Datasets:

text
stringlengths
0
191k
Ta'lîm-i edebiyat nûr-ı seyyid-kâna ne kadar büyük bir hizmet ise min gayri istihâl mensublarından addolunduğum tarz-ı cedîd taraftarlarından bir birâder vicdânımın mahsûl-i irfânı olduğu için nefsimce dahi kadar mu'tenâ bir medâr-ı mufaffarattır.
Hâlık-ı levh ü kalem sa'yini meşkûr etsin.
Nâmık Kemal Amerika'da vâki' nehrinin ta'rifindedir: Dağların eteğinden geçerken ref'-i sadâ-yı dehşet efzâ ve âb-ı per bereketiyle ormanları ve Hindiler mezaristanını istilâ eden bu nehir gibi Nil-i sagîr ile yâd olunsa sezâdırLakin bu mevâki'-i tabi'iyenin letâfet-i manzarası azamet ve ulviyetçe herhalde müttehid ve müsâvîdirNehrin orta yeri aşağı doğru akarak birtakım yeşil yapraklı ağaçları otları alıp götürdüğüne mukâbil taraf-ı muhâlefe revân olan sâhilini suları dahi nilüfer ve daha mukûle göl içinde peydâ olur fidanların teşkîl ettikleri yüzücü bitakım küçük küçük adaları yukarı doğru çeker ve bu fidanların sarı sarı çiçekleri sudan yukarı küçük kelebekleri andırır.
Yeşil yılanlar- mavi balıkçınlar- kırmızı kanatlı bir nev'kuşlar ve yavru timsahlar nihâl-i ezhârdan teşekkül eden bu sallar üzerine binerek ve bu sallar merzekeş bâdbanlarını açarak gâyet betâ'etle nehir içinde seyr ü fer ve müsâdif oldukları körfeze duul ile vaz'-ı lenger ederler.
Nehrin iki sâhili dahi naara fevka'l-âde bir resm-i mücessem ve mükellef arz eder: Garba düşen sâhili üzerinde müntehâ-yı nazara kadar ittisâ' eden deryâ-yı ahzer çemenin emvâcı yuvarlana yuvarlana sanki atlas kebûd-ı çerha vâsıl olarak orada mahv ve nâ-bedîd olur.
İşte bu çemenzâr-ı bî-kenâr üzerinde üç dört bin mandadan mürekkep sürülerin kendi başlarına gezdikleri müşâhede olunur.
Bazı vakit dahi bir yaban öküzü yüze yüze ve dalgaları yara yara nin bir adasına çıkarak büyük çimenlerin üzerine yatar zînet-i pîşânîsi olan boynuzları -çamurlu sakalı- nehirde peydâ eylediği dalgaların azametine ve yed-i tagallübünde bulunan sâhilinin ma'mûriyet-i vahşiyesine nazara endâz haz ve tefahhur oluşu görüldükçe nehrin mâlikidir zannolunur.
Nehrin sâhil-i garbiyesinde olan temâşâ-yı garâib nümûn işte bu sûrete merhûn ise de sâhil-i diğerde manzara değişir ve birincisine nisbetle beynlerinde şâyân-ı ta'accüb bir tezat görülür: Akarsuların üzerine sarkmış ve kayaların dağların üstünde müctemi'an ve derelerde müteferrikan çıkmış olan her şekilde her renkte her ağaçlar yekdiğeriyle hem-dest-i ittifâk olarak neşv ü nemâ ve seyyah nazarı yetişmekten âciz bırakacak bir mertebe-i âliyeye kadar irtikâ ederlerYaban asmasıyla yabânî hıyar ve kabîlden birtakım fidanlar ağaçlara sarılarak ve ta yukarılarına kadar çıktıktan sonra birinden öbürüne öbürüden ötekine atlayarak türlü rtürlü gârlar kemerler teşkîl ederler.
Ekseriyâ bu sarmaşık fidanlar ağaçtan ağaca geçerek ve ırmaklara kol atarak üzerlerine çiçekten köprüler kurarlar ve mahalle mahsus beyaz çiçek açar bir nev' eşcâr ile hurma ağaçları tekmî ormanı ihâta eder.
Sâika-i kudret-i sâni'a ile sevk-i çerâgâh vücut olmuş bir hayli hayvânât bu mevâki'a bahş-ı revnak ve hayat ederMeşcerenin nihâyetinde ekl-i meyve-i tâk ile mest-i bî-bâk olmuş hırslar kara ağaçların ağsânı üzerinde sallanır geyikler karacalar bir lâk içinde yıkanır siyah sincaplar sık ağaçların yaprakları arasında oyun oynar oraya mahsus karatavuğa benzer bir nev' kuşlarla serçe büyüklüğünde güvercinler sürh renk tarlaları üzerine iner başları sarı kusûr yeri yeşil papağanlar ve daha sâ'ir kırmızı kuşlar tırmana tırmana döne döne servilerin tepelerine çıkar ve cesîm ağaçların tepelerinde mâr-ı murghâlar sarmaşık vârî asılıp sallanırlar.
Eğer nehrin öbür cânibi makarr-ı sükût ve sükûn ise bu tarafı bi'l-'akis ser be ser sad ohareketle meşhûndur!
Meşe kütklerine tuyûrun darb-ı münkâr etmelerinden ve otlayan mevâşînin meşiy ve hareketiyle yedikleri meyvelerin çekirdekleri dişleri arasında kırılmasından hâsıl olan sadâ ile suların zemzeme-i cereyânı ve güvercin vesâir tuyûrun latîf âvâz ve elhânı bu mevâki'-i tabi'iyeyi birçok nağamât-ı vahşiye ile pür âhenk eder!
lâkin gâhîce hubûb rüzgar ile orman müteharrik olarak ağsân ve evrâk-ı eşcâr iki tarafa bî-karâr oldukça ebyâz mavi kırmızı çiçekler birbirine karıştıkça ve her nev asvât birleştikçe meşcerenin derûnundan öyle bir sadâ peydâ ve nazara öyle şeyler rû-nümâ olur ki ne türlü ta'rif ve tasvîrine sa'y etsem anlaşılması bu mevâki'i bi'z-zat geşt ü güzâr etmeyenler için mümkün olamaz!
Kıt'a Bülenddir bana takrîrin ey şeb oldum kim Sükûn hayrete fevk olub tek vü tenhâ Bakar libâsına zînet veren sitâreler Gezer safâ ile fikr eylerim nice ma'nâ Fontanis Bir akşam idi ki nehrinin bâlâdan zîre kef-afşân hücûm olduğu mevki'a biraz uzacık olan ormanda tek tenhâ kalmıştımAradan biraz müddet mürûr ile şem'-i nûrâni-i nehâr mâverâ-yı dâmen garbda istitâr eylediAmerika sahrâlarında bir leyl-i bî-veylin temâşâ-yı manzara-i hûbnâmesinden kesb-i lezzet ve safâ eyledim.
Gurûb-ı şemsten bir saat sonra idi ki mâh-ı pür envâra ufuk mehâfilinde ağaçların üzerinden doğru arz-ı ruhsâr tâbdâr eylediBöyle bî-hemâlik ki leylâ-yı leyâl dense sezâdırBaharistan şarktan getirdiği nesîm-i hoş-bû enfâs-ı turyesi gibi ormanlar içinde kendisinin önünce giderlerdiMâh-ı garrâ âheste âheste bâlâ-yı âsumâna irtikâ ederek târîk-i Nil günü zamanda bir sûret-i dil-pezîr ile seyr eder ve kâh cebâl-i şâhika-i berf-pûşun tepelerine müşâbih olarak top olmuş sehâb pârelerin üzerinde vakfe-gîr-i huzûr olurduKâh dağılıp kâh top olan bulutlar bazen güyâ rûy-ı mâhtâb-ı âlemtâba nikâb olmak için hârîr-i beyazdan ma'mûl gâyet ince birer yaşmak hey'etine tahavvül edip bazen de ya sath-ı madde ve key köpükler gibi her cüz'ü diğerinden iftirâk eyler veyâhut sahn-ı semâda temâşâsı nazara gâyetle hoş gelir pembe-i menfûş sûretinde görür ve bu sûrette göründüğü zaman cisimlerindeki nermi ve nezâket bile hissolunur zannolunurdu.
Zemînin kesb ettiği manzaraya gelince insana mûcib-i hayret olmakta bu da semâdan aşağı değildi: Kamerin kadife rengini almış olan pertev mavisi ağaçların aralarından nâzil ve sümbüle-i sîmîn-târ-ı envârı meşcerenin en mahfî ve muzlim kemîngahlarına kadar dâhil olurduBulunduğum noktaya doğru akan nehir serî'-l cereyân gide gide meşcerenin içinde nihân ve sonra mir'at-ı hezâr-pâre-i sutûhı üzerinde iş'âsını tekrar ettiği yıldızların aks-i envârıyla yavaş yavaş yine nümâyân olurduMâh-ı âlem ârâ nehrin öte tarafında göz alabildiği kadar ittisâ' eden çemenzâra pek ziyâde sâkin bir hâletle bahş-ı envâr eyler ve bu çemenzârda şurada burada dest-i sabâ ile tahrîk olunan bazı ağaçlar ise zıll-i müteharrikten bu yem-i râkid nûr üzerinde yüzücü birtakım cezîreler teşkîl ederlerdiAğaçlardan bazı evrâkın yere sukûtu -rüzgarın durup durup da birden bire hubûbu- murgân-ı şebistanın zemzemesi olmadığı zaman yakında her şey sükût ve sükûn-ı mahzdan ibâret kalır ve uzakta da vakit vakit nehrinin yardan aşağı dökülüşünden peydâ ve ovadan ovaya uzayıp nihâyet vahşî ormanlar içinde rehîn-i zevâl ve fenâ olan şarıltısı işitilirdi.
Bu resm-i mücessem a'zamın ulviyet ve rûhâniney-i acîbesini ta'rif ve tasvîr havsala-i nutk-ı beşerin hâricinde olduğu gibi Avrupa'nın en revnaklı geceleri dahi buna kıyâs kabul etmez.
Bizim kırlarımızda hayal yükselmek ve tevsî' etmek istedikçe ne tarafa gitse birtakım süknâlara tesâdüf eder ama böyle vahşi ve vâsi' fezâlarda insan muhît-i ahzar-ı çemenzâra dalarak bâlâdan zîre pertâb eden enhârın tasnî' eylediği yârları gârları nazar-ı dikkatten geçirir lâk ve ırmakların kenarında durup düşünür ve daha doğrusu münferiden huzûr-ı kudret-i nuşûr-ı ilâhîde bulunur!
Vaktâ ki İskender Acemistan üzerine ilm efrâz-ı sefer ve bu seferde zaferyâb-ı şahbâz-ı zafer olarak Acemlerin esas hükümetlerini zîr ü zeber eyleyince kendisi oğlu olduğuna teba'asının i'timâdını davet eylediBunun veled-i sulbîsi olduğu erk ile başka bir peder ittihâz eylemesi ve daha sonra ahlak ve elbise ve âdât hususlarında dahi Acemlere taklîd etmesi lıları pek ziyâde muğber eylediLakin bunlar İskender'in Rum milletini tahkîr eden şu harekâtına tahammülde yalnız birbirlerine 'ızz ü kabahat ederek hiçbiri bizzat İskender'e mu'ârız olmaya cesâret edemezdi.
nâm filozof ki esnâ-yı seferde İskenderle beraber idiBir gün mumâileyhi âdet-i milliye üzre selamlamasıyla İskender bundan münfa'il olarak hikmetini filozof mûmâileyhten su'âl ettikte cevâbında "Devletli bugünkü günde siz iki milletin hükümdârısınız ki onlardan birisinin daha siz onları cebren taht-ı esârete almadan evvel boyunları merbût ribka-i inkıyâd idi hâlâ da öyledirDiğeri ise size bu fütûhâtı iktisâb ettirmeden mukaddem hür ve ser-âzâd idi yine hâlâ da öyledir.
İşte ben de kısm-ı sânî olan RumlardanımRumluğun nâmını siz kadar a'lâ etmişken şimdi bilâ-sebep onu tahkîre nasıl kıyâm edebilirsiniz?" dedi.
Recâizâde MEkrem Âtîdeki parçalar Tarîk gazetesi başmuharriri sa'âdetli Sa'it Bey Efendi Hazretlerinin âsârından müstahreçir: Dünyada iştihâr neden ibârettirBenim iştihârıma sebep olan şu eser-i meş'umdur.
Muhakkaktır ki bana câlib-i mükâfât ve sebeb-i bekâ-yı nâm olan işbu eser olsa olsa vasat derecede bulunan âsardan addolunabilirŞunu da ilâveye cesâret ederim ki mecmua-i âsâr-ı âciz annemin en âdî münderecâtındandırEğer bu birinci eser-i kalem layık olduğu derecede takdîr ile telakkî olunmuş ola idi sahibi ne büyük gayyâ-yı belâya uğramaksızın kurtulmuş olur idi.
Meğer kader ister imiş ki haksız olarak hakkımda edilmiş bir lutf sonraları beni derece derece daha haksız şedâide dûçâr eylesin.
Kendi kendime dedim ki benim maksadım ilm ve ma'rifeti pây-ı tahkîr altına almak değil fezâil-i ahlakı fazîletmendler huzûrunda müdâfa'a etmekdir.
İffet ve istikâmetin nezd-i hayırhâhında hâ'iz olduğu mertebe-i izzet ve muhabbet kemâlât-ı ilmiyenin nezd-i mütebahhirinde hâ'iz olduğu mertebeden bâlâ terdir.
Öyle ise beni ihâfe edebilecek ne kaldı?
Vâkıâ makâlemi kıra'ete rağbet eden hey'etin envâr-ı fikriyesi beni ihâfe ettiğini teslîm ve itirâf eder isem de bu havf ve ihtirâz makâlenin usûl-i tertîb ve tanzîmine âit ve sâhib-i makâlenin hissiyâtı hakkında gayr-ı vâriddir.
Hakkâniyetperverân hükümdârân mebâhis-i müştebih fîhâda kendi aleyhlerine ısdâr-ı hükm etmekte hiçbir zaman tereddüt etmedikleri gibi iltizâm-ı adâlet meslek ve mişvârı ve bedrika-i mu'âmelâtı envâr-ı efkârı olan hey'etin kendi da'vâsında hâkim bulunması esâsında huzurda müdâfa'a hâlinde bulunmak hakkâniyet için en a'lâ mevki'dir.
İskender tesmiye olunan ve sayd-ı mâhî ile müte'ayyiş bulunan kabâ'ili zîr-dest-i tâbi'iyetinde ibkâ için onları sayd-ı mâhîden fâriğ ve akvâm-ı sâ'ide beyninde mu'tâd olan me'kûlât ile müte'ayyiş olmaya icbâr eylemiş ve kâilen üryân gezip yegâne sermâye-i ma'îşetleri âerde-i dest-şikâr edebildikleri tuyûrdan ibâret olan Amerika vahşetleriyle hiçbir vakitte başa çıkılamamıştır.
Fi'l-hakîka hiçbir şeye ihtiyaçları olmayan adamların gerdenlerine nasıl ribka-i ita'at vaz' olunabilir.
Ey zemâmdârân-ı hükûmet isti'dâd ve kâbiliyete ibrâz-ı muhabbet ve terbiye-i isti'dâda çalışanları mazhar-ı himâye ve sahâbet edinizEy terbiyeli akvâm onları iltizâm eyleyinizEy esrâ-yı sa'âdet intimâ ihrâz ile müftehar göründüğünüz rikkat-i telezzüzât ile beraber beyninizde teshîl ve tezyîn-i mu'âmelât eden hasâ'il-i mülâyemetkârâne ve ahlâk-ı nâzikâne ve'l-hâsıl fezâ'il-i ahlâkiyeden kat'âbehre-mend olmaksızın cümlesini câmi' gibi görünmeye müsâ'id ahvâl-i kâzibâne hep onların sâyesindedirMeydana çıkmaktan muhteriz gibi göründükçe daha ziyâde söyleyen tarz mu'âmele-i nevâz şikârâne Romalılara ve Atinaılara sitâyişlerle yâd olunan şa'şa'a-i ikballeri hengâmında sermâye-i imtiyâz olduğu gibi asrımız ve kuvvemiz dahi tarz mu'âmele ile kâffe-i a'sâr ve akvâma galebe edecektir.
Hele önünü almak için nice zahmetler çektiğimiz müsâvînin isimlerini bile bilmeyen bahtiyar kavimlerden yani Amerika vahşîlerinden bahs etmeye cesâret edemiyorumÖyle vahşîler ki nâm filozof onların sade ve tabi'î olan ahvâl-i zâbıtalarını değil yalnız Eflâtun'un kavânîn-i meşhûresine hatta hükûmet-i akvâm için filozofların dâhil hayalhâne-i tasavvurât edebilecekleri en mükemmel kavâ'ide tercih etmekte tereddüt eylememiştirMontan bu babda erbâb-ı takdîre hayret verecek emsâle zikr etmiş ve hattâ Onlar eteklik kullanmak ihtiyâcından vârestedirler mi'elinden bir fıkra ile merâmını pek latîf bir tarzda îmâ eylemiştir.
Ahvâlinden bahsettiğim bu kavimlerin iştigâlât-ı fikriyeye iştigâlât-ı sâireyi tercih etmeleri hak ve belâhetlerinden nâşî değildir.
Anlarda bilmezler mi idi ki başka semtlerde işsiz güçsüz adama imâmet-i mehâsin üzerine tedkîkât ile imrâr-ı evkât ve azametli mütefelsifler en büyük takdîrâtı ve sitâyişleri kendilerine hasr ederek akvâm-ı sâ'ir hakkında nâmıyla îfâl-i tahkîrât ediyorlar idi.
İnsanlar ki habistirler ağer âlem tevellüd etmek belâsına uğramış olsa idiler elbette bed-ter olurlar idi.
Bu mülâhazât hey'et-i beşeriyeye ne büyük hakârettir!
Azamet-i nefsimiz bunlardan ne kadar müte'zzî olur!
Ne demek olsun ki iffet ve istikâmet semere-i cehâlet bulunsun!
Ve kemâlât-ı ilmiye ile fezâ'il-i ahlâkiye nâ-kâbil-i imtizâc denilsin?
Bu i'tikâdât-ı bâtıladan ne netîceler çıkarılmaz?
Denilir.
Ama bu tezat-ı zâhirîyi def' için ma'ârif-i beşeriyenin hayra-sâz uyûnumuz olan ve bi-gayr-ı hak verilmekte bulunan ünvanlarındaki beyhûdeliği ve hiçliği dikkatle mu'âyene kâfîdir.
İmdi bi'n-nefs ulûm ve fünûnu tedkîk edelimOnların terakkiyâtından ne hâsıl olmak lâzım geleceğini görelim ve mülâhazât-ı fikriyemiz istintâcât-ı târihiye ile hangi noktalarda tevâfuk eder ise onları teslîm ve itirafta tereddüt etmeyelim.
Husus-ı vicdân ile taharriyât ve teftîşât-ı târihiye icrâ edildiği halde mütebeyyin olur ki zulme ve gadre isnâd olunan pek çok vuku'ât mâzîde zuhûr etmiş hâlâtın netâyic-i zarûriyesi olup onların zuhûru ahvâl-i sâbıkaya nisbet ve izâfetle mukadderâttan sayılabilirHattâ şu dahi isbât olunmuşdur ki bazı ahvâlde hetk perde-i hakkâniyet birtakım efkâr-ı cedîde zuhûruna kavâ'id-i esâsiye hudûsuna yeni bir hak teşekkülüne rehnümâ-yı teshîl olarak bâ'is-i hayr ve menfa'at olur.
Bundan ma'adâ şimdiki halde âlemin hâl-i aslîsi muhârebe olduğu iddi'â olunamayacağı derkâr ve hâl-i aslî sulh ve salâh olduğu bedîdârdırHâl-i sulh ve salâhda ise revâbıt-ı düveliye cebr ve tahakküm esâsına müstenid olmayıp hukûk esâsına müsteniddirHengâm-ı âsâyişte devletler istiklâlde küçük devletleri büyük devletler ile müsâvî tutup mazhar-ı ri'âyet ederlerRevâbıt-ı mezbûrenin usûl ve şerâit venetâyici en kavî devletle en zayıf devlet hakkında zemîn-i müsâvât üzerinde hukûk-ı beyne'l-akvâm kavâ'idiyle şirâze-gîr-i intizâm olurHiçbir devlet bir tehlike göze aldırmaksızın kendi kuvvetine isnâden bu hukûku istihkâr edemezDaha ziyâde şâyân-ı dikkât şudur ki hengâm-ı muhârebede ya'ni kuvâ-yı maddiyenin şa'şa'a-i ikbâli ve kâffe-i hukûkun ona karşı izmihlâli zamânında dahi hukûk-ı düvel yine ona vâzıh hudût ve hudûdu tecâvüz eden devlet bütün âlem-i medeniyet nazarında menfûr ve merdûd olurHukûk-ı beyne'l-akvâm muhâriplerin hiddet-i muharebelerini peyâ pey teskîn ve ta'dî etmeye muvaffak olmuşturusûl-i hakem -muhârip devletler ihtilaflarına bir hakem ile hitâm vermek üzre üçüncü bir devleti intihâb edebilirlerBazı erbâb-ı te'lîf bu babda hukûk-ı âdiye-i şahsiye kavâ'idini tatbîk etmek isterlerYani tarafeyn hakemleri intihabda muhtar olup bu babda hükümdârı ya mahkemeyi yâhut efrâddan birini hakem nasb etmek câ'iz olacağını beyân ederlersenesinde Amerika düvel-i müctemi'ası beyen'd-düvel tahaddüs edecek ihtilâfâtı bî-taraf bir memleketteki meşâhir-i ehl-i te'lîfe veyâ kavânîn-i şinâsâna havâle etmek sûretini ve bu zâtlardan nâmus-ı ilmîleri nâmına re'y istenilmesini teklîf eylemiştirBu kâ'ide sırf akvâma müte'allik ihtilâfâtta bi'l-hassa kâbil-i tatbîkdirİki taraf ir hakem intihâbında tevhîd-ârâ edemedikleri halde müsâvî adet üzre hakemler intihâb ederlerMukâvelât-ı mahsûsa mâni' olmadığı halde hakemler bir hakem-i sânî intihâb yâhut böyle bir hakem için müntehib intihâb ederlerHakemler tarafeyni istimâ' eylerler şâhitleri ve asıl ehl-i habereyi celb ve lâzım gelen delâ'il ve emârâtı cem' ederlerTarafeyne kavâ'id-i hakkâniyet üzre sulh teklîf edip kabul olunmadığı halde ekseriyet-ârâ ile hükm verirlerBunların hükümlerine i'tirâz olunmak için dört şart vardır: Evvelâ hakemlere verilen iktidârın hâricine çıkılmış olması: Saniyen hulûs ve safvet üzre hareket olunmaması veyâhud kasden mugâyir-i adâlet hükm verilmesi; sâlisen tarafeyni istimâ' etmek gibi usûl-i muhâkemenin kavâ'id-i esâsiyesinden birtakımının icrâ edilmiş olmaması; râbi'an verilen kararın hukûk-ı düvele muhâlif bulunmasıdırLâkin karâr-ı vâki' tarafeynden birinin zararını câlib olmak veyâhut hakkâniyete muhâlif bulunmak veyâ hakkâniyete tamâmen müstenid olmamak sebeb-i i'tirâz olamazUsûl-i hakem Yunanistan'da ve Roma'nın ibtidâî zamân-ı satvetinde kesret üzre cârî idiZamanımızda hey'ât-ı müctemi'a-i düveliyeyi teşkîl eden küçük büyük hükümetlerin yekdiğeri beyninde tahaddis eden ihtilâfat da kesîrü'l-cereyandır.
Münif Paşa Hazretlerinindir Mevt mâhiyet-i insandan bir cüz' mesâbesinde olup âlem-i şuhûda bizimle beraber vaz'-ı kadem-şevm eder güyâ rahm-i mâderde bir zehr-i batî'ü't-te'sîr nûş etmişiz ki bu dâr-ı fenâda ondan müte'essiren bazımız az ve bazımız çok vakit mübtelâ-yı elem ve ızdırâb olup nihâyet üftâde-i hâk helâk oluruzÇeşm-i im'ân ile bakıldıkda insan her an zehrâba-keş memât olup çünkü güzerân eden her bir lahza kahr ve kin ile binâ-yı ömr-i azîzin bir rükn-i rekînini tahrîp ve bizi garra-i teng ü târ-ı mezara bir kadem daha takrîb ederişte bu vecihle günden güne cesed-i fersûde ve sıhhat-i muhtel olur ve hattâ ümîd-i şifâ ve âfiyetle isti'mâl olunan mu'âlecât îrâs-ı za'af ve tütûr ederHülâsa müddet-i hayâtımız baştan başa mü'ellem ve dil-hırâş bir hâlet-i nez'den ibârettirİmdi şu mevt hâdimü'l-lezzâttan ziyâde bizimle mûnis ve hem-dem olacak ne vardır?
Katline hükm olunan bir mücrim-i tebahkâr hangi tarafa imâle-i nazar-ı kudûret eser etse heykel-i hevl-nâk helâktan başka ne görebilirMütemettu' ni'met-i hayât olduğumuz zamanın biraz uzun veyâhut kısa olması beyninde olan fark-ı cüz'î bizi bu harâb-âbâd dünyada rîşeger-i istikrâr olmak i'tikâdına zâhib edecek kadar bir şey değildir.
Vâkı'â ahkâm kadar cümlemiz hakkında yeknesak olmayıp bazımız nihâyet-i ömrüne kadar kemâl-i refâh ve sa'âdet-i hâl ile imrâr-ı evkât ve birçok evlâd-ı ahfâd içinde terk-i hayât eder ve bazımız henüz şecere-i ömr ve ikbâlden ber hurdâr olmaksızın sen an-fevân civânîde pençe-i ecel-i bî-emâna giriftâr olup tahlîs-i girîbân cana imkan bulamazBirtakımı dahi saha-i zemînde yalnız ser-nümâ-yı zuhûr ve birgün içinde mütevâri-i genç-târın kör olurBunlar bazı ezhâr-ı çemenzâra benzer ki açılmalarıyla berâber solup fenâ-pezîr olmaları beyninde hiç mesâfe-i zamâniye olmazHer bir şahsın ecel-i müsemmâsı hâme-i dest-i kudretle levh-i mahfûz-ı ezelde mersûm bir ser-mektumdur.
Benâbirîn müddet-i hayâtın miktarında müştebih olduğumuz halde yaşarızİşbu iştibâh-ı hulûl ecel-i mev'ûd hakkında bizce sebeb-i tayakkuz ve intibâh olmak lâzım gelir iken bi'l-'akis bâ'is-i amâ ve gaflet olurMevti müddet-i hayâtımızın hangi zamanına nispet edeceimizi bilemediğimiz cihetle bunu asla hatıra getirmeyizVe hatta siz pîrîye dahi zamân-ı hâzır nazarıyla bakılmazİşbu müntehâ yı hudût hayata vusûlümüzde artık rişte-i tûl-i emel berîde-i mikrâs ye's ve hırmân olmak iktizâ eder ise de mecbûl olduğumuz amâ ve gaflet-i perde-keş çeşm-i basîret olarak nefs-i vâ-pesini onun mâverâsında br vakte isnâd ederizİşte ol vecihle dest-i sâki-i ecelden cür'a-nûş-ı memât olduğumuz zamanı ta'yîn edemediğimiz cihetle havf-ı memât bizce bir emr-i merhû gibi görünürİştibâh müddet-i hayâtın derece-i imtidâdına münhasır olmak lâzım gelir iken esas madde hakkında bizi te'mîn ediyor demek olurCihan câm felek sâkî ecel mey: Halâ'ik bâde-nûş-ı meclis vay: Hülâsî nîst aslâ hîç kes râEz ân âm ez ân sâkî ez ân mey Bu âlem-i dünya nev'-i insana nisbetle bir misâfirhâne olduğunu mutazammın Fransa meşâhir-i üdebâsından Keratiri'nin eser-i hâmesi olan bir makâle-i hikmet isâlenin tercümesidir.
Bir seyyâh-ı bî-ser ü pâ leylen reh-peymâ-yı semt-i maksûd olduğu esnâda yolunu şaşırarak delâlet-nücûm-ı zâhire ile bir saray-ı âlîye vâsıl ve derû-ı nefâyis meşhûnnuna dâhil olduBir çok hizmetgüzârân câ-be-küpâ istikbâline müsâra'at ve herbiri bir lisân-ı mahsûs üzre levâzım-ı refâh ve rahatının istihsâline me'mur oldukalrını beyân eyledilerBunlardan bazıları mânend-i hût-ı iltizâm sükût edip ma'amâfîh îfâ-yı vezâif-i mihmân-nevâzîde kusûr etmezler idiOl vecihle cümlesi bir lahza sükûn ve ârâm etmeyip rûzân ve şebân hizmetinde dâmen-i dermiyân olarak her tarafta nefis-i av yazalar ve kandiller iş'âl ederler ve mevsim-i şitâda sobaları yakıp mütenevvi' kürkler ve fasl-ı sayfda günâgûn fevâkih ve meşrubat götürürler idi ve sarayın her bir dâiresinden görünür bir nefs saat-i evkât ve saat-i eğlence kabîlinden olan bazı meşgûliyet zamânını gösterir idiİşbu saat kat'â tahallüf etmeyip bir derece doğru giderdi ki meşhur saatçi Brege bile görse kemâl-i mazbûtiyet ve intizâmına hayran kalır idi.
İşbu na'am günâ-gûn temettu'undan bî-tâb olarak meyl-i hâb ettikde pîşegâhına bir perde-i siyeh-fâm keşîde olunarak etrafında bulunanlar kâffeten sükûn ve sükût ihtiyâr ederler idi ve uyandıkda kemâkân mazhar-ı i'zâz ve ihtirâm olur idi.
Fakat hâne sâhibi olan zât-ı âlişân enzâr-ı misâfirînden nihâl olduğundan halvethâne mahsûsunda kendi umûruyla meşgûl idüğine zâhib olduBir müddet orada ârâm ve ikâmet ettikten sonra emîr-i sahiphâne ile mülâkât-mesîr olmaksızın sûb-ı maksûduna azîmet eylediAncak orada meşhûdu olan hüsn-i inzibât ve intizâm ve kemâl-i debdebe ve ihtişâm-ı fevka'l-gâye mûcib-i istiğrâbı olup şu hâl bu el-'acebî bir ân hayalhâne-i hatırından çıkaramaz ve gayrı müterakkib olduğu halde nüzûl ettiği sahipsiz bir sarayda ikâmet ve şu vecihle mazhar-ı i'zâz ve hürmet oldum demeye cesâret edemez idi ve kendisinin vürûdundan sonra gelen bazı misâfîrîn işbu cây-ı dil-küşânın şâmil olduğu na'am-ı nâ-mütenâhîden birâderâna hisse-mend-i menfa'at olmayarak yekdiğeriyle münâza'a ve mühâsamaya kıyâm eylediklerinden şu hâle nazaran sâhib-i hâneye sû-i ef'âl isnâdını ise hiç havsala-i insâfa sığıştıramaz idi.
Sarayın güllerinde her türlü me'kûlât ve melbûsât ve havâyic-i sâire bâliğan meblâğ mevcut ve mebzûl olduğundan misâfirînden birtakımı cümle hakkında meşmûl ve râyegân olan işbu âsâr-ı mihmannevâzîden mahrûm olarak fakr felâket gibi bazı mesâ'ibe mübtelâ olmaları içlerinden bazı bed-münşânın mücerred dâ'iye-i hırs ve ta'amla adem-i imtizaçlarından neşât eylediğini fehm ve iz'ân eyledi.
Şu müdde'ânın sıhhati ezhân-ı misâfirînde dahi bir mertebe rehîn-i cezm ve yakındır ki yalnız bazıları müstesnâ olmak üzre en az mazhar-ı iltifât olanları bile saraydan hıyn-i müfârakatlarında eşk-rîz-i hüzn ve te'essüf olup uğradıkları felâket ve ızdırâbı hased ve bed-hâhâne ve hattâ bazıları kendi nefislerine isnâd ederler ve yekdiğerimizle hüsn-i imtizâc ederek umûma şâmil olan na'am-i bî-nihâyeden sulh ve salâh üzre mütemettu' olmuş olsaydık mahall-i mezkûrda kemâl-i refâh ve sa'âdet-i hâl ile imrâr-ı vakt etmek mümkün idi derler.
Fakat meşhûdu olan fesat muvakkat misâfire bazı mütâla'âtı dâ'î olup şöyle ki bilâ-garaz ve avz bu kadar bî-gânegânı kabûl ve haklarında envâ'-ı avâtıf ve inâyâtı meşmûl eden bu zât-ı kerîmü's-sıfât misâfirînin münâza'ât vâkı'alarında tavassut ederek yekdiğeri hakkında vuku' bulan mu'âmelât-ı i'tisâfiyenin men'ine tasdî etmemesinden müte’accib olur idi ve nazarında erbâb-ı zulm ve tegallübün harekâtı kava'id-i hakkâniyeti ihlâl ettiği misillü şân-ı meyz-bânı görünür idiVe bi'l husûs fezâ'il-i ahlâk ile muttasıf olup müstahak-ı sa'âdet ve ikbâl oldukları halde kemâl-i sefâlet ve sergerdânîye dûçâr olmuş olan bazı rüfekâsının hallerini tasavvur eder idi.
Misâfir işbu hatırın intâc eylediği humûm ve ekdâra müstağrak olduğu halde yola revân olmuştuEsnâ-yı râhda tesâdüf eylediği bir pîr-i rûşen zamîr edâ-yı vecîbe-i selâmdan sonra kendisine tevcîh-i hitâb ile "İş merkezde mi kaldı zannedersin emîr-i sâhibhâne dâimâ orada hâzır ve nâzır olduğundan vuku'âtın kâffesi meşhûd ve mesmû'u olduMisâfirlerin her biri gerek hayır ve gerek şer cezâ yı ameline mazhar olacaktırBilmez misin ki şu sahrâdan mürûr eden ebnâ-yı sebîlin ahlak ve etvarlarını tecrübe ve tahkîk için bunları bir kuvve-i ma'neviye ile biraz vakit sarayda ikâmete mecbur eder mütrekib-i sehv ve hata olanları hakkında gafûr ve rahîm ise de irtikâb-ı ma'âsîde ısrar edenlere şedîdü'l-ikâbdırBu civarda vâki' olup yine kuvve-i mezkûre te'sîriyle menzilgehe reh-revân olan diğer bir saray da onların kudûmüne muntazırdır.işte orada mücâzât ve mükâfât icrâ edecek ve herkes tav'an ve kerhen hablü'l-metîn hakkâniyete gerden-beste-i inkıyâd olacaktır.
Bu ifâdâtın üzerine derûn-ı misâfirde envâr-ı hakîkat şa'şa'a-pâş-ı zuhûr olup dil-sîr-i nevâl-i ihsânî olduğu sâhib-i hâne hakkında pîrâ-mengerd hatırı olan şübehâttan mahcûb olup bu vecihle mâzî hakkında mütesellî ve müstakbel için mutma'in olarak semt-i maksûduna azîmet eylediVe çok geçmeksizin ber vech-i mev'ûd pîşegâhında bir sarh-ı mühîbü't-tarh nümâyân olmaya başlayıp ol halde nâ'il-i envâ' lutf ve inâyeti olduğu zât-ı celîlü'ş-şâna tefvîz-i umûr ile iktisâb-ı nisâb emn ve huzûr eyledi.
İnsan çocuktan olur; çocuk da terbiye ile insan olurİnsanlarda şi'âr-ı insâniyet olan sıdk ve vefâ kalmadı..yıkıldı; diye her bâr te'essüf ediyoruzLakin sebep aradığımızda meselâ..cehâlet gibi birçok esbâb-ı izâfiye görüp hâlin ıslâhını onların izâlesinde sanırızDaima bu nokta-i nazardan bede'en ile çalışıyoruz; çabalıyoruz; yine umduğumuz te'sîrât-ı haseneyi göremiyoruz!
Belki onun aksini görüp şaşıyoruz!
Ve me'yûs ve mütehayyer kalıyoruzAcaba niçin bir kere de bu esbâbın mebâdîsine ve onlardan esas olan terbiye-i umûmiye cihetine atf-ı nazar-ı im'ân etmiyoruz?
Eğer ki olan olmuş ve bizlerin ıslâhı değil fakat men'-i müsâvî ve taklîl-i ziyânımız ancak kuvve-i kâhire-i nizâm ve kânûna kalmıştır; fakat yetişecek evladımızı olsun bizim düştüğümüz varta-i hevelnâktan tahlîsin çaresini neden düşünmüyoruz?
Bizim yerimize onlar gelecek değiller mi?
Onlar da bizim gibi olurlarsa bu şikâyet edilen fenâlıklar devam etmeyecekler mi? .. .
Anası babası sulehâdan bulunan bir çocuğu hâl-i sabâvetinde külhan beylerinin içine bırakın!
Onlarla düşüp kalksın; büyüdüğünde elbette bir merd-i afîf ve perhîz-kâr olamaz.
Bir çingene çocuğunu beşikte iken alıp bir sâlih hânedânın terbiyesine verin!
Büyüsün; me'lûf-ı salâh olurÇingeneyi denî ve bed-ahlak eden çingene olması değil belki çingene terbiyesinde büyümesidirSabâvet ki ömr-i insânînin en safvetli zamanıdır: Ne mukûle sûr ve eşkâle mukâbil olursa âyine gibi cezbederŞu kadar farkı var ki âyinede sûret-pezîr-i intibâ' olan şekil asıl aksin zevâliyle zâ'il olur; lakin mir'at-ı isti'dâda bir kere cilveger olan sûret-i misâliye ke'l nakşi fi'l-hacer yerleşir kalır.
Ancak bu sözden her bir terbiye gören çocuk mutlaka insan-ı kâmil olur demek çıkmaz zirâ terkîb-i hilkatte nice ihtilâf ve esbâb vardır ki ukûl-i beşeriye onları ihâta ve idrâkden âciz ve kâsırdırVe isti'dâd ve kâbiliyetin tefâvüt-i derecâtı dahi bundandırİmdi eğer terbiye vaz'-ı tabi'îyi muhâfaza yolunda olursa ekseriyet hıfz-ı ahlak cihetinde bulunurŞu az ve nevâdir ise kâ'ide-i mahkeme te'lîs edemez.
Medeniyet ki sa'âdet-i beşeriyeyi müstelzem olacak sûrette olan hâlet-i cemiyet ma'nâsınadır hüsn-i ahlâk-ı milliyeden mütevellid bir veleddirAhlak-ı milliyesi olmayan akvâmda medeniyet olmazHangi kavm-i medenî ki ahlakı bozulmaya başlamıştır medeniyet onda durmaz.
Bütün büyük aamlar medeniyet ve ahlâk-ı milliye ile muttasıf olan milletlerden zuhûr etmiştirA'sâr-ı sâlifede gelen ve hâlen eserleri ve fi'illeri ibret bahş-ı enâm olan büyük feylesoflar ve erbâb-ı belâgat ve ma'rifet ve büyük pehlivanlar ve cihangirler hep bu Yunânîlerden Romalılardan ve Mısırlılardan geldilerSonradan âfitâb-ı medeniyet-i İslâmiye pertev-sâz-ı ufk-ı âlem olup bu kevkeblerin revnak ve fürûğı kalmadıVe İslâmın yedi sekiz yüz yılda yetiştirdiği erbâb-ı fazl ve kemâlât a'sâr-ı sâlifenin iki bin yılda vücûda getirebildiği ashâb-ı imtiyâzı hem ilmen hem adeden sebkat eyledilerGariptir ki şimdiki Yunanistan ve Roma hukemâ ve fuzalâ yerine haydut yetiştiriyorlarAcep sebep nedir ki üç yüz seneden beri icaz ve Mısır toprağı Ebu Bekirler Ömerler Aliler Hâlidler Ebu Hanîfeler Şâfi'ler Gazâlîler hâsıl etmiyor?
Neden dolayıdır ki Irak ve İran ve Türkistan Zemhaşerîler İbn-i Sînâlar Fahreddinler Mecdeddinler yetiştirmiyor?
Devlet-i Osmâniye'nin evâ'ilinde Çandarlı Haliller Avranoslar Molla Gürânîler İbn-i Kemâller Ebu's-Su'ûdlar var idiŞimdi bunların emsâli niçin görülmüyor?
İlm ve fazlın tohumu bu diyarlardan büsbütün kesildi mi?
Yunanistan'ın Roma'nın anâsırı değişti mi?
Devlet-i Osmâniye Söğüt kasabacığında ser-nümâ-yı zuhûr olan bir fidan iken iki üç yüz sene zarfında bir dûha-i kesîrü'l-ağsân olup Macaristan Yunanistan Dağistan Tataristan Habeş Yemen ve Arabistan iklimlerine nasıl dal budak saldı? .. .
İnsan ale'l-umûm ne kadar akıl ve ihtiyât ile mağrûr ise ol kadar da câhil ve bî-basîrettirŞu da'vâda bulunan insanlardan hiç me'mûl olunur mu ki ağaç aşılamak çiçek yetiştirmek horoz tavuk beslemek hatta ipekböceği tutmak için nice senelerden beri nice uslu akıllı adamlar nice zahmetler nice himmetlerle nice kitaplar yazsınlar ve telâhuk-ı efkâr ile her birini bir fenn-i mahsûs olacak derece tevsî' edip ilm-i nebâtât ilm-i ezhâr ilm-i hayvânât târih-i tabi'î ilm-i arz diye türü türlü isimer taksınlar da beride mahsûl-i hayatları olan çocuklarının ileride insan-ı kâmil olması için nasıl terbiye olunmaları lazım geleceğini hiç düşünmesinlerVe kendilerinden cüz' olan ciğerpârelerine güyâ ağaç çiçek tavuk ve böcek kadar da ehemmiyet vermesiler.
Bir kimseyi evlâdının mevtiyle emvâlinin telefi arasında muhayyer kılsalar; zannolunmaz ki evlâdının mevtini tercih edecek kadar yüreksiz ve alçak bir adam bulunabilsinYa garip değilmidir ki evlâda bu muhabbet yalnız onlara mevt isâbet etmemesi fikrine münhasır kalıp dünyada yaşadıkları esnâda husûl-ârâm ve a'âdetlerine şâmil kılınmaz!
Terbiyesizlik korkulmakta mevtten aşağı mıdır?
Bir çocuk bed-ahlak ve anasına ve babasına âsî ve sârık olursa onun yaşamasından ne fâ'ide görülür?
Nice terbiyesiz evlat vardır ki karnında yattığı ve sütüyle büyüdüğü anasını darp eder babası dahi yerine bir hayru'l- halef yetiştirip âhir vaktinde rahat etmek hayâlâtında iken- âh ne olaydı ömrümde te'ehhül etmeseydim; ve böyle evlâda mâlik olmaktan ise ağaç gibi büyüyüp gideydim- derBîçâre bilmez ki evlâdının böyle olması için kendi sebep olmuştur şimdi çektiği kendi mahsûl-i amelidir.
Acaba bizde buraları düşünür babalar analar var mıdır?
Hiç yoktur demek belki mübâlağa olur; lâkin var ise de per nâdirdirVe çekilen mesâ'ib ve devâhînin de menba'ı işte budurHele sabâvetimizde nasıl ellerde büyürüz; ne mukûle kimselerden terbiye görürüz; buraları bir kere düşünürsek bu kadar da olduğumuza ve henüz çirke-bedûş dağlarda dolaşmadığımıza şükr etmeliyizAnadolu'dan kaçmış; âdâbınü'l-fennî görmemiş lalalarımız bize ne mukûle edep ve ahlâk ta'lîm edebilirler!
Bizde en mühim iki me'mûriyet yâhud vazîfe-i insâniyet vardır ki- nedendir bilinmez güyâ bi'l-iltizâm en kâbiliyetsizlere havâle olunur- onların birisi çocuk lalalığı diğeri de kazâ müdürlüğüdür.
Hele lalalık müdürlüğe müreccah gibidir; meselâ küberâdan bir zâtın dâiresinde nâmıyla bulunan bir sürü haşerâttan birisi ihtiyar ve işe güce bî iktidâr oldukda lakâbı takılırLâkin büsbütün tard ve def'ine merhamet kâ'il olmaz; ve ayda beş on kuruş verip de hânesinde oturmaklığına da efendi hazretlerinin hırs ve tama'ı rızâ vermezGetirilir; dâ'irede kahveci edilirHalbuki herif hasîr ovalarında maslahat-ı arz-ı hâli kullanmaktan başka ömründe bir işe sarf-ı efkâr etmemiş olmasının üzerine ihtiyarlık ve sersemlik de gelmiş olduğundan birgün nasılsa sendeleyip kahve tepsisini elinden düşürür; fincanlar kırılır gece berbâd olurBundan herifin kahveciliği beceremeyeceği tebeyyün edip aralık kapıcılık hatıra gelir.
Çünkü kapıcılıkta sokak köpeklerini içeri girmeye bırakmamaktan başka bir iş olmayıp bu ise kahveciliğe nisbetle gergi gibi sade olduğundan eline bir değnek verilir; kapıya oturtulurBirkaç gün sonra bir sabahleyin efendi hazretleri haremden çıkıp misâfir odasında bir sürü halk ile ber-mu'tâd hevâ'î sohbetle meşgûl iken bir de oda kapısından içeri bir kara sokak köpeği girer!
Efendi pür ateş olur; misâfirler şaşarlarHer ne hâl ise bir hây ve hûy ile köpek def' olunur ve esnâda iskemle üstünde uyur bulunur.
Bu numûne herifin kapıcılığa da yaramayacağını ispât edip fakat yine def'ine merhamet ve idâresine efendideki haset bir türlü rızâ vermez ne yapalım; ne yapalım diye düşünülür; mahdûm bey efendiye bir lala da lâzımdı ya işte bu da bir baba adamdır denir; çocuk ihtiyara teslîm edilir!
İstanbul'da cevâmi-i şerîfe avlularından başka gezecek açıklık mahal olmadığından lala çocuğu bir câmi avlusuna götürürÇocuk orada akranı olan mahalle çocuklarıyla oynamaya alışırVe bu sırada ahlaka muzır olacak bin türlü edepsizlikleri de beraber öğrenirNihâyet bir gün adım atlarken ya kasığı çıkar; ya top oynarken gözü patlarzaman bu herifin lalalığa da adem-i kâbiliyeti zâhir olur. .. .
İmdi şu fetânet ve dirâyette olan bir lala çocuğuna mukûle âdâb ve ahlak öğretebilir ki çocuğun müddet-i ömründe vesîle-i sa'âdeti ola!
Yani böyle bir meyyitten ne hayat mutasavverdir ki henüz yaşamaya başlamış ve benî nev'i arasında hem kendini hem de kendine takarrüb edenleri bahtiyâr etmek için yaratılmış olan tıfl-ı ma'sûm ondan esnâ-yı hayâtında müstefîd olacak ders ala!
Alsa alsa ondan alacağı ayn-ı mevt olan ders-i cehâlet ve eğer yalnız cehâlet olsa yine a'lâ!
Belki onun misâlinden yâhut gafletinden ittihâz edeceği sû-i ahlâk ve hecinnettir ki mevt ondan bin derece iyidirZîrâ mevt ile hem meyyit hem de ondan mutazarrır olacaklar kurtulurLâkin hay sûretindeki meyyitler hem nefislerine hem de benî nev'lerine mazarrat ettikleri için onlar insan değil belki insan şeklinde zehirli akrepler ve yılanlardır.
Ancak nazar-ı insâf ile bakılırsa bu kabahat lalanın mıdır?
Hayır!
Asıl kabahat çocuğun babası olacak nâdân-ı bî-iz'ânındır ki semere-i fevâ'idini ve hânedânında kendinin yerini tutacak ve bir gün kendinin ve ehl ve ıyâlinin ya sermâye-i huzûr ve sa'âdeti veyâhud bâ'is-i hazelât ve nikbeti olacak evlâdını ve ciğer köşesini mukûle ellere teslî ile güyâ kendi eliyle boğazlar.
Benim pederim Galata gümrüğünde kâtip ve işini gücünü iyi bilir ve vazîfesiyle kana'at eder bir merd-i muhâsib idiEnim hengâm-ı sabâvetimde yaz kış Boğaziçi'nde de sâkin olurdukBenimle beraber mektebe gidip gelmek hem de evin sokak işlerini görmek için on yedi on sekiz yaşlarında ve Ömer nâmında bir köle aldı.
Köle memleketinde hırsızlıkla terbiye olunduğundan kiraz üzüm mevsimlerinde beni bağlara götürür; ve kendisi eli yetiştiği meyvelerden çalardı.
Birlikte yerdikTahmînime göre altı yedi yaşlarında idimBir gün köle ile barber Damat Halil Paşa'nın Kandilli üzerinde vâki' bağlarından Havuzlu Bağderler bir bağına gittikBağın etrafı dikenli çalılarla mahfûz olmakla köle bir medhal bulup da giremediVe elindeki sopa ile çalıları aralayarak güçle bir küçük delik açabildiVe bana hitâp ile Ben buradan sığamam!
Sen küçüksün; içeri gir!