. Ancak bunun için deliklerden birini açık tutmak ve buradan bir insanı geçirmek gerekeceğini yazdı. ‘‘Solucan Delikleri’’, Einstein’ın varlığını öngördüğü, varsayımsal uzay boşluklarıdır. Eğer uzayda boşluklar varsa, zamanda da boşluklar olmalıydı. Ne var ki bu boşluklar atomdan milyar kere daha küçük ve hayal edilemeyecek kadar kısa süre ile varoluyor. Dolayısıyla, bu boşluklardan birini yakalamak, açık tutmak ve insanın geçeceği kadar genişletmek hayli güç olabilir. Başka bir bilim adamı, Princeton Üniversitesi’nden Richard Gott’a göre de, evrenin başlangıcı olan patlamadan, Big Bang’den arda kalan, sonsuz uzunlukta ve hayli gizemli şeyler olan ‘‘kozmik ipliklerden’’ ikisi alınıp aynı hızla birbirlerinin yanından geçmeleri sağlanırsa, teorik bir zaman makinesi yapmak mümkün olabilir. Kurt delikleri ‘‘sonsuz ihtimali’’ temsil eder. Bizim bildiğimiz uzayın ötesindedir. Sonsuz tünel burada üst üste labirent yumak gibi dolanır. Onların içinde zaman yoktur. İmkansız ve zamansız bir bölgedir. Bu atomaltı tüneller sayısız tanedir. Boyları uzar, kısalır, birbiri üzerine dolanan solucanlar gibi hep kıpır kıpırdır. Birbirlerine hiç dolaşmayan 10E-33 cm’lik hortumlardır ve her an heryerdedirler. Salınımlarıyla maddeye can verirler. Worm Hole’larda zaman olmadığı için dün ve yarın, en uzak ve en yakın, en büyük ve en küçük beraberdir. Zamanın ve mekanın ötesindedirler. Tünellerin kurgusu Geometrik-Dinamik denen iki yasayla yönetilir. Kıpır kıpır kaynayan bu geometrik biçim, dinamiktir. Tıpkı Windows’taki eğriler ve renkler adlı ekran koruyucu gibi. Döner, sallanır, uzar, kısalır, zamansızdır, dinamiktir. Philedelphia Deneyi’nde bu bölgeyi görmeleri muhtemel tayfaların gözlerindeki dehşete ve şaşkınlığa şaşırmamak gerekir. Bu tüneller zaten imkansızı temsil ettikleri için her türlü garabete neden olabilirler. Telepati’den rüyalara, ilhamdan ışınlanmaya kadar çözemediğimiz herşeyin sebebi olabilirler. Kurt delikleri hakkında bu yazılanlardan sonra bir de şunu okuyun; Mısır Piramitlerinde bulunmuş bir yazı: ‘‘Ey İnsanoğlu, bu parşomende yazılı olanları iyi oku. Oku; burada varolmadığın günleri bulacaksın. Eğer Tanrıların bahşettiği bilgeliğe sahipsen… Oku çocuğum; çok uzaklardan sana henüz ulaşan geçmiş ve geleceğin sırlarını oku… İnsanoğlu ebediyetten bugüne kadar sadece burada yaşamadı. Bir çok kere, zamanda, dünyada yaşadı. Herbirinin arasında karanlık perdesi var. Ve şimdi kapılar açılacak ve başlangıçtan beri varolan tüm karanlık tüneller aydınlanıp görünecekler. İnancımız bize sonsuz yaşamı öğretti; şimdi ebediyeti sonun sonun ve başlangıcın olmadığını anladık.Bu bir sonsuz daire… Çember yasasına göre; eğer bir şey doğruysa herşey doğrudur. Yaratıcı, çeşitli şekillerde yüzünü gösterdi. Aslında o birdir. İstedi ki; tek bir tanrı olarak bilinsin. Henüz herşey yanlış. Görünmeyen zamanların kudreti ruhların tümünü bağlayacak dünya öldüğünde; sona geldiğinde ve bu arada bütün ayrı geçmişler onlara açıklanmış olacak.’’ Kaynak:www.cafeturco.com Hiçbir yazı/ resim izinsiz olarak kullanılamaz! ! Telif hakları uyarınca bu bir suçtur..! Tüm hakları Çetin BAL' a aittir. Kaynak gösterilmek şartıyla siteden alıntı yapılabilir. The Time Machine Project © 2005 Cetin BAL - GSM:+90 05366063183 -Turkiye/Denizli Ana Sayfa / İndex / Ziyaretçi Defteri / E-Mail / Kuantum Fiziği / Quantum Teleportation-2 Time Travel Technology / Kuantum Teleportation / Duyuru / UFO Technology / Roket bilimi / CetinBAL http://www.zamandayolculuk.com/cetinbal/KURTDELIKLERIZAMANTU.HTM - Bu konularda meraklı ve yazmak isteyen arkadaşlar için: BİLİM-KURGU TERİM ve TANIMLARI Bilimsel Fantezi: (İty. Fanta-scienza) (Kıs. B-F) Bilim-kurgu sözcüğü yerine kullanılmıştır. Ancak, kuramsal konuları içine alması bakımından, bilim-kurgunun alt başlıklarını oluşturması daha doğrudur. Uzay maceraları, fantastik gerçekçilik, efsaneler / mitoloji, dünyanın sonu / kıyamet, gelecek / ütopyalar, parapsikoloji.. konularında yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserlerdir. Bilim-Kurgu: (İng. Science-Fiction, Alm. Anticipation) (Kıs. B-K) Geçmişte, günümüzde veya gelecekte, teknolojinin ve bilimsel gerçeklerin, araştırma, buluş ve kuramların ışığında yazılan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler; bunları bütünleyen desenler, resimler, besteler, kostümler, dekorlar, araçlar / aygıtlar / uzay gemileri / yaratık / kent / ülke / dünya formları ile başlı başına bir sanayi oluşturmuştur. Her hangi bir yapıtın kurgusunda veya bir bölümde bilimsel bir açıklama/dayanak varsa, bilim-kurgu eseridir; eğer herhangi bir kurama (teoriye) dayanıyorsa, bilimsel fantezi' dir; hiçbir bilimsel dayanağı ve kuramı yoksa, fantezi' dir. Bilim-kurgu' da ana konular ve alt başlıklar: * Bilgisayarlar ve sibernetik yapılar, (B-K) * Buluşlar ve topluma etkisi, (B-K) * Cinsellik ve tabular, (B-K) * Çevrecilik, iklimbilim ve biyolojik çeşitlilik, (B-K) * Dünyanın sonu, felâketler, kıyamet günü,(B-F) * Efsaneler ve mitoloji, (B-F) * Galaktik imparatorluklar (Space Opera = Uzay Maceraları) , (B-F) * Gelecek ve alternatif tarihler, (B-F) * İç uzay (innerspace) ve ruhbilimsel olgular, (B-K) * Kayıp ve paralel evrenler, (B-F) * Kentler ve değişik kültürler, (B-K) * Robotlar ve insansılar, (B-K) * Sapkınlar (mutanlar) ve ortak-yaşamlar (symbiotes) ,(B-K) * Teknoloji ve buluşlar, (B-K) * Telepati, telekinezi, parapsikoloji, ESP,(B-F) * Uzay keşifleri ve kolonileşme, (B-F) * Ütopyalar ve geleceğin toplumları, (B-F) * Yıldız gemileri ve uzay yolculukları (Space Opera = Uzay Maceraları) , (B-F) * Zaman ve sonsuz boyutları, (B-F) Fantezi Edebiyatı: (Fantasia) Genelde büyü, sihir, cin, peri öyküleri tarzında, masalsı bir anlatımda sunulan metafizik öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, fantezi edebiyatını oluşturur. (Yüzüklerin Efendisi, Herry Potter, vb...) Fantastik Gerçekçilik: (Fr. Realisme Fantastique) Dünya uygarlığının, dünya dışı bir kaynaktan geldiği konusuna eğilen ve geçmişten gelen kaynakları, kutsal metinleri ve arkeolojik bulguları inceleyerek, bu savı ispatlamaya çalışan yazın türü. (Erich von Daniken' in eserleri, vb..) . Bu konuda yazılan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer. Metafizik: (İng. Metaphysics) Fizikötesi. Beş duyu ile algılanamayan ve henüz laboratuvarlarda incelenemeyen, deneysel hâle gelmemiş her tür fizikötesi, fantastik ve spritüel konu. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, fantezi edebiyatını oluşturur. Paralel Evrenler: (İng. Paralel Universes) Koşut evrenler. Birbirinden küçük zaman ve mekân farklarıyla ayrılan; temelde birbirinin benzeri, sonsuz evrenler. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar,senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer. Para-psikoloji: (İng. Parapsychology) (Yunanca) Para: Ötesinde; Psyce: Ruh, nefes; Logos: Söz, bilgi, bilim; sözcüklerinden türetilmiş bir birleşik kelime olup, 'Ruhbilim ötesi, Nefes bilgisi ötesi' anlamına gelir. Fizikötesinin laboratuvarda yapılan deneysel bölümünü oluşturur. Telepati (duru-görü, duru-işiti) ,telekinezi (uzaktan hareket ettirme) , hipnoz, ekminezi (uyutarak geçmiş yaşamları irdeleme) , levitasyon (yerçekimine karşı koyma) , tayy-i mekân (farklı yerlerde görünme) , ESP (zihinsel yolculuk) , re-enkarnasyon (yeniden doğum) ,.. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer. Psikoloji: (İng. Psychology) (Yunanca) Psyce: Ruh, nefes; Logos: Söz, bilgi, bilim; sözcüklerinden türetilmiş bir birleşik kelime olup, 'Ruh Bilgisi, Ruhbilim, Nefes bilgisi' anlamına gelir. Bilimsel çalışmaların ve öğretinin dalıdır. Bu konuda yazılmış öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının konuları arasındadır. Spritüalizm: (İng. Spiritualism) (Latince) Spiro: Nefes, ruh; sözcüğünden türetilmiştir. 19.yy.dan itibaren, akıl yoluyla değil de, deneysel yolla ruhun etkilerinin araştırılmasınaPsikoloji (Psyco-logos: Ruhbilim) denilince; ruh, öz ve cevher üzerinde çalışan grupların tercih ettikleri bir kelime olmuştur. Bütün evrenin, Yüce/Tanrısal bir soluk olduğu kabul edilir; yaşam bu müthiş kudretin soluması/işlevidir. Ütopya: (İng. Utopia) (Yunanca) İyi ülke veyaOlmayan ülke anlamında bir birleşik sözcüktür. Olağanüstü bir toplumun gerçekdışı kurgusunu anlatan öyküler, romanlar, senaryolar, vb. dramatize eserler, bilim-kurgu edebiyatının bilimsel-fantezi dalına girer. http://www.x-bilinmeyen.org/index2.htm
Mehmet Yunus Aytek 2
Yağmur Sonrası Akşamlar
Toprak kokan Yağmur sonrası akşamlardı Yüreğime ağırından bir sevda binmişti Dört tarafım kilitli kapı Bir gökyüzü, bir sen kalmıştın aydınlık Hayatın gerisi endişe, tasa ve karanlık Ağaçlardan sular damlardı yüzüme O an bulutların adını andığı andı Sokaklar sensiz ve çamur Çocukluğumun yüzüme vurduğu zamandı Kendime ihanetlerimi yaşıyordum sensiz Gözlerim umarsız, yüreğimde bulandı Yağmur seni getiren heyecandı Uzaklığını yaşamaktı beni ıslatan Şimşeklerde, yüzünü aydınlatırdı ufuklar Gizem dolu kutsal bir zamandı Bütün dualarımın yönü sanaydı Karanlıklar seni fısıldıyordu ıslaklıklarda Bir sabah güneş doğdu, gerçekler uyandı Ve her şey bir kâğıt gibi sessizce yandı 27 Mayıs 2013 Pazartesi
Mehmet Yunus Aytek 2
Yalnızlığın Tanımı
Yalnızlık Yalnız kalmak değildir Yalnızlık Onca insanın içinde kendini yalnız hissetmektir Yalnızlık Seni kimsenin anlamaması Ya da umurlarında olmaman Kimsenin senin gibi hissetmemesidir Yalnızlık Senin başkalarını Başkalarının da seni Yokmuş gibi görmesidir Ne sen onlardansın Nede onlar senden Ve işin kötüsü Onların içinde senin yerin olmadığı Onlar senin yanında olduğunu söylerler Oysaki çok uzağındadırlar Senin için onlar olsa da olmasa da yalnızsındır Yalnız olan kim mi? Ben kimi anlatıyorum sizce? 15 Aralık 2013 Pazar
Mehmet Yunus Aytek 2
Yaşadığımız Unutulmaz
Zamanla her söz Bir acı söz olur Kimi yaralar kelimelerle sarılır Kimileri de yanıtlanırsa hep sorulur Aynıdır zamanla her bir söz Bir acı sözden önceki son söz olur Kimi yaralar kelimelerde saklanır Kimileri de zamanla kalan hep aynılarıdır 15 Ağustos 2015 Cumartesi
Mehmet Turan Yarar
119
Köle ol, kendini vakfeyle de şer bilmeyene Padişah ....................
Necdet Erem
118 Çay ve Şeker.
Evet, Hayatı çaya ve şekere benzetenler; Hayat çaya, ömür şekere benzese de, insana yaşam için verilenlerin sadece çay içinde eriyecek, ancak çay bitince acı sonu fark edilecek cinsten şeylerle sınırlı olmadığının farkına varanlar, çayı da şekeri de, tabağı, çaydanlığı da, ebedi âlemi kazanmanın malzemesi haline getirip, hayatı sonu sıfır olan dramatik bir sahne olmaktan kurtarıp, yaratıldıkları ebedi âlemin standart geliştirme eğitim alanına çevirebilirler. Ne mutlu yaratılış gayesinin farkında olup, ebedi saadeti kazanmak adına verilmiş olan dâhili ve harici emanet ömür sermayelerini, yaratılış amacı doğrultusunda sarf edip, karşılığında vadedilen ebedi nimetleri kazanma adına değerlendirenlere.
Cafer İşler
12 Eylül
Vuruyordu kardeş kardeşi Sokaklardaydı insanların kalleşi Her zaman bulunuyordu insan leşi Kesmedimi Maraşta kardeş kardeşi Babam hep derdi nerede bu ordu Hep kesiyorlardı insan bacağı kolu Dur diyen cıkmazdı bir allahın kulu 12 EYLÜL darbesi kurtardı TÜRKULUSU nu
Hasan Sancak
12.Bölüm Alternatif Isıtıcı Reklâm Senaryosu
12.Bölüm Alternatif Isıtıcı Reklâm Senaryosu REKLÂM YAZARI HASAN SANCAK’IN ALTERNATİF REKLÂM SENARYOLARI ÖNEMLİ NOT: AŞAĞIDA YAZILAN REKLÂM SENARYOLARI; ALAÇAMLI HALK ŞAİRİ-REKLÂM YAZARI -EĞİTİMCİ-GAZETECİ HASAN SANCAK'IN KENDİ AKLINDAN BULMUŞ VE YAZMIŞ OLDUĞU DÜŞÜNCE ÜRÜNLERİDİR. HER REKLAM SENARYOSUNUN KONULARININ TAMAMI YA DA KÜÇÜK BİR BÖLÜMÜ TÜRKİYE VE DÜNYADAKİ ULUSAL, YEREL, TELEVİZYON, RADYO, BİLGİSAYAR, GAZETE, DERGİ, ŞAHIS, FİRMA, ŞİRKET, REKLÂM AJANSI VB … TARAFINDAN KULLANILAMAZ.. SESLİ, GÖRÜNTÜLÜ, YAZILI ŞEKİLDE TELEVİZYON, SİNEMA, TİYATRODA OYNATILAMAZ, KOPYALANAMAZ, SESLENDİRİLEMEZ. KASET VE CD YE ÇEKİMİ YAPILARAK, GÖSTERİLEMEZ REKLÂM SENARYOLARI FARKLI BİR ÜRÜN İÇİN DE ASLA KULLANILAMAZ. KONUYA BAĞLI KALARAK, ANCAK SAHİBİNDEN İZİN ALINARAK, DEĞİŞİKLİK YAPILABİLİR. ÖBÜR TÜRLÜ HER HANGİ BİR ÜRÜN İÇİN KESİNLİKLE KULLANILMASI YASAKTIR. AKSİNE HAREKET EDENLER HAKKINDA 'TELİF HAKLARI YASASI' UYARINCA KANUNÎ İŞLEM YAPILIR. KONU: Kış ayına girilmiştir. Yerler karlarla kaplanmıştır. İnsanlar evlerinden dışarı çıkmaktadırlar. Bahçede bulunan arabalarını çalıştırırlar. Herkes kendi işine yetişecektir. Araçların kaloriferleri yandığı halde insanlar üşümektedirler. Arabaları ile yolda gitmektedirler. Bir caddeye girerler. Caddede kırmızı ışık yanmıştır. Kar bu caddede etkisini göstermemektedir. Arabalarına binenlerin üşümeleri yavaş yavaş sona ermeye başlar. Çünkü karşı tarafta yanan sarı renkli trafik ikaz ışığı araç sahiplerinin üşümelerini engellemiştir. Bu yere yaklaştıkları zaman bunun sarı ışık değil, ünlü bir markanın ısıtıcısı olduğu görülür.
Gülşen Şenderin
12 Aralık 2012 Çarşamba
12-12-2012 – Çarşamba Dünya gizem yüklü bir olası merakında Bu tarihle eşleşen onca doğum, evlilik! Ne söylenceler yok ki; üç on iki hakkında Enerjide azalma, ısıda değişiklik… Birçok cevapsız soru, kehanetin terkinde. Ne; kıyametin habercisi Maya takvimi Ne dünya ekseni; kim durdurur devinimi? Tabiat için kimse yapmazken ödevini Tükenişe terk ettik doğanın dümenini Bu gidişle kaynaklar zora düşer yakında. Bizler ki zenginlikle kutsandık; ya çocuklar? Temiz çevre mi kaldı; verimli toprak mı var? Kültür ne, organik ne; eski tatlara kadar… Çılgınca ye iç, tüket; düşünce dar, görüş dar. Süre gelen olgular, küresellik şokunda. Bilinç, beyin gücünü daha iyi kullanma Savaşsız, açlıksız bir dünya için donanma Hür bir biçimde çevre haklarını savunma. Sevgi elçisi olsak; kalmaz hiçbir muamma, Yeter ki, beşeriyet olsun bunun farkında. Saat tam on ikide, dört on iki yan yana Bin yılda bir ayni şey, gelebilir meydana Kimi yorumlar şerden, kimi hayırdan yana Fiziksel ve ruhsal arınma gerek insana Altın çağımız olsun, dönen zaman çarkında Gülşen Şenderin
Recep Uslu
12 Eylül 1980 Cuma Günü
12 Eylül Cuma günü kapım hızlı hızlı çalındı,açtım Hayri dayı ' Hoca çabuk televizyonu aç darbe oldu' dedi ' genemi bu adamları kurtardılar' dedim.Kimdi kurtulan bu adamlar, Demirel ve Ecevitti elbette.Açtık televizyonu 'omuzu kalabalık beş paşa oturmuş sakın sokağa çıkmayın demektelerdi.' ama benim çıkmam lazım.Yıllarca köylerde ebelik yapan hanımım, şehirde çalışabilmesi için vilayette kurs görmekteydi.Köylerdeki canlar can değil, nasıl olsa doğuruyor, ama şehirli kadınlar öylemi, onların doğurması için köy ebelerine kurs vererek doğumu öğretmek lazım dı...Eşimi Cuma günleri alır, pazartesi sabahı vilayetteki hastaneye bırakırdım.İki küçük çocukla biz hafta içi beraber dururduk.O günde hanımı almam lazımdı.Hayri abi ' gitme hoca ne olur ne olmaz ' dedi.Ama mutlaka gitmeliydim yıkanacak çamaşırlar vardı. Çocuklar annelerini özlemişlerdi. Çıktım yola biraz gittim yolda iki asker el etti durdum.' abi nereye gidiyorsun' dediler.' vilayete gidiyorum dedim.' Bizide al ' dediler.Aldım arabaya düştüm yola..yollarda barikatlar var ama beni arabada askerler olunca durduran olmadı. Vilayete gelince askerler indi, ben eşimi hastaneden alıp geri yola çıktım.Bir fırının önünde durdum ekmek alacağım arkadan bir ses ' durma devam et' ' ekmek alacağım' ' ne ekmeği durma yürü hadii..' tabii biz ekmek alamadan devam ettik. Biraz önce geçtiğimiz yoldan geriye gittmekteydik.İlk barikata geldik, dur işareti durduk, üzerimize birkaç asker silahları doğrultu ' inin aşağıya' indik. 'Aç arabanın kaputunu, bagacını, kapılarını, torpidosunu' açtık,' nereye gidiyorsunuz, sokağa çıkma yasağını bilmiyor musunuz' biz sessiz durduk.Hanıma o akşam hastaneden görevli kağıdı verilmiş.Onu gösterdik 'geçin' dediler.Yola devam ettik..biraz aşağıda yine yol bağı var.'inin aşağıya, açın arabanın her kapısını,bu arada üslerimizde yoklanıyor tabii.'Nereye gidiyorsunuz, neden sokağa çıktınız' ve benzeri sorular ve silahlar üzerimize doğrultulmuş vaziyette..görev kağıdına bakma ve yola devam izni...biraz aşağıda yine yol bağı..bizim gibi bir kaç araba..yol sessiz..yine inin arabadan, siz kimsiniz, neden dışarıdasınız,en ufak bir hata yada kıpırdanma yapsak öyle sanıyorum bizi vuracaklar.Oldum olası silahtan korkarım, dahası yanımda hanım var...serde erkeklik var...korkmamaya çalışıyorum...neyse yarım saatlik yolu birkaç saatte gelebildik.Çocuklarım biri sekiz, bir beş yaşında evde bizi endişeyle beklerlerken bulduk.Teselli ettik. Bu bir günlük aklımda kalan olay.Ama genede 'DARBECİLER YARGILANSIN' Derken düşünüyorum..sanki ordumuza hakaret ediyormuşum gibi geliyor.Ben her yerde her zaman bizi koruyan ordumuza hakaret etmek istemiyorum. Birde geriye değilde hep ileriye baksak daha iyi olmaz mı arkadaşlar... Neyse şimdilik bu kadar. Herkese saygılar.
Gürsel Çolak
12 Eylül
vatan vazifesi ister istemez yapmak istemediğimiz seyleri yapmak zorunda bırakıyor... 12 Eylül 1980 Çaldı alarm gece yarısı Tüm asker ocaklarında Kalktık gece karanlıkta Ne olduğunu anlamadan Kuşandık tam techizat Vurduk silahları sırtımıza İhtilal oldu dediler. Köylere nöbete gönderdiler Karşı gelen olursa eğer Vur emri verdiler. Şırnaktayım iki dağ arası Bir tarafta Namaz Bir tarafta Cudi Dağı Vuracağımız insan ise Bir ANA bir VATAN EVLADI Nasıl vururuz, nasıl kıyarız? Nasıl söndürürüz bir ocağı? Kurulmuş yada kurulacağı Yerin dibine batsın bu asker ocağı Emir kulu etti bizi öğretmedi acımayı......
Midayet Kara
Canı Özledim
Gün geçtikçe, ben cananımı özledim Hasretini, kalbim içinde közledim Kâh ağladım, gözüm yaşını gizledim Canı gönülden özlemişim, ben onu Evime ateş düştü, yanıyor hanem Etme bu kadar sitem, delinir Sinem Sen yoksan yanımda, iyileşmez yarem Canı gönülden özlemişim, ben onu Felek yolumu kesmese, gitsem yâre Çektiğim bu dertlere, olacak çare İçinde yarim yoksa, yıkılsın hane Canı gönülden özlemişim, ben onu Bunca sevgimiz vardır, gider mi boşa Yazılanlar gelirmiş, bu garip başa Midayet’im ağlarsın, doymadın yaşa Canı gönülden özlemişim, ben onu (0796) Eylül 2009
İlhami Arslantaş
12 eylül marazı (Coptan kaçan)
Coptan kaçan topa, popa sarıldı, Deha çoluk çocuk kıl oldu abi. Diskotekler doldu morfin verildi, Eve geldiğinde dul oldu abi. Kültür sayılıyor ohalar çüşler, Kültür dersi verir esrarcı keşler, AB. ye kurulur saatler düşler, Evet ahlakımız çil oldu abi. Piyango eksenli sömürü yerken, Spor loto, toto velhasıl derken, Doluya tutulur yağmurdan ürken, A ‘dan z’ye her şey zül oldu abi, Kahve, kafeterya facia evi, Yutmakta, yutuyor sermaye devi, Teslimiyet işte bu da bir nevi, Gözlere çekilen mil oldu abi. Ahrazlık tutunca koca milleti, Başlara taç oldu yokluk illeti, Halk ezerdi ama hain zilleti, Her an üstümüzde dil oldu abi, Susturucu taktık dilimiz sustu, On iki eylülde dövülen pustu, Ağır darbe alanlar hep kan kustu, yüreğimiz yandı çöl oldu abi. Suya indir diye corc bush babalar, Emretmişti çünkü indi dubalar, Duba kaldı, boğulmuştu çabalar, Bütün hayalimiz kül oldu abi. Der ilhami her gerçeği biliriz, Bir gün olur zaptı ele alırız, Sazımızla gümbür, gümbür geliriz, Susmadım kırılan tel oldu abi,
Yavuz Bülent Bakiler
12 Eylül'e Sitem
Kolum, kanadım diyordum. Sevdalanıp gidiyordum Yurdum diye seviyordum Yurdum, felaketim oldu. Türküm! dedim, Türk'ü sevdim Öğünen bir koca devdim Volkandım, alev-alevdim Kor'dum... felaketim oldu. Kimisi Rus, kimisi Çin... Uşağıydı; dedim niçin? Bayrağıma selam için Durdum... felaketim oldu. Vatan millet idi tasam Çiğnenmişti ana-yasam Vuracaklardı vurmasam Vurdum... felaketim oldu. Neyim varsa birer birer Tutup çarmıha gerdiler Bozkurt'uma 'it' dediler Kurdum... felaketim oldu. Bu ahlaksız dubaraya, Tarih 'mim' koysun buraya Eylül darbesini hayra Yordum... felaketim oldu. Gönlümün yiğit beğiydi Gözlerimin bebeğiydi... Ona da mı nazar değdi Merdim... felaketim oldu. Tarafsızlık diye diye Şu en soysuz haramiye Başımızı vermek niye Sordum... felaketim oldu. Ben değildim esip-tozan Kanlı kuyuları kazan Bütün tuzakları bozan Zordum... felaketim oldu. Kolum, kanadım diyordum. Sevdalanıp gidiyordum Yurdum diye seviyordum Yurdum, felaketim oldu.
Ferhan Demiral
12 Eylül Olmasın..
12 EYLÜL OLMASIN Hatırlamak istemem ki, Hüzün dolu o günleri. Kalem biter yazamam ki, Çile dolu o günleri. On iki Eylül olmasın. Kimse ateş te yanmasın. Bir sağdan bir soldan asın, Çıkmasın hiç ayaz sesin, İşkenceden geçer kesin, On iki Eylül olmasın, Kimse ateş te yanmasın. Okuyan nesil yok oldu, Birbirine düşman oldu, Baba oğula pusu kurdu, On İki Eylül olmasın, Kimse ateş te yanmasın. Zemin hazır darbe oldu, Millet meclisi fes oldu, Ağıza kilit vuruldu, On iki Eylül olmasın, Kimse ateş te yanmasın. Ferhan DEMİRAL 12 eylül 2014 İSTANBUL
Muhlis Şutanrıkulu
12 Eylül sabahı
Sokakları inletti tank bot sesleri Darbeyle uyandık 12 eylül sabahı Radyolarda hasan mutlucan eserleri Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı Demokırasi diğe faşizim geldi başa Korku saldılar insanlara dağa taşa Güvendesiniz dedi kenan paşa Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı Ne buldularsa yakıp yok edip yıktılar Kimi buldularsa cezaevlerine tıktılar Yaşı küçükleri büyütüpte astılar Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı Doğmamış bebeleri yetim koydular Genç kızları işkencehanelerde soydular kimini öldürüp kimini sakat koydular Darbeyle uyandık 12 Eylül sabahı
Mehmet Tevfik Temiztürk
12 Haziran Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü Şiiri
Bencil tavrın niyetli zulümle davranmaya, Tenezzül mü edersin çocuktan kâr almaya? O, daha küçük çocuk işçi gibi çalışır, Ruhlar zorba olursa önlem almak zorlaşır… Bir çocuğun sırtından para pul kazanılır, Kâr edinme hırsıyla yoksulluk kullanılır… Ciddi destek gerekli gönüllü kurumlarca, Medya ya da sendika, gibi oluşumlarca… Çocukluk, denilen çağ mutlaka yaşanmalı, Ruhsal ya da bedensel destekler sağlanmalı… Her çocuk işçiliği suiistimal, demektir, Rab rızasından uzak vicdani eksikliktir… (2011)
Murat Gevrek
12.Haziran.05
12.Haziran.2005 Evet, yaşandı bu olay Umuma müşkülât vermeyen bir alan Üzerinde yok üniforma Bozyaka’lı bir komisermiş Zincirlerini koparmış bir köpek gibi sarıyor Öyle bir şaşırmış ki ısırmaya çalışıyor Dilin ne der arkadaş Ben vatan haini değilim Sende vatan değilsin vatan benim Ben halkım arkadaş Ben milletim Senin yediğin ekmekte payı olan benim Ne diye bana ürürsün Ne diye beni ısırmaya çalışırsın Yediğin ekmek helal mi şimdi sana Dolacağım taşacağım yapışacağım bir gün yakana Ne mıntıka senin Ne bu senin bu senin görevin İt gibi salyalarını akıtırsın Nedir sebebin Ben milletim arkadaş Ben halkım Ben senin vazifene tecelli eden kutsal unsurum Kendine gel… Bozyaka cinayet masasından bir komiser Tanrıya rakip olma ukalalığında Zincirlerini koparmış köpek misali Sağa sola saldırmakta Dün yaşandı bu olay Bir köşe başında Ben vatanım Vatanı bunlara emanet edenler utansın… Dilin ne der arkadaş Ben vatan haini değilim… Murat Gevrek
Arif Altunbaş
12 Eylül
Oniki eylül bindokuzyüz seksen Gece dört sularında korkular kolgeziyordu Issızdı Ankara sokakları gibi ülkem Gölgeler ürkek ürkek yürüyordu Taşları bağlasalar bile Kaldırımlarda aç köpekler uluyordu Kuşluk vakti doğacak güneşimize Meydan işgalcileri ve yarasalar İçlerinden sinsi sinsi gülüyordu Nice gece baskınlarından sonra Vurgunlar,soygunlar,işgaller ve idamlar gördüm Bilirim hepsi alın yazımın coğrafyasıdır Anladım şimdi kimlermiş zulmün taşaronları inkarın virüslerini taşıyan kanlarında Her yerde gölgeler yürüyordu Sessiz kalabalıkların damarlarında Öfkem ve sevdam direniyordu İşgence operası filistin askısı Zindanlarda nice çiçeklerim soldu İtiraf tiyatrosu dibçik baskısı Dörtyol ve kavşaklarda çörekleniyordu Milleti kurtarmak istiyenlerden Millet de kurtulmak istiyordu Gençliğimi katlettiler aşikar Katiller ülkemde kahraman oldu Ankara,12.09.1990
Ahmet Emer
12 Haziran’ da Ne Yapacaksın? ! .
Elime geçen AKP’ li çakma İzmir adaylarının propaganda kağıdında “Partiye mi İcraate mi Oy Vereceksin” diyor? ! . Bir kere Türkçe’ yi bilmiyor daha bunlar bir de bakanlık falan yapıyorlar; doğru yazılış “icraata mı” olacak. Seçenekler sıralanmış, Ne istiyoruz diyorlar? *İstikrar…………..Gördük istikrarı, kim için, ne için; halkın mı, Recep’ le Bilal’ in mi AKP ve yandaşlarının mı, Tarikatların mı? “Her alanda planların yapılabileceği ortam istiyoruz” diyorlar! 9 Yıldır tek başına iktidar olan kendileri değil miydi? Demek ortam bulamamışlar! *Demokrasi…….Hangi demokrasiden söz ediyorlar anlaşılmıyor? Olmayan “ileri demokrasiden mi”, Orta Çağ demokrasisinden mi? Daha basılmamış kitaba bomba diyen başbakan zihniyetinde demokrasiden mi? Padişahlık demokrasisinden mi? *Sivil Anayasa..”Herkesin haklarını koruyan, demokratik sivil bir anayasa istiyorlarmış! ” Sivil Darbe Anayasasından söz ediyorlar sanırım! . Ama ne olduğunu bir türlü söylemiyorlar? Ücretsiz öğrenim hakkı isteyen iki çocuk 2 yıla yakın hapis cezası hükmü ile yatıyorlar. Yıllardır içeride yatıyor, “suçum ne diyor” suç yok ortada! İsviçre’ de 8 gizli hesabın var dediği için içeri atılıyor biri. Ayağa kalkmadı diye içeri atılıyor öteki. “Tarikatlar her yanı sardı, Fetullahçılar işgali hüküm sürüyor” dediği için içeri atılıyor beriki…. *Eşitlik…………..”Zümre, etnik kimlik, din-mezhep ve cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin Eşit Vatandaşlık Hakkı” istiyorlarmış! Güleyim bari, Allah aşkına bunlar muhalefetteler mi? Bir AKP’ li ile olmayan bir mi? Kürt, Türk, Alevi, Sünni ayırımı yapan; kadını 3 çocuk doğurması gereken kuluçka makinesi gören kim? Sürekli belden aşağı vuruşlarla yatak odalarına kadar girenler, kaset üretenler ve şantaj yapanlar kimler? Sanki hak sahibi olmayanlar kendileri de! İstemekte haklılar, kendileri bunları yok ettiler, muhalefetten istiyorlar gel yap diye. *AB Üyeliği…….”AB’ ye üyelik ve hak ve özgürlüklerin yaşandığı bir ülke istiyoruz” diyorlar. Haklılar, kendileri istemediler, girmek için uğraşmayı boş verin baltaladılar! Muhalefete uyarı, iktidara geçince ilk işleri AKP’ lilere ”hak ve özgürlük nasıl yaşatılırmış göstersinler! *Onurlu Dış Politika…Kendileri ABD ve AB’ nin güdümünde politikalarla “durmak yok yola devam dediler”. Kıbrıs’ ı peşkeş çekemediler, Denktaş’ ı uzaklaştırmalarına karşın! 12 Mil yok oldu, Yunan burnumuzun dibine kadar geldi. Irak / ABD sınırımızda PKK belası musallat! İsrail’ e Suriye sınırındaki mayınlı araziyi temizletip 49 yıllığına vermediler. Hele bir gitsinler, Onurlu Dış Politika nasıl olurmuş öğrenecekler. *Ekonomik Kalkınma…”Kişi başına 25 000 Dolar! ..gelir”diyorlar. Allah aşkına dalga mı geçiyor bizlerle bunlar? Hangi iş sahasında, hangi işle, kim bu kadar kazanabilecek? Halkım evinden dışarı çıkamıyor, ekmeği bile fırınlanmış bayat ekmekten alıyor. Köylüden süt 500.-kuruşa alınıyor, bir bardak çay 1,00.-TL, bir simit/gevrek 600.- kuruş; bir sabah çay simit yese karşılığında 3 kilodan daha çok süt satması gerekecek. Mazot 3,5.-TL, benzin 4,5.-TL. Küfür ettikleri Atatürk ve İnönü zamanında yapılan yatırımları yok pahasına, haraç mezat, bir yıllık karına peşkeş çektiler. Babalar gibi satmakla övündüler. Çalışacak iş yeri kalmadı. Köylü aç, perişan, yokluk ve sıkıntı içinde. Geç anam babam geç! *Sosyal Devlet…. “Herkese eşit sağlık, eğitim, emeklilik istiyorlarmış” Güleyim mi ağlayayım mı? Sınavlarda tarikat / yandaş çocuklarına şifre ile eğitim eşitliği; tedavi için gerekli ve zorunlu ilaç verilmeyen hasta; kalkınmışlık düzeyinden pay alamayan sefil baykuş misali dolanan emekli ile şimdiye kadar bizleri terbiye ettiler! Demek kendileri de bundan memnun değillermiş! Bir an önce defolup gidin de görün bakalım Sosyal Devlet nasıl olurmuş? ! . *Medeniyet ile Gerçekçi Politikalara gelince inanın dayanamayacağım. “Oto yol, liman, kanal, tüp geçit, ray, tramvay…ayağı yere basan projeler” istiyorlarmış. Yuh yani! Halk açlık, yokluk, yoksunluk, yolsuzluk altında inim inim inlerken, VERİLEN SADAKA İLE YETİNİRKEN, küfür eder gibi ayağı yere basan proje diye Lafonten’ den Masallar anlatmazlar mı? Ey halkım, KOYUN MUSUN değil misin? Aklın fikrin var mı? İdrakin yerinde mi? Kul musun, köle misin? NE OLDUĞUNU BİR GÖSTER ALLAH AŞKINA! ! !
Ahmet Terzioğlu
12 Heceli DÖRTLÜKLER
Hisarönü'ndeyim bir cuma vaktinde, Hatıralar ile dolup taşıyorum; O müthiş an canlanıyor gözlerimde: "Allah'ım sana havale ediyorum..! ! "
İsa Tekin
12 Eylül ve Diyarbakır Cezaevi Uygulamaları
Evet yine bir 12 Eylül geldi 1980 darbesinden bu yana tam 29 yıl geçti fakat 12 Eylül darbesini yapanlar Türkiye de halen yargılanamadılar, kendi ürettikleri anayasa tarafından yönetiliyoruz. Ülkemizde 12 Eylül vahşetini yaşayan binlerce insan adli sicillerinde halen o darbenin ve ana yasasının kurallarına göre ceza alanların cezaları silinmemiştir gerek bu cezalar kâğıt üzerinde silinse de yüreklerinde ve beyinlerinde ölene dek silinmeyecektir. Bende bir 12 Eylül mağduru olarak o süreci asla unutmadım ve de unutmayacağım unutulmaması için önüme gelen her insana o insanlık dışı vahşeti anlatmaya devam edeceğim. Beni dinleyen insan çıkmazsa dağa taşa ağaca kuşa haykırarak anlatmaya devam edeceğim. Şimdi kısaca dönemin vahşetini cehaletini insanlık dışı tüm pisliklerini anlatmaya çalışacağım; 12 Eylül cuntacıları General ve darbecileri Milli güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral KENAN EVREN Orgeneral NURETTİN ERSİN Orgeneral TAHSİN ŞAHİNKAYA Orgeneral NEJAT TÜMER Orgeneral SEDAT CELASUN 12 Eylül 1980 tarihinde tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koyarak günün Türkiye’sinde siyah beyaz olan TRT Televizyon ve Radyolarında yönetime el koyduklarını ve TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) i fethettiklerini tüm parti sendika ve derneklerin faaliyetlerine son verdiklerini MGK’lı 1 no lu 2 no lu 3 no lu bildirileri yayınlayarak MGK lı başkanı KENAN EVREN’in Onun içindirki netekim::::::: diyerek Türk demokrasisini askıya aldıklarını böbürlenerek anlatıyordu. 1982 de yeni düzenlediği anayasaların Adalet bakanlığı 12 Eylül ile ilgili yayınladıkları verilere bakılacak olursak 650 bin kişiyi gözaltına aldılar 650bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar 650bin kişinin iradesini kırmaya kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye ihanete zorlamaya dönük işkence baskı ve yaptırım politikalarını askeri ceza evlerinde 10 yıldan fazla devam etti. Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar işkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.7000 kişi hakkında idam istediler 517 kişiye idam cezası verdiler 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı 50 kişiyi idam sehpalarında astılar. 29bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar 388bin kişiye pasaport vermediler 1milyon 863bin kişiyi fişlediler sadece fişlenenlerin değil çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar. Bu süre zarfında 14 kişiyi ceza evlerindeki açlık grevlerinde 16 kişiyi kaçarken 17 kişiyi de çatışmalarda öldürdüler 1974-1980 döneminde 5000 kişinin öldüğünü binlerce kişinin yaralandığını yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlarının 78 kuşağının verdiği kaybın ödediği bedelin yaşadığı linçin boyutları hakkında her halde kaba bir fikir edinmiş olursunuz 12 Eylül askeri faşist darbe Türkiye’yi toz duman etmiştir ülkenin her tarafı yeniden işgal edilmiş tüm dernek sendika dernek ve tüm sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verilmiş başkan ve yöneticileri ya tutuklanmış ya firar etmiş veya yurt dışına kaçmışlardı: kahraman basın: bu faşist generallerin borazanlığı için adeta yarışır hale gelmişlerdi sol basın ve sol susturulmuştur adeta bedenlerinin üzerinden panzerler geçmiştir. Türkiye baştanbaşa susturulmuş adeta ülke cezaevine dönüştürülmüştür yazan çizen okuyan aydın yazar öğrenci öğretmen işçi çiftçi hepsi bu cehennemden beter olan ceza evlerine konmuştur. Tüm bu insanlık dışı vahşet: vatan millet Sakarya: adı altında yapılıyordu MAMAK METRİS BUCA ERZURUM ELAZIĞ ve DİYARBAKIR 5nolu cezaevleri dolup taşmaktaydı bir yatakta 4kişi yatıyordu bu insanlık dışı ceza evlerinde her türlü baskı işkence ve kişiliksizleştirme çalışmaları emir komuta zinciri içerisinde yapılıyordu bende bu süreçte DİYARBAKIR 5nolu ceza evinde uzun süre yattım yattığım süre içerisinde yaşadıklarımı gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım DİYARBAKIR cezaevinde insan haysiyeti ve kişiliğiyle oynandığı kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar insan haysiyeti ve kişiliği ile oynanmamıştır O yüzden cehennem tanımlaması da yetmez çünkü cehennem insan imajının yarattığı en kötü yer olarak tanımlanır DİYARBAKIR 5nolu cehennemi o imajında ötesinde insan havsalasının bile yetmediği bir olgu üstelik cehennem imajında verilen ceza neyse infazı yapılırmış insanları 24 saat şiddet altında tutan insani olan her refleksini uyurken bile esas duruşunu bozmak büyük bir suçtu her duygunun her istemin birer işkence bahanesi haline getirildiği ve bu işkencenin yıllarca sürdüğü dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiştir uygulanan şiddet insan aklını mantığını ve her türlü bilimin sınırlarını aşan boyuttaydı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlara COP sokularak BOK yedirilerek insanlardan milliyetlerini ve dinlerini değiştirmeleri istenmemiştir. Kürde araba türke zor ile bütün ırkçı ve faşist ve askeri marş zor ile öğretilmiş ve gün boyu yerinde saydırılarak okutulmuştur DİYARBAKIR ceza evinde uygulanan bu program Dünyada uygulanan ırkçı programların tümünden daha farklı vahşettir. Şimdi Diyarbakır cezaevindeki resmi işkencecilerdir.... MGK Or. Kenan Evren Or. Nurettin Ersin Or. Tahsin Sahinkaya Or. Nejat Tümer Or. Sedat Celasu MGK'ya bagli Generaller Necdet Ürug Bedrettin Demirel Selahattin Demircioglu Süreyya Yüksel Nejat sevim Sikiyönetim komutanlari Hüsnü Celenkler Recep O. Ergun Nevzat bölüggiray Kemal Yamak Tevfik Alpaslan Selahattin Yirmibesoglu 7. Kolordu Komutanlari (Diyarbakir) M. Cemalletin Altinok M. Kemal Yamak 1971-1974’te Özel Harp Dairesi Başkanlığı yapan, Kıbrıs harekâtının gizli planlarını yürüten emekli general Kemal Yamak vefat etti. Yamak’ın hatıratında yer alan “Meclis’te CHP dahil her partiden Özel Harpçi milletvekili var. Bu vekiller genç yaşta örgüte girerler” sözleri çok tartışılmıştı Adını son olarak üç yıl önce, Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabıyla duyurmuştu. İsmi belki gölgede kalmıştı ama görevli olduğu kurumların perde arkasından yönettiği gizli operasyonlar, katliam ve işkence merkezleri Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vurmuştu. Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın gazetelere verdiği başsağlığı ilanıyla önceki gün vefat ettiği duyurulan emekli Orgeneral Kemal Yamak, 1967-1971’de Özel Harp Dairesi’nde kurmay başkanı ve 1971-1974’te başkan olarak görev yaptı. Kıbrıs harekâtı öncesi ve sonrası gizli operasyonları yönetti. 12 Eylül’de Diyarbakır’da Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yaptı. Yamak, 1989’da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduktan sonra Turgut Özal’ın ölümüne kadar Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlik makamında oturdu. Soğuk Savaş başlayınca yıldızı parladı Türkiye’nin son yarım asrına damgasını vuran kurumlarda, etkin konumlarda görev alan Kemal Yamak’ın babası İstiklal Madalyalı namı diğer “Arpacı Ahmet Ağa”. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunda askerken Ruslara esir düşmüş, Kazım Karabekir’in Doğu Harekâtı sırasında kaçıp kurtulmuş. Çiftçi ve zahire tüccarı olarak çevrede ün yapan baba Ahmet Ağa, oğluna Mustafa Kemal’in adından esinlenerek Kemal ismini vermiş. Askerî liseye gitmesine karşı çıksa da Kemal Yamak babasını ikna etmeyi başarmış. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Harp Okulu öğrencisi olan Yamak’ın hayatındaki en önemli dönemeç belki de Soğuk Savaş döneminin başlaması oldu. NATO üyesi ülkelerde Sovyetler Birliği’ne karşı gizli ordular kuruldu. İtalya’da kurulan gizli ordunun adı GLADİO idi. NATO’nun koordine ettiği bu orduların ortak adı ise “Gölge ordular”dı. 1952’de Türkiye’de de özel bir kararnameyle “Seferberlik Tetkik Kurulu” adıyla kuruldu. 1960’lı yıllarda Özel Harp Dairesi adını aldı ve Amerikan Yardım Kurulu (Jusmat) ile aynı binada iç içe faaliyet gösterdi. Kemal Yamak, kitabında, Özel Harp Dairesi’ni, “Özellikle Amerikalıların da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülü harekât konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekât ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve faydalı hale getiriyordu” sözleriyle anlatıyordu. ABD subaylarıyla çalıştı Yamak’ın, Türk ordusunun İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda, Soğuk Savaş dönemine göre, Amerika tarafından yeniden yapılandırıldığı merkezde göreve başlaması, onun kariyer basamaklarını hızla tırmanmasını da sağladı. 1957’de Malatya 59’uncu Er Eğitim Alayı, ordunun, Amerikan subaylarının gözetiminde NATO ve ABD ordusu standartlarına göre yeniden yapılandırıldığı bir merkezdi. Yamak, burada Yüzbaşı rütbesiyle, Servis Bölük Komutanlığı yapıyordu. Örtülü baskınların mimarı Kemal Yamak, Özel Harp Dairesi adını alan Türk Gladio’sunda 1967’den itibaren Kurmay Başkanı olarak çalışmaya başladı. 1971’de Özel Harp Dairesi’nin başkanı olan Yamak, Kıbrıs Harekâtı öncesinde ve sonrasında gizli operasyonlara imzasını attı. Öyle ki, örtülü, ansızın yapılan baskınların adını aldığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” sloganının yaratıcısı da Kemal Yamak. Kıbrıs’lı Rumlara karşı nasıl uygulandığını kitabında Yamak, şöyle anlatmıştı: “1974 Barış Harekâtı’nda ve hemen öncesinde çok faydalı çalışmalar yapılmıştı. Çok basit ve etkili bir örnek vermek gerekirse, Rum radyo ve televizyonlarının Türklere senelerce dinlettiği ve toplumun hep üzüntülerini dile getirerek şikâyetçi olduğu ‘Bekledim de gelmedin’ şarkısına karşılık, önce ‘Bir gece ansızın gelebilirim’i, harekâttan hemen sonra da ‘Kendim ettim kendim buldum” şarkısını dinleterek, Rumlara verilen karşılık yerini bulmuştur.” Siyasetçiler, Özel Harp Dairesi’nin varlığından, 1974’te ABD’nin her yıl düzenli ödediği 1 milyon doları kesmesi üzerine haberdar oldular. O güne kadar, daireden sadece Genelkurmay Başkanı ve ikinci Başkanlar haberdar. Siyasi otoritenin örtülü ödenekten para aktarması için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e brifing veriliyor. Bu sırada kurumun başında Kemal Yamak bulunuyor. Ecevit daha sonra, kamuoyuna Türkiye’deki Özel Harp Dairesi’nin varlığını şaşkınlıkla öğrendiğini, bir siyasi parti ilçe başkanının, MHP üyesinin bu daireye üye olduğunu açıkladı. Yamak ise kitabında Ecevit’e şu yanıtı vermişti: “Sadece MHP’den değil, CHP içinde ve TBMM’deki değişik partilerden birçok milletvekili, Özel Harp Dairesi’ne çalışıyor.” 12 Eylül’de Diyarbakır’da ün yaptı 12 Eylül Darbesi’nin ardından Diyarbakır Sıkıyönetim ve 7. Kolordu Komutanı olarak görev yapan Kemal Yamak, üzerinden 30 yıl geçmesine karşın hâlâ mahkûmlara uygulanan işkencelerle akıllarda kalan Diyarbakır Cezaevi’nden de sorumludur. Kemal Yamak’ın Kıbrıs’ta birlikte görev yaptığı Binbaşı Esat Oktay Yıldıran, cezaevinin sorumlu komutanıdır. Cezaevindeki işkenceler emir komuta zincirine bağlı olarak uygulanmaktadır. Esat Oktay Yıldıran’ın cezaevindeki mahkûmlarla ilk tanışmasını bir mahkum Aktüel dergisine şu sözlerle anlatmış: “Esat Oktay Yıldıran’ın 24 Şubat 1981 günü 35. Koğuş’ta direnişçi mahkûmların konulduğu hücrelerde yaptığı ilk konuşmasının giriş bölümünü çok iyi hatırlıyorum. Şöyle demişti: ‘Beni dinle! Ben direkmen Genelkurmay’ın emriyle buraya atandım. Benim adım Esat Oktay Yıldıran’dır. Ben Kıbrıs’ta Rum çocuğunu bıçakla kesmiş, babasının gözlerinin önünde kanını şarap niyetine içmiş adamım.” Kemal Yamak, yıllar sonra yazdığı kitabında Diyarbakır’da mahkûmlara uygulanan işkencelerden haberdar olmadığını yazmakla yetinmişti. Özal’ın ölümünden sonra geriye çekildi Kemal Yamak, öldürüldüğü iddiaları bugüne kadar gündemden düşmeyen Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Genel Sekreterliği’ni yaptı. Özal’ın GATA’ya sevki ve cenaze hazırlıklarından sonra istifasını veren Yamak, sessizliğini 2006’da yayınladığı Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler kitabını yazana dek korudu. O günden bu yana yine “gölge”de kalmayı tercih etti. Özel Harp Dairesi’nden Köşk’e Orgeneral Kemal Yamak, 1924 yılında Amasya’nın Merzifon ilçesinde doğdu. 1943 yılında Bursa Işıklar Askerî Lisesi’nden, 1945 yılında Kara Harp Okulu’ndan, 1947 yılında Topçu Sınıf Okulu’ndan, 1958 yılında Harp Akademisi’nden mezun oldu. 1971 yılında tuğgeneralliğe terfi etti. Tuğgeneral rütbesi ile Genelkurmay Özel Harp Dairesi başkanlığı, 4. Zırhlı Tugay komutanlığı yaptı. 1975’de tümgeneralliğe terfi etti. Tümgeneral rütbesi ile 28. Piyade Tümen Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Harekât Başkanlığı, Doğu Yurtiçi Bölge Komutanlığı yaptı. 1979’da Korgeneralliğe terfi etti. Korgeneral rütbesi ile Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, 7. Kolordu Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1984’da Orgeneralliğe terfi etti. Orgeneral rütbesi ile Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı ve Ege Ordusu Komutanlığı yaptı. 24 Temmuz 1987 tarihinde atandığı Kara Kuvvetleri Komutanlığı’ndan, 1 Eylül 1989 tarihinde yaş haddi nedeniyle emekli oldu. Aynı tarihte Başbakanlık Başdanışmanlığı’na atandı. Başbakan Turgut Özal’ın Kasım 1989’da Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği görevine getirildi. 17 Nisan 1993’te ise görevinden istifa etti taraf gazetesinden alınmıştır.Kıbrısta Esat Oktay Yıldıran ile birlikte çalışmıştır.Esat Oktay Yıldıran her zaman şunu söylerdi.ben Kıbrıs savaşında bir rum çocuğunun kafasını kestim kanını babasının gözleri önünde içtim.der ve bununla övünürdü.bu bir insanın yapacağı şeyler olamaz ancak bir vampir bunu yapabilirdi bu vampirde Esat Oktay dan başkası olamaz Suat Ilhan 7. Kolordu Adli Müsvirleri Hakim binbasi Ahmet beyazit Yüzbasi Turgut Adli Müsavir Yardimcisi Hakim ve savcilar Binbasi Emrullaha Kaya. Kayserili Basri Özgemnc, Ask savci, Menemenli Bülent Cahit Aydogan, Ask savci, Samsunlu Turgay Çaglar. Hakim yüzbasi Oktay Yüksel, hakim yüzbasi Mardinli Niyazi Erdogan, Sivil hakim Kemal Kavi, mahkeme baskani binbasi Nihat Beyhan Özyurt Celalettin Celik, yüzbasi Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran: 1.75 boyunda, zayıf kumral, 40 yaşlarında ama yüz kırışıkları fazla, gözlerinin altındaki halkalar morarmış, daima komando elbiseleriyle ve Co isimli köpeği ile dolaşır. Diyarbakır zindanındaki işkencelerin mimarı dır. Katillerin başı, soğukkanlı, acımasız, güzel vaadler verip çirkin uygulamalar yapan, burnu havada, kendini Nemrud sanan biriydi. 1974 Kıbrıs isgalinde görev yaptığı için, orada ki zindanlarda yapılan işkencelerle deneyim sahibi olmus, 7. Kolordu Komutanı Kontragerilla Şefi Kemal Yamak'ın verdiği yetkiyle donanmış tam olarak bir işkence ve cinayet makinasıydı. 24 Şubat 1981 tarinden Eylül 1992 sonuna kadar Diyarbakır zindanında işkenceci başı olarak görev yaptı. Eylül ayında sonuçlanan, M. Hayri Durmuş; Kemal Pir ve arkadaşlarının yaşamlarını yitirdikleri ölüm orucundan sonra İstanbul`a tayini çıktı. Burada rütbesı yükseltilerek binbaşı oldu. 22 Ekim 1988 tarinde İstanbul Kısıklı'da bir otobüsün içinde bir Kürt militan tarafinda silahla başına sıkılan üç kurşunla öldürüldü. Şimdi bu vampir ve kan içicinin Diyarbakır Cezaevindeki bazı uygulamalarını bizim kaldığımız 32. koğuştaki işkencelerinin bir gününü sizlerle paylaşmak istiyorum 32. koğuşun bir günü Sabah saat 04.45’te koğuş nöbetçilerinin koğuş kalk komutu ile uyandırıldık koğuşun 3-5 nöbetini tutan nöbetçiler saat 04.45’te koğuşu uyandırmakla görevliydiler saat tam 04.45 olunca nöbetçiler yüksek sesle bağırarak koğuş kalk komutunu vermek zorundaydılar bu komuttan birkaç dakika sonra koğuş kapısının mazgalı açılır nöbetçi gardiyan komutan nöbetçileri çağırırdı nöbetçi onbaşı kapıya doğru koşar yanındaki nöbetçide on başının yanına geçer ikisi birden ayaklarını sertçe yere vurarak esas duruşa geçer başta nöbetçi on başı kısa künyesini okumaya başlar İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş nöbetçi onbaşısıyım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der sonra yanındaki nöbetçiye gelir nöbetçide aynı künyeyi tekrarlardı nöbetçi gardiyan nöbetçilere sorardı vukuatınız var mı lan nöbetçi onbaşı yoktur komutanım der nöbetçi gardiyan komutana sorar koğuş herkes uyandı mı uyuyan var mı derdi koğuş nöbetçi on başı yoktur komutanım derdi kalkar kalkmaz ilk işimiz yatağımızı yapmak zorundaydık çünkü yatağı bozuk yapanlar dayak yerdiler koğuş gardiyanımız Kayseri’li kara bela kontrolde kimin yatağını bozuk görse dayak ile cezalandırırdı ve yatağın düzgün güzel yapıldığının testini şöyle yapardı yatağın üzerine 25 kuruş demir para atardı eğer para yatağın üzerinde zıplıyorsa demek ki yatak düzgün ve güzel yapılmıştır eğer para zıplamıyorsa yatak düzgün yapılmamış yani iyi çekilmemiş demektir öyleyse dayak hak edilmiştir ben ve Mehmet Kansu aynı yatakta yattığımız için kalkar kalkmaz nevresimin dört kenarından bağlar sıkıca döşeğin üzerine geçirirdik bunu her sabah tekrarladığımız için bu işlem en fazla bir dakikamızı alırdı çünkü zaman ve dakikalar bu dönemde çok önemliydi yatak işi bittikten sonra tuvalete ihtiyacı olanlar için sıraya girmek gerekiyordu tuvalet işi b,ittikten sonra sıra günlük traşa gelecekti toplam dört lavabo taşı olduğu için lavaboda traş olmak yasaktı plastik bardağa biraz su alırdık o su ile traş olmaya çalışırdık her arkadaş samimi olduğu arkadaşla birbirini traş ederdi traş jiletlerimiz permatikti idare bu permatikleri sayılı olarak verirdi ve tekrar sayılı olarak alırdı jiletlerin karışmaması için kartondan bir kutu yapmıştık ve numaralandırmıştık kaç numaralı jilet kime aitse belliydi jiletlerin dağıtılması çok seri şekilde yapılırdı ve Mehmet’le birbirimizi karşılıklı tıraş ederdik böylece ayna sorununu da çözmüş oluyorduk sonra birbirimizin yüzüne pamuk sürüyorduk eğer pamuk yüze yapışıyorsa traş iyi olmamış pamuğun yapıştığı yerleri yeniden traş ediyorduk çünkü sabah komutan traş kontrolünde aynı şeyi deneyecekti kimin yüzüne pamuk yapışmışsa demek ki güzel ve düzgün traş olmamıştır onunda suçu çok ağır oluyordu 5’e 10 kalasla dayak atıyorlardı bu jiletleri her hafta pazardan pazara kullanıyorduk son iki gün kalınca jiletler köreldiği için yüzümü parçalıyordu bazı arkadaşların sakalı sert olduğu için jilet kesmediği için yüzlerini kesiyorlardı yüzleri cildi kan içinde kalıyordu Pazar günleri öğleden sonra koltuk altı ve etek altı traşlarında bu jiletleri kullandıktan sonra değiştiriyorlardı aynı gün saçlarımızda sıfır numara ile kesiliyordu bazen saçlarımız makineye sıkışıyor kesen yeni berberimiz kesmesini bilmediği için adeta saçlarımızı yoluyordu buda ayrı bir işkence türüydü evet acele ediyoruz daha gün yeni başlayacak koğuş gardiyanı koğuş mazgalını açıyor nöbetçi koşup tekmil veriyor gardiyan komutan emir veriyor karavana çıkar sabah kahvaltısı için üç karavanayı nöbetçi koşar adım kapının önüne çıkarıyor var gücü ile kısa künye yapıyor İsa tekin Diyarbakır emret komutanım koğuş gardiyanı emrediyor karavanayı bırak içeri gir nöbetçi tekrar kısa künyesini yüksek sesle tekrarlayıp koğuşa dönüyor gardiyan kapıyı kapatıyor kapının mazgalını açıyor lan sorumlu mahkemeye gidecekler hazırlansın koğuşta bu gece vukuat var mıydı? Koğuş sorumlu emredersin komutanım der ve kısa künyesini yapardı hatip çelik Mardin emret komutanım koğuş vukuatı yoktur komutanım derdi veya koğuşta o gece bir hasta olmuşsa veya ayakta gezerken başka bir nöbetçi gardiyana yakalanmışsa bunlar çok büyük vukuatlar demekti cezası da tabi ki ağır olurdu yoksa gardiyan mazgalı kapatır karavanaları yanında gelen çömez askere taşıtırdı böylece çömez asker geleceğin büyük komutanlığına hazırlanırdı koğuş sorumlusu koğuşa döner eğer gardiyan mahkemeye gidenlerin listesini vermişse o listeyi yüksek sele okur ve hemen hazırlanmasını isterdi liste verilmişse o gün mahkemesinin olduğunu bilenler kendilerinin mahkemelerinin olduğunu söyler ve hazır bir şekilde beklerdi aradan 10 -15 dakika sonra karavana kapıyı gelir ve kapıya bırakırdı karavananın yere bırakıldığının sesini hepimiz duyardık ondan sonra kapı mazgalı açılır komutan karavana al ve kapıyı açardı kapı açılana kadar üç kişi kapının önünde hazır olur her üçü de hızlı şekilde kısa künye yapar bina karavanalarını koşar adım içeri alırlardı hep karavanaların dolu gelmesini beklerdik bazen bu üç karavanada bir tanesinin altında toplam 10 tas kadar çorba olurdu buda en başta mahkemesi olanlara verilir koğuşa sonra dağıtılırdı bu kadar az kahvaltı ve yemeği eşit dağıtmak bayağı çaba gerektiriyordu dağıtan arkadaşlar adil olmak için çok çalışıyordu Ondan dolayı yemek dağıtıcılar belliydi sürekli aynı arkadaşlar bu görevleri yapıyorlardı elleri bu işe alışmış ve bayağı pratik dağıtıyorlardı yemekleri servis kaplarından yiyorduk çatal kaşık cam bardak yasaktı sadece tahta kaşık veriyorlardı onlarda zamanla çatlıyordu ve de koku yapıyordu su bardaklarımız plastik bardaklardı çorba ve yemekler çok az veriliyordu bazı günlerde kişi başı üç kaşığa düştüğü de oluyordu kahvaltı işi de çok acele yapılıyordu bazen kahvaltı bitmeden mahkemeye gideceklerin çıkması için gardiyan kapı mazgalını açıp mahkemeye gidenler çıksın diye emir veriyordu mahkemeye gidenler acil bir şekilde 1234 diye sayarak dışarı alındıktan sonra koğuş kahvaltısına devam ediyordu kahvaltı bittikten sonra eğer koğuş cezalı değilse birer sigara içebiliyorduk sigara yasaksa koğuş sorumlusu bizi sayıma kaldırıyordu sabah sayımı çok önemliydi dayakların büyük bir kısmı sabah sayımında atılıyordu bizlerde sayınları daha az zayiatla atlatmak için her sabah koğuş sorumlusu nezaretinde ön sayım yapıyorduk Türkçe bilmeyenleri yaşlıları ve hastaları arkamıza alıyorduk sağlam gür seslileri öne diziyorduk sayım ikişerli şekilde sayılıyordu öndeki ve Arkadaki şekilde dolayısıyla öndeki iki yanındaki dört diye devam ediyordu bu ikişerli sayımı 45 saniye en fazla 50 saniyede bitirmek zorundaydık bu seriyi yakalamak için bugün iki diyen arkadaş yarında aynı yerde oluyordu onun görevi ne olursa olsun sayım anında iki diyecek veya otuzuncu sıradaki kişi otuz diyecek yani böylelikle biri karıştırsa bile yanındaki sabit olduğu için sayım karışmayacaktı bu sayım işi bazen saat 9 a kadar devam ediyordu koğuş sorumlusu hatip çelik her sayım öncesi hep prova yaptırıyordu koğuş sıra halinde dizilir hatip çelik bağırır ve şöyle derdi herkes çok iyi dinlesin kimse numarasını unutmasın çok seri şekilde okusun ve bağırsın kendisi en başta sayımı başlatırdı ve şöyle derdi dikkat hatip çelik Mardin emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım iki dört altı sekiz… diğer arkadaşlar hatip çelik’i takip ederdi hatip çelik bu provayı idare sayımı gelene kadar yüzlerce kez tekrar ederdi eğer koğuşa yeni gelenler olursa kurallara uymalarını ve bizim gibi yaptığımız gibi yapmaları gerektiği yönünde ikazlarda bulunurdu bu yeni gelenler muhabbeti hap devam ederdi taki idarenin ast üst subayları çavuşları ve gardiyanları sayıma gelene kadar aniden kapı mazgalı açılır kara bela komutan yüksek sesle bağırır 32.koğuş sayıma hazır olur ve koğuş kapısı açılırdı koğuş sorumlusu hatip çelik var gücü ile bağırır dikkat hatip çelik Mardin 32.koğuş 106 mevcudu ile sabah sayımında emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım der ve devam ederdi iki dört ……gardiyanlar bağırarak sayan her arkadasın göğsüne cop kalas vurarak sayımı takip etmeye çalışırlardı biz öndeki arkadaşlar ne olursa olsun bu cop ve kalası yemek zorunda kalırdık bazen bu cop ve kalasları göğsümüze öyle sert vuruyorlardı ki nefesimiz kesiliyordu ve bağıramıyorduk bazı arkadaşlar ayakta duramıyordu tabi bu cehennem zebanileri için bir mazeret teşkil ediyordu dayak atmanın mazeretiydi sayıma eğer yüzbaşı Esat Oktay yıldıran veya minik asteğmen gelmiş ve yanında kalabalık asker varsa o sabah büyük işkence var demektir yüzbaşı Esat Oktay yıldıran koğuşu baştan aşağı inceler koğuş sorumlusuna sorular sormaya başlar sorularıda yataklar iyi düzeltilmemiş yemekler nasıl şikayetiniz var mı koğuş sorumlusu hatip çelik kısa künyesini bağırarak yapar sizin sayenizde hiçbir ihtiyacımız yoktur komutanım der Yüz başı Esat Oktay konuşmasını sürdürürken co komutan (co köpeği) tutukluların apuç aralarını koklar veya kapardı diğer subaylar ve askerler bizlere bakar dayak atmak için şöyle sorarlardı u lan ibne neden karşı duvara bakmıyorsun bana bakıyorsun veya niye güldün esas duruşun niye bozuk niye kaşındın gibi mazeretler Esat Oktay yıldıranın yanında bizleri döverlerdi Esat Oktay konuşmasına devam ederdi devlet size şefkatli ana kucağını açmıştır devlet sizi yedirip içiriyor kıymetini bilin koğuşunuzda bölücülük ve komünistlik yapmayın yapan varsa aranızda barındırmayın bana bildirin gerekli mükafatı alacaksınız Esat Oktay konuşmasını uzunca sürdürür tehditlerini savurur çıkıp giderdi sayım faslı biter koğuş beş on dakika su ve ihtiyaç molası verir dayak yiyenler kanlarını yıkar kanlı üstünü değiştirir koğuş gardiyanı9nın emirlerini beklerdi eğer Esat Oktay yıldıran ceza var demişse koğuş gardiyanı mazgalı açar yüksek sesle koğuş sorumlusu hatip çelik’i çağırır koğuşun cezalı olduğunu herkesin ranza altı olmasını emir ederdi eğer o gün normal bir gün ise sorumluya koğuşun Atatürk ilke ve inkılaplarını okumasını isterdi bu kitap okuma işi tam bir işkenceydi şöyle ki sorumlu kitap okutmak için birini görevlendirir o kitabı açar başlar yüksek sesle okumaya Atatürk 1881 yılında Selanik’te 2 katlı pembe bir evde doğdu ve devam ederdi bizde hep tekrarlardık bu kitabı sil baştan binlerce kez bizlere okuttular bu kitap okuma faslı 1 saat devam eder koğuş sorumlusu bir saat sonra 10 dakika ihtiyaç molası verir sonra tekrar devam ederdik saat 12 ye çeyrek kala kapı mazgalı açılır koğuş gardiyanı karavanları ister karavanalar kapıya bırakılır 15 dakika yemek gelene kadar ihtiyaç molası veya sigara içmek serbest komutu verilirdi Koğuş yemek düzenine geçer herkes sıraya girer yemek almaya çalışır 15-20 dakika sonra mahkemeye gidenler gelir eğer davada savunma yapılmışsa eğer cezaevi ile ilgili mahkemede konuşulmuşsa mahkemeden gelenler toplu dayaktan geçirilir çok işkence görürlerdi bir gün Suruç grubundan arkadaşlar mahkemeye gidip gelmişlerdi o gün karar günüydü hepimiz hepimiz çok merak ediyorduk arkadaşlar geldi koğuş sorumlusu sordu ne oldu diye arkadaşların biri şu cevabı verdi önemli değil hele önce ben bir tuvalete gideyim yemekte ne var dört kez idam verdiler dedi baskı ve işkence öyle bir boyuttaydı ki tuvalete gitme ve yemekte ne var dört idamdan daha değerliydi bunu gırgır ve espri konusu yapmıştık önemli değil dört kez idam kuru fasulye kadar değerli değil yeter ki kuru bol kepçe olsun hele arkasında büyük su bidonu içinde sıcak çay gelmişse ve plastik bardakta içiliyorsa en büyük keyif bu olsa gerek dört idamın ne önemi var canım yemek faslı bittikten sonra üzerine bir sigara çok güzel oluyordu mahkemeye gidenler tekrar hazır şekilde kapı önünde bekleyerek komutan gelip onları götürecek ve komutunu verecek lan sorumlu koğuşa marş söylet Saat 12 de karavan kapıya gelir kapı mazgalı açılır yine aynı ses karavana al üç kişi koşarak karavana üç arkadaş koşarak kıza künye yaptıktan sonra hızlı ve seri bir şekilde karavanaları içeriye alırdı sabah verilen kahvaltıda kinse doymadığı için umudumuz öğle karavanının dolu gelmesiydi ama umutlarımız hep boşa çıkıyordu karavanalar çok az geliyordu ortalama 20 kişilik yemek 100 kişiye veriliyordu gelen yemeklerin içinde tükürükten tutunda böcek kadar her türlü haşere olurdu bazen tıraş oldukları saçlarını bile yemeklerin içine atıyorlardı iki üç günde bir isal yaptıran haplarda yemeğe katılıyordu insanlar açtı ne olsa yemek zorundaydık onu bile yeteri kadar vermiyorlardı 10 kişiye bir ekmek veriyorlardı hepimizin gözleri içine girmiş kemiklerimiz sayıla bilirdi yüzümüzde renk kalmamış sapsarı olmuştu hayallerimiz de annelerimizin dışarıda yaptığı o güzel lezzetli yemekler vardı sohbetler yemek çeşitleri üzerinde yapılırdı bazı arkadaşların koku alma duyusu çok gelişmişti kokuya göre karavanada hangi yemeklerin çıktığını çok iyi tahmin ediyorlardı bazı arkadaşlar cezaevinden çıktıktan sonra lokanta açacaklarını söylüyorlardı karavanada yemekler az geldiği gibi birde koğuş sorumlusu yardımcı ve ispiyoncusu maruf şahin vardı yemek gelir gelmez ilk maruf şahin kalite kontrol yapardı eğer yemekte iki üç tane et parçası çıkarsa maruf şahin elleri ile yemeğin içine dalar kısmetimde bugünde et çıktı hele bir tadına bakayım derdi hepimiz deri kemik kalmışken bazı arkadaşlar marut şahin’in kalçalarını göstererek bu ibne karı gibi kalça büyütüyor diye alay ederdi ama bunu kimse maruf şahin’in yüzüne söyleyemezdi çünkü maruf şahin idarenin koğuştaki anteni ve temsilcisiydi kimi kafaya taksa idareye gammazlardı doğal olarak etler maruf şahin’in hakkıydı tabi idarenin adamı maruf şahin yalnız değildi 106 kişilik koğuşta 5 kişi tespit etmiştik kantinden eşya siparişi verilirken bu ortaklarımızı da rüşvet olarak da bizi gammazlamamaları için hepimiz bir şeyler almak zorundaydık Vedat aydın’la bazen yan yana geldiğimizde maruf şahin ve ekibine bakarak şöyle derdi hale İsa hele şu şerefsize bak bu şerefsiz güneşin düşmanı ayın düşmanı insanlığın düşmanı ve bu şerefsiz umudun düşmanı diye künye sayardı bir defasında maruf şahin Vedat aydın’a sordu neye gülüyorsun Vedat kalçan zayıflamış ona gülüyorum dedi aradan iki gün geçtikten sonra soğuk bir kış günüydü koğuş gardiyanı Vedat aydın’ı çağırdı önce dayak attı sonra yemekhane kısmına 40 bidon su döktürüp Vedat arkadaşı saatlerce sırt üstü yüz üstü süründürdü bunu ispiyoncu maruf şahin’in yaptığını biliyorduk ama gücümüz o günün koşullarında maruf şahine yetmiyordu yemekler doğal olarak maruf şahin’in malıydı o da yedikçe malını büyütüyordu bizlerde maruftan geriye kalan artıklar kalıyordu onu da arkadaşlar elinden geldikçe adaletli bir şekilde dağıtmaya çalışıyorlardı ayda yılda yanmış küf tutmuş bulgur pilavı nohut veya kuru fasulye’yi bol veriyorlardı biz bazı arkadaşlar fazla yemeye korkuyorduk çünkü yemekler bozuk olduğu için ve mide az yemeğe alışık olduğu için hep aynı yemeğe tercih ediyorduk bazı arkadaşlarımız yemeğe dayanmadıkları için çok yiyorlardı buda bozuk olan mideleri rahatsız ediyordu saatlerce ayakta 6o tene ırkçı ve şoven marşı söylerdik arada koğuş gardiyanı kapı mazgalını acar lan sorumlu koğuş niye bu kadar cansız marş söylüyor diye azarlardı koğuş sorumlusu hatip çelik emredersin komutanım dedikten sonra 32,koğuş daha yüksek sesle yürüyüş kararı sayılacak say biz yerimizde var gücümüzle yere vurarak bir iki üç dört diye sayarak hatip’in komutlarını tekrarlardık sonrasında sırayla askeri marşları söylemeye devam ederdik bazı günlerde ise genellikle yaz ise çok sıcak olduğu zamanlarda havalandırmaya çıkardık havalandırma hava almak için değil işkence görmek için çıkardık Havalandırma için hazırlan dediğinde ayaklarımızda spor ayakkabıları olmak zorundaydı herkes ayakkabılarının bağlarını kontrol eder ve çok sık bağlardı süründürme dayak atma anında ayaktan çıkmasın diye sıkı bağlardı üstümüz çıplak alt kısımda eşofman altı giymek zorunluydu tabi hazırlığını bitiren hemen tuvalete koşardı bir anda tuvalete büyük kuyruklar oluşurdu bunun iki nedeni vardı birincisi havalandırmaya çok uzun süre kalmak ve dayak yerken altına kaçırmamak için ikinci nedeni ise ben babamdan öğrenmiştim babam diyordu ki oğlum eğer biri ile arkadaşlık yapıyorsan onunla bir eyleme katılacak isen eğer yanında arkadaşın sık sık küçük su dökme ihtiyaç duyuyorsa onunla o işe eyleme gitme bu korkunun işaretidir bunu arkadaşım Mehmet de anlatmıştım onun için havalandırmaya çık sözünden sonra hemen tuvalete koşanlara gülüyorduk onları takip ediyorduk hep aynı şahıslardı bunlar sıra havalandırmaya çık komutu ve koğuş kapısı acılıyor 3, katta olduğu için 3,katın havalandırma kapısına kadar tüm merdiven başlarında sağlı sollu ellerinde kalaslar gardiyanlar vardı kapıdan çıkan her arkadaş yüksek sesle sayarak çıkmak zorundaydı ve merdivenlerden koşar adım inmek zorundaydı 3, kattan havalandırmaya kadar önünden koştuğumuz her asker gardiyan elindeki kalaslarla vücudumuzun neresine rast gelirse oraya vuruyorlardı zaten koğuşun hepsi havalandırmaya çıkana kadar kafası gözü yüzü çenesi sırtı kan revan içinde kalıyordu havalandırmaya çıkan arkadaş içeride provasını yaptığımız şekilde yerine geçiyordu bu sıra uzun boydan kısa boylulara doğru bir sıraydı yani boyu uzun olanlar en önde dörtlü şekilde bekliyordu herkes önündeki ve yanındakini çok iyi tanıyordu ne olursa olsun herkes önündekinin arkasında durmak zorundaydı yanlışıkla biri senin yerine geçerse onu geriye itmek zorundasın yoksa sen yerini kaybedersin o zaman dayak yiyen sen olursun koğuşun sıraya geçmesi 1 dakikalık bir süreydi sonra istiklal marşı okunur yürüyüş yapmaya başlatılır yürüyüşler marş eşliğinde yapılırdı bazen bir marşın yarısı okutulmadan koğuş gardiyanı bağırır 32.koğuş neden ses çıkmıyor lan ibneler yürüyüş niye canlı değil diyerek havalandırmadaki işkenceler başlardı işkenceler FALAKA: En yaygın ve devamlı uygulanan bir işkence yön¬temidir. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir çubuk, v.b. vurularak gerçekleştirilir. Bu yöntem, ayak tabanlarını, el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları söker. El-ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat eder. KÖPEK SALDIRIMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtır. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arasıdır. ZİNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır. Tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla koşuşturulur. Zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşer. AYAKTAN ASMA: Tutuklunun tek ayağına zincir bağlanır. Bu zincir yüksek bir yere asılır. Tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalır. GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven tırabzanına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanır. Kapı kapatılır. Tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öylece kalır. TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınır. Gardiyan 'tepe ol' komutu vererek, tüm tutuklular üst üste binerler. Bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı'nın 10 kıtası okutulur. KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular 6 kişilik daire oluştururlar. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarılır. Gardiyanın 'yıkıl' komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır. Tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme, çıkık olur. . KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılır. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır. Tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenir. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam eder. KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir. Her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir; bacakları, al¬tındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenir. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlarlar. Bu işleme tutuklular ayakta duramayacak duruma geldiğinde son verilir. COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokar. ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılır. Gardiyan ipin açıkta kalan ucunu alıp hızla koşar. Tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar. LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilir. ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilir. Gardiyanın 'öl' komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülür. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanır. . LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır. İki kişi çırılçıplak soyundurulur. Bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklar. Gardiyanın 'uygun adım marş' demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar. Diğer tutuklular da bunları izlemek zorundadırlar. PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardır. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanır. Bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenir. İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir. Diğer tutuklularda, yerde yatan tutuklunun yüzüne işetilir. TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederler. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz et¬meleri için zorlanırlar. Havalandırma dönüşü en az 20 – 30 zayiat verirdik bayılanlar ayak ve kolu kırılanlar bunları sırtlayarak koğuşa getirirken çıkıştaki gibi yine aynı işkencelere maruz kalırdık koğuşa geliş bittikten sonra sayım durumuna geçerdik gardiyanlar toplu olarak koğuşa gelir sayım yapar sayım bahanesi ile yine dayak atar ve koğuşu cezalandırırlardı bu cezalar gün ve zamana göre değişirdi eğer sabah havalandırmaya çıkmazsak öğle yemeği vermeme cezası verilirdi öğleden sorma çıkmazsak akşam yemeği vermeme cezası bazen su içmeme ve sigara içmeme cezası bazen de hiç mola vermeden akşama kadar yerinde sayarak marş söyleme cezası bazen betonda sırt üstü yatma cezası bazen ranza altı cezası bazen de tuvalete çıkmama cezası gibi uygulamalar yapılırdı bu uygulamalara sürekli yenileri eklenirdi tüm bu işkencelerden sonra koğuş olarak rahatlardık çünkü bugün de ölmemiştik ve yaşıyorduk ve o gün havalandırmaya çık korkusu kalmamıştı hayat devam ediyordu kan şiş kırık çıkık o kadar önemli sayılmazdı sonra herkes elini yüzünü yıkar …….işlere devam ederdi akşam olur akşam yemeği gelir ve yine biz hüsran yaşardık çünkü yine 10 kişilik yemek 100 kişiye dağıtılır ve aç yatardık mahkemedekiler mahkemeden getirilir kapı arkasında dayaktan geçirilir kapı mazgalı açılır kara ela gardiyan sorumluyu çağırır lan sorumlu bu ibneleri içeriye alın cezalıdırlar yolda ve mahkemede konuşmuşlar akşam yemeği verilmeyecek derdi kapı önündekiler hemen dışarı koşar yada baygınlık geçiren arkadaşları omzundan tutup sürüyerek koğuşa getirirler bu mahkemeden gelen arkadaşlar daha çok yıpranırlardı çünkü mahkeme salonlarında sabahtan akşama kadar elleri dizlerinin üstünde sağa sola bakmadan esas duruşta beklemek ve mahkeme heyetini dinlemek zorundaydılar bunun üzerine dayak tuzu biberi oluyordu evet bazen zaman bitmek nedir bilmiyordu bazen bir gün bir yıl gibi uzuyordu sıra akşam sayımına geliyordu akşam sayımı da tıpkı diğer sayımlar gibi 45 saniyede yapılmak zorundaydı hepimiz esas duruş da put gibi durmak zorundaydık yine gardiyanlar dayak atmak için bahaneler buluyorlardı lan ibne niye esas duruşun bozul lan göt niye bana baktın lan yavşak bana güldün gibi bahanelerle bazen dayak vaziyeti al komutu veriyorlardı dayak vaziyeti komutunu alır almaz ellerimizi öne uzatır hangi elimize dayak atmalarını istiyorsak başta o elimizi yani ya sağ ya da sol elimizi uzatır diğer eli ona Altan destek ederdik dayak atıldıkça inen her darbeden sonra ellerin yerini değiştirirdik bu böyle saatlerce devam ederdi bazen beş on ikisi ile bu Faslıda geçerdik akşam sayımından sonra yat komutu verilir koğuş yatmak durumunda kalırdı yat komutunu veren gardiyan koğuş sorumlusuna şöyle seslenirdi lan sorumlu herkes esas duruşta yatacak kimse esas duruşunu bozmayacak kimse rüya görmeyecek kimse ağlamayacak kimse horlamayacak koğuş nöbetçisinin izni olmadan dolaşmayacak ve tuvalete gitmeyecek tuvalete gidecekler nöbetçiden izin alacaklar anlaşıldı mı derdi bizlerde hep bir ağızdan emredersin komutanım bazen de akşam sayımından sonra cezalandırıldık koğuş yatmak için ranza altı olun emri verildi ranza altı demek beton üstünde tahtadan yapılan ranzaların beton ile arasında ki kısımdı bu alan çok dardı 25 ve 30 cm arasındaydı biz zayıf olanlar rahat alta girerdik iri ve kilolu olan arkadaşlar yalnız kafalarını zorla iç tarafa sokuyorlardı gövdeleri dışarıda kaldığı için çok dayak yerlerdi bazen de koğuşa kişi başı onar sigara yaktırıp içen içmeyen herkes bu on sigarayı bir defada yakıp ve içmek zorundaydı düşünün yüz kişi aynı anda onar sigara içince bin sigara yapar bu bin sigaranın dumanında camlar kapalı olduğu için koğuşun içinde kalır ve bu sigara içimi üzerine koğuş yat komutu verirdi bu kadar sigara dumanına hangi ciğer dayanabilir sonuçta yüzlerce insan vereme (tiberkoloza) yakalandı tabi koğuş yat komutu bunlarla bitmiyordu bazen akşamları komutan co (köpek co) yu koğuşa gönderirlerdi komutan co akşam yemeklerimizde ki etlerin ortağı olurdu yemeklerde ne kadar et veya kıyma varsa ayıklanır komutan co ya verilirdi sonra güzel kokulu sabunlarla komutan co yıkanır bizlerin yüz havluları ile durulanır ve kurulanırdı en güzel battaniye bulunur dış kapının yakınına kapı mazgalının dan görülecek bir yere yatırılırdı komutan co dışardan bir ses gelince veya arkadaşlardan biri tuvalete kalkınca havlardı co havlayınca nöbetçi gardiyanlar kapı mazgalını açar nöbetçilere hakaretler yağdırırlardı co niye havladı co’ya niye iyi davranmıyorsunuz co komutanı niye aç bıraktınız gibi bahanelerle ya koğuş cezalandırılır ya veya uykusuz bırakılırdı veya koğuş nöbetçileri dövülür ve küfür ve mazeretlere maruz bırakılırdı koğuşta 24 saat ikişer kişi nöbet tutmak zorundaydı nöbetçilerden biri onbaşı biri er olurdu gece nöbetleri 7.9 9.11 11.1 1.3 3.5 5.7 şeklinde değişirdi gece nöbetleri çok zor ve sıkıcı oluyordu bizde tam uykuya dalarken nöbetçi gardiyan mazgalı açar koğuşa bakar nöbetçi er ve on başı koşar kapı önüne topuğunu sert yere vurarak yüksek sesle nöbetçi asker gardiyana İsa tekin Diyarbakır emret komutanım 32.koğuş 106 mevcudu ile vukuatsız olarak yatak istirahatına çekilmiştir komutanım derdi nöbetçi er’de aynı künyeyi yaptıktan sonra nöbetçi gardiyan asker sorar vukuatın var mı? Ayakta gezen var mı? Uyumayan var mı? Nöbetçi onbaşı yoktur komutanım derdi tabi nöbetçiler bu işi yüksek sesle yaptıkları için bizler uykudan fırlar nöbetçi ve gardiyan nöbetçi askerin arasındaki diyaloğu gözlerimiz kapalı olarak esas duruşta yatmak suretiyle dinler sonucu merak ederdik Kış geceleri ayrı bir işkence uygulanıyordu kaloriferler zaten hiçbir zaman yakılmadı koğuşlar zaten çok soğuktu hele 1983’ün kışı bir felaketti o soğuk kış günlerinde 30-40 bidon su koğuşa dökülür ve soyunmamız emredilirdi hepimiz soyunurduk sadece kilot üstümüzde kalıyordu ve koğuşa bir emir veriliyordu ‘’koğuş yere yat ve kaybol ranza altı ol’’ saatlerce bazen sabaha kadar kımıldamadan o suyun içinde bekletiliyorduk vücudumuzdan buhar çıkıyordu bazen de günlerce yatak yasaklanıyordu beton üstünde yatmamız emredilirdi bazen meşhur co köpeği koğuşa bırakılıyordu.sabaha kadar co havlıyordu hiç birimiz bu havlama sesinden yatamazdık bazı geceler operasyon düzenleniyor bu operasyonların başında genellikle minik asteğmen oluyordu rasgele döverlerdi bazen de yaz kış demeden battaniyenin altına gir ne başınız ne de ayaklarınız görünecek kışın insan yine dayana biliyor fakat yazın çok kötü oluyordu fakat yazın çok kötü oluyordu baygınlık geçiren hastalanan çok oluyordu geceler ayrı bir kabustu bitmiyordu gündüzün yorgunluğu marşlar,işkenceler,gece uykusuzluğu bizleri bir deri bir kemik yapmıştı uygulamalar Nazi subaylarını aratmıyordu.bu uygulamalar sadece bir günlük uygulamalardı.ve bizim koguşta olanlardı diğer koğuşta olanları göremiyorduk.sadece dayak sesleri bağırma ve marş sesleri duyuyurduk.son dönemlerde Diyarbakır cezaevinin yıkılıp yerine okul yapılacağı söyleniyor.bu cezaevi yıkılmamalı.Müslüm Üzülmez hocanın dediği gibi müze olmalı ve 12 Eylül cuntacıları yargılanmalıdır.
Hülya Çötreli
12.Katın Penceresinden...
12.katın penceresinde ne filmler dönüyor! Görünenler alabildiğine bakınca 2 kırmızı kule... Sanki 2 sevgili vakit geçiriyor... Biri lider gibi hakim tüm çevreye... Aslında güçlü ama yalnız... Tüm M.köy görünen yakın çevre Ayakta! ... Yazılacak çizileceklerin arasında bir başımayım. Ay'ın guzel yuzu mu sadece... Ayakta tutan bu deli gecede... Ruhumun kanatlarında oyunlar oynanıyor sadece... Sebepsiz bir eğlence değil... Sormanın, neden olmanın bile... Bir duruşu var. En güzeli ne hala! Ben Ay Hanım! Mutluyum Deli gibi... Sebep aramadan... Gecenin bir yarısı, ruhla yüzleşme... Herşeye değer bir bilmece...
Ümmügülsüm Yıldırım
12 Mart
On iki mart bir istiklal Kabul edilecek bugün Bir bayrak dikilecek İşte ogün bugün Yurtta bir heyecan Bir çok kalp attı Mehmet Akif Ersoy Büyük bir ün saldı İstiklal marşının kabülüne İşte bir saat kaldı Mehmet Akif Ersoy Artık bir ünvan aldı Mehmet Akif Ersoy Çıktı,kürsiye Anlattı birçok kişiye Bağımsızlık ne diye Halk duyarsız kaldı Özgürüz deyince Büyük bir bayrak diktiler Üstünde ay ve yıldız niye Millet dedi; Ayımız ve yıldızımız. İşte dediler; Bu bizim bayrağımız. 12 MART 2010
Zennehar Yılmaz
12 Mart
Nice savaş verdi kana bulandı toprak Sevgiye aç kalmadı yürek hep tok Açınca gamzeler gülüşler çok 12 Mart dizeler sancak dalgalanır al bayrak Dumanı tüter köhne uğraksızlarda Devasız derdi sarmaz mı kahraman yurda Serilir üzerine dökülen damla kanda 12 Mart donar kalem akıttığı sevgiyi kanda Vatanı sulh cihanı sultan ebedi var olan Kapıyı güvenle açan mehmet Akife gönlünü veren Saygıya şahlan dilimdir yaşadıkça ömrünce öven 12 Mart sesimi kalemsiz çizendi istiklal marşını Saygıya kalkıyor toprakta şehit Ömrüme nağmedir yazılan beyit Mehmet Akife söylerim yiğit Toprağı inleten 12 Mart yazılan şiir Zennehar Yılmaz 13.03.2012 16:15:40
Mehmed Sarı
12 Mart
12 MART 42 yaşında bir urganım ben lanetle sallanan darın ucunda, Ruhunu satmış bir generalim erini kurşunlatan kendi yurdunda! 42 yaşında bir kuduzum ben ışıklar söndürmüş kara gecelerde, Ve ekmeklerini tepelemiş kimsesizlerin boğazı tasmalı onursuzum ben! 42 yaşında işkence eviyim zevkle çalışan yabancılar adına, Ağzı kan köpüklü milliyetçiyim hırlayıp saldıran yoksul yığınlara! 12 Mart ‘13
Gürbüz Papağan
12 Mart Erzurumun Kurtuluşuna
Bir oniki mart sabahıydı müjdeci oldu her can, Dalga dalga yayıldı, karış karış an be an, Dedi budur senin bu yurda ancak son ahde vefan, Ya şehit ol ya gazi sona ersin bu şivan, Karıştı şehadetler tekbirler ezanlara, Binlerce selam olsun destanlar yazanlara,
Sebahattin Kömürlü
12 Mart Türkiye
Ayaklar Prangalı Bilekte kelepçe Ziverbey’de işkence 12 mart Türkiye
İsmail Alay
12 Mart Erzurum
12 MART ERZURUM Vatanın mihenk taşı,diktir onunla,Türk'ün dik başı Her milli davada çeker başı,o Erzurum'un dadaşı Soykırımlar,neler neler gördün,yılmadın,yıkılmadın! Hep yâr oldun bu güzel vatana,eğilmez Türk'ün başı. Kahpe düşman yaktı,yıktı kahpece, nice can aldı Korkudan kaçtı ama,toprağında bıraktığı kan kaldı Aşkale,Cinis,Alaca'n da topluca yakılan can kaldı Yanık dere tutuştu,gözünden gitmeyen o an kaldı. Topyekun bir ruh,bir vatan,yıkılmaz kale Erzurum Ezelden ebede huzurum,taşıdığım güzel gururum Her zaman ayakta,barında,sözünde,dadaş Erzurum Kadını,erkeği,doğanı,öleni er dir,dadaş can Erzurum Çifte Minare,Üç Kümbetlerle Selçukludur Erzurum Lalapaşa,Mecidiye,Aziziye ile Osmanlıdır Erzurum Tebriz,Gürcü,Kavak,Erzincan,Harput ve İstanbul Vatana bu güzel kapılarla açılan kapıdır Erzurum. Marifet diliyle konuşan,İbrahim Hakkı'dır Erzurum Mevladan al mevlaya ver ruhlu,Alvarlı efedir Erzurum Kellesi koltuğunda,sancağı elinde Abdurrahman Gazi Sultan Murat'ın saygı duyduğu,Habip Baba'dır Erzurum Bin bir hatimle,vatanı koruyan Pir Ali Baba'dır Erzurum Sultan Melik,Mumcu,Murat Paşa,Mirza Mehmet,Caferiye Derviş Ağa,Mehdi Efendi,Kuloğlu,Karaköse,Kazan Bilge İskender Paşa,Hasan-i Basri,Gürcükapı,Gez,Erzincankapı Ali Paşa,Hacı İlyas,Hacı Cuma,Cedit,Camii Kebir,Ayas Paşa Taş Mescit,Veyis Efendi,Emin Kurbu,Kadana mahallelerin. Her biri seninle var,sen her biriyle varsın,hep var ol can Erzurum. Kilidi mülki İslamın, Mevlaya emanet olmuş dadaş Erzurum. Her kurtuluş gününde,her türkünde sevgin kıpırdar içimde Sanki gurbet benim içimde,her türkün demlenir gönlümde Dağında duman,duman başımda yüce bir sevda,güzel Erzurum Sanki ben koca bir Erzurum,Erzurum tek tek benim gönlümde. Huma kuşu gibi,yükseklerden uçar benim aşık gönlüm Erzurum bir sevda.Erzurum'da coşar benim şen gönlüm İçim sıkılsa,ruhum daralsa,ilaçtır gönlüme,can Erzurum. Ey Palandöken! Gelsin senden bir yel,huzur bulsun gönlüm. 12.03.2015/İUzman Eğitimci.Şair.Yazar/İsmail Alay
Remzi Ece
12 Mart Muhtırası 41 Kere MAAŞALLAH
12 Mart Muhtırası 41 Kere MAAŞALLAH Lügate merak sardım şu günlerde; yani günümüz diliyle sözlüğe. Eskiden de uzak değildim zaten. Bugünlerde öğrendiğim kelime ise muhtıra… Sözlükte hatırlatma, anlamına gelen bu kelime diplomaside ise uyarı yani nota anlamı taşımaktadır. Bir şeyin hatırlatılabilmesi için önceden var, ve belleklere işlenmiş olması gerekmektedir. 12 Mart Muhtırası yakın siyasi tarihimizde önemli yer tutmaktadır. Bu nedenle 12 Mart deyince çoğunluğun aklına, 71 senesinde askerin hükumete verdiği nota gelmektedir. Ama bu olay benim konum ve amacım değildir. Henüz başaramamış olsam da, kişi ve olaylardan ziyade fikir okuma ve fikir yazma sevdasındayım. 12 Mart deyince benim aklıma 1921 senesi gelmektedir. 12 Mart 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, ittifakla kabul ettiği İSTİKLAL MARŞI, yedi düvele verilmiş bir muhtıradır. 41 kere MAAŞALLAH.
Habibe Merih Atalay
12. Şarkı
Üzülme bebeğim Bu cangıldan bir Has bahçe yaratacağız Üzülme bebeğim Bataklığı kurutup Bereketli topraklar Yapacağız Üzülme bebeğim Her ezginin kaynağı İnsan kalbidir Üzülme Bebeğim! Bu yangında bile H a s i n s a n ı D i r i l t e c e ğ i z. Sensin içimde toprak Sensin içimde yaprak
Vecdi Hatunoğlu
12 Temmuz
Sabahın ilk ışıklarında Bir ses uyan diyordu Gözümü açtım Annem Askere gideceksin Bugün 12 Temmuz Askere gidiyorum Annem yanımda Kardeşlerim uyuyorlardı Uyandırmadım onları Elinde bir yumurta Soymaya başladı annem Hava yağmurluydu Bende yağmurluydum Dokunsalar ağlayacaktım Dayandım Yumurtamı yedim Bir tane çok güzeldi 12 Temmuzdu Ben Asker oluyorum Ankaraya Elinde bir maşraba su Başında atkısı Beni uğurluyor annem Askere Ardımdan su döktü Otobüsten gördüm Ağlıyordu Bir tek annem vardı Beni askere uğurlayan Ağladım Ankaraya kadar 12 Temmuzda asker oldum Muhabere okulunda Dönüşüm olmadı o memlekete Annemde ayrılmıştı oradan 14.02.2008 Ankara
Gürkal Gençay
12-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 2
(Zeki insanların mutlu olmaları, hayatta görülen nadir şeylerdendir... ''Hemingway'') Bir akşam... Ya da bir öğlen sonrası. Kulağınıza bir tokat misali çarpan çığlıklar ve feryatlar ile oturduğunuz yerden sıçrarsınız. Pencerenizin dışındaki, yaşamın gerçek ritminin attığı sokağa başınızı uzatırsınız. Ölümle yaşam arasındaki kısacık fasılada koşuşturan sokak hayvanlarının, ağızlarındaki direngen gülüşlerle, bir ölüm tarlasındaki gelincikler gibi (onların) al kan içindeki ölü vücutlarını görürsünüz... Gözünüze belediyenin itlafçıları takılır bir an. Ellerindeki dumanı tüten tüfeklere ve iğrenç dudaklarının kıvrımlarındaki histerik gülümseme çizgilerine... (Oysa orada kimse şaka yapmıyordur! ..) Bunun şahidi olursunuz... Ağızlarındaki inadına gülüşlerle ölenler ve dudaklarının kenarlarına ilişik gülüşlü katillerin buluştuğu noktayı donuk bakışlarla yorumsuz yargılarsınız. { Hayat böyle bir şeydir işte... Böyle “dank” diye yakalar bir yerde ve böylesine çıkıverir karşınıza bir yerde...} / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede yargısız infaz ile katledilen binlerce insanın; Hasan Ocak’ların, Metin Göktepe’lerin, Süleyman Yeter’lerin fotoğrafı vardır. Burnunuz sızlar, içinizde bir şeyler katılır, gözyaşlarınızı dökemeden ağlarsınız... Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ****************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 67)
Gürkal Gençay
12-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 2
(Zeki insanların mutlu olmaları, hayatta görülen nadir şeylerdendir... ''Hemingway'') Bir akşam... Ya da bir öğlen sonrası. Kulağınıza bir tokat misali çarpan çığlıklar ve feryatlar ile oturduğunuz yerden sıçrarsınız. Pencerenizin dışındaki, yaşamın gerçek ritminin attığı sokağa başınızı uzatırsınız. Ölümle yaşam arasındaki kısacık fasılada koşuşturan sokak hayvanlarının, ağızlarındaki direngen gülüşlerle, bir ölüm tarlasındaki gelincikler gibi (onların) al kan içindeki ölü vücutlarını görürsünüz... Gözünüze belediyenin itlafçıları takılır bir an. Ellerindeki dumanı tüten tüfeklere ve iğrenç dudaklarının kıvrımlarındaki histerik gülümseme çizgilerine... (Oysa orada kimse şaka yapmıyordur! ..) Bunun şahidi olursunuz... Ağızlarındaki inadına gülüşlerle ölenler ve dudaklarının kenarlarına ilişik gülüşlü katillerin buluştuğu noktayı donuk bakışlarla yorumsuz yargılarsınız. { Hayat böyle bir şeydir işte... Böyle “dank” diye yakalar bir yerde ve böylesine çıkıverir karşınıza bir yerde...} / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede yargısız infaz ile katledilen binlerce insanın; Hasan Ocak’ların, Metin Göktepe’lerin, Süleyman Yeter’lerin fotoğrafı vardır. Burnunuz sızlar, içinizde bir şeyler katılır, gözyaşlarınızı dökemeden ağlarsınız... Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ****************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 67)
Atila Işık
12 Yaşında İntihar Eden Mariannet Amper İçin
12 YAŞINDA İNTİHAR EDEN MARIANNET AMPER İÇİN “Yeni ayakkabılar, bir çanta ve annemle babama iş isterdim” yazmış, Mariannet Amper intihar etmeden önce Gizli kanatlarıyla meleklere benzeyen çocuklar doğar dört bir yanda her sabah, her akşam ve her an çocuklar doğar dört bir yanda birbirine benzemeyen Ve sen Mariannet “Babamın işi yok, annem sadece çamaşır yıkama işi buluyor.” derken, Daha da bir batıyordu görünmez kanatların ama bunu sen bilmiyordun Sen doğduğunda komşu evlerde açlık vardı, yoksulluk ve sefalet tıpkı, sizin eve benzeyen Ve bir aşağı sokakta açlığın, yoksulluğun ve sefaletin rüzgarı dolaşıyordu odalarda Görünmez kanatlarınla uçmaya hazırlanırken bunu da bilmiyordun “Okulumu bitirebilmek ve en çok da yeni bir bisiklet satın almak isterdim.” diye, yazdığında inşaat işçisi baban, çoktan dayamıştı işsizler duvarının nemli tuğlalarına sırtını Ve senin hayallerinden habersizdi Yoksulluk, salgın bir hastalık gibi sararken kenti, mutluluktan değil ölümün o sıcak nefesi tenine değdiğinde görünür olacaktı kanatların Ve sen işte o zaman gökyüzüne yükseleceksin ayaklarında yeni pabuçların ve bisiklete binmişken Sırtında çantan
Işık German Ersoy
124. Genel Kültür Yarışması...02 - 08.05. 2016
- 2015 yılı (TÜİK) araştırma raporuna göre ülkemizde bebek ölümlerinin en fazla olduğu ilimiz hangisidir...? 1. İstanbul 2. Kilis 3. Diyarbakır 4. Antalya 5. Konya 6. Ağrı
Işık German Ersoy
126 Genel Kültür Yarışması...16 - 22.05. 2016
- Avrupa tarihinde ilk yabancı kökenli bayan Parlamento Başkanı hangi ülkeden seçilmiştir...? 1. Almanya 2. İsviçre 3. Fransa 4. İtalya 5. Hollanda 6. Belçika
Necdet Erem
123 GÖZYAŞI. i
Gözyaşı, Aşk ve sevda fırtınasının gönül denizinde meydana getirdiği dalgalardan şehadet âlemine sıçrayan inci damlalarının adı olsa gerektir. Gözyaşı, Rahmet denizinin bencillik toprağını merhamet ile sulayıp bereketli kıldığı pınardır. Gözyaşı, Yanlış, hata ve kusurlarının farkına varan, onurlu ve akıllı insanların, cezayı büyük güne bırakmama endişesinden kaynaklanan arınma hadisesinin sonucu olarak günah kirlerinin dünyada temizlenmesi için akıttıkları Havzı kevser mai zülalidir. Gözyaşı, Büyük talep ve beklenti içinde olanların, hacetlerinin kabulü için ortaya koydukları samimiyet sermayesi, arz mektubunun talebi red edilmeyen acz ve fakrı ilan eden naz makamında yazılan dilekçenin solmayan ve silinmeyen mübarek mürekkebidir. Evet, Gözyaşı, Rahmet pınarının aşkı ilan, aczi izhar, hatadan nedamet, acıyı ifade, derde deva, cihan paha, gönül defterine ruh kalemi ile yazılacak mualla manalarının su damlalarına dönüşmüş çölleri gülzara, çemenzara çeviren mübarek damlalarıdır.
Necdet Erem
126 EY GÖZ i
Göz; Hilkatin güzelliklerini seyretmek için akıl dünyasından kainat bahçesine açılan esrarlı bir pencere. Kalp; Ruh arısının göz penceresinden hayal kanatları ile uçarak sanat ve marifet çiçekleri üzerinde gezip toplamış olduğu hakikat polenlerinden imal edilen iman balının yapıldığı bir muhabbet peteğidir. Ey göz, iyi bak ve güzel gör! Nefsin insan onuruna yakışmayan, basit ve hayvani hazların esiri olan duyguları doğrultusunda hareket edip âli his ve duyguları tahrip etmek nerede, Kudret eserlerinin kâinat sergi salonunda, ilmi ilahinin kütüphanesinde, seyir ve istifadene sunulmuş olan marifet mesajlarını, seyrine doyum olmayan sanat eserlerini seyredip melekleri kıskandıracak bir yükseliş rampası olmak nerede?
Necdet Erem
125 Sudan Sebepler.
Mahrukatçılık yapan Nazmi Taşkın’a ait odun deposunda çalışan Ferit Şaylan, kestiği odunun üzerinde insana benzer bir siluet görünce şaşırdı. İlçeye bağlı Yayla köyündeki orman sahasında kesilen kayın ağacının maktaındaki şekli görünce donup kaldığını söyleyen Şaylan, ilk kez böyle bir şey ile karşılaştığını belirtti. Kayın ağacının dalını keserken gördüğü şekil için ’derviş’ görüntüsü yorumunu getiren Ferit Şaylan, bunu çevredekilere gösterdiğini onların da şaşkınlıklarını gizleyemediklerini anlattı. Orman Mühendisi Necdet Baran ise dalın kesici bir aletle yıllar önce zedelenip, enzim salgılamasından dolayı bu şeklin oluşmuş olabileceğini söyledi. (BİR DOST PAYLAŞIMI) Bu değerli paylaşımınızdan dolayı teşekkür ederim. Allah sizin gibi gayretli ve değerli dostlardan razı olsun. Bu örnekte, kör gözlere sokulan; Kudreti sonsuzun hikmet ve sanat eserlerinden bir pırıltı. Her yerde ve her şeyde, sonsuz sanat ve kudret eserleri görülen; Allahın hikmetlerinden çarpıcı bir örnek. Bir zamanlar Rahmetli Barış Manço tarafından buna benzer bir olay gündeme getirilmişti. Okume ağacı hızardan geçince ortasında bariz bir şekilde Besmele-i şerifenin yazılı olduğu görülmüştü. Gerçi Yaratılmış olan her şey zaten taklidi mümkün olmayan bir sanat eseridir. Yaratıcının tanıtımına yol açan tevhid delilleridir. Ağacın maktaından kesilmesinde ortaya çıkan Besmele veya Derviş silueti; ağacın, odunsu yapısından, yaprak, çiçek, meyve vermesinde tezahür eden akılları hayret ve hayranlık ile yaratıcıyı görmeye davet eden sanattan daha önemli daha çarpıcı değildir. Ne var ki ALIŞILMIŞ OLANLARIN ANLAŞILMIŞ OLMA YANILGISI cazip görüp şaşkınlığımıza sebebiyet veriyor. Bütün bunların yanında takdir edilecek olan Mühendisimiz Sn. Necdet BARAN beyin olaya bilimsel bir kulp takışı bizim bağnaz bilim adamlarımız ille de her şeyi bilmek zorunda olduğu anlayışının tipik bir örneğini oluşturmaktadır. ’ Dal, kesici bir aletle yıllar önce zedelenip, enzim salgılamasından dolayı bu şekil oluşmuş’ Allah bunu da böyle yaratmış dese Bilime ihanet mi etmiş olur? Yoksa diplomasını mı elinden alırlar? Allah ayetinde bu bağnazları tarif ederken ne güzel söylemiş. Gökten bir mucize göndersek elleri ile dokunsalar, katılaşmış bulut diyecekler ve yine inkâr edecekler. Allahın varlığına yarattığı mahlûkat adedince delil var iken! Allah’ın, Akıl, ilim, irade, imkan verdiği ve bunları doğru kullanma adına teste tabi tutmuş olduğu insan için inkarını bina edecek akıl dışı sudan sebepler yok değil. Nede olsa dünya imtihan dünyası. Kazananlar olduğu gibi kaybedenler de olacak. Allah akıl, feraset ve merhamet versin.
Tahir Ehad Ozar
13-4
rotasız bilinç altı yolculuğunda çok kişilik olup tek başına oynadığı rıhtımsız bir yaşam sığınağıydı yüreğinin şemsiyesiz yağmurlarında cama yaslanıp da yansıtılan köpek tarafındaki altın dişin yansımasıydı ve amacın tersine aktığında damlalar ölü kelebekler uçmaya devam ediyordu
Mesut Atasoy
13 Kaplumbağalar
Amansızca döker bağ yaprağını Kahraman savaşçı canım sonbahar Sessizce terk eder boş yatağını Ağırbaşlı nazlı kaplumbağalar İlkbahar yaz, mevsim şaşmaz düzenek Kışı haber veren sonbahar mı tek İbret almaz mı hiç onu görerek Bir kaplumbağadan nankör insanlar. (06.08.1990 Ş.koçhisar)
Gündüz Şirin
13 Gül
Bir ekim günü kızardı şırnak’ın dağları, Bir ekim günü pusu kurdu kalleşlik,hayallere Bir ekim günü yer-gök çınladı; hedefine varamadan düşen hayallerin çığlıklarıyla Bir ekim gün 13 tane gül açtı; soğuk şırnak dğları. Kalleş bir kurşun hakkı olmadan kopardı ansızın köklerini Ekimin kızıllığıyla boyandı bedenleri Gözlerinde inceden birkaç damla yaş Bir de...geride kalanlara son bir bakış 13 tane gülüm soldu şu şırnağın dağlarında Sevinmeyin kalleşler,kökünüz kurur sonunda Bu ateş dinmeyecek,yakacak şerefsizleri 13 tane güle selam,peygamberim sancağında…
Ümit Işıkdağ
13 Kasım
Şimdi gül, Doğduğum şehir bende esir Hasret zifir,ve karanfil solmada Sende buram buram terk ediş nağmeleri Ve gönlümde bir akşam daha olmada Sen şimdi gül... Şimdi gül, Ben yalnızlığımın tek esiri Kalpte paydası büyük Sensiz bir sevda kesiri Ve ayrılık buram buram sen kokmada Sen şimdi gül... Şimdi gül, Bıraktığın gün bir yıl olmada Kasvet odamda misafir Yalnızlık şahit,ruhum sefil, Senin sevdan kimbilir hangi kalpte misafir Sen şimdi gül... Şimdi gül, Taşıma hüznü,ağır gelir ruhuna Sen gez,eğlen hayat kısa günler dolmada Zaten unutun ya,daha da unut beni Göm kalbine,sana tertemiz bakan gözlerimi Sen şimdi gül Şimdi gül Kutla hadi doğum günümü Unutmazdın hiç Kasım'ın 13'ünü Bayramın olsun senin bensiz geçen tüm günler Hasret yaram kanarken kalpsizler ancak güler Hadi Sen şimdi gül...
Ahmet Konukoğlu
13 Şubat
21 Haziran 1985 tarihli Bir kanuna göre 13 Şubat'ta bitecek artık yıllar Ve yılbaşı gecesi olacak Her 13 Şubat akşamı. Yine bu kanuna göre Hiç doğum günüm olmayacak benim Olsun ben de hep çocuk kalırım Ve her 13 Şubat akşamı Bir gemi yapıp denize salarım aşkımı
Türkay Gürlek
13 Şubat
Bugün on üç şubat sevginin arifesi. Aradım köşe bucak sevgimin ifadesini Yarın on dört şubat sevgililer günü Sevginin sevgiliye ifade edildiği gün Aradım,arandım sevgimi sevgiliye Anlatacak bir şey Takıldı gözlerim sarraf sergisine Daldım düşündüm altın nere sevgim nere Buldum kendimi karanfil menekşe gül dolu çiçekçide Uzattım takılı verdi dikeni elime. Sevgili gerçek çiçekti,soluk kalırdı menekşe. Buldum,buldum sevgimi sevgiliye anlatacak Ruhumun derininde Anlatırdı sevgimi,alnındaki busem. O dudaklarımda kaldı,sevgi yüreğimde . Türkay GÜRLEK 13/02/1999
Ozan Arif
13 Nisan
Onüç nisan bugün, dağlar ve taşlar. Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Yerde karıncalar, gökteki kuşlar. Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Allah`sız Bulgar`ın zulmüne karşı, Allah... Allah diye inlettik arşı. Sema`yı patlattı 'İstiklâl Marşı', Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Vallahi var bize kanat gerenler, Bizimleydi gönül gözü görenler, Evliyalar, enbiyalar, erenler, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Kırklar ve Yediler açtı kucağı, Alevlendi bugün iman ocağı, Resul-ü Ekrem`in 'Tevhit sancağı', Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Canlı, cansız, yer, gök, buna şahitler, Vatan diye vatan olan yiğitler, İsimli, isimsiz cümle şehitler, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Kapı gibi, çağlar açıp kapatan, Cennet Mekân Fatih Sultan Mehmet Han, Yeniden kükredi bugün Alparslan, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Hangisini saysam atan, ecdadın, Genç, ihtiyar, çocuk, bebekli kadın, Tarihin, namusun, şerefin, sütün Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Ay-Yıldızlı bayrakların selini, Gördükçe 'İstanbul' sandım 'Kölün'`ü. Baba tutmuş, evlâdının elini, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Sırf babalar eğil, karısı, kızı, Bir ülkü ummanı, iman denizi, Bugün kenetlendi sevinçle, sızı, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Azerbeycan, Kerkük, Kırım, Türkistan, Gardaş 'Afganistan...' Can 'Afganistan' 'Filipin`de' çile çeken müslüman, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Son günlerde derdim döndü vereme, Ehl-i İslâm derman olsun yarama, Sarışaban, Bosna, Hersek, Drama, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Batı Trakya`nın dertli bağları, Kap-kara yas şimdi Balkan dağları. Özleyip özleyip eski çağları, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Yer yer söyleyeyim, sayayım ismen; 'Dobruca`lı Ayşe', 'Varnalı Hüsmen', 'Plevne`de öksüz Yadigâr Osman', Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Ne kadar dolaşsak, bitmez yolumuz. Gövdemiz hür, lâkin esir kolumuz! Ta... Kars`dan Muğla`ya Anadolumuz, Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Dilde ve gönülde oldukça Kur`an, Olmaz Arif olmaz Türk yurdu viran. Yaşasın Türkoğlu, yaşasın Turan Bizimle yürüdü, bizimle gardaş. Not: Şair bu şiiri 13.04.1985'te yapılan bulgar zulmünü protesto etmek için yazmıştır.
Gürkal Gençay
13-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler – 3
(öyle vakt û zaman olur ki, -bazen- kendimin bile kendime kalabalık geldiğini hissederim./ melâmi dervişi gibi. / yalnızlık isterim, kapanıp da çilé-î merdan hanumana./ belki de, ikinci, üçüncü kişiler mutluluk için sadece sebeb./ belki de gözbağcılık yaratıyoruz kendimize./ bir illüzyon./ bilemiyorum./ ki, eğer öyle ise; bizler mutsuz olacağız./ ve mutsuzluğumuzun kaynağı da, aslında kendimize ait bir hayatımızın olmaması olacak! ..) İliği emilmemiş, üzeri bol etli kemikler/ başı-kuyruğu, sırtı-derisi yenmemiş balıklar/ budundan ve göğsünden artakalanlar ile tavuklar/ ve hatta beğenilmeyerek olduğu gibi atılan parça etli enginar, kıymalı kereviz ve daha niceleri... Zengin mahallelerinin, zengin sofralarından ağzı kapaklı çöp bidonlarına hapsedilirler. Sokağın hayvanları bilirler... Zengin mahallelerinin çöp bidonlarındaki çöp poşetlerinin içindekileri. Ama sokağın hayvanları bilirler; çöp bidonlarının kapaklarının ne kadar ağır ve açılmaz olduklarını... Ümit bile etmezler... Şehrin banliyölerinin ve varoşlarının yoksul sofralarından artan çöp torbalarının başında görürsünüz onları. Kasıkları içine çökük, kuyrukları apış aralarında ve gözlerindeki uçsuz bucaksız bir hüznü görürsünüz... İçinden çıkamadığınız keskin ve tiz bir korkuyu onlarla beraber yaşarsınız sanki kesif... Bir odun sobasının küllerinin sarmaladığı yoksul sofra artığı bir poşetten doyururlar karınlarını. Eski bir çorap, içi bitik bir kalem, çocuk bezi, kâğıt kırpıntıları ve sigara izmaritleri iştahlarını kaçırmaz. Kavgaları katık olur açlıklarına... / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede çöplükten karnını doyuran insanların trajedisi yaşanmaktadır. Muş’ta çöplükten karnını doyuran çocuklar, Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da insanlar çamurlara batarak, ezilerek, dövülerek bir parasız somunun kavgasını vermektedirler. Ve bu tragedya değişik versiyonları ile İstanbul’un orta yerindeki Urfa’larda, İzmir’deki Mardin’lerde ve büyük şehirlerin ortasında, tam da gözlerimizin önündeki gettolarda alabildiğine yaşanmaktadır... “Bir sıcak somun...” K a t ı k s ı z... Tokluğunuzdan mideniz bulanır, kusarsınız... Tokluğunuzdan utanırsınız... Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ****************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 69 / 70)
Işık German Ersoy
131 Genel Kültür Yarışması...20. - 26.06. 2016
- Babalar Günü ilk kez Dünya ülkelerine ait olan bu kentlerden hangisinde kutlanmıştır...? 1. Ramsen 2. Toulon 3. Modena 4. Spokane 5. Nice 6. Liverpool
Gürkal Gençay
13-) Yarınları Tüketmek Dünden / Örtüşmeler - 3
(öyle vakt û zaman olur ki, -bazen- kendimin bile kendime kalabalık geldiğini hissederim./ melâmi dervişi gibi. / yalnızlık isterim, kapanıp da çilé-î merdan hanumana./ belki de, ikinci, üçüncü kişiler mutluluk için sadece sebeb./ belki de gözbağcılık yaratıyoruz kendimize./ bir illüzyon./ bilemiyorum./ ki, eğer öyle ise; bizler mutsuz olacağız./ ve mutsuzluğumuzun kaynağı da, aslında kendimize ait bir hayatımızın olmaması olacak! ..) İliği emilmemiş, üzeri bol etli kemikler/ başı-kuyruğu, sırtı-derisi yenmemiş balıklar/ budundan ve göğsünden artakalanlar ile tavuklar/ ve hatta beğenilmeyerek olduğu gibi atılan parça etli enginar, kıymalı kereviz ve daha niceleri... Zengin mahallelerinin, zengin sofralarından ağzı kapaklı çöp bidonlarına hapsedilirler. Sokağın hayvanları bilirler... Zengin mahallelerinin çöp bidonlarındaki çöp poşetlerinin içindekileri. Ama sokağın hayvanları bilirler; çöp bidonlarının kapaklarının ne kadar ağır ve açılmaz olduklarını... Ümit bile etmezler... Şehrin banliyölerinin ve varoşlarının yoksul sofralarından artan çöp torbalarının başında görürsünüz onları. Kasıkları içine çökük, kuyrukları apış aralarında ve gözlerindeki uçsuz bucaksız bir hüznü görürsünüz... İçinden çıkamadığınız keskin ve tiz bir korkuyu onlarla beraber yaşarsınız sanki kesif... Bir odun sobasının küllerinin sarmaladığı yoksul sofra artığı bir poşetten doyururlar karınlarını. Eski bir çorap, içi bitik bir kalem, çocuk bezi, kâğıt kırpıntıları ve sigara izmaritleri iştahlarını kaçırmaz. Kavgaları katık olur açlıklarına... / v e _ b i l i r s i n i z _ k i / Bu ülkede çöplükten karnını doyuran insanların trajedisi yaşanmaktadır. Muş’ta çöplükten karnını doyuran çocuklar, Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da insanlar çamurlara batarak, ezilerek, dövülerek bir parasız somunun kavgasını vermektedirler. Ve bu tragedya değişik versiyonları ile İstanbul’un orta yerindeki Urfa’larda, İzmir’deki Mardin’lerde ve büyük şehirlerin ortasında, tam da gözlerimizin önündeki gettolarda alabildiğine yaşanmaktadır... “Bir sıcak somun...” K a t ı k s ı z... Tokluğunuzdan mideniz bulanır, kusarsınız... Tokluğunuzdan utanırsınız... Gürkal Gençay 23.Nisan.1997 Deniz Köşkleri / İstanbul (* “Yarınları Tüketmek Dünden” isimli kitaptan / Örtülü Yayınları-1999) ****************************************************************************** http://www.ozgurkocaeli.com.tr/article.php? id=10266&archive_list=1&t=Yar%C4%B1nlar%C4%B1_t%C3%BCketmek... http://taflandergisi.blogspot.com/2008_06_01_archive.html (Sayfa: 69 / 70)
Işık German Ersoy
134. Genel Kültür Yarışması...11 - 17.07.2016
- EURO 2016 Futbol Şampiyonasında hangi ülkenin taraftarlarının taşıdıkları panoramik bayrak Guinness Rekorlar Kitabına seçilmiştir...? 1. Fransa 2. İzlanda 3. Arnavutluk 4. Galler 5. İsviçre 6. Ukranya
Necdet Erem
131 YALAN i
Ey Dost! Yalandan çok sakın! Çünkü dilini bozup dinini zarara uğratır. İtibarını sarsıp insanlar arasında saygınlığını azaltır. Ahiret adına uğrayacağın, tarif edilemez zararları bir tarafa bıraksak bile; Yalan ile, Yalancı bir rahatlık, Geçici bir kurtuluşa ulaşabilme ihtimaline bedel; İnsani değerlerini, Utanma duygularını ve çok düşkün olduğun dostlarını, Dostlarının sana olan sevgi ve saygılarını kaybedersin. Yalanın kazandıracağını zan ettiğin basit şeylere bedel bunca zarar ve sıkıntıya değermi?
Halil Şakir Taşçıoğlu
134 Sen Aşk Şiirleri Yaz
________________Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; ________________Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet, ________________Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir; ......................................................................Mehmet Emin Yurdakul Dinle; ey şâir sakın ona buna lâf atma! Fakir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Mütefekkir görünüp pişmiş aşa su katma! Fikir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Sana mı kaldı yurdun özlenen istikbâli? Zülfikâr la işin ne, neyine senin Ali? Neye yeter ki söyle kaleminin mecâli? Zikir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Nereden çıktı şimdi milletine ses olmak? Üstüne vazife mi, dertlere nefes olmak? Sorgucu musun ki sen, nedir bu ases olmak? Münkir, Nekir neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Bir kaldı kahramanlık, sevsinler yüreğini! Saldır değirmenlere yapıştır küreğini... Biçâre halk derdinden satarken böbreğini, Şükür senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Geçmişsin de kendinden, diyorsun kendine gel! Gözlerinden akanlar olmuş boz bulanık sel... Diyorsun ki açlara; git fırın duvarı del! Hakir senin neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Bakın şu sitelere kim seçiyor fikiri? Kalmış aşk ile para, o da elinin kiri... Peki kim dinleyecek bunca mâsum fakiri? Efkâr senin neyine, sen aşk şiirleri yaz... Tamam da; yazmaya gör, imamlar elde kalem! Cehennemde yakarlar hemen Allahuâlem! İstemiyorsan gülsün peşinden cümle âlem... ŞAKİR hiciv neyine, sen aşk şiirleri yaz(!) Antalya-2012/06 TDK: Zülfikar: Hz.Ali nin çatal ağızlı kılıcı Zikir: anma, bildirme, söyleme... Allahualem: Tanrı iyisini bilir. Münkir, Nekir: sorgucu melekleri. ŞAİR ELBET YAZACAK: Haa...Aşk şiirleri mi? Elbette yazılacak... Hem ne güzel aşklar var kalplere kazılacak! Yar, vatan, İlahi aşk, ne var ki kızılacak? Şakir, aşktan bol ne var, gel aşk şiirleri yaz................Halil Şakir Taşçıoğlu
Işık German Ersoy
138. Genel Kültür Yarışması...08 - 14.08.2016
- Ordusunun öncü birliklerine - Gidin ve bana Dünyadaki Cenneti bulun... emrini veren tarihteki ünlü kimdi...? 1. Hannibal Barca 2. II. Attalos 3. Ertuğrul Gazi 4. Napolyon Bonapart 5. Attila 6. Jül Sezar
Necdet Erem
135 Ev Hanımlığı mektup
Slm. Sevgili Arkadaşım. Öncelikle iyi günler diler 'BENİ ÖYLE BİR YALANA İNANDIR Kİ ÖMRÜMCE SÜRSÜN DOĞRULUĞU' bu sloganınızın ömrünüzce sürmesini dilerim. Siz ev hanımı olduğunuzu söylemişsiniz, Ev hanımları işsiz mi? Ev hanımlarının işi en zor, en kutsal, en takdir edilmesi gereken bir iştir. İstersen biraz açmaya çalışalım. Ev Hanımlarının işi! Aileyi ayakta tutmak, Eşini ve çocuklarını mutlu etmek, Onları hayata hazırlamak, Ailenin ve toplumun akrabalık ve komşuluk ilişkilerini kurmak ve korumak, Her şeyden önemlisi! Topluma İnsan gibi İnsan üretmek ve takdim etmek. Onun için herkes işini bir seviyor ve sevmesi gerekiyor ise, Ev hanımları işlerini yüz kat daha fazla sevmeli. Dikkat eder iseniz, Toplumun dengelerinin bozulmasının en temel sebeplerinden biri; Ev hanımlığı iş olarak görülmeyerek bu önemli işe gereği kadar dikkat edilmeyişi ve sevilerek yapılmayışıdır. Sevilmeden yapılan işte başarılı olmanın imkânı olmaz. İşte bu günkü insaniyetini kaybetmiş olan nesiller Ev Hanımlığı işinin (annelik-eşlik) iş olarak görülüp dikkate alınmamasından kaynaklandığını düşünüyorum. Sevgilerimle.
Mehmet Tevfik Temiztürk
14 Asır Evvelinde Hayvan Hakları
Ta o ilk devirlerde haklar bilinmiyordu, Merhamet denilen şey uygulanamıyordu… Ne bir insanlık vardı ne de hayvan hakları, İnanç, din bile yoktu can, çekerdi zararı… İslam, egemen oldu Dünya’yı aydınlattı, İnsanlık huzur buldu, sevdi tüm kâinatı… (2012)
Necdet Erem
139 Akıl İle Bilindin.
Hocam; Evet ben Allah’ı ÖNCE inkar ediyorum; SONRA da varlığını kabul ederek O’na diyorum ki, ya bana göster kendini ya da hesap isteme benden; o ki, akılla bilindin, akılla da inkar edilebiliyorsun... Bu soruyu soran bir dostuma yazdığım cevabi bir yazıdır. Soru geneli ilgilendirdiğinden dolayı o dostumun adını da saklı tutarak cevabımı tüm dostlarla paylaşma ihtiyacı his ettim. O dostum bundan alınmasın. Hatalıysam dostumdan da özür dilerim. Söylediklerinin bir kısmı doğrudur. Evet, Allah akıl ile bilinir, Zaten Efali mükellefinin ilk şartı Akıl sonrası imandır. Allah aklı olmayanı İmandan mesul tutmaz. Allah akıl ile bilinir! Ama akıl ile inkâr edilemez. Allah ancak NEFİS ile inkâr edilir. Dikkat ederseniz sorunuzun cevabı yazınızın içinde HESAP İSTEME BENDEN bu inkar değil ancak İSYANDIR. Bana kendini göster diye ortaya koyduğun talep ise muhali taleptir. Ya Allah görünüyor da sen göremiyorsan. Ki İslam Büyüklerinden bir zat EY ŞİDDETİ ZUHURUNDAN İHTİFA ETMİŞ ZATİ ZÜLCELAL diyor. Yani her yerde her şeyde okadar çok görünüyorsun ki artık görülürlükten görünmez olmuşsun. Sonra bence gördüklerimiz görülmesi isteneni gösteren delillerdir. Görmemizin ne kadar sınırlı olduğunu anlatmaya gerek yok sanıyorum. Detaya inmeyeceğim çünkü bunlar kabak tadı verdi. Bir ayna yardımcılığı olmadan ensemizi göremeyecek kadar sınırlı bir görüşe sahip olan bizler. Mikro ve Makro alem adına her şeyi yaratanı görmek isteme talebimiz! Bence bir sivilcemizin içinde veya çürük diş kovuğumuzda kendi hacimlerine göre bir dünya bulan mikrop veya bakterilerden bir tanesinin bizi, içimiz ve dışımızla görmek isteme talebi ile aynı kategoriden bir istekten başka bir şey değildir. Onu görmek için sanıyorum GÖZ DEĞİL GÖNÜL LAZIM. İnsan sadece görme ve dokunma duyusundan ibaret değil ki! Fiziki âlem bile sadece görülebilme ve tutulabilme ile sınırlandırılmamıştır. Beş duyu boşuna değil. Hatta Allahın en mükemmel sanat eseri olan insanın algı ve değerlendirme materyalleri akıl, kalp ve beş duyu ile de sınırlı değildir. Bu konuyu çok uzatmak istemiyorum. Ruhun her insanda bulunmasına rağmen müstesna şahsiyetler ve işin hakkını verenlerdeki tezahürüne temas edip kapatacağım. Bir barometrenin sıfır altı ve üstünü düşünürsek, sıfır vasat beş duyulu insan. Sıfır üstü maneviyatta gelişerek aklını midesine, kalbini şehvetine, ruhunu cesedine hakim kılarak fiziği aşıp zaman, mekan ve hacim sınırlarını aşarak harika hallere mazhar olan kamiller. Sıfırın altına bakacak olsak; yine işin ilimi yapan veya herhangi şok bir hadise sonucu fizik duvarını aşan Yogacı, Toracı, İllizyonist, Sihirbaz, Falcı, biyoenerjisini kullananlar insanın his ve duygularının nasıl sınır tanımadığını fiziğin, ruh ve yetenekleri karşısında ne kadar dar ve sınırlı olduğunu gösteriyor. BİRAZ DİKKAT EDERSEK ÇOK ŞEY GÖRECEĞİZ. İNKÂR KAZANIM DEĞİL KAZANMA KUŞAĞINDA YARATILMIŞ OLAN İNSANIN KAYBETMİŞ OLDUĞU KÖR NOKTADAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. Sevgi ve saygılarımla. ________________________________________
Taha Mehmet Telli
Anlayana tabi ki
Benim suskunluğum; Tehlikelidir, muhatabına tehdit olur... mart 2014 Lüleburgaz
Volkan Yoruç
14 Aylık
Siyahla beyaz bakar bu gözler Ve içinden sessizce geçer bu düşler Bir resimki benden yana eski Maziden hatıra kalmış bu günler Yaş belki 14 aylık Gözler belki aynı ama yürek hiç yaşamamış ayrılık Saf bir melek gibi Dili çözülmemiş hayalleri büyümemiş Yaşadığı günleri hiçte düşünmemiş 14 aylık ömründe en fazla 2 semt görmüş Misal ki bir bahçede tomurcuk gülmüş
Şair Doktor
14 Ben
Yeniden geçsen elime tuzlanmış dudaklarım boynunda alır son nefesi Yeniden ....................
Mehmet Tevfik Temiztürk
14 Asır Evvelinde Hayvan Hakları 17
Ahmed ve Ebû Dâvûd, Abdullah b. Ca'fer'den, Naklettiği hadis ki Rab’bin merhametinden… Ensar’ın bahçesinde ağlayan deve varmış, Resulü çağırmışlar, manzara acıklıymış… Resulü gören deve ağlamaya başlamış, Resul okşayınca da deve rahatlamış… Resul sahip kim diye olayı araştırmış, Ensar’dan bir genç gelmiş, devesi şahsınınmış… Resul demiş: Allah'tan korkmuyor musun? Hem zulüm ediyor hem aç bırakıyormuşsun… Üstelik de yoruyor onu üzüyormuşsun, Deven şikâyetçidir Rab’den korkmuyor musun? Genç nasibini alır merhamet yaygınlaşır, Günümüze kadar da vicdansızlık azalır… (2012)
Bekir Özcan
139-Bu Gün Pazartesi
Doğum günüdür, Peygamberimiz’in pazartesi Bu gün vefat eder, kainatın o güzelim sevgilisi Peygamberimiz koyar, Kabe’ye Hacer-i Esved'i Ey Allah’ım! nedir hikmet? günlerden Pazartesi! Allah indirir ilk vahyi, bu gün bildirir resulünü Cennet’in bütün kapıları açılır pazartesi günü Mekke’den, Medine ye bu gün etti hicret Ulaşır pazartesi günü Medine’ye nihayet Mekke’yi Peygamberimiz işte bu gün fetheder Kuran’ın en son ayeti işte pazartesi günü iner Pazartesi, Perşembe sunulur ameller Allah’a İnsanlık bu gün uğrar ahirette, rahmetle affa Borborunbekir
Hasan Sancak
14.Bölüm 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre
Alaçam turizmini-sizlere tanıtalım Mavi deniz yeşili-benciliği yırtalım Bizim Öğretmen evi-bekler turizmcileri Ora sanki bir Cennet-bekleriz bütün eri 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre Geyikkoşan havadar-doksan tane küçük ev Proje hazırlayıp-tamamlanmalı ödev Geyikbaba Dedemiz-yüzyıldan kalma değer Görmek ister iseniz-kır vitesi önem ver 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre Ulu çınar ağacı- hepsi birer asırlık Rüzgâr esintilerini-bize getirir ılık Onların altlarında-güreşir çocuk genci Akıllı başarılı-bilin vardır direnci 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre Alaçam'a turistler-çevre il ve ilçeden Samsun Sinop ve Bafra-Çorum Gerze davran sen Yerli yabancı turist-ilçemizde durmalı Saygı sevgi hürmeti-hepimizden görmeli 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre Sıkıntı dertler için-tedbiri almak gerek Sonra ah vah kâr etmez-toplu çarpmalı yürek Yerleşmeler giderek-ovalara kaymakta Yukarısı ölmesin-sonra öldürür hata 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre Yurt dışına ilçeden -insanımız gitmekte Yol su kanalizasyon-gitmeli epey öte Merkezde derelerin-ıslahı yapılmalı Çöp ve kanalizasyon-kaldırılmalı çalı 'Her Şey Alaçam İçin'-kalpten sevene göre İlçeye sahip çıkın-kalkınsın bütün yöre
Yusuf Sinan Berber
14 Ekim 1987
Ben bir ağaç iken; Paltolar var Dik yakalı amcalar Gacırtılı kapıları evlerin Sokaklar, sokak daha... Ve sen beş aylıksın henüz Tam beş ay sekiz günlük bense henüz doğmadım Doğmadım ve, Bir ağaç olarak seni düşünüyorum!
Abdullah Bedeloğlu
14 Eylül İlköğretim Haftası Şiiri-Yükselmenin Yolu
İNSANLIĞA UYGARLIK GETİR İnsanlığa uygarlık getiren Ulusa düşmanlık besleyen Sayılır insanlığa düşman. Sarılır etrafı ateş ve kanlan. Hak ve adaletin olmadığı yerden, Hürriyet ve demokrasi gider Adaleti çiğneyen bayrağını çiğner. Yıkılır mülkü, gök kubbe başına iner. İstiyorsan barış huzur içinde yaşama, Kardeş, eş öldürerek ikbal arama Baskı ve açlık yerine, bak imara Adalet ve iş ver tüm insanlara. Bak, uçurumun kenarındaki yıkık ülke gitti. Yüz türlü düşmanla sürekli dövüşmece bitti. Önce 23 Nisan 1920’de bir yenilikle yeni bir devlet geldi. Sonra insanlığa şeref veren yeniliklerle yeni bir vatan. İşte Ata’n işte vatan. Sana düşman olan Sayılır insanlığa düşman Yok olur zulmü ganimet sayan. İlim ve fenden kaçarsa millet, Bir köşe başında yakalar illet. Çullanınca üstüne amansız zillet, Derler, şu imanlı millete reva mı eziyet. Bir okul kapatan millet, Bin hapishane açar, hazırlar kıyamet. Güzel öğretim alana alem dost olur. Yükselir, durdurulamaz bir güç olur. Abdullah Bedeloğlu
Tarık Şahin
14.Gün
Her ayda bir gün, Her kalp de bir sızı, Buram buram sen olmalısın Her ondördüncü günde. Ama Şubat olmalı, Sensizliğine koyup başımı, Ağlamalı, Ağlamalı dizlerinde, Dizelerinde Sana yazılmış en güzel aşk şiirlerinin Yanıbaşımda sevdan, Ardında seni bekleyen Bir çift göz, Vede tüm ayrılıklarına inat. Yıllardan 2006, Aylardan Şubat, Sen yoksun ya, Saatler küskün,takvimler bitab. Nerdesin? Ey Sevgili! Sıradan günlerin hatırına! Yıllardan 2006 Aylardan Şubat (14 Şubat 2006)
Mustafa Ersoy
14 Mayıs
Bugün 14 Mayıs Benim güzel annemin günü Anneciğim sen olmasan bana kim bakar? Kim bana yemek yedirir. Sen olmasaydın ben yaşar mıydım? Sen bana baktın sıra bende Yaşlanınca SÖZ ben sana bakçam. Benim şefkat yürekli İyi kalpli Bana bakan Annem İşte senin günün Dur! Bugün sen hiçbir şey yapma Tüm işini ben yapayım Benim canım annem İyi kalpli Şefkat dolu annem 14 Mayıs anneler günün kutlu olsun
Ali Sandıkçıoğlu
14 Mayıs Anneler Günü İçin
Senede bir gün vardır: Adı:” anneler günü.” Bir çiçek, bir çorapla, Al annenin gönlünü(!) O kadar kolaymıdır, Anne hakkı ödemek? Bir günle olurmu hiç, Anne gönlü kazanmak? Dokuz ay taşımıştı; Seni karnında annen. Hiç hakkı ödenirmi. Kolayca kestirmeden? Bir zamanlar bebektin, Ayakta duramazdın. Yemeğin şöyle dursun: Su bile içemezdin... İşte o annen senin, Üzerinde titrerdi. Yavrum büyüsün diye, Ne ğayretler gösterdi.? ! .. Bazen kış gecesinde, Cıyak, cıyak ağlardın. Senin sağlığın için, Annen tuttu nöbetin.. Şimdi büyüdün artık, Bey ile hanım oldun. Evlenince eşinle: Anneni fazla gördün.. Tiksinmeden o annen, Altını temizlerdi. Yavrum büyüsün diye: Tırıl, tırıl titrerdi... Yemezdi yedirirdi. Giymezdi giydirirdi. Yaşlandı annen, baban; Evlerinden kovuldu.? ! ... Kapitalist oyunu: Anneler günü diye. Onların tek hedefi; Mal satmak müşteriye.. Nutuklar atılacak, Yine ondört mayısta. Bir çok anne ağlıyor: Varmı gelen bakıpta. ALLAH kur’anda diyor: Sakın ha “öf” demeyin. Anne baba hakkını, Kesinlikle ödeyin... Türklerde aile bağı, Çok,çok kuvvetli idi. Bazı evlatlar bügün: Modaya esir oldu. Hele bir gidin bakın, Darulacezede kim var? Terk edilmiş analar, Ah! Çekerekten ağlar. Kimi bekler evladı, Kimi özler torunu. Bu zamanın evladı: Düşünmez hiç yarını. Ne yaptıysan annene, Sana o yapılacak. Unutma sakın yavrum: HAK intikam alacak. Ey evlatlar koşunuz: Anne ve babanıza. Dualar almak için: İş bırakman yarına. Anadır çok mübarek, O dur canların, canı. İster isen cenneti. Memnun eyle ananı. Düşün sende ey Ali: Sen nasıl davranmıştın? Hiç bir noksan olmadan, Aynını göreceksin.
Cem İmdat
14 Şubat
14 Şubat Sevgililerin Sevenlerin Aşıkların bayramı… Bazılarının yüzünde bir ilk heyecanı Kimilerinin hediye telaşı… Tek başına özleyenlerin Bekleneni bekleyenlerin Yapayalnız bu gece koynunda Beyninde eski bir fotoğraf Anılan küçük vakitler Yan yana olunan Değeri bilinemeyen Sevinç dolu günler… Bir yıl öncesi gözlerimde İlk kez olan bayramda Bizim bayramımızda… Aradığındaki korku Sevinç,heyecanla…
Hekim Coşkun
14 Nisan darbe mitingidir.
14 Nisan mitingine yüzde 90 bir katılım olacagını varsayarak diyorum ki; Türkiye insanı 12 Eylül anayasasına yüzde 90 EVET oyu vererek bu günlere geriletildi. ! 4 Nisan mitingiyle 12 Eylül darbesi arasındaki benzerliğe dikkatleri çekmekte yarar var. Öncelikle; 14 Nisan mitingine HAYIR dediğimiz için bizi anlamak istemiyen veya bu miting için POLİTİZE OLMUŞ yığınlar dışında DÜŞÜNEN insanlara sesleniyorum ve soruyorum? 1-Derin devlet destekli bir sözde cumhurriyet mitingiyle Türkiye ne kazanacak,Türkiye insanının kazanımı ne olarak? 2-AKP nin iktidar olması bu halkın seçenekleri arasında KÖTÜNÜN EN YİYİSİ DEĞİLMİYDİ.? 3-AKP nin tüm icraatlerine ortak olan muhalefet,ASKERİN ardına saklanarak KEMALİZME sıgınınarak mı CUMHURİYETCİ oluyor. 4-Türkiyenin demokratikleşmesi yönünde ALTERNATİF TEK BİR ÖNERMELERİ OLDUMU? 5-ADD nin başındaki GENERALİN eğer başarmış olsaydı DARBECİLİĞİNE onay verirmiydiniz? Darbecilikten yanamısınız? 6-Birde CHP ve diğer DARBECİ PARTİLER AÇISINDAN DEĞERLENDİREREK SORUYORUM:::: Akıllarınca TAYYİBİ gaza getirip Cumhurbaşkanı olmasına çalışmıyorlarmı? Tayyip Cumhurbaşkanı olunca DARBECİ PARTİLERİN AKP ye karşı Güçlü Muhalefet yürütebillecegini hesap etmiş olmasınlar? 7-Siz 12 Eylül ANAYASASINA yüzde 90 oy vermiş bir halk olarak DARBELERE DAVETİYE ÇIKARDIĞIMIZIN VARKINA VARMAK İÇİN NE YAPTINIZ? 8-AZİZ NESİN' i her defasında haklı çıkarmak zorundamıyız? Son söz::: Size saygımı,ancak kendi düşüncelerinizle demokratik haklarınızı korumak ve kollamakla saglarsınız. Birilerinin BİZİM yerimize düşünmesine izin vermeyerek ve de GEVAŞTAKİ KOYUN sürülerine benzetilmemek adına, DARBECİLERİ BOŞA ÇIKARMANIZI VE 14 NİSAN MİTİNGİNDE SOKAKTA YALNIZ BIRAKMANIZI DİLİYOR VE İSTİYORUM. Selam ve sevgiler Hekim Coşkun
Taha Karakoç
14 Şubat
Bir 14 şubat günü Bir çocuk doğuyordu Gülmeyen yüzlerde tebesüm doğuyordu Umutsuz dünyanın umut ikliminde doğmuştu Oda herkes gibi umutla bakıyordu yarınlara Çocuk masumluğuyla gülüyordu O ağladığında sanki şehir yaslara bürünüyordu O masum çocuk daha küçük yaşında Adını bile bilmediği Adına ihanet hançeri dedikleri Hançerle vurulmuştu Ve yalanlarla tekrar avutukmuştu Onun dünyasında yalan yoktu Nerden bilecekti yalanı Belki çoçukta anlamıştı Ömrünün kısalığını Ama hep umutla bakıyordu yarınlara Umudunu yitirmeden büyüyecekti Yine birgün Umutla koşarken yarınlara Nerden bilecekti Yalanlarla süslenmiş ihanet hançerinin yüreğine saplanacağını Artık çocuk yoktu Yenik düşmüştü Gözlerini kapatırken daha O çocuk masumluğuyla gülümsüyordu Gözlerini açmamak üzere Veda etmeden gidiyordu Bu günde 14 şubat Herkesin hayatına Mutluluk gözyaşlarıyla doğan çocuk Bugün sadece benim gözümdeki Hüzün yaşlarıyla yad ediliyoru Ben ağladıkça gökyüzüde benimle ağlıyordu Benimle yas tutyordu Büyütmediler o masum çocuğu O hep içimde büyüyeck Nerdesin be çocuk Seni çok özldim
Yusuf Ter
14 Şubart Sevgililer Günü
Nasıl bir sevgililer günü bu? hangi hediyeyle, Karşılama, kırmızı güllerle mi olacak? Gözlerden uzak bir yerlerde akşam yemeği şart. Masa, önceden hazırlanmış çiçeklerle donatılacak. İki tane yanan mum dudağımdan dökülen kelimeler, bir de kemancı geceye anlam katacak. Romantik gecemde şampanya patlayacak. Dans edileceğiz, gecenin geç saatlerine kadar Nasıl bir sevgililer günü bu? Öfkelere bile tuz basıp barış içinde sevgiliye söylenecek özenle seçilmiş sözcüklerim olacak. Mutfakta o gün sen ne yapacaksın. Bir sürpriz yapmalı! Sinemaya mı götürmeli, ormanda, ağaçlar arasında mı dolaşmalıyız Yoksa, çok uzaklara gitmeliyiz. Evde oturup bu günün dünden farklı olmadığını mı düşüneceğiz. Mac seyredip çığlık mı atacağız, çay demletip yanında kırıntılar Nasıl bir sevgililer günü bu? Her fırsatta çiçekler getirsem de ayda bir sinemaya, tiyatroya gitsek bir hediye ile mutlu etmek. Ama yinede gün aynı gün, Senede bir gün gelen sevgililer günü müydü, Senden bir kırmızı gül dudaklardan dökülecek. ‘Seni çok seviyorum’u bekler işitmeyi sevginin ifadesine kulak vermeli, sevgililer gününde Her gün çiçek olan kadınlar, değerlerine kıymet biçilmez, onlardan vaz geçilmez. Onları kimse incitemez, ezemez. Sevgililer gününde devamlı sevginin, aşkın adı olunur. Elimde hediyemle, sevgimi sunacağım sevgilime, bir bayram yaşamak, sevgiliyle 14 şubat sevgililer günün kutlu olsun, kutlu olsun sevgilim….. Yusuf Ter